Bu bölüm; icaz (sözü
kısaltma), itnâb (sözü uzatma) ve müsavat (eşitlik)
hakkındadır. Akla gelen (zihinde bulunan) bütün mânaları, şu üç şekilde ifâde
etmek mümkündür:
Müsavat (eşitlik):
sözlükte, fiilinin masdarı olup eşitlik ve denklik
mânasına gelir.[1]" Bir meânî terimi olarak; kasdedilen
herhangi bir mânayı, kendisine eşit miktarda kelimelerle ifâde etmeye
"müsavat" denilir. Yâni ibare ile mânânın hiçbiri birbirinden fazla
olmayacak.[2]
Başka bir ifâde ile;
ibarenin, orta seviyedeki halkın günlük hayatta kullandıkları ölçüde olması
gerekir. Halk; orta derecede belagat ilmini bilme derecesine yükselmemiş ve
meramını ifâde etmekten aciz bir duruma da düşmemiş olan kimselerdir.[3]
Konu ile ilgili bazı
misaller:
«önceden kendiniz için
yaptığınız her iyiliği, Allah'ın katında bulacaksınız.»[4]
« Halbuki kötü tuzağın
zararı, ancak
« kurana dokunur.»[5]
«Ne zaman bir kişide
bir ahlak bulunursa, o bu ahlakının insanlara gizli kalacağını zannetse bile, o
ahlakı (insanlarca) bilinir.»[6]
Nâbiğa ez-Zübyânî (Ö1.M.604), bir
şiirinde şöyle der:
« kavuşan (beni
yakalayan) gece gibisin. Her ne kadar bulunduğum yerin, senden uzakta olduğunu
zannetsem bile.»[7]
Tarafa b. el-'Abd (öl.M.563), bir şiirinde şöyle der:
«Daha Önce bilmediğin
şeyleri, günler (zaman) sana öğretir. Kendisine herhangi bir azık vermediğin
kimse de sana çeşitli haberleri getirir.»[8]
a) Müsavatla
ilgili bazı âyetler:
«Ayetlerimiz aleyhinde
ileri geri konuşmaya dalanları gördüğün zaman, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan yüz çevir.»[9]
«Dedi ki: Şüphesiz sen
benimle beraberliğe s abr e demez sin.»[10]
«S/z nankörden
başkasını cezalandırır mıyız?» Bu ayette, müsavat vardır.[11]
Kim kafir olursa,
küfrü kendi aleyhine olur. İyi işler yapanlara gelince, onlar da kendileri için
(cennettteki yerlerini) hazırlamış olurlar.» Bu ayette,
müsavat vardır.[12]
«Herkes kazandıklarına
karşı bir rehindir.[13]
«iyiliğin, iyilikten
başka karşılığı var mı? [14]
«Kim Allah'a ve
peygamberine itaat ederse A//öft onu, zemininde
ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük
kurtuluş budur.>>[15]
b) Müsavatla ilgili
bazı hadisler:
« Helâl, apaçıkbelharam da apaçık bellidir. Bu ikisi arasında şüpheli
bazı şeyler vardır...»[16]
«Ameller, ancak
niyet-/e; göredir. Herkese, ancak niyet ettiği şey vardır.»[17]
«Ümmetim, emâneti
ganimet olarak, zekâtı da (para) cezası olarak görmedikçe hayır üzerine kalmaya
devam edecektir.[18]
«Cibril dediki: ihsan nedir? O (Hz.
Muhammed) şöyle cevap verdi: (ihsan), Allah'a: Onu görüyormussun
gibi ibâdet etmendir. Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da O seni muhakkak
görür. >>[19] Ali b. Ebu Tâlib bir sözünde şöyle der:
«Kardeşine, iyilik
yapmak suretiyle onu azarla, yine ona iyilik yaparak kötülüğünü sav.»[20]
Not:
Edebiyatçılar, belagat âlimleri, zeki insanlar ve diğer bilim adamları aşağıda
zikredilecek bazı konularda "müsavatı" uygun görmüşler. Bu konuiar, şunlardır:
- İlmî kitaplardaki
metinler.
- Kanun ve yasa
maddelerinin metinleri.
- Ülkeler arasında
yapılan antlaşma metinleri.
- Kararlar, tüzükler
ve yönetmelikler.
- Dinî hükümlerle
ilgili açıklamalar ve seri'âtın istek ve emirleri.
- Haklar ve
vazifelerle ilgili açıklama yapan metinler.
- Ve bu konulara
benzeyen diğer metinler.[21]
İcaz (sözü kısaltma): Sözlükte; fiilinin masdan
olup, işi çabuk yapmak, sözü kısa kesmek, özetlemek gibi mânalara gelir.[22] bir me'ânî terimi olarak; maksadı açık ve net bir şekilde
ifâde etmek suretiyle, az kelimelerle çok mânaları anlatmaya "icaz"
denir.
Veya herhangi bir
mefhumu, kendinden az lafızlarla ifâde etmeye icaz denilir.[23]
1- İcazın (sözü kısaltmanın) kısımları:
İcaz iki kısma ayrılır
a) İcâz-ı kısar: Bu icaz, hazıf yapılmadan, geniş ve engin
mânaları kapsayan az sayıda kelime kullanmak suretiyle yapılır.
b) Hazıf icazı: (düşürme yoluyla yapılan kısaltma); İcâz'm bu kısmında; hazfedilen şeye delâlet eden bir
ipucunun bulunması şartıyla ibarede bulunan kelimelerden bir veya birkaç
kelimeyi; bir cümle veya birkaç cümleyi hazfetmek suretiyle yapılır.[24]
îcâzla ilgili bazı
misâller:
Yüce Allah şöyle
buyurmuş: «Bilesiniz ki; yaratmak da emretmek de O'na aittir.»[25]
Peygamber (s.a.) şöyle
buyurmuş: «Güçsüz, kafilenin başkanıdır,»[26]
Çok miktarda malı
(davarları) süren bir bedeviye şöyle denildi:
«Bu mal kime aittir?
O: "Allah'a . Elimdedir." (Yâni emânet olarak elimdedir.) dedi.»[27] 'Bu
üç misalde "icâzü'l-hsar"
vardır.
«Rabbin(in emri)
geldiği ve melekler saf saf dizildiği zaman (her şey
ortaya çıkacak).»[28] Bu
ayette, kelimesi hazfedilmiştir. Yüce
Allah, her yerde hazır olduğu için, ona gelme fiilini nisbet
etmek caiz değildir.
«Kâf,
Şünll Ve şerefli
Kur'âna andolsun ki;
kâfirler aralarından bir uyarıcının gelmesine şaştılar....»[29] Bu
âyette, kasemin cevabı olan baresi hazfedilmiştir.
Yâni; Kâf ve Şanlı Kur'ân'a
yemin olsun ki siz ölümden sonra dirileceksiniz.
Yüce Allah, Hz. Musa' mn, Hz.
