İNSAN
NEDİR, NASIL BİR VARLIKTIR?
İnsanın
Bazı Temel Özellikleri
Bütün
insanları yoktan var edip yaratan, sayısız nimetleriyle yaşatan Allah Teâlâ,
insanları en güzel bir şekilde, en güzel bir biçimde yaratmıştır. Rabbimiz Allah (c.c.) bunu belirtiyor:
“Biz
insanı en güzel biçimde yarattık.” [1]
“(Resûlüm!)
De ki sizi yaratan, size kulaklar,
gözler ve gönüller veren ancak O’dur.” [2]
“Sizi
şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı.” [3]
İnsanın
en güzel şekilde yaratılmasının anlamı şudur:
Ona
en iyi biçim ve diğer mahluklardan daha iyi özellikler verilmiştir. Ayrıca
insan düşünce, anlayış, ilim, akıl gibi yüksek kabiliyetlerle donatılmıştır.
Öyle ise “insan” ne demektir?
“İnsan”
kelimesinin, temel olarak iki sözcükten türediğinden söz edilir. Bunlardan biri
“üns” kelimesidir. “Üns” ünsiyet, dostluk, yakınlık demektir. Bu, bir taraftan
insanın başka insanlara karşı yakınlığını, bir taraftan da Allah’a tüm
varlıklardan daha çok olan yakınlığını ifade eder.
İnsan
kelimesinin, bir de “n-s-y” unutmak fiilinden geldiği söylenmektedir. Bu
durumda insan, unutkan bir varlık demektir. Kur’ân-ı Kerim de, insanın unutkan
oluşunu şöyle vurgulanmaktadır:
“And
olsun, önceden Âdem’e ahid verdik de unuttu ve onu azim sahibi bulamadık.” [4]
İnsan
nasıl bir varlıktır?
Bu
sorunun iki çeşit cevabı vardır: [5]
İnsan,
hayvan türlerinden bir türdür. Aslı maymundan gelmiş, tekâmül ede ede insan
denilen varlığın şeklini almıştır.” [6] İnsan
etten, kemikten, kandan, sinirden, sistemlerden, bez ve hücrelerden oluşan bir
kütledir.
İnsan,
başka yaratıklara karşı önemi ve üstünlüğü olmayan bir varlıktır. İnsan
yeryüzünde çok ve çeşitli olan canlılardan biridir. Hatta insan haşerat,
sürüngen ve maymun cinsindendir. Ancak şu kadar var ki, insan zamanla “tekâmül”
etmiş ve bu şekli almıştır. Darwin gibi maddecilerin görüşleri:
Bunlara
göre insan haşerelerle kardeş, maymunlarla eşittir. İnsan kısaca “tekâmül etmiş
bir hayvandır.” Çeşitli evreler geçirmiş, nihayet bu duruma gelmiştir. İşte
insanın kendisini düşük bir mahluk gibi hayvan olarak görmesinden daha kötü ne
olabilir? [7]
Maddeciler
insana Allah’ın kıymetli bir yaratığı olarak bakmazlar. Onlara göre insan,
varlık âlemine kendiliğinden gelmiştir. Kendi kendine yaşar, kendi kendine
ölür. Ölümü ile de hayat hikayesi biter. Hülâsa, insan bir “hayvandır”; ancak
“ileri bir hayvan”, “sosyal bir hayvan” veya “gelişmiş bir hayvan”dır,
denebilir. Fakat ne olursa olsun yine “hayvan”dır. İşte maddecilerin insana bu
şekilde bakışları, insanın kendini basit sanması, kendine sırf bir hayvan gözü
ile bakması ve gurur-kibir taslaması. Bu anlayış, gerçek İlâhî itibardan
düşürürken, insanı kendinî ilâhlaştırma derecesine götürür. Artık o sorumsuz
bir hayat yaşar. [8] Böyleleri için şöyle
buyrulmaktadır:
“Onlar
hayvan gibidir, hatta hayvandan daha aşağıdadır.” [9]
Darwinizm:
Hayatın ve canlı varlıkların meydana gelişini tesadüfî olaylarla açıklamaya
çalışan biyolojik bir görüş veya faraziye, evrim teorisi/nazariyesi gibi
isimlerle anılır. Kelime olarak “evrim” basitten mükemmele doğru değişme, gelişme,
tekâmül demektir. Darwinizm savunucularının, hayatın başlangıcı ve canlıların
çeşitliliğiyle ilgili görüşleri şöyledir:
“Hayat
ve canlı varlıklar, tesadüfen meydana
gelmiştir. Önce inorganik maddelerden organik maddeler ortaya çıkmış, sonra bu
organik varlıklar biyolojik varlıklara dönüşmüştür. Herhalde bütün canlıların
yapıtaşı olan hücre, milyonlarca yıl önce denizlerde tesadüfen meydana gelmiş,
bundan da zamanla küçük deniz bitkileri ve hayvanları, sonra karadaki bitki ve
hayvanlar, en sonra da çeşitli dönüşümlerden geçerek insan yeryüzünde görülmeye
başlamıştır” gibi laflar söyleyip iddia ediyorlar. Böylece Âdem (a.s.)’ın
topraktan yaratılmadığını, Kur’ân-ı Kerim’in ve mukaddes kitapların, hâşâ,
hikâye olduklarını, ilk canlı maddeyi vücuda getiren büyük bir kudrete,
Allah’ın varlığına inanmanın ilme, fenne uymayacağını anlatıyorlar. Bazı
çevreler bilhassa materyalist ve ateist kimseler için “Darwinizm” âdeta yepyeni
bir din ve bir yoldu. 1991 yılı sonlarında dördü Nobel ödüllü 200 bilim adamı, Darwin
Teorisinin hiçbir bilimsel temele dayanmadığını ispatladı. Darwin teorisi
arkeoloji bilginleri tarafından da çürütülmüştür.” [10]
“Evrim
Teorisi” ya da “Darwinizm” kavramlarını duyan insanların bir bölümü, bu
kavramların sadece biyolojinin ilgi alanına girdiğini ve kendi yaşamları
açısından bir önem taşımadığını sanabilirler. Oysa bu çok büyük bir yanılgıdır.
