HAŞİYE 1 Bu şehadetlerde iki hüküm var. Biri vahdaniyeti gösterir, Lâ ilâhe illâllah'tır. Diğeri, o Vâhidin vücubunu ispat eder ki, Hüve ile başlayan isimlerdir. Herbir Hüve geldiği vakit, bir sual-i mukaddere cevaptır.
Güya deniliyor ki, "O İlâh-ı Vâhidi nasıl tanıyacağız?"
Cevap veriliyor ki: Meselâ, Hüve's-Semîu'l-Basîr. Bunda diyor ki: Bu mevcudatın dertlerini görüp dinleyen birisi var ki, istediklerini yapıyor. Böyle âsâr, ef'âl-i İlâhiyeyi; ve o ef'âl, Semî, Basîr gibi isimleri ispat eder. O isimler, mevsuflarının vücudunu gösterirler.
İşte, bütün bu cümleler bu tarzdadır. Âsâr ile ef'âli, ef'âl ile esmâyı, esmâ ile vücud-u Vâcibi ispat ederler.
HAŞİYE 2 Hannân, rahmetlerin en lâtif cilvesini gösterendir.
HAŞİYE 3 Mennân, nimet verici demektir.
HAŞİYE 4 Hüve'l-Ma'rûfu likülli'l-ârifîn fıkrasından sonraki fıkraların meâli şudur ki:
O İlâh-ı Vâhidi tanımak istiyorsan, bak: Bütün nev-i beşerde gelen âriflerin ayrı ayrı yollarla, delilleriyle tanıdıkları bir Mâruf var. İşte o Mâruf Odur. O İlâh-ı Vâhid, böyle had ve hesaba gelmez ehl-i marifet, had ve hesaba gelmez ayrı ayrı tarzda tanıdıkları bir Zâtın vücudu güneş gibi zâhir olur.
Hem nev-i beşerdeki had ve hesaba gelmez âbidlerin birtek Mâbuda ibadet ettikleri ve o ibadetin karşısında mukabele-i mâneviye görmeleri ve münacat ve füyuzata mazhar olmaları, güneş gibi, o Mâbudun vücudunu muzaaf tevatürle gösteriyorlar.
Ve hâkezâ, öteki fıkraları kıyas et.
HAŞİYE 5 Münîb: kâinattan yüzünü çeviren ve Bâkî-i Hakikîye müteveccih olan kimse.