Katıksız İmanın İdraki 1

1) İcmâlîiman: 5

a) Kelime-i Tevhid: 5

b) Kelime-i Şehadet: 6

2) Tafsili İman: 6

a) Birinci Derece: 6

b) İkinci Derece: 7

c) Üçüncü Derece: 7

3) Taklidi Ve Tahkiki İman. 8

4) İman, Ne Artar, Ne Eksilir: 9

5) İman İle İslâm Birdir: 12

6) İman, Şübhesiz, Katıksız Ve Kesin Olmalı: 15

 

 

 

Katıksız İmanın İdraki

 

"İhsan, Tevhid ilminin inceliklerinden her hangi birinde güçlükle karşılaşırsa, sorup öğreneceği bir âlim buluncaya kadar, Allah katında doğru olana inanması gerekir. Böyle bir kimseyi arayıp bulmakta gecikmesi caiz değildir, Bu hususta tereddüt edilerek beklemek, mazur görülmez. Eğer tereddüt ederek beklerse kâfir olur.[1]

Şehid imamımız İmam Ebu Hanife (rh.a) "El-Fıkhu'l-Ekber" adlı meşhur eserinde bu hakikati böyle beyan eder...

İman, yegâne Rabbimiz Allah'ın, insan kullarının katıksız ve terüddütsüz inanmalarını emrettiği, yegâne önderimiz Rasulullah Muhammed (s.a.s.) vasıtasıyla beyan buyurulanlann bütününe hiçbir şübheye düşmeden kalben tasdik ve dil ile ikrar edip inanmaktır... İmanın temel ilkelerinde herhangi bir şübhe her hangi bir tereddüt sonucu inanmak veya inanmamak arasında bocalamak, kişiyi iman dairesinden dışarı çıkarır, ya da iman dairesinin içine girmesini engeller... Bundan dolayı bütün iman ilkelerine, hiçbir şübhe duymadan, herhangi bir tereddüt geçirmeden katıksız bir şekilde ve idrak ederek inanmak gerekir... Kalbin mutmain olarak inandığı bu katıksız imanı dil ile ikrar edip muvahhid bir mü'min olduğunu diğer insanlara duyurmak, mü'min müslümanların vazifelerindendir.

İmanın temel ilkelerinde herhangi bir ihtilaf muvahhid mü'minleri bulunmaları gerekli olan Tevhid noktasından ayırır, onları birbirinden uzaklaştırır... Böyle bir ihtilaf, ihtilaf edilen konunun durumuna, göre ihtilaf edenleri sapıklık ve günahın içine düşürür.

Allâme Aliyyu'l-Karî (rh.a), Şehid imam Ebu Hanife (rh.a)'in "EI-FıkhuT-Ekber" adlı meşhur eserini şerhed erken, Tevhid konusunda ihtilafa düşmenin zararlarını şöyle anlatıyor:

"Ahkam ilminde ihtilaf rahmettir. Tevhid ilminde ihti­laf ise, sapıklık ve bid'attır. Ahkam ilminde hata, af olun­muştur. Hatta, hata eden sevab dahi alır. Tevhid ilminde ise böyle değildir. Onda hata etmek, küfür ve günahtır. Hata eden de günahkâr olur.[2]

Muvahhid mü'minler, yegâne hayat nizamı olan İslâm'ın iki ana kaynağı olan Kitab ve Sünnet'ten yani, Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerden kaynaklanan deliller ile katıksız bir şekilde inandıkları imanın ilkelerinde hiçbir şübhe ve tereddüde düşmemeli ve bu konuda ihtilaf etmemelidirler. Herhangi bir tereddüt mey­dana gelince "bu konu Allah katında nasılsa ben öyle inanıyorum'1 demeli ve hemen o konuyu ehline sorup delilleriyle öğrenmelidir.

Gerek akîde olsun, gerekse amel konusunda olsun, muvahhid mü'mine düşen vazife, delilleriyle konuyu iyice öğrenmek, bilip idrak ederek inanıp amel etmektir. Amelî konulardan önce Tevhidi, yani imanı konuları öğrenmesi ve delillerini bilmesi gerekir. Çünkü iman, amelden önce gelir. İman çok sağlam olmalıdır ki, amel kabul görsün. Sakat bir iman ile işlenen amelin hiçbir kıymeti yoktur... Salih amel, seksiz şübhesiz, tereddütsüz ve katıksız iman ile değer kazanır ve kabul görür...

Şehid İmam Ebu Hanife (rh.a) "El-FıkhuT-Ebsat" adlı eserinde şöyle der:

"Dinde fıkıh, ahkamda fıkıhdan daha üstündür. Kişinin, Rabbine nasıl ibadet edeceğini öğrenmeye çalış­ması, kendisi için bir çok ilmi toplamasından daha hayır­lıdır.

Fıkhın en faziletlisi, kişinin yüce Allah'a iman, şerayi, sünnetler, hadler, ümmetin ittifak ve ihtilafım bilmesidir.[3]

"El-Akidedu't-Tahâviyye" adlı eserinde, Ümmetin imamlarından İmam Tahâvî (rh.a), İslâm akidesinin öğrenilmesi ve idrak edilmesi konusunda şunları kaydedir:

"İslâm'ın varlığı, ancak teslimiyet ve itaat ile mümkün olur. Öyleyse her kim, öğrenilmesi yasak edilen şeyi öğrenmeye meyleder ve anlayışı teslimiyet ile kanaat getirmezse onun bu arzusu kendisini, Allah'ın birliğine olan katıksız Tevhid inancından, saf bilgi ve sahih iman­dan alıkoyar. Bunun üzerine kişi, küfür ile iman, tasdik ile tekzib, ikrar ile inkâr arasında vesveseci, dağınık, şübheci bir şekilde ne tasdik eden mü'min, ne de inkâr eden bir yalancı durumuna gelmeden bocalar durur. [4]

Kabul gören katıksız iman, kesin bilgi ister... Delilleriyle bilinen ve mutmain bir kalb ile tasdik edilen iman, bütün şübhelerden arındırılmış ve onun aleyhine her hangi bir suç işlenmemiş, yani imanı sakatlayıcı, ya da tamamıyla yok edici herhangi bir fikir, hâl ve harekette bulunulmamış olması gerekir.

Şehid imam (rh.a), "El-Fıkhu'1-Ebsat" adlı eserinde şöyle diyor:

"İman, Allah'dan başka ilâh olmadığına, O'nun bir olup şeriki bulunmadığına, meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, cennetine, cehennemine, kıyamete, hayır ve şerrine, hiçbir kimseye kendi amelini yaratılma gücünün verilmediğine, insanların kendisi için yaratıldık­ları sonuca ve ilâhî takdirin cereyan ettiği şeye intikal ede­ceklerine şahidlik etmendir.[5]

"El-Alim ve'1-Müteallim" adlı eserinde ise, İman için şunları beyan eder şehid İmam (rh.a):

"İman, tasdik, ma'rifet, yakîn, ikrar ve İslâm'dır. [6]

İman edilmesi gerekli olan şeylere katıksız bir şekilde inanan muvahhid mü'minler, önce neye, niçin ve nasıl iman ettiklerini bilmeleri gerekiyor... Delilleriyle iyice öğrenip bildikleri imanın ilkelerini yakîn dereceyle kalben tasdik edip dil ile ikrar ettikten sonra tamamen teslim olup itaat eden mü'min müslüman, imanın tadını alabilirler. Çünkü böyle katıksız, bir iman ile inanan izzet sahibi muvahhid mü'minler, yakînen hakikatin şahidleri olurlar... Böylece bütün şübheler giderilmiş, tereddütler yok olmuş ve "gayb ile arasındaki perdeler kalkacak olursa, onun yakıninden herhangi bir değişme olmaz..."