Çünkü, evrim teorisi gerçekte, biyolojik bir kavram olmanın ötesinde, dünya
üzerinde yaygın bir kitleyi etkisi altına almış çarpık (yanlış) bir felsefenin
altyapısını oluşturur.
Bu
felsefe, neden ve nasıl var olduğumuz konusuyla ilgili birtakım gerçek dışı
görüşler öne süren “materyalizmdir”. Materyalizm, ya da bir başka deyişle
“maddecilik”, maddeden başka hiçbir şeyin olmadığını, canlı-cansız her şeyin
özünün madde olduğunu varsayar. Buradan yola çıkarak da madde üstü bir
yaratıcının, yani Allah’ın varlığını reddeder. Her şeyi maddeye indirgeyen bu
düşünce, insanı sadece maddeye önem veren ve her türlü mânevî değerden yüz
çeviren bir birey haline dönüştürür. Bu ise, bir insanın yaşamına isabet edecek
olan çok büyük yıkımların başlangıcıdır.
Materyalizmin
zararı sadece bireylerle sınırlı değildir. Bunun da ötesinde materyalizm,
milleti ayakta tutan temel değerleri ortadan kaldırarak, sadece maddeye değer
veren ruhsuz ve duyarsız bir toplum meydana getirmeyi hedefler. Böyle bir toplumun bireylerinin
adâlet, sadâkat, kardeşlik, dostluk, fedâkârlık, namus, güzel ahlâk gibi yüce
değerlere sahip olmaları mümkün olmadığı için, bu insanların oluşturduğu toplum,
kısa sürede parçalanmaya mahkûmdur.
Evrim
teorisi de, komünist ideolojinin dayandığı materyalizmin [11]
sözde bilimsel tabanını oluşturur. Komünizm, evrim teorisini temel alarak
kendini meşrûlaştırmaya, ideolojisini geçerli ve haklı göstermeye çalışır. Bu
nedenle komünizmin kurucusu olan Karl
Marx; Darwin’in yazdığı ve evrim teorisinin temelini oluşturan Türlerin Kökeni
adlı kitap için “bizim görüşlerimizin doğal tarihsel temelini içeren kitap
budur” demiştir.
Oysa
başta Marx’ın fikirleri olmak üzere, her türlü materyalist düşünce bugün
temelinden çürümüş durumundadır. Çünkü materyalizmin kendisini dayandırdığı bir
19. yüzyıl dogması olan evrim teorisi, çağdaş bilimin bulguları karşısında
bütünüyle geçersiz hale gelmiştir. Bilim, maddeden başka hiçbir şeyin varlığını
kabul etmeyen materyalist varsayımı geçersiz kılmakta ve tüm canlıların üstün
bir yaratılışın ürünü olduğunu göstermektedir.
Çoğu
insan, bir bilim adamından duyduğu her şeyi mutlak doğru sanır. Bu bilim
adamının birtakım felsefî ya da ideolojik önyargılara kapılmış olabileceğinden
endişe etmez.
Oysa
bilim adamlarının bir bölümü, sahip oldukları bazı önyargıları ya da bağlı
oldukları felsefî görüşleri, bilimsel bir görünüm altında topluma empoze
ederler.
Örneğin,
tesadüflerin karmaşa ve düzensizlikten başka bir şey oluşturmadığını gözleriyle
gördükleri halde, evrendeki ve canlılardaki tasarım, plan ve düzenin tesadüfler
sonucu ortaya çıktığını savunurlar.
Oysa
aynı bilim adamı, boş bir arazide yürürken üst üste dizilmiş üç tuğla görse,
bunların tesadüfen meydana gelip, sonra yine tesadüfen üst üste dizildiklerine
asla ihtimal vermez. Hatta böyle bir şey iddia eden kimsenin aklından
kuşkulanır. Pekiyi, sıradan olayları normal değerlendirebilen bu insanlar, konu
kâinatın, insanların nasıl var olduğu sorusunu araştırmaya gelince nasıl olup
da bu denli akıl dışı bir tutum sergilerler. [12]
Kâinatın ve insanların var oluşunun tesadüfler sonucu olduğunu söylerler?
Çünkü
bâtıl olan materyalizme bağlılıklarından ve kâinatı, insanları yoktan var edip
yaratan Allah’a inanmadıklarından kaynaklanmaktadır.
