Moskof

 

MOSKOF / FİKİR / ESER : 19

b.d. yayınları: 16

5. Basım/Mayıs 1995

MOSKOF

.b.d. yayınları Kurucusu: Necip Fazıl Kısakürek

• Yayın sorumlusu: Suat Ak

• Her hakkı mahfuz ve "b.d. yayınları"na aittir, .b.d. yayınları/Ankara C. Vilâyet Han 10/3

 

 

«Moskof», eski tarih kitaplarımızda «Moskulu» diye anılan mücerret Rus tipinin tiksinme edalı

ismi...

Bu kelimenin. Türk ruhuna göre anlamını kuzuya aşılayacak olursanız, hatırına, dişleri kan içinde

kurt gelir. Piliç sansarı, geyik de yılanı hatırlar.

İsmine «tabiat» dedikleri şu hilkat tablosuna bakınız: Orada herşey, dağıldığı sayısız nev'iyetler

içinde, yakınlık ve uzaklık, eşlik ve aykırılık olarak iki ana kadroda... Bu kadrolar, madde değil,

mâna sınıflarıdır ve hilkatin «eşya zıtiariyle belirir» kanunu dile getiricidir. Gece ve gündüz, ak ve

kara, su ve ateş...

ݺte, tabiatte herşey, hususiyle keskin bir nitelik ve kişilik gösteren her varlık, yakınlarına dost ve

uzaklarına düşman iki grup temsil ederken, banların zat ve sıfatlan da sonu gelmez ve mutlak

mânada banş kabul etmez bir muharebe içindeuir. Dünya budur, böyle kurulmuştur ve böyle

gidecektir.

Maddeler ve mânalar, insanlar ve dâvalar arasında olduğu gibi, toplumlar ve milletler arasındaki

zıthğa, buz dağı ve yanardağ derecesinde en keskin örnek, Mos-kofla Türk...

Tarih böyle bir zıtlığı hiçbir milletle hiçbir toplum

arasında ve hiçbir zaman ve mekânda kaydetmedi. Milletlerarası gelip geçici, kâh birbirini

didikleyici ve kâh birbiriyle uzlaşmayı düşündürücü çekişmelerse, Türk -Moskof anlaşmazlığı

önünde, Himalâya dağına nispetle minik bir tümsek kadar mahcuptur. Onlarınki, her zaman

yatışması ve tersine dönmesi mümkün ve zaman zaman baş gösterici nefsânî hırs tecellilerinden

ibaret... Türkle Moskof arasında birbirini itici ve aynı zaman ve mekânda birleşmeyi muhal kılıcı

zıtlık da, birbirinin vücut hikmetine düşman olmaktan gelen ve kanununu hilkatten alan ezelî bir

münaferet... Fizik dünyasındaki zıt unsurlar arasında bile böyle bir iticilik ve birbirini iptal edicilik

görülemez.

Evet, doğrudan doğruya birbirinin vücut hikmetine düşman olmaktan gelen böyle bir zıddiyet

münaferet, tarihte tektir; ve sadece Türkle Moskofa hâstır:

Onun içindir ki, bütün bu incelikleri düşünmeden sezen halkımızın dilinde Moskof, sade «Moskof»

değil. «Moskof Gâvunı»dur.

Türk, ciğerinin tâ içinden gelen bir havayla ve dişlerini gıcırdatarak «Moskof Gâvuru» derken,

olanca dayanağını Müslümanlıkta bulur ve gâvurluk mefhumunun başında, soyulmuş çürük patates

suratlı çiy ve bomboş gözlü Moskofu görür. Türk'ün gözünde başka milletler Moskofa yaklaştıkları

nisbette düşman ve ondan uzaklaştıkları mikyasta dosttur. Demek ki, Türk'e göre mücerret

düşmanlık, mücerret özünü, renk ve çizgilerini Moskofluktan alıyor.

Bu noktada, Türk'e mahsus bu aziz duyguyu hey kelleştirecek bir misâl verelim :

Günümüzün ihtiyarları hatırlar: Bizde, yeni talim ve terbiye usullerine bağlı ordu teşkilâtının başı,

Tan zimattan Birinci Dünya Savaşma kadar, Harbiye Mektebinde ve crdu birliklerinde, hedef

tahtaları üzerinde.

6

içice çizilmiş dairelerin tâ merkezinde bir Moskof kafası resmi vardı. Bu, soyulmuş çürük patates

suratlı, çiy ve bomboş gözlü, tslâv üslûbu kasketli mücerret Moskof Kafası, Türk'ün düşmandan ne

anladığını harika çapında bir buluşla gösterir. Cumhuriyet günlerine gelinceye kadar fesli» kalpaklı,

yahut külâhlı Türk neferine, bu muazzam buluş, soyulmuş çürük patates suratlı, çiy ve bomboş

gözlü, tslâv üslûbu kasketli mücerret Moskof kafasında ezel ve ebed düşmanını müşahhas olarak

heykeileştirmiştir.

ikinci ve aynı kuvvette bir misâl :

Büyük Doğu'nun ilk devrelerinden 1946 yılında bir kapak resmi... Anadolu'nun her bucağı

birbirinin aynı bir köşesinde millî duygulan nakşeden eski bir mezar taşı... Üzerinde eski harflerle

şu yazılı :

Moskof keferesinden intikam alamayan Merhum Alemdar Ali Ağanın ruhuna Fatiha

1183

11 Ocak 1946 tarih ve 11 sayılı Büyük Doğu nüshasının kapağındaki bu mezar taşı resminin altında

da şu izah :

«Bolu vilâyetinin Akçakoca kazasının Göktepe kö-

yünde bir mezar bulunduğunu duyduk. Gerek haberini almak, gerek o hüçra köşeye kadar nüfuz

edip fotoğrafını temin etmek bakımından, uzak ve yakın misaller halinde hiç bir gazeteye nasip

olmamış bir mazhariyetle, mezarı çizgisi çizgisine tespit ettik. 200 yıl önce toprağa verilmiş

Mübarek bir Türk'ün kabir delili olan bu kırık dökük taş, şimdi orada, dikkatle muhafaza

edilmektedir. Taşın üzerinde sağlam kalmış kısmın yazıları olarak, kelimesi kelimesine şu cümle

vardır :

MOSKOF KEFERESDNDEN ÎNTÎKAM ALAMAYAN

MERHUM ALEMDAR ALD AİANIN RUHUNA

FATDHA — 1183

ݺte, ruhunu teslim ederken, en büyük iman içinde en büyük hınçla Allahma kavuşacak kadar millî

mefkuresini şahıs derdi haline getirmiş bu Mübarek TÜRK, her birimizin, öz babasından bir derece

daha yakındır. Babamız Alemdar Ali Ağa ile iftihar ediyor; ve onun Türk ruh (röntgen) i halindeki

mezar taşını bütün dünyaya arz ve takdim ediyoruz.»

Bu Ali Ağa'da bütün Türklük görülmektedir ki, Türk, mezartaşı gibi, ancak son hüviyet, mâna ve

imânım kaydettireceği ve sadece Allah'ın rahmetine sığındığını bildirmekle kalacağı, taştan âhıret

kartvizitinin üstüne, imanına bitişik olarak iman hıncını kazımadan duramamaktadır.

ݺte, destanlık çapta ve biricik tarihi misâl halindeki bir milli hıncın hikâyesine isim veren Moskof

Gâvuru!..

Bu satırlar Moskofun ilk ve umumi takdimidir. O nun iç yüzüne, topyekûn mânasına, tek tek

gayelerine, devir devir maddi ve manevî (strateji) hedeflerine ait tespit ve teşhisler, ileride ve

hikâyemizin içinde...

TÜRK YUMRUİU ALTINDA MOSKOF

8

İSLÂV

«Ari» dedikleri Hint - Avrupa ırkının bir kolu, îs-lâv... Rus da tslâvların bir kolu... Hepsi bu kadar...

Bazı fikirsiz ilim eserleri, Ruslara, «Ruslaşmış îslâvlar» tarifini yakıştırır. Elimizde «Islâv»dan

önce «Rus» diye müstakil bir ırk ve millet vakıası yoktur ki, böyle bir tariften tirşey anlayabilelim...

Rus, İslâvın, bellibaşlı bir iklim, coğrafya, tarihî oluş, yani bellibaşlı zaman ve mekân şartları

neticesinde vardığı bir kavim hamuru, bir millet kıvamının ismidir.

ݺte İslâvların, kendi içinde hususî bir oluşunu temsil eden Rus, bugünkü Rusya'nın Orta Dinyeper

sahasında mekânını kurdu; ve tam kıvamlaşmadan Hun'-ların, Got'ların ve 6. Asırda Avar'ların

istilâ tokmakları altında dövüle dövüle terkibini arayıp 8. ve 9. Asırlardan sonra zaman plânına

geçti ve hayatını sürdürmeye başladı. Bu hayatın başı uzun bir esaret devresidir.

ESDR MDLLET

                                                                                      mihraklaşamayan,Dokuzuncu Aşıra kadar bir türlü birleşemeyen, to-parlanamayan,

dsvletlsşemsyen

11

Rus'un tepesindeki yumruk umumiyetle Türk asıllıdır. Nitekim Hun'Iar ve Avar'lardan sonra 7.

Asırda Hazar'lar ve 9. Asırda Macar ve Peçenek'ler Orta Din-yeper sahasındaki Rus mekânma

hâkimdir ve kargısını bu sahaya dikmiştir.

Bu, parça parça dağınık ve esir milletin geçim yolu avcılık, hayvancılık ve ziraat...

Sırası gelmişken İslâv ruhiyle komünizma Ölçüleri arasında bir bünye ve mizaç yakınlığına işaret

edelim :

O zamanki Rusların ziraat işlerinde (Mir) dedikleri bir usûl vardı. Bellibaşlı göz sahalan içinde

oturanlar ve birbirleriyle münasebette bulunanlar toprağı ortaklaşa ekerler ve mahsulünden

ortaklaşa faydalanırlardı. Şahıs veya aile adına «mülkiyet» diye de birşey bilmezlerdi.

Komünizmanın (Kolhos) sistemine benzeyen ve onun en iptidaî şeklini belirten bu tarz, birşeyi

bilip de kaldırmanın değil, hiçbir şey bilmemenin eseridir ve kendi iptidaîliği içinde komünizmaya

ait bir iptidaîliğin de tercümanı olmak mevkiindedir. Görülüyor ki, sâf komünizma nazariyelerinin

Rusya'da tutması ve tutunması, biraz da islâv bünye ve mizaciyle uyuşma-smdandır.

Rus Milletinin kıvamlaşmaya başlaması 9. Asırda İskandinavyalı (Varek) lerin Orta Dinyeper

sahasına inişleriyledir. Şimalî (Norman) kolundan olan (Varek) ler, Dinyeper nehri boyunca

Cenuba doğru inmiş, Bizanslılarla temasa geçmiş, îslâvlarla kaynaşmış ve Rus hamurunun son ve

toplayıcı unsuru olmak vazifesini yerine getirmiş bir topluluk...

(Varek) beylerine (Knez-Knaz) denilirdi. ݺte, ilk Rus Çarlarına gelinceye kadar Rus prenslerine

verilen isim... «Rus» adı da yine (Varek)lerden gelme ve îs-

12

*

lâvları toplayıcı, demetleştirici ve birleştirici bir mânâ taşımakta...

(Varek)ler Kief merkezine girip hâkimiyeti ele a-lınca Orta Dinyeper sahası «Rus Yurdu» adını

aldı.

Ruslar, Hristiyanlığı Kief de kabul ettiler ve kısa bir zaman içinde bir din ve dil bağiyle

perçinlendiler.

Rus, yani Moskof'un tam bir karakter ifadesiyle o-luşu böyledir ve Milâdi 10. Asırdadır. Fakat

henüz Türk asıllı istilâlardan kurtulmuş ve Türk yumruğu altından sıyrılmış değil...

KURULUŞ

(Varek) beylerinden (Rurik) isimli başbuğ, 862-864 arasında tlmen gölü kenannda yeni şehir

mânasına (Novogorad) kasabasını kurdu ve orada ilk Rus devletinin temelini attı. (Rurik) ten sonra

yerine (Oleg) geçti ve selefinden daha ileri hamlelere girişti. (Oleg) «Büyük Ticaret Yolu» adı

verilen İskandinav - Bizans yolunu ele geçirmeyi düşündü. Bu maksatla Cenuba doğru inmeye

koyuldu, yolunun üzerine rastlayan Kief'i aldı ve devlet merkezini oraya taşıdı.

10. Asır başlarında yine (Oleg) isimli bir başbuğ da daha aşağılara inerek Bizans'ı kuşatacak ve bir

müddet için onları vergiye bağlayacaktır.

Ruslarca efsaneîeştirilen ve Rus şairi Puşkin'e mevzu teşkil eden (Oleg), rolünü ilerde Rus

Çarlarına bırakmak üzere Moskofluğun temelini atan ve hususî bir ırk aynasında Hristiyanlık

püskürtüleriyle hususî bir portre meydana gelmesine yol açan ilk kuruculardan biri sayılabilir. Bu

aynadaki hayâl, evvelce tasvirini çizdiğimiz Moskof...

13

HRDSTDYANLIK

Rus'un ırk madenine Müslüman Türk'e karşı en şifasız düşmanlık terkibi verecek olan ruhî unsur,

Hris-tiyanlıktır ve biraz önce belirttiğimiz gibi bu Moskofluk oluşu Kief'de ve 10. Asırdadır.

Hadise, ilk kuruculardan (Rurik)'in oğlu (tgor)'dan sonra hükümdarlık makamına geçen, karısı

(Olga) marifetiyle meydana gelmiştir.

(Oleg)den sonra başa geçen (îgor) 941 yılında Bizans üzerine çullandı ve feci şekilde tepelendi.

Gemileri Bizans ateşiyle su üstünde yakıldı ve Anadolu yakasına çekilen askerleri Bizans

kuvvetlerince perişan edildi.

Bu hareket Rusların Anadoluya ilk hücumudur ve hayvan postlu, tulgalan boynuzlu bu vahşiler

sürüsü, Bizans kuvvetleri tarafından sürülüp denize dökülmüştür. Henüz Anadolu'nun Türkler eline

geçmesine hayli zaman var.

(îgor), askerlerinin bir isyanı neticesinde öldü ve yerine karısı (Olga) geçti. (Mujik) taassubunun ilk

tohumunu atan, bu ruhu aç kadın derhal hararetli bir Hristiyan oldu ve Kief'de yayılmaya başlayan

Hristiyan-hk cereyanının başına geçti. 988-989 sularında da Knez (Vlâdimir) Hristiyanlığı o

zamanki Rusyanuı resmî dini olarak kabul ve ilân etti. Hristiyanlık, biri Roma'da Katolik Kilisesi,

öbürü istanbul'da Ortodoks Kilisssi halinde ikî ayn mezhep kutbu temsil ediyor ve Ruslar bu dini

Bizanslılardan aldıkları için Ortodoksluğa girmiş bulunuyorlardı. İstanbul'daki Patriğe tâbi bir Met-

ropolitlik onlara yetmişti. Tâ Bizarısın yıkılışına kadar sürecek olan bu bağlantı, vahşi Rus'a ilk ruh

kültürünü aşılamış, cna devrin güya medenî Garp dünyası yolunu açmış ve ırkî-dinî niteliklerin

karışımı halinde 10 asır

14

müddetle devam edecek olan Moskof karakterini dokumaya başlamıştır.

Bu karakter, kör bir Hristiyanlık taassubu içinde, üst tabakadakilere kuduz bir İslâm ve Türk

düşmanlığı aşılayan, alt tabakadakileri de Asyaî bir vahşetle üstte-kilerin kulu ve kölesi olmaya

zorlayan bir ruh haletidir ki, 10. Asırdan 20. Asra kadar derece derece terakki etmiş ve bilhassa 17.

Asırdan sonra 3 asır süresince Avrupa medeniyeti adına Türk'ü yeryüzünden tasfiye etmek idealinin

baltasını elinde tutmuş, Batı alemince bu dâvadan dönüldüğü halde o, eski ve mutaassıp Batıyı

yürütmekte ve böylece kendisini Batılı zannettirmekte kusur göstermemiştir.

Hükmümüz, Moskofu, menbaından mansıbına kadar bütün davraruşlariyle özleştiren en mahrem

karakter teşhisidir.

Hristiyanlık ve Ortodoksluk hüviyetinden sonra Rus'u, gittikçe koyulaşan bir milli vahdet içinde

görüyoruz. 12. Asır sonlarında Ortodoks Rusya birçok knezliklere (derebeyliklere) bölünmüş,

henüz bütünlüğünü bulamadığı halde garpta katolik Lehlilere, cenupta da müslüman topluluklara

karşı mücadele zorunda bulunuyor ve bu bakımdan parçalan arasında bir katışma ihtiyacı, birleşme

hasreti yaşatıyordu. Bu parçalar arasında, maddede bütünleşmeden mânada birleştirici bir ahenk

arama gayreti...

MOSKOVA

Cenuptan gelen toslamalar, Rusları (Volga) nehrinin merkez dolaylarına doğru itmeye başladı. Bu

yüzden (Volga) nın merkez havzasında (Suzdal) knezliğl kuruldu. Yeni knezlik 1147'de kendisine

merkez olarak

15

Moskova'yı kurdu. Şehir, mevkiinin merkeziyeti yüzünden tez zamanda büyüdü, terakki etti ve

1169 sıralarında Kiefe de hâkim olarak bütünleşmeye başlayan Rus'a, tepesindeki haçlara rağmen

Asya üsluplu ve Moskof e-dalı kubbeleriyle alem (sembol) olmak yoluna girdi.

işte, Türk'ün yeni zamanlar tarihini «Moskulu» diye dolduran Moskof'un, hâlâ tercümanı ve nispet

ifadesi olan Moskova kurulmuştur; fakat hâlâ büyük Rus birliği meydana gelmiş değildir.

1223'de Moğollar, Azak denizine dökülen Kalka nehri üzerinde Kuman'ların imdadına koşan

Rusları tuz - buz edici bir bozguna uğrattılar. Ondan birkaç yıl sonra da, tepelerine halis İslâm-Türk

yumruğu indi ve ortada Rus hâkimiyeti, birliği, devleti diye bir şey bırakmadı.

Bu yumruğu indiren, «Altun Ordu» Türkleri ve onlara başbuğluk eden Batu Han'dır.

ALTUN ORDU

«Altun Ordu» veya «Altun Orda», Türk'ün Islâmiyeti kabulünden sonra teşkilâtlandırdığı, yolu ve

gayesi belirli ideal ordularından biridir ve devletine de aynı ismi vermiştir.

1237-1238 Batı seferi neticesinde Batu Han, Aşağı İdil boyunda Altun Ordu devletini kurdu ve

büyük hamlesi olarak, Ortodoks Rusyayı bir baştan öbür başa çiğnedi. Artık bütün Knezlikler onun

hâkimiyeti altında birer tebaacık... Batu Han Knezlik sistemini değiştirmedi ve onları Altun

Ordu'ya bağlı hizmetkârlar halinde tuttu. Başta Moskova Büyük Knezliği olmak üzere Ruslar 14.

Asır sonlarına kadar Türk ve Moğol bo-

18

yunduruğu altında kaldılar ve nihayet Timurlenk'in Altun Ordu'yu yıkması ve Moskova Kneziiğini

öbür parçalan ile birleştirici şekilde ihya etmesi üzerine istiklâl ve bütünlüklerine kavuştular. Aynı

Asnn ortalarına doğru da din bakımından Bizans'ı bırakıp Ortodoksluğun merkezini Moskova'ya

aldüar.

• TDMURLENK

Timurlenk, koyu zalimliğine rağmen daima müslü-man kalmış ve İslâm dâvasını gütmüş olan yüce

imparator, en büyük tarihi suçunu, Yıldırım Bayezid'in şahsında genç Osmanlı devletini

tökezletmekte değil, Mos-kofa hayat sahası açmakta ve onun bir gün İslâmlığa nasıl musallat

olacağım kestiremeden bütünleşmesini kolaylaştırmakta göstermiştir.

Timur'un, Osmanlı ülkesine olduğu gibi Altun Ordu'ya karşı da yıkıcı hareketi, sırf istirkap ve

İslâm temsilciliğini nefsine hasretme duygusiyledir. Fakat Yıldırım Bayezid'e gösterdiği

yumuşaklık ve anlaşma tavrı ve buna mukabil gördüğü sertlik ve hakaret edasına karşı bir dereceye

kadar mazur olan Timur, Altun Ordu mevzuunda sultanî nefsinin hiçbDT rakip kabul etmemesinden

başka bir dayanağa sahip değildir. Moskova Büyük Kneziiğini Rus birliğinin merkezi haline

getirmeye sebep olurken de, salibe hizmet etmek şuuru yerine, rakip ellerden kurtardığı düşmüşe

yardım gururu içindedir. Öyle bir düşmüş ki, o günkü şartlara göre, ne kadar kalkmsa yine ayağa

kalkabilmesine ve salip dâvasını hilâle karşı saldırıya geçirebilmesine imkân yoktur. Zira

Timurlenk, şiddetli müslüman, fakat kılıcından başka hiçbir keskin idraki olmayan, kör nef-

saniyetli öyle bir hükümdardır ki, yarının keşfine ait

F: 2

17

en küçük harfi bile heceleyebilmekten âciz ve yıktığının Müslüman, yaptığının ise Hristiyan olduğu

muhasebesine bağlı bir sezişten mahrumdur, tlâhi takdir, Timur'a, Haçlı seferlerinden sonra, tslâm

dâvasını Bizans ve Cenubî Rusya üzerinden Batıya yöneltme şuurunu vermemiş, onu Doğu

Çemberi içinde hapsetmiş ve Hristiyan-hk âlemini gözüne pek küçük göstererek, bütün emelini, tek

başına efendisi olmak gayretini güttüğü Şark'a bağlamıştır.

Fatîh Sultan Mehmed'in İstanbulu fethinden yarım asır kadar evvel, Çin seferine hazırlanırken ölen

Timur-lenk, Rus'a Rusya'yı açmakla, Peygamber methinin hedef tuttuğu ve Moskof'un din

devşirdiği diyarı fetheden «Osmanlı» isimli yeni tslâm-Türk imparatorluğuna ne büyük bir belâ

musallat ettiğinden gafildir. Onun bu ö-zürsüz gaflet suçu da bağışlanabilir soydan değildir. Hem

büyük Müslüman, hem de bilmeden salibe yardımcı... İlâhî takdir...

TEZDMDZ

Bizim birkaç kelime içinde hulâsalandınlabilecek ve bütün esefimiz boyunca ispatlandırılacak bir

tezimiz var:

Bugünkü, bütün insanlığın başına belâ Rusya'nın meydana gelmesinde iki Müslüman ve asılları

Türk başbuğ tanıyoruz. Bunlardan biri Moskofluğun temel atmasına vesile olmuş, öbürü de,

Rusya'ya Büyük Rusya olmak şuuru gelir gelmez bu şuurun liderini eline geçirmişken bırakmak

suretiyle son merhaledeki Rus oluşunu sağlamış ve böylece, dolayısiyle ve yine bilmeyerek

tarihimizin en korkunç suçlamasına müstahak olmuştur.

Bunlardan biri 14. Asır sonlarında Timurlenk, öbürü de 18. Asır başlarında Prut ordusu serdarı

Baltacı Mehmed Paşadır.

Ruslar, bugünkü oluşlarına kadar kendilerine vücut veren saiklerin iki ana remzi halinde,

Moskova'nın göbeğine Timurlenk ile Baltacı Mehmed Paşanın heykellerini dikseler yerinde olur.

ÇAR ªEHİR

Önce (Bizansiyum) sonra (Konstantinopolis) daha sonra «Kcnstantaniyye», «Darülhilâfe»,

«Deraliyye», «Dersaadet», «Dslâmbol» ve nihayet istanbul, oldum o-lasL Moskof'un gözünde (Tsar-

grad), şehirlerin çan, yahut çar şehirdir.

Hikayeci Ömer Seyfeddin, Birinci Dünya Savaşında Bulgaristan'da bulunan bir Türk zabitinin karşı

pencereden âşıkdaşlık ettiği bir Bulgar kızına ait hatırayı şöyle anlatır: Bulgar kızı Türk zabitine

vücudunun bütün kıvrımları ve yüzünün çizgileriyle davet ve tahrik edici bir tavır takınmakta ve

tutturduğu bir şarkıyı, pencerede, evinin içinde boyuna tekrarlamaktadır:

Naş naş! Çar-grad naş!

Türk zabitinin bir aşk türküsü sandığı bu lâfların mânası şudur :

Bizim olacak! Bizim olacak! tstanbul Bizim olacak!

tşte Moskof, kendisi ve soyuna bağlı öbür küçük milletlerle,, 10 asırdır bu şarkıyı söylemekte...

Hem de,

Türk'ün yumruğu altında inleme devresinde 7 asır boyunca içinden fısıldayarak söylediği bu

şarkıyı, Türk'ü Moskof yumruğuna karşı tutma çığırı son 3 asır süresinde avaz.avaz açığa vurmak

şekliyle...

1950 yılında Moskova'da yayınlanan bazı tarihî ve-- sikalara göre (Nestor Kroniği) İstanbul'a karşı

ilk Rus alâka ve hareketi şöyle anlatılıyor.

«— Kief Knezi Oleg, 907 yılında gemiler, atlar ve askerlerle (Tsar-grad) üzerine yürüdü. Gemilerin

altı-na tekerlekler koymak suretiyle Tsar - grad'ın surlarına yaklaştı ve şehire hücum etti.

Bizanslılar ancak çokça para ödemekle bu Rus hücumundan kurtulabildiler.»

Bu nakle ait Bizans kaynaklarında hiçbir iz mevcut değildir. Üstelik gemilerin karadan aşırılarak

Bizans surlarının karşısına dikilmesi gibi, tarihin yalnız Fatih Sultan Mehmed'e hasrettiği muazzam

buluşu, ilk defa ituslara yakıştırmak gibi bir açıkgözlük, efsane sınırlarından ileriye geçemez ve

İstanbul'un Türklerce " fethinden 5 asır sonra uydurulmuş bir Moskof - komünist mitolocyası

hissini verir.

Kief Rusyasınm kuruluşundan 80 yıl sonra (Va-rek) Rusların, bir isyan hareketini bastırabilmesi

için Bizans tarafından yardıma çağırıldıkları tarihî bir ger-çektjr. Bu davet, Hristiyanlığı

benimsemekte ilk adımı atan Kief Knez'i (Vlâdimir) tarafından, Bizans ile akrabalık isteyici bir

teklifle karşılandı:

— Bir Bizans prensesiyle evlenmek isterim! Teklif kabul edildi ve Knez (Vlâdimir) 988 yılının

ilkbaharında, gemilere bindirdiği (Varek Rus) askerlerini İstanbul Boğazına indirdi. (Vlâdimir),

Anadolu kıyılarında isyancıları yendi ve Bizans tahtını kurtardı. Türk ve Rus münasebetleri

üzerinde kaleme aldığı eserlerle maruf Prof. Akdes Nimet, kendi, öz tebaasının

20

isyanına karşı Moskof tan yardım isteyen Bizans İmparatoru ile, aynı hadiseden tam 945 yıl sonra,

öz valisi âsi Mehmed Ali Paşaya karşı Çar Birinci Nikola'yı imdada çağıran (1833) ikinci Mahmud

arasında benzerlik görür. Yalnız şu inceliği göremez ki, ilk Ruslar, dinlerini kendisinden aldıkları

Bizans'a karşı, aynı yol ve gayede daha üstün -olmak hırsından başka bir emel beslemezken,

sonrakiler, sırf îslâmiyeti yıkmak ve onun Avrupa Asya arası kilit noktasını ele geçirmek maksa-

diyle İstanbul'u bir ân için Padişah elinde bırakma tabiyesini kullanıyor; ve asırlarca yumruğu

altında "ezildiği Müslüman Türkün bu son zillet hali önünde, sinsice, intikamların en acısını

alıyordu.

Bu da iyi taraflarına rağmen Sultan İkinci Mah-mud'a düşen talihsizlik lekesi...

BDZANS'TAN ÖTEYE

Evvelâ 941 de Bizanslılardan dayak yemek ve sonra 988'de isyancılarına karşı onların imdadına

koşmak, bu arada Hristiyanlığı kabul etmek ve Kief Knezine bir Bizans prensesi almakla başlıyan

Rum - Rus münasebeti, zaten inhitat devresini yaşamaktaki Bizans'ın perişanlığı ve Rus sürülerinin

dağınıklığı yüzünden bir eser veremedi ve Türk yumruğu altında Moskofun mahkûm durumu,

Timurlenk. tarafından Altun Ordu'yu yıkma davranışına sahne olan 14. Asra kadar, hiç-oir esaslı

gelişme göstermeden sürdü..

Avrupalılar, Rusların Moğol (doğrusu Müslüman -Türk) hâkimiyeti altında sürdürdükleri bir nevi

esaret hayatını 1240 -1480 arası olarak tespit ederler. Yani Selçukluların son günlerinden Fatih

Sultan Mehmedl-in ölümünü takip eden ilk senelere kadar, 240 yıllık bir

21

devre... Bu devreyi, Timur'un Altun Ordu'yu ezme ve Moskova Knszliğini yükseltme ve başa

geçirme zamanına kadar geriletirsek süre biraz daha kısalmış olur. 14. Asırdan sonraki Rusya daha

bir müddet parça parça Türk hakimiyetleri altına girmişse de Moskova Bü-. yük Knezliği etrafında

toparlanma ve birleşme vaziye-tindedir ve bu vaziyet 15. Asır sonlarına kadar davam edecektir.

Altun Ordu Hanlığı parçalandıktan sonra eski Han Uluğ Mehmed, Kazan Hanlığını kuracak ve 15.

Asır ortalarına doğru yeniden Moskova üzerine çullanacaktır. O sıralarda Moskova Büyük Knezi

(Vasili Vasilyeviç Temni) Kör Vasil, müthiş bir hezimete uğrayacak. Altun Ordu Hanlığı yerine bu

defa Kazan Hanlığına vergi vermeyi ve onun hükmü altına girmeyi kabul edecek ve ancak bu

şartlarla, ellerine esir düştüğü Kazan Türklerinden yakasını kurtaracaktır.

1439 sıralarında, Kazan Hanı Uluğ Mehmed'in Moskova Büyük Knezliğini tepelediği sıralarda

Bizans'tan bir ses yükseldi:

— Müslümanlar (Osmanlı Türkleri), Hristiyanlı-ğın ikinci merkezi olan Ortodoksluk beldesi

Konstan-tinopclis'i sarmak ve düşürmek gayretindedirler!.. Buna karşı bütün Hristiyan dünyasının,

Katolik ve Ortodoks dünyalarının birleşmesi lâzımdır! Floransa şehrinde de, bu maksatla, Papalık

ve Bizans arasında bir anlaşma yapılmıştır! Ortodoks Ruslar da bu anlaşmaya girmelidir!

Fakat Moskof un verdiği cevap menfi oldu:

— Rus Ortodoks kilisesi böyle bir davats yanaşa-maz! Henüz çevresindeki müslümanların

çemberinden sıynlabilmiş değildir. Rus kilisesini Bizans merkezinden ayırıyor ve Ortodoksluğun

tek mihrabı olarak onu ve Moskova'yı ilân ediyoruz!

22

Böylece, henüz belirmeye başlayan Moskof bütünlüğünü, Türk boyunduruğundan sıyrılma

günlerinin arefesinde Bizans rüyasını görmeye başlıyordu.

Türk yumruğundan kurtulup asıl Türk'ü yumruğuna karşı tutmaya başhyacağı 17. Asır sonrası

ideali: Üçüncü Roma İmparatorluğu...

Moskof üzerinde Türk baskısının son tokatını yiyen Kör Vasil'den sonra oğlu Üçüncü îvan, artık

steplerin ortasında yükseltilmeye başlayan Rus-Ortodoks kalesinden şu ilk emri verecektir.

— Bütün Ruslar ve Rusyalar, birleşinüs! Artık bağımsızız!

Bir zaman scnraki Rus imparatorlarının «bütün Rusyaların çarı» unvanını hatırlayınız!

İSTANBUL'UN FETHD

Moskof birliğine çeyrek asır kadar tekaddüm eden İstanbul'un Türkler tarafından fethi, Rusları ta

can evlerinden vurdu. Bağımsızlığa henüz kavuşmuş ve insanlık âleminde henüz dâva sahibi

olmaya uzak bulundukları halde, çocuğun daha örneklediği sıralarda başbuğ olmayı özlemesi gibi

bir duyguyla benimsedikleri (Çar-Grad) idealini Müslümanların gerçekleştirmesinden fena halde

hayflandılar.

Prof. Akdes Nimet'in verdiği bilgiye göre 11. Asır Kief Rusyasında, Bizans voliyle gelen

vakanüvislik (tarihî vakaları kayt ve zaptetme) sanatı, manastırlarda, pes bıyıklı ve uzun sakallı

rahipler elinde faaliyete başlamıştı. Böylece, Rusya tarihi bakımından zengin bir kaynak malzemesi

yığılmış ve 16. Asır ortalarında (Voskresenkaya Leetopis) ile (Nikonovskaya Leetopis)

23

adlı iki eserde İstanbul'un Türkler tarafından zaptı en ince teferruatına kadar hikâye edilmişti. Bu

anlatışta, «•Ortodoks - Hristiyanlığın merkezini Türkler eline düşmüş görmekten doğan büyük

üzüntü» buram buram tüter. Fakat büyük üzüntü, tesellisini (Çar-grad)ın bir gün Ruslar tarafından

zaptedileceği güveninde bulur ve bunu âdeta bir kehanet şivesiyle haber verir. Onlarca :

— Madem ki Bizans'ın başına gelecek felâketler önceden tek tek sâyılmiş"ve bunlar tek tek

gerçekleşmiştir: O halde (Çar-grad)ın bir gün Moskofa geçeceği haberi de doğru çıkacaktır: «Yani

Ruslar, önceleri galip gelen îsmail Oğullarının (Müslüman . Türkleri) yenecekler ve 7 tepeli şehri

(Dstanbul'u eski tertibi üzere) a-larak orada hâkimiyetlerini kuracaklardır.»

Görülüyor ki, İstanbul'a Çar - şehir ve Çarın şehiri gözüyle bakmak ve Moskof oluşunun ideal

mekân noktasını ona bağlamak ve onda mânalaştırmak, papazlar elinde dinî bir mahiyet verilerek

yuğurulmuş bir gayedir ve Rusyanın esaret devresinden başlayıp esaretten henüz sıyrılma çığırına

kadar devam etmiş, ondan sonra da, 17, 18, 19. Asırlar ve 20. Asrın ilk 17 yılı içinde, bütün bir

dinî, millî, ırkî, iktisadî, askerî ve siyasî mefkure halinde gelişmiştir. İstanbul'un Ruslarca zapedi-

             inancı,kendisiniyukarıdakiformüliçindeifade.etmiştir;leceği

.'

«MOSKOVA - ÜÇÜNCÜ ROMA»

İstanbul'un Fatih Sultan Mehmed tarafından alın-masiylejberaber, sırf Timurlenk sayesinde

Moskofluğun İstiklâl kazanması ve yükselmeye başlaması bir olmuştur. Fatih'den biraz sonra bütün

Karadeniz çevresi

24

Türklerin eline geçerken, Rusların da henüz şimalde ve cenupta denizsiz ve orta Rusya içine!*

mahpus, fakat büyük emeli i oluşları belirmeye başlıyor.

Ne var ki, bu oluşun nerede ve nasıl başlayıp nerede ve nasıl biteceği üzerinde en küçük bir

Osmanlı dikkat ve şuuru yoktur. Fatih'ten sonra gözünü kâh batı, kâh Doğu istikametinde gezdiren,

Karadenizi halkala-mış olsa da onun şimalindeki Moskof oluşuna değer var-meyen, Moskova'dan

sızıcı mırıltılara kulak çevirmeyen ve yalnız belirli büyük devletlerle boğuşan Türk. Moskof'u,

ancak, defedilmesi çok zor bir belâ haline geldikten sonra tanıyacaktır.

DÜİÜM NOKTASI

Kör Vasil'in ölümünden sonra yerine oğlu Üçüncü tvan'm geçtiğine ve ilk Rus birliğini kurmaya

doğru davranışa giriştiğine kısaca dokunmuştuk. İstanbul'un fethinden çeyrek asır kadar sonra

meydana gelen hadise, bütün Rus knezliklerinin Moskova etrafında çev-relenmesiyie neticelendi.

Artık Rus topluluklarına hâkim, yalnız Moskova Büyük Knezliği... Orta İdil sahası artık

Rusya'nın... Ve artık, Altun Ordu parçalanmış, sağda ve solda küçük mevzilere sığınmış, garp,

merkez ve cenup Asyasına ya-yılı Türkler başsız ve mihrakaz kalmıştır. O Türkler ki, bugün

sayıları 70 milyonu aşkın olarak tam 5 asır süreyle o günden Moskof esaretine namzet durumda...

Bu arada Anadolu'dan fışkırıp salibin ikinci merkezine hilâli dikmiş bir Osmanlı Türklüğü vardır

ki, tez zamanda (împerium Romanum - Roma İmparatorluğu) çapında bir devlet kuracak, fakat

Doğu ile Batı

25

arası, eksiksiz ve çelişkisiz bir plân içinde hareket edemeyecek, idarecilerine göre rastgele

büyümeye, gelişmeye ve hilâli yükseltmeye bakacak; ve hepsinden hazini, ana ırkıyla arasındaki

göç yollarını kesen Moskof'u iş işten geçtikten sonra ele almaya tenezzül edecek, daha önce itibara

almayacaktır.

Osmanlı Devleti, haşmet çığırında, çoktan beri Ü-çüncü Roma idealiyle yanmaya başlamış olan

Moskof'u anlamak gibi bir nefs ve tarih muhasebesinden yoksun ve onun Türk kanını

şahdamarından boğan, cereyandan alıkoyan ve Türk göç yollarını kesen bir plâna doğru gittiğinden

habersizdir. Bu, işte, Fatih'ten hemen sonra mânalanan tarihimizin en ince düğüm noktalarından

biridir.

Asyalı Türk toplulukları parçalanır ve Moskof bütünlüğü tamamlanma yoluna ayak basarken,

Kırımlıları Rusya ve Üçüncü tvan'la ittifak halinde görüyoruz.

Bu, gafillerin gafili tutumun sebepleri arasında, Kırım Hanı Mengligiray'ın Üçüncü tvan'la şahsî

dostluk kurması ve bilhassa Altun Ordu kalıntıları üzerinde hak iddia stmesi, yani Altun Orduyu

istirkap etmssi nazara alınmalıdır. Birinci sebep değersiz; fakat ikincisi, İslâm dâvası şahsî ve

nefsanî hırslara kurban edilirken, Osmanlı İmparatorluk binasının kat kat yükselmeye başlamasına

rağmen, birlik fikrine gidilememesi bakımından son derece ehemmiyetli ve ıstırap verici... Nitekim

ilk Osmanlı Rus münasebetleri, işte Ortodoks Rusların dostu, Müslüman Osmanlı devletinin de

güya izinde bu Kırım Hanının, daha ziyade Moskof çıkarlarını kollayıcı aracılığı ile başlamış ve

1497 de Ü-çüncü tvan, Kırım Hanının tavassutiyle (Pleşçeyef) i-simli birini ilk Rus elçisi olarak

İstanbul'a göndermiştir. Tarihi düğüm noktası böylece şekillenmeye başlamıştır.

26

İLK TEMASLAR

Üçüncü tvan'ın, dostu Kırım Hanr vasıtasiyle İstanbul'a gönderdiği ilk elçi (Pleşçeyef), Türkiye ve

Rusya arası manzarayı çizgilendirmekte gayet hususi mânaların tecellisine vesiledir.

Kendisine şu talimat verilmiştir :

— Padişah ve oğlunun huzuruna çıktığın vakit, dizini yere koyarak değil, sadece eğilerek selâm

vereceksin! Bu hususta, öbür elçilerle aranda fark gözetmeyeceksin ve gözetilmesini önleyeceksin!

Böylece Rusya, Osmanlı devletine, 16. Asrın şafağı sökmek üzereyken, öbür Avrupa devletleri

ayarında bir oluşa sahip bulunduğunu göstermek ve ona göre hak ve itibar tanıtmak taktiğini

güdüyordu. O zamanki Os-manh devletinin ise, gözünde, ne o ân için, ne de geleceğe bağlı bir

ihtimal diye Rusya isimli bir varlık düşünülebilirdi.

Orta Rusya'nın merkezinde tıkanıp kalmış, şimalde Baltık Denizi ve cenupta Karadenizden uzak bir

dev-letleşme, gözünü Akdeniz ve Orta Avrupaya dikmiş, zamanın en büyük askeri gücünü belirtici

Osmanlılarca bir hiçti. Moskova Rusyası, bir şey olabilmek için Türklerle iyi geçinmek gerektiğini

anlıyor, fakat dünya çapında büyüme hırsının ilk belirtilerini de gizleyemiyor-du.

Türkler, yakın bir gelecekte, Avrupa adına salibin baltasını İslâmiyet ve Türklere karşı eline alacak

bir bütünleşme doğmakta olduğunu fafkedemiyordu. 16. Asrın başlarındaki şartlara göre belki

farkedilmesi gayet zor olan bu incelik bir buçuk iki asır sonra mutlaka kafalara dank etmesi

gereken bir açıklık kazandığı halde yine anlaşılamamış, anlaşılır gibi olduğu devirlerde

27

de roller tersine dönmüştür. Bu defa Moskof, tslâm ve Türk'ü yok etme dâvasında... 300 küsur

yıldır Komünist Rusyaya kadar hiç şaşmadan yürütülen çizgi...

15. Asır sonunda, Türkler Moskofün gözünde, karşı durulmaz bir kuvvet, Moskof da Türk'ün

nazarında zaman ve mekân d;şı âciz bir belirti halindeyken Üçüncü tvan'ın. Padişah huzurunda dize

gelmemek emrini alan sefiri, sağlamaya geldiği siyasî ve ticarî haklar etrafında son derece nazik ve

yumuşak davranacağı yerde, Moskofluğu icabı, kaba bir eda takınmış, ve bunun ü-zerine

memleketine sepetlenmiştir.

Sultan ikinci Bayezıd'ın (Bayezid-i Velî) hilkatin-deki yumuşaklığı taşırırcasına kaba ve ahmak

davranışlar gösteren Moskof elçisi, vezirlerin davetlerine, kendi şerefine verdiği ziyafetlere

gitmemiş, öbür sefirlerin önüne geçmek sevdasına düşmüş, Padişahtan başka kimseye hitap etmek

ve muhatap olmak istememişti. Tanzimat paşalan karşısında ayak ayak üstüne atıp çubuğunu

tüttüren ve Türkiye fevkalâde komiseri gibi davranan 19. Asır Rus elçilerinden ilk örnek... O

zamanki şartlara göre de bu tavrı gülünç...

İkinci Bayezid, Üçüncü İvan'a şu karşılığı verdi: — Dostluğumuzu kazanmak niyetini besleyen, siz,

Rusya Kralının tarafımıza gönderdiği elçi pek kaba ve nadan hareket ettiğinden memleketine

dönmesine müsaade edilmiş ve «Devlet-i Alfyye» taralından Rusya'ya hiçbir memur

gönderilmemesi uygun görülmüştür.

tik Rus elçisi (Plesçeyev)den 4 yıl sonra da ilk Türk sefiri Alagöz, Kefe'den Moskovaya gider.

Artık Kefe ve Azak taraflarında Rus ticaret faaliyeti günden güne artmaktadır. Ruslarla siyasî,

temaslara memur edilen de, Kefe Valisi, Sultanın oğlu şehzade Mehmed... Daha sonra bu iş Kınm

hanlarına verildi. Hâlâ, Karadenizin,

28

şimal kıyılarına, doğru kendi cenup yollarında kaynaşmalar ^Dzen Rus oluşuna Türkiye'den hususî

bir dikkat bakışı yoktur.

Halbuki Rusya öyle değil... Olabilmek için, kendisine en çetin engel saydığı haşmetli Osmanlı

imparatorluğunun zaaflarından faydalanmak,.politikasını ona göre ayarlamak, olduktan sonra da

olanca gücünü bu İmparatorluğun maddede ve mânada tahribinde kullanmak, daha Üçüncü

İvan'dan beri Moskof gözüne görünmeye başlamış bir plân... Babıâli, Rusya ile alâkalanma işini,

kayası mevkiindeki Kınm hanlarına bırakırken, Moskova, (Posolki Prikaz - Dış ݺleri Elçiler

Dairesi) adiyle bir merkez kurmuş ve bu merkezin en ehemmiyetli şubelerinden birini Türkiye'ye

ayırmıştı. Bu Dairenin Türkiye'ye ait plân esasları üç maddede toplanıyordu: Uysal görünme,

oyalama, aldatma... Bu siyasetin en şuurlu temsilcisi Dördüncü îvan oldu.. Fakat bütün tohumlar

Üçüncü Îvan zamanında atıldı.

RUS MDSTDİD

Rusların «Üçüncü Roma» ve Bizans efsane ve mistiği Üçüncü tvan zamanında başlar. Üçüncü Îvan

1469 sıralarında kendisine bir kraliçe bulmaya kalktı. Son Bizans İmparatorunun yeğeni (Sofiya)yı

uygun buldu. (Sofiya), Bizans yıkılınca Roma'ya, Papap'ya sığınmıştı. Mesele Papaya, kendisini İsa

Pevgamberin vekili sayan Katoliklerin şefine açıldı. O da bu vesileyle Rus kilisesinin Roma'ya

bağlanacağı ümidi peşinde bu izdivaca yardım etti. «Bizans Prensesi» diye anılan (Sofiya) 1472'de

Moskova'ya geldi ve debdebeyle karşılandı. İçi (mistik) hayallerle dolu Prenses, Üçüncü îvan'ın

karısı olur olmaz, Moskova Kilisesini Romadaki (Sen

29

Piyer)e bağlamak telkinlerini Üçüncü tvan'a aşılamaya çalıştıysa da muvaffak olamadı; fakat tez

zamanda, efsane ve (mistik) düşkünü Moskova Hükümdarının ruhunu başka bir yoldan şişirmeyi

bildi:

— Sen Bizans İmparatorlarının biricik mirasçısı ve Ortodoksluğun yegâne koruyucusu

mevkiindesin!Bu bakımdan «Moskcva - Üçüncü Roma» fikrini benimsemeli ve yolunu ona

göre tuturmalısın!

(Filofey) adlı bir papaz tarafından da işlenen bu fikir tuttu ve şöyle çerçevelendi:

— Evvelce Roma, dünya hükümranlığının merkeziydi. Sonra düştü ve yeni Roma İstanbul oldu.

Şimdi o da düşünce «Üçüncü Roma», onun mezhebine bağlı Mos-kovadan başkası olamaz.

İçinden dünya hükümranlığı gibi bir ihtiras tüten bu fikrin arkasından tam bir efsane :

Moskova Knezleri çok eski bir sülâledenmiş... Rus yurdunu dclaşan havarilerden (Sent Andre)

tarafından takdis edilmişmiş... Rus knezlerinin atası (Rurik), Roma İmparatoru (Ogüst)ten

geliyormuş...

ݺte, Üçüncü İvandan sonra bütün Rus çarlarına ve çarlık edebiyatına hâkim olan (iristik)...

DÖRDÜNCÜ İVAN

Artık' doğrudan doğruya Türk yumruğu altında yaşama şartlarından sıyrılmış, fakat daima Türk

yumruğu korkusu içinde boy atmaya çalışan Moskof, ileri merhalelerin birine, Üçüncü tvan'dan

sonra kavuştu. «Müthiş İvan» diye sıfatlandırılan Dördüncü tvan devrinde... Dördüncü İvan 16

yaşında. Kremlin'de «Moskova çan» ilân edildi.

30

pikkat edilirse, Rusya, yahut sonraları olduğu gibi «Bütün Rusyaların çarı» değil de sadece

Moskova Çan...

Çar kelimesi, (Çesar), yani Romalı (Sezar)dan geldiğine göre, Dördüncü İvan devrinde henüz saha

küçük ama dâva büyük... Artık 16ncı Asrın ortalarında, Türkiye'ye karşı gelişmekte olan, unvanının

da ilk defa işi-tildiği bir «Moskova Çan» vardır.

Dördüncü İvan'a, tez zamanda bir sıfat daha eklendi: Müthiş İvan... Bu sıfat, onun, adam öldürmeyi

bir nevi su içmek haline getirmesinden... Denitebilir ki, bü tün tarih süresince, insan kanma onun

kadar susamış bir insan gösterilemez. İnsan öldürmek fıstık yemek kadar basit bir iş olsa, bir de

fıstıktan başka bir şey yemeyen bir adam bulunsa, Dördüncü İvan'ın ezdiği beyinler kadar fıstık

kabuğu kıramaz. Öz tabiri, şu :

«— Adamcıkları temizlemeye bayılırım!»

En büyük zulmünü, bizdeki Yeniçeriliğin bir nevi kopyası elan ve çürüyüşü bizdekilerle beraber

başlayan (Strelets) dedikleri askerlerine karşı gösterdi. Bazı isyan tavırları takınan ve külhani

edasına bürünen bu askerleri pencerelerden atarak, merdivenlerden yuvarlayarak, duvarlara

çarparak öldürür ve sonra vahşi vahşi sırıtarak mırıldanırdı:

o— Adamcıkları temizlemeye bayılırım!»

Hattâ bir defasında, zıddına giden bir tavır takındığı oğlunu bile tek darbede öldürmüştü.

Batı ansiklopedilerinin «Rus topraklarını bütünleştiren, Rus topluluğunu birleştiren» diye

kaydettiği, ilk defa «Çar» ismini bulan ve yayan Dördüncü İvan, her şeye rağmen memleketi için

geliştirici, düzenleyici ve oldurucu davranışlara girişti ve «fâtih», «kahraman» sıfatlarına lâyık

görüldü.

Yaptığı iş, dünya çapında bir imparatorluğa ulaşmış Osmanlı Devletince (Kanunî devrinin sonları)

en bü-

31

yük dikkate hedef teşkil etmesi gerekirken en küçük alâkaya bile değer sayılmayan Rus tarihi,

oluşu bakımından muazzam, bizim bakımımızdan da, ters tarafından bir o kadar büyük ve istikbale

temel kurucu bir hamledir. Türklüğü ve Türklüğün şahsında islâmlığı yok etme hamlesinin

başlangıcı...

Dördüncü îvan, 1487'de boyunduruk altına alınan, fakat bir müddet sonra boyunduruktan sıyrılan,

Altun Ordu kalıntısı Kazan Hanlığını, üç misli bir kuvvetle üstüne yürüyüp, Moskova Çarlığına

kattı. Böylece Rus ülkesine yeni Rusyalar katmanın kapısını açmış oldu. Ve... Ve -ne hazin!, tam

10 asırdır süren, Moskofun tepesinde Türk hâkimiyetine nihayet vermiş oldu.

O Kazan Hanlığı ki, Rusların tdil çevresinden Hazar ve Aşağı Ural tarafına sarkmasını önleyici

biricik set vazifesini görüyordu; ortadan kalkınca, İslâmlık ve Türklüğün, hareketsiz de olsa depo

kuvvetini belirtici bu sahalar Moskoflara açıldı. Nitekim Ruslar, 1556-57 sıralarında Ejderhan'ı ele

geçirdiler ve Terek nehrine kadar dayandılar. Bu nehir üzerinde de, cenuptan şimale doğru bir karşı

saldırış ihtimaliyle istihkâm kaleleri kurdular.

SEFERCDK

Dördüncü Îvan devrinde Rusların Türk dünyasına doğru bu sızışı, Osmanlılarda uyandırdığı tepki

bakımından, Büyük Fransız İhtilâli koparken, yatağından kaldırılan 16 ncı Lûi'nin, mahmur

gözlerini uğuşturarak, aptal aptal, nedimine söylediği meşhur söze benzer:

— Desene ki, bu bir isyan!.. (Fransızca ismi revolt) -Nedim cevap verir:

— Hayır Haşmetmeap, bu bir büyük ihtilâl... (Fransızca ismi revolüsyon - kelime oyunu)

32

Osmanlı Devleti, hükümranlığı Hazar kıyılarına kadar uzadığı halde, kendisine o taraflardan dilini

şarkı-tıp «ce!...» diyen Moskof'a karşı:

— Bak şu haylazın işine!

Der gibi, yan mühimsemez, yan alaylı bir tavır takınmaktan ileriye geçemedi. Çünkü hâlâ bu

çocuğun, bir gün, Batı dünyasınca unutulacak Hristiyanlık dâva-1 smı ele almaya namzet bir

pehlivan olmaya doğru gittiğini fikredemiyordu. Türkün buyruğu altındaki Kırım hanlarına vergi

ödeyen bir topluluğa koca bir «Devlet-i ebed müddet» kıymet verebilir miydi hiç?..

îşte bu «hiçtir» ki, topyekûn alçalışımızın en keskin ifşacıîarından biri olmuş, bizi her türlü

muhasebeden a-lıkoymuş, gurur kabuğu içinde çürütmüş ve tarihimizin seyrini bir anda

değiştirecek bir ve birçok davranıştan yoksun bırakmıştır. Her şey bu tek şeyin içindedir.

Evet, Kırım Hanlığı Fâtih Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethinden sonra Osmanlı tuyruğu altına

girince Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu bir nevi sınırdaş olmuştu ama, Kırım Hanlığının Moskof'a

karşı tavn Türklerinkinden ayrı bir şeydi. Onlar, kendi taraflarına hiç göz atmayan Osmanlı

İmparatorluğunun başıboş bıraktığı gözdeler sıfatiyle serbestçe at oynatıyorlar, kâh kendi

hesaplarına, kâh Ruslardan daha fazla menfaat gösteren Lehliler ve Litvanyahlar uğruna Rusya

içine dalıp çıkıyorlardı. Bu akınlarda elde ettikleri esirler de pazarlarda satılıyor, İstanbul'a

gönderiliyor ve hatırı sayılır bir gelir yerine geçiyordu. Bu hal böylece devam edip gidedursun...

Kanunî'nin oğlu Sarı Selim devrinin başlarında, Hazar Denizi ve Şimali Kafkasyaya doğru Rus

yayılışı «bak, şu haylazın yaptığı işe!» hududunu aşmak?izm «Devlet-i Aliyye»ce güya ciddiye

alınmaya başladı. Sokuîlu Mehmed Paşa'da tecellisini bulan bu hafifçe ciddiye alış, nihayet

(Ejderhan - Astrahan) üzerine - daima «cik» eki - bir sefercik (1569) açümasiyle kendisini

gösterdi. Sefercik; çünkü ciddiye alınmayan düşman, sadece küçük bir kuvvet karşısında kaldı,

kendisini kolayca korudu ve Viyana surlarının önüne bayrağını dikmiş, Mohaç galiplerinin

orducuğunu püskürtmeyi bildi. Fakat bsmanhla-nn, işi büsbütün ciddiye alıp üzerine topyekûn

çullanmaları ihtimalinden ödü patlayan Dördüncü tvan, işi hemen tatlıya bağlamak için elinden

geleni ardına bırakmadı. Terek suyu boyundan çekilmeye ve oradaki Rus kalesini yıkmaya razı

oldu. Üstelik «Denizlerin ve karaların Hakanı» İkinci Selim'e bir çok değerli hediyeler... Korkunç

tvan, ilk Moskof cür'etini bağışlatmak ve alçalma devrimizin, babasından sonra ilk Padişahı San

Selim'i gazaplandırmamak için, vahşiliği nispetinde ince bir politika kullandı, bunda da başarıya

erdi. Gözü Kıbrıs ve Tunus taraflarında olan İmparatorluk, haylaz çocuğun üstüne varmayı şanına

yediremedi ve (Palyatif ¦ oyalayıcı) tedbirlerle yetindi.

Kısa bir zaman sonrasının, beşiği müthiş îvan tara? fmdan sallanan müthiş devi Rusya, nasıl

olmuştu da, Den ile tdil nehirleri arasında kanal açtırıp Azak Denizinden Hazar'a kadar ulaştırma

sağlamayı düşünebilen Sokullu'nun gözünden kaçmıştı?..

Kaderin esrarına dayanan bu sualin cevabını vermekten tarih âcizdir.

DERKEN

Dördüncü Îvan devrinde Moskof, artık Türk yumruğu altından çıkmışa benziyor ama, hakikatte bu

yumruk, kendi şüphesi ve Osmanlıların zannı bakımından

Deli ve Büyük Petro zamanına kadar devam edecek; Moskof kalkınışını kökünden boğma fırsatını

getirici Prut zaferinin hiçe dönmesinden sonra da Ruslara artık bütün korkuları attıkları, Türklere

ise bir şey yapamaz hale geldikleri kanaati yerleşecektir. Bu oluşun zeminini de, Nemçe

(Avusturya) ve topyekûn Batı dünyası karşısında izmihlalimizi imzalayan 17. Asır hadiseleri

hazırlayacaktır. Ve büyük hükümdar, büyük kumandan, büyük mimar, büyük şair, büyük âlim, her

türlü büyük adam yetiştirmekte usta, Türk mayası, sadece büyük mütefekkir yetiştirmekte acze

düştüğü ve bu aczin sebeplerini araştırma fakültesinden de mahrum bulunduğu için kurtarıcı bir

dünya muhasebesine girişilemeyecek, Doğu ve Batı dünyaları arasındaki mahsup sırn

çözülemeyecek ve daha nice hayat! kıymetle beraber Moskof o-luşu ve bu oluşun hedefi

farkedilemeyecektir.

Gaflet, bakın ne kadar büyük : -

Dördüncü fvan'dan sonra Rusya'da bir çatlak baş göstermiş, fitneler kopmuş ve «Sahte Dimitri»

diye anılan bir serseri Moskova tahtını iki yıl müddetle ele geçirmiştir. Rusya'da ânî bir zaaf

mevsimi... Böyleyken, hiç olmazsa bu zaaf ânından faydalanıp, Türk dünyasına Rus sızışının kilidi

Ejderhan'ı kurtarmaya doğru İmparatorlukta hiçbir şuur ve hareket yoktur. Rusya'da bir iç

karışıklıkla açılan 17. Asır, asıl bizim felâket çağımızı açacaktır.

1613'de Moskova tahtına, 1917'ye kadar devam etmek üzere (Romanov)lar geçti ve hemen

Dördüncü îvan Rusyasının toparlanma işlerini yoluna koymaya baktılar.

1697'de Don kazakları, Moskova'ya doğru yol alan Türk murahhası (Fomo kontokuzin) in önünü

kesip bat şını da kesmeyi ihmal etmediler. Peşinden Azak Kalesini zorlayıp onu da zapettiler. Fakat

bu kalenin macera cinsinden bir çapulculukla zaptı, muhafaza edilebilmesini garantileyecek bir iş

değildi. Kazakların Moskova'ya peşkeş çekmak istediği kale Ruslar tarafından —Türk korkusundan

ötürü— kabul edilmedi. Moskova, kazaklara, kalenin Türklere iadesi emrini verdi. Kazaklar kaleyi

boşalttılar ve dört nala basıp gittiler.

O sıralarda Rusya için, fikirsiz nefsanî rekabet noktasından en büyük tehlikeyi Polonya ve Litvanya

teşkil ediyordu. Özü (Dinyeper) sahasındaki kazaklara da hükmetme mevkiindeki Lehliler, sadece

madde ihtirası yönünden Ruslarla aralıksız boğuşma halindeydiler. O kadar ki, Türkün maddede ve

mânada ezeli düşmanı Moskof, Lehlilere karşı Osmanlılarla ittifakı bile düşünmüş ve bu maksatla

İstanbul'a (1634) bir elçi göndermiştir. Lehistan emrindeki kazakların Türk sınırlarına kadar

tecavüzlerini genişletmeleri ve Osmanlıları kuşkuya düşürmeleri, Ruslara, böyle bir ittifak

mevzuunda ümit veriyordu. Asıl hedefi Türk ve Türklük sahası olan Moskof, bu hedefine ermek

için, kendi cinsinden ve manevî mayasından bir topluluğa karşı aslî düşmanı Türk'ü yardıma

çağırmak politikasına başvuruyordu.

Fakat İstanbul, derin bir düşünce neticesi olmasa da bir seziş olarak bu ittifak teklifini

benimsememiş ve Rusların samimi olmadıkları hattâ aynı kazakları bizzat tahrik ettikleri kanaatiyle

daha önce olduğu gibi bu defa da elçiyi sepetlemişti. Nasıl ki, aradan üç yıl geçer geçmez

kazakların Azak Kalesine hücumları ve silâhlarını Ruslardan tedarikledikleri malûm...

Rusların bu mevzuuda Osmanlı ültimatomuna verdikleri cevap şöyle olmuştu :

— Kazaklar daha ziyade Polonyalıların emrinde, bize bağlı olmayan başıboş bir sürüdür. Moskova

bütün bu olanlardan sorumlu değildir!

36

Osmanlı devleti hâlâ farkında değildi ki, bütün bu olanlardan, ne Lehliler, ne Ruslar sadece Jcendisi

sorumludur.

İLK ÇATIŞMA

1634'den başlayarak 33 yıl süreyle fasılalı şekilde Polonyalılarla çarpışan Ruslar nihayet aralarında

bir anlaşmaya vardılar. 13 yıl süreli bir barış, anlaşması; Ukrayna, Dinyeper nehrinin sağ tarafı

Polonya, spl tarafı Rusya'ya geçmek üzere iki böüm... Kief Ruslarda... Za-poroğlu Kazakları

üstünde de Rus hâkimiyeti...

Açıkça, Rusya çıkarma bir anlaşma...

Aradan 5 yıl geçer geçmez (1627) olması gereken oluverdi. Rusya ve Polonya, el ele, Osmanlılara

karşı çıktılar.

Fakat o sırada kaderinde Türk bozgun çığırını açmak bulunan Kara Mustafa Paşa'nın henüz güler

yüzlü talihi, 7 yıl sonra kendisini perişan edecek ve Türk tarihini hezimetler merhalesine itecek

olan Folonya Kralı (Jan Sobyeski)nin ordularını sıkıştırmak gibi iğreti bir tecelli getirince Lehliler

Ruslardan ayrıldılar ve banşa yanaştılar. (Bucaş) anlaşmasına göre Podolya'nın büyük kısmiyle Leh

Ukrayna'sından bir parça Türklere bırakıldı. Ayrıca «Devlet-i Aliyye^ye ve Kınm hanlarına yıllık

vergi...

Ruslar yalnız kalmışlardı, tki yıl daha mukavemet edebildiler ve Kara Mustafa Paşa (Çiğrin)i

ellerinden geri alınca barış isteğine el açtılar.

Ruslarla barış mı, anlaşmak mı?.. Hiç böyle bir şeye tenezzül eder mi koca İmparatorluk?..

tstek nefretle reddedildi ve işin çözümü Kırımlılara bırakıldı. Bunun üzerine Kırım'la Rusya

arasında Bah-

çesaray anlaşması imzalandı. Kırım ve Rusya arasında Dinyeper nehrinin hudut çizgisi olarak

kabulü, Kırım'a 3 yıllık verginin birden ödenmesi, Zaporoğlu kazaklarının Moskova'ya tâbiliği,

esirlerin mübadelesi, filân, falan...

(Çiğrin) çatılması, daha önceki (Ejderhan) hareketinin basitliği ve küçüklüğü önünde ilk Rus-Türk

savaşı kabul edilse de yine basitlik ve küçüklük plânından dışarıya çıkamaz. (Çiğrin) savaşı,

ilerilerdeki büyük depremlerden küçük bir ürperti mahiyetindedir. Öyledir a-ma, birkaç yıl sonra,

gürül gürül, suratında bozgun çığırının kapılan açılacak olan Osmanlı Devletinin tarihinde, bütün

darbelerin kendisinden geleceği Moskof'a karşı, zafer şeklinde bir ilk temas kıymetini taşımaktadır.

Her şeye rağmen Rusya hâlâ Türk yumruğu altında... Bu yumruğun parçalanmasına ve bütün

dünyaya karşı gücünü kaybetmesine, yahut gücünü kaybettiğinin her tarafça anlaşılmasına birkaç

yıl kalmışken, yine Moskof, yine Türk yumruğu altında... Hattâ yumruk gücünü kaybettikten, yahut

her tarafça gücünü kaybetmiş sanıldıktan sonra (Purut) senesine (1711) kadar da yine aynı yumruk

altında...

Moskof'u tam mânasiyle, canevi Büyük Petro'dan vurmak fırsatını bir ân için pırıldatıp artık bütün

fırsatları karanlıklara boğacak olan ("rut) yılı, Moskof boğazına geçirilmiş ve 1000 yıl o boğazı

sıkmış Türk parmaklarının çözülüşüne tarih kabul edilebilir.

Rusların, (Prut) yılında ârü bir canlılık gösteren Türk yumruğunu çözüşleri ve peşinden bizi

yumrukları altına alışlarındaki incelikleri kavramak için, felâket asrımız 17. Yüzyılın ayaklarımıza

serdiği hezimet zeminini yakından incelememiz gerekir.

38

ZEMDN

Zemini, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa açtı. 17. Asrın ayaklarımız altına serdiği hezimetler ve

felâketler zemini...

Halife ve Padişahını dünyanın hiçbir tarihinde görülmedik şekilde şeni zulümlerle öldüren, düşman

ülkeleri yerine kendi vatanını işgal altında tutan, «şeriat!» nidasiyle en hayâsız darbeyi şeriate

indiren, yapmadığı cinayet, rezalet, ihanet, hiyanet bırakmayan bir ordu unsuru, hırsız vezirler ve

aşksız yobazlar elinde kalmış bir diyarda, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, neye güvenerek

Kanuni'nin bile beceremediği bir fetih hamlesine girişiyordu? Devleti o zamana göre 100 yılı aşan

porsü-yüş ve çürüyüş hengâmesi içinde eski vecd ve aşk devirlerinin saffet ve satretine

kavuşturmak ve böyle bir zaman ölçüsünün mekân inşasını da yerine getirmek için, «Vezir-i Âzam

Hazretleri» nin hesabı neydi? En acıklı bir devrede, demirden bir elle, bütün kuvvetini iç

düzeltmelere vererek bir müddet için împapratorluğu uçurum kenarında tutmuş olan Köprülü'nün

damadı Kara Mustafa, kaymbabasının hemen ardından patlak vermiş, yani kökünden

temizlenememiş felâketler yurdunda, birdenbire Viyana surları önünde boy göstermek için hangi

dayanağı bulmuştu?

Heyhat ki, hiçbir şey; kendi yakıcı, kavurucu nef-sanî ihtirasından başka hiçbir şe>...

Başlarda kendisine güler yüz göstermiş olan talihi onu şımartmış, ona, Kanunî çapında imkânlara

sahip bir devlet banisi olabileceği hayalini aşılamıştı.

Tarihçi Ahmet Refik, «Felâket Seneleri» adlı eserinde Merzifonlu'yu şöyle tasvir eder :

«— Yüksek ve beyaz kavuğu altında mukavves ka-

39

lın kaşları, gümrah ve siyah sakalı, azamet ve gururla şiddet ve nüfuz kazanan nazarları, kıymettar

taşlardan yapılmış işlemeli ipek libası, kemerlerini ve sorguçlarını parıldatan elmasları ve yakutları

ile Osmanlı debdebe ve tantanasına canlı bir timsal teşkil ediyordu.»

Görülüyor ki, Kara Mustafa, hemen her milletin alçalma devrinde görüldüğü gibi, dış ihtişam

hırsına düşmüş ve bu hırsını artık çatırdamaya yüz tutucu devlet binasına nakışlı sıvalar çekerek ve

yaldız tuğralar işleyerek belirtmeye kalkışmış bir gurur heykelidir; ve bu, içi bomboş gurur

heykelinin, vatanındaki" iç çöküntüye ve onu hazırlayan sebeplere ait hiçbir şuur ve nefs

muhasebesi yoktur. Köprülülerin, her şeyden evvel içten temizlenme şeklinde tezahür eden

şuurculuklarından, damatları Kara Mustafa Paşa'da en basit bir iz bile bulunamaz. O, şair Bâki'nin

diliyle, bir zamanların «demir kuşaklı cihan pehlivanlara, şimdi her tarafına inme indikten ve

yatağa düştükten sonra, birdenbire yorganını çekip «kalk ve dünya güreşine çık!» diye eski işine

süren bir azamet delisidir. Konağında iki bine yakın cariye, yedi yüzden fazla harem ağası, sayısız

uşak, muhafız, yüzlerce at, bir sürü av köpeği, atmaca vesaire... Öyle bir konak ki, yalnız ekmek

ihtiyacı günde 500 okka (700 kiloya yakın) ve ayrıca hesapsız un, şeker, tereyağı, gül suları ve

zaafran... İstanbul'da, Edirne'de, Merzifon'da birçok saray ve bütün bunların merkezinde, ânî

öfkeleriyle meşhur, müthiş bir benlik timsali...

Allah'ın asla affetmediği gurur, elbette ki Kara Mustafa'nın tipinde, İmparatorluğun bozgun çığırım

açıcı şahsı bulacaktır.

Bize ne, Köprülü Mehmed Paşa damadı, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'dan?.. Biz onu, koskoca

Moskof dâvasında, şahsı üzerinde durulmaya değer ve müessir bir

40

tip olarak değil, tesiri ard yoldan olmuş bir kıyas unsuru diye ele alıyoruz. Kara Mustafa, hiç de

bizzat sorumlusu olmadığı bir iç çöküşün, sadece gurur cinneti yüzünden meydana çıkarıcısı ve

artık bir daha kapanmamak üzere bozgun çığırımızın açıcısı olmak gibi bir bedbahtlıktan öteye

hiçbir suça muhatap ve dikkate hedef tutulamaz. Aynı felâketi ihtar edici suçlarıysa birçok... Fakat

dola-yısiyle kazandığı ehemmiyet, onu bütün bir tarih başı yapacak kadar büyük...

Kara Mustafa'nın eseri olarak bozgun çığırımızın mühürlü nâmesi 1699 Karlofça anlaşmasiyle

devlet en büyük illet olarak umumi bünye zaafını resmen ilân etmiş ve ondan sonradır ki Moskof,

Prut'u atlatır atlatmaz, bünye zaafımızın bu açık zemini üzerine, karşılık görmez mikroplar gibi

çullanmıştır.

Demek ki, Kara Mustafa'nın açtığı bozgun çığın, Nemçe ve öbür batılılardan ziyade Moskof'a yâr

olmuş, Moskof için olmuştur.

Kamuslar boyu anlatılmaya değer hikâyeyi kısa geçelim :

Sene 1S33... Rusya'yı Rusya yapan Büyük veya Deli Fetro il yaşındadır ve 1 seneden beri sadece

Moskova Çan'dır. Henüz «Bütün Rusyaların Çarı» yolunu açmasına ve kendisini İmparator ilân

etmesine 38 yıl var... ݺte bu 38 yıl scnradır ki (1721), Moskof, Türk yumruğu altından tamamiyle

sıyrılmış olacak ve ikibuçuk asır süreyle Türk'ü Rus yumruğuna karşı tutacaktır. Büyük. Rusya,

doğumunun yanı başına gelmiş olmakla beraber, daha Türk'ün ve Batı dünyasının zaman ve mekân

tablosunda hatırı sayılır bir yeri yok... Bir kenarda bekliyor ve dünyayı, hususiyle Türk'ü kolluyor.

O ân için Türk'ün karşısında düşman, Batı ve Hristiyanlık âleminin temsilcisi, kapı bekçisi,

sınırdaşımız Nemçe'dir.

41

Evet, sene 1683... Bahsini ettiğimiz haşmetli Büyük Vezir, kalabalık olmaktan yana muazzam bir

ordu ile Edirne'den yola çıkmış. Viyana istikametinde ilerliyor. Ordunun başında, zengin bir

kuyumcu dükkânını üstünde taşıdığı hissini verecek çapta altın ve elmasa batmış Büyük Vezir, o

güne kadarki parlak talihinden ve parçacı başarılarından şımarık, şimdi bütünü devşirebi-leceği

güveni içinde... Davranış öyle heybetli ki, dünya yıkılsa bir avın peşinden koşarken duyduğu

heyecanı hissetmeyecek olan Dördüncü Mehmed (Avcı) bile sefere katılmış ve büyük bir fedakârlık

eseri halinde orduyu Belgrad'a kadar uğurlamaya razı olmuş bulunuyor.

Macaristan'da, Avusturya'ya karşı bütün korunma ümidini Osmanlılara bağlamış elan Tökeli îmre

tarafm-dan karşılanış pek debdebeli. Macariann başı kendisini kat kat aşağı tuttuğu Osmanlı

Sadrâzamı önünde eğilmekte ve arkasındaki, cicili bicili maiyet, Kara Mustafa'nın otağına karşı, el

- pençe divan, ziyneti! hizmetçiler gibi durmakta...

Ziyafetler çekildi, «Serdar-ı Ekrem» in elmaslı ve ya-kutlu eli öpüldü ve müzakereye oturuldu.

Tökeîi şu fikirde:

— Viyana'nın zaptı, Macaristan için hayatî değerdedir, Macarların Avusturya esaretinden

kurtulmaları, ancak Viyana Türkler eline geçerse kabil olabilir. Fakat bu, kolay iş değildir. Türk

davranışı, Avrupa'da dinî bir ittifak hazırlanmasına dek gidebilir. Bu bakımdan harekette gayet

dikkatli ve hesaplı olmak, hususiyle yolu tam açmadan ve arkadaki kaleleri düşürmeden Viyana

üzerine çullanmamak lâzımdır.

Tökeli'nin bu görüşü gayet ince ve meseleyi köklerinden ele alıcı değerdeydi. Sade askerî ve

sevkalceyşî

42

(stratejik) icapları göstermekle kalmıyor, en esaslı ruhî ve siyasî ukteye parmak basıyordu:

Hristiyanlık...

Evet; Viyana'nın zorlanması, Papa'nın dürtüşiyle bütün Hristiyanlık dünyasına birleşme cehdini

aşüaya-bilirdi. O zaman da Nemçe'nin karşısına, bütün bir Hristiyanlık dünyasını sindirebilecek

şartları hesaba kattıktan sonra çıkmak gerekirdi. Nitekim Kara Mustafa'nın tuğ ve mızrak ormanı,

görünürde muhteşem, fakat içinden çürük ordusu daha Viyana kapılarına çok uzaklardayken

Avusturyalılar Papap'ya çığlığı basmış, Papa da Batı âlemine elini kaldırmıştı:

— Salibin imdadına koşunuz!

Fakat bu davete, (Rönesans) tan sonra dini alâkası gevşemiş bulunan Avrupa'dan Polonyalılar ve

Bavyera-lılardan başkası kıymet vermemişti. O Polonyalılar ki, her ân kollarını ve kanatlarını

koparmaya hazır duran Moskof'a karşı, kurtuluşlarını, Türk atlarının kendi nehirlerinden su

içmesine bağlıyan millî şarkılar düzenlemişlerdi.

Buciin Beylerbeyi İbrahim Paşa da, Tökeli'nin fikirlerini destekledi :

— Viyana yolunda, ordunun arkada bırakacağı kaleleri düşürmeden ileriye varmak ve Nemçe

payitahtını kuşatmak yanlıştır!

Fakat Kara Vezir bu dirayetli tavsiyelere papuç bırakmıyor, Viyana'yı bir ân evvel sarmaktan gayrı

bir şey düşünmüyordu Nefsânî hırs ve şeytanî acelesi, işi zamana ve derin muhakemeye dökmekten

onu alıkoyuyordu. Nitekim pişkin ve olgun Budin Beylerbeyi'nin karşı çıkışma, kelimesi

kelimesine şu cevabı verdi:

«— Bir adamın sinni (yaşı) sekseni tecavüz ettikte

43

(aşınca) kendüye ateh ânz olur (bunaklık gelir) dedikleri yerinde imiş!..»

Kara Mustafa'nın, sadece hırs ve şöhretini esas tutarak giriştiği hamle, bu bakımdan gözlerini* kör

ediyor ve ona hemen düşmana çullanmaktan başka bir yol göstermiyordu. Zira İmparatorluğun son

gidişlerine bağlı netice meydana gelecek, ilâhî hüküm ve kader tecelli edecek ve Türk'ün «Allah

kelimesini yüceltme» yolundaki üç asra yakın taarruz devresi böylece ve Kara Mustafa Paşa eliyle

kapatılacaktır.

Viyana'ya yürüyen ordu, Kanunî'nin, üzümünü yediği sahipsiz asmaların dibine çil çil parasını

bırakan i-man ve ahlâk âbidesi yeniçerileri yerine, kaatüler, hırsızlar, ırz düşmanları ve vatan

hainleri sürüşüdür. Geçtiği yollara hanlar, kervansaraylar, çeşmeler ve iman u-ğultusiyle ihtizaz

eden kubbeler döşeyen eski ordu, şimdi, her şeyi tahrip edici, önünde insan, eser, hayat ve namus

diye bir şey bırakmayıcı korkunç bir silindir...

Ahmed Refik'ten okuyalım :

«— Osmanlı ordusu, elmaslar ve altınlar içinde, azim bir ganimet hırsiyle ilerliyordu. Arpa ve

buğday tarlalarını yakıyor, .geçtiği yerlerde kanlı ve dumanlı harabeler bırakıyordu. Ordunun

peşinde sübyan (çocuklar)- ve nisvan (kadınlar) dan mürekkep, sefil ve perişan esir kafileleri

sürükleniyordu.»

Eski bir tarihe göre :

«— Askerler garet (yağma) ettikleri yerlerde pek koca avret ve küçük meme emer masumları

anaları kucağından alıp kılıç tecrübesiyle katlederlerdi.»

tşte bu ordu; îslâm şeriat ve ahlâkına göre baştan başa, ayrı bir tslâm ordusu tarafından küınçtan

geçirilmesi lâzım bu ordu, işlediği cinayet ve şenaatler kütüp-

44

hane dolusu kitaplara sığmaz bu ordu, 19 Recep 1094 -14, Temmuz 1863'de Viyana önünde boy

gösterdi.

NETDCE

Kader, Kanunî Sultan Süleyman'dan esirgediği başarıyı, sonsuz ve girift cilveleri icabı, az kaldı,

bedava tarafından Kara Mustafa'ya bağışlıyordu. Viyana, düşmesine kü ucu kalmışken birdenbire

her şey tersine döndü ve Türk tarihinin en acıklı hezimeti meydana geldi. Ve işte kaderin sonsuz ve

girift cilvelerinden hazin bir misal!..

Kaderin Kara Mustafa'ya zaferi bedavadan hediye eder gibi gösterdiği cilve şöyle oldu :

Nemçe İmparatoru (Leopold) Viyanalıların «bizi bırakıp da nereye gidiyorsun?» çığlığına rağmen

kaçtı. Bir gün içinde Viyana ve etrafından 60 bin kişi hicret etti. Kalede ciddî bir korunma gücü

mevcut değildi. Viyana paniğe kapılmış, ana-baba günü yaşamaya başlamış, kiliselerin acı çan

sesleri altında sivilleri silâh altına çağırmaya koyulmuştu. Sağ tarafının Tuna’nın kuşattığı şehri, sol

tarafından, sayısız tuğlan ve çadırlariy-le Kara Mustafa Paşa ordusu çemberlemiş bulunuyordu.

Kuşatma, topyekûn cebri bir hücuma geçilmeyerek iki ay kadar ufak tefek saldırılar, lâğım açmalar,

gülle yağdırmalarla devam etmiş, dehşet içindeki şehrin, adetâ kendi kendisine kapılarını açması

beklenmişti.

Nihayet 1683 sonbaharı... Havalar soğuk... Orduda ve Yeniçerilerin ceplerinde bol bol altın, fakat

ne yiyecek, ,ne yakacak... Papanın bu muharebede yardımcı Hristiyanlara cennet vâdetmesine

rağmen henüz ortada bir hareket yok... Başlıca güvenilen Fransa olduğu haî-

45

de, o da Türkiye ile ticari çıkarını düşündüğü için kayıtsız...

ݺte bu sıralardadır ki, Lehistan Kralı (Jan Sobyeskty harekette... 30 bini aşan süvarisiyle

Viyana'nın imdadına koşmakta...

Halbuki Viyana, içnde bulunduğu şartlara göre, imdat kuvvetleri yetişmeden düşürülebilirdi. Bunun

için, daha ilk günlerde azimli bir çevri hücum yeterdi.

Niçin mi yapılamadı?

Tarihlerimizin açıkça kaydettiği, fakat bugüne kadar tam mânasiyle dillendirilemeyen,

şuurlaştınlama-yan, büyük harflerle tarihe ve okuma kitabına geçiri-lemeyen bir sebep yüzünden...

Bozgun çığırımızı açan Viyana hezimeti, ne askerî,, ne idarî, ne siyasî, ne iktisadî bir sebebe

dayatılabilir. Sebep tektir ve sadece ahlâkîdir. Kelimenin harf aralarını açalım :

Ahlâkî...

Zaten ahlâkî alçalma yüzünden düştüğümüz felâketin neticesi, beklenmedi!; basan fırsatlarına

rağmen yine ahlâkî bir faciaya çatıp bizi birdenbire baş aşağı getirme şeklinde tecelli etme değil

miydi?..

Bakın şu tecelliye :

Muhasaranın daha ilk kademesinde, Viyana'nın u-mulmadık zaafım gören bazı kumandanlar, Kara

Mustafa'ya şehrin ceorî hücumla zapfım teklif ediyorlar. Fakat Paşa, servet ve ganimet kaygısından

başka gayesi olmayan yakınlarının, baş haris kendisi olarak telkini altındadır:

Şehri cebri hücumla zaptedersek asker her tarafı yağma eder ve bize bir şey kalmaz! Şehrin

kendi kendisine teslim olmasını ve bizzat kapılarını açmasını

48

bekleyelim ki, intizamla girişin ve hazineler, ganimet ma!ı bize kalsın!..

tşte tamamen ahlâkî olan bu müessir böylece hâkim oluyor ve Viyana'nın tacı çapulcuların elinde

parçalanmasın derken Kara Mustafa'nın elmaslı sorgucuna kadar her şey, bütün tarih ve millî şeref

düşmanın ayakları altına düşüyor.

MANZARA

Kara Mustafa'nın Viyana bozgunu derecesinde bir hezimeti, bilemem, tarih kaydetmiş midir?

Nereden gelip nereye gittiğimizi ve birdenbire neye heves edip ne hale döndüğümüzü göstermesi

bakımından, bu bozgunu, verdiği ibret dersi ölçüsüyle, en parlak zaferlerimizle bir tutmalıyız.

Kralları (Jan Sobyeski)nin arkasında, kuvvetli süvari ordulariyle, gözü kapalı, durmadan ve

düşünmeden Kara Mustafa'nın çapulcu, kopuk, bağlantısız ve içinden yıkık sürüleri üzerine

saldıran Lehliler, Türk ordusunun yerinde, kâğıttan yapılmış palalı bıyıklı mankenlerden başka bir

şey bulunmadığını gördüler ve ilk vuruşta Osmanlı ordusunu paramparça ettiler.

Lehlilerin yürüyüşü sırasında bütün ümit Kırımdan gelen tatarlardayken, (Sobyeski)yi Tuna önünde

tutma vazifesi tatarlara verilmişken, onlar da ceplerini ve heybelerini taşınamayacak kadar malla

doldurmuş, yerlerinden kımıldamamışlar, otsuzluğu bahane etmişler, «atlarımıza taş mı yedirelim?»

diye haykırmaya başlamışlar, kendilerine katılan levendlerle beraber, âdeta düşmana «buyur!»

etmişlerdi.

En nazik anda, Kara Mustafa'nın karşısına çıkan

47

Tatar Haniyle Büyük Vezir arasındaki şu konuşmaya bakın :

— Nerede askerlerin?..

— Sultanım; biz sana «Tatarlar iyice doydu, artık bunlardan hayr kalmadı, üzerimize gelen

kâfirler kalabalıktır, en iyisi toplan çekip buralardan şerefimizle gitmektir.) demedik mi?..

Yüzbir.lerin ordusu, bütün hazırlıklarını ve şeref unsuru harp malzemelerini atarak topyekûn

kaçıyor. Kara Mustafa'nın çevresinde, dîvan zabitleri ve hizmetçilerinden başka birkaç bin piyade

ve ath... Kara Mustafa da, heybetli kavuğu üzerinden başını döverek ve siyah sakalını gözyaşlariyle

ıslatarak kaçmakta... Nihayet o da muhteşem otağını bırakıp eski bir tarihçinin «çapkun» diye

yazdığı, çapkın, yani oynak ve hızlı bir at üstünde, felâket meydanını arkada bırakıp savuştu, gitti.

Yollar; cenup, şark ve cenup şarkı istikametinde Belgrad, Budin ve Edirne'ye doğru yılankavi

uzanan yollar... Bu yollar cins at ölüleri, sırmalı eyerler, altun işlemeli sancaklar, kırık top

arabaları, tunç namlular, ipekli çadırlar ve otağlar, halılar, seccadeler, kavuklar ve sorguçlarla dolu.

Herkesin, her şeyini, bütün maddî eşyasiyle beraber olancak mânevi kıymetlerini atıp, cebindeki

altunlan ve sefil cesedini korumaya baktığı des-tanlık ibret manzarası...

Lehistan kralı. Kara Mustafa'nın çadırına girmiş, sırma örtülü bir masaya çökmüş, sevgilisi

Mariyetta'ya yazıyor:

«— Muazzez ruhum; artık bana, Tatar kadınlarının harpten elleri boş dönen kocalarına dedikleri

gibi (sen canavar değilsin! Bana bir şey getirmedin!) diyemeyeceksin! Sadrâzamın çadırındaki

debdebe tasvirin dışın-

48

da... Ganimeti saymakla bitiremem. Bir elmaslı kemer, iki elmaslı saat, dört beş kıymettar bıçak,

beş yakutlu elmaslı ve safirli tirkaş, sırmalı yorganlar, nefis halılar binlerce ufak tefek eşya, gayet

kıymetli kürkler...»

Sadrâzamın çadırında hamam, bahçe, fıskiye ve hattâ bir papağana bile rastladığım söyleyen Kral,

kazandığı zaferin dağ gibi ganimetleri önünde gözlerine inanamamaktadır. Esir düşüp sonradan

hatıralarını kaydeden bir Türk'e de Lehliler şöyle demişler :

«— Size ne oldu ki, bu hale geldiniz! Halbuki biz Viyana önlerine gelip sizin ordugâhınızı görünce

manzaranızdan dehşete düşmüş ve dönmeyi düşünmeye başlamıştık. Eğer kaçmaya hazırlandığınız

haberini alma-saydık saldıramazdık!»

Peygamber Sancağı bile, birkaç serdengeçti mümin sayesinde ancak ve zorla kurtanlabilmiş, bir

zamanlar «Allah ismini yüceltme» dâvasının, içi iman ve ahlâk dolu kahramanı yeniçeri, şimdi

kaçarken altunlarını almak için birbirini boğazlayan bir şenaat unsuru haline geldiğini göstermiştir.

Bu korkunç zemin, işte Moskof'a açılan giriş kapısı... Böyleyken çocuk Çar Deli Petro'nun şahsında

şaşkın şaşkın hadiselere bakan Moskof, henüz Türk yumruğu altından sıyrılabilmiş değil...

BOZGUNLAR

Artık seri halinde bozgunlar tam 16 yıl sürecek ve felâketimizi tuğralaştıran Karlofça

muahedesiyle, bizi kendi halimize bırakıp bir ân duraklayacaktır. Bu arada da Moskof emelleri

geliştikçe gelişecek, hattâ yavaş yavaş aksiyon plânına dökülmeye başlayacaktır.

49

Felâket çığırımızın gafil Padişahı Dördüncü Meh-med (ne gariptir ki, Beşinci Mehmed de elinden

bir şey gelmesine imkân bulunmaksızın felâketler zincirinin son halkası olmuş, Altıncı Mehmed

Sultan Vahidüddin ise bu son halkayı teslim almak gibi bir talihsizliğe eh .hazin misal teşkil

etmiştir) bütün hıncını Kara Mustafa'yı cellâda havale etmekte gösterdi ve avda yavru ceylânlara

döktürdüğü gözyaşından nefsine bir pay a-rayıp. ağlaya ağlaya İslâm ve Türklük dâvasını

kurtarmak için düşünmeyi bilemedi.

Viyana felâketi üzerine hemen bütün Batı dünyası kıpırdamaya başladı; ve bir taraftan Itfeınçeliler,

•Türk'ü Avrupadan kovmak plânı üzerinde aşağılara doğru inerken, öbür taraftan da Venedikliler

Eski Yunan topraklarına, Mpra'ya saldırdılar ve (Aya Mavra)yı zaptettiler.

Batı dünyası, o zamanki Türkiye'nin iç buhranını bilmiyor değildi; fakat her şeye rağmen, Önünde

durulamaz bir Türk ordusu, bir Türk gücü bulunduğuna ait kanaatlerini henüz kaybetmemişti.

Viyana bozgunu bü kanaati de ortadan kaldırdı ve Avrupa'yı şu hükme vardırdı :

— Artık Türklerde ordu diye bir şey de kalmamıştır!

