Râfizî
şöyle diyor:
“Haverzem'in
en ünlü hatibi, Ebu Zerr'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
“Hilafeti
iddia ederek Ali'ye düşmanlık eden kâfirdir. O kimse Allah ve Rasulüyle harb
etmiştir.”
Enes
şöyle der: Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yanında bulunduğum bir sırada Ali'nin geldiğini gördü
ve şöyle buyurdu:
“Ben
ve bu (Ali (r.a.)) kıyamet gününde ümmetime karşı Allah (c.c.)'ın hüccetleriyiz.”
Muaviye
b. Haybetül-Kuşeyrî şöyle diyor:
Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)'in Ali'ye:
“Sana
buğzederek ölen kimse, yahûdî veya nasrânî olarak ölürse umursama!” dediğini
işittim.
Biz,
muhalifimizin buna benzer hadis rivayet etmekle beraber, güvenilir
âlimlerimizin de bunlara benzer daha birçok hadis rivayet ettiklerini
gördüğümüz için, bu hadislere müracaat etmemiz ve onların dışındakilere de sırt
çevirmemiz vacip oldu.”
Ey
Râfizî!
Haberin
sıhhatini talep ediyoruz. Muvaffak b. Ahmed b. İshak adındaki Haverzem
hatibinin mücerred nakli haberin sübûtuna delâlet edemez. Öyle ki bahsettiğin
bu adam teliflerini uydurma haberlerle doldurmuştur. Bu te'liflerine hayret
eden sadık muhaddisler, Allah'ım! Seni tenzih ediyoruz, bu ne büyük iftiradır,
demekten kendilerini alamazlar.
Hadîs
ilmini bilenler, yukarıda zikredilen haberle benzeri haberlerin, ashab ve
tabiîn asırlarının sona ermesinden sonra yalancılar tarafından uydurulan
yalanlar olduklarını gayet iyi bilirler.
Biz, tevatür
derecesine varan haberlerle biliyoruz ki; Ensar ve Muhacirler Allah ve Resulünü severlerdi. Rasulullah da
onları gayet iyi seviyordu. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den sonra
imam, o yüce ashab'ın ittifakı ile Ebubekir (r.a.)'dir. Yakinen bildiğimiz bu
haberleri, yalan haberlerle reddetmemiz nasıl mümkün olabilir?
Kaldı
ki, Râfizî'nin bu iddiaları az da olsa kendisine itimad edilen hiçbir eserde
mevcud değildir. Bütün bunlardan başka Allah (c.c.)'ın kitabı, bir çok yerlerinde
Allah (c.c.)'ın muhacir, ensar ve onlara iyilikle tabî olanlardan razı olduğunu
açıkça beyan ediyor.
Allah (c.c.) şöyle
buyuruyor:
“Hakikaten
Allah, (Hudeybiye'de)
ağacın altında sana biat etmekte oldukları vakit, o mü'minlerden razı oldu.”
(Feth: 48/18),
“(Bilhassa bu ganimet), O, fukara
muhacirler içindir ki, (Mekke müşriklerinin tazyiki üzerine)
yurdlarından ve
mallarından çıkarılmışlardır. Onlar, Allah'dan bir
rızık ve rıza isterler...”
(Haşr: 59/8),
“And
olsun ki, Allah, Peygambere ve güçlük saatinde (Tebük savaşında çekilen sıkıntı ve
mahrumiyet günlerinde) ona uyan Muhacirler'le Ensar'a lütfetti...” (Tevbe: 9/117)
Buna
benzer daha birçok âyet-i kerime vardır.
Ey
Râfizî!
Senin
uydurma ve yalan haberlerinle bu nass'ları reddetmek mümkün müdür?
Kaldı ki,
senin bu haberlerinde (hâşâ!) Ali'nin (r.a.) Allah ve Rasulüne olan imanını
reddeden durumlar mevcuttur.
(Ebu Zerr (r.a.), tarikiyle rivayet ettikleri uydurma
hadiste, hilafeti iddia ederek Ali'ye karşı çıkanların kâfir oldukları
hususunda ifade vardır. Şiîler Ali'ye (r.a.) karşı çıkanlarla Ebubekir
ve Ömer'i
(r.a.) kasdediyorlar. Halbuki Ali (r.a.), her ikisine de biat ederek, onlara itaat
etmiş ve onları övmüştür. Halbuki Ali'nin (r.a.), hilâfeti iddia ederek Allah ve
Rasulüne harb ilân edenleri övmesi onun için noksanlıktır. Bu durum Ali'nin
(r.a.)