Şu'ayb'ın iki kızı ile meydana gelen hikâyesinde
şöyle buyurmuş:
üzerine Musa, onların
yerine (davarlarını) sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve: Rabbim! Doğrusu bana
indireceğin her hayra (lütfuna) muhtacım dedi.
Derken, o iki kadından biri utana utana yürüyerek ona
geldi: Babam, dedi, bizim yerimize (hayvanları) sulamanın karşılığını Ödemek
için seni çağırıyor.»[30] Bu
ayette, en az üç cümle hazfedilmiştir.
a) Kısar
icazı ) ile ilgili bazı âyetler ve diğer misaller:
Yüce Allah, bir ayette
şöyle buyurmuş:
Kısasta sizin için
hayat vardır.»[31]
«İnanıp da imanlarına
zulüm karıştırmayanlar, işte emniyet içinde olma onların hakkıdır. Ve onlar
doğru yolu bulanlardır»[32]Bu
misâlde, kısar icazı vardır.
«Yeryüzünden sular
çıkardı, orada otlaklar yarattı. »[33]
«Ey Muhammedi Sen affı
'(kolaylık yolunu) tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.»[34] Bu
misâlde, kısar icazı vardır.
ö emrolunanları
açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir.»[35]
Muhakkak ki Allah,
adaleti,
iyiliği, akrabaya
yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O,
düşünüp uttasınız diye size öğüt verir.[36] »
«Şüphesiz, açık-seçik
konuşmanın bir kısmı büyü gibidir. »[37] Bu'cümle, her türlü fasîh sözü kapsıyor.
b) Hazıf icazı ile
ilgili misaller:
Kelimeyi hazfetmek
yoluyla sözü kısaltmaya, İmrü'ül-Kays'm
şu :
«Zten
(sevgilime) dedim ki; Allaha yemin ederim. Başımı ve
mafsallarımı kesseler bile, senin yanında oturmaya devam edeceğim. »[38]
«(Oğulları),
"Allah'a andolsun ki sen hâlâ Yûsuf u anıyorsun.
Sonunda ya hasta olacaksın, ya
da büsbütün helak olacaksın!"'dediler,»[39] Bu ayette; kelimesi hazfedilmiştir.
Cümlenin
düşürülmesiyle yapılan icaz, Kur'ân-i Kerîm'deki şu
âyette olduğu gibi: «Eğer seni yalanlıyorlarsa (üzülme) senden Önceki
Peygamberler de yalanlandı.»[40] Yâni; Sen de o Peygamberleri örnek edinip
üzülme, acıya dayan ve sabret. Birden fazla cümlenin hazfıyla (düşürülmesiyle)
sözün kısaltılmasına örnek: Şu âyette olduğu gibi:
« Beni hemen (zindana)
gönderin. .. .Ey Yusuf! Ey doğru sözlü kişi!. »[41] Yâni
kendisinden rüya yorumunu sormam için beni Hz. Yusufun yanma gönderin! Dediğini yaptılar. Yu-sufun yanma gitti ve ona dedi
ki; « Ey Yusuf! Ey doğru sözlü
kişi!......»
Ebû't-Tayyib el-Mütenebbî (Öİ.354/965), bir şiirinde şöyle demiş:
«Geçmiş ümmetler,
zamanın gençliğinde geldiler. Ve zaman onları sevindirdi. Biz ise zaman (dünya)
yaşlandığında geldik.»[42] Yâni
artık bizi sevindirecek bir şeyi kalmadığı için o bize kötülük yaptı.
«Meyve yedim ve su (içtim).»[43]
Yüzleri kararanlara şöyle
denecektir; imân ettikten sonra kâfir mi oldunuz?»[44] Müfessirler, bu âyeti tefsir ederken;
"Yâni onlara denilir ki; İmân ettikten sonra inkâr mı ettiniz?"
derler.
«Eğer bir Kur'ân'la dağlar yürütülseydi, veya onunla yer
parçalansaydı, yahut onunla ölüler konuşturulsaydı. (O Kur'ân,
yine bu kitap olacaktı). Fakat bütün işler Allah'a aittir.»[45]
«Anneleriniz ... size haram kılındı.»[46] Yâni onlarla evlenmek size haram kılındı.
Ö«ce
de sonra da emir Allah'a aittir.»[47] Yâni
herşeyden önce ve her şeyden sonra , demektir.
c) İcazla ilgili bazı Hadisler :
«Müslüman, müslümanlann
elinden ve dilinden zarar
görmediği kimsedir.»[48]
«Bir şeyi sevmen, seni
hem kör hem de sağır eder.»[49]
«.sevdiği ile
beraberdir.[50]
»«Mü'minin
niyeti, âmelinden daha hayırlıdır.[51]
Mide, hastalık evidir;
perhiz ise ilâcın başı sayılır...»[52]
Kişi, kardeşi ile çok
ve kalabalık sayılır,»[53]
Not:
Edebiyatçılar, belagat âlimleri, zeki insanlar ve diğer bilim adamları bazı
konularda sözü kısa kesmeyi"îcâz" uygun
görmüşler. İcazı gerektiren başlıca durumlar şunlardır:
- Padişah ve kıralların valilere ve memurlara gönderdikleri genelgeler.
Özellikle savaş, afet ve kriz zamanlarında.
- Sultanlara ait
emirler ve yasaklarda.
- Padişahların vergi
ve gümrük vergilerini tahsil etmek ve diğer devlet işlerini yürütme hakkında
tedbirleri almakla ilgili yazı ve fermanları.
- Vaat ve uyarı ihtiva
eden yazılar.
- Hediye edilen nimetlere
ve yapılan iyiliklere karşılık teşekkür etmek.
- Merhamet dilemek ve
şikâyetle ilgili dilek ve yazılarda.
- Bir yetkiliden
kendisine iyi bakılmasını ve önem vermesini istemekle ilgili dileklerde.
- Özür dilemek, suç
ithamından yakasını kurtarmak için yazılan yazılar.
- Birbirlerini
sevenler ve arkadaşlar arasındaki kınamalar.
- Anlamaları için bir
işaret yeterli olan akıllı kimselere hitap etmede.
- Konu ile ilgisi
olmayan kimselerden bir hususu gizlemek için, işaret ile ifâde etmenin uygun
olduğu yerlerde.
- Ezberi ve anlamayı
kolaylaştırmak, -Yerin dar olması,
- Bir şeyi gizlemek ve
sözü uzatmaktan meydana gelen bıkkınlığı ve usanmayı gidermek. Ve benzeri
yerlerde "îcâz" uygundur.[54]
Not 2: Bazı
Türkçe örnekler:
- Vakit,
nakittir.
-Azıcık aşım, ağrısız başım.
- Olmaya devlet
cihanda bir nefes sıhhat gibi.
- Bağbân bir gül için
bin hâre hizmetkar olur.
- Âdeme, kendi ayağı
ile devlet gelmez. - Acımaz kestiği
parmak şer'in.
- Olmayınca hasta,
kadrini bilmez âdem sıhhatin.
- Yere düşmekle cevher
sakıt olmaz kadr- u kıymetten.
