CİHAD

 

ŞEHADET

CİHADIN SEBEBİ

CİHAD FARZİYETİ

CİHADIN FARZ OLUP OLMADIĞI KİŞİLER

CİHADA NİYET

SAVAŞ ÖNCESİ SAVAŞ HALİNDE VE  SONRASI DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR

ANLAŞMAYA SADÂKAT

GANİMET

GANİMETLERİN TAKSİMİ

HARAÇ VE CİZYE

 

          CİHAD

 

Allah yolunda, Allah rızası için cihad yapmak büyük bir fazilettir. Çünkü cihadda bezledilen, insanın en kıymetli varlığı canıdır.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Ey Peygamber! Kâfirlere  ve münafıklara karşı cihad et. Onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir yerdir.” (Tevbe/73)

“Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Çünkü onunla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir. Siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (Enfal/60)

Bu ayet-i kerimelerden anlıyoruz ki, Müslümanlar dini vecibelerini layıkıyla yerine getirebilmek, namuslarını, vatanlarını korumak için cihad etmekle görevlidir.

Allah yolunda cihadı terkeden, cihada hazırlanmayan milletlerin zillete düşmesi, İslam düşmanlarının boyunduruğu altına girmesi mukadderdir.

Müslüman milletler savaş günü gelip çatmadan, savaş için hazırlanmalıdırlar. Aksi takdirde gâfil avlanırlar, kendi nefsî isteklerinin peşinde koşarken, sefahat içinde yüzerken perçemlerinden yakalanır, tüm izzet ve şereflerini kaybedebilirler.

Yakın ve uzak tehlikeler, yakın ve uzak düşmanlar vardır. Uzak tehlikeler ve uzak düşmanlar ile meşgul olunurken, yakın düşman taarruza geçebilir. Zayıf olsalar da çok büyük bir tehlike oluşturabilirler. Onun için öncelikle yakın düşmanla cihad etmek gerekir. Ancak yakın düşmanla uğraşırken elbette uzak düşman gözardı edilemez. O da sürekli olarak göz altında tutulur. Gerekli tedbirler alınır.

Allah Teâla şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Kâfirlerden size yakın olanlara karşı savaşın ve onlar (savaşırken) sizde bir sertlik bulsunlar. Biliniz ki Allah muttakilerle beraberdir.” (Tevbe/123)

Müslüman sulhta yumuşak, halîm, selîmdir. Ancak kılıçlar sıyrıldığı, savaş kızıştığı zaman kükreyen arslan gibidir. Allah Teâlâ, Müslümana cihad esnasında her zamankinden daha fazla bir mehabet verir. Düşmanın kalbine korku salar.

Şehadete susayan, bir an önce Rabbine kavuşmaya sevdalı bir Müslümanın yılgınlık ve bıkkınlık göstermesi, korkak ve ürkek davranması düşünülemez. Can ve mallarını Allah’a satan bir Müslüman, bir mücahid için cihad, bir düğün şenliğidir.

“Allah, mü’minlerden mallarını ve canlarını onlara (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. (Bu) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O halde onunla yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte bu, büyük kurtuluştur.” (Tevbe/111)

Ne mübarek, ne kârlı bir alışveriş ya Rabbi! Satıcı, mahlûkatın en mükerremi, en mükemmeli insan, satılan metaı, bu mükerrem insanın en değerli varlığı canı ve halk arasındaki tabiri ile canın yongası olan malı, alıcı ise âlemlerin Rabbi, mülkün sahibi, Allah celle celaluhu. Mal ve cana karşılık olarak verilen ebedî cennet ve cemalullahı temâşa... Mü’min olan, Müslüman olan böyle bir alışverişe sevinmez de ne yapar? Onun için böyle bir alışveriş bir Şeb-i Arus olmaz da ne olur?

İşte bu, muhabbet pazarı, aşk pazarıdır.

Bu meydan, cihad-ı fillah meydanıdır.

Can alınır, can satılır.

Hak yolunda canını feda eden bir şehid:

Kınalanmış kurbanlık bir koç gibi,

Alnından kırmızı kanlar akarak,

Dudaklarında tebessümlerle,

Va’dolunan cennete girmek için Rabbine yükselir.

Müslüman milletler, İslam düşmanlarına karşı devamlı uyanık olmak, asla gaflet etmemek, ribatlarda, sınırlarda nöbet beklemek, savaşa hazırlanmak, her an hazır olmak, savaş başlayınca da sabır ve sebat göstermekle yükümlüdürler.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Sabredin, sabırda yarışın. Uyanık olun, (sınırlarda) nöbet bekleyin, hazırlıklı olun ve Allah’tan korkun. Umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Âl-i İmran/200)

Demek oluyor ki, dünyada da, ukbada da kurtuluşa ermek, her türlü tasalluttan kurtulmak için Allah yolunda cihad etmek, hizmet etmek gerekmektedir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Kim Allah’a inanarak ve onun vaadini tasdik ederek, onun yolunda bir at beslerse, ona verdiği otlar, su ve gübresi, idrarı kıyamet gününde birer sevap olarak mizanında yer alacaktır.” (Buhari)

“Kim Allah yolunda bir gaziyi techiz ederse, harbe iştirak etmiş gibi sevap alır. Kim geride kalıp gazinin çoluk çocuğuna bakarsa o da savaşmış gibi olur.” (Buhari, Müslim)

“Allah yolunda bir gün nöbet tutmak, dünya ve üzerindekilerden daha hayırlıdır. Birinizin cennetteki bir kamçılık yeri, dünya ve üzerindekilerden daha hayırlıdır. Kulun Allah yolunda yola çıkması, bütün dünya ve üzerindekilerden daha hayırlıdır.” (Buhari, Müslim)

Ebu Said radıyallahu anhten şöyle bir rivayet vardır:

