KOMŞULUK
ÂDÂBI
İslam’da komşuluk,
komşu hukuku, komşularla olan münasebetlerde dikkat edilecek âdab çok mühim
hususlardır.
Hz. Aişe radıyallahu anhadan rivayet edilen bir
hadis-i şerifte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
"Cibril bana komşu hakkında o kadar ısrarlı
tavsiyede bulundu ki onu varis kılacağını sandım." (Buhari-Müslim)
Komşuluk, sosyal yaşantımızda çok önemli bir yer
tutmaktadır. İyi, temiz, dürüst komşu dünya hayatının nimetlerindendir. Kötü,
geçimsiz komşu ise bir azap bir musibettir. Onun için eskiler; "Ev alma,
komşu al." demişlerdir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak
koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak
komşuya, yolcuya, elleriniz altında bulunanlara iyi davranın. Allah kendini
beğenen ve böbürlenen kimseyi sevmez." (Nisa/36)
Ayet-i kerimede geçen (yakın komşu-uzak komşu)
ifadelerine çeşitli manalar verilmiştir. Yakın komşudan maksadın akraba olan
komşu veya Müslüman komşu, uzak komşudan maksadın da aralarında yakınlık
olmayan komşu veya gayri müslim komşu olduğu söylenmektedir.
Müslüman olsun, gayr-i müslim olsun bütün komşulara
Kur’an ve Sünnetin hudutları içinde iyi davranmak, onların komşuluk hak ve
hukukuna riayet etmek her Müslüman için bir vecibedir. Yapmış olduğumuz bütün
ibadetlerin meyvesi güzel ahlâktır. O bakımdan komşumuza, arkadaşımıza, tüm
Müslümanlara karşı iyi muamele etmek, edepli olmak, büyükleri saymak, küçükleri
sevmek hülasa güzel ahlâkla muaşerette bulunmak, Allah Teâlâ’ya kulluk
derecemizin de bir göstergesidir.
Geçimsiz, kavgacı, dedikoducu, kaba, kırıcı insanda
hayır yoktur.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmaktadır:
"Vallahi iman etmemiş olur. Vallahi iman etmemiş
olur. Vallahi iman etmemiş olur. Denildi ki: Kim Ey Allah’ın Rasûlü! Komşusunun
kendi kötülüklerinden emniyet içinde olmadığı kişi" (Buhari-Müslim)
Müslüman olsun gayri müslim olsun bütün komşular
birbirlerinin malından, canından, namusundan emin olmalıdır. Çünkü bunlar
hiçbir din, ırk farkı gözetmeden bütün insanların doğuştan sahip olduğu
haklardır. Din ve ırk farkından dolayı komşuların birbirlerine haşin
davranması, birbirlerini küçük görmesi, komşuluk hak ve hukukunu çiğnemesi asla
caiz değildir.
Abdullah bin Amr bin As radıyallahu anhin evinde bir
koyun kesilmişti. Eve gelince, “Yahudi olan komşumuza onun etinden verdiniz
mi?” dedi.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle
buyurduğunu duydum: "Cibril bana komşuyu o kadar tavsiye etti ki neredeyse
onu varis kılacağını zannettim." (Ebu Davud)
Hadis-i şeriflerden de anlaşılacağı üzere komşu hak ve
hukuku çok mühimdir. Aynı zamanda İslam dininin insana ve insanlar arası
münasebetlere verdiği önemi göstermektedir. Çünkü insanlar arası münasebetlerin
sağlıklı olması, sağlıklı toplumların
sağlıklı devletlerin ve medeniyetlerin oluşmasını ve gelişmesini sağlar.
"Bir adam! Ey Allah’ın Rasûlü! Falan kadının çok
namaz kıldığından, çok sadaka verdiğinden, çok oruç tuttuğundan fakat komşusuna
dili ile çok eziyet ettiğinden söz ediliyor. Ne dersiniz? dedi. Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: O ateştedir. (O adam) dedi ki: Ey
Allah’ın Rasûlü! Falan kadının az (nafile) oruç tuttuğundan, az (nafile) namaz
kıldığından, süzme peynir gibi şeylerden az sadaka verdiğinden, bununla beraber
dili ile komşularına eziyet etmediğinden söz ediliyor ne dersiniz? Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem o, cennettedir buyurdu." (Ahmed’den, Cem'ul
Fevaid)
Görüldüğü gibi iyi geçinmek, iyi ahlâk büyük bir
fazilettir. Yukarıda da ifade edildiği gibi Nebevi, Kur’anî bir ahlâka sahip
olamayan, ibadetleri onu güzel ahlâk sahibi yapmayan bir insanda hayır yoktur.
