CİHADIN FARZ OLUP OLMADIĞI KİŞİLER
SAVAŞ ÖNCESİ SAVAŞ HALİNDE VE SONRASI DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR
CİHAD
Allah
yolunda, Allah rızası için cihad yapmak büyük bir fazilettir. Çünkü cihadda
bezledilen, insanın en kıymetli varlığı canıdır.
Allah
Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Ey
Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara
karşı cihad et. Onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir.
O ne kötü bir yerdir.” (Tevbe/73)
“Düşmanlara
karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar
hazırlayın. Çünkü onunla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan
başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz.
Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir. Siz asla haksızlığa
uğratılmazsınız.” (Enfal/60)
Bu
ayet-i kerimelerden anlıyoruz ki, Müslümanlar dini vecibelerini layıkıyla
yerine getirebilmek, namuslarını, vatanlarını korumak için cihad etmekle
görevlidir.
Allah
yolunda cihadı terkeden, cihada hazırlanmayan milletlerin zillete düşmesi,
İslam düşmanlarının boyunduruğu altına girmesi mukadderdir.
Müslüman
milletler savaş günü gelip çatmadan, savaş için hazırlanmalıdırlar. Aksi
takdirde gâfil avlanırlar, kendi nefsî isteklerinin peşinde koşarken, sefahat
içinde yüzerken perçemlerinden yakalanır, tüm izzet ve şereflerini
kaybedebilirler.
Yakın
ve uzak tehlikeler, yakın ve uzak düşmanlar vardır. Uzak tehlikeler ve uzak
düşmanlar ile meşgul olunurken, yakın düşman taarruza geçebilir. Zayıf olsalar
da çok büyük bir tehlike oluşturabilirler. Onun için öncelikle yakın düşmanla
cihad etmek gerekir. Ancak yakın düşmanla uğraşırken elbette uzak düşman
gözardı edilemez. O da sürekli olarak göz altında tutulur. Gerekli tedbirler
alınır.
Allah
Teâla şöyle buyurmaktadır:
“Ey
iman edenler! Kâfirlerden size yakın olanlara karşı savaşın ve onlar
(savaşırken) sizde bir sertlik bulsunlar. Biliniz ki Allah muttakilerle
beraberdir.” (Tevbe/123)
Müslüman
sulhta yumuşak, halîm, selîmdir. Ancak kılıçlar sıyrıldığı, savaş kızıştığı
zaman kükreyen arslan gibidir. Allah Teâlâ, Müslümana cihad esnasında her
zamankinden daha fazla bir mehabet verir. Düşmanın kalbine korku salar.
Şehadete
susayan, bir an önce Rabbine kavuşmaya sevdalı bir Müslümanın yılgınlık ve
bıkkınlık göstermesi, korkak ve ürkek davranması düşünülemez. Can ve mallarını
Allah’a satan bir Müslüman, bir mücahid için cihad, bir düğün şenliğidir.
“Allah,
mü’minlerden mallarını ve canlarını onlara (verilecek) cennet karşılığında
satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve
öldürülürler. (Bu) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir
vaaddir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O halde onunla
yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte bu, büyük kurtuluştur.”
(Tevbe/111)
Ne
mübarek, ne kârlı bir alışveriş ya Rabbi! Satıcı, mahlûkatın en mükerremi, en
mükemmeli insan, satılan metaı, bu mükerrem insanın en değerli varlığı canı ve
halk arasındaki tabiri ile canın yongası olan malı, alıcı ise âlemlerin Rabbi,
mülkün sahibi, Allah celle celaluhu. Mal ve cana karşılık olarak verilen ebedî
cennet ve cemalullahı temâşa... Mü’min olan, Müslüman olan böyle bir alışverişe
sevinmez de ne yapar? Onun için böyle bir alışveriş bir Şeb-i Arus olmaz da ne
olur?
İşte
bu, muhabbet pazarı, aşk pazarıdır.
Bu
meydan, cihad-ı fillah meydanıdır.
Can
alınır, can satılır.
Hak
yolunda canını feda eden bir şehid:
Kınalanmış
kurbanlık bir koç gibi,
Alnından
kırmızı kanlar akarak,
Dudaklarında
tebessümlerle,
Va’dolunan
cennete girmek için Rabbine yükselir.
Müslüman
milletler, İslam düşmanlarına karşı devamlı uyanık olmak, asla gaflet etmemek,
ribatlarda, sınırlarda nöbet beklemek, savaşa hazırlanmak, her an hazır olmak,
savaş başlayınca da sabır ve sebat göstermekle yükümlüdürler.
Allah
Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Ey
iman edenler! Sabredin, sabırda yarışın. Uyanık olun, (sınırlarda) nöbet
bekleyin, hazırlıklı olun ve Allah’tan korkun. Umulur ki kurtuluşa erersiniz.”
(Âl-i İmran/200)
Demek
oluyor ki, dünyada da, ukbada da kurtuluşa ermek, her türlü tasalluttan
kurtulmak için Allah yolunda cihad etmek, hizmet etmek gerekmektedir.
Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Kim
Allah’a inanarak ve onun vaadini tasdik ederek, onun yolunda bir at beslerse,
ona verdiği otlar, su ve gübresi, idrarı kıyamet gününde birer sevap olarak
mizanında yer alacaktır.” (Buhari)
“Kim
Allah yolunda bir gaziyi techiz ederse, harbe iştirak etmiş gibi sevap alır.
Kim geride kalıp gazinin çoluk çocuğuna bakarsa o da savaşmış gibi olur.”
(Buhari, Müslim)
“Allah
yolunda bir gün nöbet tutmak, dünya ve üzerindekilerden daha hayırlıdır.
