İlim, rıfk ve sabır, mü'min muvahhİdlerin en belirgin özel İlklerindendir. Ancak bu
vazgeçilmez ahlâkî özellikleri taşıyanlar, İslâm'ı tebliğ edip, insanlara
iyiliği emr e-der ve kötülükten alıkoyabilir...
"Emr-i bil-ma'ruf ve neh-yi anil-münker"
yapacak kişilerde, bu üç vasfın olgun derecede bulunması, Onun vazifesini
gereğince edâ etmesini sağlar...
İlim, bu vazifesine
yapmadan, rıfk, yani yumuşak huyluluk vazifesi sırasında,
sabır ise, vazifesinin sonucunda kendisine en büyük yardımcı olur... İnsan,
bir şeyin iyi mi, yoksa kötü mü, yani Allah'ın şeriatına, İslâm'a uygun mu,
değil mi; ancak ilim sayesinde bilebilir... İlmini bilen, onu insanlara çok
yumuşak bir tavırla tebliğ eder... İyiyi emr ederken,
kötülüklerden de yine iyilikle vazgeçirmeye çalışır... Nasihat eder, aklını
erdirmeye çalışır ve o işin kötü olduğunu idrak etmesine vesile olur... Böylelikle
onu kötülükten alıkoymuş olur...
İyilik, güzellik, yani
İslâm'a uygun olanı, bir mü'min muvahhidin
şahsiyetine yakışanı inşalara emrederken yine nasihat yolunu kullanır, anlatır
ve insanların şuuruna varmasını sağlar... Böylece insanlar, iyilik ve güzelik, yani İslâm'la amel etmeye başlarlar... İşte bu
çalışmanın her merhalesinde sabır gerektiği gibi, bu çalışmayı sıhhatli bir
Şekilde sürdürmek ve güzel, hayırlı sonuca ermek için sabretmek, yani direnmek
ve tüm imkânlarım yerinde kullanmak gerekli... Bütün amellerimiz Allah için ve
Allah'ın rızasına uygun olmalı... Halis ve doğru olmalıdır... Halislik ve
doğruluk beraber olmalıdır... Niyetin halis olması ve a-melin
doğru olmaması ne kadar çirkin ve abes ise, niyetin halis olmaması ve amelin
doğru olması da o kadar çirkin ve abestir... Hatta günah ve aynı zamanda suçtur
da!... iyi niyet, kötü ameli engelemediği ve
iyileştiremediği gibi, kötü niyet de, iyi amelin işlenmesinden dolayı sevab elde ettirmez... Niyet de iyi olmalı, amel de...
Niyet ve amel uygunluğu gerektiği gibi, her ikisi de İslâm'a uygun olmalıdır...
Allah'ın dinine aykırı olmaları, hoş görülecek bir durum değildir...
Genelde insanlık
âleminin sıhhat ve selameti için, ö-zelde İslâm
milletinin hayır üzere olması ve mutluluğu i-çin, mü'min muvahhidler tarafından
iyiliğin, yani İslâm'a uygun olanının tüm insanlara emr
edilmesi, kötülükten, yani İslâm'a aykırı olan küfür, şirk, nifak, fısk, fücur, günah ve zulümden alıkonulması gerekil...
Böyle yapılması
gerekir, amma nasıl ve ne şekilde gerçekleştirmeli?.. Bu durumda da, her
durumda kendisine uymak mecburiyetinde olduğumuz Rasulullah
(s.a.s.)'e uyacağız... Emr-i bil-ma'rufu,
Ö'nun yaptığı gibi yapacak, nehyi
anilmünkeri O'nun alıkoyduğu gibi alıkoyacağız...
Her halimizde örneğimiz
ve Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)'dir.
Rabbimiz Allah Teâlâ (c.c.) şöyle buyurur: "O (Peygamber), Onlara ma'rufu (iyiliği) emrediyor, münkeri
(kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helâl, murdar şeyleri haram kılıyor. Ve
onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor, O'na inananlar,
destek olup savunanlar, yardım edenler ve O'nunla
birlikte indirilen nuru izleyenler, işte kurtuluşa erenler bunlardır." [1]
İyiliği emretmek ve
kötülüğü nehyetmek demek, helâl kılınmış olanları
emretmek ve haram kılınmış olanları da yasaklamak demektir... Helâl ve haram
sınırlarını da, ancak Rabbimiz Alİah belirier, sonra Allah'ın verdiği yetki ile Rasulullah (s.a.s.), bu sınırları belirlemeye yetkilidir...
[2]
İyiliği emredip
kötülüğü yasaklayan Rasulullah (s.a.s.)'irı ümmeti de, aynı vazife ile vazifelendirilmiştir... ]3u
ümmet, insanların içinden süzülerek ve insanlara örnek olsun diye
çıkarılmıştır!...
Rabbimiz Allah, şöyle
buyurur: "Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz, ma'rufu (iyi ve İslâm'a uygun) olanı emreder, münker (kötü) olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz. [3]
Tam manâsıyla Allah'a
iman etmenin bir gereği de, Allah ve Rasulullah
(s.a.s.)'in emrettiklerini insanlara emretmek ve yasakladıklarını da
yasaklamaktır... Hayırlı ümmetin vasfı budur...
"Mü'min erkekler ve mü'mîn
kadınlar, birbiriIerinin velileridirler. İyiliği
emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve
Allah'a ve Ra-sulü'ne itaat
ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şübhesiz Alİah, üstün ve
güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.[4]
Birbirilerinin
velileri, yardımcıları olan Mü'min mu-vahhidler, kadın olsun, erkek olsun, ayet-i kerimede geçen
vazifelerini yerine getirmekle mükelleftirler;
1) İyiliği
emreder, kötülükten sakındırırlar.
2) Namazı
dosdoğru kılar, zekatı verirler.
3) Allah ve Rasulü'ne itaat ederler.
Allah'ın affettiği ve
kendilerine rahmet ettiği sadık ve salih kulları,
bunlardır.
