BÜTÜN
İNSANLAR İÇİN MÜŞTEREK MÂBED
«Doğu da Allah'ındır, batı da. Bunun için nereye
döner, yüzünüzü çevirirseniz Allah'ın vechi (kıblesi)
oradadır. Doğrusu Allah vâsi'dir ve her şey'İ gereği gibi bilendir.» (El-Bakara
sûresi, âyet: 115).
İbâdetlerde gelişi güzel bir istikamete teveccüh
edilmez. Bütün semavî dinlerde bu böyledir. Hattâ Sâmî kavimler arasında bile rastgele cihetlere yönelinerek
ibâdet yapılmadığını güvenilir kaynaklardan öğreniyoruz. Tevrat Kırallar faslı 8/44 de deniliyor ki: «Eğer kavmin, onları
göndereceğin bir yoldan düşmanına karşı cenge çıkarsa ve Rabbe, seçtiğin şehre
ve ismin için yaptığın eve doğru duâ ederlerse, o zaman dualarını ve
yalvarışlarım gökte işit ve onların dâvasını gör.»
Bundan başka Hazret-i Danyal'ın
günde üç defa Kudüs istikametine yönelip duâ ettiğine dair kayıtlar vardır.
Hicretten Önce Beytü'l-Makdis'e yönelip ibâdet eden Müslümanlar, hicretten 16
veya 17 ay sonra ilâhî emir gereğince Kabe'ye yönelerek ibâdet etmişlerdir.
Âyet-i Kerîme'nin tefsir ve tahlîline gelince:
Maşrık, güneşin doğduğu, mağrıp
güneşin battığı taraf demektir. Zikr-i cüz',
irâde-yi küll kabilindendir. Bu mânâyla iki taraf
arasındaki yerlerle diğer taraflar bu hükme dahildir.
«Hangi cihete yönelirseniz Allah'in
vechi (yönelmeniz için size hoş gördüğü kıble)
oradadır.» Âyetin geniş mânâsından
kıble cihetinde şüpheye
düşüldü günde zann-ı gaalibe
göre amel edilmesi istidlal edilmiştir. Yoksa her hangi bir cihete bile bile yönelip namaz kılmak caiz değildir. Çünki Cenâb-ı Hakk:
«Evet, Habibim, hangi yerden (sefere) çıkarsan
(namazda) yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. (Siz
de ey mü'minler), nerede olursanız (olun)
yüzlerinizi o yana döndürün.» (EI-Baka- re sûresi, âyet: 144) buyuruyor.
Zemahşerî (Mahmûd)a göre; mânâ
şöyledir: «Mescid-i Haram'da veya Beytü'I-Makdis'de namaz kılmaktan
men'edildiği-niz zaman
(üzülmeyin), yeryüzünün her yanı size mcscid kılınmıştır;
istediğiniz bölgede namaz kilin; kıbleye yüz çevirmek her yerde sizin için
mümkündür; bâzı mescidlere has değildir.
îbnü Münzir, İbnü
Ebî îlâtem'in rivayet
ettiği, Hâkim'in sahîh gördüğü ve Beyhakî'nin kendi
süneninde tahrîc ettiği rivayette, îbnü Abbas (R.A.) dedi ki: «Kur'ân'dan ilk neshedilen âyet,
kıbleyle ilgili âyetidir. Resûlullah (S. A.V.) bu âyet uyarınca Beytü'l-Atîk'i
terkederek Beytü'1-Mak-dis'e doğru namaz kıldı. Sonra Cenâb-ı
Allah onun yüzünü Bey-tü'1-Haram'a doğru çevirmeyi irâde etti ve: «Hangi yerden
çıkarsan (çık, namazda) yüzünü Mescid-i Haram'a
doğru çevir,» âyetiyle
yukarıdaki âyeti neshetti.»
îbnü Münzir buna yakın bir
haberi îbnü Mes'ud
(R.A.)den rivayet etmiştir.
Müslim, Tirmizî ve Neseî, İbnü Ömer (R.A.) nın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir.
«Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.)
bineğinin üzerinde —bineği ne yana yüz çevirirse çevirsin— nafile namaz
kılarlardı.» Sonra îbnü Ömer (R.A.) şu mealdeki âyeti
okudu: «Hangi cihete yönelirseniz Allah'ın vechi
(yönelmeniz için size hoş gördüğü kıble) oradadır.» îbnü
Ömer (R.A.) devamla: «İşte bu âyet bunun hakkında inmiştir,» dedi.
