BOŞANAN
KADINLAR ÜÇ KUR' BEKLERLER
FİDYE
VERMEK SURETİYLE KADININ BOŞANMASI:
(CİNSÎ
MÜNÂSEBETTE BULUNMAMAK ÜZERE YEMÎN ETMEK)
BOŞANAN
KADINLARI FAYDALANDIRMAK :
BOŞANAN
KADININ MEHRİNİN YARISINI VERMEK:
VEFAT
İDDETİNİ BEKLEYEN KADINLARI NİKÂHLA İSTEMEYİ ÇITLATMAK :
KADINLARA
MEHİRLERİNİ TASTAMAM VERMEK
BİR
KARIYI BOŞAYIP YERİNE BAŞKA BİR KARI ALMAK:
BABALARINIZLA
EVLENMİŞ OLAN KADINLARLA EVLENMEYİN:
KOCALI
KADINLARLA EVLENMEK HARAMDIR:
YETİM
KIZLARLA EVLENMEK VE TEADDÜD-İ ZEVCÂT
KARI
- KOCA ARASINI BULMAK İÇİN HAKEM GÖNDERMEK :
«Boşanan kadınlar kendi kendilerine üç kur' (üç hayız
veya üç tuhur, veyahut üç hayız ve üç temizlenme müddeti) beklerler. Eğer
onlar Allah'a ve âhiret gününe inanıyorlarsa, rahimlerinde Allah'ın
yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz. Kocaları bu müddet içinde
barışmak isterlerse, onları geri almakta daha çok hak sahibidirler.»
(EI-Bakare sûresi âyet: 228)
İslâm dîni beş şeyin muhafazasını hedef tutar: Din,
Nefis, Akıl, Mal ve Nesil. Neslin muhafazası için aile yuvasını en uygun ve
karşılıklı hakların vikaaye edilmesini gerektiren şartlarla te'minat altına
alır. Nikâh »içtimaî bir akit olduğuna göre kadın nikâhta muayyen şartlar
içinde zevcin talâk salâhiyetinin kendisine verilmesini istiyebilir ki islâm hukukunda buna tefvîz-i talâk
denilir bu suretle de talâk eşitliğini
sağhyabilir.
Ancak boşama veya boşanma sevilmiyen bir helâldir. Diğer
bir tabirle fena bir şeydir. Kan-koca arasındaki geçimsizlik daha fena bir
durum arzederse, bunu düzeltmek veya gidermek için boşanma veya boşama uygun kabul
edilir.
«Boşanan kadınlar kendi kendilerine üç kur' (üç hayız
veya üç temizlenme veyahut üç hayiz, üç temizlenme müddeti) beklerler,» hükmü,
boşanan kadının hemen başka kocaya gi-demiyeceğini ifâde eder. Cenâb-ı Allah
ona bir bekleme müddeti tâyin etmiştir. Belki kocası bu müddet içinde pişman
olur da barışmak ister ve böylece aile yuvası yıkılmaktan kurtulmuş olur.
Ayet-i Kerîme'nin umum beyânından gayr-ı medhûlünbiha
(nikâh akdinden sonra kendisiyle henüz cinsî münasebet ya-pılmıyan kadın) da bu
hükmün şümulüne girişiyorsa da
“Sizin için onlann aleyhine bekleyeceğimiz bir iddet
yoktur.» âyetiyle hususlanmış oluyor.
Ayrıca
«Hamilelerin iddeti, çocuğu doğurmalarından ibarettir.»
Nitekim mezhep sahibi dört imam »boşanan cariyeyi bu
umumun şümulü dışında bırakmışlardır. Çünkü cariyenin id-deti iki kur' (iki
hayiz ve temizlenme) dir. Aslında o, hür kadının, yarısı sayılır, kur'
bölünmiyeceği için onun hakkında bir buçuk değil de iki kur' kabul
edilmiştir. îbnü Cerîr'in Hazret-i Âişe (R.A.) dan yaptığı rivayette, Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.)
buyurdular ki: «Cariyenin boşanması iki talâkdır; îddeti de iki hayizdir.»
Bu rivayeti Ebû Dâvud, Tirmizî ve Neseî kendi
sünnetine almışlardır, Sened bakımından sahihtir. Fakat selef-i sâlihîn-den bir
kısmı bu hadîsin zayıf olduğunu, cariyenin iddetinin hürre iddeti gibi
sayıldığını, âyetin bu konuda umum ifâde ettiğini söylemiştir. Nitekim îbnü
Abdilberr ile İbnü Sîrîn'den de ayni mânâda rivayet yapılmış; yani onların
görüşü de bu merkezdedir.
Selef, halef ve
mezhep imamları arasında «kuru'»hakkında görüş farkı vardır.
a) îmam
Mâlik'e göre: Üç temizlenmedir. Çünki Haz-ret-i Aişe (R.A.) nın da ayni görüşü
izhar ettiği rivayet yoluyla bilinmektedir. Abdullah bin Ömer (R.A.) dan
yapılan rivayette de :
«Adam karısını boşadıktan sonra, kadın üçüncü hayzın
kanına girerse, artık o, kocasından, kocası da ondan beri olur.»
Bunun bir benzeri de îbnü Abbas, Zeyd bin Sabit,
Salim, Urve, Süleyman bin Yesar ve fukaha-i seb'a (yedi meşhur fa-kîh)den
rivayet olunmuştur. Mezheb-i Mâlikî'de olduğu gibi Şa'bî, Dâvud, Ebü Sevr ve
eshabınm içtihadları da böyledir. İmam Ahmed bin Hanbel'den de buna yakın bir
rivayet gelmiştir.
b) Kuru'dan
maksad, hayizdır. Bu bakımdan kadın üçüncü hayızdan temizlenmedikçe iddeti
bitmiş olmaz.
c) Bâzısına
göre, üçüncü hayızdan temizlenip yıkanma-dıkça iddeti bitmiş olmaz. Bu, Ebûbekr Sıddîk, Hz. Ömer. Hz. Osman, Hz.
Ali, Ebû Derdâ, Ubâde bin Sâmit, Enes bin Mâlik, İbnü Mes'ud, Muaz bin Cebel,
Übey bin Ka'b, Mâlik, Ebû Mû-sâ eî-Eş'arî, Saîd bin Müseyyeb, Alkame ve diğer
bir çok tâ-biîn-i kiramdan rivayet edilmiştir.
îmam A'zarn ile arkadaşlarının mezhebi budur. Sahih
bir rivayetle îmam Ahmed bin Hanbel, Süfyân-ı Sevrî ve Evzâî'nin içtihadlarına
göre de böyledir.
Ebû Dâvud ile Neseî'nin Münzir bin Muğîre tarikiyle
yaptıkları rivayet ikincileri te'yid etmektedir : Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.)
Fâtıma binti Ebû Hübeyşe :
«Kur' (hayızh olduğun) günlerde namazı bırak»,
buyurdular.
îbnü Cerîr'e göre : «Kur'un Arapçada asıl mânâsı :
Belli bir vakitte gelişi mu'tad olan bir şeyin gelme vakti ve yine belli bir
vakitte gidişi mu'tad olan bir şeyin' gidiş vakti, demektir. Bu takdirde «kur»
kelimesi hem hayız hem de tuhur hakkında müşterek bir mânâ taşır.
Meşhur Arap fusahâsmdan Esmaî'ye göre de böyledir. Ebû
Amr bin Alâ' diyor ki: «Araplar hayze kur' dedikleri gibi tuhre de kur' derler.
«Allaha ve
inanıyorlarsa, rahimlerinde (çocuk ve hayizden) Allah'ın yarattığını
gizlemeleri kendilerine helâl olmaz.»
Bu mânâ, îbnü Abbas, İbnü Ömer, Mücâhid, Şa'bî ve
Re-bi' bin Enes ile Dahhak'e göredir.
Çünkü rahimdeki hususu. beyyine ikaame etmekle isbat etmek zor
olur. O halde olanın doğrusunu onların
bizzat söylemesi icâb eder.
«Kadınlar iddet içindeyken kendilerini boşayan
kocaları, barışmak isterlerse, onları geri almakta daha çok hak sahibidirler.»
Şüphesiz'ki bu, ric'î bir talâktır. Zira bu âyet indiğinde talâk-i bâin ile
boşanan yoktu.
Bundan sonra inen âyetlerle üç talâk belirtilmiştir.
Böylece iki türlü boşanma «bâin, gayr-i bâin» hükmü yer aldı ve talâk-i ric'î
ile boşayan kimse iddet bitmeden karısına rücü' edebilir. Kadın kabul etmezse
erkeğin sözü tercih edilir. «Ahakku» ism-i tafdili bunu ifâde ediyor.
«Kocaların örfe uygun şekilde kadınları üzerindeki
hakları gibi kadınların da kocaları üzerinde haklan vardır. Erkeklerin
onlardan bir üstün dereceleri vardır.
Allah Azîz'dir, Halîm'dir. (Bakare sûresi, âyet : 228)
Demek ki haklar karşılıklıdır. İki taraf da evlilik ve
aile vecîbelerine riâyetle yükümlüdürler. Mâruf olan ne ise onu gözetmeleri
gerektir. Ancak erkeklerin onlardan üstün bir dereceleri vardır : Ekseri, koca
karısını besler, nafakasını te'min eder, onun ve milletinin namusunu korumak
için savaşır, her gün durmadan hayat ile mücadele eder. Bu bakımlardan mirasta
erkeğe iki, kadına bir pay verilir.
Erkeğin bu özelliklerine işaretle Cenâb-ı Peygamber
(S.A.V.) Haccetü'l-Veda'da kadm hakları hakkında buyurdular ki:
Amr bin el-Ahvas el-Cüşemî (R.A.) anlatıyor : Hazret-i
Peygamber'in Veda Haccında irâd buyurduğu hutbesinde, Allah'a hamd ü sena ettikten
ve halka gereken öğüdü verdikten sonra şöyle buyurduğunu işittim :
«Ey Ümmetim! Kadınlara hayırla muamele etmenizi tavsiye
ederim. Çünkü onlar sizin emriniz altındadır; fazla tahakküme hakkınız yoktur.
Meğer ki açıktan fuhuş irtikâp etmiş olsunlar. Eğer bu işi yapacak olurlarsa
onlardan ayrı yatın ve yaralamadan, berelemeden onları te'dip edin. Eğer size
itaat ederlerse onların aleyhine yürümek için başka yol aramayın, daha
ilerisine geçmeyin.
Şunu biliniz ki, sizin kadınlar üzerinde haklarınız
olduğu gibi, kadınların da sizin üzerinizde hakları vardır. Onların üzerindeki
haklarınız yatağınızı yabancılardan korumaları, müsaadeniz olmadıkça
hoşlanmadığınız bir kimsenin evinize girip oturmasına müsaade etmemeleridir.
Onların sizin üzerinizdeki hakları da giyimlerinde ve yemelerinde onlara iyi
bak-manızdır.» [1]
1- Boşanan
kadın, iddeti bitmeden başka kocaya gidemez.
2- îddet, üç
hayız, üç temizlenme müddetidir veyahut yalnız üç hayız veya yalnız üç
temizlenme müddetidir :
İmam-ı Şafiî ve İmam Mâlik'e göre : Üç temizlenmedir.
İmam A'zam ve arkadaşlarına göre,: üç hayizdır. Bu bakımdan üçüncü hayızdan
temizlenip yıkanmadıkça kadının iddeti bitmiş olmaz.
3- Cariyenin
iddeti iki kur'dür.
4- Talâk-i
ric'î ile boşanan "kadına kocası, iddeti bitmeden rücû' edebilir. Kadın
bunu kabul etmese bile erkeğin sözü tercih olunur.
5- Haklar
karşılıklıdır. îki taraf da evlilik ve aile vecîbelerine riâyetle
yükümlüdürler. Ancak erkeklerin kadınlara karşı bir üstünlüğü vardır.[2]
«Boşanma îki defadır. (Ondan sonrası) ya iyilikle
tutmak, ya güzellikle salmaktır.» (El-Bakare sûresi, âyet: 229)
Talâk (boşanma),
kan-koca arasındaki geçimsizliği başkaca çare kalmadığında halletmek için Cenâb-ı Allah tarafından
meşru' kılınmıştır. Kadın olsun erkek çulsun bütün insanlar hayat kanunlarına
uymak zorundadırlar. Biz buna ilâhî nizam deriz. Bunun dışma çıkan, diğer bir
tabirle bunu din-lemiyenler ilk İhtan bu kanun ve nizamdan alırlar. Bir mütefekkirin
dediği gibi: «Bizler feci bir hayâlin kurbanlarıyız. Kendimizi tabiî (ilâhî)
kanunlardan âzâd etmek kaabiliyetine sahip olduğumuz vehmine kapılmamızı, bu
kanunun asla affetmediğini unuttuk.» «Hükmedebilmek için, tabiata (ilâhî kanunlara)
itaat edilmelidir,» sözü de bu cümledendir,
«îlâhî kanunlara göre dünyayı tekrar nizama koymaktan
başka çare kalmamıştır. Çevresini kendi organik ve aklî faaliyetlerine
uydurmalı, yaşama tarzını yenilemelidir. Aksi halde, modern medeniyet (ki bu
kanuna isyan etmiştir), hiçlik âleminde kadîm Yunan ve Roma İmparatorluğu ile
birleşecektir», vecizesi de akl-i selimin görüşüdür.
Nihaî çare olarak kadın boşamak yalnız İslâm'da değil
diğer dinlerde de farklı şekillerle mevcuttur. Bilhassa Musevîlikte buna yer
verilmiştir. Çünkü hak olan dinlerin hepsi insanları hayat kanunlarına riâyete
davet eder ve bunun şaşmaz yolunu tâyin eder. Tevrat'ın Tesniye bölümünün
24/1-4'de şu cümlelere rastlamaktayız : «Bir adam bir kadın alıp onunla
evlendiği zaman... onda utanılacak bir şey bulduğu için, kadın onun gözünde lütuf
bulmazsa, onun için boş kâğıdını yazacak ve onun eline verecek ve onu evinden
gönderecektir. Ve evinden ayrıldıktan sonra kadın gidip başka bir erkeğin
karısı olabilir.»
O halde Garplıların, tslâmiyete bu konuda da hücum etmeleri,
sadece taassuplarından neş'et etmektedir. Çünkü İslâm dini bu müesseseyle karı
- kocanın karşılıklı haklarını te'-minat altına almış ve her hususta kadına
lâyık olduğu mevkii vermiştir. Şunu da belirtelim ki, boşama erkeğin eline
tevdi' edilmiş bir oyuncak değildir. Evliliğin devamlı olmasını gerekli kılan
bir çok müeyyideler konulmuştur :
a) Evliliğin
normal şartlar içinde devamlı olması ve ancak ölüm ile çözülmesi,
b) Bunun
için nikâh-i müt'a (belli bir müddet için nikâh) haram kılınmıştır, Şia'dan
îrnamiyye buna cevaz vermişse de bu, dört mezhep haricinde kalan indî bir
hükümdür.
c) Üstünlüğün servet ve soy ile değil ahlâk
güzelliği ile takvada olduğu pirensibinin tatbik edilmesi,
d) Karı-koca
arasında vuku' bulan ihtilâf ve geçimsizliği gidermek ve aile yuvasını bozmamak
için boşanmadan önce iki taraftan arayı düzeltici hakemlerin ara yere girmesi,
e)
Karşılıklı hakların korunması ve bu hususta lüzumlu bütün tedbirlerin
alınması...
Buharî'nin tahrîc ettiği sahih hadîste buyuruluyor ki:
«Hepiniz birer muhafızsınız ve hepiniz muhafazası
altın-dakilerden sorumludur... Erkek çoluk - çocuğunun muhafızıdır ve o,
onları koruma hususunda sorumludur. Kadın da kocasının evinin muhafızıdır ve
muhafaza ettiği şeylerden sorumludur.»
Demek ki sorumluluklar karşılıklıdır. îlâhî nizam her
birine bir sınır çizmiştir. Her fert bu nizam içinde mevkiini almakla
mükelleftir.
Ve artık bütün bunlar fayda vermeyince nihaî çare
olarak boşanmaya gidilir. Cenâb-ı
Peygamber (S.A.V.) buna işaretle:
«Allah katında helâldan en sevimsizi boşamaktır.»
buyurdular. [3]
islâm dininde boşama yetkisi neden kadına verilmemiştir?
(Tefviz-i talâk müstesna).
a) Boşanma
kadının elinde olmuş olsaydı, o kendini boşamakla erkeği büyük bir malî zarara
düşürmüş olurdu. Bunun aksine kendisi
herhangi bir zarara uğramazdı. Bilâkis
yeni bir mehir ve yeni bir sahibe kavuşmuş olurdu.
b) Boşanma
yetkisi karı-kocanın müştereken eline verilmiş olsaydı, ikisinin bu konuda
(boşanıp ayrılma hususunda) ittifak etmesi çok zor ve hattâ imkânsız olurdu.
c) Kadın fakir düşen veya yaşlanan kocasını
bırakıp ayrı bir kocaya varma hevesine kapılabilirdi.
O halde boşamada da en uygun olan hüküm Allah'ın beyânıdır.
Kur'ân'm ikinci sûre, 228. âyetinde buyuruluyor ki: «Erkeklerin meşru' surette
kadınlar üzerindeki (hakları) gibi kadınların da onlar üzerinde (hakları)
vardır. (Yalnız) erkekler, onlar üzerinde (daha üstün) bir dereceye
mâliktirler. Allah mutlak gaaliptir, gerçek hüküm ve hikmet sahibidir.»
İslâm'ın kuruluşunda yani henüz boşanma hakkında ilâhî
emir inmeden önce, bir kimse yüz defa üstüste karısını bo-şasa, iddet içinde
ona rücu' edebilirdi. Bu tarz boşanmanın kadınlara fazlaca zararlı olduğundan
ve haklarına halel getirdiğinden Cenâb-ı Allah boşama hakkındaki ilâhî hükmünü
indirdi. Boşamanın üç olduğunu, bir ve iki talâkda kocanın rücu' etmesini
mubah kıldı. Üç defa boşayanm talâkı tamamen \âki olduğunu beyân buyurdu :
«Boşama iki kerredir. (Ondan sonrası) ya iyilikle tutma, veya güzellikle
salmaktır.»
Ebû Dâvud kendi Söneninde üç talâkdan sonra ric'atin
hükümsüz kaldığını beyân babında İbnü Abbas (R.A.) dan şöyle rivayet ediyor:
«228. âyet indiği sıralarda karısını boşayan kimse, rücu' etmekte daha haklı
idi. Üç veya daha fazla boşasa bile hüküm yine böyle idi. âyetiyle bu hüküm kaldırıldı.»
Neseî'nin, Urve'nin babasından yapağı rivayette şöyle
anlatılıyor: «Adamın biri karısına, (Seni ne ebediyyen boşayacağım, ne de
yanımda barındırıp yatağıma alacağım!..» diyor. Bunun üzerine kadın ona:
— «Bu nasıl
olur?» diye soruyor. O da :
— «Ecelin
yaklaşmcaya kadar seni boşar, sonra sana rücu' ederim.» diyor. Kadın
fazlasiyle üzülerek Cenâb-ı Peygamber'e (S.A.V.) gelip hâdiseyi anlatıyor. Bu sebeple
«Talâk-i (ric'î) iki kerredir,..» mealindeki âyet iniyor.»
İbnü Cerîr de ayni şeyi rivayet etmiştir. îmam Ahmed'in
Enes bin Mâlik (R.A.) den yaptığı rivayet bu hususları daha güzel aydınlatmakta
ve «Talâk iki kerredir» den maksad «Talâk-i ric'î» olduğu kesin olarak
anlaşılmaktadır.
«Bir adam Cenâb-ı Peygamber'e gelerek :
— Ey Allah'ın
Resulü! Cenâb-ı Hakk iki talâk zikrediyor, bunun üçüncüsü nerede? diye sordu.
Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.) ona cevapla:
— «Ondan sonra
ya iyilikle tutmak, ya da güzellikle salmaktır.» buyurdu.
Bu hadîs-i şerife istinaden ulemâ, «ya da güzellikle
salmaktır» cümlesini, «Kadının meşru' haklarına zarar vermeden üçüncü talâkı
ika' etmekle tefsir etmişlerdir.
Üç talâkı bir defada söylemekle üç talâk mı vâki olur,
yoksa bir ta]âk mı?... Fukahânm bu hususta görüş ayrılığı vardır: Cumhura göre
üçü birden vâki olur. Diğerlerine göre bir talâk vâki olur. Şeybânî
Fethülkadîr'de ikincilerin görüşünün daha muvafık olduğunu tasrih etmiştir.
Ayrıca bu hususta müstakil bir risale yazdığından bahseder.
Şeyhülislâm İbni Teymiyye ile îbni Kayyım el-Cevzîye
de aynı görüşe sahiptirler. Çünki sahîh bir senetle Hz. tbnü Ab-bas (R.A.)dan
şöyle dediği rivayet olunmuştur:
«Resûlüllah (S.AV..) ile Ebûbekir devrinde ve bir de
Ömer'in hilâfetinin ilk iki yılında üç talâk (birden söylenince) bir talâk
sayılırdı. Hz. Ömer (R.A.) : «İnsanlar kendileri için, içinde mühlet (vus'at)
bulunan bir hususta pek acele ettiler. Bunu onlar hakkında yerine getirirsek
(yâni Uç talâk olarak saysak) ya...» dedi ve öyle yaptı.
Hanefî ve Şafiî imamları cumhurun görüşüne
sahiptirler. Çünki bunlara göre talâk üç kısımdır: Ahsen, hasen, bidî ..
Ahsen:
Kadını, kendisiyle cinsî münâsebette bulunmadığı temizlik devresi içinde bir
talâkla boşamak ve iddct geçinceye kadar bir daha tekrar etmeden beklemektir.
(Fakat id-det içinde ric'at daha iyidir).
Hasen: Üç
temizlik devrelerinde cinsî münasebetsiz birer defa tevzian boşamaktır.
Bid'î:
Karısını, ya âdeti halinde veya cinsî münâsebette bulunduğu temizlik
devresinde birden fazla olmamak üzere boşamak veyahut bir temizlik devresi
içinde üç talâkla boşamaktır. [4]
1 - Üç
talâktan sonra ric'atin hükümsüz olduğu,
2- Âyet-i Kerîme'de «Boşanma iki kerredir»den
maksadın «Talâk-i ric'î olduğudur.
3- Uç talâkı
birden söylemekle, cumhura göre üçü birden vâki olur. Hanefî ve Şafiî'ye göre
de böyledir.
4- Şeybânî
ve diğerlerine göre bir tek talâk vaki olur. Talâk hakkında geniş bilgi için
fıkıh kitaplarına müracaat
edilmesi.[5]
«Kadınları boşadığınızda ıddet (serî müddet )leri sona
ermek üzereyken onları ya (kendilerine dönerek) güzellikle tutun veya
güzellikle bırakın. Haklarına tecâvüz etmeniz için zararlarına olacak şekilde
tutmayın. Kim böyle yaparsa şüphesiz ki kendine yazık etmiş olur. Allah'ın
âyetlerini de alaya almayın. Allahın üzerinize olan nimetini, öğüd vermek için
indirdiği Kitabı ve hikmeti* iyice düşünün. Allah'tan korkun. Allah her şey'i
hakkiyle bilendir.» (Bakare sûresi, âyet: 231).
Âyet-i Kerîme'de boşanma veya ric'at hususunda da
kadınlara dînen ve aklen uygun muamelenin yapılması emrediliyor. Bilhassa
zayıf yaratılmış ve çoğu zaman erkeğin himayesine muhtaç olan annelerin hakkına
saygı göstermek ilâhî muradın icâbıdır. Bakare 231. âyet onun boşama veya
ric'at hususundaki durumunun tanzim edilmesini şöyle beyân ediyor:
a) Boşamada
şer'î müddet bitmek üzereyken erkek aile yuvasının bozulup bozulmaması
hususunda akıl ve irâdesini îmân ve irfan ışığı altında kullanmalı ve ondan
sonra karar vermelidir. Çünki Allah katında helâlin en çok sevilmiyeni kadın
boşamaktır.
b) Şer'î
müddet bitmeden tekrar karışma dönüşe karar verecek olursa, bu hususta da en
güzel yolu seçmeli; kadının izzet-i nefsini, annelik vekârını düşürücü
mâhiyette hareket etmemelidir. Hele ona zarar verecek şekilde bir dönüş ve tutma
olmamalıdır.
c) Iddetin
(şer'î müddetin) bitmesiyle boşamaya karar verilmiş demektir. O takdirde erkek
boşamada da en uygun ve en mâkul yolu tutmalı ve medenice hareket etmelidir.
Boşadıktan sonra kadının başka kocaya gitmesini gururuna
yedirerneyip kadının bu meşru' hakkını kaba kuvvetle çiğnemek istiyen
Müslümanlar, bilmelidirler ki bu hareketleriyle zulmün en çirkinini irtikâb
etmişlerdir. Allah ise zâlimleri asla sevmez. Artık bu gibi zulümkâr
tecâvüzlerden kaçınmak lâzımdır. Çünki bu, cahiliyye devrine has bir âdettir.
Ayetteden murad: «Iddet sona ermek üzereyken»
mânâsıdır. Çünki ıddet sona erdikten sonra ric'at (kadına dönmek) yolu
kesilmiştir.
îbnü Abbas, Mücâhid, Mesrûk, Hasan el-Basrî, Katade,
Dahhak, Rebi' ve Mukaatil'den yapılan rivayete göre: Bu âyet inmeden önce adam
karısını boşar, ıddeti bitmek üzereyken başka kocaya gitmesin ve böylece yaşama
hakkından mahrum kalsın diye ona rücu' eder ve bir müddet sonra tekrar boşar,
yine ıddeti bitmek üzereyken rücu' ederdi. Bu kötü tutum kadının annelik
şerefini, vekârını, insanî hürriyetini, şahsî izzetini sıfıra düşürüyordu.
Cenâb-ı Allah, Müslümanları bundan men'ederek «Kim böyle yaparsa, şüphesiz ki
kendine yazık et-miş, Allah'a muhalefetle haddini aşmış olur,» buyurdu.
Ebû Mûsâ, el-Eş'ârî (R.A.)den yapılan rivayete göre:
«Resûlüllah (A.S.), Eş'ârî kabilesine kizmişdı. Ebû Mû-sâ, el-Eş'ârî Peygamber'e (S.A.V.)
gelerek:
— Ey Allah'ın
Resulü! Eş'arîlere kızdınız mı? diye sordu. Peygamber:
— Sizin
kabileden biri, «Boşadım ve müracaat eltim (tekrar kadına döndüm)» der. Bu
şekil boşama, Müslümanların boşaması
değildir.. «Kadını, ıddeti başında boşayın!»
Allah'ın âyetlerini alaya almayın..» buyurdular.
İbnü Cerîr'in mürsel olarak yaptığı rivayette, Cenâb-ı
Peygamber (S.A.V.) :
olarak veya alay yollu kim boşar veya azâd eder veya
nikâh yapar veya nikâh ettirirse, bu bir hüküm olarak geçer (yâni vâki olur).»
buyurmuşlardı. Aynı hadîsi îbni Merdveyh me\küfen rivayet etmiştir.[6]
1- Kansını
bir veya iki talâkla boşavan kimse, ıddet (şer'î müddet) bitmeden rücu'
edebilir. Müddet bittikten sonra Hicu' yapılamaz.
2- Kadının
başka kocaya gitmesine mani' olmak için ıddet bitmeden rücu' edip bir müddet
sonra tekrar boşamak ve ıddet bitmeden yine rücu' etmek haramdır.
3- Alay
yollu boşamak vâki'dir, ciddî gibi hüküm taşır. [7]
«(Ey Kocalar!) Kadınlara mehir olarak verdiğiniz herhangi
bir şey'i (geri) almanız size helâl olmaz. Meğer ki, ka-rı-koca Allah'ın
(evlilik hakkındaki) sınırlanın ayakta tutamı-yacaklanndan korkup (ümitlerini
kesmiş) olsunlar.. Eğer bu suretle siz de onların ilâhî sınırlan gereği gibi
koruyamıyacak-lanndan endişe ederseniz, o takdirde (kadının serbest
boşa-nabilmesi için) fidye vermesinde (hakkından vazgeçmesinde) îkisi üzerine
de vebal yoktur. Bunlar Allah'ın sınırlan (ilâhî kanunlaradır. Onlan (çiğneyip)
geçmeyin. Kim Allah 'in şuurlarını asarsa, işte onlar zaalimlerin tâ
kendileridir.» (Bakare süresi, âyet: 229).
Aile yuvasının devamında kadının rolü pek büyüktür. O,
anne olduğunu unutmadığı müddetçe evde mes'ud bir hayat devam eder. Bir ilim
adamının dediği gibi: «Başka bir varlığa hayat vermekte, dişinin rolü erkeğin
rolü ile mukayese edilmi-yecek kadar mühimdir. Irkın, diğer bir tâbirle neslin
idâmesi kanunu kadın ruhunun derinliklerine kadar kok salar. Bütün canlı
varlıkların dişilerinde birleşmenin mahsulüne karşı bir hürmet vardır. Onu
mukaddes tanırlar. Anne sevgisi cinsî sevgiden çok daha derindir. Dişi köpek
de dişi arslanda yavrularını vahşî bir cesaretle korurlar. Soyu temiz bir
kadın da hayatîm çocukları için vermekten çekinmez. Kadın gayrî şuurî olarak,
beşeriyet henüz beşiğindeyken dokularına ve kanma sinerek derinliklere kök
salan bir prensibe uyar.» Bu prensip 'ilâhî irâdenin ezelî tezahürüdür.
Erkekler de bu hususu iyi bilmelidirler. Çünki:
«Kadın ve erkek birbirinden farklıdırlar, amma birbirlerini
tamamlarlar. Onları birbirinden ayıran şey, yalnız tenasül âletleri değildir.
Hücreleri, ruhî halleri, hattâ kanları bile cinsiyetlerinin anatomik ve
kimyevî hususiyetlerini taşır. Nesli idâme kanunu âdeta insan dokularında
yazılıdır.» [8]
O halde sudan sebeplerden dolavı evlilik bağlarını
koparmak, bu kanuna karşı bir nev'i isyandır. Kan-koca ikisi de bu hususta çok
hassas olmalıdırlar. Bunun içindir ki Cenâb-ı Allah karı-koca arasındaki
evlilik bağlarının çözülmemesi, aile yuvasının mutluluk içinde devam etmesi
için birtakım sınırlar koymuştur. Onların ikisi de buna saygı göstermekle
yükümlü kılınmışlardır. Vebal bu sının aşanın üzerinedir.
Bugün aşırı israfa kaçarak şuursuzca îslâmî sınırların
dışına çıkıp evlenenlerin bir müddet sonra soluğu mahkeme koridorlarında
aldığı birer vak'adır. Tarla-bahçesini satıp veya bir hayli borçlanıp birtakım
lüzumsuz zînetler takma hevesi içinde olan koca, evliliğin birkaç günlük
tatlılığından sonra borçların bir dağ gibi üzerine çöktüğünü ancak farkedebiliyor.
Ve çareyi, daha önce karısına taktığı zînetleri satmakta buluyor ve işte ilk
huzursuzluk fırtınası böylece esmiye baş-lıvor.
Cenâb-ı Hak hükmün en uygun ve en güzelini koyandı Ne
ifrat, ne de tefrit, bv. ikisi arasında bir yol takip etmemi emrediyor. Nitekim
yukarıdaki âyetle kocalara ve karı - koc nın hâkemleri durumunda olan
yakınlarına ve bu işleri yürü mekle vazifeli olanlara hitab ediyor:
«Ey kocalar! Kanlarınıza vermiş olduğunuz mehir
(benzeri şeyleri) geri almayınız. Böyle yapmanız size helâl o maz. Ama kadın
kendi arzusuyla almış olduğu mehri kocasın bir yardım olsun diye verirse, o
takdirde bir vebal yoktur.
Amma bu yüzden geçimsizlik had safhaya varır, boşanmaktan
başka çare kalmaz, kadın serbest boşanmak için hakkır dan vazgeçerse o halde
bunu kolaylaştırmak gerekir.»
Âyette, «kocanın mehir olarak verdiği şey'i (az bile
olsa geri alması kendisine helâl olmaz» cümlesinden, kadına ai mal ve eşyadan
(kadının rızası olmadan) alması hiç helâl o) maz, neticesi çıkar.
Demek ki, kadın serbest boşanabilmek için hakkındai
vazgeçer ve istenileni gönül rızasiyle verirse «muhalâa» vâk olur, Hanefî
mezhebine göre:
Muhalâa: Nikâh milkiyetim, kadının mal vermeyi kabulü ne
ta'likan gidermektir. Muhalâanın sebebi: Karı-koca arasın da meydana gelen
anlaşmazlık ve uyuşmazlıktır. Kadının darı Iıp anlaşmaması: Kocasına isyan ve
muhalefettir. Erkeğin anlaşmaması: Karısına bakmamak ve ona birtakım
eziyyetîerde bulunmaktır.
Anîaşmamazhk koca tarafından ise, karısından bir şey
alması tahrîmen mekruhtur. Kadın tarafından ise, kocanın alacağı kendi
verdiğinden fazla olmamalıdır. Verdiğinden fazla alması haramdır. Anlaşmamazlik
iki taraftan olursa, mal almak mekruh değildir.
Hanefî mezhebine göre böyle olmakla beraber mezhepler
arasında birtakım görüş farkları vardır:
a) Kocanın
kendi verdiği mehirden ziyâde bir şey alması kendisine helâl olmaz, hükmü
Hanefîlere aittir.
b) îmam-ı
Şafiî, imam Mâlik ve Ebû Sevr'e göre, caizdir. Eshab-ı Kiram ve Tabiînden bir
kısmının da görüşü böyledir.
c) îmam
Ahmed'e göre de fazlası caiz değildir. Tavus,Ata', îshâk ve Ansâr'dan bir
kısımları bu görüşe sahiptirler.
Selef ve haleften birçok fakîhler, kadından bir
geçimsizlik zuhur etmedikçe muhalâanm caiz olmıyacağını söylemişlerdir. O
halde kadının vereceği fidyeyi kocanın alıp onu boşaması helâl olur. İbnü
Abbas'a (R.A.) göre de böyledir. Mâ-likî ve Evzaî mezhepleri de aynı görüşe
sahiptirler.
îbnü Abdilberr'in Abdullah bin Müzenî'den yaptığı rivayette,
Müzenî'ye göre: Bu âyet yâni muhalâa,
«Eğer bir zevceyi bırakıp da yerine başka bir zevce
al» mak isterseniz, Öbürüne yüklerle (mehir) vermiş olsanız bile içinden bir
şey almayın. (Kendisine hem) bir iftira ve açık bir günâh (yükler, hem) alır
mısınız onu?..» (Nisa sûresi, âyet: 20).
Âyetiyle nesh olunmuş (hükümsüz kalmış)tır.
Fakat bu görüş çok zayıf ve kabule şâyân değildir.
İbnü Cerîr bu âyetin Sabit bin Kays hakkında nazil olduğunu söyler, îmam Mâlik
(Rahmetü'llahi aleyh) Muvatta' adlı eserinde hâdiseyi şöyle nakleder:
«Habibe binti Sehl el-Ensârî (R.A.), Sabit bin Kays'in
zevcesi bulunuyordu. Bir gün Resûlüllah (S.A.V.) sabah namazına çıktığında
hâne-i saadetin kapısında Habibe'ye rastladılar:
— Kapının önünde duran kimdir?.
— Ben Habibe
binti Sehl.
— Bir derdin mi var?..
—Evet ya Resûlâllah, ne ben ne de Sabit bin Kays (birbirimizle
anlaşamıyoruz)., dedi.
Bir müddet sonra Sabit geldi. Peygamber (S.A.V.) ona:
— Ya Sabit! Bu, Habibe binti Sehl'dir. dedi. Ve
onun anlattıklarını anlattı.. Habibe müsaade istiyerek dedi ki:
— Ya
Resûlûllah! Sâbit'in bana (mehir olarak) verdiği her şey yanmadadır (onu
muhafaza ediyorum).
Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) geçimsizliğin had safhaya
vardığını ve artık Habibe'nin boşanmaya kararlı olduğunu anladı.. Sâbit'e
dönerek:
— Sabit!
Habibe'ye verdiklerini geri al ve ondan ayrıl, buyurdu. O da Öyle yaptı. Habibe
de artık baba ocağında oturmaya başladı.
îmam Ahmed, Neseî ve Ebû Dâvud da aynı rivayetleri pek
az farkla almışlardır. îbnü Cerîr'in yaptığı rivayette ise: «Resûlüllah
(S.A.V.) Sâbit'i çağırıp:
— Habibe'nin
bir kısım malını geri al ve ayrılınız..
— Bunu almam
uygun olur mu?.
— Evet, olur..
Sabit:
— Ama ben ona
mehir olarak iki bahçe vermiştim ki ikisi de şimdi onun elinde bulunuyor.
— İkisini de al
ve aynim!.» buyurulmuştur.
Ibnü Cerîr'in yaptığı diğer bir rivayette şöyle deniliyor:
— Kocasına
küskün bir kadın Hazret-i Ömer'e getirildi. Vakit geç olduğu için Ömer onu, içi
süprüntüyle dolu bir eve koydurdu. Bu bir nev'i hapisti. Sonra onu çağırtarak:
— Nasıl
buldun?..
— Evlendiğim
günden beri kocamdan hiç bir rahatlık görmedim, ancak bu geceyi çok rahat
geçirebildim.
Bunun üzerine Hz. Ömer onun kocasını celbedip:
— Küpesine
karşılık bile olsa onu boşa (ayrıl), diye emretti.»
Konumuzla ilgili daha bir çok rivayetler vardır,
hepsini buraya almaya kitabımız müsait değildir. Fazla bilgi için Kur-tubî ve
Ibnü Kesîr tefsirlerine müracaat edilmesi tavsiye olunur.
Diğer lüzumlu fıhkî cephesine gelince:
Muhalâa yollu karısından ayrılan kimse, karısının
rızâsı olmadan ıddet içinde ona rücu' edemez. Çünki kadın fidye vermek
suretiyle ayrılmayı te'min etmiştir. Rırasız rücu', onun hakkına tecâvüz
sayılır. Mezhep sahibi dört imam bunda müttefiktirler. Fakat Ebû Sevr'e göre
rücu' edebilir..
Başlangıçta da belirttiğimiz gibi boşama ve boşanma,
yeterli bir sebep olmadıkça dinimizce doğru görülmemiştir. Bu bakımdan Cenâb-ı
Peygamber (S.A.V.) :
gi bir kadın yeterli bir sebep olmaksızın kocasından
boşanmayı isterse, Cennet kokusu ona haram olur.» buyurmuştur.
İmam Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbnü Mâce ve Hâkim'-in
rivayet ettikleri bu hadîs, kadına bilhassa ana olma bahtiyarlığı içinde
yuvasına saadık ve bağlı kalmayı telkin ediyor.
Yine aym muhaddislerin yaptıkları rivayette, Cenâb-ı
Peygamber (S.A.V.) «Yeterli sebep yokken fidye verip kocasından ayrılan
kadınlar münafıkların tâ kendileridirler,» buyuruyorlar.
Muhalâa yollu ayrılan kadının iddeti hakkında görüş
farkı vardır:
a) Râcih
olan kavle göre bir hayiz müddetidir. Ebû Dâvud ve Tirmizî'nin tahrîclerine
göre: Peygamber (S.A.V. Sabin bin
Kays'ın karısı Habibe'ye bir hayiz ıddet beklemesini emretmişler.
b) Cumhura
göre, muhteliamn iddeti talâk iddeti gibidir. [9]
1- Kocanın
mehir olarak verdiği şeyi az bile olsa
kadının rızası olmadan geri alması haramdır.
