Dalaletten (Sapıklıktan) kurtaran Hakka çağıran,
dilediğini doğru yoluna kavuşturan Allah'a hamdolsun.
Bu faydalı ve nefis hakikatleri “Minhacül-İ'tidal fi Nakdi Kelâmi Ehli er-Rafdi vel İ'tizal” adlı eserden
seçtim.
(Eser 1321 de Mısırda, El-Emiriyyetül-Kürâ adlı matbaada “Minhacüs-Sünnetin-Nebeviyye fi
nakdi kelamiş-Şîati vel-Kaderiyye” nâmı ile basılmıştır. Şeyhül İslâm
İbn-i Teymiyyenin
eserlerine isim verdiği az görülmüştür. Eserlerini süratle yazarken, senet ve
kaynaklarıyla beraber nassları, imamların sözlerini
ve tarihi hadiseleri sağlam bir şekilde ezberleyen güçlü ve benzeri olmayan
hafızasına güveniyordu. Sonra âlimler ve talebeleri bu eserleri ondan alıyor ve
behemahal onları İslâm âlemine neşrediyorlardı.
Eserleri okuyanlar mevzularına uygun bir isimle isimlendiriyorlardı. Bu
sebepten dolayı bir eserinin birkaç ismi bulunabiliyordu. Hafız Zehebî Şeyhülislâmın özel talebelerinden olunca Onun
isimlendirmesine itimad ettik. Bu kitabın başkaları
yanında meşhur olan diğer bir ismi de “Minhacüs-Sünne” dir. Böylece kitabı
adlandırırken ikinci ismine de işaret ettik)
Kitabın müellifi Şeyhü'l
İslâm İbn-i Teymiyye'dir. Allah Ona rahmet etsin.
Müellif, eserini kendi zamanında İbnül Mutahhar namında bir râfizînin, ilmî ve dinî açıdan câhil
olan İmamiyye mezhebi ve kurucularına davet edici
nitelikte olan bir kitabının kendisine getirilmesi üzerine O'na bir reddiye
olarak te'lif etmiştir.
(İbnül
Mutahhar Hasan b. Yusuf. b. Ali b. El - Mutahhar el-Hillî'dir. 648-726 yılları
arasında yaşayan bu adam Şii zındıklarından biridir. Küfrün yardımcısı olan en-Nusayr et-Tasi'nin (597-672) talebeliğini yapmıştır. Sahabe, Tabiîn ve onlara
tâbi olanlara karşı kalbini kinle doldurmuşlar, O da, O şekilde yetişmiştir. Bu
yüce zâtlardan sudur eden ve tarihin müşahede etmediği
bütün iyiliklerine düşmanca bakıyordu. Bu düşmanlığına delalet eden delilleri
ve Şeyhülislamın onları nasıl çürütüp, Râfizînin
gizliliklerini teşhir ettiğini göreceksin. Öyle ki, Onu gelmiş ve geleceklere
de ibret kılmıştır.)
(Rasûlullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)’ın sünnetine - O sünnet
ki, ashab tarafından zaptedilerek
tâbiin'e onlar da daha sonra gelenlere tevdi
etmişlerdir. Allah cümlesinden razı olsun - aykırı olan her iş cahiliyye işlerindendir. Çünkü,
her zaman ve mekânda bulunan bütün sistemler ikiye ayrılırlar:
- İslâmî ve
- Câhilî.
-
Ashabtan aldığımız sünnetler,
hükümler ve bütün Muhammedi mesajlar, İslâmî;
- Onlara aykırı olanlar da
nerede ve hangi zamanda olursa olsun ve kimin tarafından uydurulmuşsa
uydurulsun câhilidir).
İbnul Mutahhar
Cengiz Han'ın
torunlarından Hudâbende isminde bir
sultana takdim etmişti. Eserdeki
deliller nakli ve aklidir.
(“Huda”, farsçada
Allah, “Bende”; Kul anlamındadır. Hudâbende;
Allah'ın kulu manasına gelir. Hudâbende İlhanlıların
sekizinci, Cengiz hanın altıncı torunlarındandır. Asıl ismi Olcaytu'dur.
