Âhiret,
sözlükte “son, sonra olan ve son gün” anlamlarına gelir.
Terim
olarak ise, âhiret, İsrafil’in (a.s.) Alllah’ın emriyle, kıyâmetin kopması için
sûr’a ilk defa üfürmesiyle başlayacak olan ebedî hayata denir. İsrafil (a.s.)
sûra ikinci defa üfleyince insanlar diriltilip hesaba çekilecek, sonra
dünyadaki iman ve amellerine göre ceza ve mükâfat görecek, cennetlikler
cennete, cehennemlikler cehenneme girecek ve orada kalacaklardır. [1]
Nasıl
ki insanların ve diğer canlıların bir sonu olduğu gibi, üzerinde yaşadığımız
dünyanın da bir sonu vardır ve bir gün sonu gelecektir. Allah’ın takdir ettiği
zaman gelince kıyâmet kopacaktır.
“Görevli melek (İsrafil) tarafından Sura
üfürüleceği gün Allah’ın dilediği kimseler dışında, göklerde ve yerde olan
herkes artık korkuya kapılmıştır; ve onların her biri boyun bükmüş olarak O’na
gelmişlerdir.” [2]
“Artık
Sûr’a tek bir üfürülüşle üfürüleceği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden oynatılıp
kaldırılacağı, ardından da tek bir çarpma ile birbirlerine çarpılıp parça parça
olacağı zaman. İşte o gün, vâkıa (bir gerçek olan kıyâmet) artık vuku bulmuş
(gerçekleşmiş)tir.” [3]
“Hiçbir
canlı varlık kalmayacak, hepsi ölecektir. Sonra sura bir daha (ikinci kez)
üflenince hemen (ölüler dirilip) ayağa kalkıp bakakalacaklardır.” [4]
“(Ey
insanlar) o gün (hesap için) huzura getirilirsiniz. Size ait hiçbir sır gizli
kalmaz. Kitabı sağ tarafından verilen, ‘alın kitabı (dünyada ne yaptıysanız)
okuyun; doğrusu ben hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum’ der.” Artık o,
meyveleri sarkmış yüce bir Cennette sefâlı (çok rahat) bir hayat içindedir.
(Onlara denilir ki) ‘geçmiş günlerde işlediklerinize karşılık, âfiyetle yiyin,
için.’ Kitabı sol tarafından verilene gelince: O, ‘keşke, der, bana (benim
yaptığım haksızlık, ahlâksızlık, gayri İslâmî işleri yazan) kitabım
verilmeseydi de hesabımın ne olduğunu bilmeseydim. Keşke onunla (ölümümle) her
iş olup bitseydi! (Yaptıklarımız kötü, yanlış, bâtıl, zulüm, haramlardan dolayı
hesaba çekilme olmasaydı’ derler. Fakat iş işten geçmiştir.) Malım (mülküm,
bütün maddî mkânlar) bana hiç fayda sağlamadı’ Allah Teâlâ buyurur:
‘Onu
tutun da bağlayın, sonra alevli ateşe (Cehenneme) atın onu.” [5]
“Sonra
siz kıyâmet gününde muhakkak dirileceksiniz.” [6] İnsanlar dünyada ne yaparsa âhirette onun
hesabını verecek ve onun karşılığını görecek, İlâhî adâlet yerini bulacaktır.
Ve hiç kimse haksızlığa uğratılmayacaktır.
“Artık
bugün (kıyâmet günü) hiç kimse zerre kadar haksızlığa uğramaz. Siz dünyada
yaptıklarınıza karşılık alırsınız” [7] buyrulmaktadır.
İnsanların
tekrar dirilmesiyle başlayan ve ebediyyen devam edecek olan zamana âhiret
denir. Âhirete inanmak demek, öldükten sonra tekrar dirileceğimize, dünyada
yaptığımız bütün işlerden Yüce Allah’ın huzurunda hesap vereceğimize, O’na
gücünün yettiği kadar iyi bir kul olmak için gayret edenlerin mükâfat
göreceklerine, Allah’a kulluğu terk edenlerin, İslâm’a tâbi/teslim
olmayanların, Allah’a kulluk değil, nefsine ve şeytana kulluk yapanların,
Allah’ın emirlerini yerine getirmeyip yasaklarından sakınmayanların
cezalandırılacaklarına inanmak demektir.
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Ve
onlar, (mü’minler) âhirete kesinkes inanırlar (iman ederler).” [8]
İnsan,
beden ve ruhun birleşmesinden meydana gelen bir
varlıktır. Zaten bedenimize canlılık ve hareket veren ruhtur. Allah’ın
belirlediği vakit gelince ruh bedenden ayrılır. Bu ayrılmaya ölüm denir. Yüce
Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor: “Her canlı ölümü tadacaktır.” [9]
Ölüm
her insan için takdir edilmiştir. Zamanı gelince her insan ölecektir. Ölüm
dünya hayatından âhiret hayatına
geçiştir. Bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor:
“Dünyada
garip veya bir yolcu imiş gibi yaşa” (Mücahid
der ki:) İbn Ömer de:
‘(Ey
mü’min) akşama eriştiğinde sabahı bekleme. Hastalığın için sıhhatinden ve
ölümün için hayatından istifade et, vaktini boş geçirme’ diye vasiyet ederdi.” [10]
“Hiç
kimse nerede öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, her şeyden
haberdardır.” [11]
İnsan nerede, nasıl ve ne şekilde öleceğini
bilmediği halde çok rahat bir şekilde yaşamına devam ediyor. Tabiî ki, bu,
dünya yaşamına dalmaktan, ölümü ve âhireti gereği gibi düşünmemekten kaynaklanmaktadır.
Rabbimiz şöyle buyarmaktadır:
“İnsanların
hesap verme günleri (ölüm) yaklaştı. Hal böyle iken onlar gaflet içinde
(Allah’a kulluk yapmaktan) yüz çevirmektedirler.” [12]
Her
an ölüm gelebileceğine göre, ölüme hazırlıklı olmalı, Allah’ın emirlerine uyup
yasaklarından sakınmaya çok dikkat etmeliyiz. Çünkü Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Yaptığınız
bütün işlerden muhakkak sorulacaksınız (hesaba çekileceksiniz).” [13]
Her
insan zamanı gelince ölecek ve dünyada yaptıklarından hesap verecek, iyi işler
yapmışsa mükâfatını; şeytanî işler yapmışsa cezasını görecektir. Ölüme çare
yoktur. Bir şiirde dile getirildiği gibi ölmemeye çaren mi var?
