ilk sayfa
 
Allah'ın Sıfatları

 Kelamcılar ortaya çıkmadan önce ne Allah'ın sıfatları konusu biliniyordu ne de herhangi bir araştırmada izine rastlanmıştı. Kur'an-ı Kerim'de ve hadisi şeriflerde de Allah'ın sıfatları şeklinde bir ifade geçmedi. Herhangi bir Sahabenin Allah'ın sıfatları kelimesini kullandığı veya Allah'ın sıfatları hakkında konuştuklarına da rastlanılmadı. Kelamcıların Kur'an-ı Kerimde geçtiğini söyledikleri Allah'ın sıfatlarını Kur'an'ın ışığı altında şu ayeti kerimelerin doğrultusunda anlamak gerekir. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:

 "Senin güçlü Rabbin onların sıfatlandırdıklarından münezzehtir." Saffat: 180

"Hiçbir şey onun benzeri değildir" Şura: 11

"Gözler onu görmez" En'am: 103

Ayrıca Allah'ın sıfatları Kur'an-ı Kerimde geçtiği gibi ancak Kur'an'dan alınır.

İlim sıfatı Allah'ın şu sözünden alınır:

"Gaybın anahtarları O nun katındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı ve yerin karanlıklarında olan taneyi yaşı kuruyu ki apaçık kitaptadır. Ancak O bilir." En'am: 59

Hayat sıfatı da şu ayetten alınır:

 "Allah, ondan başka ilah olmayan diri, her an yaratıklarını gözetip durandır." Al-i Imran: 2

"O diridir. Ondan başka ilah yoktur." Ğafir: 65

Kudret sıfatı da şu ayetlerden alınır:

"De ki: Üstünüzden ve altınızdan size azap göndermeye, sizi fırka fırka yapmaya kadir olan O'dur." En'am: 65

"Gökleri ve yerleri yaratmış olan Allah'ın, onların benzerlerini de yaratmaya kadir olduğunu görmezler mi" Isra: 99

İşitmek sıfatı Allahu Teâlanın şu sözünden alınır:

"Muhakkak ki Allah işitir ve bilir" Enfal: 17

"Allah işitir ve bilir" Bakara: 224

Görme sıfatı Allah'ın şu sözünden alınır:

"Muhakkak ki Allah işitir ve görür" Hacc: 61

"Rabbin her şeyi görür" Furkan: 20

"Muhakkak ki O Allah işitir ve görür" Sebe: 50

Kelam sıfatı Allah'ın şu sözünde olduğu gibi alınır:

"Allah Musa ile de konuştu" Nisa: 164

"Musa tayin ettiğimiz vakitte gelince ve Rabbi onunla konuşunca" Araf: 143

İrade sıfatı Allah'ın şu sözünden alınır:

"Her dilediğini mutlaka yapandır." Buruc: 16

"Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri sadece o şeye 'ol' demektir, hemen olur." Yasin: 82

"Ancak Allah istediğini yapar." Bakara: 253

Yaratma sıfatı da Allah'ın şu sözünden alınır:

"Allah her şeyin yaratıcısıdır" Zümer: 62

"Her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiştir." Furkan: 2

Vahdaniyet, kıdem ve daha başka sıfatlar Kur'an-ı Kerim'de geçtiği gibi bu sıfatlar da Kur'an-ı Kerim'de geçmektedir. Bu noktada Allah'ın vahdaniyeti (birliği), ezeli olması, diri, canlı, güçlü, işiten, gören, konuşan, her şeyi bilen olduğu konusunda Müslümanlar arasında hiçbir ihtilaf yoktur.

Kelamcıların ortaya çıkmasıyla Müslümanlar arasına felsefi düşünceler sızınca kelamcılar arasında Allah'ın sıfatları konusunda ihtilaflar yayılmaya başladı. Bu konuda Mutezile şöyle demektedir:

Allah'ın zatı ve sıfatı tek bir şeydir. İlmin, kudretin ve hayatın O'nun zatına eklenmesi ile değil, Allah, zatıyla diridir, alimdir ve kadirdir. Eğer Allahu Teâla, insanda olduğu gibi zatına eklenen ilim ile alim ve yine zatına eklenen hayat ile diri olsaydı sıfat ve sıfatla nitelenen, taşıyan ve taşıdığı ile nitelenen olması gerekirdi. Halbuki bu, cisimleşebilen şeylerde ancak görülür. Allah ise cisimleşmekten münezzehtir. Her sıfatın kendisi bağımsız olarak vardır dediğimizde ise ezeli olanlar, başlangıcı olmayanlar çoğalmış olur. Bir başka ifade ile ilahlar çoğalır.