Günümüzde
evrim teorisini kabul edip savunan maddeci ateistler olduğu gibi, bu görüşleri
savunmayan ateistler de var. Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, “asıl hayat;
dünya hayatıdır” diyerek zevkine, keyfine, hevâ ve hevesine göre yaşayan
inançsızlar da mevcut. Neticede bu gibi bâtıl anlayışta olanlar ve ayrıca
müslüman olduğunu söylediği halde İslâm’ın prensiplerini, emir ve yasaklarını
hükümlerini reddeden, kabul etmeyen kişiler de apaçık bir şekilde kâfirdir.
Yüce
Rabbimiz Allah Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
“Ehl-i
Kitap ve müşriklerden olan (İslâm’ı kabul etmeyen) kâfirler, içinde ebedî
olarak kalacakları cehennem
ateşindedirler. İşte halkın en şerlileri onlardır.” [13]
İslâm’ı
bir bütün olarak kabul etmeyen, İslâm’ın hükümlerini, kanunlarını reddeden
gayr-i İslâmî yaşantıyı savunanların ve İslâm’ın prensiplerine karşı çıkanların
kâfir hükmünde olup ebedî ateşe, cehenneme girecekleri, insanların en şerlisi,
en kötüsü olduğu âyet-i kerimeden anlaşılmaktadır.
Evrim
teorisinin dünya ve Türkiye’deki etkilerine baktığımız zaman, görürüz ki bu
teori, insanların haktan, doğrudan, mânevî değerlerden uzaklaşmasına sebep
olmaktadır.
Liseler
İçin Psikoloji ders kitabı şöyle der:
“İnsan
çeşitli bilimlerin konusu olmuştur. Bu bilimlerden her biri, onun bir yönünü
inceler. Sözgelimi, biyoloji için “insan; tıpkı öteki hayvanlar gibi bir
hayvandır. Onlar gibi yer, içer ve çoğalır. İnsanın davranışlarını ve bu
davranışların özelliğini inceleyen psikoloji için ise insan; dili olan
hayvandır. Bu dil onu diğerlerinden ayırır. Çünkü hayvanlar içerisinde yalnız
insan, duygu ve düşüncelerini sözlü ve
yazılı olarak ifade edebilir.”[14]
Bu
iddialar evrimci, Darwin'cilerin, materyalistlerin iddiasıdır. Bu iddiaların
tutarsızlığı, yanlışlığı, bilimsel verilerle ve yüce dinimizin gerçekleriyle
bağdaşmamaktadır.
Maddeci
bir anlayışla yetişen neslin topluma zararı olmaktadır. Çünkü dinî değerlerden
uzak olan, İslâmî ahlâktan yoksun kalan kişilerin, insanlara zararlı olması söz
konusudur. Takip edilen yanlış bir yol, insanı doğru bir sonuca götürmez.
Maddeci, materyalist bir anlayış, çok yanlış ve zararlıdır.
Neslin
İslam’a uygun yetişmemesi her türlü kötü alışkanlıklar edinmesine sebep
olmaktadır. İçki, kumar, uyuşturucu ve ahlâk dışı davranışlar ve fuhşun
artması, haksızlığın, hırsızlığın ve ahlâksızlığın çoğalması insanlara zarar değil
de ya nedir? İçki yüzünden trafik
kazaları olmakta ve bundan dolayı
insanların sakat kalmasına, hatta ölmesine sebep olunmaktadır.
Trafik
kazalarının çoğunun sarhoşken araba kullanmaktan kaynaklanmakta olduğunu
basından, televizyondan da öğrenmekteyiz.
Maddeci-materyalist
yetişen, sadece kendini düşünür, kendisine fayda sağlayacak ne olursa onu
yapar. Başkasının zarara uğraması ve onu aldatması onun için normaldir. Ne der?
“Aldanmasın!” der. Çünkü egoist bir insan sadece kedini düşünür, başkalarını
düşünmez. İslâm’ın prensiplerine uymayan kişilerden insanlara zarar gelir.
Çare, bir an önce yetişen nesli materyalist, maddeci değil; İslâmî değerlere
uygun şekilde yetiştirmeye çalışmaktır. Doğru bilgilerle, mânevî değerlerle
donatılmış kişilerden doğru işler beklenir. Aksi mümkün değildir.
İnsanlık
tarihi boyunca insan için çok şey söylenmiştir. Bazıları, şöyle der:
“İnsan,
hayvan türlerinden bir türdür. Aslı maymundan gelmiş, evrimleşerek insan
denilen varlığın şeklini almıştır.” Bazıları da şöyle der:
“İnsan;
düşünen, konuşan ve yürüyen hayvandır.” Bazıları da, şöyle der:
“İnsan,
sosyal bir hayvan” veya “gelişmiş bir hayvan”dır. Bazıları da şöyle der :
“İnsan
günahkâr olarak dünyaya gelir, sonra günahlarından temizlenir.” Bu inançta
olanlar, Hıristiyanlardır.
Hıristiyanlığa
göre, insanlığın ilk atası Âdem ve eşi Havvâ, yasak meyveyi yemelerinden dolayı
bir günaha düşmüştür. Bu günah, hem şahsî, hen de kollektif bazı sorunlar
doğurmuştur.