İlk Hristiyanlık davranışı, Avusturya, Lehistan, Venedik ve Eusya arasında «Mukaddes İttifak»»

ismiyle varılan anlaşma... Bu anlaşmaya göre Türkler ilk hamlede Tuna gerisine atılacak \fe sonra

basamak basamak Avrupadan Küçük Asya'ya doğru itilecekti.

Kara Mustafa'yı takip eden yeni Sadrâzam Kara İbrahim» düşmana mukabele için bizzat sefere

çıkmaktan bile çekinir, vezirlerden başka bir serdar tayin edilmesini Padişahtan isterken,

Avusturyalılar Budin'e sal-

50

dırmakta... (Vişgrad) zaptedilmiş, (Vaç) düşmüş, Peşte hiç karşı koyulmaksuan düşman eline

geçmiştir.

Budin muhasarası şiddetle devamda... Artık boyuna kuşatılan ve kendisini korumaya zorlanan,

Türktür.

Bozgunlar serisini şimşek hızıyla özleştirelim : Budin muhafızı Kara Mehmed Paşa, bozuk bir

zemin üzerinde sağlam kalabilmiş, ruh örgüsünü koruyabilmiş nadir Türklerden biri olarak

kahramanca çarpışa dursun... Sonunda belinden aşağısı bir gülleyle u-, çup ona gerçek şehitlerin

cennet kapıları açılacaktır. Düşman da muhasarayı, bir müddet sonra tekrar başlatmak üzere

çözecektir.

Bu defa Budin Muhafızı, Kara Mehmed'den de kahraman Abdi Paşa... Daima bozgun

çığırlarımızda görüldüğü gibi, tek tek ferdi zuhurlar başlamıştır. Ama ne faide?.. Dâva umumî ve

içtimaî plânda kaybedilmiştir.

(Aya Mavra) ve Preveze'yi işgal eden Venedik'te sevinç âvâzeleri... Sokaklarda, karnaval alayları

halinde Osmanlı tuğlan gezdiriliyor. Navorin, Potras, İne-bahtı ve Korent bir bir düşüyor. Eski

Yunanın sanat e~ serleri, meşhur mermer arslanlara kadar doğru Vena-dik'te (San Marko)

meydanına...

Budin, türlü Avrupalı askerlerden örülü muazzam bir Haçlılar ordusu hissini veren bir kuvvet

tarafından tekrar muhasarada... 78 gür. süren kuşatma, kan deryası içinde palasiyle kâfirlere

saldıran 80'lik Abdi Paşa’nın şehid düşmesi üzerine nihayet düştü.

Hazin hazin türkü söyleyenler:

Çeşmelerde abdest alınmaz oldu . Camilerds namaz kılınmaz oldu, Mamur oiaiı yerler hep harap

oldu; Aidi Nemçe bizim Nazlı Budin'i...

51

111

Ne uzun edelim:

İstanbul'da rezalet, şekavet, yeniçeri isyan ve cinayetleri; şeriat bayrağı altında şeriate suikast

hareketleri... Peşinden Belgrad'ın düşmesi, Cenupta Teb şehrinin Venediklilere geçmesi... Küçük ve

bazıları başarılı, karşı hamleler... Geçen yıllar... Yeni sadrâzam, Köprülü hanedanından Fazıl

Mustafa Paşa'nın yetersiz ıslah davranışları... Belgrad'ın geri alınışı... Yine bazı başarılar... Fakat

birdenbire her şeyi silip götüren (Salankamin) felâketi ve kara yüzlü yüzkarası Karlof ça

sözleşmesine açılan zemin...

Hâlâ fikir saflarımızda felâketi gören ve bir davranış isteyen büyük kafadan eser yoktur.

KARLOFÇA'NIN EŞDİDNDE

Köprülü Fazıl Mustafa Paşa'nın alnından vurularak şehid olmasiyle neticelenen (Salankamin)

felâketinden sonra İkinci Mustafa taht'a geçti. îlk defa bir nefs ve memleket muhasebesi olan

Padişah... Taht'a çıkınca ilk iş olarak çıkardığı «Hatt-ı Hümayun», göz yaşartıcıdır. Allah'a şükürler

edip kendisi gibi günahkâr bir kuluna ettiği ihsanı kaydettikten sonra, der ki:

«— Padişahların her hangisi zevk ve safa ve hâb ve rahata düşmüş ise oi padişahların eli altında

olan ibadullah cemi zamanda huzur ve rahat gördükleri yoktur. Bâdelyevm zevk ve safa ve rahatı

kendimize haram eylemişizdir.»

Bu acıklı sözlerin arkasından, babası Dördüncü Murad'dan beri gelen padişahların zevk ve safaya

düşkünlüklerini, ihmal ve aldırmayışlarını tenkit eder ve sözlerini şöyle mühürler:•

«— Avn i Rabbani ile küf far î dûzaakârlanlan (ce-

hennemliklerden) ahz-i intikam için kendim binefsihl gitmek üzere gaza ve cihada külli niyet

eyledim.»

Ne istidatlı, ne vâdedici bir Padişah, değil mi?.. Ama ne yazık ki, babası Dördüncü Murad gibi sert,

ceddi Yavuz gibi de plânlı ve derin anlayışlı değil...

Henüz Rusya kenarda ve sadece «Mukaddes İttifak» dedikleri Hristiyanlık çemberinin göze pek

görünmez noktasında olduğu için dikkati çekmiyor. Fakat Fazıl Mustafa Paşa devrinde Ortodoks

dünyanın nasıl buji tün ümidini doğmakta olan Rusya'ya bağladığı belli ol-j muş. İstanbul'dan

Aynaroz'a sürülen Rum Patriği, he-|nüz çocukluk çağını yeni dolduran Deli Petro'ya şöyle | baş

vurmuştur.

«— Bütün Hristiyanlar (Ortodokslar), Sırplar, Bul-I garlar, Moldahlar, Ulahlar seni bekliyor! Uyan,

uyan, İbizi kurtar!»

Bu sese, Ulah voyvodolariyle Sırp papazları da ka-§jtılmışti.

İkinci Mustafa'nın bir kamçı tesiri yapan fermanı lüzerine Edirne'de b'üyük hazırlık... Fakat malî

durum hazin... Bir sürü gelir kaynağı tedbirleri... Bu arada düşülen en büyük hatâlardan biri de,

Feyzullah Efendi adlı, şahsî menfaatinden başka bir şey düşünmez ve her şeyi kör nefsaniyetine

bağlar bir adamın Şeyhülislâmlık makamına getirilmesi ve hâlâ, dini nefsleriyle gölgeleyen kaba

softa ve ham yobazlardan neler çekildiğinin kestirilememesi...

Henüz delikanlı Büyük Fetro'nun Türk'e karşı ilk denemesi bu sıralarda Deli Petro, gönderdiği

mühimce birliklerle Azak Kalesini muhasara ettirmiş, fakat Kale koruyucularının mukabeleleri

karşısında geri çekilmekten başka bir şey becerememiştir. Deli, henüz kıvamında değil... Üstelik

çekilirken, almış olduğu yerle-

53

ri de bırakmış ve Tatar takipleri yüzünden hayli kayıp vermiştir.

îkinci Mustafa'nın talihi başlangıçta iyi gider ve her tarafta kısmi muvaffakiyetler elde edilirken

işler birdenbire mecrasını değiştirdi, puslar tekrar Azak Kalesine yüklendiler ve bu defa Kaleyi

zaptattiler.

Henüz peşrev hareketleri...

Nihayet köksüz ve geçici tedbirlerin iflâsını ilân eden, korkunç Zenta bozgunu... Bu, tafsilâtı cilt

cilt romanlık bozgun, birbirini çekemeyen ve Türk ordusu kuşatılmış haldeyken kendi birliklerinin

başında çubuk tüttürüp seyirci kalan kasten imdada koşmayan hain vezirlerin hediyesidir; ve o

vezirler de tefessüh zemininin hediyesi mikroplar... Sadrâzama hasım geçinenler, onun mahvolması

için vatanı mahvetmekte en küçük tereddüt göstermediler ve artık kapanan taarruz devresinin bu

son debelenişleri de böylece eriyip gitti.

Deli Petro o anda 26 yaşlarında bir gençtir ve Rusya'yı Türk yumruğu altından çıkarıp kendi

yumruğu altına alacağı ânı kollamaktadır.

KARLOFÇA

/ti...

Zenta felâketinden 2 yü sonra Karlofça anlaşma-

1699... 17. Asrın, perdelerini kapatmasına 1 yıl var..

Avrupa'nın «Güneş Kralm öndördüncû Lûi, o vakte değin, rakipsiz kalmak gayesiyle Türkleri

Avusturya'ya çullanmaları için teşvik etmişken, şimdi birdenbire suih-cü ve aracı rolündedir. Fakat

intikam duygulariyle yanan îkinci Mustafa, anlaşmaya ye cenge son vermeye razı değil... Anlaşma

fikrini destekleyen vezirlerin Fa-

54

dişaha ricaları bile Naima'ya göre «Kemal-i keremlerinden zuafa-i muhalifine şefkaten ricalarına

müsaade ile merhamet» gösterildiği için dinlenmeye lâyık görülüyor. Yani Padişah, sulh isteyenleri

lütfen, şefkaten, mer-hameten ve tenezzülen dinliyor. Gurur hâlâ o kadar büyüki.. Ondördüneü

Lûi'nin bir maksadı da, kendisi için tehlike ifade etmekten uzak olan Türkiye'yi büsbütün

ezdirmemek, onu Cenup - Doğu Avrupasmda bir muvazene unsuru olarak tutmaktır.

Nihayet sulha razı olundu. Beisülküttap (Dışişleri 1 Veziri) Rami Efendi ile Divan-ı Hümayun

Tercümanı I Rum Mavra Kord murahhas seçildiler.

Avusturya, elindeki topraklarını kendisinde kalma-jsını -arzulamakta ve Rusya'yı da müzakerelere

iştirak ettirmek istemekte... Genç Petro ise Azak kalesinden başka Kerç Kalesine de göz koymuş

bulunuyor.

Viyana'dan geçen Çar, isteklerine fazla kulak asıl-ıadığını görünce soruyor;

— Bu sulhu isteyen kim?

— Roma, İspanya, İngiltere, Felemenk, bütün Hris-"tiy anlık...

İngiltere ile Felemenjc hiçbir şekilde. itimada lâyık değildir. Onlar Hristiyanlığı değil, kendi

menfaatlerini düşünürler!~~~~ "

Aracı rolündeki îngilteHj ve Felemenk murahhasları, arkalarında ikibin piyade ve süvariden bir

muhafız birliği, müzakere yeri olarak kararlaştırılan, Vara-din ile Belgrad arası Karlofça kasabasına

geldiler; ve dört ay süren çekişmelerden sonra, çeyrek asır muteber olmak üzere Karlofça anlaşması

imzalandı.

Rus sefirinin müzakereye selâhiyeti olmadığı ve

55

anlaşma mevzuunda ona söz hakkı verilmediği için Rusya dışarıda ve seyirci mevkiinde kaldı.

Onunla yalınız üç yıllık bir mütareke yapmakla yetiniidi.

26 Ocak 1699, Türk'ün, eski devrini kapattığını ve artık devamlı mahkûmiyetini kabul ettiğini, nefis

bir lokma halinde Moskof pençesine açık bırakıldığını tespit edici, acıklı dönüm noktası tarihi...

Banat yaylası ve Tameşvar Osmanlılarda kalmak üzere, bütün Macaristan toprakları ve Erdel

Avusturya'ya, Podolya ve Ukrayna Lehistan'a, Mora yarımadasıy-le Dalmaçya kıyıları

Venediklilere... Azak kalesi Ruslara...

Kara Mustafa'nın açtığı bozgun çığın, 16 yıl sonra, Türkiye'nin, kilit noktaları halinde ye Anadolu

büyüklüğünde bir vatan parçasını kaybetmesiyle ilk safhasını tamamlıyor, Avrupa Türkiye'sini

paylaşma devresi açılıyordu. Karlofçada bütün sorguçlu kavuklar yere eğilmiş sulh tekliflerini

tenezzülen dinleyen çilekeş Padişah adetâ bütün bir Hristiyanlık heyeti durumundaki Avrupa

karşısında pes etmeye mecbur kalmıştı.

Bu arada Moskof, ziyafeti» artıklarından başka bir şeye konamamak mevkiinde bırakılmış olsa bile,

kendisine hazırlanan zeminin ve ışıklı istikbalin neşesiyle kanat çırpabilirdi.

Karlofça, ilk Osmanlı toprak kayıbını çerçeveleyen, Türkiye'nin aşk ve ahlak sukutunu uzaktan

hikâye e-den, Türkiye'yi zaman ve mekân dışına doğru iten ve artık her şeyi Moskof'a devredici

şartlan getiren, 218 yıl sonraki (Sevr) muahedesi halinde tecelli edici bir idam hükmüdür.

56

DELDPETRO

Rusya'da; bir müddet evvel çarlık tahtını eline alan ve 1917 komünist ihtilâline kadar, elinde tutan

(Roma-nof)lardan Birinci Petro... Avrupalılar ona Büyük Pet-ro, Türkler Deli Petro der.

1672'de doğdu, 1682'de 10 yaşında taht'a geçti ve 1725'e, 53 yaşına kadar 43 yıl müddetle tahtta

kaldı. 43 senelik hükümranlığının 39 yılını Moskova Çan, geriye kalan 4 yılını da Rusya

imparatoru olarak geçirdi. Yani verdiği eser, ona, 39 sene sonra kendisini Rusya imparatoru ilân

etmek gereğini telkin edecek derecede büyük oldu. Sonralan bu unvan, Rusya'nın çevrelediği bin-

bir mület ve ülke bakımından «Bütün Rusyaların Çan» tabiriyle yer değiştirecektir.

Taht'a geçtiği zamanki küçük Çan, ablası (Sofi) idaresine almış ve onu yazlık bir saraya kapatarak

hükümet islerini kendisi görmeye başlamıştı. Fakat bu vesayet devresi çok sürmedi, Petro en genç

yaşında bütün dizginleri eline aldı ve Moskova Çarlığını «Bütün Rusyaların Çarlığı» na doğru

sürdü.

tik '4i, Dördüncü tvan'ın eserini tamamlamak ve Hüc yeniçerileri (Sterlets)leri kökünden kazımak

oldu. Okuma yazma bilmeyen Petro, zekâsiyle, Ruslara ait bazı hususiyetleri görüyor ve onların

Batı medeniyeti önündeki sefaletini derinden anlıyc/du. Asırlardan beri Hristiyanlığı kabul etmiş

bulunduğu halde Hristiyan Batının (Rönesans) tan sonraki hamlelerine yabancı bir vahşet

seviyesinde kalmış olan Moskof'u, bağlı olduğu âlemde mevcut hale getirmek ve ona «ben varım!»

dedirtmek... En kısa zamanda Petro'nun gayesi bu oldu. Sadece göz ve kulak kültüriyie yetişen ve

sonralan yabancı dil ve yazı öğrenmeye heveslenen Petro, denilebilir ki, memleketine ve Batıya ait

derin ve geniş bir tahlil ve terkip kabiliyetine sahipti.

Deli Petro, kendisini bulur bulmaz, yolunu şu iki nokta üzerinde rotalaştırdı:

1 — Rusları Avrupalıîaştırmak...

2 — Denizlere çıkmak, büyümek ve Müslüman Türk'ü ve Türkiye'yi yutmak...

Deli Petro birinci noktayı, yepyeni bir ordu kurmak, papas istipdadını yıkmak, tebaasının

sakallarına kadar el uzatıp onları Batılı kılığına sokmak, bütün Garp â-det ve şekillerini

benimsemek, örtülü kadınları açılmaya zorlamak, salon hayatını getirmek, Garp dillerinden büyük

bir tercüme kampanyasına hız vermek, müspet bilgileri mekteplerde tezgâhlandırmak, devlet

dairelerini teşkilâtlandırmak, güzel sanatlara temel attırmak suretiyle gerçekleştirdi; ve başta

papazlar ve (Ster-lets)ler olmak üzere bütün karşı çıkışları tepeledi

Me'şhur Rus şairi (Fuşkin) onu, LenJn'e fcMîar kendi ismini taşıyan şehirdeki atlı heykeline Miap

eder:k şöyle anlatıyor:

Kâh âlim, kâh kahraman, Kâh amele, kâh gemici... Bütün iş yollarını tamamladın Ve ikbal tahtı

üzerinde, Bütün ruh ve cisminle Bir işçi gibi çalıştın ;

Evet; Deli Petro, Batıyı adım adım gezmiş hattâ yanına ikiyüzden fazla Rus gencini de katmış ve iş

yerlerinde ameleler gibi çalışmıştı. Avrupa'da, ordu, donanma, iş tezgâhı, devlet dairesi, burnunu

sokmadığı ve gözünü saplamadığı yer bırakmamıştı, öyle ki, oralardan dönüp topyekûn ıslah

hamlesine giriştiği zaman, Moskof muhafazakârları şöyle demişlerdi:

— Bu bizim Çanınız olamaz! Yoksa Avrupada öldü de yerine başka biri mi geçip geldi?..

tkinci noktaya, denizlere çıkmak, büyümek ve Müslüman Türk'ü yutmak maddesine gelince, zaten

o, safha safha eserimizin akışı içinde göreceğimiz tatbik yolu...

tik tecrübesi, daha evvel temas ettiğimiz Azak Kalesi teşebbüsü...

TATBDK YOLLARI

Büyük veya Deli Petro, giriştiği iç ıslah hareketleri henüz kıvamına varmadan, dış emellerini

gerçekleştirme yolunda ilk adımını, KaradenMn kokusunu alan Azak Kalesine yüklenerek attı.

Ama, daha evvel işaret ettiğimiz gibi, muvaffak olamadı. Bir aralık başına geçtiği bu harekette

kendisini tehlikeden tehlikeye atıyor, fakat Rusları küçümseyen kale muhafızlarına karşı bir-şey

beceremiyordu. Kendisini sakınması gerektiğini yazan kıskardesi (Natali)ye şu alaylı cevabı

gönderiyordu :

«— Ben senin öğütlerini tutuyor ve güllelere karşı gitmiyorum! Ne yapayım ki, onlar bana doğru

geliyor! Sen onlara emret de üstüme gelmesinler!»

Bu ilk deneme hamlesi bile Osmanlı sarayının ve Kubbealtı vezirlerinin istikbaldeki Moskof

tehlikesine karşı gözlerini açtırmaya kâfi gelmemişti. Halbuki aynı asrm bir Evliya Çelebi'si vardı

ki, manzarayı çok öncesinden keramet çapında bir görüşle tespit etmiş bulu nuyordu.

Seyahatnamesini açıp okuyalım:

«Ali .Osman ile Moskof beyninde cenk ü-cidâl ol-

59

mayıp, Âli Osman şâir küffar ile gaza ve cihâdla meşgul olmuştur. Yoksa bu küffar (Ruslar) öyle

bir mel'un-dur ki, eğer 5 -10 sene Tatar'ın (Kınm Türkleri) çapu-lundan kurtulup, refah-i hâl ile

devletine bilcümle nizâm verecek olur ise, bu haline bir devlet mukabele edemeyip, cümle Kazak'a

Leh'e istilâ edip Tuna yalılarına çıkacak olur ise, bir türlü Devlet-i Ali Osman'a rahat vermeyip,

maazallah belki Kırım'a istilâ eder. Bu kâfirden Devleti Âliye'ye zararı azîm terettüp edeceğini, u-

kalâ cezmediyorlar.»

Görülüyor ki, Evliya Çelebi her şeyi anlamış, hattâ anlayanlar bulunduğunu da kaydetmiş, fakat bu

anlayış her halde yalnız kendisinde veya birkaç dostunda kalmış ye devlete sirayet edememiştir.

Yine kaydetmiş bulunduğumuz gibi, Deli Petro 1 sene sonra tekrar Azak Kalesine yüklendi ve bu

defa kaleyi düşürdü. Peşinden debdebeli bir alayla Moskova'ya girdi ve var kuvvetiyle plânını

yürütmeye koyuldu.

Onun bir gözü Karadenizdeyse, öbürü de Baltık denizinde... Petro anlamıştır ki, zengin ve büyük

çapta bir devlet olabilmek için mutlaka denizlere çıkmak, çıralarda tutunabilmek için de hatırı

sayılır bir donanmaya malik olmak lâzımdır. Baltığa uzanabilmesi için de Cenupta sağlayacağı

kıyılan emniyet altına alması şart... O zamana kadar Ruslar, deniz ve gemi nedir pek bilmezken işi

denizciliğe vurdu ve (Don) ağzındaki tersanelerin büyük bir verim halinde çalışmalarını emrst-ti.

Kendisi de bizzat faaliyetin başına geçip kızakların başında işe nezaret etmeyi elden bırakmadı.

Petro, ilk muhasarasının, deniz yoliyle kaleye imdat yetiştirilmesinden başarısızlığa uğradığını

diline ¦ dolamıştı:

— Donanma da donanma!..

Karadenizde mutlaka bir deniz hâkimiyetine ihtiyaç bulunduğunu anlamaktan ve hallerini yakından

bildiği Osmanlılara çalım yapmak istemekten gelen bir hisle, gemilerini Kerç Boğazını aşırtarak

Karadenize çıkarmayı düşündü. Süslü püslü bir gemi, Osmanlılarla müzakereye memur edilen

(Okrençev) isimli murahhasın emrinde Saraybürnu önünde demirleyip tam da Saraya karşı mevzi

alacak ve Sarayı 40 pare topla selamlayacaktı.

Böyle oldu. Rus murahhası «KaTa» adını taşıyan gemisinden 40 pare topla Sarayı selâmladı,

istanbul'da bir telâş, bir heyecan, bir dedikodudur başladı:

— Bu süslü gemi de nereden çıktı? Moskofun gemileri var mıydı ki?.. Maksadı ne?..

Barbaros'ların, Turgut Reislerin torunları adetâ küçüklük ukdesine benzer bir duyguyla gemiyi

gezmeye koştular. İkinci Mustafa bile «karaların ve denizlerin hakanı» olduğuna bakmaksızın

Moskof gemisini ziyarete gitti, gemiyi parça parça inceledi ve murahhasa sordu:

— Çok beğendim! Çarınızın daha böyle gemileri var mı?..

Halkta şayialar:

— Petro büyük bir donanma ile Anadolu kıyılarına çıkmak üzereymiş!.

Bir gece de gemide verilen bir ziyafet münasebetiyle toplar atılınca herkeste:

— Moskof geliyor! Gibilerden bir heyecan...

«Moskof geliyor!» sesi, Deli Petro'nun son yıllarından başlayarak Birinci ve ikinci Dünya

Savaşlarına, hattâ bugüne kadar ruhlarımızı çınlatacaktır.

60

ŞARTLAR

Ruslarla Karlofça senesinde başlayan müzakereler 18. Asrın ilk 8. ayına kadar sürdü. (3 Temmuz

1700)...

Karlofça'da açılan Türkiye hesabına felâket ve ha-calet zemininden kuvvet alıcı Ruslar bu zeminin

açılmasında herhangi bir rolleri olmadığı halde, artık tepelerindeki Türk yumruğunu burkup

Türk'ün suratına çarpmak ister gibi şartlar öne sürüyorlardı.

Azak vs (Dinyeper) çevresindeki kaleler kat'î şekilde Ruslara bırakılacak...

İstanbul'da daimî Rus elçisi... Rusya, Kirim hanlarına verilegelmekte olan vergiden kurtulacak...

Karname kilisesini ziyarete giden Ruslara kolaylık gösterilecek...

Karadenizde Ruslar, diledikleri gibi gemi yüzdüre-bilecek ve her türlü seyr ve sefer hakkını

kazanacaklar...

«Artık Türk üstünlüğü ve hâkinüyeti diye bir şey tanımıyorum!» mânasına gelen bu tekliflerden

«Dev-let-i Aliyye»ye en giran geleni, sonuncusuydu. Verilemeyen cevap şuydu :

— Karadeniz ve onun çepçevre bütün kıyıları «Zat-ı Şahane»ye aittir. Osmanlı Devleti buralarda

sancağını dalgalandırdıkça sularımızda hiçbir yabancı gemi boy gösteremez. Rusya'dan evvel

Fransa» İngiltere*. Felemenk, Venedik devletleri de ticaret gemilerine Kara-cieaMn açılmasını

İstedikleri halde teklifleri reddedilmişti. Karadeniz bizim gözümüzde saf ve pâ& Ur bakiredir. Ona

hiçbir yabancının eli degemez! Osmanlı ül-tes* alt-üst olmadıkça Karadenizde yabana bandra

görülmeyecektir.

Nihayet Rusya, kendisinde daha fazla baskı yap-62

mak gücünü bulamayınca, hiç de ilk iki madde derecesinde mühim olmayan son maddeden vaz

geçti ve anlaşma, Azak kalesinin Rusya'ya bırakılması (Dinyeper) havzasındaki kaleleri Türkiye'ye

verilmesi, daimî sefir, Kırım vergisinin kaldırılması ve Kamame ziyaretinin serbestliği şartlariyle

imzalandı.

1700 tarihli istanbul anlaşması budur.

Artüc Rusya Cenupta garantili... Şimals yönelebilir.

Korlrunç; öne alınmış yahut arkaya atılmış hiçbir maddesi olmayan riyazi bir plân çerçevesinde

Petro, bir müddet sonra var kuvvetiyle Baltık Denizi dâvasına el attı.¦.

Avrupa'da bazı kilit noktalarını tutacak ki, imparatorluğunu, Cenup, Cenup doğusu ve Cenup batısı

istikametlerinde mekânlaştırabilsin... Öz tabiriyle «Avrupa'ya karşı bir pencere açmak»... O

pencereyi açtıktan sonra da, Balkanlar ve İstanbul yoliyle Asya'ya bir kapı... tşte Büyük Petro'nun

büyük ideali!..

Baltık denizi ve havzası o zaman İsveç'in elinde... Bunun için İsveç'le kapışmak lâzım... Polonya ve

Sak-sunya gibi. îsveç'e zıt ülkelerle anlaştı, önce İsveç'i, Danimarka ve Polonya ile kapıştırdı.

İstanbul müzakereleri sürerken gizli gizli hazırlandı. Osmanlılarla anlaşılır anlaşmaz da İsveç'in

üzerine yürüyüverdi.

Nasıl kendisi Rus tarihinin en itibarlı çehrelerinden biriyse, çağdışı olarak da İsveç tahtında o

derece-kıymet ve ehemmiyet belirtici biri vardır: Tarihlerimizin Demirbaş Şarî dediği Onikinci

Şarl...

Petro, Demirbaş Şarî'a açtığı cengi (Narva) denilen .yerde kaybetti ve perişan oldu. Henüz ordusu,

istediği kıvama gelmemişti.

Demirbaş Sari, Deîi Petro'yu (Narva) mevkiinde

63-

ezdikten sonra Polonya'ya daldı ve Şimalî Avrupa'da dilediği gibi at oynatmaya başladı.

tşte, Baltığın ağzında (Petersburg) şehri!.. Bugün (Leningrad) adını taşıyan, Petro'nun kendi adına

izafetle kurduğu ve Avrupa'ya karşı pencere saydığı şehir... Temelleri atılmakta...

Demirbaş Şarl, ezdiği Petro'nun hâlâ eski canlılığında devam ettiğini görüyor ve onu ta kalbinden

vurmanın çaresini arıyor.

MÜZAKERE

Demirbaş Şarl isteseydi, (Narva) zaferinden sonra Petro'yu Baltık kıyılarından büsbütün atabilir,

onun Saltığa esaslı şekilde çıkmasını önleyebilir, bununla yetirebilirdi.

Fakat kuvvetinden emin ve zaferlerinden mağrur Kral, Rusya'nın içerilerine kadar girmek ve

Petro'yu orada ve kökünden boğmak sevdasına kapıldı. Onun nazarında Deli Petro şimal

bölgesindeki mağlûp durumuna rağmen oralardan elini çekmeyen ve kendisine şimalde yeni bir

merkez arayan, eski Moskova geleneklerini bir tarafa bırakan ve yepyeni bir Rusya inşasına çalışan

bir hırs mecnunudur. Onu, kaynağına kadar uzanarak boğmak lâzımdır.

Demirbaş Şarl'ın sadece maddi rekabete dayalı, (i-deolojik) görüşlerle aiâkasz, biraz da halis

Avrupalı bir bakışın Avrupa ve Asya arası Moskof melezinden duyduğu tiksinti hissiyle izahı kabil

davranışı, kendisine istikamet olarak Moskova'yı seçti Onikinci Şarl, Rusya himayesinden çıkan

Kazak Katmanını da ittifakına a-larak, batandan Rusya ürerine çullandı. Bu hareket

«4

sıralarında Türk topraklarına da yaklaşacağı İçin Osmanlılarla münasebet kurmak ve onlarda, yeni,

fakat çok geç başlamış olan Moskof düşmanlığını alevlendirmek siyasetine başvurdu.

1709 yılında, yani Prut muharebesine 2 yıl kala isveç . Osmanlı münasebeti başladı.

Sadrâzam, meşhur Moskof kaçırıcısı Baltacı'nın ilk sadaretinden sonra gelen Çorlulu Ali Paşa,

vaziyeti fikrî köklerine kadar irca edici bir görüşe mâlik bulunmasa da fırsattan faydalanma

şuurunu gösterdi ve özi Valisi Yusuf Paşa'ya, Demirbaş Şarl'ı zaferlerinden ötürü tebrik etmesi için

emir gönderdi. Yusuf Paşa da, maiyetinden Yergöğülü Mehmed Efendi'yi murahhas seçti ve

yolladı.

Onikinci Şarl, Osmanlı murahhasının, ayaklarına kadar gelmesinden bahtiyar...

Ona sordu :

— Padişahınızın şahsıma bu kadar büyük dostluk göstermesini nasıl izah edersiniz?..

Mehmed Efendi cevap verdi:

— Padişahımız sizin cesaret ve celâdetinizi takdir eder. Size saygı beslediğini her münasebetle

tekrarlar.

— Osmanlılar arasında şöhretim nasıldır?

— Osmanlılar arasında büyük bir şöhretiniz yoktur. Çünkü bu zamana kadar devletinizle

devletimiz a-rasında, uzaklık yüzünden ciddi bir münasebet kurulamamıştır. Öbür devletlerin bizde

sefirleri bulunduğu halde sizin olmamıştır. İsminiz, memleketinizden gelen tacirler tarafından, bir

de şu son Rusya hadiseleri yüzünden yayılmıştır.

— Sizi gönderen Paşa, benim «Devlet-i Aliyye» ile dost olmama, İstanbul'da sefir bulundurmama,

ticari münasebetlerimizin gelişmesi için her tedbiri almamıza vasıtalık edebilir mi? İsveç

Türkiye'ye uzak ve münasebet ancak Septe boğazı voliyle kabil olduğuna göre, Ce-zair

korsanlarının tecavüzünden nasıl emin olabiliriz?

— Paşamız, devlete sözünü geçirme kudretine sahiptir. Zaten Cezair Ocağı «Devlet-i Aliyye»

emrinde bulunduğu için bir fermanla o tehlikeyi kaldırmak mümkündür.*

^ — Geçenlerde Cezairliler bizim bir kalyonumuzu zaptettiler. Onu geri verdirin! Bir de, her

şeyden evvel şunu öğrenmek isterim ki, devletiniz, Rusya işinde bana fiilen yardım edebilir mi,

edemez mi?..

Türk murahhası bu nazik noktada durdu, uzun u-zun düşündü ve şöyle dedi:

— Memleketlerimiz birbirine çok.uzak... Fiilî yardım nasıl olabilir?..

Şöyle olabilir: Ben size doğru sarkarım, siz de bana doğru uzanırsınız, buluşuruz! İsveç

kuvvetleri Le-histandan Kamınçe'ye, Türk hududuna doğru iner, siz de bana, o tarafa kuvvet

göndererek yardım edersiniz!

Ve müthiş bir baht dönemeci!..

Ama Türk murahhası, bu kadar büyük bir meselenin halline selâhiyetli olmadığını bildirerek

müzakereyi kesti ve İsveç Kralından, dileklerini tespit edici di-lekçevâri bir kâğıt alıp Özi'ye

döndü.

POLTAVA VE ÖTESD

Demirbaş Şari'dan gelen teklifleri Sadrazam Âli Paşa, Özi muhafızı Yusuf Paşa vasıtasiyle şöyle

cevaplandırmıştı :

— Cezairlilerin zapettiği İsveç kalyonu kendilerine iade edilsin diye Cezaire emir verilemez. Zira

hadise

66

Türk-Dsveç sözleşmesinden öncedir. Bundan böylesi i-çin, Cezaire, îsVeç gemilerine dokunmamak

emri verilebilir. Aynı emir, Tunus ve Trablus-u Garp ocaklarına da verilir. Rusya ile son bir

anlaşma yapıldığı için, şimdilik ona karşı İsveçlilere bir imdat ordusu göndermek kabil değildir.

İsveç Babıâli ile münasebet kurmak istiyorsa İstanbul'a hususî bir heyet göndermelidir.

Babıâli tarafından Demirbaş Şari'a karşı takınılan bu tavrın mânası, Rusya'ya harp açümaksızın

uzaktan muzaheret ve herhangi bir fedakârlıkta bulunmadan onun başarısını temenni

mahiyetindeydi. Fakat bu itidalli siyasete rağmen zamanın Padişahı ve ilerideki Lâle Devri

kahramanı Üçüncü Ahmed, Rusları gocundurmak istemiyor ve İsveçlilerin yardımına koşar

zanrriyle Kirim Hanına, asla yerinden kımıldamaması için fermanlar gönderiyordu.

Moskofu tam teşekkül halindeyken İsveçle birleşerek ezmenin şuuru hâlâ mevcut değil... Ve bu

büyük fırsat böylece kayıp...

Üçüncü Ahmed ise, asü ve gizli istidadı olan zevk ve safa seciyesini bir müddet sonra açığa vurmak

üzere «aman, fincancı katırlarını ürkütmeyelim!» dâvasında ve sulh içinde yaşamak sevdasında...

tşte alçalmalar böyle başlar.

Demirbaş Şarl, arkasında Potkal ve Brabaş kazakları, Osmanlıların bu kadar hasis muzaharetinden

bile memnun, Rusya'ya daldı ve Deli Petro'nun ordusuna saldırdı.

Poltava...

Bu defa talih tersine..-. Sari harbi kaybetti. Sade kaybetmekle kalmadı, bütün ordusiyle çöktü,

darmadağın oldu ve bizzat ayağından yaralandı.

67

Petro bu zaferinin arkasından, amirallerinden birinin kızına gönderdiği, mektupda der ki:

«— işte, Hakkın yardımiyle, şimdi (Petersburg) un temel taşı atıldı.»

Artık Rusya, büyük devletler sırasına girmek için ilk basamağı aşmıştır.

Demirbaş Şarl o türlü mağlup olmuş ve öylesine bir takibe uğramıştır ki, anavataniyle muvasalası

kesilmiş ve Türk sınırlarına doğru kaçıp Türkiye'ye sığınmaktan gayn çaresi kalmamıştır.

Fakat Ruslar onun arkasını bırakmıyor. Şarl, (Din-yeper) sahilinde Ruslara dümdar muharebeleriyle

mukavemete çalışıyor, Kırım hanından şüphelendiği için yakınlığına rağmen o tarafa yönelemiyor,

özi istikametinde çekiliyor. O sırada özi muhafızı, artık, eski dostu ve tstanbulla arasında vasıtacısı

Yusuf Paşa değil... Yerinde, Üçüncü Ahmed'in çekingen politikasına bağlı, Abdürrahman Paşa adlı

biri var...

Abdürrahman Paşa, aynı zamanda, ulvi hislerden yoksun, fırsat ve menfaat düşkünü bir tip...

Demirbaş'-ın, kuvvetlerini (Bu) nehrinden geçirip kendisine sığınması için rica ettiği sal ve

kayıklara mukabil büyük bir para istiyor, vakit geçirterek onu büsbütün ezdiriyor. Şarl ile beraber

kaçabilenleri de en ağır esir muamelesine tâbi tutuyor.

Tarihçi Raşid'e göre :'

«— tsveçlû'dan vâfir (birçok) taze oğlan ve kızlarım kendüsü ve özi ehalisi alup...»

Onikinci Şarl bu ikinci belâdan kurtulup Bender'e geldiği zaman, onu eski dostu Yusuf Paşa'nın

adamları karşıladı. Yusuf Paşa Şarl'a edilen muameleyi Üçüncü Ahmede yazdı ve hemen esirlerin

geri verdirilmesi emrini aldı. Bu emirde Abdürrahman Paşa'nın kelebend e-

68

dilmesi de ferman ediliyordu. Fakat Şarl araya girdi ve Abdürrahman Paşa'ya dokunulmamasını

istirham etti. Demirbaş Şarl'ın Yusuf Paşa'ya sözü : — Biz Türkiye'ye elçi göndermek istiyorduk.

Meğer kendimiz gelecekmişiz... Takdir böyleymiş...

ŞARL'IN GAYRETD

Demirbaş Şarl Bender'e yerleşince kâtibini Sadrâzam Ali Paşa'ya gönderdi. İsveç'le Türkiye

arasında, hem savunma ve hem saldırmayı içine alan bir ittifak teklif etti. Fakat kâtip, siyasî bir

sıfat taşımadığı için, ancak hususî olarak Sadrâzama çıkabildi. Teklifi pek nazara alınmadı.

Daimî gaflet...

Peşinden Onikinci Şarl, Üçüncü Ahmed'e bizzat imzasını taşıyan bir rica mektubu gönderdi ve

onda durumu şöyle özleştirdi:

«— Hükümdarlık imzamızı taşıyan bu nâme ile şahane zatınıza şunu bildirmek isteriz ki, muahede

hükümlerini ve milletler arası kanunları ayaklar altına alan hainleri cezalandırdıktan sonra, Polonya

Kralı olmaktan ziyade zalim tiranı Ogüst'ü Lehistan'dan kovup Leh milletinden Türklere dost bir

kral tayin ederek Poltava'ya kadar zaferle yürüdük. Uzun yürüyüşler ve türlü mahrumiyetler

yüzünden gücünü kaybedsn ordumuz, Allah'ın takdiriyle, kendisinin üç misli düşmanın

taarruzlarına dayanamadı ve Poltava muharebesi bizim için pek şeametli bir netice verdi. Böyle

olunca, yeni kuvvetler toplamaya imkân bulamayarak ve hainlerin ellerine düşmekten de çekinerek

Sultanî ülkenize sığınmayı ve Polonyadaki birliklerimize ve Polonya

69

r

tahtına çıkardığımız krala imdat çarelerini (Devlet-i Aliyye)den istemeyi, biricik, aşılması mümkün

yol gördük. Tek emelimiz dostluğunuzu kazanmak ve karşılığında bağlılığımızı göstermektir.»

îsveç Kralı bu umumî laflan ettikten sonra bir an da parmağını yaranın merkezine basıyor ve o

zamana göre Türkiye'nin iki asırdan beri sezemediği derin hikmet noktasını gösteriyor:

«— Şahane zatınıza bağlılığımızı ispat etmek için şu noktayı arzedelim ki, ihtiraslarına adalet,

fazilet, gerçek şecaat gibi hiçbir ulvî ölçüyü rehber tutmayan Çar, şayet felâketimizden faydalanma

fırsatını bulacak olursa, hiç ummadığınız bir zaman ve mekânda Türkiye'ye saldırmayı bilecektir!

(Ummadığınız) demeye de lüzum yok; şimdiden her şey ortada... Çar, Türk boylarına bakan

noktalarda menzil hatlan çektirip kaleler yaptırmadı mı? Karadeniz'de, Türk kıyılarım kollayıcı bir

donanma hazırlığı içinde değil mi?.. Bu sebeple, Bâ-bıâlileriyle aramızda gerçekleştirilecek bir

ittifak kadar onu korkutacak ve sindirecek bir şey düşünülemez. Bu ittifak gerçekleşecek olursa biz

de şecaatli askerlerinizin korumasiyle Polonya'ya ve oradan vatanımıza döner hak ve adalete hep

aykırı davranan o hain Çarın hakkından gelmek için tekrar silâh tecrübesine girişmenin yolunu

ararız. Baki.........»

Üçüncü Ahmed bu mektuba cevap vermeye bile tenezzül etmedi, belki onu kâfirce bir desiseye

vuruyordu. Fakat daha şiddetli kâfir bildiği Moskof'a karşı De mirbaş'ı korumakta ve iyi tutmakta

devam etti. Ona sırma eyerli bir atla, mücevherli bir hançer hediye etti. Altı ay sonra gönderdiği

cevapta da, meselenin düşünülmeye muhtaç bir iş olduğunu ve «Dîvan-ı Hümayun» tarafından

inceleneceğini bildirdi. Aym zamanda,

Şarl'ın daima kendi «Husrevâne» himayesi altında bulunduğunu kaydediyor, ona maaş tahsis

edildiğini haber veriyor ve dileyeceği yere selâmet ve emniyetle gidebilmesi için Rumeli ve

Anadolu Beylerbey ilerine emir verildiğini ilâve ediyordu.

Demirbaş Şarl bunlarla kalmadı. Ya şahsi macera hevesi, yahut Türkiye ile Rusya arasında bir vaka

çıkarmak taktiği peşinde, Polonya hududunu tarassut etmek için Moldava'ya 1000 kadar İsveçli

gönderdi. Ruslar bunların üzerine taarruz ettiler, bir kısmını öldürdüler, bir kısmını da kaçırtarak

takip bahanesiyle Osmanlı sınırlarından içeriye daldılar.

ݺte Babıâliyi Moskova'yla göz göze getiren yeni bir vaziyet!..

Şimdi ne olacak?..

VAZDYET

Sadrâzam Âli Paşa hudut vakasını haber alır almaz, muhafazasını namus borcu bildiği Demirbaş

Şarl'ı korumak ve herhangi bir Rus taarruzunu karşılamak için bazı yakın birliklerin Bender'e doğru

hareket etmelerini emretti.

İstanbul'da telâş büyük :

Şimdi ne olacak?..

İstanbul'daki Rus sefiri de zor durumda...

Rus sefiri Tolstoy (meşhur Rus edibi Tolstoy'un soyundan) Demirbaş Şarl in Osmanlı topraklarına

sığınması üzerine huzura kabul olunmasını istemiş, arzusu yerine getirilmiş; elçi, Üçüncü Ahmed

ile Vezirine gayet kıymetli, som altın ve gümüşten âvâni ve şarkkârî nadide hediyeler sunmuştu.

Elçinin iki teklifi vardı:

— Demirbaş Şarl Osmanlı toprağında uzun boylu kalması»!.. Yanındaki kazak Hatmanı Mazeppa

Rus tebaasından olduğu için Ruslara teslim edilsin!..

Aynı teklif daha evvel Yusuf Paşa'ya da yapılmış ve şu-cevap alınmıştı:

— Siz hududumuzdan 36 saat içerilere kadar taarruz ettiniz; misafirimizi Türkiye içinde basmaya

kadar cüret gösterdiniz! Biz bu davranışa karşı henüz mukabele etmeden, şimdi de daha ileri

gidiyor, üstelik İsveç Kralının teslimini istiyorsunuz! Maksadınız kabahatinizi bastırmaktır. Eğer

cenge gidilecek olursa, sorumlu ve akdini çiğneyici siz olacaksınız. Kazak Hatmanı Çara bağlı

olabilir. Biz onu, îsveç Kraliyle birlikte geldiği için İsveçli kabul ederiz ve hiçbirini vermeyiz!

Babıâlinin Sefire cevabı da aşağı yukarı böyle oldu. Osmanlı hududunun çiğnendiğini inkâr eden

sefir, vaziyet kendisine ispat edilince hiçbir şey diyemedi. Kaldı ki, Rusların Karadeniz kıyılarına

hâkim şekilde yaptırdığı kalelerin yıkılması istenildiği halde Rusya sesini çıkarmamış,

duymamazlıktan gelmişti.

Demirbaş Şarl Benderdeki konağında, Türkiye ile Rusya'yı kapıştırmak için plânlar tertip etmekle

meşgul... Öyle bir tarz kullanıyor ki, Babıâli ve saraya, hem akıl ve mantık, hem de his ve telkin

yoliyle nüfuz etmeye bakıyor.

Müşavirlerinden bir Leh asilzadesiyle bir Maçan hususî olarak İstanbul'a gönderiyor ve bunlara

gayet ince vazifeler veriyor.

Biri Osmanlı büyüklerini fikirle elde etmeye çalışacak, öbürü de saraya nüfuz edip Valide Sultanı

elde etmeye bakacak... Memurlardan ikisi de vazifelerini gayet iyi görüyor. Lehli (Kont

Ponyatovski), elde ettiği bir Yahudi kansı —daima saraya nüfuz vasıtası Yahudiler olmuştur—

marifetiyle Valide Sultan'a kadar sokuluyor,

72

ona Demirbaş Şarl'ı mazlum bir kahraman şeklinde gösteriyor, Deli Petro*nun hakkından gelecek

başka hiçbir fert olmadığı kanaatini aşılıyor. Valide Sultan da gidip Üçüncü Ahmed'e yalvanyor :

— Benim Arslan oğlum! Arslanım Demirbaş Şarl'a ne zaman yardım edeceksin?.. Çan yalnız o

parça parça edebilir?..

«Onikinci Şarl» ismiyle bir eser yazmış olan meşhur (Volter)e göre Valide Sultan, (Ponyatovski) ye

bu mevzuda bir mektup gönderecek kadar tesir altına girmiş, yani makamının gerektirdiği vakar ve

heybeti u-nutmuştur.

Onikinci Şarl, Bender'de, bir taraftan Padişah, öbür taraftan İsveçli tacirlerden aldığı paralan

yeniçerilere ve maiyetindeki hassa askerlerine dağıtır ve lüksüne sarfederken (Ponyatovski)

Sadrazama. 1000 Duka altu-nu hediye takdim ediyor ve Ali Paşa'dan şu karşılığı a-lıyor:

— Bir elime Kralınızı, öbür elime de kılıcımı alır ve dostumuzu tâ Moskova'ya kadar götürürüm!

Fskat bu kof sözlerin hiçbir kıymeti yoktur. Ruslar saraya yine ağır hediyeler sunarak eski

anlaşmalarını yenilemişler ve Âli Paşa'yı zaten kendisinde mevcut olmayan bir hareket tehdidinden

uzak tutmuşlardır.

SON İNKݪAF

Üçüncü Ahmed'in Rusya ile sulh anlaşmasını yenilemesinde, Demirbaş Şarl'ı münasip bir şekilde

memleketine iade edileceği, bunu Rusların da kolaylaştıracağı ve îsveç Kralına dokunulmayacağı

hakkında bir madde vardır. Bu madde ise bir Osmanlı politika zafe-

I

rini değil, bir Rus oyununu gösteriyordu. Zira Rusya, Türkiye içinde bir îsveç kralından işkileniyor,

hem şimalle işini bitrmek, hem de cenuba, yani Türkiye'ye kar-, şı başa baş kalmak istiyordu. Fakat

anlaşmada sureta Demirbaş'ın selâmet ve emniyeti sağlanmış gibiydi.

Onikinci Şarl'a 10 bin altun yol masrafı, bir sürü at ve birçok hediye gönderilerek nazikâne çıkıp

gidebileceği ihtar edildi. Vaziyete fevkalâde üzülen Şarl, araya bazı entrikalar da girince bütün bu

olup bitenleri Sadrâzam Ali Paşa'dan bildi. Bender'den çıkmak mevzuunda hiçbir hareket

göstermedi, beklemeyi tercih etti. Ü-çüncü Ahmed ise Şarl'ın tavrına ayrıca kızdı ve o da sorumlu

olarak ÂH Paşa'yı kabul etti. Hasımları da bir taraftan aleyhinde çalışan Âli Paşa azledildi ve

«Mühr-ü Şerif» Köprülülerden Numan Paşa'ya verildi.

Numan Paşa, dirayetsizlik ve kifayetsizliği yüzünden sadaret makamında iki aydan fazla kalamadı

ve gayet namuslu bir adam olmasına rağmen fikirsizlik ve otoritesizliğine kurban gitti.

«Mühr-ü Şerif» yine sahipsiz...

— Kime verelim?

Ortada dönen rüşvet vaitleri, harem entrikaları ve bilhassa Padişahın hissi tarafım gıcıklama

fendbazlığı neticesinde cevap şu oldu :

— «Mühr-ü Şerif»e Baltacı Mehmed Paşa lâyıktır! Ve Baltacı Mehmed Paşa, hilekârlığından

başka

hiçbir meziyet gösteremediği ve nihayetinde hakaretle sürgüne gönderildiği ilk sadrazamlığından

sonra ikinci defa «Mühr-ü Şerif»e lâyık görüldü. Baltacı Mehmed Paşa Halep'ten İstanbul'a geldi

ve gayet parlak merasimle karşılandı.

Baltacı istanbul'a ayak basar basmaz gördü ki, saray, Valide Sultan ve kızlarağası, hiçbir fikrî esasa

da-

74

yanmadan, sadece basit hissi sebeplerle Deli Petro a leyhlnde... Demirbaş Şarl'ın, adamları

vasıtasiyle yaptığı aşılar tutmuştu. Padişahtan başka bütün saray ve durumu az-çok idrak

istidadında nüfuzlu kimseler «ille de harp, ille de harp!» diye bağırmaktadır.

O esnada araya bir de Kırım Hanı Devletgiray girdi, stanbul'a davet edilen Kırım Hanı, Padişaha,

Kırım'a şimdiden elden gitmiş nazariyle bakılabileceğini, Deli Petro'nun sistemli şekilde çalıştığını,

Rumelindeki perişan vaziyetten sonra bir de Moskof tehlikesinin kapıda beklediğini anlattı ve

neticeyi şöyle bağladı:

— Ona harp açmaktan gayrı yol yoktur!

Sağlı ve sollu bir sürü tesir altında bunalan ve şahsi hiçbiF derin anlayışı olmayan Padişah işi devlet

büyüklerinden, âlimlerden, ağalardan bir divana havale etti; dîvân kuruldu ve Ruslara harp açmak

için sebep aramaya başladı.

Asıl, köklü ve esaslı sebebi anlayacak kimse yoktur yine ortada... Sadece siyasî (protokol)

sıkıntıları içinde kıvranıyorlar...

Dış sebepler bir sürü... Ruslar (Or) kalesinden birkaç fersah mesafede Samarcık kalesini bina

etmişlerdir. Yıkılması istendiği halde yıkmamışlardır.

Buğdan üzerinden üstüste sınır tecavüzlerinde bulunmuşlar, İsveçlilere taarruz vesilesiyle Türk

topraklarında 200 kilometre ilerlemişlerdir. Potkal ve Brabaş kazaklarını kendilerine bağlamışlar,

Kamniçe Kalesini de doğrudan doğruya işg^l etmişlerdir.

Ya o Karadenizin şimal kıyıları etrafındaki devamlı kaynaşma ve Kırım istikametinde ite kaka

yerleşme?..

Divan kararını verdi:

— Harp!..

75

Şeyhülislâm Paşmakçı zade Ali Efendi de fetvayı, en lüzumlu şeriat emri halinde mühürledi: —

Moskof'a karşı cihad farzdır! Ve harp...

Ve kalemler hokkaya battı ve kılıçlar bilenmeye başlandı.

PETRO'NUN NDYETD

Şimdi bu noktada başımızı harp hadiselerinden çevirip Rusya ve Türkiye'ye ait ve şahıslar plânına

bağlı birer muhasebe ve murakabeye geçelim :

Bu şahıslardan biri, Rusya'yı arkasından sürükleyen ve ona kendi şahsiyetini aşılayan Dell Petro;

öbürü de hadiselerin sürüklediği ve o zamanki memleket perişanlığını belirtmekte (prototip -

başörnek)lik kıymet sahibi, fikirsiz ve şahsiyetsiz Baltacı Mehzned Paşa...

önce Dell Petro:

Niyet ve plânını umumi çizgilerle gösterdiğimiz Büyük veya Deli Petro'yu, şimdi yakından ve

hususî çizgileriyle görmek lâzımdır.

Şöyle ki :

Moskof'un Büyük Petro'su beşikten tahta kadar, Türk, daha doğrusu Türklük düşmanı olarak

yetiştirilmiştir.

Has müşavirleri halinde yanından ayırmadığı iki Avrupalıdan, evvelâ Batılılaşma, nizamlarıma ve

sonra Türk'ün temsilciliğindeki Llâm âlemine çullanma telkinlerini aldı.

Demirbaş Şarl'a karşı hareket ederken bile asıl yönü Türk ve Türklüktür.

Gözü, Türk hâkimiyeti altındaki Balkanlara yayılı İslâv ve Ortodoks âleminin sahipliğinde...

76

Papazları tasfiye etmesine rağmen gayesi tamamen Hristiyanîdir; ve Türkün üzerine, Batının

çoktandır u-nuttuğu bir kin ve din ideolocyasiyle gelmektedir.

Karlofça görüşmeleri sırasında Rusya'ya hiçbir söz hakkı verilmemişken, Petro'nun bu konferansa

vermek istediği mâna ve Felemenkteki Rus elçisinin Avusturya sefirine sunmaya memur edildiği

nota, Petro'yu bütün niyetiyle bir (röntgen) camı gibi göstermektedir :

«Bu bansın ileride, Tanrının yardımıyla bütün Hıristiyan devletlerinin selâmeti ve faydasına

elverişli olmasına dikkat edilmesi lâzımgelmektedir; ve düşmanın (Türklerin) bir müddet sonra

kendini toparlayıp toplanmasını müteakip, münasip bir fırsat zuhur edince Çesar ve cenahlarına ve

müttefiklerine bazı zarar ü -ziyan yapmasına imkân bırakılmaması gerekmektedir. Bundan ötürü

harp esnasında zaptedilen bütün yerler ve kaleler ile birlikte Kerç kalesinin de Çar cenaplarına

bırakılması talep olunmalıdır; tahakkuk ettiği takdirde Türkler (metinde «imansızlar, dinsizler»

diye geçmektedir) Çar'a ve Cesar'a karşı bir daha harp açamazlar; çünkü düşmanın kendilerine pek

yakın olmasından çekinirler. Eğer Çar'ın bu talebi yerine getirilmez ve Türklerle barış aktedilirse

araya yakın yerlerde yaşıyan Tatarlar sulh devam ettiği müddetçe boyuna müttefiklerin arazisine ve

bilhassa Çar'a tâbi olan yerlere akınlarını durdurmayacaklardır. Bunlar Çat'ın memleketine yakın

olmaları hasebiyle oraları harap edeceklerinden Çar cenapları hâli hazırda bir banş akdinden hiç bir

menfaat elde etmemiş olacaktır; çünkü bu akınlara mâni olmak için daima bir ordu hazır

bulundurması lâzım gelecektir. (Prut Seferi • KUBAT).

Bakınız, Karlofça'da her milet zapettiği ve elinde tuttuğu yerleri isterken. Deli Petro eline

geçirmenuş ol-

duğu bir şeyi istemekte ve bunun için Türkleri «imansızlar, kâfirler» diye vasıflandırarak Batının

Hristiyan-lık duygularını gıcıklamakta, dâvaya (ideolojik) bir mahiyet vermektedir. Niyet aşikâr:

Artık zaman ve mekâna tahakküm edemez hale gelen Müslüman Türk'ü her vasıtayla parçalamak

ve ona karşı, bir zamanlar dize getirdiği Batı dünyası hıncının temsilcisi olmak...

«Tarih boyunca Türk - Rus ilişkileri» adlı ve Halûk F. Gürsel imzalı bir kitaptan aynen :

«Aslında Rusların niyetleri 1700 yılından beri biliniyordu. Ruslar, Türk tebaası Hristiyanlan (Eflâk,

Buğ dan, Sırbistan, Karadağlıları) durmadan kışkırtıyordu. Papaz kıyafetinde birçok Rus ajanları

Mora'ya kadar girmişti. Bunlar para ve üzerinde (Petro I. Rusların ve Greklerin İmparatoru) yazılı

madalyalar dağıtıyorlardı. 1704de bir kısım Arnavut ve Rumlar isyan e-derek Petro'dan yardım

istemişlerdi. 1710'da ise (Voiç) adında bir âsi, onu takiben 19 bin Sırbın Petro'nun emrine amade

olduğunu bildiren (Buğdan Poppoviç) gibiler Rusya'ya müracaat etmişlerdi. Petro ise Eflâk Beyi ile

bir muahede yaparak muhtar bir Eflâk krallığı kurulmasını ve Eflâk beyinin 30 bin askerle

kendisine yardım etmesini de sağlamıştı. Petro harekete geçince Karadağ, Rumlar, Bulgarlar isyan

edeceklerdi. Avrupa ise Veraset harpleri ile meşgul olduğu için Petro meydanı boş bulmuştu.»

Osmanlıların Rusya'ya açtığı Prut Seferi, onun, belki Tuna seferi olarak açmayı kurduğu harbe

birkaç yıl tekaddüm etmekten başka bir şey olmadı. Keşke bu tekaddüm başların başında olsaydı.

Karlofça'yı doğuran hadiseler olmasaydı, belki... Fakat alçalma devrimizi a-

78

çan vecd, aşk, iman ve ahlâk kaybı devam ettikçe hiçbir şey olamazdı.

Deli Petro'nun niyetini gayet vuzuhlu ve sistemli bir plân halinde görmek için, onun ya kendi öz

kalemiyle yazdığı, yahut yakınlarının uydurduğu, fakat her iki ihtimalle de Moskof dâvasının sadık

aynası olan vasiyetini gözden geçirmek lâzımdır.

VASDYET

Deli Petro'nun vasiyetnamesini ilk bulan, Fransa Kralı 15. (Lûi)nin 2. Katerina'ya gönderdiği siyasi

temsilci (Şövalye dö Bomon)... Bu asilzade, gençliği, güzelliği ve zarafetiyle Rus sarayına hulul

etmeyi bilmiş ve bu sayede sarayda saklanmakta olan Çar ailesine mahsus hususî arşive girebilmek

fırsatını bulmuş; ve, kendi tabirince «ihtimamla ve harfi harfine» Deli Petro'nun vasiyetnamesinin

suretini çıkarmış...

1757'de Fransa'ya geri dönünce Şövaleye, dokümanı Dış îşleri Bakanı (Abbe dö Berni) ye teslim

ediyor, a da Kral (XV. Lûi)ye sunuyor. Fakat her ikisi de yazıya önem vermemiş; daha sonra bu

vesika, Şövalyenin hatıralarında yer almış...

1876 yılında Rusların İstanbul önlerine yaklaşmaları, Avrupa'yı telâşa düşürdüğü sırada, Paris'in

ruhanî başkanı (J. G. Gom), hususi bir cilt halinde «Le testa-ment de Pierre le Grand ou, la Clef de

l'Avenir . Büyük Petro'nun vasiyeti, yahut istikbalin anahtarı» adlı bir eser neşrediyor ve orada

vasiyetnameyi ayniyle veriyor. 14 maddeli vasiyetin aynen tercümesi:

«Bütün azizlerin ve bunlardan üçü ile tek sıfatta birleşmiş olanın adına, biz Petro, Rusların

İmparatoru

ve mutlak hâkimi, ahfadımıza, tahtta haleflerimize ve Rus Devleti ve hükümetine bildiririz ki:»

«Kendisinin bize hayat ve taç sunduğu ve ilâhî lüt-funu bizden esirgemiyerek, her zaman ve her

işde bizi aydınlatan ve des teki iyen ulu Tanrı bize hikmeti cis-maniye ve ruhaniye vermiş, buna

göre de, Rus milleti gelecekte Avrupa'nın efendisi olmak - için seçilmiştir.»

«Biz bu fikri bir hakikat üzerine kuruyoruz; o da, Avrupa milletlerinin çoğunun ya kocamış ve

çökmek üzere olan bir duruma gelmiş olması, veya bu duruma büyük adımlarla yaklaşmasıdır.

Neticede, onlar, yeni milletin kuvvet bulması ve olgunlaşması tahakkuk e-dince, kolaylıkla ve

mutlak surette, onun eline geçecekler.»

«Devraldığımız Rusya bir çaya benziyordu; biz onu şimdi ırmak halinde bırakıyoruz; bizim

haleflerimize ise onu deniz haline getirmek kalıyor, öyle ki, o fakirleşmiş Avrupa'yı yeniden

verimli hale getirsin! Onun dalgalan, zayıf eller tarafından kendisine karşı kurulmuş olan bütün

sedleri aşmalıdır. ݺte onun içindir ki, biz, kendi haleflerimize aşağıdaki talimatnameyi bırakarak,

onların dikkatlerini üzerine çekiyor ve onu her zaman gerçekleştirmeye davet ediyoruz:»

«1 — Rus milletini her vakit harb halinde bulundurmak gerek... Maksat, askerleri her ân uyanık

bulundurmaktır. Milleti kendine gelmeye bırakmayınız! Gerektiği zamanlar, devlet hazinecinin

durumunu sağiamlaş-tırmalı, zaman zaman silâhları yenilemeü ve taarruz için uygun anlar seçmeli.

Her zaman öyle hareket etmelidir ki, barış harbe, harp de banşa hizmet etsin ve bunların topu yalnız

biricik maksada, Rusyanın gelişmesine y önelsin!..*

«2 — Her türlü vasıtalarla Avrupamn ileri memleketlerinden, harp zamanında askeri önderler, barış

zamanında da, bilginleri celbetmeli, Maksat, Rus milleti-ni verimlerinden faydalandırmak ve

kendimizinkine zarar dokundurmamak...»

«3 — Her fırsatta Avrupa dalaveraîanna ve çekişmelerine karışmalı... Hele Almanya ile ilgili

olanlara... Çünkü o bize en yakın olmakla beraber, bizi en çok ilgilendirendir de...»

«4 — içindeki intizamsızlığı ve keşmekeşi körükleyerek, Polonya'yı parçalamah... Selâhiyet sahibi

zatları aîtun ile satın almalı, kral seçiminde manivelayı elde tutabilmek için, asilzadeleri ve millet

meclisini nüfuzumuz altında bulundurmalı, onları da satın almalı; kral seçiminde bize uygun olan

partileri desteklemeli... Rus ordusunu Polonya'ya sokmalı ve onu daima orada bulundurabilmek

için, fırsatlar aramalı... Komşu devletler güçlük çıkarırlarsa, onlara da pay vererek, onları teskin

etmeli ve verileni geri alabilmek için de fırsat beklemeli...»

«5 — îsveçten, mümkün olduçu kadar bol yer almalı ve onun bize hücum etmesini sağlamalı;

böylece de, onun altedilmesine sebep bulmalı... Bunu başarabilmek için de, İsveç ve Danimarka'yı

biribirinden ayırmalı ve aralarındaki rekabeti körüklemeli...»

«6 — Rus Çar ailesine mensup olanların her zaman Alman kral ailesine mensup gelinler seçmeleri

gerektir; maksat, aile bağlarını çoğaltarak, menfaatlan yaklaştırmak, Almanya'yı bizim işe

bağlamak ve nüfuzumuzu yaymaktır.»

«7 —• Ticareti geliştirmek için, İngiltere'nin ittifakını aramalı... Bu devlete, donanmasından dolayı

ihti yacunız vardır; aynı zamanda donanmamızın gelişmesi bakımından da yardımcımız olabilir.

Kereste ve başka Rus mallarını ona vererek, karşılığında malzeme al* malı ve onun tacir ve

denizcileri ile bizimkiler arasında daima teması .sağlamalı...»

«8 — Rusyanın sahası kuzeyde, aralıksız olarak, Baltık denizi kıyılan boyunca ve güneyde

Karadeniz kıyılan boyunca, genişlemelidir.»

«9 — Mümkün oiduğu kadar, İstanbul'a ve Hindistan'a yaklaşmalı... Her kim İstanbul'u ve

Hindistan'ı eline geçirirse, dünyanın hâkimi odur. Bunun için Rusya mütemadiyen Türkiye ile harp

etmeli; sonra da. İranla, Karadeniz sahillerinde askeri limanlar kurmalı; bu denizle beraber Baltık

denizine de sahip olmalıdır. Her ikisi de projenin tahakkuk edebilmesi için önemli köprübaşları

teşkil eder. İran körfezine ulaşabilmek için, İranın çökmesini hızlandırmalı; mümkün olursa, Suriye

vasıtası ile, Busyanın Yakın - Doğu ile olan eski ticaretini canlandırmalı; ve bu yolda, dünyanın

hazinesi olan Hindistan'a ulaşabilmeğe çalışmalı... Bu maksada erişebilirsek, artık ingiliz aitununa

ihtiyacımız kalmaz.»»

«10 — Avusturya ile ittifak aktetmeli ve titizlikle onu korumalı... Gelecekte, onun Almanya'ya

sahip olma isteklerini, dış görünüşte desteklemeli, fakat el altından, Alman prenslerinin

Avastaryaya karşı olan kıskançlığını köröklemeM... Bir kısas' Alman, memleketlerinin Rus

yardımını Memesini sağlamalı ve sonra da özerlerine bir nevi himaye kurmalı, böylelikle

müstakbel hâkimiyetimizi hazırlamalıdır.»

«11 — Avusturya hanedanım, Türkleri» Avrupa'dan çıkarılmasına teşvik etmeli ve İstanbul'u»'

fethin-

82

den sonra, onun gazabını söndürmek için, ya onu Avrupa devletleri U* harbe sokmalı, yahut da

elde edilen Türk topraklarından bir kısmını ona bırakmalı... Bun* ların hepsi de sonradan geri

alınabilir.» *

«12 — Macaristan'da, Güney Polonya'da yaşamak ta olan bütün firari Yunanlıları, Rusya'nın

etrafına toplamak için elde olan bütün imkânlardan faydalanmalıdır; onlara kendimizi faaliyet

merkezi olarak tanıtmalı, onlan desteklemeli, üzerlerinde, ruhani başkanlıkla ilgili, umumi bir

hâkimiyet kurmalı ve bunlardan, bir çok düşmanlarımızın ordugâhlarında, dostumuz o-larak,

faydalanmalı.

«13 — Böylece, İsveç parçalandıktan, İran yenildikten, Lehistan boyunduruk altına alındıktan,

Türkiye istilâ edildikten, ordularımız biribirine kavuştuktan Kara ve Baltık denizleri donanmamız

tarafından muhafaza altına alındıktan sonra, dünya hâkimiyetini paylaşmak için ayn ayn ve gizli

olarak, ilkin (versay) hanedanına, sonra da Viyananınkine teklifte bulunulmalı. Bu iki hanedandan

birisi teklifimizi kabul ederse, hırs ve menfaatperestliği körüklenirse, —ki buna şüphe yoktur—

onu, ötekini, yofcetmek için kullanmalı... Sonunda biz, geri kalanları da yokeder, bunun için de. bir

savaş tertip ederiz; Rusya, bütün Doğunun ve Avrupa'nın büyük bir kısmına hâkim olduğundan,

savaşın sonucu da şüpheli olamaz,»»

«14 — Faraza, her iki devlet de Rusya'nın teklifini reddederse (ihtimal dahi*inde değil), o vakit

ikisinin arasına nifak sokmaya ve onlan zayıflatmaya çalışmalı... Tâ ki Ruslar, birleşik kuvvetlerini

harekete geçire-bilsin... KaradenMe Baltık sahillerindeki kıtalarımızı» himayesinde bulanan,

önemli iki donanma (birisi Azak denizinden, öteki de Arkanjel limanından) harekete ge-

çecektir. Akdenize ve Okyanusa geçerek bir taraftan Fransa'yı, öte taraftan Almanya'yı

katedecekler... Bu iki devleti yendikten sonra, Avrupa'nın bakiyesi döğ-üş süs ve kolaylıkla

hâkimiyetimiz altına geçecektir. Böylece de, Avrupa yenilmeli... Yenilecektir de!..»

tster gerçek, ister uydurma, vasiyetname burada bitiyor. Onun üzerinde uzun söz lüzumsuz ve

ancak şu teşhis gereklidir:

1917'den bu yana, Sovyet Rusya, gayet tedricî ve sinsi surette, Marks'uı plânı yolunda ilerlemekten

ziyade harfi harfine Büyük veya Deli Petro'nun izinden gitmiş.; ve îkinci Dünya Savaşı tehlikesini

ve bu savaş içinde mahvolma ve parçalara bölünme korkusunu atlattıktan sonra, tam çeyrek asırlık

bir rota takibiyle Çarlar Çarının gösterdiği yönleri kucaklayabilecek hale gelmiştir. Şu anda, Deli

Petro'nun verdiği hedeflerden birçoğunu eline geçirmiş olduğu gibi, bir kolu Hindistan, Pakistan ve

İran'a doğru gizli gizli uzanmakta, öbür kolu da İskenderun ve İstanbul'a doğru kımıldamaktadır.

Tarihimizde, bugün olduğu kadar hassas ve nazik bir geçit yaşadığımız çığır yoktur.

Demek ki; uydurulmuş olsa bile bu vasiyetname, Petro'dan sonraki çarlar boyunca tatbik mevzuu

olmuş bulunmaktan başka, Çarlığı deviren ve en hain küfür çarlığı kuran rejimin de temel ölçüsü

olmuştur.

BALTACI'YÎ HAZIRLAYAN VASAT

Büyük Petro, gördüğümüz gibi çalışır ve nefsâni-yetini ferdi haz ve menfaatlerinin üstünde tutucu

bir veod ile cemiyet plânında didinirken, onu bir ân İçin esazet kıskacına almış olmanın taislisiz

talihine sahip

m

Baltacı Mehmed Paşa, muhitine uygun olarak, ferdiyeti içinde mahpus ve basit nefsaniyeti altında

her türlü içtimaî alâkadan mahrum bir insan...

Bu nokta, dâvanın bam telidir.

Kabahat Baltacı'da değil...

O, içinde yetiştiği vasatın, Kara Mustafa'dan sonra aynı derecede fikirsiz, alelade, fakat sadık bir

örneği... Evet onu hazırlayan ve onun, birçokları gibi karşı çıkamadığı, mukavemet gösteremediği

bir vasat vardır.

Baltacı'yı hazırlayan vasat, Osmanlı devletinin 17. ve 18. Asırlar da tam mânasiyle kapıldığını

gördüğümüz, şahsî menfaat, rüşvet, desise ve gerekirse içtimaî faideyi arka plâna atma ve bütün bu

kötülükleri resmileştirme, modalaştırma havasıdır. Bu hava umumîdir

Bütün dış politika tesirleri, işte bu havayı hedef tutarak basan aramıştır. İsveç Kralı 12. Sari,

istanbul'a gönderdiği murahhası vasıtasiyle vezirlerin altun ihtirasını tatmin etmeyi en emin vasıta

bilmiş ve İsveç ile el ele Moskof u ezmek gibi siyasî, içtimaî, askerî, muazzam bir dâva uğrunda sâf

fikirden hiçbir şey elde edilemeyeceğini anlamıştır, işin garibi, Moskoflar da aynı yoldadır: Onlar

da, Türk toprağı ve hüJeümranlığından parçalar koparmak için, vezirleri öz vatanlarına ihanet

pahasına altuna, elmasa, cins kürklere boğmayı riricüc politika bilmişlerdir. Nitekim ilk resmî, Rus

elçisi (Tolstoy), İstanbul'a sadece (diplomatik) münasebetleri idareye memur, vekarh ve ciddi bir

elçi gibi gelmemiş, a-îâkalılara rüşvet dağıtımı görevinde plânlı bir casus o-larak ayak basmıştır.

Kurat'ın «Prut Seferi» eserinden şu satırlara dikkat:

«Barış icabı İstanbul'a gelen ilk. Rus elçisi ÇPJL

Tolstoy) un görevi ise sadece diplomatik değildi. Pet ro'nun emriyle, bulunduğu memleketin

askeri ve mali vaziyeti hakkında etraflı malûmat topliyacak, ayrıca Türkiye'de Rus ajanları da

bulmaya çalışacaktı.Rus elçisinin derhal Kudüs patriği ile temas ettiği anlaşdı yor. Kudüs

patriğinin yeğeni olan (Spilot) adlı bir Rum, kendisine yardım ediyordu. Rumlardan diğer bazı

kimselerin de Rus elçisiyle irtibat kurduktan bilinmektedir. Böylece Rus elçisi en kuvvetli desteği

azınlıklarda, daha doğrusu Rumlarda bulmuştur.»

Böyle bir siyasete imkân sağlayıcı vasat ne olabilir?.. Artık onu siz takdir edin!.. Sade bu kadar

mı?.. Aynı müellifin «Türkiye ve Rusya» adlı eserinden:

(Tostoy) Türkiye'de bilhassa şu maddeler hak kında malûmat toplayacak ve hükümetine

bildirecekti: Osmanlı İmparatorluğunun umumi durumu, ahalisi, i-dare şekli, devlet ricali, askeri

vaziyeti ve teşkilâtı, yabancı devletlerle münasebeti, varidatın arttırılması ve gizli askeri

hazırlıkların kolaylaştırılması hususunda alman tedbirler... Harp hazırlıkları yapılıyorsa, bunun

kime karşı olduğu, hangi milletlere karşı sempati beslendiği, devlet varidatının yekûnu, bunun

toplanma tarzı, gelirin eskisine nisbetle arttığı veya azaldığı, tran'Ia ticaretin vaziyeti, askerin

mikdan ve nerelerde bulunduğu, harbe hazır kuvvetlerin sayısı ve hazineden ne kadar maaş

aldıkları, donanmanın vaziyeti, Kerç boğazında herhangi bir kalenin yapılıp yapılmayacağı,

yapılacaksa mevkii ve hangi ustalar tarafından inşa e-dileceği, Ker boğzının tamamiyle toprakla

doldurulması meselesi, eğer buna karar verilmişse, ne zaman icra edileceği Cesar (Alman)

harbinden sonra Türk piyadesi ve süvarilerinin Avrupai nizama göre talim ettin-

86

lip ettirilmedikleri, eski usulün devam edip etmediği, Ocakcv (Özi), Akkermân (Turla üzerindeki)

ve Kili kalelerinin vaziyeti, eski usule göre mi, yoksa yeni tarzda mı, tabye usulü ile mi tahkim

edildikleri, bunun hangi ustalar tarafından yapıldığı, topçuların eski veya yeni nizama göre talim

yapıp yapmadıkları, kimler tarafından yetiştirildikleri, eski mühendislerin' ecnebi veya yerlilerden

mi oldukları, topçu mektebinin olup olmadığı... (Tolstoy) bu maddelerin dışında, Kudüs

Patriğinden başka Ruslara faydalı olabilecek kimseler hakkında bilgi verecekti. Rus elçisine

hükümetiyle yazışması için (şifreli bir alfabe) de verilmişti*

«Rus diplomatik münasebetlerinden biri de Osmanlı ricaline bilhassa kıymetli kürkler ve hediye

adiyle çokça rüşvet vermekti.»

Baltacı'yı yetiştiren vasatı, ona mikropların nasıl ve nerelerden sızmaya başladıklarına bakarak

anlayabilirsiniz.

Osmanlı Devleti, yedi iklim, dört bucağa sahipken, artık bütün ruhî kıymetlerinden yoksun, hem

maddî ve hem manevî bakımdan puslayı şaşırmış, hasta bir a-damdır.

Zaten çok geçmeden Türk'ün ismini yine Moskof koyacak değil midir?..

Hasta Adam!!!

BALTACI

Allahm, bugünkü Moskof'u ikibuçuk asır öncesinden engellemek ve yolunu tıkamak gibi en şerefli

fırsatı eline verdiği ve sonra o fırsatı kaçırttığı Baltacı Meh-med Paşa, hayal edilemeyecek kadar

küçük çapta, sonsuz ahmak, fakat hile ve desise zekâsında yekta...

8?

Lâle Devri kahramanı Üçüncü Ahmed, bütün vatanı soyar ve ırzına geçercesine fecî yeniçeri

ayaklanmaları sonunda taht'a geçtiği zaman, memleket de Kavanoz Ahmed, Kalaylı Koz gibi

serkerdelerin eline geçmişti. Cülusunun ertesi günü camie giderken, yolda, esr ki vezirlerin

başlarını isteyen âsilere «evet!» demekten başka çaresi kalmamış, sadece zevk, sefa, rahat ve ten-

perverlik düşkünü «Padişah-ı âlempenah» Osmanlı tarihinin en nazik devrelerinden birinde, felâket

gidişini durdurmaya en istidatsız biri olarak taht'a geçmiş bulunuyordu.

Kavanoz Ahmed Paşa, yeniçeri isyanları yüzü suyu hürmetine bir kalemde sadrâzam olmuş ve

sadrazamlığı rüşvet ve hırsızlık vasıtası bilmekten öteye hiç bir varlık göstermemişti. Öylesine

hırsız ve irtikâpçı ki, istiflediği altunlara kinaye olarak halk kendisine «Kavanoz» lâkabını

takmıştır.

Artık rezaletleri ayyuka çıkıp Sadaret Mührü kendisinden istendiği zaman, bu kadar dirayet ve

kabili-yetli(!) bir adama gösterilen kadirbilmezlik karşısında, mührü boynundan kaytaniyle beraber

koparıp teslim etmişti.

Arkasından Hasan Paşa, onun arkasından Kalaylı Koz Ahmet Paşa...

Kalaylı Koz'un tarifi birkaç kelimeliktir: Yalancı, nefsini övmekten başka bir şey bilmez, koyu

ahmak, kara cahil...

îşte Baltacı Mehmed Paşa'nın en yakın dostu, sırdaşı ve haldaşı...

İkisi de Baltacı ocağından yetişme; ve hep beraber, Kavanoz, Kalaylı Koz ve Baltacı köşeleriyle bir

cehalet, hamakat ve rüşvet müsellesi teşkil etmekteler...

Kalaylı Koz Kıbrıslı, Baltacı ise Kastamonulu...

îlk bakışta ayırd edici vasıfları, ruh ve fikirde zaif oldukları kadar beden ve adalede kuvvetlilik...

Cüsse, kelle - kulak yerinde....

«Harem-i Hümayun» a bakmaması için saray kapısının solunda ve zemin katı şeklinde yapılmış bir

bina... Derin ve rutubetli koğuşa bir taş merdivenle iniliyor, înilir inilmez, loş, kasvetli,

hapishanevâri kalbe soğukluk geçirici bir avlu... Avlunun etrafında duvara yazılı kitabeler,

çeşmeler, koğuşlar, ağalara mahsus oturma yerleri, kahve ocakları ve levhalarla ziynetli bir mes-

cid... Bu kasvet ocağını cennetten bir köşe farzeden şair, kitabelerden birinin üzerine şu mısraı

kondurmuştur:

.Cennet - âsâ bu cay-ı bihemtâ (Cennete benzer bu misilsiz yer)

îşte Baltacılar Ocağının mekânı!.. Kalaylı Koz ile Baltacı Mehmed'in, sarmaş - dolaş, içinde

yetiştikleri çevre...

Sabahlan güneşin ilk ışıklan bu Ocağa girmek için bir delik ararken, bir el, taş merdivenlerin

başındaki demir kapının tokmağım vurur, Baltacılara vazife saa-cmin geldiğini ihtar eder;

Baltacılar da, aralarında Kalaylı Koz ve Baltacı Mehmed, üzerlerinde Harem dairesini görmemeleri

için uzun ve dik yakalı elbiseler, Dâ-rüssuade ağalarınm içinden geçerler ve aJacakîan emre göre

saray hizmetlerine koyulurlardı. Bu arada dikkat ettikleri tek nokta, ağalardan birine yanaşmak,

göze girmek, oradan daha yükseklerine görünmek. Padişahın dikkat nazanna kadar sokulmak ve

Sadrazamlığa giden yolu açmaya bakmak... Sadrâzam olmanın, ne mektep, ne irfan, ne akü, ne fikir

ne eser, ne tecrübe, hiçbir liyakat ölçüsüne ihtiyacı düşünülemez.

Bilhassa saray entrikalarında ihtisas ve hile dehâ-

88

sı, birinci kıymet... Bu kıymette Baltacı Kastamonulu Mehmed, bir taneydi.

Baltacı Mehmed Paşa, en yakın arkadaş ve omuzdaşı, Kalaylı Koz'u sadaretten düşürmek ve yerini

almak için olanca hile ve desise kabiliyetini kullandı,

Kalaylı Koz o derece ahmak bir insandı ki, ö sıralarda İstanbul sularında görülen büyük bir balık

münasebetiyle, vezirlere :

— Ben kaptanlık ederken Akdeniz'de öyle bir balık gördüm ki, boyu Sarayburnundan Eyyüb'e

kadar uzanırdı.

Demiş ve kimse kendisine :

— Nasıl olur Paşam, insafa gel! Diyememişti.

Kendisini sırma ve altun tellerle maskara kılığına sokan, Padişaha karşı bile caka satmaktan geri

durmayan, hattâ «taht'a geçişini bana borçlusun:» demeye getirecek kadar ahmaklık ve küstahlıkta

ileriye gider, bu adamı düşürmek için zaten fevkalâde bir zekâya ihtîr yaç olmamak lâzımdı.

Baltacı, Kalaylı Koz'a, en yakın adamı gibi görün-inüş, onunla Baltacılar Ocağının omuzdaşlık

havasını riyakâr tavırlarla devam ettirmeye çalışmış, her hare-kei ve sözünü hikmet diye göstermiş

ve eski Sadrâzam devrinde saraydan uzaklaştırılmışken. Kalaylı Koz za-manmda Kaptan Paşalığa

getirilmişti.

Şimdi bütün gaye, efendisini düşürüp yerine geçmek...

Baltacı Mehmed Paşa, artık hile dehâsını işletmenin vakti geldiğini anladı ve tertibini yürürlüğe

çıkardı.

Kalaylı Koz'un kethüdalığmdan kovulma Osman Ağa ils birlik oldu ve plânlan basan kazanırsa

Osman

90

Ağa'yı, Dahiliye Nazırlığına denk makama getireceğini vâdederek kazandı. Peşinden Kalaylı Koz

ile Kızlarası'-nın aralan açık olduğunu öğrenip Ağa nezdinde tertibine yardımcı bir kanaat zemini

hazırladı. Derken Kalaylı Koz'u Şeyhülislâma musallat etti ve Şeyhülislam'ın ihtilâl çıkarmak

teşebbüsünde olduğunu telkin edsrek bunu Padişaha haber vermesini söyledi. Ahmak Sadrâzam,

gözü kapalı, bu teşviki yerine getirdi, Şeyhülislâmı Padişaha müzevirledi, fakat ispat etmeye davet

edilip hiçbir delil gösteremeyince apışıp kaldı. Padişah Kızlarağasına fikrini sordu, o da Kalaylı

Koz'un ele a-îınmaz, yerinde tutulmaz bir adam olduğunu söyledi. Hilekâr Baltacı bu kadarla

kalmadı, tekrar Kalaylı Koz'a koşup Padişahtan bir sual gelecek olsa, haberi Ocak ağalarından

duyduğunu söylemesini tenbih etti. Oyuncak Sadrâzam, kendisine felâket kurşununu çekecek olan

bu tavsiyeyi de yerine getirdi. Öte yandan yeniçeri büyükleriyle temasa geçti; kendilerine yüksek

mansıplar vâdeden Baltacının kurduğu şahitler, asıl Kalaylı Koz'un, askeri isyana davet ettiğini

söyleyip buna Şeyhülislâm ile Kızlarağasmın tesirleri de binince harikulade (mizansan) muvaffak

oldu ve Kalaylı Koz düştü, yerine Baltacı Mehmed Paşa Sadrazamlığa getirildi.

Baltacı Sadrâzam olur olmaz Osman Ağa'yı İçiºlerinin başına, yalancı şahit Tortumlu İbrahim

ağayı da Yeniçeri Ağalığına getirdi ve devlet işlerini, görülmemiş bir alâkasızlıkla askıda bıraktı.

Kendisine :

— Bu alâkasızlık nereye varacak? DeyleJ; ݺleri ne zaman ele alınacak?

Diye soran Padişah'a cevabı:

— Ben bu işin eri değilim! İki öküzle çiftçi olmam gerektir.

91

Bu1

Raşit Tarihinin Baltacı hakkında kaydı:

«— Umuru din ve devlete dimağı iktidarı olmayıp ol mesned-i vâlâya kudumundan beri her kârı

hîl-ü hud'aya mebni olduğundan asla kendüden bâis-i zikr-i cemil olacak bir işe muvaffak

olamayıp...»

Raşit Tarihinin, kafasız, hilekâr ve hakkında iyi bahsedilmeye değer hiçbir başarısı olmayan,

ahlâksız bir âciz diye kaydettiği Baltacı, ilk sadaretinden böylece sırf yetersizliği yüzünden atıldı ve

-Sakız'a nefye-dildi.

Ve işte şimdi o, hiçliği ortadayken getirildiği ikinci Sadrazamlığında Moskof'a açılan savaşın

«Serdar-ı Ekrem»!, başkumandanı...

Türk, Moskof'a karşı, ahlâk, akü ve kabiliyet yönünden en yoksun adamını bulmuş ve başbuğ

seçmiştir.

Baba ve oğul Köprülüler nerede?..

PRUT ÇENGDNDE SDYASÎ SAFHA

Üçüncü Ahmed'in Rusya'ya harp ilân etmesinde bir tekaddüm olduğunu kaydetmiştik. Bu bir

gerçektir ve Deli Petro'nun ummadığı, beklemediği bir zamana rastlamıştır. Yoksa hücum ondan

gelseydi, maddî zaferine rağmen manevî bakımdan Türk hezimetiyle neticelenen bu savaşın maddî

hezimetle de biteceğine şüphe yoktu.

Padişah Rusya'ya harp ilân eder etmez, hemen ve gevşek seciyesinden umulmaz bir tarzda savaş

hazırlığına girişti. Baltacı'yı «Serdarı Ekrem» tayin etti ve onun bu vazifeyi kıvırmakta ehil

olmadığını söylemesine rağmen inadında İsrar etti.

92

Valilere gönderilen fermanlarda toplanacak asker sayısı ve nakit miktarı ayn ayrı bildiriliyor ve

Anadolu valilerine toplantı yeri olarak Edirne, Rumeli valilerine de îsakçı sahrası gösteriliyordu.

İddiaya göre Büyük Petro, harp ilânını haber alınca hiç hayret etmemiş, yalnız beklemediği bir âna

isabet etmesinden yakınmış...

Onun için eninde sonunda Osmanlılarla çatışma zaten çekinilmesi imkânsız bir iş... Bizans

İmparatorlarının yerini tutmak ve Hristiyanî mânada eski Roma'-. yi yaşatmak, ona ilk hedef olarak

da Türkiye'yi göstermek sevdasındaki bu adam, Türklerin tekaddüm edici taarruzlariyle, sadece

zaman ve mekânı bizzat tayin edememiş olmanın zaaf tesiri altında bulunuyor, önünde Viyana

hezimeti ve Karlofça muahedesi, Türk'ü mahkûm edici iki hüccet olmasına rağmen hâlâ Moskof'ta

ve onun has temsilcisi Deli Petro'da, bin yıllık esaretin ukdesi yüzünden emniyet ve cesaret yoktur.

Ona topyekûn karşı çıkabilmek için uzun hazırlıklara ' muhtaçtır ve henüz o gün gelmemiştir.

Dâvası, baştan başa Türk hâkimiyeti altındaki topraklarda yaşayan Ortodoksluk dünyasını ele

geçirmek olduğuna göre, işe bu noktadan başlamak ve Balkanları ayaklandırmak lâzımdır.

Petro bu siyasetine yardımcı olarak Buğdan Voyvodası (Kantemir)i bulmuştu. Osmanlı nimetiyle

yetiş- * miş, Osmanlılar sayesinde yükselmiş olan (Kantemir), kaydetmeye değmez ki, azılı bir

Türk ve îslâm düşmanıdır. (Volter)in «Onikinci Şarl» eserinde kaydettiğine göre Voyvodalîğa

tayininin ertesi günü Osmanlılara ihanet etmiş ve Çar'ia anlaşmıştır. Pu anlaşmaya göre, Buğdan,

Rusya'nın himayesinde bir prenslik olacak ve (Kantemir) le arkasından gelecekler, bu prensliği

ömürleri boyunca idare edecekler... Bu vmİ karşılığında Buğr

93

I

dan Prensi, Çar'm emrine, 10 bin kişilik bir imdat kuvvetini hazır tutacak ve bu kuvvetin masrafı

Çar tarafından ödenecek...

Deli Petro'nun Prut Cengi başında siyasî tedbiri bundan ibaret değildi. Avrupa devletlerine birer

(memorandum) göndermiş ve onda açıkça tslâmlara karşı dinî bir siyaset takip ettiğini, gayesinin

Rumlan, Bulgarları, üîahlan, Sırpları Türk zulmünden kurtarmak olduğunu bildirmişti. Karadağ'a

gönderdiği murahhası şöyle konuşturmuştu:

— Osmanlı boyunduruğundan kurtulmak isteyen Ortodoks Hristiyanlar! Çarımızın emrine girin!!!

O, sizi halâsa kavuşturmak için Türklerle savaşacaktır!

Ve aynen, kelimesi kelimesine bir Avrupalı muharririn kaydettiği gibi, Çar murahhasa şöyle

dedirtmiştir: «— Herkes vazifesini yerine getirdiği takdirde vahşi İslâmlar Arabistan çöllerine

kadar sürülecektir!»

Ayrıca Makedonya ve Hersek Sırplarını elde etmek için binbir oyun; ve Kudüs

piskoposlarındanDMrine icat ettirilen bir efsane:

«— Kostantin'in mezan üzerinde bir yazı keşfettim. Bu yazıya göre Türkler, Avrupa'dan san bir

kavim tarafından sürülüp çıkarılacaktır!»

