Emirü'l-mü'minin İmam Ömer İbnü'l-Hattab (r.a.) şöyle
demiştir:
Biz, hayatımızın hayrını sabırla bulduk.[1]
Hayatımızın hayrı, yani tadı ancak gereği üzere sabır etmekle gerçekleşir... Bu
hayra ulaşan sabırlı mü'minleri şu şekilde beyan buyurur Alemlerin Rabbi Alİah
Teâlâ: "Ancak sabredenlere ecirleri hesabsız ödenir. [2]
"İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü)
uzaklaştır. O zaman (görürsün ki,) seninle onun arasında düşmanlık bulunan
kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir.
Buna da, sabredenlerden başkası kavuşturulamaz. Ve
buna, büyük bir pay sahibi olanlardan başkası da kavuştunılamaz. [3]
Abdullah İbn Abbas (r.anhuma), bu ayetin tefsirinde
şunları demiştir:
Allah Teâlâ inananlara, Öfke anında sabrı, bilgisizlik
karşısında yumuşak davranmayı, kötülük yapılması hâlinde affı emrediyor.
Bunları yaptıkları takdirde Allah Teâlâ onları, şeytandan korur ve sanki yakın
bir dostu imiş gibi düşmanları kendilerine boyun eğer.[4]
"Ancak sabredenlere ecirleri hesabsız
ödenir." ayetini izah ederken, Evzâî (r.a.) der ki:
Onlara ölçü ile, tartı ile verilmeyecek, onlara avuç
avuç verilecektir.
İbn Cüreyc (rh.a.) ise, şöyle demiş:
Bana ulaştığına göre, onlara amellerinin sevabı hiçbir
şekilde hesab edilmeyecek, ancak bunun üzerine onlara arttırılacaktır.
Süddî (rh.a.) de:
Bu va'din, cennette gerçekleşeceğini, söyler. [5]
Seyyid Şerif Cürcâni (rh.a.), sabin şöyle tarif eder: "Sabr: Belâ ve
musibet açısından Allah'a değil de, Allah'dan başkasına şikayet etmemektir.
Çünkü yüce Allah, Eyyûb (a.s.)'ı, kendisinden zararın savunulması için dua
edip sabretmesi sebebiyle şu sözlerinde övmüştür:
"Muhakkak ki Biz O'nu, sabreder bulduk.[6]
"Eyyûb'e gelince O, Rabbine: 'Benim başıma dert
geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin.' diye niyaz etmişti.[7]
Bundan öğrenmiş olduk ki kul, kendisinden zararın
giderilmesi için Allah Teâlâ'ya dua ettiği zaman, bu sabrını etkilemez.[8]
Sabır, Allah Teâlâ'ya ibadette devamlı olmak, musibetlerin
başa gelmesi anında direnmek, yıkılmamak ve yıl-mamaktır... Sabır, muvahhid
mü'minleri her türlü zorluklardan kurtaran bir zafer ve bütün karanlıklardan
çıkaran bir aydınlıktır... Bu zafere ve aydınlığa kavuşan mü'min rnüslümanlar,
yenilmez bir güce ulaşır, Allah'ın izniyle bütün problemleri çözülür...
Ebu Malik el-Eş'arî (r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah
(s.a.s.) şöyle buyurur:
"Sabır, ziya (ışık/aydınlık)dır. [9]
Bu hadisin şerhinde, şu hikmetli açıklamalar yapılmıştır:
"Sabır, bir ziyadır." cümlesindeki sabırdan
murad, Şer'an matlub olan sabırdır ki, Allah'ın emirlerine itaat, nehiylerine
inkıyad, dünyanın çeşitli musibet ve belâlarına göğüs germekle tahakkuk eder.
Cümlenin mânâsı, sabrın ziya kadar güzel bir haslet olduğunu, sabredenin daima
hidayet yolunda adeta ışıklar içinde yürür gibi devam edip gittiğini beyandır.
Bazıları sabrı, Kitab ve Sünnet yolunda sebat etmektir
diye tarif etmiş, diğerleri:
Sabır, belâyı güzel bir edeble karşılamaktır, demişlerdir.
Ebu Ali ed-Dakkak (rh.a.), sabır hakkında şunları söyler:
Sabır, kadere itiraz etmemektir. Şikayet yoluyla
olmamak şartıyla başa gelen bir belâyı söylemek, sabra münafi değildir.
Teâlâ Hazretleri Eyyûb (a.s.) hakkında:
"Biz, O'nu sabırlı bulduk. O, ne güzel kuldur.[10]
Halbuki Eyyûb (a.s.):
"Gerçekten başıma belâ geldi.[11]diyerek
arz-ı hâl eylemişti.
Übdî(rh.a.) derki:
Kadî'nın sözünden anlaşıldığına göre ziya ile nur
kelimelerinin arasında mânâca fark yoktur. Fakat Huke-ma'nın kitaplarında
bunların arasında fark vardır. Onlara göre, ziya birinci ışıktan, nur ikinci
ışıktan meydana gelir.
Birinci ışık: Ziyadır. Bir şeyin karşısında durulduğu
zaman o şeyin bizzat kendisinden hasıl olur. Güneşin karşısında duran dünyanın
güneşten aldığı ışık gibi. Bu ışık olmasa dünya, haddizatında karanlıktır. İşte
bu ışığın kuvvetlenmiş hâline ziya derler. Nitekim güneşin öğle zamanı saçtığı
ışık ziyadır. Ziya zayıf olursa ona, Şua' derler.
İkinci ışık: Başkasından ziya alan bir cismin karşısına
durulduğu zaman hasıl olan ışıktır. Nitekim ay, ziyayı güneşten alır, yere
aksettirir. İşte yerin aydan aldığına ziyaya nur derler.
Kur'ân-ı Kerim'de:
"Güneşi ziya (aydınlı^), ay'ı nur olarak
yaratmıştır.[12] buyrulmuştur ki, bu da,
ziya ile nur arasında fark olduğunu gösterir. Ziya ile nur arasında umum ve hu-
sus-u mutlak vardır. Her ziya nurdur, fakat her nur
ziya değildir. Yani ziya, ehasstır. Çünkü onun nuru fazladır. Bundan
dolayıdır ki sabır, ehass olan ziya ile tavsif edilmiştir. Zira kaide, ehassı
ehassla, eâmmı da eâmla karşılaştırmaktır. Sabrın makamı ehasstır. Çünkü
sabır, nefsi, taat ve me-şakkatlara hapsetmektir. Bu tefsire göre her sabreden,
namaz kılar, fakat her namaz kılan sabır etmez. Demek oluyor ki, hadis-i
şerifte, bu kaide mucibinde ehass olan sabır, ehass olan ziya ile tavsif
buyrulmuştur.[13]
Sabır edenlerin önderi ve örneği Rasulullah
(s.a.s.)'in sabrı ve sabır hakkında beyan ettikleri incelenecek olursa, sabır
konusu çok daha iyi idrak edilir... Rasulullah (s.a.s.)'in zorluklara karşı
dayanıklığı ve direnci sonunda ulaştığı zafer, her mü'min müslümanın yegâne örneğidir...
Eğer müslümanlar, hayatlarının her anında örnekleri olan Rasulullah (s.a.s.)'i
takib edecek olurlarsa, O'nun ulaştığı mutlu sona ulaşırlar... Zaten her mü'min
müslümanın vazifesidir ki, Rasulullah (s.a.s.)'in Sünne-ti'ne tabi olsun,
onunla amel etsin ve hayatını Sünnet ile aynîleştirsin...
Ebu Said el-Hudrî (r.a.) anlatıyor:
Ensar'dan bazı kimseler, Rasulullah (s.a.s.)'den (mal)
istediler. Onlardan isteyen her bir kimseye Rasulullah muhakkak verdi de,
nihayet yanındaki mallar tükendi. Elleriyle infak ettiği şeylerin hepsi
tükendiği zaman onlara, şöyle buyurdu:
"Yanımda bulunan hayırdan (yani maldan) hiçbir şeyi
sizlerden alıkoymuyorum.
Şu muhakkak ki, kim (istemeyip) iffetli kalmak isterse,
Allah onu, iffetli kılar. Kim de sabretmeye çalışırsa, Allah, ona da sabır
ihsan eder.
Kim insanlardan müstağni olmak isterse, Allah onu,
müstağni kılar. Sizlere, sabırdan daha hayırlı ve sabırdan daha geniş hiçbir
atîyye asla verilmemiştir.[14]
Suhayb (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Mü'minin işine şaşarım! Gerçekten onun bütün işleri
hayırdır. Bu, mü'minden başka hiçbir kimsede yoktur. Kendisine varlık isabet
ederse, şükreyler. Bu, onun için hayır olur. Darlık isabet ederse, sabreder. Bu
da, onun için hayır olur. [15]
Hasen (r.a.) diyor ki:
Bir zat, Rasulullah (s.a.s.)'e gelmiş ve:
İmanın gereği olan işlerden hangisi daha faziletlidir,
diye sormuş.