Demek ki îbnü Ömer'e göre
âyeti, âyetiyle nesh edilmemiştir. Birincisi nafile
namazla ilgilidir. Buna benzer bir rivayeti îbnü Cerîr, Dâre Kutnî
ve Hâkim sahîh bir senetle çıkarmışlardır.
Sahîh-i Buhârî'de Câbir bin Abdullah (R.A.) den yapılan rivayette de;
«Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.)
nafile namazları binitinin çüzerinde
doğu v.b. cihetlere doğru kılarlardı. Farz namaz kılmak İstediğinde iner,
kıbleye dönerek kılarlardı.»
îbnü Mâce, îbnü
Cerîr ve diğerlerinin Amr
bin Rebî'a'dan yaptıkları rivayette ise, Amr diyor ki: «Zifirî karanlık bir gecede Peygafcıber (S.A.V.) ile beraber bulunuyorduk, bir yere
indik. Herkes namaz kılmak için taş toplayıp birer mescid
yapmaya çalıştı. Sabahladığımızda, kıbleden başka bir tarafa yönelerek namaz
kıldığımızı gördük. Bunun üzerine Peygamber'e (S.A.V.) müracaat edildi:
— Ey Allah'ın
Resulü! Bu gece kıbleden başka bir tarafa yüz çevirip namaz kılmışız!..
Bunun üzerine «Doğu da Allah'ındır, batı da. Bunun
için nereye döner yüzünüzü çevirirseniz Allah'ın vechi
(kıblesi) oradadır.» mealindeki âyet indi ve Resûlüllah
(S.A.V.) bizlere:
— «Namazınız
gelip geçti (oldu bitti, endişe edilecek bir şey yok)» buyurdular.
Dâre Kutnî, îbnü
Merdveyh ve Beyhakî de, Câbir bin Abdullah (R.A.) den buna benzer bir rivayet
yapmışlardır.
«Allah'ın kıblesi oradadır».
îbnü Mâce'nin Ebû Hüreyre (R.A.) den yaptığı
rivayette Peygamber (S.A.V.) buyurdular ki:-
«Doğuyla batı arası kıbîedlr.»
Îbnü Ebî Şeybe,
Dâre-Kutnî ve Beyhakî de buna yakın bir rivayet çıkarmışlardır.
Şimdi bütün bu rivayetlerden çıkarılan hükümler:
1- Sâhib Keşşaf Zemahşerî'ye göre: Âyet, namaz kılarken kıbleye yönelmenin
yalnız mescidlere has olmadığım, her yerin
Müslümanlara mescid sayıldığını beyân ettiğinden,
nerede namaz kılmıyorsa oradan kıbleye yüz çevirmenin gerektiğine delâlet
vardır.
2- İbnü Abbas
(R.A.)ya göre: Cenâb-ı Peygamber
{S.A.V.) önceleri Beytü'l-Makdis'e
yönelir namaz kılarlardı.
«Hangi yerden çıkarsan (çık namazda) yüzünü Mescidi
Haram'a doğru çevir» âyeti inince Peygamber (S.A.V.) artık Beytü'l-Haram'a
yüz çevirip namaz kılmaya başladı ve «Doğu da Allah'ındır, batıda....» âyeti
böylece hükümsüz kaldı.
3- Buharı, Müslim, Tirmizî
ve Neseî'nin, İbnü Ömer (R-A.)dan çıkardıkları rivayette: âyeti nafile namazlarla ilgilidir; seferde
hayvan üzerinde yol alırken nafile namaz kılanın kıbleye yönelmesi şart
değildir. Fukahâ-nın da
görüşü böyledir; fetva buna göre verilmiştir.
4- îbnü Mâce
ile îbnü Cerîr'in Amr bin Rabi'a'dan yaptıkları
rivayete göre: Âyet-i Kerîme, herhangi bir sebepten dolayı bilinmeden kıbleden
başka bir tarafa namaz kılınır, sorv ra farkına varılırsa, namazın tamam olduğuna, iadesi lâzım
gelmediğine delâlet eder. Çünkü iniş sebebi bunu ifâde ediyorir
«Biz, yüzünü (Vahye intizaar
ve iştiyaakindan) çok kerre
göğe doğru evirip çevirdiğini muhakkak görüyoruz. Şimdi seni herhalde hoşnud olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. (Namazda) yüzünü
artık Mescid-i haram tarafına (Kâ'be
semtine) çevir. (Ey mü'minler,) siz de nerede
bulunursanız (namazda) yüzlerinizi o yana döndürün. Şüphe yok ki kendilerine
kitap verilenler bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu pek iyi Bilirler
v° Allah onların yapacaklarından gaafil değildir.» (El-Bakare sûresi, âyet: 144).
