BOŞANAN KADINLAR ÜÇ KUR' BEKLERLER.. 1

Çıkarılan Hükümler: 4

TALÂK (BOŞANMAK) 4

Çıkarılan Hükümler: 6

BOŞAMA.. 7

Çıkarılan Hükümler: 8

FİDYE VERMEK SURETİYLE KADININ BOŞANMASI: 8

Çıkarılan Hükümler: 11

BOŞAMADAN SONRAKİ DAVRANIŞ ; 11

Çıkarılan Hükümler : 12

İLÂ' 13

(CİNSÎ MÜNÂSEBETTE BULUNMAMAK ÜZERE YEMÎN ETMEK) 13

Çıkarılan Hükümler: 14

BOŞANAN KADINLARI FAYDALANDIRMAK : 15

Çıkarılan Hükümler : 16

BOŞANAN KADININ MEHRİNİN YARISINI VERMEK: 16

Çıkarılan Hükümler 17

VEFAT İDDETİNİ BEKLEYEN KADINLARI NİKÂHLA İSTEMEYİ ÇITLATMAK : 18

Çıkarılan Hükümler: 19

KADINLARA MEHİRLERİNİ TASTAMAM VERMEK.. 20

BİR KARIYI BOŞAYIP YERİNE BAŞKA BİR KARI ALMAK: 20

Çıkarılan Hükümler: 22

BABALARINIZLA EVLENMİŞ OLAN KADINLARLA EVLENMEYİN: 22

Çıkarılan Hükümler: 23

KOCALI KADINLARLA EVLENMEK HARAMDIR: 24

Çıkarılan Hükümler: 25

KOCASI ÖLEN KADINLAR: 26

Çıkarılan Hükümler: 29

HULLE. 30

Çıkarılan Hükümler: 32

YETİM KIZLARLA EVLENMEK VE TEADDÜD-İ ZEVCÂT. 32

Âyetten Çıkarılan Hükümler: 35

CARİYELERLE EVLENMEK.. 36

Çıkarılan Hükümler: 38

KARI - KOCA ARASINI BULMAK İÇİN HAKEM GÖNDERMEK : 38

Çıkarılan Hükümler: 40

 

BOŞANAN KADINLAR ÜÇ KUR' BEKLERLER

 

«Boşanan kadınlar kendi kendilerine üç kur' (üç hayız ve­ya üç tuhur, veyahut üç hayız ve üç temizlenme müddeti) bek­lerler. Eğer onlar Allah'a ve âhiret gününe inanıyorlarsa, ra­himlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl ol­maz. Kocaları bu müddet içinde barışmak isterlerse, onları ge­ri almakta daha çok hak sahibidirler.» (EI-Bakare sûresi âyet:   228)

İslâm dîni beş şeyin muhafazasını hedef tutar: Din, Nefis, Akıl, Mal ve Nesil. Neslin muhafazası için aile yuvasını en uy­gun ve karşılıklı hakların vikaaye edilmesini gerektiren şart­larla te'minat altına alır. Nikâh »içtimaî bir akit olduğuna gö­re kadın nikâhta muayyen şartlar içinde zevcin talâk salâhi­yetinin kendisine verilmesini istiyebilir  ki islâm hukukun­da buna tefvîz-i talâk denilir  bu suretle de talâk eşitliğini sağhyabilir.

Ancak boşama veya boşanma sevilmiyen bir helâldir. Di­ğer bir tabirle fena bir şeydir. Kan-koca arasındaki geçim­sizlik daha fena bir durum arzederse, bunu düzeltmek veya gidermek için boşanma veya boşama uygun kabul edilir.

«Boşanan kadınlar kendi kendilerine üç kur' (üç hayız veya üç temizlenme veyahut üç hayiz, üç temizlenme müddeti) beklerler,» hükmü, boşanan kadının hemen başka kocaya gi-demiyeceğini ifâde eder. Cenâb-ı Allah ona bir bekleme müd­deti tâyin etmiştir. Belki kocası bu müddet içinde pişman olur da barışmak ister ve böylece aile yuvası yıkılmaktan kurtulmuş olur.

Ayet-i Kerîme'nin umum beyânından gayr-ı medhûlünbiha (nikâh akdinden sonra kendisiyle henüz cinsî münasebet ya-pılmıyan kadın) da bu hükmün şümulüne girişiyorsa da

“Sizin için onlann aleyhine bekleyeceğimiz bir iddet yoktur.» âyetiyle hususlanmış oluyor.

Ayrıca  «Hamilelerin iddeti, çocuğu doğurmalarından ibarettir.»

Nitekim mezhep sahibi dört imam »boşanan cariyeyi bu umumun şümulü dışında bırakmışlardır. Çünkü cariyenin id-deti iki kur' (iki hayiz ve temizlenme) dir. Aslında o, hür ka­dının, yarısı sayılır, kur' bölünmiyeceği için onun hakkında bir buçuk değil de iki kur' kabul edilmiştir.   îbnü  Cerîr'in Hazret-i Âişe (R.A.) dan yaptığı   rivayette, Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.) buyurdular ki: «Cariyenin boşanması iki talâkdır; îddeti de iki hayizdir.»

Bu rivayeti Ebû Dâvud, Tirmizî ve Neseî kendi sünnetine almışlardır, Sened bakımından sahihtir. Fakat selef-i sâlihîn-den bir kısmı bu hadîsin zayıf olduğunu, cariyenin iddetinin hürre iddeti gibi sayıldığını, âyetin bu konuda umum ifâde et­tiğini söylemiştir. Nitekim îbnü Abdilberr ile İbnü Sîrîn'den de ayni mânâda rivayet yapılmış; yani onların görüşü de bu merkezdedir.

 Selef, halef ve mezhep imamları arasında «kuru'»hakkında görüş farkı vardır.

a) îmam Mâlik'e göre: Üç temizlenmedir. Çünki Haz-ret-i Aişe (R.A.) nın da ayni görüşü izhar ettiği rivayet yoluy­la bilinmektedir. Abdullah bin Ömer (R.A.) dan yapılan riva­yette de :

«Adam karısını boşadıktan sonra, kadın üçüncü hayzın kanı­na girerse, artık o, kocasından, kocası da ondan beri olur.»

Bunun bir benzeri de îbnü Abbas, Zeyd bin Sabit, Salim, Urve, Süleyman bin Yesar ve fukaha-i seb'a (yedi meşhur fa-kîh)den rivayet olunmuştur. Mezheb-i Mâlikî'de olduğu gibi Şa'bî, Dâvud, Ebü Sevr ve eshabınm içtihadları da böyledir. İmam Ahmed bin Hanbel'den de buna yakın bir rivayet gel­miştir.

b) Kuru'dan maksad, hayizdır. Bu bakımdan kadın üçün­cü hayızdan temizlenmedikçe iddeti bitmiş olmaz.

c) Bâzısına göre, üçüncü hayızdan temizlenip yıkanma-dıkça iddeti bitmiş olmaz.  Bu, Ebûbekr Sıddîk, Hz. Ömer. Hz. Osman, Hz. Ali, Ebû Derdâ, Ubâde bin Sâmit, Enes bin Mâlik, İbnü Mes'ud, Muaz bin Cebel, Übey bin Ka'b, Mâlik, Ebû Mû-sâ eî-Eş'arî, Saîd bin Müseyyeb, Alkame ve diğer bir çok tâ-biîn-i kiramdan rivayet edilmiştir.

îmam A'zarn ile arkadaşlarının mezhebi budur. Sahih bir rivayetle îmam Ahmed bin Hanbel, Süfyân-ı Sevrî ve Evzâî'nin içtihadlarına göre de böyledir.

Ebû Dâvud ile Neseî'nin Münzir bin Muğîre tarikiyle yap­tıkları rivayet ikincileri te'yid etmektedir : Cenâb-ı Peygam­ber (S.A.V.) Fâtıma binti Ebû Hübeyşe :

«Kur' (hayızh olduğun) günlerde namazı bırak», buyurdular.

îbnü Cerîr'e göre : «Kur'un Arapçada asıl mânâsı : Belli bir vakitte gelişi mu'tad olan bir şeyin gelme vakti ve yine bel­li bir vakitte gidişi mu'tad olan bir şeyin' gidiş vakti, demek­tir. Bu takdirde «kur» kelimesi hem hayız hem de tuhur hak­kında müşterek bir mânâ taşır.

Meşhur Arap fusahâsmdan Esmaî'ye göre de böyledir. Ebû Amr bin Alâ' diyor ki: «Araplar hayze kur' dedikleri gibi tuhre de kur' derler.

«Allaha   ve inanıyorlarsa, rahimlerinde (çocuk ve hayizden) Allah'ın ya­rattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz.»

Bu mânâ, îbnü Abbas, İbnü Ömer, Mücâhid, Şa'bî ve Re-bi' bin Enes ile Dahhak'e göredir.    Çünkü rahimdeki hususu. beyyine ikaame etmekle isbat etmek zor olur.   O halde olanın doğrusunu onların bizzat söylemesi icâb eder.

«Kadınlar iddet içindeyken kendilerini boşayan kocaları, barışmak isterlerse, on­ları geri almakta daha çok hak sahibidirler.» Şüphesiz'ki bu, ric'î bir talâktır. Zira bu âyet indiğinde talâk-i bâin ile boşanan yoktu.

Bundan sonra inen âyetlerle üç talâk belirtilmiştir. Böy­lece iki türlü boşanma «bâin, gayr-i bâin» hükmü yer aldı ve talâk-i ric'î ile boşayan kimse iddet bitmeden karısına rücü' edebilir. Kadın kabul etmezse erkeğin sözü tercih edilir. «Ahakku» ism-i tafdili bunu ifâde ediyor.

«Kocaların örfe uygun şekilde kadınları üzerindeki hakları gi­bi kadınların da kocaları üzerinde haklan vardır. Erkeklerin onlardan bir üstün dereceleri vardır.  Allah Azîz'dir, Halîm'dir. (Bakare sûresi, âyet :   228)

Demek ki haklar karşılıklıdır. İki taraf da evlilik ve aile vecîbelerine riâyetle yükümlüdürler. Mâruf olan ne ise onu gö­zetmeleri gerektir. Ancak erkeklerin onlardan üstün bir dere­celeri vardır : Ekseri, koca karısını besler, nafakasını te'min eder, onun ve milletinin namusunu korumak için savaşır, her gün durmadan hayat ile mücadele eder. Bu bakımlardan mi­rasta erkeğe iki, kadına bir pay verilir.

Erkeğin bu özelliklerine işaretle Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.) Haccetü'l-Veda'da kadm hakları hakkında buyurdu­lar ki:

Amr bin el-Ahvas el-Cüşemî (R.A.) anlatıyor : Hazret-i Peygamber'in Veda Haccında irâd buyurduğu hutbesinde, Al­lah'a hamd ü sena ettikten ve halka gereken öğüdü verdikten sonra şöyle buyurduğunu işittim :

«Ey Ümmetim! Kadınlara hayırla muamele etmenizi tav­siye ederim. Çünkü onlar sizin emriniz altındadır; fazla tahak­küme hakkınız yoktur. Meğer ki açıktan fuhuş irtikâp etmiş olsunlar. Eğer bu işi yapacak olurlarsa onlardan ayrı yatın ve yaralamadan, berelemeden onları te'dip edin. Eğer size itaat ederlerse onların aleyhine yürümek için başka yol aramayın, daha ilerisine geçmeyin.

Şunu biliniz ki, sizin kadınlar üzerinde haklarınız olduğu gibi, kadınların da sizin üzerinizde hakları vardır. Onların üzerindeki haklarınız yatağınızı yabancılardan korumaları, mü­saadeniz olmadıkça hoşlanmadığınız bir kimsenin evinize gi­rip oturmasına müsaade etmemeleridir. Onların sizin üzeri­nizdeki hakları da giyimlerinde ve yemelerinde onlara iyi bak-manızdır.» [1]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Boşanan kadın, iddeti bitmeden başka kocaya gide­mez.

2- îddet, üç hayız, üç temizlenme müddetidir veyahut yalnız üç hayız veya yalnız üç temizlenme müddetidir :

İmam-ı Şafiî ve İmam Mâlik'e göre : Üç temizlenmedir. İmam A'zam ve arkadaşlarına göre,: üç hayizdır. Bu bakım­dan üçüncü hayızdan temizlenip yıkanmadıkça kadının iddeti bitmiş olmaz.

3- Cariyenin iddeti iki kur'dür.

4- Talâk-i ric'î ile boşanan "kadına kocası, iddeti bitme­den rücû' edebilir. Kadın bunu kabul etmese bile erkeğin sö­zü tercih olunur.

5- Haklar karşılıklıdır. îki taraf da evlilik ve aile ve­cîbelerine riâyetle yükümlüdürler. Ancak erkeklerin kadınla­ra karşı bir üstünlüğü vardır.[2]

 

TALÂK (BOŞANMAK)

 

«Boşanma îki defadır. (Ondan sonrası) ya iyilikle tutmak, ya güzellikle salmaktır.» (El-Bakare sûresi, âyet: 229)

Talâk (boşanma),  kan-koca  arasındaki  geçimsizliği başkaca çare kalmadığında  halletmek için Cenâb-ı Allah tarafından meşru' kılınmıştır. Kadın olsun erkek çulsun bütün insanlar hayat kanunlarına uymak zorundadırlar. Biz buna ilâ­hî nizam deriz. Bunun dışma çıkan, diğer bir tabirle bunu din-lemiyenler ilk İhtan bu kanun ve nizamdan alırlar. Bir müte­fekkirin dediği gibi: «Bizler feci bir hayâlin kurbanlarıyız. Kendimizi tabiî (ilâhî) kanunlardan âzâd etmek kaabiliyetine sahip olduğumuz vehmine kapılmamızı, bu kanunun asla affet­mediğini unuttuk.» «Hükmedebilmek için, tabiata (ilâhî ka­nunlara) itaat edilmelidir,» sözü de bu cümledendir,

«îlâhî kanunlara göre dünyayı tekrar nizama koymaktan başka çare kalmamıştır. Çevresini kendi organik ve aklî faa­liyetlerine uydurmalı, yaşama tarzını yenilemelidir. Aksi hal­de, modern medeniyet (ki bu kanuna isyan etmiştir), hiçlik âleminde kadîm Yunan ve Roma İmparatorluğu ile birleşecek­tir», vecizesi de akl-i selimin görüşüdür.

Nihaî çare olarak kadın boşamak yalnız İslâm'da değil di­ğer dinlerde de farklı şekillerle mevcuttur. Bilhassa Musevî­likte buna yer verilmiştir. Çünkü hak olan dinlerin hepsi in­sanları hayat kanunlarına riâyete davet eder ve bunun şaşmaz yolunu tâyin eder. Tevrat'ın Tesniye bölümünün 24/1-4'de şu cümlelere rastlamaktayız : «Bir adam bir kadın alıp onunla evlendiği zaman... onda utanılacak bir şey bulduğu için, kadın onun gözünde lütuf bulmazsa, onun için boş kâğıdını yazacak ve onun eline verecek ve onu evinden gönderecektir. Ve evin­den ayrıldıktan sonra kadın gidip başka bir erkeğin karısı ola­bilir.»

O halde Garplıların, tslâmiyete bu konuda da hücum et­meleri, sadece taassuplarından neş'et etmektedir. Çünkü İs­lâm dini bu müesseseyle karı - kocanın karşılıklı haklarını te'-minat altına almış ve her hususta kadına lâyık olduğu mevkii vermiştir. Şunu da belirtelim ki, boşama erkeğin eline tevdi' edilmiş bir oyuncak değildir. Evliliğin devamlı olmasını ge­rekli kılan bir çok müeyyideler konulmuştur :

a) Evliliğin normal şartlar içinde devamlı olması ve an­cak ölüm ile çözülmesi,

b) Bunun için nikâh-i müt'a (belli bir müddet için nikâh) haram kılınmıştır, Şia'dan îrnamiyye buna cevaz vermişse de bu, dört mezhep haricinde kalan indî bir hükümdür.

c)  Üstünlüğün servet ve soy ile değil ahlâk güzelliği ile takvada olduğu pirensibinin tatbik edilmesi,

d) Karı-koca arasında vuku' bulan ihtilâf ve geçimsiz­liği gidermek ve aile yuvasını bozmamak için boşanmadan ön­ce iki taraftan arayı düzeltici hakemlerin ara yere girmesi,

e) Karşılıklı hakların korunması ve bu hususta lüzumlu bütün tedbirlerin alınması...

Buharî'nin tahrîc ettiği sahih hadîste buyuruluyor ki:

«Hepiniz birer muhafızsınız ve hepiniz muhafazası altın-dakilerden sorumludur... Erkek çoluk - çocuğunun muhafızı­dır ve o, onları koruma hususunda sorumludur. Kadın da ko­casının evinin muhafızıdır ve muhafaza ettiği şeylerden sorum­ludur.»

Demek ki sorumluluklar karşılıklıdır. îlâhî nizam her bi­rine bir sınır çizmiştir. Her fert bu nizam içinde mevkiini al­makla mükelleftir.

Ve artık bütün bunlar fayda vermeyince nihaî çare olarak boşanmaya gidilir.   Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.) buna işaretle:

«Allah katında helâldan en sevimsi­zi boşamaktır.» buyurdular. [3]

islâm dininde boşama yetkisi neden kadına verilmemiş­tir? (Tefviz-i talâk müstesna).

a) Boşanma kadının elinde olmuş olsaydı, o kendini boşa­makla erkeği büyük bir malî zarara düşürmüş olurdu.   Bunun aksine kendisi herhangi bir zarara uğramazdı.  Bilâkis yeni bir mehir ve yeni bir sahibe kavuşmuş olurdu.

b) Boşanma yetkisi karı-kocanın müştereken eline ve­rilmiş olsaydı, ikisinin bu konuda (boşanıp ayrılma hususun­da) ittifak etmesi çok zor ve hattâ imkânsız olurdu.

c)  Kadın fakir düşen veya yaşlanan kocasını bırakıp ayrı bir kocaya varma hevesine kapılabilirdi.

O halde boşamada da en uygun olan hüküm Allah'ın be­yânıdır. Kur'ân'm ikinci sûre, 228. âyetinde buyuruluyor ki: «Erkeklerin meşru' surette kadınlar üzerindeki (hakları) gibi kadınların da onlar üzerinde (hakları) vardır. (Yalnız) erkek­ler, onlar üzerinde (daha üstün) bir dereceye mâliktirler. Allah mutlak gaaliptir, gerçek hüküm ve hikmet sahibidir.»

İslâm'ın kuruluşunda yani henüz boşanma hakkında ilâ­hî emir inmeden önce, bir kimse yüz defa üstüste karısını bo-şasa, iddet içinde ona rücu' edebilirdi. Bu tarz boşanmanın kadınlara fazlaca zararlı olduğundan ve haklarına halel getir­diğinden Cenâb-ı Allah boşama hakkındaki ilâhî hükmünü in­dirdi. Boşamanın üç olduğunu, bir ve iki talâkda kocanın rü­cu' etmesini mubah kıldı. Üç defa boşayanm talâkı tamamen \âki olduğunu beyân buyurdu : «Boşama iki kerredir. (Ondan sonrası) ya iyilikle tutma, veya güzellikle salmaktır.»

Ebû Dâvud kendi Söneninde üç talâkdan sonra ric'atin hü­kümsüz kaldığını beyân babında İbnü Abbas (R.A.) dan şöyle rivayet ediyor: «228. âyet indiği sıralarda karısını boşayan kimse, rücu' etmekte daha haklı idi. Üç veya daha fazla boşasa bile hüküm yine böyle idi. âyetiyle bu hüküm kal­dırıldı.»

Neseî'nin, Urve'nin babasından yapağı rivayette şöyle an­latılıyor: «Adamın biri karısına, (Seni ne ebediyyen boşaya­cağım, ne de yanımda barındırıp yatağıma alacağım!..» diyor. Bunun üzerine kadın ona:

  «Bu nasıl olur?» diye soruyor. O da :

  «Ecelin yaklaşmcaya kadar seni boşar, sonra sana rü­cu' ederim.» diyor. Kadın fazlasiyle üzülerek Cenâb-ı Peygamber'e (S.A.V.) gelip hâdiseyi anlatıyor.   Bu sebeple   «Talâk-i (ric'î) iki kerredir,..» mealindeki âyet iniyor.»