Oda:
"Sabretmek ve hoşgörülü olmak." buyurmuştur. [16]
İbn Abbas (r.anhuma) şöyle demiştir:
Kur'an'da zikredilen sabır üç çeşittir:
1) Allah Teâlâ'nın farz kıldığı şeyleri edada sabır,
2) Allah Teâlâ'nın haram kıldığı şeylere düşmemeye,
3) Musibetle karşılaşıldığı anda sabır.[17]Abdullah
ibn Abbas (r.anhuma)'mn beyan etmiş olduğu Kur'ân-ı Kerim'de geçen sabır
çeşitlerini kısaca izaha çalışalım...
1) Allah Teâlâ'nın farz kıldığı şeyleri edada sabır:
Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Artık sen sabret, Rasullerden azim sahihlerinin
sabrettikleri gibi. Onlar için de acele etme.
[18]
"Öyleyse sen, sabret. Şübhesiz Allah'ın va'dı
haktır. Kesin bilgi ile inanmayanlar, sakın seni telaşa kaptırıp hafifliğe
(veya gevşekliğe) sürüklemesin. [19]
Ümmetin önderi olan Rasulullah (s.a.s.)'e yapılan bu
hitab, aynı zaman da ümmeti içindir de... Ümmeti de, önderi ve hayat örneği
Rasulullah (s.a.s.)'e tabi olup O'nun gibi sabredecek, yani olaylara karşı
gevşemeyecek, Rabbi Allah'a tevekkül edip direnecektir... Acele etmeyecek, yaşadığı
anın vacibi ne ise, onu yerine getirmeye gayret edecek ve hayırlı bir sonuca
ulaşmak için Allah'a dayanacaktır... Allah'ın va'dı haktır... Rabbimiz Allah,
kendine itaat eden muvahhid mü'min kullarını, sabır etmeleri sonucun da zafere
ulaştıracaktır...
Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah; "Göklerin, yerin
ve her ikisi arasmdakilerin Rabbi-dir. Şu hâlde O'na ibadet et ve O'na ibadette
kararlı (sabırlı) ol. Hiç O'nun adaşı olan birini biliyor musun?" [20]
"Sen de, sabah-akşam O'nun (Allah'ın) rızasını
isteyerek, Rabblerine dua edenlerle birlikte sabret. [21]
"Ehline namazı emret ve onda karalı davran. [22]
İnsanın yaratılış gayesi olan yalnızca Allah'a ibadet etmek, yani yalnızca
O'nun hükümlerine tabi olup itaat eylemek konusunda, mü'min müslümanların çok
direnç sahibi olması lazımdır... Rabbi Allah Teâlâ'ya gerekli şekilde ve
emrolunduğu gibi ibadet etmek, çok sabır isteyen bir iştir... İbadette
devamlılık, her şeye rağmen ibadet etmekten yorulmamak ve geri kalmamak,
sabırlı mü'minin işidir... Bu konuda her türlü engelleri aşmak, her türlü zorluğa
karşı direnmek için sabırlı olmak gerekir... Musibet anlarında sabır etmek ile
musibetin geçmesini sağlamak ve bu sırada isyan etmeden kadere rıza gösterip
Allah'a itaatkâr olmak mü'min müslümanın vazifesidir...
Allah Teâlâ'mn emredip yapılmasında hoşnud olduğu
kulluk vazifelerini, Rasulullah (s.a.s.)'in gösterdiği şekilde yerine getiren
ve bunda devamlı olmak konusunda sabırlı olan muvahhid şahsiyetler, üzerlerine
düşeni yapmışlardır... Ayet-i kerimelerde sabır, namaz ile beraber anılmış ve
birbirinden ayrılmazlığı beyan olunmuştur... Gereği üzere dosdoğru namaz kılmak
ve bunda devamlı olmak için sabırlı olmak gerekir. Ancak sabırlı olanlar Rabbi
Allah'a ibadet ederken devamlı olurlar... Yapılan İbadet az da olsa, devamlı
olması faziletlidir ve Allah'ın sevdiği ibadet devamlı olan ibadettir...
İbadet, Allah'ı Rabb, İslâm'ı din, Muhammed (s.a.s.)'i
Rasul olarak kabul edip razı olarak katıksız bir şekilde iman eylemektir...
İbadet, yegâne Rabb Allah Teâlâ'mn emrettiği İslâm'ı Rasulullah (s.a.s.)'in
bildirdiği ve gösterdiği şekilde hayatına uygulamak, ona göre yaşamaktır...
İbadet, iman ve ameldir... İbadet, hem katıksız iman etmek, hem de salih amel
işlemektir... Her ne kadar amel, imandan bir cüz değilse de bu, amelsizlik
mânâsına gelmez... İman, amel ile güçleşir... İnsan, sağlam iman ve salih
amel ile Rabbi Allah'ın dostluğunu kazanır ve O'nun rızasına erer... Yeryüzünün
egemen tağutlarını reddedip yalnızca Allah'a iman ederek sağlam kulpa yapışan
mü'min müslümanlar, imanlarının gereği olan salih ameli işlemek konusunda
gevşek davranamazlar...
Lokman (a.s.), oğlunu bir mü'min, bir muvahhid, bir
muttaki müslüman olarak yetiştirirken ona, şu nasihatte bulunuyor:
"Ey oğlum, namazı dosdoğru kıl, ma'rufu emret,
nvünkerden sakındır ve sana isabet eden (musibetler)e karşı sabret. Çünkü
bunlar, azmedilmesi gereken işlerdendir.[23]
Lokman (a.s.), oğluna nasihat ederken, ilk önce:
"Ey oğlum, Allah'a şirk koşma!" [24]demiş,
"Şübhesiz şirkin büyük bir zulüm" olduğunu hatırlatmıştı... Sonra dosdoğru
namaz kılmayı, iyiliği emretmeyi, kötülükten alıkoymayı ve musibetlere karşı
sabretmesini söylemişti...
Önce Tevhid ve iman emredilmiş, şirk ve küfrün her
çeşidi reddolunmuş, sonra başta namaz olmak üzere, iyiliğin emri, kötülüğün
nehyi beyan olunarak, bunları işlerken sabırlı davranmak tavsiye edilmiş...
Önce iman, sonra salih amel!.. İman olmadan, yani yeryüzünün egemen tağutlannı
şirkiyle, küfrüyle, bütün ideolojileri ve hayat tarzlarıyla inkâr edilip
reddedilmedikçe, salih amel gündeme gelmez... Bu red olmadan, işlenen salih
amelin hiçbir değeri yoktur...
Allah'ın hükümlerini bir yana bırakarak hayatta geçersiz
kılan Fir'avn ve Nemrud gibi egemen tağutlan kabul ederek, onların
egemenliklerinin devam etmesine yardımcı olanların, İslâm'a göre salih amel
olarak değerlendirilen amelleri işlemenin kendilerine hiçbir faydası olmaz!..
Kendisine şirk karıştırılan iman, iman olmadığı gibi, şirk karıştırılmış iman
ile yapılan amel de fasiddir, yani geçersizdir!..
Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Onların çoğu, Allah'a iman etmezler de ancak
şirk katıp dururlar. [25]
"Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, artık salih bir
amelde bulunsun ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak tutmasın. [26]
"Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu [27]'Eğer
koşacak olursan, şübhesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana
uğrayanlardan olacaksın.'
Hayır, artık (yalnızca) Allah'a kulluk et ve şükredenlerdenol[28]
"Onlar da (peygamberler de), şirk koşsalardı,
elbette bütün yapıp ettikleri onlar adına boşa çıkmış olurdu. [29]
Salih amel, ancak sapasağlam iman ile değer kazanır ve
kabul görür... Salih amel sahibi, yeryüzünün egemen tağutlarını ve onların
şirke dayalı batıl ideolijleri ile düzenlerini reddetmelidir... Yeryüzünü
ifsad edip insanlığın barış ve huzurunu bozan bütün tağutî güçler ile mücadele
ederek, onları ortadan kaldırmak, muvahhid mü'minlerin kulluk vazifesidir... [30]
Mümin olarak, yani imana hrç bir şirk ve küfür bulaştırmadan,
katıksız bir imanla işlenen salih amel, Rabbimiz Allah Teâla'nın katında değer
kazanıp kabul görür...
Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah Teâla:
"Kim de bir mü'min olarak, salih olan amellerde
bulunursa, artık o, ne zulümden korksun, ne hakkının noksan tutulmasından. [31]
Bu şekilde iman eden müminler, sabırla ve namazla
Rabbimiz Allah'dan yardım dilerler... Allah Teâlâ, kendisine kulluk yapmada
devamlı olan muvahhid mü'minlerle beraberdir... Allah'ın kendileriyle beraber
olduğunu bilen ve inanan mü'min müslümanlar, asla mahzun olmaz ve korkmazlar...
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
"Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım
dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir.[32]
İman Taberî (r.a.) bu ayeti şöyle açıklıyor:
"Ey iman edenler, Allah'ın rızasını kazanmak için
sabır ve namazla yardım dileyin. Çünkü siz, hoşlanmadığınız şeylere sabretmek,
sonra da hemen namaza davranmakla ihtiyaçlarınızı gidermiş ve Benim rızamı
kazanmış olacaksınız. Şüphesiz ki Ben, sabredenlerle beraberim. Onlara yardım
ederim. Onları gözetir, yedirir, içiririm.