Petro'nun biricik dâvası, Avrupa'nın çoktan unuttuğu salip, tek politikası da salibi kışkırtmak ve

topye-kûn Moskof emrine almak... Yani Türk'e karşı kullanmak... Türk'ün şahsmda da îslânı'a kılıç

çekmek...

PRUT ÇENGDMDE İHZARİ SAFHA

(Voîter)e göre Petro'nun Balkanlardaki fesat teşebbüsü hiçbir netice vermemiş ve Rus

boyunduruğundan ziyade Osmanlı hâkimiyetinden emniyet hissi aîan

Ortodoks unsurlar büyük ekseriyetiyle Rus kışkırtmalarına sırt çevirmişti.

Hiçbir Osmanlı emeği olmaksızın kendi kendine meydana gelen Moskof siyasî başarısızlığı

sırasında Osmanlı hazırlık faaliyeti hızlandı ve savaşın ihzari safhası açıldı. İlk iş olarak

İstanbul'daki Rus elçisi tevkif edilip alelusul Yedikule'ye tıkıldı. Güya rehine...

Yeniden 30.000 yeniçeri, 1000 cebeci, 7000 topçu ve 3000 Mısır askeri kaydedildi. Erzak ve

zahirenin Selanik, Kavala ve tmroz iskelelerinden şevki ve oralardan alınması için emirler verildi.

Karadeniz yoliyle Kili isksle-sine çıkarılmak üzere 300 Şahı ve "Darpzen, 20 havan topu ve 45

okkalık gülle atar iri Şayka toplan ve birçok Balyemez topu gönderildi. Kaptan İbrahim Paşa

emrinde 80 kalyonîuk bir deniz kuvvetiyle Akdeniz'e çıkılırken Kaptan'ı Derya Mehmed Paşa

idaresinde de, küçüklü büyüklü 361 parça gemi, 35000 kişilik efrad kadrosiyle Azak Kalesinin

zaptına ve Karadenizde Moskof bandrası dîye bir şey bırakmamaya memur edildi. Donanmaya,

Demirbaş ŞarFın maiyetinden birkaç general ve bir miktar îsveç askeri de katıldı.

Bütün bunlar olurken, Baltacı Mehmed Paşa huzura kabul ediliyor, kendisine Padişah tarafından

«se-râser kaplu ve sade iki hil'at iibas olunuyor ve meya-nına bir mücevher şimşir ve bîr mücevher

tirkeş ihsan buyuruluyordu.» Başındaki haşmetli kallâvi kavuğa da iki mücevher sorguç

takılıyordu.

Tarihçi Ahmed Refik, hem Türk, hem de Rus ordusunun, Prut Seferine nizam ve kuvvetten

mahrum olarak çıktıklarım kaydeder. Teşhisi de gayet yerinde olarak şudur:

Rus ordusu gençliğinden ve acemiliğinden, Türk ordusu da ihtiyarlığından ve eski tecrübelerini

kaybetmiş olmaktan nizamsız ve zaif...

1

Buna Rus ordusunun hâlâ Büyük Petro tarafından kökleri kazınamamış hantallığını, ruhi

gevşekliğini, disiplin nefretini ilâve edecek olur, Yeniçerinin de artık öz vatan yağmacısı bir eşkiya

sürüsü haline geldiğini hesaba katarsanız, tarafların ne halde bulunduklarını ¦ kestirirsiniz.

Bereket ki, Türk'ün gözünde Moskof, o güne kadar bir hiçtir ve Yeniçeri, Nemçeliden duyduğu

dehşeti Rusa karşı hissetmemektedir. Karşısında zaif bir düşman belirdi mi, damarlarında Mohaç

Yeniçerisinin kanından ânî bir hararet seyyâlesi geçmektedir.

Artık Mısır askeriyle Anadolu piyade ve süvari askeri Çanakkale Boğazı yoliyle Gelibolu'ya

geçmekte, bir taraftan da Üsküdar'dan Beşiktaş'a maunalarla dalga dalga asker taşınmakta,

Kapukulu denilen Hassa Ordusu da Davutpaşa'da toplanmakta ve hepsi birden Edirne'de buluşmak

üzere yürüyüşe geçirilmiş bulunmakta.

Tuğlar kalktı ve şimal istikametinde kılıçların, mızrakların, şişhanelerin ve kavukların cümbüşü

başladı.

PRUT ÇENGDNDE ASKERÎ SAFHA

Baltacı Mehmet Paşa yürüyüş nizamım şöyle tertipledi :

Sipahilerle silâhtarlar öncü... Arkalarında Yeniçerilerle Kufobealtı vezirleri, beyîerbeyiler ve

maiyetleri... En arkada da ordunun ağırlıkları yük arabaları ve beygirleri...

Baltacı ordusu Kara Mustafa Paşa sürüsünü andı-ncı Mr kalaiselık ve haşmetle îsakçı'ya vanp

oradan

Falçi'ye yöneldiği zaman (strateji - sevkelceyş) bakımından Büyük Petro'ya karşı tam bir takaddüm

kazanmış bulunuyordu.

Petro telâşta... Ordusundan 20000 kişiyi (Şeraet-yev) emrine verdi ve cebri yürüyüşle aşağı Tuna'yı

tutmaya çalıştı. Kendisi de ana kuvvetleriyle harekete geçti. Geç kalmış olmaktan gelen bu telâşlı

hareket, Osmanlıların Tuna şimalindeki Hristiyanlarla dolu topraklara girmelerini önlemek ve

onların Ruslara kaîıia-madan Osmanlı idaresine boyun eğmelerini engellemek için...

Ruslar (Yaş) mevkiine varıncaya kadar binbir sıkıntı çektiler.

Petro da, yanında metresi güzel ve fettan (Mart -Katerina) ve daha birçok saray ve subay karısı,

(Yaş) a geldi ve Moldavya Voyvodası mahut (Kantemir) tarafından hürmetle karşılandı. Fakat

Moldavya Voyvodası (Kantemir) ile Ulah Voyvodası arasındaki düşmanlık Petro'nun hesaplarını

alt-üst etti. Ulah Voyvodası Osmanlı tarafını tutuyor ve 20.000 askerlik bir kuvvetle Petro'nun

hareketine karşı çıkmak cesaretini gösteriyordu. Anlaşılan, yakınlardaki Türk ordusunun, henüz

kıvamını bulamamış Moskof kalabalığını ezeceğinden ve Türklere sadakatinin mükâfatını

göreceğinden emindir.

Petro, birtakım çıkmaz sokaklarda başını sedlere çarparak çare ararken, birden şu haber geldi:

— Baltacı Mehmed Paşa çoktan geçtiği Tuna'dan sonra Prut suyunu da geçmiş ve Falçi'de ordugâh

kurmuştur!

(Şermetyev) nehir geçitlerini muhafazaya kalkmış-sa da muvaffak olamamıştır.

Kırım Hanı da yetişti ve muazzam süvari kuvvetini nehre salıp yüzdürerek karşı yakaya atladı.

Bir gecede dört köprü kurulmuş ve bütün onlu, rahatça karşı sahili tutmuş bulunuyor.

tşte tam bu sırada Rus ordusunun bulunduğu yer onu mahva götürecek kadar tehlikeli... Osmanlı

ordusu aynı hızlı ve (enerjik) yürüyüşüyle ilerleyip Buslan Prut suyuna dayayacak olursa Petro

kuvvetleri, karşısında Türk ve arkasında Prut, kıskaç içine düşürülmüş olacak; buna Tatar

süvarisinin ihata kolu da katıldı mı, artık Petro için kurtuluş ümidi kalmayacaktı. Ordugâhına bir

sürü kadm alacak kadar nefs emniyetine geçen ve ruhundaki Türk korkusunu yenen Petro, ancak

şimşek gibi hızlı bir cepheden yarma hareketinden başka hiçbir tedbire el atamazdı. Bunun için de

kuvvetinin yeterli ve askerinin gözüpek, hasmının da kendisinden yılgın ve mevki avantajlarından

faydalanamayacak kadar kör ve kötürüm olması lâzımdı.

Osmanlı ordusu 140.000, Petro kuvvetleri 60.000... Rus ordusu acemi ve Osmanlı ordusu düşmanı

küçümseyici bir meral üstünlüğüne ve eski hezimetlerin lekesini temizlemek hırsına sahip...

Ne olabilir?...

Sadece Büyük Petro'nun Türklerden böyle bir har reket beklememesi yüzünden düştüğü

ihtiyatsızlık, Osmanlıların da her şeyden habersiz Baltacı'ya rağmen kazandıkları (stratejik)

üstünlükten ötürü Ruslar sımsıkı kuşatılır ve başta yenileyicüeri Büyük Petro olmak üzere»

kadınları, hazineleri, silâhlan ve ağırlıkîariyîe topyekÛE Türk'e esir düşer.

Böyle oldu. Felâket ihtimalinin netice maddesi, akıl almaz şekilde gerçekleşmeksin birinci maddesi

yerini buldu. Yani Ruslar, Baltacı kuvvetleri, Prut nehri ve-Tatar süvarileri arasında kırılmaz bir

çembere alındı.

öyle bir ân ki. Petersburg'd&n Azak kalesine kadar Büyük Rusya idealine ebediyen elveda!.. .,

İki gün, geceli gündüzlü muharebeden sonra Adetâ kendi kendisine doğan (stratejik) vaziyet Büyük

Petro'-yu kapana sıkıştırınca, dört bir yanının çemberlendiğini gören Çar acı acı bağırdı:

«— tşte şimdi kardeşim Şarî'ın Poltava'da başına gelenden daha büyük bir felâkete uğradım !•

Dikkat edilirse düşmanı Şarl'a «kardeşim!» diyor. Zira o düşmanlık sûridir, kemik kavgasından

ibarettir, nihayet ikisi de Hristiyandır; şimdi uğradığı felâketse Müslümandan ve kökünü kazımaya

niyetli olduğu milletten gelmektedir.

Osmanlı ordusunda büyük bir muharebe şevki... Yeniçeri, günahlarını affettirmek istercesine bir

gayret içinde... Cevdet Tarihine göre uzun ve hızlı yürüyüşlerden sonra istirahat düşünmeden,

ayağının toziyle Moskof'a saldırmış ve kendi kendisine mecrasını bulan bix su gibi, kuşatma

tamamlanıncaya kadar saldırışım sürdürmüştür.

Ve nihayet Büyük Petro'nun sesi:

— Mahvoldum!

O sırada Demirbaş Şarl'm bir kaç adamı da Türk ordugâhında ve Bender'e haber uçurmuş

bulunmakta:

— Ruslar mahvoldu! Kral Hazretleri Osmanlı ordugâhına doğru derhal yola çıkmalıdırlar!..

Onikinci Şarl, maiyetine aldığı 40-50 subay ve ne-dimiyle atlara atlayıp Prut yolunda dört nala

ilerleye dursun... Göreceği, Türk zaferi değil, zafer bohçası içinde Türk'ün, Baltacı eliyle mühürlü

idam fermanıdır.

Kıskaç tamamlandıktan sonra hareket durdu. Artık Rus'un teslim bayrağını çekmekten başka

yapabileceği bir şey yok...

Bu vaziyette günler ve geceler geçti. Baltacı kıskaç hattının gerisinde «sâyeban-gölgelik» ismi

verilen çadırında, tahtvâri sedirinde kurulmuş, çubuğunu tüttürü-

yor; Petro ve yakınlan ise aç askerlerini doyurmak için harp atlarını kesip yedirmekten başka çare

bulamıyor. Rus ordusunda açlık o hale geldi ki, kuru ve yaş otlara, ağaç yapraklarına saldırır

oldular.

Bu durumda Baltacı ne bekliyor?.. Dört yandan bastırıp Moskof'un işini bitirss va!.. Havır, o

«armut piş, ağzıma düş!» politikasının adamıdır ve «armud'un», ağzına düşmesini beklemektedir.

Bilmemektedir ki, karşısındaki armut değil armut yemeye bayılan Moskof ayışıdır ve burnuna

halka geçmişken mutlaka yakalanıp sürülmesi ve zincirlenmesi lâzımdır.

Petro, hayatından ve eserinden ümidini kesecek ve artık her şeyin bittiğine hükmedecek halde...

Moskova'ya gönderebildiği bir mektupta şöyle diyor:

«— ݺte, yanlış fikirlere kapdmış olmaktan orduma 4 misli fark (gerçekte 2 misli) bir Osmanlı

ordusu tarafından kuşatılmış bulunuyorum. Yaradan, hiç ümit etmediğimiz bir zamanda

imdadımıza yetişmezse, bumda, her türlü gıda ve vasıtadan tamamen mahrum olduğumuz için ya

parça parça edilecek, yahut esir olacağız. Şayet Osmanlılar tarafından esir edilircem beni artık

Çarınız ve efendiniz saymayın! Hattâ el yazımı tanısanu bile tarafımdan hiçbir emir beklemeyin!

Bizzat kurtulun karşınıza çıkıncaya kadar beni gözleyin! Şayet mahv-olduğumu ve öldüğümü haber

alacak olursanız aranızdan en lâyık gördüğünüzü bana halef seçin!»

Petro, ancak vataniyla terabsr her şeyin eldsn gittiğini kabul eden bir kötür.asr usîûbiyle yandığı bu

mektupta, o zamanlar yirmibir yaşında bulunan oğlunu <fs Çarlıktan düşürmüş, onda kendisine

halef olmak kabiliyetini görmemiş oluyordu.

Petro son olarak mezbuh bir faarekste karar vsrdl ve canını dişine takarak Osmanlı hatları üzerine

şullaa-

mayı ve bir yarma hareketin» girişmeyi düşündü. Bunun için yakın adamı General (Şenaetyev)î

çadırına çağırarak emir verdi.

— Bütün ağurhklan, arabaları, her şeyi yakınız ve şafakta Osmanlı ordusu üzerine atılmaya

hazırlanınız!

Petro bu sözlerden sonra çadırında, yalnız kaldı ve sabaha kadar gözlerini kırpmadı. Yanına hiç

kimseyi kabul etmeden, taş gibi donmuş, bekledi.

KATERDNA VE...

ݺte Çarın metresi ve ileride karısı Katerina'nın zuhur ettiği ân!..

Rus ordugâhından alevler ve dumanlar göğe yükselir ve Büyük Petro, taş gibi donmuş, düşünürken

Kateri-na ortaya çıktı; ordugâhta çığlık koparırcasına ağlayıp dövünen kadınlar kalabalığını

susturdu ve generalleri toplanmaya davet etti. Yaralı olduğu için arabasından çıkamayan bir

kumandanın etrafına dizildiler.

Katerina hitap etti:

— Osmanlı hatlarını yarmaya kalkışmak intihardır. Söyleyin, doğru mu, değil mi?

— Doğru Madam!

— Esareti beklemek de ölüm... öyle mi, değil mi?..

— Öyle Madam!

— Öyleyse derhal Osmanlılardan mütareke ve sulh istemekten başka çaremiz kalmamıştır!

Efendim?..

— Evet Madam!

Şu halde Sadrâzam Baltacı Mehmed Paşa'ya hemen bu dileğimiz bir nâmeyle bildirilsin ve buna

(Şafi-rov) memur edilsin!..

Katerina ondan sonra ordugâha çıkıyor; kadınların, korkularından toprağa gömdükleri

mücevherlerinden

101

kendi elmaslarına kadar, subayların cepierindeki altunlar da beraber, ne varsa topluyor, sahiplerine

sonradan bedellerinin iade edileceğine dair, öz imzasiyle senetler veriyor ve bunları kocaman bir

elmas, pırlanta, yakut al-tun yığını halinde, nâmeyi de içine katarak, (Şafirov) eliyle BalUcı'ya

gönderiyor.

tik muhatap, hırsı, tamahı, hilekârlığiyle meşhur, Kethüda Osman ağadır.

Baltacı'nın kethüdası Osman Kâhya, efendisini parmaklarında çeviren, onun akü hocası mevkiinde

bir ki-şiciktir ve kişicikliğine rağmen Prut anlaşmasında oynadığı rol büyüktür. îleride kötülük ve

suistimallerinden kellesini verecek olan bu adam, zaten Baltacı'nın seciyesinde hazır bulduğu

istidada el atınca koca bir tarihin seyrini değiştirecek bir kararın tohumunu atmış oluyor:

«—Çar hele Başvekilini göndersin de bir çaresine bakalım!»

Bu söz, hakikatte her şeyi kabul etmiş olarak, Baltacı'nın (Şafirov) a ilk karşılığıdır.

Oûya Baltacı, bütün Rus ordusunun teslim olmasını teklif etmiş de, murahhas, Rus ordusunun,

canını dişine takmış vaziyette olduğunu, teklif kabul edilmediği takdirde var kuvvetiyle taarruza

kalkacağını ve esir olmaktansa son nefesine kadar ölmeye kararlı olduğunu söylemiş; ve Baltacı

bundan korktuğu için yumuşayıp anlaşmaya yanaşmış...

Böyle bir yoruma çocuklar ve deliler değil, kargalar büe güler.

Bahsi gelince görüşürüz.

Katerina’nın, elde hazır bir sebebi neticesinden ayıracak kadar tesirli müdahalesi, sadece ümitsiz

bir ânda gösterdiği (moral) kuvvetiyle olmuş, rüşvet ve hediye buluşu Türk Sadrâzamının mizacına

tam rastlamış, bu-

102

na Baltacı'nın ahmaklığı ve başarılı bir anlaşma yaptığı zanm da binince, Rus teşebbüsü meyvesini

vermiştir.

Bu arada tespit etmek gerektir ki, Katerina’nın Türk ordugâhına geçtiği Baltacı'nın çadırına

alındığı, orada Büyük Veziri ağlayarak, sızlanarak okşadığı, öptüğü, hattâ visalini teslim ettiği

baştan başa masaldır. Bir zamanlar karikatürlere kadar mevzu olan ve bütün aşağı takımca inanılan

bu masalda bir Türk Vezirini, koskoca Türk ordusu karşısında bir karı için vatanım fedaya razı

göstermek Türklük adına ayıptır. Hattâ aynı rolü, elmas ve al tunlara bile bağlamamak lâzımdır. O

devirde resmîleşmiş bir moda halindeki rüşvet Baltacı'' nın seciyesindeki çürüklüğe karşı, ancak

yardımcı bir tesir olmaktan ileriye geçemez. Ser şey ve meselenin en emin anahtarı işte bu

seciyenin merkezindeki dasitanl budalalık, içtimaî kayıtsızlık ve ne önünü, ne ardını görebilir kara

cahillikten ibaret...

Baltacı, şuurlu bir vatan haini değil, içinden yetiştiği kokmuş vasatı gösteren, hıyanet üstü bir

felâket seciyesinin sahibidir.

Katerina bu inceliği görebilmiş ve onu hedef tutmaktaki faideyi sezmiş olarak, kendi tarihinde bir

kâşif, bir kurtarıcı sayılabilir.

Artık Moskof Türk yumruğunun altından tamamen sıyrılmış ve Türk'ü Rus yumruğuna karşı tutucu

son iki-buçuk asırlık devreyi açmıştır.

103

MOSKOF YUMRUİU ALTINDA TÜRK

KATERÎNA

Anî buluşu ye (moral) şahlanışiyle, bilmeden, Mos-kofuri Türk yumruğundan sıyrılış ve Türk'ün

Moskof yumruğu altına giriş çığırını açan Katerina kimdir?

livonya'lı köylü kızı bir piç... Babası ortada olmadığı için 14 yaşına kadar onu bir papaz terbiye

etmiş... Ondördünden sonra (Glûk) isimli, yine papaz, bir pro-testanın yanma hizmetçi olarak

giriyor. Onsekiz yaşlarında İsveçli tiir subayla evleniyor ve kocasının îsveç -Rus savaşlarında

ölmesi üzerine Ruslara esir düşüyor. Derken General (Bauver), Mareşal (Şermetyev) ve en sonra

(Minçikof)un metresi oluyor. Nihayet Deli Petro, (Minkiçof)un verdiği bir ziyafette, asıl ismi

(Mart) olan Katerina'yı görünce, güzelliğine, edasına, zarafetine ve zekasına tutuluyor, onu

(Minçikof)un elinden çektiği gibi kendisine metres yapıyor. En sonra da onunla evleniyor ve

ölümünün arkasından köylü kızı piç fahişeye İkbal kapısı açılıyor.

Katerina'nın, taçlı fahişe denilecek kadar hafifmeşrep, fakat son derece derin seziş ve gayet sert bir

irade sahibi olduğu muhakkak... Bu seciyeye, Büyük Petro gibi bir adamın delilik buhranı geçirdiği

ve ne yapacağını bilemediği her ân kararını değiştirdiği bir demde,

107

onun tüyü bile titrememiş olması ve müthiş soğukkanlılık göstermesindeki mânayı da

ekleyebilirsiniz.

Deli Petro, Metresinin son ândaki buluşuna hemen teslim oldu ve ilk tecellilerden sonra ümitle

bekledi.

Katerina'nın Prut Seferinde oynadığı rolü, Akdes Nimet Kurat'ıh «Prut Seferi ve Barışı» eserinden

(Bru-ce) isimli bir görgü şahidine ait şu satırlar anlatır:

«Muharebenin dördüncü günü, Çar, elimizde gerek büyük ve gerek küçük harb silâhı için ancak

üçer kurşun (ve mermi) kaldığını öğrenince, bütün ordudaki zabit terin ve neferlerden bir

mikdanntn kendisine refakat etmelerini emretti. Çarın maksadı gece Türk ordusunu yarmak ye

Transilvanya tariki ile Macaristan» varmaktı. Çariçe, bu çok cüretkârane karan haber alınca, bu

suretle zevcinin ve Rus ordusunun düşeceği tehlikeyi derhal anlamış ve bizim hepimizi kurtarmaya

yarayan daha iyi bir çare bulmuştu. Çariçe, ordugâhta para, gümüş tabak, sofra takımı, mücevherat

namına ne varsa toplamış ve bunları sahiplerine bilâhare ödeyeceğine dair, kendi namına bir senet

vermişti. O, bu yüksek kıymetteki he diyelerle, Büyük Veziri sulhun akdine muvafakat etmeye razı

edebilmişti.»

Müellif bu şehadeti tespit ettikten sonra kendi fikrini belirtiyor :

«— {Bruce)in burada söylediği sözlerin, hiç olmazsa bir kısmının, doğru olduğunu görmüştük.

Meseleyi Eus ordusunun (20 Temmuz Pazartesi) her tarafından aydınlatmak için biraz geriye

gitmek mecburiyetindeyiz, kuşatılmasını müteakip, Eus taburunda arka arkaya Çarın huzura ile

boyuna istişare meclisi yapılmakta idi. Bunlara Katerina'nın da iştirak ettiğini öğreniyoruz. Çar bir

mlkdar askerle Türk ordusu hatlarını yarıp Transil fanyaya gitmek plânını bile kuruyor. Fakat

Katerina,

Î08

(Şafirov) tarafından ileri sürülen, Türklerden sulh İstemek teklifini canla başla müdafaa ederek

Çar'a buna kabul ettirmeye muvaffak oluyor. Petro ise, ne düşünecek ve ne de karar verecek bir

vaziyettedir, tşte Petro'-yu o anlarda bir sinir buhranına tutulmaktan Katerina'nın orada

bulunmasının kurtarmış olduğa anlaşılmaktadır. (Bruce)in dediği veçhile, Katerina —Türk ricaline

hediye Ve rüşvet vermek sırası geldikten sonra— taburdaki kıymetli eşyayı yığarak ve zabitlerden

para toplayarak bu işde ön ayak oluyordu. Katerina'nın bu msina»-tetîe kendi mücevheratından da

ne varsa vermiş olduğunu kabul edebiliriz. Lâkin Katerina'nın bizzat Baltacı Mehmed Paşa’nın

çadırına giderek Türk Başkumandanına yalvarması kat'iyyen varid değildir. Bu hususta söylenen

sözlerin hiç bir esası yokturj»

İlmî ve fikrî gerçek teşhis şudur ki, Katerina, patlamak üzere bir dinamit fitilinin üstüne su küpünü

deviren ve böylece patlamaya mâni olan bir çocuk kadar şahsiyle ele alınmaya değersiz olsa da,

vesile teşkil ettiği büyük hadise bakımından son derece ibret vericidir. Türk'ü yok etme plânının en

uzak ve yabancı şahsı, sonunda o plânın gerçekleşmesi şartını keşfeden insan olmuştur. Kader

cilvesi!..

ANLAŞMA

Rüşvet hırsı ve hususiyle idraksizliği ve içtimaî alâka hissine ufaklığı yüzünden hemen Moskof

tu"*ına dü-şüveren Baltacı, başlangıçta kem küm ettikten birkaç tehdit savurduktan sonra yelkenleri

suya indirdi vs ilk iş olarak 6 saatlik bir ateş kesmeyi kafeul etti.

Bu müddet içinde anîâşma şartlan konuşulacaktır.

10P

Yanında daima kethüdası Osman Kâhya hazırdır ve efendisine karşı el-pençe divan, Rus

murahhasının arzularını desteklemektedir. Baltacı, 6 saatlik mütareke hükümlerine o kadar sadıktır

ki, o sırada atlarına ot aramaya çıkan Rus ordusundan iki Îtalyanı esir ettikleri için birkaç tatarı

hemen cellâda teslim ve İtalyanları saygiy-ie Ruslara iade etmiştir.

Müzakere başlamak üzere... Ordugâhta bulunan Tatar Hanı Devletgiray ile Demirbaş Şarl'ın adamı

(Pon-5%tofski) anlaşmaya şiddetle ay kın...

Devletgiray, gücü. yettiği nispette Vezir'i Azam'a, yalvancı bir dille çıkışıyor :

— Devletlim, ne yapıyorsunuz?.. Fırsat bu fırsatken hiç koyuverilir mi düşman?.. Bari Çar, Tatar

hanlarına yılda 40 bin Duka altunu vermeyi kabul etsin!.. Hıyaneti ortada bulunan Moldavya

Voyvodasını da cezalandırınız I

Demirbaş Şarl'ın adamı ise kendi bakmandan istirham etmekte:

— Hiç olmazsa İsveç Kralının selâmet ve emniyetini sağlayıcı noktalar da girsin anlaşma

şartlarına!..

Baltacı bu tekliflere kavuk sallamakta, fakat zerrece kıymet vermemektedir.

Sonunda değiştirilmek ve Rus isteğine döndürülmek üzere tespit edilen ilk Osmanlı teklifleri;

1 — Rus taburundaki bütün top, tüfenk ve sair cenk aletlerinin Türklere teslim edilmesi...

2 — Lehistan'ın tamamiyie Ruslar tarafından tahliyesi; ve bundan sonra Leh işlerine Rusların

kat'iyyen karışmamaları...

3— Bundan böyle Huşların Ukrayna'ya müdahale etmemeleri... Haraba^ ve Potkalk

Kaz&klarınin, kat'Dy-yen Rusların müdahalesi olmaksızın istedikleri kimseyi Hetraan

seçebilmeleri...

310

4 — Azak kalesinin ve çevresinin, vaktiyle Türkler den nastf alınmış ise o halde iadesi...

5 — Şamar damağındaki Şamar kalesi ile daha berideki Yeni kalenin yıkılması...

6 — Azak denizindeki Rus donanmasının Türklere teslim edilmesi...

7 — Tatar Hanına, eskiden olduğu gibi, senevi verginin ödenmesi.

3 — İsveç Kiralının istediği yoldan kendi memleketine gitmekte serbest olması ve buna Rus Çan

taraf ın-dan asla mümaneat edilmemesi...

9 — Boğdan Voyvodası Kantemir oğlu Dimitri'nin Türklere teslim edilmesi...

1Q — Raguzalı Savva'nın da Türklere teslimi...

11 — İstanbul'daki daimi Rus Elçiliğinin ilgası...

12 — Rusların Boğdan ve Eflâk Beyliğinde yaptıkları zarar ve ziyanın karşılığı olmak üzere,

muayyen bir para ödenmesi...

13 — Bundan böyleRusların reaya (Türkiye'deki gayrimüslimler) işlerine hiçbir veçhile

müdahale etmemeleri...

14 — Taahhüt olunan hususlar yerine getirilinceye kadar Rus Başkumandanı (Şermetev)in

Osmanlı ordugâhında rehine olarak kalması...

15 — Rusların elindeki müslüman esirlerin serbest bırakılması...

Türk yumruğu altında ileriye sürülmesine rağmen Baltacı'nın anlaşmayı kabul ettiği ânda Türk'ü

Rus yumruğuna teslim etmiş sayılacak bu maddeler, asla kabul edilmedikleri bir tarafa, kabul edilse

bile şu mânayı taşıyordu :

— Bu zamana kadar benden aldıklarını geri ver; sonra da beni yıkmak için yine kendi kendine,

rahat rahat çalış!.. . , ;.

111

Üstelik Büyük Petro'nun bütün avenesiyle esir ve yok edilebileceği şartlar içinde bile bu maddeler

Ruslarca reddedilirse hangi İzaha sığar?..

Neticede Ruslarca anlaşma şu :

Azak kalesiyle eskiden alınan yerler geri veriliyor, bazı kazakların işlerine karışılmaması teahhüt

ediliyor, İstanbul'da Rus sefiri bulunmamasına razı olunuyor, Demirbaş Şarl'in serbestçe yurduna

dönmesi kabul ediliyor, rehine olarak (Şafirov) ile (Şermetyev)in Osmanlılar elinde kalmasına ses

çıkarılmıyor ve bunlara mukabil Büyük Petro'nun, ordusu başında, silâhını teslim etmeksizin

kıskaçtan çıkarak rahat rahat çekilip gitmesi şart koşuluyor.

îlk teklifin birinci, ikinci, üçüncü, altıncı ve yedinci maddeleri kabul edilmemiş; silâhlar teslim

olunmamış, Lehistan işlerine karışmamak dâvası Türkiye'ye de teşmil olunarak benimsenmiş,

Kazaklan serbest bırakma bahsi müphem geçilmiş, donanma verilmemiş ve Tatarlara vergi

ödemeye yanaşıîmamıştır. Anlaşma Türkiye hesabına gayet pasiftir ve Baltacı, çember içine aldığı

Moskof iradesine mağlûptur.

Muahede 23 Temmuz İTÜ'de imza edildi; ve Büyük Petrc ordusunun başında silâhları elinde,

trampete ve boru sesleriyle ve (hurra!) nidalariyle, artık Türk'ü Moskof yumruğuna karşı tutmak

azmini büsbütün kuvvetlendirerek, Baltacı'run açtığı yoldan süzüldü, gitti.

BALTACI VE DEMDRBAŞ ŞARL

Benderdeki Onikinei Şarl'a, bütün ümidini Türk zaferine bağlamış bulunduğu bir demde, Osmanlı

ordugâhında bulunan adamı eUyls, zaferta gerçekleştiği ve çabucak ordugâh* yetişmesi gerektiği

yolunda bir mek-

tup yazıldığından bahsetmiştik. Demirbaş Şart, Prut muahedesinin imzasından 1 gün önce aldığı bu

mektup üzerine hemen atına atladı ve maiyetine aldığı kişilerle beraber, gece ve gündüz dört nala

giderek 150 kilometrelik bir mesafeyi 24 saatte kesti.

Kurat'tan takip edelim:

«Kral şu manzara ile karşılaştı: Nehrin Öbür tarafındaki ova ufuklara kadar Türk çadırları

tarafından işgal edildiği gibi, uzakta ormanlık sahaya yakın sağ köşede Tatar çadırları da

görünüyordu. Çadırlar arasında karınca gibi insan kalabalığı mevcuttu; fakat Rusların bulunması

lâzımgelen saha boştu. Bundan Rusların gitmiş oldukları anlaşıldı. Ta uzakta Rus kıtalarının ardçı

kısımları görünür gibiydi. Kral bunun farkına varınca birdenbire şaşırır gibi oldu ve izahat almak

için kendi adamlarının gelmesini beklemeğe başladı.»

«Kral bu suretle Türklerle Ruslar arasında bir uzlaşma akdedildiğini ve buna kendisinin idhal

edilmediğini öğrenmiş oldu. Bu haber üzerine Kralın fevkalâde müteessir olduğunu kolayca tahmin

edebiliriz; çünkü Şarl bu sefere bütün ümitlerini bağlamış ve zaferden sonra bütün emellerine

kavuşacağını ummuştu. Halbuki durum hiç beklenilmeyen bir inkişaf arzetmekte idi; Türkler vâkıâ

zafer kazanmışlardı; fakat bu zaferden tsveç için bir menfaat temin edilmek: şöyle dursun, hattâ

Kralın şahsını doğrudan doğruya mutazarrır edecek maddeler bile vardı. İlk anda çok müteessir

olması* na rağmen Kralın çabucak kendisini topladığını ve vaziyeti kendi lehine döndürmek için

teşebbüste bulunmaya karar verdiğini görüyoruz. Baltacı Mehmet Paşa ile görüşüp, akdedilen sulha

bakmaksızın Rusların takibine girişmek, Çarı ve ordusunu mahvedip tsveç için elde edilmesi

lâzımgelen şartlan Ruslara kabul ettirmek... Rus ordusunun feci durumunu nazarı itibara alan Kra-

un, bunu kolaylıkla gerçekleştireceğinden emin olduğu anlaşılmaktadır.

Baltacı Mehmed Paşa Kralın geldiğinden haberdar edilince, Mustafa Paşa'yı gönderdi ve Krala (boş

geldiniz) selâmını yolladı. Mustafa Paşa Sadrâzamın selâmını iblâğdan sonra, Baltacı Mehmed

Paşa'nın şu anda fev. kalâde meşgul bulunduğunu, Rus askerlerinin çekilmelerini takib ettirdiği

gibi, Türk ordusunun da kalkması için tedbirler almakta olduğunu söylîyerek, efendisinin Kralı

selamlamaya gelemeyişindenötürü özür diledi. Mustafa Paşa'nın söylediğine göre, şayet Kral

otağa kadar gelmek zahmetine katlanırsa, SaJnâzam bundan fevkalâde memnun kalacaktı. Şarl

zaten Baltacı Mehmed Paşa ile görüşmeyi arzu ettiğinden, ata binerek nehrin sağ sahiline —atını

yüzdürerek— geçti. Kral, Sadnâza-mın çadınna gitmeden önce, Devletgiray Hanın otağına uğradı.

Fakat Hanı bulamadı; bunun üzerine Baltacı Mehmed Paşa'nın çadırına doğru gitti. Sadriâzam tsveç

Kralının gelmekte olduğunu öğrenince, yanına birçok yüksek rütbeli ağalan alarak, ata bindi ve

Kralı karşılamaya gitti. Baltacı Mehmed Paşa ve maiyeti Şarl'm yaklaşmakta olduğunu görünce, bir

tarafa çekilmişler, atlarını durdurarak Kralın gelmesini beklemekte idiler. Sari birazdan oraya

gelirce, Sadriâzam çok aşağıdan bir teirenna yapmak suretiyle Kralı selâmladı; selâmlıyanın

Sadrıâzamın ta kendisi olduğu söylendiği halde, Şarl buna hiç ehemmiyet vermedi; Saânâzanıı

görmemezîiğe geldi, başçadıra doğru yoluna devam etti; otağa gelince atında» indi, çadıra girdi ve

en baş köşedeki koltuğumsu b'r yere oturdu. Kralın üstü başı toz ve çamur içinde idi; hele çizmeleri

toz toprakla örtülü idi; uzun bir yol katettiği ve üstbaşını temizlemeye vakit bile bulamadığı açıkça

görülüyordu. Şar! çadıra girince, orada bulunanlara, Sadrıâzanun nerede olduğunu sormakta iken,

Baltacı Mehmed Paşa Devletgiray Hanın refakatinde İçeriye girmiş bulunuyordu. Sadnâzam ve

Devletgiray Han Kemal i hürmetle temennada bulundular. Kral İse hafifçe şapkasının kenarına elini

dokundurmak suretiyle mukabele etti. Baltacı Mehmed Paşa ile Kral Onikinci Şarl arasındaki

meşhur görüşme işte bu şekilde başlamıştı.»

Bu teferruat, Türk'ün yumruğuna açık bırakıldığı ikinci devrede, Baltacı'nın hem ce ecnebi bir

hükümdar tarafından hesaba çekilişini göstermesi bakımından gayet kıymetlidir.

iktibasımıza devam ediyoruz:

«Bu mülakatta neler görüşüldüğü tefemıatiyle bilinmiyorsa da heyet i umumîyesi itibariyle, gerek

Kralın ve gerek Sadnâzanun neler söyledikleri malûmdur. Çünkü bu mülakatta hazır bulunan

(Savary), enteresan kayıtlar bırakmıştır. Halbuki bizim kaynaklarda verilen malûmat gayet azdır.

Diğer taraftan (Ponyotovski) de, gerek o sıralarda yazdığı mektuplarında ve gerek bilâ-hara

tertibettiği (Haşiyeler) inde bu meseleye hiç temas etmiyor; halbuki, kaleminden çıkan malûmat

bizi yakından alâkadar ederdi. Bu suretle ortada en mühim kaynak cîarak (Savary) nin yazısı

kalıyor. Mamafih bu yazının mezkûr vak'adan 20 yıl sonra kaleme alındığını na-zar-ı itibara almak

gerektir. Nihayet mülakattan üç gün sonra kaleme alınan (Von Kochen)in (Daçbok)undaki bazı

enteresan malûmatı da göz önünde bulundurmak icab eder. Bunlara, bizim kaynaklardaki, az da

olsa, bazı kayıtlan da katmak sure'iyle bu meşhur görüşme hakkında oldukça doğru bir fikir

edinecek durumdayız.

Baltacı Mehmed Paşa'nın emriyle fuzûli kimselerin cadın terketnıelerini müteakip, Şarl sözüne

devamla:

— Burada çok güzel bir ordu toplanmıştır!

Dedi.

115

Baltacı Mehmed Paşa :

— Allah'ın yardımiyle bunu yapabildik. Cevabını verdi.

Kral:

— Ne yazık ki, bu ordudan lâyıkı veçhile istifade olunamamıştır!

Sadnâzam :

— Artık bu orduya ihtiyaç kalmadı, zira arzu edilen her şeyi elde ettik.

Bu arada kahveler geldi; kahve faslı bittikten sonra, Şart tekrar söze başladı. Sadnâzamın, Padişahın

kendisine (yani Krala) verdiği sözün hilâfına olarak, Kralın ve Padişahın haberleri olmaksızın

Ruslarla sulh akdettiğini ve Babıâli ile kendisi arasında mevcut dostluğa ve anlaşmaya

bakmaksızın, İsveç'in menfaatlerinin kafiyen gözetilmemiş olduğunu, yalnız isveç'in değil, Dev-let-

i aliyyenin bile menfaatlerinin ihmal edilmiş olduğuna, Çarın ve Rus ordusunun düştüğü feci

vaziyet nazar ı itibara alınarak sulh akdedilirken bu kadar ehemmiyetsiz şartlarla iktifa edilmemesi

lâzım geldiğini, Ruslardan şimdikinden daha büyük menfaatler koparmak imkânı olduğunu, hattâ

Devlet-i aliyyenin zararına var kuvvetiyle çalışmış olan Rus Çarını, ailesi ve bütün ordusu ile

birlikte esir olarak Padişahın ayağına göndermek mümkünken, bunun yapılmadığını, Baltacı

Mehmed Paşa'ya birer birer söyledi.

Baltacı Mehmed Paşa Kralın bu ithamlarına şu tarzda mukabelede bulundu :

— Eğer herhangi bir düşman âmân diler ve harbe sebep teşkil eden cihetlerin tamirine muvafakat

ederse, Türk kanunlarına, yani şeriate göre o düşmanın (Çarın) tekliflerinin kabul edilmesi icap

eder. Çünkü Çar, sulh akdederken, bizim arzu etmiş olduğumuz bütün şartlan kabul etmiştir.»

116

Kafası baltayla kesilmeye lâyık Baltacı'nın, bir de insan havsalasını yakacak bir sözü var:

— Eğer ben Deli Petro'yu esir veya yok etseydim, memleketini kim idare ederdi?

Tarihin bir eşini kaydetmediği destanlık hamakat...

BALTACI'NIN ÖZÜRLERD

Baltacı Mehmed Paşa, gerek Onikinci Şarl'a, gerekse yakınlarının suallerine karşı verdiği

cevaplarda kendisini 3 nokta üzerinde savunur ve özürlerini bu noktalar üzerine bina etmeye

savaşır:

1 — Âmân dileyene kılıç çekilmez, İslâm Şeriati buna emreder.

2 — Çarı yok etseydim, memleketini kim idare ederdi?

3 — Deli Petro, anlaşmaya gidilmediği takdirde bir yarma hareketine girişmeye kararlı olduğuna

göre, ya bu yarma hareketi muvaffak olsaydı da 10 küsur yıl önceki Viyana bozgunu gibi bir

felâket meydana gelseydi ne olurdu?

Birinci madde:

Mukaddes şeriate, onda olmayan mânâları isnat, böylece şeriati istismar ve nefsanî hallere âlet

etmek, kaba softa ve ham yobazın birinci (karakteristik) şiarı olduğu gibi, dâvayı hudutsuz bir

cehalet ve hamakatle tersine çevirmenin, dolayısiyle şeriata ihanet etmenin en acıklı şeklidir.

Şeriatin «aman dileyene kılıç çekilmez!* ölçüsü, mağlûp, âciz, pişman, samimî olana ve artık bir

daha eski haline dönmeyeceği emin bulunana aittir. Deli Petro ise mağlûp olmak üzereyken bu

vaziyetten kurtarılmış acizlikle hiç alâkası yok; ne pişman, ne samimi,

117

sadece eski halinde devam etmek için düştüğü çukurdan çıkmaya bakan su katılmamış bir gâvur

olduğuna göre Karlofça Muahedesi sıralarında müslümanları «kâfirler» diye anan bu gâvura tslâm

Şeriatinden, nasıl, hangi iman ve itikatla imdat umulabilir?.. Koca Haz-ret-i Ömer'in Bedr

Gazasında bütün kâfirleri kılıçtan geçirmek gerektiği içtihadı ortada ve îslâm tarihi hem âmân

kabul edileceği, hem edilmeyeceği şekilleri gösterir misallerle doluyken, «kurtul da îslâmı rahat

rahat ez!» gibilerden bir edaya şeriatten nasıl senet istenir?

Nihayet böyle bir eda, mukaddes şeriati kendi ruhu ve emriyle tatbik etmek değil, Deli Petro'nun

ruhuna ve emrine tâbi kılmak olur ki, îslâmın baş düşmanını korurken tslâmı batırmaya gider.

öyleyse bu madde üzerinde zavallı Baltacı'nın halini takdir edin!..

İkinci madde:

Tahlile değmeyecek kadar gülünç bir deli saçması!.. Yani «yılanı öldürsem yavrularını kim besler

ve yılan nesHni kim üretir?» gibi bir şey!.. Öldür ki, neslini . besleyen olmasın, nesli kurusun!..

Üçüncü madde :

. Çepçevre kapana girmiş, birer atımlık kurşunu kalmış, atlarını ve esterlerini yiyip bitirmiş, ezgin,

bitkin, topyekûn ruhu ve maddesiyle çökük bir düşmana karşı, ne derecede çürümüş olursa olsun,

kendi askerinden şüphe etmek kadar aşağılık bir fikir olabilir mi?.. Madem öyleydi, galip gelindiği

halde bile Yeniçeriye gü-venilemezdi, sefere niçin çıkıldı?.. Ya tersine, mağlûp olunsaydı ne

yapılacaktı?

Kaîdı ki, gerçekten çürümüş bulunan Yeniçeri, Prut kuşatmasındaki duraklama günlerinde «ileri

ha-

118

reket, ileri hareket!» diye bağırmış ve ancak mağlûp ettiğini gördüğü zaife karşı arslan kesilme

seciyesini bilhassa Prut seferinde göstermiştir. Yeniçerinin, askerî, ruhî, her bakımdan kendisini

destekleyici şartlar içinde, birdenbire bozguna düşeceğini, paniğe kapılacağını sanmak, ne haince

fikir!..

Baltacı'nın özürlerinde, suçuna suç katmaktan başka hiçbir şey yoktur.

Rusya onun sayesinde Rusya olacak ve Türk'ü yumruğu altına alacaktır.

İFLÂS

Hâdise, askerî zeminde olduğu kadar siyasî sahada da bir iflâstır; kuvvetini kullanamaz ve eserini

semere-lendiremez hale gelmiş olmanın çizdiği hazin iflâs manzarası...

Baltacı, Büyük Petro'yu zararsız hale getirmeye muvaffak olduktan sonra Moskof'un gidişine

(stop!) diyebileceği gibi, hiç olmazsa onun serbest bırakılmasını pek ağır pahalara ödetebilir, bizzat

Petro'yu eserine başlamamış ve""artık eserini yürütemez hals getirebilirdi.

Bu kadar bile yapılamamış ve Büyük Petro, kazandıklarını değil de, Osmanlılardan kopardıklarını,

muvakkat bir zaman için geri vermekle, şahsının ve milletinin canını kurtarmıştır. Onun ve

Moskof'un îslâma ve Türklüğe zıt ve düşman gelişmesini bizzat müslüman ve Türk, Baltacı

Mehmed Paşa korumuştur. Deli Petro'yu Baltacı'nın baltasından kurtaran bizzat Baltacı'-dır. Eğer

bu zavallı, işlediği suçun mahiyetine nüfuz edebilseydi, kahrından ölürdü. Siyasî sahada olsun, Pet-

119

ro'yu ağır zararlar altına sokamamak ve «benden çaldığını ver ve defol, işinin başına git!»

demekten farksız bir anlaşma ne demektir?..

Nitekim Deli Petro, kendi canını ve Rusya'nın istikbalini kurtarmak için her şeyi fedaya hazırken,

bu kadar hafif şartlarla kurtulduğunu görünce keyfinden çılgına dönmüş, Katerina'yı nasıl

azizleştireceğini bilememiş ve bir müdet sonra onu tmparatoriçesi yapmış, bir de adına (Sent

Katarin) isimli bir nişan icat ederek, lazerine «vatana muhabbeti ve sadakati olanlara» diye bir yazı

yazdırmıştır.

Petro, ordusiyle beraber çemberden çıkarılmak uğruna her şeyi feda etmeye hazırdı.

Ahmed Refik tarafından (Valizevski) nin «Büyük Petro» eserinde tespit edildiğine göre, Çar,

bundan evvel bütün harplerde Rusların eline geçmiş ne kadar kale ve toprak varsa hepsini birden

geri vermeye ve bütün şimalî kıyı şehirlerini İsveç'e bırakmaya, (Petersburg) dan içerilere doğru

Rus topraklarından bir kısmını bile gözden çıkarmaya Polonya'dan el çekmeye ve (Les-çinski) nin

tekrar Lehlilere baş olmasına, ayrıca Osmanlı Padişahına büyük servetler takdimine razıydı.

Ama?.. îki kolunu ve iki bacağını vermeye razı iken tırnağını vermekle kurtuldu.

Baltacı Mehmed Paşa'nın 3üyük Petro'dan, canı elinde iken isteyecekleri şunlardı:

1 — Karadenize bütün sızmalar durdurulacak ve Rus sınırlan şimalde, şarka doğru (Dinyeper)

gerisine alınacak...

2 — Azak kalesi, şimal ve şark yönünde en aşağı 100 kilometrelik bir (hinterland) ile Türklere

teslim e-dilecek...

3 — Kırım Hanlığına en küçük tehdit durumu bırakılmayacak ve vergi verilmekte devam

edilecek...

120

4 — Şimalî Kafkasya ve Hazer taraflarında askeri avantaj mevzileri terkedilecek...

5 — Şimal kıyılan Rusya içerilerine kadar, top-yekûn tsveç'e mal edilecek...

6— Lehistan, eski liderine teslim edilecek ve her türlü Rus müdahalesinden uzak

bulundurulacak...

7— Balkanlara ve Türk topraklarındaki Ortodokslara hiçbir §ekilde hulul ve nüfuza

kalkışılmayacağı ga-rantilenecek...

8 — Mevcut Rus donanması ve kuşatılmış ordusunun bütün silâhlan galiplere teslim olunacak...

9 — «Devlet-i Âliyye» ye harp tazminatı olarak büyük bir meblâğ ödenecek...

Bütün bu şartların biricik müeyyidesi de, yerlerini buluncaya kadar ordusunun serbest

bırakılmasına mukabil elde tutulacak olan Büyük Petro'dur.

Farzedelim ki, bu şartlar kabul edilmedi ve Deli Petro, bunlan kabul etmektense şahsını ve

ordusunu feda etmeyi göze aldı; o takdirde Büyük Petro'nun şahsını elde tutmak, öbür

maiikiyetlerden daha üstün olurdu; ve Rusya'yı Rusya yapmak işinde ondan başka biri kolay kolay

çıkamazdı. Geride kalanlar da nasıl olsa, de-nizsiz ve steplerden ibaret bir Rusya içinde eski

hallerine dönmeyi sineye çekerlerdi, isveç'in Osmanlılardan yana olmasına bir de Fransa'nın Nemçe

düşmanlığını ve Nemçeli gözünde Moskof itibarsızlığını ekleyecek olursanız, o zamanki ittihatsız

Batı dünyasından da toplu bir muhalefet hareketi gelmeyeceğini ve Baltacı'r.ın kılıcını pahalıya

satmakta zorluk çekmeyeceğini teslim edersiniz.

Yazıklar olsun ki, Baltacı, kılıcını pahalıya satmak şöyle dursun, onu kıracak olana bir meteliğe

hediye etti.

121

Kiliselerde çanlar çalma dursun. — Rusya kurtulmuştur!

TEPKDLER

Hezimet üstü hezimet telâkki edilmeye lâyık Prut anlaşmasından acaba tstanbul, Saray ve Babıâli

ne anlamıştı?..

Buna Kurat'ın «Prut Seferi ve Barışı» adlı eseri şu cevabı veriyor:

«Baltacı Mehmed Paşa’nın Osman Kâhyayı istanbul'a zafer müjdesiyle gönderirken çok büyük

ümidîere kapıldığı anlaşılıyor. Kâhyasının üç tuğla vezirlik rütbesini alacağı gibi, kendisi için de

Padişahın birçok in'am ve ihsanda bulunacağını ummuştu. Gerek Padişaha ve gerek Valide Sultana

sefer hakkında verdiği tafsilâtta bu zamana kadar hiç görülmemiş şMdetli bir harb yaptığını, ve üç

gün iki gece mütemadiyen düşman ateşi altında bulunduğunu, ve pek çok fedakârlık ve şecaat

neticesinde nihayet düşmanın her taralının kuşatılarak, Osmanlı Devleti için fevkalâde müsaid

şartlan havi bir sulh yapmaya muvaffak olduğunu birer birer bildirmişti. Mektuplarında Rusların

fevkalâde fena vaziyette bulunduklarına temas edilmemiş ve Padişaha gerek harbin, gerek

müzakerelerin hakiki cereyanı hakkında, olduğundan çok başka bir tarzda izahat verilmişti.

Halbuki İstanbul'da Prut boyunda olup bitene dair daha 18 Cemaziyelâhirde (3 Ağustos) malûmat

alınmış bulunuyordu. Sultan Ahmed ve Silâhdar Ali Paşa, Baltacı Mehmed Paşa*nın gafleti

yüzünden çok büyük bir

122

fu satın kaçırılmış olduğunun farkına varmışlardı. Padişah bunun üzerine Sadnâzama Haseki Ağa

Kozbekci, Silâhşorlardan Kara Mehmed ve Süleyman Ağalar va-sıtasiyle, arka arkaya üç şiddetli

mektup gönderdi. Bunların muhteviyatı tafsilâtiyle bUinmiyor, çünkü asılları muhafaza

edilmemiştir; fakat Baltacı Mehmed Paşa’nın Valide Sultan'a yazdığı mektubundan görüldüğü

veçhile Ruslardan sulhun ifasına dair tam bir teminat alınmadan Çar'm ve ordusunun salıverildiğine

temasla Sad-nâzam itaba (hatalandmlmaya) mâruz kaldığı gibi, İsveç Kralı'nın menfaatlerini

gözetmek hususundaki ihmali de mevzu-u bahis olduğu anlaşılıyor. Hattâ, Rus ordusu pek uzak

gitmemişse arkasından yetişerek, Çar% Şarl ile barışmaya mecbur etmesi bile yazıldığı anlaşılıyor.

Padişah, Baltacı Mehmed Paşa'yı bu seferde lâyıkı ile iş görmediğinden dolayı tekdir etmiş ve

                                                                       bu mektuplarının Orduyugaliba kendisini öldürmekle korkutmuştu. Sultan Ahmed'den

Hümayuna 25 - 31 Ağustos (Ce-maziyelahirin 26 ile Receb 2'leri arasında) geldiği anlaşılıyor.

Baltacı Mehmed Paşa, artık, yaptığı işlerin ne gibi neticeler doğurmakta olduğunu anlamaya

başlamış bu-lımuycıdu. Şafirov'un «Dsveç Kiralına göndermeden A^ak kalesinin teslim

olunamayacağını» beyan etmesi üzerine, Prut boyunda kaçırdığı fırsatın mahiyeti artık gayet açıktı.

Azak kalesinin Ruslar tarafından tahliye sinin uzaması, elde edildiği zannolunan muvaffakiyetleri

hiçe indiriyordu. Aynı zamanda tstanbul'da kendisine karşı gösterilen hoşnutsuzluk ve düşmanlığı

önlemek için de tedbirler alması icap ediyordu.»

Baltacı’nın aldığı tedbir, himayesine pek güvendiği Valide Sultan'a bir mektup göndermek ve bu

mektupta hadiseleri kendi zaviyesinden gösterip kadr ve kıyme-

123

tinin bilinmesini istemek ve hususiyle düşman telkinlerine kulak asıl mamasını rica etmek-oldu.

Hile ve desise ustası, daha evvel kendisine hissi zaafları olduğunu kaydettiğimiz Üçüncü Ahmed'i

kötü telkinlerin tesirinden uzak tutmak, için baş vuracağı yeri iyi tâyin etmişti. Nitekim Prut

anlaşmasından 1 ay kadar sonra, muzaffer ordu Payitahta dönerken Padişahın olanca tepkisi, zengin

ihsanlarla tecelli etti. Kurat'tan okuyalım :

«11 Receb, Çarşamba (26 Ağustos) Sadnâzanun Ordugâhı neşeli günlerden birini yaşadı.

Sebebi de Kapıcılar Kethüdası Mehmed Ağa'nın getirdiği (Hatt-ı Hümayundun ve Padişahtan

gönderilen hediyelerin o günü Orduyu Hümayuna gelmesi idi. Mehnıed Ağanın yaklaştığı haberi

üzerine, Kâhya vekili İbrahim Ağa maiyetinde birçok sipahi, silâhdar, çavuşlar ve diğer kapı halkı

olduğu halde bir saatlik yolda,mükemmel bir alayla karşıladılar. Mehmed Ağa, Sadrıâzam

Otağına yakın geldikte, Sadrâzam Ağalan, kapıcıları ve adamları selâm durarak, İstanbul'dan Hattı

Hümayun getiren Ağayı kenıal-i hürmetle karşıladılar. Otağ da Vezir i âzam yanında Devletgiray

Han da hazırdı. Her ikisi de büyük bir hürmetle padişahın nâmesini karşıladılar ve mutad

merasimle Ağanın elinden Hait-ı Hümayunu teslim aldılar. Bu münasebetle Sadrıâzamın otağında

bütün askerî ve devlet erkânı toplanmış bulunuyordu. Dua okunduktan sonra Reisülküttab

(Ebubekir Efendi) Hattı Hümaju nu yüksek sesle kiraet etti. Bunu müteakip hediyelerin

dağıtılmasına sıra geldi.

Birinci ruznameci Seyyid Abdülkerim Efendi hediyelerin; cinsini ve kimlere verilmesi lâzım

geldiğini gösteren defteri aldı ve okumaya başladı. En başta Sadnâ-zamın ismi geliyordu. Ona bir

samur kürk, müzeyyen bir kılıç ve sorguç gönderilmişti. Baltacı Mehmed Paşa

124

hemen orada kürkü giydi, kılıcı kuşandı ve sorgucu da başına taktı. Bunun üzerine, çavuşlar

kendisini şiddetle alkışladılar. Sonra Devletgiray Han'a da, Sadnâzama gönderilen hediyelerin aynı

gelmiş bulunuyordu; o da kürkü giydi, kılıcı kuşandı ve sorgucu başına taktı; Han da çavuşlar

tarafından alkışlandı. Sonra sırası ile üç tuğlu vezirler, diğer vezirler, ve başbuğlar'a rütbelerine

göre kürkler ve hil'atlar dağıtıldı. Ayrıca sipahi, silâhdar ser-dengeçtileriyle, Yeniçerilerin süvari

serdengeçtilerine on bin aded turna teli gelmiş bulunuyordu; bunlar da o gün dağıtıldı. Hediye

dağıtılma merasimi bittikten sonra, mutad veçhile ziyafetler verildi ve şenlikler yapıldı. Padişah

tarafından böyle bir in'am ve ihsana mazhar olan ordu efradı çok memnundular, ve Bursalı Sipahi

Zabiti Hüseyin'e bakarsak, (aşâkir-i mansure) hep bir ağızdan (düstur ü mükerrem ve müsellem-i

âlem fatihi tabur-u Mcsku olan) Baltacı Mehmed Paşa için: (Olmadı bir ferde kısmet böyle şan ü

böyle nâm-Bârigâh ı devletin ma'-mûr ede Rabbülenâm) diye dua etmekte idiler. 11 Receb (26

Ağustos) günü zaferin tes'id edildiği bir gündü. Bundan dolayı herkes çok memnundu.»

Bu hayret ve ibret verici durum birkaç aydan fazla sürmeyecek, İstanbul'un selim akıllı nüfuz

sahiplerinin saraya tesirine, Tatar Haniyle Onikinci Şarl tarafından edilen şikâyet ve uyarmalar da

katılınca, Üçüncü Ahmed hissî zaafına rağmen Baltacı'yı, «Asitane»ye dönüş yolunda, devlet

arabası sürücülüğünden bir tekmede atacaktır.

GÖRÜŞLER

Bir de Prut işinin Avrupa fikir adamlarına ve tarihçilerine nasıl göründüğünü merak etmek

lâzımdır.

Evvelâ Baltacı'nın, şahsiyle, bir Avrupalı'ya ne şekilde göründüğüne ait bir misal verelim.

(Rakoçi)nin Ma-beyncisi (Mikeş) bir dostuna yazdığı mektupta şöyle diyor :

«— Bugün Sadrâzam Mehmed Paşa seferden döndü. Şehre pek parlak merasimle girdi. Kendisini

çok uzaktan gerebildim. Yakışıklı, güçlü kuvvetli bir zat... Ama bu hayrete değer bir şey değil...

Çünkü Mehmed Paşa, babasının evinde hep davarlar ve öküzlerle boğuşarak idman etmiştir. Şimdi

Sadrazamlık makamında bulunuyor. Düşünüyorum da, bu İmparatorluğun idaresi böyle kasapların,

baltacıların elinde bulunursa işler nasıl gider, diye hayret ediyorum!»

Meşhur Tarihçi (Hammer) şöyle yazıyor :

«Rus ordusunun bulunduğu ümitsizlik hali nazara alınacak olursa görülür ki, Ruslar için gayet ağır

olan Prut Muahedesi Osmanlılar için daha ağır olmuş, Babıâli büyük harp hazırlıklarında

bulunduktan sonra bu seferle, ancak muvakkat bir faide, şüpheli bir zafer kazana-bilmiştir.»

(Brantano) :

«— Böyle bir anlaşmanın yapılabilmesi için, acaba Rus ordusunun cesareti mi Sadrâzamı korkuttu;

yoksa gerek Baltacı'ya, gerek maiyetindeki büyüklere Kateri-na'nın tavsiyesi üzerine gönderilen

hediyelerin mi tesiri oldu?.. Burasını kestirmek mümkün değildir.»

(Bekker) :

«— Sadrâzam, kendisine takdim olunan 200.000 Ruble değerindeki hediyelere dayanamadı.»

(Brukner) :

«— Petro 1711'de Osmanlılara yeni bir darbe indir-

126

meye çalışırken Prut'ta büyük bir mağlûbiyete uğradı. Burada bütün eserleri ve işleri hattâ hayatı

bile tehlikeye düştü. Fakat zevcesinin metaneti ve Sadrazamın irtikâbı onu kurtardı.»

(Kari Ritter Von Saks) :

«— Sadrâzam Baltacı Mehmed Paşa Rus ordusunu mahvetmek elimleyken hiçbir şey yapmayarak

Çariçe'-nin rüşvetlerine kapıldı. Petro ile Prut'ta bir anlaşma yaptı. Bu anlaşma vâkıâ Rusya için

zararlıydı; fakat askeri vaziyet dikkate alınsa hiç de ağır değildi.]»

İsveç Kralı İkinci (Oskar) :

«— Çar, Prut kıyılarında kendisinden sayıca üstün bir Osmanlı ordusu tarafından kuşatılınca, ya

esir, yahut telef olacaktı. Ama, İlâhî takdir anlaşılmaz. Çar bu durumdan bir kadının tedbiriyle

kurtuldu. Bu kadın, rivayete göre İsveçli bir askerin kızıydı. Çar bu kızı nihayet zevcelik şerefine

erdirmişti. ݺte bu kadın, altuna tutkun olan Sadrâzamı elmaslariyle kandırdı. Çar da kurtulmaya

muvaffak oldu.»

(Salâberri) :

«— Rus ordusu perişan olacağı bir sırada Sadrâzamın anlaşmayı kabul etmesini yalınız tamah

hissine bağlamak yanlıştır. Baltacı, askerlik tecrübelerinden yoksunluğu, mütereddid yaratılışı ve

neticede sorumlusu o-lacaeı harp talihinden korkması yüzünden buna karar vermiştir.»

(York Von Vartenburg) :

((— Petro 1711'de kendisine faik kuvvetlerle kuşatılarak, hayatı Osmanlıların elinde olduğu halde

Sadrâzamın irtikâbı sayesinde, yalnız evvelce zaptettiği (Azov -Azak) kalesini bırakarak ve

Rusya'nın istikbali için pek müsait şartlar altında anlaşarak hayatını kurtarmıştır.»

(Jül Van Gaver):

«— Bu muahede vâkıâ Babıâli hesabına faydalıydı; fakat Rusya için daha faydalıydı. Çünkü Çar,

ümitsiz bir vaziyette hayat ve hürriyetini kurtardı.»

(Valizevski):

«—Ç?r, muahedeyi akdettiği gün yazdığı bir mektupta, memleketi için çalışmaya başladığı günden

beri bu kadar kötü bir vaziyette kalmadığını bildiriyor, fakat uğradığı kayıbin, öbür fetih ve

zaferlerini sağlamlaştıracağını da ilâve ediyordu.»

(Rambo):

«— Katerina, para ve mücevher, ne bulduysa topladı, bunları Sadrâzama hediye olarak takdim

etmek üzere bir heyet gönderdi. Bu heyete, Türkler ne isterlerse kabul etmeleri emri verilmişti.»

(Yohan Blohviç):

«— Katerina'nın Sadrâzama gönderdiği hediyeler Petro'yu kurtarmış ve Rusya için her halde gayet

müsait olmak üzere Prut anlaşması yapılmıştır.»

(Lâjonkiyer):

«Sadrâzam Baltacı Mehmed Paşa kendisine Çariçe Katerina tarafından gönderilen hediyelere

kapıldı. Kar-lofça Muahedesinin hicabını Falçi anlaşmasiyie temizleyeceği zannına düştü.»

(Feliks Jülyen):

«ı— Katerina vasıta oldu; ricaları, vaadleri, hattâ ordudan toplayabildiği aîtunlan ve

mücevherieriyle ümit edilmez şartlar altında Çarı kurtardı.»

(Male):

«— Sadrâzam bahşişi alınca müzakereye razı oldu, Petro'nun askeriyle beraber çekilmesini kabul

etti.»

(Drlyo):

«— Çar Prut'ta öyle tehlikeli bir durumda kalmıştı ki, Sadrâzam Çariçe'nin desiselerine

kapılmasaydı, Rus ordusu son neferine kadar helak olacaktı»

(J. Şenso) :

«— Petro sulhu yapmakla yalnız bir noktadan (Ka-radenizden) emelinin icrasına muvaffak

olamayacaktı, öbür noktalarda ise dilediği gibi harekette serbestti. Petro yenilmişti; fakat esir veya

telef edilmiş olsaydı, kendisi için, toprağını genişletmek, deniz ve ticaret ka-vuşaklan, medeniyet,

şan ve şeref, hâsılı her şey bitmiş olacaktı.»

Buraya kadar, teşhisimize yardıma olarak, Batı büyüklerinden birkaçının ne düşündüklerini gördük.

Elbette ki, Batı fikir adamları ancak bu kadarını söyleyebilir ve:

— Osmanlılar din ve milliyetlerinin vücut hikmetlerinin en büyük düşmanını, esir veya telef etmek

mümkün iken salıverdiler!

Diyemezdi. Bu mânayı, Batı fikir adamlarına eş bir madde görüşiyle, asıl bizimkilerin, payitaht

münevverlerinin ele alması gerekmez miydi?

Halbuki, bakın, bizimkilerin, beyinsizlik, ruhsuzluk, gayretsizlik ve renksizlik, mesnetsizlik

şaheseri yorumlarına :

(Netâyic-ül-vukuât):

«— Şimdi Moskof ordusunu heyet-ı hazırasiyle tutmak mümkün olsa bile mevad-ı mün'akıdenin

(anlaşma maddelerinin) fiile gelmesi tekellüfât ve muhârebât-ı azimeyi (büyük zorluklan ve

muharebeleri) mucip olur denilerek zebunküşlük vâdesine irha-yı inan olunmadı, (düşküne

saldırma yoluna gidilmedi)..!»

129

Moskof mevzuunda, bir nevi merhamet ve düşküne saldırmamaktaki asalet sebebiyle müsait

davranıldığım ileriye süren bu yorum derecesinde ahmak ve sefili gösterilemez. Buna rağmen bir

derece daha beteri, Prusya Kralı Büyük Fredrik nezdine elçi olarak giden Ahmed Resmi Efendinin,

«ne ettiniz de bu haltı yediniz?» demeye getiren Kral'a verdiği cevaptır.

«Seferatname-i Ahmed Resmî» den kendi öz kalemiyle :

«— Bu esnada Kral, bir gece, konağımıza yakın âyan-ı beldeden birinin hanesine gelip bizi yanına

davet ve (âyyâ Devlet i Aliyye'nin birkaç sene cenk ve cidale niyetleri var inidir?) diyerek kelâmı

semt âhara tevcih ve 1123 (1711) tarihinde Prut suyu kenarında vech i mahut üzere tazyik olunan

Moskof Çan ahz ve esir olunmak mümkün iken niçin müsamaha olundu? deyû sual eyledikte...»

Evet, büyük Fredrik elçimize «Çar'ı yok etmek dururken niçin kurtulmasına göz yumdunuz?» diye

soruyor ve şu cevabı alıyor:

u— Vak'a-i mezkûre Devlet-i Aliyye'nin dört kralla on yedi sene alettevâli müdafaa ve mücadele

ettiği ev-kattan uzak olmadığına binaen, öyle, etrafı açık mahal- V lerde reâyâ ve berâyânın

pâyimal olması tecvizgerde-i cenab-ı hüdâvendigâr olmayıp mücerret defi sâil ve sedd-i İskender

gibi sil-i armereme hâlî olmak için acâ-let-ül-vakt bir serasker tayin olunmuş idi.»

Bu, sersemlikten yana çok mühim cevabı sadeleşti-terek tekrarlayalım:

er—O vak'a, Osmanlı Devletinin dört krala karcı 17 yıl aralıksız mücadele ettiği zamana yakın

olduğu için, öyle açık yerlerde Hristiyan tebaanın ayak altında ezil-

mesi Sultanımaca cevaz verilecek bir iş olmadığından, sadece saldırıya engel olmak ve düşmana

karşı bir İskender şeddi çekmek maksadiyle acele tarafından bir kumandan tayin edilmişti.»

Türk sefiri Ahmed Resmi Efendi, Prut seferini, böylece, Hristiyanlara merhamet noktasından bir

müdafaa harbi ve başbuğ değeri bakımından aceleye gelmiş bir teşebbüs olarak gösterip şu hükme

bağhyor:

m— Çarı mezkûr, kendinin sû-i ameli belâsına giriftar ve ekli evrakı eşcar misillû meşakkatlere

duçar olmağia istimâna müsaraat ve etrafiyle Azak kal'asuu teslime mübaderet etmeğin (el afvü

rekât üz-zafer) medlûlünce ricasına müsaade ve sebili tahliye olunmak şime-i kerime-i

Padişahaneye münasip olan umurdandır.»

Sade Türkçesi:

«— Çar. kendi kötü işlerinin belasına uğrayıp ağaç yapraklarını yemeye mecbur kalmak

derecesinde sıkıntılara düşünce, âmân dilemeye kalktığı ve Azak kalesini geri vermeye razı olduğu

için (af, zaferin zekâtıdır) öl-çüsiyle ricası kabul olunmuş ve salıverilmesi Padişahımızın keremli

mizacına uygun düşmüştü.»

Bundan sonra, Ahmed Resmî Efendi Büyük Fred-rik'in güya mazereti kabul etmiş gibi sustuğunu,

fakat Moskof'tan gayet incinmiş bulunduğu için Petro'ya gönderilen af ve atıfetten ıstırap duymakta

devam ettiğini kaydeder. Prusya kralı böyle düşünürken, bakınız, biz ne teselliler ve tefsirler

peşindeyiz!..

Bu iki görüş ve yorumdan sonra, meseleyi yarım - yamalak, garip ve şüpheli gösteren, Atâ Tarihi

ile «Hadika-tül-Vüzerâ»dır. Son devrelerin Türk tarihçileri ise, dâvayı köküne irca edici bir nazar

nüfuzundan mahrumdur. Herşey, Baltacı'nın son derece sığ ve basit bir

130

131

plânda «ucuza sulh yaptı!» şeklinde tenkidinden ibaret.. Hattâ Baltâcı'yı övenler ve yaptığını

hikmet bilenler bile çıkmıştır.

Biz gelelim, Baltacı'ya hissi zaafım belirttiğimiz Üçüncü Ahmed'i aynı zaaf noktasından

sürükledikleri âleme ve Rusya bir ırgat gibi çalışırken bizim daldığımız sefahat ve rehavet

devrine...

VUR PATLASIN - ÇAL OYNASIN!

Üçüncü Ahmed'in Baltacı'ya hissî zaafı, kendi şehzadeliği ve onun Baltacüığı zamanındaki bir aşk

münasebetinden gelmekteymiş... Güya Baltacı Mehmed Paşa, Üçüncü Ahmed'in Şehzadeliğinde

onun zevk hayatına ve bazı aşk maceralarına yardımcı olmuş...

Bu, mesnetsiz bir rivayetten ibarettir; fakat emin olan şudur ki, Üçüncü Ahmed'in zevk ve sefa

mizacı, ona yardımcı olana her kapıyı açacak kadar zengindir. Nitekim Nevşehirli Dâmad tbrahim

Paşa bu yoldan yürümüş ve kukla eli gibi kullandığı Padişahın eliyle devleti aynı yola sürmüş; ve

Büyük Petro'nun rotasını çizdiği Rusya'yı, rahatça ve kolayca menziline varması için serbest

bırakmıştır. Raşit Tarihinin «PadLşah-ı Eflâtun şuur: Eflâtun akıllı Padişah» diye kaydettiği

Üçüncü Ahmed, bütün bir iç temizliği içinde, zevk ve sefahat damarlarından kolayca

yakalanabilecek ve tamamen şuursuz kılınacak, insanlık ve cemiyet dâvalariyle alâkasız bir

Sultandır. İlâhi takdir, onu, Moskof u tasfiye etmek şerefinin yanı başına getirmişken bu

kahramanlığı elinden almış ve «vur patlasın-çal oynasın!» devrinin sultanlığına lâyık görmüştür.

Ahmed Cevdet Paşa, meşhur «Tarih-i Cevdet» İnde Baltacı'yı yarım ağızla tenkit, hattâ bası

noktalarda

132

müdafaa ettikten sonra arkasından gelen Dâmad Ali Paşa'yı göklere çıkarır, padişahlar arasında en

büyük fetihleri Yavuz'a, vezirler içinde de Damat Ali Paşaya yakıştırır ve onun sadece bir öfke

yüzünden Venedik seferini Avusturya üzerine çevirdiğini, neticede hezimete uğradığını ve böylece

şehit düştüğünü pek hesaba katmaz.

Gayret ve himmet sahibi bir recül olduğu muhakkak bulunan şehit Ali Paşa'yı birtakım boş vezirler

ve serdarlar takip etti, fesat ve ihtilâl hareketleri her tarafı sardı, Osmanlı ordusu hiçbir başarı

gösteremedi ve Sırbistanda Tameşvar Kalesi Avusturyalıların eline geçti.

O sırada «vur patlasın - çal oynasın» devrinin büyük rejisörü Nevşehirli tbrahim Paşa «Rükâb-ı

Hümayup kaimmakamı»dır ve Nemçeli'den intikam almak fikrinin aleyhindedir. İlle de sulh, ille de

sulh!.. Fakat hallerine bakmadan «ille de cenk!» narasını basanlar ağır bastılar, harbe devam edildi,

bu defa da Belgrat düştü; ve Nevşehirli tbrahim Paşa gibi dâvanın kökünde haksız bir adam, ister

istemez haklı çıktı. Bunun üzerine Dâmad tbrahim Paşa «Mühr-ü şerif»e nail oldu ve 1718

Pasarofça anlaşmasiyle, Belgrat dahil, yukarı Sırbistan ve Batı Eflâk topyekûn Avusturya'ya,

Dalmaçya ve Bosna, Arnavutluk sahillerinden bir kısım da Venediğe bırakıldı.

Nevşehirli İbrahim Paşa «sulh, sulh!» diye haykırmış bulunduğu için «Vezir-i Âzam» olur ve

cephelerde yıkılma yerine zevk ve sefa zehiriyle içeriden devrilmeyi hazırlarken, Osmanlı Devleti,

Deli Petro'yu kapandan salıvermenin uyuşukluk ve anlayışsızlığını Avusturya üzerine çullanmakla

gösteriyor ve Avrupa'dan kovulmanın kapılarını öz eliyle açıyordu. Buna karşılık, başkalarının harp

hatasını, kendisinin daha ağır «vur patlasın -çal oynasın!» mânasında sulh hatasiyle ortaya çıkaran

133

Nevşehirli ibrahim Paşa, artık Türk'ü bir daha belini doğrultamaz hale getirmenin eşiğinde

bekliyordu.

Ahmed Cevdet Paşa :

«— Şimdilik sulh olunsa da askere nizam verilsin deyû bir seneden beri vird-i zeban etmiş (diline

dolamış) olduğu kavli (lâfı) samimi olsa ve ameline mutabık gelseydi, cümle kusuru affolunurdu.

Halbuki on iki seneden mütecaviz istiklâl-i tam ile makamı sadârette bulunup askere nizam vermek

şöyle dursun, devletin eski usul ve nizamını bile muhtel etti (bozdu) ve israf ve sefahatten başka bir

şey düşünmeyip, hele asker ve muharebe sözü, nazarında kelime-i küfür gibi addolunurdu.»

Evet; dışarıda Batılıya göre a vur patlasın!» içeride de Nevşehirli İbrahim Paşa'ya göre «çal

oynasın!»...

DERKEN

Türk'ün Prut hezimeti ve Moskof'un Prut zaferinden sonra Büyük Petro, şimale yönelmiş, îsveçle

dâvasını halledip Baltık kıyılarına yerleşmiş, (Petersburg)a kurulmuş ve 1721'de imparatorluğunu

ilân etmiştir. Türklerle yeni bir kapışmaya girişmeksizin de Hazer Denizi sahillerine sarkmayı ve

Kafkaslan uzaktan kıskaçlama-yı ihmal etmemiştir. Aynı zamanda gözü Türkistan Hanlıklarında

olan Petro, buraları toslayamamış olsa da, Türk'ün büyük Osmanlı vatanına göç yolunu kesmiştir.

Ana vatandan aslî vatana göç yolumuzun kesilmesi böyledir.

Hâlâ ve daima, Deli Petro'nun iç ve dış gelişmelerine İstanbul'da dikkat yoktur.

Lâle Bsvri, bütün dış parlaklığı ve iç karanlığiyle devamda... Dış aydınlık nefsaniyetleri

gıcıklamakta, iç

134

karanlık da gözlere dünyayı perdelemekte... Sâdabat bahçelerinde sırtlarına mumlar dikilmiş

kaplumbağalar gezerken, Petro, gözlerini, Türkiye'yi geriden meşgul etmesine çalıştığı İran'a

yöneltilmiş bulunuyor.

İran'da Sünnî-Şii boğuşması ...Safevi hükümdarı Şah Hüseyin, İran sünnilerini zorla şiî yapmak

sevdasında ...Kafkasya ve Şimalî İran sünnî müslümanlan Babıâli'nin tokmağına sarılmış:

— Bizi kurtarın!

Diye haykırıyor.

Doğuda Ergan sünnileri de isyanda. Bunların başına geçen Mahmud Hân Kandihar'ı zaptedip

hükümdarlığını ilân etti ve Efganistan'ın temelini attı. Derken Şah Hüseyin'in üzerine vardı ve onu

esir aldı.

Şah Hüseyin'in oğlu Tahmasp ile muharebe devam ediyor.

Büyük Petro için tam fırsat... Kafkasya'ya girdi ve Derbent ve Baku taraflarım aldı.

Artık buna da mı göz yumulacak?.. Osmanlı devleti de karşı davranışa geçti ve Hay, Kirmanşah

üzerinden Kafkasya'ya girdi.

Bu durum, taraflar arasında yeni ve büyük bir cengi körükleyebilir. Ama iki taraf da hazır değil...

Hele Türkiye, hazırlığa bile hazırlanamaz.

Fransa vasıta oldu. İstanbul'da bir konferans, müzakere kapısı açıldı. Burada Rusya ile Osmanlı

devleti İran topraklarını pay eden bir anlaşma imzaladılar. Bu anlaşmaya göre, Ruslar, Dağıstan ve

Hazer kıyılarını işgal edecekler, Osmanlılar da İran'ın batı illerini, Gence Karadağ, Revan ve

Tebriz'i alacaklardı. Yani Türkiye, kendi ölümü pahasına Rusya'yı beslemekten kaçınmıyor...

İstanbul antlaşmasından Sonra Osmanlı ve Rus kuv-

135

I

vetleri paylarına düşen yerleri işgal etmeye başladılar. O sırada Şah Hüseyin'in yerine geçen Şah

Tahmasp, Is-tanbul antlaşmasını kabul etmeyerek iki devletle de savaşa başladı. Fakat başa

çıkamayacağını anlayınca Horasan'a çekilerek orada bulunan Afşar Türklerinden yardım istedi.

Afşarların başkam bulunan Nadir Han, şahın hizmetine girerek Şahkulu unvanım aldı.

Bu sırada Afgan hükümdan Mahmut Han ölmüşr yerine Eşref Şah geçmişti. Eşref, Osmanlı ve Rus

devletlerine baş vurarak kendisinin tran şahlığı tasdik edildiği takdirde, istanbul antlaşması

şartlarını kabul edeceğini bildirdi. Bu teklif iki devletçe de uygun görüldü. Eşrefin tran şahlığı

tasdik edildi.

Büyük Petro, uyku tatili bile yapmayan ırgat misali çalıştığı bu hengamede, Nevşehirli İbrahim

Paşa Türkiyesinin ne hal aldığım yakından görmüş ve tek tek Prut anlaşmasının maddelerini

çiğnemeye başlamıştı. İstanbul'a bir murahhas göndermiş ve ona, Bâbıâliye hitaben şu sözü

söyletmiş ti:

— Biz Prut'da mağlup ve mecbur olduğumuz için sulh yaptık. Bugünkü vaziyetimiz o değildir.

İstanbul'da sefir bulundurmamızı yasaklayan maddeyle devletler arası haysiyetimiz kırılmıştır. Eğer

anlaşma yenilenmez, İstanbul'a elçi göndermemiz kabul olunmaz, öbür maddelerde de değişiklik

yapılmazsa kılıca sarılacağımızı biliniz!

Sefirin bu teklifleri, Moskof'un Lehistan'a müdahale hakkına kadar kabul edildi ve Prut Anlaşması

param -parça edilmiş oldu.

Buyurun şanlı neticeyi, Baltacı Hazretleri!... Bu, daha başlangıç!..

O şuralarda din adma olanca gayret, âlim geçinen bazı hamların ortaya attığı «dad harfi dâ diye mi

oku-nur, zâ diye mi?» meselesinden ibarettir; ve az kalsın, bir fitneye kadar varmak istidadını

gösteren bu mesele bazı kürsü şeyhlerinin sürgün edilmeleriyle önlenebilmiştir.

Bir lâle soğanı İstanbul'da 500 altuna; buna mukabil İran macerası yüzünden devletin, hazineleri

suyunu çekmiş...

Derken her tarafı yenen Nadir Şah İran Hükümdan ve paylaşılan İran topraklarının yeni sahibi...

Koca İmparatorluğun, kendisine «Dran şahlarının kulu» unvanını takmış bir maceracıya bile

yenilmesi?..

İstanbul'da için için kaynaşma ve ayaklanma istidadı... «Dlle de Vezir İran'a gitsin!» sesleri... Vezir

hiç Çerağan sefalarından ayrılabilir mi? Üsküdar'a «gitti, gidiyor!» gibilerden bir otağ kurdurur,

fakat gitmez.

Patrona Halil isyanı, NevşehirlTnin öldürülmesi ve Üçüncü Ahmed'in sonu (1730).,.

Büyük Petro öleli 5 yıl geçmiş ve artık boyuna «Moskof yumruğu altında Türk» şeklinde gidecek

olan Petro sonrası devrenin ilk büyük çatışmasına 6 yıl kalmıştır. Şu var ki, bu çatışma, sanıldığı

gibi neticelenmeyecek, bir (sürpıiz) getirecektir. Arkası ise feci!..

BELGRAT ANLAŞMASI

Büyük Petro 1725'de ölünce, yerine Birinci Katerina namiyle kansı başa geçti. Prut kahramanı,

mahut Katerina... Arkasından torunu İkinci Petro. onun da ardından kızı Anna .. .Ve bütün bunlar

Petro'nu ölümünü takip eden 5 yıl içinde olup bitti. İstanbul'da Üçüncü Ahmed'in düşürüldüğü yıl,

Petro'nun kızı Anna «Bütün Rusların imparatoriçesi» tacını giydi Bu üç hükümdarın

137

da yolu, daha sonra geleceklerin kıl kadar fark göstermeden takip edecekleri iz olarak, Büyük Petro

tarafından çizilen rotadır.

Birinci^Mahmud, 25 yıl kalacağı taht'a geçmiş ve Ragıp Paşa gibi üstün vasıflarda bir başvezire

malik olmuşsa da, devletin ufak-tefek silkinişlerle kurtanlabi-lir hali olmadığı için her şey boş...

Ortaya, bazı inkilâp delilleri gibi, dört mezhebin sırasına girmek üzere bir de Beşinci Mezhep

dâvası çıkaran Nadir Şah nihayet alt edilebilmiş ve sonunda yakınları tarafından öldürülüp silinmiş,

gitmiştir. Ama, bu da Osmanlı imparatorluğu için hayatî bir değer değil... Hattâ Nemçeli ve

Moskof'a karşı bazı muvaffak seferler ve Belgrad'ın tekrar el değiştirmesi bile esas bakımından

kıymetsiz...

ݺte:

Moskof, çoktandır beklenmesi gereken bir vakıa olarak Avusturyalılarla anlaşma yaptı ve Türk

Avrupasını bölüşmek üzere, artık itibarını tasdik ettirdiği ilerideki rakibi Avusturya'ya el uzattı.

Ortada Prut Anlaşması diye bir şey kalmamış, sadece Azak kalesinin göstermelik sahipliği

Osmanlılarda görünürken, bir kalemde o da elden çıkıverdi. Ruslar 1736 da, harp rnarp, tek kelime

etmeden Azak kalesine çullanı-verdiler. Kaleyi zaptettiler ve oradan Kırım'a girdiler. Bahçesara'ya

uzanıp orasını harabeye çevirdiler.

Osmanlı devleti, zorla davet edildiği bu savaşa, gönülsüz girdi. Fakat tecelli hiç beklenmedik

şekilde oldu. Avusturya'ya yöneltilen küllî Osmanlı kuvveti onları perişan etti ve sulh istemeye

mecbur bıraktı. 1739'da sulh oldu ve Pasarofça muahedesiyle Türklerden alınan yerler geri verildi.

Ruslara gelince, 1738'de onlar da özi ve Kuburun gibi daha evvel aldıkları bazı kaleleri bırakmış

olmala-

138

nna rağmen 1739'da Hotin kalesini zapt ve Yaş şehrini işgal ettiler. Avusturyalıların sulh

istediklerini görünce yalnız kalmaktan çekindiler ve sulha yattılar. Fakat kati bir galibiyet

durumları olmadığı halde bu tavn takındılar ve o yü Belgrat'da imzaladıkları sulh şartlarma göre

Azak kalesini ellerinde tutmayı becerdiler. Buna karşılık Karadeniz'de gemi bulundurmamak gibi

değersiz ve dayanıksız taahhütlerle, Osmanlı İmparatorluğuna teselliden başka bir şey bırakmamış

oldular.

«Moskof yumruğu altında Türk» devresinde Osmanlılar bu ilk savaşlariyle henüz başa baş

durumunda bu-lunuyorken ve Avusturya'yı tepelemişken yine mağlûplara mahsus bir tavırla

anlaşma masasına oturmaktan kurtulamadı. Rus Çarı protokolda Avusturya İmparatoru ve Fransa

Kralına eşit sayıldı. Mesele, Osmanlı İmparatorluğunun burnunu kırmak...

Belgrad anlaşması, Ruslarla başa baş yürütülmüş ve sonunda Ruslara biraz daha fazla avanta]

getirmiş bir savaşın neticesi olarak, o zamanki manzaramıza göre basan sayılabilir. Hele (Jan

Sobyeski) ve (Prens ojen - Oygen) orduları karşısında hezimetlerin en ağırını tatmış olan Osmanlı

ordularının, bu defa, daha azılı düşman bildiği Nemçeleri dize getirmiş ' olması fevkalâde manalı...

Demek ki, başta adama benzer biri olunca, Türk ordusu, yeniçeri şeklinde vardığı tereddi ve

tefessühe rağmen, mayasındaki cevheri gösteriyor ve bir silkinişte kargadan kartala dönüyor.

Belgrat anlaşmasını sağlayan savaş başarılarını, başta Birinci Mahmud'un arayıcı ve özleyici gayret

seciyesinin yanında, Hekimzade Ali Paşa ile ivaz Mehmet Paşa'nın sağlam şahsiyetlerine

bağlayabiliriz. İran seferlerinde de Bağdat Valisi Ah-med Paşa'nın rolü büyük...

Yazık ki, Belgrat anlaşmasiyle biten 1736 -1739 seferleri, 30 yü sonra başımıza inecek Moskof

yumruğunu

139

geciktirmekten öteye gidememiş ve bu 30 yıl içinde, devlet, cemiyet ve fert plânlarında zuhuru

beklenen şahlanıştan hiçbir eser zuhur etmemiştir.

imparatoriçeliği çok kısa ve silik geçen Birinci Ka-terina'dan sonra, hayatı ateş ihtiras ve Türk'e kin

dolu İkinci Katerine henüz Rus sarayına ayak basmamıştır.

İKİNCİ KATERDNA

Moskof yumruğu, geçici bir mukavemet, geçici bir karşı koyuş diye ifadelendirebileceğimiz 1736 -

1739 hareketlerinden tam 30 yıl sonra, bütün dehşetiyle ortaya çıktı.

Sene 1768... Rus tahtında tkinci Katerina, Osmanlı tahtında da Üçüncü Mustafa...

İkincin Katerina, Birincisinden çok farklı... Birincisi, güzel, şuh, fettan, sevilmeye bayılır, tehlike

ânlarında gayet soğukkanlı, sezişleri çok kuvvetli, fakat . başlı başına bir şahsiyet değil, ancak

Büyük Petro'nun gölgesine yapışmış ve kendisini onunla tamamlamış, büyük bir dünya ve politika

görüşü olmayan, fikirsiz bir dişi... Nitekim kendi başına bir şey olmadığı, Çariçelik zamanındaki

pasifliğinden de belli...

Fakat İkincisi müthiş... Hudutsuz bir cinsî ateş ve siyasî ihtiras içinde kavrulan, sevilmeyi değil,

doyuruK mayı isteyen, dünyaya hükmetme hummâsiyle kıvranan, çirkin, kadınlık cilve ve

zarafetine yabancı, sadece ve her mevzuda emir verici, gözüpek, kaatil, cani, zalim, başlı başına

metbû (tâbi olunan) bir şahsiyet...

Rus değil Alman... Bir Alman prensinin kızı... Demek ki, Büyük Petro'nun vasiyetine uygun olarak

Rus sarayına alınmış ve Büyük Petro'nun torunu Üçüncü

140

Petro ile evlendirilmiş, mezhebini değiştirip Ortodoks olmuş ve Katerina Aieksiyevna ismini

takınmıştır.

