Ey Râfizî!
“Üzülme
Allah bizimle beraberdir.” ayeti Ebubekir'in zaifliğine ve sabırsızlığına
delâlet eder, diyorsun. Bu iddian da:
“Rasûlullah
planını açığa vurmasın diye Ebubekir'i arkadaş edinmiştir” sözünle
mütenakızdır.
Zira sen Ebubekir'i sabırsız ve zaif kabul etmiştin. Allah
aşkına neden Ebubekir'e hased ediyorsun? Keşke bileydim.
Şunu da bil iki, ey Râfizî; muhacirler arasında bir tek
münafık yoktu. Bu mustahil gibidir. Bundan başka da Mekke'de üstünlük ve kuvvet
müşriklerin elindeydi. O kafirler İslâm'a giren herkes
şüphesiz ki Allah rızası için girmiştir. Korktukları için değildir. Binaenaleyh
münafıklık onlar için kesinlikle söz konusu değildir.
(Büyük
âlimlerin isbatına göre, Mekki süre ve âyetlerde
münafıklardan şikayet edilmemiştir. Çünkü münafıklık arapların ahlâkından
değildir. Bilhassa bu kötü ahlak Kureyşlilerde hiç yoktur. Medeni âyet ve sürelerde nifaktan bahsedilmiştir. Çünkü,orada yahudi ve hıristiyanların yanında kalbleri
hastalıklı olan münafıklar çok idi. )
Münafıklık
Medine ehlinde mevcuttu. Çünkü İslâm orada yayılıp, küfre galip gelince,
kalbleri İslam'a karşı kin ve nefretle dolu olan bazı insanlar iman etmedikleri
gibi, kılıç korkusundan müslüman olduklarını ilan etmişlerdir. Muhacirler ise,
İslam'a girmeleri için hiç kimse onları zorlamamış ve müslümanlardan
korktukları için de iman etmiş değillerdir. Aksine muhacirler şu âyetin sırrına nail olmuşlardır.
“(Bilhassa bu ganimet). O, fukara
muhacirler içindir ki, (Mekke müşriklerinin tazyiki üzerine)
yurdlarından ve mallarından çıkarılmışlardır. Halleri şudur: Allah'dan (Dünyada)
bir rızık ve rıza isterler. Allah'a ve Peygamber'ine, (mal ve canları
ile Allah'ın dinine) yardım ederer. İşte bunlar, sâdık
olanlardır, (imanlarında sadakat gösterenlerdir.)” (Haşr: 59/8)
Ebubekirde
(r.a.) bunların en üstünüdür. Hepsi de onu “Rasûlullah'ın halifesi”
olarak çağırıyorlardı. Allah'ın kendilerini “Sadıklar” diye
nitelendirdiği kimselerin dalâlette ittifak etmeleri mümkün değildir.
Ey
Râfizî!
“...eksikliğine delâlet eder” sözün bir cihetten doğrudur. Çünkü hepimiz
Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem)
nisbeten
çak noksanız. Sizin, bazıları için iddia ettiğiniz gibi biz, Ebu Bekir'in (r.a.) masum olduğunu iddia etmiyoruz. Kaldı ki Allah (c.c.)
elçisine:
“Ey
Rasûlum, sabret, senin sabrın da ancak Allah'ın yardımı iledir. Kafirlerin yüz çevirmesinden mahzun olma ve yaptıkları
hileden de telaş edip sıkıntıya düşme.” (Nahl: 16/127),
mü'minlere de:
“Ey
mü'minler, savaştan gevşemeyin ve (Uhud bozgununa) üzülmeyin. Haliniz onlardan netice
itibariyle çok yüksektir, eğer gerçekten (va'dimize) inanıyorsanız.”
(Âl-i İmrân: 3/127)
diye hitap etmiştir.
Bu
da üzülmenin imana aykırı bir şey olmadığını ispat etmektedir.
Ebubekir Es-sıddîk'ın
(r.a.) iman ve sabrını diğer sahabilerin iman ve sabrına
benzeten cahildir. Ebubekir'in (r.a.) menkibeleri, Osman'ın (r.a.) menkıbelerinden kat
kat fazladır. Bununla beraber Osman (r.a.), kimsenin sabredemediği şekilde
sabretmesini bilmiştir. Onu muhasara ettiler, öldürmek için ok yağmuruna
tuttular, buna rağmen taraftarlarının onlarla savaş etmelerine müsaade
etmemiştir. Şehîd oluncaya kadar sabır, vekâr ve imanla sabretmiştir.