Gururlanma
insanoğlu
Ölmemeye
çaren mi var?
Hazan
görmüş bir gül gibi,
Solmamaya
çaren mi var?
Dünya
değirmendir döner,
Bütün
mahluk ona biner,
Yağı
biten kandil söner,
Sönmemeye
çaren mi var?
Katma
mülke haram malı,
Fayda
vermez kilim, halı,
Bu
emanet olan canı,
Vermemeye
çaren mi var?
Düşünmezsin
hiç ölmeyi,
Terk
etmezsin sen gülmeyi,
Yakası
yok al gömleği,
Giymemeye
çaren mi var?
Ölünce
dünya yaşamı biter, eğer imanı ile ölmemiş ise insan bunu çok acı bir şekilde çeker.
Ölümü sık sık düşünmeliyiz. Ölümü
düşünmek, kişinin iyi işler yapmasına, kötü işlerden sakınmasına sebep olur.
Çünkü Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadis-i
şerifte şöyle buyuruyor:
“İnsana
vâiz (nasihatçi) olarak ölüm kâfidir.” [14]
Ölümden
ibret ve öğüt almayanın başkalarının nasihatinden etkilenmesi tâbi ki zordur.
Yakınları, tanıdıkları öldüğü halde ve ölüm hâdisesini birilerinin ölümüyle
duyduğu veya gördüğü halde, hâlâ kendisine çeki düzen vermiyorsa, bu gafletten
uyanmazsa böyle insanın sonu perişanlıktır. Merhum üstat Necip Fazıl Kısakürek
bir şiirinde:
“Ölüm
güzel şey; budur perde ardından haber. Hiç güzel olmasaydı ölür müydü
peygamber?” [15] demektedir.
Tâbiî
ki, ölüm, mü’min için, ölüm ötesi için hazırlık yapanlara güzel. Enes
(r.a.)’nın rivâyetine göre Allah’ın
Rasûlü (s.a.s.):
“Kim
Allah’a kavuşmayı isterse, Allah da ona kavuşmayı sever. Kim de Allah’a
kavuşmayı istemezse, Allah da onunla kavuşmayı istemez” buyurdu. Dedik ki:
“Ya Rasûlullah! hiç birimiz ölümü istemiyoruz,
durumumuz nedir?”
“Sizin
ölümü istemeyişiniz, Allah’a kavuşmayı istememek değildir. Mü’min ölüm
döşeğinde iken ona Cennetten ve Cennetteki nimetlerden, makamından,
Cemalullahtan haber veren bir müjdeci geldiğinde mü’minin Allah’a kavuşmaktan
daha çok arzu ettiği bir şey olmaz. Kâfir olan kişi ölüm döşeğinde yatınca, ona
da Cehennemin açılmış kapısı, çekeceği azabı görünür. O da Allah’a kavuşmayı
arzu etmez, Allah da ondan razı olmadığı için onu karşılamayı sevmez ” [16] diye cevap verdi. Yine bir hadis-i şerifte Abdullah
b. Amr (r.a.)’dan Rasûlullah (s.a.s.):
“Ölüm
mü’minin hediyesidir ” [17] buyurdu.
Ubeyd
İbn Halid es-Sülemi Rasûlullah (s.a.s.)’in ashabından birinden naklen
anlatıyor:
Rasûlullah
(s.a.s.) buyurdular ki:
“Ânî
ölüm kâfir için gadab-ı İlâhi’nin bir yakalamasıdır, mü’min için de bir
rahmettir.” [18] Görüldüğü gibi ölümden, Allah’a kulluk görevlerini
yapmaya gayret eden mü’minler değil; Allah’a kulluk görevini yapmayan hevâ ve
heveslerine göre yaşayanlar korkar. Çünkü onlar ölüm ötesi âhiret hayatına
yönelik değil, dünyadaki zevkli, keyifli gayr-i meşrû şeylere yönelik işlerden ötürü
ölümden çok korkarlar. Tabiî ki, korkunun ecele faydası yoktur. Çare, ölümden
korkmak değil, çare ve çözüm mü’min olarak İslâm’a tâbi ve teslim olarak, tüm
gayr-i İslâmî, bâtıl olan şeytanî işlerden uzak durmak, Allah’a iyi bir kulluk
yapmaya çalışmaktır. [19]
İnsanın
ölümünden kıyâmet günü yeniden dirilmesine kadar geçecek olan zamana kabir
hayatı denir.
Peygamberimiz
(s.a.s.) kabir hakkında şöyle buyuruyor:
“Kabir
ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, yahut
Cehennem çukurlarından bir çukurdur.”
[20]
Hz.
Aişe (r.a.) Rasûlullah (s.a.s.)’e kabir azâbını sordum:
“Kabir
azabı haktır” buyurdu.
Ondan
sonra her namazda Rasûlullah (s.a.s.)’in kabir azâbından Allah’a sığındığını
gördüm.” [21]
İbn-i
Mes’ud (r.a.)’dan, Rasûlullah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğu rivâyet edildi:
“Mutlaka
günahkâr olanlar kabirlerinde azap olunurlar. Hatta hayvanlar onların seslerini
işitir.” [22]
Münker
ve Nekir meleklerinin kabirde soru sorması haktır (doğrudur). Kabre konulan
ölüye, Münker ve Nekir melekleri şöyle
soru soracaklar:
“Rabbin
kimdir, Dinin nedir, Peygamberin kimdir, Kitabın nedir?” [23]
“(Kabir
azâbından biri de) ateştir ki, onlar sabah akşam ateşe arz olunacaklardır. Kıyâmetin
kopacağı gün de, ‘Firavun hanedanını azâbın en çetinine sokun’ denilecek ” [24]
Abdullah
İbn Ömer (r.a.)’dan; Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Sizden biri öldüğü
zaman ona, varıp oturacağı yeri sabah akşam gösterilir. O kimse cennet ehlinden
ise, cennetten, cehennem ehli ise,
cehennemden olan yeri gösterilir ve ona: ‘İşte senin oturacağın yer burasıdır.