2- Mehirden
başka olan malını hele hiç alamaz.
3-
Anlaşmazlık kocadan ise karısından bir şey alamaz.. Karıdan veya iki taraftan
ise alabilir.
4- Hanefî ve
Hanbeİî imamlarına göre, kocanın kendi verdiği mehirden fazlasını alması helâl
olmaz. Imâm-ı Şafiî, İmâm Mâlik ve Ebû Sevr'e göre caizdir.
5- Mezhep
sahibi dört imâma göre: Muhalâa yollu karısından ayrılan kimse, karısının
rızası olmadan iddet içinde riicu' edemez. Ebû Sevr mezhebine göre rücu'
edebilir.
6- Râcih
olan kavle göre: Muhtelianm ıddeti bir ha-yizdir. Cumhura göre, talâk ıddeti
gibidir. [10]
«Kadınları boşadığırazda, ıddetleri (şer'î müddetleri
)ni bitirdiler mi aralarında meşru' bir şekilde anlaşırlarsa kendilerini
kocalarına nikâh etmelerine engel olmayın.»
«İşte, içinizden Allah'a ve âhiret gününe inananlara
bununla Öğüt veriliyor. Bu sizin için daha uygun ve temizdir. Allah bilir,
siz bilmezsiniz.» (Bakare sûresi, âyet: 232).
Âyet-i Kcrîme'de içtimaî dertlerimizden birine neşter
vuruluyor ve çare yolları en âdilâne şekilde belirtiliyor. Aile yuvasi
yıkılmaya, dağılmaya yüz tutmuşken yeniden düzelmeye adım atıldığında kadının
velîleri bu işe engel olmamalıdırlar. Karı-koca karşılıklı anlaştıktan sonra
başkasının ara yere girip birleşmelerine mâni' olması haksızlığın lâ
kendisidir. Bugün bile bir çok ana-babalar bilgisizlikleri yüzünden ki/tanı111
yuvasını bozmakta, anlaşmak isteyen karı-kocanın birletmesine engel
olmaktadırlar. Halbuki bir şey'in ıslâhı mümkünken ifsadına doğru gidilemez.
Ali b. Ebî Talhâ'mn İbni Abbas (R.A.)dan yaptığı
rivayete göre: Bu âyet, karısını bir veya iki talâkla boşayıp ıddeti bittikten
sonra tekrar onunla evlenmek isteyen koca hakkında inmiştir. Bu sebeple ona
rücu' ederken kadın da buna rıza gösterdiği takdirde onun velîleri bu işe
mani' olurlardı. Allah onları engel olmaktan men'ediyor.
Mesrûk, tbrâhîm Nehaî, Zührî, Dahhâk ve diğer âlimlere
göre de âyetin iniş sebebi budur.
Ayrıca âyette “Felâ ta’duluhunne” cümlesinde, kadının
kendi kendini evlendirme yetkisine sahip olmadığına, nikâhta bir velîye lüzum
olduğuna delâlet vardır. Nitekim Şâfiîlere göre nikâh akdinde velînin
muvafakati şarttır. Hanefîlere göre, küçük kız ve küçük oğlan hakkında nikâhın
sıhhatinin şartı olarak kabul edilir, erginlik çağma girmişler hakkında değil.
îbnü Cerîr ve Tirmizî'nin rivayet ettikleri hadîs-i
şerifte «Kadın kadın evlendiremez ve kadın kendi kendini de evlendlremez,»
buyu-ruluyor ki bu Şafiî'nin görüşünü,kuvvetlendirmektedir. Diğer bir hadîste
de: «Rüşde ermiş
velîsiz ve iki âdil şahitsiz nikâh olamaz.» [11]
buyurulmuştur.
Buharı ve Sünenlerin Ma'kıl b. Yesar'dan tahrîclerine
göre; Ma'kıl diyor ki: «Benim bir kızkardeşim vardı. Amcamın oğlu bana
müracaatta bulundu, ben de kızkardeşimi ona nikâh ettirdim. Bir müddet onun
yanında kaldıktan sonra boşadı ve bîr daha ona müracaat etmedi. Tâ ki
kızkardeşimin ıd-deti bitti. Amcam oğlu onu, o da amcam oğlunu seviyordu. Bu
sebeple amcam oğlu onu tekrar istedi. Ben ona: «Zamanında kızkardeşimle sana
iyilikte bulundum, onu sana zevce olarak verdim; (kıymetini bilmedin, boşadm).
Vallahi o artık ebediyen sana dönmiyecektir,» dedim. Halbuki amcam oğlu zararsız
bir insandı; kızkardeşim de ona tekrar varmak istiyordu. Allah da aradaki
maslahati daha iyi biliyordu. Bu sebeple yukarıdaki âyet-i kerîme indirildi.»
Aynı rivayeti Ebû Dâvud, Tirmizî, tbnü Mâce, îbnü Ebî Hâtım,
tbnü Cerîr ve İbnü Merdveyh el-Hasan'dan gelen müteaddit tariklerle
yapmışlardır. Ve Tirmizî bu hadîsi tashih etmiştir. Rivayetin son kısmında
deniliyor ki: Bu âyet indikten sonra Ma'kıl: «Rabbimin emrini dinledim ve itaat
ediyorum,» demiş ve amcasının oğlunu çağırarak: «Kızkardeşimi sana tekrar
zevce olarak verip ikramda bulunuyordum,» diyerek özür beyân etmiştir. îbnü
Merdveyh de şu fazlalığı rivayet etmiştir: «Ben artık yaptığım yeminime
karşılık olmak üzere kef-faret veriyorum,» demiş.
İbni Cerîr'in rivayetine göre bu kadın Cemile binti
Yesar imiş. Süfyân Sevrî'ye göre, Fâtıme binti Yesar imiş. Süddî'nin yaptığı
rivayete göre, bu âyet Câbir bin Abdullah ile amcasının kızı hakkında nazil
olmuştur. Birinci rivayet daha sahihtir. [12]
1. Bir veya iki talâkla boşanan karı-koca karşılıklı
anlaşıp tekrar evlenmek isterlerse, başkasının aralarına girip buna engel
olması haramdır.
2. Şâfiîlere göre, nikâh akdinde velînin muvafakati şa
tır. Hanefîlere göre, yalnız küçük kız ve oğlan hakkında şarttır. [13]
«Kadınlarına yaklaşmamaya yemîn edenler için dört ay
beklemek vardır. Eğer erkekler (o müddet içinde keffaret yaparak zevcelerine
dönerlerse, şüphe yok ki Alla, cidden yargılayıcı, hakkiyle esirgeyicidir.»
(El-Bakere sûresi, âyet: 226)
«îlâ’» yemîn mânâsına gelir. Erkek, kansiyle bir
müddet cinsî münâsebette bulunmıyacağına dair yemîn ederse, bu müddet' ya dört
aydan az veya çok olabilir. Az olursa, müddetin bitmesini bekler, sonra cinsî
münâsebette bulunur ve bu müddet içinde yemini bozup filen dönüş yapamaz.
Nitekim Buharı ve Müslim'in Hazret-i Âişe (R.A.)
Vâlidemiz'den yaptıklaır rivayette:
«Resûlüllah (S.A.V.) kadınlarına bir ay yaklaşmamak
üzere yemîn etti. 29 gün sonra (onların yanma) indi ve: «Ay, yirmi dokuzdur,»
buyurdu. Demek ki Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.) dört aydan az bir müddet için
yaklaşmamaya yemîn etmiş ve bu müddet bitmeden yaklaşmamıştır.
Ama müddet dört aydan çok olursa, kan, kocasını dört
ay hitamında isteyebilir.Artık koca, ya cinsî münâsebette bulunur veya boşar.
Dört ay bittikten sonra hâkim onu bu konuda icbar edebilir. Cumhura göre:
«ilâ'» kocanın kansiyle dört aydan fazla bir müddet cinsî münâsebette
bulunmamaya yemîn etmesidir. Bundan az bir müddet için olursa, koca yemîn etmiş
sayılmaz; hatâen yemîn etmiş olur. îmam-ı Şafiî, îmam Mâlik ve İmam Ahmed bin
Hanbel ile Ebû Sevr'e göre de böyledir, Sevrî ve Küfe âlimlerine göre ise:
«ilâ'», dört ay veya daha fazla bir müddet için yemîn etmektir. Atâ' da aynı
görüşe sahiptir.
îmam-ı Şafiî'nin Kavl-i Kadîm'ine göre, dört aydan
sonra karısına dönerek cinsî münâsebette bulunursa, kendisine kef-faret
gerekmez. îmam-ı Şafiî'nin bu husustaki delili, îmam Ahmed, Ebû Dâvud ve
Tirmizf nin rivayet ettikleri şu hadîs-i şeriftir :
«Kim bir şey için yemîn eder de ondan hayırlısını
görürse, onu jterketmesi, onun keffaretidir (onun yerine geçer).»
Fakat İmam-ı Şafiî'nin Kavl-i Cedidinde ki cumhur-i ulemâ da bu kavli tutmuştur kendisine keffaret gerekir. Çünki bağlantı
yapan her yemine karşılık bozulunca keffaret gerekir( vâcib olur).
Tirmizî'nin Hazret-i Aişe (R.A.)dan rivayet ettiği ve
râ-vilerinin hepsinin güvenilir oldukları hadîste:
«Resûlüllah (S.A.V.) kadınlarına îlâ' yaptı ve bu
suretle (Ma-riye'yi kendine) haram kıldı. Sonra haramı helâl kıldı ve yemin için
keffaret verdi.» deniliyor. Şüphesiz ki Resûlüllah (S.A.V.)ın bu îlâ'sı hakkında
birtakım görüş farkları olmuştur. Netice olarak Ezvac-i tahrrattan Hazret-i
Hafse'nin kendisine söylenen sırrı ifşa etmesiyle alâkalıdır.
«Eğer
(yemîn edenler dönmezler de kadınlarını) boşamaya karar
verirlerse (ayrılırlar). Şüphesiz ki Allah her şey'i hakkiyle işiten ve
bilendir.» (El-Ba kare sûresi, âyet: 227)
Ayet-i Kerîme'de sadece dört ay bitmekle talâk vâki olmı-yacağma
delâlet vardır. Cumhur-i müteahhirîn (hicrî beşinci asırdan sonra gelen
âlimler)e göre de böyledir. Diğer bâzı âlimlere göre, mücerred dört ayın
geçmesiyle bir talâk-i bâin vâki olur. Bu görüş, sahîh isnâdlarla Hazret-i
Ömer, Osman, Ali, tbnü Mes'ud, İbnü Abbas, İbnü Ömer, Zeyd bin Sâbit'den (Allah
hepsinden razı olsun) rivayet olunmuştur. İbnü Şîrîn, Mesruk, Salim, Hasan
el-Basrî ve Katâde aynı görüşe sahiptirler. Ebû Hanîfe'nin de içtihadı bu
merkezdedir.
Ancak Saîd bin Müseyyeb, Ebûbekr bin Abdurrahman bin
Haris bin Hişâm, Mekhûl, Rabî, ve Zührî'ye göre: Dört ayın geçmesiyle bir
talâk-ı ric'î vâki olur. Ve «Dört ayın geçmesivle kadın boşanır» diyenlere
göre: Kadına ıddet de gerekir. Yalnız İbnü Abbas (R.A.)ya göre, eğer bu müddet
içinde üç hayız görürse artık kendisine iddet gerekmez.
Şafiî'nin içtihadı da bu yoldadır. İmam Mâlik'in
Nâfi'den, onun da Abdullah bin Ömre'den yaptığı rivayette: Koca, kari-siyle
cinsî münâsebette bulunmyiacağma dair yemîn ederse, dört ay bile geçse talâk
vâki olmaz; kadın boşanıncaya veya-hud birleşinceye kadar bekler.
İmam Şafiî'nin Süleyman bin Yesâr'dan yaptığı rivayette,
Süleyman demiş ki: Ondan fazla Eshab-ı Kirâm'a ulaklım, hepsi de mûlî'yi
bekletiyordu. Yani îlâ' yapanı dört ay durduruyorlardı.
Dâre Kutnî'nin Süheyl tarikiyle yaptığı rivayette ise,
Eshab-ı Kirâm'dan on iki kişiden, îlâ' yapan kimse hakkında sordum, hepsi de
dört ay geçmedikçe bir şey gerekmez. Ondan sonra ya boşar, veya birleşirler,
buyurdular.» deniliyor.
îmam Mâlik, îmarn-ı Şafiî ve îmam Ahmed'in mezheplerine
göre de böyledir. Dört ay geçtikten sonra kansiyle birleşmezse boşaması
gerekir. Aksi takdirde hâkim boşanma kararı verir.
Ancak dört ay geçtikten sonra hastalık veya başka bir
sebepten dola>ı cinsî münâsebette bulunamıyanin karısı boşanmış sayılmaz.
İmkân ve güç bulduğunda, mâni zail olduğunda yapmazsa o takdirde hâkim onları
ayırır. İmam Mâlik'e göre de böyledir. Bâzı âlimlere göre ise: Müddet bittikten
sonra herhangi bir sebepten dolayı cinsî münâsebette bulunamaz da kalbiyle
bunu arzularsa, kâfi gelir. Evzaî, Nahaî ve Ahmed bin Hanbel'e göre de
böyledir. [14]
1- îlâ'nm müddeti en az dört aydır. Bu müddet içinde
yemini bozup fi'len dönüş yapılamaz.
2- Imam-ı Şafiî, îmam Ahmed ve îmam Mâlik'e göredir;
Koca, dört aydan az bir müddet için yemîn ederse mûlî', sayılmaz. îmam-ı A'zam
ve arkadaşlarına göre; Karısına yaklaşmamak üzere yemin eden kimse^ karısı
hürre ise, dört hürre değilse iki aydan ziyâde işi uzatmamahdır. Bu müddet
içinde yeminini bozar ise keffaretten başka bir şey lâzım gelmez. Yemininde
sebat ederek belirtilen müddet, yaklaşmaksizın geçerse bir talâk-i bâin vâki
olur.
3- Hanefîlere göre: Dört ay bittikten sonra zevcesine
dönüp cinsî münâsebette bulunan kimseye keffaret gerekmez. Ancak bu müddet
hitam bulmadan yeminini bozup yaklaşırsa, âdi bir yemîn mesabesinde olup
keffaret vermek icap eder. İmam Ahmed'in de içtihadı böyledir.
îmam-ı Şafiî ile diğer âlimlere göre, dört ay
bittikten sonra karısına yaklaşıp cinsî münâsebette bulunan kimseye mü-n'akid
yeminlerde olduğu gibi keffaret lâzım gelir.
4 - Ebû Hanîfe'ye göre: Dört ayın geçmesiyle bir talâk-ı
bâin vâki olur. Diğer üç imama göre vâki olmaz.
5 -Dört ayın geçmesiyle kadın boşanır, diyenlere göre
ıddet de gerekir. Şâfiî'ye göre geçen müddet içinde üç hayız görürse kendisine
artık ıddet gerekmez.
6 -İmam-ı Şafiî, Mâlik ve Ahmed'e göre: Mûlî' dört ay
geçtikten sonra kansiyle cinsî münâsebette bulunmazsa, boşanması gerekir.
Boşamadığı takdirde hâkim ayırır.
7 -îlâ'dan fey' (dönmek) cinsî münâsebetle olur. Meğer
ki kendinde veya karısında buna bir engel bulunsun. O takdirde koca, «Ben sana
döndüm» veya «Ben bu hususta yeminimi bozdum, sözümü geri aldım» demek
suretiyle şifahen dönüş yapabilir. Ancak engelin kalkmasiyle fi'len dönüş yapması
(cinsî münâsebette bulunması) lâzım gelir.
Ahmed bin Hanbel, Evzaî ve Nahaî'ye göre: Müddet bittikten
sonra herhangi bir sebeple cinsî münâsebette bulunamaz da kalbiyle bunu
arzularsa, kâfi gelir
Bu konuda fazla bilgi için, fıkıh kitapları İlâ'
bahsine müracaat edilmesi. [15]
«Kendileriyle temas etmediğiniz, yahut kendilerine bir
nıehir tâyin eylemediğiniz kadınları (meşru* bir sebepten dolayı) boşayacak
olursanız, bunda size bir vebal yoktur. Boşa-dığınız bu kadınları, zengin
olanınız kendi kudretince, darda olanınız da kendi kudretince mâruf şekilde
(Aklen, dînen ve örf en uygun olan veçhile) faydalandırınız. Bu, iyilik etmek
şiarında bulunanlara bir borçtur.» (Bakare sûresi, âyet: 236)
Nikâh, aile yuvasının mâruf şekilde kurulmasının ilk
bağıdır. Daha Önce bu bağı kuvvetlendirecek tarzda birbirini iyice tanımayan
eşler, nikâh akdi yapıldıktan sonra henüz temas vâki olmadan bu birleşmenin
umulan yuvayı kurmaya medar olmıyacağını birtakım zahirî sebeplerle anlaya ak
olurlarsa, boşanmakta bir vebal yoktur. Ancak böyle bir ayrılma neticesinde
kadının bir kısım zarurî ihtiyaçlarını karşılamak gerektir. Yüce dînimizde
herkesin hakkı, şeref ve haysiyeti te'minat altına alınarak birtakım müeyyide
ve prensipler konulmuştur. Nikâh akdinin feshinden mütevellit manevî tazminat
mahiyetinde bâzı malî haklar tanınmıştır.
Çünki duhul (cinsî münâsebet) vuku' bulmasa bile,
mü-cerred nikâh akdi yapılmakla kadının daha önceki mevki ve itibarı kısmen de
olsa zedelenmiş sayılır. Bu durumda adam onu boşayacak olursa, nikâhta mehir
anılmasa bile ona dînimizin belirttiği üzere mâruf veçhile malî yardımda
bulunmak lâzımdır.
Süfyân Sevrî'nin İkrime tarikiyle yaptığı rivayette,
îbnü Abbas (R.A.) diyor ki: Talâkın müt'ası (duhul vâki olmadan boşanan kadının
faydalanması için verilen şey)in en üstünü, ona bir hizmetçi tutmaktır.
Ortalama olanı, zarurî ihtiyacını karşılayacak kadar nakid vermektir. En az
olanı, ona bir kat elbise giydirmektir.
Zenginin üç elbise müt'a olarak vermesi daha uygundur.
îmam-ı A'zam Ebû Hanife'ye göre: Duhul vâki olmadan boşanan
kadınla kocası müt'a miktarı üzerinde anlaşmaya varamazlarsa, ona mehr-i
mislinin yarısını vermek vâcib olur.
İmam-ı Şafiî diyor ki: Bu hususta koca belli bir
miktar ödemeye icbar edilemez. Ancak müt'a olacak şey'in en azım vermekle
zorlanır. Bana göre bunun en azı, namaz caiz olacak kadar bir elbisedir. [16]
1- Kendisine mehir takdir edilmeyip, duhul \âki olmadan boşanan kadına müt'a
(faydalanacağı bir şey) vermek vâcibdir. Bu, Ebû Hanîfe, Şafiî ve Ahmed b.
Hanbel'e gÖıedir. İmam Mâlik'e göre, müt'a müstehabtır. Mehri takdir edilip
duhul vâki olmadan boşanırsa, mehrinin yansım vermek \â-cibdir.
2- Duhul vâki olduktan sonra boşanan kadına:
Ebû Hanîfe'ye göre mehrinin tamamı verilir. İmam
Ah-med'den de böyle bir rivayet vardır. îmam-ı Şâfiîye göre ona müt'a vermek
vâcibdir. Buna benzer bir rivayet de İmam Ah-med'den yapılmıştır.
