"Bediüzzaman'la Beyazid Camiinde buluşurduk"
"Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerini, Doğu Anadoluda
yapmak istediği Medresetü'z-Zehra (İslâm Üniversitesi) zamanından duymuştum.
Zaten o zaman şöhreti büyük, her yerde bilinir ve tanınırdı. Fakat ilk
görüşmemiz Eyüp'teki Sokullu Medresesinde oldu. O zaman Şeyh Şefik Efendi vardı. Büyük bir adamdı. Esasen benim bir
dayım vardı. Seyyid Tahâ Efendi. Uzun zaman Van Mebusluğu yaptı. Üstad ile o
birbirlerini çok severlerdi. Bu sebeple bir ay mütemadiyen geldi ve bizde
beraber yatarlardı. Bir ay Sokullu Medresesinde oturduk. Sonra İdrisî Köşkünde
oturmaya başladık. Çok müzeyyen, ahşap, şenlikli bir şeydi. Tâ Çamlıca'ya kadar
her yeri görürdü. Aslı Yavuz Sultan Selim zamanında yapılmış, III. Sultan Selim
de bu binayı tamir ettirmiştir. Uzun zaman bu köşkte kaldı. Bilahare aşağıda,
türbenin yanındaki odada kaldı.
"Daha sonra Dâr-ül-Hikmet'ül-İslâmiye azası olduğu
zamanlar Reşadiye Otelinde kaldı. Sonra Vezneciler'de bir eve geçti. Biz
kendisiyle ya Beyazıt Cami-i Şerifinde veya Şehzadebaşında çayhanede
buluşurduk.
Uzun birader
"Eyüp'te iken şöyle bir hatıramız oldu: Eyüp
meydanındaki yoğurtçudan yoğurt alırdı. 'Merhaba yoğurtçu efendi'derdi.
"Hiç unutmam. Örme bir kesesi vardı, onu çıkarır
parasını verirdi. Yoğurdu alıp yukarıya çıkarken, köpekler peşimize düşerdi.
Köpeklere 'Pist birader, pist birader' derdi. Bir gün, ben, 'Üstad'ım; o
birader, ben birader. Böyle olur mu?' dedim.
"O da: 'Sen uzun biradersin' dedi.
"Otuz yıl sonra l952'de Sirkeci'de Akşehir Palas
Otelinde ziyaretine Eşref Edip Beyle gittiğimizde beni bu nam ile yine tanıdı.
'Ve aleyküm selâm! Uzun birader' dedi.
"Şimdiki Sultan Selim Camiinde imam Ali Rıza Sağman
Bey vardı. Son zamanlarda Sultan Selim'li Hafız Ali diye tanınırdı. Onu çok
severdi ve önünde otururdu. 'Hafız oku oku, bizim vaaz u nasihatlerimiz, para
etmez. Sizin okuyuşunuz belki bu milleti ıslâh eder' derdi.
Çamlıca'ya çok
giderdik
"Üstad Bediüzzaman'la Çamlıca'ya çok giderdik. O
zamanlar Yusuf İzzeddin Paşa Köşkünde kalırdı. Bir kuyu kenarına oturur
sohbette bulunurduk.
"Üstad'ın ekser vakti, Eşref Edip Beyin yanında
geçerdi. M. Akif Bey de gelirdi.
Hutuvat-ı Sitte'yi
dağıtırdım
"İstabul, İngilizlerin işgalindeyken Üstad'ın
biraderzâdesi Abdurrahman'la beraber Hutuvat-ı Sitte'yi dağıtırdım. Nerede
içimize güven ve emniyet hissi veren bir kişi çıksa ona verirdik. Bu tarzı da
ben tavsiye ettim. Çünkü tuhaftır. Amerikalıların bir neşir yurdu vardı.
'Rabilhous' diye. Kitab-ı Mukaddes'i basıyorlardı. Orada bir Ermeni vardı. Ben
onu görünce selâm verir ve halini sorardım. O beni gözüne kestirmiş. İncil'den
ufak risaleler yaptırmışlar. Küçük kitapçıklar halinde, bana bunlardan 5-l0
tane verir. "Tevzi eder misin?' derdi. Biz de alır, götürür ve yakardık.