“Üzülme Allah bizimle beraberdir” âyet-i
kerimesi, üzüntü ve korkunun vukuuna delâlet etmez. Kendisinden nehyedilen her
şey için de bu durum söz konusudur. Aşağıdaki âyetler
buna delildir. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Ey
Peygamber, takvada sebat et (ve kafirlerle münafıklara
verdiğin emanı bozmak hususunda) Allah'dan kork. Kafirlere
ve münafıklara (teklif ettikleri masiyetlerde) uyma.” (Ahzab: 33/1),
“Allah
ile beraber başka bir ilaha ibadet etme.” (Kasas: 28/88),
“O
halde, sakın bunu bilmezlerden olma...”
(En'âm: 6/35)
Farzet ki, üzülmüştür. Haddi zatında onun bu üzülmesi,
Rasûlullahın (sallallahu aleyhi ve sellem)
şehid edilip, İslâmın yok olma korkusundan kaynaklanıyordu.
Veki, Nâfi'den, O'da İbn-iÖmer (r.a.)'den rivayet ettiğine
göre, İbn-i Ebi Müleyke şöyle buyurur:
“Rasûlullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) hicret edip, Sevr mağarasının yolunu tutunca,
Ebubekir (r.a.) Onun önünden ve arkasından yürümeğe başladı. Rasûlullah
(sallallahu aleyhi ve sellem):
“Ey Ebubekir ne oluyor sana?” Ebubekir (r.a.):
“Yâ Rasûlallah Arkadan saldırıya
uğrayacaksın diye arkanızdan, önden saldırıya uğrayacaksınız diye de önünüzden
yürüyorum” buyurdu. Mağaraya vardıklarında Ebubekir (r.a.):
“Ya Rasûlallah, sizi uyandırıncaya kadar buyurunuz, istirahat
ediniz,” sözlerini ekledi.
(Buhari Fedail: 2,Müslim Fedail: 1)
Nâfi': Bir zat, İbn-i Ebi Müleyke'den naklederek bana şöyle
dedi:
Ebubekir (r.a.) mağarada bir delik gördü. Ayağını oraya soktu
ve:
“Yâ Rasûlallah! bir
yılan veya bir akrep sokması olursa, bana olsun” buyurdu.
Buhârî
ve Müslim'de rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
şöyle buyuruyor:
“Sizden biriniz beni evladından, babasından ve bütün insanlardan
daha fazla sevmedikçe iman etmiş sayılmaz.”
Ebubekir'in (r.a.) üzüntüsü, her ihtimale karşı Rasûlullah'ın eziyet görebileceğinden kaynaklamıyordu. Binaenaleyh, bu durum,
onun Rasûlullah'a karşı olan aşırı sevgisine delâlet eder. Allah (c.c.) Ya'kub'un
(a.s.) durumundan haber vererek şöyle buyurur:
“O
(Ya'kub)
dedi ki; Ben büyük kederimi ve hüznümü ancak Allah'a şikayet,
ediyorum.” (Yusuf: 12/86)
Sonra siz, Fâtimetüzzehranın, babasının vefatına sonsuz
hüzünde bulundunuz, kendisini hüzün evine kapattığını iddia ederek ve hatta ona
layık olmayan şeyleri isnad edecek kadar aşırı gidiyorsunuz. Ama gerçekten
cahil, medhetmek isterken, farkına varmadan zemmeden kimsedir.
Ey Râfizî!
“Ebubekir'in
(r.a.) üzüntüsü ölüm korkusundan idi.” dersen, bu da onun mümin olduğunu ve
gizliden müşrik Kureyş'in dostu olmadığını ispat ediyor. Rasûlullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) da:
“Ey İbrahim! Gerçekten senin vefatın için çok üzgünüz.” buyurmuştur. Görülüyor ki, üzüntü tabii
ve mubahtır. Nassla dabuna delâlet etmektedir.
Ey Râfizî,
“Arkadaş”
kelimesini zikrederek, arkadaşlığın imana delâlet etmediğini iddia ediyorsun.
Delil olarak da “Bundan dolayı (bu kâfir dönerek mümin) arkadaşına
şöyle dedi” (Kehf: 18/34) Ayetini getiriyorsun.
Evet,
“arkadaş” kelimesi umumîdir. Komşu arkadaş gibi.
Fakat, mağara ayetindeki ifade bu arkadaşlığın sevgi, dostluk ve iman
arkadaşlığı olduğunu ifade ediyor.
Ey Râfizî,
“Allah,
Resûlü'nün ve müminlerin üzerine manevi huzuru
indirmiştir.”
(Feth: 48/26) âyetini
delil getirerek, müslümanların hezimete uğradıklarını iddia ediyorsun.