3- Müt'anın miktarı: îmam-ı Şafiî ve İmam Ahmed'e göre
en azı namaz caiz olacak kadar bir elbisedir. îmam-ı A'zam'a göre, ihtilâf
halinde mehrin yarısı kadardır.
4- Erginlik çağında bir kızla mehir tasrîh edilmeksizin yapılan nikâh akdi sahihtir.
5- Mehr-i misil: Kadının emsal ve akranına takdir edt
len miktardır. Meselâ: Onun ailevî ve içtimaî durumuna denk: bir kadın için
takdir edilen mehir, ölçü olarak kabul edilir.
Mehir iki kısma ayrılır: Mehr-i muaccel (hemen ödenen
mehir), mchr-i müeccel (sonradan ödenmek üzere takdir edilen mehir). Mehrin
hemen Ödenmsi ise müstehaptır. Çünki kadının şeref ve izzet-i nefsiyle ilgili
bir hususiyet arzeder. [17]
«Eğer siz onları kendilerine temas etmeden önce boşar
(fakat daha evvelden) onlara bir mehir tâyin etmiş bulunursanız, o halde tâyin
ettiğiniz mehrin yarısı onlarındır. Meğer ki kendileri vazgeçmiş olsunlar.
Yahut nikâh düğümü elinde bulunan kimse, bağış yapmış olsun. (Ey erkekler)!
Sizin bağışlamanız takvaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü unutmayın.
Şüphesiz ki Allah ne yaparsanız hakkryle görür.» (Bakare sûresi, âyet: 237).
236. âyetin açıklamasında da belirtildiği gibi, nikâh
akdinde kendisine mehir tâyin edilen ve temas vâki olmadan boşanan kadına o
mehrin yarısının verilmesi vâcibdir. Ayetin zahirî delâleti bu mânâyı ifâde
etmektedir. Ancak müctehidlerin ince tahlilleri neticesinde bir takım görüş
farkları meydana çıkmıştır: İmam Ebû Hanîfe, îmam Mâlik ve îmam Ahmed b. Hanbel
Hazretlerine göre, nikâhta mehir tâyin edilip halvet-i sahihayla beraber temas
vâki' olmadan boşamrsa, mehrin tamamım vermek vâcib olur. Şafiî'nin Kavl-i
Kadîminde de böyledir. Kavl-i Cedîd'inde yansım vermek vâcibdir. İmam Şafiî'nin
dayanağı yukarıdaki âyet ile Tâvus'un tbnü Abbas (R.A.) dan yaptığı şu
rivayettir:
«İbnü Abbas (R.A.), «kadınla evlenip, onunla halvette
bulunmakla beraber temas etmeden onu boşayan erkeğe ne lâzım gelir?» sorusuna
şu cevabı vermiştir: «O kadına mehrin yarısı verilir. Çünki Allahü Teâlâ (Eğer
sîz onları ^kendilerine temas etmeden önce boşar, fakat daha evvelden onlara
bir me-hir tâyin etmiş bulursanız, o halde tâyin ettiğiniz mehrin yan sı
onlarındır,» buyuruyor.
«Nikâh düğümü elinde bulunan kimdir? Ayetten bu sarih
olarak anlaşılmamaktadır. Ancak bir takım rivayetlere dayanılarak bu hususta
iki görüşün meydana çıkarıldığını görüyoruz:
1- îbnu Ebî Hâtım'm Amr b. Şuayb tarikıyla yaptığı
rivâyette, Peygamber (S.A.V.): «Nikâh düğümünün sahibi (onu elinde bulunduran)
kocadır» buyuruyor. İbnu Merdveyh de bu hadîsi aynı isnadlâ rivayet etmiştir.
2- İbnü Asım Şüreyh'den şöyle rivayet ediyor: Şüreyh diyor
ki: Hazret-i Ali (R.A.) benden «Elinde nikâh düğümü olan kimse» hakkında sordu.
— O, kadının
velîsidir, dedim.
— Hayır, dedi,
kadının kocasıdır.,
Dahhâk, Saîd b. Müseyyeb, Mücâhid, Ikrime, Mukaatil ve
seleften daha bir çokları da Hz. Ali'nin görüşünü kafeûl etmişlerdir. Ayni
zamanda bu, Ebû Hanîfe ve arkadaşları, Şafiî, Sev-rî, Evzâî ve îbnü Cerîr'in
mezhebidir. Çünki nikâh düğümü, îs-lâm Hukukuna göre erkeğin elindedir.
Amr b. Dinar'ın, tbnü Abbas (R.A.)dan yaptığı diğer
bir rivayette ise, îbnü Abbas (R.A.), Kur'ânda bahsedilen «elinde nikâh düğümü
olan» velînin, kadının babası, yoksa dedesi, o da yoksa kardeşi veya
evlenmesine izin verme yeteneğinde olan yakınıdır, diyor.
Alkame, el-Hasan, Ata', Tavus, Zührî, Rebia, Zeyd
b Eslem ve îbrâhîm Nahaî'den de böyle
rivayet edilmiştir. Ikrime ile îbni Sîrîn'den yapılan iki rivayetten
birincisine göre, elinde nikâh düğümü olan, kadının velîsidir.. Bu, îmam
Mâlik'in mezhebidir. Şafiî'nin Kavl-i Kadîmine göre de böyledir.
O halde: «Nikâh düğümü elinde olan, velîdir» diyenlere
göre: Kadın erginlik çağında bulunup bakire değilse, bizzat kendisi mehrini
kocadan almayıp vaz geçebilir. Henüz erginlik çağında olmayıp bakire ise, bu
haktan ancak velîsi vaz geçebilir. Bu surette de velî, ancak baba, olmadığı
takdirde dede olabilir. Çünki bu ikisinden başkası küçük kızı evlendirmeye
yetkili değildir.
«Nikâh düğümü elinde olan, kocanın kendisidir» diyenlere
göre, koca dilerse, mehrin tamamını verir.
İbnü Kesîr'm rivayetine göre, Cübeyr b. Mut'im bir
kadınla nikahlandıktan sonra temas etmeden boşayarak mehrini tamam olarak
vermiş ve: «Bağışlamaya ben daha lâyıkırn» demiş.
Âyet-i Kerîme'de de «Ey erkekler! Sizin bağışlamanız
takvaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü unutmayın.» buyurulmak suretiyle
erkeğin daha âlicenap ve hayırhah davranmasına işaret ediliyor. [18]
1-
îmam-ı A'zam Ebû Hanîfe, îmam-ı Mâlik ve İmam-i Ahmed b. Hanbel'e göre: Nikâh
akdinde mehir tesmiye ve tâyin edilir ve halvet-i sahihadan sonra temas
yapılmadan kadın boşamrsa, ona mehrin tamamı verilir. îmam-ı Şafiî'ye göre, yansı
verilir.
2- Ebû Hanîfe ve arkadaşlarına, Sevrî, Evzaî ve îbni
Ce-"rîr'e göre: «Nikâh düğümü elinde olan, kocadır». îmam-ı Mâlik ve
İbrahim Nahaî'ye göre ise, kadının velîsidir-[19]
«(Vefat ıddetini bekleyen) kadınları nikâhla
istiyeceği-nizi çıtlatmanızda, yahut böyle bir arzuyu gönüllerinizde saklamanızda
üzerinize bir vebal yoktur. Allah bilir ki siz onları mutlaka hatırhyacaksınız.
Ancak kendileriyle gizlice va'dleşme-yin. (Çıtlatmak suretiyle) meşru' bir söz
söylemeniz ise başka.. (Farz olan) ıddet sonunu buluncaya kadar da nikâh bağını
bağlamaya azmetmeyin ve bilin ki Allah kalblerinizde olanı muhakkak bilir.
Artık O'ndan sakının ve yine bilin ki şüphesiz Allah çok yarlığayıcıdır,
gerçek hilm sahibidir (cezada acele edici değildir).» (El-Bakare sûresi, âyet:
235).
Âyet-i Kerîm'ede geçen «ta'rîz»i «çıtlatmak» ile
terceme etmek murad olan mânâya yakındır. îbnü Abbas (R.A.) diyor ki: 'Ta'rîz,
«Ben evlenmek istiyorum», veya «Ben şu evsafta bir kadını seviyorum», veya
«Allanın, bana şöyle bir kadın na-sîb etmesini ne kadar isterim» şeklinde îmâ
yollu bir takım çıtlatmalarda bulunmaktır.»
Mücâhid, Tavus, Ikrime, Saîd b. Cübeyr, îbrâhîm Nahaî,
Şa'bî, el-Hasan Katâde, Zührî, Mukaatil ve .seleften daha birçok imam ve
fakîhler, kocası ölen ıddet içindeki kadına tasrîh yollu teklif yapmak caiz
değildir, hükmünde görüş birliğine varmışlardır. Cenâb-ı Hakk ancak bu durumda
olan kadınlara ta'rîz yollu hatırlatmayı emrediyor.
Boşanıp iddet içinde bulunan kadına da evlenmek için
ancak la'rîz yapılabilir. Nitekim sahih rivayetlerden öğrenildiğine göre:
Cenâb-ı Peygamber (S.AV.), Fatma binti Kays'e —kocası kendisini boşadığmda—
şöyle buyurdu: «Tddetini Ümm-ı Mektûm'un evinde geçir; bekleme müddetin bitince
gel benden müsaade al!.» Fâtıma'mn ıddeti bitince Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.)
onu sahabeden Üsâme b. Zeyd'e tezvîc ettirdi. Görülüyor ki Peygamber (S.A.V.)
boşanan kadına da evlenme konusunda ta'rîz yollu ifâde buyurmuşlardır.
«Ancak kendileriyle gizlice va'dleşmeyin.»
Âyette geçen «gizli va'dleşme»yi iki mânâ üzerine
tefsir etmişlerdir. Câbir b. Zeyd, Hasan el-Basrî, îbrâhîm Nahaî, Katâde, Dahhâk,
Rebi' b. Enes, Süleyman el-Teymî, Makaatil ve Süddî'ye göre, bu, «zina
va'dleşmesi'dir. îbnü Cerîr de bu mânâyı ihtiyar etmiştir.
Âli b. Talha'nın İbnü Abbas (R.A.)dan yaptığı
rivayette ise: Iddet içinde olan kadına «Ben sana âşıkim, söz ver, benden
başka kimseyle evlenmiyeceğini» gibi bir anlaşma demektir.
Cenâb-ı Hakk kadının namus, iffet, şeref ve
hürriyetini korumak için bu iki şekli de haram kılmış, ancak ma'ruf olan bir
yolla çıtlatma yapılmasına müsaade etmiştir.
îbnü Zeyd'e göre: Iddet içinde gizlice nikahlanıp,
ıddet bittikten sonra bunu açıklamak» anlamına daha mülayimdir.
«(Farz olan ıddet) sonunu buluncaya kadar da nikâh
bağım bağlamaya azmetmeyin..» Âlimler bu âyete dayanarak ıddet içinde yapılan
nikâh akdinin sahîh olmadığını belirtmişlerdir. Şayet nik£h akdi ıddet içinde
yapılır ve temas vuku' bulursa ne lâzım gelir? Derhal ayrılmalarına
hükmedilmekle beraber:
a) Cumhura göre o kadın o erkeğe ebediyyen haram olmaz,
ıddeti bittikten sonra yeniden nikâh için erkek talepte bulunabilir.
b) İmam Mâlik'e göre o kadın ona artık ebediyyen haram
olur, bir daha evlenemezler.
îmam Mâlikin bu husustaki delili, Hz. Ömer (R.Â.)den
rivayet edilen şu fetvadır:
«Herhangi bir kadın ıddeti içinde nikâh edilirse,
bakılır:-Eğer bu kocası ona yakîaşmamışsa, derhal ayrılmaları sağlanır ve
kadın ilk kocasından kalan ıddeti tamamlar ve sonra da bu ikinci kocası herkes
gibi onunla evlenmek arzusunu izhar edebilir. Ayrıca bir tercih hakkı ona
tanınmaz. Yok eğer erkek ona yaklaşmış (temasta bulunmuş)sa, önce birinci
şekilde olduğu gibi ayrılmaları sağlanır ve kadın evvelâ birinci kocasından
kalan ıddeti tamamlar, sonra da ikinci kocadan dolayı gereken ıddeti bitîrir
ve ikinci koca artık bir daha onunla evlenmez.»
Beyhakî dîyor ki: îmam-ı Şafiî de Kavl-i Kadîm'inde
îmam Mâlik'e uymuşsa da Kavl-i Cedidinde bundan rücu' etmiştir. Yâni Şafiî'ye
göre bu ikinci şekilde de o kadın kocasına helâl olur.
Sevrî'nin Eş'arî'den, onun da Şa'bî'den, onun da
Mesrûk'-dan yaptığı rivayette: Hz. Ömer'in bu hükmünden rücu edip kadına mehir
tâyin edilerek birleşmelerine cevaz verdiği anlaşılıyor.
îmam Mâlik'in bu husustaki me'hazi şöyledir: İkinci koca,
Allah'ın kadın için tâyin ettiği bekleme müddetini dinlemediği için, arzusunun
tam aksiyle cezalandırılır. Böylece o kadın ona ebediyyen haram olur. Bu,
mirasa konmak için murisini öldüren kaatile benzer. Kaatil bu filiyle mirasın
tümünden mahrum oluyor, sehm-i muayyenini de kaybediyor.
Âyet ve ilgili rivayetlerden anlaşılıyor ki, evli
kadın ile ta-lâk-ı ric'î yollu boşanan kadına açık veya kapalı bir şekilde söz
atmak yâni evlenme teklifinde bulunmak da caiz değildi;- [20]
1- Kocası ölen kadma ıddet içinde nikâhla istemeyi çıtlatmakta
veya böyle bir arzuyu gönülde taşımakta vebal yoktur.
2 -Doğrudan doğruya teklifte bulunmak veya açık bir
ifâdeyle evlenmeyi söylemek caiz değildir.
3- Bu durumda olan kadınlarla gizli olarak nikâh için
veya zina için va'dleşmek kesin olarak haramdır.
4- Bekleme müddeti içinde nikâh akdi yapmak da caiz
değildir, böyle bir akid yapılacak olursa, bâtıl ve yersizdir.
5- Iddet içinde nikâh yapıp temasta bulunursa, îmam
Mâlik'e göre nikâh derhal feshedilir ve o kadın ona ebediyyen haram olur.
6- Evli kadına ve talâk-ı ric'î ile boşanan kadına açık
veya kapalı bir şekilde söz atmak, teklifte bulunmak caiz değildir. Bâin
olursa caizdir. [21]
«Kadınlara mehirlerini (diyanet yollu) bir fariza
olara veriniz (veyahut seve seve ve gönül hoşluğuyla veriniz). Bt nunla beraber
eğer ondan bir kısmını yürekten isteyerek siz bağışlarlarsa, onu da içinize
sine sine yeyin.» (En-Nisâ sûres âyet: 4).
Az yukarıda da işaret edildiği gibi, erkeklerin
kadınla üzerinde bir üstünlüğü vardır. Yani bu ikisi arasında gerek fi;
yolojik, gerek psikolojik ve gerekse anatomik olarak bir U kim farklar
mevcuttur. Kadına nisbetle erkek önde gelir. ( halde erkek bu üstünlüğünü bir
takım süllî menfaatler içi düşürmemelidir. Meselâ, evlenmek istediği kadının
malına gu dikerek bir aile yuvası kurmak isteyen erkek, Allah'ın kend sine lütfettiği
bu üstünlüğü basit bir menfaate mahkûm etmi sayılır. Artık onun mes'ut bir aile
yuvası kurması sadece lalı/ da kalır. O halde erkek bu üstünlüğünü ve mes'ut
bir aile yt vasini düşünerek evleneceği kadına en uygun olan mehri vei melidir.
Ayni zamanda kadının veliy veya vasiysi de onun m mına aldığı mehri kıskanmadan
seve seve kendisine vermesini bilmelidir. Cenâb-ı Peygamber:
«İki zayıfın hakkına riayetsizlik etmekten sakının:
Yetîm v kadın..» buyurmuşlardır.
Âytetteki hitâb, îbnü Abbas, Katâde, İbn Zeyd ve îbn
Cii reyc'e göre kocalaradır. Ebû Salih'e göre, kadının velîy ve va
siylerinedir. Nitekim câhiliyye devrinde bir veliy veya vasiy ev lendirdiği
kadını, eğer daha önce ailesine karıkmış \e kendi', ile zevk u safâlarda bulunmuşsa,
onun namına aldığı mehirden az veya çok hiç bir şey yermeden kocasına götürüp
teslim ederdi. Garip olarak bulunmuşsa, yalnız bindirdiği deve ile birlikte
kocasına teslim ederdi. Yukarıdaki âyetle bu kötü âdet men'edilmiştir.
Bu mânânın ışığı altında âyet-i kerîme daha bir takım
mes'elelere delâlet etmektedir:
a) Kadının kendi rnehrini kocasına gönül hoşnutluğuyla
bağışlaması caizdir. Ancak, îmam Mâlik'e göre: Bakire olan kadın mehrini
kocasına velîsinin müsaadesi olmadan
bağışlıyamaz. Çünki bu kadının milki olmakla beraber velîsinin
tasarrufuna terkedilmiştir.
b) Kadına mehir vermenin vâcib olduğunda fukahânın ittifakı vardır. Yalnız Irak
fukahâsma göre: Efendi kölesini câriyesiyle evlendirecek olursa cariyeye mehir
vermesi vâcib değildir.
c) Fukahânın çoğuna göre. mehrini kocasına bağışladıktan
sonra kadının bundan dönmesi caiz değildir.
d) Nikâh akdinde koca karısına «eğer mehrini bana bağışlarsan
senin üzerine başka kadın almıyacağım» diye şart koşar, kadın da bunu kabul
eder ve bilâhare koca bu sözünde durmazsa, kadın mehrini geri almaya hak
kazanmaz. Çünki şart koşulması caiz olmayan şeyde şart koşulmuştur. [22]
«Eğer bir karıyı boşayıp yerine başka bir kan almak İsterseniz,
onlardan birine kantarla (yükler dolusu mehir) vermiş olsanız, içinden hiç bir
şey almayınız. Siz o malı, kadına bühtan yaparak ve açık bîr vebal yüklenerek
alır mısınız? (Hem onu nasıl alırsınız ki )birbirinize karılıp katıldınız ve
onlar da sizden kuvvetli bir te'minat da aldılar.» (En-Nisâ sûresi, âyet:
20-21).
Az yukarıda geçen âyetlerle, sebebi kadın olan ayrılmalardan
ve bu yüzden mehrin geri alınmasından bahsedilmişti. Bu âyet-i kerîmede ise,
ayrılmaya erkek sebep olursa, rnehrin miktarı ne olursa olsun, geri ahnmıyacağı
beyân ediliyor. Öyle ki, kadın boşanma felâketine veya gadrine uğradığı zaman,
îslâm dini onun bu kritik anda mevcud haklarını te'minat altına alıyor.
Verilen mehrin geri alınmasını apaçık bir günah ve belirgin bir vebal olarak
vasıflandırıp, îmân ve îslâm devletine nail olan bir kimsenin buna tenezzül
etmiyeceğine lâtif işarette bulunuyor. Ayrıca kadınla evlenirken onu Allah'ın
ke-lâmiyle, Peygamberin sünnetiyîe kendisine helâl kılıyor, böylece aralarında
halvet ve muaşeretler cereyan ediyor. Bu yüzden erkek ona ma'nen de borçlanmış
oluyor. Bari boşadığı zaman ona verdiklerini geri almasın. Çünki boşanmak,
Allah katında sevilmiyen mubahlardandır; kadın üzerinde bir şok te'-siri
yapar, ailevî kanadından birini kırmış olur.
Diğer taraftan îslâm dini, kadına takdir edilen mehri
tah-dîd etmemiş, onun annelik vasfına lâyık olanın verilmesini serbest
bırakmıştır. Çünki Allah ancak bu gibi konularda mubah olan şeyden misâl
verir; cümlesi bunu ifâde eder.
