l909'da Barla'da doğdu. Barla'da bulunduğu yıllarda Ankara'nın
istediği üzerine Bediüzzaman'ın resmini çeken zattır.l950'den sonra evi,
Bediüzzaman'ın ikinci menzili olmuştur.
Üstadın Barla'ya
dönüşü
l950 sonrasıydı. Bediüzzaman yirmi beş yıllık bir aradan
sonra Barla'ya dönüyordu. Yalnız bu geliş başka idi. Sürgün olarak değil, kendi
arzusu ve isteği ile geliyordu.
Barla'nan üst tarafından, aşağıya, eski çınar dibindeki
dershanesine doğru inerken, göle nâzır ahşap, büyük köşkün önünde durarak,
kimin olduğunu sormuştu. (Daha sonra Barlalı himmet sahiplerinin ve ev sahibi
H.Enver Tevfik'in gayretiyle mezkûr hane, Bediüzzaman'ın Barla'da ikinci
dershanesi oldu.
Tarihçe-i Hayat'da bulunan fotoğrafın çekiliş hadisesini
H.Enver Tevfik Öztürk şöyle anlatıyor:
"Ankara hükûmeti Bediüzzaman'ın resmini istemişti.
Mevsim kıştı. Sırtına bir yorgan alarak, her zamanki heybetli haliyle makinanın
karşısında durup poz verdi.
"Fotoğrafı çektikten sonra bana 'Vazifeni yaptın.
Artık resim çekme' dedi. Ben de Eğirdir'e gidip, fotoğraf makinasını sattım."
Üstad hatıraya
değer verirdi
H.Enver Tevfik Öztürk Bediüzzaman'la ilgili diğer
hatıralarını da şöyle anlatıyor.
"Bediüzzaman hatıralara, yadigârlara çok ehemmiyet
verirdi. Hafız Mustafa İzmir'den Üstada gömlek göndermişti. Uzun zaman o
gömleği giydi. Eskidikten sonra da, o gömleğin parçalarını, başka bir gömleğe
yama olarak diktirmişti. Bir ara bana da o parçaları göstermişti.
Avcılık yapmamızı
istemiyordu
"Yeniçeşme mevkiinden, avdan geliyordum. Kendisi de
bazan Akçeşme mevkiine giderdi. Orada karşılaştık. Elini öptüm. O gün bir
keklik avlamıştım. Bana hitaben 'Sen bunu eşinden ayırdın, dişisi yalnız kaldı.
Şimdi ağlıyor, sızlıyor' dedi. Avcılık yapmamızı istemiyordu. Ben de vazgeçtim.
***
"O gerçekten büyük bir âlimdi. Merkebe 'işlek' derdi.
Aradan yıllar geçti. Kendisini zaman zaman rüyalarımda görürüm. Bir rüyamda
yeşillikler içinde zikrediyordu.
***
"Eskişehir'de zelzele olduğu sıralardaydı. Emirdağ'a
gittim, kapısını çaldım. Açılmadı. Sonra Kur'ân Kursuna gittim. 'Zübeyir evde yoktur,
kendisi açmaz' dediler. Günlerden de Cuma idi. Pencereyi kaldırınca, karşıda
beni gördü. 'Gel' diye eliyle işaret etti. Yanına gittim, boynuma sarıldı,
kucakladı. Odasının rutubetli olduğunu söyledi. Ben de bizim evin müsait
olduğunu, müdürün çıktığını ve bizim eve buyurmasını söyledim.
"Tebessüm ederek, "Belî, belî... Babanın hatırı
için, Mustafa Çavuş'un hatırı için, gelince oturacağım' dedi.
***
"Yine bir gün yamalı gömleği Hafız Mustafa'nın
akrabalarına gösteriyordu. Nafia Hanımın annesi olan Zehrâ Hanıma yamayı
gösterirken şöyle diyordu: 'Bu parça senin kızının kayınpederinin hediyesi olan
gömleğin parçasıdır.'
***
"Kullandığı bir termosu vardı. Kırılmıştı. Üzüldü.
Canı sıkıldı. 'Fesübhânallah, bunda da vardır bir hikmet' diyordu.
***
"Mübarek Süleyman'ın ona çok hizmeti olmuştu.
Üstadla senli benli konuşurduk
"Sirke ve soğanla yapılan pullu balığı severdi. Zaman zaman bizim valide yapar, ben de götürürdüm. On beş yaşlarında iken Üstadla arkadaş gibi, senli benli konuşurduk. Şimdi olsa, öyle konuşamazdım, korkardım."