Nihâyet Kıyâmet günü Allah, seni buraya gönderecek’ denilir.” [25]
Âyet
ve hadislerle sâbittir ki, kabir azâbı haktır. Kabirde ruhun cesede iade
edilmesi haktır. Bütün kâfirler ve âsi mü’minler için kabir sıkıntısı ve azâbı
haktır, [26] fakat bu azâbın keyfiyeti
bize bildirilmemiştir. [27]
Kıyâmet;
lugatta kalkmak, dikilmek, ayaklanmak anlamına gelen kıyâmet; bir terim olarak,
evrenin düzeninin bozulması, her şeyin alt üst edilerek yok olması, yok olan ve
ölen şeylerin yeniden yaratılıp diriltilerek ayağa kalkması ve mahşere doğru yönelmesi
demektir. Bu durumda kıyâmet genel bir ölümden sonra genel bir dirilişi
kapsamaktadır. [28]
“Sana
kıyâmet saatinden, onun ne zaman gelip çatacağından soruyorlar. De ki: ‘Onun
ilmi (bilgisi) ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini O’ndan başkası
açıklayamaz.’ O, göklerde de, yerlerde de ağır gelmiştir. O, size ansızın
gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: ‘Onun
bilgisi ancak Allah’ın katındadır’ ama
insanların çoğu (bunu) bilmezler.” [29] Daha önce de belirttiğimiz gibi, (görevli melek
İsrafil tarafından)
“Artık
sura tek bir üfürülüşle üfürüleceği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden oynatılıp
kaldırılacağı, ardından da tek bir çarpma ile birbirlerine çarpılıp parça parça
olacağı zaman işte o gün, vâkıa (bir
gerçek olan kıyâmet) artık vuku bulmuştur.” [30]
“O,
gün (kıyâmet günü) yeryüzü ve dağlar sarsılır; dağlar çöküntü ile akıp giden
kum yığınına döner” [31]
“Güneş
katlanıp dürüldüğünde,
Yıldızlar
kararıp döküldüğünde,
Dağlar
(sallanıp) yürütüldüğünde
Gebe
develer (başı boş) salıverildiğinde,
Vahşi
hayvanlar toplanıp bir arada kaldıklarında,
Denizler
kaynatıldığında,
Ruhlar
(bedenlerle) birleştirildiğinde,
Diri
diri toprağa gömülen kızlara, ‘suçunuz neydi, hangi günah (kabahat) sebebiyle
öldürüldünüz?’ diye sorulduğunda
(Amellerin yazılı olduğu) defterler getirilip
açıldığında,
Gökyüzü
kazılıp yerinden oynatıldığında,
Cehennem
tutuşturulduğunda ve Cennet hazırlanıp yaklaştırıldığında
Her
kişi (hayır ve şerden ) neler yapıp getirdiğini öğrenmiş olacaktır.” [32]
“İşte o gün kıyâmet kopmuştur.” [33] “Sura üflenince Allah’ın diledikleri müstesna olmak
üzere göklerde ve yerde kim varsa düşüp ölmüş olacaktır. Sonra (sura) bir daha
(ikinci kez) üflenince (ölüler dirilecek) ayağa kalkıp bakakalacaklardır.” [34]
“O,
(Allah) ölüleri diriltecektir, O, her şeye kadirdir.” [35]
“O
gün hesap için huzura getirilirsiniz. Size ait hiçbir şey gizli kalmaz.” [36]
“Şüphesiz
hesap ve ceza da mutlaka gerçekleşecektir.” [37]
“Bu
gün herkese (dünyada) kazandığının karşılığı (ceza ve ödül olarak) verilir. Bu
gün haksızlık yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çarçabuk görendir.” [38]
Kâinatı
yoktan var eden Allah Teâlâ, yok etmeye kadirdir. İnsanın yaşaması ve ölmesi ve
tekrar diriltilmesi ve hesaba çekilmesi, insanların yaratılış gayesi olduğunu
Rabbimiz âyet-i kerimede bildirmektedir.
“O
(öyle yüce Allah) ki, hanginizin daha güzel (iyi) iş yapacağını denemek için
ölümü ve hayatı yarattı.” [39]
Allah’a
kulluk görevlerini yerine getirip getirmediğinin ortaya çıkması için, hayat ve
ölümün bunun için olduğunu Yüce Allah bildirmektedir. [40]
Haşr, sözlükte “toplanmak, bir araya gelmek”
demektir.
Terim
olarak ise; “Yüce Rabbimiz Allah’ın insanları dünyada yaptıkları işlerden
dolayı hesaba çekmek üzere tekrar dirilişinden sonra bir araya toplamasıdır.
İnsanların toplandıkları yere mahşer veya arasat denir.
“(Allah’ın) onları bir araya toplayacağı
gün, sanki onlar (dünyada) kendi aralarında görüşüp tanışacakları gündüzün bir
saatinden başka kalmamış gibi olurlar. (Âhirette) Allah’ın huzuruna çıkmayı
yalanlayıp (hak) yolu tutmamış olanlar, en büyük ziyana uğramışlardır.” [41]
“Kulakları
sağır eden o ses geldiğinde, işte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından,
eşinden ve çocuklarından (yakınlarından)
kaçar. O gün herkesin kendine yeten bir derdi vardır. O gün birtakım yüzler
parlar, güler ve sevinç içersindedir. Yine o gün birtakım yüzleri de keder
bürümüş, hüzünden kapkara kesilmiştir. İşte bunlar kâfirlerdir,
günahkârlardır.” [42]
Amel
defterleri, insanın dünyada iken yaptıkları şeylerin melekler tarafından kaydedildiği
tutanaklardır.