İbnü Cerîr de ayni şeyi rivayet etmiştir. îmam Ahmed'in Enes bin Mâlik (R.A.) den yaptığı rivayet bu hususları daha güzel aydınlatmakta ve «Talâk iki kerredir» den maksad «Ta­lâk-i ric'î» olduğu kesin olarak anlaşılmaktadır.

«Bir adam Cenâb-ı Peygamber'e gelerek :

  Ey Allah'ın Resulü! Cenâb-ı Hakk iki talâk zikrediyor, bunun üçüncüsü nerede? diye sordu.

Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.) ona cevapla:

  «Ondan sonra ya iyilikle tutmak, ya da güzellikle sal­maktır.» buyurdu.

Bu hadîs-i şerife istinaden ulemâ, «ya da güzellikle sal­maktır» cümlesini, «Kadının meşru' haklarına zarar vermeden üçüncü talâkı ika' etmekle tefsir etmişlerdir.

Üç talâkı bir defada söylemekle üç talâk mı vâki olur, yok­sa bir ta]âk mı?... Fukahânm bu hususta görüş ayrılığı vardır: Cumhura göre üçü birden vâki olur. Diğerlerine göre bir ta­lâk vâki olur. Şeybânî Fethülkadîr'de ikincilerin görüşünün daha muvafık olduğunu tasrih etmiştir. Ayrıca bu hususta müstakil bir risale yazdığından bahseder.

Şeyhülislâm İbni Teymiyye ile îbni Kayyım el-Cevzîye de aynı görüşe sahiptirler. Çünki sahîh bir senetle Hz. tbnü Ab-bas (R.A.)dan şöyle dediği rivayet olunmuştur:

«Resûlüllah (S.AV..) ile Ebûbekir devrinde ve bir de Ömer'­in hilâfetinin ilk iki yılında üç talâk (birden söylenince) bir talâk sayılırdı. Hz. Ömer (R.A.) : «İnsanlar kendileri için, için­de mühlet (vus'at) bulunan bir hususta pek acele ettiler. Bu­nu onlar hakkında yerine getirirsek (yâni Uç talâk olarak say­sak) ya...» dedi ve öyle yaptı.

Hanefî ve Şafiî imamları cumhurun görüşüne sahiptirler. Çünki bunlara göre talâk üç kısımdır: Ahsen, hasen, bidî ..

Ahsen: Kadını, kendisiyle cinsî münâsebette bulunma­dığı temizlik devresi içinde bir talâkla boşamak ve iddct geçin­ceye kadar bir daha tekrar etmeden beklemektir. (Fakat id-det içinde ric'at daha iyidir).

Hasen: Üç temizlik devrelerinde cinsî münasebetsiz bi­rer defa tevzian boşamaktır.

Bid'î: Karısını, ya âdeti halinde veya cinsî münâsebet­te bulunduğu temizlik devresinde birden fazla olmamak üzere boşamak veyahut bir temizlik devresi içinde üç talâkla boşa­maktır. [4]       

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1 - Üç talâktan sonra ric'atin hükümsüz olduğu,

2-  Âyet-i Kerîme'de «Boşanma iki kerredir»den maksa­dın «Talâk-i ric'î olduğudur.

3- Uç talâkı birden söylemekle, cumhura göre üçü bir­den vâki olur. Hanefî ve Şafiî'ye göre de böyledir.

4- Şeybânî ve diğerlerine göre bir tek talâk vaki olur. Talâk hakkında geniş bilgi için fıkıh kitaplarına müracaat

edilmesi.[5]

 

BOŞAMA

 

«Kadınları boşadığınızda ıddet (serî müddet )leri sona er­mek üzereyken onları ya (kendilerine dönerek) güzellikle tu­tun veya güzellikle bırakın. Haklarına tecâvüz etmeniz için za­rarlarına olacak şekilde tutmayın. Kim böyle yaparsa şüphe­siz ki kendine yazık etmiş olur. Allah'ın âyetlerini de alaya al­mayın. Allahın üzerinize olan nimetini, öğüd vermek için in­dirdiği Kitabı ve hikmeti* iyice düşünün. Allah'tan korkun. Al­lah her şey'i hakkiyle bilendir.» (Bakare sûresi, âyet: 231).

Âyet-i Kerîme'de boşanma veya ric'at hususunda da kadın­lara dînen ve aklen uygun muamelenin yapılması emrediliyor. Bilhassa zayıf yaratılmış ve çoğu zaman erkeğin himayesine muhtaç olan annelerin hakkına saygı göstermek ilâhî mura­dın icâbıdır. Bakare 231. âyet onun boşama veya ric'at husu­sundaki durumunun tanzim edilmesini şöyle beyân ediyor:

a) Boşamada şer'î müddet bitmek üzereyken erkek aile yuvasının bozulup bozulmaması hususunda akıl ve irâdesini îmân ve irfan ışığı altında kullanmalı ve ondan sonra karar vermelidir. Çünki Allah katında helâlin en çok sevilmiyeni ka­dın boşamaktır.

b) Şer'î müddet bitmeden tekrar karışma dönüşe karar verecek olursa, bu hususta da en güzel yolu seçmeli; kadının izzet-i nefsini, annelik vekârını düşürücü mâhiyette hareket et­memelidir. Hele ona zarar verecek şekilde bir dönüş ve tut­ma olmamalıdır.

c) Iddetin (şer'î müddetin) bitmesiyle boşamaya karar ve­rilmiş demektir. O takdirde erkek boşamada da en uygun ve en mâkul yolu tutmalı ve medenice hareket etmelidir.

Boşadıktan sonra kadının başka kocaya gitmesini guru­runa yedirerneyip kadının bu meşru' hakkını kaba kuvvetle çiğnemek istiyen Müslümanlar, bilmelidirler ki bu hareketle­riyle zulmün en çirkinini irtikâb etmişlerdir. Allah ise zâlim­leri asla sevmez. Artık bu gibi zulümkâr tecâvüzlerden kaçın­mak lâzımdır. Çünki bu, cahiliyye devrine has bir âdettir.

Ayetteden murad: «Iddet sona ermek üzereyken» mânâsıdır. Çünki ıddet sona erdikten sonra ric'at (ka­dına dönmek) yolu kesilmiştir.

îbnü Abbas, Mücâhid, Mesrûk, Hasan el-Basrî, Katade, Dahhak, Rebi' ve Mukaatil'den yapılan rivayete göre: Bu âyet inmeden önce adam karısını boşar, ıddeti bitmek üzereyken başka kocaya gitmesin ve böylece yaşama hakkından mahrum kalsın diye ona rücu' eder ve bir müddet sonra tekrar boşar, yine ıddeti bitmek üzereyken rücu' ederdi. Bu kötü tutum ka­dının annelik şerefini, vekârını, insanî hürriyetini, şahsî izze­tini sıfıra düşürüyordu. Cenâb-ı Allah, Müslümanları bundan men'ederek «Kim böyle yaparsa, şüphesiz ki kendine yazık et-miş, Allah'a muhalefetle haddini aşmış olur,» buyurdu.

Ebû Mûsâ, el-Eş'ârî (R.A.)den yapılan rivayete göre:

«Resûlüllah (A.S.), Eş'ârî kabilesine kizmişdı.  Ebû Mû-sâ, el-Eş'ârî Peygamber'e (S.A.V.) gelerek:

  Ey Allah'ın Resulü! Eş'arîlere kızdınız mı? diye sordu. Peygamber:

  Sizin kabileden biri, «Boşadım ve müracaat eltim (tek­rar kadına döndüm)» der. Bu şekil boşama, Müslümanların bo­şaması  değildir..  «Kadını,  ıddeti başında  boşayın!»  Allah'ın âyetlerini alaya almayın..» buyurdular.

İbnü Cerîr'in mürsel olarak yaptığı rivayette, Cenâb-ı Pey­gamber (S.A.V.) :

olarak veya alay yollu kim boşar veya azâd eder veya nikâh yapar veya nikâh ettirirse, bu bir hüküm olarak geçer (yâni vâki olur).» buyurmuşlardı. Aynı hadîsi îbni Merdveyh me\kü­fen rivayet etmiştir.[6]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Kansını bir veya iki talâkla boşavan kimse, ıddet (şer'î müddet) bitmeden rücu' edebilir. Müddet bittikten son­ra Hicu' yapılamaz.

2- Kadının başka kocaya gitmesine mani' olmak için ıddet bitmeden rücu' edip bir müddet sonra tekrar boşamak ve ıddet bitmeden yine rücu' etmek haramdır.

3- Alay yollu boşamak vâki'dir, ciddî gibi hüküm taşır. [7]

 

FİDYE VERMEK SURETİYLE KADININ BOŞANMASI:

 

«(Ey Kocalar!) Kadınlara mehir olarak verdiğiniz her­hangi bir şey'i (geri) almanız size helâl olmaz. Meğer ki, ka-rı-koca Allah'ın (evlilik hakkındaki) sınırlanın ayakta tutamı-yacaklanndan korkup (ümitlerini kesmiş) olsunlar.. Eğer bu suretle siz de onların ilâhî sınırlan gereği gibi koruyamıyacak-lanndan endişe ederseniz, o takdirde (kadının serbest boşa-nabilmesi için) fidye vermesinde (hakkından vazgeçmesinde) îkisi üzerine de vebal yoktur. Bunlar Allah'ın sınırlan (ilâhî kanunlaradır. Onlan (çiğ­neyip) geçmeyin. Kim Allah 'in şuurlarını asarsa, işte onlar zaalimlerin tâ kendileridir.» (Bakare süresi, âyet: 229).

Aile yuvasının devamında kadının rolü pek büyüktür. O, anne olduğunu unutmadığı müddetçe evde mes'ud bir hayat devam eder. Bir ilim adamının dediği gibi: «Başka bir varlığa hayat vermekte, dişinin rolü erkeğin rolü ile mukayese edilmi-yecek kadar mühimdir. Irkın, diğer bir tâbirle neslin idâmesi kanunu kadın ruhunun derinliklerine kadar kok salar. Bütün canlı varlıkların dişilerinde birleşmenin mahsulüne karşı bir hürmet vardır. Onu mukaddes tanırlar. Anne sevgisi cinsî sev­giden çok daha derindir. Dişi köpek de dişi arslanda yavrula­rını vahşî bir cesaretle korurlar. Soyu temiz bir kadın da ha­yatîm çocukları için vermekten çekinmez. Kadın gayrî şuurî olarak, beşeriyet henüz beşiğindeyken dokularına ve kanma si­nerek derinliklere kök salan bir prensibe uyar.» Bu prensip 'ilâhî irâdenin ezelî tezahürüdür. Erkekler de bu hususu iyi bil­melidirler. Çünki:

«Kadın ve erkek birbirinden farklıdırlar, amma birbirle­rini tamamlarlar. Onları birbirinden ayıran şey, yalnız tenasül âletleri değildir. Hücreleri, ruhî halleri, hattâ kanları bile cin­siyetlerinin anatomik ve kimyevî hususiyetlerini taşır. Nesli idâme kanunu âdeta insan dokularında yazılıdır.» [8]

O halde sudan sebeplerden dolavı evlilik bağlarını kopar­mak, bu kanuna karşı bir nev'i isyandır. Kan-koca ikisi de bu hususta çok hassas olmalıdırlar. Bunun içindir ki Cenâb-ı Al­lah karı-koca arasındaki evlilik bağlarının çözülmemesi, aile yuvasının mutluluk içinde devam etmesi için birtakım sınırlar koymuştur. Onların ikisi de buna saygı göstermekle yükümlü kılınmışlardır. Vebal bu sının aşanın üzerinedir.

Bugün aşırı israfa kaçarak şuursuzca îslâmî sınırların dı­şına çıkıp evlenenlerin bir müddet sonra soluğu mahkeme ko­ridorlarında aldığı birer vak'adır. Tarla-bahçesini satıp veya bir hayli borçlanıp birtakım lüzumsuz zînetler takma hevesi içinde olan koca, evliliğin birkaç günlük tatlılığından sonra borçların bir dağ gibi üzerine çöktüğünü ancak farkedebiliyor. Ve çareyi, daha önce karısına taktığı zînetleri satmakta buluyor ve işte ilk huzursuzluk fırtınası böylece esmiye baş-lıvor.

Cenâb-ı Hak hükmün en uygun ve en güzelini koyandı Ne ifrat, ne de tefrit, bv. ikisi arasında bir yol takip etmemi emrediyor. Nitekim yukarıdaki âyetle kocalara ve karı - koc nın hâkemleri durumunda olan yakınlarına ve bu işleri yürü mekle vazifeli olanlara hitab ediyor:

«Ey kocalar! Kanlarınıza vermiş olduğunuz mehir (benzeri şeyleri) geri almayınız. Böyle yapmanız size helâl o maz. Ama kadın kendi arzusuyla almış olduğu mehri kocasın bir yardım olsun diye verirse, o takdirde bir vebal yoktur.

Amma bu yüzden geçimsizlik had safhaya varır, boşanmak­tan başka çare kalmaz, kadın serbest boşanmak için hakkır dan vazgeçerse o halde bunu kolaylaştırmak gerekir.»

Âyette, «kocanın mehir olarak verdiği şey'i (az bile olsa geri alması kendisine helâl olmaz» cümlesinden, kadına ai mal ve eşyadan (kadının rızası olmadan) alması hiç helâl o) maz, neticesi çıkar.

Demek ki, kadın serbest boşanabilmek için hakkındai vazgeçer ve istenileni gönül rızasiyle verirse «muhalâa» vâk olur, Hanefî mezhebine göre:

Muhalâa: Nikâh milkiyetim, kadının mal vermeyi kabulü ne ta'likan gidermektir. Muhalâanın sebebi: Karı-koca arasın da meydana gelen anlaşmazlık ve uyuşmazlıktır. Kadının darı Iıp anlaşmaması: Kocasına isyan ve muhalefettir. Erkeğin an­laşmaması: Karısına bakmamak ve ona birtakım eziyyetîerde bulunmaktır.

Anîaşmamazhk koca tarafından ise, karısından bir şey al­ması tahrîmen mekruhtur. Kadın tarafından ise, kocanın ala­cağı kendi verdiğinden fazla olmamalıdır. Verdiğinden fazla alması haramdır. Anlaşmamazlik iki taraftan olursa, mal al­mak mekruh değildir.

Hanefî mezhebine göre böyle olmakla beraber mezhepler arasında birtakım görüş farkları vardır:

a) Kocanın kendi verdiği mehirden ziyâde bir şey alma­sı kendisine helâl olmaz, hükmü Hanefîlere aittir.

b) îmam-ı Şafiî, imam Mâlik ve Ebû Sevr'e göre, caizdir. Eshab-ı Kiram ve Tabiînden bir kısmının da görüşü böyledir.

c) îmam Ahmed'e göre de fazlası caiz değildir. Tavus,Ata', îshâk ve Ansâr'dan bir kısımları bu görüşe sahiptirler.

Selef ve haleften birçok fakîhler, kadından bir geçimsiz­lik zuhur etmedikçe muhalâanm caiz olmıyacağını söylemiş­lerdir. O halde kadının vereceği fidyeyi kocanın alıp onu bo­şaması helâl olur. İbnü Abbas'a (R.A.) göre de böyledir. Mâ-likî ve Evzaî mezhepleri de aynı görüşe sahiptirler.

îbnü Abdilberr'in Abdullah bin Müzenî'den yaptığı riva­yette, Müzenî'ye göre: Bu âyet yâni muhalâa,

«Eğer bir zevceyi bırakıp da yerine başka bir zevce al» mak isterseniz, Öbürüne yüklerle (mehir) vermiş olsanız bile içinden bir şey almayın. (Kendisine hem) bir iftira ve açık bir günâh (yükler, hem) alır mısınız onu?..» (Nisa sûresi, âyet: 20).

Âyetiyle nesh olunmuş (hükümsüz kalmış)tır.

Fakat bu görüş çok zayıf ve kabule şâyân değildir. İbnü Cerîr bu âyetin Sabit bin Kays hakkında nazil olduğunu söy­ler, îmam Mâlik (Rahmetü'llahi aleyh) Muvatta' adlı eserin­de hâdiseyi şöyle nakleder:

«Habibe binti Sehl el-Ensârî (R.A.), Sabit bin Kays'in zev­cesi bulunuyordu. Bir gün Resûlüllah (S.A.V.) sabah namazı­na çıktığında hâne-i saadetin kapısında Habibe'ye rastladılar:

— Kapının önünde duran kimdir?.

  Ben Habibe binti Sehl.

   Bir derdin mi var?..

—Evet ya Resûlâllah, ne ben ne de Sabit bin Kays (birbirimizle anlaşamıyoruz)., dedi.

Bir müddet sonra Sabit geldi. Peygamber (S.A.V.) ona:

   Ya Sabit! Bu, Habibe binti Sehl'dir. dedi. Ve onun anlattıklarını anlattı.. Habibe müsaade istiyerek dedi ki:

  Ya Resûlûllah! Sâbit'in bana (mehir olarak) verdiği her şey yanmadadır (onu muhafaza ediyorum).

Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) geçimsizliğin had saf­haya vardığını ve artık Habibe'nin boşanmaya kararlı olduğu­nu anladı.. Sâbit'e dönerek:

  Sabit! Habibe'ye verdiklerini geri al ve ondan ayrıl, buyurdu. O da Öyle yaptı. Habibe de artık baba ocağında otur­maya başladı.

îmam Ahmed, Neseî ve Ebû Dâvud da aynı rivayetleri pek az farkla almışlardır. îbnü Cerîr'in yaptığı rivayette ise: «Resûlüllah (S.A.V.) Sâbit'i çağırıp:

  Habibe'nin bir kısım malını geri al ve ayrılınız..

  Bunu almam uygun olur mu?.

  Evet, olur.. Sabit:

  Ama ben ona mehir olarak iki bahçe vermiştim ki iki­si de şimdi onun elinde bulunuyor.

  İkisini de al ve aynim!.» buyurulmuştur.

Ibnü Cerîr'in yaptığı diğer bir rivayette şöyle deniliyor:

  Kocasına küskün bir kadın Hazret-i Ömer'e getirildi. Vakit geç olduğu için Ömer onu, içi süprüntüyle dolu bir eve koydurdu. Bu bir nev'i hapisti. Sonra onu çağırtarak:

  Nasıl buldun?..

  Evlendiğim günden beri kocamdan hiç bir rahatlık gör­medim, ancak bu geceyi çok rahat geçirebildim.

Bunun üzerine Hz. Ömer onun kocasını celbedip:

  Küpesine karşılık bile olsa onu boşa (ayrıl), diye emretti.»

Konumuzla ilgili daha bir çok rivayetler vardır, hepsini buraya almaya kitabımız müsait değildir. Fazla bilgi için Kur-tubî ve Ibnü Kesîr tefsirlerine müracaat edilmesi tavsiye olu­nur.

Diğer lüzumlu fıhkî cephesine gelince:

Muhalâa yollu karısından ayrılan kimse, karısının rızâsı olmadan ıddet içinde ona rücu' edemez. Çünki kadın fidye vermek suretiyle ayrılmayı te'min etmiştir. Rırasız rücu', onun hakkına tecâvüz sayılır. Mezhep sahibi dört imam bunda müt­tefiktirler. Fakat Ebû Sevr'e göre rücu' edebilir..

Başlangıçta da belirttiğimiz gibi boşama ve boşanma, ye­terli bir sebep olmadıkça dinimizce doğru görülmemiştir. Bu bakımdan Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.) :

gi bir kadın yeterli bir sebep olmaksızın kocasından boşan­mayı isterse, Cennet kokusu ona haram olur.» buyurmuştur.

İmam Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbnü Mâce ve Hâkim'-in rivayet ettikleri bu hadîs, kadına bilhassa ana olma bahti­yarlığı içinde yuvasına saadık ve bağlı kalmayı telkin ediyor.

Yine aym muhaddislerin yaptıkları rivayette, Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.) «Yeterli sebep yokken fidye verip kocasından ayrılan kadınlar münafıkların tâ kendileridirler,» buyuruyorlar.