Ve yine bu mü'min muvahhidlerin hallerini
beyan e-derken şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
"Ey iman edenler,
Allah'dan nasıl korkup sakınmak gerekiyorsa öylece
korkup sakının ve siz, ancak müs-lüman
olmaktan başak (bir din ve tutum üzerinde) Ölmeyin.
Allah'ın ipine hepiniz
sımsıkı yapışın, dağılıp ayrılmayın. Ve.Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini
hatırlayın: Hani siz, düşmanlar idiniz, O, kainlerinizin arasını uzlaş-tınp ısındırdı ve siz, O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız.
Yine siz tam ateş çukurunun kıyısındayken o-radan
sizi kurtardı, umulur ki, hidayete erersiniz diye. Allah size ayetlerini işte
böyle açıklar.
Sizden, hayra çağıran,
iyiliği (ma'rufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa
erenler, işte bunlardır.
Kendilerine apaçık
belgeler geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi
olmayın. İşte onlar için büyük bir azab vardır. [5]
Ayet-i kerimelerdeki hitablara dikkat edilecek olursa, hep ümmete hitap
edilmektedir... iyiliği emr, kötülükten alıkoymak
vazifesini ümmet bütünüyle üstlenmedikçe, bu vazife hakkıyla yerine getirilmez...
Zaten Rabbimiz Allah:
"Sizden, hayra
çağıran, iyiliği (ma'rufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun." diye
emrederken, ümmetin kendi içinde böyle bir müesseseyi oluşturmasının ümmetin
boynuna bir borç olduğu ortaya çıkıyor... Daru'İ-İslâm'da
(Halifeli İslâm toplumunda) böyle bir müessese, yani Hisbe
teşkilatı, İslâm Devleti tarafından teşekkül edilir... Bu, kifaye
hükmündedir. Halifenin izni ve emriyle bu müessese teşekkül edilince, diğer mü'min müstumanlardan bu
yükümlülük kalkmış olur. Daru'I-Harb'de,
bu müesseseyi oluşturacak İslâm Devleti olmayınca, bu müessesenin oluşumu, tüm
ümmetin boynuna edası ertelenemez bir borçtur... Zikredilen bu ayetlerde,
"Emr-i biima'ruf ve nehyi aniimünker"
müessesesini oluşturacak ve devam ettirecek şahsiyetlerin üzerinde bulunması
gerekli olan vasıflar da beyan edilmiştir:
1) Gereği
şekilde iman edenler.
2) Gerçek
takva sahibi olanlar.
3) Müslüman
olarak yaşayan, müslüman olarak ölen ve müslüman adından başka ad kabul etmeyenler.
4) Allah'ın
ipine (Kur'ân-ı Kerim'e) sımsıkı yapışanlar,
dağılmayan ve parçalanmayanlar.
5) Bütün
meselelerini, kendilerine gelen ilâhî belgelere (Kitab
ve Sünnet'e) göre hâl edenler ve anlaşmazlığa düşmeyenler.
Bu şartlarda oluşan,
ümmetin bütünü veya ümmeten bir cemaat, "İyiliği
emr ve kötülükten men'etme"
vazifesini alır ve hakkıyla yerine getirir. Kendi hayatını da, ona göre
düzenler ve diğer insanlara en iyi örnek olmaya gayret eder...
Lokman (a.s.), oğluna
nasihat ederken şöyle diyorc'u:
"Ey oğlum,
dosdoğru namaz kıl, ma'ruf olanı emret, münker olandan sakındır ve sana isabet eden (musibetlere
karşı sabret. Çünkü bunlar, azmedilmesi gereken işlerdendir.[6]
İman edip namaz
kılmak, iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak, elbette büyük sabır
işidir... iman etmekte, tahkiki imana sahib olmada
ve imanını korumada sabır... Namaz kılmada, bu ibadeti şartlarına dikkat ederek
edâ etmede ve devamlı olmada sabır... İyiliği emrederken ve kötülükten
alıkoymağa çalışırken sabır etmek konusunda sabır... Allah'ın izniyle böyle
ciddî bir direnç göstermek, elbette azmedilmesi gerekli olan işlerdendir...
Mü'min muvahhidler, iyiliği
emredecekler elbette! Acaba iyilik nedir?... Bunu da, Rabbimizin bizim hidayetimiz
için beyan buyurduğu ayetlerine müracaat edip öğrenmemiz gerekir...
"Gerçek iyilik (Birr), yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz
değildir. Asıl iyilik (Birr), o kimsenin iyiliğidir
ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitablara, peygamberlere inanır. Allah rızası için
yakınlarına, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk
altında bulunan köle ve esirlere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekat
verir. Andlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine
getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar,
bu vasıfları taşıyanlardır. Müttaküer ancak onlardır. [7]
İyilik:
1) Gerçek
İman,
2) Salih
amel,
3) Allah
yolunda infak olduğu, bu ayeti-i kerimeden apaçık anlaşılmaktadır. Mü'min muvahhidler, bunları, önce
kendi nefslerine emredecek, yapmaya gayret
gösterecek, sonra diğer insanlara emredici konuma gelecek ve yaptırmaya gayret
edecektir....
Münker, yani kötülük ise, genel mânâda şu şekilde özetlenebüinir:
1)
İmansızlık (Küfretme ve şirk koşma)
2)
Ahlaksızlık ve haramlar ile iştigal
3) Malı
israf etmek ve haram yolda kullanmak.
Bu istenmeyen
durumlardan, Önce kendi nefsini alıkoymak, sonra da diğer insanlara yönelmek
gerekir... Bu çalışmayı gerçekleştirirken de, devamlı ve sabırlı olmak başannm şartlarındandır...
Mü'min muvahhid, iyilik üzere ve
kötülüklerden kaçınmak suretiyle hayatına devam ederken, yakın çevreden
başlamak kaydıyla tüm dünyada bu durumun gerçekleşmesi için üzerine düşen ferdî
ve toplumsal vazifelerini yerine getirmeye tüm gayretiyle azmeder... Yoksa,
"ben kendimi düzeltmekle mükellefim, el-âlemden bana ne!" dememeli,
böyle "boş verdici" bir hataya düşmemelidir...