- Atarlar taşı,
elbette dıraht-ı meyvedâr üzre.
- Ateş olmayan yerden
duman çıkmaz.
- Ateş düştüğü yeri
yakar.
- İstemeyene
verilmez.
- Elçiye zeval yoktur.
- Derdini söylemeyen
derman bulmaz.
- Ağaç köküne
muhtaç,
- Akacak kan, damarda
durmaz.
- Az söyleyen anılır,
çok söyleyen yanılır.
- Ev alma, komşu al!
- Sütten ağzı yanan,
yoğurdu öfleyerek yer. v.s.[55]
İtnâb; sözlükte, fiilinin masdan
olup sözü uzatmak mânasına gelir.[56]Terim
olarak; herhangi yeni bir fayda için, maksadı, alışılagelmiş ibareden fazla
ibare ile ifâde etrasğe"itnâb" denilir.[57]
İtnâb'ın kısımları:
İtnâb, bir kaç şekilde yapılır:
a) Umuma delâlet
eden lafızdan sonra hususa delâlet eden lafzı söylemek suretiyle yapılır: Bu
işlem, hususa delâlet eden lafzın üstün olduğuna dikkati çekmek için yapılır.
b) Hususâ
delâlet eden kelimenin şanına Önem vererek, ondan sonra, umûma delâlet eden bir
kelimeyi söylemek suretiyle
yapılır.
c) Mânayı,
dinleyicinin zihnine yerleştirmek için, üstü kapalı anlatımdan sonra konuyu
açıklamak suretiyle yapılır.
d) Herhangi
bir maksat için bir lafzı tekrarlamak suretiyle yapılır:
Mânayı, zihne
yerleştirmek veya bir şeye üzülmek veyahut aradaki fasılanın uzun olmasından
dolayı lafız tekrarlanır.
e) Ara söz
yoluyla (itiraz): Bu da; bir cümlenin değişik unsurları veya mâna bakımından
birbirine bağlı olan iki cümle arasına, bir gaye için irapta yeri olmayan bir
veya daha fazla cümleyi katmaya itiraz denilir.
f) Ek yapmak
suretiyle: Bu da; cümleyi pekiştirmek gayesiyle, bir cümleden sonra aynı
mânaya gelen diğer bir cümleyi zikretmekle yapılır. Bu da iki kısma ayrılır:
aa)
Ya mâna bakımından müstakil ve önceki cümleye ihtiyacı
bulunmadığı için, darb-ı mesel şeklinde icra edilir.
bb)
Bir önceki cümle ile alakası bulunduğu için, darb-ı
mesel şeklinde icra edilmez.
g) İhtiras
(Sakınmak ve korunmak) için: Sakın-mak; kendisinden kasdedilen mânadan ayrı manâ anlaşılan bir sözden, bu
şüpheyi ortadan kaldıran bir şey ilâve etmek suretiyle yapılır.[58]
İtnâb ile ilgili bazı misaller:
a) Umuma
delâlet eden lafızdan sonra hu-susa delâlet eden lafzı söylemek suretiyle
yapılır: Bu işlem, hususa delâlet eden lafzın üstün olduğuna dikkati çekmek
için yapılır.
«Derslerinize ve Arapçaya çalı-siniz!» Buradaki itnâb'ın
faydası, hususi olarak kendisine işaret edilen Arapçanm
üstün olduğuna dikkati çekmek içindir. Sanki Arapça, değerinin yüceliğinden
dolayı, kendisinden önceki derslerden ayrı olan değişik bir cins gibidir.[59]
«O gece melekler ve
Cebrail Rablerinin izniyle, ... inerler.[60]
«Namazlara ve orta
namaza (ikindiye) devam edin!»[61]
onlardan olduğun
halde, şayet insanlardan üstün isen (bunda hay-edilecek bir şey yoktur.) Çünkü
misk, ceylan kanının bir kısmıdır.»[62]
Şair, bu beyitte; önce
insanları genel olarak zikretmiş, sonra övdüğü şahsı İkinci kez ceylanın
kanından yapılan miske benzeterek övmüştür.
Nice babalar, oğlu ile
şerefin zirvesine yükselmiş. Adnan oğulları Allah'ın elçisi (Hz. Muhammed) ile yüceldiği gibi.»[63]
b) Hususa
delâlet eden kelimenin şanına önem vererek, ondan sonra, umûma delâlet eden bir
kelimeyi söylemek suretiyle yapılır.
«....Rabblerinden Musa'ya, isa'ya ve
bütün peygamberlere verilene (imân ettik.)»[64]
«Rabbim ! Beni, anne-babamı,
iman etmiş olarak evime girenleri, iman sahibi erkekleri ve kadınları
bağışla.»[65]
«Robbimiz!
Herkesin hesaba çekileceği günde, beni annemi ve babamı ve bütün müminleri
affet! »[66]
c) Mânayı,
dinleyicinin zihnine yerleştirmek için, üstü kapalı anlatımdan sonra konuyu
açıklamak suretiyle yapılır.
«BizLuta
şu kesin emri vahyettik: Bu kâfirler sabaha çıkarken
muhakkak kökleri kesilmiş olacaktır. »[67]
d) Herhangi
bir maksat için bir lafzı tekrarlamak suretiyle yapılır:
Mânayı, zihne
yerleştirmek veya bir şeye üzülmek veyahut aradaki fasılanın uzun olmasından
dolayı lafız tekrarlanır.
'Antere
b. Şeddâd (öl.M.600), "Mu'allaka"sının
bazı rivayetlerinde şöyle demiş:
«Mızraklar, yağız atın
göğsünde kuyu ipleri gibi bağlı iken Antere diye
çağırırlar. Kılıçlar, karanlık bir bulutta şimşek parıltıları gibi parlar iken Antere diye çağırırlar.»[68] Bu
beyitte "tekrar'Var.
e) Hasret
çekmek için tekrar yapılır:
Şâir'in şu beytinde
olduğu gibi (iki kelime arasındaki mesafenin) fazla uzun olmasından dolayı itnâb yapılır:
«Ey Ma'n'ın mezarı! Sen yeryüzünde cömertlik yeri olmak üzere
kazılan ilk çukursun. Ey Ma'n'ın mezarı! Yeryüzü ve
deniz ondan faydalanırken sen nasıl onun cömertliğini toprakla Örttün?!»[69]
«Hapis, bukağı, Özlem,
gurbet ve dostun uzaklığı mı? Şüphesiz ki; bunlar gerçekten büyük şeylerdir.»