Âhirette,
insanlara dünyada yaptıkları iyi veya kötü işlerin yazılı olduğu amel
defterleri verilir. Kirâmen kâtibîn adı verilen melekler tarafından yazılan bu
defterler konusunda Rabbimiz Allah, Kur’ân-ı Kerimde şöyle buyuruyor:
“(Önlerine)
Kitap konulmuştur; artık suçlu-günahkârların, onda olanlardan dolayı dehşetle
korkuya kapıldıklarını görürsün. Derler ki: Eyvahlar bize! Bu kitaba ne oluyor
ki, küçük büyük bırakmayıp her şeyi sayıp döküyor? Yapıp ettiklerini
(önlerinde) hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” [43]
“(O
zaman) Kimin kitabı sağından verilirse; o kolay bir hesaba çekilecek ve
sevinçli olarak ailesine dönecektir. Kimin kitabı arka taraftan verilirse, derhal
yok olmayı temenni edecek ve alevli ateşe girecek.” [44]
Amel
defterleri, Cennetlik olanlara sağından, Cehennemlik olanlara da soldan veya
arkasından verilecektir. Âhirette Allah’ın kullarına sual (hesap) sorması
haktır. [45]
İnsanlar,
dünyada yaptıkları her şeyden Yüce Allah tarafından hesaba çekilecektir. Ayrıca
kendilerine verilen bütün nimetlerden de aynı şekilde hesaba çekilecek, sorguya
tâbi tutulacaktır. [46]
Hesap ve sorgulama sırasında insanların kendi vücut organları, yaptıklarına
şâhitlik edecektir.
“O gün dilleri, elleri ve ayakları
yaptıklarına şâhitlik edecektir.” [47]
İbn
Mes’ud (r.a.)’dan, Rasûlullah (s.a.s.)’in şöyle dediği rivâyet edildi:
“Kul
kıyâmet günü şu beş hususta sorguya çekilmedikçe bir adım bile atamaz:
Ömrünü
nerede ve nasıl geçirdiği;
Gençliğini
nasıl geçirdiği;
Malını
nereden kazandığı;
Nereye
harcadığı;
Ve
öğrendiği ilmiyle amel edip etmediği.” [48]
Rabbimiz
Allah bizleri Kur’ân-ı Kerimde uyarmaktadır:
“Ey
İman edenler! Allah’tan korkun. Herkes yarına (Âhiret gününe) ne kadar
hazırlandığına baksın. Allah’tan korkun,
çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” [49]
Yaptığımız
şeylerin hesabı sorulacağına göre, iyi işler mi yapıyoruz, kötü işler mi yapıyoruz,
buna çok dikkat etmeliyiz. İyiyse, doğruysa yapmalı; yanlışsa, kötüyse, haramsa
yapmamalıyız. Âhiret hayatına ne hazırladığımıza çok dikkat etmeliyiz. İyi
işleri arttırmak, kötü işlerden sakınmak sûretiyle âhirete iyi bir yatırım
yapmalıyız. Sonunda üzülmek, pişman olmak istemiyorsak, bu böyle olmalıdır! [50]
Mizan
da haktır. Çünkü Allah Teâlâ: “O gün tartı haktır.” [51] Buyurmuştur.
“Mizan”
amellerin miktarlarını tespite yarayan bir şey olup akıl, onun keyfiyetini
bilmekten âcizdir. Dünya terazilerine benzetilmesi mümkün değildir. Bu hususta
vahyedileni kabul edip ona teslim olmak en doğru yoldur. [52]
Mizan, sözlükte terazi (ölçü âleti) anlamına gelmektedir. İnsanların yaptıkları
iyi veya kötü işlerin tartıldığı, nasıl bir şey olduğu bizce bilinmeyen İâhî
adâlet ölçüsüdür.
“Kıyâmet
günü için adâlet terazileri kurarız. Hiç kimseye bir haksızlık edilmez,
(insanın yaptığı iş), bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa onu getiririz.
Hesap gören olarak Biz yeteriz.” [53]
“Artık
kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onu görür. Kim de zerre ağırlığınca
bir şer (kötülük) işlerse, o da onu görür.” [54]
“İşte kimin tartıları (iyilikleri
kötülüklerinden) ağır basarsa, artık o hoşnut olunan bir hayat içindedir. Kimin
de tartıları hafif kalırsa, artık onun da varacağı yer kızgın bir ateştir
(Cehennemdir).” [55]
Görüldüğü
gibi âhirette insanlara haksızlık yapılamayacağını, herkesin yaptığı şeylerin karşılığını
göreceğini Rabbimiz bildirmektedir. [56]
Sırat
köprüsü haktır. Bu, Cehennem üstüne kurulmuş bir köprüdür. Cennetlikler geçer;
Cehennemliklerin ayağı kayar, Cehenneme yuvarlanır. [57]
Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadis-i şerifinde,
“Mü’minler
sıratı göz açıp yumuncaya kadar (kısa) zaman içinde, kimi şimşek gibi, kimi
rüzgâr gibi süratle geçerler. Bunlardan kimi sapasağlam olduğu gibi kurtulur,
kimileri de Cehenneme düşerler.” [58]
“Sıratın
kıldan ince, kılıçtan keskin” olduğu rivâyet edilir. Bunun anlamı günahlara ve
sevaplara göre onun üzerinden geçmenin zor olduğudur.
Âhiretteki
sıratın dünyaya kıyasla iki olduğu belirtilmiştir. Sıratın birincisi
dünyadadır. O da İslâm’dır. Dünyadaki bu sırat âhirette gözle görülür, elle
tutulur, hissî sırat haline gelir. Allah Teâlâ’nın:
“Bizi
sırât-ı müstakîm’e (doğru yola) eriştirir (hidâyet et).” [59] anlamındaki
âyetinde belirtilen sırat, dünyadaki İslâm sıratıdır.
Zira
İslâm köprüsü küfre, şirke, bid’atlere ve nefsî arzulara karşıdır. “Bu
dosdoğru olan yoluma uyun (sırât-ı müstakîm). Sizi Allah yolundan ayrı
düşürecek yollara uymayın; Allah size bunları sakınasınız diye buyurmaktadır.”