Bir çokları, "Emr-i bilma'ruf ve nehy-i anilmünker"
vazifesinden kaçmak için yanlış yorumladıkları şu ayet-i kerimeyi okur
dururlar:
"Ey iman edenler,
üzerinizdeki (yükümlülük) kendi nefîslerinizdir. Siz, doğru yola erişirseniz
(doğru yolda olursanız), sapan size zarar vermez. Tümünüzün dönüşü Allah'adır.
O, size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.[8]
Bu ayet-i kerime nasıl
anlaşılmalıdır?.. Kişi, kendisinin dışındaki olan hiç bir şeyle uğraşmayıp
sadece kendi nefsini ıslah etmekle mi meşgul olmalıdır?.. Yine aynı zihniyetin
yanlış değerlendirdiği "büyük cihad"la mı
uğraşmalı, yoksa "büyük ve küçük cihadı" beraberce mi
götürmelidir?..
Bu ayet, nasıl
anlaşılmalıdır?.. Sorusunun cevabını, Rasulullah
(s.a.s.) en yakın arkadaşı ve dostu İmamımız Ebu Bekr-i Sıddık (r.a)'tan
dinleyelim. İmam Ebu Bekir (r.a.) konuyu açıkladıktan
sonra, hiç bir mü'min muvâh-hidin söyleyeceği bir sözü kalmaz... Bununla beraber,
"ben de müslümanım" diyen hiç kimsenin de
itiraz edecek btr durumu olmamalı...
İmam Ebu Bekir (r.a), (bir gün) Allah'a hamd
ve sena ettikten sonra şöyıe demiştir:
Ey insanlar, siz:
"Ey iman edenler
üzerinizdeki (yükümlülük) kendi nefıslerİnizdir. Siz,
doğru yola erişir iseniz sapan size zarar vermez.[9]
ayetini okuyorsunuz, (ve hükmün genelliğini sanarak, iyiliği emretmeyi ve
fenalığı men'etmeyi bırakıyorsunuz.) Halbuki, biz, Rasulullah (s.a.s.)'den şu buyruğu muhakkak işittik:
"Şübhesiz insanlar, kötü bir şeyi görüp de men'etme-dikleri zaman, Allah'ın onlara umumî bir ceza vermesi
çabuklaşır (veya yakınlaşır.)" [10]
Mü'minlerin annesi Aişe (r.anha)'dan rivayet edildiğine göre Rasulullah
(s.a.s.) şöyle buyurur:
"Sizin (halkı
hidayete) davet edip de çağırınıza icabet (veya
sizin dua edip de kabul) edilmeme durumu olmadan önce (insanlara), iyi şeyleri
emrediniz ve fena şeyleri men'ediniz." [11]
Ve Huzeyfe
b. el-Yeman (r.a.)'m rivayetiyle önderimiz Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Nefsim Yed-i
kudretinde (yani bütün benliğime hakim) olan Zat'a yemin ederim ki, (Şer'an) doğru bilineni kuvvetle emredecek ve kötü bilineni
şiddetle men'edeceksiniz veya Allah'ın taraf-i
ilâhîsinden size bir ceza göndermesi muhtemeldir. Bu durumda siz, O'na dua
edeceksiniz ve O, sizin duanızı kabul etmeyecektir!" [12]
Zikredilen bu üç
hadisten ve anlaşıldığı gibi, mü'min müslümanlar, sadece kendi nefsini ıslahla yetinmeyecek,
elinden geldiği kadar tüm imkânlarını kullanarak çevresinin de ıslah olmasına,
kötülüğün giderilip yerine iyiliklerin ikamesine gayret edecektir. "Büyük
Cihad" da budur, "Küçük Cihad"
da budur... Birbirinden ayrılmazlar. "Büyük Cihadı" terk eden
"Küçük Cihad"da yenileceği gibi "Küçük
Cihad"ı terk edenler, "Büyük Cihad"ı yapamaz, her ikisinde de mağlup olmuş ve
zillet içine düşmüş olur!..
"Emr-i bilma'ruf ve nehy-i anilmünker" yaparken,
Allah'dan başka hiç bir şeyden korkmamalı ve iyiliği
yerinde emretmek, kötülüğü yerinde men'etmek,
konusunda çok hassas ve ciddî olmalıyız... Mü'min muvahhidin vasfının bu olduğunu bilmeli ve bu tavrımızı
net ortaya koymalıyız.
Ebu Said (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur önderimiz Rasulullah
(s.a.s.):
"Herhangi biriniz
kendi nefsini küçümsemesin."
Sahabîler:
Birimizin kendi
nefsini küçümsemesi naşı olur?, diye sordular.
Rasululiah (s.a.s.):
"Biriniz öyle bir
şey görür ki, onunla ilgili söz söylemesi, Allah'ın onun üzerinde bir
hakkıdır. Fakat o konuda bir şey söylemez, (yani insanlardan korkarak susmakla
nefsini küçümsemiş olur.)
Sonra Kıyamet günü
Allah (Azze ve Celle), Ona:
Şöyle ve böyle olan
şey hakkında söz söylemekten seni men'eden ne idi?,
diye soracaktır.
Oda:
İnsanlar Korkusu!,
diye cevap verecektir.
Ve Allah:
Sen (insanlardan
değil), öncelikle Benden korkmalıydın, buyuracaktır.[13]
Ve Rabbimiz Allah
(c.c.) buyurur: "Şübhesiz şu şeytan, kendi
dostlarını korkutur. Eğer mü'minler iseniz, onlardan
korkmayın, Benden korkun. [14]
"...Öyleyse insanlardan
korkmayın, Benden korkun... [15]
Eğer bu korkusuzluk,
yani Allah'dan başka hiç bir şeyden korkmamak şecaat
ve cesaret, mü'min muvah-hidlerin her zerresine işlemezse, ne Allah yolunda cihad edebilir, ne şehidliği göze
alabilir ve ne de "emr-i bilma'ruf
ve nehy-i anilmünker"i
yapabilir...
