Son Şahitler 1.Cild s. 225
ALİ BALABAN
VE CEMİLE
BALABAN
Eski Said'ten Yeni
Said'e
Güzel İstanbul'un güzeller güzeli Boğaz'ına Osmanlı
tarihçisi Dursun Bey "Nehr-i Azîz" adını vermişti.
Bediüzzaman Said Nursî'nin Rumeli sahillerindeki ilk
menzillerinden sonra Sarıyer hakkında, Boğaziçinde Tarih eseri şunları
kaydetmektedir:
"Bir zamanlar Boğaz feneri Sarıyer'de idi. Bilhassa
bağları, bahçeleri ve mesireleriyle meşhur olan köy, gerek halkın, gerek
hükümdarların rağbetini çeken müstesna bir mevkia sahipti. Meselâ Çelebi Solak
Bahçesi, bilhassa padişahların kiraz mevsiminde uğrak mahalli olmuştu. Başta
İkinci Sultan Selim, Avcı Sultan Mehmed, Dördüncü Sultan Murad hep Sarıyer'in
müptelaları idiler. Burada Dördüncü Sultan Mehmed'in bir de av köşkü vardı ki, bilhassa
Hünkâr Suyu padişahın av sahası içinde idi. Evliya Çelebi'nin ifadesine göre,
Döndüncü Sultan Murad, Çelebi Solak Bahçesine bakmış da 'Ben Hâdimü'l-Haremeyn
olduğum halde böyle bir Cennet bahçesine sahip değilim' deyivermiş. Bunu haber
alan bahçenin sahibi ise, 'Padişahıma hibe olsun' diye bahçesini hükümdara
hediye etmek istemişse de kabul ettiremedikten başka, padişah, bu ganî gönüllü
Solak'a sonsuz ihsanlarda bulunmuş."
Sarıyer'in Fıstıklıbağlar semtinde mütevazi ahşap bir
hane, Asrın Sultanına menzil olmuş, mekân olmuştu. Bediüzzaman İstanbul'da
kaldığı l9l8-l922 yıllarında muhtelif zamanlarda gelip burada kalıyordu. Bu
evde, Abdülkadir Geylânî Hazretleri Fütuhü'l-Gayb kitabıyla Eski Said'i Yeni
Said'e çevirmişti. Bu hâdiseden otuz yıl sonra da Üstad Bediüzzaman, İnebolu
eşrafından ve Nur talebesi Selâhaddin Çelebi ile Sirkeci'deki Akşehir Palas
Otelinden bir taksi tutarak
burayı ziyarete gitmişlerdi. Bu bahsi yıllar evvelki tesbitlerimizle Nurs
Yolu'nda "Fıstıklı Bağlar'da Bir Ev" başlığı altında yazmıştık.
Üstad Bediüzzaman Lem'alar'daki "İhtiyarlar
Risalesi"nin "Onuncu Rica"sında "Sarıyer'de kendime bir
halvethane buldum" diyerek, İstanbul Boğaziçi'ndeki Sarıyer menzilini
söylemektedir.
Bu gizli ibadet yeri olan Halvethane'den "Yirmi
Altıncı İhtiyarlar Lem'ası" şöyle bahsetmektedir:
"Halvet ve uzlet, bana sohbet ve muaşeretten daha
ziyade hoş geldi. Ben de Boğaz tarafındaki Sarıyer'de bir halvethane kendime
buldum. Gavs-ı Azam (r.a.) (Fütûhü'l-Gayb'iyle, bana bir üstad ve tabib ve
mürşid olduğu gibi, İmam-ı Rabbanî de (r.a.) Mektubat'ıyla, bir enîs, bir
müşfik, bir hoca hükmüne geçti. O vakit ihtiyarlığa girdiğimden ve medeniyetin
ezvakından çekildiğimden ve hayat-ı içtimaiyeden sıyrıldığımdan pek çok memnun
oldum. Allah'a şükrettim."