Muhalâa yollu ayrılan kadının iddeti hakkında görüş far­kı vardır:

a) Râcih olan kavle göre bir hayiz müddetidir. Ebû Dâvud ve Tirmizî'nin tahrîclerine göre:  Peygamber (S.A.V. Sa­bin bin Kays'ın karısı Habibe'ye bir hayiz ıddet beklemesini emretmişler.

b) Cumhura göre, muhteliamn iddeti talâk iddeti gibidir. [9]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Kocanın mehir olarak verdiği şeyi az bile olsa   kadının rızası olmadan geri alması haramdır.

2- Mehirden başka olan malını hele hiç alamaz.

3- Anlaşmazlık kocadan ise karısından bir şey alamaz.. Karıdan veya iki taraftan ise alabilir.

4- Hanefî ve Hanbeİî imamlarına göre, kocanın kendi verdiği mehirden fazlasını alması helâl olmaz. Imâm-ı Şafiî, İmâm Mâlik ve Ebû Sevr'e göre caizdir.

5- Mezhep sahibi dört imâma göre: Muhalâa yollu ka­rısından ayrılan kimse, karısının rızası olmadan iddet içinde riicu' edemez. Ebû Sevr mezhebine göre rücu' edebilir.

6- Râcih olan kavle göre: Muhtelianm ıddeti bir ha-yizdir. Cumhura göre, talâk ıddeti gibidir. [10]

 

BOŞAMADAN SONRAKİ DAVRANIŞ ;

 

«Kadınları boşadığırazda, ıddetleri (şer'î müddetleri )ni bitirdiler mi aralarında meşru' bir şekilde anlaşırlarsa kendi­lerini kocalarına nikâh etmelerine engel olmayın.»

«İşte, içinizden Allah'a ve âhiret gününe inananlara bu­nunla Öğüt veriliyor. Bu sizin için daha uygun ve temizdir. Al­lah bilir, siz bilmezsiniz.» (Bakare sûresi, âyet: 232).

Âyet-i Kcrîme'de içtimaî dertlerimizden birine neşter vu­ruluyor ve çare yolları en âdilâne şekilde belirtiliyor. Aile yuvasi yıkılmaya, dağılmaya yüz tutmuşken yeniden düzelmeye adım atıldığında kadının velîleri bu işe engel olmamalıdırlar. Karı-koca karşılıklı anlaştıktan sonra başkasının ara yere gi­rip birleşmelerine mâni' olması haksızlığın lâ kendisidir. Bu­gün bile bir çok ana-babalar bilgisizlikleri yüzünden ki/tanı111 yuvasını bozmakta, anlaşmak isteyen karı-kocanın birletme­sine engel olmaktadırlar. Halbuki bir şey'in ıslâhı mümkün­ken ifsadına doğru gidilemez.

Ali b. Ebî Talhâ'mn İbni Abbas (R.A.)dan yaptığı rivaye­te göre: Bu âyet, karısını bir veya iki talâkla boşayıp ıddeti bittikten sonra tekrar onunla evlenmek isteyen koca hakkın­da inmiştir. Bu sebeple ona rücu' ederken kadın da buna rı­za gösterdiği takdirde onun velîleri bu işe mani' olurlardı. Al­lah onları engel olmaktan men'ediyor.

Mesrûk, tbrâhîm Nehaî, Zührî, Dahhâk ve diğer âlimle­re göre de âyetin iniş sebebi budur.

Ayrıca âyette “Felâ ta’duluhunne” cümlesinde, kadının kendi ken­dini evlendirme yetkisine sahip olmadığına, nikâhta bir velî­ye lüzum olduğuna delâlet vardır. Nitekim Şâfiîlere göre ni­kâh akdinde velînin muvafakati şarttır. Hanefîlere göre, kü­çük kız ve küçük oğlan hakkında nikâhın sıhhatinin şartı ola­rak kabul edilir, erginlik çağma girmişler hakkında değil.

îbnü Cerîr ve Tirmizî'nin rivayet ettikleri hadîs-i şerifte «Kadın kadın evlendiremez ve kadın kendi kendini de evlendlremez,» buyu-ruluyor ki bu Şafiî'nin görüşünü,kuvvetlendirmektedir. Diğer bir hadîste de: «Rüşde ermiş

velîsiz ve iki âdil şahitsiz nikâh olamaz.» [11] buyurulmuştur.

Buharı ve Sünenlerin Ma'kıl b. Yesar'dan tahrîclerine gö­re; Ma'kıl diyor ki: «Benim bir kızkardeşim vardı. Amcamın oğlu bana müracaatta bulundu, ben de kızkardeşimi ona ni­kâh ettirdim. Bir müddet onun yanında kaldıktan sonra bo­şadı ve bîr daha ona müracaat etmedi. Tâ ki kızkardeşimin ıd-deti bitti. Amcam oğlu onu, o da amcam oğlunu seviyordu. Bu sebeple amcam oğlu onu tekrar istedi. Ben ona: «Zamanında kızkardeşimle sana iyilikte bulundum, onu sana zevce olarak verdim; (kıymetini bilmedin, boşadm). Vallahi o artık ebedi­yen sana dönmiyecektir,» dedim. Halbuki amcam oğlu zarar­sız bir insandı; kızkardeşim de ona tekrar varmak istiyordu. Allah da aradaki maslahati daha iyi biliyordu. Bu sebeple yu­karıdaki âyet-i kerîme indirildi.»

Aynı rivayeti Ebû Dâvud, Tirmizî, tbnü Mâce, îbnü Ebî Hâtım, tbnü Cerîr ve İbnü Merdveyh el-Hasan'dan gelen mü­teaddit tariklerle yapmışlardır. Ve Tirmizî bu hadîsi tashih et­miştir. Rivayetin son kısmında deniliyor ki: Bu âyet indikten sonra Ma'kıl: «Rabbimin emrini dinledim ve itaat ediyorum,» demiş ve amcasının oğlunu çağırarak: «Kızkardeşimi sana tek­rar zevce olarak verip ikramda bulunuyordum,» diyerek özür beyân etmiştir. îbnü Merdveyh de şu fazlalığı rivayet etmiş­tir: «Ben artık yaptığım yeminime karşılık olmak üzere kef-faret veriyorum,» demiş.

İbni Cerîr'in rivayetine göre bu kadın Cemile binti Yesar imiş. Süfyân Sevrî'ye göre, Fâtıme binti Yesar imiş. Süddî'nin yaptığı rivayete göre, bu âyet Câbir bin Abdullah ile amcası­nın kızı hakkında nazil olmuştur. Birinci rivayet daha sahihtir. [12]

 

Çıkarılan Hükümler :

 

1. Bir veya iki talâkla boşanan karı-koca karşılıklı anlaşıp tekrar evlenmek isterlerse, başkasının aralarına girip buna en­gel olması haramdır.

2. Şâfiîlere göre, nikâh akdinde velînin muvafakati şa tır. Hanefîlere göre, yalnız küçük kız ve oğlan hakkında şarttır. [13]

 

İLÂ'

 

 (CİNSÎ MÜNÂSEBETTE BULUNMAMAK ÜZERE YEMÎN ETMEK)

 

«Kadınlarına yaklaşmamaya yemîn edenler için dört ay beklemek vardır. Eğer erkekler (o müddet içinde keffaret ya­parak zevcelerine dönerlerse, şüphe yok ki Alla, cidden yargı­layıcı, hakkiyle esirgeyicidir.» (El-Bakere sûresi, âyet: 226)

«îlâ’» yemîn mânâsına gelir. Erkek, kansiyle bir müddet cinsî münâsebette bulunmıyacağına dair yemîn ederse, bu müd­det' ya dört aydan az veya çok olabilir. Az olursa, müddetin bitmesini bekler, sonra cinsî münâsebette bulunur ve bu müd­det içinde yemini bozup filen dönüş yapamaz.

Nitekim Buharı ve Müslim'in Hazret-i Âişe (R.A.) Vâlidemiz'den yaptıklaır rivayette:

«Resûlüllah (S.A.V.) kadınlarına bir ay yaklaşmamak üzere yemîn etti. 29 gün sonra (onların yanma) indi ve: «Ay, yirmi dokuzdur,» buyurdu. Demek ki Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.) dört aydan az bir müddet için yaklaşmamaya yemîn etmiş ve bu müddet bitmeden yaklaşmamıştır.

Ama müddet dört aydan çok olursa, kan, kocasını dört ay hitamında isteyebilir.Artık koca, ya cinsî münâsebette bulu­nur veya boşar. Dört ay bittikten sonra hâkim onu bu konuda icbar edebilir. Cumhura göre: «ilâ'» kocanın kansiyle dört ay­dan fazla bir müddet cinsî münâsebette bulunmamaya yemîn etmesidir. Bundan az bir müddet için olursa, koca yemîn et­miş sayılmaz; hatâen yemîn etmiş olur. îmam-ı Şafiî, îmam Mâlik ve İmam Ahmed bin Hanbel ile Ebû Sevr'e göre de böy­ledir, Sevrî ve Küfe âlimlerine göre ise: «ilâ'», dört ay veya daha fazla bir müddet için yemîn etmektir. Atâ' da aynı görü­şe sahiptir.

îmam-ı Şafiî'nin Kavl-i Kadîm'ine göre, dört aydan sonra karısına dönerek cinsî münâsebette bulunursa, kendisine kef-faret gerekmez. îmam-ı Şafiî'nin bu husustaki delili, îmam Ah­med, Ebû Dâvud ve Tirmizf nin rivayet ettikleri şu hadîs-i şe­riftir :

«Kim bir şey için yemîn eder de ondan hayırlısını görürse, onu jterketmesi, onun keffaretidir (onun yerine geçer).»

Fakat İmam-ı Şafiî'nin Kavl-i Cedidinde  ki cumhur-i ulemâ da bu kavli tutmuştur  kendisine keffaret gerekir. Çünki bağlantı yapan her yemine karşılık bozulunca keffaret gerekir( vâcib olur).

Tirmizî'nin Hazret-i Aişe (R.A.)dan rivayet ettiği ve râ-vilerinin hepsinin güvenilir oldukları hadîste:

«Resûlüllah (S.A.V.) kadınlarına îlâ' yaptı ve bu suretle (Ma-riye'yi kendine) haram kıldı. Sonra haramı helâl kıldı ve ye­min  için  keffaret  verdi.»  deniliyor. Şüphesiz ki   Resûlüllah (S.A.V.)ın bu îlâ'sı hakkında birtakım görüş farkları olmuş­tur. Netice olarak Ezvac-i tahrrattan Hazret-i Hafse'nin kendi­sine söylenen sırrı ifşa etmesiyle alâkalıdır.

«Eğer  (yemîn  edenler  dön­mezler de kadınlarını) boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar). Şüphesiz ki Allah her şey'i hakkiyle işiten ve bilendir.» (El-Ba kare sûresi, âyet: 227)

Ayet-i Kerîme'de sadece dört ay bitmekle talâk vâki olmı-yacağma delâlet vardır. Cumhur-i müteahhirîn (hicrî beşinci asırdan sonra gelen âlimler)e göre de böyledir. Diğer bâzı âlimlere göre, mücerred dört ayın geçmesiyle bir talâk-i bâin vâki olur. Bu görüş, sahîh isnâdlarla Hazret-i Ömer, Osman, Ali, tbnü Mes'ud, İbnü Abbas, İbnü Ömer, Zeyd bin Sâbit'den (Allah hepsinden razı olsun) rivayet olunmuştur. İbnü Şîrîn, Mesruk, Salim, Hasan el-Basrî ve Katâde aynı görüşe sahiptir­ler. Ebû Hanîfe'nin de içtihadı bu merkezdedir.

Ancak Saîd bin Müseyyeb, Ebûbekr bin Abdurrahman bin Haris bin Hişâm, Mekhûl, Rabî, ve Zührî'ye göre: Dört ayın geçmesiyle bir talâk-ı ric'î vâki olur. Ve «Dört ayın geçmesivle kadın boşanır» diyenlere göre: Kadına ıddet de gerekir. Yal­nız İbnü Abbas (R.A.)ya göre, eğer bu müddet içinde üç hayız görürse artık kendisine iddet gerekmez.

Şafiî'nin içtihadı da bu yoldadır. İmam Mâlik'in Nâfi'den, onun da Abdullah bin Ömre'den yaptığı rivayette: Koca, kari-siyle cinsî münâsebette bulunmyiacağma dair yemîn ederse, dört ay bile geçse talâk vâki olmaz; kadın boşanıncaya veya-hud birleşinceye kadar bekler.

İmam Şafiî'nin Süleyman bin Yesâr'dan yaptığı rivayet­te, Süleyman demiş ki: Ondan fazla Eshab-ı Kirâm'a ulaklım, hepsi de mûlî'yi bekletiyordu. Yani îlâ' yapanı dört ay durdu­ruyorlardı.

Dâre Kutnî'nin Süheyl tarikiyle yaptığı rivayette ise, Eshab-ı Kirâm'dan on iki kişiden, îlâ' yapan kimse hakkında sordum, hepsi de dört ay geçmedikçe bir şey gerekmez. Ondan sonra ya boşar, veya birleşirler, buyurdular.» deniliyor.

îmam Mâlik, îmarn-ı Şafiî ve îmam Ahmed'in mezheple­rine göre de böyledir. Dört ay geçtikten sonra kansiyle birleş­mezse boşaması gerekir. Aksi takdirde hâkim boşanma kara­rı verir.

Ancak dört ay geçtikten sonra hastalık veya başka bir se­bepten dola>ı cinsî münâsebette bulunamıyanin karısı boşan­mış sayılmaz. İmkân ve güç bulduğunda, mâni zail olduğun­da yapmazsa o takdirde hâkim onları ayırır. İmam Mâlik'e göre de böyledir. Bâzı âlimlere göre ise: Müddet bittikten son­ra herhangi bir sebepten dolayı cinsî münâsebette bulunamaz da kalbiyle bunu arzularsa, kâfi gelir. Evzaî, Nahaî ve Ahmed bin Hanbel'e göre de böyledir. [14]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- îlâ'nm müddeti en az dört aydır. Bu müddet içinde yemini bozup fi'len dönüş yapılamaz.

2- Imam-ı Şafiî, îmam Ahmed ve îmam Mâlik'e göre­dir; Koca, dört aydan az bir müddet için yemîn ederse mûlî', sayılmaz. îmam-ı A'zam ve arkadaşlarına göre; Karısına yaklaşma­mak üzere yemin eden kimse^ karısı hürre ise, dört hürre de­ğilse iki aydan ziyâde işi uzatmamahdır. Bu müddet içinde ye­minini bozar ise keffaretten başka bir şey lâzım gelmez. Ye­mininde sebat ederek belirtilen müddet, yaklaşmaksizın geçer­se bir talâk-i bâin vâki olur.

3- Hanefîlere göre: Dört ay bittikten sonra zevcesine dönüp cinsî münâsebette bulunan kimseye keffaret gerekmez. Ancak bu müddet hitam bulmadan yeminini bozup yaklaşır­sa, âdi bir yemîn mesabesinde olup keffaret vermek icap eder. İmam Ahmed'in de içtihadı böyledir.

îmam-ı Şafiî ile diğer âlimlere göre, dört ay bittikten sonra karısına yaklaşıp cinsî münâsebette bulunan kimseye mü-n'akid yeminlerde olduğu gibi keffaret lâzım gelir.

4 - Ebû Hanîfe'ye göre: Dört ayın geçmesiyle bir talâk-ı bâin vâki olur. Diğer üç imama göre vâki olmaz.

5 -Dört ayın geçmesiyle kadın boşanır, diyenlere göre ıddet de gerekir. Şâfiî'ye göre geçen müddet içinde üç hayız görürse kendisine artık ıddet gerekmez.

6 -İmam-ı Şafiî, Mâlik ve Ahmed'e göre: Mûlî' dört ay geçtikten sonra kansiyle cinsî münâsebette bulunmazsa, boşan­ması gerekir. Boşamadığı takdirde hâkim ayırır.

7 -îlâ'dan fey' (dönmek) cinsî münâsebetle olur. Me­ğer ki kendinde veya karısında buna bir engel bulunsun. O takdirde koca, «Ben sana döndüm» veya «Ben bu hususta ye­minimi bozdum, sözümü geri aldım» demek suretiyle şifahen dönüş yapabilir. Ancak engelin kalkmasiyle fi'len dönüş yap­ması (cinsî münâsebette bulunması) lâzım gelir.

Ahmed bin Hanbel, Evzaî ve Nahaî'ye göre: Müddet bit­tikten sonra herhangi bir sebeple cinsî münâsebette buluna­maz da kalbiyle bunu arzularsa, kâfi gelir

Bu konuda fazla bilgi için, fıkıh kitapları İlâ' bahsine müracaat edilmesi. [15]

 

BOŞANAN KADINLARI FAYDALANDIRMAK :

 

«Kendileriyle temas etmediğiniz, yahut kendilerine bir nıehir tâyin eylemediğiniz kadınları (meşru* bir sebepten do­layı) boşayacak olursanız, bunda size bir vebal yoktur. Boşa-dığınız bu kadınları, zengin olanınız kendi kudretince, darda olanınız da kendi kudretince mâruf şekilde (Aklen, dînen ve örf en uygun olan veçhile) faydalandırınız. Bu, iyilik etmek şi­arında bulunanlara bir borçtur.» (Bakare sûresi, âyet: 236)

Nikâh, aile yuvasının mâruf şekilde kurulmasının ilk ba­ğıdır. Daha Önce bu bağı kuvvetlendirecek tarzda birbirini iyi­ce tanımayan eşler, nikâh akdi yapıldıktan sonra henüz temas vâki olmadan bu birleşmenin umulan yuvayı kurmaya medar olmıyacağını birtakım zahirî sebeplerle anlaya ak olurlarsa, boşanmakta bir vebal yoktur. Ancak böyle bir ayrılma netice­sinde kadının bir kısım zarurî ihtiyaçlarını karşılamak gerek­tir. Yüce dînimizde herkesin hakkı, şeref ve haysiyeti te'minat altına alınarak birtakım müeyyide ve prensipler konulmuştur. Nikâh akdinin feshinden mütevellit manevî tazminat mahiye­tinde bâzı malî haklar tanınmıştır.

Çünki duhul (cinsî münâsebet) vuku' bulmasa bile, mü-cerred nikâh akdi yapılmakla kadının daha önceki mevki ve itibarı kısmen de olsa zedelenmiş sayılır. Bu durumda adam onu boşayacak olursa, nikâhta mehir anılmasa bile ona dîni­mizin belirttiği üzere mâruf veçhile malî yardımda bulunmak lâzımdır.

Süfyân Sevrî'nin İkrime tarikiyle yaptığı rivayette, îbnü Abbas (R.A.) diyor ki: Talâkın müt'ası (duhul vâki olmadan boşanan kadının faydalanması için verilen şey)in en üstünü, ona bir hizmetçi tutmaktır. Ortalama olanı, zarurî ihtiyacını karşılayacak kadar nakid vermektir. En az olanı, ona bir kat elbise giydirmektir.

Zenginin üç elbise müt'a olarak vermesi daha uygundur.

îmam-ı A'zam Ebû Hanife'ye göre: Duhul vâki olmadan bo­şanan kadınla kocası müt'a miktarı üzerinde anlaşmaya vara­mazlarsa, ona mehr-i mislinin yarısını vermek vâcib olur.

İmam-ı Şafiî diyor ki: Bu hususta koca belli bir miktar ödemeye icbar edilemez. Ancak müt'a olacak şey'in en azım vermekle zorlanır. Bana göre bunun en azı, namaz caiz olacak kadar bir elbisedir. [16]

 

Çıkarılan Hükümler :

 

1- Kendisine mehir takdir edilmeyip,  duhul \âki ol­madan boşanan kadına müt'a (faydalanacağı bir şey) vermek vâcibdir. Bu, Ebû Hanîfe, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel'e gÖıedir. İmam Mâlik'e göre, müt'a müstehabtır. Mehri takdir edilip duhul vâki olmadan boşanırsa, mehrinin yansım vermek \â-cibdir.