Burada, ibadetler içinde özellikle namaz zikredilmiştir.
Çünkü onda, Allah'ın kitabını okuma, dünya zevklerini terketme ve orada
insanlar için Allah Teâlâ'mn hazırlamış olduğu nimetleri hatırlama vardır. İşte
bu sebebledir ki, Rasulullah (s.a.s.), bir sıkıntıyla karşılaştığı zaman hemen
namaz kılmaya başlardı. [33]
Abdurrahman İbn Zeyd Eşlem (r.a.) der ki:
Sabır, iki konudadır. Birincisi, ruhlara ve bedenlere
ağır da gelse Allah'ın hoşnud olacağı şeylere sabırdır. Diğeri de, arzu ve
istekler ona tutkun olsa da, Allah'ın hoşlanmadıklarına karşı sabırdır.
Kim bu durumda olursa o kimse, Allah'ın izniyle
kendisi selâmete ermiş olan sabirîn zümre sindendir. Said ibn Cübeyr (rh.a.)
der ki: Sabır kulun, Allah'dan geleni
O'ndan bilip kabullennıesi ve bu hususta Allah'ın sevabını ummasıdır. Bazan
kişi, sıkılarak feryad eder, amma bundan, ancak sabırla kurtulabilir.[34]
Allah'a itaatte sabretme konusundaki diğer ayetlerde
şöyle buyuruyor Allah Teâlâ:
"Sabır ve namazla yardım dileyiniz. Bu şübhesiz,
İçi saygıyla ürperenlerin dışında kalanlar için bir ağırlıktır. [35]
Kim de sabreder ve bağışlarsa, hiç şübhesiz bu, azme
değer işlerdendir." [36]
"Ey iman edenler, sabredin ve sabırda yarışın,
(sınırlarda) nöbetlesin. Allah'dan korkun. Umulur ki, kurtulursunuz." [37]
Yegâne önderimiz Rasullullah (s.a.s.), muvahhid
mü'minlerin, sabretmeleri konusunda bir çok örnekler beyan etmiş ve yaşayarak
bunun öncülüğünü yapmıştır...
Ebu Musa (r.a.)'m rivayetiyle şöyle buyurur Rasullullah
(s.a.s.):
"Yüce Allah'dan daha sabırlı ve aleyhinde
işittiği (batıl iddiaların verdiği) ezaya hilimli hiç bir ferd -veya-hiç birşey
yoktur. Çünkü insanların bir kısmı, O'na oğul isnad edip çağırıyorlar. Böyle
iken şübhesiz Allah, onları afiyette kılıyor ve onları türlü türlü nimetlerle
rızıklandırıyor. [38]
Mezheb âlimlerimiz şöyle demiştir:
Şanı yüce Allah'ın sabır ile nitelendirilmesi, hilm anlamındadır.
Yüce Allah'ın hilm (halim olmak) ile nitelendirilmesinin anlamı ise, hak
edenlerin cezasını geciktirmesi demektir. Sabırlı olmakla nitelendirilmesine
dair Kurân-i Kerim'de herhangi bir buyruk vârid olmuş değildir. Bu, E-bu
Musa'dan rivayet edilen hadisi şerifte vârid olmuştur. Ehl-i Sünnet de bunu,
hilm anlamında almış ve böyle açıklamıştır. Bu açıklamayı İbn Fûrek ve
başkaları zikrederler. Ayrıca Yüce Allah'ın isimleri arasında kendisine isyan
edenlere karşı halim olduğunun aşırı derecede olması dolayısıyla güzel
isimleri (Esmau'l Hüsna) arasında, "Es-Sabûr (çok sabırlı)" ismi de
zikredilmektedir.[39]
Muhammed b. Ebu Bekr'in torunu Abdurrahman b. Kasım
(rh.a.)'dan.
Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Müslümanlar, benim başıma gelen musibetlere bakarak,
kendi karşılaştıkları musibetlere karşı güç bulsunlar! [40]
Enes (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Allah yolunda korkutulduğum kadar hiç kimse korkutulmadı
ve Allah yolunda bana eziyet edildiği kadar hiç edilmedi. Üzerimden gecesi ve
gündüzüyle otuz ürı geçmiştir ki, bana ve Bilâl'a, Bilâl'ın koltuğunun ört-tüğü
(koltuğu altına sıkıştırdığı) şeyden başka ciğeri bulunan bir yaratığın
yiyebileceği bir yiyecek yoktu.[41]
Abdullah İbn Mes'ud (r.a) anlatıyor:
Huneyn günü savaş olup bitince Rasulllullah (s.a.s.),
,ganimet taksimi sırasında- bazı kimselere fazla vermek suretiyle bir tercih ve
hususiyet bahşetti.
Meselâ: (Kalbleri İslâm'a alıştırılanlardan) el-Akra
b. Habis'e yüz deve verdi. Uyeyne'ye de, bunun kadar vermişti. Arab eşrafından
bazı insanlara da bu suretle (yüzer deve) ihsan buyurdu da bu Arab eşrafını, o
gün ganimet taksiminde başkalarına tercih etmişti.
(Rasullullah'm bundan maksadını anlayamayanlardan)
bir kişi (itiraz ederek):
Vallahi bu taksim, kendisinde adalet gözetilmeyen,
yahud kendisiyle Allah rızası kast edilmeyen bir taksimdir, dedi.
Ben de:
Vallahi, bu (küstahça) sözü ben, Rasullullah'a
muhakkak haber veririm, dedim.
Ve akabinde Rasullullah'a varıp bunu, kendisine haber
verdim.
(Rasullullah'm mübarek yüzü değişti ve kan kırmızı
oldu.)
Rasullullah (s.a.s.):
"Allah ve Rasulü adalet etmezse, kim adalet eder?
Allah Musa'ya rahmet etsin. O, bundan daha çok
sözlerle cezalandırıldı da sabretti!" buyurdu.[42] Sa'd
b. Ebi Vakkas (r.a.) anlatıyor:
Ya Rasullullah, insanlardan hangisinin belâsı daha
ağırdır? dedim.
Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Peygamberler ve onların peşinden (derecelerine
göre insanların) en liyakatlisi. Kişi, dindarlığı derecesinde belâya
uğratılır. Şayet dininde sağlam ise, belâsı ağırlaşır ve eğer dininde gevşeklik
varsa dindarlığı nisbetinde belâya uğratılır. Nitekim belâ, bir kuldan
ayrılmayarak neticede onu, üzerinde herhangi bir hatâ olmaksızın yeryüzünde
yürür duruma getirir. [43]
Ukayl b. Ebu Talib (r.a.) anlatıyor:
Kureyşliler, Ebu Talib'e gelip şöyle dediler:
Senin kardeşinin oğlu, bizim avlularımıza ve toplantılarımıza
geliyor ve rahatsızlık veren şeyleri bize duyuruyor. O'nu, bundan alıkoyarsan
memnun oluruz.
Ebu Talib, onların bu sözünü Muhammed (s.a.s.)'e
iletince, Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Ben, gönderildiğim görevi bırakamam. Bu, benim
için birinizin kalkıp güneşten bir şule koparmasından daha güçtü'1" (ona
nasıl imkân yoksa, buna da imkân yoktur)."
Bunun üzerine Ebu Talib şöyle dedi:
Kardeşimin oğlu, asla yalan söylemez. Haydi dönün,
doğruca gidin.[44]
Allah yolunda, Allah için ve Allah'a ibadet konusunda
böyle kesin tavırlı idi Rasullullah (s.a.s.)... İnsanla-rın, güneşten bir parça
ateş almaları nasıl imkânsız ise, Rasullullah (s.a.s.)'in İslâm davasından
vazgeçmesi öylece imkânsızdı... O'nun varisleri olan muvahhhid mü'minlerin de,
Allah'ın kitabı Kuran-i Kerim'den ve O'nun Sünne-tin'den vazgeçmeleri öyle
imkânsızdır...
Yeryüzünün varisleri olan mü'min müslümanlar, yegâne
Rabbleri Allah Teâlâ'ya ibadet ederken, her türlü zorluğa göğüs gerip
sabretmeleri gerekir... İnşaallah, bu şekilde sabretmeleri, onları mutlu bir
sonuca ulaştırır... İman üzere, Allah'ın razı olduğu ibadeti işlemede sabır,
mümin müslümanları muzaffer eyler...
İmrân b. Halid (rh.a.) anlatıyor:
Bir adam, Hasan el-Basrî'ye (rh.a.):
İman nedir? diye sordu. Hasan el-Basrî şöyle cevap
verdi:
İman, sabır ve semahattır. Adam, yine sordu:
Sabır ve semahat nedir?