"Ben bunu Üstad'a söyledim. 'Siz müsaade edin böyle
yapalım' dedim. 'Peki' dedi. 'Abdurrahman'la bu işi yapın.' Kitaplar
Vezneciler'de bir çayhanedeydi. İngiliz işgali olmasına rağmen korku diye
birşey bilmiyorduk. Ben Türbe'de bir İngiliz polisini dövmüşümdür. Yerlerine
göre bazan yüzlerine tükürüp hemen kaçardık. Tabii peşimize düşerler. Türk
polisi de bize talimat verir. 'Sağa sap'der, onu sola götürür. Böylece izimizi
kaybettirirdik.
Top kamalarını
kaçırırdık
"Ayrıca top kamalarını alıp, İngiliz toplarını
muattal hale getirmek gibi gizli bir çalışma yapardık. Bunun için Sirkeci'de biri
kahvehaneden talimatımızı alırdık. Washington Sefareti İmamı Saffet Efendi
devamlı burada bir sedirde otururdu. Önüne de bir nargile alır içerdi. Biz
yanına gelir elini öperdik. Bu anda o bizim elimize bir kâğıt sıkıştırır ve
hemen şu şekilde bağırırdı. 'Oğluma bir çay' derdi.
"O zamanlar bir de 'Mimmim' grubu mel'unları vardı.
Ben ve bazımız onları tanımıyorduk. Bazı tanıyanlar vardı. Onlardan gizli
yapıyorduk. Benim vazifem tersaneden top kamalarını alıp, Çarşamba Polis
Karakolu yanındaki Kuyulu Kahvehaneye getirmekti. Bu kahvehanenin ön ve arkası
bahçe idi. Ben tersaneden kâğıda sarılı olarak top kamaları alırdım. Mevsim de
kıştı, benim bir pardesüm, yağmurluğum vardı, onun altına koyardım ve elimi de
cebime koyup onları tutardım. Sonra Kasımpaşa'dan vapura biner, Fener'e
çıkardım. Camcı yokuşundan Çarşamba'ya gelir ve kahvehaneye girerdim. Bazan
vapuru kaçırıp bir sonrakine kalırdım. O zaman kahveci: 'Hoş geldin evlât,
nerede kaldın?' derdi. Kahve iki kapılı idi. Arka bahçeye çıkan kapıyı açar,
dışarı çıkardık. Bahçede kör bir kuyu vardı. Onun başına getirir ve verirdim.
Kamaları o da bir halata sarar ve kuyunun içine koyardı. Sonra beraberce içeri
girer, o da tezgâhtara 'Oğluma bir çay verin' derdi. Çayı içer ve zaten vakit
epey ilerlemiş olur ve ben Eyüp'teki evimize giderdim. Diğer taraftan bazı
arkadaşlar da Ahırkapı'da silâh çalarlardı.
Eşref Edip'i çok
severdi.
"Üstad, Eşref Edip Beyin Sebilürreşad Mecmuasıyla çok
yakından ilgilenirdi. Eşref Edip Beyi çok severdi. Hattâ son görüşmemizde
Avukat Mihri Helav'a 'Bak, Mihri, Eşref Edip Bey günahlarını afettirdi. İslâma
çok hizmet etti. Ya sen ne yapıyorsun?' dedi. O da 'Dua buyurun, ben de
inşaallah bir şeyler yaparım' dedi.
Sana heykel dikmek
için yardım etmedik
"Üstad daha önceden beni Ankara'ya göndermişti.
Bilahare kendisi de ısrarla istenince geldi. Orada son olarak kendisini Mustafa
Kemal'le istasyonda konuşurken gördüm. Ben yanlarında idim. O zaman Mustafa
Kemal'in Sarayburnu'na heykelinin yapılmasını düşünüyorlardı. Buna karşılık ilk
olarak Sokulluların adamı olan sarıklı avukatlardan Abdunnâfi Efendi karşı
çıktı. İstanbul'dan Ankara'ya telgraflar çekti. 'Hilâfet merkezine heykeller
dikilemez' diye.
"O zaman da Üstad: 'Paşa biz sana heykel dikmen için
yardım etmedik' dedi. İstasyonda ben duydum. Mustafa Kemal cevap vermedi,
yürüdü. Ertesi günü de duyduk ki Üstad Van'a gitmiş.
"Üstad'ı anlayan tek devlet adamı Adnan Beydir.
Rahmetli çok anlamıştı. Ama ne yapsın, etrafındakiler ona daha fazla yardım
etmesine mani oluyorlardı."
Tevfik Demiroğlu 8 Mayıs l987'de vefat etti.