"Şarktan bir
Kürt hoca gelmiş"
Karadeniz'in dindar evlâtlarının yaşadığı Sarıyer Camii,
vakit namazlarında bile Cuma ve mevlit cemaati gibi tıklım tıklım mü'minlerle
doluydu.
l986 yılının tatlı bir bahar gününde kılanan öğle
namazından sonra, sakallı ihtiyar bir zatın yanına yaklaşarak nereli olduğunu
sordum. Nur yüzlü dede, bana garip garip bakmakla birlikte Sarıyer'li olduğunu
söyledi. Yine tatmin olmayıp, doğduğu yeri tekrar sorduğumda, dede ve
babalarının Doksan Üç Harbinde Kafkaslar'dan gelip Sarıyer'e yerleştiklerini,
kendisinin ise Sarıyer'de doğduğunu ifade etti. Bu arada hemen ikinci mukadder
ve hazır sualimi yönelttim: "Eskiden, yani altmış sene evvel Sarıyer'de
Bediüzzaman oturmuş, siz hiç kendisini gördünüz mü?" deyince ihtiyar dede,
gülerek elini cebine attı ve cebinden bir Nur Risalesi çıkardı. Ben hayret
etmekle birlikte, bu neviden hâdiselerle çok karşılaşmış bir kimse olarak,
fazla da şaşırmamıştım. Sarıyer Camiinin emekli müezzini olduğunu, Üstad
Bediüzzaman'ı çok gördüğünü, ziyaret edip ellerini öptüğünü, kitaplarını da
okuduğunu söyledi. Hanımının da Üstad'ı ziyaret edip dualarını aldığını, kendi
evlerine yemeğe davet ettiklerini ve Üstad Bediüzzaman'ın icabet ettiğini
anlatarak, bizi de kendi evlerine davet etmişti.
Daha sonraki Sarıyer ziyaretimizde Sarıyerli arkadaşlar
Muallim Mustafa Beyler ve İslâm Yaşar gibi edip dostlarla birlikte evlerine
gittik.
Seksen dört yaşındaki Sarıyer Camiinin emekli müezzini Ali
Balaban bizi seksen yaşındaki eşi Cemile Hanımla birlikte karşıladı.
Ahşap evlerinin kütüphanesinde bir-iki tane değil, birçok
Nur Risalesi eski ve yeni harflerle duruyordu. Hanımıyla kitapları okuyor ve
içindeki hakikatlardan istifade ediyorlardı.
Cemile Balaban, babası Nevşehirli Hakkı Babanın Üstad
Bediüzzaman'ı çok takdir ettiğini, ilmini ve irfanını çok beğendiğini
anlatıyordu. Hakkı Efendi, hiç kimsenin evine gitmeyen, hiç kimseden bir şey
almayan Bediüzzaman'ı bir gün evine çorbaya davet ettiğini, Üstad
Bediüzzaman'ın ise, "Peki, ben sana gelirim" diyerek hakikatten bir
gün kalkıp geldiğini, yer sofrası hazırlayıp, çorba pilâv ve yemek ikram
ettiğini, Üstad'ın ise sadece bir çeşit yemekten biraz yediğini Hakkı Efendinin
kızı Cemile Hanım anlatıyordu. Cemile Hanımla kocası Ali Efendi daha önceleri
Sarıyer'de Üstad Bediüzzaman'ı gelip giderken çok gördüklerini, Fıstıklı Bağlar
mevkiinde bir evde kaldığını söylüyorlardı.
O zamanlar, yani (l9l8-l922) yıllarındaki yaz
mevsimlerinde gelip Fıstıklıbağlar mevkiinde kalan Bediüzzaman, buradaki aslen
Kafkasyalı, yine Balaban ailesi gibi 93 muhacirlerinin evinde kalıyordu. Bu
evde ibadet, murakebe ve tefeyyüz günlerinde Bediüzzaman'ın Eski Said günleri
sona ermiş. Yani Said olarak hayatında yep yeni bir nur ve nurlu hizmet günleri
başlamıştı.
Ziyaretimiz esnasında tam bir Osmanlı hanımefendisi olduğu
her halinden belli olan Cemile Balaban Hanım, elinde bugünkü gazetelerin yarısı
kadar büyüklükte, çarşaf gibi, Devlet-i Aliyye'den aldığı mezuniyet
şehadetnamesini getirip bizlere göstermişti. Eski ve yeni yazıyı gayet güzel
okuyan bu Osmanlı hanımefendisi bizim dikkatli bakışlarımız arasında Devlet-i
Aliyyenin diplomasını su içer gibi okuyordu.
l920 yıllarında Sarıyer'in her tarafına, "Şarktan bir Kürt Hoca gelmiş, bu hoca çok büyük bir zatmış" diye şâyiaların etrafa yayıldığı zaman, Sarıyer'in dindar Karadenizli evlatları hep Bediüzzaman'ı ziyaret edip, duasını almak istiyorlardı.