Barla nahiye müdürü
Cemal Can l899'da Burdur'da doğdu. l93l-l936 yılları arasında
Barla Nahiye müdürlüğü yaptı. Daha önceleri Burdur emniyetinde polis olarak
vazife yaparken l93l'de Barla'ya Nahiye Müdürü olarak tayin edilmiş.
"Antalya tarafından üçyüz-dörtyüz kadar kişi sürgün
gelmişti. Bediüzzaman bunların arasındaydı"
"Kafile kafile geliyorlardı. Bediüzzaman'ın içinde
olduğu kafile altı kişiydi.
"Şeyh Said'in akrabaları Tefenni tarafına gönderildi.
Said Nursî'yi ise Isparta'ya verdiler.
"Sonra ben resmî görevle Barla nahiyesine tayin
edildiğimde, Bediüzzaman da Barla'da idi.
"Benim tanıdığım ve şahid olduğum kadarıyla,
kendileri münzevî bir hayat yaşıyorlardı. Sık sık kırlara, bağ ve bahçeler
gidiyordu. Yalnız başına dağlarda gezerdi. Eğridir Gölünün kenarlarına da sık
sık giderdi. Zannediyorum temiz havada kalmayı çok severdi. Geri kalan
vakitlerini ibadetle geçirirdi.
İnsan psikolojisini
iyi biliyordu
"Benimle konuşurken: 'Benim karşımda müdür yok. Cemal
Bey var. Cemal Bey benim dostumdur' derdi. İnsan psikolojisini iyi biliyordu.
Sonra insanların fizyonomisinden de çok iyi anlıyordu.
"Kendisinin göl kenarında ağaç dalları arasında
kaldığı bir köşkü vardı. Bahar ve yaz günlrinde bu köşke sık sık giderdi.
Eğridir yolu için çalışıyorduk. Dinamitle yol açıyorduk. Seher vakti
dinamitleri ateşleyecektik. Bu sebepten sabahın erken saatlerinde kalkıp, atla
Eğridir taraflarına gidiyordum. İlama iskelesine yaklaştığımda bir ses duydum.
Seherin o sessiz vaktinde, ses dalgalar halinde yayılıyordu. Hattâ at ürktü.
"Müdür Bey! Müdür Bey!' diye çağırıyordu. Baktım Hoca
Efendi göle girmiş, sadece başı görünüyordu. Beni yanına çağırdı. Gittim,
Ağaçtaki köşküne çıkmamı söyledi, az sonra kendisi de çıkarak köşkte çay
demledi ve bana çay ikram etti.
"Baharın, o alaca karanlık vaktinde yapayalnız, sahil
kenarında yaşıyordu.
Çok zeki bir
insandı
"Çok zeki bir insandı. Fizyonomi itibariyle,
karşısına biri gelince o adamın nasıl bir kimse olduğunu derhal anlıyordu. Onun
halet-i ruhiyesine göre konuşup, öyle ders veriyordu.
"Herkeste bir merak vardı. Her çeşit insan kendisini
görmek, ziyaret etmek ve konuşmak isterdi.
"Bütün o civarlardan ziyaretine gelirlerdi.
Gelenlerin yapmak istedikleri yardımları ve hediyeleri almazdı. Sıhhatine çok
itina ederdi. Az yerdi. Yaşayışı muntazamdı.
"Barla'daki ezan meselesi de benim zamanımda oldu.
Arapça ezan okumak yasaktı. Ama Hoca hiç Türkçe ezan okumazdı. Biz bu durumu
bilirdik, fakat idare ederdik. Sonra bize sık sık emirler gelirdi. Neticede bir
defasında sabah namazı vaktinde ezan okurken, zabıt tuttuk ve gönderdik."
Şefkat tokadı ve
hikâyesi
Bu meseleye Bediüzzaman Mektubat adlı eserinde şu şekilde
temas eder:
"Bir müdür, dost iken, âmirlerinin hatırı için ve
ehl-i dünyanın teveccühünü kazanmak fikriyle şahsıma değil, hizmetkârlığım
cihetinde rakibâne ve düşmânâne vaziyet aldı, kendi maksadının aksiyle tokat
yedi. Ümid edilmediği bir meselede ikibuçuk seneye mahkûm edildi.
Sonra Kur'ân'ın hizmetkârlarından dua istedi. İnşaallah
belki kurtulacak, çünkü ona dua edildi.[1]
Bediüzaman'ın belirttiği mahkûmiyet hâdisesinin aslı
şudur:
Burdur'da emniyette çalışırken, başından bir hadise
geçmiş. Bu hâdisenin üzerinden epey zaman geçtikten sonra, kendi ifadesiyle
dört sene onbir aya mahkûm olmuş. Bu hâdisenin mahiyetini sorduk şöyle anlattı:
"Burdur'da Hakkı isminde sarhoş bir adam vardı. Daima
sarhoş geziyordu. Ben devriye geziyordum. Belediye gazinosuna girmiştim. Sarhoş
Hakkı da kafayı iyice çekip, çarşıda bir dükkânın camını kırmış ve gelmiş,
gazinoda eğleniyordu. Ben Hakkı'yı alıp evine bırakacaktım.
"Hakkı ile çıkarken Komiser Deli Mehmed karşımıza
çıktı. 'Ne var' diye sorunca ben hâdiseyi anlattım. Hakkı'yı cadde ortasında
dövmeye başladı. Karakola götürdü, orada da Hakkı'ya çok dayak attı. Hattâ o
kadar ki, hâdiseyi gören Ağır Ceza Reisi 'Bırak yahu yeter' diye dayanamayıp Komiseri
ikaz etti.
"Sonra hâdise mahkemeye intikal etti. Kör Hakkı,
Ankara'ya kadar gidip şikâyet etmiş. Hattâ İsmet Paşanın arabasının önüne
yatmış, hakkının aranmasını istemiş. Hâdise böyle büyümüştü. Burdur Valisi
Celâl Bey vardı. Hâdiseyle o da ilgileniyordu. Bu dâvâ böylece devam edip
giderken, beni Sütçüler'e verdiler. Daha sonra da Barla'ya nahiye müdürü olarak
tayin ettiler.
"Aradan epey zaman geçti. Hiç beklenmedik ve
umulmadık bir zamanda bizi
mahkûm ettiler. Barla'ya mahkûmiyet kararımız geldi.
"Sonra temyiz ettim, epey uğraştıktan sonra, kararı
bozdurduk. Böylece bir hâdiseyi atlatmış oldum.
"Eğridir'de bir eczacı vardı. Ziyaretine gelip bazı
sorular soruyordu. Yine bir gün Kaymakamla birlikte gelmişlerdi. Ben de onlara
katılarak Hoca Efendinin evine gittik. Eczacı suallerini sordu. Kendisi de
cevaplar verdi."
Cemal Can'ın anlattığı bu mesele de "Eczacı Efendinin sorduğu suallere cevap" diye, Nur Külliyatında geçmektedir. (Bkz: Mektubat, l2'nci Mektup, s. 4l).