Son derece haşin, hayvan denilecek kadar kaba ve bir o kadar ebleh kocası Üçüncü Petro

zaniamnda sadece, bir Çar karışıyken ve henüz devlet elinde değilken, kendisine âşıklar tedarik

ediyor ve Rus asilzadelerinden kurduğu bu âşıklar zincirinin her ân bir halkasından öbür halkasına

el atıp gidiyor. İleride müstakil Çariçe olunca bu âşıklar zinciri tek gecelik münasebetlere kadar

genişleyecek ve bu iş için, sarayda hassa askerlerinden bir aygır deposu kurulacaktır.

ݺte bu Katerina, ilk davranışını, (Kont Orlof) ve (Prens Potemkin) gibi gözdeleriyle, yeni

aşıklarından ibaret hassa zabitlerinin teşkil ettiği bir grupa, kocası Üçüncü Petro'yu öldürterek

gösterdi ve onun yerine «tkinci Katerina» nâmı altında «Bütün Rusyaların Çariçesi» oldu.

Tahsil ve terbiyesi üzerinde çok çalışmış, işlenmiş... O günün modasına göre Fransızcası

mükemmel!.. Bilhassa (Monteskiyö) ve (Volter), tercih ettiği, tesirleri altında kaldığı fikircilerden...

Büyük Petro'nun eseri kısa zamanda meyve vermeye başlamış ve Rus sarayı etrafında

Avrupalılardan farksız, güya bir aydınlar zümresi hâlelenmişti. Bunlar, Katerina'nın irade

merkezini çevrelediler ve dediği dedik, buyruğu buyruk olarak, bu kalbsiz ve hem fikri, hem

maddesiyle azgın dişinin ardına düştüler.

Artık Katerina'nın yalnız üü dâvası vardır: Yatağına alacağı ve bir kerelik bir nezle mendili gibi

değiştireceği erkeklerin tespitiyle, tek ve sabit bir çizgi üzerinde girişeceği dünya çapında siyasi ve

askeri aksiyon...

Bu, tek ve sabit çisgi Büyük Petro'nun çekmeye

141

başlayıp tamamlayamadığı hat; ve işte İkinci Katerina bu hattı son noktasına kadar uzatmaya

gelmiştir.

Her şeye rağmen, onun, şahsi hayatiyle siyasî hayatı arasında bir çelişme yoktur ve esasta bütün

ihtirası siyasî ve içtimaidir. Onun, sırf ruh yapısını göstermek için ele aldığımız cinsi tarafı, bu

siyasi ve içtimaî ihtirasın (garnitür) mahiyetindeki yardımcısından ibarettir.

Büyük Petro'nun çekmeye başladığı çizgi malûm:

Şimalde Baltık denizi, batıda Lehistan, cenupta Karadeniz, cenup batıda Balkanlar ve cenup

doğuda Hazer denizi ve Kafkaslar...

İçeride Avrupalılaşırken dışanda da bu istikametlerde cihangirleşmek ve bilhassa îslâm zeminini

istilâ sahası yapmak...

O halde gaye, kuvvetlenmek için şimal ve batı, bu kuvvetle murada ermek için de cenup, yani tek

kelimeyle Türk...

Baltık dâvası halledilmiş bulunduğuna göre, iş teferruat olarak Lehistan, asi olarak da Osmanlı

İmparatorluğu üzerinde kümeleniyor.

Büyük Petro'nun eserini tamamlamak ihtirasiyle taht'a geçen İkinci Katerina'nın şahsında bu plân

çer-çelevlenmiş ve Deli Çar'ı aşgın bir Moskof peydahlan-mıştır. Evet, Türk'e karşı Deli Petroyu

aşan bir düşman...

BÜYÜK BOZGUN

Evvelâ meseleyi, liselerimizin son sınıfında okutulan, her türlü kıymet hükmünden mahrum ve

mümkün olduğu kadar kuru ve basit bir tarih kitabından takip edelim, (Alsas - Loren) bahsinde

Fransız okuma ki-

taplaruıda yazılı olan şeyleri bUenlerce, aşağıdaki satırlar, Moskof önünde bu ilk ve en büyük Türk

bozgununu anlatımındaki yavanlık ve kuruluk bakımından ayrıca ibret vericidir:

«Rusya ile Osmanh devleti arasındaki ban; devri 1768'de Lehistan soruna yüzünden yeniden

bozuldu. Be suretle başlayan Osmanlı - Rus savaşları Küçük Kay-narca antlaşması ile sona erdi.

Ruslar öteden beri Lehistan'ın iç işlerine karışıyorlardı. Petro'nun izinde yürüyen Çarie II. Katerina,

Lehistan'işleriyle daha yakından ilgilenmeye ve bu memleketi kendi egemenliği altına almaya

uğraşıyor, bir taraftan da Osmanlı toprakları üzerindeki Rus emellerini . yerine • getirmeye

çalışıyordu.

Bundan başka, Çarie II. Katerina birtakım idealler peşinde koşuyor, Karadeniz'e inmek, Kınm ve

Kafkasya'yı almak, Balkanlarda Rusya'ya bağlı krallıklar kurmak istiyordu. Osmanlı devleti ise,

Rusya'nın bu siyasetinden telâş ediyor, onun, özellikle Osmanlı devleti ile Rtısva sırasında bîr

tamoon devlet olan, Lehistan işlerine karışmasını hoş görmüyordu.

Bu sırada Lehistan Kralı III. Ogüst ölmüştü. Katerina bu fırsattan faydalanarak Lehistan'ı kendi

nüfuzu altına almak istedi. Gözdelerinden Stanislas Ponyatofs-ki'yi zorla kral seçtirdi. Leh, soylu

kişileri, Rusya'ya karşı çelmek için Polonya'da bulunan Bar kasabasında toplandılar. Urun

müzakerelerden sonra, Karlofça Antlaşması ile Lehistan'a bırakılan Podolya’nın geri verile ce?ini

bildirerek, Osmanh devletinden yardım istediler. Bunun üzerine Ruslar, Bar kasabasını basarak Leh

vatanseverlerini dağıttılar. Bunlardan bir kısmı sınırlarımıza sıkındılar. Ruslar, bunları kovalamak

bahanesiyle topraklarımıza girerek Lehlileri Türklerle birlikte kılıçtan geçirdiler.

142

143

i

Rusya'nın bu hareketi üzerine o sırada padişah bulunan ve Rus düşmanı olan III. Mustafa savaşa

karar verdi. Fakat, ban ıslahat yapılmasına rağmen Osmanlı ordu ve donanmasının durumu iyi

değildi. Ordu, 30 yıl-dan beri Batıda savaşmamıştı. Asker arasında disiplin ve itaat yoktu. Başta

hemen hiç bir tecrübeli komutan kalmamıştı. Buna rağmen, padişahın arzusu ve askerlikten

anlamayan birtakım devlet adamlarının padişaha yaranmak amacıyle savaştan yana ol malan

üzerine Rusya'ya savaş ilân olundu (1768).

Ruslar beş koldan saldırıya geçtiler. Kafkasya, Gürcistan, Ukrayna ve Besarabya üzerine yürüdüler.

Bir Rus ordusu, Hotin kalesini aldıktan sonra, Buğdan ve Eflak'ı istilâya başladı. Yaş, Bükreş

Rusların eline geçti. 30.000 kişilik bir Rus ordusu, İsmail kalesi yakınında bulunan Kartal ovasında

180.000 kişilik bir Osmanlı ordusunu, sırf askerin disiplinsizliği yüzünden bozguna uğrattı. 50.000

askerimiz şehit oldu.

Bu sırada Baltık denizinde hazırlanan bir Rus donanması, İngilizlerin de yardımiyle Septe

boğazından geçerek Akdeniz'e gelmişti. Bu donanına Mora sularına gelerek Rumları isyana

kışkırttı. Rumlar Ruslara güvenerek isyan ettilerse de bu isyanı Osmanlı kuvvetleri derhal

bastırdılar. Bunun üzerine Rus donanması, Mora kıyılarından ayrılarak Ege Denizine girdi. Burada

Rus ve Osmanlı donanmaları arasında bazı çarpışmalar oldu. Osmanlı donanması Çeşme limanına

sığınmak zorunda kaldı. Ruslar bu fırsattan faydalanarak Çeşme limanına girdiler. Orada çok

sıkışık durumda bulunan donanmamızı yaktılar. (1770) Çeşme felâketinden sonra Ruslar Ege

denizine egemen oldular, ümnl adasına tecavüz ettiler. Çanakkale boğazına kadar geldiler. Çeşme

felâketi sırasında büyük kahramanlıklar gösteren Cezairli Hasan Paşa Kaputan-ı Deryalığa getlrfldi.

144

Rusların kazandıkları basanlar üzerine Avusturya ve Prusya telâşa düştüler. Zira Avusturya,

Rusların Derlemesini kendi çıkarlarına uygun görmüyordu. Çünkü Rusların işgal ettikleri Eflâk ve

Buğdan'da onun da gözü vardı. Osmanlı devleti, Avusturya'nın bu durumundan faydalanarak

onunla gizli bir anlaşma yaptı. Buna göre, Avusturya, Rusya'nın bu savaşta işgal ettiği toprakların

gerek siyaset ve gerek savaş yoluyle alınmasına ve Osmanlı devletine geri verilmesine çalışacak,

buna karşılık, Osmanlı devleti de Avusturya'ya savaş masrafı olarak 20 bin kese akçe ile küçük

Eflâk ve Bukovina'yi verecekti. Osmanlı Avusturya anlaşması, Rusya'nın dostu olan Prusya'nın

işine gelmişti. II. Frederik, Auvusturya'yı, Osmanlı devletinden ayırmak için Lehistan'ın

paylaşılmasını teklif etti. Üç devlet bu konuda anlaşarak Lehistan'ın ilk paylaşmasını yaptılar.

(1772) II. Fredrik bundan sonra Rusya ile Osmanlı devleti arasındaki savaşa son vermek için araya

girdi. Ruslar, Kırım'a bağımsızlık verilmesini, Yenikale ve Kerç kalelerinin Rusya'ya bırakılmasını

ve Rus gemilerinin Karadeniz'de serbestçe dolaşmalarını istediklerinden, yapılan müzakerelerden

bir sonuç çıkmadı. Savaş yeniden şiddetlendi. Ruslar bu sefer Rusçuk ve Silistrevi kuşattılar.

Akdeniz'de bulunan donanmalariyie de Mısır'da Devlete isyan eden asilere yardım ettiler. Savaşın

bu kötü zamanında III. Mustafa kederinden öldü Yerine I. Abdülhamît geçti (1774).

I. Abdülhamît'in ilk zamanlarında Rusya'ya karşı basanlar kazanıldı. Ruslar yeniden saldırıya

geçerek Şumnu'da bulunan Osmanlı ordusu üzerine yürüdüler. Sadrâzam Muhsinzade Mehmed

Paşa'nın yanında ancak 12 bin kişilik bir kuvvet vardı. Bu durumda Ruslara karşı koyamayacağını

anlayan Sadrâzam, barış istemek zorunda kaldı. Rus delegeleri Küçük Kaynarca denilen yerde, yedi

saat gibi çok kısa süren bir müzakereden sonra, tarihimizin en ağır koşullarını taşıyan

antlaşmalarından biri olan Küçük Kaynarca antlaşmasını imzaladılar (1774)

Hadiseleri derinliğine kök bağlantılarından uzak tutan ve hiçbir millî hınca yer vermeyen bu

satırlardan sonra, Avrupa Türkiyesindeki camileri mateme boğucu acı hikâyeyi biz özlettirelim.

Kendi kıymet hükmümüzü belirtmeden önce, büyük bozgun mevzuunda dış tahlili bakımından bazı

hususiyetleri görebilmiş telâkki edeceğimiz Akdes Nimet Kurat'tan şu satırları iktibas edelim :

«Moskova Rusyası III. tvan'dan itibaren (Büyük Devlet) olmuş, Volga nehrinin kuzeyinde Urallara

kadar, türlü Fin • Ugor kavimlerini hâkimiyeti altına almış ve hiç bir mukavemetle karşılaşmamıştı.

IV. tvan (Korkunç tvan) zamanında ise, 1552'de Kazan Hanlığının mukavemeti kırıldıktan sonra,

Rus yayılışı doğu ve güney istikametinde, hemen hemen hiç bir mukavemet görmeden Batı Sibirya,

Ural Yayık nehri ve Terek boyları (kuzey Kafkaslar) a kadar yayılmıştı. I. Petro zamanında ise

Rusya'n:n denizlere çıkması için İsveç'le mücadeleye tutuşması gerekmişti. Mamafih İsveç'in

yenilmesi için Rusya yirmi yıldan fazla savaşmak mecburiyetinde kalmıştı. İsveç'ten sonra,

Rusya'nın yayılış sahasını Lehistan ve Osmanlı ülkesi teşkil edecektir. Çünkü her iki devlet de

Rusya nazarında (yumuşak saha) telâkki edilmekte idi.

Lehistan devlet teşkilâtının hususiyetleri (kralların seçilmesi) Rusya'ya bitişik sahada, yani

Litvanya'da, Or. todoks - Beyaz Rus nüfusunun çokluğu ve bunların hâkim unsur olan Katolik -

Leh beyzadeler tarafından ezilmeleri, Moskova hükümetine Lehistan'a müdahale için imkânlar

vermekte idi. Halbuki Lehistan'da Rus nüfuzu

ve hâkimiyetinin yerleşmesi Osmanlı Devleti için büyük bir tehlike sanıldığından, Babıâli,

Lehistan'daki R«s tahrikatına karşı çıktı ve neticede iki Devlet arasında beş -altı yıl sürecek olan

büyük bir harp başladı.

I. Petro zamanından itibaren Rus Devlet, adamları ve ordu erkânı Osmanlı Devletinin zâfa

uğradığım biliyorlardı. Petro'dan sonra Osmanlı Devleti daha da zayıflamış, Türk ordusu Rus askeri

kuvvetlerine nisbetle büsbütün değerini kaybetmişti. II. Katerina işte Türklerin bu zâfmdan istifade

ederek. Osmanlı Devletini yok etmek yolundaki büyük emellerine varılabileceğine kanaat

getirmişti. Bunun ilk merhalesi Karadeniz'e inmek ve Kırım'ı Rusya'ya ilhak etmek olacaktı; daha

sonraki safhada da Boğazlar ile İstanbul'u ve Ege denizindeki adaları Rus hakimiyeti altına

koymak, sözde bir Grek Devleti kurmak suretiyle, Osmanlı İmparatorluğuna son verilecekti.

1769-1774 Rus-Türk harbinin hususiyetlerinin biri de, bu harpte Rus orduları, Rumyantsev,

Potemkin, Su-vorov ve başkaları gibi gayet dirayetli kumandanlar tarafından sevk ve idare

edilmişlerken, Osmanlı • Türk ordularının da çok kısa fasılalarla birbirlerini takibeden, yaşlı,

hastalıklı, dirayetsiz ve çoğu çekingen yedi Sadrâzam tarafından kumanda edilmeleri ve

mağlubiyete sürüklenmeleri olmuştur.»

Aynı vaziyeti, Cevdet Paşa Tarihi daha güzel izah eder:

«Devlet i Aliyyenin u&ul ve nizam-1 kadîmine (eski nizamına) halel ve müddet-i medide (uzun

müddet) askerin metrukiyeti (bırakılmış olması) ve halkın ferağ ve asayişe meyi ile sükûneti

(rahatını araması) hasebiyle milleti İslâmiyeye vehn ve kesel (bezginlik ve uyuşuk Iuk( ânz olmuş

ve âdâ (düşmanlar) ise muallem (talim görmüş) asker icad ederek ve fünun-u harbiyeyi (harp

bilgilerini) ilerileterek kuvvet bulmuş olduğundan...»

«Lâkin rical ve kibardan bazıları, mücerret menafi-i zatiyclertni (şahsî çıkarlarını) icraya âlet olmak

üzere Sultan Mustafa Hân ı Sal is Hazretlerini muharebeye teşvik ederek ve Sadrâzamı cebn

(korkaklık) ve rehavetle müttehin eyleyerek azlettirdikten sonra bin yüa seksen iki senesinde Rusya

üzerine ilân i harp ettirdiler.»

Cevdet Paşa, bu görüşlerden sonra işi bozuk ve çürük Türk erdusu ve onun daha bozuk ve çürük

idarecilerine bağlıyor ve ordunun daha Edirne'den ayrılışı ânında meydana çıkan iaşe

bozukluklarını ve perişanlık belirtilerini ele alıp «Moskof üzerine giden ordu başsız bir sürüden

farksızdı!» demeye getiriyor.

Vâkıâ Kırımgiray Han bu arada Rusya içerilerine dalmış ve bazı Osmanlı birlikleri de Özi suyunu

geçerek Rusları sıkıştırmış, Serdar-ı Ekrem ordusu da Hotin taraflarında görünmüştü ama, kaç para

eder? Bu kadarı, ciğerimizi sökmeye gelen birinin, bir aralık yakasını çekebilmiş olmakla

övünmekten farksız...

Cevdet Paşa'ya göre, Katerina'nın şansına özi suları taşıyor, Osmanlı birlikleri bu yüzden

bölünüyor, cephane ve silâhlar suyun dibine gidiyor; tam o sıralarda Kmmgiray Han da ölüp yerine

gevşek biri geçince, Pe-tersburg'ta telâş ve ihtilâl alâmetleri başlamışken Ruslar toparlanıyor ve

üzerimize çullanıyor.

Bakın tarihçilerimiz tesellilerini nerelerde aramaktadırlar.

Basit hatlarını iktibaslarımızla bildirdiğimiz ve ayrıca nakle lüzum görmediğimiz 1768-1774

seferini, tarihimizde, Moskof yumruğuna hedef olduğumuz ilk «Büyük Bozgun» kabul edebilir; ve

bu hareketi, II. Katerina tarafından Türk'ü yeryüzünden kaldırmak için giri$ü-

143

miş .birkaç koldan ve topyekûn bir hareket bilmenin kıymeti üzerinde durabiliriz.

Artık Moskof ayısı, ininin deliğini, Büyük Petro'nun tabiriyle «Avrupa'ya karşı bir pencere»

şeklinde iyice genişletmiş, âşık olduğu Batı medeniyetinin yıldızlı semasına tam birbuçuk asır

sonra «Kızıl Yüdız»ı oturtmak üzere yol bulmuş ve yine tam birbuçuk asır devam edecek bir hedef

halinde Türk'e ve Türk'ün şahsında îslâ-miyete nişan almıştır.

KÜÇÜK - BÜYÜK KAYNARCA

Büyük Bozgunun acısını, arkasından gelecek Birinci Abdülhamîd müstesna, Üçüncü Mustafa'dan

daha derin duyan hiç kimse yoktur. Bu asil Padişah, Hilâlin, liyakatsiz ellerde, haçı taşıyan eller

tarafından gördüğü hakarete dayanamamış ve kahrından eriyip gitmiştir. Birinci Abdülhamîd de

aynı şekilde onu takip edecek...

Küçük Kaynarca muahedesiyle, Osmanlı devletinin bütün şevket ve kudretini kırmış olarak biten

bu sefer, ilk Bükreş müzakerelerinde Moskof isteklerinin reddi yüzünden tekrar başlayınca, Türk

Ordusunun sayıca l'e 5 üstün bulunduğu yerlerde bile saflarımızda akü almaz hezimetlere yol

açmış; ve nihayet ikinci Bükreş müzakerelerine katılan murahhaslarımız, bu defa l'e 5'den daha ağır

şartları kabul zorunda bırakılmıştır.

Ordu, kumandan, idareci, politikacı, herkes bunamış ve ahlâk ile idrak, insaf, sıfırın altına

düşmüştür. Sadece, elinden hiçbir şey gelmeyen Padişah masum...

Mekân, Bükreş çevresinin Küçük Kaynarca köyü... Zaman ise, İkinci Katerina ve akıllı generalleri

elindeki. Rusya'ya karşılık, her bakımdan pestpâye ellerde şeref

149

ve izzeti yere düşürülen Türkiye'nin, Moskof önünde ilk felâket saati...

Ruslar Küçük Kaynarca'da Türklere :

— Boşuna tartışmaya lüzum görmüyor ve size söz hakkı tanımıyoruz! Evet mi, hayır mı?... Hepsi

o kadar!..

Der gibi her şeyi 7 saat içine sokmuşlar ve bu 7 saat içinde Osmanlı İmparatorluk ağacının,

Tuna'dan Nil ırmağına ve Dicle'den Don nehrine kadar çevreleyen gövdesini baltalamaya muvaffak

olmuşlardır.

28 maddelik anlaşmanın en can yakıcı 7 maddesi:

1 — Kırım Türkiye'den ayrılarak istiklâle kavuşturulacak... (Kırım gitmiştir).

2 — Dinyeper ve Buğ nehirleri arasındaki büyük saha Ruslara bırakılacak... (Moskof'un cenup

yayılış bölgesi sağlanmıştır).

3 — Azak, Yenikate, Kerç, Kalburun kaleleri Rusya'ya verilecek... (Karadeniz elden çıkmıştır).

4 — Ruslar, Karadeniz ve Akdeniz'de ve diğer Türk sularında ve limanlarında serbestçe ticaret

yapacaklar, Fransa ve İngiltere'ye verilmiş olan kapitülasyonlardan faydalanacaklar... (Batılı

imtiyazı sineye çekilmiştir).

5 — Ruslar, gerekli gördükleri her yerde konsoloshane açabilecekler ve İstanbul'da devamlı oturan

bir elçi bulunduracaklar... Rus konsoloslarına da Fransa ve İngiltere konsoloslarına verilen haklar

tanınacak... (Vesayet altına girilmiştir).

6 — Ruslar, Osmanlı uyruğunda olan Ortodokslarla Eflâk ve Buğdan beylerinin haklarını

koruyacaklar... (Dç işlerimize müdahale kapısı açılmıştır).

7 — Osmanlı devleti, Rusya'ya üç taksitte ödenmek üzere 15 bin kese akçe savaşzararı

ödeyecek... (Nakdi ceza da cabası).

ݺte, «Küçük Kaynarca» isimli, Türk'e:

— Sen t-erken bunama» hastalığına uğramış, zaval-

150

lı bir mirasyedisin!.. Haddini bil ve servetinin Rusyayı ilgilendirici fazlalarını ver! Ondan sonra da

çarene bak!

Şeklinde bir idam fermanı çıkaran muahede ve onun gerçek mânası!..

Bu Muahedenin zımnında, Moskof'un, ileride İstanbul kapılarında bile görüneceği ve Türk'e

Haymana ovasından gayn hiçbir vatan tanınmayacağı mânası da tüt-mektedir; fakat gaflet ve

rehavetle tütsülü kafalar, bu mânaları hecelemekten uzaktır. O kafalarda bu kabiliyet olsaydı, Türk

tarihî üzerinde bir ölçüleri olur, bir tarih (kriteryum)u sahibi olurlar, alçalma çığırımızı açan

müessirleri bilirler ve tanırlar, dini nefsâniyetine uydu-rucu ve aşkı öldürücü kaba softa ve ham

yobaz tipini tasfiye ederler, öz vatanının işgalcisi Yeniçeriyi adam ederler, (Rönesans) tan sonraki

Batı uyanışının bize bir din ve Kur'ân emri olduğunu takdir ederler. Tanzimat sonrası sahte

inkılâplara zemin hazırlamazlar ve Fâtih'ler, Yavuz'lar eliyle temeli atılmış muazzam

imparatorluğu, gerçekten «Devlet-i Ebed müddet» halinde bugüne devr ve teslim ederlerdi.

ݺte Moskof, Küçük Kaynarca muahedesiyle, bizim bu mânalara kavuşmamızı önlemek yolunda,

tepemize, bir nevi vekili geçindiği Batı ve Hristiyanlık dünyasının yumruğunu indiren can

düşmanımız, vücut hikmeti rakibimiz olduğunu göstermiş bulunuyor ve bu gerçeği Yavuz Sultan

Selim'in torunlarından Üçüncü Mustafa o kadar derinden seziyor ki, Yavuza eş olması imkânsız

yüreğinin çatlamasını önleyemiyor.

Büyük bozgunda, «Giray» künyeli bazı Kırım hanları ve arkalarında allak tatarlar, aşağı

yaratılışlıların her zaman düşkünlere yaptıkları gibi, bize oynamadıkları oyun bırakmamışlardır.

Ahmed Cevdet Paşa merhum, Tarih'inde, bu dâvayı yana yakıla anlatır.

151

Hele aralarında «Şahingiray» adlı bir habis vardır ki, dinine köküne, vatanına ve bayrağına ihanette

bir tanedir.

Evvelâ Girayları, lâkaplarından başhyarak kısaca gözden geçirelim :

15. Asrın ilk çeyreğinde Hacıgiray... Babası 7 kuşak sonra Cengiz Han'a varan Gıyaseddin Sultan...

Giray oymağında büyütüldüğü ve emzirildiği ve bu oymak reislerinden bir sofinin hac dönüşünde

doğduğu için Hacıgiray diye isimlendiriliyor ve ondan sonra «Giray» tabiri Kırım hanlarına alem

oluyor. Hacıgiray'dan sonrası hep giray... Buna «Gerey» diyenler de var...

Mengeligiray :

Hacıgiray'ın yerine geçen oğlu... Kırım'ı Fatih Sultan Mehmed'e bağlayan, onun emir ve iradesine

geçen ve Karadenizde bazı kalelerin fethine memur edilen ikinci Giray... «Kalgay», yani bir nevi

veliahtlık ve sultan kaymakamlığı mânasına gelen tabir de Mengeligiray'dan kalma... Bir cenge

çıkarken, ona «Kırımda kaymakam olarak kim kalacak?» diye sormuşlar... O da «oğlum

Mehmedgiray kalsın:» diyeceği yerde, kendi şivesiyle «Mehmedgiray kalgay!» demiş... Artık bütün

sultan vekil ve namzetlerinin unvanları «Kalgay»dır...

Saadetgiray :

Mehmedgiray'ın hanlığından sonra, sıra, kardeşi Saadetgiray'da... Yavuz Sultan Selim'in

sevdiklerinden... Son yıllarını İstanbul'da ve Eyyüb Sultan türbesi yakınlarında geçirdi. Giraylar

arasında bazı kavgalar yüzünden Kırım Hanlığından çekilmişti.

Sahipgiray :

Kanunî Sultan Süleyman'ın yardımiyle Kırım Hanı... Kanunî, ona, «Sekban Akçesi» diye bir

ödenek bağ-

152

lıyor ve bu yeni âdet de sonuna kadar devam ediyor. Tatarları dağınık yerlerden toplayan ve

Kırım'a yerleştiren, o... Kanunî Sultan Süleyman emrinde de bazı seferlere katıldı.

Devletgiray:

Mengeligiray'ın torunu... En büyük hususiyeti Moskova'yı 41 gün muhasaradan sonra düşürmesi,

hazinelerine el koyması ve Moskof'u Kırım hanlarına haraç vermeye ilk defa zorlamış olması...

Arada bazı Giray'lar daha gelip geçiyor, bunlardan Gazigiray Kerman kalesini bina ediyor ve Türk

edebiyatında en sağlam kaleden daha dayanıklı, meşhur kahramanlık gazelini yazıyor:

Râyete meyledeni Kameti dîlcû yerine, Tuğa dil bağlamışız Kâkül ü hoşbû yerine.

tçeriz düşman-ı dinin Kanım su yerine...

Bunlardan sonra Giraylar da eski saffet ve samimiyetlerini kaybediyorlar ve Osmanlı Hanedanına

eş olarak tenperverlik, rahavet ve sefahate düşüyorlar...

Cevdet Paşa :

«_ Akvamı Tatar içine şikak ve nifak (ayrılık ve aykırılık) girmekle hariçteki âdâya galebe şöyle

dursun, kendi memleketlerini idare ve muhafazaya iktidarları kalmadı. Rusyalılar bu halleri fırsat

ittihaz ederek Kı-nm Hanlarına müteahhit oldukları cizye (vergi) bedelini vermekten imtina eder

(vazgeçer) olduklarından...»

Nihayet Kırım Hanlısında, Remzi Bahadırgiray, îs-lâmgiray, Hacı Selimgiray veİkinci

Devletgiray gibi müspet, Türk'e sadık Örneklerden sonra, iş, mahut Şa hingiray'a gelip çatıyor.

' İkinci Devletgiray, Prut'ta, Baltacı ordusunun kıs- kaçını tamamlayıcı Tatar kuvvetleri başındadır:

daha evvel görüldüğü gibi, Padişahı «Kırım gidiyor!» diye uyarmak isteyen ve Prut'da Türk - Rus

anlaşmasına şiddetle karşı çıkan insandır. Fakat ne çare ki, hem Türkiye'nin, hem de Kırım'ın

tereddisini durdurabilme iktidarına sahip değildir. Ondan biraz sonra da Kırım, o güzelim iklimi,

Karadenizin tahtı denilmeye lâyık coğrafyası ve Gifay'larının denize karşı saraylariyle Moskof'un

elin. de...

ªAHİNGİRAY VE TATARLAR

Fatih Sultan Mehmed'e el veren, O'nun Bizans'ı merkezleştirerek kurduğu yeni İmparatorluk

binasının sutunîan arasına giren, Moskof'u haraca bağlayan ve tâ Avcı Sultan Mehmed zamanına

kadar sadakatle Osmanlılık tfiBrinde çalışan Kınm girayları ve tatarları, ilk fiyaskoyu Viyana

bozgununda yerdiler. Kara Mustafa Pa-şa'nın ordusunda, kokmuş ve çürümüş Yeniçeriye taş

çıkarttılar, talandan başka bir şey düşünmediler, en nazik noktalarda savaşa seyirci kaldılar,

Hanlarına kendilerinden acı acı şikâyet ettirdiler, nihayet Osmanlı bün-yesiyle at başı beraber,

tereddi ede ede Üçüncü Mustafa devrine kadar geldiler; bu devirde de, eski tabiriyle «din-ü

devlet»e kıyar oldular.

Rus casuslarının Kırım'da sistemli çalışmaları ve «hürriyet, istiklâl» öksesiyle halkı avlamaları,

mahsulünü bu devrede verdi. Tatarlar Kırım Seraskeri İbrahim Paşa'ya dirsek çevirip ordu

ulaştırma işleri için vermekte

154

oldukları arabaları esirgemeye ve «bize Osmanlı askerinin lüzumu yoktur!» demeye başladılar.

Ahmed Cevdet Paşa:

«— Çünkü Tatarlar Rusya ile olan mukavele-i hafiyeleri (gizli anlaşmalarını) izhar

edemediklerinden, fakat orduca lâzımgelen muavenetten mücanebet (yardımdan kaçınmak) ve

ellerinden geldiği kadar ordunun bozulmasına gayret ederlerdi. Ve ordu maiyetinde bulunan Tatar

askeri dahi kavga etmeyerek mârekede sabit-kadem (harpte yerinden kımıldamaz) olup da kavga

eden yalnız Osmanlı askeri olup...»

Türk ordusunun her zaferinde Osmanlı, bozgununda da Moskof tarafına kaymayı âdet edinen

Tatarlar nihayet Büyük Bozgun zamanı maskelerini düşürüverdi-ler ve açıkça Moskof'u tuttular.

Osmanlı Seraskeri, Rusların (Or) kalesine yüklendiğini öğrenince, hemen zor-belâ tedariklediği

nakil vasıtasiyle ve zaif kuvvetlerle o tarafa yürümüş, Kırım Hanı da hilekâr mirzaların

«Osmanlıdan hayr yok; bari biz kendi başımıza davranalım!» teşvikine kapılıp (Or) kalesine gitmiş;

ve Tatarlar bir taraftan onu karşılarken öbür taraftan kapıları açarak Moskof'u içeriye almışlar,

Kırım Hanı kaçmış kuledeki asker kılıçtan geçirilmiş ve (Or) kalesi düşmüştür.

(Or) kalesi ihanetine kurban giden Selimgiray solu-

_ğu istanbul'da alıyor, yerine İkinci Sahipgiray geçiyor;

o da Kalgaylığa kardeşi hain Şahingiray'ı geçiriyor; Şa-

hingiray, peşinde bir sürü Tatar askeri, Kırım'a gelip

Osmanlı Seraskerine şu teklifte bulunuyor:

— Rusya ile anlaşmamız var! Osmanlı askeri hemen Kırım'dan çekilmelidir. Çekilmeyecek olursa

ordusu yağma ve esir edilecektir!

Ayak direyen bedbaht Serasker, askerleri kayıklara

155

binip kaçarken esir düşmüş ve Şahingiray tarafından, efendisi Moskof'a hediye olarak Petersburg'a

gönderilmiştir.

Şahingiray, kardeşi Kırım Hanı tarafından anlaşma şartlarım müzakere etmek üzere 50 60 mirza ile

Petersburg'a gönderiliyor; orada, Osmanlılarla sulh yapılacak olursa Kırım'ın Rusya'ya bağlı olması

için bir teahhüt senedi yapılıyor, mirzaların hep birden bu senedi imzalamaları isteniyor, fakat

Şahingiray'dan başka kimse imza atmaya cesaret edemiyor.

Nihayet haini Rus Payitahtında bırakıp Kırım'a dö-. nüyorlar. Şahingiray da, Petersburg'da bir hayli

zevk ve safa sürdükten ve Rus yüksek sosyetesinde. îslâm ve Türk haini sifatiyle itibar gördükten

sonra Kırım'a doğru yola çıkıyor, ama, korkusundan içeriye giremiyor, kardeşi Sahipgiray'ı bile

göremiyor ve bir zaman sonra Rus Çarlarının sayfiyesi Yalta'da yan gelip oturmaya başlıyor.

Neticeyi Kurat'ın eserinden alabiliriz : «Barış hükümlerine uygun olarak Han seçilen Dev Ietgiray

Türkler tarafından desteklendiğinden, Ruslarca makbul sayılmadı. Bu defa Ruslar Şahingiray'ın

şahsında kendileri için elverişli bir namzet buldular ve türlü entrikalar ve zor kullanarak kendisini

Kınm tahtına geçirdiler, Babıâli ise Şahingiray'ın Hanlığını tanımadı ve bu yüzden Kırım'da ikilik

başladı.

Ruslar da karışıklıkları bastırmak üzere asker yolladılar. Rus baskısı altında Şahingiray tahtından

feragat etti ve II. Katerina da bir (Manifesto) ile Kırım'ın Rusya'ya katıldığını bildirdi. 1873 yılı

sonları ve 1874 yılı başlarında cereyan eden bu olaylarla Kınm ülkesi tama-miyle Türkiye'nin

elinden çıktı.»

Sonunda Kınm lokmasını Moskofa yutturup Han-156

lığını da kaybeden ve Rus parasiyle sefil hayatını sürdürmeye memur bulunan Şahingiray,

tarihimizde nice emsali olduğu üzere öz kökünü inkâr etme ve teftişsiz ve murakabesiz Batı

hayranlığı tuzağına düşme Plâketinin (tipik) bir ifadesidir; ve Tatarları Ruslaştırma yolunda,

kılıklarından ruhlarına kadar bütün Müslümanlık izlerini silmeye savaşmakla Tanzimat sonrası

sahtelerin ilk habercilerinden biri mevkiindedir.

tik defa Batılı kılığına 'bürünen, alafrangalığa özenen, Tatarları da aynı yola sürmek isteyen, açıkta

içki içen, Evkafı kökünden kaldırmaya yeltenen, göğsünde Katerina'nın haçlı nişanını taşıyan

maymun adam...

Artık yol haç'a doğrudur.

GREK PROJESD VE ÖTESD

tkinci veya Büyük Katerina artık ihtiyarlamış ve 58 yaşına basmıştır. Ölümüne daha 9 yıl vardır ve

bu müddet cnun doymak bilmez ihtiraslarına yeni sahalar araması için yeterlidir. Zaten onun için

yeni saha diye bir şey düşünülemez. Saha tektir: Türk'ü ve Türklüğü, bütün zaman ve mekaniyle

ortadan kaldırma aksiyonunun yeni istikametleri...

Küçük Kaynarca onu doyuramamış, sadece iştahını açmıştır.

Katerina 1774'den (Küçük Kaynarca Muahedesi) nden teri, Osmanlı İmparatorluğunu devamlı

Moskof itiş-kakışlarına hedef tutmuş, 1779'da Kaynarca Muahedesinin yorumlanması ve yeniden

sınırlanması isteğiyle «Aynalı kavak tenkihnamesi» adı altında bir müzakere kapısı açıp kendisine

yeni cevelan ufukları sağlamış; 1783'de Kafkasların cenubuna sarkan, Kazbek ve Kobi dağlan

arasından geçen, her tarafı tahkimli büyük

157

bir Roma yolu açtırmış, yol üzerinde (Vlâdikovkoz -Kafkaslara hâkim ol!) isimli büyük bir üs

kurdurmuş ve aynı yıl bir ferman yayınlayarak Gürcistan'ı Rus himayesi altına aldığını ilân etmiştir.

İngiltere, Amerika istiklâl savaşlariyle uğraştığı, Fransa Büyük İhtilâle doğru iç bunalımlar çektiği

için ortada, Avusturya'dan başka hesaba katacağı kimse yoktur. Elde de Birinci Katerina

zamanından kalma «Doğu sisteminin büyük plânı» adlı bir tasan vardır.

Kurat'dan :

«Osmanlı İmparatorluğunu yıkmaya matuf bir tasarı hazırlanmıştı. (Grek projesi) ni de ihtiva eden

bu tasanda Türklerin Avrupa'dan kovulmaları ve istanbul merkez olmak üzere, bir Rus Prensinin

idaresinde bir (Grek Devleti) nin kurulması düşünülmekte idi. tşte bu maksadladır ki, II.

Katerina'nın Nisan 1779'da doğan ikinci torununa, İstanbul'un kurucusu Bizans İmparatoru

Konstantin'in adı verilmiş ve birçok Rum dadısı Saraya alınmıştı. Aynı zamanda Petersburg'da

Rum gençleri için bir askeri mektep açılmış ve tasarlanan (Grek Devleti) için Rus subayları

yetiştirme hazırlıklarına girişmişti. II. Katerina, İstanbul'un Ruslar tarafından zaptının bir hatırası

olmak üzere bir madalya dahi dar-bettirmek suretiyle bu tasarıyı ciddiye aldığını göstermek

istemişti.

Balkanların doğu kısımları ve Ege denizindeki adalar Ue Boğazları içine alacak olan böyle bir

(Grek Devleti) tabiatıyle ancak Osmanlı tmparatoriuğu'nun yıkılması ne mümkün olacaktı. Bir de

Eflâk Buğdan ülkelerinden ayn bir (Daçya Devleti) de kurulacaktı; bunun başına Prens Potemkin

geçirilecekti. Bu geniş plânların gerçekleştirilmesi, tıpkı Lehistan'ın taksiminde olduğu gibi,

Avusturya Oe anlaşmaya bağlı olduğu sanılmıştı.

19»

Nitekim bu (Grek Projesi) Ekim 1782 tarihinde Viyana Sarayına bildirildi. Nemçe Çasan, II.

Kalerina'nın b« plânına esas itibariyle karşı gelmemekle beraber, Avusturya için Balkanlarda ve

Tuna boyunda genişçe bir saha istedi.»

Anlaştılar ve şu 4 madde üzerinde birlik oldular:

«Eflâk, Buğdan, Basarabya'dan mürekkep Dinyes-ter ve Tuna nehirleri arasında Rusya'ya bağlı bir

Hris-tiyan hükümeti (Daçya İmparatorluğu) kurulacak...

İstanbul'da Bizan imparatorluğu ihya edilerek bu hükümetin tahtına Katerina'nın torunu Konstantin

için Buğ ve Dinyester nehirleri arasındaki arazi ile Ege adaları Rusya'nın olacak...

Şayet bu projeye muhalif durum alırlarsa, Fransa'ya Mısır ve Suriye, Prusya'ya Torn ve Danzig

verilecek...

tşte bu anlaşma üzerine «Şahingiray» bahsinde kısaca dokunduğumuz gibi, ihtiâl bahanesiyle, güya

müstakil Kınm Rusların zaptına geçti ve cenup Kafkaslara

yol açıldı.

ingilizler, Amerikalılarla uğraşmalarına rağmen Hindistan'ın yanı başında ejderleşmeye doğru

giden Büyük Rusya'dan gocunmaya başladılar ve Türk donanmasının Çeşme'de başına gelenleri

bizzat desteklemiş oldukları halde, bu defa, Prusya ve Hollanda ile el ele, Bâbıa-liyi, bütün bu

olanlara sükûtla mukabele etmekten gayrı bir şey yapamayan Büyük Kapı'yı tokmaklayarak yeni

bir Türk-Rus savaşına kışkırttılar...

Sene 1787... Tahtta, Üçüncü Mustafa'dan belki daha talihsiz, Birinci Abdülhamîd... Rusya'ya harp

Uânı ve Rus Sefirinin Yedikule'ye hapsi. Katerina'nın ekmeğine sürülen tereyağ ve bal... Defter

üzerindeki 400 bin Yeniçeriden ancak 20 bini meydanda...

Harbi biz ve yalnız Rusya'ya karşı ilân ettiğimiz hal-

159

de, bu defa Avusturya, bizzat kendisi harp açarak işin içinde...

Dayanağı da şu :

«— Avrupa'yı barbar Türklerden kurtarmak için harbe giriyorum!»

Halûk F. Gürsel'den :

«Bu savaşta Rusların hedefi Hotin, Bender, Özi kaleleri ile Tuna'ya kadar Buğdan, Avusturyalıların

hedefleri ise Adriyatik Denizi ile Hotin arasındaki sahada Türklere engel olmaktı. Türkler ise

Kırım'ı kurtarmak ümidindeydiler.

Savaşa başlarken İsveç ile de bir askeri ittifak yapan Osmanlı Devleti, başlangıçta bazı mevzii

zaferler kazanmasına, rağmen savaşı kaybetti. Özi kalesi düşüp burada katliam yapılınca padişah I.

Abdülhamîd teessüründen vefat etti. Yerine Üçüncü Selim geçti Bundan sonra, Ruslar ilerliyerek

Fokşani'de büyük bir zafer kazandılar. Tuna üzerindeki İsmail kalesi de alınınca duruın tamamen

Rusların lehine dönmüştü.

1791de Avusturya gerek harpten yorulmuş olması ve gerekse Polonya ve Prusya'nın kendisine karşı

ittifak yapması üzerine Ziştovi anlaşmasını imzahyarak savaştan çekildi. Bu anlaşma ile Bosna'dan

biraz arazi ve Yeni Orsova'yı kazanmıştı.

Prusya ve diğer devletlerin de araya girmesi ile 1792de de Ruslarla Yaş anlaşması imzalandı.»

Neticede :

özi kalesi ile Buğ ve Dinyester nehirleri arasındaki arazi Rusya'ya bırakıldı.

Eflâk - Buğdan beyliklerinin imtiyazları tasdik edildi.

Türkiye Gürcistan üzerindeki haklarından vazgeçti. Rus ticaret gemilerinin garp ocakları

tecavüzlerinden korunması teminatı verüdi.

160

Neticesinin neticesinde:

Artık Türk'ün Moskof yumruğuna karşı mahcup, mahkûm ve makhur bir devreye girmiş, olduğu ve

hiçbir silkinişe mecali kalmadığı resmen tasdik edilmiş oldu.

BDRDNCD ABDÜLHAMÎD

Evvelce temas etmiş olduğumuz gibi, Türk'ün Rus yumruğuna karşı devamlı bozgun durumuna

geçtiği devrenin başında, hepsi de nefs ve hevalarına düşkün vazir-lere rağmen dâvanın acısını

derinden duyan, hayatlariy-le ödeyen ve ellerinden hiçbir şey gelmeyen iki padişah vardır: Üçüncü

Mustafa ile Birinci Abdülhamîd...

Bunlardan Birinci Abdülhamîd, selefine nispetle başı Moskof satm altında ve bir darbede

uçurulmuş gibi, son derece açık ve acıklı ve bu bakımdan üstün bir misal belirtir.

Ateşi körüklemekte hiçbir suçu olmadı&ı halde, henüz teslim aldığı Osmanlı tahtının son

felâketlerinden biri olarak Moskof'u Ayastefanos (Yeşilköy) önlerinde görmenin talihsizi İkinci

Abdülhamîd. bazı noktalarda Birinciye sadık bir ayna teşkil eder. Adaşlıkla beraber, Allaha bağlılık

bakımından çönülda3Dık benzerliği... Fakat nerede îkinci Abdülhamîd'in büyük dirayet ve siyaseti,

nerede büyük babasının babasmdaki, sadece temiz ve safdil olmaktan ibaret ve hadiselere seyirci,

küçük şahsiyeti?..

Artık zehirli yemişini vermekte pıtrak bir ağaç haline gelen, Baltacı’nın Petro'yu salıverme suçu,

Üçüncü Mustafa ve Birinci Abdülhamîd devirlerinde en kanlı eserini verirken, sonuncusunda ve

fert çerçevesinde, yürek dayanmaz bir (dram) levhası çizmiştir.

Şehzade Sultan Mahmud'un çukadan Şehri ismail Efendi, bu dramı şöyle anlatıyor:

İslâm askerlerinin devamlı bozgununa dair ha-ı berler Serdar-ı Ekrem tarafından yazıldıkça

rahmetli Hakanın bünyesinde bu yüzden doğan rahatsızlık derinleşmiş ve nihayet Padişah ayakta

duramaz hale gelmişti. Bu hal 1203 senesi Recep ayının başlarında iyice belirli olmuş ve orada

«Surre-i Hümayun»un (her sene Hicaza gönderilen Surre alayı) yola çıkarılma zamanı gelmişti.

Hünkâr, hastalıkları dolayısiyle Surre-nin yola çıkmasında acele ettiler ve «bu sene teberrük olarak

bir gün önce yola çıkaralım!» buyurdular. Recebin onuncu günü Surrenin yola çıkarılması

kararlaştırıldı ve o gün Padişah Hazretleri dîvan yerine Kub-bealtına vücutlariyle şeref verdiler ve

Surreyi aceleyle Surre Emine teslim edip beraberlerinde bulunan Şehzade Mahmud Efendimizi alıp

«Hırka-i Saadet» dairesi yakınındaki Sünnet odasına götürdük. Şehzadeler çocukluk oyunlariyle

meşgul olurken Sultan Abdülhamîd Han önce Sarık odasına gelip Şehzade Mustafa'yı bağrına

taşarak gözyaşlariyle dua ettikten sor.ra Sünnet odasına geldiler ve Şehzade Mahmud'u bir kenara

çektiler ve ağlaya ağlaya buyurdular: «Oğlum Mahmud, seni Mevlâya emanet ettim; Allah

yardımcın olsun ve iki cihanda yüzün kara olmasın!» Ve gözyaşları yanaklarından akarken dışarıya

çıkıp, kahveci ve Berberbaşı koltuklarına girmiş olarak, kendi kendilerine harekete mecalsiz, gayet

ağır adımlarla, çamaşırlık binasına bakan köşke uzandılar. Henüz sedire oturup birkaç nefes alacak

kadar saman geçmeden, karakulak Ağa, Ser- dar-ı Ekrem Koca Yusuf Paşa'dan gelen bir nâmeyi

alıp özi Kalesinin düşman eline geçişini anlatan noktaya geMace yakıcı bir ah çektiler ve çarpılıp

kaldılar. Sultana şiddetli bir nünü (inme) isabet etmişti. Hekim-

162

beşi koşarak geldi ve Padişahın nabzını tutup şöyle demekten başka çare bulamadı: «Efendim,

Allaha emanet, bir şeyiniz yok! Nezleniz bir parça harekete gelmiş, o kadar!..» Nüzulü nezle ile

tevil etmek isteyen bu teselli lâflarına karşı, Padişah Hazretleri melûl melûl Hekimbaşı Hasan

Efendi'nin yüzüne bakıp buyurdu: «Hasan Efendi, bu son hizmetindir, iyice bak! Efendini elinden

aldırdın!» Bu söz üzerine Hasan Efendi göz yaşlarım zaptedemeyerek huzurdan çıktı ve Başçuka-

dar Ağa'ya «ümitsiz!» cevabını verdi. Gerçekten. Sultan Abdülhamîd Han, sabaha karşı mübarek

ruhunu teslim etti.

Şu anlatış, Birinci Abdülhamîd'in özi Kalesine ait kötü haber mızrağiyle ta kalbinden vurulup bir

gece içinde nasıl gittiğini canlandırmaya yeter; ve Müslümanların Halifesi ve Türklerin Padişahını

uzaktan vurucu Moskof'a karşı Müslümanlık ve Türklük hıncını kıyametedek sürdürmeye kâfi

gelir.

66 yıl ömür süren ve 16 yıl tahtta kalan Birinci Abdülhamîd, bu 16 yıl içinde kendisini her gün

biraz daha iğneleyici Moskof derdine karşı, oğlu Mahmud'un Yeniçeriyi kahretmekte gösterdiği

hayatiyeti, Ordu ve idare düzelticiliğinde gösterseydi, işler bambaşka bir mecraya girebilirdi. Ne

çare ki, o, pamuk gibi temiz ve yumuşak bir mizaç taşıyordu, bu bakımdan kayaların sivri

tepelerine kasma indirerek onları yerle bir edemezdi, olsa olsa kendisini yiyip bitirebilirdi; nitekim

öyle oldu ve Pamuk Padişah, pamuk gibi yanıp kül oldu ve gitti.

HÂLDMDZ, ORDUMUZ

Bütün bu haleri başımıza getiren saiklerin başında

I8S

ordu ve yeniçeri meselesi vardır. Bu belâya karşı ne düşünüyoruz, onu İçinden ıslah veya kökünden

kaldırmak ve yerine tam bir iman ve ahlâk dayanağı üzerinde, maddî ve manevi şartları mükemmel

bir ordu kurmak için hangi hesaplar peşinde geziyoruz? Kanuni'-nin hemen arkasından cevabını

bulması gereken bu hayatî sual, işte iki asırdan beri cevapsızdır. Cevapsız olmak şöyle dursun,

cevabını aramak ve mutlaka bulmak ihtiyacını her ân arttırdığı halde artık büsbütün çaresizliğe

düşmüş olmanın buhranı içindedir. Birinci Abdülhamîd'in «Allah seni iki cihanda yüzü kara

etmesin!» diye dua ettiği oğlu İkinci Mahmud'a kaiar yeniçeri, yan bakılamaz ve el sürülemez bir

(tabu) mahiyetini muhafaza edec2ktir.

Dünyanın ilk muvazzaf ve mükemmel askeri teşkilâtını belirten yeniçeri, ilk ve müstesna ruhunu

zaman ve mekâna tatbik ederek aynı heybet vs hâkimiyeti devam ettireceği yerde, o ruhu tersine

çevirmiş, büyük idealinden kopmuş, biribiriyle ilişiksiz, biribiii-ne bağlı 10 kişi karşısında tabanım

yağlayıcı 100 kişi halinde, iflâsların en feciine düşmüştür. Hal böyieyksn Peygamber Sancağını At

veya Et Meydanına dikip «ey-müslumanlar Şeriati savunma maskesi aitında 5«riata hiyanetten

başka davranışı kalmayan bu katilier, çiniler, çapulcular, kaçaklar, ırz düşmanları, vatan hainleri

sürüsünü, ya kökünden temizleyip yenisini getirelim, yahut ocaklarına girip cnîara eski ruhlarım

iade --edelim!» diye bağıracak bir hamiyet örneğinden ortada eser yoktur. Hal o kadar dokunaklı,

öyle acmdın-cıdır ki, şu mısra ile belirtilebilir:

Kâfir ağlar bizim ahval! perişanımıza

Nihayet, Türk'e dost görünmek, fakat her halde onu bu kadar acze batmış görmemek isteyen

Fransa'nın

164

dikkatini çekmiş ve Fransa Kralı tarafından Türk ordusunun yenileştirilmesi ve yepyeni bir teşkilâta

erdirilmesi için İstanbul'a bir teklif gönderilmiştir.

Teklifi gönderen, Kralın akrabasından ve itibarlı Fransız kumandanlarından (Dük dö Monmoransi),

getiren "de onun başkâtibi...

Teklifte deniliyor ki:

„— Düşmanlarınızın Türk vatanına taarruz ve tecavüzleri, askerlerinizin harp fennine uzak

kalmasından doğmaktadır. Hasımlarınıza karşı koymak için yeni bir aske^r icad etmedikçe ve harp

tekniğinden esas olan bilgileri benimsemedikçe, Devlet-i Aliyye, düşmanlarına cevap vermekten

âcü kalacaktır. Fransa devletinin öteden beri devletimize karşı beslediği ihlâs ve muhabbet

dolayısiyle Ger.eral (Dük dö Monmoransi)ye, size bir miktar yetişkin asker göndermesi ve askeri

harp sanayiini memleketinizde kurdurması için her türîü izin ve selâhiyet verilmiştir.»

Fransa, ister samimî, ister içten hesaplı, hangi niyeti beslemiş olursa olsun, bu teklifiyle bize büyük

bir fırsat hazırlamış olmuyor muydu? Sen bu fırsatı, gizli r.iyet tarafına kadar anlayışlı ve tedbirli

clarak kullan da, ena hiçbir şey kaptırmadan marifetini elinden al! Yapıiirası gereken bu değil

miydi?

Evet, yapılması gereken buyken takın ne yapılıyor ve teklife karşı nasıl bir tavır takınılıyor?

Gâvura güvenilemeyeceği ve yardım elini uzatırken onun mutlaka gizli bir niyet kollamış olacağı

fikriyle, teklife (ümit ile ye's), evetle hayır arası bir cevap veriliyor ve bu arada soruluyor:

— Osmanlı ordusunu talim ve yeni bir teşkilâta tâbi kılmak için çalışma sahası olarak nereyi

düşünüyorsunuz?

165

Teklifi getiren Başkâtip, elçi vasıtasiyle:

— Meselâ Girit Adası uygun olabilir. Diye cevap veriyor.

Bunun üzerine kavuklar sallanıyor ve hemen hüküm bastırılıyor:

— Françelû (Fransızlar) demek Girid'e asker yığıp onu içinden zaptetmek niyetinde...

Ve Başkâtip memleketine iade ediliyor.

Hadiseyi anlatan «Vâsıf Tarihi» sahibi Vâsıf Efen-di'nin bu mevzudaki yorumlan hem din telâkkisi,

hem de umumî anlayış, bakımından yürekler acısıdır.

Vâsıf Efendi'ye göre Hristiyan askerleri piçhane-lerde yetiştirilirler ve en âdi tabakadan seçilirler.

Bu bakımdan onları cebr ve kahr ile sevk ve idare etmek mümkündür. Ama müslüman olanlara zapt

ve rapt (disiplin) mevzuunda şiddet ve sertlik göstermek imkânsızdır ve onlan ancak teşvik ve

bahşiş yoliyîe kullanmak gereklidir. İslâm milleti bir defa mağlûp olmakla, düşmanlarının silâh ve

usulünü öğrenmek ve onlara baş eğmek tenezzülüne düşemez. Harplerde yenmek veya yenilmek

bir kader meselesidir ve bunun için üstünlük sebeplerine baş vurmak ve kuvvetli olmaya çalışmak

fikri yersizdir.. Nitekim Eğri Seferinde yer -gök götürmez Osmanlı ordusunu düşman bozmuşken,

silâhsız ve nizamsız karakullukçu taifesine (karargâh hizmetçileri) mağlûp olmuştur. Hristiyana

asla güvenilmez ve onun her iyilik teklifinin altında habîs bir maksat yattığı hesaba katılmak icap

eder. Nitekim Girit Adasının talim ve teşkilât yeri olarak öne sürülmesi buna delildir.

Vakanüvis Vâsıf Efendi gibi nice elçilik vazifelerinde bulunmuş bir insanın, hem din ölçüsü, hem

de dine bağlı akıl aükmü önünde felâket çapında birer safsa-

166

tadan başka bir şey olmayan bu anlayışı, halimizi belirtmek bakımından ibret ve dehşet vericidir;

tarihçi Cevdet Paşa'nın en ağır hücumlarına uğramıştır ve cevaptan bile müstağnidir. Dinde, fikirde

ve işde halimiz fecaat mefhumunun çok altındadır.

BAŞAŞAİI

Şimdi tahtta Üçüncü Selim... Özi felâketiyle neticelenen ve neticede Birinci Abdülhamid'i öldüren

harp devam etmekte... Şimdi de Rus ordularının başına, tarihlerinin «dâhi kumandan» diye

kaydettiği (Suvarof) isimli biri geçirilmiştir. 1873'te Cenubi Kafkaslarda müthiş bir imha hareketini

yürüten adam... İsveç'in Türkiye safında harbe girmesi, (Suvarof) un Türklere ayrılan kuvvetlerin

başına geçirilmesiyle tesirsiz bırakılmak istenmiş ve zulümde insanlık tarihinin emsalini az

kaydettiği (Suvarof), bire üç, hattâ beş nispetinde çokluk arzeden Türk kuvvetlerini perişan etmeyi

başarmıştır. Ondaki kanaat ve Türk Ordusu hakkında kıymet hükmü, herhangi bir Rus alayının on

misli Türk'ü sürüp dağıtacağı ve tuz-buz edeceği merkezinde... Birinci zevki de, harp etmek değil,

Müslüman - Türk kanını dökmek... Özi'ye girince sivil halkı, ihtiyar, çocuk, hasta. ka:hn. hiçbir

şeye bakmadan kılıçtan geçirtmiş ve Lşte aynı hareketi, Tuna üzerindeki İsmail Kalesine hücumla

girdikten sonra, teslim bayrağını çeken Türk askerlerini ve müslüman ahaliyi sinek avlarcasına

öldürmek suretiyle göstermiştir. (Suvarof) un Moskof vasfı olarak Rus tarihine kan rengiyle

kondurduğu vahşet ifadesi, bir zamanlar Baltacı'nın «Şeriatte aman dileyene kılıç çekilmez!»

hükmünü mevzu dışı göstermekte İlâhi bir ihtar sayılsa yeridir.

167

I

Şimdi bütün ümit Üçüncü Selim üzerinde... Yavuz Sultan Selim'den sonra San Selim'de ilk tereddi

bayrağını çeken padişahlar kolu bakalım Üçüncü Selim'de Yavuz'dan bir pay gösterebilecek mi?..

Cevdet Paşa'yı okuyalım:

«— Berminval-ı sabık (eskiden olduğu gibi) askerin rabıtasızlığı ve esbab-ı seferiyenin noksanı

(Sefer şartlarının yoksun oluşu) hasebiyle musalâhaya (barışa) bayii meyi hasıl olmuşken teceidüd

ü saltanat (saltanat değişikliği) hasebiyle zamanede meşhud olan (görülen) zaaf ve fütur halini

Hakan-ı merhumun (Birinci Abdülhanud'in) rehavetine ve ihtiyarlığına hamledenler, Sultan Selim

gibi bir civan ve civanbaht padişah (genç ve zinde talihli) taht-ı sahipkeraniye (hâkimiyet tahtına)

cülus etti, artık Moskofa haddini bildiririz ve Nemçe'yi şöyle böyle ederiz deyû harbin devamını

tervice mübaşeret etmeleriyle (harbin devamını istemeye başhtmalariyle) yine harp efkârı

tazelenerek halkın ezhânı (zihinleri) harbin istimrarı (yürütülmesi) sureline sarıp güya Yavuz

Sultan Selim'in devri avdet etmiş gibi nâsa (halka) gurur-u tam gelmişti.»

Bu hava içinde Üçüncü Selim, taht'a çıkışının ertesi Çarşamba günü, Sadrâzam ve Ssrdar Ekrem

Yusuf Paşa’nın, makamında kalmasını irade ediyor, cr.a ysni bir «Mühr-ü Hümayun» gönderilmek

üzere bulunduğunu bildiriyor vs düşmandan intikam, alınmadıkça gaza kılıcının kınına

girmeyeceğini ve bu bakımdan sefer tedbirlerine devam edilmesini ferman eyliyor.

Başkumandan, Padişah nâmesini alınca Psygam-ber sancağını çıkarıyor, bütün kumandanlara

öptürüyor vs erdu, Rusçuk taraflarında sahraya çıkarılıyor. Bu sırada Rus birlikleri Buğdan

içlerinden kol kol hareket etmek üzeredir ve büyük bir Avusturya kuvveti de Rusu desteklemek

vaziyetindedir.

168

Romanya'nın iskelesi Kalas üzerine Rus hücumu, mevcut dört bin îslâm askerinin şehid olması ve

esir düşen küçük bir kısmın da kılıçtan gsçirümssi...

Rus ve Avusturya kuvvetleri karşısında Osmanlı askerinin başarısız ve birçok yerde gerileyici

hareketi devam ederken, Avusturyalılar safında birtakım Arnavutların Türklere karşı cenge

katılmış, olduklarını görüyoruz. Cevdet Paşa Tarihi'r.e ve Avusturya kayıtlarına göre, bunlar,

Osmanlı ordusundan. ulûf2D?rini alamadıkları için karşı tarafa geçmiş birtakım menfaat

düşkünleridir.',

Cevdet Paşa:

«— Taraf-ı Devlet-i Aliyyeden ulûfleri verilemediğinden düşman canibine geçen külliyetlû

Arnavut askeridir ki, bir, takımı Rusya ve birtakımı Nemçe'nin hizmetini kabul ile Devlet-i

Aliyyeye karşı kurcun ntar-lardı. tşte, harp demek akçe demek olduğu bununla dahi sabit olur*

Cevdet Paşa son hükmünde haksızdır. Harp demek, yalnız madde bakımından para demektir. Ruh

bakımından ise sadece iman ve ahlâk... Birtakım madde sıkıntılarının, ruhlardaki iman ve ahlâk

kayıplarını ortaya dökmekte büyük rolü olsa da, esası ona bağlamak sen derece hatalıdır. Eğer bu

tip Arnavutlarda iman ve onun emrettiği ahlâktan küçük bir nasip bulunsaydı, toprak yemeyi tercih

ederler ve Salıp emrinde Hilâle kurşun sıkmak için Moskof veya Nemçe çorbasına iltifat ve

tenezzül göstermezlerdi. Onları bu hale getiren, yahut gelmiş bulundukları hali açığa vuran askerî,

malî ve idari Osmanlı perişanlığı ise ayrıca suçlu... Osmanlı ordusu düşünüyor:

— Rusçuk ve Yergöğü sahrasında nu kalayım, Si-lîstre tarafına mı çekileyim?..

16»

I

Ne o. ne bu... Sadece para meselesi üzerinde İstanbul'a feryatnâmeler göndermekle kalıyorlar.

ÜÇÜNCÜ SELDM

Moskcfun karşısında boyuna yalpa vuran ve gerileyen ordunun «akçe, akçe!» diye çığlığı, Üçüncü

Se-lim'e çok dokundu. O kadar ki, İstanbul'da bulunan Sadaret Kaymakamına şöyle, bir «Hatt-ı

Hümayun» gönderdi:

«— Devletin irad ve masrafı ve zait sefahati cümlenizin malûmudur. Eğer bana şimdilik kuru

ekmeğe kaani ol deseniz ben razıyım. Eğer ben birine taarruz eylesem, pederi dahî böyle eyledi

deyû lisana götürürler. Siz bana beyan eyleyin Allah aşkına!.. Devlet elden gidiyor: Sonra faide

verme». Ben bildiğimi sise beyan eyledim. Siz de devletten hissemeadsirtiz!»

Bu acıklı fermana cevap olarak Kaymakam Paşa tarafından binbir özür ve engel ortaya atılınca,

Padişahın cevaba verdiği cevap daha acıklıdır,

«— Allah Allah, bu ne keyfiyettir?.. Her şeyde hak setrolunmuş... Traş için huzuruma gelen

berberlerden ikisi, topçu esamemiz var deyû naklettiler... Asker denilse, ne yapalım, sefere gidecek

vazifelû askerimiz yok, cevabı verilûr. Tahrir olunsun denilse. Beytümalde akçe yok, denîîür. Buna

bir çare denilse, şimdi vakti değildir, ocaklara taarruz olr nmaz, denür. Biz demeyiz ki, herkesin

elinden alınsın, ama mahlûl (serbest para) oldukça ehline veriisln... Eğer bu söz hak değilse razı

olunmasın... Hakka razı olup mum (yardımcı) olmayanı Allah kahretsin!., tşte böyle böyle,

memleket elden çıkıyor!»

«Sûz-u Dilara» makamının bestecisi, klâsik alaturka musiki sevdalısı Üçüncü Selim, bestesinin

lügat mânasına es, olarak «gömül okşayıcı acı» ya tutgun bir mizaç sahibi olarak, rikkat ve

hassasiyette nadir rastlanır, halim ve selim bir şahsiyet... Ne var ki, Moskoftan ve Moskofa karşı

çatırdamaya başlayan devlet binasının mukavemetsizliğinden aldığı tesir, «gönül okşayıcı acı»

yerine, gönül yakıcı acıdır. Kendisindeyse, Moskof yüzünden kahra uğramış amcası ve babasından

daha ileride bir irade ve hamle kudreti mevcut değildir. Fakat son derece zarif ve hazin bir içlilikle

vatanını ve nefsini murakabe ve muhasebeye çekebilme değerini taşıdığı, yukarıdaki «Hat» 1 ardan

da anlaşılacağı gibi, meydandadır.

Yine Kaymakama gönderdiği şu «Hatt-ı Hümayun» ne kadar manalıdır:

«— Kesreti mezalimden (zulmün çokluğundan) âlem harap oldu! Reayada (tebaada) takat

fc»lnn»mı$-tır. Kaadiler ve naipler ve voyvodalar ve ayanlar ve ciz-yedarların etmedikleri zulüm

yok... Bunlar hep, emanet ehline sipariş olunmadığından neş'et etmiştir. Gerek sair menâsıb ı

Devlet-i Aliyye ve vezaif-i askeriyeyi, yarın Cenab-ı Allah cümlemizden sual eder. Ne cevap

vermeli?.. Sana tenbih ettiğim hususu, Semahatlû Efendi dâimiz (Şeyhülislâm), vesair efendiler

dâilerimiz ve rical i devletimiz ile birer birer müzakere edip ve defi ilâcını tulup arzedesin'... Bizden

evvel gelen Selâtin-i Osmaniyan (Osmanlı sultanları) ve rical birer birer nizam vermişler... Biz

onların nizamını yıkmadayız. Onlar da bizim gibi insan değil midir? Ben, avn ve inayet-i Bârî Ue

icra-yı siyasete ve re'fette kusur etmem. Dünya siyaset ve adalet ile nizam bulur. Ve elyevm

devletimin iki düşmana seferi var... Hal nasıldır? Hazineler malûm, zahire malûm; asker ve barut ve

mü-himmattn nizamı ve keyfiyeti nicedir? Cülus u Hümayunun henüz vâki olmakla işlerin evvel ve

âhirine vâkıf değilim. Devletimin hali nicedir? Ketmetmeyip, doğruca müzakere edip badehu

hakikati bildirmekte kusur etmeyesin!.. Bu âlem bana emanettir. Bildirmeniz mat* lubumdur. Bir

gûna mülâhaza edip bildirmezseaiz yarin huzur u Bârîde iki elim yakanızdadır. Yârap, bu kulların

bana bildirmediler, deyip ben halâs olurum. Bu günden sonra rüşvet alıp ve zulmedip ve edenleri

bilip ligarazin ketmederseniz vallah ben ve ecdadım ervahı için, evlâdım dahi olsa kıyarım ve

siyaset ederim. Böyle bilip öyle hareket edesin!.. Din ve devletime sadaka edenlere haklarından

efzun (fazla) riayet ederim. Doğru söze muğber olmam. Devletimize hayırlı o!an neyse hakikatiyîe

bana bildiresin... Allah ü Zelcelâl cümleyi hayra muvaffak eyleye. Amin...»

Bu sade, gönülden kopan, halis ve samimi fermanlar, Üçüncü Selim'in de, öbür iki padişah gibi, tek

başına, nasıl yanıp kavrulduğunu göstermeye yeter. Ama, ne yazık ki, (Yaş) anlaşmasiyle devletin

yeni bir çukura düşmesine mâni olamayacak, üstelik tesellisini de bulacak, hattâ biraralık Moskofla

ittifaka kadar gidecek olan Üçüncü Selim, gönül yakıcı Mcskof acısını, saz meclislerinde gönül

okşayıcı acıya çevirmekten kandini alamayacaktır. Ve aynı rikkat ve hassasiyet içinde, bir o kadar

da gaflete batmış olarak, karşı çıkamadığı iç isyanlara kurban gidecek...

TOPLANTILAR, ÇARE ARAMALAR

Artık sarayda ve Şeyhülislâm konağında meşveret meclisleri üstüste toplantıda... Hiç kimsede

derdin ilâcına ait kafi ve külli bir fikir yok... Padişahta ise ma-lûm samimiyet ve hassasiyet

edasmdan başka bir şey mevcut değil...

Lâfta kalan sözü:

«— Her kim din ü devlete hıyanet ederse başını keserim ve yerine adam bulurum. Evlâdım olsa

himaye etmem!»

Çıka çıka, zaten çoktan beri dikkat edilmesi lâzım iki hüküm çakabiliyor:

— Meyhaneler kapansın! Kılıklar düzelsin ve gi-yim-kuşamda israf ve sefahat havası kalksın!..

Ahmad Cevdet Paşa:

«— Elbise nizamı devr i Abdülhamid Hanide dahi mükerreren yapılıp ekîd ve sedid fermanlar ile

neşrolunmuşken çok sürmeyip müddet-i kalîle zarfında keen-lemyekün (ortadan kalkma) hükmüne

girmiştir. Zira nizamı memleketi ihlâl eden başlıca iki madde olup biri rüşvet ve diğeri hatıra

riayettir ki, bu dahi mânevi rüşvet demektir.»

Evet; «Baltacıyı yetiştiren vasat» bahsinde dokunduğumuz gibi, her şey rüşvet ve ona bağlı

zincirleme ruh ve ahlâk düşkünlüklerinden gelmektedir.

Basta bir nevi, dini r.efsaniyetine uydurucu Şay-hülislâm tipi, hiç kimsenin:

«— RÜŞVET VEREN VE ALAN ATEŞTEDDR» Mealindeki mukaddes hadîsten kaygısı

kalmamıştır.

Yeniçeri nasıl çürümez, Bsytülmal nasıl suyunu çekmez, saray nasıl entrika yatağa olmaz, Babıâli

nasıl akıl hastalarına yataklık etmez, Şeyhülislâm kapısı nasıl keyf ve garaz fetvalarına kucak

açmaz; ve Batılı, hususiyle Moskof, nasıl cangâhımıza göz dikmem? Devletin ve herkesin kabuk

üstü bağlılık iddia ettiği dini, içte ve ruhta kaybetmenin neticesidir ki, şimdi Moskof,

173

gözleri İstanbul'a mıhlı, Tuna boylarında cirit atmaktadır.

ݺte bu sıralarda, Batı dünyasından para dilenme ve îslâm diyarını onun borçlusu haline getirme

temayülü —ki Birinci Abdülhamîd'den başlar— hız kazanmış ve bu defa Felemenk yerine

İspanya'ya si açılmıştır.

Cevdet Pasa :

«— Akça tedarikinde mütehayyir kalınmakla, hatıra gelen esbaba teşebbüs olunup hattâ Fas

Hâkiminden ve Cezair ile Tunus ocaklarından dahi istikraz olunmak tasavvur ve tasmim olunmuş

idi. Lâkin ledelistim-zaç (ağızlan aranarak) her taraftan akçe yerine vara ka-i itizar (özür dileme

kâğıdı) ile cevab-ı ye's alınmıştır.»

Yani Müslümanı, Hristiyam, Türkiye'ye para yerine bir nevi nasihat veriyor.

Son çare, başta saray, bütün tebaayı, elindeki altın, gümüş ve bunlardan yapılma âvamiyi devlete

vermeye davet etmek olmuş; daha evvel Birinci Âbdulha-mîd'in baş vurmuş olduğu bu tedbir bir ân

için basan göstermiş ve (oksijen) çadırında alınan suni nefesler halinde yalancı bir ferahlık

duyulmuştur.

Öbür taraftan da İsveç, Rusya'ya karşı ittifak mevzuunda kendisine DevleM AJiyye'ee vâdedilen

parayı istemektedir. Püsküllü belâya bakın siz*.. Kapı kapı para arayanın k&pısı «para!» diye

tokmaklanıyor.

Ahmed Cevdet Paşa:

*—¦ îşt« I>CTÎet-i Ailyyeain , mn£&yaka4 maliyesi benninval-i meşrufe (anlatıldığı ügere)

berkemal olc-rak kâh Feletneakten ve kâh İspanya'dan istiâne (Yar-dua istense) eüeânsMla

telsaduğu hâlde, İsveç Eliçisi^ taraf i Devlet i Aliyyedess mev'ud (vâdedilmiş) olaa

174

imzasını istid'âdan hâli olmayıp meblâğı merkunun (paranın itasuıa hazinenin hal-i hazin mibait

olmadığı gibi, tsveçlûya cevabı ye's (menfi cevap) itası dahi tecviz olunmayup, hususiyle Sultan

Selim Han Hazretleri dahi tsveciûnım kırılmasını iltizamla, tsveçlû ile ittifak maddesini

başlamayasın deyû Kaimmakam Pa-şa'ya irade buyurmuş okluklarından hwr gün bir türlü güftar ve

reftar ile (söz ve tavına) tsveç Elçisi aıaauûp avudulur ve...»

Politika da bu merkezde; aczin ve sefaletin çırpınma hali...

OLANLAR • BDTENLER

Büyük Fransız înkü&bmm patladığı sens, hattâ, patlama tarihinden üç gün önce (11 Temmuz 1789)

Türkiye ile îsveç arasında Rusya'ya karşı bir ittifak imzalanıyor:

1 — Türkiye İsveç'e 2000 kese para yardımında bulunacak (hazinede 10 para yokken) ve bunun

500 kesesi peşin verilip her muharebe yılında üçer aylık taksitlerle ödeme devam edecek, geriye

kalan kısım da sulh muahedesinin imzası arkasından 10 sene içinde tamamlanacak...

2 — Taraflar birbirinden evvel ve tek başına Rusya ile sulh yapamayacak... Bu husustaki niyet vs

teşebbüsler taraflarca birbirine unceden haber verilecek...

3 — Muharebe neticesinde düşman eline geçen toprakların kurtarılması için taraflar müşterek

bir davransş takip edecekler...

îsveç ile Rusya arasında ilk kapışma Battık Denizinde ve karakol ganileri arasında oluyor;

arkasından hafif gemilerden mürekkep îsveç ve Rus donanmaları karşılaşıyorsa da Ruslar üstün

çıkıyor. Ayrıca kara sınırlarındaki hareketlerde de yine Ruslar galip geliyor. Bunun üzerine îsveç

yeni bir hamleye girişip Rusların hafif donanmasını eziyor, 23 tekneyi zaptediyor ve Pe-tersburg

yakınlarına denizden küçük kuvvetler çıkarıyor. Bu küçük kuvvetler, üzerlerine gelen 8000 kişilik

Moskof askerini, yarısını öldürerek püskürtüyor.

Yine der. iz harbi ve büyük donanmalar arasında cenkleşme... îsveç evvelâ mağlup, sonra galip...

Moskof un yan donanmasiyle 10 bin neferi kayıp...

Görülüyor ki, Rus - îsveç kapışması, Türkiye hesabına hayati bir fayda sağlayıcı çapta değildir,

birbirini çimdikleme mahiyetindedir ve neticeye müessir olmaktan uzaktır.

Ya bize karşı Moskofun durumu?..

Serdarı Ekrem Yusuf Paşa, Cevdet Tarihfnin ifadesiyle «pek çok cariyeler cem ile her gün böyle

eğlenmektendir. Ordudaki malî sıkıntı da onun ihmal ve idaresizliğine atfedilmekte... Azlediliyor.

O sıralarda faaliyet müneccimlerdedir. Müneccim-başı, İstanbul'a düşen müthiş yağmurları ve bir

gece (1204 Şevval'inin 22 nci pazar gecesi) sabaha kadar kesik kesik devam eden zelzeleleri şu

veya bu hayalî tefsire bağlayarak gaibi keşfetmeye yeltenme gibi korkunç ve nice zamandır moda

bir din ve itikat hatâsını tekrarlıyor, îman, saffet ve asliyetini çoktan kaybettiği için, bir nevi

falcılıktan başku bir şey olmayan, vehim ve hayal planındaki bu yorumlan da. adetâ devlet

gemisine rota verdirecek kadar herkes benimsiyor. Ortada:

— Nedir bu haliniz; Kâinatın Efendisine ait «bütün müneccimler yalancıdır» mealindeki hadîsi

nasıl

176

unutuyorsunuz? Müneccim söziyle nasıl amel edebiliyorsunuz? Bu halin küfre kadar gidebileceğini

düşünmüyor musunuz?

Diye gürleyecek halis bir din adamı yoktur.

Halbuki, yalınız Sultandır ki, bu gibi din ve dini akıl dışı sahtekârlıklara inanmayışının resmî, idarî

ve içtimai çerçeveye çıkaramamaktadır. Nitekim donanmanın denize açılması mevzuunda «vakt-i

mes'ut» tayini için gelen, birinci ve ikinci müneccimlerin zâyiçe-leri (yıldızları okuma raporları)

birbirine zıttır. Bunlardan hangisiyle amel olunsun diye Kaymakam Paşa'-dan gelen suale, Üçüncü

Selim şu cevabı veriyor:

— Her gün Allah'ın günüdür. Benim yıldızlara asla itikadım yoktur. Tevekkül Allahadır. Ne gün

müna-sipse denize çıküsın!.. Cenk de ne gün uygun görülürse olsun!..

Ahmed Cevdet Paşa:

«— Müneccimlerin zâyiçeleriyle amel olunmak âdet hükmüne girmiş olduğundan badehu yine

Sultan Se-lim'e bir zâyiçe arzolundukta, madem ki âdet gibi olmuş, ol veçhile amel olunsun, deyû

Hatt-ı Hümayun keşide buyurmuş olduğu görülmüştür.»

îşte, Padişahın ve hattâ bütün o devrin mizaç ve seciyesini gösterir bir misal... Her şey, tereddüt,

gevşeklik ve «idare-i maslahatçılıktan ibarettir ve yine selim akılda en ileri olan Sultan Selim'den

itibaren hiç kimsede, inkılâp çapında bir silkinişle îslâmı olanca saffet ve asliyeti içinde temsil etme

ve cihana gösterme gayret ve celâdeti mevcut değildir.

Zaten, o günün hesabiyle 2 asır. bugünün hesabiyle de 4 asırdır başımıza ne geldiyse bu yüzden

gelmiştir: îslâmı anlayamamak!..

BOZGUN ÜSTÜNE BOZGUN

Moskof, Yaş kasabası taraflarında... Üzerine Kemankeş Mustafa Paşa gönderiliyor. Paşa, Rumeli

Beylerbeyi pâyesjni almış ve başbuğluk hü'atini yeni Sadrazamın huzurunda giymiştir. Kemankeş,

Fökşan'a varınca, etraftan katılan birliklerle, kuvvetinin 25.000 piyade ve süvariye yükseldiğini

görüyor. Eflâk Voyvodası Mavroyani de kendi kuvvetleriyle orduya katılıp Osmanlılıktan yana

görünüyor ve paşaları düşmana karşı sıkı durmaya, gayret ve sebat göstermeye teşvik ediyor.

Fokşan, Eflak ve Buğdan'ı birbirinden ayırıcı büyük bir kasaba iken eski seferlerde harap olmuş ve

ancak bir-iki kilisesiyle bazı kagir binaları ayakta bir yer...,

Mustafa Paşa kuvvetine mağrurdur ve hemen Yaş'a saldırıp düşmana toslamak niyetindedir.

Halbuki kendisi Mir-i Miraniık rütbesinden Beylerbeyiliğe yeni yükseltilmiştir ve emrindeki mîr-i

miranlar ¦—alelusul— onu çekememektedir. Öyleyse zafer kaç para eder; Başbuğ bozgun verip

makamından atılsın, yeter!.. Hani ya, din ve hamiyet?..

O sırada Rus kumandanı (Suvarof) 10.000 lik bir kuvvetle Fokşan'a yaklaşıp Nemçe kumandaniyle

temas kuruyor ve Rus ve Avusturya kuvvetlerinin hücum, istikametleri, iki general arasında

kararlaştırılıyor. Mustafa Paşa’nın ise, karşısında gördüğü ve derinliğine dcğru çapını tayin

edemedip Moskof askerinden başka bir bilgisi yoktur; ve hususiyle Ruslar ve Avusturyalılar

arasında kararlaştınlniiş, (strateji) tertibinden. Paşa» tamamen gafildir. Seher vakti Ruslarla

boğuşma başlayıp birdenbire soi koldan Avusturyalılar bindirince, korkunç panik!.. Kaçaroayan

pek as yeniçeri bir ki-

178

liseye saklanıp oradan kendilerini savunmaya çalışıyor, fakat top ateşiyle öldürülüyorlar. Ağırlıklar,

cephane, her şey, Moskof un elinde... .

Fokşan vakasından üç hafta sonra Serdarı Ekrem Hasan Paşa, külli kuvvetlerle Tuna'yı geçip îbrâil

tarafına yönelmekte...

Harp hadiselerinden ziyade mânaları takip ettiğimiz için hikâyeleri çabuk geçelim:

Padişahın orduya gönderdiği yürek yakıcı fermanın okunmasından ve gözyaşları içinde edilen dua

ve ahidlerden sonra, müthiş, akıllara zarar ve yüreklere inme derecesinde müthiş Böze Suyu

bozgunu... Her yeniçerinin, sağdan ve soldan tedarUüediği atlarla kendi kendisine süvari olduğu,

böylece süvari sınıfının da düzenini bozduğu ve aslî müdafaa ve taarruz unsuru piyadeyi ortadan

kaldırdığı, gerçekten piyade diye ortada bir şey kalmadığı, her kafadan bir sesin çıktığı ve kumanda

mihrakının tam bir felce uğradığı şartlar içindel düşmandan sayıca kat kat üstün bir kuvvet, birkaç

avcının önünde, birbirini boynuziayarak bataklığa doğru kaçan bir geyik sürüsüne dönmüş ve o

şekilde Böze suyuna dökülmüştür ki, boğulanlar arasında zamanın Hariciye Nâzın (Reisülküttab)

Hayri Efendi bile vardır.

Ahmed Cevdet Paşa Nemçe jurnallerine dayanarak şu bilgileri veriyor:

«— Osmanlının keyfiyet ve derece i Jnhizam ve mağlûbiyeti orada pek belli oldu ki, birkaç bin

araba ve ağırlıktan ve top ve hambere ve mühimmat arabaları ve deve ve hayvanat-ı saireîeri

Hemnik Çayı içinde birikip suyun cereyanına mâni olmuştu. Beş bin kadar şehit verildi. Düşman 6

havan, 7 büyük ve 64 küçük top aldı. Asakir-ı müttefikanin (Rus ve Avusturya as

17S

kerterinin) vefiyatı (ölüleri) dahi 6000'e baliğ idi. Bu galebe nadir vuku bulur, mevaddandır.»

Peşinden - daima aynı kapıya çıkan bozgun sebeplerinin tafsilâtını bir tarafa bırakalım - Akkerman,

Belgrad, Samendre ve Fethül islam kalelerinin düşman eltr.e geçmesi... Dediğimiz gibi hepsinde

daima aynı (faktör), aynı kıstas: Hiyanet, nefsaniyet, nizamsızlık, başıboşluk, içtimai alâkasızlık,

ruhî ve ahlâkî sukut... Tek kelimeyle İslâm'a uzaklık...

Padişahın bozgundan evvel ve sonra çıkardığı, biri acı acı ümit, öbürü de acıların acısı hicran ve

hüsran kokan iki fermanı vardır ki, Moskof yumruğu altında Türk'ün ne hale geldiğini göstermekte

bu fermanlar birer şaheserdir.

GÖZ YAŞARTICI FERMANLAR

Üçüncü Seltoı'in bozgun başındaki fermanı:

a— Ebâ ve ecdadım mücahid ve cihangir padişahlar olup kırk-elli şahlık yerleri ibtida Allahü Teâlâ

nın tevfik ve inayeti, saniyen Hacı Bektaş köçekleri ve din yolunda sinelerini düşmanların top ve

tüfengine siper eden Yeniçeri Ocağı gazileri ve sair ocakları ve nıüret-tep olan askerler sa'y ve

sebatı ile fethettiler. Ve ol gaziler ve dilâverler padişahlarını manevî baba gibi bilip «Allah'a,

Besulüne ve de.let reisinize itaat ediniz!» mealindeki âyet mucibince .emrine mutî w rızasını tahsil

ve düşman karşısında demirden duvar gibi durup ve şiddetlere ve mihnetlere sabr ve tahammül ile

Alla-hü Taâlâ ve Şeriat i Muhammediye uğrunda arslaniar ei'ıi âdâya hücum etmeleriyle Rabb ül-

Âlemîn muvaffak edûp kıyamete kadar adlan hayr ile yâdolunmak-

tadır. Cenabı Rahim ve Gaffar mecmuunun duraklarını Cennet etsin... Amin... Elhamdü lillâh bizim

zamanı mızdaki asakirimiz dahi onlar gibidir ve geçenlerden siy adedi r. Bu ne hal ve keyfiyettir ki,

Allah ve Peygamberimiz düşmanı bir alay kâfirden yüz döndürüp âdâ-yı din memleketimizi almaya

başladı. > Bunun sebebi, nij etlerini ve derunlarını gönüllerde din hizmetine hulûs olmamaktan

iktiza eder. Cenab-ı Hak bizlere nusret ve zafer ihsan eyleye... Amin. Kur* ân ı azîm-üş şan'da

vâdeylemiştir. Vadinde hilaf olmaz. Lâkin nusrat vadini birkaç şart ile kaydeylemiştir. Birisi şudur

ki, asker i İslâm gazaya teveccüh ettiklerinde dünyalık celbini derunlarindan ihraç ve Din-i Mübin

gayreti için çıkmakdır. Ve biri dahi âdâ ile mukabeleye gidildikte Serdarı Ekreme ve zabitlere

deruni itaat edip dur dedikleri yerde durmak ve yürü dedikleri yerde yürümektir. Ve biri dahi ecel

bir olduğunu ve eceli gelmedikçe kimse ölmeyeceğini ve eceli yetişen döşeğinde bile halâs

bulmayacağını büûp cenk günlerinde sebat ve metanet veya şehitlik veya gazilik deyüp merdane

muharebeye ikdam etmektir. Bu şartlar yerine getirildikte Rabbim elbette fütuhat ihsan eder.

«Moskof'lar evvelki seferde ve hususa bu seferimizde kraliçeleri namına bir avretin gayreti için

açlığa ve susuzluğa ve kışa ve yaza ve yaraya ve bereye tahammül edüp beşyüz seneye baliğdir ki,

mülûk-ül na-sâraya (Hristiyan krallara) galebe ile meşhur olan Dev-let-i Osmaniyeye bu hasaretleri

(yıkımları) etti. İstilâ ettiği vilâyetlerimizde eteği ucunu ecnebi görmemiş ve niceleri evlâd-ı

Resulullah'dan Ümmet-i Muhammed'in nazenin ve hasnâ kızlarını ve iyal ve evlâdlarını esir edüp

zevçleri veya babalan ve ¦' karındaşları görerek ırzlarını hetkettiler. (berbad ettüer). Ve bu kadar

sübyanı analarından ve babalarından ayırıp masumları

181

keııdü âyîn-i fasitlerine (bâtıl dinlerinin merasimine) kodular. Hayf. sad hayf (yazıklar, yazıklar

olsun) gayret i islâm nice oldu? Ben şehzade iken bunları işîtüp kan ağlardım.ve hayretimden

gözlerime uyhu (uyku) girmezdi»

«Ehl-i Iskuna hu hakaretleri eden düşmanların kast ve niyetleri ne olduğunu mülâhaza lâzım değil

imidir?»

«Düşman elinde esir düşen bu kadar kızcağız ve hatunlar ve anasından ve babasından aynhnış etfal

ve sübyan (çocuklar) Divan-ı Mahşerde cümlemizin yakasına yapışurlar. Âhirette azap müşkildir.

Benim sizden diriğim (esirgemem) olmayup devletin kudreti mertebe vezaif ve tâyinatuıız

verilmekte ve zaruretiniz ref'inde ve cenk mühimmatınızı görmekte padişahlar zimmetine vacip

olana icra ediyorum ve bundan sonra dahi yararlığı zuhur edenlere ikram ederim ve Kıyamet

Gününde Rabbime teveccüh ve İlâhî, ben kulun senin dinine iane edecek gaziler ve dilâver-lere

lâzım olan nasihati ettim, cevabım veririm. Erham - ür Rahimin atfeder niyazındayıiri. Ya sizler ne

cevap verirsiniz?.»

Üçüncü Selim'in hemen her hakikati gören, fakat kanatlan yükseklere çıkıp oradan hamle etmeye

müsait olmadığı için bir şeye yaramayan bu fermanından sonra, ikincisi, artık hiçbir çaresi

kalmamış bir insanın ıstırap çığlığıdır.