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kim Rab olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, Peygamber olarak Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemden razı olursa, cennet ona vacib olur. Bu söz Ebu Said radıyallahu anhin hoşuna gitti ve dedi ki: “Ya Rasûlallah! Bunu bana tekrarla.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tekrarladı ve sonra şöyle buyurdu: “Bir başka şey daha vardır ki Allah, onunla kulun cennetteki makamını yüz derece yükseltir. Her iki derecenin arası gökle yer arası kadardır.” “O nedir ya Rasûlallah?” diye sorduklarında:

“O, Allah yolunda savaşmaktır. Allah yolunda savaşmaktır. Allah yolunda savaşmaktır.” buyurdular.” (Müslim)

“Müşriklere karşı, mallarınız, canlarınız ve dillerinizle savaşın.” (Ebu Davud)

“Cihadı terkettiğiniz zaman, Allah size zilleti musallat kılar. Tekrar dininize dönünceye kadar, onu üzerinizden atamazsınız.” (Ebu Davud)

Peygamberimiz, Efendimiz, Önderimiz, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin mübarek kelamlarında görüldüğü gibi, cihad Müslümanın hayatıdır.  Cihadsız bir Müslüman, cihadsız bir toplum düşünülemez. Ayet ve hadislerin yüce meallerinden anlıyoruz ki, cihad:

1- Can ile olur.

2- Mal ile olur.

3- İlim ile olur.

4- Dil ile olur.

Dil ile yapılan cihad, tebliğ, emr-i bil maruf, nehy-i anil münker yapmaktır. Yani İslam’ın hakikatlerini, Kur’an ve sünnetin mesajlarını ulaşabildiğimiz herkese, tebliğ usûlüne uygun bir tarzda duyurmak, anlatmaktır. Bu konuda hizmet heyecanımızı kaybetmeden, yılmadan, bıkmadan, asla ümitsizliğe düşmeden, bu yolda uğranılan bela ve musibetlere sabrederek, ne kadar kötü şartlar içinde bulunursak bulunalım, hâlimize şükrederek, kulluk yolunda çekilen çileleri zevk edinerek çalışmak.. çalışmak.. çalışmak... Hizmet etmek.. hizmet etmek.. hizmet etmektir...

Tebliğ, İslam’ı bilmeyen, İslam’dan uzak kalmış, ondan, onun güzelliklerinden habersiz insanlara yapılır. Emr-i bil maruf ve neh-yi anil münker ise, Müslüman ve fakat Müslümanlığın vecibelerini yerine getirmeyen, günah işleyen, haramlara dalan, ibadetlerini terkeden veya bu konuda tembellik gösteren, ahlâken düşük davranışlarda bulunan kişileri uyarmak için yapılır.

Bu konuda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Sizden herhangi biriniz bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin (yani buğzetsin). İmanın en zayıfı da budur.” (Müslim)

Dil ile cihad, yani İslam’ı tebliğ etmek, iyilikleri emredip kötülüklerden nehyetmek ilim ister. İslamî hakikatleri en güzel bir şekilde bilmek ister. Tebliğ usulünü bilmek ister. Onun için dil ile cihadı ve bütün cihad çeşitlerini en iyi bir şekilde, İslam’a en uygun bir tarzda yapabilmek için ilim öğrenmek, ilim öğretmek gerekir. İşte bu da cihaddır. İlim ile cihaddır.

Çünkü İslam’ı bilmeyen, tebliğ usüllerinden habersiz kişiler İslam’a faydalı olayım derken, zararlı olurlar. İnsanları İslam’a ısındırayım derken, İslam’dan soğuturlar.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizden en aşağı derecede olan kişiye üstünlüğüm gibidir. Şüphesiz Allah, melekleri, gökler ve yer ehli, hatta yuvasındaki karınca ve denizdeki balıklar bile insanlara hayrı öğretenlere salat ederler.” (Tirmizi)

“Her kim ilim talep etmek için bir yola girerse, cennet yollarından birine girmiş olur. Melekler kanatlarını ilim talebesine, ondan hoşlandıkları için indirip gererler. İlim talep edene, göklerdekiler, yerdekiler, su içindeki balıklar bile, günahının affı için Allah’dan mağfiret dilerler. Âlimin âbide üstünlüğü, dolunayda ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Şüphesiz âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler ne dinar ve ne de dirhem miras bırakmışlardır. Kim o ilmi alırsa, çok büyük bir nasip almış olur.” (Tirmizi, Ebu Davud)

Aralarında ilmiyle âmil, gerçek âlimlerin bulunmadığı veya söz sahibi yapılmadığı toplumlar, behîmi bir yaşantıya mahkûm olurlar. İlmiyle âmil, gerçek âlimlerin yönlendirmediği hareketler, hizmetler zamanla tefessüh eder, bozulup haktan uzaklaşır ve zararlı hale gelirler.

Onun için İslam’ı öğrenmek, öğretmek, ilmi ile âmil âlim, öncü, iyi insan, iyi Müslüman yetiştirmek, bu yolda bütün imkanları kullanarak çaba göstermek, her devirde olduğu gibi hele herşeyin tefessüh ettiği zamanımızda çok daha büyük bir hizmettir. Çok büyük bir cihaddır.