Şunu da ilâve edelim ki, günümüzde bâzı yerlerde kız
velîleri tarafından alman «başlık» adı altındaki para, kıza verilmediği ve
mehir ismi altında alınmadığı için sünnete uygun değildir; kötü bir bid'atdır.
Demek ki îslâmda başlık yoktur, mehir vardır, o da kadının hakkıdır; rızâsı
alınmadan kimse onu alıp harcayamaz.
Mehir için bir tahdîd konulmadığına şu olay açık bir
şekilde delâlet etmekte ve âyetin tefsirini kolaylaştırmaktadır:
Hazret-i Ömer (R.A.) bir gün hutbesinde:
«Haberiniz olsun! Kadınların mehirlerini pahalı tutmayın.
Çünki eğer yüksek mehir, dünyada hoş bir şey olmuş olsaydı veya Allah katında
bîr takva sayılsaydı, şüphesiz ki Re-sûlüllah (S.A.V.) buna sizden daha
lâyıktı. O ne kendi zevcelerine ne de kızları için oniki okıyyeden (
Hazret-i Ömer'in bu sözlerini duyan bir kadm:
— Ya Ömer!
dedi, Allah'ın bize lütfettiğinden sen bizi mahrum bırakıyorsun. Cenâb-ı Allah
Keîâm-ı Kadîminde «Onlardan (kadınlardan) birine yüklerle mehir vermiş
olsanız...» buyurmuyor mu?» mukaabelesinde bulundu.
Kadmm bu haklı sesini duyan Ömer uyandı ve:
— Kadm doğru söylüyor, Ömer ise hatâ etmiştir. Ey
Ömer, Şu halkın hepsi dinî hususta senden daha bilgilidirler..» dedi.
Bu hâdiseyi, îbnü Cerir ile İbnü Kesîr çeşitli
yollardan rivayet etmişlerdir.
Fakir olanlara gelince:
Onlar mehirde aşın gidip borç altına girmemelidirler.
Kurtubî'nin naklettiğine göre: «îbnü Ebî Hadred (R.A.), Cenâb-ı Peygamber'e
gelerek mehir hususunda yardımlarım talep etti. Cenâb-ı Peygamber miktarını
sordu. 200 (dirhem veya dînâr) olduğunu söyledi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber
(S.AV.) üzüldü ve:
«Sanki siz taşlık bir yerden ve herhangi bir dağdan
(devamlı) altın ve gümüş kesip alıyorsunuz?» buyurdular.
Rivayete göre îbnü Ebî Hadred fakir bir kimse imiş.
Pey-gamber'in öfkelenip üzülmesi bu yüzden olmuştur.
Ebû Davud'un Ukbe b. Âmir'den yaptığı rivayete göre:
Hazret-i Peygamber (S.A.V.) bir adama:
— Sizi falan
kadınla evlendirmeme razı olur musun? diye sordu.
Adam:
— Evet, dedi.
Peygamber (S.A.V.) bu defa kadına dönerek:
— Seni falan
erkekle evlendirmeme razı olur musun? Kadın:
— Evet, dedi.
Nihayet evlendiler, halvet oldular. Fakat kadına bir
me-hir takdir edilmemişti. Uzun bir müddet böyle geçti. Adam Hayber savaşına
iştirak edenlerdendi. Vefat etmek üzereyken şu vasiyeti yaptı: «Resûlüllah Efendimiz
beni şu kadınla evlendirdi, fakat ona bir mehir takdir edilmedi, ben de ona
bir şey veremedim. Sizler şâhid olun, ben ona Hayber'deki hissemi mehir olarak
verdim.»
Bu hissenin yüzbine satıldığını yine rivayet yoluyla
öğreniyoruz.
Görülüyor ki, hâli vakti yerinde olan bir adam
istediği kadar mehir verebilmiştir.
«Hem nasıl
alırsınız ki birbirinize karılıp katıldınız,» âyetinin tahlilinde görüş farkı
vardır:
a) îmam-ı Şafiî, «ifdâ'»yi cima' (cinsî münasebet) mânâsına
alarak; «erkek kadına dokunma4an onu boşayacak olıir-sa, vermiş olduğu mehrin
yarısını geri alabilir; cinsî münâsebette bulunulmadan halvet-î sahîha bile olsa hüküm yine
böyledir.» demiştir.
Bu, tbnü Abbas, Mücâhid ve Süddî'nin kavlidir. Zeccac
ile îbnü Kuteybe de bu kavli ihtiyar etmişlerdir.
b) îmam Ebû Hanîfe'ye göre «ifdâ» halvet manasınadır. Bu
takdirde erkek, nikahladığı kadınla cinsî münâsebette bulunmasa bile mücerred
halvet mehri gerektirir ve bu halde kadım boşayacak olursa, mehri geri alamaz. [23]
1- Karısını fuhuş
gibi bir sebep olmaksızın boşa-yan kimse, ona vermiş olduğu mehrin ne tamamını,
ne de bir kısmını geri alabilir.
2- Şafiî'ye göre, erkek kadına dokunmadan (cinsî münasebette
bulunmadan) boşayacak olursa, vermiş olduğu mehrin yarısını geri alabilir. Ebû
Hanîfeye göre, mücerred halvetin tahakkuk etmesi mehri gerektirir. Bu takdirde
erkek münasebette bulunmasa bile onunla halvette kalmışsa, vermiş olduğu
mehri geri alamaz.
3- Mehir tahdîd edilmemiştir. Herkes kendi haline, malî
durumuna göre, kadının şerefiyle ve ailevî durumuyla mü-tenasib bir şey takdir
edip verebilir.
4- Başlık adı altında alınan ve kadının velîleri tarafından
zaptedilen para, sünnete aykırıdır. [24]
«Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin. Ancak
(câhiliyye devrinde böyle bir evlenme olmuşsa, artık geçen) geçmiştir. Şüphe
yok ki bu şekil evlenme hayâsızlıktır ve ne kötü bir yoldur; aynı zamanda
(İlâhî) hışma (sebep)dır.» (En-Nisâ sûresi, âyet: 22).
Veraset mes'elesinden de anlaşıldığı üzere câhiliyye
dev-rinre kadınların malına sahip çıkmak, onlara mirasçı olmak için bir çok
kadınla evlenmek âdet idi. Bu o kadar sınırsız idi ki ,baba ve dedelerinin dul
kalan kanlariyle evlenenler bile olurdu. Yukarıdaki âyetle bu kötü âdet kesin
olarak men'edili-yor. Rivayete göre bu şeni' âdet,
«Ey iman edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size
helâl olmaz.» (En-Nisâ sûresi, âyet: 19) indiği devrelerde de halk dede ve
babalarından dul kalmış kadınlarla nzâ yollu evlenirlerdi. 22. âyetle buna da
son verilerek, kat'î olarak haram kılındı.
Kurtubî'nin kaydettiğine göre, Araplar arasında bir
takım kabileler, babalarından dul kalmış kadınlarla evlenmeyi âdet
edinmişlerdi. Ensar-i kiram arasmda da bunun lüzum yollu kalıntıları vardı.
Kureyş arasında ise, karşılıklı rıza ile olurdu. Meselâ: Amr b. Umeyye,
babasından dul kalan karısiyle evlendi ve bu kadından Müsâfir ile Ebû Muayit
adlı iki evlâdı oldu. Bu kadının Umeyye'den de, Ebûl'îs ile başka bir evlâdı
vardı. Böylece Umeyye'nin çocukları Müsâfir ile Ebû Muayt'in hem kardeşleri,
hem de amcaları oluyordu.
Bunun gibi, Safvân b. l'meyye b. Halef de ölen
babasının dul kalan karısı Fâhite binti Esved ile evlenmişti. Bu misalleri
yoğaltmak mümkün, fakat lüzum da yoktur. Asıl âyetin inişine sebep olan
hâdiseyi görelim:
— Ensâr'm sâlih kişilerinden sayılan Ebû Kays vefat etmişti.
Oğlunun dul kalan karısiyle evlenmek istedi. Kadın: «Ben seni kendime evlâd
sayıyorum. Böyle bir şey olur mu? Bari Hazret-i Peygamber'e gidip arzedeyim.»
Dedi ve durumu Peygambere (S.A.V.) arzetti. Bunun üzerine 22. âyet indi.
îmam Ahmed ve eshab-ı sünenin Berâ' b. Azıb (R.A.)den
yaptıkları rivayette, Hazret-i Berâ' diyor ki: «Amcam Haris b. Umeyr'le
karşılaştım, elinde bir bayrak bulunuyordu. Ona sordum:
— Amcam! Bu ne
bayraktır?
— Resûlüllah
(SA.V.) verdi.
— Sizi nereye
gönderiyor?
— Babasının dul kalan karısiyle evlenen bir adamın boynunu
vurmaya...»
Görülüyor ki nikâhı haram olanlar yalnız babaların zevceleri
değildir, fakat diğer muharremattan önce Özel olarak zikredilmesi, mes'elenin
önemini ve tahrîmdeki şiddetini tebarüz ettirmek içindir.
Netice olarak, baba ve dedelerin nikâhla aldıkları
fakat el dokundurmadıkları; fâsid bir nikâhla aldıkları ve el dokundurdukları
ve bir de nikâh akdi olmaksızın zina yollu cinsî münâsebette bulundukları
kadınları, ne oğullan, ne de torunları ni-kâhhyabüir.
Çünki nikâh lâfzının asıl lügat mânâsı, «zam (katma,
ekleme)» demektir; ayrıca «kucağa çekme, kucak kucağa gelme» mânâlarında da
kullanılır.
Kadının, bakılması helâl olmayan yerlerine bakmak kadın
yabancı bile olsa veya şehvetle ona el
sürmek, kucaklamak aynı hükme girer mi? Bu hususta görüş farkı vardır:
împm Ahmed bin Hanbel'e göre, kadının bakılması helâl
olmayan yerlerine bakmak aynı hükmü gerektirir. [25]
1- Kişiye kendi anasını nikahlamak haram olduğu gibi,
baba ve dedelerinin halîiesi (kendi üvey anası) da haramdır.
2- Babalarının nikâh akdi yapıp el sürmediği kadınlar da evlâd ve torunlara haramdır.
3- Babalarının zina ettiği kadınlar da evlâd ve torunlara
haramdır. [26]
«Mâliki bulunduğunuz cariyeler müstesna, diğer kocalı
olan kadınlarla da evlenmeniz haram kılındı. Bu hükümler, Al-Iahin üzerinize
farz kıldığı hükümlerdir. Bunlardan başkasını, zinadan kaçınıp iffetli olarak,
mallarınızla (mehjr vermek suretiyle) istemeniz size helâl kılındı. Onlardan
faydalandığınıza karşılık, kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Mehrin
miktarını tâyîn ettikten sonra, karşılıklı hoşnud olduğunuz hususta size bir
sorumluluk yoktur. Allah bilendir, hakimdir.» (En-Nisâ sûresi, âyet: 24)
Âyet-i kerîme'de kocalı olan kadınlar için «muhsanat»
tâbiri kullanılmıştır. Bu, «hısn» kökünden gelir. «Men'etmek», «hisar içine
almak, korumak» mânâsında kullanılır. Kadın da evlenince erkeğinin manevî
hisarı içine alınmış, ağyardan korunmuş olur. Birde namus ve iffetini koruyan
kadınlar hakkında da bu tâbir kullanılır. Nitekim böyle olan kadınlara vaşf
olarak «hasan» denilir; kendi nefsini helâktan, gayr-İ ahlâkî şeylerden
koruduğu için. Bu mânâyla Validemiz Hazret-i Âişe (R.A.) hakkında şu iki
mısra'da geçen «hasan» ve «rezân» sıfatları kullanılmıştır :li, ağır
başlıdır. Şüpheyle zan altında
tutulamaz. O, gafillerin etinden aç
olarak sabahlar (yani başkasının gıybetini yapmaz. )»
Ayni tâbir Kur'ân'm dört yerinde daha geçer.
«Mâliki bulunduğunuz câriyeler»e gelince : Bunlardan
savaşlarda elde edilen kocalı esîr kadınlardır. İddetleri (şcr'î bekleme
müddeti) bittikten sonra zifaf edilmelerinde bir beis yoktur. Nitekim âyetin
iniş sebebi de bu mânâyı kuvvetlendirmektedir: Eshab-ı Kiram harpte eîde
ettikleri esîr kocalı kadınlarla zifafa girmekte tereddüt ettiler; bunun
üzerine «Mâliki bulunduğunuz cariyeler müstesna» mealindeki âyet indi.
İmam Mâlik, îmam Ebû Hanîfe ve arkadaşları, îmam-ı
Şafiî, tmam Ahmed b. Hanbel, Ishâk ve Ebû Sevr'e göre de sahîh olan budur.
Ancak bu gibi kadınların iddeti hakkında görüş farkı vardır :
a) Hasan el-Basrî'ye göre, eshâb-ı kiram esîr kadınlarla
bir hayız geçirdikten sonra zifafa girerlerdi. evtas [27] esîr
kadınları hakkında Ebû Saîd el-Hudrî (R.A.) in rivayet ettiği şu hadîs Hasan
el-Basrî'nin görüşüne mesned olarak getirilmiştir:
«Esîr kadınla, hamlini vaz'etmedikçe (doğmu yapmadıkça),
aybaşı hali görenle ise, bir hayız görmedikçe zifaf yapılamaz,» [28]
İbnü Abbas (R.A.) dan yapılan rivayette ise, bu âyetin
Hayber'de esîr düşen kadınlar hakkında nazil olduğu belirtiliyor.
b) Hasan b. Sâlih'den yapılan nakle göre, bu gibi kadınlar
iki hayiz görmedikçe zifafa alınmazlar.
c) Çoğu âlimlere göre, esîr edilen kadın evli olsun, bekâr
olsun bir hayiz gördükten sonra zifafa
alınır. Yani bunların iddeti bir
hayizdir.
d) Abdullah b. Mes'ud, Saîd b. Müseyyeb, Hasan b. Ebî
Hasan, Übey b. Kâ'b, Câbir b. Abdullah, tbnü Abbas ve Ikrime'den yapılan
rivayete göre de: Âyette geçen cariyelerden mu-rad, kocası olan cariyelerdir;
bunlar da haramdır; ancak satın alınırsa o takdirde satışı talâk sayılacağından
helâl olur.
Fakat Berîre hadîsi bu mânayı reddetmektedir. Hazret-i
Âişe (R.A.), Berîre'yi satın alıp azâd etmişti. Cenâb-i Peygamber (S.A.V.) da
hürriyetine kavuşan Berire'yi eski kocasına gidip gitmemekte serbest
bırakmıştı. Bu serbesti, azâd etmenin talâk olmıyacağını göstermektedir.
«Muhsanat» ise, ekserin kavline göre Müslümanlarla
ehl-i kitabın evli bulunan iffetli kadınları demektir. Yani bunları evli oldukları için nikâh etmek haram olduğu gibi bunlarla zina
etmek de kesin olarak haramdır.
«Onlardan faydalandığınıza karşılık, kararlaştırılmış
olan mehirlerini verin.»
Burada mehre «ecr» denilmiştir. Çünkü bir takım menfaatler
karşılığıdır ki a'yandan sayılmaz. Bâzılarına göre, «is-temta'tüm»den, mut'a
(muvakkat nikâh) kasdediliyor. Şöyle ki, belli bir müddet için nikahlanan
kadın, kararlaştırılan ücreti alır ve müddet bitince de kadın kendiliğinden
boşanmış olur; aralarında mîrâs ve benzeri bir bağ yoktur. îslâmın başlangıcında
bu türlü evlenme caiz idi. Sonra her meselede pedagojik bir usûl takip eden
Hazret-i Peygamber (SA.V.) bunu kesin olarak men'etti. Müslim'in Sebret'den
yaptığı rivayete göre, Peygamber (S.A.V.) buyurdular ki:
«Ey nâs! Ben size
kadınlardan faydalanmanız
(nikâh-ı mut'a yapmanız) için İzin vermiştim. Şüphesiz ki Allahu Te-âlâ
bunu kıyamete kadar haram kıldı. Sizden kimin yanında mut'a nikâhiyle alınmış
kadın varsa hemen ona salıversin ve ona vermiş olduğunuz (ücret )den bir şey
geri almaym.»
Bu hadîse istinaden eshâb-ı kiramdan Cumhur-i Ulemâ ve
onlardan sonra gelenler mut'a nikâhının haram olduğunu ve bu âyetin
neshedildiğini söylemişlerdir.
Bâzı âlimlere göre âyet, yukarıdaki hadîsle
nashedilmiş-tir. Ayrıca Buharî ve Müslim'in Hazret-i Ali'den yaptıkları rivayette
:
«Resûlüllah (S.A.V.) Hayber fethinde nikâh-ı mut'a ile
eh-lî eşek etini haram kıldı.» [29]
denilmektedir.
Bu, sünnet Kur'ân'ı nesheder diyenlere göredir. Şafii'nin
mezhebinde ise sünnet Kur'ân'ı neshedemez. O halde Şâfiîlere göre bu âyet,
hadîsle değil de Mü'minûn süresindeki,
«Onlar
kiırzlarını, korurlar. Ancak zevcelerine ve sahip oldukları cariyelerine karşı
münasebetleri müstesnadır.» (En-Nisâ sûresi, âyet: 5-6) ile nesholunmuştur.
Çünki mut'a nikâhiyle alman kadın, ne zevcedir, ne de câriyedir. O halde bu
âyetle haram kılındığı daha iyi anlaşılıyor.
Hazret-i Ömer, hilâfeti günlerinde minbere çıkıp şöyle
demişlerdi :
«Bir kısım kavimlere ne oluyor da şu mut'a nikâhı ile
evleniyorlar. Şüphesiz ki Resûlüllah (S.A.V.) bunu yasakladı. Hangi bir adamın
mut'a nikâh'iyle evlendiğine rastlarsam herhalde onu taşla recmederim!» [30]
1- Harpte esir edilen kadınların zevciyet hükümleri esaret
sebebiyle kalkar ve böylece mâliklerine helâl olurlar.
2- Evli bulunan cariyeler boşanmadıkça nikâhları helâl
olmaz.
3- Evli olan, müslim, gayr-i müslim herhangi bir kadını
nikahlamak haramdır.Bir müslüman haliyle bir müşrikcy-le de evlenemez.
4- Harpte esir edilen kocalı kadınlar, ıddetleri (şer'î
bekleme müddetleri) bittikten sonra mâliklerine helâl olur.
5- Bu kadınların ıddeti bir hayizdir. Gebe ise, doğum yapmasıdır.
6- Satın alınan kocalı câriye ile zifaf yapabilmek için
eski kocasının onu boşaması lâzımdır.
Mücerted azâd etmek talâk sayılmaz.
Bâzılarına göre azâd etmek talâk sayılır. (Fazla bilgi için fıkıh
kitaplarına müracaat edilsin).
7- Nikâh-ı mut'a haramdır. Yani muvakkat nikâh kesin
olarak haram kılınmıştır. [31]
«Sizden Ölenlerin geride bıraktıkları zevceler kendi
kendilerine dört ay, on gün beklerler.
Bu müddeti bitirdiklerinde artık onların kendileri hakkında meşru' bir
şekilde yaptıklarından dolayı size vebal yoktur. Allah işlediklerinizden haberdardır.»
(El-Bakare sûresi, âyet: 234)
Cenâb-ı Hakk boşanma ve onunla ilgili meseleleri ve
onu takiben süt meselesini beyân ettikten sonra kocası ölen kadınların ıddeti
(şer'an bekleme müddeti) hakkında ilâhî hükmünü bildiriyor. Tâ ki boşanan
kadınla, kocası ölen kadının ıd-detlerinin bir olduğu zannedilmesin. O halde:
a) Boşanan
kadının ıddeti üç hayız veya üç tuhürdür. (Yani üç ay hâli veya üç temizlenme
görmektir).
b) Kocası ölen
kadının ıddeti dört ay on gündür.