Komşusuna, akrabasına, insanlara eziyet eden, diliyle,
davranışlarıyla sürekli huzursuzluk kaynağı olan, insanlara sıkıntı vermekten,
onları incitmekten, zarar vermekten adeta zevk alan kişiler zahiri ibadetleri
ne kadar çok olursa olsun, kötü huylarını, kötü ahlâkını terk etmedikçe o
ibadetlerinden bir fayda görmüyor demektir.
Kötü huylu komşunun eziyetlerine katlanmak, onun
kötülüklerine misliyle cevap vermeden hayır nasihatte bulunmak, güzel ahlâk,
güzel davranışlarla ona örnek olmaya çalışmak çok büyük bir fazilettir.
Nitekim ehl-i hikmetten bir zat:
"Müslümana ihlasla, iyi niyetle güzel muamelede
bulun. Fasık ve facir kimseye ise güzel ahlâkla muamele et. Çünkü fasık ve
facir zahirdeki davranışlarında güzel ahlâka karşı rıza göstermeye mecbur
kalır. Kalben muhalefet etse bile."
demektedir.
Komşuya kötülük etmemek komşuluk hak ve âdabından
olduğu gibi, komşusunun kötülüklerine, huysuzluklarına, sıkıntılarına
katlanmak da komşuluk âdabındandır.
Dolayısıyla komşusundan gördüğü kötülüğe ve zarara misliyle karşılık vermek
uygun görülmemiştir.
Komşuluk ilişkilerinde dikkat edilmesi gereken âdâb:
1- Karşılaştığı zaman içten ve samimi olarak
selamlaşmak, uzatmamak ve can sıkıcı olmamak şartıyla hâl hatır sormak,
güleryüzlü, tatlı dilli olmak. Çünkü Mü’minin Mü’min kardeşine tebessümü
güleryüzlü davranışı sadaka hükmündedir.
2- Eziyet etmemek, kaba davranmamak, haksızlık
yapmamak.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmaktadır:
"Müflis kimdir bilir misiniz? Ashab:
- Bizim aramızda müflis hiçbir dirhemi ve eşyası
olmayan kimsedir demişler. Bunun üzerine:
- Benim ümmetimden gerçek müflis, kıyamet gününde
namaz, oruç ve zekatla gelecek olan kimsedir ki aynı zamanda şuna sövmüş, buna
zina isnadında bulunmuş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş, diğerini de
dövmüş olarak gelecek. Ve şuna hasenatından, buna hasenatından verilecektir.
Şayet davası görülmeden hasenatı biterse, onların günahlarından alınarak bunun
üzerine yüklenecek. Sonra cehenneme atılacaktır." (Müslim)
3- Maddi ve manevi ihtiyaç ve sıkıntılarını gidermekte
yardımcı olmak. Başkalarına zararı olmayan kusurlarını örtbas etmek.
Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmaktadır:
"Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez.
Onu tehlikeye atmaz. Bir kimse din kardeşinin hacetinde bulunursa, Allah da
onun hacetinde bulunur. Her kim bir Müslümanın sıkıntısını giderirse, onun
sebebiyle Allah kendisinden kıyamet sıkıntılarından birini giderir. Ve her kim
bir Müslümanın suçunu örtbas ederse kıyamet gününde Allah da onu örtbas
eder." (Müslim)
Bu hadis-i şerifin şerhinde Nevevî şöyle bir izahta
bulunmuştur:
"Burada mendup olan örtbastan murad eziyet ve
fesatla meşhur olmayan hal sahipleridir. Eziyet ve fesatla meşhur olan kimseye
gelince onun suçunu örtbas etmemek ve mefsedetinden korkulmazsa kendisini ulu’l
emre şikayet etmek müstehab olur. Çünkü örtbas etmek onu başka kötülükler
yapmaya cesaretlendirir. Bütün bunlar olmuş bitmiş bir suçu örtbas etmek
hakkındadır. Henüz yapılmakta olan bir suçu gören kimseye ona itiraz etmek ve
elinden geliyorsa men etmek vaciptir, tehiri caiz değildir. Men etmekten acizse
meseleyi ulu’l emre şikayet etmesi lazım gelir."
4- Kendisi veya ailesinden biri hastalandığı zaman
ziyaret etmek.
5- Ölüm ve benzeri bir musibet anında taziyede
bulunmak, teselli etmek.
6- Kederini ve sevincini paylaşmak.