İKİNCİ FERMAN

Üçüncü Selim'in bozgun içi ve sonrası ikinci fermanı:

a— Kaimmakam Paşa! Bu, sefer ahvali nasıl ola;

çaktır? Bu kadar memalik i Devlet-i Aliyyenin ocakları neferatı, gayret i din çekerek ve ocakların

namusunu sıyanetle düşmenden yüz döndürmeyüp merdane metanet ederek fetheyledikleri

tarihlerde mastar iken. (satırlara geçmişken) şimdi ocaklarda bu halet plmayup ne tarafa tayin

olunsalar akall-i kaliî (azın azı) gidüp firar ânnı (ayıbını) irtikap ediyorlar. Mîrî namiyle

zammolunan asker ve içlerinde yol ve erkân bilmez bir alay yağmacı makulesi olup orduda ve

yollarda, bahusus düşmen karşısında etmedik fazahat (alçaklık, namussuzluk) komuyorlar. Böyle

sefer mi olur?.. Düş-menlerden ahz-i intikama böyle mi çalışılır?. Hayf, sad hayf ki, kimsede din

gayreti kalmamış!.. Sabıklarda bu kadar fütuhata mazhar olanlar nevi beşerden değil miydi?.. Hoş,

imdi olan oldu. Din yolunda sadıkane gayret edenlere Allah iki cihanda selâmet ihsan eyle-yüp ve

hiyanet edenleri kahrü berbad eyleye!.. Fimâ-bâd cümleye tenbih edüp, gafletten uyanup

düşmanlardan intikam ahzinin çaresine bakmanı... Benim muradım ve Cenab-ı Haktan gece •

gündüz niyazım, fazl i Hak ile âdâdan intikam alınmadıkça kılıç kına girmemektir. Inşaallahü Teâlâ

iki cihan güneşi Peygamberimiz, Efendimiz (S,A.S.) hürmetine muradımı Allahü Zelcelâl müyesser

eder. Şimdiki halde lâzım olan himmettir. Bana rahat lâzım değildir. Ancak ahz-i intikam lâzım...

İptida-i cülusumda, sefere gideyim, dedim, münasip görmediler. ݺte böyle oldu. Hoş şimdi, kendi

cürüm ve isyanımızdır. Bu defa cümleniz ittifak edüp şimdiden asker ve zahire ve levazım-ı saire

ve ocaklara mühimmat ne lâzım ise birinde kusur olunmasın. Be nim dahi hareketim iktiza eder ise

binnefs sefere giderim, îşleri ona göre tanzim edesin!.. Yollan ve Edirne sarayını nizamlayasın!

Durup oturacak vakitler değildir. Bizim hallerimizi gören, sefer yok zanneder. M

182

183

allan devlete tezelzül gelse yalnız bana râci olmayıp cümlenize ait olur. Nimeti yerine götürecek

hizmete çalişasımz! Ben de sizin birinizim, beraber çalışurum. Dinimiz hizmetine şu sefere ikdam ı

tam ve düşmen-lerden ahz-i intikam edelim... Ben gece gündüz Cenab t Haktan niyaz edüp ruz ü

şeb ağlayıp diyorum ki: Yâ-rab, beni böyle rüsva-yt cihan edüp mağlûp ve perişan etmeden ve

zaman-i devrimde Ümmet i Muhammed'in peıişanlığını görmeden, İlâhî, sen beni bir iki sene

mukaddem helak ve cism i hayatımı hâk eyle! Deyüp Ce-nab-i Hakka niyaz ve sa'y ve himmet

ediyorum. Siz de rızaen lillâh-i teâlâ sa'y ve himmet idesiz! Böyle âdâ yi dine rezil olmak şan-ı

devletimize lâyık değildir. Ben dünyaya bakmaya hicap ederim. Tevfik Allahtandır...»

Birincisinden sonra bu yakıcı ferman, talihsiz padişahın ne temiz, iman ve haşyet, haya, cefa dolu

bir kalbe malik bulunduğunu gösterir. Fakat o, ne dışına müdahale edebilmek iktidarında, ne de

içinin hasretini ellerine teslim edebileceği insanlara sahiplik bahti-yarlığmdadır. Devrinde Şeyh

Galip gibi bir arif ve şair, Dede Efendi gibi bir nağme üstadı vardır ama, Köprülü ayarında bir idare

ustası yoktur. Devrinin din adamları yani îslâmi tefekkürle dünyayı .muhasebe etmeleri gereken

kimseler de, yeni askerin kışlık kaputlarını küfür sayacak kadar ham ve kaba...

PRUSYA İTTİFAKI VE DENDZ CENKLERD

Derken Prusya ile Türkiye arasında ittifak... İslâm dışı bir devlet ve milletle ittifak olabilir mi,

olamaz mı diye şeriat ilmi bağlıları uzun uzadıya münakaşalardan sonra;

— Olabilir!

Hükmü ve Prusya tarafından uzatılan elin kabulü...

Doğusundaki Moskof ve cenubundaki Nemçeliden adamakıllı gocunmaya başlayan Prusya,

şimdiden gözü ilerideki büyük Alman birliğinde, bu emelinin ilk basamağını Türkiye'yi

desteklemekte ve onu Moskof'a Nemçeliye karşı çıkarmakta bulmuştur. îsveç ile Lehistan da,

Türkiye - Prusya anlaşmasının himayesi altındadır.

Tarih, 1790 başlan... Fransız İhtilâlinden 6 ay kadar sonra...

Bunun üzerine Ruslar sulh teklifinde... Avusturya İmparatoru (Jozef), Fransız İhtilâlinin

Avusturya'ya sıçraması ihtimaline karşı, Türklerle harbi nihayete erdirmek zoruna düşmüştür.

Prusya ise açıkça Rusya ve Avusturya'ya harp açmayıp sadece sınırlara yığmakla yetindiği

kuvvetler dolayısiyle Türk - Rus ve Nemçe anlaşmasına yardımcı...

Denizlere hâkim olmayı başlıca prensiplerinden biri sayap Deli Petro'nun emelini gerçekleştirme

yoluna friTTiiş olarak Rus donanması bir-iki yıldır Akdeniz'de volta vurmaktadır. Osmanlı

kıyılarındaki Rum ve İslâv ahaliyi isyana sürüklemek, İstanbul'a zahire ve malzeme taşıyan

gemileri vurmak, bazı zaif Osmanlı adalarını işgal etmek, Şimalî Afrika'daki İslâm kıyılanm

Türkiye'ye imdat edemez hale getirmek planlan...

Köse Mustafa Paşa, irili, ufaklı 18 parça gemiye kumandan tayin edilerek Akderüze çıktı; ve onu

Şeydi Ali Kaptan emrinde Cezair ve Tunus gemileri takip etti. İki donanma Mürted adası

yakınlarında Rus donanmasını çembere aldılar, perişan ettiler ve Cezair korsanlarının usuliyle

gemilerini düşman gemilerine rampa ederek çoğunu zaptettiler. Hattâ Rus amiral gemisi kendi

kendisini berhava etmekten başka çare bulamadı.

Oh, nihayet bir nefes alınabilmişti! İstanbul'da şenlikler, ziyafetler ve deniz gazilerine hediyeler...

Bu defa da başka rezalet!.. İstanbul'a gelen gemilerin tayfaları o kadar şımarmıştır ki, taarruz,

tecavüz, hattâ ırza geçmeye kadar, ev ev, başvurmadıkları de-naet kalmamıştır. Bu rezaletin

başında da Cezairîüer... Hattâ bir Osmanlı denizcisi tutulacak olsa «ben Cezair-liyim!» diyerek

kurtulmaya bakayor.

Ahmed Cevdet Paşa :

«— Süver-i hakimane (hikmetli şekillerle) mum kün mertebe zapt ü raptîarı hususu Devlet-i

Aliyyeye bir büyük baş ağrısı olmuştur.»

Kazârâ galip gelince de vaziyet bu; harbi kazananlar, haracı, kendi milletinden mal ve namusuna

tecavüzden bekliyor.

Peşinden Karadeniz muharebesi...

Kapudan-ı Derya Hüseyin Paşa, küçüldü büyüklü 100 ü aşkın gemiyle Karadeniz'e açılıyor v«

Sınm limanları önünden geçip Anapa Kalesi önkr.me varıyor. Rus donanmasının Kerç taraflarında

olduğu haber alınıyor, hemen üzerine gidiliyor ve Nahl Burnu adı verilen yerde 5 kalyon ve 16

büyük firkateyn, 11 küçük tekneden mürekkep 32 parça Moskof donanmasına saldırılıyor. Bizim

cenge katılan teknelerimiz, 13 kalyon, 9 firkateyn ve 1 kırlangıç olarak 25 parça. 7 saat muharebe...

îki tarafta da hayli sakatlık... Akşam... Muharebe kesiliyor. Ertesi sabah da Rus donanmasının Ke-

fe'ye doğru kaçtığı öğreniliyor.

Böylece İstanbul'daki «Moskof donanmasına karşı durulmaz!» fikri değişir gibi olunca hemen

arkasından felâket yetişiyor ve ikinci karşılaşmada, Osmanlı amiral

186

gemisi kendi kendisini yakmaya mecbur olacak derecede bir bozgun meydana geliyor. Cevdet

Tarihi:

«— Bu suretle Karadeniz nihayet i rûzigârda Rusya donanmasının nüfuzu altına kalmış oldu.»

ALDANIŞLAR, ALDATIŞLAR

Taraflar hem aralarında bir anlaşmaya varmak için bazı teşebbüslerde bulunuyor, Türk ordusuna

murahhaslar gönderiliyor, hem de yine karşılıklı oyalamalarla her taraf kendisine göre bir fırsat

kolluyor; ufak-tefek hareketler de devam ediyor:

Nihayet Rusya ipi kesti ve Osmanlı Ordusunda bulunan murahhasına Başkumandan (Potemkin)den

emir geldi.

(Potemkin) diyordu ki:

İmparatoriçe'den bir ihtar aldım: «Osmanlılar sulh istemiyormuş!.. Sen niçin boş yere

bekliyorsun; hemen harp hareketine başla!» Eğer Osmanlılar murahhas göndermeyecek olurlarsa

sen kendilerine 12 günlük bir mühlet ver ve olmadığı takdirde işin kılıca havale-edileceğini bildir!

Ordunun cevabı şu oldu:

— 12 güne kadar murahhas tayin ederiz.

Bu cevap da bir atlatnıacadan ve zaman kazanma isteğinden başka bir şey değildi ve ordunun,

asker, zahire, malzeme, vasıta bakımından hali perişandı. Böyleyken pısırık bir şekilde sulha

yanaşmaktan çekinildi-ği halde herhangi bir davranışa da imkân bulunamamaktaydı.

Nihayet zaman kazanmanın son çaresi olarak mu-

187

rahhas göndermek ve Moskof'u bir müddet de böyle oyalamak fikrinde karar kılınıyor. Dâva 40-50

gün kazanmak ve Rumeli ile Anadolu'dan gelecek yeni takviye birliklerinin yetişmelerini

sağlamak... Zira Prusya ile yapılan anlaşmaya göre zaten Moskof ile münferit sulh kabil değildir.

Prusyalılar ise silâhlı bir vaziyette sınırları beklemekte ve hiçbir harekete geçmeksizin işlerin

alacağı rengi gözetmekte...

Ordu Şumnu sahrasına akmakta... Üçüncü Selim'-den aynı yakıma ve yakıcı fermanlardan bir tane

daha...

Avusturyalılar Yergöğü üzerine büyük kuvvetlerle saldırıp .tam kaleyi düşürecekleri sırada, hiçbir

plân ve önceden fikir sahibi olmaksızın. Osmanlı askerinin, bir arkadaşlarını kurtarmak için

kaleden dışarıya vurmaları ve onlan geriden bazı birliklerin takip etmeleri neticesinde, meccânî

Yergöğü zaferi kazanılıyor. Avusturyalılar tabanı yağlıyor ve Yeniçeri bedava tarafından basan

kazanıyor. Demek ki, biz, kuvvetli ve zaif olduğumuz yerleri ve düşmanlarımızın şartlarını uluorta

tayinden bile âciz bulunuyoruz.

Ordu 69 gün Şumnu sahrasında kaldıktan sonra Rus veya Avusturya kuvvetlerinden hangisi üzerine

hareket edilmesi gerektiği üzerinde hayli düşünüp nihayet daha fazla kıymet ve ehemniyet verdiği

Moskof'a taarruz etmeye karar veriyor ve yürüyüş istikameti tsakçı'ya çevriliyor. Halbuki Serdar-ı

Ekrem kolay basan peşinde ve Yergöğü zaferinin vaitkâr tecellisine aîdanmış bulunmaktadır.

Haydi, istikamet döndürülüyor ve Rusçuk tarafına yöneltiliyor. Böylece, yüksek kumanda heyetine

aykm olarak Serdarı Ekrem ile asker arasındaki zafere kolayca konma hissi, ilim, akıl ve askerlik

haysiyetini iğfal etmiş oluyor.

Bereket ki, Prusya Avusturya ile anlaşıyor ve Türkiye - Prusya ittifakı gereğince tarafları

uzlaşmaya davet ediyor ve (Rayhımbah) muahedesi tertipleniyor:

1 — AvusturyaTürk - Moskof Savaşı karşısında tarafsız kalacak ve Moskof'a yardımdan el

çekecek...

2 — Avusturya son harp içinde istilâ ettiği yerleri Türkiye'ye bırakacak...

3 — Hotin Kalesi, Türk - Rus sulhüne kadar Avusturya'nın elinde kalacak...

Ordu Nemçe üzerine hareket etmiş, bu kadar yol almış, emek sarfetmiş ve tekrar Ruslara yönelmesi

son derece zorlaşmışken Prusyalıların ne o tarafa, ne bu tarafa harp ilân etmeksizin sadece kuvvet

gösterisiyle oynadığı ve işine geldiği gibi Türklere (dikte) etmeyi hedef tutucu rol Babıali ve

Sultanı sinirlendiriyor.

Prusya elçisine soruluyor:

— Prusya Ruslara harp açacak mı. açmayacak mı? Yoksa bizi onun üzerine çullandırdıktan sonra,

yine kuvvet gösterisiyle yetinip Devlet-i Aliyyeyi yalnız mı bırakacak?.. Nemçe, Osmanlı

kuvvetlerinin bir ân evvel Ruslar üzerine çullanması için Eflâk üzerinden yol vermeyi kabul

edemez mi ve bu hususta Prusya Avusturya'ya lehimizde bir baskı yapamaz mı?

Bütün istekler sudan sebeplerle red... tşte Türkiye -Prusya ittifakının içyüzü!.. Prusya her taraftan

çıka-nnı kollamakta ve kâh birine, kâh öbürüne meylederek parsa toplamayı düşünmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu o kadar yalnızdır ki, Allah'ın emirlerine uzak kaldığı için başına gelen bu

vaziyet karşısında, Allah'tan başka kimsesi yoktur. Onu bu hâle mahkûm eden de, elbette Allah...

tdare edilemez hâle gelmiş bir vatanın hücra yollarında, beklenen kurtancıya ait ne bir iz, ne bir

şey!..

«YAŞ» ANLAŞMASINA DOİRU

Avusturyalılarla 9 aylık bir boş mütareke ve bu defa tekrar Rus ordusuna yöneliş... Uzun

yürüyüşler sonunda Silistre ve 4 saat ilerisindeki Baki Kın isimli yere varış...

Osmanlılar Ziştevi'de Avusturyalılarla suih şartlarını konuşurken, tepeden inme. Rus-îsveç sulhu...

îs-veç'e bunca para vermiş ve ümit bağlamış olan Osmanlı sarayı, hayrette... Şimdi serbest kalan

Rus Baltık donanması Akdeniz'e çıkacak ve kimbilir oraları nasıl talan edecek ve hangi fitnelere

sahne kılacak?.. Salibin, Rusya ve Nemçe gibi temsilcilerine karşı hilâl ile ittifak çehresi gösteren

öbür âzası, şartlar hafifçe değişir gibi olunca derhal yüzîerindeki maskeyi atmakta ve alınlarına

kakılı ezeli kara haçı meydana çıkartmaktadır. Meydan, Türkle Moskof'u baş başa bırakmak için

boşaltılmakta...

Hikâyeler bir tarafa; Tuna nehrinin kilidi Sine Bcğazı, Tolçi ve îsakçı Moskof'un eline geçiyor ve

peşinden îsmail düşüyor. İsmail'de 30.000 müslümanın kılıçtan geçirilmesi ve bazı esir paşaların

öldürülmesi vahşeti...

Katerina, kibrinden patîîayacak hale gelmiş, karşısında oturan İngiliz sefirine şöyle demektedir:

İngiltere Başvekili beni Petersburg'tan kovmak istiyor. Acaba İstanbul'a varıp orada yerlessem

ne der? Fare kapanma kıstınlmışken Baltacı tarafından «olanca marifetin! göster b> gibilerden

serbest bırakılan Büyük Fetro'nım 85 yü sonraki tatbikatçısı, artık Türkleri bir istihza unsuru olarak

ele almaktadır.

Ve artık Tuna boyu Moskof'un tehdidinde...

190

I

Katerina’nın boynu kesilemeyince Serdarı Ekrem'in kellesi düşürülüyor. Koca Yusuf Paşa tekrar

sadrazamlığa getiriliyor. Gayret, tedbir, filân falan, İbrâil ve Babadağı da Moskof hücumuna karşı...

Moskof, Maçin mevkiindeki Türk ordusunu, Serdar-ı Ekrem'in ana kuvvetleriyle birleşmesine

meydan vermeden çil yavrusu gibi dağıtıyor. Serdar-ı Ekrem muharebe sahasına yetişince seller

gibi akan kaçaklar sürüsünden başka bir şey göremiyor; maiyetindeki kumandanlarla birlikte kılıç

çekip kaçakları durdurmak istiyorsa da başaramıyor, bozgun imdat kuvvetlerine de sirayet ediyor;

ve Moskof'un kat kat fazlası koca Osmanlı ordusu, önüne geleni yağma ederek ve top hayvanlarınm

koşumlarını kesip üzerlerine atlayarak gerilere doğru akıp gidiyor.

Tarihimizin, Moskofa karşı bilmeni kaçıncı yüz karası?..

Bir senedir yığdıkları ordu zahiresini de yakan firarilere karşı Ahmed Cevdet Paşa «bunların Türk

ordusunda açtığı yarayı Moskof beceremedi!» diyor.

Karadeniz'de donanmalar arası çatışma, mağlûbiyet ve Moskof hâkimiyetinin tam belirmesi... îş

Karadeniz Boğazını bile tehlikede gösterici bir safhada...

Serdar-ı Ekrem Rus Başkumandanına bir nâme gönderip «yer gök götürmez bir askerle üzerinize

geliyorum; ama sulha da yanaşabilirim!» gibilerden lâflarla adetâ dize gelircesine bir anlaşma

kapısı açmaya çalışıyor.

Aldığı cevap 3 maddelik:

1 — Kaynarca anlaşması ve ondan sonraki anlaşmalar aynen muteber sayılacak...

2 — Eflâk ve Buğdan hususî şartlarla idare edile-

3 — Turla mevkiinden sınır çekilecek...

101

Bu tekliflere, itirazlar oluyorsa da mukabil cevap gayet serttir:

— Benim selâhiyetim bu kadar... Razıysanız ne âlâ, değilseniz bildiriniz ve lâfla çekişme kapılarını

kapatınız!

Nihayet (Yaş) anlaşması...

Camilerde güvercinler ağlıyor ama vezirlerin, mümin geçinenlerin gözleri kupkuru...

ZDŞTEVD, YAŞ VE MEMLEKET

Elçiler ve murahhaslara samur kürkler giydirilerek, ağır hediyeler sunularak; üstelik, yabancı

murahhaslar, sanki galip bir ordunun içinden geçiriliyormuş gibi iki sıra Yeniçerinin kılıç çatısı

altından yürütülerek imzalanan Ziştevi ve Yaş anlaşmaları, denilebilir ki, yanm asra yakın bir

zamandan (eğer tarihi Viyana bozgunundan başlatacak olursak bir asırdan) beri, her türlü nefs ve

ideal müdafaasından âciz kalmış Türkiye'nin, eski mahkûmiyetlerini kabul ve yenilerine de razı

olarak zaaf mı ve Batı âlemine karşı aczini itiraf ve mühürleme vesikalarıdır.

14 maddeden ibaret olan birinci anlaşmada ana hatlar, eski muahedelere (BelgTad vesaire) ayniyle

ra-yet edilmesi ve Bukovina'nın Avusturya'ya bırakılması, Hotin'in Türk-Rus sulhun^ kadar Nemçe

elinde kalması, güya Avusturya'nın artık Moskof'a yardımdan el çekmesi, kilise ve papazlara

birtakım imtiyazlar tanınması ve himaye vâdedilmesi, Avusturya gemilerine Akdenizde selâmet

teminatı olarak Şimalî Afrika İslâm ülkelerine tenbih ve telkinde bulunulması ve buna rağmen bir

şey olacak olursa Nemçe zarar ve ziyanın

102

Devîet-i Aliyyece ödenmesi, eski sınırların muhafazası ve Eflâk'ın Türklere terki gibi noktalan

çerçe\eD3mek-te ve netice itibariyle Türk'ün müzmin zaaf halini sta-tükclaştumaktadır. Pek fazla bir

şey değil bu kadar... Fakat Yaş anlaşması, Moskof'un artık Tuna kıyılarını tutmasına, yani

İstanbul'a komşu olmasına kadar göz yummakta; ve onun topyekûn Osmanlı İmparatorluğu lokması

uğrunda dişlerini bileyici korkunç oluş ve gelişmesine baş eğmekte...

13 Maddeli anlaşmaya göre esaslar şunlar:

1 — Karşılıklı dostluk ve sevgi (!) teahhütleri ve pohpohlamalar...

2 — O günedek Moskof ne kopardıysa hepsi yerinde ve her türlü münakaşa dışında...

3 — Moskof'un Tuna kıyılarına doğru ilerlemesini resmen tasdik ettirmiş olarak yeni sınır Turla

suyundan başlatılmakta ve Turla nehrinin sol tarafı Ruslara, sağ tarafı da Osmanlılara

bırakılmakta...

Dinî imtiyazlar, ticari emniyet teahhütleri, Akdeniz korsanlarına karşı garanti, iyi dilekler, samur

kürkler, hediye vaadîeri vesaire vesaire...

Ordu İstanbul'a döndü. Küçük Çekmece ile İncirli araşınca çadırlar, tuğlar, mızraklar, toplar,

arabalar ve atlar... Üçüncü Selim, Davut Paşa ile İncirli arasında orduyu karşıladı ve hakkı

ödenmeyen mübarek Livayı (Peygamber sancağını) öptü ve teslim aldı.

Artık rahatlık... Hastalık, pek az zaman sonra ve daha şiddetle nüksetmek üzere, şimdilik atlatılmış

görünüyor.

İlk iş, bütün memleket büyüklerinin halkaîâmp, bu, kökü çek derinlerde illete karşı ne yapılmak

geraktiği-ni düşünmeleri ve ona göret topyekûn bir davranışa geçmeleri yerine, kanser hastasının

burnundaki siviî-

F.: 13

193

ceyi pudralaması gibi, miskin tedbirler üzerinde... Meselâ bir giyim-kuşam nizamnamesi... Cevdet

Paşa:

«— Çünkü tir hayli vakitten bert ı umuru devlet muhtel olduğu için...»

Diye başlayarak, müslüman, hıristiyan, vezir, esnaf, efendi, uşak her sınıfa ait kılıkların birbirine

karıştığını söylüyor ve elmaslı hançeri olmayan ufakların hor görüldüğünü kaydediyor.

Ondan sonra mesele, gerçekten meselelerin meselesi olarak orduyu ıslah veya yeniden nizamlama...

Bu mesele, Üçüncü Selim'in beynini yivyiv burgulamakta, fakat bir türlü kökten bir hal şekline

erdirilememekte...

Sultanın aldığı tedbirlerse (pasif) ve (polyatif) dedikleri oyalayıcı ve avutucu şekillerden ibaret...

BD2 bu haldeyken, Batı dünyası fıkır fıkır kaynıyor ve bütün Garp nizamını ve milletler arası

politikasını allakbulîak edici yeni bir davranışa sahne oluyor:

Büyük Fransız İhtilâli...

Bütün içtimaî yapılar, eski ^^miyet kuruluşları ve inanç şekilleri, başaşağı!..

BÜYÜ'K İHTİLÂL VE TÜRKDYF

Üçüncü Selim'in taht'a çıkışiyîe beraber patlak veren Büyük Fransız İhtilâli, Türkiye'ye fazla bir

şey söylemedi, însan haklan, hürriyet, bâtıl kilise tahakkümüne son vermek ve tek şahısta

kümelenici mutlakıyet (monarşi) idaresini yıkmak ve millete mal etmek uğrunda kopan bu ihtilâl,

bütün (monarşik-mutlakîyet idaresine bağlı) Avrupa tahtlarım hasan yapraklan gi-

194

bl titretmiş ve Avrupa'yı di* ihtiraslardan kendi iç bünyesini koruma gayretine döndürmüştü.

Kendisini yalınız Allaha karşı mes'ul sayan ve hakikatte Ali aha karşı mesuliyetin tecelli aynası

halka esirler sürüsü göziyle bakan ve nefsini hiçbir hesap vermekle mükellef bilmeyen kral tipinin

her insandan farksız bir yaratık olduğu fikri, yıllarca işlendikten sonra nihayet 18. Asır sonlarında

hamle ve hareket plânına dökülünce, buna zor-belâ inandırılabilmiş haik yığınları, haklarını arama

yolunda şahlanıyor ve böylece Batı içtimai bünyesi bir anda bir metabolizma buhranına çatmış

bulunuyor.

Hareketin karşı olduğu hedeflerdendin de, Hazret-i tsa dininin tahrifçisi ve sadece nefsanî sultasının

yürütücüsü kilise... O kilise ki, bir zamanlar, kralları, kapısında yalnayak, başı kabak ve dizüstü

bekletmiş olarak, tepesindeki gurur heykeli papalara şu dövizi ezberlet-miştir.

«— Allahtan çok küçük, insanlardan çok büyük!..»

Papa, nazarlarında budur; Batı (monarşi) idareleri de işte bunların himayesi altındadır. Nitekim

Fransız İhtilâlinin getirdiği (lâisite- laisizm) mefhumu da, Hazret i İsa'dan gelme birtakım şeriat

hükümlerine karşı değil, elinde hiçbir dini ölçü olmadığı halde nefsanî istipdadını sürdüren

kiliseye've papasa karşıdır ve kiliseyi kendi sahasına itici ve esasta hiçbir dinî müeyyideye muhatap

tutulmayan devleti de kendi çerçevesinde müstakil bırakıcı bir mahiyet belirtmektedir. Yani «gayri

dinî: dine aykırı» değil, «ladini: dinle alâkasız» bir keyfiyet... Eğer kilisenin elinde, devleti ve

devlet ölçülerini muhatap ve mükellef tutan bir şeriat hükmü bulunsaydı, kaynağındaki mânasiyie

lâiklik dine aykırılık ifade edebilirdi. Halbuki öyle değil, şöyle :

195

— Sen, şahsî tasallut neticesi olarak el attığın devletten çekil, ben de hiçbir dinî nassa (kanuna)

muhatap bulunmadığım devlet sahasında müstakil kalayım!

ݺte (ekol lâik Fransez-Fransız lâiklik mektsbi) İ3-' ¦ mi verilen mefhumun, kaynağındaki mâna ile

tam anlamı!..

Demek ki, o, nass (tlâhî kanun) olmak iddiasındaki hükümler yerine uydurma ölçüleri mesnetsiz

olarak dünya işlerine çevirmiş kiliseye «dur ve yerinde kal!!!» demekten ibaret bir telâkki ve

sadece Hristiyanlığa tatbiki kabil bir keyfiyet...

Bugün bile mânasının tam anlaşılabildiği iddia edilemeyecek olsn bu telâkki, bizzat kendi aziz ve

mukaddes dininin hikmet ve inceliklerinden uzaklaşmış 18. Asır sonlan Türkiyesir.de nasıl

anlaşılabilir ve bu anlayış etrafında İslâm dininin örnekieştirilmesi ve haç'a galibiyet sırları, her

sahada nasıl düsturlaştırıla-bilirdi? Dinî vecd, aşk \e ruh kalmış mıydı ki?...

Nitekim haşmet devirlerimizde gelip geçmiş (Lu-ter), katolikliğin, Hazret-i İsa'yı Allahın oğlu

sayan ve papaza günah affetme ve cennette arsa satma seiâhi-yetini veren abeslerini protesto

ederken (Protestodan gelen isim) biz, tam zamanıdır diyerek Batıyı dini Fikir ve îslâmî ruhla feth

ve istilâ etmek anlayışına uzağız.

İHTİLÂL SONRASI VE TÜRK-RUS İTTİFAKI

Fransız İhtilâlinin, Batıyı, kendi iç bünyesine dönmeye zorladığı ve buna göre devletler politikasına

yeni istikametler çizdiği hangâmede Türkiye'ye düşen vasi f e, ir.ssnlığm, taşını taştan taşa

vurarak arayıp da

bulamadığı fert ve cemiyet haklan nimetlerinin Islâm-da olduğunu anlamak, imanına büsbütün

sarılmak ve ona göre kalkınmaya savaşmaktan beşka ne olabilirdi?.. Hiç değilse, Avusturya'yı

yakından ve Rusya'yı bi-. raz d alı a uzaktan alâkalandıncı bir dehşet ânından faydalanıp

düşmanlarımızdan birini oyalamak, öbürünü de var kuvvetimizle karşılayıcı bir hazırlığa girişmek

ve (Napolyon)un Rusya'ya saldıracağı günlere doğru fırsat kollayıcı bir dikkat politikası takip

etmek, yani dünyayı gözden geçirebilmek hünerine erseydik yine kâfiydi. Dâva Fransız İhtilâlinin

Avrupa'da açacağı jclları, doğuracağı ihtilâtlan murakebe edebilmekten ibaretti; ve elbette ki, öz

nefsini murakabe kudretinden düşmüş bir cemiyet bu hüneri gösteremezdi.

Fransız İhtilâli çok geçmeden sınır dışı bir taarruz vasıtası haline gelmiş, nefsini dış darbelere karşı

koruduktan scnra dişi toslayıcı bir mahiyet almış ve hele (Napolyon)un elinde ve güya Avrupa'yı

kurtarmak ve hürriyete kavuşturmak yaftası altında korkunç bir em-peryalizma hamlesine

döndürülmüştü.

Babıâli ise Kanunî zamanında yerleşen ve hep öyle giden bir alışkanlıkla, Fransa'yı eski ve

imtiyazlı dost bilmekte berdevam...

Türk ordusunda mütehassıs olarak hizmet görmek için Üçüncü Selim'e baş vurmuş ve isteği yerine

geleme-yince İhtilâl dalgalanışları içinde yükselme yoluna sapmış olan (Napolyon) nihayet eski

dostun baklasını ağzından çıkardı; ve eşsiz bir gözükaralıkla, denizlere hâkim İngilizlerden

gizlenmeyi becerip Mısır'ı istilâya girişti.

Zaten Türkiye, Napolyon'un İtalya seferleri neticesi olarak bazı Yunan adalarını ve Arnavutluk

kıyüa-

197

nnı ele geçirmesiyle, yanı başında yepyeni bir düşman peydahlandığını farkefcmek mevkiindeydi.

Napolyon'un gözü, Akdeniz ve Mısır üzerinden Hindistan olduğu için, başlıca düşmanı İngiltere'nin

yanında bir de, halsiz, mecalsiz ve fikirsiz Türkiye hesabı bulunduğunu kestirmekte fazla bir

zekâya muhtaç olmasa gerekti.

Yine hiçbir şey anlaşılamadı ve Napolyon'un Mısır kıyılarına ayak bastığı haberiyle, Kuttbealtı

vezirlerinin kavukları havaya fırladı.

Halbuki Türk'ün caii düşmanı, Moskof, İstanbul'daki elçisi vasıtasiyle Devlet-i Aliyyeyi

uyandırmaya çalışmış ve «istikamet Mısır!» diye, Reisülküttap Efendi huzurunda tepinmişti. Rus

elçisine göre Fransızların Cenubî Fransa'daki hazırlıkları, mutlaka Mora veya Mısır'dan birini hedef

tutuyordu. Her iki halde de Türkiye... Ve Moskof, parsayı Fransızlara kaptırmamak gayretinde...

Al sana yend bir vaziyet!.. Bu defa da Türkiye, ânl olarak karnını deşmeye gelen birine karşı,

öteden beri boğazını kesmek emelinde başka biriyle, yani can düşmanı Moskofla ittifaka

sürüklenmez mi?..

Kendi gözü olan Yunan sahasının Fransızlar eline geçmesinden kayguya düşen Ruslar, Karadeniz

filolarını Boğaz'a dayıyorlar, aldıkları izinle Büyükdere önlerine demirliyorlar ve Türk - Rus

ittifakını sağlayıp, Osmanlı donanmasiyle birlikte, Akdeniz'e, Yunan ülkesine doğru açılıyorlar.

İTTİFAK VE NETDCELERD

Türk-Rus müşterek donanmasının, Fransızlara geçen Yunf n adalarını ve bazı kıyı noktalarını

geri al-

198

mak için Akdeniz'e çıkışından 3-4 ay sonra, ittifak anlaşması imzalandı. Bu anlaşma 14 maddelik

bir açık kısım, 13 maddelik de bir gizli kısımdan mürekkep... Açık kısmın ana maddeleri şunlar:

1 — İttifak tedafüi (savunucu) bir anlaşma olup herhangi müşterek bir taarruz gayesi

gütmemektedir.

2 — Taraflar birbirinin mülki tamamiyetlerini (toprak bütünlüklerini) teahhüt ederler. Mısır ve

son zamanda tecavüze uğrayan saha Osmanlı toprak bütünlüğü içindedir.

3 — Yardımlar, para, asker veya donanma ile olacaktır.

4 — Anlaşma 8 yıllıktır.

Bunlara mukabil gizli maddelerin başlıcalan:

1 — Rusya 12 harp gemisinden kurulu bir filo ile Osmanlı devletine yardım edecek ve

Boğazlardan Akdeniz'e geçecek... Bu filo Osmanlı donanması ile birleşecek... Ayrıca Fransızlara

karşı savaşan İngiltere donanmasıyla, da karşılıklı yardımlaşacak...

2 — Harp devamınca Rus gemileri «Dkmal sebebiyle» istedikleri anda Boğazlan geçebilecek...

Sava^ bitince de Rus donanması Karadeniz'e dönecek...

3 — Taraflar Karadeniz'i bir kapalı deniz bilecekler ve bu denize girme teşebbüsünde bulunacak

yabancı savaş gemilerine bütün güçleri ile karşı koyacaklar...

4 — Fransızlar Osmanlı topraklarına yeniden saldırdıkları veya Osmanlı tebasmı isyan ettirmeye

muvaffak oldukları takdirde Rus İmparatoru top ve cep-haneleriyle birlikte 80 bin kişilik bir

kuvveti yardım maksadiyle padişaha gönderecek...

İngilizlerle de, karşılıklı Rus - İngiliz rekabetini körükleyici bir anlaşma yapıldı, 7 ada ve bazı

kıyılar Fmsızlardan temizlendi. Malta İngilizlerce zaptedildi,

199

fakat Mısır'a girilerek Napolyon'a karada bir darbe indirmek İmkânı bulunamadı.

Türkiye'nin o zaman başlayan ve artık hep devam edecek c!an siyasetini, Halûk F. Gürsel'e ait 5u

satırlar pek güzel aydınlatmaktadır.

«Bu ittifak ile Osmanlı Devleti, toprak oütünSüğü-nü tehdit eden Fransa'nın karşısına aynı bölge ile

ilgilenen Rusya'yı çıkarmıştı. Babıâli artık kendisini harplerle korumanın imkânsızlığını anlamıştı.

Böylece Hris-tiyan devletlerle bir takım ittifaklar yaparak bütün 19. Asır boyunca devam eden

denge politikasına başlamış oluyordu. Büyük devletlerin aralarındaki rekabetten faydalanan

Osmanlı Devleti, 1920'de genç Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna kadar bu politika ile varlığım

sürdürebilmiştir.

Öte yandan buittifakın bir diğer önemi ilk Rus Türk ittifakı olması ve yine ilk kez Rus

donanmasının Boğazlardan geçmesiydi. Rusya elde ettiği bu imkânı tekrar ele geçirebilmek için

bundan sonra da çaba harcayacaktır.»

Birkaç yıl evvel ölen annesi İkinci Katerina'dan sonra «Bütün Rusların İmparatoru» Birinci Pol.

1801 de İngiliz menfaatlerine bağlı bîr (klik-hizip) tarafından öldürülünce tath'ta Birinci Aleksandr

geçti ve Moskof politikası bambaşka bir şekil aldı. Böylece, esasen devamına imkân olmayan Türk

- Rus ittifakı bir anda mânasızlaştı.

Zaten tarafların yaradılıştan bünye ve tabiatine uygun olmayan bu ittifak, Birinci Pol zamanında

bile tersine dönmek üzere bulunuyordu. Napolyon, Çar ile Türkiye aleyhine bir anlaşma yoluna

girmiş ve oOsman-h İmparatorluğu payidar olamaz ve uzun zaman ayakta kalamaz! Rusya

gözlerini yine Türkiye yönüne çe-

200

I

virirse Fransız-Rus menfaatleri birleştirilebilir!» tezini ortaya atmıştı.

Napolyon'un hayali genişti: Bir Fransız onlusu Ruslara katılacak, Orenburg'dan Buhara'ya kadar

koca bir bölgeyi işgal edecek, peşinden İran ve Afganistan'ı çiğneyerek Hind'e uzanacak ve aradan

İngiliz sömürgecilerini atarak Rusya'ya muazzam bir Do^u İmparatorluğunu hediye edecekti.

Rusya da Osmanlı İmparatorluğuna karşı büsbütün kuvvetli ve serbest hale gelecek ve

Fransızlarla.terater cihanı paylaşmış olacaktı. Bu bakımdan Rusların, bütün bu işlere kilit noktası

teşkil eden Mısır'ın işgaline göz yumması ve İngilizlerden el çekmesi lâzımdı. Her şey İngiltere'ye

ve arkasından Türkiye'ye karşıydı. Avusturya'ya da göz âik-tiği Sırbistan, Bosna, Eflâk, Buğdan ve

Bulgaristan sahasından bazı teselli mükâfatlan verilebilirdi.

Fakat Birinci Poî, İngiliz dehâ ve tertibiyle öldürülünce iş değişti ve yeni Çar İngiltere'ye yanaştı.

Yine Türk-Rus ittifakı, dayanağını kaybetmişti. Çünkü Napolyon'un dize getirilmesi mevzuunda

hiçbir devlet Türkiye'den fazla bir ümit sahibi değilken, zaten her devletin gözü, muazzam bir

sahayı kendi haline ve bomboş bırakmış 19. Asır Türkiyesi üzerindedir. ݺte yeni Çar'm «Hasta

Adam» lâkabını yakıştırdığı bu Türkiye'dir ki, uçsuz bucaksız bir çiftlikte yalnız ve çaresiz kalmış

bir çocuk gibi, elinden bütün İmparatorluk dünyası alınarak küçük bir bahçecik içinde kendi haline

bırakılmalıdır.

Birinci Aleksandr'm 1805'de Türkiye'yi yenilemeye zorladığı ittifak, artık müşterek bir hareket

teahhüdü değil, ağır bir mahkûmiyet senedidir.

«Türk - Rus İliºkileri» adlı eserden:

«Ağır baskılar neticesinde 24 Eylül 1805'de yeni bir ittifak imzalandı. Bunun da bir açık ve bir gizli

kısmı vardı. Açık kısmındaki hükümler ittifakın savunma ittifakı olduğunu ve devletlerin

birbirlerine nasıl yardım yapacaklarını göstermekteydi. Gizli kısmın bazı fcnad deleri önem

taşımaktadır:

Birinci maddeye göre, Avrupa devletleri Fransa'ya karşı birleşir ve buna Eusya da katılırsa,

Osmanlı Devleti de bu birleşmeye katılacak veya hiç değilse bir kısım donanma veya askerini

Rusya emrine verecek, yahut para yardımında bulunacaktı.

Dördüncü maddeye göre, İtalyan yarımadasının durumu dolayısıyle, Rusya yedi adadaki askerini

muhafaza ediyor ve buradaki askerini zaman zaman değiştirmek bahanesiyle Rus savaş gemilerinin

banş zamanında da Boğazlardan serbestçe geçmesi hakkını sağlıyordu.

Yedinci .maddeye göre Karadeniz kapalı bir tknts sayılıyordu. Osmanlı devletî hiç bir devletin

savaş g«-misini buradan geçirmemeyi taahhüt ediyorru. Herhangi bir devlet zorla geçmeye

çalışırsa. I*.- > t,h Devleti ve Rusya bu teşebbüsü beraberce de!* it's.klerdî.

Pr. ittifak ile Rusya hem Boğazlardan başka savaş gemisinin geçmesini önlüyor, hem de kendi

gemilerini rahatça getirebiliyordu. İkinci olarak Boğazların savunmasına ortak olarak katılmakla

Boğazlarda üstün bir durum elde ediyordu. Eğer herhangi bir devlet Boğazlan ele geçirmeye

kalkarsa Rusya savunma bahanesiyle daha evvel işgal edebilecekti.»

Görülüyor ki, ittifak değil, mahkûmiyet senedi... Nitekim acı bir (dikte), zorla kabul ettirilmiş ağır

bir sulh muahedesi olan bu ittifak üstüne ittifak da 1 yıldan fazla sürmedi ve 1806 -1812 bilmem

kaçıncı Türk -Rus Savaşı patlak verdi.

202

«Türkiye ve Rusya» eserinden:

«Rusya tarafından banş ve ittifak hükümlerinin mütemadiyen bozulması yüzünden Babıâli iki defa

Rus harp gemilerinin Boi>az'dan geçmelerine izin vermeyince anlaşma feshedildi. Bunun üzerine

Türkiye ile Rusya'nın arası açıldı ve iki devlet lSÜö'da birbirleriyle harp huline girdiler...

Bu defa Çar Alcksandr tarafından 1801'de, Gürcü Kralı Hcrakiius'un vasiyetnamesine istinaden,

Gürcistan Rusya'ya ilhak edildi. Tiflis'e Rus askeri gönderildi. İran ile Rusya arasında . cereyan

eden kanlı savaşlar neticesinde Ruslar üstün geldiler ve 1804-5 yıllarında Baku, Nahçivan ve

Erivan Hanlıklarım işgal edince, Rus sınırı Hazar Denizinden Karadeniz istikametinde gelişmiş ve

Rus hâkimiyeti JHavcray ı Kafkas'da yerleşmek suretiyle Osmanlı Devleti Doğu'dan da Ruslar

tarafından tehlikeye maruz kalmıştı. Kafkaslardaki bu gelişme de Babıâli tarafından endişe ile takip

edilmiş, fakat bunu durdurmak yolunda İran ile Türkiye arasında hiçbir işbirliği yapılamamıştı.

Napolcon ile Çar Aleksaudr arasındaki Tilsit'deki görüşmede Fransa ile Rusya arasında Türkiye

hesabına varılan anlaşmayı müteakip Babıâli İngiltere'ye daha çok yaklaştı. 5/17 Ocak JSÜÜ'da

İngiltere ile Türkiye arasında akdedilen ve (Kal'a i Sultaniye Muahedesi) adı ile bilinen anlaşma ile

İngilieıc, banş zamanında Boğazlanıl bütün harp gemilerine kapalı olduğu prensibini kabul etti. Bu

prensip, esas itibariyle Rus harp gemilerinin Boğazlan geçişlerini önlemek maksadına dayanıyordu.

İngiltere ve Türkiye bundan böyle Boğazlar meselesinde daima bu prensipi öne süreceklerdir.

JSOCda Türkiye ile Rusya arasında başlıyan harpte, hiç olmazsa Rusların Tuna boyuna inmeleri

durdurul-

203

mak İstenmiºti. Fakat bu savaşta da Türkiye mağlûp oldu. Maamafih tam o sıralarda Napoleon ile

Aleksacdr'-m arası artık epeyce açılmış ve Fransız • Rus çatışması muhakkak sayıldığından,

İngiltere'nin de Rusya ile anlaşması üzerine, Türkiye ile Rusya arasında 1811 sonunda barış akdi

için müzakerelere girişilmişti. Bu hususta İstanbul'daki İngiliz elçisinin rolü büyük olmuştur. 16/2$

Mayıs 1812 tarihinde akdedilen (Bükreş Muahedesi) ile iki devlet arasında normal münasebetler

yeniden kuruldu.»

Hâdiseleri yalnız kabuk üstü gören ve gösteren bu ve benzeri sudan eserlerin bize gösterebileceği

bir ruh ve içyüz mevcut değildir. Yalnız kaba çizgileriyle vak'alar, o kadar...

ݺte eserdeki bütün kıymet hükmü:

«16 maddeden ibaret olan bn (Bükreş Muahedesi) akdi şurasındaki ahval göt önünde tutulursa,

Rusya için fevkalâde elverişli şartlan ihtiva ettiği gibi, Devlet) Aiîyye için de o nisbette bir (gaflet)

eseri idi. Bir de iki gizli maddesi vardı. Bu anlaşmaya göre Pnıt nehri ve Frut nehrinin mansıbından

Karadeniz'e kadar Tuna nehri Rusya'nın sının olacaktı; yâni Rusya bu suretle Tuna'ya kadar varıp

dayanmış...»

Görülüyor ki, müellif, birçok ince noktaya yaklaşmış olduğu halde dâvayı terkip edememekte ve şu

hükmü verememektedir:

— 19. Asrın başı ve bu Asırda Mcdkofla yapılan gülünç ittifak, acı harp ve hazin muahede, netice

itibariyle, Büyük Petro'dan gelen plânın yüzde yüze yakın nispette gerçekleştiğini ve Moskof

yumruğu altında Türk'ün yere kapanma durumuna geçtiğini gösterir!!!

Acıyı bu kadar derinden tadamazsak kurtulamayız!..

204

Ve işte aynı eserden manzaranın devamı.

«Bu suretle Rusya'nın maruz kaldığı en büyük tehlike zamanında, yâni Rusya'ya Napolyeu istilâsı

zamanında (1812 yazı) Türkiye tamamiyle seyirci kalmış ve Rusya'nın bu müşkül «lonımundan

hiçbir şekilde istifade etmek yoluna sapmamıştı. Napoleon'un Rusya seferi esnasında Babıâli'nin bu

tutumunun ne dereceye kadar isabetli veya isabetsiz olduğa tartışma konusu olabilir. Ancak şurası

muhakkaktır ki. Rusya nm tehlikeli aıılan, Türkiye tarafından istismar edilmemiştir.

(La Grande Armee • Büyük Ordu) Busyanın kışı tesiriyle büyük felâketlere maruz kalarak

çekilişinden sema, Çar Aleksandr (Avrupa'nın kurtarıcısı) suatiyle Prusya, Avusturya ve İngiltere

ile birlikte Napoleon'a karşı savaşlarda mühim rol oynamıştı. 1815'de Viyana Kcngresi ile Rusya,

hemen hemen bütün istediklerini elde edince, bir müddet için sükûneti muhafaza etmiş ve

dolayısiyle Osmanlı Devleti de rahat bırakılmıştı. 1821de Yunan isyanının başlaması üzerine,

Türkiye ile Rusya'nın arası açılacak gibi oldu ise de, yine bir savaş çıkmadı. Fakat Aleksandr'in

ölümünden sonra tah'a geçen Nikcla ile, Rus siyaseti derhal eski mecrasına döküldü ve Türkiye'ye

karşı baskı tekrar başladı. Osmanlı Devletinin, içinde bulunduğu şartlar buna ayrıca imkân vermiş

ve Rus müdahalesini kolaylaştırmıştır.»

Bu manzaraya ilâve edilecek bir hüküm var mıdır? Artık Rusya, hilâle karşı haç'ın intikamcısı ve

sen/etinin yağmacısı rolür.e geçmiştir.

PEŞDNDEN

Moskof'un zedelediği ve iç zaafını ilân etmekte adetâ bir kimya kâğıdı rolünü oyr.adığı Üçüncü

Selim

20S

Türkiye'de sanki Moskof nam ve hesabına davranan Yeniçerilerce öldürülünce taht'a İkinci

Mahmud geçti. 23 yaşındaki, 18 yıl sonra Yeniçeri kanserini kökünden, deşmeye namzet bu

delikanlı büyük bir (enerji) kaynağı olduğunu göstermesine rağmen, korkunç gidişi bir hamlede

durdurabilmenin veya ona zaman içinde bir salah çığırı açabilmenin hiçbir şartına malik değildi.

1806'da patlayan savaş delikanlı Padişahın taht'a çıkışından 1 yıl sonra (1809), kısa bir mütareke

arkasından, Napolyon ile Rus Çarının bir ân için anlaşır gibi görünmeleri üzerine tekrar başlamış ve

evvelki fasılda bildirildiği gibi Bükreş Muahedesiyle son bulmuştu. Napolyon'un her ân, zaman ve

mekân şartlarına göre değişen siyaseti, artık hayat hakkını Batılı devletler arasındaki rekabetten

bekleme durumuna geçen Türkiye'ye devamlı bir ümit sahası açılmasına engel oluyor, memleketin

iç yıkıntı ve çöküntüsü de, taraflardan hiçbirine, Türkiye'den bir şey bekleme onu kendi yoiuna

katma, ondan bir fayda umma fikrini ilham etmiyordu. Netice öyle görünüyordu ki, Avrupa, kendi

kapitalist ve emperyalist bünyesini Fransız İhtilaliyle başlayan buhrandan kurtarıp bir düzene

bağlar bağlamaz, ne tarafta olursa olsun, başa geçecek kutuplariyle Türkiye'ye hazır bir lokma gibi

konacaktır. Batı, Türk'e, dünya meseleleri ürerinde bir söz ve oluş hakkı tanımamakta, onu zaman

ve mekân içi bir varlık haysiyetine sahip kabul etmemektedir. Nitekim hem İngilizler ve

arkasmd&kl devletlerin Napolyon'a karşı çıkışı hem de Napolyon'un Avusturya ve Rusya'ya

çullanışı ve hengâmelerinde taraflardan hiçbiri, günübirlik tedbirler dışında Türkiye'ye ciddi bir

itibar gözüyle bakmamış, dâvalarını fcer iki taraf da Türk'e düşman olarak aralarında hal ve

fasletmeye çalışmış, Türkiye ise bu vasiyette üstün bir politika takip edip, evvelâ bapnı kurtar-

206

mak, sctıra da hızla yeni bîr oluşa hazırlanmak üzere «ben de varım!» diyememiştir. Bir memleket

ki, o zaman Türkiye, Napolyon'a karşı Ruslar'ın taze kalabilmeleri için, İngilizler, Türk - Rus

Savaşını önlemek üzere dor.anmasiyle İstanbul kıyılarına kadar yaklaşmak ve toplarını saraya

çevirmek cüfetini gösteriyor, ağızlarında birer hançerle yüzerek bu donanmaya yaklaşacak

fedailerin onu esir alabileceğini ve her iki boğaz va-sıtasiyle kıskaca düşebileceğini hesaba

katmıyor, yahut hesaba katmayacak kadar Türk'e «hiç» ve kendisine «hep» gözüyle bakıyor. Birkaç

gülle yiyip Çanakkale ycliyle geri çekilmeye mecbur kalınca da bir - iki gemi kaybiyle nefsini

kurtarabiliyor..

Bu manzarayı 22 yaşında sarayın pencerelerinden takip eden şehzade Mahmud, şimdi 1 yıl sonra

geçtiği tahtta ne yapsın?..

İngilizler, sırf Türk'ün şuursuzluk ve kuvvetsizliğine dayanarak, hiçbir kara muvasalası almadan

onu denizden iradelerine boyun eğdireceklerini sandıklan İs-tajıbul macerasından mağlûp dönünce,

bir şey yapamamanın acısını çıkarmak ister gibi Mısır'a saldırdılar; fakat orada da Mısır Valisi

Kavalalı Mehmed Ali Paşa tarafından tepelendiler. Vaziyet, Devlet-i Aliyyenin ne İrıgilizler'e karşı

Napolyon, ne de Napoîyon'a karşı İngilizlerle arasında, günübirlik de olsa bir iş ve fikir birliği

kurmasına imkân vermeksizin 1812'ye kadar müzmin şekilde sürdü ve o tarihte, kıymet hükmünü

belirtmiş bulunduğumuz Bükreş anlaşmasiyle yeni bir mahkûmiyet senedine bağlandı.

Zavallı İkinci Mahmud; düşmanı İngilizleri Mısır'da tepeleyen Valisi Mehmed Ali Paşa'dan ileride

neler çekeceğini ve için için fıkırdamaktaki Yunan ihtilâlinin ne hallere ve mânalara yol açacağını

bilmeksizin, iğneli fıçıda oturur gibi tahtında kıvrana dursun!..

20?

YUNAN İHTİLÂLİ

Hikâyesini «Tarih boyunca Türk-Rus ilişkileri» eserinden takip edelim:

«Daha evvel de işaret ettiğimiz gibi 1768 -1774 savaşı sırasında Rusya'nın Battık donanması

Mora'ya gelerek halkı isyana teşvik etmişti. 1787 -1792 savaşından evvel Rusya ile Avusturya'nın

eski Bizans'ı canlandırmak amaciyle (tabii burada esas gaye, yeni Bizans'ın Rusya'nın nüfuza

altında olması ve bu yoldan Boğazlar üzerindeki tarihi arzulanma gerçekleştirilmesiydi) bir (Grek

Projesi) hazırladıklarına da değinmiştik.

Sırbistan'da yeniçeri dayılarının yolsuz hareketlerine sinirlenen Sırplar 1804 yılında başlarında

Kara Yorgi adlı bir domuz tüccarı olduğu halde isyan etmişlerdi. İsyan kısa zamanda mahiyet

değiştirerek genişlemişti. Zira 1806'da Rusya Eflâk - Buğdan'a girerek Osmanlı Devleti ile harp

durumuna geçince Çar, Sırplara Osmanlı Devletine karşı anlaşma teklif etmiş, bu teklif Sırplarca

kabul edilmişti. Kara Yorjri'yi baş Knez seçen Sırp'lar, Sırbistan'ın istiklâli sağlanıncaya kadar

Osmanlı Devleti ile savaşmaya karar vermişlerdi. Onlara bu cesareti veren elbette Çar'ıs yardım ve

himaye-siydi. 1312 yılında Bükreş Barışına kadar devam eden bu işbirliği sonunda Ruslar barış

antlaşmasına bagun-sıılıga sarabilecek kadar müphem hükümler koydur-muşlanh. Sonunda

Sırbistan'a bası imtiyazlar veren CDi devleti isyanı güçlükle önledi*

i, Osmanii hâkimiyet! altındaki Hrfstiyan tebaanın birası da Fransa İhtilâlinin tesiriyle bu şekilde

Mr milliyet ve istiktUU davranışım geçtiğini kaydettikten sonra, bu davranışlarm en büyüğü ve

manalısı olan, Yur&ft İhtilâline geçiyor. Şu var M, bu davranışla-

rın ruhunu Fransız İhtilaline bağlamak fikri yanlıştır. Kuvvetini kaybeden îslâm temsilciliği, bu

neticeyi, Fransa thtilâii olmasa da Hristiyanlık dünyasının bağlılarından beklemek mevkiindeydi ve

bu bekleyiş Kara Mustafa'nın Viyana bozgunundan,-yani 17. Asır sonundan başlamalıydı. Yunan

İhtilâli ise Hıristiyanlık gayreti içinde daha birçok Avrupalılık faktörünü ihtiva eden sebeplere

bağlıdır ki, izahı, hikâyenin sonunda ve tarafımızdan gözönüne serilecektir. Zaafımızdan

faydalanma hareketleri olan Balkan isyanlarında baş rol daima Moskofta iken Yunan ihtilâlinde,

yine başta Moskof, bütün Avrupadadır.

Yine aynı eserden, işin dış yüziyle hikâyesi: «Hareket 1814'de Skouphas adlı bir rumun (Etnik

Eterya) derneğini kurmasiyle başlamıştır. 1818'de ölmeden evvel birçok şubeler açmayı başaran

Skouphas, İstanbul'da bile bir gizli şube kurmuştu. 1819'da ise Derneğin Petersburg ve Bükreş

şubeleri de açılmış, Derneğin basma da Rus Çarı I. AleksandVın yaveri (Aleksandr Ypsilânti)

getirilmişti. (Ypsilânti) nin babası ise Eflâk • Buğdan Beyi (Konstantin Ypsilânti) idi. Ve o tarihte

Eflâk - Buğdan henüz Osmanlı toprağı sayılıyordu. Hareketin fikri temellerini ise Yunan hayran:

Batılı aydınlar hazırlamıştı. Fransız (Volter), (Andrc Şenye) ve büyük İngiliz şairi (Bayrın) gibiler,

Yunanlılar lehinde, Türklük aleyhinde yazılar yazdılar. Hele bunlardan (Bayrın) o kadar ateşliydi

ki, 1823'de (Herkül) gemisine binerek Osmanlı devletine karşı savaşmak üzere Yunanistan'a

gittiyse de muradına eremeden hummaya yakalandı ve orada öldü. Cesedi İngiltere'ye gönderildi,

kalbi ise Yunanistan'da (Mesolongion)a gömüldü.»

Rus alâkası dışında bütün Avrupa'nın kalbini Yunan etrafında halkalanmış gösteren bu satırlar,

yaklaştığı teşhisin ana unsurlarını görüyor da altındaki bü-

F.: 14

209

yük mânaya nüfuz edemiyor. Kaydettiğimiz gibi, bu mânayı hikâyenin sonunda göreceksiniz. Bu

mâna, Batı olu,junu takip etmekten âciz, insanlığa îslâm ölçülerinin mizan üssünü tatbik

kudretinden mahrum ve bu tatbik işinin vereceği ders ve açacağı istikametten gafil, o devir

idarecisinin de nazarından kaçmıştır.

«Etnik Eterya'nın zahiri gayesi, Osmanlıların Hris-Uyan- tebaası arasında eğitim ve öğretimi

yapmaktı. Cemiyetin gerçek ülküsü ise İstanbul'daki Yunan Patriğinin idaresinde olmak üzere eski

Bizans'ı diriltmek-ti. Yunanistan, isteklerinden bir kısmını bugün elde etmiştir. Ama fanatik Yunan

milliyetçiliğinin hedefi hâlâ (Megalo îdea)yı gerçekleştirmektir. Cniki ada*, Girit, Kıbrıs, İstanbul

ve Anadolu, onların başlıca hedefleriydi. 1919 'da İzmir'e .çıkarak ideallerim gerçekleştirmek

isteyen Rumlara aldıkları ders kâfi gelmemiştir. Hâlâ aynı emelleri gerçekleştirmek peşinde

olduklarını Kıbrıs, İmroz, Bozcaada, İstanbul, özellikle Patrikhane hakkındaki fikirleri açıkça

göstermektedir. Ancak alacakları neticenin her zaman 1919'daki gibi, hattâ daha da fena olacağını

bir ân bile akıldan çıkarmamalıdırlar.

Etnik i Eterya'nın faaliyetleri sonucu isyan patlamaya hazır hale gelmişti. Ancak Yanya Valisi

Tepede-5eni i Ali Paşa'nin Rumlar üzerinde kurduğu sıkı idare buna imkân vermiyordu. Nihayet

bazı saray entrikaları sonucu Tepedclcnli II. Mahmud'a isyan edince beklenen fırsat ortaya çıktı.

Rumlar isyan ettiler.

İsyan evvelâ Rus yanlına sağlanabilmesi amaciyle, Rus sınırına yakın Eflâk •¦ Buğdan'da başladı.

Ancak, Rumenlerin desteklememesi ve Osmanlı Devletinin atik davranması sayesinde isyan

bastırıldı. (Ypsilânti) Avusturya'ya kaçtı. Çar ise yaverini» isyanı hareketini ayıpladı.

Fakat bu isyan bastırıldığı sırada aralarında Rus.

210-

papazlarınm da bulunduğu bir takım keşiş ve papazlar Mora'da, bütün Rumları köy köy, kasaba

kasaba dolaşarak, Türklere karşı savaşa davet ediyorlardı. Paskalya gecesi ânî olarak bütün

nıüslümanlara saldırılacağım bildiren keşişler, herkese hu sırrı saklamaları için yemin ettiriyorlardı.

Paskalyaya bir iki gün kala sarhoş iki müslüman Amavut'un piştovlarını havaya sıkmaları üzerine

isyanın hükümetçe haber alındığını zanneden Rumlar, korkudan paskalyadan evvel isyan bayrağını

açtılar.

{«yan İstanbul'da heyecanla karşılandı. İsyanda parmağı olduğu anlaşılan Patrik Gregoryus resmi

elbisesiyle İstanbul'da patrikhanenin önünde aaüdı. Öte yandan asiler üzerine kuvvet sevkedildi.

Ru«ya yine saatinin çaldığım zannetti. Babıâliye bir ültimatom verdi (1821 Haziran)... Bunda,

Eflâk -Buğdan'dan Osmanlı askerinin çekilmesini, Hristiyan-lara ciddi garantiler verilmesini,

Küçük Kaynarca anlaşmasına dayanarak istiyordu. Öte taraftan Avrupa devletlerine, Osmanlı

Devletinin yıkılmasını teklif ediyordu. Bu teklif Avrupa devletlerince uygun karşılanmadı. Bundan

cesaret alan Osmanlı Devleti teklifleri reddetti. Bunun üzerine Rusya Prut boylarına asker yığmaya

başladı.

Osmanlı Devleti, Avusturya Başbakanı Metternih'-în de tavsiyesiyle Mısır Valisi Mehmed Ali

Paşa'dan yardım istedi. Mora ve Girit valiliklerinin de kendisine verilmesini şart koşan Mehmed

Ali'nin bu arzuları kabul edilince oğlu İbrahim "»aşa'yı bu işe memur etti. Düzenli kuvvetlerle

Mora'ya çıkan İbrahim Paşa, asileri temizledi. Artık isyan bitmiş sayılabilirdi (1827)... Fakat tam bu

sırada Avrupa devletleri işe karıştılar.

Metternih'in Osmanlı Devletine zaman kazandırmak gayesiyle topladığı konferana (1825

Nisanında),

211

Osmanlı Devleti Yunanlılara bazı imtiyazlar verilmesini kabul etmişti. İstanbul bunu reddetti. Zira

bunu bir iç meselesi sayıyordu. Fakat esas sebep asilere karşı savaşın iyi gitmesiydi. Ancak

Rusya'nın bu işle fazla alâkadar olduğunu gören İngiltere, Osmanlı Devletine bir ültimatom verdi.

Âsilere karşı harekâtın durdurul' masını istiyordu. Osmanlı devleti buna boyun eğdi. İngiltere

Yunanlıları kurtarmış ve kendisine minnettar bırakmıştı. Aslında İngiltere'nin bu hareketi 1822den

sonra izlediği politikayla ilgiliydi. O tarihte iş başına geçen Başbakan (Conning)e göre Yunanlılar

ergeç bağımsız olacaklardı. Bağımsız bir Yunanistan ise Rusya'nın değil, İngiltere'nin nüfuzu altına

girmeliydi. Böylece Rusya'nın güneye inmesine engel olunur, Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğü

korunmuş olurdu. O halde Yunanistan'ın bağımsızlığını almasına yardım etmek, aym zamanda

Osmanlı Devletine de bir yardım oluyordu.

İngiltere'nin hareketi Rusya'yı sinirlendirdi. Şimdi iki devlet arasında bir rekabet başlamıştı. Bu

sırada (1825'de) I. Aleksandr öldü. Yerine geçen I. Nikola, korkunç denecek kadar kuvvetli bir

Türk düşmanıydı. Yunan dâvasını Rusya'nın isteklerine uygun bîr şekilde çözümlemek için

Osmanlı Devletine baskı yaptı. 1826 Martında, Bükreş antlaşmasının uygulanmasiyle ilgili

meseleleri görüşmek üzere Rusya'nın niyetini anlayan Babıâli Yunan meselelerinin halledilmek

üzere oîduju şu sırada Ruslarla mesele çıkarmak istemediği için müzakereyi kabul etti. Zaten bu

sırada İstanbul'da yeniçeriler ayaklanmış ve 18S6'da Yeniçeri Ocağı kapatılmıştı. Osmanlı

Devletiyle Rusya rasmdaki görüşmeler sonucunda, 7 Ekim 1826'da Akkcrman Mukavelesi

imzalandı.»

212

YEND BASKILAR, DARBELER

*Akkerman anlaşmasına göre:

1 — Eflâk - Buğdan beyleri, Rus'ların kabulü ş&r-tiyle tayin veya azledileceklerdir.

2 — Sırbistan'ın muhtariyeti teyid edilmektedir.

3 — Rus gemilerine bütün Osmanlı deniz ve limanlarında serbest ticaret hakkı tanınmaktadır.

4 — Basarabya ve Kafkas sınırlarında Rusya menfaatine bazı sınır düzeltmeleri yapılacaktır.

Bütün bu yeni baskılar, Yunan meselesine bağlı ve onun ihtilâtlarından... Arkasından gelecek

darbeler de yine Yunan meselesinin dürtüşiyle...

Hikâyeye devam edelim:

«Bu sırada İngiltere, daha mukavele imzalanmadan Rusya'ya baş vurmuş, onun Yunan meselesinde

Osmanlılarla bagbaşa kalmasını önlemek istemişti. 4 Nisan 1826 Protokolüne göte Rusya ve

İngiltere, Osmanlı Devletine vergi ile bağlı bir muhtar Yunanistan kurulması için âsilerle Babıâli

arasında aracılık yapacaklardı. Bu protokole Fransa da katıldı.»

Görülüyor ki, Yunan dâvası bir Türk-Moskof ukdesi olmaktan çıkıyor, bir Batı'lı milletler - Türk

meselesi, en doğrusu İslâm'a karşı yeni bir Hristiyanlık davranışı haline geliyor. Yunan işi, 19. Asır

modeli bir Haçlılar hareketi sembolüdür.

Bu mânanın tecellisi, îngiliz, Fransız ve Rus donanmalarının Navarin limanında toplu bulunan

Osmanlı-Mısır donanmaları üzerine saldırışiyledir. İslâm donanması gafil müslümanlar yüzünden

su yüzüne veda etti ve mavi sularda kaynayıp silindi, gitti. Yunan İhtilâli de, kendi zatiyle

bastırılmış, fakat haç'ın araya girmesiyle korunmuş olarak istiklâl hedefini garantilemiş oldu.

213

..1

Rusya, iş birliği yaptığı, Yunan dâvası ortaklarını daha ileri gitmeye, Eflâk - Buğdan'ı Lşgâl

etmeye, Çanakkale Boğazını zorlamaya davet ettiyse de (Greko-Lâtin) medeniyetinin, ülkelerinde

rahat ve birbirine rakip milletleri İngiliz ve Fransızlar, boyuna oluş sıkıntısı çeken Moskofa

benzemedikleri için bu kadariyle yetindiler ve Moskof'u kendi haline bıraktılar.

Artık Yunan meselesi nihayete ermiş,, ezelden beri müzmin Türk - Moskof düşmanlığı ise

kendisine yani vesileler arama yolunda tekrar harekete geçmiştir. Edirne Barışı felâketiyle biten

1829 Türk-Rus Savaşı...

Bu savaşa girmeden. Yunan meselesi etrafında vâ-dettiğimiz kıymet hükmümüzü billûrlaştıralım:

(Rönesans) neticesinde ve 19. Asır başlarında tahlilini bir kimya kâğıdı kesinliğiyle şuurlaştıran

Avrupa medeniyeti, kendi nefs murakabesini şu hükümle mü-hürlemiştir:

Batı medeniyetinin ismi (Greko-Lâtin)dir ve bu medeniyet, Yunan akıl ve ölçüsü, Roma nizam ve

usulü ve Hristiyanlık ahlâk ve hassasiyetinden ibarettir. Bu bakımdan HrLstiyanlıkla evlendirilen

eski putperest Yunan'a bağlı plâstik vs hendesî akü ve ölçüler tablosu, Batı dünyasının ruh

temellerinden başlıcasıdır. O halde dünkü Yunanlının bugünkü (dejenere- mütereddi) vârisi

Yunanlıyı her zaman koruma, bu koruma işinde de Türk ruhunun kökü İslâm'a karşı haç'ı

sembolleştirme, dün olduğu gibi bugün de Batılının vaz geçilmez şiari olmakta devam edecek ve

şahsiyetli bir dünya görüşü ve onun kuvvetine malik bulunmaktan gayri Türk'e yol kalmayacaktır.

îşte. Yunan istiklâlinin biricik faktörü, bu işde bütün Batı dünyasiyle ortaklaşa hareket eden ve

1917'ye kadar bu faktörü elinden bırakmayan Moskof; hakikatte ise o gün-bugün. hiç değişmeyen

kanun!..

214

Sekizinci Asırda (Şarl Martel)in Fransa cenubunda Arapları yenmesi ve ansiklopedilerinin tabiriyle

«Hristiyan medeniyetini kurtarması» ile yürürlüğs giren ye 17. Asır sonlarında Merzifonlu Kara

Mustafa'nın Viyana bozgunu sonunda Türk'e karşı harekete gsçen ve icracısını Moskcfta bulan bu

kanun, Yunan meselesiyle bütün Avrupa'yı peşine takarken, Osmanlı Devletinde neyin kayı bina

mukabil başa neler geldiğine dair en küçük şuur yoktur. Bugün ise o şuur, var olma istidadına bile

uzaktır.

EDDRNE BARIŞI FELÂKETD

Aşağı yukan aynrYunan hikâyesinin devamı olarak, muharrir 1828-1829 savaşını şöyle anlatıyor:

«I. Nikola Osmanlı Devletine savaş ilânı ederken bunun kısa süreceğini ve çabucak İstanbul'u ele

geçirebileceğini umuyordu. Gerçekten de o sırada artık bozulmuş olan yeniçeri ocağı kaldınlalı

(Vaka i Hayriye) henüz iki yıl olmuştu. Yerine kurulan Asakir i Aîansu-re-i Muhammediye harp

yapabilecek bir ordu haline getirilememişti. Elbette iki yılda muntazam bir ordu kurulamazdı. Öte

yandan Osmanlılarca (Bir haçlı seferi kabul edilen) Navarin faciası ile de Osmanlı donanması yok

edilmişti.

Türkiye, tarihinin en zor anlarından birini yaşıyordu. Alelacele derlenen gönüllüler Doğu

Anadolu'da 32 bin. Balkanlarda ise '00 bin kadar olmuştu. Rus'ların Kafkas ordusu 49 bin, Balkan

ordusu üe üç kolorduya dağılmış 130X00 kişiydi. Ancak Rus ordusu daha evvelden iyice^ savaşa

hazırlanmıştı.

Harp başlayınca Osmanlılar savunma muharebeleri yaptılar. Bununla beraber ancak Şıımnu gibi

bazı

kalelerde mevzii basanlar kazanabildiler. 1829 Ağustosunda Edirne Rusların eline düşmüştü.

Emrinde 20.000 kişi kalan general (Dibiç), istanbul'a hücumu bile düşünüyordu. Fakat Rus

kuvvetleri de tehlikeli durumdaydılar. Zira ana kuvvetlerinden bir hayli uzaklaşmışlardı.

Kafkas cephesinde ise Ruslar Kars, Ahıska ve diğer bazı kaleleri alarak Erzurum'a kadar

gelmişlerdi. Bu kalelerden Ahiska'da cereyan eden muharebeler sırasında Rus kumandanı

(Paskeyeviç) şehrin ateşe verilmesini emretmişti. Bu korkunç olay hakkında eski Rus akademisi

profesörlerinden, Rus - Japon harbindeki Rus başkomutanı general (Kropatkin) şöyle yazıyordu:

(Ahıska'nın muhafızlanyla halkın erkeklerinin şecaat ve kahramanlığı tasvire muhtaç değildir.

Ancak, Ahıska'hların hiç bir yerde misli ve menendi görülmemiş bir tarzda ateşe atılan kadınlarını

da hatırlamak gerekir. Türk kadınları, ellerinde kılıç bulunduğu halde Rusların üzerine arslanlar

gibi hücum ve savlet ederek muharebede sebat ediyorlardı. Çaresiz kalan kahraman gaziyeler ise,

Ruslara teslim olmak arını asla irtikâp etmekten esaret felâketine uğramaktan ise kendilerini diri

diri yangın alevleri içine atıyorlar, alevlere gömülüp cesetlerini kül, ruhlarını Cenabı Hak-a teslim

ediyorlardı).

Ruslar bir yandan Edirne'ye, öte yandan Erzurum'a dayanınca Osmanlı Devleti banş istemek

zorunda kaldı. Yapılan Edirne Barısı (14 Eylül 1829) Türkiye için ağır bir darbe idi. Başlıca

maddelerine göre:

1 — Rus - Osmanlı sının gene Prut olmakla beraber, Rusya Tuna ağzındaki adalan aldı.

2 — Doğuda Poti, Anapa, Ahıska, Ahılkelek gibi müstahkem mevkiler Rusya'ya bırakıldı.

3 — Eflâk • Buğdan hakkındaki eski imtiyazlar

216

teyid edildi. Ayrıca burada bulunan müslümanlar 18 ay içinde buraları terkedeceklerdi.

4 — Osmanlı Devleti22 Mart 1829'da İngiltere, Fransa, Rusya arasındaimzalanan ve

Yunanistan'ın bağımsızlığını kabul eden protokolü kabul ediyordu.

5 — Akkerman mukavelesi ile Sırbistan'a verilen imtiyazlar teyid ediliyordu.

6 — Türkiye, Rusya'ya harp tazminatı verecekti.

Bu anlaşma ile Osmanlı Devleti az toprak kaybetmekle beraber, Rusya Tuna ağzına yerleşmekle bu

nehrin ve Doğu Anadolu'da kazandığı zaferlerle de Anadolu'nun (bilhassa Doğu Bölgesinin)

kontrolünü eline geçiriyordu. Rusya'nın Tuna ağzına yerleşmesinden hoşlanmayan Avusturya,

1856da bu devleti oradan uzaklaştıracaktır. Eflâk, Buğdan ve Sırbistan'a verilen imtiyazlar ise

bunlara geniş ölçüde muhtariyet tanıyordu. Osmanlı devletine yüklenen ağır harp tazminatı,

ekonomisini çöktürecek derecedeydi. Fakat barışın ağırlık noktasını bağımsız Yunanistan'ın

kurulması teşkil etmektedir. 1832 Mayısında Yunan Krallığına Bav-yera Kralı (Lûi)nîn -oğlu (Otto)

getirildi. Ancak, 1862'-de bir plaklarıma sonucunda (Otto) uzaklaştırıldı ve yer'iie Danimarka Kralî

». (Kristiyan)ın oğlu (Jorj -Yorgi) getirildi. Şugünkü Kral ailesi bu sülâledendir. (Son krala kadar.)

Bu harpten sonra Osmanlı Devleti, Rusya'yı yenmek ümitlerini tamamen kaybetti. Bundan böyle

Osmanlı Devletinin varlığı, devletler arasındaki denge prensiplerine göre sürecekti.

Yine bü harpten sonra, yalnız Rusya değil, diğer devletler de onun zaif durumundan yararlandılar. 5

TEMMUZ 1830da Fransa Cezayir'i işgal etti. Ardarda toprak kayıplarına uğrayan Osmanlı Devleti

daha ken-

:;ı

İ

dini toparla} amadan. 1831'de Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa isyan etti.»

Edirne Barışı felâketi, felâket içinde felâket devremizin açık ilâncısıdır. Müzmin zaafımızdan

meydana gelici, Yunan istiklâlini sağlayan hareket, başını alıp gitmiş, Moskofa İstanbul'un anahtarı

olarak Tuna'nın kilit noktalarını teslim almış, Sırbistan ve Romanya'yı bizden koparmış, Devleti en

ağır iktisadî angaryaya çarptırmış, Avrupa kıskacına mukabil Asya kıskaciyle de Türk ana vatanını

mengenelemiş ve üstelik kendi elinin tokadını yiyen bir surat misaline eş, Mısır Valisi Mehmed Ali

Paşa'nın isyanına zemin açmıştır.

MEHMED ALD İSYANI

Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa, koca ös-maniı İmparatorluğunun her balcımdan en zengin

bir köşesjne serdiği valilik postu üzerinden bir gözü «Dey-" let-i Aliyye» ve bir gözü de Avrupa'ya

di3dui, İmparatorluğun çöküşünü ve Batı'nın yükselişini dış yüzden clsa da görebilmiş, Batı

usulünü benimsemek ve onunla İmparatorluğu içinden yıkıp başına geçmek istemiş (pratik-aıneli)

bir deha tipidir.' Dehâsı ise sadece seziş, dıştan anlayış ve (aksiyon) değerini takdir ediş plânında...

Malûm safhalardan geçerek kMısır Valiliğine konan ve Yunan İhtilâlinde, emeline doğru birtakım

pazarlıklarla Osmanlının yanında yer alan Mehmed Ali, Edirne Barışı felâketinden iki yıl sonra,

Moskofa taş çıkartıcı bir Türk yıkımı davranışiyle harekete geçti; ve sonunda «Devlet-i Aüyye»nin,

baş düşmanı Moskofa el açarak «beni öz valimden kurtar!» gibilerden zelilin zeUli bir dilenciliğe

düşmesine kadar, İslâm topluluğu-

218

nu kemirici ruh inhitatından en acı misali vermiş oldu.

İç sebebi, Osmanlı İmparatorluğunun artık yapamadığını kendi yapmak ve olamadığını kendi

olmaktan ibaret bu isyan, dış sebebiyle, Suriye Valiliğini de Mısır'a katmak sevdasına dayanıyordu.

Mehmed Ali, karakterini zengin çapta tevarüs etmiş bulunan oğlu İbrahim Paşa'yı 25 bin kişilik bir

kuvvetle Suriye'ye saldırtti; ve asri icapları hepsini birden nefsinde toplamış, harikulade disiplinli

ve intizamlı bu küçük ordu ile Toroslara dayandı. O küçük ordu ki. Yunan İhtilâlinde Mora âsilerini

darmadağın etmiş, fakat Batı kuvvetlerinin işe karişmasiyle neticeyi devşi-rememişti. Osmanlı

Devletinde de dünyanın nereye gittiğinden, başı üzerinde neler kaynatıldığından habersiz bir

(koma) hali...

İkinci Mehmed Ali isyanında (1839) Nizip'te yenilen Osmanlı kuvvetlerinin sevk ve idaresindeki

rezalet, halimizi göstermek bakımından şaheser kıymetindedir. O zaman yüzbaşı rütbesiyle

mütehassıs olarak Osmanlı erdusunda bulunan. Alman ordularının kurucusu (Büyük Moltke),

Osmanlı başbuğundan, çizip kendisine vermiş olduğu plânın hemen tatbikini isterken, başbuğ,

henüz müneccimden zâyiçe (yıldız falı) gelmediğini söyleyerek mühlet istiyor, bunun üzerine

Büyük Moltke hayretten çenesi düşmüş, «ben yıldız faliyle sevk ve idare edilen bir orduda

çalışamam!» deyip, atma bindiği gibi ordudan uzaklaşıyor; İbrahim Paşa kuvvetleri ise aynı plânı

bize kam tatbik ederek ordumuzu perişan ediyor. Akıldan, fenden, ilimden önce, dine ve İslâm'a

hiyanet demek olan ve devrelerdir sürmekte bulunan bu hal, nerelere kadar düştüğümüzü, ondan

önce ve sonraki düşüşlerimizin de nereden geldiğini riyazî bir katiyetle gösterir. İslâm'a bağlanmak

istenen bu ruh inhitatının da, esasta İslâm'ı anlamamaktan geldiğini, yakıcı bir ifadeyle ispat eder.

219

Sadece kısır (kabuk) ezberciliği marifetinde! ibaret şu satırları okuyalım:

«Suriye'yi çabucak zapteden İbrahim Paşa kuvvetleri Anadolu'ya ilerlemeye başlayınca Padişah da

bunların üzerine kuvvet sevketmişti. 1832 Temmuzunda yapılan savaşı Osmanlı kuvvetleri

kaybettiler. Konya'-da yapılan ikinci savaşı da (Aralık 1832) İbrahim Paşa kazanınca, Mehmed Ali

Paşa'nin kuvvetlerine İstanbul yolu açıldı. Bu olay, başından beri isyanı Osmanlı Devletinin bir iç

meselesi olarak nitelendiren diğer devletleri İstanbul'un düşmesi ihtimaline karşı harekete geçirdi.

İsyanın genişlemesi karşısında, olayla, ilgilenen başlıca dört devlet vardı: Fransa, İngiltere,

Avusturya ve Rusya...

Fransa, Osmanlı Devletinin yıkılmasını istememekle beraber Mehmed Ali'yi destekliyordu. Zira

Fransa, Mehmed Ali'ye dayanarak Akdeniz'de İngiltere'ye karşı bir üstünlük elde edebileceğini

umuyordu.

İngiltere, bu isyandan hoşlanmamıştı. Zira o sırada İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak

tamlı-ğsnı koruma siyaseti güdüyordu. Rusya'nın Akdeniz'e inerek, kendi sömürgelerine giden

yollan kesmesi hiç işine gelmezdi. Ancak İngiliz hükümeti, biraz ileride göreceğimiz gibi

Babıâli'ye yardımda geç kaldığı için Osmanlı Devletinin Busya’nın kucağına düşmesine yardımcı

olmuştur.»

Bir Mehmed Ali val;asiyle hemen bütün Avrupa harekete geçer ve birbirine karşı menfaat

hesaplarına girişirken başımıza bir kuzgun gibi konmaya çalışan Moskofa ve her tarafa karşı iştiha

çekici muhteşem bir ceset vaziyetinde kalmak???

Mehmed Ali'nin Türk ana vatanında üstüste za-220

ferlerinden ve İstanbul kapılarına dayanırcasına ilerleyişinden birinci derecede Rusya gocunmuştur.

Öbür Avrupa devletlerinin meseleyle alâkası hep birbirlerine karşı avantaj kazanmak arzusu veya

kaybetmek korkusundan ibarettir; fakat Rusya için mesele hayatî;

— Ya Mehmed Ali İmparatorluk tahtını eline geçirir de aynı kuvvetli ordu ve nizamı Türkiye'de

kurarsa Rusya'nın hali ve ideali nereye varır?..

Sual budur, hayatîdir ve «olmak mı, olmamak mı?» sorusundan farksızdır.

Şimdi bu ölçüyle, belirttiğimiz kaynaktan okuyabiliriz:

«Şüphesiz olayla en fazla ilgilenen Rusya olmuştur. İsyan önce kayıtsızlıkla karşılandı. Ruslar

Osmanlıları zayıf düşürecek karakterde elan bütün iç isyanlara iyi gözle bakıyorlardı. Fakat Konya

Savaşı kazanılıp da Mehmet Ali'ye İstanbul yolu açılınca Ruslar'telâşa düştüler. Zira Rusya'nın

burnu dibinde, Mehmed Ali'nin idaresinde kuvvetli bir Osmanlı Devleti Rusların işine gelmezdi.

Rusya 1829 Edirne barışı imzalanırken Türkiye'ye karşı izliyeceği yolu tesbit etmişti. O günlerde

Çar I. Nikola’nın emriyle (Petersbur)'da Rus devlet adamları ve Çar'm müşavirlerinin katıldığı bir

toplantı yapılmıştı. Burada yapılan tartışmalar sonucu, Osmanlı Devleti'nin yıkılmasından ziyade

onun zayıf bit duıumda kalmasının Rusya'nın daha yararına olduğu görüşüne varılmıştı. Zira

Osmanlı Devleti yıkılırsa büyük bir buhran çıkabilir ve diğer devletler işin içine karışabilirdi. Bu

halde de Rusya'nın menfaatleri tehlike» ye düşebilirdi. Rusya'nın yapacağı iş Osmanlı Devletinin

zayıflığından faydalanıp onu nüfuzu altına almaya çalışmaktı.

Bu sebeple Konya Savaşının kaybedilmesinden üç gün sonra, Rus elçisi Babıâli'ye baş vurdu ve

Çar'ın, müşkül durumda bulunan II. Mahmuda samimi dostluğunun kafi bir delilini sunmakla haz

duyduğunu söy-liyerek (Osmanlı Devleti arzu ettiği takdirde, Rusya'nın kendisine yardıma hazır

olduğunu) bildirdi. Osmanlı Devleti teklifi reddetti. Gerçi yardıma ihtiyacı vardı arra yardım

edecek devlet Rusva olmamalıydı. O sıralarda yardım yapabilecek durumda bir İngiltere vard:.

1832 Sonbaharında Osmanlı Devleti Namık Paşayı özel elçi olarak Londra'ya göndermiş,

İngiltere'den 15 parçalık bir donanma istemişti. İngilizler bunu vermeyince, Paşa, 8 parçalık

donanmaya razı olmuştu. Ama seçim meseleleriyle uğraşan iktidardaki Liberal Parti bunu da

vermemişti.»

Bütün bu haysiyetsizlikler ve ne yapılacağını bilmezliklerden sonra Devlet, dünyada hiçbir

dilencinin tenezzül etmeyeceği şekilde Mcskofa el açıyor ve yine hiçbir düşkünün razı olmayacağı

bir vaziyeti kabullenmekten geri kalmıyor.

Aşağıdaki hissiz satırlar, hikâyenin çizgilerini kupkuru bir tarzda verirken insanı dehşets

düşürmektedir:

«Bunun üzerine Padişah (denize düşen yılana sarılır) diyerek Rus yardımının prensip olarak kabul

edildiğini Rusya'ya bildirdi. Rusya kesin olarak yardımın istenmesini bekleyemedi.

Boğaz dışında duran Rus donanması 2ü Şubatta Büyükdere önüne gelerek demir attı. Bu arada

Padişah, Rusya teklif etmediği halde İstanbul'u korumak üzere 30.000 kişiyi de istediğini Ça^a

bildirmişti. Tabiî, Çar, buralı da memnunlukla karşıladı. Bunun üzerine 15 biö kişilik Rus kuvveti

Boğaz'a çıktı.»

Rusların handiyse İstanbul'a konacağını gören Av-222

rupa devletleri bunun üzerine Padişah ile Mehmed Ali'nin arasını buluyor, 14 Mayıs 1833'de

yapılan Kütahya anlaşmasiyle Mehmed Ali ve oğluna, valilik namı altında Şam ve Adana veriliyor

ve Mehmed Ali meselesi 1839'da nüksetmek üzere o ân için kapanıyor.

İkinci Mahmud, Kütahya anlaşmasını nihayet «bir ateş kes!» işi, bir nevi mütareke diye kabul etmiş

ve te-saliisini ilk fırsatta bu işi temizleyeceği ümidine bağlamıştır. Fakat hadiseler, beslenen ümit

ve tesellilerin tersinedir. Halifeliğe kadar göz dikmiş olan Kavalah Mehmed Ali, hadiselerin,

kendisine güler yüzlü veya asık suratlı zikzaklarından geçtikten sonra, «babadan oğu-la» kaydiyle,

Mısır Krallığına kadar giden, ilk imtiyazlı Mısır Valiliğine konacaktır.

İKİNCİ İSYAN

Türk tarihinin, mânada gayet nazik, bir o kadar da netameli yıllarından 1839 senesindeyiz.

Tanzimatın «Tanzimat-ı Hayriyî» adiyle ilân'edildiği yıl... Sultan Mahmud'un tabutu, ilâhîlerle,

Çembsrlitaş'taki türbesine götürülmekte... Divanyolu caddesinin iki yanım dolduran halk arasında

ağlayanlar ve «bizi bırakıp da nereye gidiyorsun» diye bağıranlar var...

Hayra yöneltilmek şartiyle bir devlet reisine en yakışır ruh ifadesi şiddet ve gayret seciyesinden

büyük bir nasip sahibi bu Padişah daha hastalığında Mehmed Ali dâvasına bir son vermeyi

düşünmüş ve Halifelik sevdasına kadar düştüğü bilinen vs o yıl «Devlet-i Aliyye» ye vergi borcunu

ödemeyen Mehmed Ali'ye harp açmıştır.

Nizip'te yapılan savaşın, ne yüzden ve ne gibi bir

223:

I

netice verdiğini evvelki bahislerde kısaca belirtmiştik. Şimdi sırası gelmişken ince bir nokta

üzerinde duralım.

«Tarih boyunca Türk-Rus ilişkileri» muharriri, Büyük Moltke ile Başkumandan Hafız Paşa

arasındaki mahut zâyiçe meselesini, kendince veya dayandığı kaynaklarca şöyle anlatıyor:

«Bu savaşta bir Cuma günü aralarında Moltke'nin de bulunduğu Prusya'h kurmay subaylar

Başkomutan Hafız Paşaya tavsiyede bulunarak o gün hücuma geçilmesini söylemişlerdi. Ancak

askerlerden çok mollaları dinliyordu Başkomutan... Ulema, Cuma günü savaşın şer'an caiz

olmadığını söylemişti. Bunun üzerine Prusyalı subaylar bir gece baskını tertibini düşünmüşler, bu

sefer de Ulema, gece ansızın haydut gibi saldırmasının Padişah askerinin şanına yakişmıyacağmı

buyurmuşlardı. Bu sırada Mısır ordusu Osmanlı ordusunu dört saat içinde perişan etti.»

