Son Şahitler 1.Cild s. 208
Eski Alay Müftülerinden, Yarbay
(l885-l955)
Eski alay müftülerinden Osman Nuri Efendi aslen
Ankara'lıdır. İstanbul'da vazife yapmıştır. Rütbesi yarbaydı. l885'te dünyaya
gelmiş, l Ekim l955'te Ankara'da vefat etti. Mezarı Cebeci Kabristanındadır.
Osman Nuri Efendinin kızının kızı, İlâhiyat Fakültesi hocası Âgâh Oktay
Güner'in eşi İnci Güner, dedesinin, hoş sohbet, ilmî sohbetler yapan, herkes
tarafından sevilen ve tatlı bir insan olduğunu ifade etmektedir.
Osman Nuri Efendi, Üstad Bediüzzaman'ı millî mücadele
senelerinde İstanbul'dan tanıyordu. O zamanlar görüşmeleri ve sohbetleri
olmuştu. Osman Nuri, Bediüzzaman'ı seviyor ve ilmî dehasını çok takdir
ediyordu. Daha sonra Emirdağ'da Üstad Bediüzzaman'ı ziyaret etmişti.
Osman Nuri Efendi'nin Tarihçe-i Hayat'ta Üstada yazdığı
çok güzel bir mektup vardır. İkinci Emirdağ Lâhikası'nda da Üstad
Bediüzzaman'ın kendisine hitaben mektubu bulunmaktadır. Ayrıca lâhikalarda ismi
ve şiirleri mevcuttur.
l950 yılından sonra merhum Ceylân Çalışkan ve Mustafa
Sungur'un, Osman Nuri Efendiyle çok görüşmeleri, ziyaretleri ve sohbetleri
olmuştu.
Osman Nuri hakkında
Mustafa Sungur'un anlattıkları
Osman Nuri Efendiyle alâkalı olarak, ricamız üzerine
Mustafa Sungur Ağabey şunları yazdı:
"Muhterem kardeşim Necmeddin Bey,
"Yeni l404 sene-i hicriyenizi tebrik ederim. Nur
Üstadımıza âit en
küçük bir hatırayı arayıp bulmayı gaye-i hayat edişinizdeki mânâ, hiç şüphe yok
ki, ulvîdir. Bu hususta size bir endişemi izhâr etmiştim ki; Mucizat-ı Ahmediye
Risâlesindeki Altıncı Nükte olacak herhalde, Fahr-i Âlem (s.a.v.)
Efendimizinden bahisle, Resulullahın târihçe-i mâneviyesi olan küllî mâhiyet-i
kudsiyesine mutlaka atf-ı nazır etmek lüzumunu ithar ediyor. l350 seneden beri
her asırda üç yüz elli milyon Müslamanların "Essebebü kel-fâil"
sırrınca hasenatlarının bir misli sevâba mâlik olan ilâh ... beyânı ki..
"Son asırların serdar-ı hidâyeti ve son müceddid-i
ekber olan ilerideki küllî ve umumî memuriyet ve vazifedarlığına bir mukaddime,
bir alâmet imiş ki, zaman ve zemin bu hakikatı göstermiştir. İşte siz
yazılarınızda bu hususu nazara alırsanız iyi edersiniz. Tarihçe-i Hayat'taki
haşiyeleri, dikkat ederseniz, Hayret-i Nur Üstadı, bu itibarla kabul
buyurmuşlardır.
Gelelim Ankaralı Osman Nuri Efendi ile olan hatıralara:
"Bu zatı l950'de, Hazret-i Üstad bizleri Ankara'ya
hizmete hâdim kıldıkları ızaman tanımıştık. Celâlli bir zat idi. Nakşî
tarikatına mensup, Hazret-i Üstadımızın
tabiriyle, ehl-i kalb bir zat idi. Hazret-i Üstadımız ona yazdıkları
mektuplarda 'Benim Ankara'da bir vekilim' diye hususî iltifatta bulunurdu.