Ebu Said el-Hudrî
(r.a.) şunu rivayet eder:
Rasulullah (s.a.s.), kalkıp bir hutbe irad
etmiş ve hutbesinde buyurduğu emirlerinden biri de:
"Bilmiş olunuz
ki, sakın halkın korkusu, herhangi bir adamı, hakki bildiği zaman onu
söylemekten kesinlikle alıkoymasın." buyruğudur.
Ravî, demiştir ki, sonra Ebu Said el-Hudrî (r.a.) ağladı ve
şöyle dedi:
Allah'a yemin ederim
ki, biz muhakkak bazı şeyleri gördük ve korktuk (söylemedik) [16]
Cerir (b. Abdullah el-Becelî,
r.a.)'dan rivayet edildiğine göre Rasulullah
(s.a.s.) şöyle buyurur:
"Hiç bir kavim
yoktur ki, içlerinde günah işlenir, onlar,
günah işleyenlerden daha
güçlü (fenalıklardan) caydırıcı
üstünlüğe sahib olduğu halde (günahları) engellemez
de Alİah, onların tümünü cezalandırmaz, (yani Allah,
suçluları ve onlara manî olmayanların tümünü cezalandırır.)" [17]
Hakikat bu iken,
yetmiş küsur yıldır, İslâm'ı terk etmiş, ayrıca İslâm'ın uygulamasını
yasaklamış ve İslâm'ı hayatın her alanından çekip almış, yani yönetimden, ekonomiden,
hukuktan ve sosyal meselelerden uzaklaştirmış gayr-i İslâmî bir devletin ve yine gayr-i İslâmî
hükümetlerin esareti altında yaşayan mü'min müslümanların durumu nedir?.. Acaba Allah'dan
başka şeylerden mi korkuyorlar?.. Acaba gayr-i îslâmî,
yani tağutî devletin ve yine gayr-i İslâmî ve tağutî hükümetlerin
korkusu mu onları sindirmiş?.. Acaba polis korkusu, işkence korkusu, hapishane
korkusu, zindan korkusu, evlerine baskın düzenlenme korkusu, mahkeme korkusu,
jandarma ve bekçi korkusu mu kendilerine düşüncesiz, elsiz ve dilsiz hale getirmiş?..
Acaba sayıları mı çok azdır?..
Halbuki, şu inkâr
edilemez bir gerçektir ki, "ben de müslümanım"
diyenler azınlıkta olmadıkları gibi, halkın çoğunluğunu oluşturmaktadırlar...
Hatta gayr-i İslâmî ve tuğutî
devleti, vergileriyle, askerlik yapmalarıyla ve hayatım devam etmesine kolaylık
sağlamaiarıyla, "ben de müslümanım"
iddiasında bulunanlar desteklemektedir... Zulüm ve şirk üzerine kurulmuş gayr-i
İslâmî ve tağutî
hükümetleri, "ben de müslümanım" diyenler
seçmekte, kanun koyma ve yürütme hakkım onlara devredip kendilerine itaat
etmektedirler!...
Mensubu olduklarını
iddia ettikleri İslâm Dini, kendilerine her türlü küfür, şirk, nifak, irtidad, fısk ve fücur
iktidarlara karşı çıkmayı, onlarla Allah yolunda savaşmayı, bu fitneyi
yeryüzünden kaldırıncaya kadar savaşı sürdürmelerini, yeryüzüne Allah'ın dinini
hakim kılmalarını ve ilâhî adaleti yerleştirmelerini emrediyor... "Biz de müslümaniz" diyenler, Allah ve Rasulullah
(s.a.s.)'in bu emirlerini yerine getireceklerine, Allah ve Rasulullah
(s.a.s.) düşmanlarını destekleyip iktidara getirmekte ve emirlerine itaat
etmektedirler... Böylece yeryüzünü ifsad edenlere
ortak olmaktadırlar... Bu müfsidler, katliâmları ve müstaz'aflara uyguladıkları işkencelerin, zulümlerin gücünü
ve desteğini kendilerine taraftar olan bu, "biz de müslümanız"
diyen şuursuzlaştırılanlardan almaktadırlar...
îslâm'ı yasaklama suçuna ortak olanlar ve mü'mİn
muvahhidlere yapılan zulmün destekçileri, yine
kendisini İslâm'a nisbet eden ve müslüman
olduklarını söyleyenlerdir...
İşgal altındaki İslâm
topraklarına egemen olan müs-tekbir tağutî hükümetlerin, işledikleri küfr,
şirk, zulüm ve her türlü haram fiillere, yani zinanın yaptırılması, kumarın
oynatılması, içkinin içirilmesi, faizin ticeretin
vazgeçilmez bir unsuru olması, her türlü hırsızlığın işlenmesinin ortağıdır
onlara destek verenler... Hem onlara destek verecek, kalî
ve fiilî dualarıyla yardımcı olacak, hem de ezan okuyup da camileri
dolduracaklar!... Ne kadar korkunç bir çelişki!..
Bir büyük şehrin, bir
büyük camiinde cuma va'zında memleketin en tanınmış
ve bir devre tağutî düzenin "Çağdaş Daru'n-Nedvesi"nde milleti
temsil eden eski milletvekili olan bir vaiz, şu sözleri söylüyor otuz beş yıllık
camiye dolup dolup boşalan topluluğa:
Otuzbeş yıldır bu kürsüden sizlere, zina haramdır
yaklaşmayın, içki haramdır içmeyin, faiz haramdır yemeyin dedikçe, zina, içki
ve faiz arttıkça arttı.!..