Hıristiyan
inancına göre, Âdem (a.s.) ve eşi
Havva’nın günahları, onların züriyetlerine de yayılmıştır. “Yalnız bir adamın
itaatsizliği sebebiyle, bütün diğerleri günahkâr kılındılar.” [15]
Bugünkü İncil’de yer alan bu cümle, resmî öğretice şöyle tamamlanır:
“Her
insan, kutsiyet ve doğruluktan yoksun ve günah ile kirlenmiş olarak dünyaya
gelir. Çünkü ilk atası sukut eden (düşüklük gösteren) insan nevinin bir üyesi
olarak doğar.” Değişmez olan bu telâkkîye “aslî günah” denir. Bu inanç, St.
Paul’ün:
“Biz
hepimiz Âdem’de günah işledik ve gazabın çocukları olarak dünyaya geldik” [16]
sözlerinden doğmuş ve hıristiyanlığın tahrif edildiği ilk asırdan beri sürdürülmüştür.
Dünyaya
gelen çocuk, kendi ruhunda bu ilk günahın mührünü taşıyarak gözlerini açar.
Çocuğun bedeni mâsum ise de, ruhu günahla kirlenmiştir, bir gün yaşamış olsa
bile!
Sırf
çocuk mu? Hayır!
Âdem’in
ve Havvâ’nın günahı tüm insanlara da düşünemeyeceği kadar yakındır, o insanın
içindedir. Tüm insanların kaderindedir, hatta dünyaya gelmemiş olsalar dahi.
İnsanlar ortaya çıkmadan veya günahkâr olmayı istemeden önce, daha şimdiden
günahkârdır. Aktüel günahsa, yeryüzüne düşmüş bir melek olan insanın
sefâleti, ruhunu ve bedenini kirleten
aslî günahtan ileri gelmektedir. Dünyevî ve uhrevî hayatın tümünü etkileyen bu
dogma, bütün hıristiyan mezheplerinde esastır. Bu inancı inkâr, aforoza
(hıristiyanlıktan kovulmasına) sebep idi.
Aslî
günah ve bundan kaynaklanan aktüel (fiilî) günahın bütün sorumluluğu kadının,
Havvâ’nın omuzlarındadır. Bu olumsuz değerlendirme, günümüzdeki kadını da içine
alır. Çünkü Âdem’i günaha sürükleyen de odur. Aktüel kadın, cennetten kovulmuş
olmayı hatırlattığı için kadınlığından ve şeytanın en güçlü aracı olduğu için
hele güzelliğinden utanmalıdır. [17]
Vaftiz:
Dinî anlamı, senbolik olarak ifade edilir. Takdis edilmiş/kutsanmış suya
batırılan insan, başta aslî günah olmak üzere bütün günahlardan arınır;
çıkarılmak suretiyle de yeniden hayata döner. Mezara girdikten sonra dirilen
İsa gibi. Vaftiz âyetinde belirgin amaç şudur:
Aslî
günahtan, bütün günahlardan, ahlâkî her kötülükten sıyrılıp bir daha kötülüğün
ve günahın ulaşamayacağı, kurtulmuş bir hayata ulaşmak.
Çoğunlukla
yetişkinlik zamanında yapılması yanında, doğuştan getirdikleri günahtan
arınmaları için çocuklara icrâ edilen
vaftiz, Baba ve Rûhuu’l-Kudüs adına
yapılır. [18]
Günah
itirafı ve günah çıkarma:
Günah
çıkarma, günahların bağışlanıp af olması için papaza açıkça itiraf edilmesidir.
Özelikle Katolik kilisesinde, yılda en az bir defa günah çıkarmak
gerekmektedir. İlk asırlarda, günah çıkarma ölüm esnasında icrâ edilmekteyken,
sonraları her zaman yapılabilir bir af âyini şekline dönüşmüştür. Kilise ve
papazlar bu işte tam yetki sahibidirler. Günahın kedisine itiraf edildiği
papaz, af hususunda münâkaşasız bir otoriteye sahiptir. İtiraf işi, papazın şu sözleriyle
sona erer. “Ve şimdi Baba, Oğul ve Rûhu’l-Kudüs adına günahlarınızı size
bağışlıyorum, Âmin!” Ya da kısaca
“günahlarınızı size bağışlıyorum!” [19]
Yahudilikte
de kadının hiçbir değeri yoktur. Yahudilerin her sabahki duâlarında şu cümle
geçmektedir:
“Ezelî
ilâhımız, kâinatın kralı, beni kadın yaratmadığın için sana hamd olsun.” [20]
Kadını
aşağılama geleneğinin hıristiyanlıkta daha da güçlendiğini görüyoruz. Zira
kadın, haram meyveyi Âdem (a.s.)’e yedirerek cennetten kovulmasına ve böylece
insan neslinin günahkâr olmasına neden olmuştur. Tabiî ki, tüm bu görüşler çok
yanlıştır.
Maddecilere
göre insan, dünyaya gelir, her canlı gibi yer, içer, nefsî arzularını yerine
getirir ve öldüğünde toprağa karışır gider. Yani, insan yaşamak için yaşar.
Basit dünyevî hedeflerin ötesinde bir yaratılış amacı yoktur. O, ot gibi
yaşayıp gideceğini, sonra ot gibi kuruyup yok olacağını zanneder.