Hasan el-Basrî:
Sabır, Allah'ın haram kıldığı şeylere karşı kendini
alıkoyman, sabretmendir. Semahat ise, Allah'ın emirlerini güzelce, gönül
hoşluğuyla yerine getirmendir, dedi.[45]
2) Allah Teâlâ'nın haram kıldığı şeylere düşmemek için
sabır:
Yegâne yaratanımız ve Rabbimiz Allah, insan kullarının
faydasına olan şeyleri helâl, yani yapılmasını serbest, onların zararına olan
şeyleri de haram, yani yapılmasını yasak etmiştir... Allah'a katıksız iman ve
itaat eden mü'min müslüman kullar, Allah'ın haram kıldığı şeylere yaklaşmaz,
onları işlemezler... Allah'ın kendilerine helâl kıldığı şeylerle meşgul olur ve
diğer insanlara tavsiye ederler... Nefsi istekler, haram kılınan şeylere
meyleder... Mü'min kul, nefsine hakim olmaya gayret edip onu, bu haram kılınan
isteklerden alıkoyan.. Her ne kadar nefsî istekler, haramlardan yana olup
helâl şeylere meyletmiyorsa da, mü'min kul, nefsîni eğiterek, iman gücü ile
onu, helâlleri isteyen, haramlardan vazgeçen bir hale getirmelidir... Bu, bir
imtihandır.. Cehennemin yolu, nefsin hoşuna giden şeylerle süslenmişken, cennet
yolu, nefsin hoşlanmadığı, fakat gerçekte çok güzel ve hayırlı olan şeylerle
bezenmiştir... Bu güzel ve hayırlı yolu seçmek bir iman ve idrak
meselesidir...
Ebu Hüreyre (r.a.)'rn rivayetiyle şöyle buyuruyor
Rasullullah (s.a.s.):
"Cehennem, şehvet perdeleriyle perdelenip
örtüldü.
Cennet de, nefsin hoşlanmadığı mükellefiyetlerin
zorluklarıyla perdelenip örtüldü.[46]
Bu hadisin şerhinde, şunlar beyan edilmiştir:
"Hadisin mânâsı şudur:
Cennete, ancak bu hoşa gitmeyen şeyleri yapmakla,
cehennem de şehvetler sebebiyle varılır. Bunlar, cennetle cehennemi sarmış,
perde arkasında bırakmıştır. Hoşa gitmeyen şeylere göğüs gererek cennetin
perdesini yırtan, jraya girecek, şehvetlerine kapılıp günah işleyenler de cehennemin
perdesini yırtarak cehenneme girecektir. Buradaki hoşa gitmeyen şeylerden
maksad, icrası nefse ağır gelen şeylerdir. İbadetlere devam, onların
güçlüklerine katlanmak, öfkeyi yenerek affetmek, sadaka vermek, kötülük yapana
iyilikte bulunmak, nefsin arzularına sabırla karşı gelmek gibi şeyler buna
dahildir.
Şehvetlerden murad ise: Zina, içki, gıybet gibi haram
olan şeyleri yapmaktır. Yiyip içmek gibi mubah olan şeyler buna dahil değildir.
Maamafih onlarda da ifrat dereceye varmak mekruhtur. [47]
İnsanı helak eden ve cehenneme girmesine vesile olan
Allah'ın haram kıldığı en önemli yedi şeyden bahsetmiştir Rasullullah
(s.a.s.). Bunun dışında daha birçok haram kılman şeylerde vardır, yalnız bu
yedi şey, insanın dünya hayatını mahvettiği gibi, ahiret hayatını da mahvedip
onu, zelil hâle getirir... Gerek ferdin Özel hayatını, gerekse toplumsal
hayatını perişan eden günahlardan çekinmek, üzerimizdeki kulluk
vazifelerimizdendir... Bu konuda çok sabırlı olmak gerekir...
Ebu Hüreyre (r.a)'ın beyanıyla şöyle buyuruyor
Rasullulah (s.a.s.):
"Helak edici olan yedi şeyden çekininiz!"
Ashab:
Ya Rasullullah, bu yedi şey nedir? diye sordular.
Rasullullah (s.a.s.):
"Allah'a şirk koşmak,
Sihir yapmak,
Allah'ın haram kıldığı bir canı Öldürmek, haklı öldüren
müstesna,
Riba (yani faiz kazancı) yemek,
Yetim malı yemek,
Düşmana hücum sırasında savaştan kaçmak,
Zinadan kal1 aya girmişçesine korunmuş olup hatırdan
bile geçirmeyen mü'min kadınlara zina iftirası atmak"
buyurdu.[48]
İnsanı helak eden yedi şeyin başında Allah'a şirk
koşmak gelmektedir. Yeryüzünde olsun, göklerde olsun Allah'dan başka kanun
koyucu kabul edip onun hükmime rıza göstermek ve onun yasalarına tabi olmak,
Allah'a şirk koşmaktır... Allah'ın affetmediği en korkunç zulüm olan şirkin[49] her
türlüsünden arınan mü'min müslüman kul, dğer insanların da şirkten arınmaları
için var gücüyle çalışnialıdır
Helâl ve haram olan şeyler Allah tarafından apaçık
beyan edilmiş, sınırları tayin edilerek, Rasullullah (s.a.s) tarafından izahı
yapılmıştır... Bunların arasında bazı şüb-heli şeyler vardır ki, müttakî
mü'minler, bu şübheli sınıra yaklaşmamak ve bu konuda hassas olmalıdır...
Numan b. Beşir (r.a.)'dan.
Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor:
"Helâl belli, haram da bellidir. İkisi arasında (helâl
mi, haram mı belli olmayan bir takım) şübheli şeyler vardır ki, çok kimseler
bunları bilmezler. Her kim şübheli şeylerden sakınırsa, ırzım da dinin de
temiz tutmuş olur. Her kim şübheli şeylere dalarsa, (içine girmek yasak olan)
koruluk etrafında davarlarını otlatan bir çoban gibi çok sürmez içeriye
dalabilir. Haberiniz olsun! Her hükümdarın kendine mahsus koruluğu vardır.
Gözünüzü açın! Allah'ın yeryüzündeki koruluğu da haram ettiği şeylerdir.
Haberiniz olsun ki, bedenin içinde bir lokmacık (mudğa) et parçası vardır ki,
iyi olursa, bütün beden iyi olur. Bozuk olursa, bütün beden bozuk olur. İşte o
(et parçası) kalbtir." [50]
Allah'ın rızasını kazanan takva ehli mü'minler,
mahzurlu olan, yani haram kılınmış şeylere düşmemek için bazan mahzurlu olmayan
şeyleri bile işlemekten çekinir, ler... Bu, hassas davranış, onların haramlara
düşme korku, sundan ileri gelir... Onlar, helâl bölgede hayatlarını devam
ettirir, helâl ve haram arasında bulunan
sınıra yaklaşmamaya gayret ederler... Nefsî isteklerini frenler, Allah'ın razı
olmadığı şeyleri işlememek konusunda sabırlı olur, bütün imkânlarıyla
direnirler... Atiyye es-Sa'dî (r.a.)'dan Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurur;
"Kul, mahzurlu olan şeye düşmekten çekinerek, j mahzurlu (sakıncalı)
olmayan şeyi bırakmadıkça, takvalı kişilerden olmak derecesine ulaşamaz." [51]
El-Münâvî, sakıncalı şeyi, haram olan şeyler diye
yorumlamış ve sakıncasız şeyi de ihtiyaç fazlası helâl şeyler şeklinde
açıklamıştır. Yani kul, haram bir şeyi işlemek korkusuyla, haram olmayan ihtiyaç
fazlası helâl şeyi bırakmadıkça rnüttakîler derecesine erişemez.
Bir kavle göre sakıncasız şeyden maksad, lezzetli olan
helâl şeylerdir. Yani kul, helâl olan lezzetli bol şeylere kendisini pek
alıştırmamalıdır. Çünkü böyle alışırsa, günün birinde helâl yoldan bulamazsa,
alışkanlığı yüzünden haram yollardan temin etmeye eğilmesi tehlikesi vardır. İşte
kul, bu tehlikeyi önceden sezerek harama düşmemek için helâl olan lezzetli bol
şeyleri terk etmedikçe müttakî-ler derecesine erişemez. [52]
Ebu Hüreyre (r.a.)'dan.
Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o
devirde kişi, ele geçirdiği malı helâlden mi, yoksa haramdan mı kazandığına
hiç aldırmaz."[53]
Böyle bir zaman, toplumda İslâmî otoritenin kalktığı
veya kaldırıldığı zamandır... Ferdlerde imanın zaifiyeti ve toplumda fesadın
ortaya çıktığı bir zamanda, mü'min müs-lümanların haramlara düşmemek konusunda
çok daha dikkatli olmaları gerekir... Allah'a ve Rasullullah (s.a.s.)'e çok
daha sağlam itaat etmeli, müminler arasında birlik ve beraberliği daha
sıkilaştırmalı!.. Mü'minler arası çekişmelere son verilmeli, merhametli ve
hoşgörülü olunmalıdır. Mü'min müslümanlar, kendi aralarında bu merhametli ve
hoşgörülü tavrı yaygınlaştırdıkça, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ettikçe,
kendilerini haramlara düşmekten alı-koyar, Allah'ın gadablandığı işleri
işlemezler... Bu çalışmayı gerçekleştirirken çok sabır etmelidirler... Unutmamak
gerek ki Allah, sabredenlerle beraberdir...
Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:
"Asra an dol s un,
Gerçekten insan ziyandadır.
Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar, birbirine
hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka." [54]
"Allah'a ve Rasulüne itaat edin ve çekişip
birbirinize düşmeyin. Çözülüp yügmlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin şübhesiz
Allah, sabredenlerle beraberdir." [55]
Her muvahhid mümin kul, Allah ve Rasulü (s.a.s)'in
haram kıldığı şeyleri bilip öğrenmek zorundadır... Nerede olursa olsun harama
düşmemeye gayret etmeli ve bu konuda diğer insanları uyarmalıdır... Ayrıca
haramların egemenliğine karşı mücadele etmeli, onları giderip helâl şeylerin
topluma egemen olmasına gayret sarf etmelidir.
Allah'a iman ve itaatlarmdan dolayı, Allah'dan gereği
gibi korktukları için haramlardan uzaklaşan, onlara yaklaşmayan mü'min
müslümanlann kazandıkları mükafaatı şöyle beyan buyurur Rabbirniz Allah:
"Onlar, Adn cennetlerine girerler. Babalarından,
eşlerinden ve soylarından salih davranışlarda bulunanlar da (Adn cennetlerine
girerler). Melekler onlara, herbir kapıdan girip (şöyle derler):
"Sabrettiğinize karşılık selâm size. (Dünya) yurdunun)
sonu ne güzel." [56]
"İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en
gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği ve selâmla
karşılanırlar." [57]
3) Musibetle karşılaşıldığı anda sabır:
Yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ (Azze ve Celle), mü'min
müslüman kullarını imtihan etmekte ve onların
sabırları ölçüşünce, iman ile itaat derecelerince
kendilerine karşılık verip mükafaatlandırılmaktadır... İlâhî hikmet gereği
imtihan olunan mü'min müslümanlar, sabredip direndikçe imtihanda başarılı
olurlar... Böylece Allah'ın rızasını kazanır ve ebedî olan cennet nimetlerine
kavuşurlar...
Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:
"Andolsun, biz sizi, biraz korku açlık ve bir
parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır
gösterenleri müjdele.
Onlara, bir musibet isabet ettiğinde derler ki:
"Biz Allah'a aid (kullar)ız ve şübhesiz O'na dönücüleriz."
Rabblerinden bağışlanma (salât) ve rahmet bunların
üzerindedir ve hidayete erenler de bunlardır.[58]
"Andolsun, Biz sizden mücahid olanlarla sabredenleri
bilinceye (belli edip ortaya çıkarıncaya) kadar deneyeceğiz ve haberlerinizi
sınayacağız (açıklayacağız)." [59]
"Andolsun mallarınızla ve canlarınızla imtihan
edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta
olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve
sakınırsanız (bu,) emirlere olan azimdendir." [60]
"İnsanlar, (sadece) 'iman ettik' diyerek,
sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?" [61]
"Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalbleri ürperir,
kendilerine isabet eden musibetlere sabredenler, namazı dosdoğru kılanlar ve
rızık olarak verdiklerimizden infak edenlerdir." [62]
Ebu Hüreyre (r.a.)'ın rivayetiyle Rasullullah (s.a.s.)
şöyle buyurur:
Allah, kime hayır murad ederse, ona musibet verir.[63]
Müminlerin annesi Ümmü Seleme (r.anha) anlatıyor: Ben,
Rasullullah (s.a.s.)'i şöyle söylerken dinledim: "Başına musibet gelip de;
Biz Allah'a aidiz ve ancak O'na dönücüleriz. Allan'im,
musibetim hakkında bana ecir ver ve onun ardın dan bana daha hayırlısını ihsan eyle, diyen
hiç bir kul yoktur ki, musibeti hakkında Allah, arkasından daha hayırlısı nı
kendisine ihsan buyurmasın."
Ümmü Seleme (r.a.) demiş ki: Ebu Seleme vefat edince,
Rasullullah (s.a.s.)'in bana emrettiği gibi söyledim. Bundan sonra Allah bana,
ondan daha hayırlısını (yani) Rasullullah (s.a.s.)'i ihsan buyurdu. [64]
Muvahhid mü'minler, musibetlerle imtihan olundukları
zaman, Allah'a sığmmalı ve sabretmelidirler... Ümmü Seleme (r.anha) annemizin
rivayet ettiği hadiste, Önderimiz Rasullullah (s.a.s.)'in beyan buyurduğu gibi
davranve Allah'dan hayırlı bir sonuç taleb etmeliyiz... İnşa-allah, musibetler
karşısında sabırlı olursak, Rabbimiz Alİah bizlere en hayırlısını ihsan
eder...
a) Mü'min
müslümanlar, yeryüzünün egemen tağut-larına karşı cehd ederken ve şirk
ordularıyla savaşırken çok sabırlı olmalı, savaştan kaçmamalıdırlar...
Savaş'tan dolayı başa gelen musibetlere
karşı dayanıklı olmalı ve Allah'dan iki güzel şeyden birisini vermesi için
niyazda bulunmalıdır: Ya zafer, ya şehadet!..
Abdullah b. Ebi Evfâ (r.a.)'dan.
Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Ey insanlar, düşmanla karşılaşmak (savaşmayı)
te-mennî etmeyiniz. Allah'dan afiyet isteyiniz. Fakat sizler, düşmanla,
karşılaştığınız zaman (savaşın bütün şiddetine karşı) sabrediniz! Ve biliniz
ki, cennet muhakkak kılıçların gölgesi altındadır." [65]
b) Müstekbir
tağuti güçler tarafından işgal edilen ve birer "Daru'l-Harb"e
dönüşmüş İslâm topraklarında esaret altında yaşayan mü'min müslümanlar,
tağutların zulmüne, baskısına ve işkencesine sabretmelidir... Sabır, direnmek
ve direnç göstermek ile beraber kurtuluş çârelerini araştırmak, çıkış
yollarını keşfetmekle birlikte devam etmelidir... Kurtulmak için gayret
gösterip çalışmak, bütün imkânları kullandıktan sonra sonucunu Allah'a havale
etmek, sabır gerçeğim kavramak demektir.. Sabır, oturmak ve hedefsiz, sıradan
bir bekleyiş değil, tuzaklardan kurtulmak için çare aramak ve var gücüyle
çalışmaktır... Habab İbmı'1-Eret (r.a.) anlatıyor: (İslâm'ın ilk günlerinde)
Rasullullah, Kabe'nin gölgesinde kaftanını yastık yaparak dayandığı bir sırada
kendisine (Kureyş müşriklerinin işkencelerinden) şikayet ettik:
(Ya
Rasullullah,) bizim, için Allah'dan zafer dileyemez misin? (Bunların zulmünden)
kurtulmamız için Allah'a dua etmez misin? dedik.
Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurda: "Sizden
önceki ümmetler içinde öyle mazlum kişi bulunmuştur ki, müşrikler tarafından
onun için yerde bir çukur kazılır, o kişi, bu çukura (başı meydanda kalarak)
gömülürdü. Sonra büyük bir testere getirilir, başı üstüne konulur, ikiye
bölünürdü de (bu işkence) o mü'mini dininden döndürmezdi. (Bir başkasının da)
demir taraklarla etinin altındaki kemiği ve siniri taranırdı da bu işkence, o
mü'mini dininden çevirmezdi.
Allah'a yemin ederim ki, şu İslâm Dini'ni muhakkak
surette kemâle erdirecektir. Öyle bir derecede ki, bir Suva-rî (yalnız başına)
San'a'dan Hadramevt'e kadar (selâmetle) gidecek, Allah'dan başka hiçbir şeyden
korkmayacak, yahüd koyun sahibi yolcu, koyunu üzerine kurt saldırmasından
korkacaktır. Fakat sizler, acele ediyorsunuz.[66]
c) Mü'min müslüman, musibetin başa geldiği ilk anda ve
ondan sonra sabrı elden bırakmadan çok sabretmeli, gelenin Allah'dan geldiğine
inanmalı ve sabrın gereğini yerine getirmelidir... Özellikle en yakın
akrabaları ve en sevdiklerinin ölümü sırasında metanetli olmalı, her davranışı
sabrının bir göstergesi hâline gelmelidir... Bu davranışı, Rabbi Allah'ın onun
için takdir buyurduğuna, yani kadere rıza gösterdiğinin delili olmalıdır...
Mü'min şahsiyet, Rabbi Allah'ın kendisi için uygun gördüğüne razı olup şikayette
bulunmamalıdır... Her halinde, Rabbi Allah'a hamd makamında olup, O'ndan
hayırlısını dilemelidir...
Enes b. Malik (r.a.)'dan.
Rasullullah (s.a.s.):
"Sabır, (musibet) ilk başa geldiği andadır."
buyurdular. [67]
Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:
Rasullullah (s.a.s.), bir kabir yanında ağlamakta olan
bir kadının yanından geçti de o kadına:
"Allah'a ittika et ve sabreyle!" buyurdu.