Bu âyet bütün müslümanlarm
tek bir ümmet olduklarını ifâde ediyor. Onun için bütün müslümanlarm
aynı kıbleye dönerek hedefi bir, maksadı bir, müttehit bir ümmet olarak görünmeleri
tavsiye ediliyor. Kıble birliği, hedef ve maksat birliğinin remzidir.
Müslümanlar her nerede bulunurlarsa bulunsunlar, kıbleye dönmekle hep bir
araya gelmiş olurlar. Müslümanlar kıbleye döndükçe ayni ruhanî maksadı gözeten
tek bir ümmet teşkil ettiklerini gösterdikten başka îslâm
kardeşliğini de bütün vakariyle tecelli ettirirler.
Resûl-i Ekrem, ehli kıblenin tekfir olunmamalarım bunun için emretmiştir. Bu
suretle Kabe, Allah birliğinin kutsî sembolü olduktan başka insanlık
birliğinin de ulvî timsalidir.
Âyetin tahliline gelince:
«Şatr»dan maksad, taraf ve cihettir. Ayrıca bu kelime «ya- n» mânâsına da gelir,
de oldu§u &hi-
«Bâzı» mânâsına da kullanıldığı yerler olmuştur. Fakat
âyetteki «şatr» Kabe semtini ifâde eder.
îmam-ı Kurtubî'ye göre:
Görebilme mevkiinde olanlar için Kabe'nin kendisine yüz çevirmek farzdır.
Görebilme mevkiinde olmıyanlar ise o semte yüz çevirirler.
îbnü Cerîr'in îbnü Abbas (R.A.)dan çıkardığı
bir hadîste:
«Beytü'llah'ın hepsi
kıbledir. Beytü'llah'ın kıblesi ise kapısıdır.»
Beyhakî'nin kendi süneninde merfuan
çıkardığı bir hadîste de:
«Beytüllah Mescid ehline kıbledir. Mescidü'l-Haram,
haram ehline kıbledir. Haramın kendisi de şarkından garbına kadar yeryüzünde
bulunan ümmetime kıbledir.»[1]
1- Kıble ehli tekfir olunmaz.
2 -Görebilme mevkiinde olanlar için Kabe binasının kendisi
kıbledir. Görebilme mevkiinde olmayanlar için o se-met
kıbledir.
3- Beytü'llah Mescid ehline: Mescidü'l-Haram, harem ehline: harem de doğudan batıya
bütün ümmetin kıblesidir.
Kıble tâyini hakkında yazılmış birtakım eserler
vardır. Bilhassa el-Battanî (929). îbnü Yûnus (1009), Ebû'1-Vefâ (998), Hasan el-Hüseyn bin Haysem (ölüm: 1039) ve
Birûnî (ölüm: 1048) gibi büyük heyetşinaslar
yetişmiştir. Ayrıca onaltıncı asırda kıble istikameti
hakkında iki özel eser yazılmıştır. Biri, Mirim Çelebî'nin Risâletün
fi tahkîk semti'L-kıble, diğeri Nakibü'l-Halebî'nin «Fi istihraci'l-kıble»
adlı kitabıdır.
Bugün için istenilen yönü kesin olarak bulmak için
bütün ufuk dairesi 360'a bölünerek bunlara derece adı verilmiştir. Ayrı olarak
bununla da yetinilmemiş, dereceler dakikalara, dakikalar
da saniyelere bölünmüştür. 60 saniye 1 dakika, 60 dakika da bir derecedir.
îşte bu bölünüş, ufuk dairesindeki herhangi bir
noktanın doğrultusunu kesin olarak belirtmeyi sağlar.
Yeryüzündeki bir noktanın yönü, derece cinsinden gösterildiği
zaman hemen hemen hiç yanlışlık yapılmaz. Üstelik yolculuklarda
arada bir yapılacak hatâ yol boyunca düzeltilebilir. [2]
«Şüphesiz, İnsanlar içîn (yeryüzüne) ilk konulan mâbed, elbette ki Bekke (=
Mekke)de olanıdır; âlemler için mübarektir ve hidâyetin kendisidir.» (Al-î İmran sûresi, âyet: 96)
Yeryüzünde bütün insanları «Lâ ilahe illâ'îlah» kelimesi etrafında toplamak, aradaki dîn, mezhep
ve i'tikad farkını kaldırmak ve «Bir» Allah fikrini
hâkim kılmak için Allah emriyle ilk yapılan mâbed
Mekke'deki Kabe'dir. Bunu —bâzı rivayetlere göre Hazret-i îbrâhîm Peygamber
ile oğlu îsmâîl Peygamber yüceltmişlerdir. Kur'ân-ı Kerîm 2. sûre, 137. âyetle bu hususa işaret
edilmektedir.