Cihadın çeşitli yolları ve vasıtaları vardır. Cihadın alanı ise çok geniş ve çok şümûllüdür. İslam düşmanlarının kasıtlı olarak vurguladıkları veya bir kısım cahillerin zannettikleri gibi cihad sadece savaştan ibaret değildir. Savaş cihadın sadece bir parçası ve son çaredir. Sulh yolları kapandığı veya İslam toprakları düşman saldırılarına maruz kaldığı zaman yapılması ve yapıldığı zaman da hakkı verilmesi gereken bir yoldur.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Birbirinizi aldatarak, faizle alış veriş yaptığınız, öküzün kuyruğuna yapışıp ziraate razı olduğunuz ve cihadı terkettiğiniz zaman, tekrar dininize döneceğiniz vakte kadar Allah sizi asla üzerinizden kaldırmayacağı bir zillete düçar eder.” (Ebu Davud)

Dünyaya dalıp cihadı terkeden Müslümanların akıbeti zillettir, aşağılanmaktır. Zamanımızda olduğu gibi.

 

Cihad yapılması gereken alanları şöyle özetleyebiliriz:

1- Nefsimizi tüm kötülüklerden arındırmak için cihad.

2- Toplumu kasıp kavuran küfür, şirk, nifak, İslam dışı her türlü kötülük ve ahlâksızlıkla ve bunların öncülüğünü yapan şerir kişilerle, mihraklarla cihad.

3- Mazlum, bîçâre, mustaz’af insanları ve toplumları zalim ve zorbaların, zulüm düzenlerinin tasallutlarından, baskı ve dayatmalarından kurtarmak ve korumak için cihad.

4- İslam’ın cihanşümûl esaslarını, güzelliklerini, imânî, amelî ve ahlâkî hükümlerini Peygamberimiz, Efendimiz, Rehberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sünnet-i seniyyelerini öğrenmek, öğretmek, yaşamak, tebliğ etmek ve topluma hakim kılmak için cihad.

5- Ve nihayet savaşmak suretiyle cihad.

 

Her Müslüman, özetlemeye çalıştığımız cihadın bu alanlarında imkanı ve gücü nisbetinde:

1- Canıyla,

2- Malıyla,

3- İlmiyle,

4- Diliyle cihad etmekle mükelleftir. Cihaddan kaçmak büyük günahtır. Dünyada da, ukbada da rüsvaylıktır.

Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Allah’ın Rasûlüne muhalefet etmek için (savaştan) geri kalanlar (geri kalıp evlerinde) oturmaları için sevindiler. Mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmeyi çirkin gördüler ve (savaşa katılmak isteyenlere de) bu sıcakta sefere çıkmayın dediler. De ki: Cehennem ateşi daha sıcaktır. Keşke anlasalardı?” (Tevbe/81)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Helâk edici şu yedi şeyden sakınınız.

1- Allah’a şirk koşmak.

2- Sihir yapmak.

3- Hak ile olan hariç Allah’ın haram kıldığı cana kıymak.

4- Faiz yemek, faizcilik yapmak.

5- Yetim malı yemek.

6- Savaştan kaçmak.

7- Evli, Mü’min, hiçbir şeyden haberi olmayan namuslu kadınlara iftira etmek.” (Buhari, Müslim)

Ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerden anlaşılacağı üzere savaştan, cihaddan kaçmak kişi ve toplumların helâkına sebep olan büyük bir günahtır.

Yukarıda özetlemeye çalıştığımız cihad alanlarının başında, kendi nefsimizle mücadele etmek, nefsimizi arındırmak, onu hakka mutî kılmak gelir. Çünkü nefsimizi terbiye etmeden, ona boyun eğdirmeden, diğer cihad alanlarında muvaffak olmak çok zordur. Çünkü nefis serkeştir. Başına buyruk yaşamak ister. Zora gelmez. Rahatı sever, isyankârdır. Boyun eğmek istemez.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere daldıran ziyan etmiştir.” (Şems/9-10)

Nefis içimizdeki düşmandır. Hile ve tuzakları çok ve çeşitlidir. Onu kötülüklerden arındırmak için cihad, hem de sulhü olmayan bir cihad gerekir. Bu zorlu, bu büyük cihadı başarabilmek için Kur’anî ve sünnetî güzelliklerle donanmak gerekir.

Nefsimizi emmâre, levvâme ve mülhime mertebelerinden kurtarıp mutmainne, razıye, merziye, kâmile derecelerine çıkarmak gerekir. Aksi takdirde nefis ve şeytanın elinde esir ve oyuncak olmaktan kurtulmak mümkün değildir.

Bu büyük düşmana karşı Cihad-ı Ekber ilan etmek gerekir.

Allah Teâla’nın şu hitabına muhatap olabilmek için nefse karşı açtığımız Cihad-ı Ekber’i başarmak gerekir.

“Ey itminana ermiş nefis! Sen Allah’tan râzı, Allah da senden râzı olarak Rabbine dön. Seçkin kullarımın arasına katıl ve cennete gir.” (Fecr/27-30)

Mevlâna Mesnevi’sinde şöyle der:

“Nefsini öldür, cihanı dirilt. Nefsin sağında tesbih ve mushaf, eteği altında da hançer ve kılıç vardır. Onun mushafına ve sofuluğuna aldanma. Kendini onunla beraber ve sırdaş kılma. Seni abdest için havuz tarafına götürür ve seni suyun dibine atar.”

 

ŞEHADET

Bir Müslüman nefsi ile yaptığı bu cihadı kazanır ve onu Rabbine mûti kılarsa işte o zaman savaş meydanlarında yiğitçe savaşıp şehid olan kardeşlerine gıbta eder. Kendisinin de bir an önce şehid olup, daha önce şehid olan kardeşlerine kavuşmaya can atar. Şehadet, onun için bir sevda olur.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda harbe çıkıp öldürülmeyi, sonra yine çıkıp öldürülmeyi, sonra yine öldürülmeyi ne kadar isterdim.” (Buhari, Müslim)

O ki Habibullah’tır, mahlukatın en şereflisidir. Ahir zaman nebisidir. Allah yolunda şehid olmak ne büyük bir fazilet ki, bütün faziletlerin zirvesindeki sevgili, gül rengi yanaklarında ateş rengi şehid kanıyla Rabbine kavuşmak istiyor ve bizleri de şehadete tergib ediyor.  