Şehid İmam Ebu Hanife (rh.a), iman ilkelerine katıksız, seksiz ve şübhesiz iman eden mü'min müslümanların imanları, meleklerin imanları ile aynı olduğunu, "'El-Âlim vc'1-Mütcallim" adlı eserinde şöyle beyan eder:

"Şübhesiz onların (meleklerin), Allah'a karşı bizden daha itaatli olduklarını biliyorum. Ben sana, imanın amelden başka bir şey olduğunu söylemiştim. Buna göre bizim imanımız da, onların (meleklerin) imam gibidir. Çünkü biz, Allah'ın birliğini, Rabb olduğunu, kudretini ve ilâhî katından gelen her şeyi, meleklerin ikrar ettikleri, peygamberlerin tasdik ettikleri gibi tasdik ettik. Bundan dolayı iddia ediyoruz ki bizim imanımız, meleklerin imanı gibidir. Biz, meleklerin görüp inandıkları, Allah'ın akıl­lara hayret veren ayetlerin hepsine görmediğimiz halde tamamen iman etmiş bulunuyoruz.

Bir şey hakkında kullanılan "yakîn" ifadesi, o şeyi kesin olarak, şek ve şübhe etmeyerek bilmek demektir.

Bundan dolayı şehadet ehli olan bir müslüman, hangi günah işlerse işlesin, Allah, Kitaplar ve Rasuller konusunda şübheye düşmez.

Diğer insanların durumunu, kendi durumumuzla kıyaslarsak, bizden, bir musibet anında bazan sürçme ve feryad veya düşmandan korku sadır olduğunu görürüz. Bu durumda iken, Allah ve Allah katından gelen şeyler mevzuunda bize herhangi bir şek ve şübhe arız olmaz. Bizim anlayışımıza göre kendi durumumuz ne ise, başkalarının durumu da odur.[7]

Aynı eserinin bir başka yerinde de şöyle diyor şehid İmam (rh.a):

"Bizim imanımız, onların (peygamberlerin) imanı gibi olduğunu bilmiyor musun? Biz de, peygamberlerin iman ettikleri her şeye iman ettik. Fakat bunun ötesinde iman ve bütün ibadetlerin sevabı hususunda onların bize üstünlük­leri vardır. Çünkü Allah Tcâlâ, peygamberleri, diğer insan­lardan peygamberlik hususiyeti ile üstün kıldığı gibi, söz­lerini, namazlarını, evlerini, meskenlerini ve bütün her şeylerini diğer insanlardan üstün kılmıştır.

Allah bize, onlara verdiği sevab gibi sevab vermediği zaman bize zulmetmiş olmaz. Zulüm, ancak bizim hakkımızın karşılığını vermeyip mahrum etmesi hâlinde bahis konusudur. Bunun yanında Allah'ın hakkımızı tam olarak verip bizi hoşnud kılmasından sonra, Peygamberlere daha çok ihsanda bulunması zulüm değildir.[8]

İmam Tahâvî (rh.a), "El-Akîdedu't-Tahâviyye" adlı eserinde katıksız iman konusunu şöyle beyan eder:

"Meleklere, peygamberlere ve peygambere indirilen kitaplara iman eder, peygamberlerin apaçık doğru üzere olduklarına şehadet ederiz." [9]

İmam Tahâvî (rh.a) aynı eserinin bir başka yerinde ise, şunları söyler:

"İman, dil ile ikrar ve kalb ile tasdikten ibarettir.

Allah Teâlâ'mn Kur'an'da şeriat ve din olarak indirdiği ve peygamber (s.a.s.)'in de bu hususta sahih olarak beyan ettiği şeylerin tamamı haktır.

İman tektir, iman eden kimseler de imanın aslında eşit­tirler. Gerçekte, mü'minlerin arasındaki üstünlük ise, takva, Allah'a karşı gelmekten korkmak, nefsî arzulara uymamak ve daha layık olana sıkı sıkı bağlanmak suretiyle elde edilir.

Mü'minlerin tümü Allah'ın dostudur. Allah katında en değerlileri ise, daha itaatkâr olanları ve Kur'an'a en çok uyanlarıdır.

İman konulan, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe iman etmek, öldükten sonra dirilmeye, kader, yani hayır ve şerr, acı ve tatlı herşeyin Allah'dan geldiğine inanmaktan ibarettir.

Biz, bunların tümüne iman ederiz ve Allah'ın peygam­berlerinden hiç birini, diğerinden ayırdctmeyiz. Hepsinin de Allah'dan getirdiği şeyleri tasdik ederiz.[10]

Âlemlerin yegâne Rabbi Aliah'dan başka rab, yegâne hayat nizamı, İslâm'dan başka din ve yegâne önder Rasulııllah (s.a.s.)'dcn başka önder kabul etmeyen muvah-hid mü'min müslümanların iman anlayışı, şehid İmam Ebu Hanife (rh.a) ve İmam Tahâvî (rh.a)'in beyan ettik­leri gibidir. Onlar, bu şekilde iman eder ve imanın gereği olan teslimiyetlerini hayatlarında gösterirler.

İnsanların tasdik konusunda üç hâlde bulunduklarını vurgulayan şehid İmam Ebu Hanife (rh.a), "El-Âlim ve'l-Müteallim" adlı eserinde konuyu şöyle izah eder: "İnsanlar, tasdik konusunda üç halde bulunurlar: Bir kısmı, Allah'ı ve Allah "dan gelen şeyleri kalb ve lisan ile tasdik ederler. Bir başka kısmı, lisan ile tasdik eder, kalbi ile yalanlar. Bir kısmı da, kalb ile tasdik eder, lisan ile yalanlar.

Allah'ı ve Alİah katında gelen şeyleri kalb ve lisan ile tasdik eden kimse, Allah katında ve insanlar yanında mü'mindir. Lisanıyla tasdik, kalbi ile tekzib eden kimse Allah katında kafir, insanlara göre ise mü'min olur. Çünkü insan­lar, onun kalbinde olanı bilmezler. İkrar ve şehadetinden dolayı onu, mümin diye isimlendirmeleri gerekir. Zira kalbindekini öğrenme külfetine girme durumu yoktur. Bir kısım kimseler de, Alİah katında mü'min, insanlara göre kâfir olur. Bu, imanının gizleme durumunda, lisanı ile küfür izhar etmiş kimsenin hâlidir. İmanını gizlemek için böyle yaptığını bilmeyen kimse onu, kâfir olarak isim­lendirir. Fakat o kimse, Allah katında mü'mindir. [11]

İmamlarımızın bu beyanlarından sonra iman ile ilgili konulara geçebiliriz.