Ey Râfizî,
Eğer
yalnız “Resulünün üzerine indirdi” denilseydi, huzurun ashab üzerine inmediği
anlaşılabilirdi. Onun için bu ayet iddianı ispatlamaz. Çünkü,
Ebubekir (r.a.), Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem)
hem tâbi hem de itaatkâr idi. O, Rasûlullah'ın
arkadaşı idi. Allah da her ikisi ile beraberdir. Tâbi olunana manevi kuvvet
gelmiş ise, ona tâbi olan da bu manevî kuvvete dahildir.
Onun için Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın zafere ulaştığı hiçbir
yer yoktur ki, Ebubekir (r.a.) orada zafere ulaşanların başta gelenlerinden
olmasın. Onun için:
“Ebubekir'in imanı ile yeryüzündekilerin imanı karşılıklı
olarak tartılacak olursa, Onun imanı cümlesinin imanından ağır gelir.” demişlerdir.
Bir başka hadiste, Ebu Bekrete'nin rivayet ettiğine
göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Aranızda rüya göreniniz var mıdır?”
diye sordu, Orada
bulunanlardan biri:
“Gördüm, yâ Resulallah dedi ve şöyle
devam etti: Semadan bir terazi indi, Siz ile Ebubekir tartıldınız ve Siz ağır
geldiniz. Sonra Ebubekir ile Ömer tartıldılar. Ebubekir ağır geldi. Sonra Ömer ile Osman
tartıldılar, Ömer ağır geldi. Sonra terazi kaldırıldı.”(Buhari
Tefsir Sure: 7/3)
Ey
Râfizî,
“Uzaklaştırılacaktır
ondan, takva sahibi olan,” (Leyl: 92/17) âyet-i kerimesinin Ebubekir'in (r.a.) değil, Ebu ed-Dehdah
hakkında nazil olduğunu iddia ediyorsun. Aslında diğer iddiaların gibi bu da
gülünçtür. Ebu ed-Dahdah'ın hadisesi ittifakla Medine'de vâki
olmuştur. Âyet ise Mekke'de inmiştir. Hal böyle
olunca, âyet Ebu ed-Dahdah hakkında nazil olmuştur,
denilebilir mi?
Şayet biri “Âyet Ebubekir (r.a.) hakkında nazil olmuştur fakat, Ebu ed-Dahdah'a da şâmildir,” derse buna inanırız. Çünkü, birçok ashab ve tabiin:
“Şu âyet şunun hakkında nazil olmuş ve bu hükme delâlet eder” derken,
bir kısım ashab ve tabiin de:
“âyet iki sebepten dolayı iki defa nazil olmuştur.”
demişlerdir.
İbn-i Hazm, Abdullah b. Zübeyr ve başkalarından rivayet ettiğine
göre, yukardaki âyet Ebubekir (r.a.) hakkında nazil
olmuştur. Aynı görüşün Abdullah b. Zübeyr ve Said b. el-Müseyyib'ten rivayet
edildiği Sa'lebî tarafından zikredilmiştir.
Süfyan b. Uyeyne, Hişam'dan, O da Urve'den, O da
babasından rivayet ettiğine göre, Ebubekir (r.a.), Allah'a inandıkları için
işkence edilen yedi köleyi âzad etmiştir. Bunlar Bilâl,
Âmir b. Füheyre, Nehdiye, Nehdiye'nin kızı, Zübeyre, Ummu Ümeys ve Mu'mil
oğullarının (kız) hizmetçisidir. Hatta Zübeyre rum olup, Abduddar oğullarının
kölesi idi. Müslüman olduktan sonra gözleri kapanması üzerine müşrikler onun
için:
“Gözlerini
Lât ve Uzza körelttiler,” demeğe başladılar. Zübeyre de onların aksine,
defalarca Lât ve Uzza'yı inkar ettiğini söylemeğe
başlayınca, Allah (c.c.), gözlerini açtı ve sıhhate kavuşturdu.
Bilâl-i Habeşi'nin âzadlığına gelince; Ebubekir (r.a.) onu taşlar
arasında gömülü iken satın almıştır. Bilal'ın bu haline acıyan Ebubekir (r.a.),
müşrik Ümeyye'ye karşı çıkması üzerine, Ümeyye:
“Bilal'in
bu halini istemiyorsan satın al” dedi. Ebubekir (r.a.):
“Yüz
okka istersen de alacağım” buyurdu. Bu şekilde Bilal'i satın alarak âzad etti.