Allah ve Rasulüne inanmadığını (hâşâ!) gerektirir. (Tabii ki, şiîlerin farkına
varmadan yaptıkları yalan iddialarına göre bu sözler söylenmiştir.)
Ey
Râfizî!
Hilafete
talib çıkarak Ali (r.a.) ile mücadele edenlere kâfir diyecek olursan, yine
Ali'nin (r.a.) nass ile amel etmediğini iddia etmiş olursun. Halbuki Ali (r.a.), bizzat
onlara müslüman demiştir. Hatta İbn-i Mülcem, Onu yaralayınca, “Yaşarsam kan
sahibi benim” demiş ve onu öldürtmemiştir. İbn-i Mülcem, Mürted olsaydı, Ali
(r.a.) mutlaka onu hemen öldürecekti. Yine Ali (r.a.)'den mütevâtiren sabit olmuştur ki,
o, cemel vakasında kaçanların takib edilmesini, yaralıların öldürülmesini veya
mallarının ganimet olarak alınmasını nehyetmiştir.
Rivayet
ettiğin hadîs'e (!) göre bunlar kâfir ise, onun yalan olduğunu söyleyen ve
onunla amel etmeyen ilk kişi Ali (r.a.) olmuş olur. Sıffin vakasında da karşı
taraftan şehid düşenlerin cenaze namazlarını kılarak:
“Bunlar kardeşlerimizdir. Bize isyan ettiler ama kılıç onları
temizledi.”
diyordu.
Biz
kesin olarak biliyoruz ki, Ali (r.a.), ona karşı çıkanları hiçbir zaman tekfir etmemiştir.
Ali'ye (r.a.) karşı çıkanlar kâfir olsalardı Hüseyn'in (r.a.) kendi isteğiyle
hilafeti onlara teslim etmesi helâl olmazdı. Halbuki kuvvet bakımından da güçlü
idi. Fakat bu hareketin doğruluğu dedesinin sözüyle ortaya çıktı. Bu hususta
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
“Muhakkak benim bu oğlum efendidir. Allah , onunla müslüman
iki büyük kabilenin arasını islah edecektir.”
(Buhari Sulh: 9, Fedail: 2, Menakıb:
25, EbuDavud Sünnet: 12, Tirmizi, Menakıb: 30).
Bu
hadisi Buhari rivayet etmiştir. Ama sana göre Allah, onunla mürtedlerle (hâşâ!)
müslümanlar arasını islah etmiştir. Üstelik sana göre ma'sum imam Allah (c.c.)'ın
kullarına olan lütfudur. Halbuki ettiğin iddialara göre ma'sum imam lütuf değil
aksine bela olmuştur. Çünkü ona muhalefet edenler mürted ona muvafakat edenler
de zelîl olmuşlardır. Masum imamdaki maslahat
nerede kaldı?
Hani
siz; Allah (c.c.)'ın kullar için maslahatlı olanı yaratması vaciptir, diyordunuz.
Halbuki, Ali'ye (r.a.) karşı çarpışıp onu tekfir etme imkanını haricîlere veren
yine Allah'tır. Ma'sum imamların da, zimmîler gibi korku altında ve takiyye
içinde yaşamalarını takdir eden yine Allah'tır. Kaldı ki, zimmiler dinlerini
açıkça yaşıyorlar. Allah (c.c.)'a vacip kıldığın lütuf ve maslahat nerede kaldı?
Hem de sen, ma'sum diye iddia ettiğin
imamlarının Allah katında insanlara karşı kesin deliller ve güvenilir âlimler
olduklarını, doğru yolun ancak onların yolu olduğunu, onlara tâbi olunmadığı
müddetçe kurtuluşa nail olunmayacağını iddia ediyorsun. Senin iddia ettiğin
sonuncu imam da asırlardan beri gizlenmiş, insanlar ne dinleri ve ne de dünyaları
için ondan asla istifade etmemişlerdir.
Bundan
da anlaşılıyor ki, râfizîliği ancak bir zındık ortaya koymuştur.
Akıl sahibi olan her
fert, ehl-i sünnetin Ali'ye (r.a.) karşı bir tepkileri olmadığını gayet iyi bilir.
Onlar asla peygamberlerini tekzib etmez. Onun emirlerini de reddetmezler.