 

1) İcmâlîiman:

 

İnanılması gerekli olan şeylere özlü ve bütünüyle inan­mak demektir... Bu, kelıme-ı Tevhid ve Kelime-i Şehadet cümlelerinde özetlenmiş olup bu cümleleri kalben tasdik edip dil ile söyleyenler mü'min müslüman birer muvahhıd şahsiyet olurlar.

 

a) Kelime-i Tevhid:

 

"La ilâhc illallah, Muhammedün Rasulullah" cümle­sidir ki, Allah'dan başka ilâh yoktur, Muhammed Allah'ın Rasulü'dür demektir.

Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:

"Şu hâlde bil, gerçekten Allah'dan başka ilâh yoktur.[12]

"Muhammed, Allah'ın Rasulüdür. [13]

Ebu Zerr (r.a.)'m rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s,):

"Lâ ilahe illallah deyip de sonra bu ikrar ve iman üzer­ine vefat eden her kul muhakkak cennete girecektir. [14]

Ebu Malik, babasından rivayet eder:

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Her kim, Lâ ilahe illallah der de, Allah'dan' başka tapılan şeylere küfrederse, onun matı(na) ve cam(na dokunmak) haramdır. (Batınî) hesabı ise, Allah'a kalmıştır.[15]

İbn Abbas (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.), Muaz b. Cebel'i Yemen'e gön­derdiği sırada O'na hitaben:

"Sen, Kitab ehli olan bir kavim üzerine vali gidiyorsun. Onlara vardığın zaman kendilerini, Lâ İlahe İllallah ve enne Muhammeden Rasulullah düstûruna çağır. Eğer onlar, bunda sana itaat ederlerse, onlara Allah'ın kendile­rine her gece ve gündüzde beş namazfarz kıldığını haber ver. Eğer onlar, bunda da sana itaat ederlerse, bu defa da kendilerine, Allah'ın onlara bir sadaka (zekat) farz kıldığını, bunun, onların zenginlerinden alınıp fakirlerine verileceğini haber ver. [16]

 

b) Kelime-i Şehadet:

 

"Eşhedü enlâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasulüh." Cümlesidir ki, ben, şahidlik ederim ki, Allah'dan başka ilâh yoktur ve yine şahidlik ederim ki, Muhamed O'nun kulu ve Rasulüdür, demektir.

Ebu Said el-Hudrî (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

"Allah'dan   başka   ilâh   olmadığına   ve   kendimin

Rasulullah olduğuna şehâdet ederim. Eğer bir kul, şübhe etmemek şartıyla Allah'a bu iki şehâdetle kavuşursa, cennet(e girmek)ten men olunmaz." [17]

Enes b. Malik (r.a.)'dan:

Rasulullah (s.a.s.), Muaz b. Cebel'e şöyle buyurdu:

"Hiçbir kimse yoktur ki, kalbinden tasdik ederek Allah'dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Rasulullah olduğuna şehâdet etsin de Allah, onu ateşe haram etmesin." [18]

Muaz b. Cebel (r.a.)'m rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

"Hiçbir kimse yoktur ki, Allah'dan başka ilâh olmadığına ve benim Allah'ın Rsulü olduğuna şehâdet edip de bunu, Kalben de tasdik ederek ölsün de Allah, ona mağfiret etmesin (cennete girer). [19]

Yusuf b. Abdullah b. Selâm, babasından rivayet eder:

Bir ara, Rasulullah (s.a.s.) ile oturuyorduk. Vadide bir adam:

Ben, şahidlik ederim ki, Allah'dan başka ilâh yoktur. Muhammed de O'nun Rasulüdür, diyordu.

Rasulullah (s.a.s.) de:

"Ben de şahidlik ederim ki, buna tanıklık eden şirkten arınmış olur. buyurdu[20]

 

2) Tafsili İman:

 

İnanılması mecburi olan imam konuların herbirine ayrı ayrı naklî ve aklî delilleriyle inanmaktır. İmanın en geniş şekli olan tafsili iman, İslâm ulemâsı tarafından üç dere­cede incelenmiştir...

 

a) Birinci Derece:

 

Allah'a, Rasulullah (s.a.s.)'e ve ahiret gününe bilerek, idrak ederek ve kesin olarak inanmaktır. İcmâlî imandan daha geniş olan tafsili imanın bu birinci derecesinde, Allah'a ve Rasulullah (s.a.s.)'e yakîn derecede inanmakla beraber ahirete de yakînen inanmak yer almaktadır.

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

"Şübhesiz, Biz seni, bir şahid, bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.

Ki, Allah'a ve Rasulüne iman etmeniz, O'nu savunup desteklemeniz, O'nu en içten bir saygıyla yüceltmeniz ve sabah-akşam O'nu (Allah'ı) teşbih etmeniz için.[21]

"Mümin olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Rasulü'ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etti­ler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların tâ kendileridir. [22] Onlar, sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bilgiyle inanırlar. [23]

 

b) İkinci Derece:

 

Allah'a, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, ahiret gününe, öldükten sonra dirilmeye, kaza ve kadere ayrı ayrı iman etmektir.

"Meşhur Cibril hadisi"nde Cebrail (a.s.)'ın gelip iman­dan sormasına, Rasulullah (s.a.s.) bu şekilde cevap vermişti.

Emirü'l-Mü'minin İmam Ömer b. Hattab (r.a.) anlatıyor:

(Cibril a.s.):

Bana imandan haber ver, dedi:

Rasulullah (s.a.s.):

"Allah'a, Allah'ın meleklerine, kitablarına, peygam­berlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrı­na ve şerrine inanmandır." Buyurdu.

O zat:

Doğru söyledin, dedi.[24]

 

c) Üçüncü Derece:

 

Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)'e, Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) tarafından bildirilen ve bize tevatüren, yani Kitab ve Sünnet delilleriyle kesin ilim ile ulaşanların bütününe ayrı ayrı bilerek, idrak ederek kalben inanıp dil ile ikrar etmektir. Akidevî, amelî ve ahlakî olan zarûrat-ı diniyyenin cümlesine ayrıntılarını bilerek iman etmek, tafsili imanın en geniş şeklidir...

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

"Deyin ki: 'Biz, Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini, diğerinden ayırtetmeyiz ve biz, O'na teslim olmuşlarız. [25]

 

3) Taklidi Ve Tahkiki İman

 

Kişinin, annesinden, babasından, hocasından veya çevresinden duyarak, fakat delillerini bilmeden onların söylemesiyle inanmasına taklidi iman denir... Kişinin, iman ettiği ilkelerin delillerini Kur'an'dan ve Sünnet'ten araştırıp, okuyup öğrenmesiyle mutmain bir şekilde inan­masına da tahkiki iman denir,..