Hem kendisi, hem de
otuz beş yıldır kendisini dinleyenler, zinayı serbest yaptıran, hata bir
ticaret olarak kabul edip vergiye bağlayan, [18] içki
üreten Tekel Bakanlığına sahib ve faizi ekonominin
vazgeçilmez bir unsuru sayan ve koruyan bir gayri İslâmı
devletin ve hükümetin destekleyicileri, yardım edicileri olduklarının farkında
değiller mi acaba?!.. Vaiz, gayr-i îslâmî bir
devletin 657 sayılı "Devlet Memurları Kanunu"na tabi ve maaşlı bir
memuru iken, dinleyenlerin bir çoklarının gayr-i İslâmî
devletin anayasasını ve anayasa gereği kurulup icraya devam eden hükümleri
kabul edenler olduğu apaçık iken ve bu haramları işlesinler diye hükümetleri
kendilerine vekil kılmış iken, vaizin sarfettiği bu
sözler ne oluyor?!..
Bu gayr-i İslâmî anlayışın tamamen değişmesi lazımdır... Kur'ân'a ve Sünnet'e göre iman etmeli, ibadet işlemeli,
düşünmeli ve fiilîyata dökmeliyizL.
Ya bu gayr-i İslâmî, tağutî ve zulme dayalı gidişata dur demeli, ya da hep beraber batmak an meselesi olduğunun farkına
varılmalı... Çünkü bu geminin kaptan köşkünde her ne kadar tağutî
ve gayr-i İslâmî zihniyete bağlı olanlar iktidar
koltuğunda oturuyorlarsa da, bu gemide biz mü'min muvahhid müslümanlar da varız. Ve
vazifemiz:
"(Yeryüzünde)
fitne kalmaymcaya ve din (yalnız) Allah'ın oluncaya
kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına
karşı düşmanlık yoktur. [19] ayet-i kerimesiyle Rabimiz Allah (c.c.) tarafından beyan buyrulup
emr edilmiştir!..
Bu sosyal Sünneti, Numan b. Beşir (r.a.)'ın rivaye-tiyle
önderimiz Rasulullah (s.a.s.), şöyle beyan buyurur.
"Allah'ın
sınırları hususunda gösteriş yapıp onları zayi eden ve onları, içine düşen
kimselerin benzeri, şu topluluğun benzeri gibidir. Onlar, bir gemi üzerine kura
attılar. Neticede bazıları geminin aşağı katında, diğer bazıları da geminin
yüksek katında oldular.
Geminin alt katındaki
suya, üst kattakilerin üzerinden geçiyorladı.
Üstekiler, onların bu gidiş-gelişleriyle e-ziyet
duyuyorlardı. Derken su getirenlerden biri, bir balta aldı da geminin aşağısını
delmeye başladı.
Gemidekiler, onun
yanına gelip:
Sen, ne yapıyorsun?,
dediler. Oda:
Sizler, benim yüzümden
eziyettesiniz. Benim için de, sudan ayrı kalmak kaabil
değil, dedi.
İşte bu durumda, eğer
o gemidekiler, bu kişinin elleri üzerinde yakalar da, onu men'ederlerse,
hem onu kurtarmış olurlar, hem de kendilerini kurtarırlar. Eğer onu, serbest
bıraksalardı, hem onu helak etmiş, hem de kendilerini helak etmiş
olurlardı." [20]
Ve Ebu
Said (el-Hudrî, r.a.)'ın rivayetiyle önderimiz Rasulullah
(s.a.s.) şöyle buyurur:
"Sizden, herhangi
biriniz bir kötülük görürse, onu hemen eliyle değiştirsin. Eğer buna gücü
yetmiyorsa diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin (buğz etsin, kin duysun). İmanın en zayıfı da budur! [21]
Allah'a, gerek
küfrederek ve şirk koşarak isyan etmiş olsunlar, gerekse fısk
ve fucûr, yani günah işleyerek isyan etmiş olsunlar,
isyankârları ve işledikleri kötülükleri gördüğümüz zaman tüm gücümüzü
kullanarak karşı çıkmalı
ve onun tesir alanını
yok etmeliyiz... Buna gücümüz yetmediği takdirde, onların kötülüklerini ve
işledikleri zulümleri apaçık bir şekilde müstaz'af
insanlara anlatmalı, onların uyanmalarına vesile olmalıyız. Böylece o isyankârların
kuvvet aldığı desteklerini ortadan kaldırıp onları güçsüz bırakmalıyız... Buna
da gücümüz yetmiyorsa, güç ve kuvvet elde edinceye kadar, en azından o müstekbir müşriklere, o kâfir zalimlere veya o fasık ve facirlere karşı
içimizde kin besleyecek, onlardan ve yaptıkları kötülüklerden nefret
edeceğiz!.[22] İşte bu, imanın en zayıf
derecesidir. Yani kalblerinde zerre kadar da olsa iman
bulunanlar, yeryüzünün müstekbirlerine, tağutlarma ve gayr-i İslâmî
düzenlerine, devletlerine ve hükümetlerine karşı kin duymalı, buğz edip nefretini ortaya koymalıdır.... Böyle davranmayıp
müstekbir tağutlara, gayr-i
İslâmî iktidarlara yardımcı olur, onlara destek
verir ve yaşamaları sağlayacak olurlarsa, kendilerinden iman tamamiyle yok olmuş, artık onların imanlı olmalarından söz
edilmez...
Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'ın rivayetiyle
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur.
"Benden önce
Allah'ın hiç bir ümmete gönderdiği peygamber yoktur ki, o peygamberin,
ümmetinden havarileri ve Sünnetine tabi olan, emrine uyan ashabı olmasın.
Kıssa şu ki, sonra
onların ardından yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıkları
şeyleri yapan bir takım kötü nesiller meydana çıkar.
İşte kim, bunlara
karşı eliyle mücadele ederse o, mü'mindir. Kim,
onlara karşı diliyle mücadele ederse, o, mü'mindir.
Kim, onlara karşı kalbiyle mücadele ederse o, mü'mindir.
Amma bunun ötesinde, imandan bir hardal tanesi de yoktur." [23]
"Yapmadıkları
şeyleri söyleyen ve emrolunmadıkları şeyleri yapan,
" yeryüzünü ifsad eden kötülük odaklarına karşı,
elimiz, dilimiz ve kalbimizle, tüm imkânları seferber ederek karşı koymamız
imanımızın ve müslüman insanımızın, hatta bütün
insanlığın sağlık, selamet ve kurtuluşudur!..