Süfyan b. Üyeyne devamla şöyle diyor:
“Uzaklaştırılacaktır
ondan takva sahibi olan” âyeti ile âyetin içinde
bulunduğu el-Leyl süresinin sonuna kadarki bütün âyetler Ebubekir (r.a.) hakkında
nazil olmuşlardır. Ebubekir (r.a.) müslüman olduğunda kırkbin dinarı vardı. Hepsini
Allah yolunda harcadı. Ayrıca hiç kimse yukardaki ayetin Ebu ed-Dahdah hakkında
indiğini ve onun sair müslümanlardan daha muttaki olduğunu söylememiştir.
Aksine aşere-i mübeşşere ve diğer bir kısım ashab ondan daha muttaki ve ondan
daha üstün idiler.
Şu
halde yakardaki âyetin Ebubekir (r.a.) hakkında nazil
olduğunu söyleyenlerin sözü doğrudur. Çünkü Ebubekir (r.a.) sahabelerin en müttakisi
ve Allah indinde en sevimli olanı idi.
Buhârî'de
rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebubekir
(r.a.)
hakkında şöyle buyurur:
“Ebubekir'in malından faydalandığım kadar hiçbir maldan
faydalanmış değilim.”
(Buhari Salat: 80)
Buhârî'deki
bir başka rivayette de İbn-i Abbas (r. anhuma) şöyle buyurur:
“Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem), vefatı ile son bulan hastalığı esnasında ve
mübarek başını bir bez ile bağlamış olduğu halde mescide çıkıp minbere oturdu.
Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurdu:
“İnsanlar içinde canı ve malı ile Ebubekir b. Ebi Kuhafe kadar
üzerimde minneti olan hiç kimse yoktur. İnsanlar arasında bir dost edinseydim,
Ebubekir'i dost edinirdim. Lâkin İslâm için olan kardeşlik efdaldir. Ebubekir'in kapısından başka bu mescitteki kapıların hepsini kapatınız.”
(Buhari Menakıb: 45, Müslim Fedail:2)
Tirmizî'nin
naklettiği sahih bir rivayette Ömer (r.a.), şöyle buyuruyor:
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) malımızdan tasadduk
etmek için bize emir verdiler. O sırada malım çok idi. Kendi kendime; bugün tasaddukta
Ebubekir'i geçeceğim, dedim. Ve malımın yarısını Rasûlullah'a getirdim. Rasûlullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) :
“Ailene ne kadar bıraktın?” dedi.
“Getirdiğimin yarısı kadarını” cevabını verdim.
Biraz sonra Ebubekir (r.a.) malının tümünü getirdi. Rasûlullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) Ona:
“Aile efradına ne kadarını bıraktın?” diye sorması
üzerine, Ebubekir (r.a.):
“Onlara Allah ve Rasûlünü bıraktım” dedi. Bunun üzerine
Ebubekir'e (r.a.):
“Hiçbir şeyde, ebediyyen ve katiyyetle seninle yarışmıyacağım”
dedim. (Tirmizi Menakıb: 2)
“(Ey Resulüm, Hudeybiye seferinden)
geri kalan O bedevilere de ki; Siz yakında çok kuvvetli olan cengaver
bir kavimle harb için çağrılacaksınız. Onlarla savaşırsınız, yahud müslüman
olurlar (da kurtulurlar). Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir
mükafaat verir. Şayet bundan önce yaptığınız gibi, cihaddan dönerseniz, sizi
acıklı bir azab ile azaplandırır.” (Feth: 48/16)
Âyet-i Kerimesine gelince, Şafiî, Eş'arî ve İbn-i Hazm
bu Âyeti Ebubekir'in (r.a.) halifeliğine delil olarak zikrederler. Mezkur
zatlar:
“Eğer
Tebuk savaşından sonra Allah, seni, Medine'de kalan münafıklardan bir kısmının
yanına döndürür de başka bir savaşa çıkmak için senden izin isterlerse, de ki:
Artık benimle beraber ebediyyen sefere çıkamazsınız, beraberimde olarak hiçbir
düşmanla muharebe edemezsiniz. Çünkü ilk defa, oturup kalmayı arzu ettiniz.
(Tebuk seferine çıkmadınız)
Şimdi de geri kalan kadın ve çocuklarla oturup kalın”. (Tevbe: 9/83)
Âyet-i kerimesinde bahsedilen davetçinin Rasûlullah
olmadığı ve ondan sonra gelecek olan imamın olacağı, bunun da Ebubekir (r.a.) veya
Ömer (r.a.)'den başka bir kimsenin olamıyacağı kesindir. Çünkü bu iki zât Fars, Rum ve başkalarına karşı müslümanları cihada
çağırmışlar ve müslüman oluncaya kadar onlarla savaşmışlardır.