İslâm ulemâsından İmam Nureddin es-Sabûnî (rh.a.),

"El-Bidâye Fî Usûli'd-Din" adlı eserinde bu konuda ulemânın görüşlerini şöyle beyan ediyor:

"Ehl-i Kıble, mukallidin imanının sıhhati hususunda ihtilaf etmiştir. Ebu Hanife, Süfyân-ı Sevrî, Malik, Evzâî, bütün fukaha ile hadis âlimleri (Allah cümlesine rahmet eylesin.):

İmanı sahihtir, fakat istidlali, terk etmesi sebebiyle günahkârdır, demişlerdir.

Rüstüğfenî ile Halimi (rh.a):

İmanın makbul olmasının şartı, mucizenin yardımıyla Peygamber (a.s.)'m sözünün doğruluğunu bilmesidir, demişlerdir.

Eş'arî'ye göre ise bunu, aklın yardımıyla bilmesi gerekli olup dili ile ifade etmesi ve muarızı ile münakaşa ve münazara yürütmesi şart değildir. Bütün kelâm âlim­lerinin görüşü de aynıdır.

Sahih olan, bütün ehl-i ilmin (Kelâm âlimlerinin) ben­imsediği görüştür. Zira iman, mutlak tasdikten ibarettir. Nasıl ki bir kimseye, bir haber verilir de onu tasdik eder, onun için:

-Habere inandı, denilmesi doğru olursa, mukallide de inanılması gerekli hususlar haber, verilir de onları tasdik ederse, mü'min olur ve yüce Allah'ın mü'minlere va'dettiği mükafata hak kazanır. Bilmeye (ma'rifct) gelince, o, imandan başka bir şeydir. Zira ma'rifet, bulunduğu hâlde iman bulunmayabilir. Nitekim Ehl-i Kitab, (olan Yahudi ve Hristiyanlar) Muhammed (a.s.)'m Nübüvvetini kendi oğullarını tanıdıkları gibi biliyor, fakat onu tasdik etmi­yorlardı. Kur'an-ı Kerim'de bunu, haber vermektedir.[26]

Bahis mevzuu edilen bu görüş ayrılığı, bir dağ başında doğup yaşayan ve kainatın yaratılışı ile onun yaratıcısı hakkında asla düşünmediği halde bundan haberdar edilmesi üzerine tasdik eden kimse hakkındadır. Müslüman beldelerde yaşayan ve yüce Allah'ın eserlerini müşahade edip de ululayan kimse ise, taklid sınırının ötesindedir,

Tevfık Allah'dandır. [27]

Gerek taklidi, gerekse tahkiki iman sahibi olan muvah-hid mü'minlerin imanları koruyabilmeleri ve sahhatli imanın devamı için dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, her türlü tağutî fikir, felsefe, ideoloji ve düzenleri tüm kurum ve kuruluşlarıyla reddetmeleri ertelenmez bir şart­tır. Çünkü Tevhid, şirki reddetmekle, iman, her çeşit küfrüyle tağutu reddetmekle gerçekleşir... En büyük zulüm olan şirkin imana karıştırılmaması, küfrün imana bulaştırılmaması gerekir... Tağutî herhangi bir ideolojiyi veya düzeni tamamen ve kısmen kabul etmek, sahih imanı yok eder.'İman sahibini, topukları üzeri gerisin geri tekrar şirke ve küfre döndürür...

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

"Dinde zorlama (ve' baskı) yoktur. Şübhesiz doğruluk früşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, O, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır, bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.[28]

"Şübhesiz, kendilerine hidayet açıkça belli olduktan sonra, gerisin geri (küfre) dönenleri, şeytan kışkırtmış ve uzun emellere saptırmıştır.

İşte böyle, çünkü gerçekten onlar, Allah'ın indirdiğini çirkin karşılayanlara dediler ki: 'Size, bazı işlerde itaat edeceğiz.' Oysa Allah, sakladıkları şeyleri (sır olarak konuştuklarını) biliyor.

Öyleyse melekler,yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak!

İşte böyle, çünkü gerçekten onlar, Allah'ı gazablandıran şeye uydular ve O'nu razı edecek şeyleri çirkin karşıladılar. Bundan dolayı (Allah) amellerini boşa çıkardı.[29]

 

4) İman, Ne Artar, Ne Eksilir:

 

Ümmetin imamlarından İmanı Ömer Nesefî (rh.a.), "Metn-i Akaid"de bu konuda şöyle der:

"Amel ve taatlar, esas itibariyle (günbegün - anbean) artış gösterir. Halbuki iman, ne artar, ne eksilir. [30]Şehid İmam Ebu Hanife (rh.a.), "El-Fikhu'1-Ekber" adh eserinde konuyu şöyle açıklar:

"Gökte ve yerde bulunanların imanı, iman edilmesi gereken şeyler yönünden artmaz ve eksilmez, fakat yakîn ve tasdik yönünden artar ve eksilir. Mü'minler, İman ve Tevhid hususunda birbirlerine müsavidirler. Fakat amel itibariyle birbirinden farklıdırlar.[31]

Şehid İmam (rh.a.), "Kitabu Vasiyye" adlı eserinde ise, şunları beyan ediyor:

"İman, artmaz ye eksilmez. Çünkü imanın artması, ancak küfrün azalmasıyla, eksilmesi de küfrün artmasıyla tasavvur olunabilir. Bir şahsın, aynı durumda mü'min ve kafir olması nasıl mümkün olur?

Mü'min, gerçekten iman eden/kafir de gerçekten inkâr eden kimsedir. İmanda şübhe olmaz. Zira yüce Allah:

"Onlar, gerçekten mü'mindirler. [32] ve:"Onlar, gerçekten kâfirdirler. [33]

Hz. Muhammed (s.a.s.)'in ümmetinden asî olan kim­selerin hepsi, gerçekten mü'min olup, kâfir değillerdir. [34]

İman, kuvvetli ve zayıf olması itibariyle artar ve eksilir, yoksa iman edilecekler konusunda artması ve eksilmesi söz konusu değildir... İman derecesinin kuvvetli olması, imam sağlamlaştırır. Yoksa iman edilmesi gerekli olan şeyleri arttırmaz. İman derecesi zayıf ise, imanın kuvveti­ni azaltır, yoksa iman edilmesi zaruri olan ilkeleri eksilt­mez.. . Dolayısıyla iman derecesinin kuvvetli oluşu, imanın artması, iman derecesinin zayıf oluşu ise, imanın eksilmesi demektir... İmanda artma ve eksilme yakın dere­cesine göredir, yoksa iman ilkeleri açısından değildir... Çünkü iman ile küfür, bir kalbte birleşmez ve aynı yerde bulunamaz...

Allah (Azze ve Celle)'nin buyurduğu gibi:

"Allah, bir adamın kendi (göğüs) boşluğu içinde iki kalb kılmadı.[35] ki, kalbin birinde iman, diğerinde küfür olsun.

Abdullah İbn. Mes'ud (r.a.):

Yakîn, imanın tamamıdır, demiştir. [36]

İman konusunda yakîni, yani ilme'l-yakîn, kuvvetlenip artar... İmanın kuvvetli olup artması kişinin, imanı konuları bilip idrak etmesiyle gerçekleşir. Bilmek, görmek ve idrak etmek, imanı kuvvetlendirip arttırır...