İnsanların
bir tesadüf eseri olarak dünyaya geldiğini sananlar ve yaratılış gayesinin
meçhul olduğunu, bilinmediğini
düşünenler veya yaradılış gayesine uygun bir hayat yaşamayanlar, sorumsuzca bir
hayat yaşarlar. Tabiî ki, yaradılış gayesi açısından bakıldığında, insan meçhul
bir varlık değildir; o mesul (sorumlu) bir varlıktır.[21]
Çünkü, insanlar dünyaya tesadüf eseri gelmiş değildir. İnsanlar, dünyaya bir
amaç ve gaye için, Allah’a kulluk yapmak için gelmiştir. [22]
İnsanları
yoktan var edip yaratan, sayısız nimetleriyle yaşatan Allah Teâlâ’dır
“Allah
onu (Âdem’i) topraktan yarattı. Sonra ona ol dedi, o da (insan) oluverdi.” [23]
“O
(Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan
yaratmıştır.” [24]
“Allah
sizi bir tek nefisten yarattı, sonra ondan da eşini (Havva’yı) yaratmıştır.” [25]
“Ey
insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık.” [26]
“Ey
insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini (Havva’yı) vücuda
getiren ve ikisinden de birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbnizin emrine
uygun yaşayın.” [27]
Âyetlerden
de görüyoruz ki insanları yaratan Allah Teâlâ insanı nasıl ve ne şekilde
yarattığını apaçık bir şekilde bildiriyor.
İlk
insan Âdem (a.s.)’ı topraktan yarattığını, ondan sonra da eşi Havva’yı yarattığını
ve ikisinden de birçok erkek ve kadınlar yarattığını bildirmektedir. Müslüman
olan kişilerin bunu böyle bilmesi ve inanması gerekir.
Aksi
halde müslümanlıkla alâkası kalmaz. “Ben müslümanım” dese de, müslüman olan
kişi, bu sözün yeterli olmayacağını bilen; Kur’an ve sünnete inanan ve bunları
tasdik ve kabul eden kişidir.
Materyalist,
evrimci, Darwinci olan kişiler “insanın ilk atası maymundur; evrimleşerek,
değişerek bu hali almıştır” diyen ve bu görüşleri savunan kişiler; Kur’ân-ı
Kerim’in, insanların Âdem ve Havva’dan türediğini, meydana geldiğini kabul
etmeyenler kâfirlerdir. “Müslümanım” diyorsa da mürted olmuş, kâfir olmuş olur.
Müslüman kalmak ve böylece ölmek isteniyorsa, İslâm’ın kabul ettiğini kabul
etmeli ve reddettiğini de reddetmelidir.
Mü’minlerin
nazarında insan Allah (c.c.) katında kıymetli bir mahluktur. Allah (c.c.) onu
en güzel şekilde yaratmış ve ona kendi ruhundan üflemiştir.
“Rabbin
meleklere demişti ki: Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım, onu
tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın!” [28]
Melekleri
ona secde ettirmiş, ona ilim ve irâde ayrıcalığı vermiş, onu yeryüzünde halife
yapmış, kâinatta, göklerde ve yerde ne varsa hepsini emrine vermiştir. [29]
Dünya
yaşamında insanların ihtiyaçlarını karşılayacak her türlü gereken nimetleri
insanlara ihsan etmiştir.
“O
ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. ” [30]
Allah
(c.c.) kâinatta ne varsa hepsini insanın hizmetine vermiştir. Yer, gök, ay ve
güneş, yıldızlar, bitki ve hayvanlar, su, denizler, nehirler, dağlar vs. hepsi
insanın yararı içindir.
“Şüphesiz
bunda düşünen insanlar için ibretler vardır” [31]
buyrulmaktadır.
Yüce
Allah (c.c.) Hz. Âdem (a.s.)’a verdiği akıl, ilim ve ruh özelliklerini diğer
insanlara da vermiş, yeryüzünde onu halife yaptığı gibi, diğerlerini de halife
yapmıştır. Onun için Kur’ân-ı Kerim bütün insan cinsinin mükerrem olduğunu
açıklamıştır.
“And
olsun ki Biz; insanoğullarını şerefli kıldık, onların karada ve denizde
gezmesini sağladık, onları temiz şeylerle rızıklandırdık. Yarattıklarımızın pek
çoğundan üstün kıldık.” [32]
Bütün
bunlar insanın seçkin ve başka canlılardan ve özellikle hayvanlardan tamamen
ayrı bir varlık olduğunu ispatlamaktadır.[33]
İslâm’a göre insan doğarken tertemiz doğar.
Onun herhangi bir nedenle suçlu veya günahkâr doğması asla sözkonusu değildir.
