KEŞFU’L-HAKAYIK ‘an NÜKEKTİ’L-ÂYÂTİ ve’d-DEKAYIK’’IN III. CİLDİ

 

 

30/84 RÛM SÛRESİ

 

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Elîf. Lâm. Mîm. (Bu mübarek sûrenin adıdır.) [Fakat, Kur’an ilimlerine göre bu sûrenin adı Rûm sûresidir.]

 

Tefsir:

Hz. Peygamber (sav)’in peygamberliğinin beşinci (m. 613) yılında birbiriyle komşu olan Bizans ile Sasaniler, aralarında kanlı bir savaşa girmişlerdi. Romalıların yenilgi haberi Mekke’ye ulaştığı zaman (Sasaniler, müşrik olduğu için) müşrikler sevinmiş ve Müslümanlara karşı onların yenilgisinden duydukları sevinci açığa vurmuşlar: “Siz ve Hıristiyanlar kitap ehlisiniz, biz ve Fars (Sasaniler) ümmiyiz;  bizim kardeşlerimiz, sizin kardeşlerinizi yendiler. Biz de sizi yeneriz.” demişlerdi. O vakit bu ayet nazil oldu[1]:

2-3/3- Rumlar, (Arapların bulunduğu bölgeye) en yakın bir yerde (her ne kadar) yenilgiye uğradıysalar da, bu yenilgilerinden sonra bir kaç yıl (üç ila dokuz yıl) içinde galip geleceklerdir.

4-5/4- (Rum’ların Fars’a galip olmazdan) önce (onlara mağlup olmaları) ve (Rumlar Fars’a mağlup olduktan) sonra (galip olmaları gibi her iki) durumda da emir Allah’ın elindedir. (Allah’ın vadi doğrudur. Rumlar’ın Fars’a galip) olduğu gün müminler de (Allah’ın kitap ehline) yardımcı olmasına şâd olurlar. Allah dilediğine zafer ihsan eder, (nitekim, Rum’u Fars’a galip etti.). Allah, (yaratılmışlara) galiptir, (müminleri gâh galip eder, gâh mağlup eder, sonunda onlara) merhamet edip (tamamıyla müşriklere galip edecektir.).

 

Tefsir:

Her savaşta, muzaffer ve galip olmak Allah’ın iradesine bağlıdır. Öyle olur ki, az bir cemaati çok cemaata galip eder. Hangi cemaatin arasında zulüm revaçta ise onları da mağlup eder ki, kendilerine gelip zulmü terk etsinler. Zulüm çok fena sıfatlardandır. Zalim olan bir toplum sürekli zelil edilecektir. Alemin tabiatı hep böyle devam etmiştir. Bilenler bundan gafil değildirler. Bugün İslam devletini felaket günlerine salan şey, onların arasında zulmün revaç bulmasından kaynaklanmaktadır. Bir kısım İslam devletlerinde görünürde İslâm öne sürülmüş ve fakat arkadan zulüm işlenmiştir. Onlara bakan sair milletler de yapılan bu zulmü İslam’a yamandırmışlardır. Yapılan şeyleri İslam’a isnat edip, böylece tenkit etmeye başlamışlardır. Fakat bundan haberleri yoktur ki, İslam’ın esası Kur’an’dır. Kur’an’ın hükümlerini terk edenler, böyle zulümler işlemişlerdir. Başka milletlerin, bir kısım kanun ve hükümlerine baktığınızda onların, İslam’dan etkilenip bu kanunları yaptıkları gün gibi ortadadır. Müslümanların Kur’an’dan başka, muteber olmayan kitaplara müracaat edip Kur’an’a hiç bakmamaları onun terk edilmesine vesile olmuştur. Bunun için Müslümanların başında bulunan kimseler bu konuya dikkat edip meselenin üzerine gitmeleri üzerlerine farz-ı ayindir.

Bir kaç yıl (üç ila dokuz yıl) içinde galip geleceklerdir.” Ayeti inince, Ebu Bekir (ra) müşriklere dedi ki: “Allah sizi hiçbir zaman aydınlığa çıkarmasın! Allah’a yenin olsun ki bir kaç yıl içinde Rumlar, Farslar’ı yeneceklerdir.” Übey b. Halef Ebu Bekir’e (ra):

Yalan söylüyorsun, haydi aramızda bir müddet tayin et, seninle bahse girelim.

Böylece her iki taraf da on deve üzerine bahse girişip, üç yıl müddet tayin ettiler. Ebu Bekir (ra), durumu Resulüllah’a (sav) haber verdi. Resulüllah (sav), Ebu Bekir’e (ra):

Bıd’, üçten dokuza kadardır, bahis miktarını artır, müddeti de uzat.

Bunun üzerine Ebu Bekir (ra) çıktı ve Übeyy’e rast gelince, Übeyy, Ebu Bekir’e:

Ooo, “galiba pişman oldun”

Hayır. Gel seninle bahsi artıralım, müddeti de uzatalım, haydi dokuz seneye kadar yüz deve yap.

Haydi yaptım!

Daha sonra Resulüllah (sav) Medine’ye hicret etti. Uhud savaşında Resulüllah (sav) Übeyy’i bizzat mızrak ile boynundan yaraladı. Übeyy bu yaradan öldü. Bahisten yedi sene sonra Rum, Fars’ı yendi. Ebu Bekir (ra) gidip, Übeyy’in varislerinden yüz deveyi alıp Resulüllah’ın huzuruna geldi. Resulüllah’ın (sav) fermanı ile Ebu Bekir (ra) o yüz deveyi sadaka olarak verdi.[2]

Bu ayet, Resulüllah’ın hak bir peygamber olduğuna ve Kur’an’ın Allah’tan gelmiş bir mucize olduğuna en büyük delildir.

6/5- (Rum’un Fars’a galip olması) Allah’ın bir vadidir. (Allah vadini verir). Allah vâdinden caymaz; lakin insanların çoğu (Allah’ın, vadini yerine getireceğini) bilmezler. (Onun için O’nun vadettiği şeylere inanmıyorlar.).

7/6- Onlar, dünya hayatının sadece (keyif çatıp lezzet almak gibi) kendilerine bakan dış yüzünü bilirler, (bu dünyanın iç yüzünü, yani hakikati nedir, ne hikmetle yaratılmıştır.. bu türlü şeyleri hiç bilmezler.) Ahrete bakan yönünden ise bütün bütün galfildirler.

 

Tefsir:

Bu ayet delildir ki, dünyanın zahirinden (dış yüzünden) geçip, iç yüzüne (hakikatine) bakmak gerekir. Dünyanın dış yüzü dünyanın maddi menfaatlerinden ibarettir. Fakat eşyayı iyi tanımak ve onun iç yüzünü anlamak için tabiî ilimleri de bilmek elzemdir. Ne yazık ki, Müslümanlar bu ayetin manasından haberdar değillerdir. Kur’an’ı iyi bir şekilde anlayanlar, bu ayetin tahtinde gizli olan manayı da  anlarlar. Kur’an sadece ahret değil belki dünya ilimlerinin de öncüsüdür.

8/7- (Acaba Adem oğlu) öz nefislerinde hiç düşünmediler mi ki, Allah semavatta, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi (boş yere değil) ancak ciddi bir maksat (garaz-ı sahih) ile belirlenmiş bir süre için yaratmıştır? (Ömürleri başa vurunca, dünyayı bırakıp hesap vermek için bize döneceklerdir.) Hakikat şu ki, insanların çoğu, Rablerin(nin gazap ve rahmetine) kavuşmayı inkâr etmektedirler.

9/8- (Acaba Adem evladı) yeryüzünde gezmediler mi ki,  kendilerinden öncekilerin (zalim cemaatlerin)[3] akıbeti nasıl olurmuş baksınlar? (Resulüm!) o geçen (zalimleri, Allah, azap gönderip hepsini helâk etti.) onlar, (seni tekzip eden bu zalimlerden) daha kuvvet (ve kudret) sahibi idiler. (Fakat onların kuvvetli olmaları, kendilerini Allah’ın azabından kurtaramadı. Şimdi bunlar bu güçsüz halleri ile nasıl kurtulurlar?). Hem onlar, yeryüzünü kazıp alt-üst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Peygamberleri onlara da (doğru olduklarına delalet eden) nice mucizeler getirmişti. (İnanmadıkları için Allah onları helâk etmişti.) Allah (onları helâk etmekle) onlara zulüm etmedi, lakin (Allah’a itaatin dışına çıktıkları için) öz nefislerine zulmetmekteydiler. (Çünkü helâk olmalarına kendileri vesile oldu.).

10/9- (Allah, zalimleri dünyada helâk ettikten) sonra, Allah’ın ayetlerini alaya alıp tekzip edenlerin akıbeti (Ahrette azabın en kötüsüne maruz kalmakla).çok fena oldu. [İyi düşünenler, Kur’an’ın Allah’tan inmiş bir gerçek olduğunu hemen anlarlar. Fakat onlar bunu anlamayıp onu tekzip ettiler. Bununla da kalmayıp alay ettiler.]

11/10- Allah (mükemmel kudretiyle halkı) yoktan vücuda getirir. (Öldükten) sonra dubara (hayat verip diriltir.) sonra da (hesap vermek için) Allah’ın huzuruna toplatılırsınız. (O vakit, Allah, zalimden her mazlumun intikamını alır.).

12/11- Kıyametin kopacağı gün, (zalim, kâfir, fasık gibi) suçlular, (şaşkınlıklarından) suskun kalırlar. (Azabı kendilerinden defedebilmek için, konuşmaya bir şey bulamazlar.).

13/12- (Şimdi onlar şefaat bekliyorlar ama) Allah’a ortak koştukları (putlardan), kendilerine şefaat edeceğini (sandıkları da) hiç ortalıkta görünmezler. Zaten onlar, ortaklarını da inkâr edeceklerdir. [Bu ayet, hiçbir amel işlemeden şefaat ümidine kapılanların ümidini de kesmektedir.]

14/13- Kıyamet kopar o günkü günde (her kes hesaba çekildikten sonra mümin ve kâfirler) birbirinden aralanırlar (müminler ebedi nimete, kâfirle ebedi nıkmete.. bundan sonra artık hiçbir vakit buluşamazlar.).

15/14- İman edip salih amel işleyenlere gelince, onlar güzel bir bahçe içinde şad ve hurrem olurlar (sevinirler.).

 

Tefsir:

Tefsircilerden Vekî’ b. Cerrah (97/715)[4]  diyorlar ki: Cennet ehlinin, cennette, şad ve hurrem olmaları, sevinmeleri, onların, orada güzel suretler görüp, güzel nağmeler dinlemelerinden ibarettir.[5] Bir gün Resulüllah (sav) cenneti ve orada olan nimetleri beyan ettiler. Tam bu sırada bedevilerden biri dedi ki: “Ya Resulülallah! Cennette, güzel suret ve nağmeler var mıdır? Resulüllah (sav):

Evet. Cennette bir nehir vardır. Onun etrafından bakire kızlar, güzel sesleri ile öyle şarkı söylerler ki, dünyada onun bir benzerini hiç duymamışsınızdır.”[6]

Bir kısım alimler, müziğin helal olduğuna bu hadisi delil getirmişlerdir. Bunun caiz olduğuna dair bundan başka hadisler de vardır.[7] İslamî kıstaslara uygun müzik, ruhun gıdasıdır. İslam, alimleri acaba bu mühim şeyi neden terk etmişlerdir! Neden böyle şeye haram diyorlar. Hatta bu, Kur’an’a göre her şeyden fazla haramdır, diyorlar. Müziğin mutlak bir şekilde haram ya da helal olduğunu söylemek mümkün değildir. Sesin bizzat kendisi haram değildir. Onun haram oluşu, meclisine ve okuyanına ve okuduğu şeylere göre değişir. Ruhanî meclislerde her lisanda hikmetâmiz ilahiler söylemek, şiirler okumak ve buna benzer manevi duyguları canlandıran şeyler okumak şüphesiz helaldir. Fakat günah sayılacak söz ve bestelerden meydana gelmiş, şarabı ve kumarı vb. konuları içermiş şarkılar ve bunların meclisleri haramdır. Yoksa sesin kendisi niçin haram olsun. Çünkü sesin kötü veya güzel olması kişinin kendi iradesi ile meydana gelmez. Onu Allah yaratmıştır. Allah’ın büyük bir nimetidir. Öyle ise böyle büyük nimet neden haram olsun? Evet bu büyük nimeti, günah işleyen meclislerde ve günahkâr sözlerde kullanmak haramdır.

 Sadece bu değil ki, Allah’ın vermiş olduğu her nimet, yerinde kullanılmadığı zaman haram olur. Mesela dil bir nimettir. Allah (cc) onu, insana ihsan etmiştir. Dil, insanı, hayvandan ayıran en büyük farktır. Onunla içini döker. Eğer insan, bu nimeti, kötü şeylerde kullanırsa, hayasız şeyler konuşur, iftira eder, yalan söylerse o zaman günah işlemiş olur. Onun için müziğin haram olduğunu söyleyen alimler bu  gibi konuları bilmekten biraz uzaktırlar. Eğer İslam tarihine muttali olsalar böyle şeyleri hiç konuşmazlar. (...)

16/15- Amma o kimseler ki, (Allah’ı) inkâr ettiler, (peygamberimize inen) ayetlerimizi ve ahret gününde (rahmet ve gazabımızla) karşılaşmayı tekzip ettiler. Elbette onlar, (ahrette) azapla yüzyüze bırakılacaklardır. (Oradan hiçbir zaman kurtulamayacaklardır.).

17/16- O halde akşama girdiğiniz zaman da dolanıp sabaha ulaştığınız zaman da Allah’ı tespih[8] ve takdis edin. [Her vakit Allah’ı anmak lazımdır. Fakat özellikle bu vakitlerde daha efdaldir. ]

18/17- Semavatta ve yerde (yaratılmışların) hamd u senası Allah’a aittir. Allah’ı gece karanlığında (yatsı vakti) ve bir de öğle vakti girince (zikredin.) [Bir önceki ayette ve bu ayette anlatılan vakitlerde Allah’ı zikretmenin manası, yani “bu vakitlerde namaz kılın” demektir.][9]

19/18-(Allah o dur ki mükemmel kudretiyle) diriyi (insan ve hayvanı) ölüden (nutfe ve yumurtadan) çıkarır. Ölü (nutfeyi ve yumurtayı) diriden çıkarır. Yeri ölümünden (bütün yeşillikleri kuruyup döküldükten) sonra tekrar (dağı taşı göğertmekle ve çiçek gül bitirmekle) diriltir. (Allah’tan başka hiçbir hayat sahibinin bunları yapmaya kudreti yoktur.). [Budan sonra gelen ayetler, Allah’ın (cc) mükemmel kudretini bir bir gözler önüne seriyor:]

20/19- Allah’ın (mükemmel kudretine) delalet eden delil ve burhanlardandır ki, sizi (babanız Adem’i) topraktan yarattı. Sonra da siz şimdi yeryüzünde dağılıp (onun nimetlerinden faydalanan) insanlar oldunuz.

21/20- Yine Allah’ın (kudret-i kâmilesine ve her işi hikmetle yaptığına) delalet eden delil ve burhanlardandır ki, öz nefsinizin cinsinden eşler yaratıp (daha önceden bilinen bir yakınlık olmamasına rağmen) aranıza muhabbet ve merhamet koydu. (Ki birbirinize sağlam bağlarla bağlanıp sıhhatli nesiller yetiştiresiniz.) İşte bunda (Allah’ın kudret ve azametine) düşünen bir kavim için delil ve burhanlar vardır. [Yine bu cümleden olarak, hayvanlar arasında dahi Allah’ın kudretine ve büyüklüğüne büyük deliller vardır. Onlar arasında da böyle temayül ve şefkat vardır.]

22/21- Yine semavatın ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu da O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için nice ibretler vardır.

23/22- Yine Allah’ın (mükemmel kudretine delalet eden) delil ve burhanlardan biri de gece olsun gündüz olsun, uyumanız ve Allah’ın lütfundan (maaşınızı) aramanızdır. Şüphesiz bunda  (Allah’ın kudretini ve büyüklüğünü) dinleyen (düşünüp teemmül eden) bir kavim için delil ve burhanlar vardır.

24/23- Yine Allah’ın (mükemmel kudretine delalet eden) delil ve burhanlardan biri de size korku ve ümit vermek üzere şimşeği gösteriyor, semadan su indirip ölümünün ardından o su sebebiyle arzı diriltiyor. Şüphesiz bunda aklı ile hareket eden bir kavim için (Allah’ın kudret ve büyüklüğüne) delil ve burhanlar vardır.

25/24- Yine semanın ve yerin O’nun buyruğu ile durması da O’nun (varlığının) delillerindendir. Sonra sizi topraktan bir çağıdır mı hemen (kabirlerinizden hesap vermek için) çıkıp (mahşere gelirsiniz.).

26/25- Semavatta ve yerde olanlar hep O’nundur. Bütün yaratılmışlar, (isteyerek istemeyerek) O’na boyun eğmiştir.

27/26- Hem yaratmayı ilkin yapan O’dur. Sonra onu iade edip (tekrar hayat verecek de) O’dur. (İnsan oğlunu ve bütün yaratılmışları) öldükten sonra tekrar yaratmak (ilkönce yaratmaktan) Allah’a daha kolaydır. Semalarda ve yerde en yüksek şeref ve şan da Allah’a mahsustur. (O halde, her şey fani olduktan sonra, tekrar onları inşa etmeğe kadirdir.). Allah (her şeye) galiptir (her yaptığı iş) hikmet üzere cereyan eder.

28/27- Allah sizin için öz nefsinizden bir misal verdi: Acaba hiç size rızk olarak verdiğimiz şeylerde (dünya malında) elleriniz altındaki kölelerinizden ortaklarınız bulunur da onlarla siz eşit olur, aranızda birbirinizi sadığınız gibi, onları da sayar razı olur musunuz? İşte (kudret ve birliğimize delalet eden) ayetleri aklı ile hareket eden bir kavim için tafsilatıyla anlatıyoruz. (Ki şirki terk edip muvahhid olasınız.)

 

Tefsir:

Bir kısım Müslümanlar kendilerinin Müslüman olduklarını söylerler fakat öyleleri var ki, taştan topraktan şeylere varıp onlardan hacetlerini istiyorlar ve onları Allah’a ortak koşuyorlar. Kimi onları ta’zim ve tekrim ediyor, onlardan hacet istiyorlar. Bundan daha büyük putperestlik var mıdır?  Bu konu bu zamanlarda Müslümanlar arasında fazlaca yayılıp kedilerine cemadattan putlar tayin ediyorlar. Kimi yerlerde bir taşın üzerine bir türbe yapıyor, halk akın akın oralara gidip putperestliği inşa ediyor ve bu ameli Allah’a karşı bir yakınlık olarak kabul ediyorlar. Mekke müşrikleri de aynı şeyi yapıyor ve putlara taptıkları bu konuda diyorlardı ki: “Onlara, bizi sadece Allah’a kavuştursunlar diye kulluk ediyoruz” (Zümer 39/3)

Ey İslam milleti! Gözünüzü açıp biraz düşünün. Allah’ın cebbar olduğunu, bari kendi nefislerinde bilmiyorlar kâinata baksın da bu şirkin içinden çıksınlar. Bu dediklerimi iyi düşünüp maksadımı iyi anlasınlar. Fakat bu hakikatleri “Ancak bilenler düşünüp anlayabilirler.” (Ankebût 29/43)

29/28- (Müşrikleri cebren ve zorba ile Allah’a şirke koşan yoktur.) Bilâkis,  zulmedenler, bilgisizce nefislerinin arzularına uydular (ve Allah’a ortak koştular). Allah’ın (küfür ve şirke girmeleri yüzünden) saptırdığını kim doğru yolar eriştirebilir? Onların yardımcıları da yoktur.

30/29- (Resulüm! İslam’da sabit kalmak için) Sen yüzünü hanif olarak dine.. Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona.. çevir. [Allah (cc) insanların hepsini tevhit üzere yaratmıştır. Onları,  kendi akılları ile Allah’ı bulabilecekleri bir fıtratta yaratmıştır. Eğer insan, nefsine uymakla aklını cehalet karanlığı altında tutmazsa kuşkusuz Allah’ı bir bilip her şeyin gerçeğini gücü yettikçe bulabilir.] Allah’ın yaratışında değişiklik bulunmaz. İşte doğru ve muhkem olan din odur. Lakin insanların çoğu (heveslerine tabi olup cehalette devam ettikleri için, İslam’ın gerçek olduğunu) bilmezler.

31/30- Allah’a dönerek.. O’na karşı saygılı olun, namazı kılıp müşriklerden olmayın.

32/31- (Şu) şahıslardan (olmayın) ki, dinlerini ayırdılar da grup grup oldular. (Bununla birlikte) her fırka kedilerinde olan ile böbürlenmektedir. (Başka fırkalarınkini de batıl saymaktadırlar.)[10]

 

Tefsir:

Bu ayetin beyan ettiği durum günümüz ile tam mutabıktır. Müslümanların nice fırkalara ayrılıp birbirini tekfir etmeleri yüzünden, başka dinlere mensup olan insanlar bu ayrılan İslam fırkalarına bakarak hangisinin Müslüman olduğunu anlamaktan aciz kalmışlardır. Herkes kendi için bir rehber karar verip özlerine mahsus adlar takarak kendilerinden başkasının mutlak kâfir olduklarını söylemişlerdir. Eşa’rî, Mu’tezile, İmamiye, Zeydiye, Keysaniye, Fadıhiyye, Vafıkıye, Cebriye, Kadiriye... vs. İşte bu bölüklere ayrılmış İslam fırkalarıdır.

Bu fırkalara ayrılmanın sebebi Kur’an’ın hükümlerinin terk edip heveslere uymaktan kaynaklanmaktadır. Onun için Müslüman olan herkesin, Kur’an’ı kendine rehber tayin etmesi gerekir. Şayet Kur’an’ı kendilerine rehber tayin etmiş olsalardı, bu günkü felaket günlerine dûçar olmazlardı.

Başka dinlere mensup olup, meselenin iç yüzünü pek bilmeyen insanlar, müslümanların arasında çıkan bu cehalet ve kötü ahlakı, Kur’an’ın bizzat kendine isnat etmekle en büyük haksızlığı yapmaktadırlar. Yine Kur’an “ilerlemeye manidir” fikri de işte bu türlü insanlardan doğmaktadır. Onların böyle düşünmeleri kesinlikle hatadır. Müslümanların arasında çıkan bu vahşetin kaynağı, bizzat Müslümanların kedileridir ve bu da, onların İslamı iyi yaşamadıklarından meydana geliyor. Çok vahşi, akılsız ve zalim tıynette olan bedevi  Araplar, İslam dini ile müşerref olduktan sonra, Kur’an’a sarılarak insanlık tarihinin en güzel ahlak örneğini vermeleri, maddeten ve manen ilerlemeleri İslam hakkında yapılan bu su-i zannın yalan  olduğunu ortaya koymaya yeter. Yine Müslümanlar, ne zaman Kur’an’a sarılırlarsa ayni üstünlüğü, aynı güzel ahlak örneğini göstermeleri mümkündür. Elbette bu önemli konuya insaf ehli olan kimseler itiraz edecek değillerdir. Fakat, Müslümanlar, ittifak etmezlerse ilerlemeleri ve güzel ahlak örneği olmaları kesinlikle mümkün olmaz.

33/32- İnsanların (mal ve canlarına) bir zarar ve musibet erişince öz Rableri Allah’a yönelip (bu musibetin kalkması için) dua ederler; sonra Allah katından onlara bir rahmet tattırınca, bir de bakarsın ki, onlardan bir grup (Allah’ın o musibeti kaldırmakta kullandığı vasıtayı, aynı hak sayıp)[11] öz Rablerine ortak koşarlar.

34/33- (Sanki biz zarar ve musibeti onlardan kaldırdık ki,) kendilerine vermiş olduğumuz (nimetlere) nankörlük etsinler. (Biz o nimetleri, onlara bize şükretsinler diye verdik. Fakat onlar nankörlük ettiler. Ey nimete nankörlük edip müşrik olanlar! Sizin böyle olmanızın bize bir zararı yoktur. Şimdi o nimetlerden) tadın, tezdir ki, (cezanızı) bileceksiniz.

35/34- Yoksa biz onlara bir delil indirmişiz de, o delil, müşrik olmalarını mı delalet[12] edip söylüyor. (Biz tarafımızdan böyle bir delil göndermedik. Öyle ise bize nasıl ortak koşarlar!).

36/35- (Resulüm!) İnsanlara (rızk genişliği ve beden sağlığı gibi) bir rahmet tattırdığımız zaman o rahmete (nimete) çok sevinirler. Ama kendi öz elleri ile öne sürdükleri günah yüzünden bir musibet erişirse bir de bakarsın ki, hemen ümitsizliğe düşmüşler. (Halbuki Allah’ın rahmet ve nimetine şakir/şükreden, bela ve musibetine de sabir/sabreden olmak lazımdır.).

37/36- (Resulüm!) Acaba bakıp görmediler mi ki, Allah, rızkı dilediğine genişletmekte, dilediğine de kısmaktadır! (Öyle ise neden üzülüp, Allah’ın rahmetinden ümit var olmuyorlar.).

38/37- (Resulüm!) Akrabaya da hakkını ver, yoksula da, yolcuya da.. işte bu, Allah’ın rızasını (O’na kurbiyeti) dileyenler için daha güzeldir. İşte onlar elbette necat bulanlardır.

39/38- [Bu ayet, fakirlere borç verip onlardan faiz alanlar hakkında nazil olmuştur.][13]  İnsanların malları içinde atsın diye verdiğiniz faiz, Allah yanında artmaz. (O, Allah yanında haram olan şey, aynı zamanda değersizdir.) Allah’ın rızasını mülahaza edip verdiğiniz zekâta gelince, işte onlar, (ecir ve sevaplarını sadaka vermek sureti ile) kat kat artırmış olanlardır.

40/39- Sizi (yoktan) yaratan, sonra size rızk veren, ondan sonra sizi öldürüp ve sonra da sizi dirilten Allah’tır. (Bu fiiller Allah’a mahsustur. O’ndan başka hiç kimse bunları yapmaya kadir değildir.). Hiç sizin (Allah’a) ortaklığa karar verdiğiniz putlarınızdan, bunlardan birini yapacak olan var mı? Allah onların ortak koştukları şeylerden pâk ve münezzehtir.

41/40- (Resulüm!) İnsanların bizzat kendi işledikleri  (masiyetleri) yüzünden karada ve denizde düzen dağıldı, ki Allah yaptıkları bazı amellerinin vebalini (dünyada) tattırsın. Belki, (kabih amellerinden ve Allah’a asi olmaktan vazgeçip, tövbe ederek Allah’a) dönerler.

 

Tefsir:

Karada düzenin dağılması; yağmurların yağmaması ve neticede mahsulün kıt olması ile bütün fiyatların artması şeklinde ortaya  çıkar. Hem ticaret eden kimseler böyle şartlar altında, ne aldıklarından ne de sattıklarından bir şey kazanamazlar. Denizde düzenin dağılması ise; Gemilerin batması ve bunlardan yapılan ticaretten kâr sağlanamaması şeklinde meydana çıkar. Bunların hepsi, insanların yaptıkları günahları yüzünden ortaya çıkar.

 42/41- (Resulüm! Müşriklere ve Allah’a asi olanlara) de ki: Hele yeryüzünde bir seyredin (asi olan toplumların diyarını bir gezin;) de, daha öncekilerin akıbetleri nice oldu, görün. (Allah onları kendi yaptıkları yüzünden helâk etmişti. Bu insanları sadece şirk koşmaları nedeniyle helâk etmemişti. Belki yaptıkları günahlar yüzünden helâk etmişti.) Çünkü onların çoğu müşrik idi. (Fakat azı müşrik değildi. Müşrikleri müşrik olduğu için helâk etmesine rağmen, diğerlerini helâk etmemesi gerekirdi. Fakat onlar da helâk olduğuna göre demek ki, helâk olmanın tek sebebi Allah’a ortak koşmak değildi.).

43/42- Allah katından, (şiddet ve azabını hiçbir kimsenin) döndüremediği bir gün (kıyamet günü) gelmeden önce İslam’da son derece istikametle devam et; (zira mükemmel bir Müslüman olmaktan başka hiçbir şey insana fayda vermez.). O gün (mümin - kâfir) herkes birbirinden  aralanır (her şahsa yaptıklarının karşılığı verilir.).

44/43- Kim inkâr ederse inkârı kendi zararına olur. İyi amel sahiplerine gelince (ahrette) yatıp rahat edecekleri mekânlar (daha önceden) düzeltilip hazır edilir. [Nitekim insanlar dünyada rahat edecekleri yerlerini, onlara zarar verecek her şeyden temizlerler, işte salih amel işleyenlere de ahrette böyle yerler hazırlanır.]

45/44- Zira Allah, iman edip salih amel yapanlara öz kereminden mükâfat verecektir. Gerçekten Allah kâfirleri dost tutmaz; (onlara hayrı dokunacak hiçbir şey vermez.).

46/45- Yine, size rahmet ve lütfundan tattırsın, emriyle gemiler yüzsün[14], (maaşınızı) arayasınız ve şükredesiniz diye (yağmurun sebebi olan rüzgârları) göndermesi de Allah’ın (varlık ve kudretinin) delillerindendir.