«Eğer bir adam, verdiği sözleri bu şekilde yerine getirmeye devam ederse
muhakkak, o adam cömerttir,»[70]
f) Ara söz
yoluyla (itiraz): Bu da; bir cümlenin değişik unsurları veya mâna bakımından
birbirine bağlı olan iki cümle arasına, bir gaye için irapta yeri olmayan bir
veya daha fazla cümleyi katmaya itiraz denilir.
en-Nâbiğatü'1-Ca'dî (Kays b. Abdullah )
(Öİ.50/670), bir şiirinde şöyle demiş:
«Biliniz ki; Sa'dğarı- biliniz ki; onlar yalan söylüyorlar- benim yaşlı
bir ihtiyar olduğumu iddia ettiler.»[71]
Kendisine selam veren
Abdullah b. Tâhir'in selamını duymayan 'Avf b. Muhallim'in şu beytinde
olduğu gibi:
«Şüphesiz seksen yaş
-ki; sende bu yaşa eresin- kulaklarımı, bir tercümana muhtaç etmiştir.»[72]
«Allah'tan -ki Onu
noksan vasıflardan tenzih ederim-, sana sıhhat bağışlamasını dilerim.»[73]
«Eğer cimriler -ki sen
de onlardansın- seni görselerdi, borçlarım, vadesinde Ödememeyi senden
öğreneceklerdi.»[74]
g) Ek yapmak
suretiyle: Bu da; cümleyi pekiştirmek gayesiyle, bir cümleden sonra aynı
mânaya gelen diğer bir cümleyi zikretmekle yapılır. Bu da iki kısma ayrılır:
aa)
Ya mâna bakımından müstakil ve önceki cümleye
ihtiyacı bulunmadığı için, darb-ı mesel şeklinde
icra edilir.
el- Hutay'e (51.45/665), bir şiirinde şöyle demiş:
«övgü için malını
veren bir genci ziyaret ediyoruz. Kim övgülerin fiyatım verirse , o övülür. »[75]
bb)
Bir önceki cümle ile alakası bulunduğu iç'm,"darb-ı mesel" şeklinde icra edilmez.
İbn Nübâte es-Saîdî (51.405/1015), bir şiirinde şöyle demiş:
«Senin cömertliğin bafîa umduğum hiç bir şeyi bırakmadı. Sonra (cömertliğinle)
beni ümitsiz bir halde dünyaya arkadaşlık edecek şekilde bıraktın. »[76]
«Çalışmasından dolayı
Ali'yi Ödüllendirdim. Çalışkanlardan başkası ödüllendirilir mi?»[77]
h) İhtiras
(Sakınmak ve korunmak) için: Sakınmak; kendisinden kasdedilen
mânadan ayrı manâ anlaşılan bir sözden, bu şüpheyi ortadan kaldıran bir şey
ilâve etmek suretiyle yapılır. Bu ilâve, cümlenin ortasında veya sonunda
olabilir.
İbnü'l-Mu'tezz, Abdullah b.
Muhammed(ol.296/909), bir atı överek şöyle demiş:
«O ata (zulmederek)
sopalarımızı onun üzerine döktük (yâni onu dövdük). Böylece süratli (hareket
eden) eller ve ayaklar onu uçurdu.»[78]
Tarafa b. el-'Abd'm şu beytinde olduğu gibi:
«Senin arazini, bahar
yağmuru şimşeksiz ve yıldınmsız, ona zarar vermeden
sulasın. Taze ve yeşil kılsın. »[79]
Şâir bu beytin birinci
mısraında; "ona zarar vermeden" ibaresi ile, "sele sebep olacak
zararlı yağmurların yağmasını istemek" gibi kasdetmediği
bir vehmi ortadan kaldırmıştır.
ı) Tevşî'
Bir cümlenin sonunda iki
isim İle açıklanan bir kelimeyi zikretmektir. Bu isimlerin ikincisi,
birincisine atıf edilir. Hz. Peygamberin şu hadisinde
olduğu gibi:
« ihtiyarlar, fakat
onun iki hasleti genç kalır: (Bunlardan biri) Mal'a karşı hırslı olmak, (diğeri)
yaşama hırsıdır.»[80]
«ihtiyarın gönlü iki
şeyin sevgisine karşı genç kalır: Uzun Ömür ve fazla. mal[81]
«iki haslet bir müminde
bir araya gelmez: Cimrilik ve kötü ahlak.»[82]
«Zaman, iki gündür:
Bir gün lehine, bir gün de aleyhinedir.»[83]
ilim, iki ilimden ibarettir: Dinler için,
Fıkıh ilmi, bedenler için de tıbb ilmidir.»[84]
i) Terdîd: Bir lafzı, farklı kelimelerle tekrarlamaktır.
Aşağıdaki hadiste; kelinieleri birkaç defa
tekrarlanmıştır.
«Cömert kişi Allah'a
yakın, cennete yakın, insanlara yakın ve cehennem ateşinden uzaktır. Hasîs
insan Allah'tan uzak, cennettten uzak, insanlardan
uzak ve cehennem ateşine yakındır. Cömert cahil, ibadet eden cimriden Allah'a
daha sevimlidir.»[85]
Şayet fazla ibarede
bir fayda yoksa, bu ibare iki kısma ayrılır:
a) Tatvîl (uzatmak):
Cümle içinde, fazla olan ibare belli değilse bu
sözde tatvîl var denilir.[86] 'Adî
b. Zeyd'in (öl. M.604), "Zebbâ"
adlı bir kraliçe tarafından evlenme vaadiyle kandırılarak davet edilip
öldürülen "Cezîme" adındaki kral hakkında
söylediği şu beyiti "tatvîF'e
örnektir:
«(Zebbâ,
Cezîme'nin bileğindeki) iki atar'damara
bitişik derisini kesti. O (Cezîme), onun (Zebbânın) sözünü yalan ve saçma olduğunu anladı.» Bu beyitin sonundaki kelimelerin her ikisi aynı mânayı ifâde
eder. Hangisi atılırsa mâna değişmez. Bunun için fazla olan belli değildir.[87]
b) Haşv : Cümlede fazla olan ibare belli ise, o ibare haşv (yâni lüzumsuz söz) ismini alır.[88]
«bugünün ve bugünden
önce geçen dünün (geçmiş zamanın) ilmini bilirim. Ancak yarının (geleceğin)
ilmine karsı aciz ve basiretsizim (Yâni; yarın ne olacağım bilmem.)» Birinci
mısradaki kelimesi fazladır. Çünkü kelimesi aynı mânayı ifâde eder.[89]
a) İtnâb ile ilgili bazı ayetler:
1) "
kapalı anlatımdan sonra konuyu açıklamak suretiyle itnâb
yapmakla ilgili ayetler:
«Bildiğiniz şeyleri
size veren, size davarlar, oğullar, pınarlar ihsan eden (Allah'a karsı
gelmekten) sakının!»[90]
Şeytân ona (Ademe) vesvese verdi: «Ey Adem! Sana Ebedilik ağacını ve yok
olmayan bir mülkü göstereyim mi? dedi.»[91]
2) Herhangi
bir maksat için bir kelimeyi tekrarlamak suretiyle yapılır: aa) İki kelime arasındaki mesafe çok uzun olursa:
«Yoksa o ülkelerin
halkı, azabımızın onlara uyurlarken gece gelmeyeceğinden emin midirler? Ve
yine o memleketler halkı, azabımızın kendilerine kuşluk vakti eğlenirlerken
gelmeyeceğinden emin midirler? Yoksa onlar, Allah'ın kendilerini ansızın
yakalayıver-meşinden emin mi oldular? Allah'ın, ansızın yakalamasından ancak
hüsrana uğrayan bir topluluk emin olur.[92]
bb)
Töhmeti ortadan kaldıran bir şeye, fazla dikkati çekmek için ve sözün kabul
görmesi gayesiyle:
iman etmiş olan kimse
dedi ki: Ey cavmim! Bana uyun ki size doğru yolu
göstereyim. Ey kav-fnim! Bu dünya hayatı ancak geçici
bir menfaatten ibarettir. Ahiret ise durulacak karar
yurdudur» [93]
cc)
Yapılan uyarıyı pekiştirmek gayesiyle itnâb yapılır:
«Hayır! Yakında
bileceksiniz.
