Etik değil, ahlak.
Birey değil, insan
Sözlüklere inanacak olursak, etik, ahlak demek oluyor. Ama gelin görün ki,
bir sürü ahlaksızlığa imza atmış kişilerin etik değerlerden bahsettiklerine
şahit oluyoruz. Sözgelimi, gazetesinde anadan üryan kadınların
fotoğraflarını yayınlayan bir gazete patronu, etik değerlerden söz
edebiliyor. Hatta, bu değerlerin savunuculuğuna soyunabiliyor. Ya da
mankenlik mesleğinin etik değerleri olduğunu falan duyuyoruz. Tüyü bitmemiş
yetimin hakkını yiyenin de, dindar kızları mağdur edip sözgelimi onların
okuma hakkını elinden alanın da ağzından “etik” kelimesi düşmüyor. Sıcak bir örnek vereyim: Bir manken, yaptığı basın toplantısında; cinsel ilişkiye girdiği adamın, bu ilişkiyi görüntüleyip medyaya dağıtmasını “etik” bulmadığını söylüyor. Adamın yaptığı her açıdan ahlaksızlıktır. Bu doğru. Fakat, nikahsız olduğu halde, bir adamla cinsel ilişkiye girmek de aynı şeydir. “Etik” kavramı, bence, Batının bizzat yaşadığı ve bize de sunduğu çürümüş değerleri ifade ediyor. Bu “değerlere” göre, baba oğul karşılıklı içki içebiliyor. Veya, onbeş yaşındaki bir kız çocuğu, flört ettiği delikanlıyı evine getirip anne babasıyla tanıştırabiliyor. Son yıllarda, Müslümanlar arasında da “etik” kelimesi çok sık kullanılmaya başlandı. Ve bu kelimenin kullanılması ile, dindar camiada çürümelerin çoğalması paralel olarak gidiyor. Oysa, bizim “güzel ahlak”ımız var. Ve ahlak, inancımızın, imanımızın bir tamamlayıcısı. Biri olmadan diğeri olmuyor. “Önce ahlak ve maneviyat” denilmesi boşuna değil. Ahlaklı biri, gazetesinde çıplak kadınların fotoğraflarını yayınlamaz. Kimsenin hakkını yemez. Nikahlı olmadığı biriyle aynı yatağı paylaşmaz. Dininin haram kıldığı şeylerden uzak durur. İnancının gereğini yapanları engellemeye çalışmaz. Bu örneklerden çıkan sonuç şu olmalı: Etik, insanın ürettiği bir kavramdır. Ahlak ise, dinimizin emri. Dolayısıyla, ikisi arasındaki fark, maddi ve manevi kavramları kadar büyüktür. İnsanın “birey” olarak adlandırılması da, bu konuyla yakından ilgilidir. Kelime oyunu yaptığımı düşünenlere de yardımcı olmam gerekiyor: “Gülmekten öldüm” demek ile “Öldüm, çünkü seviyorum gülmeyi” arasındaki fark, ilk bakışta tam olarak anlaşılmayabilir. Çünkü her iki cümlede de gülmek ve ölmek kelimeleri vardır. Oysa ilkinde eğlenceyi arayan ve bulan birisi, ikincisinde ise Allah’a kavuşma isteği bulunmaktadır. Birey ile insan arasındaki fark da bu kadar keskindir. İnsan, Allah’ın yarattığı bir kul iken; birey, sistemin ürettiği bir şey gibi durur. Bir nevi makine: Tek derdi, çalışmak, mesleğinde zirve yapmak, hayat stardartlarını yükseltmektir. İstekleri hep kendinedir: Daha iyi bir ev, daha lüks bir araba, daha kabarık bir banka hesabı vs. Bunu gerçekleştirmek için de, mutluluğunu, başkalarının mutsuzluğu üzerine kurmaktan çekinmez. Hıristiyan dünyasının sömürgeci olmasının ve işgal ettiği her ülkeyi yerle bir etmesinin altında da bu ruh hali yatmaktadır. Çünkü hıristiyanlar, insani özellikleri yüzyıllar önce kaybettiler. İnsan Yaratana, birey ise dünyaya daha yakındır. İslam dünyasının maddi anlamda “geri kalması”, buna karşılık hıristiyan dünyasının “ihya olması” bununla ilgilidir. Evet, insan harf ise, birey rakamdır. Biri maneviyat ise, diğeri maddiyattır. [Mesela, insan, bir meyvenin/sebzenin şeklini ya da tadını beğenmediğini söyleyeceği vakit, önce, “Allah’ın gücüne gitmesin” der. Birey ise, hormondan, aşırı ilaçlamadan, tohumların kalitesizliğinden falan bahseder.] İnsanlar birey haline geldikçe, doğuştan gelen bazı özelliklerinden hızla uzaklaşırlar. Şu Avrupalı bireylerin haline bir bakın: Belçika’da boşanma oranı % 80’lere, diğer Avrupa ülkelerinde ise 60’lara ulaşmış. Bizde ise, Allah’a şükür, aile hâlâ kutsal bir kurum. Birey değil, insan olalım, temennisiyle... Nar ağacı narsist olur mu Şu sıralar, sık sık, eski ile yeniyi aynı potada buluşturmak adına bir şeyler yapanlarla, yapmaya çalışanlarla karşılaşıyoruz. Mesela, rock tarzında türkü söylüyorlar. Bir nevi, o güzelim türkülere elektrik veriyorlar. Olmuyor tabii. Seksen yaşındaki bir nineye, bir genç kızın kıyafetlerini giydirirseniz olmaz. Melih Cevdet Anday, “Eski, hiç eskimeyendir” der. Yeni ise yenidir. Mesela ‘selam’ hem eskidir, hem de hiç eskimeyendir. Buna karşılık, ‘moda’ tabir edilen birçok şey çabucak esiyip günlük hayatımızdan çekilir. Peki, eski ile yeni, şık bir şekilde yan yana sunulamaz mı? Sunulabilir. Fakat bunu yapacak kişilerin yetenekli, bilgili, bilinçli olması gerekir. Mesela “Nar ağacı narsist olur mu” derseniz, bu bir değer ifade eder. Şiirseldir, anlamlıdır, hem eskiyi hem yeniyi çağrıştırır. Fakat ortaya konulan işler bu kadar kaliteli olmuyor. Olan, aşağı yukarı şöyle bir şey: İkinci baharı yaşıyor ömrüm, Gel benim yarim Oliver Stone.
Şunu da hatırlatmakta fayda var: Eskiye ait her şeyi günümüze uyarlamaya
kalkışırsak, doğru bir iş yapmış olmayız. Mesela eskiden, ay tutulunca,
insanlar sahan, tencere gibi şeyler çalarmış. Böylece, ayı tutan şeytan
korkup kaçarmış. |
|||||
![]() |
|||||