بســـم الله الرحمن الرحيم

 

6.3

 

Ey Râfizî!

“Delâlet konusunda icma esas değildir, mutlaka aklî veya nakli bir delile dayanmış olması gerekir. Halbuki, bu hususta ne akli ve ne de nakli delil vardır.” diyecek olursan, sana verecek cevabımız şudur:

“Delâlete, icma esas değildir.” sözünle, icma ile seçilen halifenin mücerred zatına değil, Allah'ın emirlerini yürüttüğü takdirde ona itaat vacibtir, mânâsını kastedersen bu doğrudur. Hatta Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) emirlerine itaat mücerret zatından değil, belki ona itaat Allah'a itaat gibi kabul edilmesinden kaynaklanmaktadır. Aslında Allah'tan başka, mücerred kişiliklerinden dolayı hiç kimseye itaat olunmaz.

Allah (c.c.) şöyle buyurur:

“Dikkat ediniz ki, hem yaratma, hem de emretmek Ona mahsustur.” (A'raf: 7/54),

“Hüküm ancak Allah'ındır.” (En'am: 6/57).

Yok eğer yukarıdaki sözünle, icmanın bazen, hakka muvafık, bazan da muhalif olduğunu kasdediyorsan, bu iddia icmanın delilliği hakkında büyük bir ithamdır. Bu iddian ümmetin batıl üzerine toplanabileceğini ifade ediyor. Bu da En-Nazzam ve râfizîlerin iddiasından ibarettir iki, tamamen yanlıştır. Ebubekir'in (r.a) imameti hususunda bizim böyle bir icmaya da ihtiyacımız yoktur.

Yine biz, hiç kimseye “İcma ile sabit olan her hükmün bir nassa dayalı olması gerekir” şartını koşmayız. Çünkü, bizzat icma, mevcut nassa delildir. Ancak, âlimler ictihad üzerine icma'ın caiz olup olmadığı hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Buna rağmen her iki çeşit icma' için nassın gizli olduğu söylenemez.

Ebubekir'in (r.a.) hilafetini bu yolla ele alacak olursak, zaten hilafetinin hak ve doğru olduğuna dair bir çok nasslar vârid olmuştur. Bunda hiç ihtilaf yoktur. İhtilaf, yapılan hilafet ahdinin has bir nassla mı, yoksa icma' ile mi sabit oluşu hakkındadır. Sıddık (r.a.)’ın hilafeti hakkında nass ve icma vardır, sözümüzün dayanağı şu ayet-i Kerimedir. Allah (c.c.) şöyle buyurur:

(Ey Muhammed'in Ümmeti!) Siz beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz; iyiliği emreder, fenalıktan alıyorsunuz ve Allah'a imanınızda devam edersiniz.. (Âl-i İmrân: 3/110)

Bu nass-ı Kur'anî, Ashab-ı Kiramın her hak olanı emir ve her batılı yasak etmelerinin gerekli olduğunu beyan ediyor. Vâcib ve haram her ikisi de kesinlikle buna dahildir. Böylece Allah'ın vâcib kıldığı her şeyi vâcib, haram ettiği her şeyi haram kılmaları ve haksızlık karşısında susmaları farz oldu. Şu halde nasıl olur da bu mümtaz zevat, hakkı bırakır onun zıddı olan bâtılı getirirler?

Ebubekir'in (r.a.) velayeti haram, batıl bir şey olsaydı, onu bu işten vazgeçirmeleri gerekirdi. Ona karşı susmaları haram olurdu. Yine Ali'nin (r.a.) tercihi vacib olsaydı, bu doğrultuda çalışmaları en büyük ma'ruf olurdu.

Allah (c.c.) şöyle buyurur:

“Erkek ve kadın bütün müminler, birbirlerinin yardımcılarıdır: İyiliği emrederler, fenalıktan alıkoyarlar, namazı gereği üzre kılarlar, zekatı verirler, Allah'a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunları, muhakkak surette Allah rahmetiyle bağışlayacaktır. Gerçekten Allah Azizdir, Hakimdir.” (Tevbe: 9/71),

“Ey müslümanlar, böylece sizi seçkin ve şerefli bir ümmet kıldık ki, bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hak şâhidleri olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şâhid olsun.” (Bakara: 2/143)

Allah'ın insanlar üzerine şâhid kıldığı kimselerin, şâhidlik edecekleri hususu elbette ki en iyi bir şekilde bilmeleri şarttır.

Eğer onlar Allah'ın haram kıldığını helal, helal kıldığını da haram kılsalardı, insanlar üzerinde şâhid olmağa yaraşmazlardı.

Onlar medhedilmişti, zem edileni medhedecek olsalardı yine insanlar üzerine şâhid kılınmayacaklardı.

Şu halde Ashab-ı Kiram, Ebubekir'in (r.a.) hilafeti hakkettiğine şahitlik etmişlerse -ki etmişlerdir- onların sözlerinde doğru olduklarını tasdik etmek vaciptir. Yine onların tümü, birine sâlih birine âsi diyecek olsalar, bu şehâdetlerinin de kabul edilmesi vaciptir.

Allah (c.c.) şöyle buyurur:

“Her kim de, kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra, Peygambere aykırı harekette bulunur ve müminlerin yolundan başkasına uyar giderse, onu, döndüğü sapıklıkta bırakırız. Ahirette de kendisini cehenneme koyarız ki, o, ne kötü bir dönüş yeridir.” (Nisa: 4/115)

Görülüyor ki, Allah (c.c.) , Peygambere aykırı hareket edenlere Cehennemi hazırladığı gibi, O'na uyan müminlerin yolundan başka bir yola sapanlara da aynı cezayı va'd etmiştir.

Ashâb-ı Kiram bir şeyin haram veya helalliği üzerinde ittifak etmelerine rağmen, herhangi birisi onlara muhalefet ederse, müminlerden başkasının yoluna gitmiş sayılır ki, bundan dolayı da zemmedilmesi gerekir.

Allah (c.c.) şöyle buyurur:

“Elbirlik Allah'ın dinine (şeriatına) sımsıkı sarılın. Birbirinizden ayrılıp dağılmayın.” (Âl-i İmran: 3/103.)

Ashabın ittifak halinde oldukları ayrıca görülmektedir. Çünkü, birlik içinde oldukları hal, ihtilaf telakki edilirse kimsenin arasında fark kalmaz.

Bir başka âyette Allah (c.c.) şöyle buyurur:

“Sizin veliniz ve yardımcınız ancak Allah'la onun Peygamberidir; bir de iman edenler ki, onlar Allah'ın emirlerine boyun eğerek namaza devam ederler. Ve zekat verirler.” (Maide: 5/55).

Bu Âyet-i Kerime ile de Allah (c.c), iman edenlerin veliliğini, Allah ve Resulünün veliliği gibi olduğunu beyan etmiştir. Allah (c.c.) da hiçbir zaman bu ümmeti bâtıl bir şey üzerinde birleştirmez. İman edenlerden bu yüce sıfata en yakın olan elbette ki Ashâb-Kirâm'dır.

Böylece Ashab'ın Ebubekir'in (r.a.) hilafeti hakkındaki kararlarının hak olduğu ispat edilmiş oldu. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:

“Kimi iyilikle zikrederseniz Cennet ona vacib olmuş olur. Kimi kötülükle zikrederseniz ona da cehennem vacib olur. Siz ey Ashâb! Allah'ın yeryüzündeki şahitlerisiniz.” (Buhari Cenaiz: 86, Şehadet: 6, Tirmizi Cenaiz: 60).

 

İÇİNDEKİLER

Altıncı Bölüm