Kadın:
Benden uzaklaş! Sen, benim musibetimle musi-betlenmedin,
dedi.
Kadın, Rasullullah'ı tanımıyordu. Kadına:
O zât, Rasululîah'tır, denildi.
(Bu sefer,
kadının içine ölüm acısı gibi bir şey çokmüş.)
Bunun üzerine kadın, Rasullullah'ın kapısına geldi.
Kadın, Rasulullah'ın kapısı önünde bekçiler, kapıcılar
bulmadı.
(Rasulullah'ın yanına girdi de:)
Ben, seni bilmedim, dedi.
Rasulullah (s.a.s.):
"Sabır, ancak musibetin birinci darbesi
sırasındadır." buyurdu.[68]
Ebu Ümâme (r.a.)'dan.
Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Allah Sübhane buyuruyor ki:
Ey Ademoğlu, musibetin ilk darbesi sırasında sabredip
sevabını (Ben'den) istersen, Ben, senin için (doğrudan doğruya) cennete
girmekten başka bir sevaba razı olmayacağım. [69]
Usame b. Zeyd (r.anhuma) anlatıyor: Rasullullah
(s.a.s)'in kızı (Zeyneb), Rasullullah'a: Oğlum öldü, bana geliniz, diye haber
gönderdi. Rasullullah da, kızına selâm söyleyerek: "Allah'ın aldığı ve
verdiği her şey Allah'a aiddir. her şey Alİah katında belirlenmiş bir müddet,
bir ömür iledir.
Bundan dolayı ey kızım sen, sabır et ve bu sabrın Alİah
katında sevabı olduğunu hatırla!" diye cevap yolladı.
Bu defa Zeyneb, Rasullullah'a yemin vererek:
Muhakkak geliniz, diye haber gönderdi.
Bu haber üzerine Rasullullah (s.a.s) kalktı. Maiyyetinde
Sa'd ibn Ubade, Muaz ibn Cebel, Ubeyy ibn Ka'b, d ibn Sabit ve bir takım
insanlar olduğu hâlde Zey-ıeb'in evine geldi.
Çocuk Rasullulah'ın kucağına verildi. Çocuğun canı
naip gelmekte ve hareket hâlinde idi. Vücûdu, sanki (zâif-lıktan) eski su
kırbası gibi idi. Rasullulah'ın iki gözü yaş löktü.
Sa'd İbn Ubade:
Ya Rasullullah, bu yaş, bu ağlayış nedir? dedi.
Rasulllullah (s.a.s):
"Bu göz yaşı bir rahmettir ki, Allah onu,
kullarının gönülleri içine koymuştur. Allah, ancak kullarından merhameti
olanlara merhamet ihsan eder," buyurdu.[70]
Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:
Ebu Talha'nm Ümmü Süleym'den bir oğlu vefat etti de
Ümmü Süleym, ailesi efradına:
Ebu Talha'ya ben söylemedikçe, oğlundan bahsetmeyin,
dedi.
Daha sonra Ebu Talha geldi. O da, kendisine akşam
yemeği getirdi. Ebu Talha, yedi-içti. Sonra Ümmü Süleym O'na, bundan önce
yaptığının en güzeliyle zinetlendi. O da, kendisine yakınlık etti. Ümmü Süleym,
O'nun kendisine yaklaşıp tatmin olduğunu görünce şunu söyledi:
Ya Ebu Talha, ne dersin? Bir kavim, bir aileye emanet
verselerde sonra emanetlerini isteseler, onları vermeyebilirler mi?
Ebu Talha:
Hayır, dedi.
Öyleyse oğlunu hesaba kat, dedi. Bunun üzerine Ebu
Talha, kızdı ve:
Beni, pisletinceye kadar bıraktın, sonra bana oğlumu
haber verdin (öyle mi?), dedi.
Hemen kalkıp giderek Rasullullah (s.a.s)'e vardı ve
olanı O'na haber verdi. Rasullullah(s.a.s):
"Geçen gecenin hakkında Allah, size bereket ihsan etsin." buyurdu.
Derken Ümmü Süleym, hamile kaldı. (Bir oğlan doğurdu
ve Rasullulah (s.a.s) onun adını Abdullah koydu).[71]
Bu örneklerden apaçık anlaşıldığı gibi, katıksız iman
sahibi olan muvahhid müminler, felaketler karşısında metanetli davranmış ve
sabır etmeye gayret etmişlerdir... Onlar, acıya katlanmış ve kedere dayanmış
olduğu hâlde Al-lah'dan hayırlısını istemiş, ecirlerini O'ndan beklemişlerdir...
Allah da, onlara dayanma gücü vermiş ve kendilerini cennet ile müjdelemiştir...
Hangi çağda ve nerede olursa olsun bu şekilde sabırlı olan muvahhid mü'minlerin
bol ecri ve cennet mükâfaatı Allah Teâlâ'nm katındadır...
Ebu Hüreyre (r.a.)'dan.
Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Yüce Allah şöyle buyurdu:
Mü'min kulumun, dünyadaki ailesinden en sevdiği
birisini elinden aldığımda, sonra o da, Ben'den ecrini istediğinde, Benim
katımda o kulumun mükâfaatı ancak cennettir.[72]
Abdullah b. Amr (r.a.)'dan.
Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Alİah Teâlâ, çocuğunu kaybeden, fakat sabredip
Cenab-ı Hakk'dan ecrini bekleyen ve takdire boyun eğen mü'min kuluna çenetten
başka mükâfaat vermeye razı olmaz. [73]
Ebu Hüreyre (r.a.)'dan.
Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Mü'min, çoluk-çocuğuna ve akrabalarına gelen felaketlere
ölünceye kadar sabrederse, onun hiçbir günahı yoktur." [74]
d) Muvahhid mü'minin kendi nefsine belâ ve musi-bet
gelebilir... Kendisi, imtihan gereği herhangi bir hastalığa yakalanabilir,
vücûd organlarından herhangi birisini kaybedebilir... Bundan dolayı sabretmesi
ve Rabbi Allah'a hamdetmesine devam eylemelidir... Hâlinden insanlara şikayet
etmedikçe ve Rabbi Allah'dan gelene rıza gösterdikçe Allah onu, cennet ile
mükâfatlandırır...
Enes b. Malik (r.a.)'dan.
Rasullulalh (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Allah Teâlâ:
Kulumu, iki sevgilisiyle belâlandırıp (göz nurlarından
mahrum edip) de kulum sabrederse, iki sevgilisi yerine ona cenneti veririm,
buyurdu.[75]
Atâ ibn Ebi Rebâh (rh.a.) anlatıyor: İbn Abbas (r.a.),
bana:
Ben sana, cennet kadınlarından bir kadın göstereyim
mi? dedi.
Ben:
Evet göster, dedim. İbn Abbas:
İşte şu (iri yapılı, uzun boylu) kara kadındır. Bu
kadın, bir kerresinde Rasullullah (s.a.s)'e geldi de:
Ben, sar'alanıyorum. Ben, sarmalanınca da açılıyorum.
Benim için Allah'a dua ediver! dedi.
Rasullullah (s.a.s.):
"İstersen hastalığına sabret! Bunun karşılığında
sana cennet vardır. İstersen sana afiyet vermesi için Allah'a dua edeyim!"
buyurdu.
Kadın:
Ben, sabredeyim! Ben, açılıyorum. Açılmamaklı-ğım için
Allah'a dua ediver! diye rica etti.
Rasullulah da, onun için dua etti.[76]
Ümmü'1-Alâ (r.anha) anlatıyor:
Rasullullah (s.a.s.), beni hasta iken ziyaret etti ve:
"Ya Ümmül-Alâ, sana müjdeler olsun. Çünkü ateşin,
altın ve gümüşün paslarını giderdiği gibi, bir müslümanm hastalığı da onun
günahlarını giderir." [77]
Ümmül-mü'minin Aişe (r.anha)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Tâûn (veba), bir azabtır ki, Allah onu, dilediği
kimseler üzerine gönderir. Yine Allah onu, mü'minler için bir rahmet sebebi
kılar.
Herbir kul, içinde bulunmakta olduğu bir beldede
ikamet ederken, orada tâûn çıkar ve kendisi sabrederek, sevab umarak, bu tâûn
hastalığının yalnız Allah'ın takdir edip yazdığı kimselere isabet edeceğini
bilerek, o beldeden çıkmayarak orada eğlenir kalırsa, muhakka ona, bir şehid
ecri gibi sevab olur." [78]
Ebu Hüreyre (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Karın hastalığından ölen şehiddir, tâûn
hastalığından ölen de şehiddir." [79]
e) Gerek Allah'ın dinini yaşarken, gerekse İslâmY tebliğ
edip O'na davet ederken, toplumun tepkisiyle karşı karşıya kalan ve onların
eziyetlerine sabreden mü'min şahsiyet, hem hayırlı, hem de hayır üzerinde olan
bir kişidir... İşgal edilmiş ve tağutların şirk hükümlerinin egemenliğindeki
İslâm topraklarında esaret altında yaşayan mü'min şahsiyetler, cahiliyye
toplumu hâline getirilmiş toplumlarından pek çok eziyet görüyor, resmî
ideolojinin koruyucuları tarafından işkenceye tabi tutuluyorlar... Mü'mine
düşen, çok sabretmek ve Allah'dan bir zafer, bir kurtuluş dileğinde bulunup dua
etmektir... Çünkü zafer ve kurtuluş sabır ile elde edilir...
