HAŞİYE 1 Nasıl ki afakın ve
dünyanın fena ve zevalinin arkasında Bakî-i Zülcelal'in Baki esmasının cilvelerini
gördüm tam teselli buldum. Öyle de şahsıma baktım, şahsımdaki müteaddit, muhtelif
tabaka-i mevcudat-ı nefsiye ve meftun olduğum sıfât ve hakaik-i şahsiye gayet
sür'atle zeval ve fenaya koştuklarından insanın fıtratındaki aşk-ı beka sırrıyla
o fânilerde bir beka aradım. Halıkımın bakî cilve-i esmasını gördüm. Her bir
sıfatımın zevalinde ona temessül eden bir ismin cilvesini baki gördüm. Ve kat'iyyen
anladım ki, fıtrat-ı insaniyedeki aşk-ı beka muhabbet-i ilâhiyeden teşa'ub eden bir
muhabbettir. Mahbubunu yanlış bir surette arıyor. Aynada temessül edeni de sevmek,
aramak lâzımken aynayı veya aynanın ziyneti hükmüne geçen temessülün keyfîyetini
sevmeye başlıyor. yerine
ye perestiş eder. Zevalinden
sonra yanlışını anlıyor. Kalb ve mahiyet-i insaniye zişuur bir aynadır. Onda
temessül edeni şuur ile hisseder. Aşk-ı beka ile sever.
HAŞİYE 2 Şu gelecek sekiz
kelimedeki harfleri mütekellim zamiri olup, kendini gösteriyor.
HAŞİYE 3 Kâinatın en mühim muamması mütemadiyen mevt ve hayat, zeval ve fena içindeki faaliyet-i daimenin tılsımını keşfeden Yirmi Dördüncü Mektup'ta beş remiz ve beş işaretle izah edilen mühim bir hakikatın meratibine gayet icmalli işaretler nev'inden eskiden beri tahatturla tefekkür ediyordum. Ve fena ve zeval ve adem ise başka başka vücutların ünvanları olduğunu ve kesretli vücutları semere verdiğini ve zevale giden birşey kendine bedel çok vücutları bıraktığını gösterir bir nüktedir. Bir zihayatın mevti ve zevali birçok vücutları meyve verip arkasında bırakır, sonra gider. Evet, bir fânî, çok cihetlerle bâkî kalır. Bir dane çürümekle ölür, yüz daneyi camî bir sümbülü yerinde bırakır. İşte bu sırra binaen mevt ve ademden ürkmek ve zevalden teessüf etmek yerinde değildir.
Meâli: Ruhun bekasına dair Yirmi Dokuzuncu Risalede kat'î ve zarurî bir şekilde ve bâhir burhanlarla ispat edildiği gibi, eğer zîruhlardan değilse, hakikatinin kanunları ve mahiyetinin namusları ve teşekkülâtının düsturları beka bulur. Zira o kanun ve namus ve düstur, o fert ve nevi için bir ruh-u emrî hükmündedir. Nasıl ki bir incir ağacı ölür ve yok olur; onun teşekkülâtının kanunlarından ibaret olan ruh-u emrîsi ise beka bulur ve zerre gibi çekirdeklerinde devam eder. İşte o ruh-u emrî ölmemiş; belki suretler onun üzerinde yenileniyor, belki mahiyet-i hayatı devam ediyor. Zira onun mahiyeti, bâkî olan Esmâ-i Hüsnâdan bir ismin bir gölgesidir ki, o mahiyet, o bâkî ismin şuâsı altında beka bulur ve onun hüviyeti dahi pek çok misalî levhalarda devam eder. Öyleyse, adem, zâil bir vücuttan daimî vücutlara geçiş için bir ünvandan başka birşey değildir.