Birinizin cennetteki bir kamçılık yeri, dünya ve üzerindekilerden daha
hayırlıdır. Kulun Allah yolunda yola çıkması, bütün dünya ve üzerindekilerden
daha hayırlıdır.” (Buhari, Müslim)
Ebu
Said radıyallahu anhten şöyle bir rivayet vardır:
“Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim
Rab olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, Peygamber olarak Hz. Muhammed
sallallahu aleyhi ve sellemden razı olursa, cennet ona vacib olur. Bu söz Ebu
Said radıyallahu anhin hoşuna gitti ve dedi ki: “Ya Rasûlallah! Bunu bana
tekrarla.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tekrarladı ve sonra şöyle
buyurdu: “Bir başka şey daha vardır ki Allah, onunla kulun cennetteki makamını
yüz derece yükseltir. Her iki derecenin arası gökle yer arası kadardır.” “O
nedir ya Rasûlallah?” diye sorduklarında:
“O,
Allah yolunda savaşmaktır. Allah yolunda savaşmaktır. Allah yolunda savaşmaktır.”
buyurdular.” (Müslim)
“Müşriklere
karşı, mallarınız, canlarınız ve dillerinizle savaşın.” (Ebu Davud)
“Cihadı
terkettiğiniz zaman, Allah size zilleti musallat kılar. Tekrar dininize
dönünceye kadar, onu üzerinizden atamazsınız.” (Ebu Davud)
Peygamberimiz,
Efendimiz, Önderimiz, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin mübarek
kelamlarında görüldüğü gibi, cihad Müslümanın hayatıdır. Cihadsız bir Müslüman, cihadsız bir toplum
düşünülemez. Ayet ve hadislerin yüce meallerinden anlıyoruz ki, cihad:
1- Can ile olur.
2- Mal ile olur.
3- İlim ile olur.
4- Dil ile olur.
Dil
ile yapılan cihad, tebliğ, emr-i bil maruf, nehy-i anil münker yapmaktır. Yani
İslam’ın hakikatlerini, Kur’an ve sünnetin mesajlarını ulaşabildiğimiz herkese,
tebliğ usûlüne uygun bir tarzda duyurmak, anlatmaktır. Bu konuda hizmet
heyecanımızı kaybetmeden, yılmadan, bıkmadan, asla ümitsizliğe düşmeden, bu
yolda uğranılan bela ve musibetlere sabrederek, ne kadar kötü şartlar içinde
bulunursak bulunalım, hâlimize şükrederek, kulluk yolunda çekilen çileleri zevk
edinerek çalışmak.. çalışmak.. çalışmak... Hizmet etmek.. hizmet etmek.. hizmet
etmektir...
Tebliğ, İslam’ı bilmeyen, İslam’dan uzak kalmış, ondan, onun
güzelliklerinden habersiz insanlara yapılır. Emr-i bil maruf ve neh-yi anil
münker ise, Müslüman ve fakat Müslümanlığın vecibelerini yerine getirmeyen,
günah işleyen, haramlara dalan, ibadetlerini terkeden veya bu konuda tembellik
gösteren, ahlâken düşük davranışlarda bulunan kişileri uyarmak için yapılır.
Bu
konuda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Sizden
herhangi biriniz bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin. Buna gücü
yetmiyorsa diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin
(yani buğzetsin). İmanın en zayıfı da budur.” (Müslim)
Dil
ile cihad, yani İslam’ı tebliğ etmek, iyilikleri emredip kötülüklerden
nehyetmek ilim ister. İslamî hakikatleri en güzel bir şekilde bilmek ister.
Tebliğ usulünü bilmek ister. Onun için dil ile cihadı ve bütün cihad
çeşitlerini en iyi bir şekilde, İslam’a en uygun bir tarzda yapabilmek için
ilim öğrenmek, ilim öğretmek gerekir. İşte bu da cihaddır. İlim ile cihaddır.
Çünkü
İslam’ı bilmeyen, tebliğ usüllerinden habersiz kişiler İslam’a faydalı olayım
derken, zararlı olurlar. İnsanları İslam’a ısındırayım derken, İslam’dan
soğuturlar.
Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Âlimin
âbide üstünlüğü, benim sizden en aşağı derecede olan kişiye üstünlüğüm gibidir.
Şüphesiz Allah, melekleri, gökler ve yer ehli, hatta yuvasındaki karınca ve
denizdeki balıklar bile insanlara hayrı öğretenlere salat ederler.” (Tirmizi)
“Her
kim ilim talep etmek için bir yola girerse, cennet yollarından birine girmiş
olur. Melekler kanatlarını ilim talebesine, ondan hoşlandıkları için indirip
gererler. İlim talep edene, göklerdekiler, yerdekiler, su içindeki balıklar
bile, günahının affı için Allah’dan mağfiret dilerler. Âlimin âbide üstünlüğü,
dolunayda ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Şüphesiz âlimler
peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler ne dinar ve ne de dirhem miras
bırakmışlardır. Kim o ilmi alırsa, çok büyük bir nasip almış olur.” (Tirmizi,
Ebu Davud)
Aralarında
ilmiyle âmil, gerçek âlimlerin bulunmadığı veya söz sahibi yapılmadığı
toplumlar, behîmi bir yaşantıya mahkûm olurlar. İlmiyle âmil, gerçek âlimlerin
yönlendirmediği hareketler, hizmetler zamanla tefessüh eder, bozulup haktan
uzaklaşır ve zararlı hale gelirler.
Onun
için İslam’ı öğrenmek, öğretmek, ilmi ile âmil âlim, öncü, iyi insan, iyi
Müslüman yetiştirmek, bu yolda bütün imkanları kullanarak çaba göstermek, her
devirde olduğu gibi hele herşeyin tefessüh ettiği zamanımızda çok daha büyük
bir hizmettir. Çok büyük bir cihaddır.
Cihadın
çeşitli yolları ve vasıtaları vardır. Cihadın alanı ise çok geniş ve çok
şümûllüdür. İslam düşmanlarının kasıtlı olarak vurguladıkları veya bir kısım
cahillerin zannettikleri gibi cihad sadece savaştan ibaret değildir. Savaş
cihadın sadece bir parçası ve son çaredir. Sulh yolları kapandığı veya İslam
toprakları düşman saldırılarına maruz kaldığı zaman yapılması ve yapıldığı
zaman da hakkı verilmesi gereken bir yoldur.
Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Birbirinizi
aldatarak, faizle alış veriş yaptığınız, öküzün kuyruğuna yapışıp ziraate razı
olduğunuz ve cihadı terkettiğiniz zaman, tekrar dininize döneceğiniz vakte
kadar Allah sizi asla üzerinizden kaldırmayacağı bir zillete düçar eder.” (Ebu
Davud)
Dünyaya
dalıp cihadı terkeden Müslümanların akıbeti zillettir, aşağılanmaktır.
Zamanımızda olduğu gibi.
Cihad
yapılması gereken alanları şöyle özetleyebiliriz:
1- Nefsimizi tüm kötülüklerden arındırmak için cihad.
2-
Toplumu kasıp kavuran küfür, şirk,
nifak, İslam dışı her türlü kötülük ve ahlâksızlıkla ve bunların öncülüğünü
yapan şerir kişilerle, mihraklarla cihad.
3- Mazlum, bîçâre, mustaz’af insanları ve toplumları
zalim ve zorbaların, zulüm düzenlerinin tasallutlarından, baskı ve
dayatmalarından kurtarmak ve korumak için cihad.
4- İslam’ın cihanşümûl esaslarını, güzelliklerini,
imânî, amelî ve ahlâkî hükümlerini Peygamberimiz, Efendimiz, Rehberimiz
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sünnet-i seniyyelerini öğrenmek,
öğretmek, yaşamak, tebliğ etmek ve topluma hakim kılmak için cihad.
5- Ve nihayet savaşmak suretiyle cihad.
Her
Müslüman, özetlemeye çalıştığımız cihadın bu alanlarında imkanı ve gücü
nisbetinde:
1-
Canıyla,
2-
Malıyla,
3-
İlmiyle,
4-
Diliyle cihad etmekle mükelleftir. Cihaddan kaçmak büyük günahtır. Dünyada da,
ukbada da rüsvaylıktır.
Bu
hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Allah’ın
Rasûlüne muhalefet etmek için (savaştan) geri kalanlar (geri kalıp evlerinde)
oturmaları için sevindiler. Mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmeyi
çirkin gördüler ve (savaşa katılmak isteyenlere de) bu sıcakta sefere çıkmayın
dediler. De ki: Cehennem ateşi daha sıcaktır. Keşke anlasalardı?” (Tevbe/81)
Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Helâk
edici şu yedi şeyden sakınınız.
1- Allah’a şirk koşmak.
2- Sihir yapmak.
3- Hak ile olan hariç Allah’ın haram kıldığı cana
kıymak.
4- Faiz yemek, faizcilik yapmak.
5- Yetim malı yemek.
6- Savaştan kaçmak.
7- Evli, Mü’min, hiçbir şeyden haberi olmayan namuslu
kadınlara iftira etmek.” (Buhari, Müslim)
Ayet-i
kerime ve hadis-i şeriflerden anlaşılacağı üzere savaştan, cihaddan kaçmak kişi
ve toplumların helâkına sebep olan büyük bir günahtır.
Yukarıda
özetlemeye çalıştığımız cihad alanlarının başında, kendi nefsimizle mücadele
etmek, nefsimizi arındırmak, onu hakka mutî kılmak gelir. Çünkü nefsimizi
terbiye etmeden, ona boyun eğdirmeden, diğer cihad alanlarında muvaffak olmak çok
zordur. Çünkü nefis serkeştir. Başına buyruk yaşamak ister. Zora gelmez. Rahatı
sever, isyankârdır. Boyun eğmek istemez.
Allah
Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Nefsini
kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere daldıran ziyan
etmiştir.” (Şems/9-10)
Nefis
içimizdeki düşmandır. Hile ve tuzakları çok ve çeşitlidir. Onu kötülüklerden
arındırmak için cihad, hem de sulhü olmayan bir cihad gerekir. Bu zorlu, bu
büyük cihadı başarabilmek için Kur’anî ve sünnetî güzelliklerle donanmak
gerekir.
Nefsimizi
emmâre, levvâme ve mülhime mertebelerinden kurtarıp mutmainne, razıye, merziye,
kâmile derecelerine çıkarmak gerekir. Aksi takdirde nefis ve şeytanın elinde
esir ve oyuncak olmaktan kurtulmak mümkün değildir.
Bu
büyük düşmana karşı Cihad-ı Ekber ilan etmek gerekir.
Allah
Teâla’nın şu hitabına muhatap olabilmek için nefse karşı açtığımız Cihad-ı
Ekber’i başarmak gerekir.
“Ey
itminana ermiş nefis! Sen Allah’tan râzı, Allah da senden râzı olarak Rabbine
dön. Seçkin kullarımın arasına katıl ve cennete gir.” (Fecr/27-30)
Mevlâna
Mesnevi’sinde şöyle der:
“Nefsini
öldür, cihanı dirilt. Nefsin sağında tesbih ve mushaf, eteği altında da hançer
ve kılıç vardır. Onun mushafına ve sofuluğuna aldanma. Kendini onunla beraber
ve sırdaş kılma. Seni abdest için havuz tarafına götürür ve seni suyun dibine
atar.”
Bir
Müslüman nefsi ile yaptığı bu cihadı kazanır ve onu Rabbine mûti kılarsa işte o
zaman savaş meydanlarında yiğitçe savaşıp şehid olan kardeşlerine gıbta eder.
Kendisinin de bir an önce şehid olup, daha önce şehid olan kardeşlerine
kavuşmaya can atar. Şehadet, onun için bir sevda olur.
Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Muhammed’in
canı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda harbe çıkıp
öldürülmeyi, sonra yine çıkıp öldürülmeyi, sonra yine öldürülmeyi ne kadar
isterdim.” (Buhari, Müslim)
O
ki Habibullah’tır, mahlukatın en şereflisidir. Ahir zaman nebisidir. Allah
yolunda şehid olmak ne büyük bir fazilet ki, bütün faziletlerin zirvesindeki
sevgili, gül rengi yanaklarında ateş rengi şehid kanıyla Rabbine kavuşmak
istiyor ve bizleri de şehadete tergib ediyor.