Cabir (r.a.)'ın rivayetiyle
önderimiz Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Kıyamet günü
Allah katında şehidlerin efendisi, Abdulmuttalib oğlu Hamza ile
zalim bir idareciye, ayağa kalkarak ona iyiliği emredip kötülüklerden sakındıran
ve bu yüzden o idarecinin öldürdüğü kimsedir. [24]
İster müslüman olsun, ister müşrik olsun yeryüzünde iktidarda
bulunduğunda zulüm işleyen hiç bir hükümete karşı suskun davranamaz mü'min müslümanlar!..
Müşrik iktidarların
hem şirklerine, hem de zulümlerine karşı mücadele eder ve onun tesirini yok
etmek için Alİah yolunda savaşır müslüman.
Zulüm ile idare eden zalim ve fasık hükümetlere karşı
da susmaz mü'min müslüman...
O, müslüman oldukları halde zulüm ile idare edenlere
karşı kıyam eder, onların zulmünü giderip yerine İslâm'ın adaletini
yerleştirmeye çalışır... Çünkü mü'min
Bir mü'min muvahhid buna, asla rıza
göstermediği gibi, bütün imkânlarıyla bu zulmün giderilmesine çalışır...
Bu uğurda şehid
olursa, hadiste beyan edildiği üzere şehidlerin efendisi Hz. Hamza (r.a.)'ın arkadaşı olur.
Rabbimiz Alİah (c.c.) bizleri uyarıyor: "Ey iman
edenler, yapamayacağınız şeyi neden söylersiniz?
Yapmayacağınız şeyi söyiemeniz, Allah katında bir gazab
(konusu olması) bakımından (büyüdükçe) büyüdü (büyük suç teşkil etti)." [25]
Mü'min muvahhid, kendisine düşen
ve gücü nisbetinde olan vazifelerine devam etmeii, diğer insanlara, iyiliği emrederken veya kötülükden men'ederken kendisini
unutmamalıdır...
Bu konuda Rabbimiz
Allah (c.c.) şunları buyurur: "Ey İsrail oğulları, size bağışladığım
nimetimi anın ve ahdime bağlı kalın ki, Ben de ahdinize bağlı kalayım. Ve
yalnızca Benden korkun.
Yanınızda olan
(Tevrat)'i doğrulayıcı olaraka indirdiğime (Kur'ân'a) iman edin. Onun inkar edenlerin ilki siz olmayın
ve ayetlerimi az bir değer karşılığında değişmeyin (satmayın) ve yalnızca
Benden korkun.
Hakkı, batıl ile
örtmeyin ve sizce de bilinirken hakkı gizlemeyin.
Namazı dosdoğru kılın
ve zekatı verin ve rükû e-denlerie siz de rükû edin.
Siz, insanlara iyiliği
emrediyorken, kendinizi mi u-nutuyorsunuz? Oysa siz,
kitabı okumaktasınız. Yine de akıllanmıyacak mısınız?
Sabır ve namazla
yardım dileyin. Bu, şübhesiz, içi saygıyla
ürperenlerin dışında kalanlar için bir ağırlıktır.[26]
Diğer insanlara
iyiliği emrederken, kendisi yapmayanın ve kötülükten alıkor
iken kendisi kötülük işleyenlerin cezası için, Usame
b. Zeyd (r.a.)'ın
rivâyetiyle Rasu-lullah
(s.a.s.) şöyle buyurur:
"Kıyamet gününde
bir kişi getirilir, cehennemin içine atılır da, cehennemde onun barsakları derhal kamından dışarı çıkar. Sonra o kişi, (barsakları etrafında) değirmen eşeğinin değirmende dönüşü
gibi döner.
Bunun üzerine cehennem
ahalisi, o kişinin başına
toplanırlar da:
Ey fulan,
senin halin nedir? Sen, bize (dünyada) i-yilikle emreden ve
bizleri kötülükten nehyeden değil miydin? derler.
Oda:
(Evet) ben, size
iyilikle emrederdim, fakat onu kendim
yapmazdım. Yine ben,
sizleri kötülükten nehyederdim de onu, kendim işlerdim, diye cevap verir. [27]
Rasulullah (s.a.s.)'in ümmetinden önceki "Ehl-i Kitab"ümmetlerin
halleri bizim için birer ders ve birer ibrettir.
Bundan dolayı Rabbimiz
Allah şöyle buyurur: "Onların çoğunu günahta, düşmanlıkta ve haram yiyicilikte
çabalarına hız kattıklarını görürsün. Yapmakta oldukları ne kötüdür.
Bilgin-yöneticileri (Rabbanîyyun) ve yüksek bilginleri (Ahbar),
onları, günah söylemelerinden ve haram yiyiciliklerinden sakınmalı değiller
miydi? Yapmakta oldukları ne kötüdür.[28]
Ve yine buyurur
Rabbimiz Alİah (c.c):
"İsrailoğullanndan küfredenlere, Davud
ve Meryemoğlu İsâ diliyle lanet edilmiştir. Bu, isyan
etmeleri ve haddi aşmaları nedeniyledir.
Yapmakta oldukları münker (çirkin iş)lerden birbiri-lerini sakındırmıyorlardı. Yapmakta oldukları şey, ne kötü
idi! [29]
Onlardan çoğunun,
küfre sapanlarla dostluklar kurduklarını görürsün. Kendileri için nefislerinin
takdim ettiği şey ne kötüdür. Allah, onlara gazablandi
ve onlar, azabda ebedî kalacaklardır.
Eğer Allah'a,
Peygamber'e ve O'na indirilene iman etselerdi, onları dostlar edinmezlerdi.
Fakat onlardan çoyet
Bu ayetlerin
açıklaması olan şu hadis-i şerif de yerinde hatılatmak
gerek... Ebu Ubeyde (b.