47/46- (Resulüm!) Hakikaten biz, senden önce birçok peygamberleri (öz) kavimlerine gönderdik de, onlara (doğru olduklarına delalet eden) aşikâr burhan ve deliller getirdiler. (Fakat, senin kavmin sana itaat etmediği gibi, onlar da peygamberlere itaat etmediler.) Bunun üzerine günah işleyenlerden intikam aldık; (inananları ise kurtardık.). (Resulüm!) Müminlere yardım edip (zalimlerden kurtarmak) da nezdimizde bir hak oldu. (İşte biz, sana ve sana iman eden müminlere de yardım edip, müşrikleri helâk edeceğiz ya da sizi onlara galip edeceğiz.) [Allah’ın bu vâdi gerçekleşti. Müminler müşriklere galip oldu, onların elinde zillete düştüler.]

48/47- Allah O’dur ki, (mükemmel kudreti ile) rüzgârları gönderir de hareket ettirip bulutları her bir yana saçarlar (ondan sonra Allah o bulutu) semada istediği gibi yayar (gâh  birleştirir) gâh parça parça eder. (Ey insan!) Bir de görürsün ki yağmur o bulutun arasından çıkıp (bir mizan ile yere iniyor.). Allah dilediği kullarına yağmuru nasip edince, onlar şâd olurlar. 

49/48- Oysa onlar önce.. evet daha önce üzerlerine yağmur yağdırılmasından iyice ümitlerini kesmişlerdi.

50/49- Bak gör, (Resulüm!) Allah’ın rahmet (yağış) eserlerini ki, (yağış geldikten sonra); yeryüzünü, ölümünün ardından nasıl diriltiyor! (Nasıl güzel bir suret aldırıyor! Seyredenler şâd oluyorlar.) Şüphesiz O, (yeryüzüne taze hayat verdiği gibi) böylece ölüleri de diriltip (taze hayat verecektir. Öyle ise nede kıyamet gününü inkâr ediyorsunuz?) Halbuki Allah her şeye kadirdir, (bu cümleden olarak size tekrar hayat vermeğe de kadirdir.).

51/50- Hakikaten, bir rüzgâr göndersek de onu (ziraatlarını) sararmış görseler, hemen bunun ardından dolanıp (Allah’ın nimetlerine) nankörlük ederler. (Halbuki, gelen belaya sabredip, nimetlere de şükretmeleri gerekirdi. Ne nimete şükrettiler ne de belaya sabır.)

52/51- (Resulüm! Bu müşrikler ölü gibidirler.) Elbette sen ölülere  (hiçbir şey) işittirmeye (kadir değilsin. Fazla zahmet çekme! Şimdiye kadar yaptığın nasihatler kâfidir. Onlara söz tesir etmez.); dallarını çevirip kaçarlarken de (kulakları hakkı işitmekten) sağır olanlara o daveti (işittirmeye kadir değilsin. Bırak, evvelki cehaletlerinde kalsınlar. Allah onların cezasını verecektir.)

53/52- (Resulüm!) Körleri de sapıklıklarından hidayete getiremezsin. Sen ancak ayetlerimize iman edeceklere duyurursun da onlar (aklın nuru ile, ayetlerimiz iman edip emirlerimize) itaat ederler. (Cehalet ve inatlarında devam edenlere hiçbir gerçeği anlatamazsın.).

54/53- Sizi (çocukluk zamanında) güçsüz yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren (size neş u nema verip, bulûğ çağına erdirip yiğit yapan) ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren, Allah’tır. Allah (yiğitlik ve ihtiyarlık, zayıflık ve kuvvet gibi) dilediğini yaratır. Allah (her şeye) alimdir kadirdir. (İnsan oğlunu, bir sıfattan diğer sıfata,  bir halden diğer hale değiştirmesi Allah’ın ilim ve kudretine bir delildir.).

55/54- Kıyamet koptuğu gün, mücrimler (günahkâr ve asiler) pek az bir süre kaldıklarına yemin ederler; (güya dünyada yeterli bir süre kalmamışlar ki, Allah’a ibadet etsinler.).[15] İşte böyle (ahrette yalan söyleyecekleri gibi dünyada da nefislerine uyup) haktan yüz çeviriyorlardı.

56/55- (Günahkâr ve asilerin böyle demlerine karşılık,) kendilerine ilim ve iman verilenler (peygamberler, melekler ve müminler)[16] şöyle derler: “Hakikaten, siz, Allah’ın takdirinde (Levh-i mahfuzda hükmedildiği kadar, dünyada bir ömür sürdünüz. Sonra, kabre girdiniz, bütün eczalarınız dağıldı, sonra da) yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. (Öyle ise niye, “biz dünyada bir saat kadar kaldık” diyorsunuz? Aradan geçen bu kadar süreyi azımsıyorsunuz?). İşte bu gün yeniden dirilme günüdür; fakat siz (dünyada onun hak olduğunu, hakkı bulup araştırmaya ilginizin azlığından dolayı)[17] bilmiyordunuz.”

57/56- (Resulüm!) Artık o gün zulmedenlere mazeretleri fayda vermeyeceği gibi, onlardan (“gelin Allah’tan  özür dileyin, belki affeder”  gibi) Allah’ı hoşnut etmeye çalışmaları da istenmez.

58/57- Hakikaten biz, bu Kur’an’da insanlar için (her bir kıssadan, onların sıfatlarından ve akıbetlerinden) her çeşit misale yer vermişizdir. (Fakat onların kalplerinin katı olmasından dolayı, bunlar tesir etmemiştir.). (Resulüm!) Şayet onlara bir mucize getirsen inkârcılar (aşırı inatlarından ve kaskatı kalpli olmalarından dolayı) kesinkes şöyle diyeceklerdir: Siz  sadece yalancılardan başka bir şey değilsiniz.

59/58- (Resulüm! Onlar, senin özünü ve sözünü yalanladıkları gibi,) aynen öyle de Allah (o mukâ’ab cehaletlerinden dolayı)[18] hakkı tanımayanların kalplerini mühürler.

60/59- (Resulüm!) Sen şimdi sabret. Bil ki Allah’ın vâdi gerçektir, (sana yardım edip İslam’ı yüceltecektir.). Seni (Allah’a ve ahret gününe) iyice iman etmemiş olanlar(ın sözleri kuvvet ve istikametten) ıstıraba salmasın. (Onlar dalalettedirler. Onların sözlerinin Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Sen muhkem dağlar gibi, hükümlerini tebliğ etmede kararlı ol. Onların kınamalarına hiç aldırma!)

 

Tefsir:

Allah (cc), Resulüllah’a verdiği sözü yerine getirdi. Mekke’den çıkardıktan sonra tekrar Mekke’ye iade etti. Düşmanlarını mağlup etti. Tarih buna şahittir.

Ayrıca, Allah (cc) bu ayette, Resulüllah’a, şerî hükümleri tebliğ etmesini son derece teşvik etmektedir.

 

Allah’a hamd olsun. Rûm sûresinin tefsiri tamam oldu. Bu tefsiri Kur’an-ı Kerim’in sonuna kadar tamam etmeyi de Allah nasip etsin.. Allah’ım yardımını bekliyorum.. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Rûm suresini okursa (yani, onda bulunan hüküm ve öğütleri derin derin düşünüp tefekkür ederse) Allah o kimseye on sevap verir.”[19]


 

 

31/57 LOKMAN SÛRESİ

 

Lokman sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 33 ayet, 548 kelime ve 2110 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Elif. Lâm. Mîm. (Bu sûrenin adıdır.).

2/3- Bu (sûrede zikredilen ayetler, her) hikmeti ihtiva eden Kitab’ın (Kur’an’ın) ayetleridir. (Bu ayetlere dikkat edip hikmetlerini anlamaya çalışın.).

3-4/4- (Bu ayetler) salih amel eden kimseler[20] için bir hidayet ve bir rahmettir. Salih amel sahipleri o kimselerdir ki, namazı kılarlar, zekâtı verirler hem de ahret gününe yakînleri vardır, (ahrete kesinkes iman ederler.).

5/5- İşte onlar, öz Rableri tarafından gösterilmiş doğru yol üzerindedirler ve onlar kurtuluşa erenlerdir.

6/6- İnsanlardan kimi var ki, herhangi bir ilmî (ve basireti) olmadan (insanları) dalalete salmak ve sonra da onunla alay etmek için boş (ve batıl) sözleri (Kur’an’a) tercih ederler[21]. İşte onlar için (ahrette) hor ve hakir görücü bir azap vardır.

 

Tefsir:

Bu ayet, Mekke’de Kureyş’in müşriklerinden Nadr b. el-Haris ve emsali hakkında nazil olmuştur. Bu kimse İran’a gidip onların tarihlerini ve efsanelerini öğreniyor ve gelip Mekke’de müşriklere diyordu ki: “Muhammed (sav), size Âd ve Semud hikâyelerini söylüyor gelin ben de size Behram’ı, Rüstem’in İsfendiyar’ını ve Kisra hikâyelerini anlatayım.” Bu şekilde bir çoklarının Kur’an’ı dinlemelerine mani oluyordu.[22]

7/7- (Nadr ve benzeri) kimselerin karşısında ayetlerimiz okunduğu zaman da sanki onları hiç işitmemiş, sanki kulaklarında bir ağırlık varmış gibi kibir ve gururlarından dallarını çevirirler. (Halbuki, hem kulakları duyuyor hem de hiç bir ağrılık yoktur. Sadece inatlarından dolayı böyle yapıyorlar.). (Resulüm!) Sen onları can yakıcı bir azap ile müjdele (!).

8-9/8- Fakat iman edip salih amel işleyenlere gelince, onlar için Naîm cennetleri vardır.. orada ebedîdirler. (Cennete dahil olup orada ebedî kalmak) Allah’ın gerçek bir vâdidir. Allah (her şeye) galip, (rahmeti de azabı da) hikmet (ve adalet üzere ondan meydana gelir.).

10/9- Allah, semavatı (nitekim) görebildiğiniz gibi bir direk olmaksızın yarattı. Sizi sarsmasın diye yeryüzüne yüce ve muhkem dağlar saldı ve orada her tür canlıyı etrafa yaydı. (Ki onların hesabını ancak Allah bilir.). Hem biz asumandan, bir su indirdik de orada her bir çeşit güzel bitkilerden yetiştirdik. (Acaba bu zikredilenler, Allah’ın tevhit ve kudretine delalet etmez mi?).

11/10- (Resulüm! Müşriklere de ki:) “İşte bunlar Allah’ın yarattıklarıdır. Haydi gösterin bana O’ndan başkaları ne yaratmıştır?” (Elbette onların mabutları hiçbir şey icat etmeye kadir değildirler.) Fakat o zalimler, aşikâr bir sapıklık içindedirler.

 

Lokman (as):

Lokman b. Bâurâ, siyaha çalar bir renkte (zenci) ve ilim, hikmet ile dolu bir zat idi. Davud (as)’a yetişip onun ilminden istifade etmişti.[23] Yine Yunan filozoflarından Pisagor’dan ilim okuyup onun hizmetinde bulunmuştu.[24] Adının Kur’an’da zikredilmesi ve bu zamana kadar herkesin dilinde söylenmesi onun ne kadar şerefli bir kimse olduğunu göstermeye yeter. Hem onun adı bundan sonra kıyamete kadar da zikredilecektir.

Lokman’a dediler ki, sen bu mertebeye nasıl ulaştın? Sende bulunan bu ilmi nereden aldın?

Doğru konuşmak, emaneti yerine getirmek ve üstüme lazım olmayan sözleri de konuşmamakla elde ettim.

Bazı tarihçilerin yazdığına göre, Lokman (as), ilkönce bir köle idi. Ağası ona emretti ki, bir koyun kesip onun en güzel azasından ikisini ona getirsin. Lokman, koyunu kesip dili ile kalbini ağasının önün koydu. Aradan bir süre geçtikten sonra yine ağası, bir koyun kesmesini ve onun en kötü yerlerinden ikisini getirmesini istedi. Lokman koyunu kesip yine dili ile kalbini götürdü. Ağası, Lokman’a:

Bunun sırrı nedir?

Eğer bu iki uzuv temiz olursa onlardan güzel sözler ve fikirler çıkar. Onun için uzuvların en güzeli bu ikisidir. Eğer bu ikisi kötü olurlarsa bütün uzuvlar pis ve kötü olurlar.[25]

Tabiinin en faziletlilerinden Said b. Müseyyeb (90/708) bir zenciye:

Sakın zenci olmana üzülme! İnsanlardan en iyi üç kimse zenciydiler[26],: 1) Lokman 2) Resulüllah (sav)’in müezzini Bilal, 3) Ömer b. Hattab’ın kölesi Mihca’ (Bedir savaşına şehit olmuştu.) Hasılı Lokman (as)’ın fazilet ve menkıbeleri çoktur. Onun oğluna vermiş olduğu nasihatler zikredilmiştir. Onun için bu fazilet yeter. Nitekim gelen ayette anlatılıyor.

12/11- Hakikaten biz, Lokman’a hikmet (her şeyin hakikatini bilme gücü) verdik (ve emredip dedi ki: Bu nimetler mukabilinde) Allah’a şükret; (çünkü hikmetin hakikati ve aslı onun gerektirdiği şekilde amel etmektir. Bunu en güzel şekilde yerine getirmek de Allah’a şükürle olur.). Şükreden ancak öz nefsi (yararına) şükretmiş olur. Nankörlük edenin (günah ve vebali de öz nefsine aittir.) Şurası muhakkaktır ki, Allah (kendine şükredenlerin şükründen) müstağnidir, övülmeye de layıktır.

13/12- (Resulüm!) Hani bir zaman Lokman, oğluna öğüt vererek: “Ey benim oğulcağızım! [ Türkler oğullarını acıma makamında “oğulcağızım”; Araplar “ya buneyye”; Farslar “piser-kem” derler.]  Allah’a ortak koşma! Elbette şirk, büyük bir zulümdür.” demişti.  [Aziz olan Allah’ı zelil bir mahluk ile bir tutmak elbette büyük bir zulümdür. Bundan sonra gelen ayetler, Lokman’ın, vasiyeti esnasında oğlunu şirkten nehyederken onu tekit için zikrediliyor.]

14/13- Biz insan’a, ebeveynine (özellikle anasına) iyi davranmasını vasiyet etmişizdir. Çünkü anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir. (Çocuğa süt vermenin sonu ikinci yılın sonudur.). (İnsana vasiyetimiz şu oldu ki:) Bana (vermiş olduğum nimetler için), sonra da ebeveynine (onların çektiği zahmetlere mukabil) şükrediniz. (Hepinizin) dönüşü banadır; (ben de itaat edip-etmeyenlere yaptıklarının karşılığını vereceğim.).

15/14- (Ey insan!) Eğer (müşrik olan) ebeveynin, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşmak için zorlarlarsa, onlara itaat etme! Lakin onlarla dünyada güzel veçhile geçin. (Sıla-yı rahmi terk etme, bir şeyi bana ortak koşturmaya çalışmaları gibi bir istekleri dışında emir ve arzularını yerine getir.) [Ebeveynin hakları büyük ve en yüksek seviyede olduğu için müşrik olsalar bile, Allah’a ortak koşturmaya çalışmaları dışında diğer arzularına itaat etmek vaciptir. Kur’an da bulunan böyle hükümlerden dolayı Müslümanların bununla övünmeleri lazımdır.] Bana yönelenlerin (Peygamberlerin ve salihlerin)[27] yoluna tabi ol. Sonunda dönüşünüz banadır. O zaman size yapmış olduklarınız (bir bir) haber veririm. [Allah (cc) şimdi tekrar, Lokman (as)’ın vasiyetine döndü:]

16/15- Ey oğulcağızım! Haberin olsun ki, yaptığın bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kaya içinde veya semalarda, yahut yerin dibinde gizlense, Allah o ameli (kıyamet gününde) getirir, (mükâfatını sahibine verir.). Şüphesiz Allah(ın ilmi her şeye yetişir, ve her şeyin) künhüne alimdir.

17/16- Ey benim oğulcağızım! Namazı kıl, [Her peygamberin şeriatinde namaz vardır. Fakat keyfiyeti başkadır.][28]) iyiliği emret, kötülükten nehyetmeye çalış,  (her zaman her yerde) sana erişen musibete sabret. Hakikat şu ki, bu zikredilenler (Allah tarafından yapılması vacip olan)[29] kesinleşmiş emirlerdendir.

18/17- [Yine Lokman oğluna tavsiyeye devam ediyor:] (Gururlanıp büyüklük taslayanlar gibi) yüzünü insanlardan çevirme, (belki, tevazu gösterip insanları güler yüzle karşıla.), yeryüzünde böbürlenerek yürüme!  Çünkü Allah övünen ve kuruntu edenleri dost tutmaz.

19/18- Yürüyüşünde tabii ol, (yüksek sesle konuşma) sesini yavaşça yap. (Yüksek sesle konuşmak güzel olsaydı eşeğin sesi olurdu.) halbuki, seslerin en çirkini eşeğin sesidir. [Mürüvvetin gereği odur ki, konuşurken edep mülahazası ile tevazu içinde konuşulsun.]

 

Tefsir:

İnsanlık alemine kadem basan şahıslar, Lokman (as)’ın bu öğütlerini altın suyu ile yazmalı ve sürekli gözlerinin önünde bulundurup ibret almalıdırlar. Lokman (as)’ın nasihatlerini, Allah (cc), Resulünün (sav), dili ile bizlere beyan etmiştir. Hem de bu nasihatler Kur’an gibi mucize bir kitap da kıyamete kadar baki kalacaktır. Fakat bunun gayesi sadece Lokman’ın kıssasını anlatmak değildir. Bu kıssanın anlatılmasının gayesi, Mevlâna Celaleddin er-Rumî’in  dediğine göre:

Bihter ân bâşed ki ser dilberân

   Gofte âyed der hadîs-i digerân

“Daha iyi olan şudur ki, dilberlerin lideri, başkaların kelamında zikredilmiş ola!”

Lokman hekimin anlattığı bu güzel vasıfların Kur’an’da anlatılmasının maksadı bizim ibret almamız içindir. Ağır manaları hikâyeler içine katarak onların içinde içirilmiş bir şekilde anlatmak anlatımı daha kolay hale getirmiştir. Şurası sevindirecek bir husustur ki, halkın bir kısmı gaflet uykusuna dalmayıp bu güzel öğütlerden faydalanıyorlar. Müslümanların çoğu Kur’an’dan uzak duruyorlar. Sanki onlar Kur’an’ın emirleri ile hiç mükellef değildirler, sanki Kur’an onların kitabı hiç değildir, sanki sadece ölüler üzerine okunmak için inmiştir, sanki sadece Ramazan-ı şerifte sair dua-yı Ebu Hamza, dua-yı cevşen-i kebir, dua-yı simat, dua-yı aşerat vb. dualar gibi okunmak için inmiştir. Elbette benim bu anlatmak istediğim şeyi aklı eren kimseler anlarlar ki, avam insanların Kur’an’dan kaçmaları, Kur’an’a uzak durmaları  kendilerinden kaynaklanmamaktadır. Elbette buna sebep olanlar vardır. İşte bu avam tabakayı dinden uzaklaştıranlar, din ve milletin hırsızları ve yol kesicileridirler. Bu din hırsızları ve yol kesicileri insanların içinden ayıklanmazsa bu milletin kurtulması muhaldir. Kur’an insanları maddi ve manevi olarak en yüksek seviyeye çıkarmaya yetecek bir kitaptır. Değil ki Kur’an-ı Kerim’in tamamı belki bir ayeti bile ilim alemine girip nefsi olgunlaştırmaya yetecek ve şifa verecek bir kitaptır. Kötü maksatlı bir kısım kimseler, Kur’an-ı Kerim’i insanlara muğlak ve açık olmayan bir kitap olarak takdim ediyorlar. Güya onun manalarını, Hz. Peygamber (sav), Ruhu’l-Kudüs, İmamlar anlarlarmış. Bunlardan başka kimseler onun manalarını anlamazmışlar. Bu düşünceleri ile halkı Kur’an’ı anlamaktan uzaklaştırdılar. Bunu böylece insanlara tavsiye ettiler ki, avam halk onların ayıplarını görmesinler, sezmesinler. Fakat bilemedirler ki, güneş balçıkla sıvanmaz. “Allah’ın nurunu ağızları ile (üfleyip) söndürmek istiyorlar.  Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmeyecektir.” (Tevbe 9/32)

Öyleleri var ki, Kur’an’a karşı fikir beyan ediyor ve, “Doğru Allah, Kur’an’ında böyle diyor ama benim görüşüm budur” diyor. Şimdi böyle demekten daha büyük şirk ve küfür olur mu? Müslüman olan bir kimse, her bir işini Kur’an’a bağlı olarak yapmak mecburiyetindedir. Kur’an’ın hilâfına hükümler verip o hükümleri Resulüllah’a, ashabına ve İmamlara isnat eden kimselere Müslüman demek mümkün mü? Kur’an’dan ayrılan ve Ruhanî reislik iddia eden kimseler insanları dalalete saldıkça bu millet gün be gün geri gidecektir. Fakat şu günlerde insanlar içinde şimşek gibi aniden nurlanan bir nurun çıktığı hissedilmektedir. Ümit ediyoruz ki, bundan böyle insanlar arasında ilim ilerledikçe, onlar da ilerleyecek ve bir urvetu’l-vuska (kopmaz ip) olan Kur’an’a sımsıkı sarılacaklar ve neticede necat bulacaklar. İnşallah ileride daha güzel olacaktır.. (...) Allah’ım sen bu insanlara dinlerini yaşamalarında yardım et..

20/19- (Ey Adem oğulları!) Görmediniz mi ki, Allah semavatta ve yerde ne varsa hepsini sizin hizmetinize vermiştir. O, gizli-açık nimetlerini bol bol size ihsan etmiştir. (Resulüm!) İnsanlardan kimiler de var ki, (yanlarında) ne nuranî bir kitapları ne bir rehberi ne de bir bilgisi olmadan Allah hakkında mücadele ederler. (Allah’a şirk koşarlar.).

 

Tefsir:

Allah’ın açık nimetleri, herkesin görebildiği nimetleridir. Gizli nimetleri ise, onları ancak ince anlayışlı kimseler anlayabilirler.(...)

21/20- (Resulüm!) Onlara: “Allah’ın indirdiğine tabi olun!” denildiği zaman: “Hayır (Kur’an’a tabi olmayız.) babalarımızı üzerinde (onlara taparlarken) bulmuş olduğumuz (putlara) tabi oluruz.” (Resulüm! Onlar babalarını taklit ediyorlar Kur’an’a tabi olmuyorlar;) Acaba şeytan, onları alevli ateşin azabına çağırıyorsa da (yine babalarının taptıklarına mı tapacaklar?). [İşte bu kâfiler, kendilerini akıllı sanıyorlar, fakat ne kadar sefih oldukları ortadadır.]

22/21- Her kim nefsini Allah’a teslim edip (her işinde Allah’a tevekkül ederek) bizzat kendisi de hayırlı bir amelin sahibi ise gerçekten en sağlam kulpa yapışmıştır. Öyle ya bütün işlerin sonu Allah’a varır.

23/22- (Resulüm!) Kim de inkâr ederse, artık onun inkâr etmesi seni mahzun etmesin. Hepsi dönüp bizim tarafımıza gelecektir. (Kıyamet günü onları diriltip hayat verdikten sonra dünyada) yaptıkları amelleri onlara haber vereceğiz, (dolayısıyla yaptıklarının cezasını çekecekler.) Şüphesiz Allah (bendelerinin) sinelerindeki sırlara alimdir, (ona göre onlara davranacaktır.).

24/23- (Resulüm!) Onlara (kâfir ve müşriklere dünyada) az bir zaman (mühlet veririz, dünya) nimetlerinden faydalandırırız. (öldükten) sonra onları cebren şiddetli azaba çekeriz; (öyle ki, oradan bir daha kesinlikle çıkamazlar.).

25/24- (Resulüm!) Hakikaten onlara (müşriklere): “Bu semavatı ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka “Allah..” derler.. De ki: “Hamd Allah’a mahsustur. (Sadece O’na hamt edilir. Onunla beraber bir başkasına daha hamt olmaz. Öyle ise niçin Allah’tan başkasına hamt ediyorsunuz.?).” Bilakis onların çoğu bilmiyorlar (ki, semavat ve yeri yaratan kim ise, hamt ve sena da ancak O’na ait olur. Başkasını O’na ortak koşmak cehalettir.). [Müşrikler Allah’a ortak koşuyorlardı ama, semavat ve yeri yaratanın sadece Allah olduğunu ikrar ediyorlardı. Putları ise kendileri ile Allah arasında bir aracı olarak kullanıyorlardı.][30]

26/25- Semalarda ve yerde olan yaratılmışların hepsi Allah’ın mülküdür. (O’nun tasarrufundadır.). Fakat Allah kesinkes, (yarattıklarından) müstağnidir (ve) övülmeye layıktır.

27/26- (Resulüm!) Yeryüzündeki ağaçların (hepsi) kalem olsalar, deniz de.. (mürekkep olsa)  arkasından yedi deniz daha.. ona katılsa (yazmakla bu denizler biter de) yine de Allah’ın kelemleri bitmez. [Kelimelerden kastedilen ilimdir. Allah’ın ilmi sonsuz olup okyanusa nispetle bir damla su ne ise, Allah’ın ilmine nazaran insanın ilmi de odur.] Allah (yaratılmışlara) galiptir, (her şeyi) hikmet üzere yaratmıştır.

28/27- (Siz nev-i beşerin, ilk önce) yaratılıp (varlık alemine girmeniz), (sonra kıyamet günü) yeniden dirilmeniz (Allah’ın kudretine göre) ancak bir kişinin (yaratılması ve diriltilmesi) gibidir. (Bir kişinin yaratılması ile hepsinin yaratılması Allah’a göre birdir.).

29/28-Bakıp görmedin mi ki, Allah (o mükemmel kudretiyle) gecenin (karanlığını) gündüze sokup, (karanlığı siliyor,) gündüzün (ışığını) geceye sokup, (ışığı siliyor. Bunlar Allah’ın o kudretine delil değil midir? Yine Allah o mükemmel kudretiyle) güneşi ayı buyruğu altına alıp (insanlığın hizmetine sunmuştur.) Her biri belli bir vadeye kadar [Kıyamete kadar devam edeceklerdir.]  hareketinde kayar giderler. Şüphesiz Allah (siz nev-i beşerin her yaptığını) bilir,  (kötü amel sahiplerinin de yaptıklarından) haberdardır. (Onlara cezasını verecektir.).

30/29- Bu zikredilenleri (yapmaya Allah’tan başka kimsenin ne kudreti vardır ne de bir hikmeti) işte bu yüzden Allah’ın (hak bir mabut olduğu) gerçektir. O’ndan başka (müşriklerin) taptıkları ise kesinkes batıldır. Hakikat Allah  (şanı) yüce ve (saltanatı) büyüktür. (Bütün sultanlar onun buyruğuna boyun eğmişlerdir.).

31/30- Acaba bakıp görmedin mi ki Allah, size (öz kudretine delalet eden) delillerden bazısını göstermek için, lütfu ile gemileri denizde yüzdürüyor? Şüphesiz bu zikredilen şeylerde (Allah’tan gelen belaya) sabır kesilen (nimetlerine) çok şükreden kimseler için (O’nun tevhit  ve kudretine delalet eden) delil ve burhanlar vardır. (Bu delil ve burhanları idrâk etmek lazımdır.).

 32/31- (Resulüm!) Ne zaman ki, onları (denize tufan düşüp yüce) gölge (salan dağlar) gibi dalgalar (her yandan sarınca) dini yalnız Allah’a has kılarak, (inleye inleye sızlanarak) Allah’a dua ederler. (Allah’tan başkasını unuturlar. Allah onların duasını kabul edip) karaya  çıkarak kurtulunca, görürsün ki,  onlardan bir kısmı iman ve ihlaslarında[31] devam ederlerken, (diğerleri ise eski kafalarına dönerler.) Zaten bizim ayetlerimizi, ancak gaddar (ve hilekâr) nankörler, bilerek inkâr ederler.

33/32- Ey insanlar! Allah’a karşı çok saygılı olun ve bir günden korkun ki, ne baba evladının, ne de evlât babasının adına bir müşkülü çözmesi mümkün değildir. Allah’ın vâdi  haktır. (Mutlaka kıyamet kopacaktır.). Dünya hayatı sizi aldatıp (Allah’tan gafil olarak, günah işlemeyi kendinize şiar ederek zulüm yapmayın. Siz ve dünya fani olup sadece taptığınız kötülükler yanınızda kalacaktır.). Şeytan (nefs-i emmare de) sizi Allah’a karşı aldatıp (ona itaatten geri durdurmasın).

34/33- (Resulüm!) Kıyamet hakkın hakkında bilgi, ancak Allah’ın nezdindedir. (Allah’tan başka onu hiç kimse bilemez.). Allah, (ne zaman maslahat görürse) yağmuru yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağı bilemez. (Allah bilir.). Yine hiç kimse nerede öleceğini bilmez, (bunları bilmek Allah’a mahsustur. Bunlar gaip ilmidir.). Allah (bunları ve bunlardan başka her şeyin) zahirini ve kapalı yanını bilir.

 

Tefsir:

Müharib kabilesinden biri Resulüllah’a (sav) gelip:

Ya Resulallah!  Bana kıyametin ne zaman kopacağını söyler misin? Tohumu  yere saçtım. Yağmur gecikti. Ne zaman yağacak? Karımı gebe bıraktım ne doğuracak? Bugün kazandığımı biliyorum, yarın ne kazanacağım? Nerede doğduğumu biliyorum, fakat nerede öleceğim? Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.[32]

 Resulüllah (sav): “Gaybın anahtarları beştir, (dedi) ve bu geçen ayeti okudu.”[33] İbn Abbas, bu beş şeyi bildiğini söyleyen kimsenin yalancı olduğunu söylemiştir.[34] Falcılıktan uzak durun. Çünkü falcılık Allah’a ortak koşmaktır. Allah’a ortak koşanlar ise cehennemde yanacaktır.