2- Duhul vâki olduktan sonra boşanan kadına:

Ebû Hanîfe'ye göre mehrinin tamamı verilir. İmam Ah-med'den de böyle bir rivayet vardır. îmam-ı Şâfiîye göre ona müt'a vermek vâcibdir. Buna benzer bir rivayet de İmam Ah-med'den yapılmıştır.

3- Müt'anın miktarı: îmam-ı Şafiî ve İmam Ahmed'e göre en azı namaz caiz olacak kadar bir elbisedir. îmam-ı A'zam'a göre, ihtilâf halin­de mehrin yarısı kadardır.

4- Erginlik çağında bir kızla  mehir tasrîh edilmeksi­zin  yapılan nikâh akdi sahihtir.

5- Mehr-i misil: Kadının emsal ve akranına takdir edt len miktardır. Meselâ: Onun ailevî ve içtimaî durumuna denk: bir kadın için takdir edilen mehir, ölçü olarak kabul edilir.

Mehir iki kısma ayrılır: Mehr-i muaccel (hemen ödenen mehir), mchr-i müeccel (sonradan ödenmek üzere takdir edi­len mehir). Mehrin hemen Ödenmsi ise müstehaptır. Çünki kadının şeref ve izzet-i nefsiyle ilgili bir hususiyet arzeder. [17]

 

BOŞANAN KADININ MEHRİNİN YARISINI VERMEK:

 

«Eğer siz onları kendilerine temas etmeden önce boşar (fakat daha evvelden) onlara bir mehir tâyin etmiş bulunursa­nız, o halde tâyin ettiğiniz mehrin yarısı onlarındır. Meğer ki kendileri vazgeçmiş olsunlar. Yahut nikâh düğümü elinde bu­lunan kimse, bağış yapmış olsun. (Ey erkekler)! Sizin bağışla­manız takvaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü unutma­yın. Şüphesiz ki Allah ne yaparsanız hakkryle görür.» (Bakare sûresi, âyet: 237).

236. âyetin açıklamasında da belirtildiği gibi, nikâh akdin­de kendisine mehir tâyin edilen ve temas vâki olmadan boşa­nan kadına o mehrin yarısının verilmesi vâcibdir. Ayetin zahi­rî delâleti bu mânâyı ifâde etmektedir. Ancak müctehidlerin ince tahlilleri neticesinde bir takım görüş farkları meydana çıkmıştır: İmam Ebû Hanîfe, îmam Mâlik ve îmam Ahmed b. Hanbel Hazretlerine göre, nikâhta mehir tâyin edilip halvet-i sahihayla beraber temas vâki' olmadan boşamrsa, mehrin ta­mamım vermek vâcib olur. Şafiî'nin Kavl-i Kadîminde de böy­ledir. Kavl-i Cedîd'inde yansım vermek vâcibdir. İmam Şafiî'­nin dayanağı yukarıdaki âyet ile Tâvus'un tbnü Abbas (R.A.) dan yaptığı şu rivayettir:

«İbnü Abbas (R.A.), «kadınla evlenip, onunla halvette bu­lunmakla beraber temas etmeden onu boşayan erkeğe ne lâ­zım gelir?» sorusuna şu cevabı vermiştir: «O kadına mehrin yarısı verilir. Çünki Allahü Teâlâ (Eğer sîz onları ^kendilerine temas etmeden önce boşar, fakat daha evvelden onlara bir me-hir tâyin etmiş bulursanız, o halde tâyin ettiğiniz mehrin yan sı onlarındır,» buyuruyor.

«Nikâh düğümü elinde bulunan kimdir? Ayetten bu sarih olarak anlaşılmamaktadır. Ancak bir takım rivayetlere dayanılarak bu hususta iki görü­şün meydana çıkarıldığını görüyoruz:

1- îbnu Ebî Hâtım'm Amr b. Şuayb tarikıyla yaptığı rivâyette, Peygamber (S.A.V.): «Nikâh düğümünün sahibi (onu elinde bulunduran) kocadır» buyuru­yor. İbnu Merdveyh de bu hadîsi aynı isnadlâ rivayet etmiştir.

2- İbnü Asım Şüreyh'den şöyle rivayet ediyor: Şüreyh di­yor ki: Hazret-i Ali (R.A.) benden «Elinde nikâh düğümü olan kimse» hakkında sordu.

  O, kadının velîsidir, dedim.

  Hayır, dedi, kadının kocasıdır.,

Dahhâk, Saîd b. Müseyyeb, Mücâhid, Ikrime, Mukaatil ve seleften daha bir çokları da Hz. Ali'nin görüşünü kafeûl etmiş­lerdir. Ayni zamanda bu, Ebû Hanîfe ve arkadaşları, Şafiî, Sev-rî, Evzâî ve îbnü Cerîr'in mezhebidir. Çünki nikâh düğümü, îs-lâm Hukukuna göre erkeğin elindedir.

Amr b. Dinar'ın, tbnü Abbas (R.A.)dan yaptığı diğer bir rivayette ise, îbnü Abbas (R.A.), Kur'ânda bahsedilen «elinde nikâh düğümü olan» velînin, kadının babası, yoksa dedesi, o da yoksa kardeşi veya evlenmesine izin verme yeteneğinde olan yakınıdır, diyor.

Alkame, el-Hasan, Ata', Tavus, Zührî, Rebia, Zeyd b   Eslem ve îbrâhîm Nahaî'den de böyle rivayet edilmiştir. Ikrime ile îbni Sîrîn'den yapılan iki rivayetten birincisine göre, elin­de nikâh düğümü olan, kadının velîsidir.. Bu, îmam Mâlik'in mezhebidir. Şafiî'nin Kavl-i Kadîmine göre de böyledir.

O halde: «Nikâh düğümü elinde olan, velîdir» diyenlere göre: Ka­dın erginlik çağında bulunup bakire değilse, bizzat kendisi mehrini kocadan almayıp vaz geçebilir. Henüz erginlik çağın­da olmayıp bakire ise, bu haktan ancak velîsi vaz geçebilir. Bu surette de velî, ancak baba, olmadığı takdirde dede olabilir. Çünki bu ikisinden başkası küçük kızı evlendirmeye yetkili değildir.

«Nikâh düğümü elinde olan, kocanın kendisidir» diyenle­re göre, koca dilerse, mehrin tamamını verir.

İbnü Kesîr'm rivayetine göre, Cübeyr b. Mut'im bir kadın­la nikahlandıktan sonra temas etmeden boşayarak mehrini ta­mam olarak vermiş ve: «Bağışlamaya ben daha lâyıkırn» de­miş.

Âyet-i Kerîme'de de «Ey erkekler! Sizin bağışlamanız tak­vaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü unutmayın.» buyurulmak suretiyle erkeğin daha âlicenap ve hayırhah davran­masına işaret ediliyor. [18]

 

Çıkarılan Hükümler

 

 1- îmam-ı A'zam Ebû Hanîfe, îmam-ı Mâlik ve İmam-i Ahmed b. Hanbel'e göre: Nikâh akdinde mehir tesmiye ve tâ­yin edilir ve halvet-i sahihadan sonra temas yapılmadan kadın boşamrsa, ona mehrin tamamı verilir. îmam-ı Şafiî'ye göre, ya­nsı verilir.                                                   

2- Ebû Hanîfe ve arkadaşlarına, Sevrî, Evzaî ve îbni Ce-"rîr'e göre: «Nikâh düğümü elinde olan, kocadır». îmam-ı Mâ­lik ve İbrahim Nahaî'ye göre ise, kadının velîsidir-[19]

 

VEFAT İDDETİNİ BEKLEYEN KADINLARI NİKÂHLA İSTEMEYİ ÇITLATMAK :

 

«(Vefat ıddetini bekleyen) kadınları nikâhla istiyeceği-nizi çıtlatmanızda, yahut böyle bir arzuyu gönüllerinizde sak­lamanızda üzerinize bir vebal yoktur. Allah bilir ki siz onları mutlaka hatırhyacaksınız. Ancak kendileriyle gizlice va'dleşme-yin. (Çıtlatmak suretiyle) meşru' bir söz söylemeniz ise baş­ka.. (Farz olan) ıddet sonunu buluncaya kadar da nikâh ba­ğını bağlamaya azmetmeyin ve bilin ki Allah kalblerinizde ola­nı muhakkak bilir. Artık O'ndan sakının ve yine bilin ki şüp­hesiz Allah çok yarlığayıcıdır, gerçek hilm sahibidir (cezada acele edici değildir).» (El-Bakare sûresi, âyet: 235).

Âyet-i Kerîm'ede geçen «ta'rîz»i «çıtlatmak» ile terceme etmek murad olan mânâya yakındır. îbnü Abbas (R.A.) diyor ki: 'Ta'rîz, «Ben evlenmek istiyorum», veya «Ben şu evsafta bir kadını seviyorum», veya «Allanın, bana şöyle bir kadın na-sîb etmesini ne kadar isterim» şeklinde îmâ yollu bir takım çıtlatmalarda bulunmaktır.»

Mücâhid, Tavus, Ikrime, Saîd b. Cübeyr, îbrâhîm Nahaî, Şa'bî, el-Hasan Katâde, Zührî, Mukaatil ve .seleften daha bir­çok imam ve fakîhler, kocası ölen ıddet içindeki kadına tas­rîh yollu teklif yapmak caiz değildir, hükmünde görüş birliği­ne varmışlardır. Cenâb-ı Hakk ancak bu durumda olan kadın­lara ta'rîz yollu hatırlatmayı emrediyor.

Boşanıp iddet içinde bulunan kadına da evlenmek için an­cak la'rîz yapılabilir. Nitekim sahih rivayetlerden öğrenildiği­ne göre: Cenâb-ı Peygamber (S.AV.), Fatma binti Kays'e —ko­cası kendisini boşadığmda— şöyle buyurdu: «Tddetini Ümm-ı Mektûm'un evinde geçir; bekleme müddetin bitince gel ben­den müsaade al!.» Fâtıma'mn ıddeti bitince Cenâb-ı Peygam­ber (S.A.V.) onu sahabeden Üsâme b. Zeyd'e tezvîc ettirdi. Görülüyor ki Peygamber (S.A.V.) boşanan kadına da evlenme konusunda ta'rîz yollu ifâde buyurmuşlardır.

«Ancak kendileriyle gizlice va'dleşmeyin.»

Âyette geçen «gizli va'dleşme»yi iki mânâ üzerine tefsir et­mişlerdir. Câbir b. Zeyd, Hasan el-Basrî, îbrâhîm Nahaî, Katâde, Dahhâk, Rebi' b. Enes, Süleyman el-Teymî, Makaatil ve Süddî'ye göre, bu, «zina va'dleşmesi'dir. îbnü Cerîr de bu mâ­nâyı ihtiyar etmiştir.

Âli b. Talha'nın İbnü Abbas (R.A.)dan yaptığı rivayette ise: Iddet içinde olan kadına «Ben sana âşıkim, söz ver, ben­den başka kimseyle evlenmiyeceğini» gibi bir anlaşma demek­tir.

Cenâb-ı Hakk kadının namus, iffet, şeref ve hürriyetini ko­rumak için bu iki şekli de haram kılmış, ancak ma'ruf olan bir yolla çıtlatma yapılmasına müsaade etmiştir.

îbnü Zeyd'e göre: Iddet içinde gizlice nikahlanıp, ıddet bittikten sonra bunu açıklamak» anlamına daha mülayimdir.

«(Farz olan ıddet) sonunu bulunca­ya kadar da nikâh bağım bağlamaya azmetmeyin..» Âlimler bu âyete dayanarak ıddet içinde yapılan nikâh akdinin sahîh ol­madığını belirtmişlerdir. Şayet nik£h akdi ıddet içinde yapılır ve temas vuku' bulursa ne lâzım gelir? Derhal ayrılmalarına hükmedilmekle beraber:

a) Cumhura göre o kadın o erkeğe ebediyyen haram ol­maz, ıddeti bittikten sonra yeniden nikâh için erkek talepte bulunabilir.

b) İmam Mâlik'e göre o kadın ona artık ebediyyen ha­ram olur, bir daha evlenemezler.

îmam Mâlikin bu husustaki delili, Hz. Ömer (R.Â.)den rivayet edilen şu fetvadır:

«Herhangi bir kadın ıddeti içinde nikâh edilirse, bakılır:-Eğer bu kocası ona yakîaşmamışsa, derhal ayrılmaları sağla­nır ve kadın ilk kocasından kalan ıddeti tamamlar ve sonra da bu ikinci kocası herkes gibi onunla evlenmek arzusunu izhar edebilir. Ayrıca bir tercih hakkı ona tanınmaz. Yok eğer erkek ona yaklaşmış (temasta bulunmuş)sa, önce birinci şekilde olduğu gibi ayrılmaları sağlanır ve kadın evvelâ bi­rinci kocasından kalan ıddeti tamamlar, sonra da ikinci koca­dan dolayı gereken ıddeti bitîrir ve ikinci koca artık bir daha onunla evlenmez.»

Beyhakî dîyor ki: îmam-ı Şafiî de Kavl-i Kadîm'inde îmam Mâlik'e uymuşsa da Kavl-i Cedidinde bundan rücu' et­miştir. Yâni Şafiî'ye göre bu ikinci şekilde de o kadın kocasına helâl olur.

Sevrî'nin Eş'arî'den, onun da Şa'bî'den, onun da Mesrûk'-dan yaptığı rivayette: Hz. Ömer'in bu hükmünden rücu edip kadına mehir tâyin edilerek birleşmelerine cevaz verdiği an­laşılıyor.

îmam Mâlik'in bu husustaki me'hazi şöyledir: İkinci ko­ca, Allah'ın kadın için tâyin ettiği bekleme müddetini dinle­mediği için, arzusunun tam aksiyle cezalandırılır. Böylece o ka­dın ona ebediyyen haram olur. Bu, mirasa konmak için muri­sini öldüren kaatile benzer. Kaatil bu filiyle mirasın tümün­den mahrum oluyor, sehm-i muayyenini de kaybediyor.

Âyet ve ilgili rivayetlerden anlaşılıyor ki, evli kadın ile ta-lâk-ı ric'î yollu boşanan kadına açık veya kapalı bir şekilde söz atmak yâni evlenme teklifinde bulunmak da caiz değildi;- [20]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Kocası ölen kadma ıddet içinde nikâhla istemeyi çıt­latmakta veya böyle bir arzuyu gönülde taşımakta vebal yok­tur.

2 -Doğrudan doğruya teklifte bulunmak veya açık bir ifâdeyle evlenmeyi söylemek caiz değildir.

3- Bu durumda olan kadınlarla gizli olarak nikâh için veya zina için va'dleşmek kesin olarak haramdır.

4- Bekleme müddeti içinde nikâh akdi yapmak da ca­iz değildir, böyle bir akid yapılacak olursa, bâtıl ve yersizdir.

5- Iddet içinde nikâh yapıp temasta bulunursa, îmam Mâlik'e göre nikâh derhal feshedilir ve o kadın ona ebediyyen haram olur.

6- Evli kadına ve talâk-ı ric'î ile boşanan kadına açık veya kapalı bir şekilde söz atmak, teklifte bulunmak caiz de­ğildir. Bâin olursa caizdir. [21]

 

KADINLARA MEHİRLERİNİ TASTAMAM VERMEK

 

«Kadınlara mehirlerini (diyanet yollu) bir fariza olara veriniz (veyahut seve seve ve gönül hoşluğuyla veriniz). Bt nunla beraber eğer ondan bir kısmını yürekten isteyerek siz bağışlarlarsa, onu da içinize sine sine yeyin.» (En-Nisâ sûres âyet: 4).

Az yukarıda da işaret edildiği gibi, erkeklerin kadınla üzerinde bir üstünlüğü vardır. Yani bu ikisi arasında gerek fi; yolojik, gerek psikolojik ve gerekse anatomik olarak bir U kim farklar mevcuttur. Kadına nisbetle erkek önde gelir. ( halde erkek bu üstünlüğünü bir takım süllî menfaatler içi düşürmemelidir. Meselâ, evlenmek istediği kadının malına gu dikerek bir aile yuvası kurmak isteyen erkek, Allah'ın kend sine lütfettiği bu üstünlüğü basit bir menfaate mahkûm etmi sayılır. Artık onun mes'ut bir aile yuvası kurması sadece lalı/ da kalır. O halde erkek bu üstünlüğünü ve mes'ut bir aile yt vasini düşünerek evleneceği kadına en uygun olan mehri vei melidir. Ayni zamanda kadının veliy veya vasiysi de onun m mına aldığı mehri kıskanmadan seve seve kendisine vermesini bilmelidir. Cenâb-ı Peygamber:

«İki zayıfın hakkına riayetsizlik etmekten sakının: Yetîm v kadın..» buyurmuşlardır.

Âytetteki hitâb, îbnü Abbas, Katâde, İbn Zeyd ve îbn Cii reyc'e göre kocalaradır. Ebû Salih'e göre, kadının velîy ve va siylerinedir. Nitekim câhiliyye devrinde bir veliy veya vasiy ev lendirdiği kadını, eğer daha önce ailesine karıkmış \e kendi', ile zevk u safâlarda bulunmuşsa, onun namına aldığı mehirden az veya çok hiç bir şey yermeden kocasına götürüp teslim ederdi. Garip olarak bulunmuşsa, yalnız bindirdiği deve ile birlikte kocasına teslim ederdi. Yukarıdaki âyetle bu kötü âdet men'edilmiştir.

Bu mânânın ışığı altında âyet-i kerîme daha bir takım mes'elelere delâlet etmektedir:

a) Kadının kendi rnehrini kocasına gönül hoşnutluğuyla bağışlaması caizdir. Ancak, îmam Mâlik'e göre: Bakire olan kadın mehrini kocasına velîsinin müsaadesi olmadan  bağışlıyamaz. Çünki bu kadının milki olmakla beraber velîsinin tasarrufuna terkedilmiştir.

b) Kadına mehir vermenin vâcib olduğunda  fukahânın ittifakı vardır. Yalnız Irak fukahâsma göre: Efendi kölesini câriyesiyle evlendirecek olursa cariyeye mehir vermesi vâcib değildir.

c) Fukahânın çoğuna göre. mehrini kocasına bağışladık­tan sonra kadının bundan dönmesi caiz değildir.

d) Nikâh akdinde koca karısına «eğer mehrini bana ba­ğışlarsan senin üzerine başka kadın almıyacağım» diye şart ko­şar, kadın da bunu kabul eder ve bilâhare koca bu sözünde durmazsa, kadın mehrini geri almaya hak kazanmaz. Çünki şart koşulması caiz olmayan şeyde şart koşulmuştur. [22]

 

BİR KARIYI BOŞAYIP YERİNE BAŞKA BİR KARI ALMAK:

 

«Eğer bir karıyı boşayıp yerine başka bir kan almak İs­terseniz, onlardan birine kantarla (yükler dolusu mehir) ver­miş olsanız, içinden hiç bir şey almayınız. Siz o malı, kadına bühtan yaparak ve açık bîr vebal yüklenerek alır mısınız? (Hem onu nasıl alırsınız ki )birbirinize karılıp katıldınız ve onlar da sizden kuvvetli bir te'minat da aldılar.» (En-Nisâ sû­resi, âyet: 20-21).

Az yukarıda geçen âyetlerle, sebebi kadın olan ayrılma­lardan ve bu yüzden mehrin geri alınmasından bahsedilmişti. Bu âyet-i kerîmede ise, ayrılmaya erkek sebep olursa, rnehrin miktarı ne olursa olsun, geri ahnmıyacağı beyân ediliyor. Öy­le ki, kadın boşanma felâketine veya gadrine uğradığı zaman, îslâm dini onun bu kritik anda mevcud haklarını te'minat al­tına alıyor. Verilen mehrin geri alınmasını apaçık bir günah ve belirgin bir vebal olarak vasıflandırıp, îmân ve îslâm dev­letine nail olan bir kimsenin buna tenezzül etmiyeceğine lâtif işarette bulunuyor. Ayrıca kadınla evlenirken onu Allah'ın ke-lâmiyle, Peygamberin sünnetiyîe kendisine helâl kılıyor, böy­lece aralarında halvet ve muaşeretler cereyan ediyor. Bu yüz­den erkek ona ma'nen de borçlanmış oluyor. Bari boşadığı za­man ona verdiklerini geri almasın. Çünki boşanmak, Allah ka­tında sevilmiyen mubahlardandır; kadın üzerinde bir şok te'-siri yapar, ailevî kanadından birini kırmış olur.