Abdullah b. Mes'ud, r.a.)rm
rivâyetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"İsrailoğulları içine (din bakımından) noksanlık girince
adam, (din) kardeşini günah üzerinde görür ve onu, o günahtan men'ederdi. Sonra ertesi gün olunca (günahkâr) kardeşinin
(bir gün önce) işlediğini gördüğü günah; adamı, o (günahkâr) kardeşiyle beraber
yemek yemesine, beraber içmesine ve onunla sıkı-fıkı olmasına mânı olmazdı. Bunun sonucunda Allah, onların bazılarının kafb-lerini, diğer bazılarının kalblerine karıştırdı. (Yani günah işleyenleri ile onlara
arkadaşlık edenlerin tümünün kMb-İerini
kararttı.) Ve onlar hakkında Kur'ân (ayetleri)
indi."
Sonra Rasul-i Ekrem (onlar, hakkında inen şu ayetle-ri-Mâide, 5/78-81 -okuyarak)
buyurdu ki: (Hadiste ayetler
kaydedilmiştir.).
Ravî Ebu Ubeyde
demiştir ki:
Rasulullah (s.a.s.) bunu buyururken bir tarafa yaslanmış
durumda idi. Sonra doğrulup oturdu ve:
"(Siz müslümanlar,) zalimin kollarından tutup onu (batıldan)
hakka çevirmedikçe hayır (azabtan kurtulamaz ve mazur
sayılmazsınız.) buyurdu.[30]
Allah'ın Nebilerinden Şuayb (a.s.) Kavmine seslenirken şöyle buyurur:
"Dedi ki: Ey
kavmim, görüşünüz nedir, söyler misiniz? Ya ben,
Rabbimden apaçık bir belge üzerinde isem ve O da, beni kendisinden güzel bir rızıkla rızıklandırmış-sa? Ben, size yasakladığım şeylere (kendim sahiblenmek suretiyle) size aykırı düşmek istemiyorum.
Benim istediğim, gücüm oranında yalnızca ıslah etmektir. Benim başarım, ancak
Allah iledir. O'na tevekkül ettim ve O'na içten yönelip dönerim. [31]
İbn Abbas (r.anhuma)'nın rivayetiyle
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Küçüğümüze
şefkat ve büyüğümüze saygı göstermeyen, iyiliği emretmeyen ve kötülüğü nehyetmeyen bizden değildir." [32]
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), hangi durumda bulunursak bulunalım,
bir kötülük gördüğümüz zaman onu e-limiz, dilimiz ve
kalbimizle gidermemizi emretmektedir... Gerçi bazı âlimler, el ile gidermek
İslâm Devletinin vazifesi, dil ile gidermek âlimlerin vazifesi ve kalbiyle buğz etmekse diğer halkın vazifesi olduğunu söylemişlerse,
bundan maksad, toplum içindeki kargaşayı
önlemektir... Yoksa kötülüğü gören mü'mİn muvahhidler, hangi duruma güçleri yeterse, onu hemen
kullanmalıdırlar!..
Ebu Said el-Hudrî
(r.a.)'m rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle
buyurur:
"Yollarda
oturmaktan sakının."
Ashab:
Ya Rasulullah, oturmaktan
başka çaremiz yoktur. Biz, oralarda konuşuyoruz, demişler.
Rasulullah (s.a.s.):
"Oturmaktan başka
bir şey yapmayacaksanız, bari yolun hakkını verin!" duyurmuşlar. Ashab:
Onun hakkı nedir?,
diye sormuşlar. (Rasuİullah, s.a.s.):
"Gözü yummak,
ezayı defetmek, selâmı almak, iyiliği emir, kötülüğü yasaklamaktır."
buyurmuşlar.[33]
Kötülüğü emretmek veya
serbest bırakmak, iyiliği yasakalamak, kâfir ve
müşriklerden daha kötü olan münafıkların değişmez karekteridir...
Yani Allah'ın ve Rasulullah (s.a.s.)'in yasakladığı,
haram kıldığını serbest bırakan, insanları olara teşvik edip koruyuculuğunu
yapan, Allah ve Rasulü'nün helal kıldığı, yani
serbest bıraktığnı yasaklayanlar, kim olursa olsun
Allah'a karşı isyan bayrağını açmıştır...
Rabbimiz şöyle
buyurur:
"(Sizden
olduklarına dair yemin eden) münafık erkekler ve münafık kadınlar, (sizden
değil), birbirilerin-dendir. Çünkü onlar, kötülüğü emreder, iyilikten alıkorlar. (Siz ise, iyiliği emreder, kötülükten
akkorsunuz.) Ve onlar, ellerini sıkı tutarlar (Allah için harcamak hususunda
cimrilik gösterirler). Allah'ı unuttular, Allah da onları unuttu. Çünkü
münafıklar, fasıkların kendileridir.[34]
Ve mü'min
muvahhid müslürnanların en
belirgin Özelliğini, Rabbimiz Allah şöyle beyan eder:
"Onlar ki, yeryüznde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak,
dosdoğru namazı kılar, zekatı verirler, ma'rufu
emrederler, münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin
sonu Allah'a aiddir.
[35]
Mü'min muvahhidlerin en belirgin
özelliğidir, gerçek iman, salih amel, iyiliğin emri
ve kötülüğün nehyi... Zaten bu vazife, ümmet
tarafından dosdoğru bir şekilde, tüm engellere rağmen gerçekleşecek olursa[36]bu,
kurtuluşun müjdesidir!...
Bu konuda, şu hadisi
de kaydedelim.
A (b.EbuTalib(r.a.))'dan
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
"Allah, Ebu Bekir'i esirgesin! Kızını benimle evlendirdi, beni
hicret yurduna (Medine'ye) taşıdı ve kendi malından Bilal'ı azad
etti.[37]
[1] A'raf, 7/157.
[2] Bkz.Ahzâb,
33/36.
El-Mıkdam
b. Ma'dİyekrib (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir
ki, Rasu-iullah (s.a.s.)
şöyle buyurdu:
"Dikkat! Kendisine
benden bir hadis ulaşacak ve koltuğuna gerilmiş °'duğu
halde:
Bizimle, sizin aranızda
Allah'ın Kitabı vardır. Bu Kitab'ta neyi helâl
ulursak, onu helâl kabul eder ve neyi haram bulursak, onu haram kılarız!, dıvecek olan bir adam çıkar mı?