Ziyaretine gittiğimizde 'Elvekilü kel-asîl, velev kâne kör fasil' diye söze
başlardı. O zaman abdullah Ağabey, Seyyid Sâlih, Ahmed Atak gibi Nur talebeleri
yanına giderdik. Rahmetli Ceylân kardeş de vardı. Bu ibareyi söylemekteki
maksadı: Hazret-i Üstad'ın kendisini Ankara'da vekil tayin ettiğinden bahisle,
kendisini dinlememiz icap ettiğini ve izinsiz bir hizmette bulunulmaması lâzım
geldiğini ihtarda bulunurdu. Ve kendisinde Osmanlı devrindeki âlî tavırlar ve
İslâmî terbiye ve edep âşikâre görünürdü. Hazret-i Üstadımızı çok severdi.
Tarihçe-i Hayat'ta mevcut 'Sahibü'n-nur ve ihlâs' diye başlayan bir mektubunda
kendini tanıtmak babında eski alay müftülerinden olduğunu ve devr-i Cumhuriyette 25 seneye
yakın Millî Müdafaa Müftülüğünde bulunduğunu ifade etmektedir. Millî Müdafaa
Müftülüğünde bulunduğu müddetçe hem sabık alay müftülerinden olmak hasebiyle,
hem de Nakşî tarikatında vazifedâr kâmil bir zat olmak itibarıyla o zamanın
Askerî Temyiz Reisi Kemal Kalkan Paşa ve daha bilemediğimiz pek çok zevat-ı
muhterem, kendisine bağlı manevî talebeleri ve müritleri idi. Kendisi ifade
ederdi ki, ilk iki reis-i cumhurla defaatle satranç oyunu oynamış ki, Kur'ân ve
İslâmiyet aleyhindeki hareketlere mâni olsun. l944 Denizli Ağır Ceza Mahkemesi
beraatının Mahkeme-i Temyizdeki tasdikinde fiilî duâ mânâsında samimî alâka ve
gayretleri olmuştur. l950'de demokrasinin zuhuruyla bazı cüz'i de olsa İslâmî
hareket ve hizmetleri görüp duydukça, Risale-i Nur'un muazzam ve ulvî
mazhariyetini ifade için zaman zaman yanına gelenlere bilhassa şu ifadede
bulunurdu: 'Bu zamanın Şeyhü'l-Ekber Muhiddin-i Arabî'si ve Şah-ı Nakibend-i
Kudsîsi ve Sultan Abdülkadir'i, Bediüzzaman'dır.'
"Ve zaman zaman bazı izahlarında 'Bu Bediüzzaman'ın
Risale-i Nur yolu peygamberler, sahabeler, evliyalar ve asfiyalar yolu, sırat-ı
müstakim caddesidir. O mukaddes silsilenin bu zamanda devamıdır' derdi.
Fevzi Çakmak
sohbetlerine devam etmişti
"Ben kendisinden değil, fakat sadık dostu Cevad
Beyden dinlemiştim. Millet Partisini 23 kişi olarak kendisi kurdurmuş. Bu
itibarla Demokratlara pek iltifat etmezdi. Askeriyeden mütekait alay müftüsü ve
Millî Müdafaa müftülüklerinde de bulunmuş olması noktasında olacak ki, Mareşal
Fevzi Çakmak ile de alâkadar imiş. Fevzi Çakmak hayatının sonunda Osman Nuri
Efendinin sohbetlerine devam etmiş. İki defa Osman Nuri Efendinin ayağına kapanmış ki, affı için dua etmesini rica
etmiş. Çünkü Maarif Vekili Hasan Ali Yücel'in, Türkiye'nin geleceğinin temel
taşlarından en ehemmiyetlisi olan Maarif Vekâletini elde edip, bütün
imkânlarını 'İleri bir gençlik yetiştireceğiz' maskesi altında komünizm
rejimine zemin hazırlamak için sarf etmesi neticesi çok azîm ve dehşetli bir
tehlikenin vatan ve millet âfâkını sarsması noktasından Erkân-ı- Harbiye Reisi
Fevzi Paşa bundaki büyük hisse ve
iştiraki görüyor ve ekilen zakkum tohumlarının birden çok geniş bir sahada
filizlenmesini müşahede etmekle, elbette 'Nereden, nereye?' sualini kendi kendine
soruyordu. Vatan ve milletin âtisinden endişe duyuyordu. Ve bin-netice, bir
tesellî ve gufran kapısı aramakta idi. Osman Nuri'nin kendi çapında teşkil