Şeddad bin Hâd radıyallahu anh şöyle bir rivayette bulunmuştur:

“Bedevîlerden bir adam gelip Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e iman edip, tâbî oldu. Sonra dedi ki: “Seninle birlikte hicret edebilir miyim?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ilgilenmesi için, onu ashabından birine teslim etti. Harp olunca Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bir miktar ganimet elde etti ve ashabına taksim etti. Ona da ayırdı. O adam da ashabın koyunlarını otlatıyordu. Evine dönünce ganimet hissesini vermek istediler. Adam: “Bu nedir?” diye sordu. “Ganimetten sana düşen paydır.” dediler. Onu alıp Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin yanına getirdi. Ve “Bu nedir?” diye sordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bunu da ganimetten sana ayırdım.” buyurdu. Bunun üzerine adam şöyle dedi: “Ben sana bunun için tâbi olmadım.” Boğazını göstererek: “Bana ok atılıp buradan isabet almam, ölmem ve dolayısıyla cennete girmem için sana katıldım.” dedi. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu: “Eğer bu adam bunu içten söylemişse Allah mutlaka onu doğrulayacaktır.”

Sonra tekrar savaş başladı. Adam kıyasıya çarpıştı ve dediği yerden isabet aldı ve şehid düştü. Adamı alıp hemen Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme getirdiler.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bu adam, o mudur?” diye sordu. “Evet.” dediler. Şöyle buyurdu: “O, Allah’a karşı doğru söyledi ve sözünde durdu. Allah da onu doğruladı ve dileğini yerine getirdi.”

Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, onu cübbesine sardı. Önüne alıp namazı kıldı ve namazında mübarek ağzından şu sözler duyuldu:

“Allah’ım! Bu kul, Sen’in yolunda muhacir olarak çıktı. Şehid olarak öldürüldü. Ben buna şahidim.” (Tirmizi)

Şehidin Allah katındaki derecesi pek büyüktür. Peygamber ve sıddıyklerden sonra insanların en faziletlisi şehidlerdir.

Şehidlerin cesetlerini toprak yemez. Onlar ölü değil, diridirler. Nitekim Allah Teâla şöyle buyurmaktadır:

“Allah yolunda öldürülenlere (şehidlere) ölüler demeyin. Bilâkis onlar diridirler. Lâkin siz onu anlayamazsınız.” (Bakara/154)

 “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilâkis onlar diridirler. Allah’ın lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde rızıklanmaktadırlar.” (Âl-i İmran/169)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şehitlerin hasletlerini şöyle bildirmektedir:

“Allah katında şehidin altı hasleti vardır: Önce bağışlanır, sonra cennette yerini görür. Kabir azabından emin olur. Feze-i ekberden (kıyametin dehşetinden) emin olur. Tek bir yâkutu dünya ve içindekilerden çok daha kıymetli olan yâkuttan bir taç giydirilir. Yetmiş iki hûrî ile evlendirilir. (Kendisine) akrabalarından yetmiş kişiye şefaat etmesi için yetki verilir.” (Tirmizi)

“Cennete giren hiç kimse dünyaya geri dönmek istemez. Yeryüzünde bulunan her şey (en güzeli ile) orada da vardır. Ancak şehid, şehitlik mertebesinin yüksekliğini gördüğü için dünyaya on kere dönüp her seferinde öldürülüp şehit olmayı temenni edecektir.” (Buhari, Müslim)

 

CİHADIN SEBEBİ

İslam, her ibadetin, her amelin nasıl yapılacağını, usûl ve kaidelerini bildirmiştir.

Allah yolunda cihad da büyük bir ibadettir. Hem bedenî, hem malî bir ibadet, gerektiğinde canın feda edildiği bir ibadettir. Her ibadette olduğu gibi cihad ibadetinde de yapılacak ilk iş, cihad ile ilgili bilgileri öğrenmek ve o bilgiler ışığında hareket etmektir.

Her şeyden önce bilinmesi gereken husus şudur:

Cihadın sebebi nedir? Müslümanlar niçin cihad etmekle mükelleftirler? Cihadın sebeplerini şöyle özetleyebiliriz:

1- Müslümanların din, can, mal ve namus emniyetini sağlamak.

2- Müslümanların dinî vazifelerini en iyi bir şekilde yapmalarını, dünya işlerini, İslamî hükümler doğrultusunda tanzim etmelerini sağlamak.

3- İslam ülkesine hicret edememiş, gayr-i müslimlerin, tağutî düzenlerin hüküm sürdüğü topraklarda kalmış Müslümanların din, can, mal ve namus emniyetini sağlamak.

4- İlâ-yı Kelimetullah, yani Allah’ın kelamını, O’nun ahkâmını yaymak, yüceltmek, bütün insanları İslam’a davet etmek.

5- Kâfirlerin yapılan antlaşmaları bozmaları, İslam ülkelerine savaş ilan etmeleri veya saldırmaları durumunda İslam devlet reisi cihad ilan eder. Müslümanların bir kısmını veya tamamını bu cihada katılmaya davet edebilir.

 

CİHAD FARZİYETİ

Cihad kıyamete kadar bâki olan farz bir ibadettir.

Bu farziyyet bazen farz-ı ayn, bazen de farz-ı kifaye olur.

1- Şu durumlarda cihad farz-ı ayn olur.

a- Düşman İslam ülkesine saldırır, o bölgedeki Müslümanlar da düşmanı defetmeye güç yetiremezlerse.

b- Devlet reisi Müslümanları toptan cihada çağırırsa.

Bu takdirde kadın kocasından, evlat baba ve annesinden izin almadan cihada katılabilirler. Yani bir kadına kocası, bir kişiye anne babası, izin vermeseler de o kişilerin cihada katılmaları gerekir. Böyle durumlarda kocanın karısını, anne babanın evladını cihaddan menetme hakkı yoktur.