Rasûlullah (s.a.s.):
“Her
çocuk İslâm fıtratı üzere (tertemiz ) doğar; sonra annesi-babası (yahudi ise)
onları yahudi yaparlar, (hıristiyan ise) onu hıristiyan yaparlar, (mecusi ise)
onu mecusi yaparlar” [34] sözleriyle
bu gerçeğe işaret buyurmuşlardır. İnsan, yaratılırken bütün iyiliklere meyilli
ve bütün kötülüklerden de aklı ve irâdesi ile kaçınabilecek yetenekte
yaratılmıştır. İslâm gerçekçidir; insanı olduğu gibi kabul eder. İnsanın
yaradılışında bulunan normal duyguları kötü görmez, aksine helâl bir biçimde
karşılanmalarını ibâdet telâkkî eder. İslâm ile insan fıtratı (yaradılışı), tam
bir uyum içindedir. Çünkü İslâm, insanın içgüdülerini inkâr etmez. Aksine
yeme-içme, cinsel arzu ve benzeri isteklerini helâl yoldan karşılanması gereken
normal ihtiyaçlar olarak görür. İslâm, tertemiz yaratılan insanın, tetemiz bir
hayat yaşayarak dünya ve âhiret mutluluğuna hak kazanmasını ister. [35]
İslâm,
insana yalnız bir yönlü değil, tam üç yönlü bir üstünlük tanımıştır:
İsmet
(mâsum) ve himayede üstünlük, izzet (şeref) ve efendilikte üstünlük, istihkak
(hak edilen şeyde) ve kazançta üstünlük. İnsan, insan olması hasebiyle
üstündür:
“Biz
Âdemoğlunu üstün kıldık.” [36]
Onun
inancından kaynaklanan üstünlük:
“İzzet
Allah’ın, Rasûlü’nün ve mü’minlerindir.” [37]
Çalışkanlık
ve iyi ahlâk icabı üstündür:
Her
iyilik sahibine, yaptığı iyiliğin karşılığı vardır. [38] Bu
üstünlüğün en genişi ve en devamlısı, bu saydıklarmızdan birincisidir ki,
insan o üstünlüğe doğuşundan, hatta ana
rahmindeki cenin halinden itibaren nâil olur. Öyle bir üstünlük ki, onun
kazanılması için ne maddî ve ne de mânevî bir karşılık ödenir. Her şeyden önce
bu, dokunulmazlık ve masuniyet demektir. Devamlılık arzeder. İslâm kanunu bu
hakkı bütün insanlığa, erkek veya kadın, beyaz veya siyah, zayıf veya kuvetli,
fakir veya zengin herhangi bir millet veya kabile farkı gözetmeden, devamlı
olarak bütün insanlığa tanıyor. Yayıyor, ilân ediyor ki, bu tanınan üstünlüğü
ile insan; doğuştan, İslâm kanunu nazarında, her kim olursa olsun; kanı
akıtılmaktan, ırzı tecavüze uğramaktan, cinsi değiştirilmekten, vatanından
atılmaktan, hürriyeti yalancılık ve dolandırıcılık yollarıyla ihlâl edilmekten
masundur, korunmuştur. Herkese İslâm’da bir insanlık hakkı ve üstünlüğü tanınmıştır.
Herkesin bir koruyanı vardır. Kendi üstünlüğünü anlayabilen, ancak gerçek
müslümandır. Ki, o ne bir taşa, ne bir ağaca, ne güneşe, ne de ay’a, ne bir
krala, ne de (herhangi) bir insana, boyun eğer (hiçbirine tapmaz). Böylece
insanî üstünlüğüne, imanî üstünlüğünü de ekler. [39]
İslâm
inancına göre insan; beden ve ruhtan oluşan, düşünen, şuurlu, iman ve ilim
sahibi bir varlıktır.
Bedenin
aslı topraktır. Kur’an’ın açıkladığı bu gerçeği, modern ilimler tasdik ve teyit
edip doğrulamaktadır Kimyasal analizler, tahliller toprakta bulunan madenlerin,
elementlerin insanda da bulunduğunu göstermektedir.
İnsanın
ruhu ise, görünmeyen, mânevî yönünü oluşturur. İnsanın ruhu olduğu âşikardır.
Bu gerçek, ölüm halinde özellikle kendini ortaya koyar. Diri ile ölü arasındaki
fark, diride ruhun bulunması, ölü bedende ise bulunmamasıdır. Uyku da küçük bir
ölüm gibidir. Uyku halinde ruhun insanı bir an için terkedişi de, ruhun
varlığıyla ilgili bize kesin bilgi verir. [40]
İnsan,
bedeniyle hareket eder ve algılar. Ruhuyla idrâk eder, düşünür, bilir, sever,
nefret eder, sevinç ve üzüntü duyar.
İnsanın bütün iç dünyası, mânevî, görünmeyen âleminin faâliyetleri ruhun
faâliyetleridir. Ruh Allah’ın sırlarından, gizliliklerindendir. İnsanın onun
esrârına vâkıf olması mümkün değildir. Ruh, Allah’ın katındandır onun hakkında
insana verilen bilgi pek azdır. [41]
1. İnsan bilinçli bir varlıktır:
İnsan, öz varlığının bilincindedir. Yani kendi yaratılışını, kâinatın
niteliğini, kendisi ile kâinat
arasındaki ilişkinin nasıl olduğunun ve nasıl olması gerektiğinin bilincine
sahiptir.
2. İnsan seçme yeteneğine sahip
tek varlıktır. İnsan tabiata karşı, maddî ve ruhî isteklerine karşı,
üzerinde egemen olan İlâhî ve beşerî otoriteye karşı gelebilecek
kabiliyettedir. Meselâ; insan kendini sevme ve tehlikelerden koruma içgüdüsüne
karşı gelip intihar edebilir. Kendi varlığını hiçe sayıp başkası veya inandığı
değerler uğruna fedâkârlık yapabilir, hayatını bile fedâ edebilir. Lüks içinde
ve rahat bir ortamda yaşama imkânı varken bunlardan kaçınıp mütevâzi yaşamayı
seçebilir. Tüm bunlar insanın seçebilen bir varlık olduğunu gösterir.