Yine hayır! Yakında
bileceksiniz.»[94]
«Kapıları çalacak olan
o dehşetli hadise. Nedir o dehşetli hadise? O dehşetli hadisenin ne olduğunu
sen nereden
bileceksin? »[95]
«Ceza günü nedir misin?
Nedir acaba o ceza günü?»[96]
3) Ara söz yoluyla
(itiraz):
Şu âyette olduğu gibi:
«Onlar, kızları Al-lah'a,-ki Allah bunlardan münezzehtir- beğenip
hoşlandıklarını (erkek çocukları) da kendilerine nisbet
ediyorlar:»[97]
4) Ek yapmak
suretiyle: Bu da cümleyi pekiştirmek gayesiyle, bir cümleden sonra aynı mânaya
gelen diğer bir cümleyi zikretmekle yapılır. Bu da iki kısma ayrılır:
aa) Ya mâna bakımından
müstakil ve önceki cümleye ihtiyacı bulunmadığı için, darb-ı
mesel şeklinde icra edilir.
«Yine deki; Hak geldi,
batıl yıkılıp gitti. Zaten batıl yıkılmaya mahkumdur. »[98]
a. «Ben
nefsimi temize çıkarmak istemem. Çünkü nefis kötülüğü emreder.»[99]
Ey Muhammed ! Biz
senden önce hiç bir beşere ebedilik vermedik. Sen Ölürsen sanki onlar baki mi
kalacaklar? Her canlı ölümü tadar.[100]
bb)
Bir önceki cümle ile alakası bulunduğu için, darb-ı
mesel şeklinde icra edilmez.
« Nankörlük ettikleri
için, onları 'böyle cezalandırdık. Biz nankörden başkasını cezalandırır miyız?[101]
aranızda adaletle
yazsın. Hiçbir kâtip Allah'ın kendisine öğrettiği (emrettiği) gibi yazmaktan
geri dur-
ni asın.» [102]
kan-koca'nın
'aralarının açılmasından korursanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının
ailesinden bir hakem gönderin.»[103]
«Babacığım! Ben
(rüyamda) onbir yıldızla güneşi ve ayı gördüm;'onları
bana secde ederlerken gördüm.;[104].
m/m/ Dedi, bu elçilere
uyunuz. Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun, onlar
hidâyete ermiş kimselerdir. »[105]
eden kimse: Eykavmim! dedü'siz bana uyun,
sizi doğru yola götüreceğim. Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı, geçici bir
eğlencedir. Ama ahiret, gerçekten kalınacak yurttur,[106]
«Allah o (yüce) varlık
ki, emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri ve lütfedip verdiği rızkı
aramanız için denizi size hazır hale getirmiştir. Umulur ki şükredersiniz. O,
göklerde ve yerde ne varsa hepsini size boyun eğ-dirmiştir.[107]
«Kendilerine kulaklar,
gözler ve kalbler vermiştik. Fakat kulakları, gözleri
ve kalbleri kendilerine bir fayda sağlamadı.[108]
«içinde bozulmayan
sudan ırmaklar, tadı değiş-meyen sütten ırmaklar,
içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ... vardır. [109]
«Köre vebal yoktur,
topala da vebal yoktur, hastaya da vebal yoktur. > [110]
« onlardan rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum.»[111] «Bilakis
kıyamet onlara va'dedilen asıl saattir ve o kıyamet
daha belalı ve daha acıdır.»[112]
«5m Allah'ın , kötülük
edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, güzel davrananları da daha güzeliyle
mükâfatlandırması içindir.»[113] (zihâr yapanların) kadınları onların anaları değildir.
Onların anaları ancak kendilerini doğuran kadınlardır.»[114]
Not: îtnâbı gerektiren durumlar ve sebepler şunlardır: -Mânâyı
takviye etmek, maksadı iyice açıklamak ve pekiştirmek, şüpheyi ortadan
kaldırmak,
- Aşiretleri
barıştırmak için yazılan yazılarda,
- Övgülerde, kınamada,
vaaz ve irşadda, hicivde,
- Genel konularla
ilgili hitabette, tebrik etmede, kutlamada,
- Hükümetin halk için
yayınladığı genelgelerde,
- Valilerin
başkanlarına ve âmirlerine yazacakları mektuplarda memleketin Önemli
meselelerini onlara bildirmek için,
- Hükümetin, düşmandan sakınmaları için halk için yazdığı yazılarda vs.[115]
[1] Mu'cemü'l-mekâyisfi'l-luğa, s.496 ; Lisânui-'arab, 14/410.
[2] - el-Beyân ve't-tebyîn, 1/93; Mu'terakü'l-akrân,
1/222; el-İtkân, 2/808; Mifiâhu'l-'utûm, s.276; el-İzâh, 1/280-286; el-Mutavvel,
s. 282; Muhtasaru'l-me'ânî,
s. 257; el-'Umde, 1/ 431; el-Meselü's-sâir, 2/178; Strru'l-fesâha, s. 207; Kifâyetü't-tâlih,
s. 179; el-Külliyyât, s. 856-857; Kesşâfü ıstılâhâti'i-fünûn, 1/ 727, 901,
902; el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 240; İlmü'l-me'ânî, s. 202; Cevâhiru'l-belâğa, s. 221,
234-235; el-Câmi', s. 87; 'Vlûmü'l-belâğa, s. 173; el-Belâğatü'l-'arabiyye,'İlmü'l-Me'ânî, s. 413; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 2/16-18; Mecâ-mi'u'l-edeb,
İlm-i Me'ânî, s. 212, 237-239; Mu'cemul-mustalahâti'l-'arabiyye, s. 354; Mu'cemü'l-mustalahâti'l-belâğiyye, s. 617-617; Mu'cemü'l-belâğati'l-'arabiyye, s. 290-291;
Etfebiyât Lügati, s.107; Edebiyat Bilgi ve Teorileri,
s. 109-110.
[3] Miftâhu'I-'ulûm, s. 276.
[4] Bakara suresi, 2/110.
[5] Fâftr jarej/,
35/43; ayrıca bk., el-îzâh, 1/286; el-îtkân, 2/809; Muhtasaru'l-me'ânî, s. 258; İlmü'l'Me'ânî, s.