eylediği cemaate, bu noktadan dahil oluyor ki, Kurtuluş Savaşını kazanan
mukaddes ruhun, millet ve vatana bağlılığın en yüksek örneğini asker ve
sivilden müteşekkil- az da olsa-Osman Nuri cemaatinde görmekte ve bütün
bunların mülâhazasıyla bir af ve Mağrifet yolunu Osman Nuri delaletiyle
aramakta idi. Bu nokta-i nazardan rahmetli Osman Nuri Efendi, o dehşetli
zamanların mes'uliyetlerinden kendisini kurtaracak şekilde çalışmıştır. Nitekim
zaman zaman anlattığı ve en güzel ve isabetli tabirini Ahmed Feyzi Ağabeyin
beyânında bulan bir sâdık rüyâ veya mânâda gördüğü şöyle bir vak'a vardır:
"Bir mecliste Peygamberimiz Fahr-i Âlem (a.s.m.) ile
Ebû Bekir Sıddîk( r.a.) ve kendisi de bulunduğu halde, Sıddîk-i Ekber Efendimiz
soruyor: 'Yâ Resulallah, ümmet-i Muhammed'in (a.s.m.) hâli ne olacak?' Cevaben
Resul-i Ekrem (a.s.m.) Efendimiz, 'Âlem-i insaniyet, İslâmiyete inkılâb edecek
ve medeniyet-i Muhammediye bütün beşerin ruhuna nefhedilecek' buyuruyor. Bunun
üzerine tekrar Sıddîk-i Ekber Efendimiz, 'Bunu kim yapacak?' dediği zaman,
Peygamber Efendimiz, 'İşte!' diye Osman Nurî Efendiyi gösterdiğini söylerdi.
Millet Partisini kurdurması, Hazret-i Üstad'ı Ankara'ya davet etmesi ve
Hazret-i Üstad için evine muttasıl bir yer yaptırmış olması da gördüğü mezkûr
muhavereye binâen idi. l950 güz aylarında rahmetli Ahmed Feyzi Ağabeye bunu
anlatmıştı. Feyzi Ağabey onun şevkini kırmamak için yanında söylemeyip, dışarı
çıktığımızda dedi ki: 'Osman Nuri Efendinin bu Ankara'da bulunuşu, Risale-i
Nur'a samimî alâkası, irtibatı ve Hazret-i Üstad'a dostluğu ve yakınlığı
itibarıyla o küllî şahs-ı manevîye olan teveccüh ve mazhariyeti cihetinden
kendi aynasında o küllî mânâyı görmüş.'
"Evet, Osmanlılardan sonra hem âlem-i İslâmda, hem
âlem-i insaniyette dehşetli tahavvüller ve inkılâplar zuhura geldi. Bugün
Nur'ların ışığıyla baktığımız zaman anlıyoruz ki, ümmet-i Muhammed'in l400
seneden beri zuhuruna intizar ettikleri ve dehşetinden Allah'a sığındıkları
âhirzaman hâdisatının zuhuru bu zaman imiş. Nitekim otuz-kırk sene sonra gerek
dünya üzerinde, gerek memleketimizde meydana gelen anarşi hâdiseleri ve
komünizm tehlikesi gibi milyonları kasıp kavuran müthiş bir ahlâksızlık ve
imansızlık tâunu, ebede namzet insan için ne azîm bir tehlike arz ettiği
mâlûmdur. Evet, çekirdek kıymeti ondan fışkıran ağacının heybetiyle ölçülür. Bu
mânâ hayırda da şeyde de aynıdır.Peygamberimiz Efendimizin, 'Kim iyi bir çığır
açarsa, ondaki hayır devam ettikçe, bir misli o çığırı açanın defter-i âmaline
yazılır. Kim de fenâ bir çığır açar, o devam ettiği müddetçe yekûn şerler ona
yazılır' meâlindeki bir hadis-i şerif var. 'Essebebü kel-fâil' sırrı ile ki,
Allahü alem, âhir zamanda zuhur eden hâdiseler de böyledir. Hayır ve şerde
başlayan, devam eden, gittikçe gelişen ve milyonları içine alan iki cereyan-ı
azîmin mebde'leri, sebep ve vesileleri, fâilleri olan reisleri, evvelleri
büyüyorlar, inkişaf ediyorlar. Dal budak salıyorlar, küllîleşiyorlar. Cenneti
baştan başa kuşatan Tûbâ ağacı gibi ve Cehennemi ihata eden korkunç zakkum
ağacı gibi her tarafa uzanıyorlar.