Aynı konuda Ehl-i Sünnetin görüşü ise şöyledir: Allah Sübhanehu ve Teâla zatı ile kaimdir ve ezeli sıfatları vardır. Sıfatlar, "Ne Allah'tır ne de Allah'tan başkadır" Allah'ın sıfatlarının olması ise, O'nun, alim, diri ve kadir olmasıyla sabittir. İlim, hayat, kudret ve bunların dışındaki sıfatların hepsinin vacibu'l vücut (varlığı zorunlu, kendiliğinden olan) mefhumuna ilave bir anlama delalet ettiği malumdur. Yoksa bütün lafızlar eşanlamlı lafızlar değildir. Bu nedenle Mutezilenin dediği gibi, O alimdir fakat onun ilmi yoktur, O kadirdir fakat O'nun gücü yoktur şeklinde söylemek mümkün değildir. Bu açıkca imkânsız bir şeydir. Bu söz, "siyahta karalık yoktur" sözümüze benzer. O'nun ilminin, kudretinin ve diğer sıfatlarının isbatı hakkında nasslar konuşmaktadır. Yalnızca alim ve kadir olarak isimlendirilmesi değil, mükemmel fiillerin ortaya çıkması da O'nun ilminin ve kudretinin varlığına delalet etmektedir. Allahu Teâlanın sıfatlarının ezeli olmasına gelince:

Sonradan olanların varlığının O'nun zatı ile kaim olması imkânsızdır. Zira kadim ve ezelinin sonradan olan ile kaim olması muhaldir. Allahu Teâla'nın zatı ile kaim olmasına gelince:

Bu, varlık için zaruri olan şeylerdendir. Çünkü kendisiyle var olduğu şey olmadan bir şeyin sıfatının anlamı yoktur. Bilinenle sıfatlandığında ise alim olmasının anlamı yoktur. Bilakis O'nun alim olması demek ilim sıfatının O'nunla var olması demektir. Fakat sıfatın Allah'ın kendisi veya kendi dışında olmamasına gelince:

Allah'ın sıfatları zatının aynı/özdeşi değildir. Çünkü akıl, niteliğin nitelenenden başka olmasını gerektiriyor. Sıfat, zattan/kendi özünden fazla bir manadır. Çünkü o, Allah'ın sıfatıdır, Allah'tan başka değildir. Öyleyse sıfatlar, ne şeydir, ne zat(öz)tır ne de ayn(madde)'dır/ cevherdir. Sıfat ancak zatına ait bir vasıftır. Sıfat Allah'ın zatı olmamakla beraber Allah'ın dışında da değildir. Bilakis Allah'ın sıfatıdır. Ancak Mutezile'nin; her sıfatın kendi kendine var olduğunu söylersen İlahlar çoğalır sözüne gelince:

Bu durum sıfat zat olduğu zaman geçerli olur. Oysa sıfat, kadim zatın vasfıdır. Zatın bir şeyle vasıflanması ise zatların çoğalmasını gerektirmez. Ancak tek bir zatın birçok sıfatının olduğunu gösterir. Bu nedenle sıfatların çoğalması vahdaniyeti yok etmediği gibi ilahların çoğalmasını da gerektirmez.