203; el-Belâğatü'l-'arabiyye,
2/21; Mu'cemul-belâğati'l-'ara-biyye, s. 290.
[6] Sırru'î-fesâha,
s. 21S; Mu'cemÜ'l-mustalahâü'l-'arabiyye, s. 354.
[7] el-îzâh, ]/287; Muhtasaru'l-me'ânî, s. 258; el-Kavlü'l-ceyyid, s. 217; el-Belâğatü'l-vâzıha,
s, 239; İlmü'l-Me'ânî, s.
204; el-Belâğatü'l-'arabiyye,
'İlmü'l-Me'ânî, s. 414; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 2/22.
[8] Tirmizî, Edeb
70; Sırru'l-fesâha, s. 218;
el-Kavlü'l-ceyyid, s. 217;
el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 239; Cevâhiru'l-helâğa, s. 235; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 'İlmü'l-Me'ânî, S. 414.
[9] Eriâm suresi, 6/68.
[10] Kehf suresi, 18/67.
[11] Sebe'suresi, 34/17.
[12] Rum suresi, 30/44.
[13] Tûr suresi, 52/21.
[14] Rahman suresi, 55/60.
[15] Nisa suresi, 4/ 13;
ayrıca bk., el- Beiâğatü'i-'arabiyye, 2/ 24.
[16] Buhârî, İmân 39, Büyü' 2;
Müslim, Müsâkât 107,108; £/jm
DâvwJ, Büyü' 3; Tirmizî,
Büyü' 1; Ataıîf, Büyü' 2, Kadâ'
11; /An Mâce, Fiten 14; Dârimî, Büyü' 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, AJ261, 269, 271,
275.
[17] Buhârî, Bedü'I-vahy 1, îmân 41, İkrah 1, Nikâh 5, Talâk 11, Menâkibü'l-ensâr 45, 'Itk 6, Eymân23.Hiyel 1; Müslim, İmâre 155; Ebû Dâvud, Talâk 11; Tirmizî, Fezâilü'l-Cihâd 16; Nesâî, Taharet 59,
Talâk 23, Eymân 19;
İbn Mâce, Zühd 26; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/25.
[18] Tirmizi Fiten
38.
[19] Buhârî, îmân 37; Müslim,
İmân 1,5 ; Ebû Dâvud,
Sünnet 16; Tirmizî, İmân 5, 6; İbn
Mâce, Mukaddime 9; Ahmed b.
Hanbel, Müsned, 2/426,
4/129, 164.
[20] el-CâmC, 87.
[21] el-Beîâğatü'l-'arabiyye, 2/13-14.
[22] el-Kâmûs, s. 679; Lisânü'l-'arab, 5/427; el-Beyân ve't-tebyîn, 1/54; el-Külliyyât, s
.220; 'Ulûmü'l-belâğa, s.
166; el-Belâğatü'i-'arabiyye,
'Ilmü'l-Me'ânî, s. 399; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 2/26; Mu'cemü'l-mustalahâîi'l-belâğiyye, s. 202.
[23] Edebü'l-kâiib,
s. 19; el-Beyân ve't-tebyîn,
1/54; el-Hayavân, 3/86; et-Ta'rîfât,
s. 59; el-İtkân, 2/808, 809; Mu'terekü'l-akrân,
1/223; Miftâhu'l-'uîûm, s.
277; Sırru'l-fesâha, s.
208-209; el-İzâh, 1/287; Nihâyetü'l-îcâz, s. 347; el-Mutavvel, s. 286; Muhtasaru'l-me'ânî, s. 257; el-Vmde, 1/431;
el-Meselü's-sâir, 2/68-70; el-Külliyyât,
s. 220; Keşşâfü ısîılâhâti'l-fünûn, 2/ 1475-1476; el-Belâğatü'l-vâuha, s. 242; İlmü'l-Me'ânî, s. 174, 176,184;
Cevâhirul-belâğa, s.
221, 222; el-Câmi\ s. 83; 'Ulûmü'l-belâğa, s. 166; el-Belâğatü'i-'arabiyye, 'İlmü'l-Me'ânî, s. 399; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 2/26-27;
Mecâmi'u'1-edeb, İlm-i Me'ânî, s. 212; Mu'cemü'l-mustalahâti'l-'arabiyye, s. 70;Mu'cemü'l-mustalahâti'l-belâğiyye, s.
202-203; Mu'cemü'l'belâğati'l-'arahiyye,
s. 711-712; Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s. 111.
[24] el-İtkân, 2/809; Miftâhu'l-'ulûm, s. 277; el-İzâh, 1/287-290 vd.; el-Bürhân, 3/220-221; el-Mutavvel, s. 286; el-Külliyyât,
s. 220; el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 242; İlmü'l-Me'ânî, s. 176; Cevâhirul-belâğa, s. 223-224;
el-Câmi', s. 83; 'Ulûmü'l-belâğa, s. 161, 171-172; el-Belâğatü'l-'arabiyye, İlmü'l-Me'ânî, s.400-403; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 2/29-59; Mu'cemü'l-mustalahâti'l'belâğiyye, s. 205-211; Mu'cemü'l-belâğati'l-'arabiyye, s. 155-159,
556, 557; Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s. 111-113.
[25] A 'râf suresi, 7/54.
[26] Lisânü'l-'arab, 9/206; el-Belâğatü'l-vâzıha,
s. 240.
[27] Fecir suresi, 89/22.
[28] Fecir suresi, 89/22.
[29] Kâf suresi, 50/1-2; ayrıca
bk., Te'vîlü müskili'i-Kur'ân, s. 223.
[30] Kasas suresi, 28/24-25;
ayrıca bk., el-İtkân, 2/ 821 -822.
[31] Bakara suresi, 2/ 179; ayrıca bk., el-Bürhân, 2/222; Sırru'l-fesâha, s. 209; el-İzâh, 1/ 287; Mu'terakü'l-akrân,
1/227; el-İtkân, 2/814; Miftâhu'l-'ulûm,
s. 277; el-Külliyyât, S. 857; Nihâyetü'l-îcâz,
s. 347; el-Belâğatü'l-'arabiyye,
2634; Mu'cemü'l-mustalahâti'l-belâğiyye, s. 212; Mu'cemÜ'l-mustalahâti'i-'arabiyye, s. 556.
[32] En'am suresi, 6/82.
[33] Nâzi'ât suresi, 79/31;
ayrıca bk.,eI-İtkân, 2/812.
[34] Tr<î/j«re.ri, 7/199; ayrıca bk.,el-Bürhân,
3/221, 226; el-Külliyyât, s. 857; Mu'tera-kü'l-akrân, 1/38; el-İtkân,
2/811. Tr<î/j«re.ri,
7/199; ayrıca bk.,el-Bürhân, 3/221, 226; el-Külliyyât, s. 857; Mu'tera-kü'l-akrân, 1/38; el-İtkân,
2/811.