7- Gizli hallerini araştırmamak.
8- Yapmış olduğu davetlere icabet etmek. Şayet davet
ettiği toplantılar, düğün, nişan, sünnet ve benzeri merasimler İslamî esaslara
aykırı ise icabet etmemeli, münasip bir dille ikaz etmelidir.
9- Özellikle bayramlarda ve müsait zamanlarda ziyaret
etmelidir.
10- Bir hacet veya borç istediği zaman geri
çevirmemelidir. Şayet isteklerini yerine getirmek imkanı yoksa münasip bir
dille izah edilmeli, yardımcı olamadığı için üzüldüğünü bildirmelidir.
11- Komşusunun elinde olanlara göz dikmemeli, haset
etmemelidir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Birbirinize haset etmeyin, birbirinize buğz etmeyin ve birbirinizle
alakayı kesmeyin. Ey Allah’ın kulları kardeş olun." buyurmaktadır.
(Buhari-Müslim)
12- Üç günden fazla dargın durmamalıdır. En güzeli ve
makbulü hiç küs durmamaktır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmaktadır:
"Mü’mine, kardeşini üç günden fazla terk etmesi
helal değildir." (Müslim)
13- Suizanda bulunmamalıdır. Esas olan hüsnü zandır.
Kötülük yaptığı çok açık deliller ile belli olunca da o hususta hüküm ne ise o
hükme göre hareket etmelidir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmaktadır:
"Zandan sakının. Çünkü zan sözün en yalanıdır.
Başkalarının konuştuğunu dinlemeyin. Tecessüs
ve münasefe (her şeyin sadece kendisinde olmasını istemek) yapmayın.
Birbirinize hasetlik etmeyin. Birbirinize buğzetmeyin. Birbirinize sırt
çevirmeyin. Kardeş olun, ey Allah’ın kulları!" (Müslim)
14- Evinde olmadığı veya uzun bir seyahate çıktığı
zaman evine ve ev halkına göz kulak olmak, korumak varsa ihtiyaçlarını
gidermek.
15- Evini, dükkanını, bağ, tarla ve arsasını satarken
önce komşusuna teklif etmeli, komşusu alamayacağını ifade ettikten sonra
başkalarına teklif etmeli. Komşusu için zararlı olan, komşusuna düşmanlık yapan
kişilere satmamalıdır.
16- Zamanımız insanları çok katlı, kalabalık
apartmanlarda, aynı merdivenleri, aynı asansörleri kullanmak durumunda
kalmaktadırlar. Çok kısıtlı bahçe imkanlarından hep beraber istifade etmek
konumundadırlar. Böyle bir yaşantının İslamî yönden pek çok sakıncaları olmakla
beraber zaruretlerin sürüklediği bu mekanlarda komşuluk ilişkileri, insanî
münasebetler çok iyi bir düzeyde tutulursa sıkıntılar ve sakıncalar asgarî bir
noktaya çekilebilir.
Komşuları rahatsız edecek şekilde, yüksek sesle
konuşulmamalı, radyo, teyp ve tv’lerin sesleri kendimizin duyacağı kadar
açılmalı, çocuklarımızın fazlaca gürültü yapmalarına, hoplayıp, zıplayarak alt
veya üst dairedekileri rahatsız etmelerine meydan vermemelidir. Merdivenlerden
inip çıkarken, hem yürüyüşümüz, hem konuşmalarımızla gürültü yaparak apartman
sakinlerini rahatsız etmemeliyiz. Varsa asansörü gereksiz yere meşgul
etmemeliyiz. Kadın ve çocuklara öncelik tanımalıyız. Asansörde tek başına bir
kadın varsa, erkekler yanında başka biri olmadan yalnız başına nâmehrem bir
kadınla asansöre binmemelidir. Merdivenlerden inip çıkarken dairelerin kapı
önlerinde durup içerden gelen sesleri dinlememelidir. Merdivenlerin ve çevrenin
temizliğine dikkat etmelidir.
17- Gayr-i müslim komşularla da iyi geçinmeli, hak ve
hukuklarına riayet etmeli, Müslüman komşulara nasıl davranmamız gerekiyorsa
onlara da aynı şekilde davranmalıyız.
İslam dini insan hak ve hürriyetlerine çok önem
vermiş, hangi dinden, hangi ırktan olurlarsa olsunlar, içtimai durum ve
mevkileri ne olursa olsun bu hakların hiçbir fark gözetilmeden korunmasını
istemiştir. Bu hakların başında elbette din hürriyeti ve dininin gereğini yapma
hürriyeti, düşünce ve düşüncesini ifade hürriyeti, eğitim-öğretim hürriyeti ve
yaşama hürriyeti gelir.