Abbasi halifesi Mansur, ne zaman öleceğini öğrenme fikrine düştü. Bir gece rüyasında gördü ki, denizde bir hayalet ona karşı beş parmağı ile işaret ediyor. Çok korktu ve bağırarak uyandı. Tabircilere bunu sorunca, kimi beş yıl, kimi beş ay, kimi de beş hafta daha yaşayacağını söylediler. Ebu Hanife ise:

Bu  hayaletin işaret ettiği beş parmak, ayette işaret edilen beş adet gaip ilmidir. Bunları Allah’tan başka kimse bilemez. Ezcümle bu alimler bu rüyadan, halifenin böyle bir hayalle yattığı için başına böyle bir rüyanın geldiği, yorumunda bulundular. Biz de ilimde yed-i dûla (çok geniş bilgi sahibi)  olmasından dolayı Ebu Hanife’nin görüşünü daha iyi bulduk.[35]

Allah’a hamd olsun, Lokman sûresinin tefsiri tamam oldu. Bu sûre ne kadar güzel öğüt ve nasihatleri ihtiva etmektedir. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Lokman sûresini okursa (yani oradaki nasihatleri dinlerse) kıyamet gününde Lokman ona arkadaş olur.”[36]


 

 

32/75 SECDE SÛRESİ

 

Secde sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 30 ayet, 380 kelim ve 1518 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Elif. Lâm. Mîm. (Bu mübarek sûrenin adıdır.)

2/3- (Bu Kur’an’ın) alemlerin Rabbi Allah tarafından indirildiğinde hiç bir şüphe yoktur.

 

Tefsir:

Kur’an’ın Allah tarafından indiğinde hiçbir şüphe yoktur. Kur’an Allah’tan indirilmeye layık bir kitaptır. Kur’an’ı inkâr edenler, onu iyi bir şekilde inceledikleri zaman değil ki, onu inkâr etmek bilakis Allah’tan gelen bir kitap olduğuna hemen şahitlik edeceklerdir. Fakat ne yazık ki, nice inatçı ve mutaassıp kimseler sırf bu inatlarından dolayı Kur’an’dan uzak duruyorlar.

3/4- Yoksa onu, (Muhammed aleyhisselamın) bizzat kendi yakıştırdı mı diyorlar. (Resulüm! Müşriklerin bu sözleri batıldır.) Belki, o, senden önce kendilerine hiçbir uyarıcı (peygamber) gelmemiş bir kavmi uyarman için Rabbin Allah tarafından inmiş bir gerçektir. (Resulüm! Onları uyarıp hakka davet etmekle) ümit var ol ki, hidayet bulurlar (ve hakka ulaşırlar.).

 

Tefsir:

Hz. Peygamber (sav)’den önce kendilerine hiç peygamber indirilmemiş olanlar Kureyş cemaatidir. İhtilaflı olmakla birlikte Resulüllah’tan (sav) önce kendilerine hiçbir peygamber gelmemiştir.

Sual: Allah (cc), kıyamet günü peygamber göndermediği bir kavme azap eder mi?

Cevap: Herhangi bir peygamberin gelmesi ile getirmiş olduğu füruata dair hükümlerden dolayı Allah hiçbir kuluna azap etmez. Belki azap etmek kabihtir. Fakat aklın, yalnız başına bulabildiği Allah’ın varlığı ve birliği gibi konularda inkâra kalkışırsa, yani Allah’ın varlığını ve birliğini inkâr ederse Allah bu insana azap eder. Peygamberin gelip gelmemesinde herhangi bir fark yoktur.

4/5- Allah O’dur ki, (mükemmel kudretiyle) semavatı yeri ve bunların arasındakileri altı gün (kadar) bir zamanda yarattı. [“Altı gün” tabiri bizim tasavvurumuza bunu anlatmak içindir. Yoksa Allah (cc), fillerinin vakit ve zamana ihtiyacı yoktur.] Sonra tahta (cümle varlıklara) hükümran oldu. [Bu konu daha önce geçmişti.][37] (Şayet Allah’ın rızasını bir kenara bırakır da O’na itaat etmeyi terk ederseniz) Artık O’ndan başka ne bir dost ne de bir şefaatçınız vardır. Hâlâ bir düşünüp öğüt almaz mısınız (ki Allah yardımını keserse size kim yardım eder?).

5/6- Allah, (nev-i beşerden ötürü) semadan yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (-sizden çıksın çıkmasın-, her bir iş) sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde Allah tarafına.. (Levh-i mahfuz’a / Allah’ın ilmine) doğru çıkar, (orada tespit olur.)[38]

6/7- İşte (semavatı ve yeri yaratan, halkın yaptıklarını bir bir muhafaza eden) görülmeyeni de görüleni de bilen,  (yaratılmışlara) galip olup, (düşmanlarından  intikam alabilen) ve (dostlarına da) çok merhametli olan O’dur.

7/8- O Allah ki, (hikmetinin gereği ve bir maslahat üzere) yarattığı her şeyi güzel yaratmıştır. (Bak gör ki,  Allah ne şeyden güzel şeyler yaratmış ve) insanın (Adem’in) yaratılışına (her  şeyden daha kıymetsiz) balçık ile başlamıştır. (Şimdi bu değersiz şey ile insan arasında ne münasebet vardır! Böyle güzel insanı yaratmak Allah’ın kudretine büyük bir delil değil mi?).

 

Tefsir:

Allah’ın (cc) yarattığı her şey güzeldir. Güzellikteki farklılık güzel ve daha güzel olma gibi üstünlük derecelerindedir. Bir de güzel olmaktan maksat, her canlı türü kendi türü içinde güzeldir. Mesela, insan ve insandan başka diğer hayvanlardan at, eşek gibi.. insana nazaran çirkin olsalar bile kendi türleri arasında, çok güzeldirler.

8/9- Sonra onun zürriyetini süzülmüş bir özden, değersiz bir sudan yaratmıştır.

9/10- Sonra onu (ana rahminde) düzeltip (insan suretine soktu) ve içine kendi ruhundan üfürdü (o da can buldu.). (Evet Allah) sizin için kulaklar, gözler ve gönüller  verdi (ki bunlarla her şeyi anlıyorsunuz.). Ama siz (insan oğlu, bu nimetlerin sahibine) pek az şükrediyorsunuz, (halbuki, Allah’a her vakit şükretmeniz gerekirdi.).

10/11-12- (Kıyameti inkâr edenler) dediler ki, “(Bedenimiz) yerde (toprak olup, toprağa karışarak) kaybolup gittikten sonra, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışta bulunacağız.”  (Resulüm!) Belki bu müşrikler, Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler.

11/13- (Resulüm!) De ki: “Size vekil kılınmış (içinize vediâ olarak konulmuş)[39] olan ölüm meleği canınızı alacak, sonra döndürülüp Rabbinize götürüleceksiniz.”

12/14- (Resulüm!) Günahkârların Rableri huzurunda başlarını öne eğdiklerini ve: “Ey bizim Rabbimiz! (Doğruluğunu şimdi) gördük duyduk, bizi (dünyaya) geri döndür (ta ki) salih amel işleyelim artık kesinkes iman ettik.” dediklerini o vakit hele bir görsen. [Müşrikler ve kâfirler kıyamet günü iman getireceklerdir. Fakat bu imanın onlara hiçbir faydası olmayacaktır.][40]

13/15- (Resulüm!) Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse (zorla) hidayetini verir(İslam’a dahil eder)dik. (Fakat, biz bu inanma işini herkesin tercihine bırakmış ve zorlamamışızdır. Bir kimsenin, imanı ya da küfrü seçmesinde tercih kendine aittir.) Lakin (günahkârlar, küfrü hidayete tercih ettiklerine göre), “Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmı ile dolduracağım” diye benden kesin söz çıkmıştır.

14/16- (Kıyamet günü müşriklere ve asilere denilir ki) Bu güne kavuşmayı unutmanızın cezasını (cehennem azabı olarak) şimdi tadın bakalım! İşte biz de sizi (azaba) terk ettik.[41] (Dünyada) işlemekte olduğunuz (kötü) ameller yüzünden tadın, edebî azabı!

15/17- Bizim ayetlerimize o şahıslar iman ederler ki, onlarla Kur’an okunduğu zaman[42] (tevazu edip, İslam dininde olduklarından ötürü) secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tespih ederler. Hem de (Allah’a secde edip hamd u sena etmede) hiç büyüklük taslamazlar.

16/18- (Müminler odu ki, gece vakti) onların kaburgaları (kalkıp Allah’a ibadete duracakları için) yatan yerlerinden uzak dururlar. Havf u haşyet içinde, aynı zamandan tazarru ve niyazlarının kabul olacağı ümidiyle Rablerine dua ederler.. ve kendilerin verdiğimiz rızktan hayırlarına sarf ederler.

17/19- (Allah ahrette) yaptıkları (güzel) amellerinden dolayı müminler için gözlerini ışıklandıracak (öyle nimetler) saklamıştır ki, onları hiçbir kimse bilmez.

 

Tefsir:

Yukarıda geçen bu iki ayet müminlerin sıfatlarından, gece namazı ile, millet evladı için Allah yolunda mallarını sarf etmenin faziletini beyan ediyor. Ne yazık ki, müslümanlar bu iki ayetin ihtiva ettiği manaları pek düşünmüyorlar. Hatta çoğu değil ki gece namazı kılmak normal beş vakit namazlarını bile kılmıyorlar ve mal toplayıp onlardan Allah yolunda ihsan etmemede Karunları taklit ediyorlar. Bir hadisi bu konu münasebetiyle teberruken arz etmek istiyorum. Bu hadisin özellikle sonuna dikkat edilsin:

Muza b. Cebel (ra) rivayet ediyor: Resulüllah (sav) ile bir seferde bulunuyorduk. Bir gün sabah vakti yol  esnasında Resulüllah’a yaklaştım. Ona:

Ya Resulallah! Beni cehennemden uzak edecek ve cennete dahil edecek bir amel yapmamı öğretir misiniz?

Büyük şey sordun, bununla beraber o, Allah’ın nasip ettiği kimseye kolaydır, Allah’a ibadet edersin, O’na hiç ortak koşmazsın, namazı kılarsın, zekâtı verirsin, Ramazan orucunu tutarsın, Kâbe’yi haccedesin. (Tekrar buyurdu ki:) Sana hayır kapılarını göstereyim mi? Oruç (insanı Allah’ın azabından koruyan) bir kalkandır, sadaka vermek hata ve günahların (ateşini) söndürür ve bir de gecenin göbeğinde namaz kılmak.. (bundan sonra Allah Resulü “(İbadetleri ettikleri için) vücutları yataktan uzak kalır.”  Ayetini okudu. (Sonra yine buyurdu ki:)  Ey Muaz! İstiyor musun her  şeyin başı ve dinin yüce dağlarının başı ve zirvesi nedir? Anlatayım.

Evet ya Resulallah! Buyurun.

Her hayırlı işin başı İslam dinidir. Allah’ı bir bilmektir. Dinin sütunu (direği) namazdır. Dinin zirvesi cihat etmektir. (Ondan sonra buyurdu ki:) Ey Muaz! İster misin bunların hepsini içine olan en camî bir şeyi sana haber vereyim?

Evet, ya Resulallah!

(Resulüllah eliyle dilini tutarak) bu dilini koru.

Ya Resulallah! Konuşmakta olduğumuz sözlerden acaba Allah sorumlu tutar mı?

Annen mateminde eğlensin ey Muaz! Acaba insanları cehenneme yüzüstü süren şey dillerinden çıkan sözlerden başka bir  şey midir?[43]

Bu hadis-i şerifin özellikle son kısmına dürüst bir fikir verilsin ve düşünülsün. Nitekim o Yüce insan esas maksadını söylemek için ilkönce bir giriş yapıp sonra da maksadına ulaştı. Dil, kalbin tercümanıdır. Kalp ise hayır-şer,  küfür-iman ve öğrenim-öğretimde her şeyin esasıdır. Hiçbir edip Resulüllah (sav) gibi böyle mucize bir kelam söylememiş ve söyleyemez de. Müslümanlar, o mübarek zatın böyle cevher gibi olan sözleri  nerede ise unutulup gitmeye yüz tutmuştur......

18/20- Öyle ya, mümin olan, fasık (imandan çıkmış)[44] kimse gibi midir? Bunlar elbette müsavî değildirler.

 

Tefsir:

Hazin, tefsirinde bu ayetin Ali b. Ebi Talib ile Velid b. Ukbe hakkında nazil olduğu söylemiştir. Allah (cc) bu ayette Ali’nin mümin ve Velid’in ise fasık olduğunu beyan ediyor. Onlar kendi aralarında bir konuyu tartışıyorlardı. Velid, Ali b. Ebi Talib’e:

Sen sus, sen daha çocuksun. Ben ise büyüğünüm. Her yerde ben senden önde olmam gerekir.

Sen sus. Zira sen fasıksın. İşte bu sırada ayet nazil oldu.[45] [Gelecek ayetlerde mümin ile fasıkın (kâfirin) ahretteki dereceleri anlatılıyor.]

19/21- Ama iman edip salih amel işleyen  kimselere gelince, onlar için yaptıkları (iyi işlere) karşılık, konaklamaları için, rahatlık bağları (bir çeşit cennetler), tedarik edilmiştir.

20/22- Fasıklar ise, onların varacakları yer ateştir. Oradan her çıkmak istedikleri sıra (Allah tarafından) geri çevrileceklerdir ve kendilerine: Yalandır deyip durduğunuz cehennem azabını tadın! Denilecektir.

21/23- (Resulüm! Sana inanmayan Mekke müşriklerine, Mekke’de kıtlık çektirmek ve Bedir de kimini öldürmek kimin de esir almak gibi)[46] dünya azabını, ahret azabından önce tattıracağız; belki (küfür ve şirkten tövbe edip Allah’a) dönerler.

22/24- Kendilerine Rabbinin ayetleri (ile) öğüt verilip (onları anladıktan) sonra, onlardan yüz çevirenden dada zalim yollu kim olabilir!  Muhakkak ki biz günahkârlardan intikam alacağız.

23-24/25- (Resulüm!) Muhakkak ki, biz Musa’ya kitap verdik; (sana verilen kitap, Musa’ya verilen kitabın bir benzeridir, Musa’ya vahiy ile kitap verdiğimiz gibi sana da vahiy ile kitap veriyoruz.) sakın sen (böyle vahiy yolu ile) bir kitaba kavuşacağından şüphe etme! (Musa’ya verilen) o kitabı (Tevrat’ı) İsrail oğullarına hidayet rehberi kıldık. (Aynen Kur’an’ı da Tevrat gibi bir rehber kıldık.). (İsrail oğulları, gelen belalara) sabrettikleri ve ayetlerimize kesinkes inandıkları zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru yola ileten rehberler tayin ettiğimiz (gibi, Resulüm, böylece senin ümmetin de ayetlerimize inanıp, gelen bela ve musibetlere sabretmek suretiyle onlardan da rehberler tayin edeceğiz, gidip hak dini neşredecekler.).

 

Tefsir:

Allah’ım sen, bizzat biliyorsun ki, bu zamanlarda böyle Kur’an rehberlerini küfür ve zındıklık ile suçlayıp, onların anlattıkları hak sözleri kabul etmiyorlar. Görünürde kendilerini Müslümanların ve mezheplerin reisi kabul edip, içten dinin tahripçileri bu insanlar,  yeryüzünde bulundu bulunalı İslam dinini yıkmışlardır. İslam’ın ne hale geldiği bugünkü halinden gün gibi ortadadır. Bir beldede bulunan beş insan, her biri yekdiğerini cahillikle suçlar ve taklitçi kabul ederse ve bizzat kendini Resulüllah’ın has bir naibi kabul ederse buna rağmen Resulüllah’ın (sav) vasıflarından hiçbiri ile alakalı değilse bu dinin hali nice olur?  İşte bu din tahripçilerinin kökü Müslümanların arasından sökülüp temizlenmezse hiçbir zaman İslam’ın nuru ortaya çıkmayacaktır.

25-26/26- (Resulüm!) Muhakkak ki, senin Rabbin, ihtilaf etmekte oldukları şeyler hakkında kıyamet günü onların (din ve mezheplerin)[47] arasında hükmedecek (ve günahkârları cezalandıracaktır.). Kendilerinden önce, diyarlarında dolaştıkları (Âd ve Semud.. gibi) nice kuşakları helâk etmiş olmamız, hâlâ onları doğru yola iletmedi mi? Şüphesiz ki, bu (kuşakların helâk olmasında Allah’ın tevhit ve kudretine delalet eden) delil ve burhanlar vardır. Acaba (bu müşrikler, Allah’ın ayet ve hükümlerini) işit(ip öğüt kabul et)mezler mi?

27/27-  (Resulüm!) Kupkuru yerlere suyu sürüyoruz, onunla gerek hayvanlarının gerekse kendilerinin yiyegeldikleri bitkileri göğertmekte olduğumuzu da bakıp görmediler mi? Hâlâ da bunları görüp (Allah’ın tevhit ve kudretine kail olmazlar mı?)

28/28- [Müminler müşriklere diyorlardı ki,  bir gün gelip Allah (cc) bizimle sizin aranızda hükmünü koyacak ve size galip olacağız. Müşriklerin onlara vereceği azabı Allah hikâye ediyor:] (Müşrikler dediler ki:) Eğer doğru diyorsanız, bu fetih günü ne zaman? derler.

29/29- (Resulüm! Müşriklere) De ki: “(Fetih ve zafer gününü arzu etmekte ve onunla alay edip gelmesini istemekte acele etmeyin. O gün sizi görürüz.. korkunuzdan iman edeceksiniz, fakat) o fetih gününde inkârcılara (o gün ettikleri) imanları fayda vermeyecek ve (azabın ertelenmesi için bir mehil tanınmasını isteseler bile) mühlet de  verilmeyecektir.”

30/30- (Resulüm!) Artık sen onları bırak ve (sana vermiş olduğum vâdimi) bekle, onlar da zaten (seni yok etmek için) bekleyeceklerdir; (kimin galip olacağını görürsünüz.) [Allah’ın vâdi tamam oldu. Bedir günü müşrikler mağlup oldular.][48]

 

Hamd olsun, Secde sûresinin tefsiri de tamam oldu. Bu sûre, ne kadar ibret alınacak güzel ayetler ihtiva ediyor! İş o ki bu ayetlerden ibret alınsa. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Secde sûresini okursa (yani onun ihtiva ettiği manalardan ibret alırsa) Allah (cc) o kimseye Kadir gecesini ibadetle geçiren insanın sevabı kadar sevap verir.”[49]


 

 

33/97 AHZÂB SÛRESİ

 

Ahzâb sûresi Medine’de nazil olmuştur. 73 ayet, 1280 kelime ve 5790 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Ey Peygamber! Allah’a karşı saygılı olmada (sabit kadem ol)[50], kâfir ve münafıklara (hiçbir konuda) yardımcı[51]  olma, (uzak dur.). Şüphesiz Allah, (hakkı batıldan, yararlıyı yararsı dan ayırmayı) iyi bilir, (O’ndan her bir fiil) hikmet üzere meydana gelir.

 

Tefsir:

Allah (cc) Kur’an’da Resulüllah’a hitap ederken keramet ve şerefinden dolayı onun adını söylemeyip “Ey Nebi”, “Ey Resul” gibi unvanlarıyla hitap eder.

2/3- (Resulüm!) Rabbinden sana vayedilene tabi ol, (o kâfir ve münafıkların dediklerine kulak verme.). Muhakkak ki, Allah ne yaparsanız haberdardır.

3/4- (Resulüm! Her bir emirde) Allah’a tevekkül et. (Her işin tedbirini Allah’a havale et.) Vekil olarak Allah yeter.

4/5- Allah, hiçbir adamın içinde iki kalp yaratmadığı gibi, “zıhar” yaptığınız eşleriniz de analarınız yerine koymadı ve evlatlıklarınızı da öz oğullarınız olarak tanımadı. O ağzınızdaki laftan ibarettir, (onun aslı ve gerçek bir yanı yoktur. Onlara “bu benim oğlumdur demekle” gerçek oğlunuz olmazlar.) Hakkı söyleyip hakka davet eden Allah’tır. (Bu cümleden olarak, bundan böyle şimdi O’nu dinleyin:)

 

Tefsir:

Ebu Amir b. Muammer el-Fihrî, Kureyş kabilesi içinde akıllı biri idi. Her sözü doğru bir şekilde ezberlerdi. Onun için herkes onun iki kalpli olduğuna inanırdı. Ebu Muammer’in kendisi de iki kalpli olduğuna inanıyordu. Ve kendisi diyordu ki, ben bu iki kalbim ile Muhammed (as)’dan her şeyi daha iyi anlıyorum. Allah (cc) bu ayette, bu düşünceyi reddediyor. Allah’ın hikmeti ve yaratma keyfiyeti herkes için bir kalp yaratma şeklindedir. Allah’ın hikmeti bunu iktiza eder. Zaten Allah bir kimseye bir emir de bulunmuşsa o kimse iki kalbi olsa bile iki kalbi de bu işe boyun eğme şeklinde hareket ederler. Yoksa biri o emre uyup diğeri uymazlık etmez. Şayet biri uysa diğeri uymasa, o vakit lazım gelir ki, o kimse bir fiilde hem o işin yapılmasını istiyor hem de yapılmamasını istiyor, hem inancı olsun hem de şüphesi olsun, hem ilmi olsun hem de zannı olsun. İşte bu zıtların bir arada bulunması mümkün değildir.

Bu ayetin diğer bir konusu da, “zıhar” meselesidir. Zıhar: Bir kimse eşine “Sen bana anamın sırtı gibisin” demesidir ki, anam bana nasıl haram ise, de bana öyle haramdır demek olur. Araplar, böyle denilen bir kadını ana gibi kabul ederler, hemen ayırırlardı ve ana gibi sayıldığına göre tekrar nikâh edilmemesi de gerekirdi. Burada onlara ana gibi demekle gerçekten ana oluvermeyeceklerin anlatılarak bu ayetin değiştirilmesinin gerekliliğini gösteriyor. Bu konu ileride (Mücadele 58/1-3) anlatılacaktır.

Araplar kendi aralarında şunu da resmi hale getirmiştiler. Bir kimse başka birinin oğlunu evlatlık edinip onu esas oğlu gibi bilirdi ve onun nesebini esas evladı gibi kabul ederdi.  Onu malına varis kılardı. Allah (cc) bunu men ediyor.

Araplar aralarında çıkan savaşlarda, birbirlerinden esirler alır ve bunları satarlardı. Zeyd b. Harise ise Beni Kelb kabilesindendi. Onu da çocuk iken kaçırıp esir ettiler. Hakim b. Hizam, Zeyd b. Harise’yi, halası Hz. Hatice (rha) için satın almıştı. Resulüllah (sav) Hz. Hatice validemizle evlenince, Hz. Hatice Zeyd’i Resulüllah (sav)’e hediye etti. Zeyd b. Harise’nin babası ve amcası gelip onu Resulüllah’tan (sav) istediler. Resulüllah (sav) Zeyd’i kendi tercihine bıraktı. O da, Resulüllah’ı (sav) tercih etti. Resulüllah (sav) daha sonra Zeyd b. Harise’yi azat etti. Kureyşliler, Mekke’de hep onu Resulüllah’ın oğlu diyorlardı. Allah (cc), bu ayette onların böyle demesini nehyediyor.[52]

Zeyd b. Harise, büyük sahabeden biri idi. Mekke fethinden sonra, Mu’te gazvesi olunca Resulüllah (sav) onu bu savaşa komutan seçti. Buyurdular ki, Zeyd şehit olursa, yerine Abdullah b. Ravaha geçsin. O da şehit oldursa yerine Ca’fer b. Ebi Talip geçsin. Resulüllah (sav)’in buyurduğu gibi her üçü de şehit oldular. Sonunda orduya Halit b. Velid komutan oldu. Onlar düşmanı sindirip Medine’ye döndüler.[53]

Resulüllah (sav) vefat edecekleri sırda, Zeyd b. Harise’nin oğlu Üsame’yi yirmi bir yaşında yine Bizans’a giden ordunun başına komutan seçti. Resulüllah (sav), daha ordu Medine’den ayrılmadan dünyadan irtihal ettiler. Sahabenin en büyük tercihi ile Ebu Bekir (ra) hilafete geçti. Üsame ordusu ise hiç bozulmadan yoluna devam etti. Ve zafer kazanarak geri döndü.

5/6- (Evlat edindiğiniz kimseleri) öz babalarının adı ile çağırın. (Onları kendi atalarının adı ile çağırmak), Allah yanında en adil olanı budur. [Böylece nesepler de karışmamış olur.] Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşleriniz ve dostlarınız olarak kabul edin, (onlara hitap ederken “kardeş ve dost” diye hitap edin. Oğlum demeniz gerekmez.). Bununla birlikte hata ettiğiniz hususlarda (yani, gerek bu yasaktan önce,  ve gerek sonra, kastınız olmaksızın, yanılma ve unutma ile yaptığınız yanlışlarda) üzerinize bir günah yoktur. Fakat kalplerinizin kasten taptığı var ya, işte günah ondadır. (Tövbekârlara) Allah merhamet edip (onların tövbesini) kabul edendir.

6/7- Peygamber, müminlere (her bir din ve dünya emirlerinde) öz canlarından daha artıktır. [Bu yüzden Resulüllah’ın (sav) hükmünü her konuda uyulması gereken bir vacip bilmek gerekir.] Resulüllah’ın hanımları ise onlara (hürmet ve tazimde, nikâhlarına almada) kendi öz anaları yerindedir. [İslam’ın başlangıç yıllarında, hicret ve dinde kardeşlik sözleşmesi ile meşru kılınmış olan mirasçı olma, bu ayet ile iptal edilmiştir. Akraba olanlar, diğerlerine öncelikli duruma getirilmiştir. Mirasın tafsilatı (Nisa 4/11-12) geçmişti.][54]  Akraba olanlar, Allah’nın kitabına göre, (miras olma bakımından) birbirlerine diğer müminlerden ve muhacirlerden daha önde gelirler, (akrabaları olduğu halde, din kardeşliği veya hicret kardeşliği gibi sözleşmeli kardeşlerin miras almaları caiz değildir. Miras almak akrabaya münhasırdır.) Ancak, eğer siz müminler, (ölmeden önce bir faydası olsun diye) güzel veçhile dostlarınıza (malınızdan bir şey bağışlamanız veya vasiyette bulunmanızda bir mahsur yoktur. ) Bunlar (Allah’ın Peygamberine vahiy ile bildirdiği hükümler cümlesindendir. Yani) Kitap ta yazılı bulunmaktadır.

7/8- Hani biz peygamberlerden söz almıştık, (özellikle); senden, Nuh’tan, İbrahim’den, Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan.. evet onlardan muhkem bir söz almıştık, (ta ki, risaletlerini tebliğ edip hükümlerimizi insanlara ulaştırsınlar.)

8/9- (Bu sözü, peygamberlerden aldı ki, risaletlerini insanlara ulaştırsınlar da, kıyamet gününde Allah,Acaba insanlardan peygamberleri doğrulukla tasdik edenler kimlerdir?” diye) doğru kimselerin doğruluğundan sual etsin; (O vakit peygamberler, onları tasdik eden müminlerin doğuluğuna şahitlik etsinler. Allah da müminleri mükâfatlandırsın.. müminlere büyük mükâfatlar verirken) kâfirler için de can yakıcı  bir azap hazırladı.

9/10- Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın!  Üzerinize ordular gelmişti; (işinizi bitirmek istiyorlardı.). Biz de onların üzerine kasırga ve göremediğiniz ordular göndermiştik. [Tefsirciler, bu orduların, melekler olduğunu söylemişlerdir. Fakat Allah’ın ordusu çoktur. Onların içlerine korku ordusu da salmış olabilir.] Allah, yapmakta olduğunuzu (ve bu cümleden olarak Peygamber’e yardım etmek de sabit kadem olduğunuzu) çok iyi görmekteydi.

 

 

Tefsir:

İmam Buharî, Musa b. Ukabe’den rivayet ediyor: Handek savaşı Hicretin üçüncü yılı Şevval ayında oldu.[55] Muhammed b. İshak, Hendek savaşını şöyle anlatıyor: Medine’de bulunan Yahudilerden bir çoğu.. bu cümleden olarak Sellam b. Ebi’l-Hukayk en-Nadarî, Huyey b. Ahdab, Kinane b. Ebi’l-Hukayk ve Ebu Ammar el-Vailî.. daha bunlardan başka Beni Nadir ve Beni Vail Yahudilerinden  bir çok kimse Medine’den çıktılar ve Mekke’de Kureyş’e gidip onları Resulüllah ile savaşmaya davet ettiler. Dediler ki, “Biz de sizinle beraberiz, ta ki, Muhammed (sav)’in dâvasını bitirelim.  Sizin (yani müşriklerin) dininiz daha iyidir.”

Müşrikler bu konuya çok sevindiler. Böylece aralarında anlaştılar ve Yahudiler oradan ayrılıp Gatafan kabilesinin yanına vardılar. Onları da Resulüllah (sav) ile savaşmaya davet ettiler. Ve onlara:

Kureyşliler bu konuda bizimle antlaşma yaptılar ve savaşacaklarına dair yemin ettiler.

