Ey
Râfizî!
“Delâlet konusunda icma esas değildir, mutlaka aklî veya nakli bir delile
dayanmış olması gerekir. Halbuki, bu hususta ne akli
ve ne de nakli delil vardır.” diyecek olursan, sana verecek cevabımız şudur:
“Delâlete,
icma esas değildir.” sözünle, icma ile seçilen halifenin mücerred zatına değil,
Allah'ın emirlerini yürüttüğü takdirde ona itaat vacibtir, mânâsını
kastedersen bu doğrudur. Hatta Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) emirlerine itaat mücerret zatından
değil, belki ona itaat Allah'a itaat gibi kabul edilmesinden kaynaklanmaktadır.
Aslında Allah'tan başka, mücerred kişiliklerinden dolayı hiç kimseye itaat
olunmaz.
Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“Dikkat
ediniz ki, hem yaratma, hem de emretmek Ona mahsustur.” (A'raf:
7/54),
“Hüküm
ancak Allah'ındır.” (En'am: 6/57).
Yok eğer yukarıdaki sözünle, icmanın bazen,
hakka muvafık, bazan da
muhalif olduğunu kasdediyorsan, bu iddia icmanın delilliği hakkında büyük bir
ithamdır. Bu iddian ümmetin batıl üzerine toplanabileceğini ifade ediyor. Bu da
En-Nazzam ve râfizîlerin iddiasından ibarettir iki, tamamen yanlıştır. Ebubekir'in (r.a) imameti hususunda bizim böyle bir icmaya da ihtiyacımız yoktur.
Yine
biz, hiç kimseye “İcma ile sabit olan her hükmün bir nassa dayalı olması
gerekir” şartını koşmayız. Çünkü, bizzat icma, mevcut
nassa delildir. Ancak, âlimler ictihad üzerine icma'ın caiz olup olmadığı
hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Buna rağmen her iki çeşit icma' için nassın
gizli olduğu söylenemez.
Ebubekir'in (r.a.) hilafetini bu yolla ele alacak olursak, zaten hilafetinin hak ve
doğru olduğuna dair bir çok nasslar vârid olmuştur.
Bunda hiç ihtilaf yoktur. İhtilaf, yapılan hilafet ahdinin has bir nassla mı,
yoksa icma' ile mi sabit oluşu hakkındadır. Sıddık (r.a.)’ın hilafeti hakkında
nass ve icma vardır, sözümüzün dayanağı şu ayet-i Kerimedir. Allah (c.c.) şöyle
buyurur:
“(Ey Muhammed'in Ümmeti!) Siz
beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz; iyiliği emreder,
fenalıktan alıyorsunuz ve Allah'a imanınızda devam edersiniz..”
(Âl-i İmrân: 3/110)
Bu
nass-ı Kur'anî, Ashab-ı Kiramın her hak olanı emir ve her batılı yasak
etmelerinin gerekli olduğunu beyan ediyor. Vâcib ve haram her ikisi de
kesinlikle buna dahildir. Böylece Allah'ın vâcib
kıldığı her şeyi vâcib, haram ettiği her şeyi haram kılmaları ve haksızlık
karşısında susmaları farz oldu. Şu halde nasıl olur da bu mümtaz zevat, hakkı
bırakır onun zıddı olan bâtılı getirirler?
Ebubekir'in (r.a.) velayeti haram, batıl bir şey olsaydı, onu bu işten
vazgeçirmeleri gerekirdi. Ona karşı susmaları haram olurdu. Yine Ali'nin
(r.a.) tercihi vacib
olsaydı, bu doğrultuda çalışmaları en büyük ma'ruf olurdu.
Allah
(c.c.) şöyle buyurur:
“Erkek
ve kadın bütün müminler, birbirlerinin yardımcılarıdır: İyiliği emrederler,
fenalıktan alıkoyarlar, namazı gereği üzre kılarlar, zekatı
verirler, Allah'a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunları, muhakkak surette
Allah rahmetiyle bağışlayacaktır. Gerçekten Allah Azizdir, Hakimdir.”