Boşanan kadının rahminde cenin olup olmadığı a'zamî üç
ay hâli gördükten sonra ay hâlinden kesilmişse üç aydan sonra dosdoğru,
şüpheden uzak olarak anlaşılır. Hem boşanma olayından sonra kadın bu müddet
içinde ancak kendine gelebilir.
Kadının gebe olup olmadığını tesbit için zaman ölçüsü
bu olmakla beraber, kocası ölen kadının dört ay on gün bekleme-sindeki hikmet
ne olabilir? Üç ayını çocuklu olup olmadığını tesbite ayırırsak geriye kalan
bir ay on gününü de duyulan acının, tutulan matemin ancak bu müddet içinde
zail olacağına hamledebiliriz. Nitekim kadının bu müddet içinde başkasiyle
evlenmesi, süslenmesi, görücüye çıkması haram kılınmıştır. Evet, uzun yıllar
ayni yastığa beraberce baş koyduğu hayat eşini kaybetmek telâfisi güç bir
kayıptır. Bunun acısı dört ay on güne kadar ancak şiddetini kaybedebilir. Ve
olgun dindar bir kadın da kendini bu müddet içinde ancak derleyip toparlıyabilir.
Diğer taraftan ay hâli kesilmesi başka sebeplerden de
olabilir. Bunun için gebeliğin teşhisi biraz zordur. Yetkililere göre bunun
üç kesin belirtisi vardır ki en az üç ay ilâ 16. haftada tesbit edilebilir :
1- Ceninin kalb atışlarıdır. Gebeliğin 16. 18. haftasında
duyulmaya başlar.
2- Röntgen, muayenesiyle görülen kemiklerdir.Bu da ancak
gebeliğin 16. haftasında tesbit edilebilir.
3- Doğrudan doğruya ceninin kendi hareketidir.Bu 16-20.
haftalarda olur. Kanunda çocuğun hareketini duyan anne, gebelik süresinin
yarıyı bulduğunu anlar.
4- Diğer bir tesbit de, üçüncü ayda dışarıdan yapılan
muayeneyle rahmin büyüdüğü ve ceninin teşekkül ettiği anlaşılır.
Gerçi ilk haftalarda karında bir doluluk hissedilir,
fakat bu bir ur belirtisi de olabilir. Görülüyor ki gebeliğin kesin olarak
bilinmesi ancak üç ay ile 16. hafta içinde mümkün olabiliyor. Matemi de buna
ilâve edersek dört ay on gün beklemek normal bir haddir.
Buharı ve Müslim'in Hazret-i îbnü Abbas (R.A.) dan
rivayet ettikleri hadîs-i şeriften de gebeliğin bu müddet geçtikten sonra
sarîh olarak tesbitine gidilebiliyor:
«Sîzin ana rahmindeki yaratılışınız kırk günde nutfe
olarak toplanır. Sonra bu kadar bir müddet kan pıhtısı olur. Sonra bu kadar
bir müddet de et parçası olarak teşekkül eder. Ve sonra melek gönderilir de ona
(insanî) ruhu nefheder.»
Bunun için Cenâb-ı Hak boşanan kadınlar için bekleme
müddeti olarak üç âdet, âdetten kesilmişse üç ay, kocası ölenler için dört ay
on gün tâyin etmiştir.
Âyet-i Kerîme'nin açık delâletinden, hükmün
medhûlün-bihâ (kocasiyle cinsî münasebette bulunan) ve gayr-i medhu-lün-bihâ
(kocasiyle cinsî münasebette bulunmıyan) olmak üzere sahîh bir nikâhla
nikahlanan bütün kadınlara şâmil olduğu anlaşılıyor. İcmâ da bunu böyle kabul etmiştir.
îcmâ'm bu husustaki dayanağı, âyetin umumî mahfrette
olan ifâdesi ile îmam Ahmed b. Hanbel'in ve Sünen sahiplerinin îbnü Mes'ud
(R.A.) dan rivayet ettikleri, Tirmizî'nin de sahîh kabul ettiği şu hadîstir :
«îbnü Mes'ud'dan şu husus sorulmuş: Bir kadınla
nikahlanıp duhul vâki olmadan ve kadına mehir olarak bir şey takdir etmeden
ölen kimse hakkında ne dersiniz? Bu soru birkaç ker-re tekrar edilmiş. İbnü
Mes'ud (R.A.) şöyle cevap vermiş : «Ben bu mesele hakında kendi görüşümle
hükmedeceğim. Eğer isabet edersem, Allah'tandır. Hatâ edersem, benden ve şeytandandır.
Bahsettiğiniz kadının mehri ne noksan, ne de fazla, tastamam verilir. Kendisine
iddet de gerekir,. Miras hakkına da sahiptir.»
Bu cevap Hz. Ma'kıl b. Yesar el-Eşceî ayağa kalkıp demiş
ki:
— «Ben, Resûlüllah (S.A.V.) dan duydum, ayni şekilde
Binti Vâşik hakkında hükmettiler..»
İbnü Mes'ud (R.A.) bunu duyunca fazlasiyle sevinmiş,
verdiği fetvada isabet kaydettiği için Allaha hamd ve sena etmiştir.
O halde âyetin hükmü, duhul vâki olmadan önce kocası
ölen kadınları da içine almaktadır. Ancak kendisi gebe olduğu halde kocası
ölenler müstesna.. Çünki onların ıddeti doğum yapıncaya kadardır. Bu hususta sarih âyet vardır :«Gebe
olanların bekleme müddeti, doğumlarını yapıncaya kadardır.» buyurdular. (El-Talâk sûresi, âyet: 4)
îbnü Abbas (R.A.) mn böyle olan kadınların da en uzun
müddeti beklemelerinin uygun olacağını söylediği ve fakat sonraları
el-Eslemiyye'nin hadîsine döndüğü rivayet edilir :
«Eslem kabilesinden Sübey'a kocasının vefatından
birkaç gece sonra (çocuk doğrup) nifas (lohusahk) görmüş ve bunun üzerine
kocaya varmak için Cenâb-ı Peygamber'e gelip İzin istemişti. Resûlüllah
(S.A.V.) ona izin vermiş ve o da evlenmişti..»
Ölen kimsenin karısı câriye olursa, onu bu hükmün
dışında tutmak lâzımdır. Çünki câriye iki ay beş gün bekler. Bâzılarına göre
bu böyle olmakla beraber diğer bâzıları, meselâ Muhammed b. Şîrîn ve
Zahirîlerden bir kısmı cariyelerin de ayni hükme dahil olduğunu söylemişlerdir.
Çünkü bunlara göre ıddet, gebeliğin tesbitine ve matem havasının
"kalkmasına matuftur ki her kadın bu hususta müsavi sayılır.
«Bu müddeti (dört ay on gün) bitirdiklerinde artık
onların kendileri hakkında meşru’ bir şekilde yaptıklarından dolayı size vebal
yoktur.” (El-Bakara suresi, ayet 234)
Ayet-i kerime birkaç mühim meseleye delâlet
etmektedir:
a) Kocası ölen kadınlar dört ay on gün bekleyip şer’i
müddetlerini bitirdikten sonra da töre dışı, ahlak harici hareket edemezler.
Ancak meşru’ bir şekilde, örfe uygun olarak kendilerine bir yaşama ve geçinme
yolu tutabilirler. Aksi halde doğru yola gidinceye kadar velilerinin müdahale
hakkı vardır. Zamanın kaadısı da aynı müdahaleyi yapmaya me’zundur.
b) Bu kadınlar, bekleme müddetleri olan dört ay on gün
içinde güzel koku sürünemezler, cazip elbiselerini giyinip kendilerini görücüye
gösteremezler.
Buhari ve Müslim’in Ümmü Habibe ve Zeyneb binti Cahş
(R.A.) dan yaptıkları rivayette, Rasulullah (S.A.V.) buyurdular ki:
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kadına, ölü
üzerine üç günden fazla terki zinet etmesi helal olmaz. Ancak kocası için dört
ay on gün terk-i zinet eyler…”
Yine bu iki sözgötürmez hadis kitaplarının
kaydettiğine göre: Hz. Ümmü Seleme (R.A.) şöyle anlatıyor: “Bir kadın Cenab-ı
Peygamber’e gelerek:
- Ey Allah’ın Rasulü! Kızımın kocası öldü ve
kendisinin de gözleri ağrıyor; sürme sürebilir miyiz? Diye sordu.
Peygamber (S.A.V.):
-“Hayır” buyurdu.
Kadın iki veya üç defa bu soruyu tekrar etti. Cenab-ı
Peygamber (S.A.V.) her def’asında “Hayır” dedi ve sonra şöyle ilave etti.:
«Zînet ve her türlü süslenmeyi terketmek, dört ay, on
gündür. Sizler câhiliyye devrinde bir
sene beklerdiniz ya!.»
Bununla ilgili olarak Zeyneb binti Ümmü Seleme diyor
ki; «Câhiliyye devrinde kocası olan kadın bir çukura (evinin en izbe yerine)
girer, en çirkin ve fersude elbiselerini giyinir, güzel koku ve benzeri şeyler
sürünmez, bir yıl geçinceye kadar böyle devam eder ve ondan sonra kendisine
koyun veya deve tersi verilir, o; onu attıktan sonra bu kerre ona eşek, keçi
veya kuş gibi bir hayvan getirilir, onu bir müddet fercine sürerdi. Bazen da
sürdüğü şeyin fena kokusundan ölür, giderdi.»
Âyet-i Kerîme üzerine geniş tahlil yapan bâzı âlimler,
bununla.
«Sizden zevceler (ini geride) bırakıp ölecek olanlar
eşlerinin (kendi evlerinden) çıkarılmiyarak yılma kadar bakılmasını vasiyyet
etsinler. Bunun üzerine onlar kendiliklerinden çıkarlarsa artık onların bizzat
yaptıkları meşru' işlerden dolayı size mes'uliyyet yoktur. Allah mutlak
gaalibdir, yüce hikmet sahibidir.» (El-Bakare sûresi, âyet: 240)
Âyetinin mensûh olduğunu söylemişlerdir, tbnü Abbas
(R.A.) da aynı görüştedir. Buharî'nin kaydettiğine göre: İbnü Zübeyr (R.A.),
Hazret-i Osman'a (R.A.) demiş ki: âyeti diğer bir âyetle neshedümiştir; bunu
mushafa yazmasan ya.. Veya bunu terketsen ya.. Hazret-i Osman ona şu cevabı
vermiş: «Kardeşimin oğlu! Ben Kur'ân'dan hiç bir şeyi konulduğu yerden
değiştiremem!.»
îbnü Ebî Hâtim'in Hasan tarikiyle îbnü Abbas (R.A.)
dan bu âyet hakkında yaptığı rivayete göre: Kocası ölen kadın bir yıl kocasının
evinde kalır ve nafakası te'min edilirdi. Sonra mîras hakkında inen âyetle
nesholundu. Şöyle ki: Kocaları öldükten sonra murisin çocuğuyla istima' ederse
sekizde bir, içtima' etmezse dörtte bir hisse tâyin edilmiştir. Artık bir yü
faydalanmasına lüzum kalmamıştır.
Ekseri âlimlere göre, îbnü Ebî Hâtım'm rivayet ettiği
husus, daha muvafıktır. îbnü Abdilberr
de ayni görüşe sahiptir. [32]
1- Aybaşı
hâlinden kesik boşanmış bir kadmın ıddeti (şer'î bekleme müddeti) üç
aydır. Bu müddetten önce başka kocaya
nikâhlanamaz.
2- Aybaşı hâli gören boşanmış kadının bekleme müddeti
üç kur' (üç ay hâli veya üç temizlik görmek)dir.
3- Cariyelerin
bekleme müddeti her iki halde de hür kadınların bekleme müddetinin yarısıdır.
4- Hâmile olduğu halde boşanan veya kocasî ölen hür
kadının bekleme müddeti, doğumunu yapmasıdır.
5- Hâmile olmayıp kocası Ölen kadının bekleme müddeti
dört ay, on gündür. Cariyelerin bu
hususta da bekleme müddeti hür kadınlarınkinin yarısıdır.
6- Nikâh altında bulunup duhul vâki olmadan kocası ölen
kadın, mehrine ve mîras hakına sahiptir.
7- Kocası ölen
kadınlar dört ay on gün olan bekleme müddetince güzel elbiselerini giyinip
süslenemezler, süs eşyalarını takınamazlar, kendilerini görücüye teşhir
edemezler.
Zînetin terkinde de bir takım görüş farkları vardır:
îmam Ebû Hanîfe ile İmam Mâlik'e göre : Kadın bu müddet
içinde her türlü süs eşyasını ve süslenmeyi, güzel koku sü-rünmeyi, yüz ve
basma kırem ve benzeri şeyleri sürmeyi, gözlerine kokulu sürme sürmeyi
terkeder. Ancak göz sağlığı bakımından sürmeye ihtiyaç hissedilirse, onun için
ruhsat verilebilir.
îmam-ı Şafiî'ye
göre: İhtiyaç zamanında da ancak gece
kullanabilir, gündüz değil... Şafiî bu hususta Ebû Dâvud ile Neseî'nin de Ümmü
Seleme (R.A.) dan yapüğı şu rivayete dayanmıştır :
Ümmü Seleme diyor ki: Kocam Ebû Seleme vefat ettiğinde,
Resûlüllah (S.A.V.) bize geldiler. Ben de o sırada Sabır otunun usaresiden
kullanmıştım. Cenâb-ı Peygamber
(S.A.V.):
— «Ya Ümme
Seleme! Bu ne?..» diye sordular.
— Sabır
üsaresidir, güzel kokusu yoktur, dedim.
— «Bu, yüzü
parlatıp güzelleştirir. Sen onu gece
kullan, gündüz olunca sil.. Güzel
kokuyla taranma, kına sürünme.. Çünkü
bunların hepsi süs sayılır.»
— Peki ne ile
taranayım, ya Resûlüllah?!.
— «Sidir ile
taran ve başını da kaplarcasına kızıl bir bezle Ört..»
8- Ric'atte süs
ve zîneti terketmek bir tek sözle vâcib
değildir. Talâk-ı bâinde vacip olup
olmadığı ihtilaflıdır.
îmam-ı A'zam ve îmam Mâlik'e göre kocası ölen gayr-i
müslim kadın için zîneti terketmek vâcib değildir. Ayrıca Ebû Hanîfe'ye,
arkadaşlarına ve Sevrîye göre: Küçük yaşta olan nikâhlı kıza ve müslüman
cariyeye de vâcib değildir; yani bunlar süslenebilirler. [33]
«Bundan sonra erkek karısını (üçüncü defa olarak)
bo-şarsa, kadın başka biriyle evlenmedikçe bir daha kendisine (ilk kocasına)
helâl olmaz. Bununla beraber eğer ikinci koca onu boşarsa, Allah'ın sınırlarım
koruyacaklarım zannederlerse (iddet bittikten sonra eski) karı- kocanın
birbirlerine dönmelerinde bir vebal yoktur.
Bunlar bilen ve. anlayan bir millet için Allah'ın açıkladığı
sınırlardır.» (El-Bakare sûresi, âyet:
230)
Yüce İslâm dini boşama yetkisini erkeğe verirken onu
bu hususta tamamen serbest bırakmamış, kadının haklarını korumak için bir
takım müeyyideler ve şartlar koymuştur :
a) Nikâh akdinde müeccel (sonradan ödenmek) veya muaccel
(peşin ödenmek) üzere «mehr»in tâyini, erkeğin buna borçlu oluşu,
müeccel ise boşamada herhalde Ödenmesi..
b) Gelişi güzel boşamanın doğru olmıyacağı, boşama illâ
icap ediyorsa «Hasen-i talâk» (sünnete
uygun olan boşama) şeklinin tatbik edilmesi, yani üç boşamadan her birinin
içinde cinsî münasebet yapılmıyan
temizlik devresinde vuku' bulması..
c) Erkeğin boşama hususunda çok dikkatli olması, rast-gele
boşama kelimesini ağzına almaması, aksi halde şaka yollu bile olsa üç defa
ağzından «seni boşadım» kelimesi çıkacak olursa kadının tamamen boşandığı ve
bir daha dönme imkânı olmayışı.. Meğer
ki ikinci bir kocayla evlenip ondan da boşandıktan sonra dönüş yapıla.. O
takdirde ileride belirtilecek şartlar dahilinde yeniden evlenmeleri caiz olur.
Ebû Hüreyre (RA.)) in rivayet ettiği bir hadîs-i
şerifte buyuruluyor ki:
«Üç şey vardır ki bunların ciddisi de ciddî, şakası da
ciddîdir: Nikâh, talâk ve ric'at..» [34]
Bu hadîsi Neseî'den başka diğer dördü rivayet etmiş,
Hâkim de bunu sahîh görmüştür.
d) Ayrıca, çocuk varsa onun nafakasını vermek zorunda oluşu.
e) Bütün bunların fevkinde manevî mes'uliyetin ve ağır
bir vebalın terettüp edeceği..
Meyyidelerin çoğu diğer ilgili âyetlerle
belirtilmiştir. Burada sadece kadın ikinci bir kocadan boşandıktan sonra ilk
ko-casiyle birleşme keyfiyeti tasrîh ediliyor. Erkek karısını üçüncü defa
boşarsa artık o kadın ona haram olur; başka birisiyle evlenmedikçe helâl olmaz.
îslâm fıkhında ikinci bir kocayla evlenmeye «Hülle»
denir. Bunun bir takım şartları vardır
:
1- Boşanan kadın, ikinci kocaya iddeti (şer'î müddeti)
bittikten sonra varabilir, tddet içinde
evlenemez..
2- Bu evlenme tekrar boşanıp ilk kocayla birleşmeye
matuf olmayacak. Çünki «nikâh-ı müt'a»
(muvakkat nikâh) haramdır.
3- îkinci koca kendi isteğiyle onu boşarsa, o takdirde
kadın iddeti (şer'î müddeti) bittikten sonra birinci kocasına varabilir.
4- îkinci koca onu boşamaya icbar edîlemiyeceği gibi,
imâ yollu bile olsa kendisine teklîf yapılamaz. Nikâh akdi de bu gaaye için yapılamaz.
Kadm ikinci kocayla evlendikten sonra aralarında cinsî
münasebetin vukuu gerekir. Aksi halde boşansa bile birinci kocayla birleşemez.
Gerçi bu hususta hukukçular arasında görüş farkı
vardır: Saîd b. Müseyyeb'e göre, ikinci kocayla nikâh akdinin yapılması
kâfidir; cinsî münâsebet şart değildir. îbni Ömer'in rivayet ettiği «ûseyle»
hadîsine dayananlara göre, nikâhtan sonra cinsî münasebet şarttır. Ekserî
fukahâya göre doğru olan da bu ikinci görüştür. Şafiî ve Mâlik'e göre: (men
tenekkaha) deki nikâh, akidde esas, cinsî münasebette mecazdır. Bu i'ti-barla
onlara göre ikinci kocayla cinsî münasebet şart değildir. Bu hususta daha zahir
olan görüş: «Nikâh» kelimesinin akid ve cinsî münâsebet mânâlarında müşterek
olduğudur.
Buharı ve Müslim'in ittifakla aldıkları Hz. Âişe
(R.A.) hadîsinde Rıfaa'nın karısı, Cenâb-i Peygamber'e gelerek
— Ey Allah'ın
Resulü! Ben, Rıfaa'mn karısı idim.
Sonra ondan boşanıp Abdurrâhman b. Zebîyr ile evlendim. Bununla da olanı şu elbisenin ucu gibi
buldum (yani tenasül uzvu çaput gibidir), dedi. Bunun üzerine Peygamber
(S.A.V.) tebessüm ettiler ve:
— «Sen tekrar
Rıfaa ile evlenmek nü istiyorsun? Hayır bu olamaz. Meğer ki, a senin balçığını,
sen de onun balçığını, tadasınız. (Ancak bu takdirde ikinci kocan seni boşar,
iddetin de biterse birincisiyle evlenebilirsin) buyucular.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi ikinci kocaya
nikahlanma, hülle için olmıyacak. Aksi halde nikâh-ı müt'a olur ki bu caiz
değildir. Nitekim îmam Mâlik ile İmam Âhmed'e göre hülle niyetiyle yapılan
nikâh bâtıldır (şer'î bir akid sayılmaz). Şafiî ve Hanefîye göre, hülle tasrîh
edilmeksizin sadece ona azmetmekle nikâh sahîh olur, şeklinde bir içtihada
varılmışsa da birincilerin delili daha kuvvetli ve İslâm ahlâkına daha uygundur.