Gatafan kabilesi de Yahudilerin sözlerini dinleyip onlarla savaşa gireceklerine dair antlaşma yaptılar. Kureşliler, Mekke ve Mekke etrafındaki Beni Kinane gibi kabilelerden on bin kişi toplayıp başlarında Ebu Süfyan ve sair kabilelerin önlerinde de Uyeyne b. Hısn olduğu halde Medine’ye doğru koşuldular. Resulüllah (sav) bu durumdan haberdar oldu. Sahabe ile istişare etti ve Selman (ra)’ın tavsiyesi ile Medine’nin etrafına hendekler kazıldı. Yani savunma savaşı vereceklerdi. Bu yüzden bu savaşa “Hendek” savaşı denmiştir. Hendek kazıp böylece savunma yapmak Acemlerin adeti idi. Selman da bunu onlardan öğrenmişti. Hendeğin kazılmasın için Resulüllah (sav) her on adama bir parça yer taksim etti. Selman kuvvetli biri olduğu için Muhacir ve Ensar, onun hakkında ihtilafa düştüler; Muhacirler kendileri ile olmasını, Ensar ise kendileri ile olmasını istiyorlardı. Resulüllah (sav) onlara:

Selman bizdendir.. ehl-i beyttendir.[56]

Resulüllah (sav) öz canı şeref ile toprak çekiyordu ve:

Ey Allah’ım! Gerçek hayat ahret hayatıdır. Ensar ve Muhaciri mağfiret buyur!

Ensar ve Muhacirin bu nakarata onlar da nakarat tutturdu:

Biz Muhammed’e bey’at edenleriz/ Hayatta kaldıkça cihat gayemiz.

Resulüllah (sav) hendeğin kazılması tamamlanınca Kureyşliler gelip dar bir yere konakladılar. Gatafan ve sair kabileler de gelip diğer bir tarafa kondular. Resulüllah (sav) ise üç bin kişi ile hendeği, kâfirlere kendileri aralarına alarak mukabil durdular. Öte yandan Beni Nadir yahudilerinin reisi Huyey b. Ahdab, Beni Kurayza yahudilerinin reisi Kâ’b. B. Esed’in yanına gitti. Kâ’b, onun geldiğini haber alınca, adamlarına:

Gidin kale kapısını kilitleyin içeri girmesin.

Huyey, Kâ’b’dan izin istedi. Fakat o, izin vermedi. Huyey kalenin kenarından, Kâ’b’a:

Kâ’b aç kapıyı.

Sen uğursuz birisin. Ben Muhammed (sav) ile altlaşmışım. Ondan vefa ve iyilik görmüşüm. Ahdimi bozup ona karşı savaşanlarla bir olamam.

Az kapıyı aç, seninle biraz konuşayım.

Açamam.

Kapını neden dolayı kilitledin. Herhalde anlaşıldı ki, gelip bir parça ekmeğini yeriz diye kapıyı açmıyorsun! Bunun üzerine Kâ’b nâçar kalıp kapıyı açtı. Huyey içeri girip ona:

Yazıklar olsun sana. Ey Kâ’b dünyanın izzet ve kuvvetini senin için getirmişim. Kureş ve Gatafan kabilesinin ağaları toplanıp çoklukla geldiler. Ve benimle anlaştılar; Muhammed (sav)’in işini bitirmeden buradan ayrılmayacaklar.

Allah’a yemin olsun ki, sen, dünyada benim için  zillet ve hakirlik getirmişsin. Benim ile Muhammed’i kendi halimize bırakın da buradan çekilin. Ben, Muhammed’den (sav) doğruluk ve vefadan başka bir şey görmedim.

Huyey, Kâ’b’dan el çekmeyip, şeytan gibi ona vesvese vererek onu da yoldan çıkardı. Onu da Resulüllah’a karşı savaşmaya razı etti. Fakat şu şart ile: Eğer Kureyş Muhammed’e (sav) bir zarar vermeden ayrılır da giderlerse, Huyey de gelip Kâ’b’ın kalesine girecek, Kâ’b’a ne zarar gelirse ona da aynı zarar gelecekti. Böylece anlaşıp oradan ayrıldılar. Bunun üzerine Kâ’b, daha önce Resulüllah (sav) ile yapmış olduğu antlaşmayı bozup kalede dışarı çıktı ve karşı güçlere katıldı. Resulüllah bu konudan haberdar oldu. Evs kabilesinin ağası Sa’d b. Muaz’ı, Hazrec kabilesinin ağası Sa’d b. Ubade ve bir de Abdullah b. Ravaha ile Havvat b. Cübeyr’i Beni Kurayza Yahudilerine yolladı ki, bu haberin doğuluğunu tespit etsinler.  Eğer doğru ise gelip Resulüllah’a işaret ile bildireceklerdi. Doğru değilse milletin arasında herkese bunun yanlış olduğunu duyuracaklardı. Bu dört kişi, Beni Kurayza Yahudilerine vardıklarında, Kâ’b’ın onlara katıldığı haberinin doğru olduğunu anladılar. Sa’d b. Ubade öfkeli biri idi. Onlara kötü konuştu. Onlar da Resulüllah’a kötü sözler savurdular.  Sa’d b. Muaz onu sakinleştirdi. Bunun üzerine Resulüllah’a vardı ve haberin doğru olduğunu işaret ederek bildirdiler. Resulüllah (sav) “Allahu Ekber” dedi. Tam bu sırada Müslümanların durumu sıkışıp, içlerini korku sardı. Düşman onları her bir yandan sarmıştı. Münafıklar da nifaklarını ortaya koydular. Muattib b. Kuşeyir münafığı:

Muhammed bize, Kisra ve Kayser’in hazinelerini vâdediyordu. Şimdi kaza-i hacete çıkacak fırsat bulamıyoruz (!). Onun bir vâdi yoktur. Hepsi yalan..

Münafıkların her biri bir şey söylediler. Tam bu hal içinde düşman hendeğin karşı tarafında, Müslümanlar beri tarafında yirmi günden ziyade kaldılar. Ok atmaktan başka hiçbir şey yapmıyorlardı. Resulüllah (sav) baktı ki, işleri çok zor duruma düştü. Gatafan kabilesinin reisi Uyeyne b. Hısn’ın yanına bir elçi gönderip onu sulha davet etti: Medine hurmasının üçte birini ona vermeleri şartı ile ordusunu diğer grupların arasından çekip gitmelerini istemişti. O da buna razı oldu. Sulh name yazıldı. Henüz şahitler imza etmemişti ki, antlaşmayı Resulüllah’ın huzuruna getirdiler. Resulüllah (sav) bu konuyu Sa’d b. Muaz ve Sa’d b. Ubade’ye de sordu. Onlarla istişare etti. Onlar:

Ya Resulüllah! Sen bunu Allah’tan gelen bir emir ile mi yapıyorsun yoksa bizi acıyarak kendi emrinle mi yapıyorsun?

Sizin iyiliğinizi düşünüp onun için bunu kendi reyim ile yapıyorum.

Ya Resulallah!  Biz müşrik iken bile, bizim malımıza kimse göz dikemezdi. Şimdi Allah bizi İslam ile müşerref kıldıktan sonra mı malımızı gidip onlara yedireceğiz? Bu olası iş değildir. Bizimle onlar arasında kılıçtan başka bir şey yoktur.

Eh! Siz razı değilseniz ben de razı değilim.

Sa’d b. Muaz, sulh nameyi yırtıp attı. Hepsi ölüme hazır oldular.

Kureyş’ten ise, nice korkunç kimseler karşılarına dikilmişti: Amr b. Abdud, İkrime b. Ebi Cehil, Hübeyre b. Ebi Vehb,  Nevfel b. Abdillah, Beni Muharib kabilesinden Mirdas ve Münebbih b. Osman. İşte bunlar, atlarına binip hendeği karşıya geçmek istediler. Gelip hendeğin kenarına dayandılar ve Müslümanlara:

Ant olsun Allah’a bu bir hiledir ki, bu yaptığınız hendek işini Araplar bilmezlerdi. Sonra hendeğin etrafını dolanıp bir dar yer buldular ve oradan atlamak için atlarına seslendiler. Atlar hendeğin diğer tarafına atladılar. Müslümanlar onların bu cesaretini görünce çok korktular. Yürekleri ağızlarına gelmişti. Tam bu hal içinde düşmanlar karşılarına çıkıp, mübareze (bire bir savaşmak ) istediler. Ali (as) nice sahabe ile onların karşısına çıkıp daha beri gelmemeleri için uğraştılar. Amr b. Abdud, Bedir savaşında çok yaralanmıştı. Uhud savaşında ise bulunamamıştı. Böylece Hendek savaşına katıldı. Başına kuş teleğinden işaret koymuştu. Bunun manası, savaştan hiç kaçacak bir tip değilim, demekti. Arapların şecaatlileri, savaşırken hep böyle nişan takarlardı. Ali (as), savaşlarda hep böyle nişan takardı. Hz. Ali (as), Amr’a:

Ey Amr! Senin bir adetin vardır. Kureyş’ten biri sana iki teklifte bulunsa mutlaka birini tutarsın, değil mi?

Evet.

O halde ben seni Allah’a ve İslam’a davet ediyorum.

Ona ihtiyacım yok.

Öyle ise seni savaşa davet ediyorum, gel savaşalım.

Kardaş oğlu, ne diye beni savaşa çağıyorsun. Allah’a yemin olsun, istemiyorum ki ben seni öldüreyim.

Fakat ben seni öldürmeyi arzu ediyorum.

Bunun üzerine Amr attan indi, bir kılıç darbesi ile atının ayağını kesti, Hz. Ali’e saldırdı. Amr’ın darbesi Hz. Ali’nin kalkanını parçalayıp alnını yaralamıştı. Hz. Ali karşı darbe ile Amr’ı omzundan biçmiş, Allah’u ekber, diye bağırmıştı. Amr ölünce diğer arkadaşları da kaçıp hendeği karşıya geçtiler. Onlardan iki kişi öldü. Onlardan biri, Münebbih b. Osman b. Ubeyd es-Sibak ki kendisine bir ok isabet etmişti, öylece Mekke’ye gitti ve orada öldü, diğeri ise Nevfel b. Abdillah idi. Atı ile karşıya geçerken, hendeğe düştü. Müslümanlar onu taşa bastılar. O sırada dedi  ki, “Ey Arap cemaati, bir defada ölmek bundan daha yahşi idi. Ali (as) hendeğin içine girdi ve onu öldürdü. Bundan sonra nice gün daha savaş olmadan öyle beklediler. O arada Gatafan kabilesinden Nuaym b. Mesud gizlice Resulüllah’ın (sav) huzuruna varıp Resulüllah’a (sav):

Ya Resulüllah! Ben İslam’a girdim. Fakat benim kabilem Müslüman olduğumu bilmiyorlar. Ne buyurusun, emri buyur hizmet edeyim.

Sen bir kişisin. Ne kadar güç ve kuvvetin olur ki müşrikleri dağıtıp gelesin. Savaş hiledir. Onun için savaşta hile etmek gerekir. Nuaym b. Mesud oradan çıkıp, Beni Kurayza Yahudilerinin yanına gitti. Onlar ile cahil zamanında dost idi. Onlara:

Ey Beni Kurayza!  Bilirsiniz ki ben sizin dostunuzum ve sizi çok severim.

Doğrudur.

Bu Kureyş ve Gatafan kabilesi Muhammed ile savaşmaya gelmişler. Siz de onlara yardımcı oluyorsunuz. Fakat Kureyş ve Gatafan’ın konumu sizin gibi değildir. Sizin yeriniz yurdunuz, malınız ve ayaliniz buradadır. Bu beldeden çıkıp başka yere gitmeniz de mümkün değildir. Fakat onların mal ve evlatları başka yerdedir. Eğer galip olurlarsa ganimetleri alıp gideceklerdir. Şayet mağlup olurlarsa kaçıp kendi beldelerine gidecekler ve siz burada kalacaksınız. Resulüllah (sav) burada sizinle beraberdir. O vakit sizin ona karşı durmaya takat ve kuvvetiniz olamaz.  Siz Kureyş’e yardım ederken onlardan bir çok insanı rehin alın. Ta ki onlar sizin elinizde rehin oldukları için Kureyş size yardımcı olsun, sizi Muhammed ile baş başa bırakıp gitmesinler.

  Güzel fikir verip, iyi  nasihat ettin.

Nuaym b. Mesud oradan çıkıp, Kureyş’in yanına gitti. Ebu Süfyan ve Kureyş’in büyüklerine:

Bilirsiniz ki, ben Muhammed’den uzak durup sizi dost tutmuşum. Aklıma bir şey geldi ve haklı buldum.. o konuyu size söylerim ama gizli tutun sakın kimseye söylemeyin.

Tamam gizli tutup, kimseye söylemeyiz.

Beni Kurayza, Muhammed (sav) ile aralarında bulunan ahdi bozmalarına pişman olmuşlar. Muhammed (sav)’in yanına adam göndermişler ki, “Biz ahdimizi bozuşumuza pişman olduk. Şimdi, size Kureyş ve Gatafan kabilesinin büyüklerinden rehin alıp verelim, siz de onları öldüresiniz ve daha sonra da sizinle beraber savaşa girip onları yenelim, şartı ile bizden razı olun.” Muhammed (sav) da onların bu tekliflerini kabul etmiş ve onları affetmiş. Öyle ise şimdi Yahudiler sizden rehine isterse sakın bir kimse vermeyin.

Nuaym b. Mesud, oradan da çıkıp kendi kabilesi Gatafan’ın yanına gitti ve onlara:

Ey Gatafan kabilesi!  Siz benim akrabalarımsınız. Sizi her şeyden daha çok severim. arzum budur ki, sakın beni yanlış anlamayasınız.

Doğru diyorsun, sana güveniyoruz.

Fakat size dediğim sözleri sakın kimseye söylemeyin. (Bu arada Kureyş’e dediği sözlerin aynısını onlara söyledi ve onları korkuttu.)

Şevval ayının cumartesi günü idi. Ebu Süfyan ve Gatafan’ın büyükleri Beni Kureyza Yahudilerinin yanına, İkrime b. Ebi Cehil gibi kimseleri gönderdiler. Gidenler, Beni Kurayza’ya:

Bizim daha burada durmaya takatımız kalmadı. Hayvanlarımız helâk oldu. Savaşa hazır olun. Ta ki, Muhammed’in (sav) işini bitirelim.

Biz Cumartesi günü hiçbir iş yapmayız. Hem de savaşa da katılmayacağız. Eğer bize şu kadar rehine verirseniz o takdirde savaşa katılırız. Size yardımcı oluruz.

Bu haberi Kureyş ve Gatafan’a götürdüler. Bu haberi duyunca Nuaym b. Mesud’un sözünü tasdik ettiler. Beni Kurayza’ya hiç kimseyi rehin veremeyeceklerini söylediler. Beni Kurayza ise bunu duyup, Nuaym b. Mesud’a hak verdiler. Nuaym b. Mesud onların arasına öyle bir karışıklık saldı ki, ihtilafa düştüler. Allah (cc) ise gece vakti şiddeti bir fırtına verdi. Onların çadırlarını yıkıp ateşlerini geçirdi. Rüzgâr öyle şiddetli esiyordu ki, tozdan gözlerini göremiyorlardı. Onların arasına düşen ihtilaf haberi Resulüllah’a (sav) yetişti.

Huzeyfe el-Yemani diyor ki: Gece olunca Resulüllah (sav) buyurdu ki: Bu gece gidip düşmanı kontrol edip onlar hakkında bize sağlıklı bir haber kim getirebilir? Hiç bir kimse cevap vermedi. O arada namaz kıldı. Aradan bir süre geçtikten sonra aynı şeyi tekrarladı. Fakat şiddetli korkudan dolayı hiç kimse cevap veremedi. Yine Resulüllah (sav) namazla meşgul oldu. Aradan bir süre geçtikten sonra aynı  şeyi tekrar etti. Yine hiç kimse bu işe cesaret edemedi. Resulüllah (sav) kimsenin bu işe cesaret edemediğini görünce Resulüllah (sav) bizzat beni ismim ile çağırdı ve:

Ey Huzeyfe!

Buyur ey Allah’ın Resulü. Emrine hazırım.

Gidip huzurunda durdum. O mucizeler meydana getiren elini, yüzüme başıma sürdü. Ve bana:

Git ve bu düşman kabilelerden bize bir haber getir.

Sonra bana dua etti. Ben yola düşüp gittim. Ama sanki ölümün içinden gidiyordum. Düşmanın içine daldım. Gördüm ki, şiddetli rüzgârdan çadırları yıkılıyor, ateşleri sönüyor, her şey birbirine karışmış. O arada Ebu Süfyan, orduya seslendi ve:

Ey Kureyş! Herkes kendi yanındakinin elinden tutusun ve kim olduğuna da dikkat etsin.

Huzeyfe diyor ki: Bu sözü işitir işitmez hemen, yanımdakinin elinden yapıştım ve ona:

Sen kimsin?

Suphanallah! Beni tanımadın mı? Ben filan.. filan.

Ebu Süfyan tekrar seslendi:

Ey Kureyş! Hayvanlarımız helâk oldu. Beni Kurayza bize muhalif oldular. Artık bizim burada kalmamız mümkün değildir. Kalkın gidelim. Önce ben yola düşüyorum.

Ebu Süfyan, hemen o arada, bir deveye bindi. Devenin bir ayağı bağlı idi. Ayağa kalktığında üç ayağı üzerine duruyordu. Bunu böyle görünce eğilip devenin ayağını açtı ve yola koyuldu. Arkadan Gatafan kabilesi de oradan ayrıldılar. Bu durumu görünce hemen gidip Resulüllah’a (sav) haber verdim. Resulüllah (sav) sevincinden tebessüm ettiler. Sonra istirahata çekildiler. Bende onun ayağının altında uyudum. Kendi üstünde olan örtüden benim üstüme de öttü. Resulüllah’ın (sav) ayaklarını sineme yapıştırıp sabaha kadar uyudum. Sabah olunda bana seslendi:

Ey uyuyan, ayağa kalk!

Ayağa kalktım.

Muhacir ve Ensar, düşmanın kaçıp gitmesine çok sevindiler...[57]

Hz. Aişe (rha) rivayet ediyor:

Biz Hendek savaşında Beni Harise kalesine çekilmiştik. Sa’d b. Muaz’ın anası da bizimle beraberdi. Baktım ki Sa’d b. Muaz oradan elinde bir kalkan ve mızrak olduğu halde oradan geçiyordu ve şöyle diyordu:

Ecel gelince arık ölümde o kadar önemsenecek bir şey yoktur.

Muaz’ın annesi oğluna:

Oğlum git. Allah’a yemin olsun ben senin ölmeni istiyordum.

Aişe, Sa’d’ın annesine:

Ey Sa’d’ın annesi!  Sa’d’ın kalkanı böyle olmaması lazımdı. Ona bir okun değmesinden çok korkuyordum. Savaşta Sa’d’ın eline bir ok değdi. Bileğindeki kalın damarına isabet etmişti ki kanı hiç durmuyordu. Sa’d:

Allah’ım, yine Kureyşin bizimle beraber bir savaşı olacaktır elbette. Ben, Sen’in Peygamberini tekzip eden ve onu yurdundan çıkaran bir toplumu hiç öldürmem mi? Onlarla savaşmayı çok seviyorum. Bizimle onların arasındaki savaşı tamam edinceye kadar savaşacağım. Allah’ım sen buna şahit ol. Fakat beni, Resulüllah’a karşı şu ahdini bozan Beni Kurayza’dan öç aldırmadan sakın öldürme.[58] Sadece isteğim budur. Ta ki gözüm ışıklansın. Sa’d’ın elinin kanadığı o gece Kureyş müşrikleri çekilip gittiler. Resulüllah (sav) ashabına Beni Kurayza ile savaş emri verdi.[59] İkindi vakti idi, ikindi namazını kılmadan oraya varmalarını emretti. Hz. Ali (ra)’ı alemdar edip yola koydu. Sonra kendi de gitti ve ikindi vakti Beni Kurayza Yahudilerine vardılar. Yirmi beş gün kaleyi kuşattılar. Beni Nadir Yahudilerinin reisi Huyey b. Ahdab, Beni Kurayza Yahudilerinin reisi ile daha önceden yapmış oldukları antlaşmaya göre onlara yardım etmek için bu kalede o da vardı. Sonunda Beni Kurayza, Sa’d b. Muaz’ın kendileri hakkında vereceği hükmü kabul ettiler. Sa’d b. Muaz, eli yaralı olduğu için, orduda yaralı askerleri Allah rızası için tedavi eden (bir nevi hemşirecilik) Rüfeyde[60] adlı bir kadın, onun tedavisi ile meşguldü. Onun için Medine’ye gelip Muaz’ı oraya götürdüler. Beni Kuryaza Yahudileri kalenin kapısını açıp dışarı çıktılar. Her iki taraf da Sa’d’ın vereceği hükme razı oldular. Sa’d, her iki tarafın da kabulünü aldıktan sonra dedi ki: Benin bu konuda hükmüm şudur: “Eli silah tutan erkekler öldürülecek, kadın ve çocuklar esir edilecek, bütün malları da ganimet sayılacak”[61]. Bundan sonra tekrar, Sa’d b. Muaz’ın elindeki damardan kan boşalmaya başladı ve şehit oldu.

10/11- Onlar  size yukarınızdan ve aşağınızdan gelmişlerdi (vadinin doğusunda Gatafan ve batısında ise Kureyş müşrikleri kurulmuşlardı)[62]. Gözler dönmüş, yürekler de ağızlara gelmişti. Allah için çeşitli tahminlerde bulunuyordunuz. (Müminler, zafer ve galibiyet ihsan edeceğini, münafıklar ise mağlup olacaklarını sanıyorlardı.)[63]

11/12- İşte orada müminler denenmiş ve çok şiddetli sarsıntıya uğramışlardı. (İhlaslı müminler ile ikiyüzlüler birbirinden temayüz etmişti.)

12/13- (Muattıb b. Kuşeyr ve onun gibi)[64] ikiyüzlüler ve kalplerinde  hastalık olanlar: “Allah ve peygamberi bize sadece kuru vaadlerde bulundular” diyorlardı.

13/14- (O ikiyüzlülerin) içlerinden birtakımı da: “Ey Medineliler![65] Tutunacak dalınız yok, geri dönün (evlerinize girin, Peygamber’i Kureyş’e bırakın) demişti. Bir diğerleri de, peygamberden: “Evlerimiz düşmana açıktır, (korkuyoruz, düşman baskın yapar da her bir şeyimizi alır, evlerimizi sağlama alıp, tekrar buraya dönelim)” diyerek izin istemişlerdi. [Allah (cc) onların yalanlarını ortaya koyuyor:] (Onlar yalan söylemektedirler;) oysa evleri açık değildi, kaçmak istiyorlardı.

14/15- Eğer (bu ikiyüzlüler gidip evlerinde eğleştikleri vakit, sizinle savaşan müşrikler tarafından) Medine’nin etrafından üzerlerine varılmış olsa, sonra kendilerinden (dinden dönme ve Müslümanlarla savaşmak gibi)[66] fitne çıkarılmaları istense hemen (ağzım burnum) demeden buna teşebbüs eder ve derhal (bunları) yapmaktan geri kalmazlar.

15/16- (Resulüm!) Hakikaten (senden izin alıp kaçmak isteyenler) daha önce dal çevirip kaçmayacaklarına dair Allah’a söz vermişlerdi. (Herkes Allah’a verdiği sözü yerine getirsin;) Allah’a verilen ahd sorulacaktır.

16/17- (Resulüm! İzin alıp kaçmak isteyen ikiyüzlülere) de ki: “Eğer ölümden ve öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermez; (takdir edilen ölüm başınıza gelecektir.).[67] (Eceliniz gelmemişse) o takdirde de,  yaşatılacağınız süre o kadar çok değildir.”

 17/18-  (Resulüm! Yine bu ikiyüzlülere) de ki: “Allah size (yenilgi gibi) bir felaket diler veya (fetih gibi) bir rahmet murad ederse, sizi Allah’tan saklamak kimim haddine!” Hem onlar, özleri için Allah’tan başka ne işlerinde tasarruf eden, ne de kendilerine yardım eden birini bulabilirler.

18/19- Muhakkak ki, Allah içinizden (o savaştan) alıkoyanları ve yandaşlarına: “Bize gelin, (Peygamberle cihat etmeyi bırakın)” diyenleri biliyor. Zaten harbe pey az geliyorlardı.

19/20- (Savaşta düşmana galip olduğunuz zaman da) size karşı çok cimridirler. (Resulüm!) Hele (savaş başlayıp) o korku gelip çattım mı, (o ikiyüzlülerin sana sığınarak;) üzerine ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri dönmüş bir şekilde sana baktığını görürsün. (Düşmana galip gelip) korku gidince, keskin demir gibi dillerini sıyırıp (ganimet edilen) mala düşkünlük ederek size eziyet ederler. (Resulüm!) Bunlar (münafıklar), hiçbir zaman inanmamışlardı. (Dil ile iman etmelerini ve) her bir amellerini Allah boşa çıkardı. Bu, (onların amelini iptal etmek) Allah’a çık kolaydır.

20/21- (Münafıklar, çok korkak oldukları için) zannediyorlardı ki (hâlâ Kureyş ve Gatafan kabileleri yerlerinden) gitmemişlerdir. (Halbuki dağılıp gitmişlerdi.). Eğer o birlikler bir daha gelecek olursa, isterler ki keşke, bedevîlerin içinde bulunaydılar da, (gidip gelenlerden) sizin haberinizi sual edeydiler, (sizin içinizde bulunmayaydılar.). Zaten içinizde bulunsalardı dahi pek savaşacak değillerdi.

21/22-  Şanım hakkı için Resulüllah’ta size örneğin en güzeli vardır.. Allah’a ve ahret gününe kavuşmayı umanlar  ve Allah’ı çok zikredenler için..

 

Tefsir:

Müslümanların Resulüllah’a (sav) güzel bir şekilde iktida etmeleri gerekir. Nitekim Allah Resulü (sav), kendisi savaş meydanlarında sabretmiş, hiçbir tarafa kaçmamıştır. Uhud savaşında dişleri kırılıp, yanakları yaralanmıştır. Siz de onun gibi olun. Ona uyun. Dinde sabit kadem olun.

22/23- Müminler, (Gatafan ve Kureyş gibi) düşman birliklerinin (üzerlerine) geldiklerini gördükleri zaman: “İşte bu Allah ve Peygamber’inin bize vadettiğidir. Allah ve Peygamber’i doğru söylemiştir, (bize vadettiklerini yerine getireceklerdir. Şimdi biz dişimizi sıkıp sabredelim ki, mükâfata erişelim)” dediler. Bu (bela ve musibetler) onların (iman, kaza ve kadere) itaat ve inkıyatlarını arttırdı.

 

Tefsir:

Allah (cc), Ankebut sûresinde, “İnsanlar imtihandan geçirilmeden, sadece “İman ettik” demeleri ile bırakılı vereceklerini mi sandılar” (Ankebut 28/2) ayetinde Müslümanların belaya duçar olacakları anlatılmıştı. Bu ayette ise, işte Müslümanların başlarına gelecek olan belanın geldiğini ve sahabenin de bu bela ve musibete eşsiz bir sebat  örneği gösterdikleri anlatılmaktadır.

23/24- [Hamza ve Mus’ab b. Umeyir gibi Resulüllah’ın ashabından nice insan, cihada giderken şehit olup geri dönmeyeceklerine yemin etmişlerdi. Bu ayet onlar hakkında nazil oldu.][68] Müminlerden öyle er oğlu erler vardır ki, Allah’a verdikleri sözü yerine getirmiş ve bu uğurda canlarını vermişlerdir. Kimiler de, bu anı beklemektedirler. Onlar, ahitlerini asla değiştirmediler.”

24/25- (Onlar verdikleri sözü yerine getirdiler ta ki,) Allah sadakat gösterenleri sadakatları ile mükâfatlandıracak,  münafıklarda da azap edecek veya (tevbe ederlerse) tövbelerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah (tövbe edenlere) merhamet edip bağışlayandır.

25/26- Allah, o (Gatafan ve Kureyşli müşrikler gibi) inkâr edenleri hiçbir  hayra erişmeden öfkeleri ile geri çevirdi.  Allah, müminlerden ötürü savaşta kendisi kâfi geldi, (müminleri kurtardı.). Allah kuvvet sahibidir, (kâfirlere) galip olup (onlardan intikam alacaktır.).

26/27- Hem de (Beni Kurayza gibi)[69] kitap ehlinden onlara (Hendek savaşına gelen müşriklere) yadım edenleri kalplerine korku salarak kalelerinden indirdi. [Bu ayet, Beni Kurayza’nın Hendek savaşında Müslümanlarla yaptıkları antlaşmayı bozup müşriklere yardım etmeleri sonunda uğradıkları akıbeti anlatıyor.] Öyle ki onlardan (eli silah tutan) bir kısmını öldürüyor, (diğer) bir kısmını ise esir alıyordunuz.

27/28- Yine, Allah onların yerlerine, yurtlarına, mallarına ve henüz daha ayak basmadığınız topraklara sizi mirasçı yaptı, (ki, bundan sonra da onları fethedeceksiniz.). [Allah (cc) vâdini tamamladı. Daha Müslümanların ayaklarının değmediği Rum, Fars, Yemen ve Afrika.. gibi yerlere onları mirasçı yaptı.] Allah her şeye kadirdir.