Şeddad
bin Hâd radıyallahu anh şöyle bir rivayette bulunmuştur:
“Bedevîlerden
bir adam gelip Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e iman edip, tâbî oldu.
Sonra dedi ki: “Seninle birlikte hicret edebilir miyim?” Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem ilgilenmesi için, onu ashabından birine teslim etti. Harp
olunca Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bir miktar ganimet elde etti ve
ashabına taksim etti. Ona da ayırdı. O adam da ashabın koyunlarını otlatıyordu.
Evine dönünce ganimet hissesini vermek istediler. Adam: “Bu nedir?” diye sordu.
“Ganimetten sana düşen paydır.” dediler. Onu alıp Peygamber sallallahu aleyhi
ve sellemin yanına getirdi. Ve “Bu nedir?” diye sordu. Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem: “Bunu da ganimetten sana ayırdım.” buyurdu. Bunun üzerine
adam şöyle dedi: “Ben sana bunun için tâbi olmadım.” Boğazını göstererek: “Bana
ok atılıp buradan isabet almam, ölmem ve dolayısıyla cennete girmem için sana
katıldım.” dedi. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle
buyurdu: “Eğer bu adam bunu içten söylemişse Allah mutlaka onu
doğrulayacaktır.”
Sonra
tekrar savaş başladı. Adam kıyasıya çarpıştı ve dediği yerden isabet aldı ve
şehid düştü. Adamı alıp hemen Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme
getirdiler.
Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem: “Bu adam, o mudur?” diye sordu. “Evet.” dediler.
Şöyle buyurdu: “O, Allah’a karşı doğru söyledi ve sözünde durdu. Allah da onu
doğruladı ve dileğini yerine getirdi.”
Sonra
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, onu cübbesine sardı. Önüne alıp namazı
kıldı ve namazında mübarek ağzından şu sözler duyuldu:
“Allah’ım!
Bu kul, Sen’in yolunda muhacir olarak çıktı. Şehid olarak öldürüldü. Ben buna
şahidim.” (Tirmizi)
Şehidin
Allah katındaki derecesi pek büyüktür. Peygamber ve sıddıyklerden sonra
insanların en faziletlisi şehidlerdir.
Şehidlerin
cesetlerini toprak yemez. Onlar ölü değil, diridirler. Nitekim Allah Teâla
şöyle buyurmaktadır:
“Allah
yolunda öldürülenlere (şehidlere) ölüler demeyin. Bilâkis onlar diridirler.
Lâkin siz onu anlayamazsınız.” (Bakara/154)
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü
sanmayın. Bilâkis onlar diridirler. Allah’ın lütuf ve kereminden kendilerine
verdikleri ile sevinçli bir halde rızıklanmaktadırlar.” (Âl-i İmran/169)
Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şehitlerin hasletlerini şöyle bildirmektedir:
“Allah
katında şehidin altı hasleti vardır: Önce bağışlanır, sonra cennette yerini
görür. Kabir azabından emin olur. Feze-i ekberden (kıyametin dehşetinden) emin
olur. Tek bir yâkutu dünya ve içindekilerden çok daha kıymetli olan yâkuttan
bir taç giydirilir. Yetmiş iki hûrî ile evlendirilir. (Kendisine)
akrabalarından yetmiş kişiye şefaat etmesi için yetki verilir.” (Tirmizi)
“Cennete
giren hiç kimse dünyaya geri dönmek istemez. Yeryüzünde bulunan her şey (en
güzeli ile) orada da vardır. Ancak şehid, şehitlik mertebesinin yüksekliğini
gördüğü için dünyaya on kere dönüp her seferinde öldürülüp şehit olmayı temenni
edecektir.” (Buhari, Müslim)
İslam,
her ibadetin, her amelin nasıl yapılacağını, usûl ve kaidelerini bildirmiştir.
Allah
yolunda cihad da büyük bir ibadettir. Hem bedenî, hem malî bir ibadet,
gerektiğinde canın feda edildiği bir ibadettir. Her ibadette olduğu gibi cihad
ibadetinde de yapılacak ilk iş, cihad ile ilgili bilgileri öğrenmek ve o
bilgiler ışığında hareket etmektir.
Her
şeyden önce bilinmesi gereken husus şudur:
Cihadın
sebebi nedir? Müslümanlar niçin cihad etmekle mükelleftirler? Cihadın
sebeplerini şöyle özetleyebiliriz:
1- Müslümanların din, can, mal ve namus emniyetini
sağlamak.
2- Müslümanların dinî vazifelerini en iyi bir şekilde
yapmalarını, dünya işlerini, İslamî hükümler doğrultusunda tanzim etmelerini
sağlamak.
3- İslam ülkesine hicret edememiş, gayr-i müslimlerin,
tağutî düzenlerin hüküm sürdüğü topraklarda kalmış Müslümanların din, can, mal
ve namus emniyetini sağlamak.
4- İlâ-yı Kelimetullah, yani Allah’ın kelamını, O’nun
ahkâmını yaymak, yüceltmek, bütün insanları İslam’a davet etmek.
5- Kâfirlerin yapılan antlaşmaları bozmaları, İslam
ülkelerine savaş ilan etmeleri veya saldırmaları durumunda İslam devlet reisi
cihad ilan eder. Müslümanların bir kısmını veya tamamını bu cihada katılmaya
davet edebilir.
Cihad
kıyamete kadar bâki olan farz bir ibadettir.
Bu
farziyyet bazen farz-ı ayn, bazen de farz-ı kifaye olur.
1- Şu durumlarda cihad farz-ı ayn olur.
a- Düşman İslam ülkesine saldırır, o bölgedeki
Müslümanlar da düşmanı defetmeye güç yetiremezlerse.
b- Devlet reisi Müslümanları toptan cihada çağırırsa.