Hiçbir şahıs, hiçbir grup ve hiçbir yönetim şu veya bu
bahanelerle bu hakları yok farzedemez. Bu hak ve hürriyetleri ortadan
kaldıramaz.
Bu hakların korunması ve kullanılması hususunda İslam
dini kadar hiçbir sistem samimi olmamış, tebaasına karşı yardımda
bulunmamıştır.
Gayr-i müslimler asırlardır, İslam’ın şefkat, merhamet
ve adalet kanatları altında huzur ve sükunla, canlarından, mallarından,
namuslarından emin bir şekilde tam bir dini hürriyet içinde yaşamışlar,
inançlarından dolayı asla baskıya ve tahakküme uğramamışlardır. Kendi
aralarındaki mezhep kavgalarından dolayı insanı tiksindirecek boyutlara ulaşan
zulüm ve işkencelerden İslam’ın şefkat kucağına atılmış ve kurtulmuşlardır.
İspanya’da Müslümanlarla beraber Yahudiler de büyük bir zulme tabi tutulmuş,
canlı canlı yakılmışlar, ancak Hristiyanlığı kabul edenler kurtulabilmiştir.
İşte tarihin kaydettiği en vahşi ve acımasız katliamlardan biri olan bu
katliamdan hiçbir devletin topraklarına kabul etmediği Yahudiler Osmanlı
Devletine sığınarak kurtulabilmişlerdir.
Zamanımızda, demokrasi, insan hak ve hürriyetleri, din
ve vicdan hürriyetini dillerinden düşürmeyen yönetimlerin, bu hak ve
hürriyetleri yok farzederek yaptıkları despotça icraatlar herkesçe malumdur.
Ülkeleri yöneten bir avuç derin azınlık bütün bu hakları kendileri için
saklayıp kullanmakta geniş halk kitlelerine ise bu hak ve hürriyetlerin tatlı
masallarını anlatarak uyutmaktadırlar.
Kalbinde sevgi olmayan, taşlaşmış kalpler insanı
sevemez ve onun haklarına riayet etmez.
Bir gün, Halife-yi Müslimin Hz. Ömer radıyallahu anh,
bir rahibin yanına uğradı. Rahip inzivaya çekilmiş, dünyadan el etek çekmiş,
zayıf ve bitap düşmüştü. Rahibi bu halde gören Hz. Ömer radıyallahu anh
ağlamaya başladı. Yanındakiler niçin ağladığını sordular. O Peygamber dostu
şöyle cevap verdi:
"Kendine eziyet ediyor. Boşa yoruluyor. Yaptıklarından
ise öbür âlemde hiçbir fayda görmeyecek."
İşte İslam’ın insana kazandırdığı yüce merhamet
duygusu. Bu sebeple Müslümanın Yahudi, Hristiyan, gayr-i müslimlere sadaka
vermeleri, hastalandıkları zaman ziyaret etmeleri, ölümlerinde taziyede bulunmaları,
mallarına, canlarına, namuslarına karşı asla kem gözle bakmamaları, dînî
vecibelerini yerine getirmelerine asla mani olmamaları ve hatta mani olmaya
çalışanlara fırsat vermemeleri tavsiye edilmiş, emredilmiştir.
Dinde zorlama yoktur. Hiçbir gayr-i müslim, Müslüman
olmaya zorlanamaz. Ancak İslam dininin yüce esasları tebliğ edilip dine davet
edilir.
Komşusunun aç olduğunu bile bile tok yatmak,
komşusunun derdiyle dertlenmemek, ona yardımcı olmamak, sofrasını onunla
paylaşmamak bizim inancımızda, bizim medeniyetimizde asla tasvip edilmez. Onun
için Müslümanlar asırlardır, müslim, gayr-i müslim farkı gözetmeden tüm
komşularına ikram etmeyi, onlara yardımcı olmayı, komşu hak ve hukukuna riayet
etmeyi bir insanlık, bir Müslümanlık vecibesi olarak hayat tarzı haline
getirmişlerdir. Biz de o eşsiz değerlerimize, o eşsiz medeniyetimize yeniden
dönmeli, inancımızı, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin mübarek sünnetini
fert, aile, toplum ve yönetimde hayatımıza yansıtmalıyız. İşte o zaman bütün
sıkıntılardan kurtulacak ve bir saadet, bir huzur toplumu olacağız.