[60]
İnsan
dünyada İslâm köprüsünden geçer, onun karşıtı köprülerden geçmezse, âhirette
İslâm köprüsü onun önüne yayılır,
üzerinden rahatça Cennet’e doğru yol alır. İşte bu ikinci sırattır, dünyadaki
sıratın sûretidir, müslümanların âhirette üzerinde yürüyerek Cennet’e
ulaşacakları köprüdür. Dünyada İslâm köprüsü üzerinde yürüyenin âhiretteki
sıratın üzerinde yürümesi kolay olur. Dünyada İslâm sıratı üzerinde yürümesi
zor olanın oradaki sırat üzerinde yürümesi de zor olacaktır. Kısaca Cehennem’e
düşmeden sırattan geçmek, dünyadaki İslâm sıratından geçmeye bağlıdır. [61]
Ehl-i
Sünnet ve’l Cemaat, Kevser havzının hak olduğu inancındadır. Bu Kevser havzı,
Peygamber (s.a.s.) için olup mü’minlerden Allah’ın dilediği kimseler bunun
suyundan içerler. Kevser havzı, birçok hadisle sâbit olduğu gibi[62]
Allah’ın kitabında da buna delil vardır:
“(Ey
Muhammed) Biz sana Kevser’i verdik.” [63]
Tefsirlerde
Kevser’in, Kevser havzı olduğu belirtilmiştir. [64]
Peygamberlerin
ve bizim peygamberimizin (s.a.s.), mü’minlerin günahkârlarına ve büyük günah
işleyenlere şefaat etmeleri haktır. Bu konuda şöyle bir hadis rivâyet
edilmiştir.
“Benim
şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir.” [65]
Şefaatin
varlığına şu âyet-i kerimeler de işaret etmektedir:
“Bir
de kendi günahın için ve mü’min erkeklerle mü’min kadınlar için mağfiret dile.”
[66]
“Onlara
şefaatçilerin şefaati fayda vermez. ”
[67]
Bu âyetin mânâsı, mü’minlere şefaatin
fayda vereceğidir, çünkü kâfirlere şefaatin fayda vermeyeceğini beyan ediyor.
Meleklerin şefaatine ait şu âyet-i kerime delil olabilir:
“O
gün Cebrâil ve melekler, saf halinde duracaklar, Rahmân’ın kendisine izin verip
de doğruyu söylemiş olandan başkaları bir kelime bile söyleyemeyecekler.” [68]
Peygamberlerin ve meleklerin şefaati hak olduğu
gibi, sâlih ve sâdıkların, âlimlerin, şehitlerin ve belâlara karşı sabreden
mü’minlerin ölmüş küçük çocuklarının şefaatleri de haktır. [69]
“Osman bin Affan (r.a)’dan, Rasûlullah
(s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Kıyâmet
günü üç zümre şefaat eder: Peygamberler, sonra âlimler, sonra şehidler.” [70]
“Göklerde
de yerde de ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte
bulunacak kimdir?” [71]
Allah
izin vermeden kimse kimseye şefaat edemez.
“(Ey
Muhammed!) Kullarıma Benim çok bağışlayıcı ve pek merhametli olduğumu haber
ver, bununla beraber Benim azâbımın da acıklı azap olduğunu bildir.” [72]
Allah’ın
rahmeti boldur. O, kullarını bağışlayıcıdır. Fakat, Allah’ın ve Rasûlü’nün
emirlerine karşı çıkanlar, İslâm’ın emirlerini, hükümlerini reddedenler, İslâm’a
göre değil de gayr-i İslâmî hevâ ve heveslerine göre yaşayanlar, küfür, şirk
içinde olanlar, şu ikazla uyarılmaktadır:
“(Ey
Muhammed) Benim azâbımın da acıklı olduğunu bildir.”
“Artık
şefaat edenlerin şefaati, onlara (kâfirlere) bir yarar sağlamaz” [73] buyrulmaktadır. [74]
Cennet
mü’minler için hazırlanmış mükâfat yeridir. Tevhid akidesine bağlı olan mü’min,
müslüman, Sâlih, müttakî kullarını Yüce Allah ebedî kalmak üzere Cennet’le
mükâfatlandıracaktır. İnsanlar Allah’a kulluk etmek için yaratılmıştır. Bu
yapması gereken kulluk görevleri de Kur’an ve sahih hadislerde, yani İslâmî
eserlerde belirtilmiştir. Bu görevleri yerine getirenler Allah’ın
emrettiklerini yapıp yasak ettiklerinden sakınanlar, imtihanı kazanıp Cennet’e
gireceklerdir.
“İman
edip yaralı iş yapanlara gelince, onlar da cennetliktirler. Onlar orada devamlı
kalacaklardır.” [75]
“İman
edip de iyi işler yapanlara gelince, onlar için yaptıklarına karşılık olarak
varıp kalacakları Cennet konakları vardır.” [76]
Cennet
nimetlerinin insanın akıl ve hayalinin almayacağı güzellikte olduğunu bir
hadis-i kudsîde Ebu Hureyre (r.a.)’dan Rasûlullah (s.a.s.) şöyle ifâde eder: “Aziz
ve Celil olan Allah: ‘Ben iyi kullarım için Cennette hiçbir gözün görmediği,
hiçbir kulağın işitmediği ve insanın kalbinden bile geçmeyen nimetler
hazırladım’ buyurdu.” [77]
Yine
Ebu Hureyre (r.a.)’dan, Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Cennet
ehli, Cennete girdiklerinde bir münâdî şöyle der: ‘Şüphe yok ki, siz Cennette
ebedî yaşayacak ve hiç ölmeyeceksiniz. Hastalanmayacak ve daima sıhhatli
bulunacak, ihtiyarlamayacak, ebedî genç kalacaksınız; sonsuz nimetlere mazhar
olacak ve hiçbir zaman hüzün (acı) ve keder görmeyeceksiniz.” [78]
“Orada(Cennette)
diledikleri her şey onlarındır; Katımızda daha fazlası da var” [79]
“Şüphesiz
ki münâfıklar nâr (cehennem)’ın en aşağı tabakasındadırlar.” [80]
Âhiret hayatının her devresinde olduğu gibi
Cehennem azâbını ruh, beden ile birlikte çekecektir. [81]
“Doğrusu
o (Cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir.” [82]
Rasûlullah
(s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Cennet
nefse hoş gelmeyen şeylerle ihâta edilip kuşatılmıştır. Cehennem de nefsin
şehvetleriyle (nefse hoş gelen şeylerle) kuşatılmıştır.” [83]
Ebu
Hureyre (r.a.)’den de Rasûlullah (s.a.s.)’in şöyle dediği rivâyet olundu:
“Ben
Cehennem gibi acâyip bir şey görmedim; insanlar ‘ondan kaçarız’ derler, ama
kaygısız uyuyorlar. Yine Cennet gibi acâyip bir şey görmedim; ‘insanlar ‘onu
isteriz’ derler, hem de uyuyorlar, kulluk görevlerini terk ediyorlar.” [84]
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Ey
suçlu günahkârlar, bu gün, siz bir yana çekilin! Ey Adem oğulları, Ben size;
‘şeytana kul olmayın, o size apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin, bu doğru
yoldur’ diye bildirmedim mi? Andolsun ki o sizden nice nesilleri saptırmıştı; yine de aklınızı kullanmıyor
muydunuz? İşte bu, size vaat edilmiş olan cehennemdir, küfre sapmış olmanıza
karşılık olmak üzere bu gün girin oraya!” [85]
“Âyetlerimize karşı küfre sapanları şüphesiz
ateşe sokacağız. Derileri yanıp döküldükçe, azâbı (devamlı) tatmaları için onları
başka derilerle değiştireceğiz.