İbn Ömer (r.anhuma)'dan.
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurur:
"Halk arasına girip de eziyetlerine sabreden
mü'mi-nin sevabı, halk arasına girmeyen ve onların eziyetlerine sabretmeyen
mü'minin sevabından daha fazladır (ve daha hayırlıdır)." [80]
İbn Abbas (r.anhuma)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Bil ki, zafer sabırla, sevinç üzüntüyle,
kolaylık da zorlukla birliktedir.[81]
Dünya hayatında her iş ve her olay büyük bir sabır
isteyen şeylerdir... Buğdayın tarlaya tohum olarak atılmasından ekmek olup
lokma lokma ağızda çiğnenip yutulmasına, hatta sıhhatli sindirilmesine kadar
çok büyük bir sabır ister... Herhangi bir sanatkâr, mesleği ile ilgili sanatı
Öğrenip onu icra ederek geçimini te'min etmesi az bir sabırla
gerçekleşmeyeceği herkesin idrak ettiği bir gerçektir... Şirk ve küfür
ideolojileriyle yönetilen ve hayatları Allah'a isyan ile geçen cahiliyye
toplumlarının, Tevhid'i anlayarak ve iman ederek İslâm toplumuna dönüşmesi
büyük sabır isteyen bir olaydır... Nuh (a.s.)'m, İbrahim (a.s.)'ın, Musa (a.s.)
ve Rasulullah (s.a.s.)'in mücadeleleri gözden geçirildiğinde bu sabrın ne demek
olduğu çok iyi anlaşılır... Müşrik toplumlar, sabırlı mü'min müslümanlarm çalışmasıyla,
İnşaallah Tevhid'i kabul edip İslâm toplumuna dönüşmüştür... Tarih boyu bu,
böyle bir gayret ile gerçekleşmiştir..
Emirü'l-mü'minin İmam Ömer b. Hattab (r.a.) şöyle
demiştir:
Sabır ile şükür iki binek olsa, hangisine binersem
bineyim aldırmam. [82]
İmam Ömer (r.a.), Ebu Musa el-Eşârî'ye (Allah her
udisinden de razı olsun) yazdığı bir metubunda:
Sabra önem ver. Sabır, iki şeye yapılır ki, biri
digerinden daha makbuldür. Meselâ, felaket ve musibetlere sabır, güzeldir.
Fakat bundan daha güzel ve daha makbulü Allah Teâlâ'mn haram kıldığı şeylere
sabırdır. İyi bil imam koruyan sabırdır. Zira iyiliklerin efdali, takvadır.
Takva ise sabırla mümkündür, dedi.[83]
Emirü'l-mü'minin İmam Ali b. Ebi Talib (r.a.):
İman, dört direk üzerine durur. Bunlar da: Yakın,
sabır, cihad ve adalet direkleridir, demiştir.
Yine İmam Ali (r.a.):
Bedende baş ne ise, imanda da sabır aynıdır. Başsız
beden olmayacağı gibi, sabırsız da iman olmaz, demiştir. [84]
Ebu'd-Derda (r.a.):
İmanın zirvesi, hükme sabır ve kadere rızadır, demiştir.
[85]
Süfyan-ı Sevrî (r.a.)'a:
Amellerin en faziletlisi hangisidir? diye sorulunca:
Belâ ve imtihan anında sabır! demiştir. [86]
Muvahhid şahsiyet, imanın zirvesi olan hükme sabrı ve
kadere rızayı hayatında gündeme getirirken, amellerin faziletlisi ile meşgul
olduğunun şuurunda olmalıdır... Allah'a ve Rasulullah (s.a.s.)'e iman ile
itaat ederken sabır, Allah'ın haram kıldıklarına yaklaşmamada sabır, imanınker
türlü şirkten, küfürden, bid'at ve hurafeden korurken sabır, salih amel üzere
devamlı olmada sabır ve musibet anarında sabır, mü'min müslümanların kâmil
vasfıdır...
Gerek ferdin, gerekse toplumun, iyi ve hayır üzere
değişmesi bir sabır işidir... Ferdin ve toplumun bütün çirkin kötülüklerden
kurtulup, tamamıyla iyiliğe ve hayra dönüşmesi uzun zaman alır... Bu da, sabır
gerektirir... Hem zaman konusunda sabır, hem de bu değişime yardımcı olacak
çalışla ve gayret konusunda sabır... Şunun bilinmesi ve hiç unutulmaması
gerekir ki, bir kavim, kendisini değiştirmedikçe Allah, onu değiştirmez...[87] Bu,
değişmeyen bir Sün-netullah'tır... Sünnetullah'da değişme olmaz... [88]
Bizden önceki muvahhid mü'minlerin yaptığı duayı hem
kavlî, hem de fiilî yapmalı ve gereği üzere sabır etmeliyiz...
"Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi,
müslü-man olarak öldür." [89]
[1] Sahİh-i Buhârî, Kitabu'r-Rikak, B.20 (Bab başlığında).
Ahmed ibn Hanbel, Kitabu'z-Zühd, C.l, Sh.174, Hbr.610. Abdullah ibnü'l-Mübarek,
Kitabu'z-Zühd, Sh.158, Hbr.630. Ebu Nuaym el-Isfahânî, Hilyetü'l-Evliya, C.l,
Sh.165.
[2] Zümer, 39/10.
[3] Fussilet, 41/34-35.
[4] İbn Kesir, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, C.13,
Hds.7064.
[5] İbn Kesir, A.g.e. C.12, Sh.6903.
[6] Sad, 38/44
[7] Enbiya, 21/83
[8] Seyyid Şerif Cürcânî, Kitabu't-Ta'rifat, Sh.137.
[9] Sahih-i Müslim, Kitabu't-Tahare, B.l, Hds.l.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'd-Daavat, B.90, Hds.3745.
Sünen-i Neseî, Kitabu'z-Zekat, B.l, Hds.2430.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu't-Tahare, B.5, Hds.280.
[10] Sad, 38/44
[11] Enbiya, 21/83
[12] Yunus, 10/5
[13] Ahmed Davudoğlu, A.g.e. C.2, Sh.272-273.
[14] Sahih-i Buharı, Kitabu'r-Rikak, B.20, Hds.57.
Kitabu'z-Zekat, B.51,Hds.71. Sahih-i Müslim, Kitabu'z-Zekat, B.42,
Hds.124. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'z-Zekat, B.28, Hds.1644. Sünen-i Tirmizî,
Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.76, Hds.2093. SÜnen-i Neseî, Kitabu'z-Zekat, B.85,
Hds.2578.
[15] Sahih-İ Müslim, Kitabu'z-Zühd, B.13, Hds.64. Sünen-i
Dârimî, Kitabu'r-Rikak, B.61, Hds.2780.
İmam Neseî, Hadisler Işığında Günlük Hayat, C.2, Sh.356, Hds.1067.
[16] Ahmed İbn Hanbel, Kitabu'z-Zühd, C.l, Sh.25, Hds.53.
[17] Ebu Talib el-Mekkî, Kûtu'l-Kûlub, çev. Prof. Dr. Yakup
Çiçek, İst. 1999, C.2, Sh.364.
İmam Suyutî, Camiu's-Sağir Muhtasarı, C.2, Sh,528-529, Hbr.2522 (5137).
İmam Ali b. Ebİ Talib (r.a.)'dan.
[18] Ahkaf, 46/35
[19] Rum, 30/60.
[20] Meyrem,19/65.
[21] Kehf,18/28.
[22] Tâhâ, 20/132.
[23] Lokman, 31/17.
[24] Lokman, 31/13.
[25] Yusuf, 12/106.
[26] Kehf, 18/110.
[27] Kehf, 18/110.
[28] Zümer, 39/65-66.
[29] En'am, 6/88.
[30] Bkz. Bakara, 2/193, Enfal, 8/39.
[31] Tâhâ,20/112.
[32] Bakara, 2/153.
[33] et-Taberî, Taberî Tefsiri, C.l, Sh.372. Ayrıca bkz.
Ahmed b. Han-bel, Müsned. C.l, Sh.206,268. C.5, Sh.388.
[34] İbn Kesir, A.g.e. C.3, Sh.627.
[35] Bakara, 2/45.
[36] Şura, 42/43.
[37] Âl-iîmrân, 3/200.
[38] Sahih-İ Buharı, Kitabu'1-Edeb, B.71, Hds.124.
Kitabu't-Tevhid, B.3, Hds.7.
Sahih-i Müslim, Kİtabu Sıfatu'l-Münafîkin, B.9,
Hds.49-50. İmam Buhârî, Edebil'1-Müfred, B.182, Hds.389. Ayrıca bkz. Tevbe,
9/30. Nahl, 16/57. İsra, 17/40.