Tirmizî'nin îbnü Mes'ud (R.A.) den tahrîç ettiği
hadîste, hülle yollu nikâh yapanlara ve yaptıranlara lanet edilmiştir:
«Resûlüllah (S.A.V.) bedenine İğne ile darp yapana da
yaptırana da, saçını başkasına verene de onu alıp takana da, hulleciye de
kendisi İçin hülle yapana da lanet etmiştin Tir-mizî - îmam Ahmed - Neseî).
Ayrıca îmam Ahmedi'n Hazret-i Ali (R.A.) den tahrîc ettiği
hadîste:
«Cenâb-ı Resûlüllah (S.A.V.) ribâ (faiz) yiyene,
yedirene, şahit ve kâtibine, bedenine iğne île darp yapana ve yaptırana, sadaka
ve zekâtı men'edene, hulleciye ve kendisi İçin hülle yapana lanet etmiştir,»
buyuruluyor.
Ayni hadîsi Şa'bî tarikiyle Ebû Dâvud, Tirmizî ve îbnü
Mâ-ce rivayet etmişlerdir.
Tirmizî'nin Câbir b. Abdullah (R.A.) den yaptığı
rivayette: Resûiüllah (S.A.V.) ciye de, kendisi için hülle yapılana da lanet
etsin?» buyurdular. [35]
îbnü Mâce'nin'münferiden, Uvbe b. Amr'den yaptığı rivayette,
Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.) buyurdular ki:
— «Sîze
emaneten alınmış tekeden haber vereyim mi?»
— Evet ya
Resûlellah!
— «O,
hullecidir. Allah hulleciye de kendisi için hülle yapılana da lanet etsin!»
Hülleyle ilgili dört hadîs daha vardır ki buraya
almaya lüzum görmedik. Geniş bilgi almak istiyenler Kurtubî, îbnü Ke-sîr
tefsirlerine, Buharî'nin şerhi Ayniy'e ve Ebûbekir el-Râzî'-nin
Ahkâmü'l-Kur'ân'ına müracaat etsinler.
Kadın bir veya iki talâkla boşandıktan sonra iddeti
biter ikinci bir kocayla evlenir ve sonra ondan da boşanır, şer'î müddeti
bittikten sonra tekrar birinci kocasiyle
evlenecek olursa, üçe varmak için geri kalan talâkı kalır mı, yoksa ikinci
kocaya varmakla bunlar hükümsüz mü kalır? imam Mâlik ve îmam-ı Şafiî ve İmam
Ahmed'e göre : Eski talâklar muteberdir. Meselâ : İki talâkla boşanmışsa,
tekrar evlenmesi halinde bir talâkı kalmış olur. Ebû Hanîfe'ye göre : İkinci
kocaya varmakla, eski talâklar hükümsüz kalmıştır. Yemden üç talâk hakkına
sahip olur. [36]
1- Üç şey vardır ki bunların ciddîsi de ciddîdir, şakası
da ciddîdir: Nikâh, talâk, ric'at...
O halde şaka yollu bile olsa erkeğin kendi karısına
«Seni boşadım» demesi doğru değildir; İslâm fıkhına göre bu, bir hüküm taşır.
2- Hülle kasdiyle kadının ikinci kocaya nikâhlanması
haramdır. Çünki muvakkat nikâh caiz değildir. O halde nikâh akdinde hülleden
bahsedilemez.
Bunun gibi, yanında mahremi olmayan kadının hac
farizasuu yerine getirmek için muvakkat nikâhla evlenmesi haramdır.
3- İkinci koca kadını boşamaya icbar edilemez. Hattâ bu
hususta kendisine teklif bile yapılamaz.
4- İkinci kocadan ayrılan kadının birinci kocayla tekrar
birleşebilmesi için ikinci kocayla,
ayrılmadan önce cinsî münasebette bulunması şarttır.
5- Bir veya iki talâkla boşandıktan sonra, ikinci kocaya
nikahlanan ve sonra ondan da boşanan kadının birinci ko-casiyle olan talâk
hakkı yeniden mi başlar, yoksa üçü doldurmak için geri kalan talâk hakkı mı
bakidir?
Ebû Hanîfe'ye göre: İkinci kocaya varmakla eski talâklar
hükümsüz kalmıştır, yeniden üç talâk hakkı vardır. Diğer üç imama göre : Eski
talâklar hükümsüz kalmamıştır; üçü doldurmak için geri kalan bir veya iki
talâk hakkı bakidir. [37]
«Eğer (velîsi veya vasiysi bulunduğunuz mal sahibi) yetim
kızlarla evlenmekle, kendilerine haksızlık yapmaktan kor-karsanız, onlarla
değil, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz;
şayet bunların da aralarında adaletsizlik yapmaktan korkarsaniz bir tane
(almalısınız)"veya sahip olduğunuz câriye ile yetinmelisiniz. Doğru yoldan
sapmamanız ve zulmetmemeniz için en uygunu budur.» (En-Nisâ sûresi, âyet: 3)
Az yukarıda olduğu gibi burada da yetimin bir takım
haklarına temas ediliyor. Evlenme çağına erişen yetim kızları nikahlamak
istiyen veliy veya vasiynin bu hususta da bir adaletsizliğe sapmaması, diğer
kadınlarla evlenirken verilen mehrin bir mislinin ve hattâ fazlasının yetim
kızlardan esirgenmemesi tenbîh ediliyor.
Rivayete göre, bu âyet inmeden önce yanlarında bulunan
mal sahibi yetim kızlarla evlenmek isteyen veliy veya vasiyler, hem onların öz
malını vermez, hem de normal mehrini vermeye yanaşmazdı. Bu tarz adaletsizlik
o masum kızların şeref ve i'tibarını düşürüyor ve akranı yanında onlarda bir
eksiklik hissettiriyordu. Üstünlük ve şerefin tekvâda olduğunu bildiren Allah,
yetim kızların da şeref ve i'tibarmı, haysiyet ve insanî haklarını koruyarak
yukarıdaki âyeti indirdi.
Nitekim Buharî ve Müslim'in Urve bin Zübeyr (R.A.) den
yaptıkları rivayet bu hususu takviye ediyor. Hazret-i Urve diyor ki: «Ben, Hazret-i Âişe (RA.) denâyetinin mânâsını
ve niçin indiğini sorduğumda buyurdular ki: «Hemşirezadem! Âyette bahsedilen
yetime, mal sahibi olan yetimdir ki velîsi onun malına ve güzelliğine meyleder
de mehrinde adaleti gözetmez, ona akran ve emsaline verilen mehirden aşağı bir
miktar vermek ister. Âyet-i Kerîme böyle velîler hakkında inmiştir. Bu âyet indikten sonra halk tereddüde düşüp tekrar bu £ibi yetimler hakkında
Resûlüllah (S.A.V.) dan fetva istediler.
Bu kerre Ni-şâ sûresi 127. âyet indi.
Meâlen şöyledir : «Ey Muhammed! Kadınlar
hakkında senden fetva isterler, de ki: Onlar hakkında fetvayı size Allah
veriyor. Bu fetva, kendilerine yazılmış (farz olan mirası) vermediğiniz ve
onlarla evlenmeyi arzuladığınız yetim kadınlar, zavallı çocuklar ve yetimlere
doğrulukla bakmanız hususunda Kitab'da size okunanıdır. Ne İyilik yaparsanız Allah onu bilir.»
Diğer bir rivayette de iniş sebebi olarak câhiliye
devrindeki erkeklerin vesayetinde bulunan yetim kızlara yapılan muamele
gösteriliyor. Bu hususla ilgili Kur'ân-ı Hakîm ve Meâl-İ Kerîm'de dip not
olarak kaydedilen cümleleri aynen alıyorum:
«Cahiliyyet devrinde erkekler vesayetleri altındaki
kızlarla, mallarına gözdikerek evlenirlerdi. Birkaç yetim kızla teeh-hül
edenler de vardı. Yetimler kimsesiz oldukları için zevçleri gerek mehirde,
gerek teehhülden sonra kendilerine türlü türlü haksızlıklar ve eziyyetler
yaparlardı. Hattâ miraslarına konmak için ölmelerini isteyenler de bulunurdu.
Cenâb-ı Hak bu âyet-i kerîmede kimsesiz yetimlere haksızlık etmemek hususunda
kendisine güvenmiyenlere, kimsesiz olmadıkları için Öyle bir haksızlık
yapmaktan çekinecekleri, diğer kadınlarla evlenmelerini emretmiş, bu suretle
ayni zamanda yetimlerin de hukukunu sıyânet buyurmuşdur.»
Ikrime'den yapılan rivayette ise, deniliyor ki :
Kureş'ten bir adamın birkaç karısı olur, ayrıca yanında birkaç yetîrn kız da
bulunurdu. Kendi malı tükenince o yetimlerin malına yönelir, istediği gibi
tasarruf ederdi. Bu sebeple yukarıdaki âyet indi.
Bunun sonucu olarak da yetimler hakkında adalet yapmamaktan
korkuyorsanız, sadece bundan korkmanız kâfi değildir; zinadan da korkun,
hoşunuza giden kadınlardan iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz. Bekâr
yaşayıp zinaya sapmak veya bir kadınla evlenip başka kadınlar peşinde koşup
haram irtikâb etmek elbetteki cemiyet, aile ve fertler için çok zararlı ve
tehlikelidir. Mücâhid (Rahmetü'llahi aleyh) âyetin tefsirinde bilhassa bu mânâ
üzerinde durmuştur.
Hasan el-Basrî (Rahmetü'llahi aleyh) diyor ki:
«Medi-neli bir adamın yanında mal sahibi bir çok yetim kızlar bulunur, onların
malına başkaları sahip çıkmasın diye
ister istemez onlarla evlenir, fakat dosdoğru kocalık yapmaz, bir çok
vecîbeleri yerine getirmezdi. Cenâb-ı Hak onların bu kötü tutumunu ta'yîb
ederek yukarıdaki âyeti indirmiştir.»
Saîd b. Cübeyr, Katâde, Dahhâk ve Süddî'ye göre, bu
âyet, dörtten fazla kadın alıp ayrıca yanında mal sahibi yetim besli-yen
kimseler hakkında nazil oldu. Şöyle ki: Kadınları besleyebilmek için bazen
yetimlerin hakkına tecavüz ederlerdi. Al-lahu Teâlâ onlara, yetim kızlar
hakkında adaleti gözetmekle emrolunduğunuz gibi kadınlar hakkında da adaleti
elden bırakmayın, bunun için de en çok dört kadınla evlenebilirsiniz, buyurdu.emrinin
vücub için yanı nikâhın vâcib olduğuna, evlenmiyenlerin bu vücubu
terkettiklerine, delâlet ettiğini söyliyenler, şu mantıkî kaaideye dayanırlar:
Ayetteki «Fen-kihû» kelimesi emirdir, emir ise vücub içindir. O halde
«Fen-kihû» da vücub içindir.
îmanvı Şafiî ise, bu emrin nikâhın vücubuna ait
olmadığını, sadece nikâh adedinde helâl olan miktarı beyân için indiğini
söylemiş ve buna âyetini delil olarak göstermiştir.
Âyette «ikişer ikişer», üçer üçer», «dörder dörder»
buyu-rulmasındaki ilâhî murad: Herkes mâlî gücüne, adaleti tatbik İHikâmna göre
iki kadını idare edeceğini kestiriyorsâ, iki kadınla, üç kadım idare edeceğini
kestiriyorsâ üç kadınla ...... tâ dörde kadar evlensin. Bundan fazlası haramdır.
îmam-ı Tirmizî'nin yaptığı tahrîce göre : Kays b. Hars
veya Hars b. Kays diyor ki; «Müslümanlığı kabul ettiğimde yanımla nikâhlı
sekiz kadm bulunuyordu. Durumu Hazret-i Peygamber'e arzettiğimde, bunlardan
gadretmemek kaydiyle — dört tanesini yanımda alıkoymamı, diğerlerini bırakmamı
emretti.»
îmam-ı Şafiî ve birçok âlimler bu âyete dayanarak hür
kimsenin dört kadınla, kölenin iki kadınla evleneceği yargısına varmışlardır.
Çünkü «Ev mâ meleket eymânuküm» cümlesinden, âyetin yalnız hürlerle ilgili
olduğu anlaşılıyor. İmam Mâlik'e göre, âyet umum ifâde eder, hür ve köle ikisi
de dörde kadar evlenebilir.
«Şâyed birkaç kadın arasında adaletsizlik yapmaktan
kor-karsanız bir tane (almalı ve onunla yetinmelisiniz)».
Mealinde olan âyetin tefsirinde «el-Mer'etü
Beyne'1-fıkhi veTKanun» adlı kitapta geniş ve tatminkâr bilgi verilmiş ve bu
yönden îslâmiyete dil uzatanlara lâyık oldukları cevabı tarihî ve ilmî vesâika
dayıyarak ifâye çalışılmıştır. Geniş bilgi için adı geçen esere müracaat
edilmesi tavsiye olunur.
Ayrıca Kur'ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm'in birinci cilt
sa-hife 118'de geçen izahatı buraya almayı faydalı buldum. Deniliyor ki:
«İslâm'dan evvel zevcelerin sayısı tahdid edilmiş değildi. Onun için bir
adamın on, hattâ daha fazla karısı bulunabilirdi. Bu âyetle zevcelerin sayısı
a'zamî dörde indirilince bundan ziyâde karısı bulunan müslümanlar, fazlasını
derhal terkettiler. Zevceler arasında «adalet», yedirme, giydirme, barındırma,
zevci muamele, sevgi vesaire hususlarında tam bir müsâvilikdir. Bu te'min
edilmeyince ki te'mini hemen hemen
imkânsızdır bir zevce ile iktifa etmek zaruridir. «Bu (bir tek câriye veya
zevce) sizin (Hakdan) eğrilip sapmamanıza daha yakındır, «kaydı da asî olan
kaaidenin, adalet kaaide-sinin bir tek zevce ile evlenmekden ibaret olduğunun
pek açık bir delilidir. îslâm düşmanlarının dillerine doladıkları gibi
«teaddüd-i zevcât» aslî bir kaaide değil, bir şazdır. Düşünmeli ki bu âyetin
nüzulü zamanında on ve daha ziyâde zevceye mâlik adamlar vardı. Cenâb-ı Hak
bunu a'zamî dörde indirmiş, onu da tatbiki çok güç bir «adalet» esâsına
dayamıştır. Bu suretle gitdikçe teaddüd azalmış, müslümanların kısm-ı a'za-mı
bir zevce ile iktifa etmeyi esâsı bir kaaide olarak tanımıştır.»
Demek ki îslâm dîni birkaç kadınla evlenmeyi, adalet
kurmak, eşit muamele etmek şartiyle mubah kılmıştır. Çünki ha-dîs-i şerif
«Nikâh benim sünnetimdir; kim benim sünnetimi terkederse, benden değildir», [38]
nikâhın müekked bir sünnet olduğunu beyân ediyor. Kadım besliyemiyecek durumda
bulunan veya birkaç kadın arasında adaleti te'sis edemiyecek endişesi halinde,
birincinin tamamen evlenmesi, ikincinin birden fazla kadın alması mekruh
olur.
Ancak cumhura göre, nefsin galeyanı, zinaya düşme korkusu
baş gösterince, kadım beslemeye kudreti olanların evlenmesi farz-ı ayndır.
Bununla beraber Hanefîlere göre, bu durum ferdî nokta-i nazardan galeyan
hâlinde vâcib, itidal halinde sünnettir. Farz-ı kifâye olduğunu soyliyenler
olmuşsa da Hanefîlerin görüşü rivayet bakımından daha uygundur.
O halde »Teaddüd-i zevcat» sadece bir müsaade ve
ibâha-dır. înfak ve adalet te'sisi gerçekleşmeme korkusunda ise mekruhtur.
Nitekim bugüne kadar yapılan tecrübeler, birkaç kadın arasında adaletle hareket
etmenin güçlüğünü meydana koymuştur. Ekseri insanlar için durum budur, pek azı,
Allah'ın emrettiği şekilde adaleti kurabilir. Nisa sûresi 129. âyetle buna
güç getirmenin çok zor olduğuna, işaret edilerek bu-yuruluyor ki: «Kadınlar
arasında adalet (ve eşit muamele) etmeye ne kadar hırs gösterseniz de buna asla
güç getiremezsiniz.»
Şimdi, âyet-i kerîmenin ışığı altında «Teaddüd-i
zevcat» (birkaç kadınla evîenme)nin tahliline gelelim. Bu konuda az yukarıda da
işaret ettiğim gibi Dr. Mustafa'nın «el-Mer'etü Beyne'l-Fıkhı ve'1-Kanun» adlı
eserinden birkaç paragraf alıyorum.
«Aslında çok kadınla evlenmeyi, ilk getiren İslâm dîni
ol-mamşıtır. Ondan çok önce Hindistanda, Cinde, Babil, Asur ve Mısırlılar
arasında bu âdet mevcut idi. Ayni zamanda bu hususta belli bir sınır da yoktu.
Bir adam istediği kadar kadınla evlenebilirdi.
Bazen bu, yüz'ü de geçerdi.
Yahudî diyaneti de teaddüde bir sınır koymamıştır. Tevrat'ta
ismi geçen Peygamberlerin —istisnasız olarak hepsinin birçok karısı varmış. Yine
Tevrat'ta kaydedildiğine göre, Süleyman Peygamber'in 700 hürre, 300 câriye
olmak üzere 1000 zevcesi varmşı .
Hıristiyanlıkta da teaddüd-i zevcati men'eder
mahiyette kesin bir hüküm veya beyân yoktur. Ancak va'z ve nasihat yollu : «Her
erkek için zevci yaratılmıştır» deniliyor ki bu ifâde ile mutad ahvalde bir
erkeğin bir kadınla evleneceği istidlal edilebilir, tslâm dîni daha açık bir
beyânla, ailenin huzur ve saadetine medar olacak adaletin te'sisini şart
koşmuştur.
Zaten İncil'de bu hususta bir nass (kesin beyân)
mevcut değildir. Ancak Pols'ün
risalelerinin bir kısmında teaddüdün 1 caiz olduğuna dair bir takım kayıtlar
mevcuttur.»
Sonuç:
Bu kısa izahatımızdan da anlaşılıyor ki, çok kadınla
evlenmeyi islâm dîni getirmemiş, bilâkis ondan çok Önce bu âdeti sınırsız
olarak yaşayan kavim ve milletlerin bu kötü âdetlerini sınırlamış ve kadına
lâyık olduğu mevkii sağlamıştır. Birden fazla kadınla evlenmeyi mubah kılarken
adaletin kurulmasını şart koşmuştur. [39]
1- Evlenme çağma gelen mal sahibi yetim kızlarla evlenmek
istiyen veliy veya vasiyler, onları malları için değil de ancak onların
haklarını korumak, cemiyet arasında i'tibar ve şereflerini artırmak için
evlenebilir.
2- Yetim kızlarla evlenmek istiyenler, yetim olmayan kızlara verilen mehrin mislini
ödemelidirler.
3- Dörtten fazla kadınla evlenmek haramdır.
4- Birden fazla kadınla evlenebilmek için infak ve adaletin
tahakkuku şarttır. Buna güç
getiremiyenler için birden fazla kadınla evlenmek doğru değildir, mekruhtur.