[35] Hıcr suresi, 15/94; ayrıca
bk., el-Bürhân, 3/226; Mu'terakü'i-akrân,
1/37.
[36] AteW j«r«7, 16/90; aynca bk., el-İtkân, 2/810.
[37] Buhârî, Tıbb
51, Nikâh 47; Müslim, Cuma 47; ££w D<5v&/, Edeb
86-87; Tirmizî, Bîrr 79; Dârimt, Salât 199; Muvatta', Kelâm 7; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/269, 273, 2/
16,59, 3/470, 4/263. Fazla bilgi için bk., Abdulazîz Alîk, 'İhnü'l-Me'ânî.s.
176-179.
[38] İlmü'l-Me'ânî,
s. 179; 'Ulûmü'l-belâğa, s.
186; Mu'cemü't-mustalahâti'l-belâğiyye, s. 209.
[39] Yû.mf
suresi, 12/85; ayrıca bk., Te'vîlü müşkili'l-Kur'ân, s. 225; el-Iîkân, 2/825.
[40] Fâtır suresi, 35/4.
[41] Yûsuf suresi, 12/45; ayrıca bk., el-İtkân, 2/841.
[42] el-Mutavvel, s. 295; el-Belâğatü'l-vâzıha, s. 242; el-Câmi', s. 85; Cevâhim'l-belâğa, s. 238; 'Ulûmü'l-belâğa, s.169; Mu'cemü'l-mustalahâti'l-belâğiyye, s. 210.
[43] el-Belâğatü'l'vâzıha, s.
242.
[44] Âl-i İmrân suresi, 3/106;
ayrıca bk., Te'vîlü müşkili'l-Kur'ân, s 216.
[45] Ra'd suresi, 13/31.
[46] Nisa suresi, 4/ 23; ayrıca bk., Mu'terakü'l-akrân,
1/244; el-İtkân, 2/833.
[47] /?«nî suresi, 30/4; ayrıca bk.,
Mu'terakü'l-akrân, 1/58.
[48] Buhârî, İmân 4, 5; Müslim, İmân 64-65; £öö Dâvud, Cihâd
2; Tirmizî, Kıyamet 52, İmân 12; Mttdf,
İmân 8, 9, 11; Dârimt, Rikâk
4, 8; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/160, 163,187,191, 192.
[49] em DmW, Edeb
116; Ahmed b.
Hanbel, Müsned, 5/194,
6/450.
[50] Buhârî, Edeb
96; Müslim, Birr 165; Tirmizî,
Zühd 50, Da'avât 98; Dârimî, Rikâk 71; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/392, 3/104,110.
[51] Deylemî, el-Firdevs, 4/285-286 (No: 6843); Kenzü'l-'ummâl, 3/424 (No: 7270, 7271).
[52] el-Mekâsidü'l-hasene, s. 611; Keşfü'l-hafâ, 2/279.
[53] el-Câmi'u's-sağîr, 2/666; Kenzü'l-'ummâl, 9/(No: 246883); el-Mekâsidü'l-hasene, s. 597; Keşfü'l-hafâ, 2/264.
[54] el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/14; Ulûmü'l-helâğa. s.182-183.
[55] Mecâmi'ui't-edeh, İlm-i Me'ânî,
s. 221-222; Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s. 114.
[56] el-Kâmûs, s. 141; Mu'cemü'l-mekâyis fi'l-tuğa, s. 625; Lisânü'l-'arab, 1/563; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 2/60; Mu'cemü'î-mustalahâti'l-'arahiyye, s. 133.
[57] ei-Hayavân,
6/8; Kitabü's-sına'ateyn,
s. 190; Miftâhu't-'ulûm, s. 277; et-Ta'rîfât, s. 46-
47; el-îzâh, 1/301; Muhtasam'l-me'âm, s. 257, 264; el-Meselü's-sâir,
2/120, 145; el-Külliyyât, s. U\\Keşşâfü
ıstılâhâü'i-fünûn,
2/901-904; el-Belâğatul-vâzıha, s. 250-251; hmiVl-Me'âm, s. 186-188; Cevâhiru'I-betâğa, s. 226-227;
el-Câmı", s. 87; 'Ulûmü'l-belâğa,
s. 173,174; el-Belâğatü'l-'arabiyye,
'İlmü'l-Me'ânî, s. 407-408;
el-Belâğatü'l-'arabiyye,
2/60; Mecâmi'u'l-edeb, İlm-i Me'ânî, s. 224-225; Mu'cemü'l-mustalahâti'l-'arabiyye, s. 49; Mu'cemü'l-mustalahâti'l~belâğiyye, s. 133; Mu'cemü'l-belâğati'l-'arabiyye's. 3S&-3&9; Edebiyat Lügati, s. 76;
Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s. 118.
[58] el-hâh, 1/130; el-Mutavvel.
s. 294; Muhtasaru'l-me'ânî,
s. 257, 264; Keşşâfü ıstılâhâti'l-fünûn, 2/903-904; el-Belâğatü'l-vâzıha,
s. 250-251; İlmü'l-Me'ânî,
s. 188-201; Cevâhiru'l-betâğa,
s, 228-234; el-Câmi\ s. 89-99; 'Ulûmü'l-belâğa, s. 175-181; e/-Belâğatü'l-'arahiyye, 'İlmü'l-me'ânî, s. 407-408; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 2/62-118; Mu'cemü'l-mustaiahâti'l-belâğiyye, s.
134-143; Mu'cemul-belâğati'l-'arabiyye, s. 113, 236, 394, 414, 428, 587, 596, 737, 740.
[59] el-Belâğa. s. 30.
[60] Kadir suresi, 97/4.
[61] Satara wm/, 2/238; ayrıca
bk., el-Bürhân, 2/466; e/-/z<î*, 1/303; el-Mutavvel, s. 292;Mu'terakü'l-akrân,
1/271; el-İtkân, 2/861; Cevâhim'l-belâğa, s. 228
[62] el-Bürhân, 2/464; el-Kavlul-ceyyid, s. 260-261.
[63] el-Bürhân, 2/464; el-Kavlü'l-ceyyid, s. 260-261.
[64] Âl-i İmrân suresi, 3/84.
[65] İbrahim suresi, 14/41.
[66] İbrahim suresi, 14/41.
[67] Hıcr suresi, 15/66.
[68] el-BetâğarüTvâziha, s. 247;
el-Belâğatul-'arahiyye,
2/7.
[69] et-Belâğatü'l-vâzıha, s.
249; el-Belâğatü'l-'arabiyye,
2/65; İimü'l-Me'âm, s. 191;Mu'cemü'l-belâğati'l-'arabiyye, s. 583.
[70] el-Belâğatul-vâzıha, s.
256; Ulûmü'l-belâğa, s. 186; İlmü'l-Me'ânî, s. 1S6.
[71] el-Belâğatü'l-vâzıha, s.
247; Mu'cemü'l-belâğati'l-'arabiyye, s. 414.