Ehl-i
sünnet, Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Ali'nin (r.a.) imameti hakkında açık nasslarının var
olduğunu bilselerdi, herkesten önce kendileri O'na biat edeceklerdi. Bu
husustaki hükmün ehli sünnete kapalı kaldığını iddia etmek, dinin bir hükmünü
terkettiklerini ileri sürmektir.
Ey
Râfizî!
Ehl-i
Sünneti nasıl yahudi ve hıristiyanlara benzetebiliyorsun? Aslında Rasulullah'a (sallallahu
aleyhi ve sellem)yalan isnad ederek onun hakkında hadis uydurman belâ olarak sana yeter.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyururlar:
“Kasden bana iftira eden, cehennemdeki yerini hazırlasın.”
Evet,
Allah ve Resulünün beyan buyurdukları nassları yine onların inadına gizle, yen
cehennem ehlindendir.
“(İmametin Ali'nin
(r.a.) hakkı olduğuna dair) güvenilir âlimlerimizden birçok hadis rivayet
etmişizdir.” şeklindeki sözüne gelince, sana şöyle cevap veririz:
Bu
sözünüz hiç bir zaman âlimlerinizin güvenilir ve onlardan naklettiğiniz
hadislerin de sahih olduklarına delâlet etmez.
Kaldı ki biz ehl-i sünnet vel
cemaat olarak hadis âlimlerimizi bazı hususlarda tenkid etmişizdir. Bu hususta
eser bile te'lif edilmiştir. Hadisin derecesini tesbit etmek için ehl-i sünnet,
elinden gelen çabayı göstermiş ve kimseye dokunmazlık hakkı vermemiştir.
Ama
siz râfizîlerin indinde bir muhaddisin güvenilir olabilmesi için, hadisi ma'sum
(!) imamlardan alması ve imamı olması şarttır. Bu evsafta olan muhaddisin yalan,
yanlış veya doğru söylemesi sizce müsavidir. Siz muhaddislerimizin sizinkiler
gibi yalancı olduklarını iddia ediyorsanız, şunu iyi biliniz ki, aralarında
bilerek veya bilmeyerek hadiste yalana teşebbüs eden olmuşsa da siz her
halinizle onlardan daha yalancısınız.
Ama Allah (c.c.)'a hamd olsun hadislerin
senedlerine bakmadan onlarla amel etmek bize haramdır.
Ey
sapık râfizî
sen nasıl bu âlim güvenilirdir, şu güvenilir değildir, diyebilirsin?
Bununla
beraber ismini hecelemekten de âcizsin!
Gerçek olan elinizdekilerin çoğu ehl-i
kitabın elindekiler gibi yalancı dillerden dökülen haberlerdir.
Kaldı ki, râfizîlerin yalanları darb-i
meseller şeklinde dile getirilmiştir. Haricîlerin sizden daha belalı olduklarını
bilmemize rağmen, onları yalancılıkla itham edemeyiz.
Çünkü onları tecrübe
ettik. Onlar leh veya aleyhlerin, de olsa da doğru olanı araştırıp bulmağa
çalışıyorlar. Ama siz öyle değilsiniz. Doğru kişiler aranızda (deri üzerindeki)
ben gibidir.
İbnü'i Mübarek şöyle
diyor:
“- Din, hadis ehlinin,
- kelâm ve hileler rey ehlinin,
- yalan ise râfizîlerindir.”
Ehl-i
Sünnet ve muhaddisler, arzularına uygun olsa da yalana rıza göstermezler.
Nakkaş,
Kâti'î, Sa'lebî, Ehvaz, Ebu Nua'ym, Hatîb, İbn-i Asâ'kir ve benzerlerinin,
Ebubekir, Ömer, Osman
(r.a.), hatta Muaviye'nin faziletleriyle ilgili olarak nice
hadisler rivayet etmişler ki, Ehl-i sünnet'in muhaddisleri onları kabul
etmemişlerdir.
Üstelik onlar arasında bulunan uydurma hadisleri de ortaya
çıkarmışlardır. Hadis senedlerini kontrol ettiklerinde hüviyyeti meçhul olan
birini görseler bile orada dururlar.
Ama
siz ey râfizîler!
Hadis ister zaîf ister doğru olsun, onun mutlaka arzunuz istikametinde
olması gerekir ki, hadis olma şartı tahakkuk etsin. Sabit bir nass getirseniz
dahi, sizin bu iddianıza asla delâlet etmez.