Bundan dolayı Muaz b. Cebel (r.a.), bir zata:

Bizimle otur da (din işlerini müzakere ederek) bir saat imanı arttıralım, dedi. [37]

İmanın artması ve eksilmesi konusundaki ayetler ve hadisler, iman edilmesi gereken hususlarda (mü'menün bih) değil, imanın yakîn derecesinde gerçekleşen kuvvetli veya zayıf oluşu beyan buyurur.

Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:

"Kendilerine yara isabet ettikten sonra Allah ve Rasulü'nün  çağrısına  icabet  edenler,  içlerinden  iyilik yapanlar ve sakınanlar için büyük ecir vardır.

Onlar, kendilerine insanlar: 'Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun' dedikleri halde, (buna rağmen) imanları artanlalar ve: 'Allah bize yeter. O, ne güzel vekildir) diyenlerdir.[38]

İmam Koırtubî (rh.a) bu ayetin tefsirinde şunları kaydeder:

"Bu husustaki inanç, şu esasa dayanır:

Tek bir hususu ve tek herhangi bir şeyi bir tasdikten ibaret olan iman, başlı başına muayyen ve tek bir şeydir. Bu husule geldi mi, onunla beraber herhangi bir fazlalık söz konusu olmaz. Ortadan kalktı mı da, ondan geriye bir şey kalmaz. O halde geriye, yalnızca onun bizzat ken­disiyle değil de ona taalluk eden hususlarda artış ve eksilmeden başka bir şey kalmamaktadır.[39]

Rabbimiz, şöyle buyurdu:

"Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. O'nun ayetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rabblerine tevekkül eder­ler. [40]

İmam Kurtubî (rh.a.) şöyle diyor:

"Yüce Allah'ın:

'Ayetleri karşılarında okunduğu zaman (bu), onların imanlarını arttırır' buyruğu, tasdiklerini arttırır, demektir. Şu andaki iman, dünün imanına bir ziyadedir. İkinci ve üçüncü defa tasdik eden bir kimsenin bu yaptığı, daha önce geçenlere nisbetle tasdikini bir arttırmadır.

Şöyle de açıklanmıştır:

İman artışından kasıd, ayetlerin ve delillerin çokluğu ile kalbdeki genişliğin artması demektir.[41]

Aynı konuda diğer ayetlerde şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

"Bir sure indirildiğinde onlardan (kafirlerden) bazısı: 'Bu, hanginizin imanını arttırdı' der. Ancak iman edenlere gelince, onların imanını arttırmıştır ve onlar, müjdeleşmektedirler. [42]

"Müminler, (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise, (korkuya kapılmadan) dediler ki: 'Bu, Allah'ın ve Rasulü'nün bize va'dettiği şeydir. Allah ve Rasülü doğru söylemiştir.' Ve (bu), yalnızca onların imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı. [43]

"Mü'minlerin kalblerine, imanlarına iman katıp art-tırsınlar diye güven duygusu ve huzur indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. [44]

Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)'in şu hadisleri de imanın zayıflığını beyan buyurmaktadır.

Ebu Said (r.a.)'dan,

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Sizden herhangi biriniz bir kötülük görürse onu, hemen eliyle değiştirsin. Eğer buna gücü yetmiyorsa, diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmiyorsa, kalbiyle değiştirsin (buğz etsin). İmanın en zayıfı da budur. [45]

Enes b. Malik (r.a.)'dan, Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

(Rabbim) bana:

 Git, kalbinde bir hardal tanesinden daha az, daha az, daha az iman bulunan kimse varsa, onları da ateşten çıkar, buyurur.

Ben, hemen gider, bunu yaparım.[46]

Delil olarak zikredilen ayet ve hadislerden anlaşıldığı gibi, imanın artması ve eksilmesi, imanın ilkelerinde değil, kuvvetli ve zayıf olma derecesindedir. Kiminin ima­nı ilme'l-yakîndir, kiminin imanı ayne'l-yakîndir, kiminin imanı ise, hakke'l-yakîndir. İman edilmesi zarurî olan şey­leri tasdik eden kalbin mutmain olması için yakın derece­ye ulaşmayı gerekir.

Tek başına bir ümmet olan[47] İbrahim (a.s.)'m Kur'an-ı Kerim'de anlatılan kıssası, ilme'l-yakîn derecesinden aync'I-yakîn derecesine ulaşmanın ve böylece kalbin mut­main olması isteğinin apaçık bir örneğidir.

"Hani İbrahim: 'Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster' demişti. (Allah, O'na): 'İnanmıyor musun?,' de­yince: 'Hayır (inandım), ancak kalbimin tatmin olması' için dedi. 'Öyleyse dört kuş tut. Onları, kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzer­ine bırak, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Bil

ki, şübhesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hik­met sahibidir.[48]

 

5) İman İle İslâm Birdir:

 

İmam Ömer Nesefî (rh.a.), "Metn-i Akaid" de:

"İman ile İslâm bir ve aynı şeydir" cümlesini şerheden Allânıe Sâdüddin Taftazânî (rh.a.) şöyle diyor:

"Zira, İslâm, (hak din önünde saygı ile) eğilmek ve itaat etmektir. Bu ise, dinin hükümlerinin kabul edilmesi ve samimiyetle benimsenmesi manasına gelir.

Hülasa, herhangi bir kimseye:

Mü'mindir, amma müslüman değildir,

Veya;

Müslümandır, lâkin mü'min değildir, demek, şer'an doğru değildir.

İman ile İslâm birdir, dediğimiz zaman, bundan başka bir şey kasdetmiyoruz. (yoksa bu iki kelime müradif, eşanlamlıdır, demek istemiyoruz). Öyle anlaşılıyor ki, kelâm âlimleri:

İman ile İslâm birbirinden başka şeyler değljdir, sözü ile;

Bunlardan birini, diğerinden ayırmak mümkün değildir, manasını kasdetmişlerdir. Yoksa mefhum ve kavram itibariyle ikisi birdir demek istememişlerdir. [49]

Şehid İmam Ebu Hanife (rh.a.), bu konuda "El-Fıkhu'l-Ekbcr" adlı eserinde şunları beyan etmektedir:

"İslâm, Allah'ın emirlerine teslim olmak ve itaat etmek demektir. Lügat itibariyle iman ve İslâm arasında fark vardır. Fakat İslâmsız iman, imansız İslâm olmaz. Onların ikisi de, bir şeyin içi ve dışı gibidirler. Din ise, iman, İslâm ve şeriatların hepsine birden verilen isimdir.

Bütün mü'minler, ma'rifet, yakın, tevekkül, muhabbet, rıza, korku, ümit ve bu hususlara iman konusunda birbirlerine müsavidirler. Bu hususlar imanın dışında birbir­lerinden farklıdırlar.

İman ve İslâm kelimeleri, her ne kadar kök ve lugavî mana itibariyle birbirinden farklı iseler de, mahiyet itibariyle aynı manaya gelmektedirler...