2- Şu durumlarda cihad farz-ı kifayedir.

a- Düşmanın saldırdığı bölgedeki Müslümanlar düşmanı defetmek için yeterli olursa, diğer bölgelerdeki Müslümanlara cihad farz-ı kifaye olur.

b- Şayet devlet reisi sadece bir kısım Müslümanları cihada çağırmış ise, diğer Müslümanlara cihad farz-ı kifaye olur.

Cihada katılan Müslümanlar düşmanı İslam ülkesinden defetmeye çalışırken, savaşa katılmayan Müslümanlar da savaş halinde olan Müslüman toplumlara ve ülkelere her türlü maddî ve manevî destek sağlamalıdırlar.

1- Silah ve mühimmat.

2- Gıda, giyecek, çadır, battaniye gibi şeyler.

3- Yaralıların tedavisi için doktor, hasta bakıcı, ilaç ve her türlü tıbbî  malzeme.

4- Çeşitli araç ve gereçler.

5- Savaş bölgelerindeki kadın, çocuk, hasta ve yaralıların savaş olmayan bölgelere nakli ve onların her tür ihtiyaçlarının karşılanması gibi yardımları aksatmadan ifa etmek gerekir.

6- Düşman aleyhinde uluslararası kamuoyu oluşturmak ve Müslümanların bilinçlenmesini sağlamak. Bunun için:

a- Basın yayın organları,

b- Radyo ve televizyon yayınları,

c- İnternet siteleri,

d- VCD, CD’ler,

e- Gazete, dergi, broşürler,

f- Çeşitli toplantılar, konferanslar,

g- Mitingler tertip edilerek bütün bu vasıtalardan yararlanılarak savaşan Müslümanlara destek olmak gerekir.

h- Çeşitli yerli ve uluslararası kuruluşlar ve devletler nezdinde teşebbüsler yaparak düşmana karşı psikolojik, ekonomik, siyasî baskı oluşturmak gerekir.

Bütün bunları yapabilmek, çok güçlü teşkilatlanmaları, uhuvvet ve vahdet ruhu ile hareket etmeyi gerektirir. Devletlerini kaybeden, tağuti düzenlerin, müstebit, zalim, İslam düşmanı yönetimlerin, kâfirlerin boyunduruğu altında kalan İslam toplumları kendi aralarında çok iyi teşkilatlanmak, karşılıklı yardımlaşmak ve güçbirliği yapmakla yükümlüdürler. Devleti olan İslam toplumlarında ise bu vazifeler devlete düşer. Müslümanlar da bu konularda devlete yardımcı olurlar.

 

CİHADIN FARZ OLUP OLMADIĞI KİŞİLER

Her ibadette olduğu gibi cihad ibadeti de bir kısım kişilere farz olduğu halde şartları taşımayan kişilere farz değildir.

Şu kişilere cihad farzdır:

1- Müslüman, akil baliğ olanlara.

2- Sıhhatli olanlara.

3- Cihad için meşru bir engeli olmayanlara.

Şu kişilere cihad farz değildir:

1- Akıl baliğ olmayan çocuklara.

2- Cihada güç yetiremeyecek kadar ağır hasta olanlara.

3- Kör olanlara.

4- Eli ve ayağı kesik, kötürüm, yürümekte zorlanacak kadar topal, elleri silah tutamayacak kadar çot olanlara.

5- Kadınlara. Çünkü kadınların bünyesi zayıftır. Savaşın ağır şartlarına tahammül edemezler. Ancak devlet reisi toptan cihad ilan eder ve kadınların katılmasını isterse, o takdirde kadınlara da farz olur.

6- Bir beldede kendisinden daha alim bulunmayan kimseye.

7- Bir kişinin anne babası veya bunlardan birisi bakıma muhtaç, hasta ve yaşlı iseler, onlara bakacak başka kimseleri de yoksa. Bu kişilere de cihad farz değildir.

 

CİHADA NİYET

Her amelde olduğu gibi cihad için de niyet şarttır. Cihada katılmak isteyen bir Müslüman elbette Allah yolunda yalnız Allah rızası için, o emrettiği için, cihad etmeye, gerektiğinde canını feda etmeye niyet etmelidir.

Yalnız dünyevî maksatla, ganimet elde etmek için veya insanların takdirini kazanmak için cihad etmek, savaşa katılmak kişiye hiçbir şey kazandırmaz.

Peygamber Efendimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme:

Kahramanlık için, yani bana kahraman desinler diye, kavim ve kabilesini desteklemek için veya gösteriş için, savaşan kişiler hakkında sordular.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kim yalnız ilâ-yı kelimetullah için cihad ederse ancak o kişinin cihadı Allah yolundadır.” (İbni Mace)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gösteriş için savaşıp ölen, gösteriş için ilim öğrenen, gösteriş için sadaka veren kişilerin kötü âkıbetinden şöyle haber vermektedir:

“Kıyamet gününde aleyhine hükmolunacak kişilerin ilki şehid edilen bir adam olacaktır. O adam getirilir. Allah ona verdiği nimetleri birer birer anlatır. O da bunları bilir ve hatırlar.

Cenab-ı Hak:

- Bu nimetlerin arasında ne yaptın? buyurur.

Kul:

- Senin rızan uğrunda savaştım. Nihayet şehid düştüm, der.

Cenab-ı Hak:

- Yalan söylüyorsun. Fakat sen kahraman denilsin diye savaştın.

Bu söz de söylendi. Sonra Allah emreder de yüzüstü sürüklenerek ateşe atılır.

İlim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur’an okumuş bir kimse getirilir. Cenab-ı Hak ona da verdiği nimetleri (tek tek) anlatır. O’da bunları anlar.