Biz
ehl-i sünnet olarak kendilerine dayandığımız delililer, Kur'an'ın nassları,
sahih hadisler ve sizden başka bütün müslümanların üzerinde ittifak ettikleri
hükümlerdir. Bu delillere tenakuz arzedecek bütün delilleri reddederiz.
Ebü'l-Ferac
İbnü'i Cevzî
şöyle diyor:
“Ali'nin (r.a.) faziletiyle ilgili sahih hadisler çoktur. Ancak
râfizîler bunları yeterli görmediler. Hadis uydurmaya başladılar fakat Ali'yi
(r.a.) yücelteceklerine onu aşağıya çektiler. İhtiyaç vardır deyip, bâtıl isnadlarla Onun hakkında cildler doldurdular.”
Ama
ey Râfizî!
Sen uydurulanların tümünü dile getirmedin.
Biz, iddiana delâlet etmek için uydurulmuş daha nice haberler biliyoruz.
Ali'nin
(r.a.) meziyetleriyle ilgili
olarak uydurulmuş haberlerden bir tanesi Nesâî'nin Abbad b. Abdullah
el-Esedî'den rivayet ettiği haberdir. Habere göre Ali (r.a.) şöyle buyuruyor:
“Ben
Allah (c.c.)'ın kulu ve Rasulünün kardeşiyim. En büyük Sıddîk benim. Benden başka bu
sözü söyleyen, ancak yalancıdır. Ben, henüz insanlar namaz kılmadan önce yedi
sene namaz kıldım.” (Hadisi Ahmed b. Nasr ez-Zerra' rivayet etmiştir)
İbnü'l
Cevzî :
“Müslümanlardan yedi sene önce İslâmı kabul ettim.” sözü uydurma olup, Abbad da
itham edilmiş bir şahsiyettir.
İbnü'l Medînî de, Abbad'ın hadiste zaîf olduğunu
söylemiştir. Bizce Ali (r.a.), söylemiş olduğu iddia edilen sözden çok daha
sâdık ve itaatkâr idi. Hadisi
rivayet eden ya kasden yalan söylemiş veya yanlış duymuştur.
Ebu'I Ferec
şöyle diyor:
“Yukardaki
haber ile benzerlerinin bâtıl olduklarını isbat eden delillerden bir tanesi
Hatice, Ebubekir ve Zeyd'in (r.a.), Ali (r.a.)'den önce müslüman olduklarında ittifakın
mevcut olmasıdır.
Ömer (r.a.), Peygamberlikten altı sene ve kırkıncı kişi olarak İslâmı
kabul ettiğine göre, Ali'nin (r.a.) müslümanlardan yedi sene önce namaz
kıldığı iddiası nasıl doğru olabilir?”
Merfu' olarak rivayet
edilen ve iddiaya göre Ali'nin (r.a.) “Ben en büyük Sıddık'ım”
sözü, Ahmed b. Nasr ez-Zerra'ın uydurmalarındandır.
(Dârakutnî, Ahmed b.
Nasr'ın deccal olduğunu söyledikten sonra, uydurduğu hadislerden bir tanesini
zikrederek şöyle der:
Ali (r.a.) şöyle diyor:
Rasulullah ile yola çıktım. Bir
hurma ağacı diğer bir hurma ağacına seslenerek: Bu Nebiyy-i Mustafa,bu da Aliyy-i
Murtazadır, dedi. )
(Abbad b. Ya'kub er-Revâein hakkında daha evvel bilgi vermiştik.
Ali b. Haşim el-Kûfî el-Hazaz, hakkında da İbn-i Hıbban şöyle diyor:
Aşırı
giden bir Şiîdir. Buhari de, kendisiyle babasının Şiîlikte aşırı olduklarını
söyler. H. 181 de ölmüştür. )
“Kıyamet
gününde benimle ilk münakaşa edecek olan sensin. Sen en büyük sıddıksın. Sen
faruksun. Sen mü'minlerin liderisin.” şeklindeki hadis de uydurmadır.
Bu
hadisin bir başka rivayetinde Abdullah b. Dâhir vardır ki, İbn-i Main: Ondan haber
alınmaz, demiştir.
(Abdullah b. Dâhir el-Ahmerî er-Râzi
hakkında Ahmed b. Hanbel ve
Yahya, Onun muteber olmadığını, kendisinden hayır gelen bir şahsın ondan hadis
rivayet etmediğini söylerler.
Akîli, Abdullah b. Dâhir'in berbat bir râfizî
olduğunu söylüyor. )
|