Diğer taraftan îslâm dini, kadına takdir edilen mehri tah-dîd etmemiş, onun annelik vasfına lâyık olanın verilmesini serbest bırakmıştır. Çünki Allah ancak bu gibi konularda mubah olan şeyden misâl verir;  cümlesi bunu ifâde eder.

Şunu da ilâve edelim ki, günümüzde bâzı yerlerde kız ve­lîleri tarafından alman «başlık» adı altındaki para, kıza veril­mediği ve mehir ismi altında alınmadığı için sünnete uygun de­ğildir; kötü bir bid'atdır. Demek ki îslâmda başlık yoktur, me­hir vardır, o da kadının hakkıdır; rızâsı alınmadan kimse onu alıp harcayamaz.

Mehir için bir tahdîd konulmadığına şu olay açık bir şe­kilde delâlet etmekte ve âyetin tefsirini kolaylaştırmaktadır:

Hazret-i Ömer (R.A.) bir gün hutbesinde:

«Haberiniz olsun! Kadınların mehirlerini pahalı tutma­yın. Çünki eğer yüksek mehir, dünyada hoş bir şey olmuş ol­saydı veya Allah katında bîr takva sayılsaydı, şüphesiz ki Re-sûlüllah (S.A.V.) buna sizden daha lâyıktı. O ne kendi zevcele­rine ne de kızları için oniki okıyyeden (2564 gram) fazla uıe-hir takdir etmemiştir.» dedi.

Hazret-i Ömer'in bu sözlerini duyan bir kadm:

  Ya Ömer! dedi, Allah'ın bize lütfettiğinden sen bizi mahrum bırakıyorsun. Cenâb-ı Allah Keîâm-ı Kadîminde «On­lardan (kadınlardan) birine yüklerle mehir vermiş olsanız...» buyurmuyor mu?» mukaabelesinde bulundu.

Kadmm bu haklı sesini duyan Ömer uyandı ve:

— Kadm doğru söylüyor, Ömer ise hatâ etmiştir. Ey Ömer, Şu halkın hepsi dinî hususta senden daha bilgilidirler..» dedi.

Bu hâdiseyi, îbnü Cerir ile İbnü Kesîr çeşitli yollardan ri­vayet etmişlerdir.

Fakir olanlara gelince:

Onlar mehirde aşın gidip borç altına girmemelidirler. Kurtubî'nin naklettiğine göre: «îbnü Ebî Hadred (R.A.), Ce­nâb-ı Peygamber'e gelerek mehir hususunda yardımlarım ta­lep etti. Cenâb-ı Peygamber miktarını sordu. 200 (dirhem ve­ya dînâr) olduğunu söyledi. Bunun üzerine Hazret-i Peygam­ber (S.AV.) üzüldü ve:

«Sanki siz taşlık bir yerden ve herhangi bir dağdan (devamlı) altın ve gümüş kesip alıyorsunuz?» buyurdular.

Rivayete göre îbnü Ebî Hadred fakir bir kimse imiş. Pey-gamber'in öfkelenip üzülmesi bu yüzden olmuştur.

Ebû Davud'un Ukbe b. Âmir'den yaptığı rivayete göre: Hazret-i Peygamber (S.A.V.) bir adama:

  Sizi falan kadınla evlendirmeme razı olur musun? di­ye sordu.

Adam:

  Evet, dedi.

Peygamber (S.A.V.) bu defa kadına dönerek:

  Seni falan erkekle evlendirmeme razı olur musun? Kadın:

  Evet, dedi.

Nihayet evlendiler, halvet oldular. Fakat kadına bir me-hir takdir edilmemişti. Uzun bir müddet böyle geçti. Adam Hayber savaşına iştirak edenlerdendi. Vefat etmek üzereyken şu vasiyeti yaptı: «Resûlüllah Efendimiz beni şu kadınla ev­lendirdi, fakat ona bir mehir takdir edilmedi, ben de ona bir şey veremedim. Sizler şâhid olun, ben ona Hayber'deki hisse­mi mehir olarak verdim.»

Bu hissenin yüzbine satıldığını yine rivayet yoluyla öğre­niyoruz.

Görülüyor ki, hâli vakti yerinde olan bir adam istediği ka­dar mehir verebilmiştir.

 «Hem nasıl alırsınız ki birbirinize karılıp katıldınız,» âyetinin tahlilinde görüş farkı vardır:

a) îmam-ı Şafiî, «ifdâ'»yi cima' (cinsî münasebet) mânâ­sına alarak; «erkek kadına dokunma4an onu boşayacak olıir-sa, vermiş olduğu mehrin yarısını geri alabilir; cinsî münâsebette bulunulmadan  halvet-î sahîha bile olsa hüküm yi­ne böyledir.» demiştir.

Bu, tbnü Abbas, Mücâhid ve Süddî'nin kavlidir. Zeccac ile îbnü Kuteybe de bu kavli ihtiyar etmişlerdir.

b) îmam Ebû Hanîfe'ye göre «ifdâ» halvet manasınadır. Bu takdirde erkek, nikahladığı kadınla cinsî münâsebette bu­lunmasa bile mücerred halvet mehri gerektirir ve bu halde ka­dım boşayacak olursa, mehri geri alamaz. [23]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Karısını  fuhuş gibi bir sebep olmaksızın boşa-yan kimse, ona vermiş olduğu mehrin ne tamamını, ne de bir kısmını geri alabilir.

2- Şafiî'ye göre, erkek kadına dokunmadan (cinsî mü­nasebette bulunmadan) boşayacak olursa, vermiş olduğu meh­rin yarısını geri alabilir. Ebû Hanîfeye göre, mücerred halve­tin tahakkuk etmesi mehri gerektirir. Bu takdirde erkek mü­nasebette bulunmasa bile onunla halvette kalmışsa, vermiş ol­duğu mehri geri alamaz.

3- Mehir tahdîd edilmemiştir. Herkes kendi haline, ma­lî durumuna göre, kadının şerefiyle ve ailevî durumuyla mü-tenasib bir şey takdir edip verebilir.

4- Başlık adı altında alınan ve kadının velîleri tarafın­dan zaptedilen para, sünnete aykırıdır. [24]

 

BABALARINIZLA EVLENMİŞ OLAN KADINLARLA EVLENMEYİN:

 

«Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin. An­cak (câhiliyye devrinde böyle bir evlenme olmuşsa, artık geçen) geçmiştir. Şüphe yok ki bu şekil evlenme hayâsızlıktır ve ne kötü bir yoldur; aynı zamanda (İlâhî) hışma (sebep)dır.» (En-Nisâ sûresi, âyet: 22).

Veraset mes'elesinden de anlaşıldığı üzere câhiliyye dev-rinre kadınların malına sahip çıkmak, onlara mirasçı olmak için bir çok kadınla evlenmek âdet idi. Bu o kadar sınırsız idi ki ,baba ve dedelerinin dul kalan kanlariyle evlenenler bile olurdu. Yukarıdaki âyetle bu kötü âdet kesin olarak men'edili-yor. Rivayete göre bu şeni' âdet,

«Ey iman edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helâl olmaz.» (En-Nisâ sûre­si, âyet: 19) indiği devrelerde de halk dede ve babalarından dul kalmış kadınlarla nzâ yollu evlenirlerdi. 22. âyetle buna da son verilerek, kat'î olarak haram kılındı.

Kurtubî'nin kaydettiğine göre, Araplar arasında bir takım kabileler, babalarından dul kalmış kadınlarla evlenmeyi âdet edinmişlerdi. Ensar-i kiram arasmda da bunun lüzum yollu kalıntıları vardı. Kureyş arasında ise, karşılıklı rıza ile olur­du. Meselâ: Amr b. Umeyye, babasından dul kalan karısiyle evlendi ve bu kadından Müsâfir ile Ebû Muayit adlı iki evlâdı oldu. Bu kadının Umeyye'den de, Ebûl'îs ile başka bir evlâdı vardı. Böylece Umeyye'nin çocukları Müsâfir ile Ebû Muayt'in hem kardeşleri, hem de amcaları oluyordu.

Bunun gibi, Safvân b. l'meyye b. Halef de ölen babasının dul kalan karısı Fâhite binti Esved ile evlenmişti. Bu misalleri yoğaltmak mümkün, fakat lüzum da yoktur. Asıl âyetin inişi­ne sebep olan hâdiseyi görelim:

— Ensâr'm sâlih kişilerinden sayılan Ebû Kays vefat et­mişti. Oğlunun dul kalan karısiyle evlenmek istedi. Kadın: «Ben seni kendime evlâd sayıyorum. Böyle bir şey olur mu? Bari Hazret-i Peygamber'e gidip arzedeyim.» Dedi ve durumu Peygambere (S.A.V.) arzetti. Bunun üzerine 22. âyet indi.

îmam Ahmed ve eshab-ı sünenin Berâ' b. Azıb (R.A.)den yaptıkları rivayette, Hazret-i Berâ' diyor ki: «Amcam Haris b. Umeyr'le karşılaştım, elinde bir bayrak bulunuyordu. Ona sor­dum:

  Amcam! Bu ne bayraktır?

  Resûlüllah (SA.V.) verdi.

  Sizi nereye gönderiyor?

— Babasının dul kalan karısiyle evlenen bir adamın boy­nunu vurmaya...»

Görülüyor ki nikâhı haram olanlar yalnız babaların zev­celeri değildir, fakat diğer muharremattan önce Özel olarak zikredilmesi, mes'elenin önemini ve tahrîmdeki şiddetini te­barüz ettirmek içindir.

Netice olarak, baba ve dedelerin nikâhla aldıkları fakat el dokundurmadıkları; fâsid bir nikâhla aldıkları ve el dokundur­dukları ve bir de nikâh akdi olmaksızın zina yollu cinsî münâ­sebette bulundukları kadınları, ne oğullan, ne de torunları ni-kâhhyabüir.

Çünki nikâh lâfzının asıl lügat mânâsı, «zam (katma, ek­leme)» demektir; ayrıca «kucağa çekme, kucak kucağa gelme» mânâlarında da kullanılır.

Kadının, bakılması helâl olmayan yerlerine bakmak ka­dın yabancı bile olsa  veya şehvetle ona el sürmek, kucakla­mak aynı hükme girer mi? Bu hususta görüş farkı vardır:

împm Ahmed bin Hanbel'e göre, kadının bakılması helâl olmayan yerlerine bakmak aynı hükmü gerektirir. [25]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Kişiye kendi anasını nikahlamak haram olduğu gibi, baba ve dedelerinin halîiesi (kendi üvey anası) da haramdır.

2- Babalarının nikâh akdi yapıp el sürmediği  kadın­lar da evlâd ve torunlara haramdır.

3- Babalarının zina ettiği kadınlar da evlâd ve torun­lara haramdır. [26]

 

KOCALI KADINLARLA EVLENMEK HARAMDIR:

 

«Mâliki bulunduğunuz cariyeler müstesna, diğer kocalı olan kadınlarla da evlenmeniz haram kılındı. Bu hükümler, Al-Iahin üzerinize farz kıldığı hükümlerdir. Bunlardan başkasını, zinadan kaçınıp iffetli olarak, mallarınızla (mehjr vermek su­retiyle) istemeniz size helâl kılındı. Onlardan faydalandığını­za karşılık, kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Mehrin miktarını tâyîn ettikten sonra, karşılıklı hoşnud olduğunuz hu­susta size bir sorumluluk yoktur. Allah bilendir, hakimdir.» (En-Nisâ sûresi, âyet: 24)

Âyet-i kerîme'de kocalı olan kadınlar için «muhsanat» tâ­biri kullanılmıştır. Bu, «hısn» kökünden gelir. «Men'etmek», «hisar içine almak, korumak» mânâsında kullanılır. Kadın da evlenince erkeğinin manevî hisarı içine alınmış, ağyardan ko­runmuş olur. Birde namus ve iffetini koruyan kadınlar hak­kında da bu tâbir kullanılır. Nitekim böyle olan kadınlara vaşf olarak «hasan» denilir; kendi nefsini helâktan, gayr-İ ahlâkî şeylerden koruduğu için. Bu mânâyla Validemiz Hazret-i Âişe (R.A.) hakkında şu iki mısra'da geçen «hasan» ve «rezân» sı­fatları kullanılmıştır :li, ağır başlıdır.  Şüpheyle zan altında tutulamaz.  O, gafillerin etinden aç olarak sabahlar  (yani başkasının  gıybetini yap­maz. )»

Ayni tâbir Kur'ân'm dört yerinde daha geçer.

«Mâliki bulunduğunuz câriyeler»e gelince : Bunlardan sa­vaşlarda elde edilen kocalı esîr kadınlardır. İddetleri (şcr'î bekleme müddeti) bittikten sonra zifaf edilmelerinde bir beis yoktur. Nitekim âyetin iniş sebebi de bu mânâyı kuvvetlen­dirmektedir: Eshab-ı Kiram harpte eîde ettikleri esîr kocalı kadınlarla zifafa girmekte tereddüt ettiler; bunun üzerine «Mâ­liki bulunduğunuz cariyeler müstesna» mealindeki âyet indi.

İmam Mâlik, îmam Ebû Hanîfe ve arkadaşları, îmam-ı Şafiî, tmam Ahmed b. Hanbel, Ishâk ve Ebû Sevr'e göre de sahîh olan budur. Ancak bu gibi kadınların iddeti hakkında görüş farkı vardır :

a) Hasan el-Basrî'ye göre, eshâb-ı kiram esîr kadınlarla bir hayız geçirdikten sonra zifafa girerlerdi. evtas [27] esîr kadınları hakkında Ebû Saîd el-Hudrî (R.A.) in rivayet ettiği şu hadîs Hasan el-Basrî'nin görüşüne mesned olarak getirilmiş­tir:

«Esîr kadınla, hamlini vaz'etmedikçe (doğmu yapmadık­ça), aybaşı hali görenle ise, bir hayız görmedikçe zifaf yapıla­maz,» [28]

İbnü Abbas (R.A.) dan yapılan rivayette ise, bu âyetin Hayber'de esîr düşen kadınlar hakkında nazil olduğu belirtili­yor.

b) Hasan b. Sâlih'den yapılan nakle göre, bu gibi kadın­lar iki hayiz görmedikçe zifafa alınmazlar.

c) Çoğu âlimlere göre, esîr edilen kadın evli olsun, be­kâr olsun  bir hayiz gördükten sonra zifafa alınır.    Yani bunların iddeti bir hayizdir.

d) Abdullah b. Mes'ud, Saîd b. Müseyyeb, Hasan b. Ebî Hasan, Übey b. Kâ'b, Câbir b. Abdullah, tbnü Abbas ve Ikrime'den yapılan rivayete göre de: Âyette geçen cariyelerden mu-rad, kocası olan cariyelerdir; bunlar da haramdır; ancak satın alınırsa o takdirde satışı talâk sayılacağından helâl olur.

Fakat Berîre hadîsi bu mânayı reddetmektedir. Hazret-i Âişe (R.A.), Berîre'yi satın alıp azâd etmişti. Cenâb-i Peygam­ber (S.A.V.) da hürriyetine kavuşan Berire'yi eski kocasına gi­dip gitmemekte serbest bırakmıştı. Bu serbesti, azâd etmenin talâk olmıyacağını göstermektedir.

«Muhsanat» ise, ekserin kavline göre Müslümanlarla ehl-i kitabın evli bulunan iffetli kadınları demektir. Yani bunları   evli oldukları için  nikâh etmek haram olduğu gibi bun­larla zina etmek de kesin olarak haramdır.

«Onlardan faydalandığınıza karşılık, kararlaştırılmış olan mehirlerini verin.»

Burada mehre «ecr» denilmiştir. Çünkü bir takım men­faatler karşılığıdır ki a'yandan sayılmaz. Bâzılarına göre, «is-temta'tüm»den, mut'a (muvakkat nikâh) kasdediliyor. Şöyle ki, belli bir müddet için nikahlanan kadın, kararlaştırılan üc­reti alır ve müddet bitince de kadın kendiliğinden boşanmış olur; aralarında mîrâs ve benzeri bir bağ yoktur. îslâmın baş­langıcında bu türlü evlenme caiz idi. Sonra her meselede pe­dagojik bir usûl takip eden Hazret-i Peygamber (SA.V.) bunu kesin olarak men'etti. Müslim'in Sebret'den yaptığı rivayete göre, Peygamber (S.A.V.) buyurdular ki:

«Ey nâs! Ben size  kadınlardan faydalanmanız  (nikâh-ı mut'a yapmanız) için İzin vermiştim. Şüphesiz ki Allahu Te-âlâ bunu kıyamete kadar haram kıldı. Sizden kimin yanında mut'a nikâhiyle alınmış kadın varsa hemen ona salıversin ve ona vermiş olduğunuz (ücret )den bir şey geri almaym.»

Bu hadîse istinaden eshâb-ı kiramdan Cumhur-i Ulemâ ve onlardan sonra gelenler mut'a nikâhının haram olduğunu ve bu âyetin neshedildiğini söylemişlerdir.

Bâzı âlimlere göre âyet, yukarıdaki hadîsle nashedilmiş-tir. Ayrıca Buharî ve Müslim'in Hazret-i Ali'den yaptıkları ri­vayette :

«Resûlüllah (S.A.V.) Hayber fethinde nikâh-ı mut'a ile eh-lî eşek etini haram kıldı.» [29] denilmektedir.

Bu, sünnet Kur'ân'ı nesheder diyenlere göredir. Şafii'nin mezhebinde ise sünnet Kur'ân'ı neshedemez. O halde Şâfiîlere göre bu âyet, hadîsle değil de Mü'minûn süresindeki,

 «Onlar kiırzlarını, korurlar. Ancak zevcelerine ve sahip oldukları cari­yelerine karşı münasebetleri müstesnadır.» (En-Nisâ sûresi, âyet: 5-6) ile nesholunmuştur. Çünki mut'a nikâhiyle alman kadın, ne zevcedir, ne de câriyedir. O halde bu âyetle haram kılındığı daha iyi anlaşılıyor.

Hazret-i Ömer, hilâfeti günlerinde minbere çıkıp şöyle de­mişlerdi :

«Bir kısım kavimlere ne oluyor da şu mut'a nikâhı ile evle­niyorlar. Şüphesiz ki Resûlüllah (S.A.V.) bunu yasakladı. Hangi bir adamın mut'a nikâh'iyle evlendiğine rastlarsam her­halde onu taşla recmederim!» [30]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Harpte esir edilen kadınların zevciyet hükümleri esa­ret sebebiyle kalkar ve böylece mâliklerine helâl olurlar.

2- Evli bulunan cariyeler boşanmadıkça nikâhları he­lâl olmaz.

3- Evli olan, müslim, gayr-i müslim herhangi bir kadı­nı nikahlamak haramdır.Bir müslüman haliyle bir müşrikcy-le de evlenemez.

4- Harpte esir edilen kocalı kadınlar, ıddetleri (şer'î bekleme müddetleri) bittikten sonra mâliklerine helâl olur.

5- Bu kadınların ıddeti bir hayizdir.   Gebe ise, doğum yapmasıdır.

6- Satın alınan kocalı câriye ile zifaf yapabilmek için eski kocasının onu boşaması lâzımdır.   Mücerted azâd etmek talâk sayılmaz.  Bâzılarına göre azâd etmek talâk sayılır. (Faz­la bilgi için fıkıh kitaplarına müracaat edilsin).