3. İnsan üretme (icat etme) yapar: En küçük şekillerden dev sanayi ürünlerine, güzel
sanatlardan mimariye kadar pek çok yeni şeyler meydana getirir.
4. İnsan meraklı bir varlıktır: İnsan canlılar içinde en meraklı olan yaratıktır;
hatta tek meraklı varlıktır diyebiliriz. Çünkü hayvanların herhangi bir şeye
yönelmeleri meraklarından değil; içgüdülerinden kaynaklanır. Oysa insan, merakı
sayesinde tabiatı ve kendisini keşfeder. Bugün ulaşılan teknolojik gelişmenin
ve sosyal bilimlerin temeli, insanın tabiatı ve kendisini merak etmesine
dayanır. [42]
Kur’ân-ı
Kerim, insanlara gönderilen bir kitaptır. Kur’an'ın ekseninde insan vardır. Her
âyet insanla ilgilidir. İnsanı en iyi tanıyan onun yaratıcısı olduğundan, kulların
kılavuzu şeklinde, insanın nasıl yaşaması gerektiği o kitapta öğretilir.
İnsanın nasıl bir varlık olduğu, yaratıcı tarafından tanımlanır.
Kur’ân-ı
Kerim’de insan gerçeği şöyle açıklanır: [43]
1. İnsan, yeryüzünün halifesidir [44].
2. İnsan, çok büyük bir ilmî kapasiteye sahiptir. Çünkü Allah (c.c.), ona
kendi ilminden öğretti. Melek olsun, diğer varlıklar olsun, ona öğretilen
ilimde, yani eşyanın mâhiyetini bilmekte ona erişemezler. [45]
3. İnsan Allah’ı tanıma kabiliyetini fıtratında taşır. Bunun için küfür
ve inkâr, insanın fıtrî tabiatından bir sapmadır. [46]
4. İnsanın özünde, hayvanda ve bitkide bulunmayan büyük bir güç vardır.
İnsan, hem maddedir hem de mânâ; hem cisimdir,
de ruh. [47] İnsan, yeryüzünün
halifesi olduğu gibi, Allah’ın emanetini de taşır. Bu görevlerini yapıp
yapmadığı konusunda sorumludur. O, yeryüzünü kendi çaba ve girişimiyle imar
edeceğine dair söz vermiştir. [48]
5. İnsan ahlâkî vicdana sahiptir. İyiliği ve kötülüğü seçme kabiliyetine
sahip, irâdeli bir canlıdır. Saâdeti ve şekaveti seçmede, serbest
bırakılmıştır. [49]
6. İnsan, özünde şeref yüceliğini taşır. Allah, onu diğer varlıklara
nazaran daha üstün yaratmıştır. Fakat kendi üstünlük ve şerefini sezmezse,
aşağılığa ve esârete düşer. [50]
7. İnsan, kendisini yaratan Allah’ı hatırlama kabiliyetine de sahiptir.
Allah’ın yüce varlığını kavrar ve O’na varmak için tüm diğer arzulardan vazgeçebilir.
[51]
8. Yeryüzündeki bütün nimetler insan için yaratılmıştır. Diğer yaratıklar
onun hizmetine verilmiştir. [52]
9. İnsan, Allah’a karşı sorumlu
tutulmuştur. Yalnız Allah’a ibadet eder. O’na kulluk edip emrine itaat eder. [53]
10. İnsana yaratılış gayesi öğretilmiştir. Allah’ı unutursa, kendisini de unutmuş olacaktır. Allah’ı
unutan insan yeryüzünde şaşırmış bir varlık haline gelir. [54]
11. İnsan, yalnız maddî meseleler için çabalayıp maddî yönünü tatmin
etmez. O, Allah’ın rızasını hedeflerin en yücesi olarak seçer. Yalnız O’nun rızasını
kazanmak için çabalar. [55]
1. İnsan, kendisini tanımazsa zâlim ve câhil kalır. [56]
2. Bazen Allah’ın nimetlerini görmezlikten gelerek nankörlük yapar. [57]
3. İnsan bazen kendini yeterli zanneder ve Allah’a ihtiyaç duymadığı
anlayışıyla tuğyan eder (azar, taşkınlık yapar). [58]
4. İnsan, işlerinde çoğu zaman acelecidir. [59]
5. İnsan, zorluklarla karşı karşıya gelince Allah’ı hatırlar. Zorluklar
geçip gidince sanki hiçbir olay olmamış gibi Allah’ı unutur. [60]
6. İnsan, hırs ve ihtiraslarla donatılmış bir varlıktır. [61]
7. İnsan eğer kötülük görürse inler, sızlanır, bağırır ve yardım ister.
Eğer kendisine nimet verilirse cimrileşir. [62]
8. İnsan zayıf yaratılmıştır; âcizdir. [63]
Görüldüğü
gibi, Kur’ân-ı Kerim’e göre insanın iki ayrı cephesi vardır. Hayır ve şer
tarafı. Kur’ân-ı Kerim’de sayılan iyi, üstün özellik ve kabiliyetler insanın
özünde potansiyel olarak mevcuttur. İnsan, bunları açığa çıkarmak ve
kuvvetlendirmekle görevlidir.