28/29- Ey Peygamber! Hanımlarına şöyle söyle: “Eğer (o benden bulunmayan) dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız, haydı gelin, size bir şey vereyim ve güzellikle (size bir zararı olmadan) bırakıp salıvereyim.”

 

Tefsir:

Bundan sonra gelecek olan ayetler, Resulüllah’ın hanımları hakkında nazil oldu. Resulüllah (sav)’den, hanımları ziynet elbiseleri, nafaka ve daha başka üstün geçimlik istediler. Halbuki Resulüllah’ın (sav) bunları vermeye durumu müsait değildi. Resulüllah (sav) onların bu tavırlarından rencide olup bir ay onların yanlarına gitmemek için yemin etmişti. Resulüllah (sav) hiç dışarı çıkmadı.  Hanımlarının bu tavırlarını düşünüyordu. Sahabe arasında Resulüllah’ın (sav) hanımları boşayabileceği ihtimali yayıldı. Hz. Ömer (ra) onlara:

Siz durun ben size bir haber getiririm.

Resulüllah (sav)’in zevcelerinden biri de Hz. Ömer’in kızı Hafsa olduğu için kendi de endişeye düştü. Resulüllah (sav) ise yanına kimsenin girmesine izin vermiyordu. Ömer (ra) gidip izin istedi. İzin verilmedi. Tekrar izin istedi ve bu kez izin verildi. Resulüllah’ın (sav) huzuruna çıktı ve ona:

Ya Resulallah! Zevcelerine talak mı verdin?

Hayır talak vermedim.

Hz. Ömer, oradan çıkıp sahabeye haber verdi. İşte o vakit ayet nazil oldu ve evlilikleri ile ayrılmaları konusunda muhayyer bıraktı. Bunun üzerine Resulüllah (sav) Aişe’den başlayarak, hepsini serbest bıraktı. Hz. Aişe:

Ben Allah’ı Resulüllah’ı ve ahret evini isterim.

Resulüllah (sav) buna çok sevindi. Sevinci yüzünden okunuyordu. Sonra Resulüllah (sav)’in diğer hanımları da Resulüllah ile kalmayı tercih ettiler. İşte bu ayetler haber vermektedir.

29/30- Eğer (boşanmak istemeyip) Allah’ı, Peygamberini ve ahret evini murad ediyorsanız bilin ki, Allah, içinizden güzel amel sahibi olanlar, (sabredip boşanmak istemeyenler)  için büyük bir mükâfat hazırlamıştır.

 

Tefsir:

Allah Resulüne (sav) bu ayet inince ilk önce Aişe (rha)’ya okudu ve ona:

Ey Aişe! Cevap vermekte sakın acele etme! Ebeveynin ile istişare et ve ondan sonra karar ver.

Ya Resulülallah! Seni seçmede hiç ebeveynim ile istişare eder miyim? Elbette ben, Allah’ı ve Resulünü tercih ederim. Fakat, sakın sana vermiş olduğum bu cevabımı diğer hanımlarına söyleme. (Kadınların birbirini kıskanması tabii bir şeydir.)

Peki, onlar bana: “Aişe ne dedi” derlerse ne diyeyim? O vakit mutlaka doğruyu söylerim.

Daha sonra Resulüllah (sav) Aişe’nin cevabını onlara söyledi. Onların hepsi bu konuda Aişe’ye iktida ettiler.

30/31- Ey Peygamber hanımları! Sizden kim (muhal farz)[70] zahir ve açık bir kötülük (her hangi bir günah)[71] işler varsa, onun azabı iki katına çıkarılır. Bu(nu yapmak) Allah’a çok kolaydır.

31/32-  Yine sizden kim Allah’a ve Resulün’e itaat eder, salih amel işlerse, ona da mükâfatının iki kat veririz. Hem onun için güzel rızık hazırlamışızdır.

32/33- Ey Peygamber Hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer takva sahibi olup (Allah’a ve Resulüne itaat ederseniz sizin seviyenize kimse erişemez.). Bu yüzden, (erkeklerle konuşurken, bir kısım kadınların konuştuğu gibi) çekici bir eda ile konuşmayın; o takdirde kalbinde (fısk u fücur) hastalığı bulunan, tamah edip (bed hayale düşer). Belki (sizi tamah etmeyecekleri) uygun (güzel fakat sert)[72] bir şekilde onlarla konuşun.

 

Tefsir:

Allah (cc) bu ayette,  kadınlarla erkeklerin konuşmasını men etmiyor. Çünkü onlar da insandırlar. Olur ki onların da ihtiyaçları olabilir. İhtiyaçları anında konuşma lüzumu duyarlar. Fakat kırıtarak, yabancı erkeklerle konuşmak yasaklanmıştır.  Çünkü böyle konuşmak, kalplerinden kadına karşı çok fazla meyli bulunanlarda başka duyguların  ön plana çıkarılmasına vesile olur. Bu ayet, Resulüllah’ın pâkize hanımları hakkında inmişse de asıl maksat bütün hanımlardır. Elbette usulüne uygun bir şekilde örf ve adet üzere başkaları ile konuşacaklardır. Boş ve hoş olmayan sözler konuşmamak şartı ile bunu yapabilirler. Müslüman bir anne ve baba, yetiştirmiş olduğu kız çocuğuna Kur’an’ın ihtiva ettiği bu manaları İslam hukuku çerçevesinde değerlendirip anlatmaları gerekmektedir. Aynı zamanda her türlü çirkin işleri yapmaktan geri durmayan bir toplumun içine böyle kız çocuklarının girmesine de müsaade etmemesi gerektir. Böyle yerlere girmek haramdır. Kadınların, uygun şartlar içinde, geçimlerini tedarik etmek için çalışmaları da yasaklanmamıştır. Belki İslam dini gelmeden önce Araplar içinde kadına hiçbir değer verilmiyordu. Şeriat sahibi, Resulü Ekrem (sav) kadınları zillet ve bayağılıktan kurtardı. Onlara büyük haklar verdi. Her şeyde erkeklere kadınları ortak yaptı. Kur’an’ın bu konudaki ayetleri buna şahittir.

33/34- (Ey Peygamber hanımları!) Vakarınızla evlerinizde durun (evinizle meşgul olun. Şayet dışarı çıkarsanız) cahiliye devrinde olduğu gibi süslenip çıkmayın. Namazı kılın, zekâtı verin. Allah’a ve Resulüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah ancak sizden kiri gidermek ve sizi pâk ve pakize yapmak istiyor.

 

Tefsir:

Bu ayet Resulüllah’ın Ehl-i beytine şamildir. Hepsi çirkin amellerden pak ve pâkize olsunlar! Fakat Allame Hazin, tefsirinde Ebu Said el-Hudrî’nin şu rivayeti anlatıyor: Bir çok kimse tabiin ve sahabeden, bundan başka Mücahid ve Katade nakledip diyorlar ki: Bu ayet, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’e mahsustur.[73] Bundan sonra, diyor ki, Müminlerin annesi Aişe’den rivayet edilen hadis de buna delalet ediyor. Bu rivayet göre: “Resulüllah (sav), üzerinde siyah (yünden) nakışlı bir kumaş olduğu halde sabahleyin (evden) çıktı. O sırada Hasan geldi, onu örtünün altına soktu. Sonra Hüseyin geldi onu da örtünün altına soktu, sonra Fatıma geldi, onu da örtünün altına soktu. Sonra Ali geldi onu da örtünün altına soktu. Sonra da: “Ey Ehl-i Beyt! Allah ancak sizden kiri gidermek ve sizi pâk ve pakize yapmak istiyor.” ayetini okudu.[74]

Sonra Hazin diyor ki, Ümmü Seleme’den gelen bir rivayete göre: Bu ayet kendi evinde inmiştir. Hadis şöyledir: “Ben Resulüllah’ın (sav) evinin kapısında iken şu ayet nazil oldu: ‘Ey Ehl-i Beyt! Allah ancak sizden kiri gidermek ve sizi pâk ve pakize yapmak istiyor.’ Evde Resulüllah (sav), Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin vardı. Onlara bir örtü bürüdü ve:

Allah’ım, işte bunlar benim ehl-i beytimdir, bunlardan günahı gider ve bunları kirlerden tertemiz kıl!

Ümmü Seleme:

Ey Allah’ın Resulü! Ben ehl-i beytten değil miyim?

Sen (yerinde dur, sen (yerinde dur, sen zaten) hayırdasın, sen Resulüllah’ın zevcesisin. Tirmizî, bu hadisin sahih ve garip olduğunu söylemiştir.[75] (Hazin’in sözü burada bitti.)[76]

Doğrudur. Bu hadisi muteber raviler naklediyor ve bu konuyu tasdik ediyorlar. Lakin ayet ile hadisleri karşılaştırdığımız zaman, zaten ayet bu  konuda daha açıktır. Başka bir delil bırakmayacak kadar zahirdir.

34/35- (Ey Peygamberin ehl-i beyti!) Evinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmetini yadınıza getirin. (Vahiy mahalli olduğunuzu unutmayın.)  Muhakkak ki, Allah (her şeyin) hakikatini bilen ve haberdar olandır, (hikmet üzere sizden ötürü hükümler koymuştur.) [Geçen ayetler, ehl-i beyt hakkında olduğuna göre şimdi ise bütün müminlere hitap edip onların sıfatlarını beyan ediyor. Alacakları mükâfatları haber veriyor.]

35/36- (Resulüm!) Şüphesiz, İslam’a itaat ve inkiyad eden erkekler ve kadınlar, (Allah’ın peygamberini ve İslam’da vacip olan hükümleri tasdik eden) mümin erkekler ve mümin kadınlar, (Allah’a ve Peygamberine) sürekli itaat eden erkekler ve bu vasıfta kadınlar, (ibadetleri yapmaya, masiyetlere direnmeye) sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (Allah’a itaat edende kalpleri ve cisimleri) mütevazı erkekler ve mütevazı kadınlar, (mallarının) zekâtını veren erkekler ve zekâtını veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah’ı (her bir makamda) çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya;  işte Allah, bu sıfatları bulunduran erkek ve kadınlar için mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.

36/37- Allah ve Resulü bir emirde hüküm verdikleri zaman,  hiçbir mümin erkek ya da mümin kadın için caiz değildir ki, Allah’ın ve Peygamber’inin emrini bırakıp kendi emirlerine tabi olsunlar. (Bilakis emir  ve hüküm  Allah’ın elindedir.). Her kim Allah ve Resulüne karşı gelir (de, onların emrinden başka bir şey yakıştırırsa) apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.

 

Tefsir:

Bu ayet, Allah’ın Kur’an’da haber verdiği hükümlerin ve Resulüllah’ın (sav) hadislerde karar verdiği kanunların hilafına fikir beyan edenlerin sürekli felakette ve ebedi azaba giriftar olacaklarına işaret ediyor. Halbuki günümüzde Kur’an ve Peygamber’in hadislerinin hilafına hüküm beyan edenleri, halk arasında muhterem ve rehber kabul ederlerken, tam Kur’an ve hadise göre hüküm verenleri ise zelil ve hor görmektedirler. Kur’an’ın ve hadisin zıddına fikir beyan edenler, öyle avam kimseler de değildirler. Bilakis bunu din hırsızları, Müslümanların arasına ihtilaf ve fesat salan şeriat tahripçileri yapmaktadırlar. Avam insanlar da bu kimselerin peşine düşüp onları Resulüllah’ın naibi olarak kabul ediyor ve dinlerini de onlara havale ediyorlar. Böylece doğru yoldan çıkıyorlar. Allah’ım hiç böyle cehalet olur mu?!! Kur’an’ın hükümlerinden insanlara biraz olsun açıklarken, bir de bakarsın büyük küçük, reis veya reisçikler hep ondan uzaklaşırlar ve derler ki, “Biz ata ve dedelerimizden gördüğümüz şeylerden başkasına tabi olmayız.” Kendilerine bu ikazları yapan kimseleri de küfürle itham etmişlerdir. Bu zaman tam bir cehalet zamanıdır.

Bağdat’ta fakihler/hukukçular ittifak edip Hallac Mansur’un (310/922) küfrüne hükmetmişlerdi. Onu milletin huzuruna çağırıp bizzat yanında ölümüne ferman yazdılar. Mansur, yüzünü fakihlere dönüp:

Ey fakihler! Neden dolayı benim küfrüme fetva verip kanımı helal saydınız? Benim, dinim İslam, kitabın Kur’an, peygamberim Muhammed (sav) ve kıblem Kâbe’dir. Öyle ise neden böyle yaptınız?

O zatlardan kimse buna cevap vermediler. Ölüm fermanını yazıp devlete teslim ettiler. Sonra Mansur’u bir kanlıya verip başını kesmesini istediler. Ve kanlıya da tembih ettiler ki, bu kimse sana  ne derse sakın kulak verme, işine bak. O da Mansur’u alıp Bağdat’ın dışında bir yere götürdü istedi ki, hemen öldürsün. Mansur ona:

Gel sana nasihat edeyim. Sana yapacağım bu nasihat, İstanbul’u fethetmekle eş değerdedir.

Senin hakkında bana dediler ki, sakın onun sözlerine kulak verme.

Hemen Mansur’un ellerini kesti. Mansur ellerinin kanını yüzüne çekti ki, onun katline fetva veren din düşmanları dini uğruna ölen bu kimseyi böyle sararmış görsünler. (Allah o zata büyük rahmet etsin..)

O zamanlar saltanat ve hükümet zalimlerin elinde olduğu için din hırsızları da çoğalmıştı. Halifenin etrafında dolandılar, din adı altında zulüm ettiler. Dolayısıyla o muhterem zatın katline fetva verdiler. Sadece Mansur’u değil ondan daha büyük İslam alimlerini öldürdüler. (...)

Müslümanlar günümüzde, anlaşılan o ki, o günlerde kaybettikleri hakikatleri şimdi arıyor gibiler. Akıl ve idrakler, kavrayışlar yeniden yeşeriyor. Bu yüzden Kur’an’ın hükümleri ve İslam’ın gerçekleri yavaş yavaş anlaşılmaya başlıyor. Böylece din hırsızları da artık gayelerine ulaşamayacaklar. Bunun sebebi de bir kısım ilim ve kemalat sahibi insanların medeniyet ufkundan doğup ilmin nuru ile Müslümanları aydınlatmış olmalarıdır. Şimdi bundan böyle Müslümanların gelişmesini ve medeniyetlerinin ilerlemesini artık ümit edebiliriz. (...)

37/38- (Resulüm!) Hani Allah’ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin (yani Zeyd’e;) “Eşini yanında tut, Allah’tan çekin (sakın boşama.)” diyordun. (Resulüm!) Sen de Allah’ın açığa vuracağı şeyi, (Zeyneb boşandıktan sonra evlenmeyi) insanlardan, (evlatlığının boşanmış hanımını alıyor, demelerinden) çekinerek içinde tutuyordun. Oysa korkmana layık olan Allah’tır. Zeyd o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlatlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın olmasını murad ettiği her emir vücuda gelir.

 Tefsir:

Resulüllah (sav), halası Ümeyme b. Abdulmuttalib’in kızı Zeyneb b. Cahş’i, Zeyd b. Harise ile evlendirdi.  Zeyd köle olduğu için Zeyneb pek hoş karşılamadı. Zeyd bu konudan çok sıkılıp sabrı tükendi. Resulüllah’ın huzuruna gidip durumu arz etti ve:

Ya Resulallah! Zeyneb’i boşamayı düşünüyorum.

Resulüllah (sav), onu bu fikrinden vazgeçirmeye çalıştı. Zeyd yine gelip durumu arz etti. Resulüllah (sav), yine Zeyneb’i yanında tutmasını istedi.. fakat ne oldu ise beşer tabiatının muktezasına göre anlaşamadılar. Zeyneb, Zeyd’den boşandı. Resulüllah (sav) onu kendisine istedi. Fakat Araplara göre evlatlığın -boşamış olsa bile- hanımı, öz evladının hanımı gibi kabul ediliyordu. Zeyd’e, insanlar tarafından Resulüllah’ın oğlu diye hitap ediliyordu. Resulüllah’ın (sav) böyle bir iş yapması onlar tarafından çirkin karşılanacaktı. İşte tam bu sırada geçen ayet nazil oldu.[77]

38/39- Peygambere Allah’ın kısmet edip (helal olarak takdir ettiği) şeylerde (evlenmede) hiçbir günah yoktur. (Helal olan  nikâh) Allah’ın bir kanunudur ki, bundan önce geçen peygamberler içinde (aynen böyle idi.). Allah’ın hükmü karara bağlanmıştır; (hiçbir kimseye helal olan şeylerde günah yoktur.).

39/40- Peygamberler o kimselerdir ki,  Allah’ın buyruklarını (insanlara) ulaştırırlar fakat Allah’tan korkup, ondan başkasından korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah (tek başına) yeter; (O’ndan başka muhasebeciye ihtiyaç yoktur. İşte -korkulması gereken şeylerde- korkulursa böle bir Allah’tan korkulmalıdır.)

40/41- [Resulüllah (sav), Zeyd’in boşadığı Zeyneb b. Cahş ile evlenince, müşrikler,  Zeyd Resulüllah’ın evlatlığı olduğu için, kendi törelerine istinaden “evlatlığının boşadığı hanımı aldı” diye ileri geri konuşuyorlardı ki bu ayet indi.][78] (Bu) Muhammed (aleyhisselam) sizin adamlarınızdan hiçbirinin (hakikaten) babası değildir. Belki Allah’ın Resulü ve peygamberlerin hatemi (sonu)dur (ki, artık ondan sonra peygamber gelmeyecektir. Böylece o, sizin babanız olmadığı gibi, Zeyd’in de gerçekten babası değildir.) [Peygamberler, ümmetini terbiye ettiği için baba yerindedir. Bu yüzden Resulüllah’a bu tür yakınlık itibariyle Zeyd ve Zeyd’den başka bütün Müslümanlara birdir.] Allah her bir şeye alimdir. (Bu cümleden olarak Resulüllah’dan sonra hiçbir nebi ve resul gelmeyeceğini de iyi bilir.).

41-42/42- Ey iman getirenler! Allah’ı çokça hamd[79] ve sena edin, (hususiyle) sabah vaktinde[80] ve bir de ikindi vaktinde[81] O’nu tespih edin.

43/43- Allah’ın sizlere olan (lütuf ve inayeti o kadar geniştir) ki, hem kendisi size rahmet gönderiyor hem de melekleri sizin için (Allah’tan) mağfiret istiyor, ta ki,  sizi (küfür) karanlığından (iman) nuruna çıkarsın. O, müminlere çok merhametlidir.

44/44- (Müminler, kıyamet günü) kendisine kavuştukları gün, Allah’ın onlara hayır dileği, “selam(ün aleyküm)” olacaktır. Allah ( selam gönderirken) hem de onlara çok değerli mükâfat (cennet) hazırlamıştır.

45-46/45-46- Ey Peygamber! Biz seni (kıyamet günü, insanların yahşi-yaman amellerine) şahitlik etmek,  (onlara olan rahmetimizi) müjdelemek, (azabımızdan) korkutmak ve Allah’ın izni ile onları Allah’a davet etmek  ve (insanların bu davet ile hakka hidayet bulmalarından ötürü de) bir nuranî çerağ olarak gönderdik; (öyle ki, cümle alemin nuru senin nurun yanında sönük kalır.).

 

Tefsir:

Bu gün Resulüllah’ın.. o nurlu kamerin, ışığı daha da artmaktadır. Günümüzde onun nuru biraz zayıf gösterilse bile.. İslam’a inanan müminler, bu nurun görünmesine sırf kendi tembelliklerinden dolayı mani oluyorlar. Görünürde onun nuru zayıf olsa bile o lambanın yağı “Onun yağı neredeyse ateş değmese bile ışık verir” (Nûr 24/35) İşte böyle bu ışık veren kandilin yağı öyle bir okyanusa bağlıdır ki, ilelebet onun yağı tükenmez. Nihayette, o çerağ-ı Muhammedî, içten gelen bir ilimle ıslah olup onun ışığı, dünyanın garbını da şarkını da aydınlatacak ve bütün yeryüzüne yayılacaktır. Bu yüzden Müslümanlara biraz daha gayret, biraz daha cünbiş (kımıldanma) lazımdır.

47/47- Müminlere müjdele ki, (ahrette) onlara, (yaptıkları amellerinin sevabından başka) Allah nezdinde büyük bir mükâfat daha vardır.

48/48- (Resulüm!) Sen, kâfir ve münafıklara itaat edemez, (onları dinleyemezsin. Onlara boyun eğmemekte diren. Sana yaptıkları) eziyetleri bir tarafa at, (buna katlan) ve Allah’a tevekkül et. Allah vekil olunca hepsine yeter, (başka bir yardıma ihtiyacın kalmaz.).

49/49- Ey iman edenler! Mümin kadınları nikâhlayıp da, henüz zifafa girmeden onları boşarsanız, o halde, erkeklerden ötürü kadınlara iddet beklemeleri gerekmez; (hani) bu iddeti (bir kadını boşarken, belli bir müddet bekleyerek, bu sürenin  ne zaman biteceğini) sayıyordunuz. [Zifafa girilmeden boşanmış bir kadın için iki husus ortaya çıkar: Birincisi, kendisi için daha önceden bir mehir tayin edilmiş kadındır ki, boşanırken, daha önce kıyılan mehrin yarısını kocasından almayı hak kazanır. İkincisi, daha önceden mehri tayin edilmemiş olan kadındır ki, boşandığı zaman kendi aralarında mehir olarak bir şeye karar verirler. Bu son kısmın hükmü ayetin son tarafında anlatılıyor:] (Hem zifafa girilmemiş hem de daha önce kendisine herhangi bir mehir kesilmemiş bir kadını boşadığınız zaman) onları (bir bağışla) memnun edin ve onları güzel bir veçhile yola salın.

50/50- Ey Peygamber! Biz sana özellikle şu (kadınları helal kıldık:) Mehirlerini verdiğin kadınları, (ki bu şekilde evlenmek diğer müminlere de helaldir.), [Bu ayette vurgulanmak istenen diğer bir husus da şudur ki, “Her kim, evlendiği kadına mehir vermemek niyetiyle evlenirse, o nikâh ona haramdır.” Bu konu, hadiste de vardır.][82], Allah’n sana (cihatta) ganimet olarak verdiği cariyeleri, amcanın, halanın, dayının ve teyzenin seninle beraber (Medine’ye) hicret eden kızlarını helal kıldık. Yine, Peygamber kendisi ile evlenmek istediği takdirde, kendisini peygambere hibe eden mümin kadını (helal kıldık.), [İbn Abbas’tan gelen bir rivayete göre, Resulüllah’ın nikâhı altında bu tarzda hibe yolu ile evlenmiş hiçbir kadın yoktu. O halde buradaki “hibe yolu ile evlenme serbestisi, itibarîdir, yani söz misal öyle denmişir.[83]][84] (Nefsini bağışlayan kadının helal olması) sadece Resulüllah’a has bir şeydir. Müminlere helal değildir. [İbn Abbas ve Mücahid’in rivayetine göre, Resulüllah (sav), böyle hibe ile hiçbir kadını almamıştır][85] Kuşkusuz biz, (Resulüllah’ın hanımlarından başka kimselere ait) hanımları ve ellerinin altında bulunan cariyeleri hakkında müminlere neyi farz kıldığımızı biliriz. (Bu evlilik konusunda, Peygamber ile onları bir tutmadık. Bunun hikmetini biz biliyoruz.). (Resulüm! Bu konuda sana ne lazım gelirse onları açıkladık) ki, sana bir zorluk olmasın. (Allah, günaha girmiş kimseleri, tövbe ettikten sonra) çok bağışlayan ve merhamet edendir.

51/51- (Resulüm!) O hanımlarından dilediğinin (yanına gitmeyip) erteler, dilediğini de (gece) yanına alabilirsin. Kendinden uzaklaştırdığını (gece yanına gitmediğini, tekrar) isteyip yanında bulundurmanda da sana hiçbir zorluk yoktur.[86] (sırf sana mahsus olmak üzere hanımların arasından “taksim” etmek lazım değildir.) Böyle yapman (her şeyin, senin hoşnutluğun çerçevesinde dönmesi) onların gözlerinin ışıklanmasına, (ve gözleri  ışıklanıp da) üzülmemelerine ve hepsinin senin verdiğine razı olmalarına daha uygundur. [Resulüllah (sav), Allah’ın kendine vermiş olduğu bu ruhsatı kullanmamıştır. Hanımlar arasında adalet üzere hareket etmiştir.] Allah, (hanımlarınız konusunda) kalplerinizde olanı bilir. Allah (her şeye) alimdir, (günahkârların azabını ise) tehire salandır.

 

Tefsir:

Birden başka, evli bulunan bir kimse sair hanımları arasında adalet gözetmesi gerekir. Bu kadınlardan birine ne almışsa diğerine de aynı şeyi alma zorunluğu vardır. Allah Resulü (sav) hanımları arasında bunlara dikkat etmiştir. Resulüllah’ın, kendi haklarından vazgeçip sair kimseleri kendine tercih eden  hanımları da vardı. Mesela Sevde, kendi yanında kalma hakkını Aişe’ye (rha) bağışlamıştı. Bu gelen ayet onu anlatmaktadır.

52/52- (Resulüm! Bu dokuz kadından) sonra artık başka kadınlarla (nikâh akdi ile) evlenmen ve elinin altında bulunan cariyeler müstesna, hüsn-ü vecahetleri (güzellikleri) hoşuna gitse bile, bunların yerine başka hanımlar alman sana helâl değildir. Allah her  şey üzerinde rakip ve gözetleyicidir.

 

Tefsir:

Allah (cc), adaleti sağlamak şartı ile dört kadınla evlenmeye, tercih edilmeyen bir ruhsat vermiş olduğu gibi Resulüllah’a (sav) da dokuz kadınla evlenmeyi helal kılmıştır. Resulüllah’ın (sav), nikâhında bulunan bu dokuz kadını boşama ile beraber yaşama arasında serbest bırakmışlardı. Onlar Resulüllah’ı (sav) tercih etmişlerdi. Allah (cc), Resulüllah’ın (sav) hanımlarının kendilerine göstermiş oldukları bu ulviyetten dolayı, artık dokuz kadından başkası ile evlenmeyi haram yasakladı. Resulüllah’ın hanımlarının isimleri şunlardır:

1) Ümmü Seleme b. Ebu Umeyye, 2) Sevde b. Zam’a, 3) Aişe, 4) Meymûne b. el-Haris, 5) Hafsa b. Ömer, 6) Safiyye b. Huyey b. Ahdab, 7) Ummu Habibe b. Ebu Süfyan, 8) Zeyneb b. Cahş, 9) Cüveyriye b. el-Haris (Allah hepsinden razı olsun). Bu dokuz hanımın hepsi Resulüllah’ın (sav) hayatta iken kadınları olmuşlardı. Resulüllah (sav) vefat edince onlar hayatta idiler. Bu dokuz hanımdan sadece, Aişe (rha) kız iken Resulüllah ile evlendi ve diğerleri ise dul hanımlardı. Hele çoğu hayızdan kesilmiş idi.

Fakat bunlardan başka Resulüllah’ın (sav) ilk muhterem hanımları müminlerin annesi Hz. Hatice (ra) vardır ki, İslâm için malı ile canı ile hizmet ettiğinden dolayı hiç kimse ona yetişemez. O, hayatta iken Resulüllah (sav), hiçbir kadınla evlenmemiştir. Resulüllah’ın, Hz. Hatice’den üç oğlu ve dört kızı olmuştu. Oğullarının adları: Tayyib, Tahir, Kasım (Resulüllah, bu oğlunun ismi ile künyelenir.) Bunların hepsi, çocuk yaşta iken vefat etmişlerdir. Kızları ise: 1) Zeyneb, (Resulüllah, bu kızını, peygamberlik gelmeden önce Ebu’l-As b. Rebî’ ile evlendirmişti. Resulüllah’a peygamberlik gelince, Ebu’l-As Resulüllah’a iman etmedi. Resulüllah, onunla anlaştı ki, Medine’ye hicret ettiği zaman kızını Medine’ye göndersin. Hicretten sonra, Ebu’l-As, sözünde durdu. Boşadığı hanımını bir deveye bindirerek kendi kardeşi Kinane ile birlikte Medine’ye gönderdi. Zeyneb Medine’de vefat etti.), 2) Rukiye, (Resulüllah, onu da peygamberlik gelmeden önce, amcası Ebu Leheb’in oğlu Utbe ile evlendirmişti. Necm suresi inince Utbe hanımını boşadı. Bundan sonra Rukiye, Hz. Osman ile evlendi. Resulüllah, hayatta iken vefat etmişti.), 3) Ummu Külsûm/Gülsüm, (bu da Resulüllah, hayatta iken vefat etmişti.), 4) Fatma (rha), (O bir ilim ve kemalat sahibi idi. Onun için Resulüllah, onu çok severdi. Onu ve annesini diğer kadınlara üstün saymıştır. Resulüllah buyurmuşlardır ki: “Kadınlardan, İmran’ın kızı Meryem, Firavun’un karısı Asiye, Huveylid’in kızı Hatice ve Muhammed’in kızı Fatıma’dan başka kimse  kemâle ermemiştir.”[87] Resulüllah’ın nesli Fatıma’adan devam etmiştir.).