Olcaytu (680-716) Ergu'nun (-, 690), O da Abğa (-,
681) nın, O da Hulagu'nun
(-, 663), O da Toli'nin (-, 628), O da saffâh olan Cengiz Han'ın (549-624) oğludur. Cengiz'in bir
başka lâkabı da İlhan'dır. Devletlerine de İlhanlılar deniliyor. Hudâbendenin babası Ergun
putperest idi. Ergun Horasan'da amcası sultan Tokodar'a isyan ederek siyasi maslahatı İslama
girmekte bulmuş ve ismini Ahmed Tokodar
olarak değiştirmiştir. Hudâbendenin babası Ergun daha sonra tekrar Tokodar'a
hücum ederek altıyüzseksen üçte öldürmüş ve
memleketini istila etmiştir. Ergun babası olan Abğanın veziri Şemseddin el-Muhammediy'ye iftira ederek babasını zehirlemiş iddiasıyla
öldürmüştür. Onunla beraber dört oğlunu da öldüren Ergun,
daha sonra şehevî arzularının peşine düşerek idarî mekanizmayı doktoru ve yahudi asıllı olan Sa'd ed-Devle'ye bırakmıştır. Yahudi tabip idareyi kötüye kullanıp,
fesad çıkarmaya başlayınca, devlet adamları ve
memurlar ona karşı ayaklanarak onu öldürmüşlerdir. Daha sonra Ergun kahrından öldü. (690).
Ergun'un Olcaytu
(Hudâbende) ve Gâzân adında
iki oğlu vardı. Her ikisi de siyasi maslahatı, İslama
girip idare ettikleri milletlere karşı iyi muamele etmekte buldular. Gâzân Ehl-i Sünnet mezhebini
seçti. Kardeşi Hudâbende 703 de idareyi ele geçirince
bir gurup şii ona yardımcı oldu. Rivayet edildiğine
göre Hudâbende bir gün hanımına kızarak onu üç
talakla boşamıştır. Sonra onu tekrar himayesine almak isteyince ehl-i sünnet fakihleri bu durumun mümkün olamıyacağını, ancak bir başka erkeğe nikahlandıktan
ve ondan da boşandıktan sonra mümkün olacağını söyleyince, durum kendisine zor
geldi. Bunun üzerine yardımcıları olan şiiler, Hille alimlerinden İbnül Mutahhar adındaki zâtı
meseleyi çözmek için çağırmasını istediler. İşte Şeyhülislam İbn-i Teymiyyenin kendisine
reddiye yazdığı adam budur. İbnul Mutahhar
sultanın huzuruna gelince ona: Zevceni âdil iki şahidin huzurunda mı boşadın? diye sorması üzerine Sultan; hayır dedi. İbnül
Mutahhar: Zevceni iki âdil şahidin huzurunda
boşamadığın için talak vaki olmamıştır. Dilediğin gibi zevcenle muamelede
bulunabilirsin; fetvasını verdi.
Hudâbende fetvayı alınca çok
sevindi. İbnül Mutahharı
özel ve yakın adamlarından yaptı. İbnül Mutahharın bu şeytanî hareketinden dolayı, Hudâbende bütün valilerine emirler göndererek, bundan böyle
hutbelerin on iki imam adına okumalarını, isimlerini mescitlerin duvarlarına
yazmalarını istedi. İbnül Mutahhar'ın
verdiği bu bâtıl fetva ile Hüdâbende'nin
devleti şiileşmiş oldu. İşte İran ve Horasan
devletinin resmen şiileştiği ilk merhale budur. Bu
hadisenin 707 de olduğu rivayet edilmektedir.
Bu tarihten üçyüz sene sonra İran'ı ikinci defa uçuruma götüren hâdise,
Safavî devletini kurup ilk şîîler'in
“Aşırı” diye bilinen şii akidelerini yaymak
olmuştur. Halbuki, daha önce ilk şiilerin
rivayetlerini aşırı kabul ederek onları inkar ediyorlardı. Safavî
devleti istikrar bulunca bütün şiiler aşırı ve bozuk
inançlara kaydılar. Öyle ki, şiilerin bile daha önce
aşırı diye nitelendirdikleri görüş ve akideler mezheplerinin zarurî
inançlarından oldu. İkinci âlimleri olan El-Mekâni (1290-1351) “Tenkihul Mekal” adlı eserinin bir çok yerinde bunu itiraf
etmiştir. Mezkûr kitap, şîîlerin cerh ve tâdil de en büyük kitapları sayılır.)
Rafizîler haber nakletmede insanların en
yalancısı, aklî delillerde de en cahilleridir.
(Çünkü, mezheblerinin esasları bâtıl, vehim ve müstahiller
üzerine kurulmuştur. Bunları bu kitapta göreceksin. Bunun en açık misali
onların: “Bizler imamsız yaşıyoruz” demeleridir. Kendilerinin İmamiyye mezhebinden olup, onların bir imamı olduğunu ve
fakat imamlarının bin seneden beri Samarra mağarasına
girip çıkmadığını ve halen yaşadığını iddia ederek çıkmasını bekliyorlar.