7- Nikâh-ı mut'a haramdır. Yani muvakkat nikâh kesin olarak haram kılınmıştır. [31]

 

KOCASI ÖLEN KADINLAR:

 

«Sizden Ölenlerin geride bıraktıkları zevceler kendi ken­dilerine dört ay, on gün beklerler.  Bu müddeti bitirdiklerinde artık onların kendileri hakkında meşru' bir şekilde yaptıkla­rından dolayı size vebal yoktur. Allah işlediklerinizden haber­dardır.» (El-Bakare sûresi, âyet: 234)

Cenâb-ı Hakk boşanma ve onunla ilgili meseleleri ve onu takiben süt meselesini beyân ettikten sonra kocası ölen kadın­ların ıddeti (şer'an bekleme müddeti) hakkında ilâhî hükmü­nü bildiriyor. Tâ ki boşanan kadınla, kocası ölen kadının ıd-detlerinin bir olduğu zannedilmesin. O halde:

a)  Boşanan kadının ıddeti üç hayız veya üç tuhürdür. (Ya­ni üç ay hâli veya üç temizlenme görmektir).

b)  Kocası ölen kadının ıddeti dört ay on gündür.

Boşanan kadının rahminde cenin olup olmadığı a'zamî üç ay hâli gördükten sonra ay hâlinden kesilmişse üç aydan son­ra dosdoğru, şüpheden uzak olarak anlaşılır. Hem boşanma olayından sonra kadın bu müddet içinde ancak kendine gele­bilir.

Kadının gebe olup olmadığını tesbit için zaman ölçüsü bu olmakla beraber, kocası ölen kadının dört ay on gün bekleme-sindeki hikmet ne olabilir? Üç ayını çocuklu olup olmadığını tesbite ayırırsak geriye kalan bir ay on gününü de duyulan acı­nın, tutulan matemin ancak bu müddet içinde zail olacağına hamledebiliriz. Nitekim kadının bu müddet içinde başkasiyle evlenmesi, süslenmesi, görücüye çıkması haram kılınmıştır. Evet, uzun yıllar ayni yastığa beraberce baş koyduğu hayat eşi­ni kaybetmek telâfisi güç bir kayıptır. Bunun acısı dört ay on güne kadar ancak şiddetini kaybedebilir. Ve olgun dindar bir kadın da kendini bu müddet içinde ancak derleyip toparlıyabilir.

Diğer taraftan ay hâli kesilmesi başka sebeplerden de ola­bilir. Bunun için gebeliğin teşhisi biraz zordur. Yetkililere gö­re bunun üç kesin belirtisi vardır ki en az üç ay ilâ 16. hafta­da tesbit edilebilir :

1- Ceninin kalb atışlarıdır. Gebeliğin 16. 18. haftasın­da duyulmaya başlar.

2- Röntgen, muayenesiyle görülen kemiklerdir.Bu da ancak gebeliğin 16. haftasında tesbit edilebilir.

3- Doğrudan doğruya ceninin kendi hareketidir.Bu 16-20. haftalarda olur. Kanunda çocuğun hareketini duyan an­ne, gebelik süresinin yarıyı bulduğunu anlar.

4- Diğer bir tesbit de, üçüncü ayda dışarıdan yapılan muayeneyle rahmin büyüdüğü ve ceninin teşekkül ettiği anla­şılır.

Gerçi ilk haftalarda karında bir doluluk hissedilir, fakat bu bir ur belirtisi de olabilir. Görülüyor ki gebeliğin kesin ola­rak bilinmesi ancak üç ay ile 16. hafta içinde mümkün olabili­yor. Matemi de buna ilâve edersek dört ay on gün beklemek normal bir haddir.

Buharı ve Müslim'in Hazret-i îbnü Abbas (R.A.) dan riva­yet ettikleri hadîs-i şeriften de gebeliğin bu müddet geçtikten sonra sarîh olarak tesbitine gidilebiliyor:

«Sîzin ana rahmindeki yaratılışınız kırk günde nutfe ola­rak toplanır. Sonra bu kadar bir müddet kan pıhtısı olur. Son­ra bu kadar bir müddet de et parçası olarak teşekkül eder. Ve sonra melek gönderilir de ona (insanî) ruhu nefheder.»

Bunun için Cenâb-ı Hak boşanan kadınlar için bekleme müddeti olarak üç âdet, âdetten kesilmişse üç ay, kocası ölen­ler için dört ay on gün tâyin etmiştir.

Âyet-i Kerîme'nin açık delâletinden, hükmün medhûlün-bihâ (kocasiyle cinsî münasebette bulunan) ve gayr-i medhu-lün-bihâ (kocasiyle cinsî münasebette bulunmıyan) olmak üzere sahîh bir nikâhla nikahlanan bütün kadınlara şâmil olduğu anlaşılıyor.   İcmâ da bunu böyle kabul etmiştir.

îcmâ'm bu husustaki dayanağı, âyetin umumî mahfrette olan ifâdesi ile îmam Ahmed b. Hanbel'in ve Sünen sahipleri­nin îbnü Mes'ud (R.A.) dan rivayet ettikleri, Tirmizî'nin de sahîh kabul ettiği şu hadîstir :

«îbnü Mes'ud'dan şu husus sorulmuş: Bir kadınla nikahlanıp duhul vâki olmadan ve kadına mehir olarak bir şey takdir et­meden ölen kimse hakkında ne dersiniz? Bu soru birkaç ker-re tekrar edilmiş. İbnü Mes'ud (R.A.) şöyle cevap vermiş : «Ben bu mesele hakında kendi görüşümle hükmedeceğim. Eğer isabet edersem, Allah'tandır. Hatâ edersem, benden ve şeytan­dandır. Bahsettiğiniz kadının mehri ne noksan, ne de fazla, tastamam verilir. Kendisine iddet de gerekir,. Miras hakkına da sahiptir.»

Bu cevap Hz. Ma'kıl b. Yesar el-Eşceî ayağa kalkıp de­miş ki:

— «Ben, Resûlüllah (S.A.V.) dan duydum, ayni şekilde Binti Vâşik hakkında hükmettiler..»

İbnü Mes'ud (R.A.) bunu duyunca fazlasiyle sevinmiş, ver­diği fetvada isabet kaydettiği için Allaha hamd ve sena etmiş­tir.

O halde âyetin hükmü, duhul vâki olmadan önce kocası ölen kadınları da içine almaktadır. Ancak kendisi gebe oldu­ğu halde kocası ölenler müstesna.. Çünki onların ıddeti doğum yapıncaya kadardır.   Bu hususta sarih âyet vardır :«Gebe olanların bekleme müddeti, doğumlarını yapıncaya kadardır.» buyurdular.  (El-Talâk sûresi, âyet: 4)

îbnü Abbas (R.A.) mn böyle olan kadınların da en uzun müddeti beklemelerinin uygun olacağını söylediği ve fakat son­raları el-Eslemiyye'nin hadîsine döndüğü rivayet edilir :

«Eslem kabilesinden Sübey'a kocasının vefatından birkaç gece sonra (çocuk doğrup) nifas (lohusahk) görmüş ve bunun üzerine kocaya varmak için Cenâb-ı Peygamber'e gelip İzin is­temişti. Resûlüllah (S.A.V.) ona izin vermiş ve o da evlen­mişti..»

Ölen kimsenin karısı câriye olursa, onu bu hükmün dışın­da tutmak lâzımdır. Çünki câriye iki ay beş gün bekler. Bâzı­larına göre bu böyle olmakla beraber diğer bâzıları, meselâ Muhammed b. Şîrîn ve Zahirîlerden bir kısmı cariyelerin de ayni hükme dahil olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bunlara gö­re ıddet, gebeliğin tesbitine ve matem havasının "kalkmasına matuftur ki her kadın bu hususta müsavi sayılır.

«Bu müddeti (dört ay on gün) bitirdiklerinde artık onların kendileri hakkında meşru’ bir şekilde yaptıklarından dolayı size vebal yoktur.” (El-Bakara suresi, ayet 234)

Ayet-i kerime birkaç mühim meseleye delâlet etmektedir:

a) Kocası ölen kadınlar dört ay on gün bekleyip şer’i müddetlerini bitirdikten sonra da töre dışı, ahlak harici hareket edemezler. Ancak meşru’ bir şekilde, örfe uygun olarak kendilerine bir yaşama ve geçinme yolu tutabilirler. Aksi halde doğru yola gidinceye kadar velilerinin müdahale hakkı vardır. Zamanın kaadısı da aynı müdahaleyi yapmaya me’zundur.

b) Bu kadınlar, bekleme müddetleri olan dört ay on gün içinde güzel koku sürünemezler, cazip elbiselerini giyinip kendilerini görücüye gösteremezler.

Buhari ve Müslim’in Ümmü Habibe ve Zeyneb binti Cahş (R.A.) dan yaptıkları rivayette, Rasulullah (S.A.V.) buyurdular ki:

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kadına, ölü üzerine üç günden fazla terki zinet etmesi helal olmaz. Ancak kocası için dört ay on gün terk-i zinet eyler…”

Yine bu iki sözgötürmez hadis kitaplarının kaydettiğine göre: Hz. Ümmü Seleme (R.A.) şöyle anlatıyor: “Bir kadın Cenab-ı Peygamber’e gelerek:

- Ey Allah’ın Rasulü! Kızımın kocası öldü ve kendisinin de gözleri ağrıyor; sürme sürebilir miyiz? Diye sordu.

Peygamber (S.A.V.):

-“Hayır” buyurdu.

Kadın iki veya üç defa bu soruyu tekrar etti. Cenab-ı Peygamber (S.A.V.) her def’asında “Hayır” dedi ve sonra şöyle ilave etti.:  

«Zînet ve her türlü süslenmeyi terketmek, dört ay, on gündür.  Sizler câhiliyye devrinde bir sene beklerdiniz ya!.»

Bununla ilgili olarak Zeyneb binti Ümmü Seleme diyor ki; «Câhiliyye devrinde kocası olan kadın bir çukura (evinin en izbe yerine) girer, en çirkin ve fersude elbiselerini giyinir, gü­zel koku ve benzeri şeyler sürünmez, bir yıl geçinceye kadar böyle devam eder ve ondan sonra kendisine koyun veya deve tersi verilir, o; onu attıktan sonra bu kerre ona eşek, keçi veya kuş gibi bir hayvan getirilir, onu bir müddet fercine sürerdi. Bazen da sürdüğü şeyin fena kokusundan ölür, giderdi.»

Âyet-i Kerîme üzerine geniş tahlil yapan bâzı âlimler, bu­nunla.

«Sizden zevceler (ini geride) bırakıp ölecek olanlar eşlerinin (kendi evlerinden) çıkarılmiyarak yılma kadar bakılmasını vasiyyet etsinler. Bunun üzerine onlar kendiliklerinden çıkar­larsa artık onların bizzat yaptıkları meşru' işlerden dolayı si­ze mes'uliyyet yoktur. Allah mutlak gaalibdir, yüce hikmet sa­hibidir.» (El-Bakare sûresi, âyet: 240)

Âyetinin mensûh olduğunu söylemişlerdir, tbnü Abbas (R.A.) da aynı görüştedir. Buharî'nin kaydettiğine göre: İbnü Zübeyr (R.A.), Hazret-i Osman'a (R.A.) demiş ki: âyeti diğer bir âyetle neshedümiştir; bunu mushafa yazmasan ya.. Veya bunu terketsen ya.. Hazret-i Osman ona şu cevabı vermiş: «Kardeşimin oğlu! Ben Kur'ân'dan hiç bir şeyi konulduğu yer­den değiştiremem!.»

îbnü Ebî Hâtim'in Hasan tarikiyle îbnü Abbas (R.A.) dan bu âyet hakkında yaptığı rivayete göre: Kocası ölen kadın bir yıl kocasının evinde kalır ve nafakası te'min edilirdi. Sonra mîras hakkında inen âyetle nesholundu. Şöyle ki: Kocaları öl­dükten sonra murisin çocuğuyla istima' ederse sekizde bir, iç­tima' etmezse dörtte bir hisse tâyin edilmiştir. Artık bir yü faydalanmasına lüzum kalmamıştır.

Ekseri âlimlere göre, îbnü Ebî Hâtım'm rivayet ettiği hu­sus, daha muvafıktır.   îbnü Abdilberr de ayni görüşe sahiptir. [32]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Aybaşı   hâlinden kesik boşanmış bir kadmın ıddeti (şer'î bekleme müddeti) üç aydır.   Bu müddetten önce başka kocaya nikâhlanamaz.

2- Aybaşı hâli gören boşanmış kadının bekleme müd­deti üç kur' (üç ay hâli veya üç temizlik görmek)dir.

3-  Cariyelerin bekleme müddeti  her iki halde de   hür kadınların bekleme müddetinin yarısıdır.

4- Hâmile olduğu halde boşanan veya kocasî ölen hür kadının bekleme müddeti, doğumunu yapmasıdır.

5- Hâmile olmayıp kocası Ölen kadının bekleme müd­deti dört ay, on gündür.    Cariyelerin bu hususta da bekleme müddeti hür kadınlarınkinin yarısıdır.

6- Nikâh altında bulunup duhul vâki olmadan kocası ölen kadın, mehrine ve mîras hakına sahiptir.

7-  Kocası ölen kadınlar dört ay on gün olan bekleme müddetince güzel elbiselerini giyinip süslenemezler, süs eşya­larını takınamazlar, kendilerini görücüye teşhir edemezler.

Zînetin terkinde de bir takım görüş farkları vardır:

îmam Ebû Hanîfe ile İmam Mâlik'e göre : Kadın bu müd­det içinde her türlü süs eşyasını ve süslenmeyi, güzel koku sü-rünmeyi, yüz ve basma kırem ve benzeri şeyleri sürmeyi, göz­lerine kokulu sürme sürmeyi terkeder. Ancak göz sağlığı ba­kımından sürmeye ihtiyaç hissedilirse, onun için ruhsat veri­lebilir.

îmam-ı  Şafiî'ye göre:  İhtiyaç zamanında da ancak gece kullanabilir, gündüz değil... Şafiî bu hususta Ebû Dâvud ile Neseî'nin de Ümmü Seleme (R.A.) dan yapüğı şu rivayete da­yanmıştır :

Ümmü Seleme diyor ki: Kocam Ebû Seleme vefat ettiğin­de, Resûlüllah (S.A.V.) bize geldiler. Ben de o sırada Sabır otunun usaresiden kullanmıştım.  Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.):

  «Ya Ümme Seleme! Bu ne?..» diye sordular.

  Sabır üsaresidir, güzel kokusu yoktur, dedim.

  «Bu, yüzü parlatıp güzelleştirir.   Sen onu gece kullan, gündüz olunca sil..   Güzel kokuyla taranma,   kına sürünme.. Çünkü bunların hepsi süs sayılır.»

  Peki ne ile taranayım, ya Resûlüllah?!.

  «Sidir ile taran ve başını da kaplarcasına kızıl bir bez­le Ört..»

8-  Ric'atte süs ve zîneti terketmek bir tek sözle  vâcib değildir.  Talâk-ı bâinde vacip olup olmadığı ihtilaflıdır.

îmam-ı A'zam ve îmam Mâlik'e göre kocası ölen gayr-i müslim kadın için zîneti terketmek vâcib değildir. Ayrıca Ebû Hanîfe'ye, arkadaşlarına ve Sevrîye göre: Küçük yaşta olan ni­kâhlı kıza ve müslüman cariyeye de vâcib değildir; yani bun­lar süslenebilirler. [33]

 

HULLE

 

«Bundan sonra erkek karısını (üçüncü defa olarak) bo-şarsa, kadın başka biriyle evlenmedikçe bir daha kendisine (ilk kocasına) helâl olmaz. Bununla beraber eğer ikinci koca onu boşarsa, Allah'ın sınırlarım koruyacaklarım zannederlerse (iddet bittikten sonra eski) karı- kocanın birbirlerine dönme­lerinde bir vebal yoktur.   Bunlar bilen ve. anlayan bir millet için Allah'ın açıkladığı sınırlardır.»    (El-Bakare sûresi, âyet: 230)

Yüce İslâm dini boşama yetkisini erkeğe verirken onu bu hususta tamamen serbest bırakmamış, kadının haklarını koru­mak için bir takım müeyyideler ve şartlar koymuştur :

a) Nikâh akdinde müeccel (sonradan ödenmek) veya mu­accel (peşin ödenmek)  üzere  «mehr»in tâyini, erkeğin buna borçlu oluşu, müeccel ise boşamada herhalde Ödenmesi..

b) Gelişi güzel boşamanın doğru olmıyacağı, boşama illâ icap ediyorsa «Hasen-i talâk»   (sünnete uygun olan boşama) şeklinin tatbik edilmesi, yani üç boşamadan her birinin içinde cinsî münasebet yapılmıyan   temizlik devresinde   vuku' bul­ması..

c) Erkeğin boşama hususunda çok dikkatli olması, rast-gele boşama kelimesini ağzına almaması, aksi halde şaka yollu bile olsa üç defa ağzından «seni boşadım» kelimesi çıkacak olursa kadının tamamen boşandığı ve bir daha dönme imkânı olmayışı..  Meğer ki ikinci bir kocayla evlenip ondan da boşan­dıktan sonra dönüş yapıla.. O takdirde ileride belirtilecek şart­lar dahilinde yeniden evlenmeleri caiz olur.

Ebû Hüreyre (RA.)) in rivayet ettiği bir hadîs-i şerifte buyuruluyor ki:

«Üç şey vardır ki bunların ciddisi de ciddî, şakası da cid­dîdir:  Nikâh, talâk ve ric'at..» [34]

Bu hadîsi Neseî'den başka diğer dördü rivayet etmiş, Hâ­kim de bunu sahîh görmüştür.

d) Ayrıca, çocuk varsa onun nafakasını vermek zorunda oluşu.

e) Bütün bunların fevkinde manevî mes'uliyetin ve ağır bir vebalın terettüp edeceği..

Meyyidelerin çoğu diğer ilgili âyetlerle belirtilmiştir. Bu­rada sadece kadın ikinci bir kocadan boşandıktan sonra ilk ko-casiyle birleşme keyfiyeti tasrîh ediliyor. Erkek karısını üçün­cü defa boşarsa artık o kadın ona haram olur; başka birisiyle evlenmedikçe helâl olmaz.

îslâm fıkhında ikinci bir kocayla evlenmeye «Hülle» denir.   Bunun bir takım şartları vardır :

1- Boşanan kadın, ikinci kocaya iddeti (şer'î müddeti) bittikten sonra varabilir,   tddet içinde evlenemez..

2- Bu evlenme tekrar boşanıp ilk kocayla birleşmeye matuf olmayacak.   Çünki «nikâh-ı müt'a» (muvakkat nikâh) haramdır.

3- îkinci koca kendi isteğiyle onu boşarsa, o takdirde kadın iddeti (şer'î müddeti) bittikten sonra birinci kocasına varabilir.

4- îkinci koca onu boşamaya icbar edîlemiyeceği gibi, imâ yollu bile olsa kendisine teklîf yapılamaz.   Nikâh akdi de bu gaaye için yapılamaz.

Kadm ikinci kocayla evlendikten sonra aralarında cinsî münasebetin vukuu gerekir. Aksi halde boşansa bile birinci kocayla birleşemez.

Gerçi bu hususta hukukçular arasında görüş farkı vardır: Saîd b. Müseyyeb'e göre, ikinci kocayla nikâh akdinin yapılma­sı kâfidir; cinsî münâsebet şart değildir. îbni Ömer'in rivayet ettiği «ûseyle» hadîsine dayananlara göre, nikâhtan sonra cin­sî münasebet şarttır. Ekserî fukahâya göre doğru olan da bu ikinci görüştür. Şafiî ve Mâlik'e göre: (men tenekkaha) deki nikâh, akidde esas, cinsî münasebette mecazdır. Bu i'ti-barla onlara göre ikinci kocayla cinsî münasebet şart değildir. Bu hususta daha zahir olan görüş: «Nikâh» kelimesinin akid ve cinsî münâsebet mânâlarında müşterek olduğudur.