Ancak
iman ve takvâ ile bu güzel vasıflar ortaya çıkar ve gelişir. Eğer iman olmazsa,
bütün bu iyi kabiliyetler, nefs-i emmârenin hâkimiyetine geçer ve insan
Kur’ân-ı Kerim’de beyan edilen kötülüklere esir olur. Yani insan, gerçekten iman edince insanlaşır. İmansız
insanın insanlığı noksan olup ihtiraslarla, sömürücükle, cimrilik ve kan
dökücülükle insan, vahşi hayvanlardan daha da vahşileşir. [64]
[1] Tin: 95/4
[2] Mülk: 67/23
[3] Teğâbün: 64/3
[4] Tâhâ: 20/115
[5] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet
Yayınları, İstanbul, 2005: 19- 20.
[6] Mehmet Alptekin, Sorularla Tevhid ve Akaid, s. 15
[7] Dr. Yusuf el-Kardavî, İman ve Hayat, s. 59-61
[8] Dr. Yusuf el-Kardavî, a.g.e, s. 74-78
[9] A’râf: 7/179
[10] Yeni Rehber Ansiklopedisi, İst. 1993, c. 5, s. 210-211
[11] Materyalizm-maddecilik; sözlük anlamı:
1. “Kâinatın
ve varlığın temelinde maddenin bulunduğunu, her şeyin maddeden türediğini
benimseyen, Allah’ın varlığını ve 2.
ruhun ölümsüzlüğünü reddeden” görüş.
“Maddî şeylere fazla değer
vermek, para, mal, zevk ve menfaate çok düşkün olmak” anlamına gelmektedir.
[12] Harun Yahya, Evrim Aldatmacası, s. 2-4
[13] Beyine: 98/6
[14] Selman Erdem, Liseler İçin Psikoloji Ders Kitabı, Fil
Yay., İst.1997, s. 29. Ayrıca, bu konuda
geniş bilgi için bkz. Harun Yahya, Evrimcilerin Yanılgıları, s. 3
[15] Romalılar: 5/19
[16] Romalılar: 5/19
[17] Dr. Sadık Kılınç, Kur’an’da Günah Kavramı, s.
94-98
[18] Matta: 28/19-20
[19] Dr Sadık Kılınç, a.g.e. s. 108-110
[20] T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, c. 24, s. 584
[21] Bkz. Tekâsûr: 102/8; Nahl: 16/93; Zilzâl: 99/7-8;
Ahzâb: 33/72
[22] Bkz. Zâriyât: 51/56. Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve
İslami Hayat, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005: 20-26.
[23] Âl-i İmrân: 3/59
[24] Secde: 32/7
[25] Zümer: 39/6
[26] Hucurât: 49/13
[27] Nisâ: 4/1
[28] Sâd: 38/71-72
[29] Yusuf
el-Kardavî, İman ve Hayat, s. 62
[30] Bakara: 2/29
[31] Câsiye: 45/13
[32] İsrâ: 17/70
[33] Prof. Dr. Yusuf el-Kardavî, Temel Nitelikleriyle
İslâm, s. 97
[34] Buhârî, Cenâiz 79; Müslim, Kader 22; Tirmizî, Kader 5;
Ebû Dâvud, Sünnet 17
[35] Aysel Zeynep Tozduman, İslâm ve Batı Gözüyle
İnsan, s. 177-178
[36] İsrâ: 17/70
[37] Münâfikun: 63/8
[38] Bkz. Necm: 53/39-41
[39] Prof. Dr. M. Abdullah Draz, İslâm’ın İnsanlığa Verdiği
Değer, Terc. Nureddin Demir, s.45-46 ve 49
[40] Bkz. Zümer: 39/42
[41] Bkz. İsrâ: 17/85. Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve
İslami Hayat, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005: 26-31.
[42] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet
Yayınları, İstanbul, 2005: 31.
[43] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet
Yayınları, İstanbul, 2005: 32.
[44] Bkz. Bakara: 2/30; En’âm: 6/165.
[45] Bkz. Bakara: 2/31-33
[46] Bkz. A’râf: 7/172; Rûm: 30/43
[47] Bkz. Secde: 32/9.
[48] Bkz. Ahzab: 33/72
[49] Bkz. Şems: 91/8-10; İnsan: 76/3
[50] Bkz. İsrâ:17/7, 70; Tîn: 95/4-5
[51] Bkz. İnşikak: 84/6; Ra’d: 13/28
[52] Bkz. Bakara: 2/29; Câsiye: 45/13
[53] Bkz. Zâriyât: 51/56
[54] Bkz. Haşr: 59/19
[55] Bkz. Fecr: 89/28; Tevbe: 9/72. Süleyman Gülek, İnsan
Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005: 32-33.
[56] Bkz. Ahzâb: 33/72
[57] Bkz. Hac: 22/66
[58] Bkz. Alak: 96/6-7
[59] Bkz. İsrâ: 17/11
[60] Bkz. Yunus: 10/12
[61] Bkz. Meâric: 70/19
[62] Bkz. Meâric: 70/20-21
[63] Bkz. Nisâ: 4/28
[64] Ahmed Kalkan, Müslümanın Akaidi, s. 174-181. Süleyman
Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005: 33-34.