Kitaplarında da Allah'dan bunun çıkışını bir an önce
gerçekleştirmesini taleb ediyorlar)
Bunlar gerçek âlimler indinde cahil zümre olarak
addedilir. Bunlar vasıtasıyla dine sokulan batıl inançları ancak Allah (c.c.)
bilir. Nusayrîler, İsmâilîler, Batiniler
kapılarından geçerek, İslam beldelerini istila etmiş ve Harem-i Şerifte kan
akıtmışlardır.
İbnül Mutahhar,
eserine “Minhacül Kerame
fi ma'rifetil imame” adını verdi.
Kötülük yapmada yahudilere,
aşırılık ve cehalette hıristiyanlara benzeyen rafiziler selefleri olan İbnül Mutahhar'ın yolunu takip etmişlerdir. İbnül
Mutahhar'ın,
selefleri olan:
İbn-i Nu'man
El-Müfid (Muhammed b. Muhammed b. Nu'man
b. Abdusselam El-Bağdâdidir.
(336-413) Mezkûr kişi Hille
alimlerindendir. İkiyüzden fazla kitap, risale ve
makaleyi te'lif ettiği söylenmektedir),
El-Karacukî
(Muhammed
b. Ali b. Osman El-Karacukî (-, 449) olup, Şeyhi Mufîd'in talebesidir),
Ebulkasım El-Mûsevi (Ebul
Kasım Ali b. Hüseyn b. Musa'dır. El-Murtaza (355-436) lakabıyla
bilinir. Rıza Muhammed b. Huseyn eş-Şâir'in (359-406) kardeşidir. Bu iki kardeş Hz. Ali'nin hutbelerini
tahrif ederek ziyadeleştirmeyi kendilerine vazife bilmişlerdir. Bu hutbelerde
uydurulan herşeyin müsebbibi bu ikisi olup, Hz. Ali
bu uydurmalardan uzaktır)
ve Et-Tûsî
nin yollarını izlediği gibi. (Et-Tûsî Muhammed b.
Muhammed b. Hasan El-Hoce Nasiruddin
et-Tûsi (597-672)dir. Putperest Hülagû'nun İslâm
başkenti Bağdadi istila ederken (655 H) giriştiği katliâmın
müsebbiplerindendir. Çünkü, et-Tûsî,
Hülâgû'yu bu işe teşvik etmişti. Daha önce bu hain
adam dağlık bölgede bulunan dinsiz İsmailîlerle
işbirliği yapıyordu. Tûsî, Nasîrîlerin
lideri Nasîruddin adına “El-Ahlâkun-Nasîriyye” adlı bir kitap te'lif
etmiştir. Nasîrîler, Kohestan
bölgesinde yaşıyorlardı. Tûsî, İsmailîlerin
kralı olan Alauddin Muhammed b. Celal Hasanın en
berbat adamlarından idi. Bütün bunlarla beraber Tûsi'nin
münafıklığını açıkça gösteren delil Onun Abbasi halifesi “EL-Mu'tasım” a yazdığı ve onu öven kasidesidir. Şüphesiz
ki, Tûsî Bağdad'ı yıkmak, İslâmı ortadan kaldırmak için Hülâgû'yu
kışkırtmıştır. Şiiler ise bu vahşice hareketi kendileri için en şerefli bir
olay addederler. Şiilerin “Ravdatül Cenne” adlı eserinin 578 ci
sahifesinde bu durum açıkça görülmektedir. İslama ve
tâbilerine büyük düşmanlığı olan Tûsî'nin diğer
hainliklerini Hülâgû da keşfetmişti. Ona ihtiyacı
olmasaydı öldürecekti)
Aslında rafiziler
münazarada, delilleri açıklamada ve bunların gerektirdiği metodlarla
uygulamada ehil değildir. Nakli delillerde de câhil
oldukları gibi. Onların dayanakları isnadi kesilmiş
tarihi olaylardır. Bu tarihi olayların çoğu da yalancılar tarafından
uydurulmuştur. Lut b. Yahya, Hişam b. El-Kelbî
gibi kimselerin haberlerine de itimad ederler.
(a - Lût
b. Yahya, şîîlerin en az yalan
söyleyenlerindendir. İbn-i Adiyy
onun hakkında: “Şîîdir, şîîlerin
haberlerini uydurur.”, Hafız ez-Zehebi de “Mizanül İ'tidal” adlı eserinde:
“Haberleri uydurma olup, güvenilmez. Ebu Hatim ve
başkası haberlerini almamışlardır.” der. 157de ölmüştür.)
(b - Hişam
b. El-Kelbî 204 te
ölmüştür. Hakkında en doğru sözü İmam-ı Ahmed
söylemiştir: “Neseb sahibi olduğu için çokça gece toplantıları
düzenlerdi. Kendisinden hadis nakledeni görmedim. Dinle alâkası olmayan
haberlerin kaynağıdır. Sünnetle ilgili haberlerde müslümanlar
ona aldanacak kadar akılsız değildirler.” Hafız b. Asâkir
onun hakkında: “Râfizî ve güvensizdir” der.)