Oysa Allah'ın Peygamberinin haram kıldığı şey, 'Alİah
tarafından ha- kılman şey gibidir." (Sünen-i Tirmizî,
Kitabu'l -İlm, B.10, Hds.
[3] Âl-iîmrân, 3/110.
[4] Tevbe.9/71.
[5] ÂMİmrân, 3/102-105.
[6] Lokman, 31/17.
[7] Bakara, 2/177.
[8] Mâide, 5/105.
[9] Mâide, 5/105
[10] Sünen-i ibn Mace, Kitabu'I-Fiten, B.20, Hds. 4005. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'I-Fiten, B.8, Hds. 2257. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Melahim, B.17, Hds. 4338.
[11] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B.20 Hds. 4004.
[12] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Fiten, B.9, Hds. 2259.
[13] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B.20, Hds. 4008.
[14] ÂM İmrân, 3/175
[15] Mâide, 5/44.
[16] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B.20, Hds. 4007.
[17] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B.20, Hds. 4009. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Melahim, B.17, Hds. 4339.
[18] Zina, yargıtayca kâr getiren
ticaret sektörü olarak kabul edilmiş ve vergilendirilmiştir.
Bkz. Yargıtay, 5.C. D. 11 Şubat 1948 Tarih, Esas No 298,
Karar No 422. (Melahat Aktaş,
İslam Toplumunda ve Çağımızda Kadın, İst, 1985, 5. Baskı, Sh.152,
98. Dipnot)
[19] Bakara, 2/193. Enföl, 8/39.
[20] Sahih-i Buhârî, Kitabu'ş-Şehadat, B.31, Hdl. 48. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Fiten, B.l 1, Hds. 22^4.
[21] Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B.20, Hds. 78. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Fiten, B.10, Hds. 2263. Sünen-i Neseî,
Kitabu'1-İman, B.17, Hds. 4975-4976. Sünen-i tbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B.20, Hds. 4013. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'i-Melahinı, B.17, Hds. 4340.
[22] İbn Mes'ud
(r.a.)'in rivayetiyle Rasuluilah (s.a.s.) şöyle
buyurur: "Allah'a isyan bayrağını açanlara kalben kızmakla Alİah!a yaklaşmaya Çalışınız. Onları asık yüzle
karşılayınız. Onlara kızmakla, Allah'ın hoşnutluğunu arayınız. Onlardan
uzaklaşmakla Allah'a yaklaşmaya çalışınız." İbn
Şahin'in Efrad'ından İmam Suyutî, Camiü's-
Sağir, Hds. 3351. Camİu's-Sağir Muhtasarı, Tercüme ve Şerhi, çev.
İsmail Mutlu, Vdğ. İst. l996, c. 2, Sh. 230-231, Hds. 1799.
Aclunî, Keşfu'1-Hafa, C.l, Sh.313, Hds.1008.
[23] Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B.20, Hds. 80.
[24] Hakim'in Müstedrek'inden,
İmam Suyutî, Camiu's-Sağir Muhtasarı..., C.2, Sh.
476, Hds. 2380.
İmam Hafız El-Munzİrî, Hadislerle İslâm, Terğib ve Terhib, çev. A. Muhtar Büyükçmar, vdğ. İst.1985, C.4, Sh.5O6, Hds.8.
[25] Saff, 61/2-3.
[26] Bakara, 2/40-45.
[27] Sahih-i Buhârî, Kitaba
Bedi'1-Halk, B.10, Hds. 76 Sahih-i Müslim, Kitabu'z-Zühd ve'r-Rekaik, B.7, Hds. 51.
[28] Mâide, 5/62-63.
[29] Mâide, 5/78-81.
[30] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B.20, Hds. 4006. Sünen-i Tirmizî, Kitabu't-Tefsiru'l-Kur'ân, B.6. Hds. 3238. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Melahim, B.17, Hds. 4336.
[31] Hûd, 11/88.
[32] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birri ve's-Sila, B.15, Hds. 1986.
(Not: Baz) ilim
adamları şöyle demektedirler: Rasulullah (s.a.s.):
"Bizden değildir" sözünün mânâsı, bizim Sünnetimizden değildir,
(yani) bizim edebimizden değildir, buyuruyor.
AH b. E!-Medinî, Yahya b. Said'den
naklen diyor ki: Süfyan es-Sevrî,
"bizden değildir" tabirinin, bizim gibi değildir şeklinde tefsir
edilmesini reddederdi.)
[33] Sahih-i Müslim, Kitabu's-Selâm,
B.2, Hds. 3.
Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Mezalim ve'1-Gasb, B.22, Hds.26
Sünen-i Ebu Davud,
Kitabu'1-Edeb, B.13, Hds.4815.
[34] Tevbe, 9/67.
[35] Hacc, 22/41.
[36] İmam Ömer el-Faruk (r.a.), emr-i
bilmaruf ve nehyi anilmünker'e öyle sur'atlİ devam
etmiştir ki, sonunda şöyle söylemiştir:
Hep doğru söylemek beni
yalnız bırakt. (Yani, hakkı söylediğim i-çin dostlar beni terk etti veya hakks
Ömer'e dost bırakmadı.) Aclunî, Keşful-Hafa, C.2. Sh. 183, Haber no:
2198. (Not: İbn Sa'd, Tabakat adlı kitabında Ebu Zerr'den rivayet etmiştir.)
Alİah, Ömer'i esirgesin! Acı da olsa hakkı söyler v. hakk(ı olduğu gibi açıklaması) kendisini arkadaşsız bi-rakmıştır.
Allah Osman'i esirgesin! Melekler, O'ndan haya e-derler.
Allah, Ali'yi
esirgesin! Allahım Ali nereye dönerse, hakkı da O'nunla beraber çevir." 36
[37] Sünen-i Tirmizî, Kitabul-Menakıb, B.62, Hds.3960.