Tanzimatta tohumu atılıp bilmem hangi devirde modalaşan, suçu İslâm'a bağlamak zihniyeti, bu

satırlarda, çok acı şekilde sırıtmaktadır. Evvelâ hadise öyle değil, dediğimiz gibidir; sonra da

hakikat, iddialarına uygun olsa bile, bu noktada molla geçinenleri din an-layışsızlığiyle suçlamak

ve İslâm'ı tenzih etmek dururken kabahati o mollaların belirttiği dine yüklemek, sade dinî

cinayetlerin değil, aklî sefaletlerin de en büyüğüdür; ve Tanzimatm çeyrek aydınlarından

başlayarak bugüne kadar gelen sözde (entelleıktüel) terimizin baş hastalığı, yarımlığı ve darlığı, hep

bu nokta üzerindedir. Hastalık hayatî çapta mühim olmasa ve teşhisi kurtarıcı kıymette

bulunmasaydı, teferruata benzer bu aslî mesele üzerinde durmaya değmezdi.

Evet, İkinci Mahmud kara haberi alamadan öldü

224

ve kendisinden çok şey beklenen, babalan gübl talihsiz bu Padişah, gösterdiğimiz şekilde toprağa

verildi. Terine, 16 yaşındaki zoraki Tanzimat kahramanı Abdül-mecid geçti.

Avrupa devletlerinde bir kaygı:

Rusya Hünkâr İskelesi anlaşmasının yürütülmesini isterse vaziyet nereye vanr?

Hünkâr İskelesi anlaşması şudur: Mehmet Ali'nin ilk başkaldırması ve Konya Savaşında galip

gelmesi üzerine Osmanlı Devletince kendisine sığınılan Rusya, 8 Temmuz 1833'te İstanbul'da

Hünkâr İskelesi köşkünde Babıâli ile bir sözleşme yapmış ve bu sözleşmede Türkiye'ye askerî

kuvvetle yardım edeceğini ve hattâ bu yardıma karşılık nakdî bir mukabelede gözü olmadığını,

tespit etmişti. Ve Boğazların yabancılara kapatılması.

Şimdi bu anlaşmaya dayanarak, adetâ himayesi altına almış gibi göründüğü Türkiye'yi korumak

bahanesiyle bir harekete geçebilirdi.

Başta İngiltere, Avrupa devletleri, 1839 Temmuz'-unda Bâbıâliye bir bir nota verdiler ve

muvafakatleri olmadan Mehmed Ali ile yapılacak herhangi bir anlaşmayı kabul etmeyeceklerini

bildirdiler. Artık Osmanlı Devleti, bir valisinin isyanına karşı sade Rusya'nın himayesine girmiş

değil, bütün Avrupa'nın vesayeti altında, orta malı bir çocuğa dönmüştür. Geri zekalı bir çocuk

veya bunak bir ihtiyar...

İSYANIN NETDCELERD

Mehmed Ali isyanı neticesinde, Moskoflarla gerçek Batılılar arasında İmparatorluğu yavaş yavaş

yutma ve paylaşma dâvası, gitgide azacak olan bir aykırılığa yol açtı. Aynı aykırılık, Fransa ve

İngiltere arasında da baş gösterdi, İngilizler Mehmed Ali'nin Suriye'de yuvalanıp kalmasına razı

olmuyor; Fransızlar ise Mehmed Ali'yi, kendilerine temayülünden, bütün kazandıkları elinde

kalmış olarak Fransa'ya bendetmek siyasetini güdüyordu. Hattâ bu aykırılık yüzünden iki büyük

Batı devleti arasında münasebet kesilir gibi olmuştu. Rusya "ise bunların arasını daha fazla açmak

için, Hünkâr İskelesi" anlaşmasından el çektiğini ve Boğazların açık veya kapalı kalmasına ait

prensipin, milletler arası bir komisyonda tespitini öne sürmüştü. Böylece, göz dikilen nokta ortada

kalınca, ihtiraslar alevlenecek ve Fransız - İngiliz birliği parçalanacaktı.

Türkiye'ye gelince, o, manevî felâket devrimizin baş sorumlusu ve sahte kahramanlar zincirinin baş

halkası Mustafa Reşid Paşa. gibi, güya siyaset dehâsı, âciz ve «telif-i beyn»ci ellere kalmış, kendi

beyni ve ciğeri üzerinde hazırlanan paylaşma tertibine sadece seyircidir.

15 Temmuz 1840'da Londra Konferansı... İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya devletleri karar

aldılar:

1 — Mısır, babadan' oğula geçmek şartiyle Mehmed Ali'ye verilecek...

2 — Suriye ve Afckâ sadece ömrü boyunca Mehmed Ali'ye bırakılacak...

Üçüncü madda tuhaftır:

3 — Mehmed Ali ilk 10 gün içinde bu çözüm şeklini kabullenmezse Suriye'yi, ikinci 10 gün içinde

de kabul etmediği takdirde Mısır'ı kaybedecek.

Konferansa katılmayan ve geriden durumu kolla- yan Fransa, Mehmed Ali'ye fısıldadı: —'

Teklifleri reddet. Mehmed Ali de reddetti. Buna cevap olarak bir în-

giliz - Avusturya donanması Suriye'yi abluka altına aldı. İngilizler Lübnan kıyılarına asker

çıkardılar.

Babıâli daima seyirci, Rusya ise şahlanmış vaziyette:

— Mehmed Ali Anadolu içine yürüyecek olursa İstanbul'u askerle koruyacağım!

Rusya'ya bu hak tanındı ve bu vazife verildi. Ama besbelliydi ki, İngilizler bütün marifetlerini

kullanarak Mehmed Ali'yi Anadolu içlerine bırakmayacaklar, böylece Rusların İstanbul'a inmesini

önleyeceklerdi. Rusya'ya:

İstanbul'u da sen korursun!

Gibilerden, gerçekleşmeyecek bir yem sunulmuştu.

Mehmed Ali yenilince, ağası Fransa öbür devletlere katıldı. Mehmed Ali de teslim bayrağım çekti:

— Yalnız Mısır ile yetiniyorum!

Padişah, «kabul et» manasına setresinin eteği çekilince hemen baş eğdi ve Mısır Valiliği imtiyaz

tarayıcı* bir fermanla «babadan oğula geçmek» kaydı altında Mehmed Ali'ye bırakıldı ve mesele

kapatıldı.

Hikâye:

«1833 Hünkâr tskelesi anlaşmasında çok ürken İngiltere bunun tekrarına mâni olmak kararındaydı.

Bu sebeple İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya, Osmanlı Devleti, Fransa'nın da iştirakiyle tekrar

Londra'da toplandılar. 3 Temmuz İ84î'de imzalanan Londra Boğazlat antlaşmasının en önemli

maddesine göre (Osmanlı Devleti banş zamanında, yabancı harp gemilerinin Çanakkale ve İstanbul

Boğazlarından geçemiyeceği hakkında eskiden beri uygulamakla olduğu kaideyi bundan sonra da

uygulayacağını) ilân ediyordu. Diğer S ül&e

¦ü-

226

ise Osmanlı Devletinin bu kararına saygı göstermeyi ortaklaşa taahhüt ediyordu.»

Devleti Aliyye'yi resmen kukla haline getiren ve bu kuklanın üzerindeki öteberinin yağmalanma

işinde kuvvetli devletlere rekabet yolu açan bu anlaşma, birinci faydayı ingiltere'ye sağlıyor, Rus'a

Hindistan yolunu engelletiyor, Rusya'yı Karadeniz'de serbest bırakıyor, zavallı Türkiye'ye de,

bundan böyle Batılı rekabetler arası bir hayat hakkı aramaktan başka bir şey bırakmıyordu.

Bu davadan Moskof, İngilizler yüzünden yaralı çıkmıştı...

TANZDMAT

Batılılaşma ukdesi olarak düğümünü gösterici Tanzimat hareketinin mânasına geçmeden ve

mevzuumuz bakımından Tböylece Moskof'a sağlanan avantaj ve bu yolda Moskof rol ve tesirini

anlatmadan Avusturyalı siyaset lideri Prens (Meternih) in bir mektubunu göz ö-nüne sermek isteriz.

Avrupa siyasetinin en hâkim kafa larından biri olan, memleketi Avusturyayı birinci plâna geçiren

ve meşhur Viyana Kongresini parmaklarında oynatan Prens (Meternih), Tanzimatın cüce

kahramanlarından Âli Paşa'ya (Îslâm-Türk Ansiklopedisi: Sayfa 50) şöyle yazıyor:

«Ddare şeklinizi intizam altına alına we Islâh ediniz! Lâkin Batı Memeniyetinden sizin kasaaa ve

nizamlarınıza, âdet ve hayat taranışa uymaya» kanunları alıpx iktibas etmeyiniz! Zira Batı

memleketlerinin kanunları, hükümetinizin temelini teşkil eden kanunların dayanağı bulunan usûl ve

kaidelere asla benzeme-

228

yen kaideler üzerine kurulmuştur. Batı memleketlerinde esas olan şey Hristiyan kanunlarıdır. Siz

Türk kalınız! Lâkin madem ki Türk kalacaksınız, islâmiyete yapışınız! Hak ve sevap yolunda

ilerleyin!*! Fakat buna yaparken, Garbın efkârı umumiyesl diye saydığınız şeye ehemmiyet

vermeyiniz! Siz, bu efkân umumiyeyi, Avrupa'nın umumi sedasını anlamıyorsunuz!. Hülâsa biz,

Bâb-ı Aliyi kendi idare tarzının ıslahı için vâki teşebbüsünden vaz geçirmek istemiyoruz. Xâkin hal

ve şartlan, Türkiye imparatorluğunun hal ve şartlarına uymayan Garp hükümetlerini, her şeyden

evvel taklide sapan bir numune suretinde telâkki ederek, ona göre İslahatta bulunmamanızı,

Doğu'nun kanun ve âdetlerine uymayan hükümleri taklit ve hali hazırda, her türlü icat ve tanzimden

mahrum olan tslâm memleketlerinde, zarar ikamdan başka bir netice husule getirmeyeceği aşikâr

olan İslâhatınızı kabul ve tatbik etmemenizi tavsiye ederizjı

50 milyon nüsha bastırılıp kundaktaki çocuklara kadar dağıtılması gereken bu ibret, haşyet ve

dehşet verici ihtar, Tanzimattan beri gelişe gelişe köpürücü, öz kökümüzü inkâr modacılarına şu

sözü söyletebilir:

— (Meternih) in muradı, Türk'ü eski ananelerine bağlayarak ve Avrupalılaşmasına engel olarak,

geri kalmasını ve kolay bir lokma halinde yutulmasını sağlamak olabilir.' Avrupalılaşarak

kuvvetlenecek bir Türkiye, eltette ki, (Meternih) in işine gelmez. Bu bakımdan bu siyaset dâhisi

kurt politikacı, Tanzimat davranışım kötülemekte ve Türk'ü öz köküne sadık kalmaya teşvik ve

davet etmektedir.

ݺte bu görüş ve yorumdan daha ters ve gerçeğe aykırı bir şey olamaz. Ya Türkiye, som ve tüm,

Doğu ve Batı muhasebesini yapmış ve neticede yalnız müspet

229

bilgiler harikası Batının madde aklı tarafını bir hak, hattâ emir olarak benimseyip onu öz ruhuna

bağlamış ve yepyeni bir hüviyet halinde Batının karşısına dikilmiş olsaydı?.. Ne olurdu?.. O zaman

(Meternih)in ve bütün Avrupa'nın korkmayacağı bir Türkiye mi doğmuş, yoksa asıl ödünü

patlatacağı bir varlık mı meydana gelmiş olurdu? «Altı kaval, üstü şişhane» Tanzimat o-luşundan

sonra Türkiye'nin ne hale geldiği malûm ve tasfiyesi 70-80 seneye sığdığına göre, bu muydu Prens

(Meternih)in, Türklerin ilericilik hareketine mâni olmaktan garazı?.. Türkler için asıl felâket, öz

kökünü, ruh kökünü kurutup, zaten feyz alınması ve yapışılması muhal olan Hristiyan Avrupa

kökünden de uzakta kalmak ve çilesi çekilmemiş ebedî bir taklit plânında har-ca;jnak değil miydi?..

Ve (Meternih) gibi bir kurt, bunları takdir edemez miydi? Nitekim Tanzimat, Türk'ü, tam da

Moskof'un dilediği hale getirmiş ve bu halin neticesi, 1877'de Rus ordusunun Yeşilköy, 1912'de

Moskof uşağı Bulgarların Çatalca önlerine gelmesiyle açığa kavuşmuştur. Ve eğer komünizma

ihtilâli olmasaydı, 1918'de İstanbul'u işgal edecek olan yalnız Rus or-dusuydu.

O halde niçin, ne maksatla göndermiş olabilir ( Me-temih) bu mektubu?..

Sadece, Türk'e Moskof derecesinde düşman olmayan medeni bir Avrupalının insafını ve hakikate

hürmetini şahlandıracak kadar hazin bir manzara karşısında kaldığı, bundan adetâ fikir haysiyetinin

gıcıklandığı ve gerçeği ağzından kaçırmak zoruna düştüğü için..

Bir gâvurdan alman İslâm dersi önünde ne kadar ağlasak, çırpınsak, dövünsek azdır.

Tanzimatın içyüzü, bir çok eserimde ele alınmış ve olanca rıymet hükmiyle gösterilmiş bir

keyfiyettir;

230

ve şimdi bahsimiz. «Tanzimat-ı Hayriyye», yahut «Tân-zimat-ı Şerriyye» üzerinde derinleşmek

olmadığı -içir^ onu şimşek hızı içinde gösterip Moskofla rabıtasını belirtmekten öteye geçmememiz

lâzımdır.

Kısaca:

Tanzimat, son derecede sığ, basit, irfansız, çilesiz, oluşundaki sırlan görmeksizin dışından Garba

hayran ve yine yalnız dışından ve yanlış tatbikat plânında görebildiği İslâm'a için için düşman

birtakım aydın taslaklarının (Mustafa Reşit, Âli, Fuat, Mithat Paşalar) maymun psikolocyasiyle

Türk cemiyetini, hesap ye kitaba dayanmadan Batıya itiş ve Batının kültür empsr-yalizmasına

teslim ediş hareketleridir; ve bize, kazanılması muhal bir dünyayı getiremedikten başka kendi öz

dünyamızı kaybettirmiştir. Netice olarak da bizi, içine alınmadığımız ve alınmayacağımız Batı

evinin sokak kapısı önünde, kasketine yaldızlı bir şeritte «ben bir Batı sevdalısıyım!» yazılı biçare

bir mahkûm haline getirmiştir.

Tanzimat hareketinin, her ân, fizikteki «miktar-ı ta'cil: hız artırma» kanuniyle yanlışını büyüte

büyüte bu son noktada karar kılacağı ve 1839'dan 1919'a kadar oöyle gideceği bir bedahetti.

Tanzimattan sonra. İstanbul'da, Sadrâzam ve Hariciye Nazırlarını bir nevi kavasları sayan Rus,

İngiliz, Fransız vesaire elçilerinin korkunç cümbüşleri... Sultan Abüdaziz devrinde Türk borcunu

300 milyon altun (bugün 1,5 trilyon) liraya yükselten ve devleti «Dü-yun-u Umumiye» adlı icra

dairesi marifetiyle hacr altına alan Batı kapitalizmasının sinsi taarruzları... Şahsiyet ve asliyette

şaheser Sultan Ahmed Camiine yakın ve Bağdat Köşküne bitişik (Barok ve Rokoko) piçi Mecidiye

Kasrı ve malûm saraylardaki zevksizlik ve köksüzlük sefaleti, filân, falan...

sırt

231

.

«Gülhane Hatt-i Hümayunu» denilen Tanzimat fermanı, zaten içindeki İslahat maddelerinin bize öz

ölçülerimiz tarafından emredildiği bilinmeksizin, kurtuluşu ezbere Batı nizamından bekleyici ve öz

hazinemizi kalp para bilici öyle bir hüsran ve dalâlet vesikasıdır ki, Türk'ü bir kalemde Batının

manevî sömürgesi yapmış, maddi sömürge yolunu da Moskof a büsbütün açmış, bize devletler arası

rekabetler çatışmalarının hava bo§luklarındaki muvakkat sığınaklardan başka yer ve hayat

bırakmamıştır.

Neticede, bu mahkûm politikanın sözde zaferi olarak, İngiltere, Fransa ve Sardunya ile el ele,

Moskofa karşı Kırım Savaşı... Bir müddet sonra Moskofla baş başa bırakılmak üzere verilen

yalancı teselli mükâfatı; ve aralarında rakip olsalar da bizi ıskartaya çıkarmakta müttefik üç heyula

ve takındıkları üç sıfat:

Protestanların hâmisi İngiltere...

Katoliklerin hâmisi Fransa...

Ortodoksların hâmisi Rusya...

Müslüman - Türk'ün hâmisi hiç kimse ve düşmanı herkes... Başta Avrupalılaşma maymunları sahte

kahramanlar...

BDRDNCD NDKOLA

Tanzimat karşısında Moskofu belirtmek ve artık büyük kısmiyle gerçekleştirilme yoluna girmiş

bulunduğu Büyük Petro plânının yeni seyrini göstermek için, o zamanki Çar Birinci Nikola'yı

yakından görmeliyiz. Yunan İstiklâlinde büyük rol ovnavan ve Doğu'da Erivan'ı İranlılardan alan

Birinci Nikola. gayet sert ve dikenli mizacı içinde Moskof gidişini, seleflerine faik bir

232

şiddetle omuzlamış ve ona hayli mesafeler kazandırmış bir tiptir.

Kurat'tan okuyalım:

«— Tab'en kaba ve çok inatçı bir kimse olan Nikola, askerliğe merak etmiş.ve tam bir kışla

zihniyetinde yetişmişti. Küçük subaylıktan başlayarak orduda fiilen hizmet etmiş ve tahta geçtiği

sıralarda (Brigadir• Albay) rütpesini haizdi. Prusya Kralı (Fredeıik - VU-helm)in kıziyle evlenerek

çok me'ut bir aile hayatı sürmekte idi. Tahsili kıt, bilgisi az, görünüşü kaba bir asker olan (Nikolay

Pavloviç Birinci Nikola) nın devlet idaresi hakkında en ufak bir bilgisi yoktu. Fakat İmparator

olarak taç giydikten sonra, kendi tabiatine uygun bir rejim kurarak Rusya'yı tam otuz yıl avucu

içinde tutmaya muvaffak olmuştur. Taht'a geçeceği Aralık 1825 tarihinde cereyan eden

(Dekabristler-meşrutiyet isteyen genç zabit ve aydınlar) uı ayaklanması isyanı Nikola'nın kuracağı

rejime damgasını vurmuştu: Şiddete, jandarma, polis, gizli polise dayanan ve Çar'ın tahtına karşı

uzanmak isteyen bütün elleri kıran, teb'ala-rı mutlak bir itaat altında tutan bir istibdat rejimi... Bu

reüra Ruslar tarafından (Nikolayevşçina) diye ad-!a;.uınlmıştır. Bu rejimin icabı olarak, devlet

idaresini daimî bir kontrol altında tutabilmek maksadiyle, tam mânasiyle merkeziyetçi bir sistem ve

geniş bir memur kitlesi vücuda getirilmiş, Rusya'da bir bürokrasi nizamı kurulmuştu. Aynı

zamanda Rus ordusunun (profesyonel bir ordu) haline getirilmesi yolunda gerekli tedbirler

alınmıştı. Mujikler, serflerden kur'a efradı olarak alınan (soldat - askerler) 25 yıl gibi uzun bir süre

hizmet edeceklerdi. Rus ordusunda çok şiddetli disiplin tatbik edilmekte ve askerlerin bilhassa çok

sıkı talim yapmalarına önem verilmekte idi. Çar Nikola'nın gayesi Rus ordusunu Avrupa'nın en

kudretli ordusu haline

233

getirmekti, tlerde görüleceği üsere Nikola bu hususta epey muvaffak olmuştur. ݺte böyle bir

orduya dayanmak suretiyle, (Türkleri Avrupa'dan kovmak) mümkün olacak sanılıyordu. Çar Nikola

tam mânasiyle bir (Müslüman - Türk düşmanı) idi. Rusya'daki sayılan dört beş milyonu geçen (o

zaman) Müslüman - Türk a-hali üzerine baskı yaparak, onları Hristiyan - Ortodoksluğa çevirmek

için tedbirler almış ve türlü yönde baskılarda bulunmuştu. Dolayısiyle Türkiye'ye karşı düşmanlığı

yalnız siyasî değil, aynı zamanda dini esaslara da dayanmakta idi. Rusya'nın tahtında bu zihniyette

bir Çar'sn bulunması Rus - Türk münasebetlerinin nasıl seyredeceğini önceden tayin ve tesbit etmiş

oluyordu. Avrupa'nın neresinde olursa olsun (ihtilâl hareket) lerini zor kullanarak bastırmaya

çalışan (Mukaddes ittifak - Viyana Kongresinden sonra meydana getirilen) bilhassa Rusya'ya

dayanıyordu. Nikola'nın da aynı ¦ prensipleri devam ettireceği aşikârdı. Çar yalnız Rusya'da değil,

Prusya ve Avusturya'da da mutlakıyet f reo-siplerinin en büyük koruyucusu oldu ve hattâ Vu

yüzden bilhassa 1848-1849 Macar ihtilâlcilerini kM&tırdiktaiı sonra, (Avrupa'nın jandarması)

adiyle anılmaya başlan, di. Fakat Osmanlı ülkesindeki Hristiyan 'tb'anın, meşru hükümdarları olan

Osmanlı Padişahına karşı ayaklanmaları I. Nikola tarafından takbih edilmek şöyle dursun, sirf

siyasi mülâhazalarla teşvik gördü, ve Rusya'nın askerî müdahalesine kadar götürüldü.

Osmanlı ülkesinde, Fransia İhtilâlinin tesiriyle başlayan milli ayaklanmalar birbirini takip etmişti.

18O4'te önce Sırplar isyan bayrağını kaldırmışlar ve 1821'de Yunanlılar istiklâl isteyerek

ayaklanmışlardı. Bilhassa bu Yunan isyanı Mora ve adalarda Osmanlı Devletinin durumunu

tehlikeye düşürmesi itibariyle e-hemmiyetli addedilmişti. Dolayısiyle Devletin var gü-

234

ciyle bu isyanı bastırması gerekiyordu. Halbuki bu sıralarda Yeniçeri Ocağı tamamiyle disiplinini

kaybet-miş olduğundan, böyle bir ordu ile Yunan İsyanının bastırılması mümkün olmayacaktı.

Halbuki Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa, bir müddetten beri Fransız ve Leh zabitleri tarafından talim

ettirdiği mükemmel bir askeri kuvvet ve hatırı sayılır bir donanma vücuda getirmişti. Sultan

Mahmud da, çaresiz aklınca, bu defa Mehmed Ali Paşadan Mora'ya asker ve donanma

gönderilmesini rica etti; Mehmed Ali Paşa da, çok dirayetli bir asker olan oğlu İbrahim Paşa'nın

kumandasında, Mısır askeri ve donanmasını âsi Yunanlılara karşı gönderdi. Yunan çetelerinin

dağıtılması ancak bir zaman meselesi idi. Fakat bu sırada, İngiltere, Fransa ve Rusya'nın işe

karışmaları, durumu kökünden değiştirdi.

Avrupa'da hem Fransız İhtilâlinin hem de (Phil-hellenizm) adı ile bilinen eski Yunanlılara beslenen

muhabbet tesiriyle ve aynı zamanda siyasi mülâhazalarla Yunanlılara istiklâllerini kazanmaları

yolunda her türlü manevi ve maddî yardım yapılmaya başlandı. Birçok Avrupa memleketinde (asil

Yunan milletinin barbar Türklerin zalim idaresinden kurtarılması) yolunda gayret sarfediliyordu.

Yunan milletinin hiç de asil olmadığı, çok kısa bir zamanda anlaşılmakla beraber, Türkler'e karşı

düşmanlık zaten Avrupa'da çok eski olduğundan, bu defa yeniden tazelenmişti. ݺte Çar I. Nikola

da bundan faydalanarak, Rusya tarafından öte-denberi tatbik edilegelen Türkiye'ye karşı baskı

yapmak siyasetini ele aldı.»

Birinci Nikola'nın şahsında, geçmiş ve evvelce tarafımızdan kıymet hükmüne bağlanmış

hadiselerin de hikâyesini ele alan bu satırlar, bu kaba ruhlu, sadece Deli Petro amelesi İmparatorun,

sınır tanımaz ihtirası

235

yüzünden nasıl büyük Avrupa devletlerini kızdırdığına ve üzerine çullandırdığına ait faydalı bir

zemin çizmektedir.

Evet, Moskof, nihayet Avrupa'yı ve büyük Avrupa kuvvetlerini çileden çıkarıcı bir davranış

tutturmuş ve Birinci Nikola’nın haşin mizacından doğma bu davranış Kırım Savaşını doğurmuştur.

RUSYA VE AVRUPA

Artık Avrupaca tahammül edilmez hale gelen Moskof'un 19. Asır başlarında ve ortalarında büyük

Avrupa devletlerine nasıl göründüğünü ve bu arada «Dev-let-i Aliyye»ye de ne acıklı bir gözle

bakıldığını, Viyana Kongresi sürüp giderken Prens (Meternih)in yakın adamı (Şövalye dö Kenç)

tarafından Bâbıâliye gönderilen mektuplar izah eder.

Arada bir Rus ittifakına girmiş ve Türkiye'ye karşı daima aynı düşmanlığı beslemiş olan Avusturya,

her şeye rağmen, kendisini bastıracak bir Rusya'ya razı değildir. Kuruluş hazırlıklarında olan

Almanya henüz sesini yükseltebilir bir vaziyete uzak; İngiltere, Hindistan yolu, Fransa da Akdeniz

müstemlekeleri mülâha-zasiyîe, Rusya'ya «artık dur!» diyebileceği bir sınır muhafaza ettirmek

mevkiindedir.

ݺte (Şövalye dö .Kenç) in 5 Şubat 1841 tarihli mektubundan :

«Avrupa'nın politika usulü, külli değişiklik ve inkılâplara uğramış ve uğrayacaktır, Fakat devletler

arası haklı bir muvazeninin korunması, Avusturya hükümetince ana ölçü kabul edilmektedir. Yoksa

gaye, Fransız tegallüp ve tahakkümünün kaldırılmasına ça-

230

lışdırken Rus tegallüp ve tahakkümünü kolaylaştırmak değildir. Prens (Meternih) bugün Bâbıâliye

Avrupa muvazenesinin ehemmiyetli bir parçası göziyle bakmak* tadır. Bundan böyle de aynı

görüşe ayak uydurmak azmindedir. Avusturya Osmanlı menfaatlerini kendi devletinin en aziz

menfaatleri gibi koruyacak ve Rusya tarafından devletinize en küçük bir zarar erişmesini kabul

etmeyecektir. Hattâ sadece kabul etmemek şöyle dursun, Rusya'ya karşı koymaktan bile

çekinmeyecektir.»

Viyana kongresinde Avrupa deri ve kemik değiştirme çileleri içinde kıvranırken Türkiye'nin zaman

ve mekân dışı kalması, kongre'ye katılmak için hiçbir teşebbüste bulunmaması ve kalın bir sükût ve

hareketsizlik yorganı altında büzülüp yan gelmesi ne kadar hazindir.

Şövalyenin 28 Eylül 1841 tarihli mektubundan şu parçalan okuyun:

«Buradaki müzakerelerde Bâbıâlinin menfaatlerine dair tarafınızdan hiçbir talimat almamış

bulunuyorum. Halbuki Viyana Kongresinin asli meramı, Avrupa'ya ait bütün meselelerin tesviye ve

tasfiyesidir. Meydana getirilecek yeni muvazene ile sağlam bir esas kurulma?! ümit edildiğinden ba

arada Osmanlı ülkesinin de, kciunma şartları içine alınmasa bir icaptır ve bu icaba kayıtsızlıkla

feakıiamas. Böyleyken Bâbıâliye, is-tiklaKnkn emin değilmiş gibi taleplerde buhanmaktau çekindi

rlci ve sükûtunu doğru balaca bir hav® esmesine rağmen (Prens dö Metetnilı)lıı kanaatine göre,

Babıâli sükût ve hareketsizîiğiiMte devam etse bile, menfaatleri, büyük ievletler menfamüeriaıe

uyması bakı-. «undan konuşacaktır.*

Bizi zaman ve mekân dışı sayan ve buna. Rağmen uyuşukluğumuzu teselli yollu sinsi sinsi

ayıplayan bu sözlerden sonra, Şövalye, baklayı ağzından çıkarıyor ve 6 Ekim 1841'de şöyle diyor:

«Resmi bir senet tanzimiyle, büyük devletlerin, Osmanlı ülkesine ait mülki tamamlığı taahhüt

etmeleri hususunda Babıâli tarafından resmi olmasa bile ciddi ve canlı bir teşebbüse girişilmesini

elzem addederim. Zira, Bâbıâünin en muhataralı ve evvel ve âhir müthiş düşmanı olan Rusy?

devleti Kongrede ban menfaatler detşirebilir ve bunlar Türkiye hesabına çok zararlı olabilir.»

Ve nihayet, tokat gibi son hüküm: (aynen)

«— Devleti Aliyye gibi büyük bir devlet sesini çıkarmayıp kendisini unutturmak yolunu tutacak

olursa müdebbirâne (tedbirli) davranmamış ve şan ve azametine lâyık olmayacak surette hareket

eylemiş bulunacağı aşikârdır.»

İngilizler bizi ne kadar hor görse de, Ruslardan korkusunu «havf ve heras» tabiriyle belirtmekte ve

Moskof (dahhâmeleşme - urlaşma) sına karşı durulacak günün artık gelip çattığı fikrini

beslemektedir.

1854'de İngiliz hükümetini temsil eden bir Lord'un Pariementodaki sözlerinden:

«— Edirne muahedesi Deviet-i Alivrenin bekası ba kımındajı bize o kadar zararlı görünmüştü ki,

bu mevzuda o güne değin İngilterece yürütülen siyasi meslek taraamiyle değişmişti.»

«— Dev!et-i Aliyye'nin bekası o kadar meşkûk (şüpheli) görünmeye başlamıştı ki, yeniden teşkili

ta* şarlanan Yunan idaresini kendi bekasından emin otma-

238

yan diğer bir devlete bağlamak, akı! kaidelerine aylar görünmüştü.»

o— Babıâli dahi rıza göstermiş olduğundan Yuna nistan müstakil ve serbest bir devlet olmuş ve

onun böylece İstiklâl kazanması Edirne Muahedesinden ötürü bizi istilâ eden (Havf ve heras -

büyük korku) dan doğmuştur.»

îşte Kırım Savaşı eşiğinde hal ü keyfiyet!..

KIRIM HARBDNE DOİRU

Kınm Harbi, ahtapotlaşan, bir kolunu Balkanlar, bir kolunu Akdeniz, bir kolunu Orta Asya, bir

kolunu da Hindistan istikametinde uzatma gayretini güden Mos kofun, artık Batı devlerince göz

yumulamaz, tahammül edilemez hale gelmesi neticesidir.

Öyle bir netice ki, Türkiye.yi, elinde tuttuğu (stratejik) üstünlükler yüzünden, vücut ve ruh

hikmetinin baş düşmanı Moskofa karşı Batı devletleriyle ittifaka sürüklerken, ona, yeni

emperyalizma ahtapotunu esmeyi, eski ahtapotlara yardımcılıkta aramak gibi, esasta çıkmaz bir yol

açmaktadır. Fakat kimse, bu yolun zaferlerini bile hezimet gösterici mânayı kestirememeikte ve ona

göre bir davranış sahibi olmayı düşünememektedir.

Ahtapotlar birbirini, en lezzetli lokmaları yutma gücünün kendisinde kalması için ezmek

dâvasındadir; ve bu arada Türkiye, şanlı mazisinin zengin mirasları sayesinde büyük coğrafya

imtiyazlarına malik bulundu ğu için Batı devletlerine yanaşarak ezelî düşmanını ez-dirici bir rol

oynadığı halde, esasta ve daima Batı dünyasına lokma teşkil cunek mahkûmiyetinden sıynlama-

makta, ancak karanlık akıbetini tecil ettirebilmektedir.

O günkü şartlara göre de bu mahkûmiyet, birkaç asırlık tarih muhasebesinin icabı olarak belki bir

zaruret belirtmekte...

Memlekette, istikbale doğru kurtuluş şartlarının şuuru olsaydı, düşmana karşı düşmanla ittifak

zarureti büyük faydafâr getirebilirdi. Fakat, heyhat ki, ilk Alafranga Padişah Abdülmecid ve

etrafındaki, sığ.ve keleş, Garp kuklası Tanzimat paşalarında, körü körüne Batıya kapılanıp onun,

bahçe kapısından içeriye almadığı, hor ve hakir bir bekçisi olmaktan başka bir davranış ve

Türkiye'ye sadece Batılı rakabetler arası hayat hakkı ara-rriaktan gayrı bir anlayış mevcut değildi.

Hadisenin patlak verişi şöyle başladı:

1841'den beri Osmanlı devleti, 10 yıl kadar süren bir devre içinde Moskof'tan yana rahattır. Fakat

zahirde rahatlık gibi görünen bu manzaranın Moskoflar tarafından için için politika kaynatışlarjuıa

zemin teşkil edici bir içyüzü vardır.

Okuyalım:

«Rus politikasını temsil ede» Çar I. Nikola, din duy. gıdan kuvvetli bir kişiydi. Ona göre 1774

Küçük Kaynarca antlaşması Bos Çar*ına Türkiye'deki Grek tebaa üzerinde bir himaye hakkı

vermekteydi. Halbuki anlaşma ancak İstanbul'daki Mm kilisesi hakkında böyle bir hâkte ihtiva

ediyordu.

BSylec® Çar, gene Türkiye'yi nüfus belgelerine ayırmak, gerekirse küçük devletler halinde bStmek

veya Osmanlı tsnşamtorlagtrau topyekâst himayesi alttfea ahmak yoiaşda kala yormaya başladı.

Ona göre, Fransa'dan pek zarar gelmezdi. -1848 ihtilalinin etkilerinden kurtulamamış, siyasi

buhranlar içüade bccahyoıtha. Prusya ve

240

Avusturya da kendi içindeki ayaklanmalarla uğraşıyordu.

Geriye kala kala İngiltere kalıyordu. Zira İngiltere o sıralarda Osmanlı İmparatorluğunun toprak

bütünlüğünü koruma siyaseti izlemekteydi. Bu sebeple Çar İngiltere ile anlaşmak gerektiğini

düşündü. 9 Ocak 1853de Pe-tersburg'da Rusya Büyük Düşesi (Helena)nm verdiği baloda tngiiiz

elçisi (Sir Hamiiton Seymur)a yaklaşan Çar, ona şunları söylüyordu:

İngiltere için beslediğim duyguları bilirsiniz. Bence iki hükümetin, yani İngiliz hükümeti ile

hükümetimin anlaşması esastır... Biz anlaştıktan sonra Batı Avrupa devletleri umurumda değil...

Ne düşünülürse düşünsünler... Türkiye'ye gelince... KoUanmızda hasta, hem de çok hasta bir adam

var! Size açıkça söyliye-yim ki, eğer gerekli bütün tedbirleri fliTnadnn evvel bir gün ölürse bu

büyük bir felâket olur.

Türk'e verilen «Hasta adam» ismini perçinleyici ve artık bu ismi Batılılar arasında meşhur kılıcı bu

lâflara karşı İngiltere Sefiri, İngiliz karakterinin devamlı bir tezahürü olarak son derece ihtiyatlıdır;

hattâ iki tarafı da tutucu ve Çar'ı atlatıct tavırdadır:

— Kuvvetli ve âlicenap olana, zaif ve hasta adamı korumak düşer.»

Çar bu kadariyle yetinmedi. Ertesi günü sinsi Sefiri sarayına çağırdı ve ona bütün içiyle döşendi:

Türkiye'de haklarını gözetmek zorunda olduğu milyonlarca Ortodoks bulunduğunu ele aldı, bu

gözetme hakkının kendisine Türkler tarafından zaten muahedelerle verildiğini ileriye sürdü,

Türkiye'nin düştüğü son durumu inceledi, onun yaşamasına kendisinin de taraftar olduğundan dem

vurdu; ama bu hasta birdenbire ölecek olursa onu diriltmenin imkânsızlığım

F.: 18

241

I

belirterek şimdiden mirasa konma tedbiri üzerinde anlaşmak gerektiğini (tez) olarak savundu ve

sözü şu noktaya getirdi:

— Mısır vs Girit İngiltere'nin, Balkanlar Ortodoksların clacak; istanbul da, üzerinde çok göz

bulunduğu için şimdilik ortada...

Ama İstanbul mevzuunu saran belirsizliğin mer-" kezinde şu kesin belirti:

İstanbul Ruslarındır!

POLDTDKA OYUNLARI

İngiliz politikasının temsilcisi, sonunda Çar'a şu cevabı verdi:

İngiltere toprak genişletme dâvasında olmadığı için şimdilik tekliflerinizi müsbet

karşılayamamak durumunda olduğunu arzeder.

Okuyalım :

«Bunun üzerine I. Nikola, işe tek başına girişmeye karar verdi. Artık İngiltere'nin muhalefeti de ona

vu geliyordu.

Bu sırada Avrupa kamu oyu, adına (yıldız meselesi) denen Kutsal Yerler meselesiyle uğraşıyordu.

Meselenin esasi, İsa'nın doğduğu yer olan Beyt-ül-Lâhim'-in üzerinde asılı gümüş yıldızın 1843

yüuıda kaybolmasıyla ilgiliydi. Crtcdoksîar yıldızın çalınmasını kato-liklere yüklüyorlardı. Osmanlı

Devleti yen! bir yıldız yaptırıp koymak istediyse de para etmedi. İki taraf birbirine girtii; tartışması

umra yıllar sürdü. 1848 yüuıda Fransa'da Napdycn Bonapart'ın yeğeni Fransa Cuns-hurtaşkam

olanca meselenin üzerine eğildi. Zira (Lûi Napoleoîi), kilisenin desteğini taaısmak, Frarsiz hal-

242

h

kının dinsel duygularını sömürmek için bu meseleden yararlanmak istiyordu. 1851'de Osmanlı

Hükümetine başvurarak, katoliklerin kapitülasyonlarla tanınmış haklarına saygı gösterilmesini

istedi. Arkadan Rusya 1774 Küçük Kaynarca anlaşmasına dayanarak Ortodoksların haklarının

korunmasını istedi. Dolayısiyle mesele Rus - Fransız çatışması halini aldı. I. Nikolo İngiltere'den

red cevabı alıp tek başına harekete geçmeye karar verdiği zaman mesele hâlâ devam ediyordu.»

Meselenin tam ifadesi şöyledir: 19. Asrın ortasında, Fransız sefiri Bâbıâlide görünüveriyor. Elinde

bir nota:

— Fransa, Hristiyanlarca mübarek sayılan yerlerin katoliklere iadesini talep eder.

O zamanki Fransa'da (Lûi Napolyon - Üçüncü Napolyon), birkaç yıldır Cumhurreisi... 1848'de

krallık ailesi çökmüş ve Cumhuriyet kurulmuştur. Cumhur Reisi namzetleri arasında (Lûi

Napolyon) ezici bir üstünlükle devlet reisliğine getirilmiş bulunuyor. Krallığın çöküşü ile Fransa'ya

girmiş ve Millet Meclisine seçilmiş... İmparator (Napolyon Bonapart)ın yeğeni ve ondan kalma bir

(prestij - itibar) sahibi...

(Lûi Napolyon) un devlet reisliğine getirilmesi sıralarında, meşhur Fransız politikacılarından

(Tiyer)in bir sözü var:

— Ahmağın biridir; kolayca sevk ve idare olunabilir!

Fakat dediği gibi olmuyor. (Lûi Napolyon)un gözü (Üçüncü Napolyon) hayalinin üzerinde ve esîti

(Napol-yon) imparatorluğunu diriltmek hedefinde...

O vakit Fransa'da hâkim parti, katolüder çerçevesi... (Napolyon) da onlara dayanmak zorunda...

Şimdi, birdenbire Babıâli önünde boy gösteren Fran-

243

I

sız sefirinin, kimden, ne için ve ne gayeyle emir aldığını anlıyorsunuz.

Büyük İhtilâl Fransa'da dinî hisleri çürütmüş ve bunun neticesi olarak katolikler Kudüs'te Hazret-i

İsa'ya bağladıkları yerleri Ortodokslara kaptırmışlardı. Aradan yarım asır kadar bir zaman geçip

eski katolik taassubu tepince, istikbalini bu taassuba bağlayan (Lûi Napol-yon), birdenbire ve

tepeden inme, «Kudüs'teki Mübarek Yerler» politikasına el atmıştı.

Moskof a, açık bir meydan okuma hareketi...

Tarihçi Emin Âli'nin «Kırım Harbi» eserinden aşağıdaki satırları aynen iktibas ederken; Babasız

Hak Peygamber Hazret-i îsa hakkında bilgi diye ortaya atılan şeylerin, hakikat ve Isîâmî itikatla

hiçbir münasebeti bulunmadığım kaydetmeliyiz:

«1740 fermanlariyie katoliklere bahşedilen müsaadeler şimdi ortodoks hıristîyanların eline

geçmişti. İsâ'-did annesi Meryem'in mezarına, İsa'nın doğduğu, çarmıha gerildiği yerlere yapılan

kiliselerin anahtarları hep ortodoks bristiyanlara ait bulunuyordu. İki büyük nristiyan mezhebi

arasında vukua gelen ihtilâflara şimdi Müslüman Türkler hakem oluyordu. Son senelerde katoiik

rahipler şedit bir propagandaya girişmişler, Şarkta birçok mektepler açmışlar, bilhassa hristiyan

müminler (!) arasında kendilerine birçok taraftar kazanmışlardı. Fransa artık katolik mezhebine

karşı lâ-kaydl ve ihmal göstermiyordu. Vaktiyle din aleyhine gösterdiği husumetleri telâfi etmek

İstiyordu. Din hissiyatı Fransa'da heyecanlanmıştı.

Hükümetimiz, Fransızlara hak verdi ve onların de mübarek makamlardan istifade edebileceğini

karar altına aldı. Artık katolikler de kiliselerde istedikten tarzda âyin yapabileceklerdi. Bu sefer

Eusya birdenbire si-

244

I

yaset sahnesinde görünmeye başladı. Eusya Ortodoks idi ve Kaynarca Muahedesiyle Türk

İmparatorluğu dahilindeki Ortodoksların hâmisi tavn takmıyordu. Hakikatte Türkler Hristiyan din

ve mezheplerine karşı pek derin bir müsamaha göstermişlerdi. Avrupa'da liristi-yanlar katolik ve

protestan münazaralariyle birbirlerini imha ettikleri bir asırda Türkler, Bizanslılar zamanında

Bursa'da oturmak mecburiyetinde olan Ermeni Patriğini İstanbul'a getirmişler, Ortodoksların kendi

mezhepleri dahilinde serbestçe icrayı din eylemelerine müsaade ederek İstanbul'daki Rus

Patrikliğini muhafaza eylemişlerdi... O asırlardaki din istibdat ve mezalimi gözö-nüne getirilecek

olursa Türklerin din hakkındaki bu hürriyet ve müsamahaları cidden hürmet ile karşılanması icap

eder.»

Bu Fransız davranışı üzerine Ruslar, Prens ve Amiral (Minçikof) emrinde, istanbul'a bir sefaret

heyeti gönderiyor. Bir harp gemisiyle İstanbul'a gelen bu şatafatlı heyet, İstanbul rumlarının coşkun

tezahürleriyle karşılanıyor. Tıpkı 1918 Mütarekesinde İngiliz işgal kuvvetlerinin karşılanışı...

(Minçikof) evvelâ, Ortodoks Kilisesi imtiyazlarının yenilenmesini ve bu dâvada geleceğe ait

teminat verilmesini istedi ve isteği, Fransız isteklerine aykırı düşmesine rağmen, hayret ve tereddüt

içindeki Babıâli'ce kabul edildi. Peşinden Moskof istekleri azgınlaştı:

— Bizimle devamlı bir ittifak imzalayınız ve mem-leketinizdeki bütün Ortodoksların himayesini

bize bırakınız;

Devlet-i Aliyyeye açıkça tâbilik teklifi...

Red!..

(Minçikof) un karşılığı:

— Öyleyse İstanbul'a gelip bir kumandan sıfatiyle gireceğim!,

Ve harp...

245

BARDAİI TAŞIRAN SON DAMLA

3 Temmuz 1353'de Rus orduları, bir zamanlar Deli Petro'nun, çerçevesinde ölüm terleri döktüğü

Prut suyunu geçerek Romanya'ya girdiler.

Çar Birinci Nikola Devlet-i Aliyye'ye bir (ültimatom) vermiş ve içindeki maddeler kabul edilinceye

kadar Ulah ve Buğdan ülkssini işgal edeceğini bildirmişti. Bu, resmen harp ilân olunmaksızın savaş

kapısını açmak demekti. Kudüsteki «Mübarek Yerler» vesilesiyle gözü dönen Çar, tuttuğu yolun ve

belirttiği mânanın Fransa ve İngiltere'yi nerelere sevkedeceğinden gafildi.

Fransa ve İngiltere açıkça, Avusturya ve Prusya ise kapalı şekilde işe al attılar; ve Viyana'da elçiler

arası topladıkları bir heyete, Türkiye hakkında daha müsamahalı şartlar tespit ettirdiler. Henüz

Batılı devletlerce Rusya üzerine çullanma havası doğmamıştır ve Birinci Nikola, henüz işi,

tahammül bardağını taşıracak hale getirmemiştir.

Babıâli'nin Batılı devletlere karşı tavn. Emin Âli'nin kalemiyle şöyledir:

«Avrupa, mezhep münazaalariyle bir kanlı mezbaha olduğu bir zamanda, ispanya'da muhteşem bir

ine de niyet tesis eden Endülüs İslâm Hükümetinin en »on bekayası İspanya'dan çıkarıldığı bir

vakitte, Türklerin orduları Avrupa içlerine fâtihane hamleler yaparak ilerlediği bir anda. bütün

Hristiyan mezheplerine âyin hürriyeti vermiştik, Ecdadımızın bu din hürriyetine gösterdiği

muamelelerden iftihar ederiz. Fakat hiçbir zaman ecnebi bir devlete taahhüdü mutazanımin bir

senet vermeyiz.»

3u satırlardan sonra, muharrir aynen Bâbıâlinîn diliyle şöyle devam ediyor:

«Rusya Devletiyle münazaa ti haliyenuı sebeb-i

246

hakikisi, Rum kiliselerinin ve ruhbanlarının inıtiyazat-ı mezhebiyesini Rusya Devleti bir nevi

taahhüde raptet-mek isteyip Devleti Aliyye'nin dahi bihakkın razı olmamasıdır.»

Rus orduları Prut'un öbür yakasında çsvıelenirkan, Rus isteği ve Türk (tez) i etrafındaki

müzakereler birkaç ay sürüyor.

Eylül sonlarında Bâbıâlide büyük bir meclis toplanıyor, bu meclise devrin bütün büyükleri

katılıyor:

«Hükümet vaziyeti izah etti. Rusya'nın mütecaviz harekâtından, Eflâk ve Buğdan'ı işgal

eylediğinden, bizim himaye ve sahabetimiz altında bulunan Hristiyan tebaamızı siyanet eylemek

küstahlığından bahsederek mukabil yapılacak şeylerin karar altına alınmasını teklif eyledi. Meclis

iki gün devam eden müzakerelerden sonra Rusya'ya karşı harp ilân edilmesinin Padişahtan rica

edilmesine karar verildi.

Hükümetin resmi gazetesi olan Takvim-t Vekayi'de karar sureti şu suretle ilân olunuyordu: (Şehr-i

Zilhicce-i şerif enin yirmi ikinci pazar ve yirmi üçüncü pazartesi günlerinde Bâbıâlide in'ikat eden

Meclisi Umumide kâf!e-i vükelâ ve vüzera ve ulemay-ı kiram ve ümera yi askeriye ve memurin-i

Devlet-i Aliyye'nin ittifak-ı ârâsı ile Rusya Devletine ilânı harp olunması hususuna karar verilip, îtâ

olunan fetva yi şerife dahi bu karan te-yid etmiş olduğundan...) Bu karar Tuna boylarında bulunan

Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa'ya bildirildi. Karar sureti Romanya'daki Rus orduları

başkumandanlığına bildirilerek, onbeş güu zarfında Eflâk ve Buğdan'ın boşaltılması istenecekti. »

Hayli gülünç, değil mi?. Canavara «kapımdan ça-kilmezsen başını ezmeye kalkarım!» gibilerden

nasiha-timsi bir teklif ve hattâ hazırlanması imkânını verir gibi bir şey...

247

Ruslar Serdar-ı Ekrem'in ihtarına kulak bile asmadılar, oyalayıcı bir cevap bile vermediler ve 23

Ekim 1853'de harp fiil sahasına dökülmüş oldu.

1853 yılı yaz mevsiminin ortalarında, yani Moskof-larca Romanya'ya ayak basılmaya başlandığı

sıralarda bir İngiliz - Fransız ortak donanması Çanakkale önlerinde görünmüş ve Beşike limanına

demir atmıştı. . Buna rağmen bu iki büyük devletin, kendisine düşman tavrı takınmayacağını sadece

gözdağı verdiğini sanan Rusya, şımarık ve şirret tavrında devam etmiş, tam mâna-siyle aleyhine

dönen Avrupa politikasına sırt çevirmişti.

Ve işte bardağı taşıran son damla:

Rusların Sinop limanındaki Türk donanmasına baskınları ve Karadeniz'i hakimiyetleri altına

aldıklarının cihana ilânı...

İngiltere ve Fransa'nın Rusya'ya bakışı, evvelce gösterdiğimiz sebeplerle besbelli, Rusya ise bu

sebeplere kayıtsız dururken, asıl hassas olması gereken Avusturya'nın vaziyeti çekingen, tutuk ve

kararsızdır. Rusya'nın Balkanlar ve Avrupa Türkiyesi üzerinde hudutsuz bir pay sahibi olmasına

tahammül edemez; böyleyken onunla ortaklaşa Osmanlı mirasına konmak taktiğini de elden

bırakamaz. Rusya'nın yanında harekete geçip Batılı büyük devletlere meydan okuma rizikosuna

giremez; buna mukabil İngiltere ve Fransa tarafına geçip 1848 tarihinde Macar İhtilâline karşı

kendisini korumuş ve minnettarlığını kazanmış olan Rusya'yı dize getirme işinde, maddî ve mânevi

ağırlıkları üzerine alamaz.

Avusturya'nın bu halini sezen ve onun karşı tarafa geçmesine mâni (stratejik) bir üstünlük sağlamak

ve bu üstünlüğü Fransa ve İngiltere'ye de göstermek isteyen Ruslar, bir ân evvel Tuna'yı aşarak

İstanbul'u teh-

248

I

dit altına almayı tasarladılar ve Silistre yönünde harekete geçtiler.

Öbür taraftan da, İstanbul kıyılarında üslenen İngiliz ve Fransız donanmalarına dil çıkarırcasına

giriştikleri Sinop baskını...

Amiral (Nahimof) kumandasında bir Rus donanması, ikisi buharlı gemi, oniki parçadan mürekkep

Osmanlı donanmasını Sinop limanında gafil avladı ve deniz üzerinde yaktı. 30 Kasım 1853...

Bu hareket İngiltere ve Fransa'ya demektir ki:

— Artık elinden geleni ardına koyma!

27 Mart 1854'de İngiltere ve Fransa ile Türkiye arasında ittifak; ve 27 Mart 1854'de İngilizler ve

Fransızlarca Rusya'ya harp ilânı:

— Elimizden ne geleceğini görürsün! Ve Rusların Silistre'ye yüklenişi...

«Kırım Harbi» brşürü, hikâyeyi şöyle anlatıyor:

«Silistre müdafaası tarihimizin şanlı bir safhasını vficnde getirmiştir. Namık Kemal'e (Vatan, yahut

Silistre) eserini ilham eden bu muhasara 1854 yılı Mayısının 16 inden Haziranın yirmi dokuzuna

kadar kırk iki gün sürmüştür. Rusiar seri bir muvaffakiyet kazanmak için bütün kuvvetleriyle

kaleye hücum ettilerse de muvaffak olamadılar. İngiliz ve Fransız kuvvetleri harp sahasına

yetişmeye başlamışlardı. Ruslar, Süistre'yi zapt-edemiyeceklerini anlayınca, arka taraftan

Avusturyalıların tehdit nümayişleri, ön taraftan müttefik ordularının harekâtı neticesinde

muhasarayı kaldırdılar ve Romanya'yı tamamiyle tahliye ettiler. Tuna yalılarında artık harp sahası

kalmamıştı. Avusturya bizimle beraber Romanya'yı işgal etti. Askerlerimiz Bükreş şehrine girdiler.

Müttefikler için Rus ordusu ile temas ihtimali kalktı. Avusturya bir nevi tampon vazifesi ifa

ediyordu.

¦ İngilizler. Karadeniz'de müstahkem bir deniz harp limanı olan Sivastopol'ü hücum için Kırım

Yarımadasına asker çıkarmayı teklif ettiler. 1854 senesi 13 Eylül tarihinde Türk, İngiliz ve Fransız

kuvvetleri Kırım Yarımadasında Güzelova mevkiine asker çıkarmaya başlamışlardı. Bu mevki

Sivastopol'ün garbinde asker ihracına müsait bir yerdi. Müttefikler buradan Sivastopol üzerine

yürümek için Alına nehri kenarında tahaşşüt eden Rus kuvvetleriyle çarpışmak mecburiyetinde

kaldılar. Bu vaziyet Rusların Sivastopol'da müdafaa tertibatını kuvvetlendirmelerine sebep oldu.

Ruslar, donanmalarını liman önünde batırarak şehrin deniz tarafından hücumuna mania vücude

getirdiler. Ve kara tarafındaki istihkâmlarını tercih ettiler. Sivastopol denizden ve kafadara

muhasara altına alınmıştı. Müstahkem mevki önünde OmiokHzuncu Yüzyılın ortasında pek kanlı

muharebetei cereyan etti. Müttefik donanmaları şiddetli bir bombardıman ile denizden istihkâmatı

dövüyorlardı. En bombardımanlarda Mahmudiye ve Teşvikiye gemfterinsk va-şilelerini ifa

etmişlerdi. Askerler çok zor ve Miikc-tDÎ Mt kış geçirdiler. Kasım ayında şiddetli bk fcssîîga

esmeye başlamıştı. Harp cemileri henüz ahşap ve .yeik-enli gemi-lerâi. Gittikçe şiddet peyda eden

bu fırtına eliyle yakın harp gemisini kısmen batırmış, kısmen de harabeye uğratmıştır.

1855 senesi 26 Ocak tarihinde İtalyanlar da harbe dahil oldular. İtalya henüz siyasî birliğini temin

edeme misti. Venedik havaihi Avusturya'nın elinde idî. İtalya muhtelif krallıklar ve Papa

hükümetine ayrılmıştı. Pi-yemente Krallığı İtalya ittihadını temia etmek için önderlik yapıyordu.

Avrupa'nın en mühim milletlerinin harp halinde luûv.nması bir karışma ile sona erecekti. Buna

emin olan Piyemonte Hükümeti de harbe dahil oldu. Sivastopol müteaddit hücumlar ile altı

büyük bombardımana maruz kaldı. İstihkâm hatlan şiddetli bir müdafaaya girişmişlerdi. Malakof

tabyası son müdafaasını yaptıktan sonra sukut edince bir senedenberi mukavemet eden Sivastopol

sukut ctıniş oluyordu. 1855 senesi Eylülünün on birinde müttefikler istihkâm hatlarını kamilen

raptetmişler, şehre girerek bütün mukavemet hatlarını tahrip etmişlerdir.

Sivastopol müdafaası son günlerini yaparken bir Rus ordusu Kars kalesini şiddetli bir muhasara

altına almıştı. Serdarı Ekrem Ömer Paşa ordusu Kırımdan ayrılarak Anadolu yakasına geçmiş, Kars

üzerine yürümeye başlamıştı. Ruslar ile muvaffakiyetli harpler yaparak ilerlerken 25 Kasım 1855

tarihinde Kars son müdafaasını yaparak teslim oldu.

Ruslar, Kars'ın zaptiyie askeri şereflerini muhafaza ettiklerine kani olarak sulh müzakeratına

girişmeğe temayül ettiler. Çar 1856 Ocak ayında sulh için müzakereye girişebileceğini bildirdi.

1856 Martının otuzunda Türkiye, İngiltere, Fransa, Piyemonte, Prusya. Avusturya, Rusya

devletlerinin murahhasları Paris Muahedesini imza ettiler.

Paris Muahedesinin en mühim maddesi Karadeniz'de hiçbir hükümetin donanması olmıyacağıydi.

14 sene sonra Alman ve Fransız harbinin tevlid ettiği buhrandan istifade ederek Rusya bu mühim

şartı ihlâl etmişti. Diğer maddelerde hudut eski vaziyetinde kaüs-cak, Tuna'da ticaret serbestisi

temin olunacak, Türkiye'nin dahilî hâkimiyetine hiçbir devlet müdahale edemi-yecekli.

Muahedenin akdinden önce Hükümetimizin kongreye tevdi ettiği bir ferman suretinde

memleketimizdeki Hıristiyan tebaaya evvelce Padişahlarımız tarafından verilen mezhebi

müsaadelerin kemakân tatbik edileceği bildiriliyordu. Kongre, Türkiye dahilî işlerine kat'iyyen

müdahale mânasında olmıyarak bu ferman suretini memnuniyetle telâkki ettiğini bildirdi.

251

i,

Mübarek makamlar meselesi Oe başlayan sonraları Rusya'nın Şark'taki nüfuz ve istilâsı şekline

istihale eyleyen siyasî buhran bu suretle sona ermiş oluyordu.» -

Rusya'ya küçük bir gözdağı vermekten ileriye geçemeyen, fakat Türkiye'ye, güya zafere erdiği

halde devamlı mahkûmiyetini ihtar eden Kırım Harbi, sığıntı-lık mükâfatının en fazla ne

olabileceğini gösterir bir hazin hikâye sayılsa yeridir.

Moskofa bir ân galip gelebilmek için, biçare Türk, ona rakip avcıların kucağındadır artık... Kırım

Harbi işte bu mânanın hikâyesi...

DÖRT SAFHA

Kırım Harbinin dört safhası var: Sinop, Silistre, Sivastopol ve Kars... Bunlardan başlıcası

Sivastopol... Zaten onun için ismi Kıran Harbi... Bir sene süren Sivastopol safhası, kalenin düşmesi

ve Rus donanmasının mahviyle neticelendi, Moskofu sulh istemeye mecbur etti; ondan bir buçuk

ay sonra Kars'ı düşüren Ruslar sulh isteklerini güya bir başarı neticesine bağlamış oldular. Fakat

dikkat edilecek nokta şudur ki, en başarısız anlarında bile muvaffakiyetleri yalnız bize karşıdır; ve

bizim, sığıntısı olduğumuz devletlerce zafer kazanılırken dahi rolümüz bir nevi şamar

oğlanlığından ibarettir.

Evvelâ Sinop faciasını Emin Âli'den okuyalım:

«Sultan Mahmut 1826 tarihinde Yeniçerileri kaldırdıktan sonra gayet seri ve mühim ıslahata

girişmişti. Şimdi Kasımpaşa'da bir tepe üzerinde hastahane olarak kullanılan binayı inşa ettirerek

burasını Deniz Mektebi yaptı. Tersanede gemi yapımına hız verildi. 1839 Temmuzunda

Abdülmecit Padişah olduğu zaman

252

bir deniz kuvvetine tevarüs etmişti 1853de Rusya ile harp başladığı vakit Batum taraflarına

mühimmat sevk-edilmiş, bunların avdetini temin etmek ve bir nevi karakol vazifesini ifa eylemek

üzere on gemi Anadolu'nun Karadeniz sahilinde dolaştırılmaya başlanmıştı. Bu on gemi şiddetli bir

fırtınaya tesadüf ederek Sinop limanına demirledi. İstanbul'dan gelen bir emirde sür'atle boğaza

dönmeleri bildirilmişti. Fakat 1853 senesi Kasım aynım otuzuncu günü şiddetli bir kar tipisinde

Ruslar faik kuvvetlerle donanmamızı bastırdılar. Yüz sene önce (1853) değil bizim, Avrupalıların

da harp gemileri ahşap ve yelkenli idi. Vakıa ahşap harp gemilerinin yanında buharlı gemiler

mevcuttu. Fakat bunların en büyüğünün hacmi bizim Boğaziçi vapurlarının büyüklüğü kadardı. Rus

buharlı gemilerinin miktarı otuz bir idi. Hepsinin mecmu hacmi bugünün bir yük şilebi

büyüklüğünde idi. Hepsinin tonaj toplam tutarı on bini geç miyordu. Maamafih vapur miktarının bu

azlığını Ruslara hasretmek doğru değildir. Harbe bilâhare iştirak eden Fransız ve İngiliz harp

gemileri de ahşap ve yelkenli idiler. Buharlı küçük tonajlı vapurlar âdeta gemilere yaverlik vazifesi

ifa ediyorlardı. Bizim de on bir küçük vapurumuz vardı. Tuna boyunda kazanılan bir öncü

muharebesi (Çıtana) mevkiinde geçmişti. Tersanede yapılan gemilerden birine zaferi tebcilen bu ad

konmuştu. Sonraları uzun bir müddet küçük vapurların ismi çıtana (çatana) olarak kalmıştı.

Ruslar, Sinop limanına böyle ahşap gemilerle tecavüz ettüer. Fakat gerek sefine, gerekse top

itibariyle bi-, •ılın gemilere bir misli faik idiler. Altmış sekiz fundalık toplarına karşı bizim

donanmada en büyük top 24 fundalık iği. 318 topuna mukabil biz ancak 141 topla mukabele

ediyorduk. Karakol vazifesi ifa eden bizim deniz fırkasına Ruslar pek ağır bir faikıyetle hücum

etmişier-

253

di. Rusların bir amiral gemisi ile diğer beş gemisi batmıştı. Fakat Türk gemileri de tamamiyle harap

olmuşlardı. Harp saat ikiye kadar devam etti. Ruslar iki gün içinde yaralılarının ilk tedavisini

yapmak, harap olan gemilerini yedeğe almak gibi işlerle uğraştılar ve çekilip gittiler.

Sinop limanında bulunan donanmamızdan Tâif va puru kaçıp İstanbul'a mağlûbiyet haberini

getirmişti.»

Böyle bir zamanda Sinop limanında pinekleyen ve herhangi bir ihtimale karşı ciddi bir emniyet

tertibatı almamış bulunan Osmanlı donanmasını, ahşap gemi, top sayısı, filân ve falan gibi

sebeplerle mazur göstermenin imkânı yoktur. ÎUet daima aynıdır ve eşya ve hadiselere tahakküm

gücünün kaybedilmiş olmasından ibarettir.

Sinop felâketinden sonraki Silistre müdafaasını ise, muharrir bir destan kıymetinde gösteriyor:

Ruslar işte bu yolu hedef tuttular. Ve 1854 senesi Mayıs ayının on sekizinci günü istihkâm hatlarına

hücum etmeye başladılar. Türkler ilk hücumun Silistre'ye karşı olacağını anladıklarından etraftan

zahire toplamışlar, değirmenlerde öğütmüşler, anbarlari, camileri doldurmuşlardı. Ruslar şehri

bombardıman ederek, müdafileri ürkütmek istiyordu. Fakat Türkler bilâkis heyecana gelmişler ve

mukabil hücuma girişmişlerdi. Ruslar bütün kuvvetleriyle'hücumlarım sikîaştsrdilar. Şehri müthiş

bîr bombardımana tâbi tuttular. Bu ateş yağmura neticesinde kale muhafızı Masa Faşa şehit

düşmüştü. Şehit, sakim fakat müteheyyiç halk ve asker kütleleri tarafından ebedi istirahatirae tevdi

edildi. Ruslar, Silistre'yî tam muhasara altına alamamışlardı. Burum için kaleye hariçten gimüllüler

ve askerler müte-madiyea girebilîyorlanîı. Ealeye kırk iki gün muhasa-

254

radan sonra son bir hücum hareketi yaptılar. Hem siyasi ve hem de askeri sebepler kendilerini bu

hücuma icbar ediyordu. En mümtaz zabitleri, kumandanları hücuma iştirak ediyordu. Tabyaların

hendeklerine kadar ilerlediler. Buralarda kanlı boğuşmalar cldu. Kılıç kılıca mücadelelerden sonra

Ruslar ric'at etmeye başladılar. Generallerinden, kumandanlarından bir çoğu telef olmuş, hendekler

cesedlerle dolmuştu. Artık bu, son hücum olmuştu. Geceleyin, ric'atlerini gizlemek için mütemadi

bir top ateşi açmışlardı. Sabah olunca büyük bir sessizlik Rusların Silistre'yi muhasaradan vazgeçip

çekildiklerini anlatıyordu. Ruslar Silistre Kalesi önünde elli bin miktarında zayiat vermişlerdi.

Türkler, müdafaa hatlarında gayet güzel siper aldıkları için beş binden fazla şehit vermemişlerdi.

Rusların ric'atîcrinde siyasi sebep Avsuturya ile hükümetimiz arasında 14 Haziran 1854 tarihinde

akte-dilen muahededir. Avusturya, Ruslara Eflâk ve Buğdan'ı tahliye etmelerini teklif edecek,

Ruslar kabul etmezse harbe girişecekti. Rusya, Silistre önündeki hezimetinden sonra

Avusturyalıların tahliye teklifini kabul etmek mecburiyetinde kaldı. Esasen İngiliz ve Fransız

orduları önce Gelibolu'da, sonralan Varna'da tahaşşüt etmeye başlamışlara!. Rusya bu ittifak

tehaccümü karşısında ordularını Eflâk ve Buğdan'dan çekti. Buralarını Avusturya, küsmen de bizim

askerlerimiz işgal etmeye başladılar.»

Muharririn bundan sonra ele aldığı üslûp, Namık Kemal'in «Vatan, yahut Silistre» piyesini sahne

sahne anlatıp, oradaki hayalî olaylara vermek istediği gerçeklik şivesidir.

Yazık ki, Silistre müdafaasında da. bize, artık içtimaî taarruz çığırım çoktan kapatmış, bir toplum

olarak,

255

I

belli başlı münferit şahıs ve küçük zümre davranışlarından ibaret hazin bir savunma gayretinden

başka bir pay düşmemektedir.

Namık Kemal, «Vatan, yahut Silistre» sinde, istedi-ği kadar bu payı büyütsün; eğer hakikîleştirse,

köklerine bağlasa ve içtimaî alçalışın suratına bir tokat gibi çarpsaydı, gerçek ve kurtarıcı fikir

adamına yaklaşmış olurdu.

SDVASTOPOL SAFHASI

îşin tarihi masal tarafını daima başkalarından takip ediyoruz. ݺte tarih hocası Emin Âli:

«Rusların 28 Haziran 1854 tarihinde Silistre muhasarasını terkederek çekilmeleri ve sonra

Romanya'yı büsbütün tahliye etmeleri, Varna'da tahaşşüt etmeye başlayan İngiliz ve Fransız

ordularına harp sahası bırakmamıştı. Müttefik kumandanlar içtima ile hücum sahasını münakaşa

ettiler. Fransızlar Kafkaslara asker çıkararak esasen isyan halinde bulunan Dağıstanlıları

ayaklandırmayı ve reisleri bulunan Şeyh ŞâmiPe yardım etmeyi teklif ettiler. İngilizler, Rusların

Karadeniz'de hâkim bir donanma yaparak Hindistan yolunu tehdit etmelerine kafiyen müsamaha

edemezdi. Rus donanmasının hareket üssünü Kırım Yarımadasında Sivastopol mevkii teşkil

ediyordu. Böyle müşahhas bir iş gözöiîünde dururken başka işlere girişmenin mânası yoktu. Bu

teklifi kabul ettirdiler. Birazı buharlı, ekserisi ahşap ve yelkenli bulunass harp gemileriyle Kırım

Yarımadasında Güzelova mevkiine 13 Eylül 1854 tarihinde asker ihraç ederek Sivastopol üzerine

yürümeye başladılar. Güzelova'da ihraç hareketi ile haşlayan Sivastopol harbi tam Bir sene sürmüş,

13 Eylül 1855'de şehir

250

tamamiyle müttefikler eline düşmüştü. Rusların mühim Karadeniz bahri üssü tahrip edilmiş, Rus

donasa-ması tamamiyle imha olunmuşta, Bu bir senelik savaş muhtelif safhalara ayrılır.

Türk, İngiliz, Fransız kıt'aian Varna falanlarında Balçık limanında gemilere bindirilmişlerdi Büyük

bir donanma refakatinde bulunan nakliye gemileri evvelce takarrür eden günden altı gün sonra

Eylülün sekizinci günü Kırım'a doğru yola çıkmışlardı. Seyahat gayet ağır ve ihtiyatlı cereyan

ediyordu. Rusların bir iki sür'-atli vapurları vardı. Bunlar âni bir taarruz yapabilirdi. İhraç yapılacak

mevki gayet güzel intihap edilmişti. Beniz kenarının biraz ilerisinde Kamışlı gölü vardı.

Donanmanın himayesinde karaya çıkan askerler gayet emin bir mevkide idiler. Göl tarafından bir

taarruza uğramaları imkânı yoktu. Karaya çıkan askerler sür'at-le ilerlemeye başladılar. Ve Alma

nehri kenarında Rusların, sağ ve sol cephelerinden hücum ederek sıkıştırdılar. Ruslar sıkışık bir

vaziyette Sivastopol'e ricat ettiler. Bu bir nevi piştar muharebesi idi. Alma muharebesi hakkında

sonraları beyanatta bulunan bir Rus generali, bu muharebe için bir dönüm noktası oldu, diyor.

Çünkü Rus ordusu sağdan ve soldan çevrilme hareketine maruz kalınca, Kırım Yarımadası

içerilerine çekileme-miş, Sivastopol müstahkem mevkiine kapanmıştır. Aksi takdirde Sivastopol

zayıf kalarak düşecek, fakat Bus ordusu zindegisini muhafaza eyleyecekti. 23 Eylül 1854 günü

Alma nehri muharebesini kazanan müttefikler hiç tereddüt etmeksizin Sivastopol önlerine geldiler.

Sivastopol bir körfezin kenarında yapılmıştı. Bir kilometre kadar geniş olan körfez altı kilometre

kadar derinlik* te idi. Sivastopol Türk donanmasına karşı yapıldığı için kara tarafına ehemmiyet

verilmemişti. Ruslar bu sefer karadan bir hücum karşısında kalmışlardı. Onun için

F.: 17

I

gayet acele bir surette yehri müdafaa için kara tarafından da tahkimata başladılar. Arazinin vaziyeti

müsait olduğundan bir «ene devam eden muhasara esnasında Ruslar arzu ettikleri kadar erzak,

mühimmat, cephane hattâ asker yardımı aldılar. Alma muharebesi haberi şehre gelince büyük bir

faaliyet her tarafı kapladı. Yeni istihkâmlar vücude getiriliyor, eskiler tamir olunuyordu. Herşeyden

evvel limanın ağzı kapatılmak lâzımdı. Limanda mevcut gemilerin toplan karaya çıkarılarak

mevcut tabyalar takviye edildi. Ve gemiler limanın ağzında batırüdı. Altı kilometre uzunluğunda bit

körfezin kenarında olan Sivastopol deniz kuvvetlerinin hücumuna karşı tamamiyle kapatılmış

oluyordu. Yapılan istihkâmların en mühimmî Malakaf tepesi üzerine inşa edilmişti. Üç yüz elli

metre uzunluğunda ve yüz elli metre genişliğinde bulunan bu istihkara hattı hem Sivastopol

körfezine hâkim bir mevkide idi, hem de kara tarafından vâki olacak bir hücumun kilit noktasında

bulunuyordu. Müttefikler limanı kuşattılar. Karaya çıktıkları tarihten bîr ay kadar sonra karadan ve

denizden Sivastopol müthiş bir bombardımana maruz kalmıştı. Otuza yakın Türk, İngiliz ve Fransız

harp sefineleri bombardımana iştirak eylemişti. Türk donanmalına Mahmudiye ve Teşvikiye

gemilerimiz önderlik ediyorlardı. Türk filosuna Kayserili Ahmet Paşa kumanda ediyordu.

Birçok Rus zabitlerinin, kumandanlarıma telef olduğu bu ilk bombardımanı haberleri İstanbul'da

büyük bir sevinçle karşılanmıştı. Zafer sevinci her tarafı sar-mrjtı.

Sivastopcl önünde yatan gemiler.

Atar da nisam topunu yer gök inler. nakaratım halk büyük kütleler halinde îser yerde söyleyip

deniyorlardı,.*

Bunlardan sonra muharrir, kış mevsiminin, .fırtına ve sağnaklaruı, müttefik- kara ve deniz

kuvvetlerinde büyük felaketlere yol açtığını kaydediyor ve neticeyi şöyle bağlıyor:

«Çar Nikelo gayet soğuk bir günde Kırım'a şevke dilen bir askeri kıt'ayı teftişe çıkmıştı. Üşüyerek

hastalandı ve Martın ikinci günü öldü. Yerine geçen oğlu İkinci Aleksandr harbe devama karar

vermişti: Geçek havaların muhalefetinden gerekse yeni bir sulh ümidinden dolayı muhasaraya

küçük bir fasıla verilmişti. 1855 Martının 231 gecesi Ruslar bir çıkış hareketi yaptılar, Nisanın

dokuzundan on dokuzuna kadar müttefikler on gün devam eden şiddetli bir bombardıman ile

Sivastopol istihkâm hatlarını harabeye çevirdiler.

Ruslar, Azak denizi civarındaki depolarından mütemadi yardım alıyorlardı. Esasen ilkbahar gelmiş,

deniz sakinleşmişti. Müttefik heyet Azak denizine tertip eylediği seferle limanlan tahrip etmiş ve bu

taraftan gelecek yardımın ontise geçmişti.

Haziranına altıncı günü üçüncü ve büyük bombardıman başladı. Günlerce devam etti. Müttefikler

en mühim siper hatlarını zaptetmişlerdi. Çelik ve ateş yağmura Temmuz ve Ağustos aylarında da

iki kere devam ettikten sonra Eylülün beşinde son ve müthiş bîr hücum, vadileri sarsacak bir surette

top ateşi himayesinde ce- , reyan etti. Eylülün on birine kadar muhtelif fasılalarla devam eden

dehşetli ve kanlı bîr boğuşmadan sonra Sivastopol'ün kilidi mesabtâinde olan Malakof tabyası sukut

etmiş ve müttefikler sefere girmeye başlamıştı.

Ruslar acele bir surette kısmen ric'at edip şehri terketUtar. Şehrin bütün istihkâmları, limanları,

depolan, rıhtımları tahrip edildi. Müttefiklerin Güzelova'ya

çıMiklan 13 Eylül 1954 tarihinden tam bir sene sonra

258

259

SivastopoTda muzaffer as&erlerimMn bayrakları dalgalanmaya başlamıştı.»

Sivastopol; yani îngiliz, Fransız ve îtalyan bayrakları altında ve sırf politika menfaatleri yüzünden

Türk sancağına verilen geçici bir zafer müsaadesi...

DOİUDAN SALDIRIŞ

Dördüncü safha, Rusların Kars istikametinde Doğudan saldınşiyle açılıyor ve Sivastopol

bozgununun küçük bir intikamını almak gibi bir mâna taşıyor.

Doğuda Ruslarla kapışına, tarihimizde ikinci gibi görünse de, hakikatte, hareketin çapı bakımından

birincidir, ondan 20 yıl kadar sonra ikincisi, ondan da 40 yıl geçince üçüncüsü gelecektir.

Kafkaslarda büyük tslâm mücahidi Şeyh Şamil ile bir hayli uğraştıktan sonra 14 Haziran 1955

tarihinde Kars hareketine geçtiler:

«Kars'daki ilk karakollarımıza bir süvari hücumu yaptılar. Pek genç Karsh çocuklar bu süvari

hücumunu perişan ettiler. Bu başıbozuk askerlerin reisi Osman Ağa, ekserisi on dört, on beş

yaşında olan şanlı yiğitlerle bu öncü muharebesini kazanmıştı. Rusların bu öncü â-faîîiîd&s! sonra

Trabzon gönüllüleri harp türküleri'söyleyerek, ellerindeki bayraktan dalgalandırarak kalenin

imdade» geldiler. Miktarları &z olmasına rağmen silâhlan gayet mükemmeldi. Ellerinde güzel

tüfekleri, arkalarında torbaları, bellerinde kamaları, tabancalariyle gayet heyecanlı bir geçit resmi

yaparak Kars'ın imdadına yetişmişlerdi. Ruslar ük encik ataharebesimlesî çok yûnuslardı. Eylül

sonlarına kad&r kaleyi muhasara etmek ve erzakının bitmesinden sonra teslim olmak îei®

260

intizar eylemeğe karar verdiler, Halbuki 13 Eylül 1855 tarihinde Sivastopol tam&miyle düşmüştü.

Bos kumandanı her türlü fedakârlığı göze alarak Ani bir hâeam tertibi ile kaleyi zaptetmeye karar

vermişti. Buttun için hücum günü ve saati gayet giril tutularak herşey ha&r-îan'dt. Fakat hücum

günü sabaha karşı karanlıkta aö-betçilerimiz uımMardait top araba seslerinin geldiğini işitmişler, bu

hareketi kumandanlarına ihbar etmişlerdi. Rusların gMi tertibatı keşfolumsıuştu. Alaca karanlıkta

gizlice ilerlemek istiyorlardı. Şarapneller dolduruldu. Siperlerde bütün silâhlar hazırlandı. Ruslar

ateş mevkiine gelince birdenbire şedit şarapnd ve kurşun yağmuru altında kaldılar. Ve mesbuhane

bir surette istihkâmlara hücum ettiler. Artık harp başlamıştı. Diğer istihkâmlara da. sirayet etti.

Ruslar ilk atamanlarda ban muvaffakiyetler elde etmişlerdi. Fakat ı*fcyM*»w doğru tamamîyle

mağlûp ve münhezim olarak kaçmaya başladılar. Elimizde pek küçük bir süvari kuvveti «ardz. Ve

seyyar top mevcut değildi. Bunun için bu perişan ve münhezim Rus ordusunu takip ederek kat'f bir

netice alamadık. Ruslar bu sebepten tekrar kendilerine gele-bildüer. Ve kaleyi muhasara ile

erzakının bitmesini beklediler.

Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa Kars'a imdat için Ekim ayının on beşinde Sohum civarına asker

çıkarmış ve muzafferane yürüyüşüne başlamıştı. Dağlar, ormanlık yol.su* ve vadilerle bezenmiş

olan bu mıntıkada asker gayet yavaş harekâtta bulunuyordu. Serdar9! Ekrem Ruslara karşı üç

büyük muzafferiyet kazanmasına rağmen Kars'ın imdadına yetişemedi. Kars müdafileri son

erzaklarını bitirdikten sonra 24 Kasım 1855 dç teslim oldular. Ruslar ile aktedilen teslim şartlarında

Türklerin müdafaada gösterdikleri fevkalâde cesaret takdir olunarak zabitlerinin kılıç taşımalarına

müsaade edili-

261

yordu. Başıbozuk gönüllüler, vazifeleri icabı muharebede bulunmıyacak, sıhhiye zabitleri

memleketlerine avdet edebileceklerine dair askeri şereflerine söz vereceklerdi. Ruslar, Kars'ın

sükutunu askeri şereflerini tatmin hususunda kâfi gördüler. Ve Avusturya'nın tavassutu ile sulha

yanaştılar.»

Moskof üzerine umumî Avrupa taarruzu yapılırken biz yine müdafaadayız; ve Avrupa'da Silistre,

Asya'da da Kars'ı, bir müddet şehname çapında koruyabilmiş olmanın tesellisi içindeyiz.

O sıralarda, tipini daha evvel çizdiğimiz, Ortodoksluk delisi, kafası balyozlarla ezilemeyecek kadar

sert, cahil ve inatçı Birinci Nikola ölmüş ve yerine geçen Çar, artık bu kadar inad ve bu çapta

ihtirasm sökmeyeceğini anlayıp sulha kucak açmıştır.

«Tarih boyunca Türk-Rus İliºkileri» muharririne göre, Birinci Nikola hastalanarak ölmemiş,

«hayatta artık hiçbir lezzeti kalmadığından, şeref ve namusunu kurtarmak için, kendi özel doktoru

(VUi)nin hazırladığı zehiri içerek intihar etmiştir.»

Başka hiçbir kaynakta rastlamadığımız bu rivayete inansak da inanmasak da, Moskof kibir ve

vahşetinin âbidevî heykeli Birinci Nikola'yı Birinci Abdülha-mîd'deki haklı teessürün haksız

şekliyle kakırdayıp gitmiş kabul edebiliriz.

Üniversite kütüphanesinin Türkçe yazmaları arasında bulunan Salih Hayri'nin manzum Sivastopol

tarihi, bütün bu çeşit eserlerin malûm akıbetinden kurtulamamıştır; her birinde 20-22 beyit bulunan

178 sayfada bir damlacık şur yoktur; fakat, vakanüvis kayıtlarında ve devlet arşivlerinde

bulunmayan ve renkli vakalar zaptedllmiştir. .

Mevzua Abdülmecid'in medhiyesUe giren manzu-

262

meçi, evvelâ şark askeri harekâtından bahsediyor. Burada Batumlu Hasan Bey adında bir kahraman

taratıyor; bu zat, Batum kumandanı Selim Paşa’nın Ruslara ilk muvaffakiyetli baskınını yapmıştır:

Tutturup gürcüden üç beş dane Öğrenip tavrını gürcistandan Sureti ahvalini her bir yanın Yerliden

oldu Hasan Bey memur Abı ruyu Batumun, merd-i gayyur Başıbozuk ile olundu izam Geriden

gönderilip çend nizam Geceden nehri geçip biperva Mest ü mağrur yatar iken âdâ v Kal'ayı basdı

alelgafle o emir...

Türk donanması iki filoya ayrılarak Karadeniz'e açılıyor. On iki gemi, büyük bir ihtiyatsızlık ile

Sinop limanına girerek demirliyor. Bunu haber alan amiral Nahi-mof, fırsatı kaçırmıyor. Bir deniz

baskını ile, ateş hattını yarıp çıkmağa muvaffak olan «Taif» vapuru müstesna, Türk filosunu imha

ediyor. Manzum tarihin bu kısmından da, küçük başlıklar koyarak bir kaç sahne naklediyorum:

Kahraman İmamoğlu Ali Bey kaptan:

tmamoğlu Ali Bey nam delîr Edip ibrazı besalet amma Kalmayıp yanında hay fa Verdi cephaneye

ateş o zaman Attı gemiye kendini derân. Devlet uğurunda etti cân feda

Giresunlu Ethenı onbaşı:

Hasrederek namını kıldı ipka... Feyzi Mahmudda bir onbaşı

263

Edip âlem ona bin şâpâşı Giresunluydu Ethem Abdullah Eylesin sâyini meşkûr Allah Ansızın gülle

düşüp sağ koluna Memesi üstüne düştü misket Yine ol hali ile etti gayret...

«Taif vapuru süvarisi»

Çıkıp ol ateş içinde Taif Kaptan Arif Bey oldu hâif Anı tevkif ederek anbare Yüzbaşı buldu rehaya

çare...

«1000 bahriyelinin şahadeti»

Oldu on bir gemi duçar-ı kaza Etti bin elli nefer azm-i baka Sahile çıktı iki bin miktar Dahi mecruh

iki yüz altmış var Neferat ile küçük zabitler Harikulade edip arzı hüner...

Kınm harbinde, müttefikimiz İngilizlerin Şark'a gönderdikleri kuvvetlerin ilk toplanma yeri

Gelibolu olmuştur. Şu satırlar Gelibolu'nun o tarihteki canlı bir resmidir. Bu mısralarda, aynı

zamanda, İngilizlerle Türk. ler arasındaki en eski ittifak ve iyi münasebet hususiyetleri okunmakta,

bilhassa medenî İngilizlerin vatanımızda ne iyi tesirler bıraktığı görülmektedir.

Oldu merkez Gelibolu evvel Arsa i mahşere döndü o mahal Devlete müttefiki olmadı bâr Bilerek

halkı etmedi ızrar Akçesile alınıp mekûlât Kat olunmuştu her bir fiat Kat'olunmuştu her bir fiat Her

ne vermişse ehli-i kaza

264

Nakden bahası olmuşta ita Has ta'yin verip askerlerine Lira harcettiler su yerine...

Genç İngiliz milisleri de, divan zevkile beslenmiş Salih Hayriye şu satırları yazdırıyor:

İngiliz askerlerinin şekli zarif Hep nahifülbeden endamı lâtif

îskoçyalılara da, şarkta «donsuz asker» adı takılmıştı:

Donsuz asker denilen fistanlı Güçlü kuvvetli bireyb şanlı...

Kırım harbine, İmparatorluğun dört bir köşesinden binlerce gönüllü, koşmuştu, «atta, Anadolu'dan

«Kara kız» adında bir de kadın, gönüllü başıbozuk askeri arasında dile destan olmuştu:

Geldi bir zen Karakız namında Gördü iş mâreke hengammda Olup âlem sefere nahşiker Geldiler

kendiliğinden asker...

Filibeli Zehra hanım adında bir zengin kadm da. fedakârlığın başka bir örneği olmuştur:

Filibe sâkinesinden bir zen Olan emlâkini sattı toptan Yani hem name-i zatı Zehra Malini küdı râh-i

hakta feda Bittedarik bedeninden asker Eslihâ at verdi birer Altışar aylığı berveçhi peşin Harcirahı

dahi kıldı tazmin

265

Şu mısralar da, Türk kadınının Kırım harblndeki hizmetlerini anlatıyor:

tşte ol veçhile kıldı himmet Geldi nisvana da artık gayret Olup evlerde tedarik tiftik Yareli askere

bir hizmeteik Kinüsi aldı biçilmiş ecza Edip atıbara dikilmiş İta...

PARDS MUAHEDESD

Paris'te toplanan sulh konferansı. Batılıların Türk'e karşı Moskofu tuttuklarını hemen gösterdi

{Türk - Rus İliºkilerinden):

«Barış görüşmeleri sırasında müttefikler savaş sırasında gösterdikleri birliği gösteremediler.

înplicre ile Osmanlı Devleti, Rusya'nın ağır şekilde cezalaBÖsunıSasa-sini isterken, Fransa daha

hafif cezalandaniması fikrindeydi. Hattâ ilerdeki bir Fransız . Rus, yâkmlaşmasmı düşünen Fransız

delegesi, Rus delegelerine (savaş alanında kazanamadıkları şan ve şeref tacını siyaset alansn-da

kazanacaklarına emin olduğunu) söylüyordu.

Alaşntaya göre:

1 — Taraflar işgal ettikleri topraklan iade ediyorlardı.

2— Osmanlı İmparatorluğu Avrupa Devletleri topluluğuna dahil oluyor ve toprak bütünlüğü ve

bağımsızlığı Avrupa devletlerinin ortak garantisi altına konuyor du.

Bu madde ile Osmanlı imparatorluğu Rusya'nın bundan sonraki yıkma teşebbüslerine karşı

korunmuş

266

I

oluyordu. Bununla 1841'den sonra Osmanlı İmparatorluğuna karşı istemeye başladığı politikaya set

çekilmiş olu-yordu.

3 — Anlaşmayı imazlayanbirisi veya birkaçı ile Osmanlı Devleti arasında bir anlaşmazlık

çıkarsa, taraflar zora başvurmadan evvel, diğer imzacıların aracılığını kabul edeceklerdi. Bununla

Rusya'nın Osmanh Devleti ile baş başa kalması önlenmek isteniyordu. Böyle bir durumda diğer

devletler bir müdahale hakkı kazanıyorlardı.

4 — Osmanlı Devleti'nin 28 Şubat'ta ilân ettiği Islahat fermanı devletlere tebliğ ediliyor ve

devletler de bunu hoşnutlukla kabul ediyorlardı. Bu ferman devletlere Osmanlı Devletinin iç

işlerine karışmak hakkını vermiyordu. Burnunla, kutsal yerler meselesindeki gibi, Rusya'nın

Osmanh Devleti içindeki Hristiyanların çıkarları için müdahalesi önlenmek isteniyordu.

5 — Boğazların kapalılığı hususundaki 1841 sözleşmesi teyid ediliyordu.

6 — Karadeniz tarafsız hale getiriliyor ve askerlikten tecrit ediliyordu. Karadeniz'de hiç bir

donanma oi-nuyacak, mevcut tersaneler de yıkılacaktı.

7 — Besarabya'nın bir kısmı Buğdan'a ekleniyordu. Bu madde ile Rusya Tuna ağzından

uzaklaştınlıyordu.

8 — Eflâk • Buğdan muhtariyet kazanıyor ve bu muhtariyet devletlerin ortak garantisi altına

konuluyordu. Her iki devletin de kendilerine özgü birer milli meclisleri olacaktı.