Hazret-i İbrahim, Hakk'a
teslimiyet ruhuyla dosdoğru, bâtıldan uzak bir dîn üzere idi. Kur'ân-ı Kerîm 2. sûre, 135. âyet, 3. sûre, 67 ve 95. âyet,
4. sûre, 125. âyet, 6. sûre, 79 ve 161. âyette bu husus mükerrem
belirtilmektedir. Ayrıca 16. sûre, 120 ve 123. âyetlerle açık beyân vardır, 30.
sûre 30. âyetle de bütün insanların bu fırsat üzere yaratıldığı bildiriliyor ki
Beytü'1-ha-ram'in yeryüzüne konulma gayesi daha iyi
anlaşılmış oluyor.
Gerçi Yahudiler de İbrahim'in dini ve yolu üzere olduklarım,
Hıristiyanlardan da bir kısmı ona yakınlık haddinde bulunduklarını iddia
ederler, ama bu iddialan kavli mücerredde
kalır. Çünki hiç biri Mekke'ye gidip İbrahim (A.S.)ın yapmış olduğu mabedi tavaf etmez ve hiç biri Hanîf de değildir.
Âyet-i Kerîme'nin sarih beyânından ve tarihin açık şeha-detinden anlaşılan husus:
Hazret-i Âdem'den bugüne kadar bir çok m£bedler
yapılmıştır, fakat hiç biri bütün insanlar için muşterek
ibâdet mahalli olarak konulmamıştır., Ancak Hazret-i İbrahim'in Mekke'de inşa
ettiği Kabe müstesna. Öyle ki bu mâbed, âlemler
(bütün milletler) için Hakk'a giden doğru yolu sembolize
ediyor. Bakare sûresi, 127-130. âyetlerle Kabe'nin bu
özelliğine ve niçin inşâ edildiğine işaret ediliyor.
Kabe'nin Hazret-i Âdem tarafından yapıldığını tmam-ı Beyhakî (Kitabülddelâilinnübuvve) adlı eserinde tbnü
Lahîa tarikiyle Abdullah b. Ömer (R.A.)dan rivayet
etmişse de bunun zayıf olduğu tesbit edilmiştir.
îbnü Ebî Hâtım'ın
Hazret-i Ali (R.A.)den yaptığı rivayette ise, Hz,
Ali diyor ki: Kabe'den önce birçok mâbedler inşâ
edilmiştir, fakat Kabe, Allah'a ibâdet için umum insanlara tahsis edilen ilk mâbeddir.
Âyette geçen «Bekke»
kelimesi, Mekke'nin ilk ismidir. [3] Oraya
ibâdet için gelenlerin Hakk'a teslimiyet ve tam bir
huşu' içinde eğildiklerini ifâde eder. îmam Katade'ye
göre Allah o makamda bütün insanları (birçok inanmışları) bir araya getirmek
suretiyle «Tevhîd» akidesini müşterek ideal olarak tanıtmak
ister ki bu durum bir kaynaşma ve izdiham vücuda getirir, öyle ki zaman zaman kadınlar erkeklerin önünde namaz kılmak zorunda
kalır. Bu hal başka hiçbir mâbed ve beldede olmaz, tşte Bekke kelimesi bunu ifâde
ediyor.
Îbnü Abbas (R.A.)ya göre: Mekke, Fecc'den Ten'im'e kadar olan yerdir. Bekke
ise, Kabe'den Bethâ'ya kadar olan yerdir. Şu'be'nin Muğîre'den, onun da
İbrahim'den yaptığı rivayette ise, Bekke, Mâbed'in ve Mescid'in kendisidir.
îkrime'ye göre. Mâbed ve
çevresi Bekkedir. Bunun ötesi Mekke'dir. [4]
[1] Celal Yıldırım, Kur’an
Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/84-90.
[2] Celal Yıldırım, Kur’an
Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/90-91.
[3] Mekke'nin bundan başka, «Beytü'atîk»,
«Beytü'l-haram», «Beledü'1-emîn», «Me'mûn», «Ummurranm», «Ummu'l-kurâ», «Salah», «Elarş», «Elkaadis», «Mukaddese», «Kabe», «Beled»
ve «Kevsâ» gibi birtakım adlan daha vardır
[4] Celal Yıldırım, Kur’an
Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/91-92.