Gerçekten Allah güçlü ve üstün olandır.”
[86]
Kâfirlerin,
müşriklerin, münâfıkların âhirette çekecekleri azâbın ne kadar şiddetli ve
korkunç olduğu âyetlerden anlaşılmaktadır. Cehennemin çok şiddetli bir azap
yeri olduğundan Rabbimiz ondan korunmamız için bizleri uyarmaktadır:
“Kâfirler
için hazırlanmış olan ateşten sakının.” [87]
“Ey
iman edenler kendinizi ve yakınlarınızı ateşten (cehennemden) koruyun.” [88]
İslâm’a teslim olarak Allah’ın emrettiklerini
yapıp yasaklarından sakınarak, kendimizi ve çoluk çocuğumuzu, yakınlarımızı
ateşten korumaya çalışmalıyız. Ayrıca bütün insanların iman edip Allah’a kulluk
yapmalarını, böylece cehennem ateşinden korunmalarını arzu ederiz. Ancak
kâfirliği, münâfıklığı, müşrikliği tercih etmiş ve bu bâtıl yolda ısrar
edenler, kendilerini ateşten korumadıkları gibi, diğer insanları da
düşünmezler. Müstekbir emperyalistler, [89]
kendi gayr-i İslâmî yaşantılarını, işgal ettikleri İslâm topraklarında yaşayan
insanlara bulaştırarak cehennemlik yaşantılarını bütün insanlığa yaymaya
çalışmaktadırlar.
Bir
hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır:
“Başkalarını
doğruya (iyi şeylere) çağıran kimseye kendisine uyanların sevabı gibi sevap
verilir. Bununla beraber onların sevabından da hiçbir şey eksilmez. Sapıklığa
(gayri İslâmî olan şeylere) çağıran kimseye de ona uyanların günahı gibi günah
verilir. Bununla beraber onların günahından da hiçbir şey eksilmez.” [90]
Kur’ân-ı
Kerim’de Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:
“İyilik
ve takvâ konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve
Allah’tan korkup sakının. Gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek
şiddetli olandır.” [91]
Görüldüğü
gibi âyet ve hadisler gerçekleri bildirmektedir. İnsanlara dünya ve âhirette
fayda sağlayacak işlere sebep olduğunda, o iyi ve sevap işi yapana da, ona
sebep olana da sevap kazandırmaktadır. Fakat insanlara, dünya ve âhirette
zararı olacak işlere sebep olan da günah kazanmaktadır ve âhirette cezasını
görecektir. İnsanların İslâm’a aykırı bir şekilde yaşamasına sebep olanlar,
meselâ küfür, şirk ve içki, kumar, zina vs. gibi günahların, haramların
işlenmesine vesile olanlar veya bunlardan rahatsız olmayanlar, hatta bunların
devamından yana olanlar ve bu haramların, haksızlığın, ahlâksızlığın, zulümlerin
işlenmesine katkıda bulunanların âhirette cezalarını Cehennem ateşinde yanarak
görecekleri âyet ve hadislerde açıkça belirtilmiştir. Dolayısıyla neye sebep
olduğumuza çok dikkat etmeliyiz. Kötü şeylere sebep olanları da uyarmalıyız.
Cehenneme girenlerin, gördükleri azap nedeniyle birbirlerini suçlamalarını,
oradan kurtulmak için çare aradıklarını âyet-i kerimede Rabbimiz
bildirmektedir:
“Kâfirler
Cehennemde: ‘Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster
de onları ayaklarımızın altına alalım. Onlar en aşağıda kalanlardan olsunlar!’
diyecekler.” [92]
Dünyada
peşlerinden gittikleri, kendilerini saptıran anası, babası veya liderleri, yol
göstericileri kendilerinin Cehenneme girmesine sebep olduklarından dolayı,
onlara kızgınlıklarından ötürü ayaklarının altına alıp ezmek isteyeceklerdir.
Onların bâtıl olan yollarından gittiklerinden dolayı çok pişman olacaklar.
“(Cehennem)
içinde olanlar (şöyle çığlık atacaklar): ‘Rabbimiz bizi buradan çıkar.
(Dünyada) yaptığımız (küfür, şirk isyan ve kötülükler, yanlışlıklar,
haksızlıklar, ahlâksızlıklar, hırsızlıklar)dan başka sâlih bir amelde bulunalım
(emirlerine uyup yasaklarından sakınalım).’ ‘Size orada (dünyada) öğüt
alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Sizi uyarıp korkutan
da (peygamber de) gelmişti. Öyleyse (azâbı) tadın’ buyrulacaktır.” [93]
“Yine
onlar: (Cehennemdekiler) ‘Rabbimiz! bunu bizim önümüze kim getirdiyse
(Cehenneme girmemize kim sebep olduysa) onun Cehennemdeki azâbını iki kat
arttır’ derler.” [94]
İnsanları
dünyada bâtıla çağıranların, insanların Cehenneme girmesine sebep olanların
âhiretteki azâbı kat kat olacaktır. İnsanları dünyada hakka çağırıp bâtıldan
sakındırmak gerekmektedir. Dolayısıyla insanın, kimin peşinden gideceğini, kime
uyacağını, kimi rehber ve önder edineceğini iyi düşünmesi gerekir. Bâtıl işlere
götürenlerin peşinden gidenlerin Cehennemdeki pişmanlıklarını Rabbimiz Allah
bildirerek insanları uyarmaktadır. İslâm’a aykırı şeylerden sakınılmalıdır.