[39] İmam Kurtubî, A.g.e. C.2, Sh.62.
[40] İmam Malik, Muvatta', Kitabu'l-Cenaiz, Hds.41.
Abdullah İbnü'l-Mübarek, Kitabu'z-Zühd, Sh.l 10, Hds.467.
[41] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu'l-Kıyame, B.15,
Hds.2590. Sünen-i ibn Mace, Mukaddime, B.ll, Hds.151.
[42] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-Hums, B.19, Hds.57.
Kitabu'l-İsti'zan, B.47, Hds.62.
Sahih-i Müslim, Kitabu'z-Zekat, B.46, Hds.I40. İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred,
B.182, Hds.390.
[43] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'z-Zühd, B.45, Hds.2509.
Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Marda, B.3 (Bab başlığında). Sünen-i İbn Mace,
Kitabu'l-Fiten, B.23, Hds.4023. Sünen-i Dârimî, Kitabu'r-Rikak, B.67, Hds.2786.
İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e. C.6, Sh.386, Hds.15. İbn Ebi'd-Dünya'dan.
[44] İmam er-Rûdânî, Cemu'l-Fevaid, C.3, Sh.256, Hds. 6388.
Ebu Ya'lâ ile Taberânî, Mu'cemu'I-Kebir ve Mu'cemu'l Evsafta. Ayrıca bkz.
Muhammed İbn İshak, Siyer, Sh.2U.
[45] Ebu Nuaym el-Isfahânî, Hilyetü'I-Evliya C.5, Sh.75.
[46] Sahih-i Buhârî, Kitabu'r-Rikak, B.28, Hds.74. Sahih-i
Müslim, Kitabu'l-Cenne, Hds.l.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sifatu'l-Cenne, B.20, Hds.2684. Sünen-i Dârimî,
Kitabu'r-Rikak, B.117, Hds.2846. Abdullah ibnü'l-Müberek, Kitabu'z-Zühd,
Sh.162, Hds.650.
[47] Ahmed Davudoğlu, A.g.e. C.ll, Sh.232.
[48] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Vesaya, B.24, Hds.29. Sahih-i
Müslim, Kitabu'1-İman, B.38, Hds.145. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Vesaya, B.10,
Hds.2874. Sünen-i Neseî, Kitabu'l-Vesaya, B.12, Hds.3652.
[49] Bkz. Nisa, 4/48 ve 116. Lokman, 31/13.
[50] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-İman, B.39, Hds.45.
Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Müsakat, B.20, Hds.107. Sünen-i Tlrmizî,
Kitabu'1-Buyu, B.l, Hds.1219. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Buyu, B.3,
Hds.3329-3330. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'I-Fiten, B.4, Hds.3984.
Kitabu't-Ticare, B.58, Hds.2278. Sünen-i Neseî, Kitabu'1-Buyu, B.2,
Hds.4431-4433. Beyhakî, Kitabu'z-Zühd, Sh.152, Hds.478.
[51] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu'l-Kıyame, B.14,
Hds.2568. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'z-Zühd, B.24, Hds.4215.
[52] Haydar Hatipoğlu, Sünen-i İbn Mace Tercemesİ ve Şerhi,
lst' 1983, CIO, Sh.487.
[53] Sahih-İ Buhârî, Kitabu'1-Buyu, B.7, Hds.13. B.23,
Hds.35.Sünen-i Neseî, Kitabu'1-Buyu, B.2, Hds.4432.
[54] Asr,103/l-3
[55] Enfal, 8/46.
[56] Râd, 13/23-24.
[57] Furkan, 25/75.
[58] Bakara, 2/155-157.
[59] Muhammed, 47/31.
[60] Al-i İmran 3/189
[61] Ankebut, 29/2
[62] Hacc, 22/35
[63] Sahih-İ Buhârî, Kitabu'l-Marda ve't-Tıbb, B.l, Hds.5.
[64] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Cenaiz, B.2, Hds.4.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cenaiz, B.17-18, Hds.3119.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'd-Davaat, B.87, Hds.3740.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Cenaiz, B.55, Hds.1598.
İmam Malik, Muvatta', Kitabu'l-Cenaiz, Hds.42.
İbn Kesir, A.g.e. C.3, Sh.635. Ahmed b. Hanbel,
(Müsned, 3
Sh.27. C.6, Sh.309,313,324)'den.
[65] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, B.155,
Hds.228. Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Cihad, ve's-Siyer, B.6, Hds.19. Sünen-i Ebu
Davud, Kitabu'l-Cihad, B.89, Hds.2631. Sünen-i Dârimî, Kitabu's-Siyer, B.6,
Hds.2445. Ayrıca bkz. Taberânî, Mu'cemu's-Sağir, C.2, Sh.230, Hds.543.
[66] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-Menakıb, B.25, Hds.l 16.
Kitabu Menakibi'l-Ensar, B.28, Hds.71.
Kitabu'l4krah,B.l,Hds.4
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Cihad, B.97, Hds.2649. Sünen-i Neseî,
Kitabu'z-Zinet, B.98, Hds.5285 (Birinci bölüm).
[67] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Cenaiz, B.8, Hds.14.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Cenaiz, B.55, Hds.1596. Sünen-i Tirmizî,
Kitabu'l-Cenaiz B.12, Hds.992-993. Sünen-i Neseî, Kitabu'l-Cenaiz, B.22,
Hds.1869.
[68] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Cenaiz, B.31, Hds.44,
Kitabu'l-Ahkam, B.ll, Hds.18. Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Cenaiz, B.8, Hds.15.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'î-Cenaiz, B.22-23, Hds.3224. Sünen-i İbn Mace,
Kitabu'l-Cenaiz, B.55, Hds.1598. İmam Neseî, Hadisler Işığında Günlük Hayat,
C.2, Sn.357. Hds.1068.
[69] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Cenaiz, B.55, Hds.1597.
[70] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Cenaiz, B.32, Hds.45.
Kitabu'l- Marda ve't-Tıbb, B.9, Hds.I6.
Kitabu'l-Eyman, B.9, Hds.33. Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Cenaiz, B.6, Hds.l
1. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cenaiz, B.23-24, Hds.3125. Sünen-i Neseî,
Kitabu'l-Cenaiz, B.22, Hds.1868. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Cenaiz, B.53,
Hds.1588.
[71] Sahih-i Müslim, Kitabu FedailuVSahabe, B.20, Hds.107.
Kitabu'l-Adab,B.5,Hds.23. Sahih-i Buhârî,
Kitabu'1-Akika, B.l, Hds.4.
Kitabu'l-Cenaiz, B.41, Hds.60.
[72] Sahih-İ Buhârî, Kitabu'r-Rikak, B.6, Hds.12
[73] Sünen-i Neseî, Kİtabu'l-Cenaiz, B.23, Hds.1871
[74] imam Malik, Muvatta', Kitabu'l-Cenaiz,-Hds.40.
[75] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Marda, B.7, Hds.14.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'z-Zühd, B.46, Hds.2511. İmam Hafız el-Munzirî,
A.g.e. C.6, Sh.424, Hds.89-91. Ahmed b. Hanbel, Taberânî, İbn Hıbban ve Ebu
Ya'lâ'dan.
[76] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Marda, B.6, Hds.12. Sahih-i
Müslim, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.14, Hds.54. İmam Buhârî, Kitabu'l-Müfred,
B.228, Hds.502.
[77] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cenaiz, B.l'in devamında,
Hds.3092.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu't-Tıbb, B.18, Hds.3469.
Benzeri bir hadis için bkz, İmam Hafız el-Munzirî,
A.g.e. C.6,
Sh.399, Hds.42. İmam Ahmed b. Hanbel'den.
[78] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Kader, B.14, Hds.25.
Kitabu't-Tıbb, B.31, Hds.49. Sahih-i Müslim, Kitabu's-Selâm, B.32,
Hds.97.
[79] Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Tıbb, B.30, Hds.48. Sahih-i
Müslim, Kitabu'1-İmare, B.51, Hds.165.
[80] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B.23, Hds.4032.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu'l-Kıyame, B.20, Hds.2625. İmam Buhârî,
Edebü'l-Müfred, B.181, Hds.388. Beyhakî, Kitabu'z-Zühd, Sh.213, Hds.741.
[81] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.l, Sh.107.
Ayrıca bkz. İmam Nevevî, Riyazü's-Salibin, Hds.63.
[82] Abdulkerim Kuşeyrî, Kuşeyrî Risalesi, Sh.328.
[83] İmam Gazali, İhyâu Ulumi'd-Din, C.4, Sh.l 18.
[84] İmam Gazalî, A.g.e. C.4, Sh.liS. Abdulkerİm Kuşeyrî,
A.g.e. Sh.324.
[85] İmam Gazalî, A.g.e. C.4, Sh.l 19.
[86] Ebu Talib el-Mekkî, KûtuT-Kulub, C.2, Sh.361.
[87] Bkz. Ra'd, 13/11. Enfal, 8/53.
[88] Bkz. Fatır, 35/43.
[89] A'raf, 7/126.