(Tevbe:
9/71),
“Ey
müslümanlar, böylece sizi seçkin ve şerefli bir ümmet kıldık ki, bütün insanlar
üzerine adalet örneği ve hak şâhidleri olasınız. Peygamber de sizin üzerinize
şâhid olsun.”
(Bakara: 2/143)
Allah'ın
insanlar üzerine şâhid kıldığı kimselerin, şâhidlik edecekleri hususu elbette
ki en iyi bir şekilde bilmeleri şarttır.
Eğer
onlar Allah'ın haram kıldığını helal, helal kıldığını da haram kılsalardı,
insanlar üzerinde şâhid olmağa yaraşmazlardı.
Onlar
medhedilmişti, zem edileni medhedecek olsalardı yine insanlar üzerine şâhid kılınmayacaklardı.
Şu
halde Ashab-ı Kiram, Ebubekir'in (r.a.) hilafeti hakkettiğine
şahitlik etmişlerse -ki etmişlerdir- onların sözlerinde doğru olduklarını
tasdik etmek vaciptir. Yine onların tümü, birine sâlih birine âsi diyecek olsalar, bu şehâdetlerinin de kabul edilmesi
vaciptir.
Allah
(c.c.) şöyle buyurur:
“Her
kim de, kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra, Peygambere aykırı
harekette bulunur ve müminlerin yolundan başkasına uyar giderse, onu, döndüğü
sapıklıkta bırakırız. Ahirette de kendisini cehenneme koyarız ki, o, ne kötü
bir dönüş yeridir.” (Nisa: 4/115)
Görülüyor
ki, Allah (c.c.) , Peygambere aykırı hareket edenlere Cehennemi hazırladığı gibi, O'na
uyan müminlerin yolundan başka bir yola sapanlara da aynı cezayı va'd etmiştir.
Ashâb-ı Kiram bir şeyin haram veya helalliği üzerinde ittifak etmelerine
rağmen, herhangi birisi onlara muhalefet ederse, müminlerden başkasının yoluna
gitmiş sayılır ki, bundan dolayı da zemmedilmesi gerekir.
Allah
(c.c.) şöyle buyurur:
“Elbirlik
Allah'ın dinine (şeriatına) sımsıkı sarılın. Birbirinizden ayrılıp dağılmayın.” (Âl-i İmran: 3/103.)
Ashabın
ittifak halinde oldukları ayrıca görülmektedir. Çünkü,
birlik içinde oldukları hal, ihtilaf telakki edilirse kimsenin arasında fark
kalmaz.
Bir başka âyette Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“Sizin
veliniz ve yardımcınız ancak Allah'la onun Peygamberidir;
bir de iman edenler ki, onlar Allah'ın emirlerine boyun eğerek namaza devam
ederler. Ve zekat verirler.” (Maide:
5/55).
Bu Âyet-i Kerime ile de Allah (c.c), iman edenlerin veliliğini,
Allah ve Resulünün veliliği gibi olduğunu beyan etmiştir. Allah (c.c.) da
hiçbir zaman bu ümmeti bâtıl bir şey üzerinde
birleştirmez. İman edenlerden bu yüce sıfata en yakın olan elbette ki Ashâb-Kirâm'dır.
Böylece
Ashab'ın Ebubekir'in (r.a.) hilafeti hakkındaki kararlarının hak olduğu ispat edilmiş
oldu. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
“Kimi iyilikle zikrederseniz Cennet ona vacib olmuş olur. Kimi
kötülükle zikrederseniz ona da cehennem vacib olur. Siz ey Ashâb! Allah'ın
yeryüzündeki şahitlerisiniz.” (Buhari
Cenaiz: 86, Şehadet: 6, Tirmizi Cenaiz: 60).
|