53/53-  Ey iman edenler! Peygamberin evlerine beklenmedik vakitte ve yemeğe izin verilmeksizin girmeyin, (belki de Resulüllah, sizi kendisi davet eder.). Lakin davet edildiğinizde gidin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın. Söze dalıp fazla eğleşmeyin. Çünkü bu haliniz peygambere eziyet veriyor, ama o sizden utandığı için (“kalkın dağılın” diyemiyor.). Ama Allah, gerçeği söylemekten çekinmez. (Ey müminler! Resulüllah’ın) hanımlarından bir ihtiyaç istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu hem sizin kalplerinize hem de onların kalplerine (şeytanın bir şey atmaması)[88] için daha pak ve pâkize bir davranıştır. Sizin Allah’ın Resulüne eziyet etmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla caiz değildir, (onlar sizin ananız yerindedir. Eğer muhal farz Resulüllah’ın vefatından sonra böyle bir şey olursa) bu Allah katında öyle büyük bir günahtır (ki, hiçbir günah ona yetişemez.). [Allah’ın, Peygamberini tazim ve ikramında bundan daha büyüğü olamaz. Çünkü onun hanımlarıyla evlenmeyi sair Müslümanlara haram kıldı.]

 

Tefsir:

Bu ayetin, “Ey iman edenler!” ile başlayan kısımda anlatılanların nüzul sebebi şudur: Resulüllah (sav) yemek yedikleri sırada, sahabeden kimiler izinsiz gidip evde onunla birlikte yemek yerlerdi. Ardından da hiç kalkmak istemezler ve sohbete dalarlardı. Resullüllah (sav) nezaketinden dolayı onlara kalkın gidin diyemezdi. O sıra bu ayet nazil oldu.[89]

Resulüllah (sav) hakkı konuşmaktan hiç çekinmezdi. Fakat bir kısım mubah olan emirlerde o nezih tabiatının gereği çok utanır bunu izhar etmezdi...

Bu ayet, insanlar  için mühim bir ahlaki konuyu dile getiriyor. Müslüman olan bir kimse başkasının malına göz dikip onun kısmetini  gözetlememelidir.

Yine bu ayetin “(Ey müminler! Resulüllah’ın) hanımlarından bir ihtiyaç...” kısmı ise bir başka vesile ile inmiştir: Ömer b. Hattab (ra), çokça arzu ederdi ki, Resulüllah’ın (sav) hanımları örtünsünler de onları kimse görmesin. Hem de bunu gerektiği zaman bizzat Resulüllah’n hanımlarına söylerdi ve bir defasında onlara:

Eğer itaat edilen bir konumda olsam sizleri hiçbir göz göremez..

Ondan sonra Resulüllah’a (sav):

  Ya Resulallah! Senin huzuruna, hem iyi niyetli hem de kötü niyetli insanlar gelmektedir. Müminlerin annelerine örtünmelerini söylesen ne yahşi olur!

Ömer (ra) bir başka defa Resulüllah’ın hanımlarını başka hanımlarla birlikte erkeklerin arasına karışmış  bir şekilde mescitte gördü ve onlara:

Eğer siz örtünmüş olsanız, Resulüllah’ın diğer müminlere üstünlüğü olduğu gibi siz de sair kadınlara üstün olursunuz.

Resulüllah’ın zevcesi Zeyneb, Ömer’e:

Ey Hattab oğlu! Vahiy bizim evimize iniyor, sen ise (bu örtünmedeki tedbir konusunda) bizi kıskanıyorsun!

Bir vakit Resulüllah’ın evinde yemek yeniyordu. O yemekte, bazı sahabe ve Aişe de vardı. Yemek yerken bir şahsın eli Aişe’in eline değdi. Resulüllah bunu hiç hoş karşılamadı ve incindi. İşte ayetin bu kısmı  nazil oldu.[90] Hz. Ömer (ra) bu konuya çok sevindi.

54/54- Bir şeyi açığa vursanız da gizleseniz de şüphe yok ki, Allah her şeyi pekâla bilmektedir.

55/55- [Resulüllah’ın (sav) hanımları hakkında hicap ayeti nazil olunca onların mahrem akrabları dediler ki: “Ya Resulallah! Onlarla perde arkasından konuşabilir miyiz?” bunun üzerine gelen ayet nazil oldu.][91] Onlara, (Peygamberin hanımlarına), babaları, oğulları, [Resulüllah’ın hanımlarının, başka kimselerden olan oğulları vardı.] kardeşleri, kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları,  kadınları ve ellerinin altından bulunan cariyelerden dolayı (hicapsız konuşmakta) bir günah yoktur.[92] (Ey Peygamberin hanımları!)[93] Allah’tan sakının, (emredilen hicabı koruyun. Hicapsız kimse ile konuşmayın.). Şüphesiz Allah her şeye.. (gizliye-açığa, hazıra-gaibe..) şahittir. (O’nun ilmine göre gizli ve açık birdir.).

56/56- Allah,  Peygamber’e (savat ve rahmet) gönderiyor, melekler de (ondan ötürü, rahmet diliyorlar.). Ey iman edenler! Siz de ona salat ve selam gönderin.

 

Tefsir:

Sahabi sordu ki: Ya Resulallah! Sana “selam” göndermeyi biliyoruz, fakat “salâvat” nasıl olacak? Buyurdular ki şöyle diyin: “Allah’umme salli, a’lâ Muhammedin ve a’lâ âl-i Muhammed. Kema salleyte a’lâ İbrahim’e ve a’lâ âl-i İbrahim. İnneke Hamîdun Mecîd- Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in âline rahmet kıl, tıpkı İbrahim’e ve İbrahim’in âline rahmet kıldığın gibi. Sen övülmeye layıksın ve  şeref yücesin.”[94]

Sual: Acaba Resulüllah’a “salâvat” göndermek vacip midir?

Cevap: Resulüllah’ın ismi söylendiği her vakit vaciptir. Fakat, diğer vakitler müstehaptır. Namazın teşehhüdünde, bu duayı okumanın vacip olduğu konusunda ihtilaf vardır. İmam Ebu Hanife vacip olmadığını (sünnet olduğunu), İmam Şafii[95] ve İmamiye bilginleri vacip olduğunu söylemişlerdir.

57/57- Muhakkak ki, Allah ve Resulünü incitenleri Allah, dünyada ve ahrette rahmetten kenara atıp (hususiyle ahrette) onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır.

58/58- Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, eziyet sebebi olan işleri yapmadıkları halde, onlara eziyet edenlere, şüphesiz bir iftira ve aşikâr bir günah yüklemişlerdir.

 

Tefsir:

Günahların en büyüğü, yapmadıkları bir şeyi insanlara iftira etmektir  ve onlara kötü zanda bulunarak, yapmadıkları bir işi yamandırmaktır. Müslümalara hüsnü zan etmek lazımdır. Kötü işleri onlara isnat etmek  şeytanının çirkin emelidir.

59/59- Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir yere çıktıkları vakit) her taraflarını kaplayan örtülerini üstlerine almalarını söyle. Bu (tesettür) onların tanınmalarına, (dağınık cariyelerden ve benzeri bozuk kadınlardan  vakar ve heybetle seçilerek hürmet edilmelerine)[96] dolayısıyla (kötü maksatlı kimselerin hıyanetinden ve göz hapsinden kurtulup) incitilmemelerine elverişli olan biçimdir. Allah (bundan önce her taraflarını kaplayan örtülere bürünmeden çıkanlar için)[97] merhamet eden ve bağışlayandır. [İslam bilginlerinin  çoğu bu ayete dayanarak, hicaba delil getirip, her taraflarını kaplayan örtüler örtünmenin labüd gerektiğine hükmetmişlerdir.]

 

Tefsir:

İslam’ın başlangıcında, hür ve cariye bütün kadınlar hepsi bir şekilde giyerlerdi. Başlarına küçük baş örtüsü alır, önlerindense baştan aşağı bir şey dolandırırlardı. Kötü maksatlı patavatsız kimseler ise onlarla karşılaşınca uygunsuz laflar atarlardı. Allah (cc) bu ayette, o başlara örtülen küçük örtü yerine büyük ve geniş bir örtü ile örtülmelerini emretti ki, ona “Cilbab” denir.[98] Cilbab: Baştan aşağı örten çarşaf, ferace, çar gibi dış elbisenin adıdır. İşte Allah (cc), kadınların bununla örtünmelerini emretmişti.

Hz. Ömer (ra), hilafeti zamanında bir cariyenin başına cilbab sardığını görünce buna karşı geldi bu örtüyü ondan açtırdı ve dedi ki: “Sen kendini hür kadınlara benzetmeye çalışıyorsun..” (yani, bu örtüyü ancak hür kadınların örtmeleri gerekir. Bu onların bir şiarıdır.)

60/60- (Resulüm!) Eğer ikiyüzlüler, (fuhuş düşüncesini taşıma gibi) kalplerinde bir hastalığı bulunanlar, şehirde (müminlerin ümitlerini)[99] sarsan (kötü haberler ve tahikler) yayanlar, (bu davranışlarından) vazgeçmezlerse, o vakit elbette seni onlara musallat ederiz (ki zelil ve hor olsunlar, hem de öyle bir zelil ve hor olsunlar ki,) ondan sonra bir daha sana mücavir olup orada (Medine’de) kalamasınlar. Ancak (ehl ve ayallerini toplayıp firar edecekleri kadar) azıcık bir süre kalırlar (!).

61/61- (Resulüm!) Onlar sürekli Allah’ın rahmetinden kovulmuşturlar; (onlar hakkında verilen hüküm şudur ki:) Her nerede yakalanırlarsa, tutulup yaman veçhile öldürülsünler..

62/62- (İkiyüzlüler konusunda) bundan önceki(peygamber)lerin kanunu da böyledir (ki, anlatılmıştı. Allah’ın hükmü ve iradesi her zaman aynıdır,) ve Allah’ın kanununda hiçbir değişiklik bulamazsın.

63/63- İnsanlar sana kıyametin zamanını (ne zaman kopacağını) soruyorlar. De ki: Onun bilgisi Allah’ın nezdindedir, (ne zaman kopacağını O bilir, Allah hiçbir peygambere onu muttali kılmamıştır.). Ne bilirsin, belki de zamanı yakındır.

 

Tefsir:

Müşrikler alaya almak, münafıklar da imtihan etmek için Resulüllah (sav)’e kıyametin ne zaman kopacağını sordular. Çünkü, kıyameti soran müşrikler kıyamete hiç inanmıyorlardı, onun için alay ediyorlardı. Fakat Yahudiler inanıyordu onun için imtihan ediyorlardı. Hem de kıyametin insanlara gizli tutulduğu haberi de Tevrat’ta yazılı idi. Allah (cc), müşrikleri korkutmak ve Yahudileri ise susturmak için bu ayet nazil oldu.[100]

64/64- Şurası bir gerçektir ki, Allah kâfirleri lanetlemiş ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır.

65/65- (Onlar) orada ebedîdirler ve ne emirlerinde bir tasarruf eden ne de bir yadım eden bulamazlar.

66/66- O günkü günde kâfirlerin yüzleri cehennem ateşinde (ek kazanda kaynayıp dolandığı gibi) devir verip dolanırken: “Ah keşke Allah’a itaat etseydik, Peygamber’e itaat etseydik” derler.

67/67- (Cehennemde Allah’a yalvarıp) derler: “Ey bizim Rabbimiz! Biz dünyada ağalarımıza ve büyüklerimize itaat ettik (onları kendimize önder ve rehber seçtik, onlar da nefislerinin arzusuna uyup) bizi yoldan saptırdılar.

68/68- Ey bizim Rabimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları ardı arkası kesilmeyen bir lanetle[101] kov. (Rahmetinden uzaklaştır.)”

69/69- Ey iman edenler! Sizler Musa’ya eziyet edenler gibi olmayın. Allah Musa’yı, onların dediklerinden temize çıkardı. O Allah yanında vecîh[102] idi.

 

Tefsir:

Musa (as)’ın düşmanı, Karun, bir fahişeye bir miktar para verip, Musa (as)’a komplo kurdurdu: Kadın, Musa (as), kavmine nasihat ederken içeri gerecek ve Musa’nın kendi ile fuhuş yaptığını söyleyecekti. Fakat kadın, Musa’nın yanına gittiği zaman Allah’ın lütuf  ve keremi ile yola gelip Karun’un dediklerinin tersine, yapılan komployu gidip Musa (as)’a anlattı.[103] İşte ayette Musa (as)’a yapılan eziyet bu idi.

70/70- Ey iman edenler! Allah’a karşı saygılı olun (da ayıp yollu sözleri bırakıp) hak ve adil söz konuşun.

71/71- (Eğer siz, hak ve adalet üzere konuşursanız) işlerinizi yoluna koyar ve günahlarınız bağışlar. Her kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, o gerçekten büyük bir hayra ulaşmıştır.

72/72- (Resulüm!) Biz emaneti (o insan oğluna vermiş olduğumuz akıl gücünü[104]) semavata, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu (bu akıl nimetini) yüklenmekten (şükrünü eda etmekten) çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. O, (emanetin hakkını düşünüp eda etmediği için) çok zalim ve çok cahildir.

 

Tefsir:

Unsur-i beşeriyetin, ilmin asıl kaynağına aklın gücü ile ulaşıp, acayip ve harika ilimleri gün geçtikçe bu akıl vasıtası ile ortaya çıkarmasındandır ki,  Allah (cc) ayette insanı, sair mahlukata üstün kılmış ve gökleri, yeri  de bir akıllı şahıs farz etmiştir ama onlar bu emanete layık olmaktan çekinmiştirler. Lakin insan fıtratı her ne olursa olsun bunu yüklenmeye liyakatli olduğu için, onu yüklenmekten çekinmemiştir. Fakat insanların çoğu aklının gücünü kullanmayıp ahmaklığı akla, cehaleti ilme tercih etmişlerdir. Bu yüzden de Allah (cc), “İnsan çok zalim ve çok cahildir.” İfadesini kullandı.

73/73- (İnsan emaneti yüklendi) ta ki, (kendi ihtiyarlarını kullanmayıp emaneti zayi eden) münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap etsin, (buna karşılık) inanan erkeklerin ve inanan kadınların da tövbesini buyursun. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.

 

Hamd olsun, Ahzab sûresi de tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Ahzab sûresini okuyup ayaline de onu öğretirse  Allah onu kabir azabından korur.”[105] Ahzab sûresi ne güzel sûredir ve ne güzel hükümleri ihtiva etmektedir. Özellikle bu sûrede kadınlara ait hükümler beyan edilmiştir ki, Resulüllah (sav) de bu sûrenin aileye belletilmesini istemiştir.


 

 

34/58 SEBE’ SÛRESİ

 

Sebe’ sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 54 ayet, 833 kelime ve 1512 harftir. 

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Hamd semavatta ve yerde bulunanların hepsinin (yegâne) sahibi olan Allah’a mahsustur. (Gerektir ki, Allah’ın verdiği bütün dünya nimetlerinden dolayı Allah’a hamd olunsun. Dünya nimetlerinden dolayı hamd olunduğu gibi, böylece) ahret (nimetlerinden dolayı) da hamd Allah’a mahsustur. [Ahrette ki, hamd ile dünyadaki hamd arasında olan fark; dünya nimetlerinden dolayı Allah’a hamd etmek vaciptir. Fakat ahretteki nimetlerden dolayı hamd etmek vacip değildir. Çünkü oradaki nimetler müstahak olan kimseye verilir. Lakin yine de müminler orada, susuz insanın suya olan iştiyakı ve bundan duydukları lezzet gibi onlar da Allah’a hamd için ciddi bir iştiyak içinde olup lezzet alırlar.][106] Allah hakimdir, (ondan meydana gelen her iş bir hikmet üzeredir. Yaratılmışların amellerini de) iyi bilir.

2/3- Yerin içine gireni ve ondan çıkanı, semadan ineni, (yine) oraya çıkanı bilir. Allah (hamd u sena etmekte ve nimetlere şükür etmekte noksanlık edene yine de) merhamet edip bağışlayandır.

 

Tefsir:

Gökten yağan kar ve yağmur suları, yerde türlü türlü bitkilerin yeşermesin vesile olup tekrar göğe çıkar.. Ayet-i kerime Allah’ın gökten yağan suların yerin derinliklerine indiğini ve orada meydana gelen madenleri ve orada bulunanları, yerin derinliklerinde nelerin olup bittiğini iyi bildiğini beyan etmektedir.

3/4- (Resulüm!) İnkârcılar: Kıyamet bize gelmeyecek, dediler. De ki: “Hayır! Gaybi bilen Rabbime ant olsun o mutlaka size gelecektir.  Semavatta ve yerde zerre miktarı bir şey bile O’ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de kesinkes apaçık bir kitapta (Allah’ın ilmindedir.).

4/5- (Allah’ın ilmi her şeyi ihata etmiştir ve kıyamet günü de size gelecektir, ta) ki, Allah’a iman edip salih amel işleyenlere hayırlı mükâfat versin. Onlar için mağfiret ve (verilince hiç minnet edilmeyen)[107] güzel bir rızık vardır.

5/6- (Yine kıyamet günü gelecektir ta) ki, ayetleimizi hükümsüz bırakmaya çalışanlar için, en yamanından.. can yakıcı bir azap olsun..

6/7- (Resulüm! Sana tabi olan) ilim sahibi (müminler) Rabbinden sana indirilen (Kur’an’ın) gerçek olduğunu bilir; onun (Kur’an’ın), (tüm yaratılmışlara) galip olup hamd ve övgüye de layık bulunan Allah’ın  yoluna hidayet ettiğini de görürler. 

7/8- İnkâr edenler (kendi aralarında) dediler ki: “Çürüyüp parçalarınız aralandığı vakit yeniden dirileceğinizi söyleyerek haber veren kişiyi gösterelim mi?” [Kâfirler, bu sözü alay etmek için söylüyorlardı, yoksa bu sözü diyen Resulüllah’ı çok iyi tanıyorlardı. Zaten Resulüllah da, tebliğini kimseden gizlememiştir.]

8/9- [Kâfirler sözlerine devam ediyorlar:] “Acaba o, yalan yere Allah’a  iftira mı etmiştir? Yoksa onda delilik mi var?” dediler [Allah (cc) bunlara cevap veriyor:] (Bu dediklerinizin hiçbiri değildir. Muhammed aleyhisselam ne Allah’a iftira ediyor ne de delidir.) Belki ahrete inanmayanlar azaptadırlar ve derin bir sapıklık içindedirler, (yeniden dirilmeye inanmıyorlar. Delilik ve ahmaklık budur.).

9/10- Kâfirler, semada ve yerde önlerine ve arkalarına bakmıyorlar mı? (Bunlardan ibret alıp tevhit ve kudretimize delil bulsunlar. Bizim kudretimiz öyle bir seviyededir ki:) Dilesek onları (cebren) yerin dibine batırırız, ya da üzerlerine semadan paçalar düşürürüz. (Her iki halde de bizim kudretimizin dışına çıkamazlar.) Şüphesiz, bunda (semaya ve yere bakıp tefekkür etmede, Allah’a) dönen her bir kul için (Allah’ın tevhit ve kudretine) delil ve burhan vardır.

10/11- Muhakak ki biz, Davud’a tarafmızdan üstünlük (peygamberlik ve kitap/Zebur’u) verdik. “Ey dağlar ve kuşlar! Onunla beraber tespih edin, (o sesi terci’ edin.)[108]  dedik. [Canlılar da cansızlar da Allah’ın emrine boyun eğdikleri için dağlar da kuşlar da birer akıl sahibi farz edilerek Allah tarafından onlara hitap edilmiştir.] Ona demiri yumuşattık.

 

Tefsir:

Allah (cc), Davud (as)’a Zebur’u vermiş ve güzel bir ses bahşetmişti. Bazen tahtından çıkıp dağlara gider orada Zebur’u okurdu ve sesi dağlarda yankılanırdı. Aynı zamanda kuşlar onun nağmelerine nağme tuttururdu. Yine demiri eritip ondan zırhlar yapardı.

Tefsirciler, demirin yumuşatılması meselesini Davud (as)’a verilen bir mucize olarak değerlendirmişlerdir. Fakat ayette demirin bu şekilde bir mucize olduğu çıkarılamaz. Mucizeler genellikle kavimlerin, peygamberlerinden istemeleri sonunda olur. Burada o, söz konusu değildir. Bir de mucize ya bir defa olur ya da iki defa. Davud (as) ömrü boyunca bu meslekle uğraşmıştır. Bunu sanat olarak yapmıştır. Geçimi de bunun üzerinedir. Onun için demirin Davud (as)’ın elinde yumuşadığını söylemek doğru olmaz. Belki Allah (cc) demiri eritme sanatını Davud (as)’a öğretmiş ve o da demiri eritip zırh yapmıştır. Ondan önce, demiri eritme bilgisi bilinmiyordu. Böylece Allah (cc) Davud (as), demiri eritme sanatını icat etmiş ve bu zamana kadar da onun icadı olarak kalmıştır. Öyle ise bu ilmi, mucize göstermenin maksadı nedir?..

11/12- (Davud’a emredip dedik ki:) Geniş zırhlar imal et, zırhın dokunuşunu ve biçimini güzel  yap. (Ey Davud’un ehli!) Salih amel işleyip (Allah’a itaat edin.). Kuşkusuz ben, yaptıklarınızı görmekteyim.

12/13- Sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü yine bir aylık mesafe olan rüzgârı da Süleyman’a verdik, (onun emri ile, ne yana isterse giderdi.). Erimiş bakır membaını da ona sel gibi akıttık. Hem Rabbinin izni ile elinin altında (kâmil üstat kimse) sayılan cinlerden de çalışan vardı. Onlardan kim emrimizden sapsa (Süleyman’a itaat etmezlerse) ona alevli azabı tattırırdık.

 

Tefsir:

Tefsirciler, ayetin manasını, Süleyman’ın örtüsünün rüzgâr tarafından ayette verilen hız ve mesafede götürüldüğü şeklinde yorumlamışlardır. Fakat olabilir ki, Süleyman (as), Allah’ın ona verdiği ilmin gücü ile günümüzde nasıl ki, havadan bilimsel metotlarla istifade edildiği gibi o da bu havadan istifade etmek için bir metot bulmuştur ki, bulduğu bu icat ile havada gitmiştir.[109] (Zaten ilk uçaklar planörlerle başlamış ve ilkelden mükemmele ulaşmıştır)

13/14- Onlar Süleyman’a kalelerden, heykellerden,[110] havuzlar gibi geniş çanaklardan, sabit kazanlardan ne dilerlerse yaparlardı. Ey Davud ailesi! (Allah’ın nimetlerine) şükredin. (Resulüm! Takatları oldukça) Kullarımdan şükredenlerden pek azdır.

14/15- (Resulüm!) Süleyman’ın (tabii ömrü bitip) ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun ölümünü (kimse anlayamadı) ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi, (Süleyman’ın değneğini yiyip bitirince, yere yıkıldı.). Yere yıkılınca (Süleyman’ın hizmetinde, çalışan) cinler(in gaybi bilmediği) ortaya çıktı (ve iyi bilindi ki, gaybı bilmek Allah’a mahsustur.). Şayet gaybı bilselerdi, (Süleyman’ın öldüğünü yere yıkılmadan anlar ve) o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı, (hemen dağılırlardı.).

 

Tefsir:

Tefsirciler,  bu ayetin yorumunda şunları anlatmışlardır. Süleyman (as) 53 yıl yaşamış ve on  üç yaşında hükümdar olmuştur. Ve hükümdarlığının dördüncü yılında Beytu’l-Makdis’i yaptı. Cin ve şeytanları da Beytu’l-Makdis’in yapılmasında çalıştırmıştır. Beytu’l-Makdis’in inşası bitmeden Süleyman’ın vefatı yakınlaşmıştı. Ondan ötürü billurdan bir ev yapmışlardı. Süleyman (as) oradan cin ve şeytanların çalışmalarını takip ederdi. Süleyman (as) evinin içinde değneğine yaslanmış bir şekilde vefat etti. Bu arada cin ve şeytanlar halen çalışıyorlardı. Beytu’l-Makdis’in yapılması tamam olunca, Süleyman’ın değeneğini bir ağaç kurdu yiyip bitirdi ve Süleyman (as) da yere yıkıldı. Öldüğü anlaşınca, cin ve şeytanlar dağıldılar. O vakit Beytu’l-Makdis’in inşası tamamlanmıştı. Sonra Süleyman (as)’ın ne zamandan beri ölmüş olduğunu anlamak için, tekrar, o ağaç kurdunu getirip değneği yedirdiler ve böylece kaç günce ölmüş olabildiğini anladılar. Bir yıl önce vefat etmişti. Bu kıssa çok uzundur. Fakat ben kısa kestim. Bundan başka sözler de demişlerdir ki, ben onları buraya yazmaktan vazgeçtim. Acaba böyle akıl dışı sözleri söylemekten ne fayda kazanırlar... Allah dada iyisini bilir...... hiçbir yıl önce ölmüş insan ayakta kalabilmiş midir? Diğer insanların ölmesi gibi Süleyman (as) da birden ölmüştür. Değneğin yıkılması ile ölümün anlaşılması bu şekilde yorumlanmamalıdır. Böyle şeyleri Kur’an’a isnat etmek, Kur’an’ın icaz ve belâgatına da aykırıdır. Allah (cc) sadece “arza/kurt-güve”nin Süleyman (as)’ın ölümüne delalet ettiğini söylemekten başka bir şey söylememiştir.[111]

Süleyman (as) Mısır Firavun’unun kızı ile evlenmişti. Mısır’dan çok mahir mimarlar ve ustalar getirip Beytu’l-Makdis’i inşa etmiş ve orayı harika sanatlarla süslemişti. İsrail oğulları, cahil ve nadan bir toplum olduklarından dolayı mahir mimarların sanatlarını anlamayıp  hayretlerinden dolayı, yapılan harika işleri cinlere isnat ediyorlardı. Bu zamanda dahi çok mahir ve becerikli insanlara “cin gibi” dendiği gibi o mimarlara da “cin” denildi. Hükümdarın emri ve onun baskısı ile çalıştıkları için bir nevi bu işe mecbur kalmışlardı. Süleyman (as) vefat ettiği için, bu işte çalışan o mimarlar da memleketlerine döndüler ve böylece orada çalışma azabından kurtuldular.

Taassubu bir kenara bırakırsak, bu ayeti makul olmayan bir şekilde yorumlamak hem Allah’ın hem de Resulüllah’ın takip ettiği sünnetine aykırıdır. Akıl sahibi insanlara bunu düşünmelerini tavsiye ederiz.

15/16- (Resulüm!) Muhakkak ki Sebe’ kavmi için oturduğu yerlerde (Allah’ın tevhit ve kudretine) delil ve burhan vardır. (O delil ve burhan şudur:) Biri sağda, diğeri solda iki bahçeleri vardı. (Peygamber onları Allah’a davet edip dedi ki:) Rabbininizin rızklarından yiyin ve şükredin. (Sizin bu beldeniz) güzel bir memleket ve Rabb(iniz tevbe edip şükredenleri) çok bağışlayan (bir Rabdir.)

 

Tefsir:

Sebe’ Yemen’de bir yerin adıdır. İbn Abbas diyor ki, Sebe’, Sana’dan üç fersah uzakta bir yerin adıdır. Burada su az bulunurdu. Lokman-ı Ekber yağan yağmurları bir yerde tutacak bir set (bir nevi baraj) yapmıştı. Bu sete çok su toplandı. Bunun sebebiyle, güzel bağlar ve o bağlarda her çeşit meyveler meydana gelmişti. Allah (cc) her nimeti onlara tamamladı. Gittikçe memleketleri abat oldu, ilerledikçe ilerledi. Fakat Allah’a asi oldu ve kendilerine verilen nimetlere şükretmediler. Allah (cc) onlara peygamber gönderdi, onu da tekzip ettiler. Allah (cc) onların yapmış oldukları seddi yıktı ve hepsi harap oldu. Evleri, bağları yıkıldı. Allah (cc) bu ayette onların durumunu anlatıyor.

16/17- Fakat onlar (kendilerine gelen peygamberi dinelmeyip onu inkâr ederek) yüz çevirdiler. Biz de üzerlerine Arîm selini salıverdik. (Yapılan o seddi/barajı yıkıp, bağ ve bahçelerini perişan etti.), o güzelim iki bahçelerini buruk yemişli, ılgınlık ve içinde biraz da sedir ağacı bulunan iki harap bahçeye çevirdik. (Yine de Allah merhamet edip bütün bağlarını yıkmayıp biraz yemişleri olan sedir ağacı bırakmıştı.).

17/18- (Resulüm!) Allah’ı inkâr ettikleri için onları (Sebe’ ehlini) böyle cezalandırdık. Böyle ceza ile biz, ancak kâfirlikte doruğa ulaşmış olanları cezalandırırız.[112]

18/19- Hem onlarla (Sebe’lilerle) o mübarek kıldığımız, içlerine bereket verdiğimiz (Şam) kasabaları arasında, sırt sırta bitişik kasabalar yapmıştık, (birinden bakınca diğeri görünüyordu.) [Bu yörede, şehirler o kadar birbirine yakın idi ki, oraya ticarete giden insanlar yanlarına hiç azık almazlardı. Her kondukları yerde istirahat edebilecek ve her türlü ihtiyaçlarını bulabilecekleri şehirlerdi bunlar.]  O kasabalarda yolculuğu belirli bir miktar üzere tertip ve tanzim etmiştik, (her bir yolcu için birer istasyon ve birer mahalle halinde idi.) Oralarda hem geceleri hem de korkusuzca gezin dolaşın, (dedik.).