İman, iman edilmesi gerekli olan şeylere katıksız inan­mak, İslâm ise, iman edilen ilkelere tamamıyle teslim olmaktır. Teslim olan, iman eder, iman eden, teslim olur... Ayet ve hadislerde, iman edenlerin müslüman olduklarını ve müslümanlann iman ettikleri beyan olunur... Böylece iman ile İslâmın mü'min ile müslimin bir olduğu ortaya çıkmış olur... İman ile İslâm birbirleri için iç ve dış gibidirler,.. İman içte, yani diğer insanlara göre gaybî olan kalbin tasdiki, İslâm ise, dilin ikrarı ve vücud organlarının amel ederek isbat etmesi ile gerçekleşir...

Mü'minin muslini, yani müslüman, müslimin de mü'min olduğu, Rabbimiz Allah'ın şu ayetlerinde beyan buyurulmuştur:

"Musa dedi ki: 'Ey kavmim, eğer siz Allah'a iman etmişseniz (ve) müslüman olmuşsanız, artık yalnızca O'na tevekkül edin.[50]

"Sen, körlerini düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici de değilsin. Sen, ancak ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin. İşte müslüman olanlar bunlardır. [51]

"Bu arada müminlerden orda kim varsa çıkardık.

Ne var ki, orda müslümanlardan olan bir evden başkasını da bulmadık. [52]

"Ey iman edenler, rükû edin, secdeye varın, Rabbinize ibadet edin ve hayır işleyin. Umulur ki, kurtuluş bulursunuz.

Allah adına gerektiği gibi cihad edin. O sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir. Atamız İbrahim'in dini(nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur'an'da) da sizi 'müslümanlar' olarak isimlendirdi. Rasul, sizin üzerinize şahid olsun, siz de insanlar üzerine şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a sarılın, sizin Mevlâmz O'dur. İşte ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcı.[53]

Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)'in hadislerinde de aynı hakikat gündeme gelmiştir... Mü'min ve müslümanm aynı şahsiyet olduğunu, bu iman edip İslâm a teslim olmuş şahsiyetten başkasının cennete girmeyeceğini beyan buyurur önderimiz Rasulullah (s.a.s.)...

Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.) ile birlikte Huneyn'de bulunduk. Müslüman adı ile çağrılan bir adam için:

"Bu adam, cehennemliktir" buyurdular.  

Harb yerine vardığımız zaman o adam, şiddetle çarpıştı ve yaralandı. Müteakiben:

Ya Rasulullah, demin kendisi için, "Cehennemliktir" dediğin adam, bu şiddetli bir cenk çıkardı ve öldü, dediler.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.) yine:

"Cehenneme" buyurdu.

Bazı müslümanların şübheye düşmesine ramak kalmıştı. Onlar, bu hâl üzere iken birden adanın ölmediği, lâkin ağır surette yaralandığı söylendi, Akşam olunca adam, yaralar(ın acısı)na dayanamayarak kendini öldürmuş. Bunu, Rasulullah'a haber verdiler.

Bunun üzerine:

"Allahu Ekber! Şehâdet ederim ki ben, Allah'ın kulu ve Rasulüyüm." Buyurdular.

Sonra Bilâl'e emir buyurdu. O da, cemaatin içinde:

"Müslüman kişiden başka cennete kimse giremez. Fil­hakika Allah, bu dini facir bir adamlada ta'ziz eyler." Diye nida etti.[54]

Emir'ül-Müminin İmam Ömer b. Hattab (r.a.) anlatıyor:

Hayber savaşının olduğu gün Rasulullah (s.a.s.)'in ashabından birkaç kişi gelerek:

-Filan şehid, filan şehiddir, dediler.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.):

"Hayır, ben onu, (ganimetten) aşırdığı bir hırka yahud bir yağmurluktan dolayı cehennemde gördüm." dedi.

Bundan sonra Rasulullah (s.a.s.):

"Ey Hattab oğlu, git de: Cennete mü'minlerden başkası giremez diye cemaatin içinde nida et!" buyurdu.

Ben de çıktım ve:

Dikkat! "Cennete mü'minlerden başkası giremez" diye nida ettim. [55]

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)'in bazı hadislerinde İslâm'ın rükünlerini beyan edildiğinde, ilk rüknün, yani ilk ilkenin Kelime-i Şehâdet olduğunu görüyoruz... Allah'a imanın ne olduğu sorusuna verilen cevapta, Kelime-i Şehâdet yer aldığı gibi, namaz kılmak, zekat ver­mek, omç tutmak ve ganimet malının beşte birini vermek rükünleri de yer almaktadır. Bunda da apaçık anlaşıldığı gibi, iman ile İslâm birdir. Mümin ile müslüman aynı izzet sahibi şahsiyettir.

İbn Ömer (r.anhuma)'dan,

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

İslâm, beş şey üzerine kurulmuştur:

Allah'dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şehâdet,

Namaz kılmak,

Zekat vermek,

Hacc etmek,

Ramazan orucu tutmak.[56]

İbn Abbas (r.anhuma)dan;

Rasulullah (s.a.s.):

"Yalnız Allah'a iman etmek ne demektir, bilir misiniz?" diye sordu.

Onlar:

Allah ve Rasulü en iyi bilendir, dediler.

Rasulullah (s.a.s.):

Allah'dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şehâdet, namazı dosdoğru kıl­mak, zekatı eda etmek, Ramazan orucu tutmak ve ganimetin beşte birini vermenizdir." buyurdu [57]

Ebu Hüreyre (r.a.)'dan,  Adam:

Ya Rasulullah, İslâm nedir? dedi.

Rasulullah (s.a.s.):

"İslâm: Allah'a ibadet etmen, O'na hiçbir şeyi şirk koşmaman, farz namazı ikame etmen, farz olan zekatı ver­men ve Ramazan'ı tutmandır." buyurdu.[58]

 

6) İman, Şübhesiz, Katıksız Ve Kesin Olmalı:

 

İmam Ömer Nesefî (rh.a.)'m "Metn-i Akaid" deki:

"Bir insanda tasdik ve ikrar bulundu mu:

Ben, hakikaten mü'minim, demesi doğru olur. Zira artık iman gerçekleşmiştir.

Allah dilerse (İnşaAllah) mü'minim, demesi uygun olmaz." Beyanını şerh eden Allâme Sa'düddin Taftazânî (rh.a.) şunları kaydeder:

"Eğer bu son ifadenin sebebi şübhe ise, o kimse behe­mehal kafir olur. Fakat böyle konuşmak edebe riayet ederek işleri Allah Teâla'nm iradesine havale etmek veya içinde bulunulan hâl ve an ile ilgili değil de akıbet ve neticedeki şübheyi (ve ölüm zamanındaki kaygıyı) dile getirmek veya İnşaAllah demek suretiyle Allah'ın zikri ile teberrük veya nefsi temize çıkarmaktan veyahud da duru­munu beğenmekten uzak durmak gibi mülahazalardan ileri geliyosa, bu takdirde bile ''İnşaAllah müminim" sözünü kullanmamak daha iyidir. Çünkü bu ifade şübhe-lenme vehmini ve izlenimini meydana getirebilmektedir.