9 — Sırbistan'ın Osmanh Devletinden aldığı imtiyazlar da devletlerin ortak garantisi altına

konuyordu. Devletlerin muvaffakatı olmadan Osmanlı Devleti Lehistan'a asker sevkedemiyecekti.

Bu son iki maddedeki

267

tedbirler Rusya'ya yöneliyordu. Artık Rusya'nın buralara tek başına müdahalesi imkâsızlaşıyordu.»

Bir de Emin Ali'yi okuyalım:

«Avusturya'nın tavassutu ile Paris şehrinde toplanan sulh kongresi 30 Mart 1856da sulh şartlarını

tesbit etti. Sulh müzakeresinde bizi Ali Paşa temsil etmişti. Diğer taraftan ingiltere, Fransa,

Sardunya, Rusya, Avusturya, Prusya kongreye iştirak eylediler. Paris Muahedesi otuz dört maddeyi

ihtiva eder. Musalahanın en mühim maddesi Türkiye'nin mülki tamamiyetinin tasdiki ve

Karadeniz'in bitaraflığıdır. Pek sade gibi görünen bu iki madde İngilizlerin harpte hedef ettikleri

gayenin fiiliyata girmesi demekti. İngilizler Karadeniz'de Rusların donanma, yapmasını

istemiyorlardı. Rusya Karadeniz'de hiçbir donanma bulundurmıyacak, harp limanı tesis

edemeyecektir. Türkiye'nin tamami-yeti mülkiyesi işinde de Hindistan yolu üzerinde bulunan

Türkiye'nin dahilî umuruna Türk İmparatorluk işlerine kafiyen kanşmıyacaktı. Nitekim bize karşı

gösterdiği bu mücadele neticesi olarak Hindistan'da vukua gelen bir isyanı bastırmak için Halifenin

bir emrini Hindistan müslümanlarına tebliğ eylemişti.

Rusya bu harbe sözde Ortodokslar için başlamıştı. Her tarafı tatmin edici ferman sureti Kongreye

tebliğ edilince Türklerin dahilî işlerine katiyen bir müdahale, olmadığı beyan edilerek Zatı

Şahanenin Hristtyan tebaası hakkında hürriyet ve adaleti vadeden bu beyannamenin hüsnü suretle

telâkki olunduğu tasrih edildi.

Kongrenin mukarreratmdan biri de Tuna nehrine aittir. Tuna nehri ticarete tamamiyle serbesttir.

Romanya, Sırbistan dahilî idarelerinde serbest olmak şartiyle Türkiye'ye tâbi birer beyliktir.

Türkiye ve Rusya muharebeden evvelki hudutlarına çeiklecek, ikj taraf da birbirinden arazi

istemeyecektir.

268

Muahede suretlerinin hükümdarlar tarafından tasdiki için dört hafta müddet verilerek kongre

dağılmıştır. Türk murahhas heyeti kongre âzalarının hanımla-jına üç milyon liralık hediye takdim

ederek kongre mü-zakeratım tes'id etmişlerdir.»

Neticesinden güya muzaffer çıktığımız Kının Harbinin Paris'te mühürlenen banş muahedesi,

Rusya'ya «sen artık yerinde otur, olduğun kadariyle yetin ve tehlikeli olmaktan uzaklaş!»

Türkiye'ye de «seni koruyacak, bir muvazene unsuru olarak tutacak ve ileride zengin bir lokma

halinde çarene bakacak olan, sadece Batılı büyük devletler, yani îngüteredir!» diyen, Âli Paşa

ıslahat fermaniyle Devlet-i AHyye'ye Hristiyanvâri günah çıkartan, dahilî işlerimize

kanşılmayacağı vaadinin maskesi altında bütün ruh ve maddemize haciz koyan bir zillet tesellisi

altında, maddisi biraz ertelenmiş olarak, mânevi Avrupa müstemlekesi haline gelmek olmuştur.

Paris Muahedesi, kurt politikacı Prens (Meternih)e rağmen Avrupa'ya kucak açma hareketinin ilk

eseri o-larak yaldızlı üniformalar, ipekli setreler ve lâfta istiklâl ve medeniyet teraneleri, öz

kökümüzle barışmaz şekilde teftişsiz ve murakabesiz, Batıya asaret senedidir. (Metemilı)in

gâvurluğuna rağmen «siz kökünüze sadık ve müslüman kalınız. Kurtuluşunuz ondadır!» demekte

hakta var mıymış, yok muymuş?..

panslAvizm

îslâv birliği dâvası... Ortodokslukla başlayan hareket, nihayet işi masruftan sarfa, muhtevadan

kalıba döktü ve Rusya'da ateşli bir ırkçüüc cereyanı köpürmeye yüz tuttu.

Bu cereyanı doğuran müessirlerin başında Büyük Fransız İhtilâlini görmek lâzımdır. Fransız

İhtilâlinin getirdiği millet şuuru, gitgide bu mefhumu azizleştirmiş ve ayn ayrı kavim

topluluklarına, kendi kendilerini değerlendirmek, idealleştirmek gibi nefsânî bir ruh haleti telkin

etmişti. 19. Asır başlarından beri de bu cereyan Avrupa'nın sathını yalamaya başlamıştı. Henüz bize

geçmesine ve ruhi muhtevamıza kıyarcasına işi kabuk milliyetçiliğine dökmesine de bir asır kadar

zaman vardı.

«Tarih boyunca Türk-Rus İliºkileri» kitabı Pans-lâvizm bahsinde alâkaya değer bilgiler

vermektedir:

«Bu akımların etkisiyle 1820'Ierde Rusya'da bir (Birleşik Slavlar Derneği) nin kurulduğunu

Koruyoruz. Ba dernek Ruslar*, Polonyalıları, Çekleri, Sırpları ve Hırvatları, Bulgarları ve

Slovenleri Slâv kavimleri, kuzeyde Kuzey Buz Denizi öe Beyaz Deuizi, Güneyde de Karadeniz ve

Adriyatik Denizi Slâv denizleri olarak kabul ediyordu.

Kınm savaşından önce, Rusya'rîaki Panislâvistler 184 Fde kurulmuş olup, ünlü Rus tarihçisi

(Pegodin)in baş yazarlığını yaptığı (Moskvityanin) dergisi etrafında toplanmışlardı. (Pogodin)e

göre, Osmanlı ve Kabs-buvg İmparatorlukları yıkılmalı, bunların yerine, merkez İstanbul olmak

üzere bir Slâv devleti kurulmalı ve

. bu devlet Rusya'nın Mmayesi altında olmalıydı. (Po-godin)in çabaları sonucüla Kınım Savaşından

sossra 1857'de Moskova'da bir (Slâv Yardim Demeği) kuralda ve bu demek Rus Dışişleri Bakanlığı

Doğu şubesinin kontrolü altına koculdu.

Rus panislâvîstiednde» (Nîkolay Yakoleviç Dani-fcvsfcf)' 1868'da ¦ (larya-Şafak) adlı dergide o»

makale

v yastı ve sonra tadan (Rusya ve Avrupa) başlığı altın-

da kitap halinde yayımladı. Bu eser büyük yankılara sebep oldu. (Danilevski)ye göre, 19. Asır doğu

meselesi, iki bin yıl önceki Roma ile Yunan arasındaki mücadelenin devamı idi. Şimdi Almanlar

Romanın, Slavlar ise Yunan'ın yerini almışlardı.»

Muharririn (Danilevski)ye dayanarak verdiği bilgiye göre İslâv Birliği şu suretle bütünleşiyordu:

Birliğin başında Rusya... Ona Avusturya Galiçya-sı ile Şimali Bukovina ve Macaristan'ın Karpatlar

Uk-raynası verilecek... Bohemye, Mcravya ve Slovakya bütünleşerek bir krallık olacak... Karadağ,

Bosna - Hersek ve Şimali Arnavutluk, Osmanlı İmparatorluğundan; Voyvodina ve Banat

Macaristan'dan; Dalmaçya, lstri-ya, Triyeste, Görz, Gradiska, Graniyola ve Karantiya,

Avusturya'dan koparılıp Şap - Hırvat - Sloven Krallığını teşkil edecek... Makedonya'nın büyük

kısmını ihtiva edici Bulgar Krallığı... Avusturya Bukovinasiyle Macaristan Transilvanyasım içine

alarak Romanya Krallığı... Ve Tesalya, Epir, Makedonya'nın cenup batısı, Girit, Rodos, Kıbrıs ve

Anadolu'nun Ege kıyılarına sahip bir Yunanistan... Aynca bir Macaristan Krallığı ve nihayet

İstanbul ve hinterlandı... İstanbul kimin, belli, fakat açıklanmıyor.

ݺte İslâm düşmanları, Ortodoksluğun, işi, böylece Türk düşmanı kabuk ırkçılığına dökme ve ona

göre bütünleşme gayreti, esas olarak yine îslâmı ve onun temsilci aynası Türk'ü ele alıyor ve maddî

ve ayırd edici sınırlan daha keskin şekilde büyük İslâm İmparatorluğuna yol açıyordu. #

Aynı muharririn bir profesörden naklettiğine göre ve gerçeğe tam uygun olarak bugünkü Rusya ve

peyklerinin meydana getirdiği Doğu Bloku ile mahut Fansiâvizin plânı arasında şaşırtıcı bir

benzerlik vardır.

1918 sonrası ve hattâ şimdiki Yunanistan'ın takip ettiği (Megalo ideal Büyük ideal) dâvası da aynı

plândan bir şube halindedir. Ve İstanbul'a doğru Moskof ve Yunanlı gözü, hiç değişmeden bir

asırdır aynı hedefi kollamaktadır.

Kırım Harbinden sonra Rusya, devre devre ve için için politika faaliyetleriyle Paris Muahedesinin

Câîî boyunduruğundan sıyrılmayı becerdi. Balkanları karıştırdı, bir sürü ayaklanmalara zemin açtı.

Romanya birliğini ilân ettirdi, Sırbistan'ı tam bağımsızlık yolunda harekete geçirtti, 1870-71

Fransız - Alman Harbini de fırsat bilerek muahede düğümünü çözdü.

Okuyalım:

«Bu arada Rusya kendisini çok rahatsız eden, Paris anlaşmasının Karadeniz hakkındaki

hükümlerini iptal ettirmek için fırsat kesişiyordu. Nihayet devamlı sararları sonucu 1871 ocağında

Londra'da toplanan konferans bu hükümleri kaldırdı. Rusya, İngiltere, Almanya, İtalya, Avusturya,

Fransa ve Osmanlı Devletî'nin katıldığı konferansın sonunda alınan kararlara göre, Bo-ğmzlar

rejimi Paris anlaşmasındaki gibi kalıyordu. Ancak Padişah, Paris anlaşması hükümlerinin

uygulanmasının sağlanması için Boğazlan barış zamanında dost ve müttefiklerin gemilerine

açabilecekti. Karadeniz eskiden olduğu gibi, bütün devietiarln ticaret gemilerine açıktı, imzacılar

ayrıca 1856 banşutın yeni antlaşma ile kaldırılmayan hükilralermiist geçerliliğini tasdik

ediyorlardı.»

Anlaşmadaki «kemMim»Ier bir tarafa, Basya Karadeniz'de serbestliğini kazandı.

İngiltere ve Fransa hesabına bir gösteriden ibaret olan Kırım Harbi ha olmuş, ha olmamışiır;

Rusya'yı ka-

yıt altına almış gibi görünen 1856 Paris Muahedesi de, ha imzalanmış, ha imzalanmanuştır!

Rusya, bu defa Panslâvizm dürtüşiyle, Ulu Hakan İkinci Abdülhamîd Hân'ın ilk yıllarında (1877-

1878) karşımızdadır.

BDR ELÇD

(Nikolay Pavloviç İğnatyev)... Bu adam, Kırım Harbiyle haddi bildirilmek istenen Rusya'nın, had

tanımaz şekilde her kaydı üzerinden attıktan sonra giriştiği büyük imparatorluk politikasını sanki

idare edici tiptir ve Çar'ın İstanbul sefiri veya temsilcisidir.

Panslâvizm yaygaracılarının «Ayasofya'ya haç takmak» nakaratiyle ortalığı velveleye verdikleri

demde Panslâvizm korosunun şeflerinden İğnatyev, belki Çar'ın Başvekili olmaktan daha nazik bir

vazifeyle (1864) İs. tanbuldadır. 1856 sıralarında Londra'da (Ataşe Miîiter) olan General îğnatyev,

Çin, Hindistan ve İran işleri ü-zerinde mütehassıs tanınmış, 1857'de Balkanlarda ve Yakın Şark'ta

geziler yapmış, 1858'de siyasî bir vazifeyle Hîyve ve Buhara'ya gönderilmiş ve bu iki Hanlığın

Rusya'ya katılması mevzuunu eleyerek gerekli bilgi unsurlarını toplamıştı. Tam o sıralarda da

Rusya, bu iki Müslüman ülkesine el atmış ve tuttuğu yolda tğnatyev'-in kılavuzluğundan çok

faydalanmıştı.

Aynı adam 1859 - 1860'da Pekin'e gönderiliyor • ve oradaki hareket tarzı o kadar beğeniliyor ki,

Çar'ın yaverleri arasına alınıyor.

Artık o bir asker değil, Moskof emellerini inşaya memur bir siyaset mimarıdır.

Kurat'tan:

«1861'de bir vazife ile İstanbul'a gönderile» (tgnatyev), sonralan en çok meşgul olacağı bir sahayı

yakından görmek fırsatını bulmuştu. Diplomatik faaliyette mühim bir tecrübe edinmiş olması

hasebiyle (îgnatyev) Sus hariciyesinin en mühim şubesi olan (Yakın Şark Masası) başına getirilmiş

ve bu vazifede kaldığı 1861'-den 1964 yılına kadar Türkiye işleri ve dolayısiyie Balkanlardaki

Slâvların, yani Karadağ, Sırp ve Bulgarların tamamiyle Rusya'nın nüfuzu altına alınmaları, kiminin

müstakil bir devlet, kimisinin Osmanlı Sultanına bağlı muhtar bir beylik haline getirilmesi için

gayret sarfetmeye başlamıştı. Bu sıralarda Rusya'da alıp yürümekte olan Panslâvizm hareketinde

(îgnatyev), (Fadeev)den sonra başta gelen liderlerden biri sayılmakta idi. ݺte böyle bir zat 1864de

İstanbul'a Rusya'nın elçisi olarak tayin edildi.

Yeni Rus elçisinin İstanbul'a geliş tarzı bile zihniyetini ve Osmanlı payitahtında yapacağı faaliyeti

açıkça gösterecek mahiyette idi. (tgnatyev), kendisini getiren Rus gemisinden Galata rıhtımına ayak

bastığında, Rus ajanları tarafından daha önce haber verilmek ve hazırlık yapılmak üzere kalabalık

bir Rum, Ermeni ve diğer Ortodoks teb'a tarafından büyük bir tezahüratla karşılanmış ve gösteriler

arasında Rus elçiliğine kadar teşyi edilmişti, Babıâli için hiç de hoş olmayan bu karşılanış tarzına

Türk polisi ve ilgili makamlar sadece seyirci kalmak mecburiyetinde idiler. Nitekim (îgnatyev) in

İstanbul a ayak basar basmaz, başta Slav kardeşler olmak üzere bütün Ortodoks teb'ama hâmisi

rolünü ü-zerine almış olduğu derhal görüldü.

Osmanlı Devleti bu sıralarda mali, idarî ve siyasi bakımdan büyük buhranlar içinde bulunuyordu.

Sultan Abdâlâzk'in bir takım gösterişli Saray binalahna, saray israfına ve işe yaramayan

donanmaya harcamak

274*

için başta Fransa olmak üzere dışardan aldığı borç para sonunda, Devletin mali durumu günden

güne acuru, ma sürüklenmekte idi. Büyük Petro ve II. Katerina zamanlarında başlayıp, I. Nikola

zamanında büsbütün hızını arttırmış olan Rus kışkırtmaları neticesinde Karadağ, Sırp ve Bulgarlar

arasında, Devleti Aliyye'ye karsı ayaklanma hareketi, almış, yürümüştü.»

«tgnatyev, entrikaları ve elindeki büyük imkânları, yani Rus İmparatorluğu kudretine dayanmak

suretiyle, bu çürümüş organizmayı bir ân evvel yıkmak için gayret sarfetmek yolunda İstanbul'da

çok müsait şartlar bulmuştu.

tgnatyev daha (Şark Masası) müdürü iken bilhassa şu üç esasın gerçekleştirilmesini amaç edinmişti:

1 — 1856 Paris Muahedesinin (yani Rusya'nın Karadeniz'de donanma bulundurma hakkını

meneden kısmının) kaldırılması... 2 — İstanbul ve Boğazlarda Rus nüfuzunun tesisi... 3 —

Balkanlardaki bütün Slav kavimlerinin doğrudan doğruya Rusya'nın nüfuzu ve (hattâ himayesi)

altına konması... İstanbul'da elçi o-lunca, işte bu maddelerin gerçekleştirilmesine var gücü ile

çalışacağı aşikârdı. Mamafih bunlardan ilki, yani Paris Muahedesinin kaldırılması meselesi

İngiltere ve Fransa gibi büyük devletleri de ilgilendirdiğinden, devletler arasında her hangi bir

ihtilâfın çıkmasına bağlı olduğu cihetle, (îgnatyev) in bizzat halledebileceği bir mesele değildi;

fakat kalan iki meselede (îgnatyev) tam mânasiyle bir mütehassıstı ve arzu ettiği neticeyi elde

etmesi mümkündü. Çok mahir, daha doğrusu kurnaz bir diplomat olan İgnatyev sonralan

(yalancılığı) ile ad kazanmış. (Yalancı Paşa) adı ile andır olmuştu. Fakat İstanbul'a ilk geldiği

zaman, kendisini bütün heybeti İle göstermek fırsatını hiç kaçınmamış, ve kısa bir saman

275

İçin Rusya'nın nüfuzunu çok yükselttiği gibi, kendisi de adetâ (yan Sultan) derecesine çıkmıştı.

Sultan Ab-dülaziiE Ue, Valide Sultan ve Hidiv İsmail'in İstanbul'daki adamı olan Yahudi Abraham

vasıtasiyle münasebetler tesis, saraya da tesir etmek yollarını bulmuştu. Sadrazam Mahmud Nedim

Paşa, tgnatyev'in tesiri altında idi ve her hususta Rus elçisinin reyi ile hareket ederdi.»

Bu görüşleri, «Türk-Rus İliºkileri»ne ait şu satırlar tamamlar:

«Bu sıralarda Rusya Ue Osmanlı Devleti birbirine yaklaşma siyâseti güdüyorlardı. Bu hareketin

öncüsü İstanbul'daki Rus elçisi tgnatyev idi. Bu elçi bazı gerçeklerin Babıâli'ye açıklanarak onların

kazanılabileceğini ve bu suretle Osmanlı Devleti'nin, Rusya himayesine sokulabileceğini

düşünüyordu. Görüşü, daha 1870'-lerden itibaren, yâni Paris Anlaşmasının Karadeniz'in tarafsızlığı

hakkındaki hükümlerinin kaldırılmasından sonra Babıâli'de zemin buldu. Sadrazam Âli Paşa,

Fransa'nın Almanya ile yaptığı savaştan yenik çıkmasını ve artık etkin bir surette Osmanlı

Devletine yardım ede miyeceğiai de hesaba katarak, bunu pek zararlı bulmuyordu. Aksine bu

devletle dost geçinmek fikrindeydi. Padişah Abdülâziz de Rus dostluğuna taraftardı. 1871'-de Âii

Paşa ölünce yerine geçen Mahmut Nedim Paşa ise tam bir Eus dostuydu. Fikirlerini II. Mahmud'un

o-gutlarına söylediği bazı sözlere dayandırdığı iddiasm-daydı. Ona göre II. Mahmud (Basys Be

katiyen harbe girmeyin; Çarla dost kalın v* banş içiade yasayra; çim-fcü herhangi bit devlet bize

ateş ettiği vakit, îti? çeik kusşımlan isabet etme*; oysa Rusya ateş tûintm bütün kurşunlar

İmparatorluğumuza isabet Met) demişti. Böylece Mahmut Nedim Paşa, Âli Paşa’nın Basya ya-

diğer Devletleri de ihmal etmeme siyâsetini terke-dip devleti Rus nüfuzuna terketti. Artık Padişah

Abdülâziz de İstanbul'da bir tek dostu bulunduğunu, onun da Rus elçisi tgnatiyev olduğunu

söylüyordu. Osmanlı Devletini bir anlamda lgnatyev idare ediyordu.»

KAYNAYAN KAZAN

Başta Panslâvizm cereyanı, bütün iç ve dış dürtüşler neticesinde Balkanlar bir anarşi ve ihtilâl

panayırına dönmüştü. Barut, dinamit, kan ve ateş...

îlk patlayış Hersek ayaklanması... Ve süzüle süzüle Bulgaristan'a doğru yol alan korkunç dalga!-'..

Devlet-i Aliyye hükümetinin başında, halk tarafından ismi (Nedimof)a çıkarılan, Moskof hizmetçisi

Mahmud Nedim Paşa... Padişah 1872'de (Nedimof) Paşa'yı azletti, 1875'e kadar 3 yılda 6 sadrâzam

değiştirdi ve sonunda Mahmud Nedim'i yine «mühr-ü sadaret» e lâyık gördü.

Osmanlı Devletinin isyan karşısında aczi Avusturya'yı harekete getirmişti. Kendi topraklarında da

tslâv-lar yaşayan ve isyanın onlara da sirayetinden korkan Avusturya, Ruslar, Almanlar ve aracılık

rolündeki Fransızlar ve İtalyanlarla uyuşarak 1876'da Bâbıâliye bir nota dayadı:

— Hristiyan ehalinin din ve mezhep hürriyeti... Vergilerde iltizam usulünün derhal kaldırılması...

Çiftçilerin kendi topraklarına sahip olmaları... Vergi gelirlerinin mahallî ihtiyaçlara tahsisi... Ve

bütün bunların tatbikatına nazaret etmek üzere Müslüman ve Hristiyan ehali temsilcilerinden bir

komisyon teşkili...

Osmanlı Devleti, açıkça iç işlerine el atma mahi-

Ttn

277

yetindeki bu teklifleri «dostça tavsiyeler» telâkki ettiğini bildirdi, kabul etti, fakat vergilerin

mahalline tahsisini itirazla karşıladı.

Vaziyet âsilere bildirildi. Rusya, Sırbistan ve Karadağ tarafından dürtüklenen âsiler Osmanlı

şartlarını reddettiler:

«Olay heyecanla karşılandı. Artık herkes bu isyanı başka ayaklanmaların takip edeceğine

inanıyordu. Öte taraftan Karadağ da asilere yardıma başlamıştı.

Nihayet 1876 nisanında her tarafta beklenen Bulgaristan ayaklanması başladı. Kırım savaşı

sırasında Rus casusluğu yapan (Naydankerof) isminde bir Bulgarin organize ettiği hareketin amacı,

Rusya'nın da yardimiyle İstanbul'a kadar uzanan müstakil bir Bulgaristan kurmaktı. İsyanın plânı

ise basitti. Köyler yakılacak, Türkler katledilecekti.»

İsyan çabucak genişledi. Telgraf tellerini kesen, köprüleri havaya uçuran müdafaa durumunda

kalan Türkler de silâha sarıldılar. Her taraf kan ve ateş içinde kaldı. Bunun üzerine hükümet 18 bin

kişilik bir kuvveti Bulgaristan'a şevketti. Şiddetli bir mukavemetten sonra isyan bastırıldı. Bu sırada

Sslânikte bir ayaklanma çıktı. Karışıklıklar sırasında Alman ve Fransız konsolosları öldürüldü.

Gene bu sırada Osmanlı Devleti içinde de bir talebe ayaklanması oldu. İstanbul'da, Fatih, Beyazıt

ve Süleymaniye medreselerir.deki talekoler (Devlet ve memleketin huk.ık ve istiklâli çiğnendiği bir

zamanda derslerle uğraşmak hamiyyet ve diyanet şian değildir- her tarafta İslâmlar, Hristiyanların

tahriklerine ve eziyetlerine zebun oluyor; buna sebep olan büyükleri ortadan kaldırmak şer'an

cümlemize vazife borcudur) di* erek Babıâli önüne geldiler. Talebeye yapılan nasihat du kâr

etmeyince, başka çare kalmadığını gö-

ren Abdulaziz, istemeye istemeye Mahmud Nedim Pa-şa'yı azletti.

Bu durum Rusya'nın harekete geçerek ön plâna çıkmasına sebep oldu. Rusya'nın harekete geçişi ise

karşısına İngiltere'yi çıkardı. Oniki mayıs 1876'da Rus Çar'ı Almanya'yı ziyaret edince başbakanlar

da, Avusturya Başbakanı (Andrasi)nin de katümasiyle durumu gözden geçirdiler. Rus başbakanı

(Korçakof) tarafından hazırlanan projeyi Berlin Memorandum'u olarak kabul ettiler.

(Memorandum) un maddeleri, Türkiye'ye:

— Seni, delilere yaptıkları gibi hacr altına alıyorum! Dize gel!

Demekten farksızdır:

1 — Osmanlı Devleti âsilerle derhal ve iki aylık bir ateş-kes anlaşması yapacak...

2 — Yapılacak ıslahat mevzuunda Osmanlı Devleti âsilerle karşı karşıya geçip konuşacak...

3 — İsyan yüzünden halkınuğradığı zarar Osmanlı Devletince ödenecek ve umumi af

çıkarılacak...

4 — İslahat tamamlanıncaya kadar Hristiyanların silâh taşımalarına ses çıkarılmayacak...

5 — İslahat, Avrupa devletlerinin teftiş ve murakabeleri altında yapılacak...

(Memorandum) a Fransa ve İtalya da katıldı. Sadece İngiltere, Rusya'nın yeni gidişinden

gocunmakta olduğu için dışarıda...

İngiltere Türkiye'yi, Rusya ve Avusturya tarafından paylaşılma vaziyetine getirilmiş görüyor.

Gerçekten de vaziyet budur.

Haydi; İngiliz donanması, bir şey olursa müdahale etmek üzere yine Beşike limanında... Kazan

fokurdamaya başlamıştır.

93 HARBD

Osmanlı tarihinin en üstün padişahlarından biri olarak tanıdığımız ve bu tezimizi «Ulu Hakan

İkinci Ab-dülhamid Han» isimli eserimizde savunduğumuz büyük hükümdar işte tam bu şartlar

içinde, Türkiye'nin paylaşılma vaziyetine getirildiği bir hengâmede Osmanlı tahtına geçti.

İkinci Abdülhamîd üzerinde çalışacak tarihçilerin, tam bir kıyas ölçüsüne sahip olmaları için bu

çıkış noktasına bilhassa dikkat etmeleri lazımdır.

İngiliz donanmasının Çanakkale önlerinde görünmesi üzerine «Heyet-i Vükelâ: Bakanlar Kurulu»,

İngiliz desteğine güvenerek halk gözünde ezelî Moskof tiksintisini beslemeye ve ona göre bir yol

tutmaya karar verdi. Bilinen şekilde Abdüîaziz tahttan düşürüldü, yerine Beşinci Murad geçirildi.

Birkaç aylık saltanattan sonra da, şuuru bozuk olduğu anlaşılan, bu, ilk Mason Padişah hal' edilip

Osmanlı Tahtı İkinci Abdülhamîd Han'a sunuldu.

Türkiye'nin iç bunalımlarından faydalanan asiler işi büsbütün azılmışlardı, Avusturya da Rusya ile

anlaşmış ve isyanların Türkiye tarafından bastınlama-ması halinde ne yapacaklarını

kararlaştırmışlardı:

Bosna ve Hersek, Avusturya ve Sırbistan tarafından paylaşılacak, Rusya'ya da Besarabya ve Batum

verilecek...

Osmanlı Devletinin âsilere mağlûbiyetini hedef tu-

280

I

tan anlaşma yürürlüğe girememişti. Zira 1876'da Türk Hükümeti isyancıları tepeleyebilmişti:

«Slavların yenilmesi Rusya'yı çok kızdırdı. Şimdi Rusya Balkanlara gönüllü yollamaya başlamıştı.

Bu hâl buhranı şiddetlendirdi. Bu sırada İngiliz kamu oyu Türkiye aleyhine dönmüştü. Bu davranış

da Rusya'yı cesaretlendirdi. 1876 Ekiminde Osmanlı Devleti'ne verdiği bir ültimatomla 48 saat

içinde, Sırplarla iki aylık bir ateş-kes yapılmasını istedi. Bunun üzerine Osmanlı Devleti boyun

eğdi.

Olay İngiltere'yi ürküttü. Zira III. Aleksandr 2 Kasım 1872'de İngiliz Büyükelçisine, (Eğer Avrupa

kararlı bir şekilde harekete hazır değilse, biz tek başımıza hareket etmeye mecbur kalabiliriz)

demişti. Kırım'dan Pe-tersburg'a giden Çar, (Tanrı kutsal görevimizin ifasında bize yardımcı olsun)

diyerek Rusya'nın emellerini açıkça söylüyordu.

Nihayet İngiltere'nin gayretleri sonucu, Balkan buhranı hakkındaki tedbirleri görüşmek üzere 23

Aralık 1876'da İstanbul'da bir milletlerarası konferans toplandı. Konferansın açıldığı sabah ise

İstanbul'da toplar atıhycîdu. Taht'a geçtikten sonra aklını kaçıran V. Murad tahttan indirilmiş,

yerine geçen II. Abdülhamîd ise Meşrutiyeti ilân etmişti. ݺte toplar bu Kanun-u Esasî'-nin

yürürlüğe girdiğini gösteriyordu.»

«Talebe-i Ulûm» nümayişleri, mitingler ve daha ne oyunlar, neler!

Bütün bu oyunların başında, «millî kahraman», «hürriyet şehidi» gibi gerçeğe tam aykırı vasıflarla

anılan ve hâlâ Başkentte adına caddeler açılmış, İstanbul'da stadyumlar kurulmuş ve okuma

kitaplarında sahi-feler ayrılmış bulunan Mithat Paşa vardır; ve «Talebe-i

281

Ulûm» dedikleri, o zamanın yüksek tahsil gençliğini kışkırtıp Babıâli önünde «harp, harp!» diye

bağırtan odur!

Böylece, Osmanlı Devletinin en buhranlı deminde taht'ı teslim alıp bir «oldu-bitti» halinde, «93

Harbi» diye maruf 1877-78 savaşma hiçbir mesuliyeti olmaksızın katlanmak zorunda kalan İkinci

Abdüihamîd... Rusların Yeşilköy önüne kadar gelmeleri ve oraya tepesi haçlı bir âbide dikmeleri

felâketini Türk milletine hediye eden ise millî kahraman Mithat Paşa...

Haliç konferansının, Sırbistan ve Karadağ topraklarının genişletilmesi ve Bulgarlara muhtariyet

verilmesi karan, İngiltere'ye güvenilerek reddedilince Avusturya-Rusya anlaşması ve harp...

Avusturya Bosna - Hersek'i alıyor ve Ruslan Balkanlarda serbest bırakıyordu. İngiltere ise (Loni

Der-bi)nin garantisine rağmen Türkiye yanında savaşa katılmıyor, sadece istanbul'u korumakla

mükellef kalıyor.

SAFHALAR VE NETDCE

İki safhalı harbin hikâyesini «Türkiye ve Rusya» eserinden alıyoruz:

«Rus kıtaları, daha harbin ilânından önce, 1759'da teşkil edilen Romanya'ya girdiler ve sür'atle

Osmanlı smırianna yaklaşarak mukavemete maruz kalmaksızın Tuna'yı geçtiler. Rus ordusunda II.

Aleksandr'ın biraderi Grandük Nikolay Nikolayevie kumanda ediyordu. General Gurko'nun

idaresindeki bir Rus kuvveti sür'atle ilerliyerek Balkanlardaki Şipka geçidini işgal etti. Ruslar için

Edirne ve istanbul yolu açılmış gibi idi. Fa

282

kat tam o sıralarda Sofya üzerinden Plevne'ye gelen ve burada alelacele toprak tabyalar inşa ederek

Plevne'yi kale haline getiren Osman Paşa (Gazi Osman Paşa)nın 40.000 kişilik kuvveti, Rus

saldırışlarını durdurmak suretiyle harbin seyrini değiştirdi. Rus kumandanlığı bu defa üstün Rus

kuvvetlerini Plevne üzerine şevketti. Osman Paşa'nın dâhiyane kumandası ve cesareti, Türk

askerlerinin misli görülmemiş kahramanlıkları karşısında, Ruslar büyük kayıplara uğradılar. Bunun

üzerine Rus karargâhında şaşkınlık eserleri görülmeye başladı; hattâ bir defasında bir panik bile baş

gösterdi. Osman Paşaya istediği yardım yetişmiş olsa idi, Rusların hezimete uğrğatılarak, Tuna'nın

öbür tarafına atılacakları muhakkaktı. Fakat yüksek kademedeki dirayetsiz Paşalar yüzünden

Plevne'ye herhangi bir yardım gönderilemedi.

Kafkas cephesinde de büyük kuvvetlerle harekete geçen Ruslar, başta bazı ilerleme kaydettilerse

de, sonraları Muhtar Paşa (Gazi Muhtar Paşa)’nın kahramanca karşı koyması ile büyük kayıplara

uğratılarak durduruldular. Fakat Ruslar 16 28 Kasım 1877 tarihinde Kars Kalesini bir hücumla

almaya muvaffak oldular. Bunun üzerine Rus hareketi Erzurum istikametinde gelişti.

Diğer yandan Plevne'de büyük başarısızlığa uğramış olan Rus ordusunun daha fazla tahammül

imkânı kalmamıştı. Ya çekilip gitmek, yani harbi tamamiyle kaybetmek, veya hiç islemediği halde,

Romanya'dan yardım istemek şıkkı kalıyordu. Nitekim Çar Aîeksandr Romanya'dan askerî yatdım

istedi ve bunun üzerine Plevne'ye karşı 40.000 Romen askeri sevkcdildi. Mamafih Plevne yine de

dayanıyordu. Fakat, tamamiyle kuşatıldığı için kalede açlık başladı. Bunun üzerine Osman Paşa, 10

Aralık 1877 tarihinde bir yarma hareke-

283

tinde bulundu ise de, muvaffak olamadı, yaralı bir halde Ruslara esir düştü. Plevne de sukut etmiş

oldu. Bu sıralarda Rus karargâhında bulunan Çar Aleksandr, kahraman Türk Paşasını kılıcını

iade.etmek suretiyle Gazi Osman Paşa'ya ve Türk ordusuna karşı saygısını göstermiş oldu.»

Muharririn, safdilce «Türk ordusuna saygı» diye yorumladığı, sırf zafer gururundan doğma bu

zoraki ihtiram tavrı, artık İstanbul yolunun Çar'a açıldığı müjdesine bir nevi teşekkür

mahiyetindeydi. Artık ileride, askerî bir tenezzühten başka bir şey kalmıyordu.

Rus birlikleri Edime istikametinde yürüyüşte...

Eller İngilizlere uzandı ve yardım dilenildi:

— Hiç olmazsa donanmanızı İstanbul'a gönderiniz!

Edirne'deki Ruslara da mütareke teklifi... Ocak 1878'de Edime Mütarekesi... Ruslar Payitahta doğru

sızıyor. Yeşilköy önlerindeler...

İngiliz donanması 15 Şubat 1878'de Marmara'ya girdi, İstanbul'un Marmara kıyılarında demirledi

ve toplarını (Ayastafonos) a çevirdi. Bu, demekti ki:

İlk Balkan ayaklanmalarından beri bütün olup bitenlerin biricik rejisörü, Rusların İstanbul elçisi

îgnat-yev başta, Yeşilköy'de sözleşme masasına oturuldu ve Türkiye hesabına kargabüken

zehirinden daha acı Ayas-tafanos Muahedesi imzalandı: (3 Mart 1878).

Hariciye Nazın Saffet Paşa muahedeyi imzalarken, yanaklarından şıp şıp gözyaşları süzülmektedir:

1 — Karadağ, Sırbistan ve Romanya bağımsız o-luyor. Aynca topraklan da genişletiliyor. Karadağ

Adriyatik denizine çıkıyor. Sırbistan Niş'i alıyor. Rus askerine önce geçit veren, sonra da 1877

Ağustosunda Os-

284

manii Devletine savaş ilân eden Romanya, Besarabya'yi Rusya'ya veriyor, karşılığında Dobruca'yı

alıyor.

2 — Bir «Büyük Bulgaristan» meydana getiriliyor. Bu ülke Osmanlı Devletine vergi bağı ile

bağlı muhtar bir prenslik olmakla beraber, topraklan kuzeyde Tuna nehri, doğuda Karadeniz,

güneyde Ege Denizi, batıda da Arnavutluğa kadar uzanma hayalinde...

3 — Bosna ve Hersek'te, Avusturya ve Rusya'nın ortak kontrolünde ıslahat yapılması... Bu

hükmün anlamı, Rusya'nın Bosna - Hersek'i Avusturya ile beraber kontrol altına alması demek...

Peşteantlaşmasıyle, Bosna - Hersek'in kontrolünü Avusturya'ya bırakan Rusya şimdi bu

antlaşmayı bir kenara itmiş oluyor.

4 — Osmanlı Devleti Ermeniler için de ıslahat yapmayı kabulleniyor. Böylece Rusya Ermeni

meselesine de el atmış oluyor.

5 —- Osmanlı devletî Rusya'ya 1 milyar 410 milyon Ruble (6 milyara yakın Frank - 300 milyon

altun) tazminat ödemeyi kabul ediyor. Ancak Rusya, Türkiye'nin malî vaziyetim (lütfen) takdir

ettiği için bu miktarı dörtte birine indiriyor ve karşılığında Batum, Kars, Ar-dağan, Eleşkirt ve

Beyazıt mevkilerini alıyor.

Başta İngiltere ve Avusturya, Batılı devletler bu anlaşmaya karşı durdular ve Alman ittihadının

meşhur

kurucusu Prens (Bismark)ın sevk ve idaresindeki meşhur Berlin Kongresi (13 Haziran 1878), «Şark

Meselesi» ni bir tasfiye ve tesviye şekline bağlamak üzere tefh laadı.

Toplantıda, Batı dünyasına karşı resmen boynunun bükülmesi istenen Türkiye'nin bu makMr

vaziyeti karşısında yine gözyaşlarını tutamayan Osmanlı Murahhasına (Bismark) tarafından,

söylenea söz:

285

Şimdi kanlar gibi ağlayacağınıza, vaktiyle erkekler gibi çarenize baksaydmız!

BERLDN KONGRESD

Berlin Kongresi tarihimizin en manâlı düğüm noktalarından biridir ve artık Batı dünyasının, Türk'e

karşı Moskof hıncını bellibaşlı bir hudutla çerçeveleyerek ve durdurarak, yerine kendisini koyduğu

ve bize «hayat hakkın bu kadardır!» dediği ve böylece milletlerarası rekabet merkezi «Şark

Mesele» sine çözüm aradığı bir Avrupalı iradesidir.

Merzifonlu Kara Mustafa'nın 17. Asır sonunda Viyana önünde Türk'e açtığı bozgun çığın, tam iki

asır sonra, 19. Asır nihayetlerinde Beılin Muahedesiyle neticelenmiş ve bu dâvada en büyük rolü

Moskof oynamıştır.

Macaristandan sonra, Sırbistan, Bosna-Hersek, Romanya, Bulgaristan, Karadağ elden çıkmış;

Yunanistan, Garp medeniyetinin beşiği sıfatiyle çoktan bizimle alâkasını koparmış ve Türks

Avrupa'da, kala kala, Edirne üzerinden Arnavutluğa doğru uzanıcı bir çizgi üzerinde dar bir

koridordan başka bir şey düşmemiştir. Se-"ânik ve Makedonya'yı içine alan bu dar saha da zaten /

kıl üzerindedir ve Avrupa'da payımızın, eski somun ekmeğe nispetle bir kırıntı haline getirilmesi

için 1912 Balkan Harbiyle 1914 Birinci Dünya Savaşı kâfi gelecektir.

îşte. Berlin Kongresinde, Moskof emellerini dizginleyip topyekûn Batı iradesini tatbik edici

kararlar:

1 — Bulgaristan, Ayastefanos anlaşmasında olduğu gibi Osmanlı Devletine vergi bağı ile bağlı

muhtar

bir*prenslik... Ancak Ruslarca çizilen sınırlar daralıyor. Sınırları kuzeyde Tuna, güneyde Balkan

dağlan... Doğu Rumeli ve Makedonya Osmanlı Devletine iade ediliyor.

2 — Doğu Rumeli muhtar bir eyalet olmakla beraber, siyasî ve askerî bakımdan Osmanlı

Devletine bağlı kalıyor.

3 — Girid'de 1868'de uygulanmaya başlıyan muhtariyete devam...

4 — Bosna - Hersek, Avusturya'nın işgal ve idaresine bırakılmakta... Böylece Avusturya buraya

yerleşmek için ilk adımını atmakta...

5 — Karadağ bağımsız oluyor ve Antivari limanını alıyor.

6 — Sırbistan bağımsız oluyor ve Niş ile civanni alarak topraklarını genişletiyor...

7 — Romanya bağımsız.

8 — Osmanlı Devleti Doğu'da Kars, Ardahan ve-'Batum'u Rusya'ya bırakıyor...

                                        Osmanlı İmparatorluğunda Ermeni meselesiniortaya9 — Anlaşmadaki 6'ncı madde

çıkarmakta... Maddeye göre Osmanlı Devleti Ermeniler lehine ıslahat yapacak, onları Kürt ve

Çerkeslere karşı koruyacak... Ayastefanos'da Ermenilerle Rusya'nın ilgilendiğini gören İngiltere

şimdi Ermenilerin savunmasını üzerine almakta. ..

10 — Osmanlı Dev ı eti Rusya'ya 802 milyon frank harp tazminatı ödeyecek...»

«Tarih Boyunca Türk Rus İlişkileri» eserinin görüşü:

«Berlin Kongresi'nin en önemli yönü Yunanistan'-

28Ö

987

m bağımsızlığını alışından sonra, diğer Balkan ülkelerinde gelişen bağımsızlık duygularının bir

sonuca varmış olmasıdır. 1878'de Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsız olmuşlar, Bulgaristan

ise bağımsızlığa çok yaklaşmıştır.

Balkan ülkeleri böyle bağımsız olmakla beraber bunları Rusya'nın kendi nüfuzu altına alması kolay

olmadı. Şimdi Berlin Anlaşmasına karşı devletlerin tutumunu tesbit edelim:

Osmanlı Devlet i'nin parçalanmasında yeni bir devre teşkil eden Berlin Kongresi'nden sonra

İngiltere'nin politikası Ostnanh İmparatorluğunu yıkmaya yönelmiştir.

Avusturya'da kendi monarşisinin devamı bakımından lüzumlu gördüğü Osmanlı monarşisinin

devamı politikasını değiştirmiştir. Artık o da yıkılmanın kaçınılmaz olduğunu görmüş,

Osmanlıların Balkan toprakla- „ nna gözünü dikmişti. Bunun için izlenecek politika basitti.

Rusya'nın Balkanlarda büyük bir Slav Devleti kurmasını önlemek, maksada ulaşmaya yeterdi.

Avusturya'nın yayılma arzulan Selâniğe kadar uzanıyordu. Tabii, bu politika kendisini Rusya ile

çatışmaya götürdü. Bu hal, (Bismark)ın korktuğu gibi, Avrupa'da Alman -Avusturya ittifakına karşı

bir Mokan kurulmasına sebep oldu. 1914'de Birinci Dünya Savaşı bu blokların Balkanlardaki

çatışmalarından doğmuştur.

Kongrenin bir başka bakamcîan önemi de (Üç İmparator Ligi) denen Alman - Avusturya - Rusya

ittifakının parçalanması olda. Rusya Ayestefanostaa sonra bu kongreye gelirken (Blsmark)

Avusturya'yı Aiman-ym'ya bağlamayı daha uygun bulmuştu. Berlin Kongresi imzalandığı gün

ihtiyar (Gosçakoff), bunun, mesleğinde en kara gü&iertei bîri oletağîtnu söylüyordu. Pa-

nislavistier de kongreden kızgın ayrılmışlardı. Panis-lavist (Danilevsk)i Berlin ihaneti dediği Berlin

Kongresi için (biz buraya ümitlerimizin cenaze törenini yapmaya toplandık) diyordu.»

Evet, Rusya dizginlendiği için Kongreden memnun değil, Türkiye Avrupa'dan kovuluşu

gerçekleştiği halde hissiz, Batılı büyük devletlerse, Türk'ü hapsettikleri yeni cendereden sonra

istikballerinden ümitli...

KIBRIS ݪİ

İkinci Abdülhamîd Hân'ın, İngiliz desteği olmasa neredeyse İmparatorluğu paramparça etmeye

kadar gideceği muhakkak bulunan 93 Seferinde en dirayetli tavrı, hep kendisinden önce

biriktirilmiş hatâlar yığınını, devletin üzerine bir anda yıkılmaktan İngiliz pa-yandasiyle önlemek

olmuştur. Berlin Kongresinden sonra meydana çıkan, cihangirlik dâvasında ve geniş bir

sanayileşme yolunda yeni Almanya, ihtirasları nisbeten dizginlenmiş Rusya ve üzerinde güneş

batmaz bir imparatorluğun sahibi İngiltere arası, Abdülhamîd, hep bu kuvvetleri birbiri karşısına

çıkararak 33 yıl İslâm -Türk devletini ayakta tutabilmiş ve eğer büyük bir iç kalkınma ve

doğrulmaya götürçmemişse, bunu da kaderin tespit ettiği insanüstü zorluklar yüzünden

yapamamıştır. Yoksa, o, derdin bütün kaynaklarını ve Tazminattan beri gelen sahte oluşlar ve

kahramanların iç yüzünü, dibine kadar görüyordu.

İngilizler, Berlin Kongresi arefesinde Bâbıâliye, cevabı 48 saat vadeli bir nota verdiler ve Kıbrıs'ın

muvakkat olarak kendilerine bırakılmasını istediler. Açık bir (şantaj), tehdit mektubu, fırsattan

faydalanma açıkgözlüğü, yahut hayâsızlığı şeklindeki bu (ültimatom), İstanbul'daki İngiliz Sefirine

şöyle emrediliyordu:

«Bu Rusya'nın Kars'ı ve Ermenistan'daki fetihlerini elinde tutması şartına bağh olacaktır. Eğer

Rusya bu yerlerden vazgeçerse, Kıbrıs'ı tahliye edeceğiz ve bu anlaşma da sona erecektir. Bu

şartların derhal kabulü için bütün gücünüzü kullanınız. Eğer Sultan İngiltere'nin iyi niyetine sahip

olmak istiyorsa bunlar derhal kabul edilmelidir. Ele geçen bu fırsat kaçırılacak olursa, artık hiç bir

zaman ortaya çıkmayacaktır. Rus ordusunun İstanbul'dan çekilmesi ve Bulgaristan'ın, Balkan

Dağlarının kuzeyine itilmesi veya tamamen ortadan kaldırılması hususunda Rusya ile anlaşmak

üzereyiz. Sultan yukarıdaki anlaşmayı rıza göstermiyecek olursa, Rusya ile yapılan müzakereler

hemen kesilecek ve bunun ilk sonucu da, hem İstanbul'un işgali ve hem de Osmanlı

împaratarluğunan paylaşılma»! olacaktın.

Bu vesikayı (Sir Headlam-Mor!ey)in «Diploması Tarihi» eserinden alan muharrir şöyle devam

ediyor:

«Bu ağır tehdit altında Türkiye 25 Mayısta adayı vermeye tazı cklu. Bu husustaki anlaşma 4

Haziranda İstanbul'da imzalandı. Anlaşmaya göre Kıbrıs'ın işgal ve idaresi, Rusya'nın Batum, Kars

ve Ardayan'dan herhangi birisini eünde muhafaza etmesi veya yeni fetihlerde bulunması ihtimaü

dolayısıyla» İngiltere'nin adı geçen toprakları silâhla muhafaza ve müdafaa etmesi şartiyle

İngiltere'ye terkolunuyordîi. (Salisbury) ise eîçi (Layard)a çektiği 30 Mayıs tarihli telgrafında şöyle

söylüyordu: (Şurası kesin olarak anlaşılmalıdır ki, eğer tehlikenin sebebi ortadan kalkacak olursa,

bir ihtiyatî tedbir elan bu anlaşma aynı anda ortadan kalkacaktır)... Oysa, bu talimata rağmen,

Rusya'nın Kars,

290

Ardahan ve Batum'dan çekilmesi halinde İngiltere'nin de Kıbrıs'tan çekileceğine dair şart,

anlaşmada yer almamıştır.»

Kıbrıs'ın İngilizlere verilişindeki kayıt ve şartlar bilhassa Cumhuriyet devrinde ortadan kalktığı

halde, bir türlü bu eski vatan parçasının İngilizlerden kopan-lamamasını ve memlekete iade

edilmemesini, İkinci Ab-dülhamîd'in ince ve çevik politikasına mukabil, son devirlerin yılgın ve

mahkûm siyasetinde aramak ve bu işde Sultanı, yerden göğe kadar mazur görmek lâzımdır.

Ksbns dâvasının da içyüzü, yine Moskof'a bağh olarak budur!

MESELE ÜSTÜME MESELE

Rusya'nın 1878"den sonra üzerimize musallat ettiği pürüzlü işler arasında Ermeni meselesi.

Makedonya meselesi, Arnavutluk meselesi, Girit meselesi başta gelir, Ve şarkî Rumeli meselesi...

Bunları tek tek ve kalın çizgilerle gösterelim: ERMEND MESELESD:

Kurat'tan:

«Dstanbul'daki Rum *-e Ermeni ahalinin Ruslara karşı sempati besledikleri bilindiğinden, her ân

karışıklık çıkması mümkündü. Müzakereler esnasında Ayaste-fanos'a Ermeniler adına bir heyet

gelmiş ve General If-natyev'den muhtar bir Ermenistan'ın tesisi, yani Doğu Anadolu'da Ermenilerin

bulunduğu sahanın, Rusya'nın himayesi altına konmasını istemişti. İgnatyev'in de bu-

291

na nıüshet bir cevap verdiği anlaşılıyor. Bu suretle (Ermeni Meselesi) bir siyasi problem olarak

ortaya çıkmış bulunuyordu. Nitekim buna ait ban kayıtlar Ayastefa-nos Muahedesine konmuştur.

(Madde 16)...» Peşinden Halûk F. Gürsel'in satırları: «Ermeni meselesi deneri mes'ele, 1877-1878

Osmanlı Rus savaşı sırasında Rusya'nın, Anadolu'nun kuzey -doğusundaki bazı Türk şehirlerini

işgal ederek buralarda yaşayan Ermenileri bağımsızlık amacıyle Osmanlılara karşı kışkırtmalariyle

başlamıştır. İngiltere ise kurulacak bu devletin Rusya nüfuzu .altına düşeceğinden ve bu yoldan

Rusya'nın İskenderun'a ve Basra Körfezine inmesinden korkmuştur.Böylece Ermeni dâvası

Ermenilerce değil, Osmanlı Devleti üzerinde menfaatleri çarpışan iki devletin, İngiltere ile

Rusya'nın gayretiyle ve önce politik bir hüviyetle meydana getirilmiştir.

1878"de, Osmanlı Devleti Rusya'ya yenilince, Ermeni patrikliği, Ermenilerin bulunduğu Fırat'a

kadar toprakların Rusya'ya ilhak edilmesinin Rus Çarından istenmesine karar vermişti. Ayastefanos

anlaşması ise, Osmanlı Devleti'nin Ermeniler hakkında ıslahat tedbirleri almasına ve bu tedbirler

alındıktan sonra Rusya'nın bu topraklardan çekilmesine karar vermişti. Berlin antlaşmasında ise

hüküm yumuşatıldı. Yeni şekle göre, Osmanlı Devleti Ermeniler hakkında aldığı ıslahat tedbirlerini

devletlere bildirecek devletler de bu tedbirlere nezaret edeceklerdi.

Berlin'de muhtariyet bile koparamamaian, Ermenileri çok sinirlendirdi. Silâhla mücadeleye karar

verdiler. Bu sebeple dernekler tanıldu. Bunların en ÖHesa-lisi 1887'de Marksist prensiblerg göre

İsviçre'de kurulup, faaliyetini Doğu Anadolu'ya yayan Hmçak komitesi iîe-Kafkasya'da kurulup

faaliyetini (Ermeni) demekleri*

292

nin birleştirilmesine hasreden (Taşnaksutyun Komitesi • Ermeni İhtilâl Cemiyetleri İttifakı) dır.

(Hınçak) Komitesi 1896'daki genel Kongresinde, kendisine tek amaç ve vasıta olarak isyan

çıkarmayı kabul etti.

1880'de (Gladston) İngiltere'de iktidaragelince, Ermeni meselesini kurcalamaya başladı.

1885'de Doğu Rumeli Bulgaristan'a katılınca Londra, Viyana ve Rus ya'daki dernekler faaliyete

girişip bağımsız bîr Ermenistan kurulmasını istediler.

Bu çabalar sonucu 1888de Van'da, 1890da Erzurum'da, 1894 de Bitlis'de ayaklanmalar çıktı.

Osmanlı Devleti bunları bastırdı. Olaylar Birinci Cihan Savaşına kadar böyle devam etti. Avrupa ve

Âmerika'daki Ermeniler, Osmanlı Devletindeki kışkırtmaya devam ettiler.

Ve nihayet Ermeni dâvası, Birinci Dünya Savaşında İttihatçıların yarı haklı, yarı zâlim satın altında

çözümlenebildi.»

MAKEDONYA MESELESD :

Dağlardan kasabalara inen köylülerin bile eşeklerine bomba ve dinamit yükledikleri saha... Bizi

içten ve dıştan tahrip gayesiyle başımıza ne geldiyse bu yoldan gelmiştir.

Türk - Rus ilişkilerini inceleyen muharrir, her köşesinde Moskova yapısı bombaların kestane fişeği

gibi patladığı Makedonya'yı şöyle görüyor:

«Bu mesele de Ayastefanos ve Berlin anlaşmalarının doğurduğu meselelerden biridir. Bilindiği

gibi, Ayastefanos anlaşması Makedonya'yı da içine alan bir büyük Bulgaristan kurmuştu. Berlin

anlaşması ise Ma kedunyayı Osmanlı Devletine iade etmişti. Ama Bulgarlar Ayastefanos

Bulgaristanlın bugüne kadar hiç unut-

293

manmşlardır. 1885de Doğu Rumeli'nin Bulgaristan'a ilhakı Makedonya meselesinin dönüm noktası

oldu. Şimdi Bulgaristan Makedonya'yı da ilhak etmek için çaba harcamaya bağlamıştı. Bu sebeple

çeşitli komiteler kuruldu. Bunların tek amacı isyan çıkarmaktı. Yunanistan ve Sırbistan da

Bulgaristan'dan geri kalmamak için çeşitli komiteler kurmuşlardı. Bu hai iki devleti yakından

ilgilendiriyordu: Avusturya ve Rusya... Avusturya, demiryolu yapmak suretiyle Balkanlarda

yayılmaya çalışıyordu. Bulgaristan'ın buralara göz dikmesi hoşuna gitmedi. Rusya da Bulgaristan'ın

Makedonya'yı ilhak etmesini istemiyor, Balkanların diğer Slav devletleri arasında paylaşılmasını

istiyordu. Bu iki devlet bu menfaat birliği sonucu aralarında anlaştılar. 1897'de yapılan anlaşmaya

göre Makedonya'da statükonun korunmasına çalışılacak, toprak ele geçirmeye çalışmıya-caklardı.

Ancak bu mümkün olmazsa, Avusturya Bosna - Hersek'i ilhak edecek, Arnavutluğa muhtariyet

verilecek, Makedonya da Balkan devletleri arasında paylaşılacaktı. 1903 yazı geldiğinde artık kan

dökülmeye başlamıştı. Ba durumda Rusya ve Avusturya tekrar aralarında danışarak (Muerzsteg

Programı) adı altında hazırladıkları ıslahat projesini diğer devletlerin de rızasını alarak Osmanlı

Devletine sundular. Osmanlı Devletini nüfuzu altında bulunduran Almanya bu teşebbüse

katılmamıştı. Osmanlı Devleti ıslahatı kabul ederek uygulamaya başladı. Durum da biraz düzeldi.

1908%de II. Meşrutiyetten sonra Ittihad ve Terakki Partisinin buraları Türkleştirme faaliyeti,

Makedonya'yı daha çofc karıştırdı. Balkan savaşları sonunda Makedonya tamamen Osmanlı

egemenliğinden çıktı.»

Makedonya, en büyük acıyı İkinci Abdülhamıd'a hissettiriri Osmanlı İmparatorluğunu hâkimiyet

koltuğuna yerilmekten alıkpyucu bir kanlı basur olmuştur.

294

Çilekeş tkinçi Abdülhamîd Hân'ın başındaki meseleler sayılmayacak kadar çoktur. Bunlardan en

ıstıraplıları arasında, saydıklarımızdan sonra Arnavutluk ve Girit meselesi geliyor.

ARNAVUTLUK MESELESD :

Tarihimize büyük vezirler, kumandanlar, ilim a-damlan hediye etmiş olan, ekseriyetiyle koyu

müslü-man bu millet, som halk yığınları halinde hiçbir zaman Türkle bağdaştırılamamış ve alçalma

çığırımız boyunca tereddiye terkedilerek nihayet ecnebi fesatları yüzünden ayn bir kavim şuurunun

içinde bizden kopup gitmiştir. Türkle, dış ölçülerinde beraber olduğu dinin, hassasiyet çerçevesinde

her türlü yabancılığı silici vahdetini, Anadolu çocuklariyle bir arada yaşayamamış bir millet...

İkinci Abdülhamîd'in sırf «anâsırın tevhidi -yabancı unsurların birleştirilmesi» yolundaki

siyasetine, Arnavutları himaye etmesine ve onlardan hassa birlikleri kurmasına rağmen de, bu

kafaca zaif unsur, öz kökümüze hiyanet davranışı olan İttihatçı Hareket Ordusu kadrosunu keçe

külâhlariyle doldurmakta ve Padişah üzerine yürümekte alet diye kullanılabilmiştir. Ne uğurda

olursa olsun, bahadırlığı fikir ve idealin üzerinde tutarcasına iptidaî bir dağlı havasına bürülü

gördüğümüz Arnavud'un, yığın psikolocyası bakımından bu halini ruhunun sadeliğinde aramak ve

menfi telkinlere kapılmaktaki zaafını bağlamak lâzımdır.

O halde Moskof hesabına mükemmel bir vasıta... Kabahat ise onda değil, onu kendi şartlan içinde

Türk'ü temessüle davet edemeyen, İslâm potasında eritip Türk'e perçinleyemeyen bizde... Zaten

yabancılara kendimizi temessül ettirme dâvasında zaafımız bütün ta-

295

I

rih boyunca aşikârdır; ve Arnavutlar, daha niceleri gibi bu zaafımız yüzünden, dış çizgilerde

tfizimle bir, iç çizgilerde ise ayrı kalanlardan ve gaye için sadakat değil de sadakat için sadakat

karakteri yüzünden açıkgözlerin ellerine düşenlerdendir.

Berlin anlaşmasına göre Karadağ genişletilip Ko-sine ve Plâvya'yı içine alınca, ırkdaşlariyle dolu

olan bu yerlerin kendilerinden koparılması Arnavutları ayaklandırdı. Karadağ'a karşı harekete geçip

onun kuvvetlerini yendiler. Berlin'de alınan bir karar bazı Arnavutluk topraklarını Karadağ ve

Yunanistan arasında tak-, sime tâbi tuttuysa da buna da boyun eğmediler ve bu yerleri kuşattılar.

İngiltere, bu havzaların, Türk birliği dışında kendi başına hareketinden ve Osmanlı Devletinin

oralara hâkim olamamasından o kadar öfkelendi ki, Rusya ile el ele İzmir'i işgal etmeyi bile

düşündü. Nihayet büyük bir Osmanlı kuvveti, bu yerleri zorla Arnavutlardan koparıp eliyle

düşmana teslim etmek gibi bir mahkûmiyet altına düştü.

Hep, ruhta kaynaşamamış, birbirinden kopmuş ve beraoerlik içinde ayrılığa düşmüş olmanın

neticeleri...

ݺaret ettiğimiz gibi, bu meselede bize düşen suç, Arnavutluk, istiklâlini alıncaya kadar, ne Türk

birliğine yardımcı olabilmiş, ne de Türk birliği onu kendi içinde gösterebilmiştir.

GDRDT MESELESD

Moskof desteği üzerindeki Yunan (Megalo İdea)sı (Minos) medeniyetinin beşiği Giridi de içine

alıyordu. Yunan Kralı Yorgi, Çar İkinci (Aleksandr)ın yeğeniyle evlenince, Yunanlılar, çeyiz

olarak Ruslardan Girid'i beklemeye başlamışlardı. 1366 Girit isyanı bastırılmış,

296

fakat iki yıl sonra Moskof sevk ve idaresi altındaki dış baskı sebebiyle Girid'e muhtariyet tanınması

kabul edilmişti.

«1877 - 1878 savaşı sonucu, Girit üzerinde bir İngiliz - Rus mücadelesi ortaya çıkardı. İngiltere,

Akdeniz'de durumunu kuvvetlendirmek için burasını da almaya karar verdi. Ayastefanos

antlaşmasının 15. maddesi, Osmanlı Devleti'nin Girit'in muhtariyetini genişletmesini ve bu konuda

aldığı tedbirleri uygulamadan evvel Rusya'ya danışmayı öngörüyordu. Bu hüküm, açıktır ki,

Rusya'nın geniş müdahalesine zemin hazırlıyordu. Bu sebeple İngiltere'nin de ısrarıyla Berlin

Anlaşmasının 23. maddesine muhtariyet plânlarının uygulanması hakkında Avrupa devletlerine

bilgi verilmesi esası kondu. Buna rağmen 1878 sonunda Girit'te gene a-yaklanmalar çıktı. Osmanlı

Devleti Halepa anlaşmasıyla Rumların imtiyazlarını genişletti. Buna göre ada'ma valisi Rumlardan,

yardımcısı ise Türklerden olacaktı. Meclis üyelerinden 49u Rum. 31'i Türk olacaktı. 1882'-de

İngiltere'nin Mısır'a yerleşmesi Girit üzerindeki çabalarını artıran bir faktör oldu. Öte yandan

Yunanistan da gayretlerini artırmıştı. Bu durumda 1889'da Gi-"•»t Kumları yine ayaklanıp, ada'yı

Yunanistan'a ilhak etmek istediler. Adadaki silâhlı çatışmalar sırasında, Rumlar Müslümanlara

saldırıyorlardı. Bu durumda e-nerjik davranan Osmanlı.Devleti adaya kuvvet şevketti. Hem sükûnu

temin etti, hem de Halepa fermaniyle verdiği imtiyazların çoğunu geri aldı.

1895'de ise Ermeniler isyan çıkarmaya başlayınca, Rumlar yeniden ayaklandılar. 1897'de ise Girit

Rumları kendilerini Yunanistan'a kattıklarını ilân ettiler. Ermeni meselesinin doğurduğu

katışıklıktan yararlanmak isteyen Yunan kralı, bu birleşmeyi kabul etti. Yunan

297

kuvvetleri adaya çıktı. Ancak devletler Yunanistan'ı desteklemediler ve sulhu iade için her biri

600'er kişiyi adaya gönderdiler. Yunanistan askerlerini geri çekti. Ancak adaya asker çıkarmışken

geri çekmek Yunanis tan'uı ağrına gitti. Artik Yunanistan Osman'a Devletine harp açmak

istiyordu.»

Gerisi malûm... İkinci Abdülhamîd'in öz iradesiyle verdiği ve sonunda Türk ordusunun topuğuna

Atina kapılarında, (Misolongi) önlerinde (Lord Bayrın)m kalbi gömülü olan noktaya bastırdığı

Türk - Yunan safari, Türk zaferi; vs böyleyken kısa ve dolambaçlı yollardan Yunanlılara geçen

Girit...

O devrin şarkısı:

Girit bizim canımız, Feda olsun kanımız!

Türk'ü üçbuçuk Yunan palikaryasına yendinnsyi düşünecek kadar hor gören Moskof plânı, üîu

Hakan II. Abdülhamîd Hân sayesinde muvaffak çü

SARKf RUMELD MESELESD.:

Şarkî Rumeli meselesinin içyüzünü görmek için, ikinci Abdülhamîd Hânın, 3 Mart 1917 tarihinde

Beylerbeyi Sarayında, şahane bir üslûpla kaleme aldığı şu satırları okumak lâzımdır:

«Şarkî Rumeli meselesinde benim zaaf göstermiş olduğumu pek çok iddia ettiler. Zaaf göstermek,

mevcut kuvvetten istifade etmemek demektir. Hangi kuvvet mevcut idi de Şarki Rumelindeki hakk-

ı hâkimiyeti müdafaa enirinde istimal edilmedi?.. Bunu düşünen ve söyleyen bir insaf sahibini

bugüne kadar işitmedim.

Bulgar, prensi Batenberg Filibe'ye müstevli olduk

298

tan sonra, vak'adan bizim hükümetimiz haberdar olabildi. O da Rus sefirine gelen bir

telgrafnameden Telgraf Nazırı İzzet Efendi'nin beni haberdar etmesiyle mümkün olabilmişti.

Sadrıâzam, Sait Paşa idi. Terki taht ettikten sonra okuduğum bazı beyanat ve muhar-reratmda Sait

Paşa’nın vekayii kendi lehine tahrif etmiş olduğunu hayretle ve teessüfle gördüm.

Sait Paşa, Bulgarların tecavüz edeceklerinden daha evvel haberdar olamadığı gibi, vaka İstanbul'a

aksettikten sonra da —bir müddet tereddüt ederek— müzakere esnasında Sura yi Devlet Reisi Akif

Paşa’nın beyanatı üzerine buna kani olmuştu. O vakit bu mesele için Filibe'ye asker

sevkolunmakta, hem müşkilât, hem tehlike vardı. Doksanüç Seferinin tarumar ettiği ordu henüz

toplanamamıştı. Hazine tamtakırdı. Askerin levazımı ve memurların maaşatı bile pek güç tedarik

olunuyordu. Vilâyetler vardı ki, jandarmaları yirmi aydan, otuz aydan beri maaş atamıyorlardı.

Böyle bir zamanda sırf bir isimden ibaret kalmış olan bir hakk-ı hâkimiyet namına, neticesi meçhul

ve karanlık bir harbe girişmeyi ben tehlikeli gördüm.

Güya Sarayı muhafazaya memur olan, İkinci Fırkadan birkaç tabur ayırmamak için benim bu

meselede azimsizlik gösterdiğimi söylediler. İkinci Fırkanın birkaç taburu gidip gitmemiş... Bundan

netice üzerine ne tesir vâki olabilirdi?..

Daha toplu ve bize nisbetle daha hazırlıklı olan. Sırp Ordusunu mağlûp eden o vakitki Bulgar

Ordusunu, İkinci Fırkanın birkaç taburu mu inhizama uğratacaktı?..

Düveli Muazzamanın bu husustaki niyet vef mesleki de malûm değildi. İlk tahminler, darbenin Rus

tarafından gelmiş olduğuna matuf iken, sonradan görül-

299

dü ki, Rusya bu meselede Bulgarlara muarız ve mu-hasım imiş...

Cismi Devleti, şedit sarsıntılardan vikaye için ara-sıra küçük fedakârlıklar lâzım idi. Şark ve Garbın

aleyhimize yürüdüğü bir sırada, ben, her tarafa meydan o-kuyamazdım.

F.Jer Bulgarların Filibe'ye duhulü üzerine selieme-hüsselâm meydana atılsaydıtn, Bulgarlarla

Sırplar ma-harip değil, müttefik olurlar ve yalnız Şarkî Rumeli meselesi değil. Makedonya

meselesini de beraber hallederlerdi.

Bulgarların Şarkî Rumeli'ye, tecavüzü üzerine Balkan- muvazenesine halel geldiğini iddia ile

Alasonya hududunda talışidata kıyam eden Yunan dahi Yanya havalisine ve adalara ait metalibini

kabul ettirmek için onlarla birleşir; ve îşkodra'ya inmek en büyük emeli olan Karadağ'ı, bu fırsattan

istifade etmekten hiçbir kuvvet menedemezdi.

Gabriyel Paşa adlı bir Bulgar'ın Rumeli-i Şarkî valiliğinden teb'id edilmiş olmasından dolayı

gözüm kızarak işe girişseydim, 1328 senesindeki felâketi, o zaman, yâni ordusuz, parasız, pulsuz,

hazırlıksız bulunduğumuz bir vakitte kendi elimle ihzar ve davet etmiş olurdum. Balkan vakayi-i

ahiresi benim kalbimi çok kanattı. Yalnız bir şeyle müteselli oluyorum ki, ben 1301 senesi

Eylûlündeki hazım ve ihtiyatımla bu musibeti yirmi sekiz sene tevkif edebilmişim.

Sait Paşa'yi yakından tanıyanlar tasdikde tereddüt etmezler ki, paşa bu gibi mühim meselelerde

sarih bir fikir beyan etmez. Daima (şöyle yapılırsa bu, böyle yapılırsa şu mahzur vardır) demek kârı

ve şiarıdır. Halbuki leytileal devri değil, kat'î bir karar vermek zamanı içinde bulunuyorduk. Kâmil

Paşa'yı ilk defa olarak

300

mevkii sadarete getirmekle Şarki Rumeli meselesinin ilk hâd devrini geçirdim.

Kâmil Paşa'nın bu sadaretini Şarki Rumeli meselesindeki meylimi hissederek rızacılık etmek

istediğinden münbais zannedenler, hatâ ederler. Kâmil Paşa'yı daha evvel zihnimde sadarete

namzet etmiştim.

Sait Paşa'nın Kâmil Paşa'yı istirkap ettiğini anlar ve Meclisi Vükelâda arasıra gıyaben istihlâf

etmekte olduğunu işidinüm. Suriye Valisi Hamdı Paşa'nın vefatı haberini selâmlık resminde aldım.

Suriye'nin ehemmiyetine binaen kimin münasip olacağını Şeyhülislâm Uryânî zade Ahmet Esat

Efendi'den sormuştum. Efendi, Evkaf Nazırı Kâmil Paşa'nın o havalide memuriyeti ve hüsn ü sıytı

olduğunu beyan ile, Suriye valiliğine tayini reyinde bulundu.

Kâmil Paşa'nın Vükelâ arasından uzaklaştırılması için yine Vükelâ arasında bir cereyan olduğunu

anladım. ݺte Sait Paşa'nın rakibi Kâmil Paşa'yı istihlâf etmesine sebep budur!»

İkinci Abdülharaîd'in samimiyet tüten satırlarında, 33 yü ateşin üstüne eli ve ayağiyle abanarak

alevlenmesine mâni olduğu iç yangınımızdan kıvılcımlar uçuşmaktadır.

ABDÜLHAMÎD'DN SON YILLARINDA

îkinci Abdülhamîd, saltanatının son yıllarındadır. Rusya'nın İmparatorluk tahtında da «Bütün

Rusyala-nn» sonuncu Çan îkinci Nikola...

1905 Rus - Japon Harbîn! kaybeden Rusya, her taraftan ıhk denizlere çıkma emelim Uzak Doğuda

denize

301

gömmüş bulunuyor. İngilizlerle çatışan Rusya, bir anlaşmaya vanp, gözlerini yine Boğazlara

dikmiş...

îkinci Abdülhamîd bunca dış mesele karşısında bir da iç faciayla karşı karşıya... Makedonya'da

pişen ve günden güne pekleşen sözde hürriyetçiler hareketi...

Bu hareket Rusya'yı mes'ut etmektedir. Zira bütün dür.ya görüşleri, Yahudi ve Mason sevk ve

idaresinde ve kabuk üstü bir Avrupalılaşma gayreti içinde Makedonya dağlarının havasını andırır

bir sertlik vs gczükara-lıkla güya Türkiye'ye hürriyet getirmekten ibaret İttihatçılar (oligarşi) si,

Abdülhamld'in şahsında (monarşi) yi yıkmaya savaşırlar, Ulu Hakan'ın bütün Türk mâna ve madde

kıymetlerini koruyucu politikasına zıt. bölücü, parçalayıcı, vatanı kayalara çarpıcı bir yol tutturmuş

bulunmakta, bu da Moskof hesabına enfes bir zemin teşkil etmekte...

Japonlara mağlûbiyetlerinin hacaletine rağmen BcS?zlsr üzerinde tekrar horozlanmaya kalkarı

Ruslar, yüzsüzlüklerini o hale getirdiler ki, 1907 yılında, İngi-lizieıe, Boğazların yalınız Rus harp

gemilerine açılmasını teklife kadar gittiler. İngilizlerden sinsi ve her yöne çekilmesi mümkün bir

cevap alınca, Avusturya'ya baş vurdular ve şu karşılığı aldılar:

— Buna teşebbüs etmeden, beraberce hareket etmemiz için bize haber veriniz! Biz de resmen

Bosna -Hersek'i Avusturya'ya katmak niyetindeyiz!

5 Ekim 1908'de Avusturya, Bosna - Hersek'i resmen ilhak ettiğini bildirdi. Sırbistan telâşta ve

giden yerleri kendi müstakbel hakkından koparılmış kabul etmekte,.. Almanya ise ileride Rusya'ya

karş! ittifakını pişirmeye başladığı Avusturya'yı tutmakta... Rusya'ya sert bir nota dayadî ve Bosna -

Hersek ilhakını tanımasını istedi.

C02

Bütün bunlar çilekeş Abdülhamid'in başına yerleştirilmiş bir kazan içinde kaynatılıyordu.

Tam o sırada (yani 5 Ekim 1908 günü) Bâbîâliye çskilen bir telgraf da, Bulgaristan'ın, istiklâl ilân

ettiğini ve Frens (Ferdinand)ın kral ünvaniyle taht'a geçtiğini ilân ediyordu.

Berlin Konferansının şeklî bir muhtariyet vermekle yetindiği ve hakikatteki bağımsızlığını resmen

kâğıt üzerine dökmediği Bulgaristan, şimdi bu şekil pürüzünü de süpürmüş, Türkiye'ye vereceği

tazminatı efendisi Moskofa olan Türk harp tazminatı borciyle takas ettirmiş, şarkî Kümeliyi almış

ve dört yıl sonra Çatalca önlerine kadar uzanmak üzere İmparatorluğun karşısına dikilmiştir.

Türkiye bunu da görecekti; Moskof yumruğu altında tam iki asır, ot minderden daha tepkisiz bir

hedef rolünü oynadıktan sonra, or.un yetiştirmeleri bir sütçü Bulgar, bir dağlı Sırp, bir palikarya

Yunanlıdan dayak yediğini da görecektir. Şu var ki, Trablus felâketinden Birinci Dünya Harbi

belâsına kadar çorap söküğü gibi gidecek ve daima Moskof eliyle desteklenecek olan bu gürül

gürül yıkılış ve devriliş safhası. İkinci Abdülhamîd taht'tan indirildikten sonra ve onun şahsında

vatana işlenen günahın neticesi halinde tecelli edecektir.

Sahte kahraman Mithat Paşa'nın «aydınlık» ismiyle getirdiği karanlık ve «hürriyet» namı altında

ektiği zulüm, Yahudi ve Mason ütopyalarının kuklası İttihatçılarda kemalini bulunca,

İmparatorluğun da Sultan Reşad'a kadar 610 yıllık hayatı sona ermiş olacak ve bu dâvada büyük

pay Moskofta kalacaktır.

ikinci Abdüîhamîd'in hemen arkasından gerçekleşen yıkılış ve devriliş safhamızın ilk ve acı

tecellisi Balkan Harbidir.

303

BALKAN SAVAŞI

Rusya, Alman ve Avusturyalılarla birtakım anlaşmalara girip çıktıktan ve Meşrutiyetin ilânı

sıralarında Doğu hududumuzdan üzerimize saldırmayı plânlamaya kadar vardıktan sonra Trablus

Harbi vesilesiyle Boğazlar üzerinde bir siyasi zorlama tecrübesine daha girişti. Yir.e bu vesileyle

hırsları şahlanan Balkan devletleri, orkestra şefleri Moskofun kumanda değneğini havaya

kaldırmasiyle aralarında anlatmaya koyuldular.

Kendi üslûplariyle anlatsınlar :

«Dlk yapılan Sırp Bulgar ittifakıydı. 13 Mart 1912 tarihli bu itifaka göre, savaşa başlama tarihini

Rusya tesbit edecekti. Öte yandan, ele geçirilen toprakların paylaşmasında anlaşmazlık çıkarsa, bu

topraklar Rus Çarının hakemliğine bırakılacaktı. Bu hükümler Rusya'nın Balkan savaşlarındaki

rolünü gösterir sanırız.

Sırp-Oulgar ittifakından iki ay sonra Bulgar Yunan ittifakı yapıldı. 6 Ekim 1912'de Karadağ-

Sırbistan ittifakı da yapıldı. Daha evvel Karadağ - Bulgaristan ittifakı sözlü olarak yapılmıştı.

Bunun üzerine iki gün sonra Karadağ Osmanlı Devleti'ne harp ilân etti.

C«manh Devleti savaşa iyi hazırlanmamıştı. Öte yandan Sırp ve Bulgar orduîan büyük ölçüde Rus

gö-uüiiülerinden müteşekkil di. Osmanlıların kurduğu ilk ordudan Doğu crdusu kısa zamanda

bozuldu. Bulgarlar Çatalca'ya kadar geldiler. Batı ordusu ise Kamanovada Sırplara yenildi.

Yunanistan ise Selânik'i ele geçirdi. Donanması ise Bozcaada, Limni, Samotraki ve Taşoz'u almıştı.

Bu kötü durumda yalnız Edime, tşkodra ve Yânya şehirleri mukavemet ediyorlardı. Sırbistan ise bir

yandan Yenipazar'ı ele geçirirken öte yandan da Arnavutluğun topraklarını alıp denize çıkmıştı. Bu

hal o

Î04

topraklara göz diken Avusturya'yı sinirlendirdi. Rusya ise Sırbistan'ın yanında yer aldı.

Avusturya'nın müttefiki Almanya, Avusturya'nın yanındaydı. Fransa ise Rusya'nın tara Çındaydı.

İngiltere de Rusya'yı destekliyordu. Bununla beraber Devletler savaş istemiyorlardı. 17 Aralık

1912'de olay Londra'da toplanan bir konferansa havale edildi.

Öte yandan Balkanlarda ortaya çıkan durum, Rusya'yı korkutmuştu. Çatalca'ya kadar gelen

Bulgarlar İstanbul'u alabilirlerdi. Yunanistan'ın hakim duruma geçmesi de Rusya'nın canını

sıkmıştı. Balkan ülkelerini Osmanlılar üzerine kışkırtan Rusya şimdi başına iş açmıştı. Bu sebeple,

Bulgaristan'a bir nota veren Rusya, Meric'in doğusunda kalan toprakların Bulgaristan taralından

ilhakını tanımayacağım bildirdi. Bu sırada Osmanlı Devleti de barışa yanaşmıştı. Londra barışiyle

Osmanlı Devleti, Ege adalariyle Arnavutluk sınırlarının tayini işini büyük devletlere bıraktı. Artık

Osmanlı Devletinin sadece Bulgaristanla sının kalıyordu. Girit de Yunanlılara bırakılmıştı. Edirne

ise Bulgar sının içinde kalıyordu.»

Osmanlı Devletinin bu sırt üstü yere serilişi önünde, müttefik Moskof yetiştirmeleri birbirlerine

girdiler ve boğaz boğaza geldiler. Bu da —ne acıklı!— Osmanlı Devletini kurtaran bir vesile oldu.

Edirne fâtihane bir eda ile geri alındı. Arnavutluk ve Adriyatik Denizine kadar uzayan koridor,

SelâniK dahil, elimizden çıktı ve Türkiye'nin Avrupa kıtası üzerindeki payı bugünkü kurabiye

parçası Trakya'dan ibaret kaldı.

İstanbul, düşman hududuna 200 küsur kilometre mesafede, atla 3 günlük, otomobille 3 saatlik

yolda, Moskof ihtirasının, eteğine kadar yaklaşabildiği bir dünya güzeli halinde duruyor. Bu dünya

güzelini hırs-

F.: 20

305

larına râmetmek isteyen efe devletler, sırf onun güzel-ligindeki dehşet yüzünden hem ellerini

çekememekte, hem de birbirlerinden korktuklan için ellerini daha fazla uzatamamakta... Sadece

kuvvet tesadümlerinin açtığı bir boşluk yuvası içinde dünya güzeli İstanbul, ha-remagasından

farksız bilinen, eski erkek, fakat şimdiki kocakarı, böylece Osmanlı Devletinin elinde kalmakta..

Allah'ın, Türk tarihine nakşettirdiği, bundan büyük hikmet, ibret ve cilve mi olur?

Peygamber emri yolunda İslâm vecdiyle, Batı ve Hıristiyanlık temsilcisi Doğu Roma

İmparatorluğunu yıkan ve İstanbul'u alan yüce bir millet, şimdi o vecdi yitirmiş olmak yüzünden

boşlukta mekân işgal etme hassasını kaybetmişken, İlâhî cilve icabı, yine İstanbul'u elinde

bulunduruyor, fakat (anti tez) ini Moskof'un teşkil ettiği ruh kökü dâvasına bir türlü yanaşamıyor.

Türk'ün âbideleşmiş mânası olan Ayasofya Camii, o günlerden beri müzedir, denilse yeri... Sonraki,

geç kalmış bir muamele...

MOSKOF'UN İSTANBUL'A BAKIŞI

Artık İstanbul'u kat'î surette Moskof'a peşkeş çeken Birinci Dünya Harbi İtilâf Devletleri

anlaşmasına doğru, Moskof'un İstanbul'a bakışını kendi ağzından dinlemek lâzımdır.

93 Harbinden sonra Rusya'nın İstanbul elçisi, bu .mevzuda Çar*a bir rapor vermiş ve demişti ki:

«— Boğazların ele geçirilmesi bizce tarihi bir zarurettir. Siyasî, tarihi ve askerî menfaatlerimizin

icaptan hu nokta üzerindedir. Bu dâva, topraklarımızı genişletmek meselesi değil, açık denizlerin

kapısını elde etmek

306

işidir. Bu suretle, bütün Karadeniz kıyılarına yayılmış olan müdafaa tertiplerimiz bir noktaya

toplanmış olur. Böylece kuvvetlerimizi tasarruf eder ve batı sınırımızda. Almanya ve Avusturya'ya

karşı dana kuvvetli hale geliriz. Balkanlarla Asya arasındaki yolların düğüm noktasını elde

bulundurmakla, Balkanlar ve küçük Asya'nın akıbeti üzerinde kat'î bir hâkimiyet kurarız.

Hristiyanlarm ve tslâv milletlerinin korunması meselesi de kendiliğinden halledilmiş olur.

Avusturya'dan Balkanlarda korkumuz kalmaz; hattâ onu Balkanlardan tamamen söküp dışarıya

atmak ümidini besleyebiliriz.»

Sefirin, İstanbul ve boğazlan ele geçirmek için Çar'a gösterdiği yollar:

«— Birinci yol; Her ân, herhangi bir bahaneyle çıkarılacak bir savaş... İkinci yol: Türkiye'de sık sık

meydana gelen isyanlardan faydalanıp müdahale şekillerini kollamak... Üçüncü yol: Türkiye'ye

dışarıdan gelecek bir tehlikeye karşı Padişahın Rus yardımına sığınmasını temin etmek ve doğacak

fırsatlar sayesinde Bo-ğazlar'a yerleşmek...»

Çar, şatafatlı masasında, bu raporu önüne sermiş, etrafına bir takım derkenarlar serpiştirmektedir:

«-— Bütün bunlar akla çok uygun şeylerdir, Allah bize, bu saadet ânına kadar yaşamayı nasib

etsin... Bunun er - geç böyle olacağından ümidimi kesmiyorum!»

1865'de Çar (II. Aleksandr), yaveri Obruçef'e şöyle yazmaktaydı:

«— Benim düşünceme göre bir tek amacımız olmalıdır: istanbul'u ele geçirmek... Bu Rusya'nın

menfaatleri gereğidir. Balkanlarda olup bitenler bizim için ikinci derecededir. Boğazlar işinin

henüz zamanı gelmemiştir, fakat hazır olmamız gerekir. Ancak bu iş için Bal

307

kan yarımadasında bir savaşa girmeye razı olurum; zira bu Rusya için lâzım ve gerçekten

faydalıdır.»

Rusların istanbul ve Boğazlara, hayallerindeki imparatorluğun kalbi gözüyle bakmaları, 1914

sıralarındaki siyasi inkişaflara göre, Rusya'ya tutacağı cepheyi gösterdi. Almanya, Avusturya ve

kendi arasındaki «Üç İmparatorluk Anlaşması» na sırt çeviren Rusya İtilâf devletlerine yanaştı.

Zira Alman militarizma ve emper-yalizmasından kendini emin görmeyen Rusya, ihtirasını ancak,

tezatlı ve menfaatleri sık sık çarpışıcı bir dünyada arayabilirdi; o da İngiliz ve Fransızların temsil

ettiği âlemdan başkası olamazdı. Zira Almanya, 19. Asrın sonlarında ve 20. Asrın başlarında elde

ettiği büyük iktisadi, askeri ve siyasî takatle, dünya hâkimiyeti mevzuunda İngiltere'nin karşısına

korkunç bir rakip olarak çıkmış ve bu rakibin Rusya'ya tanıyabileceği hayat hakkı, Moskofa, İngiliz

ve Fransızların tanıyabileceklerinden çok daha dar ve hasis görünmüştü. Çünkü bir Alman

galibiyeti neticesinde, Avrupa, tek ve rakipsiz bir kuvvetin eline düşmüş olacak; ve zaten «Anadolu

- Bağdat» demiryolu ile Hindistan istikametini kurcalamaya başlamış bulunan Almanya elbette ki,

Boğazlar gibi, kıtalararası bir kilit noktasını, bütün hinterlandı elinde olarak, nüfuzu altına almaya

bakacaktı. Alman terakkisi Rusya'nın, İngilizlere karşı Almanlar'a yaklaşma plânını değiştirmek ve

Rusya'yı, o güne dek Boğazlar'a inmesine razı olmayan İngiliz ve Fransızların kucağına atmıştı.

Aynı tehlike karşısında İngilizler ve Fransızlar da, Rusya'ya Boğazlan peşkeş çekmek zarureti

altındaydılar.

ݺte Rusların İstanbul ve Boğazlara bakışı, bütün dünyaya bakışlarının merkez noktası olarak bu

derece hassas ve nazikti ve hazırlanan Dünya Savaşı neticesinde gayesini elde edeceği vadine ermiş

bulunuyordu.

308

Bu bakış hâlâ yerli yerindedir ve sayısız değişikliklere rağmen değişmeyen tek esastır.

SEFERBERLDK

Halkın «Seferberlik» yaftası altındaki ana-baba günü ifadesiyle belirttiği «Har*>-ı Umumi» veya

Birinci Dünya Savaşı...

1914 Haziran ayının 28 inci günü Avusturya Veli-yahtı (Arşidük Fransua Ferdinant)m Saraybosna

sokak, larında yediği kurşun, hemen Avusturya'yı, arkasından Sırbistan'ı patlatmış, onu Rus,

Rus'unkini de Alman patlamaları takip etmiş, peşinden infilâklar İngiltere ve Fransa'yı da içine

alınca, dünya kıyamet arsasına dönmüştür.

Bu nokta Türkiye'nin ölüm. - dirim ânıdır; ve Osmanlı İmparatorluğu, tarihinin hiçbir safhasında bu

kadar tehlikeli bir geçit içine girmiş değildir. Bu nokta, Türkiye'ye, selim akıl ve derin seziş sahibi

bir el tarafından ensesinden kavrayıp bir kenara çekilmesini emredici bir kararla böyle anların ince

sanatkârı İkinci Abdülhamîd yerine, olanca cesaretleri intihar sınırlarına çarpmak elan taş kafalı

İttihat ye Terakki komitacılarından başka kimse yoktur.

İkinci Abdülhamîd, feci manzarayı, Beylerbeyi sarayının pencerelerinden seyrede dursun...

Ona, Türkiye'nin Almanlar safında harbe girdiği söylenince şöyle diyecektir:

ݺte şimdi her şey bitti! Bütün emeklerim heba oldu!

Eğer Birinci Dünya Savaşı hengâmesinde Osmanlı tahtında Abdülhamîd bulunsaydı, ne yapacak ve

Tür-

308

kiye'yi nasıl kurtaracak olduğunu ilerideki teşhisimiz gösterecektir. Ve hiç şüphesiz, Şarki Rumeli

meselesinde ileriye sürdüğü «beterinden kaçınmak» siyasetiyle, Ulu Hakan, Türkiye'yi, beterlerin

beteri tasfiye felâketinden kurtaracak, az ilerideki teşhisimizde görüleceği gibi hareket edecekti.

Umumî Harp yılının Mart ayında İstanbul'da bir «Türk . Rus Cemiyeti» bile kurulmuş ve bu

derneğe Hüseyin Cahit, Salâh Cimcoz, Ahmet Nesimî, Fuat Hulusi gibi İztihatçılar girmişti.

Gülünç denilecek kadar sun'î zoraki ve iğreti bir tedbir...