Buharı ve Müslim'in ittifakla aldıkları Hz. Âişe (R.A.) ha­dîsinde Rıfaa'nın karısı, Cenâb-i Peygamber'e gelerek

  Ey Allah'ın Resulü! Ben, Rıfaa'mn karısı idim.   Sonra ondan boşanıp Abdurrâhman b. Zebîyr ile evlendim.   Bununla da olanı şu elbisenin ucu gibi buldum (yani tenasül uzvu çaput gibidir), dedi. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) tebessüm ettiler ve:

  «Sen tekrar Rıfaa ile evlenmek nü istiyorsun? Hayır bu olamaz. Meğer ki, a senin balçığını, sen de onun balçığını, tadasınız. (Ancak bu takdirde ikinci kocan seni boşar, iddetin de biterse birincisiyle evlenebilirsin) buyucular.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi ikinci kocaya nikahlanma, hülle için olmıyacak. Aksi halde nikâh-ı müt'a olur ki bu caiz değildir. Nitekim îmam Mâlik ile İmam Âhmed'e göre hülle niyetiyle yapılan nikâh bâtıldır (şer'î bir akid sayılmaz). Şafiî ve Hanefîye göre, hülle tasrîh edilmeksizin sadece ona azmet­mekle nikâh sahîh olur, şeklinde bir içtihada varılmışsa da bi­rincilerin delili daha kuvvetli ve İslâm ahlâkına daha uygun­dur.

Tirmizî'nin îbnü Mes'ud (R.A.) den tahrîç ettiği hadîste, hülle yollu nikâh yapanlara ve yaptıranlara lanet edilmiştir:

«Resûlüllah (S.A.V.) bedenine İğne ile darp yapana da yaptırana da, saçını başkasına verene de onu alıp takana da, hulleciye de kendisi İçin hülle yapana da lanet etmiştin Tir-mizî - îmam Ahmed - Neseî).

Ayrıca îmam Ahmedi'n Hazret-i Ali (R.A.) den tahrîc et­tiği hadîste:

«Cenâb-ı Resûlüllah (S.A.V.) ribâ (faiz) yiyene, yedirene, şahit ve kâtibine, bedenine iğne île darp yapana ve yaptırana, sadaka ve zekâtı men'edene, hulleciye ve kendisi İçin hülle ya­pana lanet etmiştir,» buyuruluyor.

Ayni hadîsi Şa'bî tarikiyle Ebû Dâvud, Tirmizî ve îbnü Mâ-ce rivayet etmişlerdir.

Tirmizî'nin Câbir b. Abdullah (R.A.) den yaptığı rivayette:   Resûiüllah (S.A.V.)  ciye de, kendisi için hülle yapılana da lanet etsin?» buyurdu­lar. [35]

îbnü Mâce'nin'münferiden, Uvbe b. Amr'den yaptığı ri­vayette, Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.) buyurdular ki:

  «Sîze emaneten alınmış tekeden haber vereyim mi?»

  Evet ya Resûlellah!

  «O, hullecidir. Allah hulleciye de kendisi için hülle yapı­lana da lanet etsin!»

Hülleyle ilgili dört hadîs daha vardır ki buraya almaya lü­zum görmedik. Geniş bilgi almak istiyenler Kurtubî, îbnü Ke-sîr tefsirlerine, Buharî'nin şerhi Ayniy'e ve Ebûbekir el-Râzî'-nin Ahkâmü'l-Kur'ân'ına müracaat etsinler.

Kadın bir veya iki talâkla boşandıktan sonra iddeti biter ikinci bir kocayla evlenir ve sonra ondan da boşanır, şer'î müd­deti bittikten  sonra tekrar birinci kocasiyle evlenecek olursa, üçe varmak için geri kalan talâkı kalır mı, yoksa ikinci kocaya varmakla bunlar hükümsüz mü kalır? imam Mâlik ve îmam-ı Şafiî ve İmam Ahmed'e göre : Eski talâklar muteberdir. Me­selâ : İki talâkla boşanmışsa, tekrar evlenmesi halinde bir ta­lâkı kalmış olur. Ebû Hanîfe'ye göre : İkinci kocaya varmak­la, eski talâklar hükümsüz kalmıştır. Yemden üç talâk hakkına sahip olur. [36]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Üç şey vardır ki bunların ciddîsi de ciddîdir, şakası da ciddîdir: Nikâh, talâk, ric'at...

O halde şaka yollu bile olsa erkeğin kendi karısına «Seni boşadım» demesi doğru değildir; İslâm fıkhına göre bu, bir hüküm taşır.

2- Hülle kasdiyle kadının ikinci kocaya nikâhlanması haramdır. Çünki muvakkat nikâh caiz değildir. O halde nikâh akdinde hülleden bahsedilemez.

Bunun gibi, yanında mahremi olmayan kadının hac farizasuu yerine getirmek için muvakkat nikâhla evlenmesi haramdır.

3- İkinci koca kadını boşamaya icbar edilemez. Hattâ bu hususta kendisine teklif bile yapılamaz.

4- İkinci kocadan ayrılan kadının birinci kocayla tek­rar birleşebilmesi için ikinci kocayla,   ayrılmadan önce cinsî münasebette bulunması şarttır.

5- Bir veya iki talâkla boşandıktan sonra, ikinci koca­ya nikahlanan ve sonra ondan da boşanan kadının birinci ko-casiyle olan talâk hakkı yeniden mi başlar, yoksa üçü doldur­mak için geri kalan talâk hakkı mı bakidir?

Ebû Hanîfe'ye göre: İkinci kocaya varmakla eski talâk­lar hükümsüz kalmıştır, yeniden üç talâk hakkı vardır. Diğer üç imama göre : Eski talâklar hükümsüz kalmamıştır; üçü dol­durmak için geri kalan bir veya iki talâk hakkı bakidir. [37]

 

YETİM KIZLARLA EVLENMEK VE TEADDÜD-İ ZEVCÂT

 

«Eğer (velîsi veya vasiysi bulunduğunuz mal sahibi) ye­tim kızlarla evlenmekle, kendilerine haksızlık yapmaktan kor-karsanız, onlarla değil, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz; şayet bunların da aralarında adaletsizlik yapmaktan korkarsaniz bir tane (almalısınız)"veya sahip olduğunuz câriye ile yetinmelisiniz. Doğru yoldan sap­mamanız ve zulmetmemeniz için en uygunu budur.» (En-Nisâ sûresi, âyet:  3)

Az yukarıda olduğu gibi burada da yetimin bir takım hak­larına temas ediliyor. Evlenme çağına erişen yetim kızları ni­kahlamak istiyen veliy veya vasiynin bu hususta da bir adaletsizliğe sapmaması, diğer kadınlarla evlenirken verilen mehrin bir mislinin ve hattâ fazlasının yetim kızlardan esirgenmemesi tenbîh ediliyor.

Rivayete göre, bu âyet inmeden önce yanlarında bulunan mal sahibi yetim kızlarla evlenmek isteyen veliy veya vasiyler, hem onların öz malını vermez, hem de normal mehrini verme­ye yanaşmazdı. Bu tarz adaletsizlik o masum kızların şeref ve i'tibarını düşürüyor ve akranı yanında onlarda bir eksiklik hissettiriyordu. Üstünlük ve şerefin tekvâda olduğunu bildi­ren Allah, yetim kızların da şeref ve i'tibarmı, haysiyet ve in­sanî haklarını koruyarak yukarıdaki âyeti indirdi.

Nitekim Buharî ve Müslim'in Urve bin Zübeyr (R.A.) den yaptıkları rivayet bu hususu takviye ediyor. Hazret-i Urve di­yor ki:   «Ben, Hazret-i Âişe (RA.) denâyetinin mânâsını ve niçin indiği­ni sorduğumda buyurdular ki: «Hemşirezadem! Âyette bahse­dilen yetime, mal sahibi olan yetimdir ki velîsi onun malına ve güzelliğine meyleder de mehrinde adaleti gözetmez, ona ak­ran ve emsaline verilen mehirden aşağı bir miktar vermek is­ter. Âyet-i Kerîme böyle velîler hakkında inmiştir.  Bu âyet in­dikten   sonra halk tereddüde   düşüp tekrar bu £ibi yetimler hakkında Resûlüllah (S.A.V.) dan fetva istediler.  Bu kerre Ni-şâ sûresi 127. âyet indi.   Meâlen şöyledir :  «Ey Muhammed! Kadınlar hakkında senden fetva isterler, de ki: Onlar hakkın­da fetvayı size Allah veriyor. Bu fetva, kendilerine yazılmış (farz olan mirası) vermediğiniz ve onlarla evlenmeyi arzuladı­ğınız yetim kadınlar, zavallı çocuklar ve yetimlere doğrulukla bakmanız hususunda Kitab'da size okunanıdır.   Ne İyilik ya­parsanız Allah onu bilir.»

Diğer bir rivayette de iniş sebebi olarak câhiliye devrin­deki erkeklerin vesayetinde bulunan yetim kızlara yapılan mu­amele gösteriliyor. Bu hususla ilgili Kur'ân-ı Hakîm ve Meâl-İ Kerîm'de dip not olarak kaydedilen cümleleri aynen alıyorum:

«Cahiliyyet devrinde erkekler vesayetleri altındaki kızlar­la, mallarına gözdikerek evlenirlerdi. Birkaç yetim kızla teeh-hül edenler de vardı. Yetimler kimsesiz oldukları için zevç­leri gerek mehirde, gerek teehhülden sonra kendilerine türlü türlü haksızlıklar ve eziyyetler yaparlardı. Hattâ miraslarına konmak için ölmelerini isteyenler de bulunurdu. Cenâb-ı Hak bu âyet-i kerîmede kimsesiz yetimlere haksızlık etmemek hu­susunda kendisine güvenmiyenlere, kimsesiz olmadıkları için Öyle bir haksızlık yapmaktan çekinecekleri, diğer kadınlarla ev­lenmelerini emretmiş, bu suretle ayni zamanda yetimlerin de hukukunu sıyânet buyurmuşdur.»

Ikrime'den yapılan rivayette ise, deniliyor ki : Kureş'ten bir adamın birkaç karısı olur, ayrıca yanında birkaç yetîrn kız da bulunurdu. Kendi malı tükenince o yetimlerin malına yö­nelir, istediği gibi tasarruf ederdi. Bu sebeple yukarıdaki âyet indi.

Bunun sonucu olarak da yetimler hakkında adalet yapma­maktan korkuyorsanız, sadece bundan korkmanız kâfi değil­dir; zinadan da korkun, hoşunuza giden kadınlardan iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz. Bekâr yaşayıp zinaya sapmak ve­ya bir kadınla evlenip başka kadınlar peşinde koşup haram irtikâb etmek elbetteki cemiyet, aile ve fertler için çok zarar­lı ve tehlikelidir. Mücâhid (Rahmetü'llahi aleyh) âyetin tefsi­rinde bilhassa bu mânâ üzerinde durmuştur.

Hasan el-Basrî (Rahmetü'llahi aleyh) diyor ki: «Medi-neli bir adamın yanında mal sahibi bir çok yetim kızlar bu­lunur, onların malına başkaları sahip çıkmasın diye  ister is­temez onlarla evlenir, fakat dosdoğru kocalık yapmaz, bir çok vecîbeleri yerine getirmezdi. Cenâb-ı Hak onların bu kötü tutumunu ta'yîb ederek yukarıdaki âyeti indirmiştir.»

Saîd b. Cübeyr, Katâde, Dahhâk ve Süddî'ye göre, bu âyet, dörtten fazla kadın alıp ayrıca yanında mal sahibi yetim besli-yen kimseler hakkında nazil oldu. Şöyle ki: Kadınları bes­leyebilmek için bazen yetimlerin hakkına tecavüz ederlerdi. Al-lahu Teâlâ onlara, yetim kızlar hakkında adaleti gözetmekle emrolunduğunuz gibi kadınlar hakkında da adaleti elden bırak­mayın, bunun için de en çok dört kadınla evlenebilirsiniz, bu­yurdu.emrinin vücub için yanı nikâhın vâcib olduğuna, evlenmiyenlerin bu vücubu terkettiklerine, delâlet ettiği­ni söyliyenler, şu mantıkî kaaideye dayanırlar: Ayetteki «Fen-kihû» kelimesi emirdir, emir ise vücub içindir. O halde «Fen-kihû» da vücub içindir.

îmanvı Şafiî ise, bu emrin nikâhın vücubuna ait olmadığı­nı, sadece nikâh adedinde helâl olan miktarı beyân için indiğini söylemiş ve buna âyetini delil olarak göstermiştir.

Âyette «ikişer ikişer», üçer üçer», «dörder dörder» buyu-rulmasındaki ilâhî murad: Herkes mâlî gücüne, adaleti tatbik İHikâmna göre iki kadını idare edeceğini kestiriyorsâ, iki kadın­la, üç kadım idare edeceğini kestiriyorsâ üç kadınla ...... tâ dörde kadar evlensin.  Bundan fazlası haramdır.

îmam-ı Tirmizî'nin yaptığı tahrîce göre : Kays b. Hars ve­ya Hars b. Kays diyor ki; «Müslümanlığı kabul ettiğimde ya­nımla nikâhlı sekiz kadm bulunuyordu. Durumu Hazret-i Pey­gamber'e arzettiğimde, bunlardan gadretmemek kaydiyle — dört tanesini yanımda alıkoymamı, diğerlerini bırakmamı em­retti.»

îmam-ı Şafiî ve birçok âlimler bu âyete dayanarak hür kimsenin dört kadınla, kölenin iki kadınla evleneceği yargısı­na varmışlardır. Çünkü «Ev mâ meleket eymânuküm» cüm­lesinden, âyetin yalnız hürlerle ilgili olduğu anlaşılıyor. İmam Mâlik'e göre, âyet umum ifâde eder, hür ve köle ikisi de dörde kadar evlenebilir.

«Şâyed birkaç kadın arasında adaletsizlik yapmaktan kor-karsanız bir tane (almalı ve onunla yetinmelisiniz)».

Mealinde olan âyetin tefsirinde «el-Mer'etü Beyne'1-fıkhi veTKanun» adlı kitapta geniş ve tatminkâr bilgi verilmiş ve bu yönden îslâmiyete dil uzatanlara lâyık oldukları cevabı ta­rihî ve ilmî vesâika dayıyarak ifâye çalışılmıştır. Geniş bilgi için adı geçen esere müracaat edilmesi tavsiye olunur.

Ayrıca Kur'ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm'in birinci cilt sa-hife 118'de geçen izahatı buraya almayı faydalı buldum. Deni­liyor ki: «İslâm'dan evvel zevcelerin sayısı tahdid edilmiş de­ğildi. Onun için bir adamın on, hattâ daha fazla karısı bulu­nabilirdi. Bu âyetle zevcelerin sayısı a'zamî dörde indirilince bundan ziyâde karısı bulunan müslümanlar, fazlasını derhal terkettiler. Zevceler arasında «adalet», yedirme, giydirme, ba­rındırma, zevci muamele, sevgi vesaire hususlarında tam bir müsâvilikdir. Bu te'min edilmeyince  ki te'mini hemen he­men imkânsızdır bir zevce ile iktifa etmek zaruridir. «Bu (bir tek câriye veya zevce) sizin (Hakdan) eğrilip sapmama­nıza daha yakındır, «kaydı da asî olan kaaidenin, adalet kaaide-sinin bir tek zevce ile evlenmekden ibaret olduğunun pek açık bir delilidir. îslâm düşmanlarının dillerine doladıkları gibi «teaddüd-i zevcât» aslî bir kaaide değil, bir şazdır. Düşünmeli ki bu âyetin nüzulü zamanında on ve daha ziyâde zevceye mâ­lik adamlar vardı. Cenâb-ı Hak bunu a'zamî dörde indirmiş, onu da tatbiki çok güç bir «adalet» esâsına dayamıştır. Bu suretle gitdikçe teaddüd azalmış, müslümanların kısm-ı a'za-mı bir zevce ile iktifa etmeyi esâsı bir kaaide olarak tanımış­tır.»

Demek ki îslâm dîni birkaç kadınla evlenmeyi, adalet kur­mak, eşit muamele etmek şartiyle mubah kılmıştır. Çünki ha-dîs-i şerif «Nikâh benim sünnetimdir; kim benim sünnetimi terkederse, benden değildir», [38] nikâhın müekked bir sünnet olduğunu beyân ediyor. Kadım besliyemiyecek durumda bulunan veya birkaç kadın arasında adaleti te'sis edemiyecek endişesi halinde, bi­rincinin tamamen evlenmesi, ikincinin birden fazla kadın al­ması mekruh olur.

Ancak cumhura göre, nefsin galeyanı, zinaya düşme kor­kusu baş gösterince, kadım beslemeye kudreti olanların evlen­mesi farz-ı ayndır. Bununla beraber Hanefîlere göre, bu du­rum ferdî nokta-i nazardan galeyan hâlinde vâcib, itidal halin­de sünnettir. Farz-ı kifâye olduğunu soyliyenler olmuşsa da Hanefîlerin görüşü rivayet bakımından daha uygundur.

O halde »Teaddüd-i zevcat» sadece bir müsaade ve ibâha-dır. înfak ve adalet te'sisi gerçekleşmeme korkusunda ise mekruhtur. Nitekim bugüne kadar yapılan tecrübeler, birkaç kadın arasında adaletle hareket etmenin güçlüğünü meydana koymuştur. Ekseri insanlar için durum budur, pek azı, Al­lah'ın emrettiği şekilde adaleti kurabilir. Nisa sûresi 129. âyet­le buna güç getirmenin çok zor olduğuna, işaret edilerek bu-yuruluyor ki: «Kadınlar arasında adalet (ve eşit muamele) etmeye ne kadar hırs gösterseniz de buna asla güç getiremez­siniz.»

Şimdi, âyet-i kerîmenin ışığı altında «Teaddüd-i zevcat» (birkaç kadınla evîenme)nin tahliline gelelim. Bu konuda az yukarıda da işaret ettiğim gibi Dr. Mustafa'nın «el-Mer'etü Beyne'l-Fıkhı ve'1-Kanun» adlı eserinden birkaç paragraf alı­yorum.

«Aslında çok kadınla evlenmeyi, ilk getiren İslâm dîni ol-mamşıtır. Ondan çok önce Hindistanda, Cinde, Babil, Asur ve Mısırlılar arasında bu âdet mevcut idi. Ayni zamanda bu hu­susta belli bir sınır da yoktu. Bir adam istediği kadar kadınla evlenebilirdi.   Bazen bu, yüz'ü de geçerdi.

Yahudî diyaneti de teaddüde bir sınır koymamıştır. Tev­rat'ta ismi geçen Peygamberlerin —istisnasız olarak hepsi­nin birçok karısı varmış. Yine Tevrat'ta kaydedildiğine gö­re, Süleyman Peygamber'in 700 hürre, 300 câriye olmak üzere 1000 zevcesi varmşı .

Hıristiyanlıkta da teaddüd-i zevcati men'eder mahiyette kesin bir hüküm veya beyân yoktur. Ancak va'z ve nasihat yollu : «Her erkek için zevci yaratılmıştır» deniliyor ki bu ifâ­de ile mutad ahvalde bir erkeğin bir kadınla evleneceği istid­lal edilebilir, tslâm dîni daha açık bir beyânla, ailenin huzur ve saadetine medar olacak adaletin te'sisini şart koşmuştur.

Zaten İncil'de bu hususta bir nass (kesin beyân) mevcut değildir.   Ancak Pols'ün risalelerinin bir kısmında teaddüdün 1 caiz olduğuna dair bir takım kayıtlar mevcuttur.»

Sonuç:

Bu kısa izahatımızdan da anlaşılıyor ki, çok kadınla evlen­meyi islâm dîni getirmemiş, bilâkis ondan çok Önce bu âdeti sınırsız olarak yaşayan kavim ve milletlerin bu kötü âdetlerini sınırlamış ve kadına lâyık olduğu mevkii sağlamıştır. Birden fazla kadınla evlenmeyi mubah kılarken adaletin kurulmasını şart koşmuştur. [39]

 

Âyetten Çıkarılan Hükümler:

 

1- Evlenme çağma gelen mal sahibi yetim kızlarla ev­lenmek istiyen veliy veya vasiyler, onları malları için değil de ancak onların haklarını korumak, cemiyet arasında i'tibar ve şereflerini artırmak için evlenebilir.

2- Yetim kızlarla evlenmek istiyenler,   yetim olmayan kızlara verilen mehrin mislini ödemelidirler.

3- Dörtten fazla kadınla evlenmek haramdır.