Bu
takdirde kadın kocasından, evlat baba ve annesinden izin almadan cihada
katılabilirler. Yani bir kadına kocası, bir kişiye anne babası, izin vermeseler
de o kişilerin cihada katılmaları gerekir. Böyle durumlarda kocanın karısını,
anne babanın evladını cihaddan menetme hakkı yoktur.
2- Şu durumlarda cihad farz-ı kifayedir.
a- Düşmanın saldırdığı bölgedeki Müslümanlar düşmanı
defetmek için yeterli olursa, diğer bölgelerdeki Müslümanlara cihad farz-ı
kifaye olur.
b- Şayet devlet reisi sadece bir kısım Müslümanları
cihada çağırmış ise, diğer Müslümanlara cihad farz-ı kifaye olur.
Cihada
katılan Müslümanlar düşmanı İslam ülkesinden defetmeye çalışırken, savaşa
katılmayan Müslümanlar da savaş halinde olan Müslüman toplumlara ve ülkelere
her türlü maddî ve manevî destek sağlamalıdırlar.
1-
Silah ve mühimmat.
2-
Gıda, giyecek, çadır, battaniye gibi şeyler.
3-
Yaralıların tedavisi için doktor, hasta bakıcı, ilaç ve her türlü tıbbî malzeme.
4-
Çeşitli araç ve gereçler.
5-
Savaş bölgelerindeki kadın, çocuk, hasta ve yaralıların savaş olmayan bölgelere
nakli ve onların her tür ihtiyaçlarının karşılanması gibi yardımları aksatmadan
ifa etmek gerekir.
6-
Düşman aleyhinde uluslararası kamuoyu oluşturmak ve Müslümanların bilinçlenmesini
sağlamak. Bunun için:
a-
Basın yayın organları,
b-
Radyo ve televizyon yayınları,
c-
İnternet siteleri,
d-
VCD, CD’ler,
e-
Gazete, dergi, broşürler,
f-
Çeşitli toplantılar, konferanslar,
g-
Mitingler tertip edilerek bütün bu vasıtalardan yararlanılarak savaşan
Müslümanlara destek olmak gerekir.
h-
Çeşitli yerli ve uluslararası kuruluşlar ve devletler nezdinde teşebbüsler
yaparak düşmana karşı psikolojik, ekonomik, siyasî baskı oluşturmak gerekir.
Bütün
bunları yapabilmek, çok güçlü teşkilatlanmaları, uhuvvet ve vahdet ruhu ile
hareket etmeyi gerektirir. Devletlerini kaybeden, tağuti düzenlerin, müstebit,
zalim, İslam düşmanı yönetimlerin, kâfirlerin boyunduruğu altında kalan İslam
toplumları kendi aralarında çok iyi teşkilatlanmak, karşılıklı yardımlaşmak ve
güçbirliği yapmakla yükümlüdürler. Devleti olan İslam toplumlarında ise bu
vazifeler devlete düşer. Müslümanlar da bu konularda devlete yardımcı olurlar.
Her
ibadette olduğu gibi cihad ibadeti de bir kısım kişilere farz olduğu halde
şartları taşımayan kişilere farz değildir.
Şu
kişilere cihad farzdır:
1-
Müslüman, akil baliğ olanlara.
2-
Sıhhatli olanlara.
3-
Cihad için meşru bir engeli olmayanlara.
Şu
kişilere cihad farz değildir:
1-
Akıl baliğ olmayan çocuklara.
2-
Cihada güç yetiremeyecek kadar ağır hasta olanlara.
3-
Kör olanlara.
4-
Eli ve ayağı kesik, kötürüm, yürümekte zorlanacak kadar topal, elleri silah
tutamayacak kadar çot olanlara.
5-
Kadınlara. Çünkü kadınların bünyesi zayıftır. Savaşın ağır şartlarına tahammül
edemezler. Ancak devlet reisi toptan cihad ilan eder ve kadınların katılmasını
isterse, o takdirde kadınlara da farz olur.
6-
Bir beldede kendisinden daha alim bulunmayan kimseye.
7-
Bir kişinin anne babası veya bunlardan birisi bakıma muhtaç, hasta ve yaşlı
iseler, onlara bakacak başka kimseleri de yoksa. Bu kişilere de cihad farz
değildir.
Her
amelde olduğu gibi cihad için de niyet şarttır. Cihada katılmak isteyen bir
Müslüman elbette Allah yolunda yalnız Allah rızası için, o emrettiği için,
cihad etmeye, gerektiğinde canını feda etmeye niyet etmelidir.
Yalnız
dünyevî maksatla, ganimet elde etmek için veya insanların takdirini kazanmak
için cihad etmek, savaşa katılmak kişiye hiçbir şey kazandırmaz.
Peygamber
Efendimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme:
Kahramanlık
için, yani bana kahraman desinler diye, kavim ve kabilesini desteklemek için
veya gösteriş için, savaşan kişiler hakkında sordular.
Peygamberimiz
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim
yalnız ilâ-yı kelimetullah için cihad ederse ancak o kişinin cihadı Allah
yolundadır.” (İbni Mace)
Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem gösteriş için savaşıp ölen, gösteriş için ilim
öğrenen, gösteriş için sadaka veren kişilerin kötü âkıbetinden şöyle haber
vermektedir:
“Kıyamet
gününde aleyhine hükmolunacak kişilerin ilki şehid edilen bir adam olacaktır. O
adam getirilir. Allah ona verdiği nimetleri birer birer anlatır. O da bunları
bilir ve hatırlar.
Cenab-ı
Hak:
-
Bu nimetlerin arasında ne yaptın? buyurur.
Kul:
-
Senin rızan uğrunda savaştım. Nihayet şehid düştüm, der.
Cenab-ı
Hak:
-
Yalan söylüyorsun. Fakat sen kahraman denilsin diye savaştın.
Bu
söz de söylendi. Sonra Allah emreder de yüzüstü sürüklenerek ateşe atılır.