19/20- (Sebe’liler, Şam’daki bu düzenli şehirlerin ahalisini kıskandılar ve her yerde kendilerinin tek başına hakim olmalarını arzu edip bu düzenli şehirlerin yıkılmasını istedi ve:) Dediler ki: “Ey bizim Rabbimiz! (Şam’a doğru)[113] aralarında yolculuk yaptığımız şehirlerin arasını uzaklaştır, (o kasabaları harap et, kavimlerini helâk et.)” (Sebe’liler, bu türlü kıskaç isteklerinden dolayı) kendilerine zulmettiler, (helâk oldular,) biz de onları, (kendilerinden sonra gelecekler için) ibret kıssaları haline getirdik[114] (ki, bunlara bakıp ibret alsınlar) ve onları didik didik darmadağın ettik. Şüphesiz bunda (Sebe’ kavminin bu tavırlarında, masiyete girmemek için) çok sabırlı olup, (Allah’ın nimetlerine de) çok sabırlı olanlar için (Allah’ın tevhit ve kudretine) delil ve burhanlar vardır.

 

Tefsir:

Arîm seli gelip Sebe’ ehlinin  bağ ve ümranları helâk olduktan sonra geride kalan insanların her biri bir tarafa gittiler. Sebe’ kavminin meşhur kabileleri, Ezd, Huzaa’ Huzeyme, Gassan ve Lahm gibi kabilelerdi. Bundan başka kabileler de vardı ve her biri bir yere dağıldılar. Ezd, Umman’a katıldı. Oralarda ümranlar kurdular, yine büyük kabileler oldular, içlerinden şairler,  hatipler çıktı. Bunların çoğu Resulüllah (sav)’e peygamberlik geldikten sonra İslam’a girdiler. Huzaa’ gidip Mekke etrafında Tihame’de yerleşti. Mekke’nin yerlileri olan Kureyş ile mücadele edip Kureyş’i mağlup ettiler ve Kâbe’nin her işini ellerine aldılar. Resulüllah (sav)’in en büyük dedesi Abdimenaf’ın atası Kusayy b. Kilab, Huzaa’nın reisi ile Taif’te bir yerde bulunmuşlardı. Huzaa’nın reisi, çok şarap içtiği için Kâbe’nin kilidini iki tuluk şaraba Kusayy’a sattı. Kusayy, gidip Mekke’de bununun haberini müjdeledi. Onlar bu işe çok sevindiler. Kusayy da onların reisi oldu. Fakat Huzaa’nın şairleri kendilerine bu hainliği yapan reislerini hicvetti ve içlerinden attılar. Huzeyme, Irak’a (Küfe ve Basra) gidip yerleştiler. Bunların hakkında pek tarihi bir bilgi yoktur. Gassan ise Şam’da yerleşti. Bunlar gittikler yerleri işgal ettiler ve çok büyük bir devlet haline geldiler. Bir zamana kadar, müstakil bir devlet olarak kadılar. Daha sonra gâh İran’ın gâh Bizans’ın hakimiyetine girdiler. İslam geldiği sıralarda, başlarında Cebele b. Eyhem el-Gassanî bulunuyordu. Ömer b. Hattab’ın hilafeti zamanında Rum’a yapılan savaşlarda hep Müslümanların karşısına bu şahıs çıkmıştı. Gassanîler, Rum’un hükümranlığı altında bulundukları için hepsi Hıristiyan olmuşlardı. Sonunda Müslümanlar onları mağlup etti. Cebele ayali ile birlikte Medine’ye ikinci halife Hz. Ömer’in huzuruna getirildi. Burada müslüman oldu. Cebele, Kâbe’yi tavaf ederken, kaftanı arkadan Beni Firare kabilesinden birinin ayağının altında kalıp hafif dilindi. Cebele bu işe çok kızdı ve kaftanını çiğneyen kimseye bir tokat attı, ağzını kanattı. Halife’ye şikâyet edilince, Cebele’ye çok kızdı ve onurunu hırpaladı. Cebele’nin bu işten çok canı sıkıldı ve Hz. Ömer’e (ra):

Ben bir hükümdarım, hiç bana böyle itapta bulunulur mu?

İslam’da hükümdar ve köle birdir. Şimdi ya onları razı edeceksin, ya da sana kısas uygulayacağım.

Hiç hükümdara, halkından ötürü kısas olur mu?

Az önce sana dedim ki, İslam’da hükümdar ve köle birdir.

Nihayet, tokadı yiyen kimse onu bağışlamadı ve kısas yapılmasını istedi. Cebele, o gece mühlet verilmesini istedi ve kaçıp Bizansın başkenti Kostantiniye’ye (İstanbul) geldi. Tekrar hıristiyan oldu ve orada öldü.[115]

Lahm kabilesi ise, Hîre şehrini imar edip bir saltanat kurdular. Bunların da resmi dinleri Hıristiyan idi. Onların hükümdarlarından Nûman b. Münzir ile İran hükümdarı Hüsrev Perviz arasında bir mesele geçti. (O meseleyi burada anlatmak uzun olacaktır. Onun için onu geçiyoruz.) Hüsrev Perviz onu hapsetti ve sonunda öldürdü. Bundan sonra hükümdarlık İyas b. Kubeys’e geçti. (Birinci halife Ebu Bekir (ra) zamanında Allah’ın kılıcı Halid b. Velit Hîre’yi fethetti. Böylece İran devletinin onlara olan tasallutu sona erdi.) Bunlar gidip Yesrib’de (Medine) yerleştiler. Bu cümleden olarak onların neslinden Ömer b. Amir’in iki evladı vardı. Birinin adı Evs, diğerinin adı ise Hazreç idi. Bunlardan iki büyük kabile Evs ve Hazreç kabileleri meydana geldi. Daha sonra bunlardan da bir çok kabileler oluştu. İslamiyet geldikten sonra bu iki kabile Medine’de İslam’a kucak açıp yardımcı olmuşlardır. İslamiyet onlardan çok yardım görmüştür. Allah hepsinden razı olsun..

20/21- İblis, onlar hakkındaki (“Ey Rabbim! Beni azdırdığın şeye karşılık, ben de onların yaptıklarını kendilerine hoş göstereceğim. Onların hepsini toptan mutlaka azdıracağım. Ancak onlardan ihlas kesilmiş kulların bunun dışında kalacaktır” şeklindeki) tahmini doğru çıkardı. Onun için halis bir şekilde inanan bir zümrenin dışında hepsi ona uydular.

21/22- Halbuki şeytanın onlar üzerinde hiçbir nüfuzu yoktu. (Ona bu fırsatı) ahirete iman edeni, (o hususta) şüphe içinde kalandan ayırt edelim[116] diye (verdik.). Rabbin her şeyi gözetleyicidir. (Mümin olsun, kâfir olsun yaptıkları her şeyi kaydedip, ahrette karşılıklarını verecektir.)

22/23- (Resulüm! Müşriklere) de ki: Allah’ı bırakıp da başka tanrı kabul edip (ihtiyacınız anında ihtiyaçlarınızı istediğiniz) şeyleri çağırın! Onlar ne semavatta ne de yerde zerre ağırlığınca bir şeye sahiptirler, (onlar sizin için ne fayda ne de zarar verirler.). Onların buralarda (semanın ve yerin yaratılışında ve onların hükümranlığında) hiçbir ortaklıkları yoktur, (bilakis Allah, yaratılmışların yönetiminde yegânedir.). Allah’tan ötürü, onların (o sizin tanrı deyip taptıklarınızın) hiçbir yardımı da yoktur. (Böyle iken onlar size nasıl yardım edebilirler!).

23/24- Allah’ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başka hiçbir (şefaat edenin) şefaati fayda vermez. (Kıyamet günü şefaat edilmeyi bekleyen kimseler, korku içinde kendilerine şefaat edilip edilmeyeceğini beklerler;) Ta ki, (Allah tarafından, şefaat olunmalarına izin verilip) yüreklerinden korkuları giderilince: “Rabbimiz ne buyurdu?” derler. Onlar (yani şefaat edenler de): Hak olanı buyurdu, (şefaate izin verdi)” derler. [İşte ey kâfirler! Ahrette şefaat durumu bu şekilde cereyan edecektir. Allah’ın razı olmadığı hiçbir kimseye şefaat etme izni verilmediği gibi, buna layık  olmayan kimseler de şefaat olunmayacaktır. Onun için ne putlar şefaat edebilirler, ne de bunlara tapanlar şefaat olunabilirler.] Allah, yücedir, büyüktür, (Allah’ın izni olmadan hiç kimse şefaat edemez.).

24/25- (Resulüm!) De ki: Semalardan ve yerden size rızk veren kimdir? (Resulüm! Müşrikler, kendilerine rızkı verenin Allah olduğunu bilmelerine rağmen inat ve şirke olan muhabbetlerinden dolayı bu gerçeği söylemezler. Yine sen) de ki: “(Elbette o rızkı veren) Allah’tır. (Şimdi bu gerçek ortaya çıktıktan sonra) biz veya siz, ikimizden biri, ya doğru yol üzerinde veya aşikâr bir sapıklık içindedir.” [Bu cevap ne kadar insaf doludur: “Ben hidayetteyim, sen dalalettesin” demiyor.]

25/26- (Resulüm! Müşriklere) de ki: “(Kıyamet gününde) Bizim işlediğimiz suçtan siz  sorumlu değilsiniz; biz de sizin işlediklerinizden sorulacak değiliz. (Her kes kendi amelinden sorumlu tutulacaktır. Siz Allah’a şirk koşuyorsunuz o halde Allah sizi sorumlu tutacaktır.)” [Bu ifade de, önceki ayette bulunandan daha üstün bir beyana sahiptir. Çünkü, muhatabına “sende cürüm var” demiyor. Bilakis, cürümü kendine atfediyor. Sonra hakikati beyan ediyor.]

26/27- (Resulüm! Müşriklere) de ki: “(Kıyamet günü) Rabbimiz hepimizi bir araya toplayacak, sonra aramızda hak ve adaletle hükmedecektir. (Hiçbir şahsa zulüm edilmeyecektir. O vakit siz pişman olacaksınız ama, iş işten geçmiş olacaktır.)” Allah, en adil hüküm veren, (her şeyi) hakkıyla bilendir.

27/28- (Resulüm!) De ki: “Allah’a iliştirdiğiniz ortaklarınızı bana gösterin. Hayır; (Ey müşrikler! Allah’a ortak koşmak batıldır. Bu fikrinizden vazgeçin.) Belki (o hak olan mabut, yaratılmışlara) mutlak galip olan, (her hükmü) hikmet üzere gören Allah’tır.”

 

Tefsir:

Bu ayetteki ifade aynen İbrahim (as)’ın şirk konusundaki ifadelerine benziyor: “Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de nedir?” (Enbiya 21/52) “Size de Allah’ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yuh olsun!..” (Enbiya 21/67). Resulüllah (sav) de ceddi gibi müşriklere aynı cevabı veriyor.

 İnsanlara nasihat eden kimselerin de Resulüllah’ın yaptığı öğütler gibi nasihatlerde bulunmaları gerekmektedir. Yoksa sert tavırlar ve yakışıksız konuşmalar, sapıkları iyice saptıracak ve hiçbir faydası olmayacaktır. Günümüzde kendini vaiz sayanların çoğu böyle yapıyor. İyice insanları İslâmiyet’ten uzaklaştırıyorlar. Bunları yapan insanlar, Kur’an’ın irşat yörüngeli o samimi mesajını bilmemektedirler. Evet eğer bu insanlar, “Onlarla en güzel bir biçimde mücadele et!” (Nahl 16/125) ayetini ve bundan başka bu konuyla ilgili ayetleri iyi incelemiş olsalardı kuşkusuz bu sert tavırlarını terk ederler ve çığırından çıkmış bu insanları iyice çığırından çıkarmazlardı. Acaba Müslümanlara minberlere çıkıp başkalarını hicvetmeleri ve sığır gibi bağırarak adını vaaz koyup oyun ve eğlence yapmaları yakışır mı?  Resulüllah (sav) bir rüyasını anlatarak buyurdular ki: “Öyle insanlar gördüm ki, benim minberime maymunun cins-i münasebet için çıkışı gibi çıkıp iniyorlar[117] Günümüzde İslam’ı bilmeyip kendini vaiz sanan insanlara şamildir. Bugün İslam dünyasını harap edip, insanlarını cehalete süren iki taifedir: Birincisi bu türlü vaizler; ikincisi ise Ehl-i beytin düşmanları ve Ehl-i beytin hürmetini yırtarak onların başına gelen musibetleri sermaye bilip o güzel insanlara olmayan şeyleri isnat eden taifedir. O taifenin ismini burada söylemeyeceğim. Allah azizdir ve intikam alandır.

28/29- Biz seni ancak bütün insanlara (Allah’ın rahmetini müjdeleyen) bir müjdeci ve (azabından korkutan) bir uyarıcı olarak gönderdik. Lakin onların çoğu bunu bilmezler, (cahil oldukları için sana karşı geliyorlar.).

 

Tefsir:

Bu ayetin hükmüne göre Resulüllah (sav) bütün insanlığa peygamber olarak gelmiştir. Yani Resulüllah’ın (sav) peygamberliği evrenseldir. O halde Resulüllah (sav) dünyada bütün insanlara tebliğini ulaştırması lazımdır. Tarihi kaynaklara baktığımız zaman Resulüllah (sav) o günün şartlarına göre bütün insanları İslam’a davet etmiştir. Çevrede bulunan devlet reislerine mektuplar yazmıştır. Kur’an’ın beyanından anladığımıza göre Resulüllah (sav) ile İbrahim (as)’dan başka diğer peygamberlerin hepsi kendi kavimlerine gelmiştir yani peygamberlikleri alem şümul değildir.

29/30- (Resulüm! Bu müşrikler sana) eğer sözünüzde doğru iseniz bu vâdettiğiniz (kıyamet) ne zaman kopacak? derler.

30/31- (Resulüm! Müşriklere) de ki: “(Siz kıyameti inkâr ediyorsunuz ama) size öyle bir gün vâdedilmiştir ki,  ondan ne bir saat geri kalabilirsiniz, ne de ileri geçebilirsiniz.” [Bu ayet kıyametin kopmasına delalet ettiği gibi, Bedir gazvesine de işaret etmektedir. Çünkü Bedir gazvesi müşrikler için bir azap günü idi.]

31/32- Müşrikler dediler ki: “Biz ne bu Kur’an’a inanırız ne de ondan öncekilere.” (Resulüm! Kıyamet günü hele) bir görsen ki, o zalimler Rablerinin huzurunda tutuklanmış (nasıl da) birbirlerine söz atarlar, (her şahıs diğerini günahkâr saymak için  birbirinden acele ederler. Onların bu çekişmesi şöyle olur:) Zayıf sayılanlar (tabi olanlar), büyüklük taslayanlara: “Siz (mani) olmasaydınız, elbette biz inanan insanlardan olurduk” derler.

32/33- Büyüklük taslayanlar, zayıf sayılanlara (tabi olanlara): “Acaba size hidayet geldikten sonra sizi ondan biz mi çevirdik? (Bizden böyle şey sadır olmadı.) Bilakis siz (Allah’a asi olup, nefsinizin arzularına uyarak) günahkârlar olmuştunuz” derler.

33/34- Zayıf görülenler (tabiler) de büyüklük taslayanlara: Hayır! (Bizim dalalete düşmemiz bizim yüzümüzden değildir, buna bizzat siz sebep oldunuz.) Gece gündüz (işiniz gücünüz) tuzak kurmaktı. Siz o zaman daima Allah’ı inkâr etmemizi, O’na ortaklar koşmamızı bize emrederdiniz, (şimdi bunları ne tez unuttunuz! Bunları neden inkâr ediyorsunuz!)” derler. (Resulüm! İnkârcılar) azabı görüce (dünyada yaptıkları amellerinden) pişmanlıklarını (kendi aralarında) gizli tutmaya çalışırlar. (Onların pişmanlıkları kendilerine fayda vermeyecektir, tabi matbu hepsini cehennemde toplayacağız) ve biz o inkârcıların boyunlarına demir halkalar takacağız. Onlara ancak (dünyada) yaptıklarına göre cezalandırılırlar.

34/35- [Bu ayet-i kerimede Allah (cc) Resulüllah’ı teselli ediyor.] (Resulüm! Seni tekzip etmelerine sakın sıkılma. Senden önce) biz hangi ülkeye bir uyarıcı göndermişsek mutlaka onların varlıklı ve şımarık kişileri: “Bize gönderilmiş olan şeyi (Allah’tan gelen hükümleri) inkâr ediyoruz, demişlerdir. (Daha önceki kavimler böyle taptığı zaman, onların peygamberleri buna sabrettiler. Sonunda kâfirlere galip oldular. Sen de sabret sonunda onlara galip olacaksın.)

35/36- (O varlıklı ve şımarık kimseler) dediler ki: “Biz malca ve evlatça (sizden) daha çoğuz, (eğer Allah bizden razı olmasaydı bunları bize vermezdi. Allah katında böyle aziz tutular kimseler olduğumuz için) biz azaba uğratılacak da değiliz. (Öyle ise daha bize ne lazım ki, gelip size itaat edelim.).”

36/37- (Resulüm! O müşriklere) De ki: “(Rızkınızın az ya da çok olması Allah’ın sizden razı olduğunu göstermez.) Benim Rabbim (hikmet üzere) dilediğine (mümin olsun kâfir olsun) bol rızk verir ve (dilediğinden) kısar, (mümin ya da kâfir olmak rızkın az ya da çok verilmesine sebep değildir.)” Lakin insanların çoğu (cehaletleri yüzünden) bilmiyorlar (ki, mal ve evlat çokluğu, Allah’ın sevgisini kazandırmaz.).

37/38- Sizin ne mallarınız ne de evladınız öyle şey değildir ki, sizi huzurumuza yaklaştırsın, (hiç bir kimse mal ve evladı ile bizim yanımızda izzet ve ikram göremez.) ancak iman edip (malını Allah yolunda sarf etmek, evladına güzel ahlakı ve hayırlı işleri öğretmek gibi)  salih amel edenler bunun dışındadır. Onlara yaptıklarının kat kat fazlası mükâfat vardır.  Onlar (cennetin) odalarında (her yönüyle) emniyet içinde oldukları halde (rahat olurlar.).

38/39- Ayetlerimizi hükümsüz bırakmaya çalışanlar (bizi aciz bırakıp azabımızdan kurtulacaklarını sanıyorlar.) Onlar azapla yüz yüze bırakılacaklardır, (hiçbirisi azaptan kurtulamayacaktır.).

39/40- [Rızkın az ya da çok olması Allah’ın rızasını kazanmadığını göstermek için az önce geçen ayet tekrar ediliyor.] (Resulüm! Müşriklere) de ki: “Benim Rabbim, kullarından dilediğine bol rızk verir ve (dilediğine de) kısar; (hiçbir  kimse ona itiraz edemez.). Siz (Allah yolunda, vatan evladı için) ne infak ve ihsanda bulunursanız, (ya peşin olarak dünyada ya da gecikmeli ahrette)[118] onun karşılığını verir. Rızk verenlerin en yahşi ve âlası Allah’tır.”

 

Tefsir:

Hükümdarların raiyetine ve ev reisinin ayaline... verdiği rızkların hepsini Allah vermektedir. Onların hepsinin yaratıcısı Allah’tır.  Allah rızıkların sebebini yaratır, hükümdarlar vs. bu sebeplerle rızk kazanırlar. Sebepleri icat eden Allah’tır. Sebebi görüp sebebin yaratıcısını görmeyen müşriktir. Hadiselerin altında öyle sebepler vardır ki, insan bunları hayal bile edemez; o kadar gizlidir. Hatta insan bunları biraz düşündüğü zaman hayretler içinde kalır. İşte insanı hayrette bırakan bu sebepleri de yaratan Allah’tır. Ne güzel der Mevlânâ:

Ez sebeb sâziş men sûdâim

   Ve ez sebeb sûzîş Sofestaîm

Manası: “Sebepten dolayı ben rızk kazanırım. Zaten Sofestai’nin[119] içi de bu sebepten yanar.”

40/41- (Resulüm!) O günkü (kıyamet gününde) Allah, onların hepsini toplayacak; sonra meleklere (meleklere tapanları kınamak için): “Size tapanlar bunlar mıydı?” diyecek.

41/42- (Melekler bu hitap karşısında korku içinde): “(Allah’ım) Sen yücesin, (senden başkası ibadete ne layıktır ki, bize ibadet edilsin.) bizim dostumuz (ve her işimizde tasarruf edenimiz) sensin. (Sen bunu biliyorsun.) Bilakis onlar cinlere (şeytanlara, habis nefislerine)[120] tapıyorlardı. Çoğu onlara inanmıştı” diyeceklerdir.

42/43- (Resulüm! Kıyamet günü müşriklere diyeceğiz ki:) Bu gün birbirinize ne bir fayda ne de bir zarar vermeye gücünüz yeter. (Bu gün hayır ve zarar bizim ve kudret ve kahhariyetimizin altındadır.). Yine biz, zulüm edenlere, (dünyada) yalanlamakta olduğunuz azabı (şimdi) tadın, diyeceğiz.

43/44- (Resulüm!) Bizim vazıh ve aşikâr ayetlerimiz (tarafınızdan) bu müşriklere okunduğu zaman onlar demişlerdi ki: Bu, sizi babalarınızın taptığı (putlardan) çevirmek isteyen bir kişi olmaktan başkası değildir. Yine (Kur’an hakkında) bu da yakıştırılmış yalandan başka bir şey değildir, demişlerdi. Hak (olan Kur’an) kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler de: Bu aşikâr bir büyüden başka bir şey değildir, dediler.

44/45- (Resulüm! Senden önce) bu müşriklere okuyacakları kitaplar vermedik (ta ki, o kitapları okuyup bir şeyler anlayabilsinler) yine senden önce onlara bir uyarıcı (peygamber de) göndermemiştik (ki, desinler: Senin kitabın ve sözlerin geçen peygamberlerin kitap ve sözlerine muhaliftir. O halde bunların seni tasdik etmeleri gerekir. Yoksa başka hiçbir tutanakları yoktur.).

45/46- Bu müşriklerden öncekiler de (peygamberlerini) inkâr etmişlerdi. Hem bunlar, öncekilere verdiklerimizin on hisse de birine bile ulaşamamışlardı. (Buna rağmen), peygamberimi yalanladılar; (onlara o kudret ve kuvvetlerine göre bakın ki) azabım (onları) nasıl (da tuttu. Şimdi bu müşrikler onlardan daha zayıf, o halde bunları da azabım haydi haydi tutacaktır.)

46/47- (Resulüm! Bu Kureyş cemaatine) de ki: Ben size sadece bir şeyi öğütleyeceğim (ki onu yaptığınız zaman hakka ulaşacaksınız. O biricik öğüdüm şudur): (Allah rızasını düşünüp) Allah için (merdane hareket edip benim bu davamda) ikişer ikişer ve teker teker kıyam edin, sonra da (hakikat üzere hele bir) düşünün (benim öne sürdüğüm bu büyük emri ki, onu kabul ettiğiniz zaman, dünya ve ahret saltanatı elinize geçecektir. Şimdi böyle önemli bir meseleyi ileri süren) arkadaşınızda (yani bende) hiçbir delilik yoktur. O ancak şiddetli bir azap gelip çatmadan önce sizi uyaran bir peygamberdir. [Fakat buna rağmen, günümüzdeki inkârcılar gibi onlar da inatlarından Resulüllah’a iman etmediler.]

47/48-  (Resulüm!) De ki: “(Nübüvvetime karşılık) sizden hiçbir ücret istemiyorum, (bana ne vermek istiyorsanız) o sizin olsun. Benim mükâfatım ancak Allah nezdindedir. O her şeye şahittir.

 

Tefsir:

Filhakika vaiz ve nasihatçinin tamahtan uzak, nasihat ve öğütlerinin de sırf Allah rızası için olması gerekir. Böyle kimsenin öğütleri halka tesir eder, onları dalaletten hidayete çıkarır. Tamahkâr kimse, halkın dümen suyunu öğrenip, gerçeği de gizlilik perdesi altına sokarak cemaatının gönül arzularına göre konuşursa böyle kimsenin öğütlerinin tesirli olması imkânsızdır. Biz İslam alimleri ne zaman tamahkârlık içine düştükse onun ateşi bizi kuşattı, o girdaptan bir türlü kurtulamadık.

Kendilerini Peygamber (sav)’ naib ve halife karar verenlerin çoğu, tamahkârlıktan Allah’ın hükümlerini değiştirip, halkın arzuladığı şekilde anlatıyorlar. Acaba böyle nasih ve vaizlerin sözlerinden faydalanıp nasıl hak yola ulaşılabilir? Müslümanların bir taifesinin daima danışmanı sayılan birisinden soruluyor ki, “Aşüre gününde, (İmam Hüsyin’in (as) şehadet günü)  şeriatte hançer ile baş yarmak ve vahşiyane fiillerde bulunmak caiz midir? O dini danışman konumundaki kimse:

Bu soruya ben cevap veremem. Bunun cevabını gidip Hz. Ebu’l-Fazıl Abbasî’den sorun!!! Bilhassa nüktedan kimseler buna dikkat edip görsünler.. bu cevap ne kadar cahilce bir cevaptır. Evet millet arasına yayılmış böyle nice cahil sözler bulunmaktadır!  Sözüm ona bu hazretin diğer hüküm ve değerlendirmelerini de bu kabilden değerlendirebilirsiniz. Akıllı insana (öyle fazla değil) bir işaret bile yeter.

48/49- (Resulüm!) De ki: Şüphesiz benim gaybı çok iyi bilen Rabbim hakkı fırlatıp (batılın beynini parçalıyor.)[121]

49-50/50-  (Resulüm!) De ki: “ Hak (benim peygamberliğim ve Kur’an) geldi, batıl zail oldu[122], o artık ne bir şeyi ortaya koyabilir, ne de geri getirebilir.” Yine (müşriklere) de ki: “(Beni “babalarının dininden çıktı” deyip dalalete isnat ediyorsunuz.) Eğer haktan kenara çıkarsam, kendi aleyhime çıkmış olurum. Eğer hidayete ermişsem, bu da Rabbimin bana vahyettiği (Kur’an) sayesindendir. Şüphesiz Allah, (kullarına) çok yakın (ve kimin dalalette ve hidayette olduğunu ve ne yaptıklarını da) iyi bilir. (Hiçbir şey onun ilminden hariç olamaz.)”.

51/51- (Resulüm!) Onları (kıyamet günü) telaşa düştükleri zaman hele bir görsen: (O gün) azaptan kaçamak yoktur. Onlar (belki, cehenneme) en yakın bir yerde tutulup (oraya  atılacaklardır.).

52/52- (İnkârcılar kıyamet günü azabı görünce): “Ona (Muhammed aleyhisselama gelen Kur’an’a) iman ettikdemişlerdir. (Resulüm! Müşrikler ahirette pişman olup iman ettiler;) ama (dünya gibi yakın bir yer dururken) onlar için (imana ahret gibi) uzak bir yerden el sunmak (ulaşabilmek) nasıl (olur?). [Dünya teklif yeri, ahret ise bunun aksi olduğu için dünya yakın, ahret de uzak kabul edilmiştir.]

53/53- (Nasıl olur da, onlardan iman etmeleri ahrette kabul edilebilir?) Halbuki daha önce onu (Muhammed aleyhisselamı ve ahretteki azabı)[123] inkâr etmişlerdi ve (kendilerin dünyada, inanmadıkları ahrette) uzak yerden gıyaba taş atıyorlardı, (bilmedikleri hakkında zan edip duruyorlardı.)

54/54- (Resulüm! Kıyamet günü onların tövbeleri kabul olmayıp) artık, bundan önce (ki müşriklere) yapıldığı gibi, kendiler ile arzu ettikler (tövbe ve iman etmek) arasına perde çekilmiştir. Çünkü hepsi işkilli bir şüphe içinde bulunuyorlardı.

 

Hamd olsun Sebe’ sûresinin tefsiri de tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “ Kim Sebe’ sûresini okursa kıyamet günü peygamberler onunla arkadaş olup müsafaha ederler.”[124] Geçen surelerin bir kısmında bu konuya işaret edilmiştir ki, Kur’an’ı, sadece okumakla kalmayıp onun manalarını düşünmek de lazımdı.


 

 

35/43 FÂTIR (MELÂİKE) SÛRESİ

 

Fâtır sûresi, Mekke’de nazil olmuştur. 45 ayet, 777 kelime ve 3130 harftir.

0/1- Bisimillahirrahmanirrahim.

1/2- Bütün hamd u sena (edenlerin hamd  ve senası) semavat ve yeri (yoktan) yaratan; ikişer, üçer, dörder  kanatlı melekleri elçi olarak (peygamberlere) gönderen Allah’a mahsustur. (Hamd kimden kime olursa olsun, hepsi Allah’a aittir.). Allah, yaratmada dilediği artırmayı yapar, (melekleri de istediği kadar fazla kanatlı yapar.). Allah her şeye kadirdir.

 

Tefsir:

Meleklerin kanatları hususunda, muhtelif hadisler vardır. O hadisleri burada anlatmayı uygun bulmadık... Nefs-i natıka (Kuvve-i akliye/aklın gücü) insan oğlunda en yüksek kemalini bulduğunda ondan ruhani kuvvetler ve güzel huylar şubeler halinde ortaya çıkar. Şeriat dilinde aklın kuvvetine (Melaike) ve ondan doğan sair kuvvetlere de ecniha (kanatlar) denilir. Allah (cc) aklın kuvvetini suratlı seyrinden ve kapalı manaları anlayıp bir konudan diğer konuya süratle intikal edişini bize anlatmak için “kanat” kelimesini teşbih etmiştir.[125]

2/3- Allah insanlara rahmetinden (rızk, beden sıhhati, saltanat vb.) her neyi açarsa, artık o rahmeti başka tutacak (engelleyecek)  yoktur. Allah (rahmetini açmaya) galiptir, hikmet sahibidir (ve maslahat üzere,insanlara ihsanda bulunur.)