İşte böylece Ehl-i Sünnet Mutezile'ye karşı aklen, Allah'ın sıfatlarının zatının dışında olduğunu ispatlamış oldu. Sıfat O'nun zatından başka bir şeydir. Çünkü sıfat ile mevsuf başka başka şeylerdir. Fakat sıfat mevsuftan ayrılmaz. Ardından da bu ezeli sıfatlardan her birinin ne anlama geldiğini açıklayarak şöyle dediler:

İlim sıfatı ezeli bir sıfat olup ilimle ilgili bir olay olduğunda bilinenler ortaya çıkar. Kudret sıfatı da ezeli bir sıfattır. Kudret sıfatı ile ilgili olaylar esnasında güçleri etkiler. Hayat da ezeli bir sıfattır ve diri olanın sıhhatli olmasını gerektirir. Kudret kuvvet demektir. İşitmek, işitilenlerle alakalı ezeli bir sıfattır. Görmek, görülenlerle alakalı ezeli bir sıfattır. Hayal ve vehm/kuruntulanma yolunu kullanmadan, duyuların etkisi altından kalmadan ve hevanın aracılığı olmaksızın bu sıfatlarla tam olarak idrak eder. İrade ve meşiet diri olanda var olan bir sıfattır. İrade ve meşiet sıfatıyla kudretin bütüne nisbetin birbirine denk olmasıyla, herhangi bir vakitte, takdir edilenlerden birinin gerçekleşmesinin tahsis edilmesini gerektirmektedir. Kelam da ezeli bir sıfat olup Kur'an diye isimlendirilen kelam sıfatının bir ifade şeklidir. Allahu Teâla, seslere harflere ve bu kelimelerden meydana gelen cümleleri tertip etmeye muhtaç olmayan bir kelam ile mütekellimdir. Bu nedenle Kelamın zıddı olan konuşamamak ve dilsizliğin ondan nefyedilmesi gerekir. Allahu Teâla bir tek kelam sıfatı ile emreder, nehyeder ve haber verir. Emrettiği, nehyettiği ve haber verdiği herkes kendinde bir mana görür ve sonra da o manaya delalet eder.

Ehl-i Sünnet, Allah'a ait ezeli sıfatları ispatladıktan sora Allah'ın sıfatlarının ne anlama geldiğini de böylece açıkladı. Ancak Mutezile, Allah'ın sıfatlarının bu anlama geldiğini kabul etmez. Zira Mutezile, Allah'ın zatından ayrı sıfatları olduğunu kabul etmeyerek şöyle der:

Allah'ın kadir, alim ve muhit olduğu ispatlandığına göre, Allah'ın zatında ve sıfatında da herhangi bir değişiklik olmayacaktır. Değişiklik sonradan yaratılanların sıfatlarındandır. Allahu Teâla ise bundan münezzehtir. Bir şey, yok iken bir şeyi var ediyor, var iken de yok ediyorsa ve Allah'ın kudreti ve iradesi her iki olaya da taalluk ederek yok olan bir şeyi var etmiş ve var olan bir şeyi de yok etmiş ise, kadim olan ilahi kudret hadis olan bir şeye nasıl taalluk eder ve onu meydana getirir? Onu niçin bu zamanda maydana getirdi de başka bir zamanda meydana getirmedi? Daha önce ilgilenmediği bir şeyle ilahi kudretin sonradan ilgilenmesi, ilahi kudrette bir değişimin var olduğu anlamına gelir. Oysa Allahu Teâla'nın kudretinde sonradan herhangi bir değişimin olmayacağı kesinlikle sabittir. Zira değişimin olmaması kadim ve ezeli olmanın gereğidir. İrade konusunda da durum böyledir. Aynı şey ilim sıfatı hakkında da söylenebilir. İlim, bilinenin olduğu hal üzere açığa çıkması demektir. Malum zamanla değişebilir. Dalında asılı duran bir yaprak bir müddet sonra düşebilir. Yaş halde bulunan bir şey kurur, canlı olan ölür. Allah'ın ilmiyle şey ne halde ise o hal üzere açığa çıkar. Allah, olmadan önce bir şeyin ne hale geleceğini bildiği gibi, şu andaki halini ve yok olduktan sonraki halini de bilir. Durum böyle iken nasıl olur da Allah'ın ilmi varlıkların değişimi ile değişebilir? Olayların değişimi ile değişen ilim, sonradan var olan ilimdir. Allahu Teâla ise sonradan var olanlarla var olmaz. Sonradan var olanlarla alakalı olan da sonradan var olmuştur.