İlim
öğrenmiş, öğretmiş ve Kur’an okumuş bir kimse getirilir. Cenab-ı Hak ona da
verdiği nimetleri (tek tek) anlatır. O’da bunları anlar.
Allah
Teâlâ:
-
Bu nimetlerin (içinde) bulunurken ne işledin? buyurur.
Kul:
-
Senin rızan uğrunda ilim öğrendim ve öğrettim. Kur’an-ı Kerim okudum, der.
Cenab-ı
Hak:
-
Yalan söylüyorsun. Lâkin sen o ilmi, sana alim kimse denilsin için öğrendin.
Kur’an-ı Kerim’i de (iyi bir) okuyucu denilmesi için okudun. Bu söz de
söylenmiştir.
Sonra
Cenab-ı Hak emreder de yüzüstü sürüklenerek ateşe atılır.
Sonra
Allah’ın kendisine genişlik (zenginlik) ve her çeşit maldan verdiği diğer bir
kimse getirilir. Allah, buna da verdiği nimetleri (tek tek) anlatır. O kimse de
bu nimetleri bilir (hatırlar).
Allah
Teâlâ:
-
Bu nimetlerin arasında bulunurken ne iş yaptın? buyurur.
Kul:
-
Sevdiğim yollardan rızan için harcamadık bir iş bırakmadım, der.
Cenab-ı
Hak:
-
Yalan söylüyorsun. Fakat sen bunları sana cömert denilmesi için yaptın. Bu söz
de söylendi. Sonra Cenab-ı Hak emreder, bu kimse de yüzüstü sürüklenerek ateşe
atılır.” (Müslim)
Kişinin
yaptığı ameller niyetlerine göredir. Niyetlerine göre ya ecir alırlar, ya da
cezalanırlar.
Bu
hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Ameller
ancak niyetlere göredir. Herkes için niyet ettiği(nin karşılığı) vardır.” (Buhari)
Bir
kişi Allah rızasını kazanmak için, Allah Teâlâ’nın bir emrini, Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in bir sünnetini yerine getirmek için niyet eder ve
ihlasla yaparsa Allah indinde çok büyük mükafatlara nail olur.
Fakat
kötü bir niyetle gösteriş için yaparsa böyle bir niyet ve amel ona hiçbir fayda
vermeyeceği gibi, o amelden dolayı da mes’ul olur.
Allah
Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Ey
iman edenler! Malını gösteriş için infak eden, gerçekten Allah ve ahiret gününe
inanmayan kimseler gibi başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle yaptığınız
hayırlarınızı iptal etmeyin. Böylesinin durumu üzerinde biraz toprak bulunan
kayaya benzer. Sağnak halinde yağan bir yağmur isabet eder de onu sert kaya
haline getiriverir. (Toprağı gider, kaya kalır) Yaptıklarını Allah için
yapmayanlar bu şekilde kazandıklarından hiçbir şeyi tutmaya kadir olamazlar.
Allah nankör kimselere doğru yolu göstermez.” (Bakara/264)
Müslümanlar
kuru bir dava için, bir toprak parçası zabtetmek için savaşmazlar. Onlar ilâ-yı
kelimetullah için cihad ederler. O bakımdan savaşın her safhasında dikkat
etmeleri gereken hususlar vardır.
Savaş
Öncesi:
Müslüman
olmayan bir toplum, bir milletle savaşmak durumunda kalınınca, savaş başlamadan
önce onlara şu teklifler yapılır:
1-
Dine davet edilir. Müslüman olmaları istenir. Şayet Müslüman olurlarsa, artık
onlarla savaşılmaz. Müslümanların bütün haklarına sahip olurlar. Bir Müslümanın
yapması gereken vazifelerle mükellef olurlar.
2-
Şayet Müslüman olmayı kabul etmezlerse cizye (bir çeşit vergi) teklif edilir.
Cizye vermeyi kabul ederlerse, savaş terkedilir ve sulh yapılır.
3-
Cizye vermeyi de kabul etmezlerse artık onlarla savaşılır.
Savaş
esnasında:
1-
Küçük çocuklar,
2-
Savaşa katılmayan kadınlar,
3-
Çok yaşlı, hasta savaş gücü olmayan kişiler,
4-
Kilise, manastır ve havrasına çekilmiş, savaşa katılmayan rahip, papaz ve
hahamlar öldürülmezler.
5-
Düşman ölülerinin azaları kesilmez, cesetleri parçalanmaz.
6-
Ekili, dikili araziler tahrip edilmez.
Savaş sonrasında:
1- Esir alınan
düşmanlar aç ve susuz bırakılmaz.
2- Eziyet edilmez.
3- Yaralı olanları
tedavi edilir.
Büreyde radıyallahu
anh şöyle rivayet ediyor:
“Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem bir ordunun ya da müfrezenin başına bir kumandan
atadığı zaman, kendisine Allah’tan korkmasını, beraberindeki Müslümanlara iyi
davranmasını tavsiye edip sonra şöyle derdi:
Allah’ın adıyla,
Allah yolunda, Allah’ı inkar edenlere karşı savaşın. Ancak aşırı gitmeyin.
(Ganimete) hiyanet edip zulmetmeyin. Düşman ölülerinin azalarını kesmeyin.
Çocukları öldürmeyin. Müşrik düşmanla karşılaştığın zaman, onları şu üç hususa
çağır. Kabul edenlere dokunma. Onları önce İslam’a çağır. Kabul ederlerse
ilişme. Sonra Müslüman olanlara kendi ülkelerinden muhacirlerin ülkesine göç
etmelerini teklif et. Muhacirlerin menfaatine olan her şey onların da
menfaatine, muhacirlerin zararına olan her şey onların da zararına olacaktır.
Eğer hicret etmeyi kabul etmezlerse, artık onların Müslümanların bedevileri gibi
olacaklarını bildir. Mü’minlere uygulanan Allah’ın hükmü onlara da
uygulanacaktır. Müslümanlarla beraber cihad etmedikçe onlar için ne ganimet
vardır, ne de fey. Şayet Müslüman olmayı kabul etmezlerse, onlardan cizye iste.
