|
Felsefeciler, fırkalarının çeşidi çok olmasına rağmen, üç kısma ayrı
lırlar.
1– Dehriyyûn,
2– Tabî’iyyûn,
3– İlâhiyyûn.
Dehriyyûn: Felsefecilerin en eski gurubudur. Kâinâtı idâre eden kudret
ve ilm sâhibi bir yaratıcının varlığını, ya’nî Allahü teâlâyı inkâr etmişlerdir.
Âlemin bir yaratıcı tarafından değil de, öteden beri kendiliğinden
mevcûd olduğunu, canlının menîden, menînin de canlıdan meydâna geldiğ
ini, böylece ebedî olarak devâm edeceğini iddi’â etmişlerdir. Bu kısm
felsefeciler zındıkdırlar.
Tabî’iyyûn (Tabî’atcılar): Bunlar ekseriyyetle tabî’at âleminden,
hayvanların ve bitkilerin şaşılacak hâllerinden bahs ederler. Canlıların organları
nı inceleyen anatomi ilmiyle çok meşgûl olurlar. Canlıların yaratı-
lışında, Allahü teâlânın kudretini ve eşsiz hikmetini görerek, şaşkınlıkları
nı gizleyemezler. Herşeyin gâye ve maksadına hâkim, hikmet ve kudret
sâhibi olan Allahü teâlâya inanmak mecbûriyyetinde kalırlar. Anatomi
ilmiyle canlıların organlarının hayrete düşüren fâidelerini inceleyen herkes,
hayvanların yapılarını böyle yaratan Allahü teâlânın insan vücûdunu
dahâ mükemmel yaratdığı hakkında kesin bilgiye sâhib olur.
Bu kısm felsefeciler, dahâ çok tabî’atla alâkalı araşdırma yapdıkları
için, hayvânî kuvvetlerin düzgün ve mükemmel olmasında, mîzâcın
uygunluk içinde olmasının büyük te’sîri bulunduğuna kanâ’at getirdiler.
Böylece insandaki idrâk ve akl kuvvetinin, insanın mîzâcına [tabî’atına,
yapısına] bağlı olduğunu zan etdiler. Mîzâcın (tabî’atın, yapısının) bozulması
yla onun da yok olacağını kabûl etdiler. Yok olan şey, bir dahâ var
olamaz dediler. Bu sebeble bunlar, nefs ölür, bir dahâ dönmez fikrine sâhib
oldular ve âhıret yokdur, dediler. Cenneti, Cehennemi, kıyâmeti ve hesâbı
inkâr etdiler. İbâdet için sevâb, günâhdan dolayı azâb olacağını kabûl
etmediler. Gemsiz, başı boş kaldılar. Hayvanlar gibi şehvetlere daldı
lar. Bunlar da zındıkdırlar. Çünki, îmânın aslı, Allahü teâlâya ve âhırete
inanmakdır. Her ne kadar Allahü teâlânın varlığına ve sıatlarına inandı
larsa da, âhıreti inkâr etdiler.
İlâhiyyûn: Bunlar dahâ sonra gelmiş olan felsefecilerdir. Bunlardan
biri de Eşâtûnun hocası olan Sokratdır. Eşâtûn ise, Aristonun hocasıdır.
Aristo, mantık ilmini tertîb ederek, felsefe bilgilerini özetleyip, kolayca is-
tifâde edilir hâle getirmişdir.
İlâhiyyûn kısmında olan felsefeciler, dehriyyûn ve tabî’iyyûn sınıfından
olan felsefecileri red etdiler. Onların bozuk fikrlerini, başkalarına
söz bırakmayacak şeklde ortaya koymuşlardır. Allahü teâlâ onları birbiriyle
çarpışdırdı. Kur’ân-ı kerîmde, Ahzâb sûresi 25.ci âyet-i kerîmesinde,
meâlen, (Allah, muhârebe yükünü mü’minlerden kaldırdı...) buyurulduğ
u gibi, mü’minlerin onları red etmek için uğraşmasına lüzûm kalmadı.
Sonra Aristo, Eşâtûnun, Sokratın ve dahâ önce yaşamış olan ilâhiyyûn
felsefecilerinin görüşlerini şiddetle red etdi. Onların hepsinden uzaklaşı
p, ayrı bir yol tutdu. Buna rağmen, onların küfr ve bid’at olan ba’zı fikrlerini
kabûl etdi. Kendini bu çeşid düşüncelerden kurtaramadı. Bu sebeble
hem bunları, hem İbni Sînâ, Fârâbî ve başkaları gibi, onlara uyan kimseleri
tekfir etmek vâcib oldu. Şunu da ilâve edelim ki, Aristonun ilmini
hiçbir felesof, İbni Sînâ ve Fârâbî kadar bize tam nakletmeğe muvaffak
olamamışdır. Diğerlerinin naklleri hep karışık ve hatâlıdır. Okuyanlar anlayamaz
ve zihnleri karışır. Anlaşılmayan bir şey nasıl red veyâ kabûl edilebilir?
İbni Sînânın ve Fârâbînin nakllerine göre, Aristonun bizce ma’lûm
olan bütün felsefesi üç kısma ayrılır. Bir kısmı küfr, bir kısmı bid’atdir. Bir
kısmının da inkârı aslâ îcâb etmez. Şimdi bunları açıklayalım:
|
|