Mutezile'nin bu itirazı üzerine Ehl-i Sünnet Mutezile'ye şöyle cevap vermiştir:

Allah'ın kudretinin eşyayla ilgili iki yönü vardır:

A- Bilfiil makdurun varlığını gerektirmeyen ezeli kudret.

B- Bilfiil makdurun varlığını gerektiren sonradan ortaya çıkan taalluk.

Kudret, bir şeye taalluk ettiği/ilgi alanına aldığı zaman o şeyi var eder. Oysa o şey kudretin taallukundan/ilgi alanına girmesinden önce de var idi. Kudretin şeye taalluku/ilgi alanına alması ile şeyin var olması kudretin hadis olmasını gerektirmez. Kudretin daha önceden ilgilenmediği bir şeyle sonradan ilgilenmesi, kudrette değişiklik sayılmaz. Kudret her zaman ne ise odur. Bir şeye taalluk ettiğinde/ilgi alanına aldığında onu var eder. Değişen, kudret değil makdurdur. Kudret ise asla değişmez. İlim sıfatına gelince: İlmin taalluk/ilgi alanına alma imkânına sahip olduğu herşey bilfiil malumdur. Alimiyyeti gerektiren şey Allahu Teâla'nın zatıdır. Malumiyyet ise eşyanın zatlarıdır. Allahu Teâla'nın zatı bütün eşya için eşit seviyededir. İlim, zata göre değişmez. Ancak izafet açısından değişme olur ki bu da caizdir. Muhal olan ise, bizzat ilim sıfatının ve kudret gibi diğer kadim sıfatların değiştiğini kabul etmektir. Bu sıfatların kadim olmaları taalluk/ilgi alanına girdikleri şeylerin de kadim olmalarını gerektirmez. Bu sıfatlar kadim olup sonradan olanlara taalluk edebilirler.

İşte böylece bir taraftan kelamcılardan Mutezile, diğer taraftan da Ehl-i Sünnet arasında "Kaza ve Kader" meselesinde olduğu gibi Allah'ın sıfatları konusunda da bir tartışma patlak verdi. Ancak ne gariptir ki, kelamcılar arasında patlak veren tartışmalar daha önce de Yunan filozofları arasında patlak veren tartışmaların aynısıdır. Yunan filozofları daha önce yaratıcının sıfatları ile ilgili bu noktalar üzerinde durmuşlar, Mutezile de onların üzerinde durdukları bu konulara Allah'a olan imanları ve tevhid inancına dair görüşleri çerçevesinde Yunan filozoflarına cevap verme düşüncesi ile bu konuları gündeme getirmişlerdir. Yunan felsefesinin arkasından patlak veren bu tartışmada, Mutezile'nin yükünü hafifletmek için Ehli Sünnet de mantıki önermeler ve nazari varsayımlarla ulaştıkları neticelerle Yunan filozoflarına cevap verme girişiminde bulundular. Ancak Ehl-i Sünnet de Mutezile'nin düştüğü aynı hataya düşerek aynı platformda yani aklın kavrayabildiği ve kavrayamadığı, duyu organlarının hissedebildiği ve hissedemediği konular üzerinde tartışarak, sözlerini desteklemek için Kur'an ayetlerini kullanarak ve görüşlerine ters düşen ayet ve hadisleri de tevil ederek, tartışma konusu olan her konuya aklı esas alarak cevaplar verme yanılgısına düştüler. Böylece Mutezile, Ehl-i Sünnet ve diğer tüm kelamcılar, aklı esas alma, aklen ulaştıkları sonuçları ayet ve hadislerle destekleme veya aklen vardıkları sonuçlara uydurmak için ayetleri tevil etme konusunda aynı seviyeye düştüler.

Anlaşıldığına göre kelamcıları araştırmada bu metodu takip etmeye sürükleyen sebepler iki tanedir. Bunlar:

1- Aklın tarifini yapamamış olmaları.

2- Hakikatları kavramada Kur'an metodu ile felsefecilerin metodu arasındaki ayırımı yapamamış olmaları.