"İşte rahmetli Osman Nuri Efendi, merkez-i pây-i
taht-i hükûmette samimî hizmet-i diniyesi, Risale-i Nur'un Denizli beraatinin
tasdikindeki hizmeti ve kendi zât-ı mübarekindeki yüksek imanı ve metanetiyle,
manevî bir müjde-i Nebeviyenin bir nebze tecellî-i iltifatına bu sûretle nâil
olur, demektir.
"Osman Nuri Efendi hücre-i nuriye olarak tesmiye
ettiği ve Hazret-i Üstadımızın da medrese-i nuriye olarak kabul ettikleri,
dershâne-i nuriye tamamlandıktan sonra, tekrar Hazret-i Üstad'ı dâvet etti.
Hazret-i Üstadımız aşağıdaki mektubu kendisine göndermişti:
Üstadın Osman Nuri
Efendiye mektubu
"Aziz Sıddık Kardeşim Osman Nuri,
"Madem Cenab-ı Hak, senin kudsî niyet ve ihlâsınla,
Ankara'da en mühim genç Said'ler, senin etrafına toplanmış. Madem Ankara'da
benim bulunmamı lüzumlu görüyorsunuz. Ben de şimdi nafakamla tedarik ettiğim
nüshalarımı o küçük medrese-i nuriyeme benim bedelime gönderiyorum. Onların
adedince Said'ler, seninle komşu olurlar. Hem fedakâr evlâdın çok fevkinde
sadâkatle şimdiye kadar hizmetleriyle her biri birer genç Said olarak beş-on
Abdurrahman'larım hükmünde Sungur, Ceylân, Salih, Abdullah, Ahmed, Ziya gibi
genç ve çalışkan Said'leri senin yanına hem benim vekilim, hem senin
talebelerin olarak benim bedelime o küçücük medrese-i nuriyeye nezaret ve bir
nevi dershane olarak reyinize bırakıyorum.'
"Fakat rahmetli Osman Nuri Efendi mutlaka Hazret-i
Üstadımızın teşrifini bekliyordu. Yakın bir istikbalde yüzlere binlere bâliğ
olacak ve bütün vatanperverler tarafından ileride takdirle karşılanacak, böyle
ulvi ve genç talebelere her sahada faydalı olacak dershane-i nuriyelerin mebde
ve başlangıcı olacak mânâdaki büyük mazhariyet yerinde, illâ Hazret-i Üstad'ın
gelmesi isteğine, bu tarz mukabelesinden bir derece mahzun ve mükedder olmuştu.
Bizim de üniversiteliler arasındaki Nur'larla hizmet faaliyetimizi, meselâ
Zübeyir Ağabeyin, Ceylân, Seyyid Salih ve sâir kardeşlerin konferans gibi,
temaslar gibi ayrı ayrı sahalardaki hizmetlerini 'Haber vermeden yapıyorlar'
endişelerinden mütevellit olacak ki, üzüntüsünü izhar etti. Biz de Hazret-i
Üstadımıza durumu arz ettiğimizde Emirdağ Lâhikası'na geçen mektubu gönderdiler."
(Bak. Emirdağ c.2.Sayfa 57)