Allah Teâlâ:

- Bu nimetlerin (içinde) bulunurken ne işledin? buyurur.

Kul:

- Senin rızan uğrunda ilim öğrendim ve öğrettim. Kur’an-ı Kerim okudum, der.

Cenab-ı Hak:

- Yalan söylüyorsun. Lâkin sen o ilmi, sana alim kimse denilsin için öğrendin. Kur’an-ı Kerim’i de (iyi bir) okuyucu denilmesi için okudun. Bu söz de söylenmiştir.

Sonra Cenab-ı Hak emreder de yüzüstü sürüklenerek ateşe atılır.

Sonra Allah’ın kendisine genişlik (zenginlik) ve her çeşit maldan verdiği diğer bir kimse getirilir. Allah, buna da verdiği nimetleri (tek tek) anlatır. O kimse de bu nimetleri bilir (hatırlar).

Allah Teâlâ:

- Bu nimetlerin arasında bulunurken ne iş yaptın? buyurur.

Kul:

- Sevdiğim yollardan rızan için harcamadık bir iş bırakmadım, der.

Cenab-ı Hak:

- Yalan söylüyorsun. Fakat sen bunları sana cömert denilmesi için yaptın. Bu söz de söylendi. Sonra Cenab-ı Hak emreder, bu kimse de yüzüstü sürüklenerek ateşe atılır.” (Müslim)

Kişinin yaptığı ameller niyetlerine göredir. Niyetlerine göre ya ecir alırlar, ya da cezalanırlar.

Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Ameller ancak niyetlere göredir. Herkes için niyet ettiği(nin karşılığı) vardır.” (Buhari)

Bir kişi Allah rızasını kazanmak için, Allah Teâlâ’nın bir emrini, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bir sünnetini yerine getirmek için niyet eder ve ihlasla yaparsa Allah indinde çok büyük mükafatlara nail olur.

Fakat kötü bir niyetle gösteriş için yaparsa böyle bir niyet ve amel ona hiçbir fayda vermeyeceği gibi, o amelden dolayı da mes’ul olur.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Malını gösteriş için infak eden, gerçekten Allah ve ahiret gününe inanmayan kimseler gibi başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle yaptığınız hayırlarınızı iptal etmeyin. Böylesinin durumu üzerinde biraz toprak bulunan kayaya benzer. Sağnak halinde yağan bir yağmur isabet eder de onu sert kaya haline getiriverir. (Toprağı gider, kaya kalır) Yaptıklarını Allah için yapmayanlar bu şekilde kazandıklarından hiçbir şeyi tutmaya kadir olamazlar. Allah nankör kimselere doğru yolu göstermez.” (Bakara/264)

 

SAVAŞ ÖNCESİ SAVAŞ HALİNDE VE SAVAŞ SONRASI DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR

Müslümanlar kuru bir dava için, bir toprak parçası zabtetmek için savaşmazlar. Onlar ilâ-yı kelimetullah için cihad ederler. O bakımdan savaşın her safhasında dikkat etmeleri gereken hususlar vardır.

 

Savaş Öncesi:

Müslüman olmayan bir toplum, bir milletle savaşmak durumunda kalınınca, savaş başlamadan önce onlara şu teklifler yapılır:

1- Dine davet edilir. Müslüman olmaları istenir. Şayet Müslüman olurlarsa, artık onlarla savaşılmaz. Müslümanların bütün haklarına sahip olurlar. Bir Müslümanın yapması gereken vazifelerle mükellef olurlar.

2- Şayet Müslüman olmayı kabul etmezlerse cizye (bir çeşit vergi) teklif edilir. Cizye vermeyi kabul ederlerse, savaş terkedilir ve sulh yapılır.

3- Cizye vermeyi de kabul etmezlerse artık onlarla savaşılır.

 

Savaş esnasında:

1- Küçük çocuklar,

2- Savaşa katılmayan kadınlar,

3- Çok yaşlı, hasta savaş gücü olmayan kişiler,

4- Kilise, manastır ve havrasına çekilmiş, savaşa katılmayan rahip, papaz ve hahamlar öldürülmezler.

5- Düşman ölülerinin azaları kesilmez, cesetleri parçalanmaz.

6- Ekili, dikili araziler tahrip edilmez.

 

Savaş sonrasında:

1- Esir alınan düşmanlar aç ve susuz bırakılmaz.

2- Eziyet edilmez.

3- Yaralı olanları tedavi edilir.

Büreyde radıyallahu anh şöyle rivayet ediyor:

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir ordunun ya da müfrezenin başına bir kumandan atadığı zaman, kendisine Allah’tan korkmasını, beraberindeki Müslümanlara iyi davranmasını tavsiye edip sonra şöyle derdi:

Allah’ın adıyla, Allah yolunda, Allah’ı inkar edenlere karşı savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. (Ganimete) hiyanet edip zulmetmeyin. Düşman ölülerinin azalarını kesmeyin. Çocukları öldürmeyin. Müşrik düşmanla karşılaştığın zaman, onları şu üç hususa çağır. Kabul edenlere dokunma. Onları önce İslam’a çağır. Kabul ederlerse ilişme. Sonra Müslüman olanlara kendi ülkelerinden muhacirlerin ülkesine göç etmelerini teklif et. Muhacirlerin menfaatine olan her şey onların da menfaatine, muhacirlerin zararına olan her şey onların da zararına olacaktır. Eğer hicret etmeyi kabul etmezlerse, artık onların Müslümanların bedevileri gibi olacaklarını bildir. Mü’minlere uygulanan Allah’ın hükmü onlara da uygulanacaktır. Müslümanlarla beraber cihad etmedikçe onlar için ne ganimet vardır, ne de fey. Şayet Müslüman olmayı kabul etmezlerse, onlardan cizye iste. Kabul ederlerse ne âlâ. Onlara ilişme. Şayet cizyeyi de kabul etmezlerse, Allah’tan yardım isteyerek onlarla savaş.” (Ebu Davud)

 

ANLAŞMAYA SADÂKAT

Düşmanla yapılan anlaşmaya sadık kalmak, anlaşma maddelerini ihlal etmemek gerekir. Ancak anlaşma süresi biter ya da düşman tarafı anlaşma şartlarına uymaz, düşmanca tavırlar sergilerse, önce uyarılır, uyarı da fayda vermezse, Müslümanlardan da anlaşmaya uyma zorunluluğu kalkar.

Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Olur ki bir kavimle savaşırsınız. Onlar da canlarına, çocuklarına karşılık mallarını vererek (cizye vererek) sizinle barış yapmak isterler. Bu durumda onlara ilişmez, barış yaparsınız. Bundan sonra onlara saldırmanız, anlaşma şartlarının dışında bir şey almanız da doğru olmaz.” (Ebu Davud)

“Bir kimsenin, bir kavimle arasında bir anlaşma olursa süre bitinceye, ya da karşı taraf anlaşmayı bozuncaya kadar anlaşma düğümünü ne sıksın, ne de çözsün.” (Ebu Davud)

“Kim anlaşma yaptığı (bir kavme) zulmeder, ya da hakkını az verir, yahut güç yetiremediği bir şey yükler, yahut gönül rızası olmadan bir şey alırsa, kıyamet gününde karşısında beni bulur.” (Ebu Davud)

 

GANİMET

Daha önceki ümmetlere ganimet helal değildi. Elde edilen ganimetler savaş sonrası bir yere toplanır ve yakılırdı. Allah Teâlâ’nın bu ümmete bir lütfu da ganimetin helal kılınmasıdır. Hatta kazançların en helali, mücahidlerin elde ettikleri ganimetlerdir. Çünkü bu kazanç can ortaya konularak, çeşit çeşit tehlikelere mâruz kalınarak elde edilmektedir. Yalnız Allah rızası için cihada çıkan mücahidlere ganimetin helal kılınması, onlara Allah Teâlâ’nın dünyadaki ikramıdır. Ahiretteki ikramı ise cennet ve cemalullahı temaşadır.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Peygamberlerden bir peygamber harbe çıkacağı zaman şöyle dedi:

“Nikahla bir kadına sahip olup da onunla gerdeğe girmeyi istediği halde henüz gerdeğe girememiş kişi ardımdan gelmesin. Ev yapıp da henüz tavanını bitirememiş kişi de ardımdan gelmesin. Yahut koyun veya diğer hayvanlar satın alıp da onların doğurmalarını beklemekte olan adam da arkamdan gelmesin.”

Sonra ikindi namazına yakın bir zamanda o yere yaklaştı. Güneşe şöyle dedi: “Sen memursun, ben de memurum. Allah’ım onu bizim üzerimizde tut.” Allah oranın fethini müyesser kılıncaya kadar güneş batmadı. (O peygamber) aldığı ganimetleri topladı. Ateş geldi ancak toplanan ganimeti yakmadı. Peygamber şöyle dedi: “İçinizde bir hain vardır. Her kabileden bir adam gelip bana biat etsin.” Böylece ona biat etmeye başladılar. Bir adamın eli onun eline yapıştı. Peygamber: “İçinizde bir hain var.” dedi. Bunun üzerine sığır başı kadar bir altın getirdiler. Onu ortada duran (ganimet) malının içine koydu. Ateş gelip onu yedi, (eritti). İşte bizden önce hiç kimseye ganimetler helal değildi.

Sonra Allah bizim güçsüzlüğümüzü ve aczimizi görünce ganimeti bize helal kıldı.” (Buhari, Müslim)

Ganimetlerin helal kılındığını şu ayet-i kerime beyan ediyor:

“Artık elde ettiğiniz ganimetten helal ve temiz olarak yiyin ve Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah bağışlayan, merhamet edendir.” (Enfal/69)

 

GANİMETLERİN TAKSİMİ

Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Eğer Allah’a ve hak ile batılın ayrıldığı gün, iki ordunun birbiri ile karşılaştığı (Bedir savaşı) günü kulumuza indirdiğimize inanmışsanız, bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah’a, Rasûlüne, onun akrabalarına, yetimlere, yoksullara, yolcuya aittir. Allah herşeye hakkıyla kâdirdir.” (Enfal/41)

Ayet-i kerimeden de anlaşılacağı üzere savaş sonrası elde edilen ganimetler beşe bölünür. Beşte biri ayet-i kerimede zikri geçenlere tahsis edilir. Kalan kısmı da savaşa katılan gaziler arasında taksim edilir.

Ganimetler taksim edilmeden, ondan bir şey çalmak, bir şey almak, kullanmak asla caiz değildir. Büyük bir günahtır. Bu hususta pek çok hadis-i şerif varid olmuştur.

Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle rivayet ediyor:

“Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile Hayber savaşına çıktık. Allah Teâlâ bize fetih müyesser kıldı. Fakat altın ve gümüş olarak hiç bir ganimet elde edemedik. Ancak mal, yiyecek ve elbiseler elde edebildik. Sonra Vadiyi Kura’ya gittik. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in beraberinde Cüzam kabilesinden Dudeyb oğullarından Rifaa bin Zeyd adında bir adamın bağışladığı bir köle vardı.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin bu kölesine bir ok isabet etti ve olduğu yere yığılarak öldü. Dedik ki “Ne mutlu ona şehid oldu.” Bunun üzerine şöyle buyurdu:

“Muhammedin canı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, hayır. Hayber günü taksimatta hakkı olmayarak ganimet malından aldığı o büyük elbise (şu anda) üzerinde alev alev yanmaktadır.”