Râfizîler El-Fetih süresindeki ayette
zikredilenlerin, Tevbe süresindeki ayette zikredilenlerin aynısı olduklarını
iddia ediyorlar. Dolayısıyla delilleri boşa çıktı. Çünkü,
El-Feth süresinin Hudeybiye kısasında nazil olduğu ittifakla kabul edilmiştir.
İbn-i
Teymiyye bu
mevzuda uzun uzadıya konuştuktan sonra, El-Feth sûresinde
zikredilen âyet Ali (r.a.)'nin kendileriyle çarpıştığı kimseler olmadığını,
çünkü
Allah (c.c):
“Onlarla
savaşırsınız, yahud müslüman olurlar” buyurduğunu, söyler. Ali (r.a.)'in kendileriyle
savaştığı kimseler Kur'ân'ın nassı ile müslüman idiler.
Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“Eğer
mü'minlerden iki birlik çarpışırlarsa, hemen aralarını düzeltin” (Hucurat:
49/9)
İşte
Allah (c.c.), birbirlerine düşmanca davranmalarına rağmen her ikisini iman ile
tavsif etmiştir. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da, Hasan (r.a.)
hakkında:
“Allah onun vasıtasıyla iki müslüman birlik arasını islah
edecektir.” buyurmuşlardır.
Hakikaten de böyle olmuştur. Hz. Hasan'ın yaptığı Allah indinde çarpışmadan daha
sevimli olduğu anlaşılmış oldu.
Kötü âdet ve alışkanlığına binaen, yaldızladığın yalan
ve hezeyanlarından biri de, El-Arîş meselesi hakkındaki görüşlerindir.
(EI-Arîş:
Ashabın Rasûlullah'a yaptıkları gölgeliktir. Rasûlullah'ın isteği üzerine
Ebubekir (r.a.) bu gölgelikte bir müddet Onunla beraber kalmıştır. Burada Rasûlullahın,
Rabbine karşı yaptığı niyazları dinlemiştir. )
Bu
konuda bâtıl görüşlerini serdederken “Ebubekir (r.a.), Rasûlullah ile birlikte katıldığı savaşlarda defalarca kaçmıştır.” diyorsun. Halbuki, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ilk
savaşı Bedir savaşıdır. Ebubekir (r.a.) ve Ömer (r.a.) de bu savaştan önce savaşmamışlardır.
Durum böyle iken, Ebubekir (r.a.) ne zaman kaçmıştır?
Hayır hayır O, hiçbir zaman kaçmamıştır. Hatta Uhud
savaşında bile Ebubekir (r.a.) ve Ömer (r.a.) hezimete uğramamışlardır. Osman (r.a.) geri
çekilmiştir ama, bilahere nass ile affedilmiştir. Daha
önce belirttiğimiz gibi, Ebubekir (r.a.), Huneyn savaşında Rasûlullah'ın etrafında
tek başına çarpışmıştır.
Ebubekir (r.a.) iddia ettiğin gibi korkak olsaydı, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve
sellem), El-Arîş'te (gölgelik) yanında kalması için yalnız onu tahsis etmezdi.
Üstelik Ebubekir'in (r.a.) bu gölgelikte Rasûlullah'ın niyazlarını işitip:
“Yâ Resûlallah, yetişir, Sen Rabbine çok İsrar ettin. Allah,
sana olan va'dini elbette yerine getirecektir.” demesi onun sebatına ve
Rasûlullah'a olan kuvvetli inancına delâlet eder. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile
Ebubekir (r.a.),
Bedir'deki çarpışmaya iştirak etmemelerine rağmen, Bedir ehlinin en
faziletlileridirler. O’nun için her savaşçı, savaşmayandan üstün kabul
edilemez.
Ey Râfizî,
Ebubekir'in (r.a.) defalarca savaştan kaçtığını, terzilik yaptığı için güçsüz, fakir ve
müflis olduğunu, Menaf ve Manzum oğulları gibi akraba, köle ve hizmetçileri
olmadığını iddia ediyorsun...
Peki, Allah aşkına İslama ilk önce giren O yüce sahabiler neden ona karşı tevazu edip, halifeliğine biat ederek:
“Ey Rasûlullah'ın halifesi”
dediler?
Vallahi
bütün bu teveccühler Onun nass'la halife olduğuna işaret ediyorlar. Vallahi
yine onlara göre Ebubekir (r.a.) kendilerinden üstün olmasaydı ona böyle yapmazlardı.
Ömer (r.a.) Onun hakkında şöyle diyor:
“Vallahi boynumu takdim edip onu kesmeleri, içinde Ebubekir'in
bulunduğu bir kavmin başına geçip emir olmaktan bana daha hoş geliyor.”
|