5- îmam-ı Şâfî'ye göre hür erkek dört kadına kadar, köİe
ise iki kadına kadar evlenebilir. îmam
Mâlik'e göre âyet umum ifâde ettiği için her ikisi de dörde kadar evlenebilir.
6- Evlenme, ferdî
noktai nazardan galeyan halinde vâcib,
i'tidal halinde sünnettir.[40]
«Sizden, iffetli hür mü'min kadınlarla evlenmeye güç
ge-tiremlyen kimse, elleriniz altındaki mü'min cariyelerinizden alsın. Allah
sizin îmânınızı çok iyi bilir. Birbirinizdensiniz (sizle cariyeler) ayni
soydansınız. Onlarla, zinadan kaçınmaları, iffetli olmaları ve gizli dost
tutmamış olmaları halinde, velîlerinin İzniyle evlenin vç örfe uygun bir
şekilde »nehirlerini verin. Evlendiklerinde zlnâ edecek olurlarsa, onlara hür
kadınlara edilen azabın yarısı edilir.
Bu câriye İle evlenme izni, içinizden günaha girme
korkusu olanlaradır. Sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Allah bağışlar,
merhamet eder». (En-Nisa sûresi, âyet:
25)
Köleliğe son vermek, mevcud köleleri hürriyetine kavuşturmak
için îslâm dîni pedagojik ve psikolojik bir yol takip etmiş ve bu hususta bir
çok prensipler koymuştur.Yukarıdaki âyette ise, cariyelerin fazla hakîr
görülmemesi tenbîh edilerek insan haklarına, kadının cemiyet içindeki yerine
dikkatimiz çekiliyor: «Hepiniz ayni soydansınız» buyuruluyor. Demek oluyor ki,
îslâm dîni beşer arasındaki muvazeneyi sağlamak, insan haklarım tâyin etmek
için şu esasları da koymuş bulunuyor : «Allah bizi; insanları, kulların
kulluğundan bir olan Allah'a ibâdete, dünyanın dar çemberinden geniş ufuklara,
bâtıl dinlerin zulmünden îslâmiyetin adaletine yöneltmek için göndermiştir.
Müslümanların yanında bütün milletler ve insanlar — insan olma haysiyetiyle—
eşittirler. Bütün insanlar Hazret-i Âdem'den, Âdem de topraktandır. Hiçbir
Arabın Arap olmayana ve Arap olmayanın da Araba tekvâdan başka bir üstünlüğü
yoktur.»
Âyet-i Kerîme'de «Tavlen»
kelimesi, üç mânâya tefsir edilmiştir :
1. Geniş
imkân ve zenginlik.
Bu, İbnü Abbas, Saîd b. Cübeyr, Süddî ve İmam Mâlik'e
göredir. O halde mehri vermeye kudreti olmayanlar, kasdedi-liyor ki tmam-ı
Şafiî ile imam Ahmed ayni görüştedirler.
2. Hürre.
Bu mânâyla «hür kadınla» evlenmeye güç getiremiyen, yani
malî kudreti olmayan, mânâsı irâde edilmiş oluyor. Kelimeyi bu mânâya göre
tefsir edenlere göre : Hür kadın ile evlenmek için malî kudreti olan kimse\e
cariyeyle evlenmek helâl olmaz. Ebû
Yûsuf ile Imam-ı Taberî ayni görüştedirler.
3. Sabır ve
temkin.
Bu mânâyla, sevdiği cariyeden bir türlü vazgeçemiyen
ve bu sevgiyi yenerniyen kimse, mü'min hür kadınla evlenmeye bir türlü
sevgisini çeviremiyorsa, artık cariyeyle evlenebilir.
Bu, Katâde, Nahaî, Atâ' ve Süfyân Sevrî'nin kavlidir.
îmam Ebû Hanîfe ile Mücâhid'e göre de hür kadınla evlenme
imkânı olduğu halde bir kimse isterse, onunla değil de bir câriye veya bir
ehl-i kitab ile evlenebilir. Bu, dinde, Ce-nâb-ı Hakk'm bize bahşettiği bir
genişliktir. Nitekim Abbâd b. Abduîlah'm Ali (RA.) den yaptığı rivayette :
«Câriye üzerine hür kadın ile evlenilirse, hür kadın
için iki, câriye için bir gün (tahsis edilir),» buyuruluyor ki, bu da hem hür,
hem de cariyeyle evlenmenin, yani ikisini birden nikâh altına almanın caiz
olduğunu göstermektedir. Saîd b. Müseyyeb, Ata' b. Ebî Rebâh, îmam-ı Şafiî, Ebû
Sevr ve bir kısım rey tarafdarları-mn görüşü de budur.
Zuhrî, Mâlik, Ahmed b. Hanbel ve Ishâk'a göre, bu
durumda hür kadın arzusuna bağlıdır; isterse kocasiyle birlikte kalır,
isterse derhal ayrılır.
Abdulmelik'e göre, hür kadın serbesttir; dilerse
cariyenin nikâhını ikrar eder, dilerse fesheder.
Bu cümlenin
tahlil tefsirinde görüş farkları vardır :
a) Bâzı âlimlere göre hür kadm ile evlenme imkânı olmayan
kimse, başkasının câriyesiyle evlenebilir; kendi câriyesiyle değil.
b) Mü'min olmayan cariyeyle de evlenmek caiz değildir.
îmam Mâlik ve arkadaşlarına, îmam-ı Şâfiı ve arkadaşlarına, Sevri, Evsâî, Hasan
el-Basrî, Zührî, Mekhûl ve Mücâhid'e göre de böyledir.
c) Rey terafdarlarmdan bir kısmına göre, ehl-i kitab
olan cariyelerle de evlenmek caiz değildir. Ebû Meysere Amr b. Şurahbîl de ayni
görüştedir. Az yukarıda da belirttiğimiz gibi îmam Ebû Hanîfe'den de böyle bir
rivayet yapılmıştır.cümlesinin tefsirinde de görüş farkı vardır:
a) «îhsân», bâzılarına göre «îslâm^ demektir. Bu mânâyla,
zina eden câriye «ıüslüman olmamışsa, kendisine had gerekmez. Ancak ta'zîr edilir. Abdullah b. Mes'ud, îbnü Ömer, Enes b. Mâlik,
Esved b. Yezîd, Saîd b. Cübeyr, Atâ', îbriübîm Nahaî. Şa'bî ve Süddî'ye göre de
böyledir. Hazret-i Ömer (R.A.) den de böyle bir rivayet vardır. îmam-ı Şafiî de
ayni görüştedir. Bunların delili ise, Hazret-i
Ali (R.A.) den yapılan rivayettir, Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.): Şeklinde tefsir
etmiştir [41]
b) Bâzısına göre evli kadın demektir. Yani evli olan câriye
zina ederse, hür-kadına tatbik edilen cezanın yarısı kendisine tatbik
edilir. Bu, îbnü Abbas, Mücâhid,
Ikrime, Tavus ve Katâde'ye göredir.
c) Cumhurun mezhebine göre, câriye ister müslime, işer
kâfire olsun İnâ ettiğinde ona elli
değnek vurulur. Evli veya bekâr oluşu
da bu cezaya te'sir etmez. Çünkü cumhur
burada «mentuk mefhumdan mukaddemdir» der. Delil olarak da Müslim'in Hazret-i Ali (R.A.)
den yaptığı şu rivayeti gösterirler :
«Ey nâs! Cariyeniz zina ederse, ister evli olsun ister
bekâr, ister müslime olsun, ister kâfire
ona had tatbik ediniz. Çünkü Resûlüllah'in bir cariyesi zina etmişti,
ona had tatbik etmem için bana emrettiler. Fakat kadın aybaşı hali içinde bulunduğundan,
elli değnek vurmam neticesinde Öleceğinden endişe ettim, durumu Resûlüllah'a
'arzettim. «îyi etmişsin, aybaşı hali geçinceye kadar dokunma, bırak»
buyurdular.
Ebû Hüreyre'nin yaptığı rivayette ise, Resûlüllah
(S.A.V.) şöyle buyurdular:
«Sizden birinizin cariyesi zina ederse, ona had olarak
(elli değnek) vursun, fakat başa kakıp onu ayıplamasın. Sonra ikinci defa zina
ederse, yine ona had vursun, başa kakıp ayıplamasın. Sonra üçüncü defa zina
eder ve zinası tebeyyün ederse, artık onu kıldan bir urgan karşılığında bile.
olsa satsın.» [42]
Müslim'in rivayetinde ise «Üçüncü defa zina ettiğinde
artık dördüncü defa onu satsın.» şeklindedir.
d) Bâzısına göre de Âyet-i kerîme, evli olan cariyeye
yarı had (elli değnek) vurulacağına delâlet etmektedir. Evli olmayan cariyeler
ise, şu âyetin şumuluna girer :
Ayrıca bu âyeti izah eder mahiyette olan Ubâde b.
Sâmit'in rivayet ettiği hadîsîe de belirtilen hüküm anlaşılmaktadır :
«Benden (dinleyip) alın, benden (dinleyip) alnı! Allah
onlara (cariyelere) de bir yol gösterdi: Bekâr câriye bekâr erkek İle rina
ederse, yüz değnek vurulur ve bir yıl sürgün edilir. Evli câriye, evli erkekle
zina ederse yüz değnek vurulur ve taş ile recmedilir.»
Son bölümdeki görüş ve tefsir son derece zayıftır.
Çünkü Cenâb-ı Hakk evli olan cariyeye (elli değnek) vurulmasını emreder de
evli olmayana yüz değnek vurulmasını ve bir yıl sürgün edilmesini mi buyurur?
Böyle bir hüküm tslâm hukukunun genel kaaidesiyle asla bağdaşamaz.[43]
1- İffetli mü'min cariyelerle evlenmek caizdir.
2- Ebû Hanîfe'ye göre, hür kadınla evlenme imkânı olduğu
halde, onunla evlenmeyip câriye ve ehl-i kitaptan bir kadınla evlenmek de
caizdir.
3- Hür kadın için iki, câriye için bir gün tahsis etmek
adalete uygundur.
4- îmam-ı Şafiî'ye göre mü'min olmayan cariyeyle evlenmek
caiz değildir.
5- Zina eden cariyeye yan had (elli değnek) vurulur.
6 -Kendisine had vurulması gereken kadın aybaşı halinde
bulunuyorsa, bu hal geçinceye kadar had te'hir edilir.
- îmam Mâlik ve
tmam Ahmed b. Hanbele göre, hür kadınla evli bulunan kimse cariyeyle de
evlenecek olursa, hür kadın isterse kocasiyle birlikte evlilik hayatını devam
ettirir, isterse derhal ayrılabilir.[44]
«Eğer kan İle kocanın arasının açılmasından endişe
ederseniz, biri koca tarafından, biri de kadın tarafından olmak üzere İki
hakem gönderin. Hakemler (veya kan - koca veya onların velîleri) düzeltip
banşdırmayı dilerlerse, Allah da onların arasım tevfîk u te'lîf eder. Şüphesiz
ki Allah bilendir (ve her şeyden) haberdardır.» (En-Nisâ sûresi, âyet: 35)
Nisa sûresi 34. âyetle, hırçınlık edip isyankâr tavır
takınma yalnız karıdan oiursa, düzeltme çareleri ve yolları gösterilmişti. Bu
âyetle ise iki tarafın (karı ile koca) arası açılırsa ve ikisinin de bu hususta
endişe verici söz ve davranışları olursa, aralarım bulmak için ne yapmak
gerektiği belirtiliyor.
Çünkü İslâm dininde bir şeyin ıslâhı (düzeltilmesi)
mümkün olduğu müddetçe ifsada gidilmez. Bilhassa konu aile yuvası olursa,
olanca hassasiyetin gösterilmesi tenbîh ediliyor.
îslâm hukukçularına göre, karı ile koca arası
açıldığında hâkim onları güvenilir bir adamın nazaretine bırakır; ikisinden
hangisinin zulmettiği, hangisinin daha çok haksızlıkta bulunduğu tesbît
edilir. Aralarındaki gerginliği kaldırmak için hâkim, biri kadın tarafından,
biri de erkek tarafından olmak üzere iki güvenilir hakem gönderir. Artık
hakemler durumu tetkik ederler; kan-koca lehinde birleşme, ayrılma hususlarından
uygun olanı ne ise ona karar verirler. Fakat âyette ayrılma hususu meskût
geçildiği için, Cenâb-ı Hakkın muradı, karı - kocanın birleşip aile yuvasını
huzur içine devam ettirmelerinden yana olduğu anlaşılıyor.
Şayet iki tarafın yakınlarından güvenilir kimse
bulunmazsa, o takdirde karı - kocanın tensip edeceği (veya hâkimin ten-sîp
edeceği) başka iki adam hakem olarak tâyin edilirler.
Yalnız bu hakemlerin yetkileri nedir? Karı kocanın
arasını bulmaya ve ayırmaya salahiyetli midirler? Bu hususta hukukçuların
görüşleri farklıdır :
a) Ali bin Ebî Talhâ'nm îbnü Abbas (R.A.) dan yaptığı
rivayete göre, hakemler erkeğin haksızlık ettiğini, hırçın davrandığını
görürlerse, karısını ondan men'edip nafakasını da ona yüklerler. Yok eğer
kadının hırçınlık edip isyankâr davrandığını tesbît ederlerse, onu kocasının
nazaretine terkedip nafakasını kocasının üzerinden kaldırabilirler.
Boşanmalarını uygun görürlerse, buna karar verebilirler. Birleşmelerinde
maslahat görürlerse, ona karar verebilirler. Karı ile kocadan biri birleşmek ve
anlaşmak ister, diğeri bunu arzu etmez ve bu arada biri ölürse, birleşmeyi arzu
eden vâris olur, diğeri olmaz. Ayni rivayeti îbnü Ebî Hatim ile îbnü Cerîr de
almıştır.
Abdurrazzak diyor ki: Ma'mer tarikiyle îbni Abbas (R.A.)
dan gelen bir rivayette de : Hazret-i Osman (R.A.), İbnü Abbas ile Muaviye'yi,
kan - koca arasını bulmaları için hakem olarak gönderiyor ve onlara şu
tenbîhte bulunuyor : «Onların birleşmesinde maslahat görürseniz, birleştirin,
ayrılmalarında maslahat görürseniz, ayırın.»
b) Hazret-i Ali'den yapılan rivayete göre : Hakemler karı-kocayı
ayırabilirler ve bu bir talâk-ı bâin olur. îmam-ı Şafiî'nin, senedini Hazret-i
Aliye ulaştırdığı rivayette: «Bir karı ile koca beraberlerinde tarafeynden bir
çok kimseler olduğu halde Hazreti Ali'ye geldiler. Hazret-i Ali:
— Ne var, ne
olmuş? diye sorduğunda,
— Bu kan ile
kocanın arası açılmıştır, diye cevap verdiler.
— Öyle ise bir
hakem kadın tarafından, bir hakem de erkek tarafından çağırın, dedi. Hakemler
gelince Hz. Ali onlara şöyle buyurdu1: «Size gerekenin ne olduğunu bilir
misiniz? Birleşmelerinde hayır görürseniz birleştiriniz. Ayrılmalarını uygun görürseniz
ayrılmalarına karar verirsiniz.
Bunun üzerine kadın, «Ben dedi, ister lehimde, ister
aleyhimde olsun Allah'ın kitabındaki hükme razıyım.» Erkek de. «Ayrılmaya razı
değilim» dedi. Hazret-i Ali ona: «Yalan söylüyorsun, herhalde kadının ıkran
gibi ikrarda bulunmalısın!» diye ihtar etti, deniliyor.
c) Hasan el-Basrî'ye ve îmam-i A'zam'a göre, hakemler
ancak te'lif ile me'murdurlar; ayrılmaya yetkileri yoktur. Çün-ki murad-ı ilâhî
vifaktadır, şikakda değildir.
d) îbrâhîm Nahaî'ye göre, hakemler yetkilidirler; isterlerse
birleştirirler, isterlerse ayırırlar.
Bir veya iki talâkla da ayırabilirler.
îmam Ahmed bin Hanbel, Ebû Sevr ve, Davud'un mezhebi de budur.
Şafiî'nin kavl-i cedidi de bu yoldadır.
Netice olarak, araları açılan kan ile kocayı birbirine
yaklaştırmak, aralarındaki münafereti kaldnmak, boşanmalarına meydan vermemek,
ilâhî murada muvafakat sayılır. Karı - koca da, hakemler de, veliler de
meseleyi hep bu açıdan ele alıp hükme bağlamalıdırlar.[45]
1. Karı ile kocanın aralarının açılmasından endişe
edilince, iki hakem gönderilir.
Bu hakemler varsa karı ve koca tarafından tâyin
edilir, yoksa başka kimselerden de olabilir.
2. Hakemler yetkilidirler; karı-kocanın bir arada yaşamalarında hayır
mülâhaza ederlerse, birleşmelerine, ayrılmalarında hayır mülâhaza ederlerse
ayrılmalarına karar verebilirler,
tmam-ı A'zam'a göre, hakemler yalnız te'lîf-i beyn ile rae'murdurlar.
Nitekim Nisa sûresi 128. âyetle buyuruluyor ki: «Eğer
bir kadın, kocasının uzaklaşmasından (yatağım terketmesin-den, nafakasında
ihmâl göstermesinden), yahut (her hangi bir suretle kendisinden) yüz çevirmesinden
endişe ederse sulh ile aralarını düzeltmekte ikisine de vebal yoktur. Sulh daha
hayırlıdır. Zaten nefislerde kıskançlık hazırlanmıştır. Eğer iyi geçinir
(kadınlara cefâdan) sakınırsam." şüphesiz ki Allah, yapacağınız her
şeyden tamamen haberdârdır.»[46]
[1] Tİrmizî:
Hadîsün hasenün sahihim.
Celal Yıldırım, Kur’an
Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/179-185.
[2] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/185.
[3] Ebû Dâvud
- tbni Mâce - Hâkim:
tbni Ömer (R.A.)dan
[4] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/185-191.
[5] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/191.
[6] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/191-193.
[7] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/194.
[8] İnsanlar uyanın.
[9] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/194-199.
[10] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/200.
[11] Beyhakî - Taberânî: Ebü Musa'dan
[12] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/200-202.
[13] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/202-203.
[14] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/203-206.
[15] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/206-207.
[16] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/207-208.
[17] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/209.
[18] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/210-212.
[19] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/212.
[20] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/213-216.
[21] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş
Farkları, Bahar Yayınları: 1/216.
[22] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/217-218.
[23] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/218-222.
[24] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/222.
[25] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/222-224.
[26] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/224.
[27] Evtaş:
Havtain'dc bir vadinin ismidir.
[28] Mftfillm - Ebû Dâvud
[29] ) Avrıca Tlrmİzî:
Hz. AH (R.A.) den
3795.
[30] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/225-229.
[31] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/229.
[32] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/229-236.
[33] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/236-237.
[34] Tİnnizl: Ebû Hüreyre (R.A.)den. Ebû Dfcvud - tbni
Mftce - Hâkim.
[35] Bu abirle, hülle yapan ve yaptıran kasdedlliyor.
[36] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/237-242.
[37] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/242-243.
[38] tbni Kesir.
[39] Buna işaretle Nisâ sûresi 129, âyette buyuruluyor ki:
«Kadınlar arasın^ da adalet (ve eşitliği tatbik) etmenize ne kadar hırs
gösterseniz, asla güç getiremezsiniz. Bari (birine) büsbütün meyledip de
ötekini (ne dul, ne kocalı bir durumda) asküı gibi bırakmayın. Egcr (nefsinizi)
ıslâh eder, (haksızlıktan) sakınırsanız şüphe yok ki Allah çok
yarlı&ayıcı, çok esirgeyicidir.»
Celal Yıldırım, Kur’an
Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/243-249.
[40] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/249-250.
[41] Îbnü Ebt Hatim,
bu hadîsin münker olduğunu söylemiştir
[42] İlmi Kesir
[43] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/250-255.
[44] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/255.
[45] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/256-258.
[46] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının
Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/258.