Âhirette pişman olmak, zor duruma düşmek istenmiyorsa bu böyledir. Bazı kişiler
şöyle derler; İslâmî kurallara uymadığı halde, helâl, haram olan şeylere önem
vermediği halde, Cennet ve Cehennemden söz edildiğinde şöyle söylerler: “Kimin
Cennete, kimin Cehenneme gireceğini Allah’tan başka kimse bilemez. Bakarsın İslâm’ın
kurallarına uymadığı halde kişi Cennete gider, bakarsın İslâm’ın kurallarına
uyduğu halde kişi Cehenneme gider” demekteler. Tabiî ki, her şeyi en iyi bilen
Allah’tır. Fakat bu söylemde şeytanî bir oyun var. Aslında onlar şunu demiş
olmaktalar:
İslâm’ın
kurallarına uyanla uymayan arasında bir fark yok; bakarsın ya İslâm’ı yaşayan
veya yaşamayan Cennete girer. Sanki Cennet ve Cehenneme şans eseri gidiliyor.
Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerimde kimlerin Cennete veya Cehenneme gideceğini
bildirmektedir:
“Kim
Allah ve Rasûlü’ne itaat ederse, onlar altından ırmaklar akar, içinde ebedî
kalacakları Cennetlere sokulurlar. İşte
büyük kurtuluş ve mutluluk budur. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne isyan
eder ve onun (koymuş olduğu) sınırlarını aşarsa, onun da içinde ebedî
kalacağı ateşe (Cehenneme) sokar.”[95]
Allah’ın
emrettiklerini yapıp, yasaklarından sakınanları Cennete, Allah’ın emirlerine
aykırı hareket edenlerin de Cehenneme gideceğini bildirmektedir:
“Yoksa
kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller
işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü (yanlış) hüküm
veriyorlar! Herkes kazancına göre (ne yapıyorsa) karşılık görür. Onlara
haksızlık edilmez.” [96]
Âyetlerden
de anlaşıldığı gibi İslâm’ın emirlerini yerine getirenlerle getirmeyenler bir
değildir. Allah’ın emirlerini yerine getirenler mukâfât olarak cennete girecek;
yerine getirmeyenler de ceza olarak cehenneme gireceklerdir; bu kadar açık ve
nettir. “Kâfirler için hazırlanmış ateşten sakının” [97]
buyurarak Rabbimiz Allah bizleri uyarıyor. Âhirette “bizim cehennem ateşinden
haberimiz yoktu, yaptığımız kötülüklerden haksızlıklardan, âhlaksızlıklardan,
günahlar ve haramlardan dolayı ceza çekecek miydik?” deme hakkı olmayacak.
Çünkü Rabbimiz apaçık bir şekilde
Kur’ân-ı Kerim’de, Rasûlullah (s.a.s.) de sahih hadislerinde bu gerçekleri
bildirilmektedir.
“Kim
sâlih bir amelle (iyi işlerde) bulunursa, kendi lehinedir, kim de kötülük (İslâm’a aykırı hareket) ederse, o da kendi
aleyhinedir (zararınadır). Senin Rabbin (Allah) kullara zulmedici değildir” [98] buyrulmaktadır.
Âhirette
mâzeret kabul edilmeyecektir. Çünkü gerçekler apaçık bir şekilde
bildirilmiştir.
“Dinde
zorlama yoktur, hakikat iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır. Artık kim
tâğutu tanımayıp da, Allah’a iman ederse, o, muhakkak kopması mümkün olmayan en
sağlam kulpa yapışmıştır. Allah hakkıyla işiten, her şeyi kemâliyle bilendir.” [99]
Cehennem
kâfirler için hazırlanmıştır, fakat mü’minlerin de bu cehennemden korunması
gerektiği bildirilmektedir.
“Sakın
dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah’ın affına güvendirerek sizi
kandırmasın” [100]
“O
halde gücünüz yettiği kadar Allah’tan korkun; (emirlerini) dinleyin, itaat
edin.” [101]
Âyet-i Kerime’de açıkça bildirildiği gibi, Allah’ın
emrettiklerini yaparak, yasak ettiklerinden kaçınarak cehennem ateşinden
korunmaya çalışalım. Beş dakika sigara ateşine tahammül edemeyen insanlar,
cehennem ateşine nasıl dayanacak? Ona göre iyi düşünüp İslâm’ın prensiplerine
bağlı kalmaya çalışalım. Çünkü cennet ucuz değil, cehennem de lüzumsuz değildir.
[102]
[1] Prof.Dr. Hayreddin Karaman, Vdğ. İlmihal, c.1,
s.117-118
[2] Neml: 27/87
[3] Hakka: 69/13-15
[4] Zümer: 39/68
[5] Hakka: 69/18-31
[6] Mü’minûn: 23/16
[7] Yâsin: 36/54
[8] Bakara: 2/4. Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami
Hayat, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005: 177-179.
[9] Âl-i İmrân: 3/185
[10] Buhârî, Rikak 3; Tirmizî, Zühd 18; İbn Mâce, Zühd 3
[11] Lokman: 31/34
[12] Enbiyâ: 21/1
[13] Nahl: 16/9
[14] İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e. c. 6, s. 329, Hds. 11,
Taberânî’den
[15] Necip Fazıl Kısakürek, Çile, s. 113
[16] İmam Hafız el-Münzirî, Terğib ve Terhib, c. 6, s. 475,
Hds. 5, İbn Mâce’den
[17] A.g.e. c. 6, s. 476, Hds. 6, Taberânî’den
[18] S. Ebû Dâvud, K. Cenâiz, B. 14, Hds. 3110; Prof.
İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı, c. 15, s. 244, Hds. 5422
[19] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet
Yayınları, İstanbul, 2005: 179-182.
[20] S. Tirmizî, K.