4- Birden fazla kadınla evlenebilmek için infak ve ada­letin tahakkuku şarttır.   Buna güç getiremiyenler için birden fazla kadınla evlenmek doğru değildir, mekruhtur.

5- îmam-ı Şâfî'ye göre hür erkek dört kadına kadar, köİe ise iki kadına kadar evlenebilir.   îmam Mâlik'e göre âyet umum ifâde ettiği için her ikisi de dörde kadar evlenebilir.

6-  Evlenme, ferdî noktai nazardan galeyan halinde  vâcib, i'tidal halinde sünnettir.[40]

 

CARİYELERLE EVLENMEK

 

«Sizden, iffetli hür mü'min kadınlarla evlenmeye güç ge-tiremlyen kimse, elleriniz altındaki mü'min cariyelerinizden alsın. Allah sizin îmânınızı çok iyi bilir. Birbirinizdensiniz (sizle cariyeler) ayni soydansınız. Onlarla, zinadan kaçınma­ları, iffetli olmaları ve gizli dost tutmamış olmaları halinde, velîlerinin İzniyle evlenin vç örfe uygun bir şekilde »nehirlerini verin. Evlendiklerinde zlnâ edecek olurlarsa, onlara hür ka­dınlara edilen azabın yarısı edilir.

Bu câriye İle evlenme izni, içinizden günaha girme korku­su olanlaradır. Sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Allah bağışlar, merhamet eder».   (En-Nisa sûresi, âyet: 25)

Köleliğe son vermek, mevcud köleleri hürriyetine kavuş­turmak için îslâm dîni pedagojik ve psikolojik bir yol takip etmiş ve bu hususta bir çok prensipler koymuştur.Yukarıdaki âyette ise, cariyelerin fazla hakîr görülmemesi tenbîh edi­lerek insan haklarına, kadının cemiyet içindeki yerine dikkati­miz çekiliyor: «Hepiniz ayni soydansınız» buyuruluyor. Demek oluyor ki, îslâm dîni beşer arasındaki muvazeneyi sağlamak, insan haklarım tâyin etmek için şu esasları da koymuş bulu­nuyor : «Allah bizi; insanları, kulların kulluğundan bir olan Allah'a ibâdete, dünyanın dar çemberinden geniş ufuklara, bâ­tıl dinlerin zulmünden îslâmiyetin adaletine yöneltmek için göndermiştir. Müslümanların yanında bütün milletler ve in­sanlar — insan olma haysiyetiyle— eşittirler. Bütün insan­lar Hazret-i Âdem'den, Âdem de topraktandır. Hiçbir Arabın Arap olmayana ve Arap olmayanın da Araba tekvâdan baş­ka bir üstünlüğü yoktur.»

Âyet-i Kerîme'de «Tavlen» kelimesi, üç mânâya tefsir edil­miştir :

1. Geniş imkân ve zenginlik.

Bu, İbnü Abbas, Saîd b. Cübeyr, Süddî ve İmam Mâlik'e göredir. O halde mehri vermeye kudreti olmayanlar, kasdedi-liyor ki tmam-ı Şafiî ile imam Ahmed ayni görüştedirler.

2. Hürre.

Bu mânâyla «hür kadınla» evlenmeye güç getiremiyen, ya­ni malî kudreti olmayan, mânâsı irâde edilmiş oluyor. Keli­meyi bu mânâya göre tefsir edenlere göre : Hür kadın ile ev­lenmek için malî kudreti olan kimse\e cariyeyle evlenmek he­lâl olmaz.   Ebû Yûsuf ile Imam-ı Taberî ayni görüştedirler.

3. Sabır ve temkin.

Bu mânâyla, sevdiği cariyeden bir türlü vazgeçemiyen ve bu sevgiyi yenerniyen kimse, mü'min hür kadınla evlenmeye bir türlü sevgisini çeviremiyorsa, artık cariyeyle evlenebilir.

Bu, Katâde, Nahaî, Atâ' ve Süfyân Sevrî'nin kavlidir.

îmam Ebû Hanîfe ile Mücâhid'e göre de hür kadınla ev­lenme imkânı olduğu halde bir kimse isterse, onunla değil de bir câriye veya bir ehl-i kitab ile evlenebilir. Bu, dinde, Ce-nâb-ı Hakk'm bize bahşettiği bir genişliktir. Nitekim Abbâd b. Abduîlah'm Ali (RA.) den yaptığı rivayette :

«Câriye üze­rine hür kadın ile evlenilirse, hür kadın için iki, câriye için bir gün (tahsis edilir),» buyuruluyor ki, bu da hem hür, hem de cariyeyle evlenmenin, yani ikisini birden nikâh altına almanın caiz olduğunu göstermektedir. Saîd b. Müseyyeb, Ata' b. Ebî Rebâh, îmam-ı Şafiî, Ebû Sevr ve bir kısım rey tarafdarları-mn görüşü de budur.

Zuhrî, Mâlik, Ahmed b. Hanbel ve Ishâk'a göre, bu durum­da hür kadın arzusuna bağlıdır; isterse kocasiyle birlikte ka­lır, isterse derhal ayrılır.

Abdulmelik'e göre, hür kadın serbesttir; dilerse cariyenin nikâhını ikrar eder, dilerse fesheder.

Bu cümlenin   tahlil tefsirinde görüş farkları vardır :

a) Bâzı âlimlere göre hür kadm ile evlenme imkânı olma­yan kimse, başkasının câriyesiyle evlenebilir; kendi câriyesiyle değil.

b) Mü'min olmayan cariyeyle de evlenmek caiz değildir. îmam Mâlik ve arkadaşlarına, îmam-ı Şâfiı ve arkadaşlarına, Sevri, Evsâî, Hasan el-Basrî, Zührî, Mekhûl ve Mücâhid'e gö­re de böyledir.

c) Rey terafdarlarmdan bir kısmına göre, ehl-i kitab olan cariyelerle de evlenmek caiz değildir. Ebû Meysere Amr b. Şurahbîl de ayni görüştedir. Az yukarıda da belirttiğimiz gibi îmam Ebû Hanîfe'den de böyle bir rivayet yapılmıştır.cümlesinin tefsirinde de görüş farkı vardır:

a) «îhsân», bâzılarına göre «îslâm^ demektir. Bu mânây­la, zina eden câriye «ıüslüman olmamışsa, kendisine had ge­rekmez.  Ancak ta'zîr edilir.  Abdullah b. Mes'ud, îbnü Ömer, Enes b. Mâlik, Esved b. Yezîd, Saîd b. Cübeyr, Atâ', îbriübîm Nahaî. Şa'bî ve Süddî'ye göre de böyledir. Hazret-i Ömer (R.A.) den de böyle bir rivayet vardır. îmam-ı Şafiî de ayni görüştedir.   Bunların delili ise, Hazret-i Ali (R.A.) den yapılan rivayettir, Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.): Şeklinde tefsir etmiştir [41]

b) Bâzısına göre evli kadın demektir. Yani evli olan câ­riye zina ederse, hür-kadına tatbik edilen cezanın yarısı ken­disine tatbik edilir.   Bu, îbnü Abbas, Mücâhid, Ikrime, Tavus ve Katâde'ye göredir.

c) Cumhurun mezhebine göre, câriye ister müslime, işer kâfire olsun  İnâ ettiğinde ona elli değnek vurulur.   Ev­li veya bekâr oluşu da bu cezaya te'sir etmez.   Çünkü cumhur burada «mentuk mefhumdan mukaddemdir» der.  Delil olarak da Müslim'in Hazret-i Ali (R.A.) den yaptığı şu rivayeti göste­rirler :

«Ey nâs! Cariyeniz zina ederse, ister evli olsun ister be­kâr, ister müslime olsun, ister kâfire  ona had tatbik ediniz. Çünkü Resûlüllah'in bir cariyesi zina etmişti, ona had tatbik etmem için bana emrettiler. Fakat kadın aybaşı hali içinde bu­lunduğundan, elli değnek vurmam neticesinde Öleceğinden en­dişe ettim, durumu Resûlüllah'a 'arzettim. «îyi etmişsin, aybaşı hali geçinceye kadar dokunma, bırak» buyurdular.

Ebû Hüreyre'nin yaptığı rivayette ise, Resûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdular:

«Sizden birinizin cariyesi zina ederse, ona had olarak (el­li değnek) vursun, fakat başa kakıp onu ayıplamasın. Sonra ikinci defa zina ederse, yine ona had vursun, başa kakıp ayıp­lamasın. Sonra üçüncü defa zina eder ve zinası tebeyyün eder­se, artık onu kıldan bir urgan karşılığında bile. olsa satsın.» [42]

Müslim'in rivayetinde ise «Üçüncü defa zina ettiğinde artık dördüncü defa onu satsın.» şeklindedir.

d) Bâzısına göre de Âyet-i kerîme, evli olan cariyeye yarı had (elli değnek) vurulacağına delâlet etmektedir. Evli olma­yan cariyeler ise, şu âyetin şumuluna girer :

Ayrıca bu âyeti izah eder mahiyette olan Ubâde b. Sâmit'in rivayet ettiği hadîsîe de belirtilen hüküm anlaşılmaktadır :

«Benden (dinleyip) alın, benden (dinleyip) alnı! Allah on­lara (cariyelere) de bir yol gösterdi: Bekâr câriye bekâr erkek İle rina ederse, yüz değnek vurulur ve bir yıl sürgün edilir. Ev­li câriye, evli erkekle zina ederse yüz değnek vurulur ve taş ile recmedilir.»

Son bölümdeki görüş ve tefsir son derece zayıftır. Çünkü Cenâb-ı Hakk evli olan cariyeye (elli değnek) vurulmasını em­reder de evli olmayana yüz değnek vurulmasını ve bir yıl sür­gün edilmesini mi buyurur? Böyle bir hüküm tslâm hukuku­nun genel kaaidesiyle asla bağdaşamaz.[43]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- İffetli mü'min cariyelerle evlenmek caizdir.

2- Ebû Hanîfe'ye göre, hür kadınla evlenme imkânı ol­duğu halde, onunla evlenmeyip câriye ve ehl-i kitaptan bir ka­dınla evlenmek de caizdir.

3- Hür kadın için iki, câriye için bir gün tahsis etmek adalete uygundur.

4- îmam-ı Şafiî'ye göre mü'min olmayan cariyeyle ev­lenmek caiz değildir.

5- Zina eden cariyeye yan had (elli değnek) vurulur.

6 -Kendisine had vurulması gereken kadın aybaşı ha­linde bulunuyorsa, bu hal geçinceye kadar had te'hir edilir.

-  îmam Mâlik ve tmam Ahmed b. Hanbele göre, hür kadınla evli bulunan kimse cariyeyle de evlenecek olursa, hür kadın isterse kocasiyle birlikte evlilik hayatını devam ettirir, isterse derhal ayrılabilir.[44]

 

KARI - KOCA ARASINI BULMAK İÇİN HAKEM GÖNDERMEK :

 

«Eğer kan İle kocanın arasının açılmasından endişe eder­seniz, biri koca tarafından, biri de kadın tarafından olmak üze­re İki hakem gönderin. Hakemler (veya kan - koca veya on­ların velîleri) düzeltip banşdırmayı dilerlerse, Allah da onla­rın arasım tevfîk u te'lîf eder. Şüphesiz ki Allah bilendir (ve her şeyden) haberdardır.» (En-Nisâ sûresi, âyet: 35)

Nisa sûresi 34. âyetle, hırçınlık edip isyankâr tavır takın­ma yalnız karıdan oiursa, düzeltme çareleri ve yolları göste­rilmişti. Bu âyetle ise iki tarafın (karı ile koca) arası açılırsa ve ikisinin de bu hususta endişe verici söz ve davranışları olur­sa, aralarım bulmak için ne yapmak gerektiği belirtiliyor.

Çünkü İslâm dininde bir şeyin ıslâhı (düzeltilmesi) müm­kün olduğu müddetçe ifsada gidilmez. Bilhassa konu aile yu­vası olursa, olanca hassasiyetin gösterilmesi tenbîh ediliyor.

îslâm hukukçularına göre, karı ile koca arası açıldığında hâkim onları güvenilir bir adamın nazaretine bırakır; ikisinden hangisinin zulmettiği, hangisinin daha çok haksızlıkta bulun­duğu tesbît edilir. Aralarındaki gerginliği kaldırmak için hâkim, biri kadın tarafından, biri de erkek tarafından olmak üzere iki güvenilir hakem gönderir. Artık hakemler durumu tetkik ederler; kan-koca lehinde birleşme, ayrılma hususla­rından uygun olanı ne ise ona karar verirler. Fakat âyette ay­rılma hususu meskût geçildiği için, Cenâb-ı Hakkın muradı, ka­rı - kocanın birleşip aile yuvasını huzur içine devam ettirmele­rinden yana olduğu anlaşılıyor.

Şayet iki tarafın yakınlarından güvenilir kimse bulunmaz­sa, o takdirde karı - kocanın tensip edeceği (veya hâkimin ten-sîp edeceği) başka iki adam hakem olarak tâyin edilirler.

Yalnız bu hakemlerin yetkileri nedir? Karı kocanın arası­nı bulmaya ve ayırmaya salahiyetli midirler? Bu hususta hu­kukçuların görüşleri farklıdır :

a) Ali bin Ebî Talhâ'nm îbnü Abbas (R.A.) dan yaptığı rivayete göre, hakemler erkeğin haksızlık ettiğini, hırçın dav­randığını görürlerse, karısını ondan men'edip nafakasını da ona yüklerler. Yok eğer kadının hırçınlık edip isyankâr dav­randığını tesbît ederlerse, onu kocasının nazaretine terkedip nafakasını kocasının üzerinden kaldırabilirler. Boşanmalarını uygun görürlerse, buna karar verebilirler. Birleşmelerinde maslahat görürlerse, ona karar verebilirler. Karı ile kocadan biri birleşmek ve anlaşmak ister, diğeri bunu arzu etmez ve bu arada biri ölürse, birleşmeyi arzu eden vâris olur, diğeri olmaz. Ayni rivayeti îbnü Ebî Hatim ile îbnü Cerîr de almış­tır.

Abdurrazzak diyor ki: Ma'mer tarikiyle îbni Abbas (R.A.) dan gelen bir rivayette de : Hazret-i Osman (R.A.), İbnü Ab­bas ile Muaviye'yi, kan - koca arasını bulmaları için hakem ola­rak gönderiyor ve onlara şu tenbîhte bulunuyor : «Onların bir­leşmesinde maslahat görürseniz, birleştirin, ayrılmalarında maslahat görürseniz, ayırın.»

b) Hazret-i Ali'den yapılan rivayete göre : Hakemler ka­rı-kocayı ayırabilirler ve bu bir talâk-ı bâin olur. îmam-ı Şa­fiî'nin, senedini Hazret-i Aliye ulaştırdığı rivayette: «Bir karı ile koca beraberlerinde tarafeynden bir çok kimseler olduğu halde Hazreti Ali'ye geldiler.   Hazret-i Ali:

  Ne var, ne olmuş? diye sorduğunda,

  Bu kan ile kocanın arası açılmıştır, diye cevap verdiler.

  Öyle ise bir hakem kadın tarafından, bir hakem de er­kek tarafından çağırın, dedi. Hakemler gelince Hz. Ali onlara şöyle buyurdu1: «Size gerekenin ne olduğunu bilir misiniz? Bir­leşmelerinde hayır görürseniz birleştiriniz.   Ayrılmalarını uy­gun görürseniz ayrılmalarına karar verirsiniz.

Bunun üzerine kadın, «Ben dedi, ister lehimde, ister aley­himde olsun Allah'ın kitabındaki hükme razıyım.» Erkek de. «Ayrılmaya razı değilim» dedi. Hazret-i Ali ona: «Yalan söy­lüyorsun, herhalde kadının ıkran gibi ikrarda bulunmalısın!» diye ihtar etti, deniliyor.

c) Hasan el-Basrî'ye ve îmam-i A'zam'a göre, hakemler ancak te'lif ile me'murdurlar; ayrılmaya yetkileri yoktur. Çün-ki murad-ı ilâhî vifaktadır, şikakda değildir.

d) îbrâhîm Nahaî'ye göre, hakemler yetkilidirler; ister­lerse birleştirirler, isterlerse ayırırlar.   Bir veya iki talâkla da ayırabilirler.  îmam Ahmed bin Hanbel, Ebû Sevr ve, Davud'un mezhebi de budur.

Şafiî'nin kavl-i cedidi de bu yoldadır.

Netice olarak, araları açılan kan ile kocayı birbirine yak­laştırmak, aralarındaki münafereti kaldnmak, boşanmalarına meydan vermemek, ilâhî murada muvafakat sayılır. Karı - ko­ca da, hakemler de, veliler de meseleyi hep bu açıdan ele alıp hükme bağlamalıdırlar.[45]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1. Karı ile kocanın aralarının açılmasından endişe edilin­ce, iki hakem gönderilir.

Bu hakemler varsa karı ve koca tarafından tâyin edilir, yoksa başka kimselerden de olabilir.

2. Hakemler yetkilidirler;    karı-kocanın bir arada yaşa­malarında hayır mülâhaza ederlerse, birleşmelerine, ayrılma­larında hayır mülâhaza ederlerse ayrılmalarına karar verebi­lirler,   tmam-ı A'zam'a göre, hakemler yalnız te'lîf-i beyn ile rae'murdurlar.

Nitekim Nisa sûresi 128. âyetle buyuruluyor ki: «Eğer bir kadın, kocasının uzaklaşmasından (yatağım terketmesin-den, nafakasında ihmâl göstermesinden), yahut (her hangi bir suretle kendisinden) yüz çevirmesinden endişe ederse sulh ile aralarını düzeltmekte ikisine de vebal yoktur. Sulh daha ha­yırlıdır. Zaten nefislerde kıskançlık hazırlanmıştır. Eğer iyi geçinir (kadınlara cefâdan) sakınırsam." şüphesiz ki Allah, ya­pacağınız her şeyden tamamen haberdârdır.»[46]

 



[1] Tİrmizî:   Hadîsün  hasenün   sahihim.

Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/179-185.

[2] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/185.

[3] Ebû Dâvud  -  tbni Mâce  - Hâkim:   tbni Ömer   (R.A.)dan

[4] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/185-191.

[5] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/191.

[6] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/191-193.

[7] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/194.

[8] İnsanlar uyanın.

[9] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/194-199.

[10] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/200.

[11] Beyhakî - Taberânî: Ebü Musa'dan

[12] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/200-202.

[13] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/202-203.

[14] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/203-206.

[15] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/206-207.

[16] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/207-208.

[17] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/209.

[18] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/210-212.

[19] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/212.

[20] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/213-216.

[21] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/216.

[22] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/217-218.

[23] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/218-222.

[24] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/222.

[25] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/222-224.

[26] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/224.

[27] Evtaş:  Havtain'dc bir  vadinin ismidir.

[28] Mftfillm - Ebû Dâvud

[29] ) Avrıca Tlrmİzî:  Hz. AH  (R.A.)  den   3795.

[30] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/225-229.

[31] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/229.

[32] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/229-236.

[33] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/236-237.

[34] Tİnnizl: Ebû Hüreyre (R.A.)den. Ebû Dfcvud - tbni Mftce - Hâkim.

[35] Bu abirle, hülle yapan ve yaptıran kasdedlliyor.

[36] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/237-242.

[37] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/242-243.

[38] tbni Kesir.

[39] Buna işaretle Nisâ sûresi 129, âyette buyuruluyor ki: «Kadınlar arasın^ da adalet (ve eşitliği tatbik) etmenize ne kadar hırs gösterseniz, asla güç ge­tiremezsiniz. Bari (birine) büsbütün meyledip de ötekini (ne dul, ne kocalı bir durumda) asküı gibi bırakmayın. Egcr (nefsinizi) ıslâh eder, (haksızlıktan) sa­kınırsanız şüphe yok ki Allah çok yarlı&ayıcı, çok esirgeyicidir.»

Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/243-249.

[40] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/249-250.

[41] Îbnü Ebt Hatim,  bu hadîsin münker olduğunu söylemiştir

[42] İlmi Kesir

[43] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/250-255.

[44] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/255.

[45] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/256-258.

[46] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/258.