Bunun üzerine insanlar paniğe kapıldılar. Bir adam hemen bir veya iki papuç kayışı getirdi ve: İşte Hayber günü ele geçirdiklerim, dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bir ateş kayışı ya da iki ateş kayışı.” buyurdular.” (Buhari, Müslim)

Diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır:

“Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa, Müslümanların (henüz taksim edilmemiş) ganimet mallarından olan bir hayvana zayıflayıncaya kadar binip de, onu (o haliyle) geri vermesin.

Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa, Müslümanların (henüz taksim edilmemiş) ganimet mallarından olan bir elbiseyi eskitinceye kadar giyip de (bu haliyle) geri vermesin.” (Ebu Davud)

HARAÇ VE CİZYE

Haraç:

Gerek savaş yoluyla ve gerekse sulh yoluyla fetholunup, Müslümanlar arasında taksim edilmeyen, gerek o beldenin halkına ve gerekse oraya başka beldelerden getirilip yerleştirilen gayr-i müslimlere tahsis edilen arazilerden alınan, arazi vergisidir.

Bu verginin miktarı:

1- Sulanır olmasına,

2- Kıraç olmasına,

3- Verimlilik durumuna göre tesbit edilir.

Bu vergi her yıl ilgili memurlar tarafından toplanır.

 

Cizye:

Sulh veya savaş yoluyla, Müslümanlara tabi olan gayri müslimlerin erkeklerinden her sene alınan, şahıs vergisidir.

Cizye iki çeşittir:

1- Sulh yoluyla alınan cizye: Bu cizyenin miktarı, gayr-i müslimlerle yapılan anlaşma şartlarına bağlıdır. Antlaşma esnasında ne miktar cizye vereceği tesbit edilir. Daha sonra bu miktar değiştirilemez.

2- Devlet reisi tarafından tesbit edilen cizye: Bir ülke savaş yoluyla zabtedilir, o beldenin gayr-i müslim halkı da, yurtlarından çıkarılmaz, tebea olarak bırakılırsa bu kişilere devlet reisi bir cizye takdir eder ve o takdir edilen cizye vergi olarak alınır.

Bu çeşit bir cizyenin miktarı:

a- Zenginler için senelik 48 dirhem,

b- Orta halli olanlar için 24 dirhem,

c- Fakir olanlar için 12 dirhem gümüştür.

 

Cizyeye tabi olanlar:

Kendisinden cizye alınacak şahıslarda şu altı şartın bulunması gerekir. Aksi takdirde kendilerinden cizye alınmaz.

1- Erkek,

2- Akıllı,

3- Bülûğa ermiş,

4- Hür,

5- Sıhhatli,

6- Selamet.

 

Cizyeye tabi olmayan kişiler:

1- Kadınlar,

2- Çocuklar,

3- Deliler,

4- Bunaklar,

5- Körler,

6- Topallar,

7- Köleler,

8- Çok yaşlı olanlar,

9- Senenin altı ayından fazlasını hasta olarak geçirenler,

10- Cizye veremeyecek kadar fakir olanlar.

Görüldüğü gibi cizyeye tabi tutulan kişiler savaşmaya gücü olan kişilerdir. Bizâtihi savaşmaya güç yetiremeyenlerden cizye alınmamaktadır.

Gayr-i müslim bir kişi Müslüman olunca artık ondan cizye alınmaz. Çünkü cizye gayr-i müslimlerden alınan bir vergidir. Cizye alınan gayr-i müslimlerin deve, sığır, koyun gibi diğer mallarından ayrıca vergi alınmaz.

Cizye toplanırken zımmilere asla eziyet edilmez, tahkir edilmez. Çünkü bu gayr-i müslim vatandaşlar, İslam devletinin himayesi altındadır. Onların canları, malları ve namusları, Müslümanlar gibi tecavüzden beridir.

Bir gün Hz. Ömer radıyallahu anh yolda giderken, bir kapının önünde durup dilenmekte olan, ihtiyar ve iki gözü kör bir dilenci gördü. Hz. Ömer radıyallahu anh dilencinin omuzuna iki eli ile dokunarak:

- Sen ehl-i kitabın hangisindensin? diye sordu.

İhtiyar:

- Yahudiyim, dedi.

Hz. Ömer radıyallahu anh.

- Gördüğüm bu hâle, seni mecbur eden şey nedir? dedi.

Yahudi dilenci:

- İhtiyaç ve vermekle mükellef olduğum cizye, beni bu hale getirdi, diye durumunu arzetti.

Bunun üzerine Halifeyi müslimin Hz. Ömer radıyallahu anh kendisini alıp evine götürdü, ona bazı şeyler ihsan ettikten sonra, beytülmal memuruna:

- Buna ve bunun gibi olan kişilere, insaf ve merhamet nazarı ile bakınız. Biz bu adama insafla mukabele etmiyoruz. Zira sadece kendi yiyeceğimizi yiyoruz. Bu gibi kişileri ancak cizye toplanırken düşünüyoruz. Halbuki “Muhakkak ki sadakalar, fakirler ve miskinler içindir.” (Tevbe/60) ayet-i kerimesindeki “fukara” gerçi Müslüman olan fakirler demektir, ancak bu adam da ehli kitap miskinlerindendir.” demiş ve o dilenci Yahudiden ve durumu ona benzeyenlerden cizyeyi kaldırmıştır.

Görüldüğü gibi İslam devletinin âdil, şefkatli kanatları altında gerek Müslümanlar ve gerekse gayr-i müslimler asla zulme uğramamışlardır. Din, ırk farkı gözetilmeden hak ve hukuklarına riayet edilmiş can, mal ve namusları korunmuştur.