Yunus b. Abdil
A'la, Eşheb'in şöyle dediğini rivayet ediyor :
Rafizilerin durumuyla ilgili olarak İmam
Malik'e bir soru sorulması üzerine; Onları konuşturmayın, haberlerine
inanmayın, onlar yalancıdırlar, cevabını verdi.
Harmele (Harmele b. Yahya et-Tüceybî (V. H 243) olup, Mısır'ın iftihara medar
âlimlerinden ve İmam-ı Şafiî'nin talebelerindendir. İmam-ı Mâlik'ten
rivayet ettiği yüzbin civarındaki hadisi Mısır'a
nakletmiştir),
İmam-ı
Şafiînin: “Râfizîler
kadar yalan şahitliği yapanı görmedim” dediğini, işittim diyor.
Müemmil b.
İhâb
(Müemmil b. İhâb er-Rub'î (V. 254) olup, Ebu Davud ve Neseî ondan rivayet
etmişlerdir)
Yezid b. Harun (Yezid b. Harun es-Sülemi el-Vasitî olup, meşhur hadis hafızlarının ileri gelenlerinden
ve İmam Ahmed'in üstadlarındandır.
Yetmişbin kişi dersini dinlemiştir. Hicri 206 da
vefat etmiştir):
“Râfizîler
hariç bir bid'atçıdan nakiller yapılabilir. Çünkü, onlar yalancıdırlar.” dediğini işittim, der.
Muhammed b. Said
el-İsfahanî
(Muhammed b. Said el-İsfahani, Şüreyk'in talebelerinden olup, Buhari
ondan rivayet etmiştir. H. 220 de vefat etmiştir),
Şüreyk
(Şüreyk b.
Abdullah en-Nehâî (95-177)
Küfe kadısı olup, Abdullah b. Mübarek ve zamanındaki âlimlerin üstadıdır. Ebu Hanife ve es-Sevrî'nin muâsırlarındandır) in:
“Rafizilerden başka ilmi
istediğinden al. Onlar hadis uydurur. Uydurduklarını da din telakki ederler.” dediğini işittim der.
Ebu
Muaviye (Ebu Muaviye Muhammed b. Hâzim ed-Darir (V. 195) büyük
âlimlerden ve el-A'meş'in talebelerindendir),
El-A'meş'in (Süleyman b. Mihran el-Kûfî'dir.
(64-148). Kıraat ilmi ve hadis hafızlarının ileri
gelen âlimlerindendir. Süfyan b. Uyeyne
onun hakkında: “Kur'ân-ı en iyi okuyan, ezberleyen
ve mânâsını bilen bir zat idi.” der. Bunun üzerine
kendisine “El Mushaf” deniliyordu):
“Bütün insanları anladım. Yalancıları
hariç” dediğini
işittim. Bu yalancılarla da Râfizî Muğire b. Said ve etrafındakilerini kastediyordu.
Tabii ki, yalancının şahitliği ittifakla reddedilir.
Cerh ve ta'dil kitapları
tetkik edildiği takdirde, rafizilerin diğer bütün zümrelerden
daha çok yalancı oldukları görülür. Hâriciler dinden
uzaklaşmalarına rağmen insanların doğru olanlarındandır. Hatta rivayet
ettikleri hadislerin en sahih hadislerden olduğu söylenmiştir.
Rafiziler ise “Dinimiz Takiyyedir” demekle
yalancı olduklarını itiraf etmektedirler. İşte münafıklık budur. Üstelik, ancak kendilerinin mü'min
olduklarını iddia ederek, geçmişleri mürtedlik ve
münafıklıkla itham ediyorlar. Onlar şu veciz sözün tam aynasıdırlar.
“Beni derdiyle hastalandırdı, sonra
o da vereme tutuldu.”
Rafizilerin bugünkü aklî dayanıkları
Mu'tezile kitaplarıdır. Kader ve Allah'ın sıfatlarını
inkâr etmede onlarla hemfikirdirler. Halbuki,
Mutezile, Ebu Bekir ve Ömer (R. Anhuma)
in halifeliklerine hakaret etmedikleri gibi, onların büyük bir bölümü mezkûr
hâlifeleri yüceltip, onları tercih ederler. Şiilerin kelamcılarından Hişam b. Hakem, Hişam el-Ceavlikî, Yunus b. Abdurrahman
el-Kummî ve benzerleri Allah'ın sıfatlarını
maddeleştirmeğe kadar götürüyorlar.
|