Kelamcıların aklı tarif edemedikleri, yaptıkları akıl tarifinde açıkça görülmektedir. Kelamcıların aklı şöyle tarif ettikleri rivayet edilir: "Akıl, nefis ve idraklar için bir kuvvettir." Onların bu sözleri şu anlama gelmektedir: "Duyuların sağlam olması halinde ilmin kendisine tabi olduğu zaruretlerdir." Akıl için getirilen bir başka tarif ise şöyledir: "Akıl müşahede edilenler, hissedilenler ve çeşitli vasıtalarla ğaiblerin idrak edildiği bir cevherdir." "Akıl, nefsin bizzat kendisidir." Kelamcıların akla bu şekilde anlamlar yükleyip ardından da çeşitli nazariyeler ve önermelerle varlığı olmayan sonuçlar çıkarmaları ve kendi kendine işte bu sonucu akıl idrak etmektedir demeleri garipsenmemelidir. Bu nedenle akli araştırmalarının belli bir sınırı yoktur. Yaptıkları her araştırma onları daha da derinlere götürmüş ve kendilerinin akli araştırmalar diye isimlendirdikleri sonuçlara ulaştırmıştır. Bu nedenle Mutezile'nin: "Allah'ın ezeli kudretinin sonradan olan makdurata taalluku kudret sıfatını hadis kılar" deyip bunu da akli araştırma ve akli sonuç saymaları garipsenmemelidir. Aynı konuda Ehli Sünnetin ileriye sürdüğü: "Allah'ın kudretinin makdura taalluk etmesi kudretin değişmesini ve hadis olmasını gerektirmez. Çünkü kudreti hadis kılan şey makdurun değil kudretin değişmesidir." ifadesini Ehl-i Sünnet akli araştırma ve akli sonuç olarak saymaktadır. Zira tüm kelamcılara göre akıl, nefis veya zaruriyatı ilmin kendisine tabi olduğu bir içgüdüdür. Öyleyse o, herşeyde araştırma yapabilir. Eğer kelamcılar aklın manasını gerçek bir şekilde kavrayabilmiş olsaydılar; varsayıma dayalı bu araştırmalara girme, soyut şeylerin üzerine başka soyut şeylerin kurulmasından ibaret olan ve akli hakikatlar diye isimlendirilen, vakıası idrak edilemeyen sonuçlara varma yanılgısına düşmeyeceklerdi.

İşte şimdi çağımızda aklın tarifi bizlerde açıklığa kavuşmuş durumdadır. Dolayısıyla bu tarife dayanarak aklın araştırma yapması mümkün olmayan alanlarda yapılan araştırmaların akli araştırmalar olarak isimlendirmenin mümkün olmadığını bilmekteyiz. Dolayısıyla bu konularda araştırma yapmayı kendimiz için uygun görmüyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki akıl: "Duyu organları aracılığı ile vakıanın beyne iletilmesi ve ön bilgiler aracılığı ile beyne ulaştırılan vakıanın beyinde yorumlanmasıdır." Bu nedenle her akli araştırmada dört unsurun bulunması mutlaka gereklidir. Bunlar:

1- Sağlam bir beyin

2- Duyu organları

3- Vakıa

4- Bu vakıayı yorumlamaya yarayacak ön bilgiler.

Her ne kadar dört unsurdan birinin olmadığı yerde mantıki araştırmadan veya hayal ve kuruntudan söz etmek mümkün ise de bu dört unsurdan birisinin olmadığı bir yerde akli araştırmadan söz etmek kesinlikle mümkün değildir. Zira aklın unsurlarından uzak bir şekilde varılan sonuçların tamamının hiçbir değeri yoktur. Çünkü bu sonuçlar aklın kavrama alanına girmemekte veya kaynağını akıl idrak edememektedir. Tüm kelamcıların aklın manasını kavrayamamış olmaları, hissen algılanamayan veya hakkında herhangi bir ön bilgiye sahip olmadıkları konular üzerinde araştırma yapmaya ve bunlara önem vermeye sürüklemiştir.

