Râfizî
şöyle diyor:
“Ali'nin imametine delalet eden âyetlerden birisi de şudur:
“Ben,
sizden buna karşı yakınlara sevgiden başka bir ücret istemem” (Şûra:
26/23)
Ahmed
b. Hanbel
Müsnedinde rivayet ettiğine göre İbn-i Abbas şöyle diyor:
Bu
ayet nazil olunca, Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dediler:
“Yâ
Rasulullah! Onları sevmemiz vacip olan akrabaların kimlerdir?”
Rasulullah:
“Ali, Fâtıma ve iki çocuğudur” buyurdular. Salebî'nin
tefsirinde ve sahihaynde de aynı rivayetler vardır. Ashab arasında Ali'den
başka sevilmesi vacip olan kimse olmadığına göre, Ali en üstün olanıdır.
Yine O'nun imam olması gerekir. Ali'ye muhalefet etmek O'nu sevmeye
aykırıdır. O'na itaat etmek O'nu sevmektir. O da vaciptir.”
“Ey
Râfizî!:
“Ahmed'in
müsnedinde”
şeklindeki sözün, müsnede yaptığın açık bir iftiradır.
“Sahihaynde
de aynı rivayet vardır” şeklindeki sözün de mezkûr eserlere iftiradır.
Aksine
Sahihayn ve Müsned'de rivayet ettiğinin mütenâkızı vardır. Yalancı cahillerin
nakilleriyle amel etmek mümkün müdür?
Ama Ahmed
b. Hanbel dört halifenin faziletleriyle ilgili olarak bir eser tasnif etmiş
ve rivayetlerin sahih ve zaifini ayrı ayrı beyan etmiştir. Hatta bilahare oğlu Abdullah
da Ona bazı hadîsler eklemiştir. Daha sonra Ebubekir el-Katîî bu
esere zaif ve yalan rivayetler ilave etmiştir ki câhiller de bütün bu
rivayetlerin Ahmed b. Hanbel'den geldiklerini zannetmişlerdir. Bu çok çirkin
bir hatadır. Abdullah'ın ziyadeleri babasınınkilerden farkedilir derecede açık
olduğu gibi, El-Kâtîî'nin ziyadeleri ile Abdullah b. Hanbel'in dışındaki
kişilerden rivayet edildikleri de açıkça bellidirler.
Şûra
yirmiüçüncü âyet-i kerimesi ittifakla Mekkidir. Ali (r.a.) de Fâtıma (r.a.) ile
Medine'de evlenmiştir. Hasan hicri üçüncü, Hüseyin de hicrî dördüncü senede
dünyaya gelmişlerdir. Hal böyle iken Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
âyet-i kerimeyi henüz mevcudiyetlerini bilmediği kimseleri sevmenin vücubu ile
nasıl tefsir eder?
Ayetin
sahihayn'daki tefsirine gelince:
İbn-i Abbas'a âyetin mânâsı sorulduğu
esnada Said b. Cübeyr orada bulunduğu için kendisi cevap vererek “âyetin
manası Muhammed'in akrabalarını sevmektir” demesi üzerine, İbn-i Abbas:
“Acele ettin. Kureyşten hiçbir soy yoktur ki, Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) onlara akraba olmasın,” dedi. Ayette:
“Ben,
(Rasulullah),
sizden bana karşı bir ücret istemem” buyuruluyor.
Fakat aramızdaki akrabalıktan dolayı beni sevmenizi istiyorum.”
İşte
Kur'an'ın tercümanı ve Ali'den (r.a.) sonra ehl-i beytin en âlimi olan İbn-i Abbas
böyle söylüyor.
Yine
âyette:
“Aramızdaki
akrabalıktan dolayı beni sevmenizi” denilmiştir. “Benden dolayı akrabalarımı
sevmenizi...” denilmemiştir. Eğer Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) akrabalarını sevmenin vacip
olduğu ifade edilmek istenilseydi, Enfal sûresinin kırkbirinci ayetinde
kullanılan lafız gibi bir lafız kullanılacaktı. Âyet şöyledir:
“Biliniz ki, kâfirlerden ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin muhakkak
beşte biri Allah içindir. O da, Peygambere ve O'nun akrabasına yetimlere,
miskinlere ve yolda kalmışlara aittir...”(Enfal: 8/41)
,
“Allah'ın,
peygamberine memleketler ahalisinden verdiği ganimet, Allah için, peygamber
için, O'na yakın olan akraba için, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış kimseler
içindir.” (Haşr: 59/7)
Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)'in akrabalar hukukuyla ilgili olarak yaptığı
bütün tavsiyeler bu kabildendir.
“El-Mevedde = Sevgi” lafzının isim
değil masdar olarak zikredilmesi, sevginin akrabalar için olması istenilseydi, “El-Meveddete
Li Zevil Kurbe = Akrabalara sevgi” denilecekti.
Biz Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)'in yaptığı tebliğ için elbette karşılık istemediğini ifade
ediyoruz. Bu hususta da âyetler vardır. Bazıları şunlardır:
“De
ki: Ben bu yaptığım tebliğe karşı sizden bir ücret istemiyorum”
(Furkan:
25/57).
“Yoksa
(İman
etmeleri için) kendilerinden bir ücret istiyorsun da (bunu) cereme
vermekten ağırlanıyorlar mı?”
(Tur: 2/40),
“...
Benim mükafatım ancak Allah'a aittir” (Furkan: 25/72)
Fakat
bu âyetteki istisna munkati'dir.
“De
ki: Ben bu yaptığım tebliğe karşı sizden bir ücret istemiyorum, ancak Rabbine
bir iman ve itaat yolu tutmak isteyen kimseler istiyorum” (Furkan:
25/57) âyetinde olduğu gibi.
Şüphesiz
ki, ehl-i beyti sevmek vaciptir. Fakat vacip olduğu bu âyetle sabit değildir.
Onları sevmek de Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ücreti değildir. Aksine onları sevmek
emredildiğimiz konulardandır. Hem de ibadetten sayılır.
Sahîh hadiste rivayet
edildiği gibi Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ğadîr Hum'da bir hutbe
irad ederken şöyle dedi:
“Ehl-i Beytimin hukukuna riayet hususunda size Allah'ı
hatırlatıyorum.”
(Müslim Fedail: 36-37)
Bu
sözü üç defa tekrarladı. Sünendeki rivayette de Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem) şöyle dedi:
“Nefsimi elinde tutana (Allah'a) yemin
ederim ki, mü'minler sizi Allah için ve bana olan yakınlığınızdan dolayı
sevmedikleri müddetçe cennete giremezler”.
Eğer
ehl-i beyti sevmek Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) vermemiz gereken bir borç olsaydı o sevgiden
dolayı mükafat alamazdık. Mükâfat alacağımıza göre bir müslüman bunun ibadet
değil de bir borç olduğunu nasıl söyleyebilir?
Böylece biz, başka bir delille
Ali'ye (r.a.) karşı sevginin vacip olduğunu ispat etmiş olduk. Ancak bu vücubiyyette
Ali'nin (r.a.) üstün olduğunu veya imametin yalnız O'na mahsus
bulunduğunu gerektiren bir durum yoktur.
|