HAŞİYE 1 Evet, zemin denilen muhteşem ve seyyar sarayın temel
taşı olan taş tabakasının Fâtır-ı Zülcelâl tarafından
tavzif edilen en mühim üç vazifeyi beyan etmek, ancak
Kur'ân'a yakışır.
İşte, birinci vazifesi: Toprağın, kudret-i Rabbâniye ile
nebâtâta analık edip yetiştirdiği gibi, kudret-i İlâhiye
ile taş dahi toprağa dâyelik edip yetiştiriyor.
İkinci vazifesi: Zeminin bedeninde deveran-ı dem hükmünde
olan suların muntazam cevelânına hizmetidir.
Üçüncü vazife-i fıtriyesi: Çeşmelerin ve ırmakların,
uyûn ve enhârın muntazam bir mizanla zuhur ve devamlarına
hazinedarlık etmektir. Evet, taşlar, bütün kuvvetiyle ve
ağızlarının dolusuyla akıttıkları âb-ı hayat suretinde
delâil-i vahdâniyeti zemin yüzüne yazıp serpiyor.
HAŞİYE 2 Nil-i mübarek Cebel-i Kamer'den çıktığı gibi,
Dicle'nin en mühim bir şubesi Van vilâyetinden, Müküs
nahiyesinden bir kayanın mağarasından çıkıyor. Fırat'ın
da mühim bir şubesi, Diyadin taraflarında bir dağın
eteğinden çıkıyor. Dağların aslı, hilkaten bir madde-i
mâyiadan incimad etmiş taşlar olduğu fennen sabittir.
Tesbihat-ı Nebeviyeden olan kat'î delâlet ediyor ki,
asl-ı hilkat-i arz şöyledir ki: Su gibi bir madde, emr-i
İlâhî ile incimad eder, taş olur. Taş, izn-i İlâhî ile
toprak olur. Tesbihteki "arz" lâfzı, toprak demektir.
Demek o su çok yumuşaktır, üstünde durulmaz. Taş çok
serttir, ondan istifade edilmez. Onun için, Hakîm-i Rahîm,
toprağı taş üstünde serer, zevilhayata makarr eder.
HAŞİYE 3 Şu cümle işaret ediyor ki, şimendiferdir; âlem-i İslâmı esaret altına almıştır. Kâfirler onunla İslâmı mağlûp etmiştir.
HAŞİYE 4 cümlesi, o remzi ışıklandırıyor.