Kelamcıların akli araştırmada Kur'an'ın metodu ile felsefecilerin metodunu birbirinden ayıramamalarına gelince: Hem Kur'an hem de felsefeciler ilahiyatla alakalı konulardan bahsetmektedir. Ancak felsefecilerin ilahiyatla alakalı konulardan bahsetmeleri, mutlak varlık ve mutlak varlığın zatı için gerekenler üzerinde yoğunlaşmıştır. Felsefeciler kâinat yerine kâinat ötesi konuları araştırdılar. Bu amaçla önermeleri için birtakım deliller düzenlediler ve bu delillerle birtakım sonuçlara ulaştılar. Daha sonra vardıkları bu sonuçları daha başka sonuçlar çıkarmada kullandılar. Takip ettikleri bu metod üzere zatın hakikatından ve bu zat hakkında gerekenlerden saydıkları noktaya varıncaya kadar devam ettiler. Vardıkları farklı sonuçlara rağmen onların tamamı araştırmalarında tek bir metod takip etmişlerdir ki bu metodun özü, tabiat ötesi yani metafizik konularda araştırma yapmaları veya farazi varsayımlara dayanan ya da diğer burhanlara dayanan deliller düzenleyerek kesin kabul ettikleri ve inandıkları sonuçlara varmalarıdır.

Oysa araştırmada takip edilen bu metod Kur'an'ın metoduna ters düşmektedir. Çünkü Kur'an-ı Kerim araştırmasını bizzat kâinat, varlık alemi: Yeryüzü, güneş, ay, yıldızlar, hayvanlar, insanlar, develer, dağlar ve diğer hissedilebilen varlıklar üzerinde yoğunlaştırmaktadır. Bununla da Kur'an, dinleyene kâinatın ve varlık aleminin yaratıcısını, güneşin, devenin, dağların, insanın ve diğer varlıkları idrak ederek bunların yaratıcısını idrak etmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Kur'an duyularla algılanamayan, varlık aleminin idrak edildiği gibi idrak edilemeyen metafizik konulardan bahsederken, belli bir vakıayı nitelemekte veya bir gerçeği vurgulamakta ve bunlara kesin bir şekilde iman edilmesini istemektedir. Bu noktada insanın dikkatini bunları kavramaya veya onları kavramaya aracılık edecek şeylere yönlendirmemekte ve bu türden şeylere önem vermemektedir. Allah'ın sıfatları, cennet ve cehennem, cinler ve şeytanlar Kur'an'ın bahsettiği konulardandır. Bu metodu takip eden ve anlayan Sahabeler, İslâm risaleti ile kendileri mutlu oldukları gibi diğer insanların da mutlu olmaları için İslâm risaletini diğer insanlara taşımaya koyuldular. Hicri birinci asır boyunca bu durum devam etti. Yunan felsefesine ve diğer milletlere ait felsefi düşünceler Müslümanlar arasına sızdığında kelamcılar diye bilinen bir grup oluştu ve bu grup akli araştırma metodunu değiştirdiler. Allah'ın zatı ve sıfatları hakkında tartışmalar başladı. Bu konular üzerindeki tartışmalar kısır bir tartışma olduğu gibi kesinlikle akli araştırma da değildi. Çünkü yapılan tartışmalar ve araştırmalar, hissen idrak edilemeyen alanlarda yapılan tartışmalar ve araştırmalardı. Hissen algılanamayan şeylerin araştırılması hiçbir surette akli araştırma olması mümkün değildir. Üstelik Allah'ın sıfatları konusundaki; "sıfat zatın aynı mıdır değil midir?" şeklindeki araştırma Allah'ın zatı hakkında yapılan bir araştırmadır. Allah'ın zatını araştırmak ise hem şer'an yasaklanmıştır hem de muhaldir. Bu nedenle tüm kelamcıların Allah'ın sıfatları hakkında yaptıkları araştırmalar, yersiz ve kesinlikle yanlış bir araştırmadır. Allah'ın sıfatları "tevkifi"dir. Kat'i nasslarda ne kadar zikredildi ise biz de o kadar konuşabiliriz. Kat'i nassların dışına çıkamayız. Kat'i nassların bildirdiğine ilave yapmamız, açıklamalarda bulunmamız caiz değildir.

 

 

Kitabın ilk sayfasına dönüş Kitabı bilgisayarınıza yükleyebilirsiniz Bu sayfayı birine gönderebilirsiniz Anasayfa ve diğer kitaplar için