İşte bu gibi düşünceler sebebiyle müellif Ömer Nesefî, "Caiz olmaz" demedi, sadece "uygun olmaz" dedi. Zira "înşAllah mü'minim" ifadesi, şübheyi ifade için kullanıl­mazsa, "caiz değildir" demenin bir manası yoktur. Kaldı ki, Sahabe ve Tabiûn'a varıncaya kadar, seleften pek çok kimse bu ifadenin kullanılmasının caiz olduğuna kani olmuşlar (ve hatta bizzat kullanmışlardır. [59]

Muvahhid mü'min müslüman şahsiyet, katıksız ve kesin olarak inandığı imanından hiçbir şübheye düşmeden:

-Elhamdülillah mü'min müslümanım, demelidir...

Rabbimiz Allah, şübhesiz ve katıksız iman eden muvahhid kullarının vasfını şöyle beyan buyurur:

"Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Rasulü'ne iman ettiler, sonra hiç bir kuşkuya kapılmadılar.[60]

"Onlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine nzık olarak verdiklerimizden infak ederler.

İşte gerçek mü'minler bunlardır. Rableri katında onlar için dereceler, bağışlanma ve üstün birzık vardır. [61]

Katıksız imanın idraki mes'elesini delilleriyle beyan ettikten sonra, İmanın altı ilkesinin önderimiz Rasulullah (s.a.s.) tarafından beyan edildiği "Meşhur Cibril Hadisi"ni kaydedelim...

Abdullah İbn Ömer (r.a.) babası Emirü'l-Mü'minin İmam Ömer b. Hattab (r.a.)'dan rivayet eder:

Emirü'l-Müminin İmam Ömer b. Hattab (r.a.) anlatıyor:

Bir gün Rasulullah (s.a.s.)'in yanında bulunduğumuz bir sırada aniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı sim­siyah bir zat çikageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmü­yor, bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğru Rasulullah (s.a.s.)'m yanına oturdu ve dizlerini O'nun diz­lerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu ve:

Ya Muhammed, bana İslâm'ın ne olduğunu haber ver, dedi.

Rasulullah (s.a.s.):

"İslâm: Allah'dan başka ilah olmadığına, Muham-med'in de Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekatı vermen, Ramazan orucu tutman ve yol (külfetleri) cihetine gücün yeterse, Beyt'i hacc etmendir." Buyurdu. O zat:

Doğru söyledin, dedi.

İmam Ömer dedi ki:

Biz, buna hayret ettik. (Zira) hem soruyor, hem de tas­dik ediyordu.

Bana, imandan haber ver, dedi.

Rasulullah (s.a.s.):

"Allah'a, Allah'ın meleklerine, kitablarına, peygam­berlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrına şerrine inanmandır." Buyurdu.

O zat (yine):

Doğru söyledin,dedi.

(Bu sefer):

Bana, ihsandan haber ver, dedi.

Rasulullah (s.a.s.):

"Allah'a, O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen, O'nu görmüyorsan da O, seni muhakkak görür." Buyurdu.

O zat;

Bana, kıyametten haber ver, dedi.

Rasulullah (s.a.s.):

"Bu mes'elede sorulan, sorandan daha âlim değildir." Buyurdular.

O halde bana, onun alâmetlerinden bari haber ver, dedi.

Rasulullah (s.a.s.);

Cariyenin kendi sahibesini doğurması

Ve yahn ayak,

çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta birbir­leriyle yarış ettiklerini görmendir." Buyurdu.

İmam Ömer dedi ki:

Bundan sonra o zat, gitti. Ben, hayli bir müddet (bek­ledim) durdum.

Nihayet Rasulullah (s.a.s.) bana:

Ya Ömer, O sual soran zatın kim olduğunu biliyor musun?" dedi.

Allah ve Rasulü bilir, dedim.

Gerçekten O, Cibril'di. Size dininizi öğretmeye gelmişti." Buyurdular. [62]

İmam ebu Abdillah Muhammed b. İsmail el-Buharî (rh.a.)'in "Halku Ef âli'1-İbâd" adlı eserinde aynı hadis yer almaktadır. Bu kayıtta, Cibril (a.s.)'ın "İman nedir?" sorusuna, Rasulullah (s.a.s.)'in malum cevabından sonra Cibril (a.s.):

Bütün bunları yaparsam, ben mü'min miyim? Diye sorar.

Rasulullah (s.a.s.):

"Evet" diye cevab verir.

Cibril (a.ş.)'ın "İslâm nedir?" sorusuna malum cevabı veren asulullah (s.a.s.)'den Cibril (a.s.) şu soruyu sorar:

Bana, İslâm'ın kulpundan haber veresin. Bunları yaptığım zaman müslüman olur muyum?

Rasulullah (s.a.s.):

"Evet" cevabını verir.[63]

İmanın ilkelerine katıksız ve kesin inanana mü'mın, İslâm'ın ilkelerine inanıp amel olarak hayatında yaşayana müslüman denir... Her mü'nıin müslüman, iman edip salih amel işlemeye gayret eder...

Bu açıklamalardan sonra iman ilkelerinin birincisi olan Allah'ı tanımak ve O'na iman etmek konusuna geçebiliriz!..

 



[1] Imam-i Azam'ım Beş Eseri, çev. Mustafa Öz, İst. 1918. sh. 72.

[2] İmam-ı Azam, Fıkh-ı Ekber şerhi, şerh: Allâme Aliyyu'1-Karî, çev. Hüseyin S. Erdoğan, İst. 1987, sh. 300.

[3] İmam-ı Azam'ın Beş Eseri, sh. 43.

[4] Dr. Arif Aytekin, Ehl-i Sünnet İnanç Esasîarı-Tahâvî ve Akaid Risalesi, İst. T.Y. sh.44, Md.36.

[5] Imam-ı Azam'ın Beş Eseri, sh. 46.

[6] Imam-ı Azam'ın Beş Eseri. sh. 17.

[7] İmam-ı Azam'ın Beş Eseri, sh. 19.

[8] İmam-1 Azam'ın Beş Eseri, sh. 2:.

[9] Dr. Arif Aytekin, A.g.e. sh. 54, md.51.

[10] Dr. Raif Aytekin, A.g.e. sh. 56-58, md,60-65.

[11] İmam-ı Azam'ın Beş Eseri, sh. 17-18.

[12] Muhammed, 47/19.

[13] Fetih, 48/29.

[14] Sahih-i Buharı, Kitabu'i-Libas, B. 24, Hds. 44. Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İman, B. 10, Hds. 43.

İmam Suyufi, Mütevatir Hadisler, çev. Mehmet Emin Akın,

Ank. 1992, sh. 29, Hds.3.

İbn Kesir, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, çevr. Dr. Bekir

Karlıya -Dr. Bedrettin Çetiner, İst. 1984, c.4, sh. 1725.

İmam Ahmed b. Hanbet'den

İmam Nesâî. Hadisler ışığında Günlük Hayat, çev. Mehmet yolcu, İst. 1996, c. 2, sh. 400, Hds. 1132-1133.

[15] Sahih-i Müslim, Kitabu'1-lman, B. 8. Hds. 37.