Kabul ederlerse ne âlâ. Onlara ilişme. Şayet cizyeyi de kabul etmezlerse,
Allah’tan yardım isteyerek onlarla savaş.” (Ebu Davud)
Düşmanla yapılan
anlaşmaya sadık kalmak, anlaşma maddelerini ihlal etmemek gerekir. Ancak
anlaşma süresi biter ya da düşman tarafı anlaşma şartlarına uymaz, düşmanca
tavırlar sergilerse, önce uyarılır, uyarı da fayda vermezse, Müslümanlardan da
anlaşmaya uyma zorunluluğu kalkar.
Bu hususta Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Olur ki bir kavimle
savaşırsınız. Onlar da canlarına, çocuklarına karşılık mallarını vererek (cizye
vererek) sizinle barış yapmak isterler. Bu durumda onlara ilişmez, barış
yaparsınız. Bundan sonra onlara saldırmanız, anlaşma şartlarının dışında bir
şey almanız da doğru olmaz.” (Ebu Davud)
“Bir kimsenin, bir
kavimle arasında bir anlaşma olursa süre bitinceye, ya da karşı taraf anlaşmayı
bozuncaya kadar anlaşma düğümünü ne sıksın, ne de çözsün.” (Ebu Davud)
“Kim anlaşma yaptığı
(bir kavme) zulmeder, ya da hakkını az verir, yahut güç yetiremediği bir şey
yükler, yahut gönül rızası olmadan bir şey alırsa, kıyamet gününde karşısında
beni bulur.” (Ebu Davud)
Daha önceki ümmetlere
ganimet helal değildi. Elde edilen ganimetler savaş sonrası bir yere toplanır
ve yakılırdı. Allah Teâlâ’nın bu ümmete bir lütfu da ganimetin helal
kılınmasıdır. Hatta kazançların en helali, mücahidlerin elde ettikleri
ganimetlerdir. Çünkü bu kazanç can ortaya konularak, çeşit çeşit tehlikelere
mâruz kalınarak elde edilmektedir. Yalnız Allah rızası için cihada çıkan mücahidlere
ganimetin helal kılınması, onlara Allah Teâlâ’nın dünyadaki ikramıdır.
Ahiretteki ikramı ise cennet ve cemalullahı temaşadır.
Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Peygamberlerden bir
peygamber harbe çıkacağı zaman şöyle dedi:
“Nikahla bir kadına
sahip olup da onunla gerdeğe girmeyi istediği halde henüz gerdeğe girememiş
kişi ardımdan gelmesin. Ev yapıp da henüz tavanını bitirememiş kişi de ardımdan
gelmesin. Yahut koyun veya diğer hayvanlar satın alıp da onların doğurmalarını
beklemekte olan adam da arkamdan gelmesin.”
Sonra ikindi namazına
yakın bir zamanda o yere yaklaştı. Güneşe şöyle dedi: “Sen memursun, ben de
memurum. Allah’ım onu bizim üzerimizde tut.” Allah oranın fethini müyesser
kılıncaya kadar güneş batmadı. (O peygamber) aldığı ganimetleri topladı. Ateş
geldi ancak toplanan ganimeti yakmadı. Peygamber şöyle dedi: “İçinizde bir hain
vardır. Her kabileden bir adam gelip bana biat etsin.” Böylece ona biat etmeye
başladılar. Bir adamın eli onun eline yapıştı. Peygamber: “İçinizde bir hain
var.” dedi. Bunun üzerine sığır başı kadar bir altın getirdiler. Onu ortada
duran (ganimet) malının içine koydu. Ateş gelip onu yedi, (eritti). İşte bizden
önce hiç kimseye ganimetler helal değildi.
Sonra Allah bizim
güçsüzlüğümüzü ve aczimizi görünce ganimeti bize helal kıldı.” (Buhari, Müslim)
Ganimetlerin helal
kılındığını şu ayet-i kerime beyan ediyor:
“Artık elde ettiğiniz
ganimetten helal ve temiz olarak yiyin ve Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah
bağışlayan, merhamet edendir.” (Enfal/69)
Bu hususta Allah
Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Eğer Allah’a ve hak
ile batılın ayrıldığı gün, iki ordunun birbiri ile karşılaştığı (Bedir savaşı)
günü kulumuza indirdiğimize inanmışsanız, bilin ki, ganimet olarak aldığınız
herhangi bir şeyin beşte biri Allah’a, Rasûlüne, onun akrabalarına, yetimlere,
yoksullara, yolcuya aittir. Allah herşeye hakkıyla kâdirdir.” (Enfal/41)
Ayet-i kerimeden de
anlaşılacağı üzere savaş sonrası elde edilen ganimetler beşe bölünür. Beşte
biri ayet-i kerimede zikri geçenlere tahsis edilir. Kalan kısmı da savaşa
katılan gaziler arasında taksim edilir.
Ganimetler taksim
edilmeden, ondan bir şey çalmak, bir şey almak, kullanmak asla caiz değildir.
Büyük bir günahtır. Bu hususta pek çok hadis-i şerif varid olmuştur.
Ebu Hureyre
radıyallahu anh şöyle rivayet ediyor:
“Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem ile Hayber savaşına çıktık. Allah Teâlâ bize fetih müyesser
kıldı. Fakat altın ve gümüş olarak hiç bir ganimet elde edemedik. Ancak mal,
yiyecek ve elbiseler elde edebildik. Sonra Vadiyi Kura’ya gittik. Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in beraberinde Cüzam kabilesinden Dudeyb
oğullarından Rifaa bin Zeyd adında bir adamın bağışladığı bir köle vardı.
Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellemin bu kölesine bir ok isabet etti ve olduğu yere yığılarak
öldü. Dedik ki “Ne mutlu ona şehid oldu.” Bunun üzerine şöyle buyurdu:
“Muhammedin canı
elinde olan Allah’a yemin ederim ki, hayır. Hayber günü taksimatta hakkı
olmayarak ganimet malından aldığı o büyük elbise (şu anda) üzerinde alev alev
yanmaktadır.”