Sıfatu’l-Kıyâme, B. 14, Hds. 2578
[21] Buhârî, Cenâiz 86; Müslim, Mesâcid 125; İmam Hafız
el-Münzirî, c. 7, s. 54, Hds. 3
[22] A.g.e. c.7, s. 54, Hds. 4, Taberânî’den
[23] İmam-ı Azam, Fıkh-ı Ekber, Aliyyül Kari Şerhi, Terc.
Y. Vehbi Yavuz, s. 252; Tirmizî, Tefsiru’l Kur’an 15
[24] Mü’’min: 40/46
[25] Buhârî, Cenâiz 89; Müslim, Cennet 65-66; Tirmizî,
Cenâiz 70; Nesâî, Cenâiz 116; İbn Mâce,
Zühd 32
[26] İmam-ı Azam’n Beş Eseri, Terc s. 59
[27] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet
Yayınları, İstanbul, 2005: 182-183.
[28] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Vdğ. İlmihal, c. 1, s.
121
[29] A’râf: 7/187
[30] Hakka: 69/13-15
[31] Müzzemmil: 73/14
[32] Tekvîr: 81/1-14
[33] Hakka: 69/15
[34] Zümer: 39/68
[35] Hac: 22/6
[36] Hakka: 69/18
[37] Zâriyât: 51/6
[38] Mü’min: 40/17
[39] Mülk: 67/2
[40] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet
Yayınları, İstanbul, 2005: 183-186.
[41] Yunus: 10/45
[42] Abese: 80/33-42. Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve
İslami Hayat, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005: 186.
[43] Kehf:18/49
[44] İnşikak: 84/7-12
[45] Ömer Nesefi, A.g.e., s. 127; İmam-ı Azam’n Beş Eseri,
s. 58
[46] “Sonra o gün (size verilen) nimetten sorguya
çekileceksiniz.” (Tekâsür: 102/8)
[47] Nûr: 24/24
[48] S.Tirmizî, K. Sıfatu’l Kıyâme, B. 1, Hds. 2531-2532;
İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e. c. 7, s. 113, Hds. 36-37
[49] Haşr: 59/18
[50] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet
Yayınları, İstanbul, 2005: 186-188.
[51] A’râf: 7/8
[52] Nurettin es-Sabunî, Maturidiye Akaidi, Terc. Bekir
Topaloğlu, s. 186
[53] Enbiyâ: 21/47
[54] Zilzâl: 99/7-8
[55] Karia: 101/6-11
[56] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet
Yayınları, İstanbul, 2005: 188-189.
[57] Ömer Nesefi , A.g.e., s. 128
[58] S. Buhârî, K. Tevhid, B. 24, Hds. 66; S. Müslim, K.
İman, B. 81, Hds. 302
[59] Fâtiha: 1/5
[60] En’âm: 6/153
[61] Prof. Dr. Şerafettin Gölcük, İslâm Akaidi, s. 234-235.
Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet Yayınları, İstanbul,
2005: 189-190.
[62] Rasûlullah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğu rivâyet
edilmiştir: “Havzımın genişliği bir ayda yürünebilecek kadardır. Suyu sütten
daha beyaz, kokusu miskten daha hoş, bardakları gökteki yıldızlar kadar çoktur.
Kim ondan içerse ebediyyen susamaz.” (Buhârî, Rikak 53; Müslim, Fezâil 9;
İmam Hafız el-Munzirî, Terğib ve Terhib, c. 7, s. 148, Hds. 63)
[63] Kevser:108/1
[64] Muhammed Pezdevî, Ehl-i Sünnet Akaidi, Terc. Doç. Dr.
Şerafettin Gölcük, s. 233. Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat,
Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005: 190.
[65] Tirmizî, Kıyame 11; İbn Mâce, Zühd 37
[66] Muhammed: 47/19
[67] Müddessir: 74/48
[68] Nebe’: 78/38
[69] İmam-ı Azam, Fıkh-ı Ekber, Aliyyül Kari Şerhi, Terc.
Yunus Vehbi Yavuz, s. 231-232; Bkz. İmam-ı Azam’ın Beş Eseri Terc. s. 98
[70] S.İbn Mâce, K. Zühd, B. 37, Hds. 4313
[71] Bakara: 2/255
[72] Hicr: 15/49
[73] Müddessir: 74/48
[74] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet
Yayınları, İstanbul, 2005: 190- 192.
[75] Bakara: 2/82
[76] Secde, 32/1
[77] S. Müslim, K. Cennet, B. 51, Hds. 2-4
[78] Müslim, Cennet 22; Tirmizî, Tefsiru’l-Kur’an 41
[79] Kaf: 50/35
[80] Nisâ: 4/145
[81] Prof. Dr. Hayrettin Karaman vdğ., İlmihal, T.D.V.
Yay., c. 1, s. 130
[82] Meâric: 70/15
[83] Buhârî, Rikak 28; Müslim, Cennet 1; Ebû Dâvud, Sünnet
22; Tirmizî, Cennet 21; Nesâî, Eymân 3
[84] Tirmizî, Cehennem 10; İmam Hafız el-Munzirî, Terğib ve
Terhib, c. 7, s. 216, Hds. 9
[85] Yâsin: 36/59-64
[86] Nisâ: 4/56
[87] Âl-i İmrân: 3/131
[88] Tahrîm: 66/6
[89] Müstekbir: Büyüklük taslayan, Allah’a ve hükümlerine
başkaldıran; müstaz’aflar üzerinde baskı kuran kimse
Emperyalist: İmparatorluk;
sınır genişletme, yayılma hırsı; başka ülkeleri ve insan topluluklarını siyasî,
iktisadî,
dinî ve kültürel bakımdan
tesir altına alma faâliyeti, sömürgecilik; emperyalistler; emperyalizm
taraftarı.
[90] Müslim, Zekât 69; Nesâî, Zekât 64
[91] Mâide: 5/2
[92] Fussilet: 41/29
[93] Fâtır: 35/37
[94] Sa’d: 38/61
[95] Nisâ: 4/13-14
[96] Câsiye: 45/21-22
[97] Âl-i İmrân: 3/131
[98] Fussilet: 41/46
[99] Bakara: 2/256
[100] Lokman: 31/33
[101] Teğâbün: 64/16
[102] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet
Yayınları, İstanbul, 2005: 192- 198.