Tedbir bununla da kalmamış ve üç başlı (Talât, Enver, Cemal) İttihat ve Terakkinin şeflerinden

Dahiliye Nâzın Talât Bey'in (Paşa) reisliğinde bir heyet, Litvanya'da (Kırım) istirahatte bulunan

Rus Çarını ziyarete gitmişti. Hüseyin Cahit ve Ahmed Agayef (Ağaoğlu) gibi muharrirler bu

ziyareti pohpohlamışlar ve bir Türk - Rus yakınlaşmasına mümkün geziyle bakıcı makaleler

çırpıştırmışlardı. Bu hale, İstanbul'daki İtilâf devletlerinin elçileri gülmüş; teşebbüsten, caylâ-nın

kaplanla anlaşmaya gitmesi gibi bir mâna çıkarmıştı.

«Türkiye ve Rusya»dan okuyalım:

«Bu kabul esnasında hazır bulunan (Sazonov)un, Talât Paşa tarafından öne sürülen yaklaşma

temennisine karşı. (Rusya'nın Türkiye'ye karşı siyasetinin İngiltere ve Fransa ile anlaşmak suretiyle

tanzim edilmiş olduğu ve Rusya'nın iki müttefiki tarafından tasvip görmedikçe Türkiye'ye karşı

hiçbir harekete geçemiye-ceği) tarzında konuştuğu bildiriliyor. Bu suretle Talât Bey, (Sazrnov)dan

cesaret verici bir karşthk görmemişti; mamafih buna rağmen, (Sazanov) ile yine de iki

310

memleketi ilgilendiren meselelere temas edilmiş ve Rus hariciye nazırını yoklamaya, çalışılmıştı,!»

Rus Hariciye Nazırının lastikli cevabı şu tarzda yorumlanabilirdi:

— Müttefiklerimiz razı olmadıkça size hiçbir şey yapmayız, sözü, onların muvaffakatiyle

hakkınızdan geleceğiz, demekten farksızdır.

Bu cevabiyle Rusya, aradaki doldurulmaz ve aşılmaz uçurumu, ince bir (diploması) diliyle ve

kaplan eliyle ceylânı okşar gibi yaparak göstermiş oluyordu.

Ama nerede idarecilerimizde köklü bir cihan muhasebesi?..

İttihat ve Terakki, eski Yunan esatirine benzer bir ütopya âlemi...

Litvanya'dan süklüm - püklüm dönen ve artık dalkavuk kalemlerince sükût geçilen Türk heyeti,

vaziyeti İttihat ve Terakki kodamanlarına anlatınca içi boş kafalar bir çıkar yol aramak için

kendilerini taştan taşa vurmaya başlıyor.

O sırada Almanlar, bu vaziyete karşı (ferma -avına katılmak üzere bulunan hayvanın tavrı) halinde

dir. Ne oluyor; nasıl da Türkler, ezeli ve ebedî düşman-lariyle anlaşmak gibi bir muhale iltifat

edebiliyor?

Almanya'nın İstanbul elçisine, Kırım ziyaretinin bir nezaket, vazifesinden ileriye geçmediği ve

hiçbir siyasî görüşmeye zemin açmadığı temin olunuyor; bu teminata İstanbul'daki Rus elçisi de

katılmakta faide görüyor. Hakikatte de zaten siyasî hiçbir (kombinezon) üzerinde fikir alış -verişi

yapılmamış, sadece Rusya'nın, yüzümüze bütün kapılan kapattığını görmekten başka bir tespit elde

edilememiştir.

ݺte Saraybosna'da pathyan kurşun ve işte «Üç An-

311

laşma - İtilâf-ı Müselles»in harekete geçişi... Bir tarafta İngiltere, Fransa ve Rusya'nın, öbür tarafta

da Almanya, Avusturya ve sahte bir bağla İtalya'nın bulunduğu cepheler, birer miknatisî kutup

halinde, bütün dünyayı eteklerine çekmek cehdindedirler.

Balkan Harbinden perişan çıkmış, içine Particilik ve politika düşen ordusunun çürüklüğünü cihanın

gözlerinden saklayamamış, ekonomisi harap, idarî ve içtimaî düzeni berbad bir Türkiye bu

vaziyette ne yapsın?..

Haydi bu defa Fransa ve İngiltere'ye el açış ve ittifak teklifi... Fransa teklifimizi savsaklıyor; fakat

İngiltere (1911'de) o zaman Bahriye Nazın bulunan (Çör-çil-Dkinci Dünya Harbinin meşhur

Çörçil'i) ağzından teklifimizi şiddet, belki nefretle reddetmiş bulunuyor.

Türkiye'ye bu badirede yanında yer verecek olan hiç kimse ve hiçbir grup yoktur. Hattâ Türkiye

İtilâf devletleriyle birleşecek olursa, merkezî İttifak devletlerinin çember içine alınmış olacağı bu

(stratejik) imtiyazı yalınız Türkiye'nin sağlayabileceği fikrine de kulak asan mevcut değildir.

Türkiye muallâktadır, hiçliktedir, boşlukta mekân işgal etme hassasından artık mahrum

sayılmaktadır, kendisinden hiçbir faide umul-mamaktadır; ve esasen peşinen mahkûm ve

İstanbul'un elinden alınması karara bağlanmış vaziyettedir. İngiliz ve Fransız emelleri de cabası...

Rusya'nın İtilâf devletleri safında yer alması ve Almanya'yı doğusundan toslaması Türk mirası

pahasına sağlanabildiğine göre, artık İtilâfçüarla anlaşmak diye bir ihtimale yer kalmış mıdır?..

Bu fikir, İttihatçılar gibi düşünenleri belki memnun eder ve onlara «Demek Almanya'nın kucağına

atılmakta mecbur ve mazur imişler!» mütalâasını yürüttürür. Ne yanlış mütalâa!..Bir şeyi

yapamamaktan gelen

312

mecburîuk ve mazurluk, onun tam zıddı olan kötüyü yapmak için bir sebep değildir; ve ancak,

papaza kızıp oruç bozma karaktertndeki sarp ve yalçın Makedonya kafalarına hâs bir keyfiyettir.

O halde ne yapılabilirdi?.. Abdülhamîd Han makamında bulunsaydı mutlaka yapacak olduğunu

iddia ettiğimiz Türk hareket tarzı ne olabilirdi?..

ݺte teşhisimizin de yeri :

Sonuna kadar, gayet dikkatli; hesaplı, tedbirli ve hamleli bir tarafsızlık... Silâh elde, muharip

devletlere bazı ihtiyaç maddelerini sağlayarak altınlarını ve mamul eşyalarını Türkiye'ye akıtıcı,

hattâ çok sıkışılacak olursa bazı kayıt ve şartlar altında İtilâf devletlerine yol verici ve

tamamlığnnızı daima koruyucu, hasımlarımızı (her taraf hasmımız) boyuna aldatıcı, atlatıcı,

oyalayıcı, uyutucu, çevik ve atik bir tarafsızlık...

İkinci Abdülhamîd Hân işte bunu yapardı; ve kaderin hazırladığı komünizma ihtilaliyle yere

kapaklanacak olan Rusya'nın bu durumu karşısında da' tedbirinden muzaffer çıkmış olurdu. Her

şeyin nihayet kader meselesine dayandığı, fakat tedbir plânına ait mes'-uliyetlerjrı yerli yerinde

kaldığı bir âlemde, İttihatçılar *air> aksini yaptılar ve yüzüne konan sineği öldürmek için

efendisine kurşun çeken Arnavut misali; vatanı kalbinden vurulmaya 'ttiler.

HARBE GDRDŞ

(Türkiye ve Rusya-Akdes Nimet Kurat)

«30 Temmuz'dan itibaren Türkiye'de kısmi seferberliğe başlamış ve Ağustos başında seferberlik

umumi-leştirilmişti; Harbin başlaması ile Z Ağrotos'ta Türkiye'-

313

nin tarafsızlığı ve 3 Ağustos bütün Türkiye'de (örfî idare) ilân edilmişti. Türk hükümeti, her

ihtimale kar şı, silâhlı olarak tarafsızlığı muhafazaya karar vermiş görünüyordu. Halbuki işin

içyüzü hiç de öyle değildi. Türkiye daha doğrusu bu sıralarda Türkiye'nin kaderini elinde tutan

(kader Allah'ın elinde) mahdut bir zümre veya birkaç kişi, Türkiye'nin Almanya ile bağlanmasına

karar vermişler ve 2 Ağustos (1914) Almanya He Türkiye arasında gizli bir ittifak imzalanmıştı.

Büyük devletlerden hiçbirinin zaten Türkiye'yi kendi sailarma almak istemediği de malûmdur;

İstanbul'daki Alman Büyük Elçisi (Von Fangenhaynı) dahi Türkiye île Almanya arasında bu

ittifaka muhali fdi; çünkü Türkiye askerî bakımdan hiçbir kıymet ifade etmiyordu. Enver Paşa'nın,

Temmuz (1914) başlarında Almanya'ya daveti ve Alman Erkân ı Harbîye reisi (Voa Moitke) ile

görüştüğü zaman, kendisine kerhangi bir ittifak akdi teklifi yapılmadığı anlaşılıyor I-"»»». ag sonra

Kayzer (Viiheîm) ve Alman askeri <rr" <ı.a fikri değişti ve Türkiye ile behemehal bir itf I < *t <%

îi gereğine karar verildi. Bunun üzerine (¥ora Fangenhaym) ile Enver Paşa ve birkaç .nüfuzlu zevat

arasında gizli görüşmeler sonunda, 2 Ağustos (1914) tarihinde Almanya ile.Türkiye arasında bir

ittifak akdedildi. Böyle bir ittifakın akdi ancak Enver Paşa, Talât Bey, Sadrazam Said Halim Paşa

ve Meclisi Mebusan reisi Halil Bey tarafından biliniyor, (Triyomvira - Üçüzler) in bir üyesi sayılan

Cemal Paşa'nın dahi bundan haberi olmadığı anlaşılıyor.

Mamafih bu Türkiye ile Almanya arasındaki ittifak hadd-i zatında ancak Rusya'ya karşı harbi göz

ö-nünde tutmuş, İngiltere ve Fransa üe harb hususuna değinmemişti. İcabında Türkiye harbe

katılmaktan kaçınabilirdi. Fakat tam o sıralarda cereyan eden olaylar,

314

Türkiye'yi harbe adetâ zorla sürüklemiştir. Bunların en Önemlisi İngiliz donanması tarafından

kovalanmakta olan (Goben) ve (Breslau) harp gemilerinin (10 Ağustos (1914) tarihinde Çanakkale

Boğazı'ni geçip Türk sularına girmeleri, daha doğrusu Türk makamları tarafından kabul edilmeleri

oldu. Bu iki .Alman kruvazörünün Türk sularına girmesi ve isimlerini değiştirerek (Yavuz -

Midilli) Türk donanmasına alınmaları (Alman kumandası ve mürettebatt ile) sonraki gelişmeler

üzerinde büyük bir tesir yapmıştır.»

«Abdülhamîd» isimli bir tiyatro eserimde, Ulu Hakan'ın, pencereden Boğaz'da ilerüeyişlerini

seyrederken «bir kazla bir ördeğe koca bir imparatorluk!» dediği bu iki gemi, 29 - 30 Ekimde, çarık

- çürük Türk donanmasını peşine takıp, Odesa ve Sivastopol limanlarım bombardıman etti.

Böylece, süt kuzusu veya alîl bir ihtiyar kuvvetindeki Türkiye'yi, bacaklarından kavradığı gibi

Moskof'un kafasına çalmış oldu. Süt kuzusu veya alîl ihtiyara, daha evvel ne soran var, ne bir şey!.

Ve Rusya ile harp, hem de taarruz bizden gelerek başladı.

.•Moskof yumruğu altında Türk» faslının son Çarı II. Nikola, bu münasebetle yayınladığı bildiride

şöyle der :

'(Türkiye'nin haksız saldırısı, ancak Karadeniz kıyılarında atalarımızdan bize gelen tarihî problemin

çözümüne imkân hazırlamaktan başka bir işe yaramıya-caktır.»

93 Seferinde Moskof'un İstanbul kapılarına diktiği âbide merasimle havaya uçuruldu ve Erzurum

taraflarının buzlu «Allahü Ekber» dağlarında Türk ordusunu tuz-buz edecek olan maceranın ilk

adımı atıldı.

315

CEPHELER

Moskof, Birinci Dünya Harbine giriş gayesini 1915 yılının ilk aylarında birer nota ile İngiltere ve

Fransa'ya bildirdi ve bu gayeye resmen «evet!» denilmesini istedi:

«Dstanbul şehri, İstanbul ve Çanakkale Boğazlan ile Marmara denizinin batı kıyılan ve Midye -

Enez çizgisine kadar güney Trakya ile İstanbul Boğazının doğu kıyısı, Sakarya nehri ve İzmit

Körfezinin sonradan tes-bit edilecek bir noktası arasında kalan topraklar, Marmara Denizindeki

adalar Rusya'ya ilhak edilecektir. İm roz ve Bozcaada'nın kaderi de (!) Rusya'ya danışılmadan tayin

edilmeyecektir.»

İngiltere ve Fransa birbiri arkasından verdikleri cevabî notalarla, Moskof'un bu isteklerini kabul

ettiklerini bildirdiler ve onlar da Türkiye üstündeki isteklerinin Rusya tarafından kabulünü istediler.

Türk sınırları içindeki Arap ülkeleri, İngiltere ve Fransa arasında paylaşılacak... Suriye, Adana ve

Irak, İngiltere ve Fransaca doğrudan doğruya taksim edilecek, ayrıca öbür sahaları içine alıcı bir

Arap devleti veya Arap devletleri federasyonu kurulacak... Erzurum, Van, Bitlis vilayetleriyle

Van'ın cenup kısmı (Fırat. Siirt, Muş) ve Trabzon'un batısında bir noktaya kadar Karadeniz sahilleri

de Ruslara geçecek...

İleride, Rusya hariç, öbürlerinin aşağı yukarı gerçekleştirebildiği bu ümit ve şevkle cepheler açıldı.

Rusya doğudan, öbürleri de, Rusya ile birleşme gayesiyle Çanakkale Boğazından üzerimize

çullandılar...

Sırasiyle Doğu Anadolu, Çanakkale, Irak ve Suriye cepheleriyle, ayrıca Galiçya'da Ruslara karşı

çarpı-

316

şan Avusturyalılara gönderdiğimiz yardımcı kuvevtlerin Avrupa cephesi üzerindeki hareketleri

eserimizin gayesi bakımından uzun uzadıya anlatılmaya değmez. Moskof-îa doğrudan doğruya

temasımızın sahası olan Doğu A-nadolu cephesi, halimizi ilâna fazlasiyle kâfidir.

Kınm Harbinde olduğu gibi, ana savaş sahasında müttefiklere yenilirken Doğu Anadoluda muzaffer

olan. Ruslar, aynı vaziyeti bu defa da sağladılar. «Âllahü Ek-ber» dağlarının bir eteğinden tepeye

tırmandırılan bir kolordumuz dağın öbür eteğinden ancak birkaç küçük karargâh birliği ve üç - beş

sancak muhaf iziyle inebildi ve Moskofa tek kurşun atamadan kar ve tipiye kurban edildi.

Erzurum'un Bahçe Kapısı mevkiinde Hasanka-le'de birinin kargalara patlattığı silâhtan çıkan ses

«Moskof geliyor!» çığlıkiariyle Erzurum istikametinde korkunç bir paniğe yol açtı ve «Enver Paşa»

isimli bir (Donkişot)un sevk ve idaresindeki ordu, her tarafta ezildi.

İki asırdır Tuna istikametinden İstanbul'a doğru uzanan göç yolu, bu defa Erzurum ve Van'dan

cenup ve garp istikametinde işlemeye başladı. Şehametler ve şehnameler tarihinin mirasçısı koca

bir millet, Alparslan'ın Blzansı yere serdiği ovalarda, sırtında pırtık yatağı, elinde delik torbası ve

ayağında yırtık çarığı, perişanlık -ve sahipsizliğin en acıklısına çattı. Ermeniler de Moskofun peşine

veya önüne düştüler ve kendilerini kuş sütiyle beslemiş bir milletin kanını ve ırzını emmeye,

kemirmeye koyuldular.

Bitlis'in Akman köyünden Resul oğra Abdullah isimli birinin Allah üzerine ygmin vererek anlattığı

şu misal, her taraftaki binlerce eşi ve benzeriyle, Moskof himayesinde Ermeni zulmünü yani

Moskofun Türk'ü kahrediş şeklini abideleştirmeye yeter.

317

Resul oğlu Abdullah diyor ki:

«Halk köyü boşaltmıştı. Onların Van ve diğer vilâyetlerde kılıçtan geçirdikleri masum çocukların

ve yaşlıların ırzlarına tecavüz ettikleri ve görülmedik zulümler yaptıkları duyulmuştu.

Bunun için onlara teslim olmak mümkün değildi. Kaçabilenler kaçmıştı. Ruslar ve Ermenilerin

çekildiği haberi üzerine köye döndük. Bütün evler yakılmışta. Küller arasında hasta ve yaşlılar diri

diri yakılmıştı Bunlardan Osman oğlu Şamil ve Tahtr oğlu Mustafa herkesçe tanınan yaşlılardı.

Bulunan cesetlerden ikisi kadın, on'u da hasta idi.»

Erzurumda bulunan müslüman cesetleri arasında, tenasül âletleri kesilip ağızlarına takılmış

erkekler, yarık kannlarından alınmış çocuklan ayaklarının dibinde duvara gerili kadınlar vardır.

Askeri tafsilâtını vermeyi lüzumsuz saydığımız cepheler üzerinde kıymet hükümleri şöyle:

ÇANAKKALE CEPHESÎ:

Rusya ile kenetlenmek ve yekpârelesmek isteyen İtilâf devletlerinin, o günkü Türkiye anlayışına

göre nasılsa hesapta yanıldıkları ve başında düzgünce bir sevk ve idare bulunca Mehmetçiğin neler

yapmaya kabiliyetli olduğunu gösterdiği (sürpriz) cephesi...

DOİU CEPHESD:

Moskof kahrını zorla arayıp bulduğumuz, Çarlık Rusyasızım gider-ayak bize tarihimizin son ve en

zalim darbesini vuruşuna sahne, felâket cephesi...

IRAK VE SURDYE CEPHESD:

Irak'ta perişan bir müdafaa; Suriye'de ise, Süveyş. Kanalına doğru, bu defa «Aliahü Ekber» dağının

buzu yerine Sina Çölünün güneşine yedirilen Türk ordusunun, aynı (Donkişot)lar elinde mezar

sahası...

GALDÇYA CEPHESD:

Ele alınmaya hiçbir değeri olmayan bu cepheyi, öz evi açlık ve hastalıktan kavrulurken balo

davetine koşan bir adamın mecnun fantezisi olarak gösterebiliriz.

VE CEPHELER:

Açlık ve kıtlık cephesi, tifüs ve uyuz cephesi, ihtikâr ve her türlü rezalet cephesi...

Moskof, doğrudan doğruya veya dolayısiyle, 1914 -1917 arası, kendisi can çekişirken bile

ipliğimizi pazara çıkarmakta ne kadar başanlıdır!

TÜRKÇÜLÜK TURANCILIK

1328 - 1912'de İttihatçıların numune mekteplerinde çocuklara şu şarkı okutuluyordu:

1328de Türk namus.ı lekelendi, of! Of, of, ah, ah!..

Dünyada hiçbir millet gösterilemez ki, namusunun lekelendiğini, mektep çocuklarına resmî bir

marşla ilân ettirsin!.. İntibaha çağına bu gibi hisler gönülde zap-tedilir ve günah itirafçısı bir deli

haliyle ortaya dökül-

inekten korunur; çaresine de, belki yakıcı bir nefs tenkidi şivesiyle, fakat haysiyetli yollardan

bakılır. Bütün bunlar bizde yahudi ve mason tesiriyle olmalıdır; ve Türk'ü çürüğe çıkarmaktan gayrı

emeli olmayan, emperyalist devletler elindeki bu iki tesir kutbu, ya «dünyanın en âdi milleti

benim!» yahut «dünyayı ben yarattım!» gibi iki tefrit ve ifrat noktası arasında bizi, yani îslâmî

ruhumuzu yok etmeye bakmıştır.

Nitekim, Selanik'te, ö korkunç yahudiiik ve dönme-lik kazanında pişirilen «Türkçülük ve

Turancılık», Birinci Dünya Harbi Türk aydınında itibar kazanır, kazanmaz ortaya şu marş çıkmıştır:

«Türküz ederiz daima iftihar...

Hilkatle başlar tarihimiz var!

Önde sancak, elde süngü, kalpte Turamnuz

Dünyaya hâkim olmak isteriz!

Mabedimiz Türk Ocağı,

Kâbemiz de Turandır!»

Ve Türklük idealini mekân üstü bir ruha bağlamaya kadar giden, (mistik) dedikleri madde üstü bir

mânâ arayıcüığı gayreti:

«Vatan ne Türkiyedir Türklere, ne Türkistan Vatan, büyük ve müebbed bir ülkedir: Turan.»

Ve müşahas plânda idealin istikametini Rusya olarak tayin edici görüş;

«Düşman ülkesi viran olacak! Türkiye büyüyüp Tsaraa olacak!»

Hadisenin ne kadar satıhtan görüldüğünü Kurat'ın şu satırlarından anlayın:

«Dkinci Meşrutiyet devrindenberi, Selanik'te Zıya Gökalp tarafından bir sistem batine konmaya

başlanan

320

(Türkçülük), Türk aydınlan ve genç zabitleri «rasmda sür'atle yayılmıştı. Balkan Harplerinde,

Osmanlı Devleti için (Osmanlılığın) artık yürüyemiyeceği açıkça görülmüş ve Türk devletinin

«Türkçülüğe» dayanan (Millî Türk Devleti) olması gerektiğini isbat etmiş bulunuyordu. ݺte bu

büyük değişimler içinde (Türkçülük) bir mefkure haline gelmiş ve Türkiye'nin dışındaki Türk -

Müslüman kardeşlere karşı yakınlık hisleri artmış ve sarih olmamakla beraber, Ziya Gökalp

tarafından, nesirleri ve şiirleri ile anlatılmaya çalışılan (Turan) ülkesi zihinlerde yer almaya

başlamıştı. Ziya Gökalp'ı birçok yazar ve şair takiple (Türkçülük) ve (Turancılık) ruhunda yazılar

ve şiirler yazdılar. Belli bir ideale susamış olan ve bu kadar musibetlerden sonra Türk milletinin

muhakkak canlanacağına, kuvvetleneceğine inanan Türk aydmlan ve Türk ordusu mesuplaruun

büyük bir kısmı (Türkçülük) idealini benimsediler. Büyük Savaş çıkınca Ziya Gökalp tarafından

yazılan (K121D elma) des. tanı bu şiarı koymuştur.»

Ve Ziya Gökalp eliyle, malûm şekilde, kendi fikir ustası filozof (Dürkeym)ı tahrif ederek (ilmî

suç), Türkün ruh muhtevası İslâmiyet yerine birtakım putperestlik eşyasını yerleştirmek isteyen

(dinî suç), fakat burıu açıkça lisana getiremeyip gizli bir telkin halinde yürüten, devrin kaba softa

ve ham yobazları tarafından da üstün fikirle karşı durulamayan (büyük tefekkür yoksunluğu), bir

nevi hayvanı insiyak psücolocyasından ileriye geçemeyen, ciddi bir ideolocya örgüsü olmak

haysiyetinden tamamen mahrum bulunan, kolaylığı yüzünden ve kravat aydınlarındaki gizli İslâm

tiksintisine hitap ettiği için kendisine rahatça yol bulan ve belli başlı zikzaklarla günümüze kadar

gelen ve artık yeni, gerçek milliyetçi ve mukaddesatçı nesillerce foyası meydana çıkarılmış olan

cereyan...

F.: 21

32

(Ddeolojik) tarafı kitaplık bir cehd belirtici bu meselenin ilmî ve fikri keyfiyetini bir yana bırakalım

da, onun, müşahas plânda Moskofa tatbiki üzerinde duralım:

Mcskcfîa en hazin ve son muhasebemizin çerçevesi Birinci Dünya Savaşının, Türke ekmek, su, top,

tüfek ve akıl yerine Türkçülük ve Turancılığı getiren ve îslâ-mi ruhu körleten bu İttihat ve Terakki

hamlesi, açlıktan ölmek üzere bir çılgının Kaf dağındaki dev'e ait buğday ambarına göz

koymasından ve içeride olgunlaşmak, olmak ve sonra dışanyı düşünmek, kollamak yerine, en

büyük acz haliyle en üstün kudret seviyesine dışarıdan ve bir hamlede ermeye yeltenmekten ibaret

bir abesler ütopyasıdır; ve işte bu ütopyamn ruhumuza üflediği gaflet ve gurur yüzündendir ki, koca

bir imparatorluğun cellâtlara teslimine kadar gidilmiştir.

Beîlibaşh hadler ve nispetler içinde, ruhî muhtevayı daima başta tutarak beslenecek bir milliyetçilik

ideali, önce iç oluşu, gözlemek, sonra aynı ırk ve ruh muhtevası cevherine bağlı milletlere örnek

olmak ve bu örnekliği muazzam bir yskpârelik hareketine dökmenin şuurunu muhafaza etmek

biricik yol olsa da, Ziya Gö-kalp -aşısı İttihat ve Terakki Türkçülük ve Turancılığı» bizi Moskofa

çiy çiy yedirici âmillerden biri olmanın üstüne çıkamamış ve verdiği sarhoşlukla, gözümüzden ts-

lâmı, gerçek fikri, halis ideolocyayı, yolu, yönü, dünyayı, insanlığı, her şeyi kaçırmıştır.

NDHAYET-'

Sene 1917... Rusya'da ihtilâl... Zaten Birinci Dünya Harbi, insanlığın ruh düzenini alî- - üst edici

fikirde ve sanatta, nizamda ve ahlâkta, kıymette ve iktisatta

322

«eski» ile bütün alâkalarını kesici umumi ve manevi bir ihtilâl zemini açacak ve bu zemin bütün 20.

asır boyunca her an pürüzlerle pürüzlene gidecek, eski ruh muvazenesini kaybeden insanlık onu bir

daha bulamayacak, Kerbelâ susuzluğu gibi çektiği iman hasretini dindirmeyecek ve bütün bunların

yerine geçmeye çalışan Komünizma rejiminin ebedî yokluk, dirimsiz ölüm tablosu karşısında,

tesellisini müspet ilimlerde ve yıldızlara gitmekte araya araya başını taştan taşa vurmakta devam

.edecektir.

ݺte günümüzün vardığı nokta!..

Fakat bugünü doğurmakta başlıca müessir o günün Mcskof İhtilâli, fiili ve maddî bir devrimdir ve

bir hamlede Rusya'yı süpürmekle, Türkiye'nin başındaki Çarlık Moskof unun belâsını da süpürmüş,

ama belâların en büyüğü olarak insanlığın ve bu arada Türkün başına çökmüştür.

Böylece Moskof, Türkün alçalma tarihinde ona karşı verdiği 10'uncu savaşı, içinden vurulmuş

olarak bırakmak zoruna düşüyor, topyekûn insanlığın başına yıkılmak üzere yeni âlemine çekiliyor

ve bizi, ikinci ve üçüncü derecedeki cellâtların eline teslim etmiş bulunuyor.

Şüphesiz ki, bu müstakbel belâ, belâların belâsı, o gün için Rusya'yı çürüğe çıkarmakla, Türke,

İlâhî bir fırsat lûtfu halinde nimetlerin en büyüğünü getirmiştir. Eğer Rus İhtilâli olmasaydı,

Türkiye'yi (Sevr) Muahedesi değil, Çar'ın (Ükaze-Dr'de)si bağlayacak, îz-nıit'e kadar İstanbul,

İskenderun'a kadar da Şarkî Anadolu Mcskofun olacak, geriye kalan yerler de İngiliz, Fransız ve

İtalyanlar tarafından bölüşülüp Türke Haymana ovasından başka bir mekân bırakılmayacaktı.

«Moskof yumruğu altında Türk», Birinci Dünya Harbinde bu yola itilmişti. Fakat Allah bu

yumruğu birden-

323

bire bileğinden kesmiş ve ibret alınmadığı takdirde daha beter bir yumruk haline gelmesini mahfuz

tutarak, Müslüman Türke bir anlık bir hayat hakkı, düşünce ve davranış İmkânını vermişti.

Bu imkânın nasıl kullanıldığı üzerinde en canlı kıymet hükmü, bugünkü manzarayı da içine alıcı

«Moskof yumruğu altında insanlık» faslında...

1918'de bizi maddemiz yerine, eski carların daha ileri intikamı olarak ruhumuzdan vurmak

rolündeki Moskof mâmülü Komünizma, devirdiği çarlık artıkla-riyle bile bizi zehirlemekten geri

kalmadık İstanbul'u, üniformalı Moskof askerleri yerine, anadan doğma çıplaklardan daha çıplak

dilberleriyle Beyaz Ruslar işgal etti ve bunlar, sığıntı rolünde, Baltacının çadırına giren Katerina

rolünü tam bir gerçek halinde başardılar. Feraceden tango çarşafa doğru kayan İstanbullu Türk

kadını, bu felâket örnekleri karşısında perdelerini büsbütün açtı, zaten sallanmakta olan iman ve

ahlâk büsbütün gevşedi ve bugünkü cehennemlik manzaranın ilk temeli, ilk defa Beyaz Ruslar

tarafından atılmış oldu. • Bir müddet sonra buna 1918 Mütarekesinin işgal orduları felâketi de

bindi; ve o gün bugün ne olduysa işte o zamanlardan başlayarak oldu.

MOSKOF YUMRUİU ALTINDA İNSANLIK

324

DEVRELER

Moskof tipi komünizmanın, bir, kendisini içeride tutturma ve kıvamlandırma, bir de cihanda ve

topye-kûn insanlık plânında harekete geçirmesi bakımından iki devresi var... Devrelerden ilki

Birinci Cihan Harbi sonlarından tkinci Dünya Savaşı ortalarına kadar sürer; ikincisi de o günlerden

bu günleredek...

BDRDNCD DEVRE

Alman yahudisi (Kari Marks) ve (Engels) mahsulü komünizma, mekânını Rusya ve aksiyoncusu

(Lenin) de bulmuş olarak, harekette, tam bir Moskofluk iklimi içinde doğdu, gelişti ve yerleşti.

Birinci Dünya Harbi devam ettiği sırada, Almanya Başvekili (Bethmann - Hollveg), kâtibi

(Kühlmann) ve General (Lüdendorf)un desteklemeleri üzerine, Lenin (Vladimir tlyiç Uîyanov) ve

ekserisini yahudiler teşkil eden arkadaşları, 20 Nisan 1917'de, İsviçre'nin (Zü-rih) şehrinde,

mühürlenmiş bir vagona bindirilerek. Almanya - Finlandiya tarikiyle. Rusya'nın o zamanki başkenti

Petersburg'a (Leningrad) ulaştırıldılar.

327

Bunlar, Çar Iî. Nikoia'nın tahtından indirilmesi ile neticelenen, «Şubat-Mart» ihtilâlinden

faydalandılar ve Rusya'da komünizma (bolşevizma) rejimini kurmak için harekete geçtiler. Şubat

ihtilâli, (sosyal - revolüsyo-ner) adlı siyasî partilerle birlikte, Rusya İmparatorluğundan ayrılmak

için fırsat kovalayan, çeşitli milletlere mensup, milliyetçi teşkilâtların da iştiraki sayesinde

başarılmıştı.

Komünizmanın Rusya'da yerleşmesinde, Almanlarla birlikte, Yahudilerin de büyük rolü olmuştur.

Bu millet, asırlardan beri, Rus milletinin veya idaresinin, tertiplediği «program» diye adlandırılan

yağma ve katliâmların intikamını alıyordu. Fakat, intikam, yalnız-Çar'ın indirilmesi ile

başarılamazdı. Nitekim, birinci hamlede, Yahudilerin açıktan iştiraki sezilmiyordu. Fakat onlar

Lenin'in etrafında, 7 Kasım 1917 İhtilâlinin, birer mühim unsuru olarak, yer almışlardı: (Troçki -

Blüvştayn), (Radek), (Joffe), (Zinovyev), (Steklov), (Nahamkes), (Abramoviç), (Akserold),

(Levin), (Ka-ganoviç) v.s. şeklinde... Hepsi yahudi...

Vaktiyle Rusların katliâmlarından kurtulup, Azer-beycan'a sığman Yahudiler, çok iyi muamele

görmüş, işe yerleştirilmişti. Fakat, Kızıl Rusya'nın 11. ordusunun Azerbaycan'a girmesine

Yahudilerin yardımı dokunmuş ve bu olaylar vesikalarla tesbit edilmiştir. Bu yardım, Yahudilerin

sade Azerbaycan Türklerine karşı besledikleri kinden ileri gelmiyordu. Sebebi, yukarıda da işaret

edildiği gibi, komünizma hareketinin başında Yahudilerin bulunuşuydu. Bunlar, her tarafta kilit,

noktalarına, köprubaşlarına kendi yahudilerini tayin ediyor, onlardan faydalanıyorlardı.

Nisan 1917 sonunda Petersburg'a gelen Lenin'in a-sü maksadı Rusya ihtilâlinin başına geçmek

değildi. O-

328

nun, Dünya ihtilâlini doğurmak arzusunda olduğunu aşağıdaki cümlesinden anlamak mümkündür:

«— Sevgili yoldaşlarım, harbiydiler ve işçiler! Saflarınızda Rus ihtilâlini beynelmilel proleter

ordusunun öncülerini selâmlamakla kendimi bahtiyar addederim!»

Lenin bu arada, kendisine büyük yardımı dokunan Almanya'ya da «minnettarlığını» şu sözlerle

ifade ediyordu:

«— Yoldaşımız (Kari Libknecht) in halkı silâh başına davet ederek, kendi kapitalist istismarcılarına

karşı sevkedeceği ân yakındır.»

Böylece görülüyor ki, Dünya İhtilâli için parola verilmiş bulunuyordu. Nitekim, Lenin'in dünya

çapındaki tarihi tasarısına göre, kendisi Rusya'da iktidarı ele alınca, Dünya komünist ihtilâli de

sağlanmış olacaktı.

Lenin'in ilk hamlede Almanya'yı ele alması da bir tesadüf eseri sayılamaz. Bunu (Marks) ile

(Engels)in tavsiyesi üzerine yapıyordu. Zira, sözü geçen memlekette gelişmiş bir proleter sınıfı

mevcuttu.

Lenin ve arkadaşları tarafından, 7 Kasım 1917'de basan i!o neticelenen komünist ihtilâli, aslında

sırf Rusya'ya mahsus bir vakıa olmayıp, Dünyamızın tümünü fethetmeyi tasarlıyan, bir

diktatörlüğün doğuşuydu. Bugün de Rusya, eski prensibine sadık kalarak, dünyayı eline geçirmek

yolundadır.

Lenin, plânlarınm tasandan fiile çıkabilmesi için, harbi derhal durdurmak geı ektiği fikrindeydi.

Stalin ise, Alman ordularınm başında Kayser bulundukça, buna imkân olmadığı tezini müdafaa

ediyordu. Nihayet Lenin, o zamanın parlamentosu yerini tutan «Dşçi - Köylü - Asker Şuralan»nı

Kongreye davet etmiş ve «Her ne pahasına olursa olsun, Sulh!» tezini kabul ettirmişti.

329

8 Kasımda alman bu karar neticesinde bütün cep nelerde, mahalli mütarekenin yapıldığını

müşahede ediyoruz. Bunu müteakip, 28 Kasımda Sovyet Rusya hükümeti, harbe iştirak eden

devletlerin hepsine müracaatla meşhur beyannamesini neşretti: «Herkese !>n isimli bildiri...

Bu beyanname, hükümetlerin başlarından aşarak, doğruca halka hitab ediyordu. Şöyle ki, bu

halklar, kendi hükümetlerine baskı yaparak, onları mütarekeye ve sulh müzakeresine girişmeğe

mecbur edecekti.

Beyanname şöyle sona eriyordu:

u— ihtilâlin muzaffer hükümeti, profesyonel diplomasiyi reddeder. Fakat biz, ayrı ayn halklara

soruyoruz: Acaba kendilerinin, mürteci olan diplomatları halklarının fikir ve arzularını, gereğince

ifade ettiriyor mu; acatsa halklar, kendi diplomatlarma» Bas ihtilâf! sayesinde, açılan büyük sulh

imkânını suya düşürme ftrsati-aı verecekler mi?. Bunun cevabı şöyle olmahdır: ««Kahrolsun loş

seferi! Yaşasın sulh ve halkları»

Bugünkü -sözüm ona- Türk komünistlerinin dillerinden düşürmedikleri, «halklar» tâbirinin nereden

geldiğine dikkat ediyor musunuz?..

Sulh için yapılan müzakerelerde, Ruslar yalnız il-haksiz, tazminatsız bir sulhu taleb ediyor, dörtler

ise, buna karşı bütün milletlere kendi akıbetlerini tayin etme hakkının verilmesi talebi Ü7erinde

ısrarla duruyorlardı.

Böylece, Rusların, daha evvelki konuşmalarında, neden «millet» (natsiya) sözünü kullanmaktan

çekinmelerinin ve yerine ahalk» (narod) sözünü tercih etmelerinin sebebi meydana çıkmış oluyor.

Nihayet, Ruslar, dörtlerin talebini, bazı ihtiyarî kayıt ve şartlarla kabul ettiler.

330

(Brest - Litovsk) sulh müzakereleri yapılırken, (Le-nin) ve arkadaşları, el altından müzakereye

giriştikleri Almanya'nın arkasında ihtilâl mayınları yerleştiriyorlardı. Zira, bir taraftan Alman

sosyal - demokratlarının sel cenahı ile gizli temasa geçiyor, bunlardan «bağımsız» diye adlanan, bir

grupun ayrılmasını sağlıyor, öte taraftan, Münih ve Berlin'de, harp malzemesi imâl e-den fabrika

işçilerini greve sürükliyebiiiyordu.

Mamafih, bu arada, Almanya ile müttefikleri de boş oturmuyorlardı. Netice olarak, Ukrayna

bağımsızlığını ilân etti ve 22 Ocak 1918'de hükümetini kurarak (Brest -Litovsk) a kendisini temsil

edecek bir heyet gönderdi.

1 Şubatta, îttifak Devletleri, Ukrayna'nın (Hetman Skoropadski) başkanlığındaki hükümetini

tanıdılar ve 9 Şubatta da kendisi ile, «Ekmek Sulhunu» imzaladılar. Buna göre Ukrayna, İttihat

Devletlerine her yıl 1 milyon ton tahıl ve diğer erzak verecekti. Aynı gün İttifak Devletleri

Rusya'ya ültimatom göndererek, Baltık Devletlerinin (Estonya, Letonya, Litvanya)

bağımsızlıklarını tanımasını taleb ettiler. Ruslar bunu kabul etmeye yanaşmadılar ve «Ne harb, ne

de sulh!» formülünü benimsediler.

Böylece de, 15 Aralık 1917'de imzalanan mütareke sona ermiş oluyordu. Nitekim, 18 Şubatta

Alman orduları, ileri emrini alarak harekete geçti. Bunlar, 1 Martta (Kiyev)i işgal ettiler, oradan da,

(Rostov) tarikiyle, Kafkas'a indiler. Bu hareket sırasında Baltık Devletleri de işgal edilmiş ve

Alman orduları (Petersburg)dan birkaç günlük mesafede bulunuyordu.

Nihayet, (Lenin) kendi arkadaşlarım ikna edebiliyor ve taktiğini şu sözlerle izah ediyordu:

«ı— Tabiî, bugün imzalamak mecburiyetinde bulun-

331

duğumuz barış, çürükdfir; fakat harb yeniden alevlenirse, bugünkü hükûmetimis de kalkmış olur ve

barışı, bizim yerimize başka bir hükümet akdeder. Biz etrafımızı iktidar burçları ile çevrelemeliyiz,

bunu başarabilmemi» için de zamana ihtiyacımız vardır.»

Görülüyor ki, Lenin'in biricik korkusu, Almanların Sovyet hükümetini devirip, yerine başka bir

hükümeti getirmeleri ihtimali... Diğer şartların hepsine boyun eğmeye hazırdı. Nitekim, bu

düşünceleri ile Genel Merkezdeki diğer arkadaşlarını da ikna edebilmişti. Yapılan itirazlara karşı

da, Lenin şöyle diyordu:

«— Devrim lâfları ile işi yürütmek imkânsızdır; her şeyden evvel, devrim ordusu kurulmalıdır!»

Nihayet, 3 Mart 1918'de (Brest - Litovsk) sulh anlaşması imzalandı. Fakat, Almanların Rusya'da

alevlendirdikleri komünist ihtilâline karşı, Ukrayna'dan elde ettikleri erzakla birlikte Almanya ve

Avusturya - Macaristan devletine de aynı «devrim» kıvılcımları akmaya başlamıştı. Nitekim Rus

Çarının ardından, Alman ve A-vusturya imparatorları da birer birer, taçlarını kaybettiler.

Sovyet Rusya sefiri yahudi (Adolf Abramoviç Jof-fe) Berlin'e ulaşır ulaşmaz Alman sosyal -

demokrat partisinin sol cenahı olan, «Bağımsızlar» la temasa geçti. Bu hususu General (V.

Linsingen)in gizli raporu da teyit eder. Burada general, bağımsız (solcu) mebuslardan birkaçının, 1

Mayıs münasebetiyle, Rus sefaretinde tertiplenen ziyafette kadeh kaldırdıklarını da ihbar eder

Halbuki ayni sosyal - demokrat partinin sağ cenahı temsilcisi olan (Scheidemann) ile Rus elçiliği

arasında herhangi bir temas mevcut değildi.

General (Iinsingen)in gizli raporlarını alan, o zamanın Milli Savunma Bakanı (Stein), durumu

Harici-

ye Vekâleti ile Başvekâlete bildirmiş ve Rus diplomasi temsilcilerinin Alman devletine karşı

girişmiş oldukları tehlikeli oyunlara işaretle memleketin selâmeti namına, bunlara derhal son

verilmesi ve şüphesiz, Rusya sefaretinin himayesi ve teşviki altında devam edegelen, Alman

ihtilâlci elemanları ve. Rus bolşevikleri (komünistleri) arasındaki münasebete mâni olunmasını

talep etmişti.

Fakat, bundan herhangi bir netice hasıl olmamıştı; zira, yetmişbeş yaşındaki Başvekil (Hertling),

Sovyet Rusya'nın ihtilâlci faaliyetinin doğurabileceği neticeleri kavnyacak durumda olmadığı gibi

müşavirleri de tehlikeyi sezememJşlerdi.

Rus sefaretinde kurulan «Edebiyat Bürosu» memleketin her tarafına tehlikeli elini uzatıyordu.

Burada teşkil edilen, Rus telgraf ajansı ROSTA, Galiçyah bir Yahudi olan (Radek) tarafından idare

ediliyordu. Neşriyat Müdürü ve mütercimi ise, gene aslen Yahudi (Eu-gen Levin) idi. Aşağı yukarı

vazifesi aynı Yahudi (Axel-rod), onlarla beraber...

Almanya'da kopan 18 Kasım 1918 ihtilâlini şahısların faaliyetine bağlamak doğru olur. Zira.

evvelce de işaret edildiği gibi, Dünya ihtilâlini tasarlıyan Lenin, ilk sırada Almanya ihtilâline değer

veriyordu. Ancak burada muvaffak olduktan sonradır ki. Dünyayı pençesine geçirebilirdi.

Almanya'da vukubulan ihtilâl, yani Kayserin tahttan indirilmesi ve demokratik bîr cumhuriyetin

kurulması, Sovyet Rusya siyasetine hiç de uygun değildi; âra o, burada da komünizm ile

neticelenecek ihtilâli bekliyor ve bu yönde çalışıyordu.

Sovyet sefareti ve elinin altında çalışan birçok «kültür» teşekkülleri, Almanya'nın büyük şehirlerini

bilhassa Berlin ve işçisi, tayfası bol olan, Ilınan şehirle-

333

rini ihtilâl propaganda beyannameleri ile dolduruyor-lardı. Bu beyannameler, radikal - politik ve

sosyal talebeler tarafından ve el altından dağıtılıyordu, fakat nadiren devlet dairelerine

ulaşabiliyordu. Emniyet tarafından yapılan araştırmalar, her defasında izleri Sovyet sefaretine

getiriyordu. Bununla bile, Alman hükümetini r. elinde gereken delil mevcut değildi.

Nihayet, Alman Millî Emniyeti bir plân hazırladı. Sovyet propagandasının sefaret vasıtası ile

yapıldığına dair delil elde etmeye karar verdi. Bunun için, hususî surette vazifelendirilen

«hamallar», Moskova'dan (Berlin - Friedrichstrasse) istasyonuna, Rusya sefareti namına gelen

sandıklan taşıyacak ve merdivenlerde «tesadüfen» düşüreceklerdi. Nitekim, plân mucibince,

istasyon merdivenlerinin taş basamaklarına çarpan sandıklar, parçalanınca, içinden binlerce

propaganda beyannameleri döküldü. Bunlar, Alman milletini ihtilâle ve umumî greve davet

ediyorlardı.

Artık, uzun zamandanberi aranmakta olan delil, elde edilmişti. Ekim ayı başlarında, ihtiyar

Başvekil (Hertling) in yerine Prens (Von Baden) geçmişti. O, meseleyi kökünden halletme

kararındaydı. Nitskim, kısa bir zaman sonra, Sovyet Rusya ile siyasî temasların kesilmesine karar

verildi ve 5 Kasım 1918'de sefir (Jof-fe) bütün avanesi ile birlikte hudud dışına çıkarıldı.

Huşlar için bu, beklenilmeyen bir hâdise değildi. Buna rağmen, siyasî münasebetlerin kesilmesi ile,

Rusların Almanya'da yaptıkları propaganda faaliyeti kesilmiş değildi. Nitekim Ruslar bu iş için

uygun elemanları buldular. Vaktiyle Rus mesaliminâen kaçarak, Almanya'ya sığınan ve

vatandaşlığa kabul edilen, Rusya ya-hudiieri (Kari Radek) ve (Eugen Levin), tebdil-i kıyafet

ederek, Rusya esaretinden dönüyoriarmış gibi, gere-

334

ken resmi vesikalar ellerinde, Almanya'ya geldiler ve Moskova'nın ajanları olarak, faaliyete

geçtiler. Kısa bir zamanda (30 Aralık 1918) Alman Komünist Partisini kurdular.

Mahut Yahudilerin, diğer birçokları gibi, kendilerine iyilik yapmış olan Almanlara karşı, gönüllü

olarak faaliyet göstermelerinin sebebini o sırada, Sovyet Rusya'yı idare edenlerden ekserisinin

Yahudi oluşlarında görmek gerekir. Bu ise, açıkça (Siyonizm) in emri demektir.

Alman Komünist Partisinin faaliyeti neticesinde Ocak 1919 ihtilâli doğdu; maksadı bu memlekete

Komü-nizma rejimini yerleştirmekti. Ancak, kanlı ve şiddetli çarpışmalar neticesinde ihtilâl

bastırüabilmişti. (Kari Radek) hapse atılmış; (Rosa Ltucemburg), rivayete göre, kaçarken

vurulmuştu.

Almanya ile siyasî münasebetlerin kesilmesine Sovyet Rusya (Brest - Litovsk) muahedesini

hükümsüz addetmekle cevap verdi. Aynı zamanda da Harbijre Komiseri (Troçki)nin idaresindeki

«Kızıl Ordu», Almanlar tarafından terkedilen, Baltık Devletlerine girmeye başladı. Ruslar, Baltık

Devletlerini ele geçirmekle, Berlin'deki küçük komünist dalgalarını tufana çevirebilecskle-rine

inanıyorlardı.

(Troçki) nin çok sinsi siyaseti neticesinde, eski çar ordusuna mensup 40.000 kadar genç subay Kızıl

Orduya girmişti. Bunların hepsi de birer «siyasî komiser» in emrindeydi. Ve bu şekilde,

kuvvetlenen Kızıl Ordu, çekilmekte olan Alman kuvvetlerini adım adım takip ediyor; ve sulh

andlaşması mucibince bağımsızlığını kabul ettiği, Baltık Devletlerinin haklarını çiğniyerek, bunları,

birer birer işgal ediyordu. Böylece de. komünist (boî-şevik) tehlikesi yavaş yavaş Almanya'ya

doğru ilsrleme-

335

ye başlamıştı. Bolşevik seli 1919 yılının başlarında artık Alman hududuna dayanmış bulunuyordu.

Bilindiği veçhile, Almanya'nın Birinci Dünya Har-bindeki mağlûbiyeti, yanlış siyaseti neticesinde

olmuştu. Zaten vaktiyle Almanya'nın kurucusu (Bismarck) da haklı olarak bunu teyit etmişti:

«— Almanlar harbde kazandıklarını siyasette kaybederler.»

Halbuki harbi ve her şeyini kaybeden Rusya, yeniden canlanmış ve kuvvet bulmuştu. Buna sebep

Lenin'in çok kurnaz ve çevik siyaseti...

Çarı ve çarlığı devirmek için Lenin'in ve komüniz-mayı kullanan Almanya bu defa daha büyük bir

tehlike altına girmişti.

Bir zaman, askerî gücü ve iktisadi sistemi bakımından, Avrupanın en kuvvetli devleti sayılan

Almanya, harb, ihtilâl ve dahilî krizler yüzünden, yere serilmiş, kıvranıyordu. 1918'in Kasım

ayında Kayserin tahttan indirilmesiyle neticelenen ihtilâl alevi hâlâ sönmemişti; fakat Rusya'daki

(proleter) ihtilâli, halis komüniz-ma şeklini de almamıştı. Bununla bile Moskova ümidini kesmiyor

ve Almanya'da da (proleter) ihtilâlinin başarılması için var kuvevtiyle çalışıyordu. Zira evvelce de

işaret edildiği gibi Almanya, komünistlerin Avrupa ile ilgili siyasetinin» ana hedefini teşkil

edyordu. Ve Le-nn tezinde ısrar ediyordu:

«Almanya'yı eline geçiren, İmtün Dünyaya hâkimdir!»

9 Kasım 1918'de kurulan Alman Cumhuriyet! dahi Sovyet Rusya ile siyasî münasebet kurmaya

yanaşmadı. Sebebi, Sovyet Rusya'nın, devamlı olarak Alman işçi ve

333

askerlerini ihtilâle Sovyet Almanya'nın kurulmasına davet ve teşvik etmesi...

11 Kasımda Rusya'dan gelen bir telgrafta, kısaca şunlar vardı:

«Almanya'nın işçileri, erleri, bahriyelileri; siz, prenslerden, kapitalistlerden ve (Senedi mann)

taraftarlarından (soyal • demokratların sağ cenah başkanı) müteşekkil bulunan hükümete nasıl

tahammül ediyorsunuz? Bunlar sizleri kapitalistlere satacaklar. Siz, İngiliz ve Fransız erleri ile

uzlaşın ve silâhlarınızı elden bırakmayın! Aksi takdirde, kapitalistler canınıza okurlar. Yaşasın

beynelmilel işçi ve askerin kardeşliği, yaşasın Rus işçileri ile Alman erlerinin birliği! Yaşasın

Sovyet Almanya!»...

Fakat, Ruslar bu hesaplarında yanaldılar. Almanya, demokratik esaslara dayanan, Cumhuriyetini

muhafaza etti. Bünyesinde komünizmaya karşı muhafaza ettiği panzehir sayesinde hastalığa

tutulmadı. Bir müddet sonra da (Hitîer) rejimiyle yüzde yüz- komünizmaya karşı çıktı. Batı

dünyasının, İngiltere ve Fransa gibi (liberal) ve (demokratik) ülkelerinde komünizma hiçbir başarı

kazanamadı. İtalya'da ise, ona cevabını, Hit-ler'den önce, Mussolini faşizma ile verdi.

Bu suretle doğarı ve ilk davranırlarını büyük çapta sınırları dışına çıkaramayan komünizma Stalin

ve takipçilerinin elinde, asıl îkinci Dünya Savaşından sonra yepyeni bir plân ve metcdla eserini

vermeye başlamıştır ki, bugün topyekûn dünyayı tehdit edici bu yeni piân ve metod artık

komünizmayı mücerret fikir lâbo-ratuvanndan çıkarmış ve yüzde yüz Moskof malı ve sadece

başkalarını tahrip etmeye memur bir politika ve milletleri içinden tahrip sanatı haline getirmiştir.

İLK DEVREDE DÜNYA VE TÜRKDYE

Birinci Cihan Harbi sonlarından îkinei Dünya Savaşı ortalarına kadar süren ilk devrede Orak -

Çekiç şeklindeki Moskof yumruğu, Lenin'in «Dünya İhtilâli» hayaline rağmen basit bir fikir

dürtüşü olmaktan ileriye geçemez. îlk ihtilâtım Almanya'da arayıp kısa zamanda önüne sed

çekilince birtakım (doktrin) ler sergisi olmakla kaldı ve çeyrek asırlık bu müddet içinde, işi, kendi

öz mekânı içinde yeni bir zaman mimarlığına döktü. Sanatta, edebiyatta, fikirde, ilimde ihtilal; ve

(metafizik) dayanaktan mahrum bir müspet bilgiler ve maddi inşa hamaratlığı...

Yapıcılıktan ziyade yıkıcılığı hedef tutan ve her şeyi maddeye ve madde hareketine bağlayan bu

mezhep, ruhu, beden hareketlerinin toplamından beyinde doğma bir (refleks) sayıcı ve

mevcudiyetini inkâr edici, dini de kalabalıkları zaptetmeye yarar afyon diye gösterici ve hiçbir ulvi

duyguya yer vermeyici mahiyetiyle, kafaları şahmerdanlar altında bile kırılmayacak derecede

donmuş yobazlarını şurada, burada tek tek türetmekten öteye geçemedi. Batı fikir

laboratuarlarından yediği darbelerle de sâf fikirde «ruh dengesini kaybeden Batı münevverinin

intihan» şeklinde yaftalanarak rafa kaldırıldı. Yavan madde zemini üzerinde ve birtakım becerikli

oluşlar dışında herhangi bir cazibe mihrakı teşkil edemedi ve İkinci Dünya Savaşından sonraki

korkunç avlama metoduna erişemedi; yahut bu metodun vasatını 1944'iere kadar yuğuramadı.

Birinci Cihan Harbinden sonra olanca illet ve dertleriyle ortaya çıkarı demokrasi, kapitalist nizam

ve li-beralizma dünyasının ümitsizlerinden (Ândre Jid) gibi fikir ve sanat adamlarım bile avla' gibi

olduktan sonra bunların «dönüş» lerine şahit oldu. Filozof (Bergson) ise

338

bizzat yahudiliğine rağmen yahudillğin ters dehâsiyle, ruhçu sistemin gereği olarak, materyal izma

ve komü-nizmayı, bütün istikametleri kararan ve düğümlenen Batı aydınının ademde ve made

oyuncakçılığında teselli araması biçiminde yorumlamaya getirdi. Hitler*in fi-loaoflan Haydeger ve

RozenbergDerden de aynı mânâ ve teşhisin tüttüğünü ve devrini tamamlamış olan eski ve hasta

nizamın komünizmada ölümden başka bir şey bulamayacağı ve komünizmanın beklenen yeni ruha

tam zıt olduğu hükmünü görüyoruz.

(Bernar Şov):

— Diyelim ki, bir gencin 25 yaşına kadar komüniz-maya kapılması eşekliktir; ama 30 yaşından

sonra komünist kalması eşşoğlu eşeklik!..

Sözünü ederken ilk şaşkınlığın peşinden gelen selin aklı ve hileleri yakalama idrakini ne güzel

nüktelen-dirir!

Batının yeni rejime bu tavn ve bakışı, Sovyet Rusya'da asla büyük çapta fikirle karşılanamamış,

Orak -Çekiç'li bayraklarının tepesine asılı Marks, Engels ve Lenin'e ait birkaç çırpıştırma eserden

başka yeni bir ses ve nefese muhatap olamamıştır. Sadece kuduzvâri küstah ve bütün nizamları

yıkıcı bir sanat hareketi, fikirde saldırgan bir (metafizik) ve mücerret fikir düşmanlığı ve her şeyi

maddeye bağlayış, madeyi de kendinden başka hiçbir şeye bağîayamayış ve eski bağlarından

koparış...

Ne Allah, ne ruh, ne ahl&y ne aile, ne vatan!.. İktisadî münasebetleri olmayan memleketleri dünya

haritasına almayacak ve mekteplerinde okutmayacak derecede yobaz bir realite körlüğü, üstelik bu

körlüğe (realist görüş) imtiyazının kondurulması ve kâinatı bir tavla zarı kadar küçültücü ve

insanlığa rahatını ve havasını bu zar içinde vâdedici bir idrak hadımlığı...

339

İtte

Ahlâkı, her yılın buğday üretimine ve iktisadi hadiselere tabi bir güdü sayan ve müstakil varlığını

tanımayan ve fiillerin verâsındaki mânâları burjuvalara mah3us aldatmaca oyunları bilen bu rejim

ilk devresinde, tarihteki bütün küfür rejimlerine taş çıkartıcı küfür üstü küfriyle Batıda etiketlenir

ve devirici aksiyon kabiliyetinden uzak tutulurken, Türkiye'de birtakım merhalelerden geçerek,

fakat ikinci devresine kadar hiçbir büyük tehlike belirtmeyerek İkinci Dünya Savaşının eşiğine

kadar geldi.

İstiklâl Harbi şıralarında, kendisine nasıl davranacağı belirsiz emperyalist ve kapitalist dünyaya

karşı Türkiye'yi müdafaa, kendi öz nefsini savunma demek olan Moskof, Ankaralı siyah astragan

kalpaklıların, bir müdet sonra şapkayla değiştirecekleri külâhlalarına iliştirdikleri kızıl şeritlere

inanmış görünerek yardımını e-sirgemedi; peşinden de Lozan Konferansında aldığı tavırla Çarlık

Moskofuna tıpatıp eş düşündüğünü gösterdi. Siyasette bu gidiş, ölünün sırıtması kabilinden

karşılıklı tebessümlerle çeyrek asır sürdürüldü. Fikir sahasında ise Cumhuriyetin ilk i 5 yıllık süresi

içinde türlü şaşırtmaca ve avlama oyunlariyle, bütün gücünü rejimin dine aykırılığından alarak

devam etti; fakat hiçbir zaman deri altına bir işleyiş kaydedemedi. Önce «Aydınlık», «Orak Çekiç»,

«Kurtuluş», «Kıvılcım» ve en sonra «Kadro» mecmuaları; ve Nâzım Hikmet, Şefik Hüsnü, Şevket

Süreyya, Vedat Nedim, Yakup Kadri, Burhan Belge, Sadri Ethem, filân falan gibi, tam, yaran ve

çeyrek komünistler... Bunlar ilk devreye alt çıban başlan... Ve bunların komünizma dâvası üzerinde

hiçbir dünya muhasebesi ve fikir çilesinden nasipleri yok^.. Kâzım Hikmet müstesna, çoğu yan

yoldan dönmüş ve hemen hepsi (fantezi) plânında kalmıştır.

Ne olduysa tkinci Dünya Harbinden »mm oldu.

O sıralarda bizde ilk ve esaslı şekilde Komünizmaya kucak açış, Köy Enstitüleriyle başlar.

Her şeyin birkaç kelimelik kıymet hükümleriyle bil-lûrlaştınlmaya bakıldığı bu kitapta Köy

Enstitüleri ü-zerinde kısaca ölçümüz şudur:

Türk ahlâk ve maneviyatını yıkma, o rahneden komünizma ve materyalizmaya fürce açma ve 1000

yıllık itaatli köylüyü bir istinat sınıfı diye kullanma gayesinin imalât tezgâhı...

Halk Partisi'nin bugünkü Genet Sekreteri ve dünkü Millî Eğitim Bakanını ele alacak olursanız Köy

Enstitülerinin hedef tuttuğu ürüne ait bir kimyahane müşahedesine varırsınız. Etrafınıza dikkatle

bakınacak olursanız, cehaletlerinin küstahlığından başka sermayeleri olmayan bu mostralık

tiplerden nicelerini görürsünüz.

İKİNCİ DEVRE

Bu devreyi 1923'de ölen Lenin'in arkasından 20 yıl

boyunca Stalin hazırladı.

Lenin'in ölürken «Stalin'e dikkat ediniz! O tehlikeli bir adamdır!» dediği, bu, papaslıktan yetişme,

Gürcü asıllı kcrkunç Moskof, müthiş bir hile dehâsını, dâvaların madenini yumuşatma, eğip bükme

ve yerlerine o-turtma ve uydurma ustalığını temsil etmekle, kömürüz-mayı ilk defa yerleştirmiş ve

pratiğe nakşetmiş olmak imtiyazına sahiptir.

Maddeci Lenin'in, tersine (mistik) mizaciyle, her türlü ta'vizden, fedakârlıktan, kaloma vermekten

uzak tuttuğu ve her ne pahasına olursa olsun, abeslerini sürdürmek taassubunu yaşattığı prensipler

Stalin'in idaresine geçer geçmez, ana (doktrin) ler dışında, beklenme-

341

34Ö

dik bir müsamahaya ve esnekliğe bağlandı. Aile bağı, Moskof milliyetçiliği, dinlere cepheden

tecavüzü tatil, kapitalizma dünyasını içinden tahrip ve müspet bilgiler sahasında dev çapında

terakki, ana hedefleri teşkil etti.

Denilebilir ki, Stalin olmasaydı, komünizma öz ülkesinde yerleşemezdi.

Marks'ın rüyasını gördüğü cemiyet çatısını aksiyonda Lenin kurdu; çatının yıkılıp gitmemesi ve

hayat kanunlarına uydurabilmesi, oturtulabilmesi işini de Stalin gördü. Bütün (pürist - sâfiyatçı,

ölçülere sadık) geçinenleri tasfiye etti, astı, kesti, kovdu ve tekleşti.

Bu teşhis, birinci devrede ikinci devre hazırlığının başlıca sır noktasıdır.

Lenin komünizmanın vecd, Stalin ise ameliyeye ve imkânlar âlemine tatbik dehâsıdır; ve ona asıl

Moskof renk ve nefesini aşılayan Stalin'dir.

Fakat hâlâ komünizma deri altına geçememekte, kana karışamamakta, damdan yerdeki

kalabalıklara dil çıkaran haylaz çocukların oyununu aşamamakta, sokağa ve meydan yerine

dökülememekte ve (fantezik) çapını genişletememektedir.

îlk devrede Nâzım Hikmet Bâbıâlide yeni bir soluk, çeneleri düşürücü azgın bir nâra ve bütün

başarısını (burjua)ların hayret duygusuna borçlu bir davulcu sanatı belirtirken, kopyacısı olduğu

(Mayakofski)nin:

— Ben başta kapıldığım ve uğrunda her şeyimi kaybettiğim bu sahte dünyaya inanmaz oldum!

Artık yaşayamam!

Gibilerden bir vasiyet mektubu bırakarak intihar etmiş olduğunu düşünmek, her şeyi anlamak olur.

STALDN'DN ESERD

Nâzım Hikmet maymununun «beni Stalin yarattı» diye andığı pala bıyıklı ameliye dehâsı, işin en

ince noktası olarak belirttiğimiz gibi, komünizmayı, merkezine sadık kalarak muhitinde birçok

yenilik ve değişikliğe uğrattı; dâvayı beynelmilelcilikten büsbütün Moskofluğa aktardı ve Lenin'in

«dünya ihtilali» mefkuresini muayen bir cemiyet zeminine dayalı «Moskof dünya hakimiyeti»

gayesine çevirdi. Bu gayenin iç ve dış politikasını da üstün bir meharetle idare etmeyi bildi. O, Le-

nin'de sadece bir mizaç ve meşrep halinde tecelli eden Moskofu ön plâna aldı, komünizma (doktrin)

lerini (fon) dedikleri arka plânda tuttu ve Moskofu komünist yapmaktansa komünizmayı

Moskoflaştırmak ve sâf prensipleri yalınız dışarıyı avlamaya mahsus bir ağ diye kullanmak yolunu,

son derece verimli bir madde mantığı içinde, takip etti.

Çarlıktan arta kalma, Türkiyeyi batıdan ve doğudan kıskaçlama ve bir koluyla Boğazlar, öbür

koluyla da İskenderun Körfezi yönünde bağlı stratejisini (Montrö) konferansından tutun, İkinci

Dünya Savaşındaki isteklerine kadar daima müdafaa ve muhafaza etti.

Rusya ve Fransa arası iç hatlar cenderesi içinde Al-manlar'ın iki cepheli savaşta seçecekleri ana

cephe meselesi... Evvelâ en kuvvetliyi tepelemek, sonra zayıfa yüklenmek yolundaki Büyük

Moltke plânı... îşte Stalin bu plânı değiştirtmemek ve kendisinden önce Fransa'yı toslatmak için,

ordusunu zayıf ve Çarlık ordularından daha kabiliyetsiz göstermek için yapmadığı numara

bırakmadı ve hattâ harbin başında Finlilere yeniliyormuş gibi görünmeyedek vardı.

Batıda işini bitirdikten sonra rahat lokum gibi Rusya'yı yutacağı vehminin delisi Hitler'le karşılıklı

saldır-,

343

mazlik anlaşmasını imza etmekte bir an bile şaşkınlık göstermedi; ve eğer Polonya işgalinden sonra

hemen Rusya'ya çullanacak olsaydı, rahatça kazanacağı ve ko-münizmayı kökünden silmiş olarak

Batı demokrasilerine döneceği ve emellerini (dikte) ettirebileceği muhakkak bir durumda ebedî

ölüm tehlikesini atlatabildi. Bu arada nasıl olsa başına geleceğini kestirdiği akıbet karşısında,

mevsimler boyu, geceli ve gündüzlü çalıştı ve Alman strateji ve taktiğine mukabele edebilecek

orduyu hazırladı.

Birinci ölüm virajından böylece dönebildi. İkinci viraj ise, bundan daha tehlikeliydi. Batı

demokrasileri Rusya'yı saflarına aldıktan sonra Nazizma ve Komüniz-ma dövüşünü gayet dirayetli

şekilde istismar edebilirler, Rusya'yı Almanya'ya yedirdikten sonra, Orak - Çekiç parçalamış,

Gamalı Haç da çatlamış olarak hücuma geçebilirler, Almanlar'ın işini bitirebilirler ve her biri

kendilerine ve birbirine zıt bu iki düşman kutpundan dünyalarını koruyabilirlerdi.

Yapamadılar! Rusya'ya yardım derecesiyle Almanya'ya abanma mikyası arasında kıvamı kaçırdılar,

mayonezi tutturamadüar ve Gamalı Haçı ezdikten sonra Orak - Çekiç'in büsbütün keskinleşmiş ve

sertleşmiş olarak meydana çıkmasına sebep oldular.

Evet, yapamadılar! Yaptırmayan, yapılabilmesini engelleyen de Stalin oldu. Amerika ve

İngiltere'ye düşen tbu ayarlama suçu da bu ülkeler yöneticilerinin Stalin derecesinde feraset sahibi

olmamalarından doğdu.

Lenin'e yapılan otopside beyninin yarısı çürük bulunmasına mukabil ayı beyinli Stalin, basit

hesaplardaki hayvani (enstek-seziş) terini hadiselere uydurmayı becerdi; ve her vesileyle :

^

Şimdi teslim oluyorum, şimdi silâhı bırakıyorum; yardım koşturunuz, ikinci cepheyi açınız!

344

Gibi tehditler savurarak, kendisine yardım ve Almanlar üstüne çullanmayı şiddetlendirdi. Buna

Alman ordularının sevk ve idaresindeki ihtiyatlı (realizm) den yoksun mağrur (romantizm) binince

de Stalin hemen hiç taş kaybetmeden Mitleri mat etti, Polonya, Macaristan, Yugoslavya, Rcmanyâ

ve Bulgaristan'ı kıskaçladı ve böylece insanlığın en büyük meselesi halinde Hürriyet cephesi

karşısına dikildi. Ve ondan sonra, işi, bu cepheyi içinden kemirmeye döktü. Ve İkinci Dünya

Savaşı, emperiyalizma kutuplarının birçoğunu muzaffer olmalarına rağmen maddî ve manevi iflasa

sürükleyince, ortalık, bütün bu imtiyazları nefsinde düğümleyen Amerika ile Moskofa kaldı. Bu

neticenin de hazırlayıcısı ve günümüze kadar ulaştırıcısı Stalin oldu.

Stalin'in açtığı mektep devamdadır.

SDRAYETLER

Demokrasilerin, tam yatalak hale gelip yığınları ulvi bir gaye mihrakında tutamaz olduğu İkinci

Dünya Savaşından öteye, Nazizma ve Faşizmayı Moskof yumruğu altında ezmek yerine, onlardan

kendi hastalıklarına ait bazı dersler almak ve ikisini de birbirine yedirmek dururhen hâlâ eski ve

yıpranmış kalıplan savunmaktaki gayretler, komünizinaya, ikinci devre metodu yolundan büyük bir

sirayet zemini açtı.

Makine ve yeni keşiflerin dünyasında ruhî müeyyidesini kaybetmiş ve büyük (tröst) lerin ezici

sermaye şahmerdanı altında pestile dönmüş olan insanlık, güya bu halin zabıta ve muvazenesini

vâdedici (totaliter) sistemlerin iflâsına şahit olunca, devasını, uyuz ve yoz sos-yalizmada aramaya

koyuldu ve Moskof tipi komünizma, topluluklara bu yoldan zehir salmaya baktı. Bugün, Çin

345

misali dışında, îslâm âleminin büyük bir kısmını kuşatan sosyalizma özeniş ve yeltenişleri işte bu

kadar sıg bir idrake bağlanabileceği gibi, mihver devletlerinden başla, yarak Amerika kıtasına kadar

uzanan bazı davranışlar da aynı kanuna iliştirüebilir.

Hemen bütün Avrupa demokrasilerinin derdi budur; ve cemiyet hakkını çalan fert ile, fert hakkını

yutan cemiyet arası üstün muvazenenin yokluğundan doğma bu manzara, dünya fikir tablosunda

henüz gerçek kıymet hükmüne bağlanamamıştır.

Dünya işte bu muvazenenin ruhî ve maddî aksiyonunu temsil edecek olan büyük fikir adamını

bekliyor.

Çin misaline gelince; o, komünizmanın ikinci devresinden ders almış olarak, dünyadan gaf'J, net atî

f«*> diyeti içinde mahpus ve tam mâiiasiyie rae!y?leo r ırı'varlık bir kitleyi kolayca sürü nizamı

içine yerle rıc's vs ondan bir toplam çıkarmak hamlesinden b^j, ~ »>ir şey değildir; ve

komünizmanın ana vataniyle arasındaki fark «sen işi Moskofluğa döküyorsan ben de Çinliliğe

döküyorum!» edasından ibarettir; ve ideolocyalarmda esası değiştirici hiçbir ayrılık've aykırılık

yoktur. (Mao)cu komünizma, aynı mânanın îslâm alfaıbesiyle soldan sağa yazılması yerine Çin

harfleriyle baş aşağı, kaleme alınması şeklinde yorumlanabilir. Aynı biçimde iki ayrı kavim

yapısının zorla aradığı esaret farkı...

ݺin asıl alâka çekici noktası şudur ki, güya prole-teryanın acılarına ilâç diye gösterilen komünizma,

işçiler ve emekçiler sınıfının yoğun olduğu, Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya gibi

ülkelerde nasıl baskı altında tutulabiliyor da başlarda Rusya ve sonlarda Çin gibi, o zamanların

nisbeten iptidaî memleketlerinde atom bombasını patlatabiliyor?

346

Bu sualin cevabını, meşhur sosyolog profesör (Bug-le) vermiştir:

— Zira komünizmaya en müsait şartların memleketlerinde hastalığa istidat nisbetinde ona karşı

muafiyet ve panzehir şartları da mevcuttur. Tıpki kotraların altına, ânî bir rüzgârla devrilmeye mâni

olmak için yerleştirilen safralar gibi... îşte böyle safralardan mahrum cemiyetlere komünizma,

tepeden inme bakımından en "büyük şansa sahiptir.

Profesörün bu gayet isabetli ve haysiyetli görüşü içinde Çin'i, Küba'yı izah edebileceğimiz gibi,

Türkiye'yi kuşatan tehlikeyi de farkedebiliriz. Nasıl ki bir pehlivan, mikroba karşı, hastalığa alışık

bir bünyeden daha az mukavemetlidir.

METOD

Komi|nizmanın ikinci devresinde Stalin'den kalma ve ardından gelenlerce izlenen metod, ülkeleri,

hususiyle medenîlik iddiasındaki toplumları asrımızın vebası inançsızlık, huzursuzluk, dengesizlik,

eşya ve hadiselere hâkimiyetsizîik ve iradesizlik zaaflarından yakalayıp kendi kendileriyle boğuşma

haline getirmek, bayat (tsz)-leri bir yana bırakıp günlük (antitez) lerden hareket etmek ve her yere

kendi felâketini kabul ettirdikten sonra bütün buniann devasını komünizmada göstermektir.

Demek ki, o, müstakil bir (tez) telkinciliğinden vaz geçmiş, ideolocyasıni politikaya feda etmiş ve

(doktrin) lerine kendi nefsini beslemeye değil, dışarıya zehirlemeye yarar bir mahiyet

takındırmıştır.

Kapitalist ve liberal nizamın hastalıklarını teşhiste tam bii doktor, fakat getirdiği devada korkunç

bir kaa-til olan komünizma, metod olarak hastayı hastalığına

347

inandırdıktan sonra «ya ilâcın nerede?» sualine «sadece bende!» cevabını bedahetleştirmeye

bakmaktadır. Öyle ya :

— Mademki çare sende değil, bende!..

Dâva aslında bu kadar basittir; ve komünizmanın milletleri kendi kendilerinden yaka silkmeye

zorlayan usulü o âna değin en dcğru çizgi üzerinde giderken, iş kendi kendisini teklif noktasına

gelince birdenbire ölüm noktasına yönelmektedir.

Gerçek hayatı tekeffül ettiği ütopyasına kurban komünizmanın teklifindeki mâna, hakikat şudur:

— Acıların geçecek; çünkü öleceksin!

Her memlekette din, dil, gelenek ve ahlâk tahrifçi-si devrimbazlardan faydalanmayı bilirler;

sırasına göre .onları kullanmayı, sırasına göre de onların doğurduğu içtimaî hafakandan güc

kazanmayı ve muallâkta kalmış başıboşları devşirmeyi gayet iyi becerirler, Başlıca düşmanları din

olduğu halde mezhepler arası ihtilâflara meydan açmayı adetâ bir din asabiyetiyle başarırlar.

Bütün bunlar Moskova (Polit Biro)larınca idare edilir; ve göz koydukları ülkede fert, cemivet ve

hükümet tahripçisi kaç yol varsa, rüşvet, fuhuş, hırsızlık, kaçakçılık, suistimal, pahalılık, enflâsyon,

grev, anarşi, hep cnların açtığı ve koruduğu zemin üzerinde yürür.

îkinci devrenin metodu; milletleri kendi dertleri içinde boğmak, kendi kendilerine karşı

ayaklandırmak ve hiçbir tarafım bilmeksizin komünizmaya yenilik ve ilericilik diye bakan solcu

taslağı hükümetler elinde bunalımdan bunalıma sürüklemektir.

O, kendi içinde ve dışında artık nazariyeler güden bir ideolocya manzumesi değil, sadece

ameliyeler peşinde bir politika lûgaritmasıdır; ve kendi içinde, buz tut-

348

muş koruyucu bir hisar, dısındaysa, sıvılaştırılmış, tüplere yerleştirilmiş ve ilâç diye pazarlara

çıkarılmış bir çürütme unsurudur. Bu da komünizma değil, ancak o maske altında, dünya

hâkimiyetine talip Moskofluk diye yorumlandınlabilir.

Büyük Petro'nun vasiyeti, Lenin romantizmasm-dan sonra Stalin ve takipçilerinin elinde nihai

şeklini bulmuştur. Bulutlar üstü ahmak bir romantîzma değil de, toprağa bağlı, kurnaz bir

realizma...

DEVLETLER VE TÜRKDYE

îkinci Dünya Savaşının arkasından dünya çapında hedef sahibi iki devlet kaldı: Amerika ve

Rusya... Yahut Rusya'ya karşı, bütün fakülteleriyle ayakta durabilecek ve sed çekebilecek tek

devlet...

Bu savaşta yıkılan Almanya ve Japonya, hınçlarını şimdilik iktisadî sahada alır ve kendi içlerinde

misil-siz bir oluş belirtirken, İngiltere ve Fransa, muzaffer kurbanlar haline geçtiler; %'e değil bir

dünya dâvası, öz bünyelerini bile koruyucu, iktisadî ve içtimaî bir cemiyet dokusunu örebilmekten

âciz kaldılar. Rusya'yı yutamamasma karşılık, Avrupa'yı istiyerek veya istemeyerek yutan Amerika

oldu. Artık inzivasının zarını yırtan ve kendisine göre bir dünya tamimine kalkışan Amerika için,

bu netice ister istemez gerçekleşecek bir (terminüs-varış noktası) idî ve gerçekleşti. (Greko-Latîa)

Medeniyetinin beşiği Avrupa ve bu arada Fransa, bilhassa kurtarıcısı (Dö Gol) ün elinde, kültür

hegemonyasını ve- beşeri nizam efendiliğini savunur ve bunun işin doğu ve batı istikametinde

(Rusya ve Amerika) bir Haçlılar Hareketi fikrini beslerken, Fransız toplumunun komünizma

güveleri yüzünden kemirilmiş

ve kuvvetten düşürülmüş olması, Amerika'nın başkaca maddeci ve bütün insanlığı kursağına göre

lokmalan-dıncı hırsından ötürü müsait zemini bulamadı ve kaynayıp gitti.

Kaldı mı dünya Sam Amca şımarığı ile Moskof ayısının elinde?..

Yakın ve Orta Doğu, iki tarafın oyun sahası...

tran hadiseleri, birtakım dinî ve millî îhtibaslan istismar yolunda, Sam Amca ile Moskof ayısı

arasında, birinin elinde Şah, öbüründe Şii liderin kelleleriyle oynanan bir top oyunudur.

Gerisi basit hikâyeler... Tek incelik şu nokta üzerindedir ki, bugün dünya, ya tngiltere, Fransa ve

îtal-. ya gibi kendi öz dertleri içinde kıvranan, yahut Almanya ve Japonya misali, iktisadî sahada

kendi iç oluşuna dalmış bulunan milletler bir tarafa, şahsiyetli bir politika takibinden âciz ve iki

kutuptan birine bağlanmak durumuna getirilmiştir. Demek ki, büyük devlet diye tanınanların büyük

bir kısmı «bakalım bu iş nerede bitecek?» kabilinden seyirci ve müdahalesiz, gerisi de mıknatıs

kutuplarının çektiği süprüntüler halinde kızıl ve mavi uçlardan biri üzerinde...

Sadece, nimet ifade ettiği kadar felâket belirticisi petrolü sayesinde günübirlik bir hayat süren İslâm

ve Arap âleminin de hali yürekler acısı... Başsız, güdücü-sü^, fikireisiz, bayraktarsın, plânsız,

vahdetsiz, merkez-sîz, gayesiz bîr âlem... Bu âlemin en can alacak noktasında îsrail kazığı ve her ân

Baku'ya kadar bütün Asya petrol sahasını kontrolü altına alabilecek, «batırümaz uçak gemisi» diye

nitelendirdikleri Kıbrıs Adası... Bütün bu şartlara karşı gayet sinsi bir bakjf ve tedbir tavrı takınan

Moskof ve aynı şartlarını, ileride ya Amerika hayrına işletilmesi yolunda devamını sağlamak İçin

350

iki kutup arası sözleşmesiz anlaşma ve kendi kendine is birliği...

Bugün, îran, Afgan, Pakistan, Endonezya, Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün, Mısır, Libya, Tunus, Fas,

bütün İslâm ülkelerinin halini, belirttiğimiz ölçülerin kâh Mos-koftan ve kâh Sam Ainca'dan yana

mihengine vurabiliriz.

Şu âna kadar hesaba katmadığımız, çünkü seri içi hükümlerin üstünde ele alınmasını

                                                      ,hedeflediğimiz Türkiye'ye gelince:

Daha ilerisi hayal edilemez bir felâket diyarı...

Bu diyarı hazırlamakta başlıca müessirler, Halk Partisi (ilke)leri, nesillerin arasını makaslayan

manevî suikastler, kokmuş bir sosyalizma havasına menfez açmaktan gayn hiçbir mâna

getiremeyen 1960 gece baskınıdır; ve böylece Cumhuriyetin 50. yıl dönümüne birkaç sene kala,

Moskof, Türkiye'de uzun zaman emek sarfet-tiği en zengin fideliği birdenbire ele geçirmiştir.

Önce üniversite hareketleri, derken sağ-sol çatışmaları ve en sonra, içinde sağm bulunmadığı,

devleti topye-kûn çökertme davranışları... Sağ, bu hengâmede, hükümetin yapamadığını kendisi

yapmak zorunda bırakılmış, üstelik hükümet deviricisi diye yaftalanmış bedbahtlar cephesi...

Evet, ne hazindir ki, sadece devlete musallat ve Moskova lûgaritmesi tarafından emirli bu hareketi,

sırtında polis üniforması bulunmaksızın önlemeye çabalayan sağcı gençlik, aynı devletçe

solculardan daha ağır suçlu sayılmıştır. Sanki «benim yapamadığımı başkasının yapmasına izin

vermiyorum!» tavrı... Demek ki yapamıyor değil, kasten yapmıyor.

Her şey bu teşhisin çerçevesi içindedir; ve Moskof, olanca stratejisini bağladığı bir diyan bu hale

getir-

•351.

miş veya onun halini bu türlü istismara muvaffak olmuş bulunmaktan üstün ne bekleyebilir?

Moskof, (terminüs) noktası müstesna, hazırlayıcı safhada Türkiye bakımından olanca muradına

ermiştir.

Amerika, daima olduğu gibi, ahmak, satıhçı ve günübirlik hesapçıdır; ve Türk münevveri, kökünü,

halk ise ümidini yitirmiş ve «başını kurtaran kaptandır!» şeklinde bir Bizans ruhiyatına saptırılmış

bulunmaktadır.

Bütün bunların üstüne, kaşığı ağzına götürmek yerine burnuna sokmaya çalışırcasına bir idareyi

ekleyecek ve bir idarenin iktisadî, içtimaî, ruhî, ahlakî, fikrî, harsî, inzibatî ve siyasî cinayetlerini

üstüste bindirecek olursak, böyle bir idareyi Moskofa bile ısmarlamanın imkânsızlığını takdir

ederiz.

Bir koldan Boğazlara ve öbür koldan Akdeniz doğusuna yönelen maddî Moskof stratejik hedefleri,

içeride ve mânada çoktan yollarını döşemiştir.

İnsanlığın nasıl olsa bir gün deşmeye memur ve mecbur olduğu komünizma uru mevzuunda Türke

düşen borç, evvelâ derin bir şuur, sonra yalçın bir iç aksiyon, daha sonra da çevik bir dış

politikadır.

Komünizmanm ruh ve ebedî hayat kaatili bir rejim olduğunu vicdanlara sindirmenin yanı başmda

ilk şuur:

Türkiye maddede ve mânada Moskof ağı içine aim-mış ve kuşatılmış durumdadır. Başsızdır,

sahipsizdir, hükmetsisiir ve bu ağdan kurtulmak için, benzeri bütün dünya milletlerine ömek bir

huruç hareketi yapmakla mükelleftir.

îç aksiyon:

Yüamn her defa baş gösterip kafasına, bir odun inince sinmesini ve tekrar baş göstermesini

beklemeden

352

yuvasına girmek, yumurtalarına kadar ateşte yakmak, topatan kavununu dibinden koklarcasına

komünist kokusu veren veya kokusunun kokusunun kokusunu duyuran her ferdi hesaba çekmek...

Onun, zehirlerini üretmekte en büyük gıdası başta demokrasi ölçülerini bir yana bırakıp hakkın

şiddetiyle neslini tüketmek ve iklimini koruyucu idare şekillerini ve kadrolarını milletçe çürüğe

çıkartmak.,.

Kaldı ki, bugün yılan sadece baş göstermekte değil, en haşmetli kuş tüyü yastıkların üstünde

çöreklenmiş bulunuyor.

Dış politika:

Elinde bir goygocu tası, kapı kapı âcil yardım dilenciliğine çıkmış bir politika yerine «sığındığınız

ve güvendiğiniz demokrasi sarayının yıkılmaması için ilk abanılacak kapı Türkiye'dir; bu kapının

sürgülerini emniyet altına almak istiyor musunuz, istemiyor musunuz?» haykınşiyle şahlanmak ve

yardım borcunda olanları yardımın lütfen kabulü için kapımızın eşiğinde yalvartmak ve hattâ

kendilerine komünizma urunun temizlenmesi işinde akıl hocalığı mevkiine geçmek... Dünyanın

hali ne olacaksa bir ân önce olması için gereken şartların temirinde fikrî öncülük kudretine ermek

ve adetâ cihan çapında bir inkılâba önderlik haysiyetine ermek...

Ne Doğu ve tslâm âleminin benimsediği, ne de Batı ve Hıristiyanlık dünyasının baheç kapısında

kavaslığa olsun lâyık gördüğü, sadece ecdat mirası bir (jeo -politik) imtiyaz yüzü suyu hü -metine

kırıntılarla yetinmeye alıştırılmış bir toplum olmak yerine, milyara yakın bir din camiasının başına

geçmeye bakmak ve hattâ aynı Batı dünyasına muhtaç olduğu ruhun bu camiada olduğunu ihtar

edici bir hüviyetle görünebil-mektir...

F.: 23

353

Soğuktan donmak üzere bir adamın son duygu olarak kendisini kaloriferin kazan dairesinde

sanması gibi mecnun bir ütopya sayıklaması biçiminde yorumlanması mümkün bu fikirlere kadar

uzanmamız, ne olr a-mız gerekirken ne olduğumuzun ifadesi bakımından yine halimize bağlı hazin

bir tespit...

NETDCE

Moskof geliyor! Gösterdiğimiz noktalardan insanlığa ve bu arada giriş kapısı Türkiye'yi yumruğu

altında tutan Moskof... Hem o türîü geliyor ki, Amerika ve Batı demokrasilerinin ona ayak

uydurabilmeleri, onu karşılayabilmeleri şansı çok zaif... O her zaman bugüne değin aykın

göründüğü Çin ile de anlaşabilir ve o zaman milyarı aşkın bir yığm (1QO milyonluk bir ordu) en

umulmadık anda geriye kalan milyarların tepesine çökebilir. Asıl insanlığın ise doğuda Japonya,

batıda malûm demokrasiler ve b&tının batısında Amerika'dan başka ümidi yoktur. O halde ya

vücudu ona teslim, yahut ondan kurtarmaktan başka yol kalmamış ve bu eski hakikat, 15. İslâm

Asrına 1 sene ve 21. Hıristiyan yüzyılına 21 yıl kala bütün dehşetiyle ortaya çıkmıştır.

Gaibi Allah bildiğine göre bu encamca bir vâde tayini mümkün değildir. Rahatsız dünya aynı rahat

sağlığı daha yıllarca çekebilir ve Doğu ve Batı canavarları yıldızlara füze göndermenin % 25

doğrusu ve % 75 yalanı içinde birbirini kollamakta devam edebilirler. Ama bu hal ilânihâye devam

edemez. İmansız dünyanın, içiri-de kıvrandığı buhran, mutlaka ve mutlak Allahsız Mos-kofun işini

kolaylaştırmakta aşama üstüne aşama getirir.

Hasadı toplamaya önce Rusya mı kalkar, yoksa ko-

354

rumaya Amerika mı davranır? Ve Acaba ihtiyar Avru-padan, sağ veya sol, ne türlü fışkırışlar

türeyebilir? Hep meçhul...

Malûm olan tek şey :

Türk, insanlığın yamyamı ve insani vücut hikmetinin kaatili komünizmayı silip süpürmek ve eğer

yapılamayacak olursa komünizmanın insanlığı güme götürmesine katlanmak mevzuunda maddi ve

mânevi biricik hesaplaşma meydanını teşkil etmekte ve «ya bu deveyi gütmek, ya bu diyardan

gitmek» mevkiinde bulunmaktır.

Türkün «Moskof keferesinden intikam alamayan Alemdar Ali Ağa» da tecelli edici, Moskofa karşı

şahsi ve tarihî hakkı, bu defa topyekûn beşeriyetin tepesine çökmüş bir belâ olarak doğrulanma

imtiyazına ermiş, fakat bu hakkı görmeye ve göstermeye, ne içeride, ne dışarıda hiçbir el

uzanamamıştır.

Bu hakkı mefkûreleştinnenin ve «bayraktar» mânasına «Alemdar Ali Ağa» yi dünya çapında

simgeleştir-menin günü bugün...

355

MOSKOF KEFERESDNDEN İNTİKAM ALAMAYAN

MERHUM ALEMDAR ALÎ AİANIN RUHUNA

FATDHA — 1183

BÖLÜMLER

.Türk Yumruğu Altında,

Moskof....................................... 9

Moskof Yumruğu Altında

Türk.......................................105

Moskof Yumruğu Altında

însanhk....................................325