Bunun üzerine
insanlar paniğe kapıldılar. Bir adam hemen bir veya iki papuç kayışı getirdi
ve: İşte Hayber günü ele geçirdiklerim, dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem: “Bir ateş kayışı ya da iki ateş kayışı.” buyurdular.” (Buhari, Müslim)
Diğer bir hadis-i
şerifte şöyle buyurulmaktadır:
“Kim Allah’a ve
ahiret gününe iman ediyorsa, Müslümanların (henüz taksim edilmemiş) ganimet
mallarından olan bir hayvana zayıflayıncaya kadar binip de, onu (o haliyle)
geri vermesin.
Kim Allah’a ve ahiret
gününe inanıyorsa, Müslümanların (henüz taksim edilmemiş) ganimet mallarından
olan bir elbiseyi eskitinceye kadar giyip de (bu haliyle) geri vermesin.” (Ebu
Davud)
Haraç:
Gerek savaş yoluyla
ve gerekse sulh yoluyla fetholunup, Müslümanlar arasında taksim edilmeyen,
gerek o beldenin halkına ve gerekse oraya başka beldelerden getirilip
yerleştirilen gayr-i müslimlere tahsis edilen arazilerden alınan, arazi
vergisidir.
Bu verginin miktarı:
1- Sulanır olmasına,
2- Kıraç olmasına,
3- Verimlilik
durumuna göre tesbit edilir.
Bu vergi her yıl
ilgili memurlar tarafından toplanır.
Cizye:
Sulh veya savaş
yoluyla, Müslümanlara tabi olan gayri müslimlerin erkeklerinden her sene
alınan, şahıs vergisidir.
Cizye iki
çeşittir:
1- Sulh yoluyla
alınan cizye: Bu cizyenin miktarı, gayr-i müslimlerle yapılan anlaşma
şartlarına bağlıdır. Antlaşma esnasında ne miktar cizye vereceği tesbit edilir.
Daha sonra bu miktar değiştirilemez.
2- Devlet reisi
tarafından tesbit edilen cizye: Bir ülke savaş yoluyla zabtedilir, o beldenin
gayr-i müslim halkı da, yurtlarından çıkarılmaz, tebea olarak bırakılırsa bu
kişilere devlet reisi bir cizye takdir eder ve o takdir edilen cizye vergi
olarak alınır.
Bu çeşit bir cizyenin
miktarı:
a- Zenginler için
senelik 48 dirhem,
b- Orta halli olanlar
için 24 dirhem,
c- Fakir olanlar için
12 dirhem gümüştür.
Cizyeye tabi
olanlar:
Kendisinden cizye
alınacak şahıslarda şu altı şartın bulunması gerekir. Aksi takdirde
kendilerinden cizye alınmaz.
1- Erkek,
2- Akıllı,
3- Bülûğa ermiş,
4- Hür,
5- Sıhhatli,
6- Selamet.
Cizyeye tabi
olmayan kişiler:
1- Kadınlar,
2- Çocuklar,
3- Deliler,
4- Bunaklar,
5- Körler,
6- Topallar,
7- Köleler,
8- Çok yaşlı olanlar,
9- Senenin altı
ayından fazlasını hasta olarak geçirenler,
10- Cizye veremeyecek
kadar fakir olanlar.
Görüldüğü gibi
cizyeye tabi tutulan kişiler savaşmaya gücü olan kişilerdir. Bizâtihi savaşmaya
güç yetiremeyenlerden cizye alınmamaktadır.
Gayr-i müslim bir
kişi Müslüman olunca artık ondan cizye alınmaz. Çünkü cizye gayr-i müslimlerden
alınan bir vergidir. Cizye alınan gayr-i müslimlerin deve, sığır, koyun gibi
diğer mallarından ayrıca vergi alınmaz.
Cizye toplanırken
zımmilere asla eziyet edilmez, tahkir edilmez. Çünkü bu gayr-i müslim
vatandaşlar, İslam devletinin himayesi altındadır. Onların canları, malları ve
namusları, Müslümanlar gibi tecavüzden beridir.
Bir gün Hz. Ömer
radıyallahu anh yolda giderken, bir kapının önünde durup dilenmekte olan,
ihtiyar ve iki gözü kör bir dilenci gördü. Hz. Ömer radıyallahu anh dilencinin
omuzuna iki eli ile dokunarak:
- Sen ehl-i kitabın
hangisindensin? diye sordu.
İhtiyar:
- Yahudiyim, dedi.
Hz. Ömer radıyallahu
anh.
- Gördüğüm bu hâle,
seni mecbur eden şey nedir? dedi.
Yahudi dilenci:
- İhtiyaç ve vermekle
mükellef olduğum cizye, beni bu hale getirdi, diye durumunu arzetti.
Bunun üzerine
Halifeyi müslimin Hz. Ömer radıyallahu anh kendisini alıp evine götürdü, ona
bazı şeyler ihsan ettikten sonra, beytülmal memuruna:
- Buna ve bunun gibi
olan kişilere, insaf ve merhamet nazarı ile bakınız. Biz bu adama insafla
mukabele etmiyoruz. Zira sadece kendi yiyeceğimizi yiyoruz. Bu gibi kişileri
ancak cizye toplanırken düşünüyoruz. Halbuki “Muhakkak ki sadakalar, fakirler
ve miskinler içindir.” (Tevbe/60) ayet-i kerimesindeki “fukara” gerçi Müslüman
olan fakirler demektir, ancak bu adam da ehli kitap miskinlerindendir.” demiş
ve o dilenci Yahudiden ve durumu ona benzeyenlerden cizyeyi kaldırmıştır.
Görüldüğü gibi İslam
devletinin âdil, şefkatli kanatları altında gerek Müslümanlar ve gerekse gayr-i
müslimler asla zulme uğramamışlardır. Din, ırk farkı gözetilmeden hak ve
hukuklarına riayet edilmiş can, mal ve namusları korunmuştur.