[72] el-Izâh, 1/314; el-Mutavvel, s. 296; Muhtasaru'l-me'ânU s. 269; İlmü'l-Me'ânî. s. 195; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 1/83; Mu'cemü'l-mustalahâü'l-'arabiyye, s. 134; Mu'ce-mü'l-helâğati'l-'arabiyye, s. 414.
[73] DeliHVl-Belâğati'l-vâzıha,
s. 134.
[74] el-Belâğatü'l-vâzıha, s.
252; UlûmÜ'l-betâğa, s.
179; İlmü'l-Me'ânî, s. 196;
Mu'cemü'l-belâğati'l-'arabiyye, s. 414..
[75] el-Belâğatü'l-vâzıha, s.
248; İlmü'l-Me'ânî, s. 199;
el-Câmi', s. 97; el-Belâğatü'l-'arabiyye,
2/87.
[76] el-îzâh, 1/303; el-Belâğatü'l-vâzıha,
s. 248; Cevâhiru'l-belâğa,
s. 232; el-Câmi', s. 98 el-Belâğatü'l-'arabiyye, 2/86; Ulûmü'l-be!âğa,s.
177; ilmü'l-Me'ânî, s. 199;
Mu'ce-mü'l-mustalahâti'l-belâğiyye, s. 139.
[77] Delilü'l-Belâğati'l-vâzıha,
s. 136.
[78] el-îzâh, 1/310; el-Belâğatü'l-vâzıha,
s. 248; el-Belâğatü'l-'arabiyye,
2/65; İlmü'l-Me'ânî, &.
193.
[79] el-îzâh, 1/310; el-Mutavvel,
s. 295; Muhtasaru'l-me'ânî,
s. 268; İlmü'l-Me'ânî, s.
193; . Delilü'l-Belâğati'l-vâzıha,
s. 136: el-Belâğatü'l-'arabiyye,
1/85; Mu'cemü'l-musta-lahâti'l-belâğiyye, s. 141.
[80] Müslim,
Zekât 115; Tirmizî,
Zühd 28; İbn Mâce, Ziihd 28; Ahmed b. Hanbel,
Müsned,
3/192, 256;Vlûmü'l-belâğa,
s. 175.
[81] Buhârt, Rikâk 5; Müslim,
Zekat 113-114; Tirmizî, Ziihd
28; İbn Mâce, Zühd 27;Ahmed
b. Hanbel, Müsned,
2/335,338-339.
[82] Tirmizî, Birr41.
[83] el-Câmi', s. 90.
[84] el-Câmi', s. 90.
[85] Tirmizî, Birr40.
[86] el-Meselü's-sâir, 2/121,145;
Cevâhiru'l-belâğa, s.
227; el-Câmi', s.88; Vlûmü'l- helâğa, s. 173; Mu'cemü'l-mustalahâti'l-belâğiyye, s. 377; Mu'cemü'l-belâğati'l-'arabiyye, s. 395-396.
[87] Mu'cemü'l-belâğati'l-'arabiyye, s. 395-396.
[88] Cevâhiru'l-belâğa, s. 227;
el-Câmi', s. 88; 'Ulûmü'l-belâğa,
s. 173; Mu'cemü'l-rnıtstalahâti'l-belâğiyye, s. 466-468; Mu'cemü'î-beîâğati'l-'arabiyye, s. 172.
[89] Mu'cemü'l-belâğati'l-'arabiyye, s. 172.
[90] Şu'arâ suresi, 26/132-134; ayncabk., el-Bürhân, 2/460
[91] Tâhâ suresi, 20/120.
[92] A'râf suresi, 7/97-99.
[93] Mü'min suresi, 40/38-39.
[94] Tekâsür suresi, 102/3-4;
ayrıca bk.t Afu'terakü'l-akrân, 1/257; el-İtkân, 2/847.
[95] Kâri'a suresi, 101/1-3; ayrıca
bk., el-İtkân, 2/849.
[96] fnfitâr suresi, 82/17-18;
ayrıca bk., Mu'terakü'l-akrân, 1/257; el-İtkân, 2/847; Safvetü't-tefâsîr, 1/161; et-Tefsîrü'l-münîr, 30/102.
[97] Nahi suresi, 16/57; ayrıca
W.,Mu'terakü'l-akrân, 1/281; el-İtkân,
2/872; el-îzâh, 1/314.
[98] İsrâ suresi, 17/81; ayrıca
bk., Mu'terakü'l-akrân, 1/279; el-İtkân,
2/869; el-îzâh, 1/309.
[99] Yusuf suresi, 12/53; ayrıca bk., Mu'terakü'l-akrân,
1/254,276; el-İtkân,
1/309.
[100] Enbiyâ suresi, 21/34-35; ayrıca bk., Mu'terakü'l-akrân.
1/279; el-Izâh, î/309.
[101] Seke" suresi, 34/17; ayrıca bk., c/-/z4A,
1/307-308.
[102] Bakara suresi, 2/282; ayrıca bk., 5^vcr«V-fc/ajfr,
1/179; et-Tefsîrü'l-münîr,
3/104.
[103] M.râ j«rcj/,
4/35; ayrıca bk, Safvetü't-tefâsîr,
1//275, (tere. 1/524); et-Tefsîrü'l-münîr 5652.
[104] Yusuf suresi, 12/4.
[105] Yasin suresi 36/20-21; ayrıca bk., Mu'terakü'l-akrân,
1/278; c/-/^n, 2/869; Sajvetu't-fâsîr,
3/12; et-Tefsîrü'l-münîr,
22/300
[106] MÜ'min suresi, 40/38-39.
[107] Câsİye suresi,
45/12-13; ayrıca bk., Safvetü't-tefâsîr, 3/190; et-Tefsîrü'l-münîr, 25/ 261.
[108] Ahkâf suresi, 46/26; ayrıca bk., Safvetü't-tefâsîr, 3/203; et-Tefsîrü'l-münîr, 26/50.
[109] Muhammed suresi, 47/15; ayrıca bk., Safvetü't-tefâsîr, 3/215; et-Tefsîrü'l-münîr, 26/ 101.
[110] Fetih suresi, 48/17; ayrıca bk., Safvetü't-tefâsîr, 3/229; et-Tefsîrü'l-münîr, 26/166.
[111] Zâriyât suresi, 51/57; aynca bk., Safvetü't-tefâsîr, 3/260; et-Tefsîrü'l-münîr, 27/45.
[112] Kamer suresi, 54/46; ayrıca bk., Safvetü't-tefâsîr, 3/291; et-Tefsîrü'l-münîr, 27/178
[113] Necm suresi, 53/31 ; ayrıca
bk., Safvetü't-tefâsîr,
3/281; et-Tefsîrü'l-münîr,
27/118.
[114] Mücâdele suresi, 58/2; aynca
bk., Safvetü't-tefâsîr,
3/345; et-Tefsîrü'l-münîr,
28/9.
[115] Cevâhiru'l-belâğa, s. 233; el-Belâğatü'l-'arabiyye, 2/62-119; Ulûmü'l-belâğa, s. 182.