[16] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Mağazî, B. 62, Hds. 345. Kitabu't-Tevhid, B.l, Hds. 1. Kitabu'z-Zekat, B.l, Hds.l. Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İman, B.7, Hds. 30-31. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'z-Zekat, B.5, Hds. 1584. Sünen-i Neşet. Kitabu'z-Zekat, B. 46, Hds. 2512. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'z-Zekat, B.l, Hds. 1783. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'z-Zekat, B. 6, Hds. 621.

[17] Sahih-i Müslim, Kitabu'1-Iman, B. 10, Hds. 45,

[18] Sahih-i Buharı, Kitabu'l-İlm, B. 50, Hds. 68. Sahih-i Müslim, Kitabu'Uİman, B. 10, Hds. 47.

[19] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'1-Edeb, B. 54, Hds. 3796.

İmam Nesâî, Hadisler Işığında Günlük Hayat-Amelü'l-Yevmİ ve'I-Leyl, c.2, sh. 401, Hds. 1134

[20] İmam Nesâî, A.g.e. c.l, sh. 173, Hds. 39.

[21] Fetih, 48/8-9

[22] Hucurat, 49/15

[23] Bakara, 2/4.

[24] Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B. 1, Hds. 1.

Sahilvi Buhârî, Kitabu't-İman, B. 37, Hds. 43.

Sahilvi Ebu Davud, Kitabu's-Sünnet, B. 17, Hds. 4695.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu'1-İman, B.4, Hds, 27-38. 25)         

[25] Bakara, 2/136.

[26] Kendilerine kitab verdiklerimiz, O'nu (Rasulullah'ı) çocuklarını tanır gibi tanırlar. Buna rağmen içlerinden bir bölümü, bildikleri hâlde gerçeği gizlerler." Bakara, 2/146.

[27] Nureddin es-Sâbûnî, Mâtürîdİyye Akaidi, çev. Prof. Dr. Bekir Topaloğîu, Ank. 1991, sh. 173-174.

Ayrıca bkz. Prof. Dr. M. Saim Yeprem Maturidî'nin Akîde Risale si ve Şerhi, İst. 2000, Sh. 95

[28] Bakar, 2/256.

[29] Muhammed, 47/25-28.

[30] Sâ'düddin Taftazânî, Kelam İlmi ve İslâm Akaidi- şerhu'l-Akaid, çev. Süleyman Uludağ, İst. 1991, sh. 280.

[31] İmam-ı Azam'ın Beş Eseri, sh. 70.

[32] Enfal, 8/74

[33] Nisa, 4/151

[34] İmam-ı Azam'ın Beş Eseri, sh. 73.

Ayrıca bkz. İmam-ı Azam, Fıkh-ı Ekber şerhi, sh. 235.

[35] Ahzab, 33/4.

[36] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-İman, B.l (Bab başlığında)

[37] Sahih-İ Buhârî. Kitabu'1-İman. B.l (Bağ başlığında).

Not: "bu eseri, Ahmed İbn Hanbel ve Ebu Bekr ibn Ebi şeybe, Esved ibn Hilâi'e varan sahih bir senedle vasietmişlerdir. Delâlet vechi açıktır. Muaz. mü'min bulunduğu İçin imanın aslına hamdedilmesi ihtimâli yoktur, ancak Allah'ı zikretmek le imanın artması murad edilmiş olmasına hamledilir. Kaadî Ebu Bekr İbnu'l-Arabî şöyle dedi: - Bu sözde, artmaya bir taaİlık yoktur. Zira Muaz, ancak iman yenilemeyi kasdetmiştir. Çünkü kul, faraza ilk defa mü'min olur, sonra da her düşünüp fikr ettikçe evvelâ nefy ettiği şeyi sonradan isbat etmek suretiyle, devamlı iman yenüeyici olur. Çünkü iman yenilemek, imandandır." Sahih-i Buhârî ve Tercemesi, çev. Mehmed Sofuoğlu, İst. 1987, c.l, sh.163, Dipnot:5.

[38] Al i İmrân, 3/172-173.

[39] İmam Kurtubî, el-Câmîu Li-Ahkâmi'[-Kur'ân, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 1997, c.4, sh. 480.

[40] Enfal, 8/2.

[41] imam Kurtubî, A.g.e. c.7, sh. 585.

[42] Tevbe, 9/124.

[43] Ahzab, 33/22.

[44] Fetih, 48/4.

[45] Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B.20, Hds. 78. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Fiten, B. 10, Hds. 2263. Sünen-i Neseî, Kitabu'1-İman, B. 17, Hds. 4975-4976. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B. 20, Hds. 4013. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Melahim, B. 17, Hds. 4340.

[46] Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Tevhid, B. 37, Hds. 136. Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İman, B. 84, Hds. 326. Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu'l-Kiyame, b. 10, Hds. 2551. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'z-Zühd, B. 37, Hds. 4312. Sünen-i Darımı, Mukaddime, B. 8, Hds. 53.

[47] Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir Ümmetti." Nahl, 16/120.

[48] Bakara, 2/260.

[49] Sa'düddin Taftazânİ, A.g.e. sh. 285-286.

[50] Yunus, 10/84.

[51] Nemi, 27/81.

[52] Zariyat, 51/35-36.

[53] Hacc, 22/77-78.

[54] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Iman, B. 47, Hds. 178.

Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, B. 181, Hds. 260.

[55] Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B. 48, Hds. 182. Sahih-i Buhâri, Kitabu'lKader, B 4, Hds. 12.

Sünen-i Neseî, Kitabu Merasikı^-Hacc. B. 161, Hds. 2945.

[56] Sahih-İ Buhâri, Kitabu'1-İman, B.l, Hds.l

Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B.5, Hds. 19-21.

[57] Sahih-i Buhârî, Kitabu'Uman, B.40, Hds. 46.

Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B.6, Hds. 24. Sünen-İ Ebu Davud. Kitabu's-Sünnet, B. 15, Hds. 4677.

[58] Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B.l, Hds. 5-7.

[59] Sa'düddin Taftazânî, A.g.e. sh.,287.

[60] Hucurat, 49/15.

[61] Enfal, 8/3-4.

[62] Sahîh-i Müslim, Kitabu'1-Iman, B.l, Hds.l.

Sahih-i Buharı, Kitabu'1-İman, B.37, Hds. 43.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu's-Sünnet, B.17, Hds. 4695.

Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, S. 9, 63

Sünen-İ Tirmizî, Kitabu'l-İman, B.4, Hds. 2738.

Şünen-i Neseî, Kitabu'İ-tman, B.6, Hds. 4958.

İmam Suyutî, Mütevatir Hadisler, sh.35, Kitabu'l-İman,Hds. £

İmam Suyutî, Camiu's-Sağır Muhtasarı, Ter. ve şerhi, çev.

İsmail Mutlu, vdğ. İst. 1996, c. 2, sh. 182. Hds. 1676 (3093).

Beyhakî, şuabu'Uman'dan. (Yanlız İman bölüm).

[63] İmam-ı Buhârî, Hadis-i şerifler İşığında İlâhî Kelâmın

Müdâfaası, çev. Yusuf Özbek, İst. 1992, sh.60-62. Hds. 187-191.