3/4- Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın (O’na şükredin.); (Allah’ın size vermiş olduğu bu nimetlere iyi bakın ve düşünün ki) acaba Allah’tan başka semadan ve yerden rızk verecek bir yaratıcı var mı? O’ndan başka mabut yoktur. Nasıl oluyor da (O’ndan) yüz çeviriyorsunuz?

4/5- (Resulüm!) Eğer (bu Kureyş) seni tekzip ediyorlarsa (peygamberler arasında bir yalanlanan sen değilsin,) senden önceki peygamberler de yalanlanmıştır; (nitekim onlar sabrettiler, siz de sabredin.) Cümle işler Allah’a döndürülecektir, (peygamberleri tekzip edenlerin cezasını Allah verecektir.).

5/6- Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vâdi (kıyametin kopması, herkese yaptığının karşılığının verilmesi) haktır, sakın dünya hayatı sizi aldatıp (ahret amellerini yapmaktan geri durdurmasın.) O aldatıcı şeytan (nefs-i emmareError! Bookmark not defined.) de Allah hakkında sizi kandırmasın. [Şeytan: “Kim nefsinin  arzusuna göre bir iş yaparsa Allah büyük günahları bağışlar, küçük günahları da affeder” der. Sakın buna kanmayın. Belki Allah, bilmeden yapılmış başka, yoksa, bilerek işlenen büyük günahları tövbe etmeden bağışlamaz.]

6/7- Şeytan, (atanız Adem’e düşman olduğu gibi) size de düşmandır. (Akıllı insan düşmandan dost tutmaz.) siz de şeytanı düşman bilin (ve ona itaat etmeyin.). O, etrafına toplanan taraftarlarını ancak cehennemliklerden olsunlar diye davet eder.

7/8-9- (Şeytana tabi olup) Allah’ı inkâr edenlere şiddetli bir azap vardır. (Allah’a, O’nun Peygamberine ve Kur’an’ına) iman eden, Salih ameller işleyenlere gelince onlardan ötürü Allah nezrinde bağışlanmak ve bir de büyük mükâfat vardır.

8/10- Kötü işi (şeytan tarafından) kendisine güzel gösterilip de onu güzel gören kimse ile (nefsine uymayıp kötü işleri güzel görmeyen, yahşiyi yahşi, yamanı da yaman gören kimse) acaba bir midir? [Allah (c) bunların bir olamayacağın ayetin gelen kısmında anlatıyor:] (Resulüm! Böyledir; nefislerine uyup) dalalete düşenlerden ötürü hasretler çekip kendini helâk etme! (Kötü amel sahiplerinden) Allah kimi isterse dalalete salar (hidayet kapısını yüzlerine çalar, iyi amel sahiplerinden de) kimi isterse doğru yola iletir. Şüphesiz Allah (kötü amel) yapanların yaptıklarını iyi bilmektedir; (yaptıklarının karşılığını onlara verecektir.).

9/11- (O mükemmel kudretiyle) rüzgârları gönderip de bulutu harekete geçiren Allah’tır. Derken (o bulutu) ölü bir beldeye süreriz, (ondan su iner) de onun sebebiyle öldükten (yeşillikleri kuruyup yaprakları döküldükten) sonra toprağa taze hayat veririz, (öyle güzel şekle sokarız.) işte ölülerin yeniden dirilmesi de böyle olacaktır. (Bununlar onun arasında hiçbir fark yoktur.).

10/12- [Müşrikler, putlara tapıyor ve bunu da kendileri için bir şeref ve izzet olarak kabul ediyorlardı. Bu yüzden insanlar arasında kendilerini de ikram ve izzete layık kimseler olarak görüyorlardı. Bu ayet onları reddediyor.] Kim izzet ve şeref istiyorsa (o kimse Allah’a itaat edip izzet ve ikramı ondan istesin) bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah’a mahsustur. (Allah kimi isterse onu aziz eder. Putlar hiç kimseye izzet ve ikram edemezler. Ey müşrikler! Onun için gelin şirki terk edip Allah’a itaat edin ki, aziz olasınız.) [Allah’ın izzet ve ikramını görmek için iki şey lazımdır. Biri iman, biri de Salih amel. Nitekim ayetin gelen kısmında anlatılıyor:] Ona ancak güzel kelimeler (kelime-i tevhit)[126] yükselir. Onu da amel-i salih yükseltir. Kötülükler kuranlara gelince, onlara şiddetli bir azap vardır. Onların tuzakları hep darmadağın olur.

11/13- Allah sizi(n atanız Adem’i) topraktan, sonra nutfeden yarattı. Sonra sizi çiftler kıldı. O’nun ilmi olmadan hiç bir dişi ne gebe kalır ne de doğurur. (Bir canlının) kendisine ömür verilmesi de ömrünün uzatılması da, ömründen kısaltılması da mutlaka Levh-i Mahfuz[127] da (İlm-i İlahi de) yazılıdır. Şüphesiz bu Allah’a çok kolaydır. (O’na kâğıt kalem lazım değildir ki, bunları kaydetmek zor olsun.).

12/14- [Bu ayet, mümin ile kâfir, alim ile cahil arasındaki farkı göstermek için bir misaldir.][128] (Resulüm!) İki deniz birbirine eşit olmaz. Bu şirin/tatlıdır, susuzluğu keser, içimi kolaydır. Ya bu, şor/tuzludur, acıdır (boğazı yandırır). Lakin bu iki denizden her birinden taze et (balık) yersiniz ve giyeceğiniz süz eşyası çıkarırsınız. (Resulüm!) Allah’ın lütfundan (nasibinizi) arayıp da şükretmeniz için gemilerin, deniz(de mevca mevc dalgalar)ı yarıp gittiğini görürsün.

 

Tefsir:

Yararlı olma bakımından tuzlu ve acı denizlerin her birinin ayrı ayrı yeri vardır. Bazen olur ki, acı suyu olan denizler diğerinden daha yararlı olabilir. Ama her hal u kâr da şirin ve şor bir olmazlar. Gün olur ki, susamış bir kimseye bütün malını verme bahasına da olsa bir yudum su tercih edilir olur. İşte bu fayda şor/tuzlu su da bulunmaz. Aynen böyle de, mümin ile kâfir, alim ile cahil bir olamazlar. Her ikisi de insan olmada ve fani olmada birdirler ama, kalbî yapıları ile işledikleri fiiller ile bir değildirler. Bu ayetin hükmüne göre denizden çıkan balıkların -pulları olsun olmasın- mutlak helal olduğuna delildir. İşte bunun için İslam hukukçularının çoğunluğu denizden çıkan her balığın helal olduğunu söylemişlerdir. Diğer bir kısım hukukçular ise pulu bulunmayan balıkların yenmesini hadislere dayanarak helal saymamışlardır.[129]

13/15- Allah, (o mükemmel kudretiyle) geceyi gündüzün için sokar, gündüzü de gecenin  içine sokar, (bazen geceyi gündüzden, bazen de gündüzü geceden kısa yapar. Bunda Allah’ın mükemmel kudretine deliller vardır. Yine Allah o kudreti bahiresiyle) güneş ve ayı buyruğu altına almıştır. Her biri belirtilmiş bir vakte (kıyamet gününe) kadar akıp gider. İşte bu (zikredilen sıfatların sahibi) Rabbiniz Allah’tır. (Bütün varlıklar)  O’nun mülküdür; (O’nun tasarrufundadır, hiçbir şey O’nun tasarrufundan çıkamaz.) Ama (siz müşriklerin) O’nu bırakıp da kendilerine taptıklarınız (putlar) ise, hurma tohumunun üstünde olan nazik perde kadar bir şeye sahip değildirler. (Acaba aklı olan kimse böyle şeylere ibadet eder mi?).

 


 

14/16- Şayet (bir ihtiyacınız andında) o putları çağırsanız (donuk şeyler oldukları için) sizin feryadınızı duymazlar. Faraza sizi işitseler (o takdirde bir güçleri yoktur ki) sizin dualarınızı kabul edip (ihtiyaçlarınızı yerine getirsinler.). Kıyamet günü de sizin ortak koşmanızı (onlara, “tanrı” demenizi) reddederler. (Resulüm! Müşriklerin bu haberlerini) sana, her şeyden haberi olan (Allah) gibi hiç kimse haber vermez, (gerçekten onları bilen sadece benim.).

15/17- Ey insanlar! Siz hepiniz Allah’a muhtaçsınız; Allah ise, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan bir Ganiyy u Hamid’dir.

16-17/18- Eğer Allah isterse, sizi yok eder ve yerinize yeni bir halk getirir. Bu da Allah için muhal olan bir şey değildir, (Allah mutlak kudret sahibidir, her şey gücü yeter.)

18/19- (Allah’ın kanununda) hiçbir günahkâr, bir başka günahkârın günahını yüklenip (onun yerine hesaba çekilmez.) [Bu hüküm Müslümanlar arasında da hiç unutulmamalıydı. Fakat zalimler kardeşin günahını kardeşten soruyorlar. Onun yerine diğerini öldürüyorlar.] Yükü (günahı) ağır gelen kimse onu taşımak için (bir başkasını yardımına) çağırsa, (isterse) bu çağırdığı akrabası (annesi, babası ve kardeşleri) olsun, onun yükünden bir şey yüklenemez, (o gün yardım, etmek sadece Allah’a mahsustur.). (Resulüm!) Sen ancak görmedikleri halde Rablerinden korkanları ve namazı kılanları uyarabilirsin. Her kim (masiyeti terk edip Allah’ın hükümleri ile amel etmekle) temizlenirse ancak kendisi için temizlenir, (bu iş te, günah çekmenin tam aksidir. Bu kimseler sırf kendi menfaatlerine olarak temizlenmiş olurlar.) Akıbet dönüş Allah’adır, (O, herkese yaptığının cezasını verecektir.).

 

Tefsir:

Suçsuz insanlara kısas uygulamak, kanunsuz bir şekilde insanlar arasında uygulanmaktadır. Kardeş kardeşin, baba oğlunun ve komşu komşunun.. yerine kısas adı  altında zulüm edilerek öldürülüyor. Hem bu türlü uygulanış şeri bir uygulama gibi sayılıyor. Bunu yapanlar şeriate uygun bir iş gördüklerini sanıyorlar. Hem bu zulmü işliyorlar hem de sabah akşam Kur’an okuyup onu ellerine yüzlerine sürüyor güya Kur’an’a hürmet ediyorlar. Halbuki o Kur’an’ın içinde olan hükümlerden habersizlerdir. Kur’an, kendisi ile amel edilmek için gelmiştir. Sadece okunup yüzlere sürülmek için değildir. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Yazıklar olsun o kimselere ki, Kur’an’ı okurlar da, fakat onun ayetlerini hiç tefekkür etmezler.”[130] Müslümanlar bugün Kur’an’a yüz çevirdikler için bu hale gelmişlerdir. Onun için İslam milleti gözünü açıp Kur’an’a iyi bakmalıdırlar ki, kendilerini cehaletten kurtarsınlar.

19-20-21-22-23/20- Hiçbir vakit kör ile gözlü (mümin ile kâfir, alim ile cahil), karanlık ile ışıklık, gölge(nin serinliği) ile (günün) harareti bir olamazlar. Diriler ile ölüler (İslam’a girenler ile girmeyenler) bir olamazlar. (Resulüm! İslam’a girmeyenleri Allah bilmektedir. Hidayete kabil olanlara Allah hidayet edip) Allah (senin sözünü) onlara işittirir. (Ama onların durumları sana kapalı kaldığından dolayı, İslam’a girmeleri için istiyorsun ki kendini helâk edesin.) Yok!.. kabirlerde (ölü misali) bulunan (bu müşriklere de gerçeği) işittiremezsin, (senin kudretin buna da yetmez.) Resulüm fakat sen, sadece (Allah’ın azabından korkutan) bir uyarıcısın, (onların iman edip etmemelerinden sana hiçbir şey yoktur. Sen onları bana havale eyle.).

24/21- (Resulüm!) Biz seni (rahmetimizi) müjdeleyici ve (azabımızdan) uyarıcı olarak hak (Kur’an)[131] ile gönderdik. (Senden önceki asırlarda geçen) her ümmet için bir uyarıcı (peygamber) bulunuştur; (sen de o peygamberler gibi bir peygambersin. Öyle ise bu Kureyş seni neden inkâr ediyorlar! seni tekzip ediyorlarsa, sen onların işin bana bırak.).

25/22- (Resulüm!) Seni tekzip ediyorlarsa, onlardan (bu Kureyş’ten) öncekiler de yalanlamışlardı. Onlara peygamberleri, mucizelerle, sahifelerle (küçük kitaplarla) ve (Tevrat, İncil gibi) nuranî (büyük) kitaplarla gelmişlerdi.

26/23- (İnkârlarında sabit kaldıktan) sonra ben, o kâfirleri tutup yakaladım, (hepsini helâk ettim.), gör ki, benim azap etmem nasıl oldu? (İşte böyle, sana itaat etmeyen bu müşriklere de azap gönderip, sizi onlara galip edeceğim.) [Bedir savaşında Allah (cc) müşrikleri mağlup etmişti. Böylece azabını tattırdı.]

27/24- Bakıp görmedin mi Allah semadan su indirdi; onun sebebiyle renk (ve cinsleri) çeşit çeşit meyveler çıkardık. (Allah sizin için dağları yarattı ve) o dağlardan (gidip gelenlerden ötürü) beyaz, kırmızı, değişik renklerde yollar (yarattı), (bu yollardan bazısının) rengi de son derece siyahtır.

28/25- Yine insanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da (dağlardaki yolla gibi) türlü türlü renklileri vardır. Allah’tan, kulları arasında ancak alimler hakkıyla korkarlar. Şüphesiz Allah (yaratılmışlara) mutlak galip, (tevbe edenleri de) çok bağışlayıcıdır.

29/26- (Resulüm!) Allah’ın kitabını tilavet edip (onu çok iyi düşünüp hükümleriyle amel edenler)[132], namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızktan (bizim yolumuzda gizli ve aşikâr olarak) sarf edenler, asla kesata (ve fesada) uğramayacak bir kazançtan ümitvar olurlar.

30/27- (Onları ticaretleri fesada uğramaz) çünkü Allah, onların mükâfatlarını tastamam öder ve (ilave olarak) öz lütuf ve ihsanından onlardan ötürü artırır da. Şüphesiz Allah, (bendelerini) çok bağışlayan ve amellerinin cezasını (ziyadesiyle) verendir.

31/28- (Resulüm!) Sana vahyettiğimiz kitap (O Kur’an), kendinden önceki (Tevrat ve İncil gibi) kitapları tasdik edici olarak gelmiş bir gerçektir. Şüphesiz Allah, bendelerinin (ahavaline) alimdir, (onların her bir amelini) görendir; (Resulüm! Senin ahvalini de bilip böyle Kur’an gibi bir kitap göndermiştir ve öyle bir mucizeyi sana vermeye layık görmüştür.).

32/29- (Resulüm!) Bu Kitab’ı (sana vahyettikten) sonra, kullarımız arasında seçtiklerimize miras bıraktık, (ki onun hükümleri ile amel etsinler), onlardan kimi (onunlar tam olarak amel etmeyip) öz nefsine zulmeder,[133] kimi de (gâh amel eder gâh amel etmez) orta yolludur,  [Eğer bunların sevapları, günahlarından fazla ise kurtulurlar, aksi ise azaba giriftar olurlar.] kimi de Allah’ın izni ile hayırlarda ileri giderler. [Bunlar ahrette kurtulanlardır.] (hayırda yarışmak,) işte büyük fazilet budur.

33/30- (Her hayırda yarıştıkları için) Aden cennetlerine girecekler ve orada altından kolbağılar (takarlar) ve incilerle süslenirler. Oradaki elbiseleri ise ipektendir. [Müminlerin erkeklerine dünyada, ipek giymek haramdır, ahrette ise işte böyle helal kılınacaktır.][134]

34/31- (Müminler cennette): “Bizden tasayı, kederi, gideren Allah’a hamdolsun; doğrusu Rabbimiz çok bağışlayıcı ve lütufkârdır.” diyeceklerdir.

35/32- (Müminler derler ki: Bizim Rabbimiz) O dur ki, öz lütfu ile bizi (ebedî) ikamet yurduna (cennete). yerleştirdi. Artık orada bize ne bir yorgunluk dokunacak ne de orada bize bir usanç gelecektir.

36/33- İnkâr edenlere de  cehennem ateşi vardır. (İkinci kez) öldürülmezler ki, ölsünler, ne de cehennem azabı biraz olsun hafifletilmez (ki, kurtulsunlar). (Resulüm!) İşte biz, küfürde doruğa ulaşmış her kâfiri böyle cezalandırırız.

37/34- Onlar cehennemde: “Ey bizim Rabbimiz! Bizi (buradan) çıkar, (önce dünyada) yaptığımız (götü ameller) yerine salih ameller işleyelim!” diye şiddetle nâlan eder yardıma çağırırlar. [Allah, onlara buyurur:] Siz (bunları) düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? (Elbette size, bu kadar süre verdim. Fakat siz nefsinize tabi olup isyankâr oldunuz.) Size (tarafımızdan) bir uyarıcı (peygamber) gelmedi mi? (Fakat siz onu da inkâr ettiniz). Şimdi tadın (azabı!). Zalimlerden ötürü hiçbir yardımcı da yoktur, (ki yardım edip de sizi azaptan kurtarsın.).

38/35- Şüphesiz Allah, semaların ve yerin gaybını bilir. O, sinelerde olan (her türlü) sırlara alimdir. (Allah, her gizli şeyi bildiği gibi, sizin yaptıklarınızı da bilmektedir.).

39/36-37 O Allah’tır ki, sizi yeryüzünde halifeler yaptı, (orada her çeşit tasarruflarda bulunuyorsunuz.) Artık kim inkâr ederse onun vizr u vebali kendine aittir. Kâfirlerin küfrü öz Rableri nezdinde ancak (onlara olan) gazabını artırır, (Allah’ın kendilerine son derece düşman ederler.) evet kâfirlerin küfrünün kendilerine ziyandan başka bir kârı olmaz.

40/38- (Resulüm! Müşriklere) de ki: Haber verin, Allah’ı bırakıp da taptığınız, ortaklarınız  yerin bir noktasından (küçük bir parçasından) neyi yaratabilmişler? Bana gösterin görelim. Yahut (yerden bir şey yaratamamışlarsa) onların semalarda mı bir ortaklıkları var! Yahut biz onlara bu konuda (hakkı konuşan) bir kitap  mı verdik de onlar, o kitaptaki bir delile dayanıyorlar? Hayır, yalnız bu zalim müşrikler (reis durumunda olanlar) birbirlerine (“size o gün şefaat edeceğiz” diye)[135] sadece bir aldanış vadederler.

41/39- Şüphesiz Allah semaları ve yeri, düzenleri dağılmasın diye (direksiz ve yardımsız) tutar. Faraza onlar (öz merkezlerinden bir tarafa) dağılsalar, kendisinden başka kimse onları tutamaz. Hakikat şu ki, Allah (azap etmede) aceleci değildir, (tövbe edenlerin günahlarını) çok bağışlayıcıdır., (işte görüyorsun, müşriklerin semaları çatlatıp üzerlerin dökecek olan bu sözlerine bile hemen karşılık vermiyor. Yoksa hepsini helâk ederdi.).

42/40- (Resulüm! Sen onlara gönderilmeden önce bu Mekke ehli) kendilerine bir uyarıcı (peygamber) gelirse, herhangi bir milletten daha çok doğru yolda olabileceklerine dair bütün güçleriyle Allah’a yemin etmişlerdi. (Resulüm!) ne zaman ki onlara uyarıcı (senin gibi bir peygamber) gelince, bu, onların haktan kenara düşmelerinde iyice nefretlerini artırdı, (yine eski kafalarına dönüp küfürlerinde devam ettiler.).

 

Tefsir:

Hz. Peygamber’e, nübüvvet gelmeden önce, Mekke müşrikleri Yahudi ve Hıristiyanları kınayarak diyorlardı ki: “Siz kendinize gelen peygamberleri yalanladınız, eğer bize bir peygamber gelse, onlardan daha çok hidayet bulmuş oluruz.” Resulüllah (sav)’e peygamberlik gelince müşrikler, Yahudi ve Hıristiyanlardan daha aşırı bir şekilde onu tekzip ettiler. O vakit bu ayet nazil oldu.[136]

43/41-42-43 (Resulüm!) Yeryüzünde kibir gurur ederek (seni  öldürmek için) hile kurdukları halde (haktan nefret edip iman etmediler.). halbuki kişi kazdığı  tuzağa kendi düşer. [Müşrikler, öldürmek için Resulüllah’a tuzak kurmuşlardı, fakat kendileri Bedir’de öldürüldüler.]  (Resulüm!) Onlar ancak öncekilerin kanununu (helâk olmaları için başlarına gelen azabı) mı bekliyorlar? Allah’ın adetinde bir değiştirme de bulamazsın, (Allah, peygamberlerini tekzip eden her kavmi aleddevam zelil edecektir.).

44/44- Acaba bu müşrikler yeryüzünde bir gezip de kendilerinden öncekilerin akıbetinin nasıl olduğunu bakıp görmediler mi? (Allah, azap göndererek onların hepsini helâk etmiştir. Öyle ise daha neden ibret almıyorlar?) Halbuki onlar, bunlardan (bu Kureyş cemaatinden) daha güçlü idiler. (Allah onları helâk ettiğine göre, bunlar O’nu aciz bırakacaklarını mı sanıyorlar!). Ne semavatta ne de yerde Allah’ı aciz bırakacak bir kuvvet vardır. Çünkü O, alim ve (her şeye) kadir bulunuyor.

45/45- Şayet Allah, yaptıkları (günahlar) yüzünden insanları (hemen) cezalandırsaydı, kuşkusuz yer üstünde hareket eden bir canlı kalmazdı. Lakin Allah onları(n azabını) bir vakit (kıyamet gününe) kadar tehire salmıştır. Vakitleri gelince (gereğini) yapar. Şüphesiz Allah bendelerinin her bir (amelini) çok iyi görmektedir.

 

Allah’a hamd olsun. Melâike sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sureyi okursa ahirette cennetin sekiz kapısı da ona açılacaktır. Hangisinden isterse ondan girer.”[137] Bu iştiyak içinde olanlara müjdeler olsun..


 

 

36/41 YÂSÎN SÛRESİ

 

Yâsîn sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 83 ayet, 729 kelime ve 3000 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Yâsîn,

 

Tefsir:

İbn Abbas’tan gelen rivayete göre, Yâsîn, “Ey insan” veya “Ey Muhammed (as)” manasına gelir.[138]

2/3- Hikmet dolu Kur’an’a ant olsun.

3-4/4- (Kâfirlerin hayal ettiği gibi değildir. Bilakis) sen şüphesiz peygamberlerdensin.. doğru yol özerindesin.

5/5-  (Bu Kur’an’ın, fasih nazmı ile inatkârların vehimlerine)[139] mutlak galip (olan) ve çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir.

6/6-  (Bu Kur’an Allah tarafından sana indirildi) ki, ataları uyarılmamış, bu yüzden haktan gafil olmuş bir toplumu (azabımdan) uyarasın. [Resulüllah (as) ile İsmail (as) arasında Kureyş’in atalarına hiçbir peygamber gelmemiştir. Ayette “ataları uyarılmayandan” maksat budur.][140]

7/7- Muhakkak ki, onların (bu Kureyşlilerin) çoğu, (küfür ve inatlarından bir de kendilerine tastamam tebliğin yapılmasından dolayı) o (azap) sözü vacip[141] olmuştur. Onlar imana gelmezler.

8/8- (Resulüm!) Biz onların boyunlarına zincirler vurduk. O zinricilerin halkaları çenelere kadar dayanmaktadır. Bu yüzden başları yukarı kalkık, (gözleri aşağı sarkık)tır. (başlarını ne aşağı ne de bir yana çevirirler.) [İşte bunun gibi, kâfirlerin de, en kıymetli azaları sayılan başları küfür ve şirk zincirine vurulmuştur, selim duygularını bir türlü toplayamazlar ki, hakkı bulsunlar.]

9/9- (Resulüm!) Bu müşriklerin (inatlarından dolayı) önlerinden bir set ve arkalarından bir set vurduk ve onların gözlerine de (küfür) perdeleri saldık. Bunun için (hakka ait hiçbir şeyi) göremezler.

10/10- (Şimdi bundan böyle) onları uyarsan da uyarmasan da birdir, inanmazlar.

11/11- Senin uyarman ancak, Kur’an’a tabi olup, Rahman (olan Allah’tan) görmedikleri halde korkanlara (tesir eder.). Böyle kimseyi, bir mağfiret ve bir mükâfatla müjdele.

12/12- Gerçekten biz ölüleri diriltiriz, onların önceden (dünyada) yapıp gönderdiklerini ve bıraktıkları eserlerini yazar (karşılığını veririz.). Biz her şeyi levh-i mahfuzda (İlm-i ilahide)[142] sayıp tespit etmişizdir.

 

Tefsir:

Müslümanlar, özellikle  önder ve zengin olanlar bu ayet-i kerimeyi dikkate alsınlar da arkalarında güzel eserler bıraksınlar. Bir kimsenin öldükten sonra arkasında güzel eserler bırakması onun her amelinden efdaldir. Faydası umumî olan her şeyin fazileti de üstündür ve en mükemmeldir. Önderler, ilim adamları ve zenginler için, bu dünyada imkânları ölçüsünde vatan evladına hizmet edip ihtiyaçlarını karşılamak ve özellikle cehaletten ilme çıkarmak gibi güzel bir şey yoktur. Zaten tasavvur da olunamaz. Mesela alimler her bir zamanın ihtiyaçlarına göre kitaplar tasnif edip, o kitaplarda dercedilen ilimlerden insanların gözleri açılsa, dünya ve ahret hayır ve şerlerini öğrenseler, böylece cehaletten kurtulsalar ne güzel olur. Böyle değerli konuları içeren kitaplar elbette insanlar için faydalı olacaktır. Fakat şu son iki asırda ortaya çıkan, pek de revaçta olan kitaplar çok faydalı olmamıştır. İnsanlar bunlara el sürmese de olur. Yine yazılan kitaplar, o coğrafyanın ve o dilin insanı için yazılırsa ne kadar faydalı olur. Ama ne yazık ki, günümüzde yazılan  kitapların çoğu hurafelerle doludur. Günümüzde İslam’a yamandırılan ne kadar hurafe varsa hepsinin kaynağı bu kitaplardır. Hem de bunların çoğunda küfre sokacak ve cehalete itecek bir sürü şeyler mevcuttur.

İnsanlar, Ramazan ayı veya Muharrem ayı geldi mi, Kur’an’ı alıp hakka davet eden esas mürşitleri bırakıp, yalan ve hurafelerle dolu “Mersiye hân” adı ile bilinen kimselerin başına toplanıp onun sözlerini vahiy gibi kabul ediyorlar. Onu dinlerken kendilerini sanki Firdevs-i âlâ’da hissediyorlar. Temiz Ehl-i Beyt-i, özellikle “Hamse-i âl-i âba”ya karşı (tarihte yapılmış) hürmetsizliği kendilerine sermaye bilerek şom ağızlarını açıp fasık nameleri ile bağırarak insanları ağlatıyorlar. Hem de bu şekilde ağlayan insanların gözlerinden çıkan bir katre göz yaşına en âla cenneti satıyor ve onları böylece kandırıyorlar. “Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür!” (Bakara 2/102) ayetini de unutup kendilerini bizzat ikinci derecede peygamber görüyorlar. Bunlara İslam alimi demek yerine, İslam dinin eşkıyaları dense daha doğru olur. Yine bunlar hakkında “Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi. Alemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun.” (En’am 6/45) ayetini okumak doğru olur. Ne kötü zamana kaldık, doğru diyenler kovuluyor, yalan söyleyenler izzet-i ikram görüyorlar... Acaba bu Müslümanların aklı mı yok, Müslümanlar ile sair milletlerin arasında akılca bir farklılık mı vardır ki, cehaleti ilme tercih ediyorlar! Yoksa neden, yeryüzünün çoğunu yönetimleri altına almışken, şimdi dağılmış başıboş koyun sürüsü haline gelmişlerdir. Allah (cc), cehaletleri yüzünden onları cezalandırmıştır. Her biri öyle bir kılığa girmiş ki, yüzeyden yılan derisi gibi çok yumuşak fakat içleri zehir ile doludur. (...)

Zenginlere gelince, kutsî bir hadiste: “Zenginler yer yüzünde Allah’ın vekilidirler[143] buyruluyor. Eğer vekil müvekkilinin izni olmadan ayrılırsa vekillikten azledilmiş sayılır. Zenginlere düşen şey, vatan evlâdının ilerlemesi uğrunda mallarını sarf edip onları cehaletten kurtarmaktır. Özellikle yetimlerin elinden tutup onları kemale eriştirmek, üniversiteler, okullar yapmak, bunların giderleri için vakıflar kurmak ve vakfiyeler tayin etmektir. Yoksa altın ve mal yığmanın sahibine günahtan başka hiçbir faydası yoktur. Elinde Kur’an okuyup dalını altın dolu sandığa yaslayanların, Kur’an’ın onlara lânet ettiğinden hiç haberleri yoktur. Kur’an okumak farz değildir, bilakis Kur’an’ın içindeki hükümlerle amel etmek farzdır. Allah (cc) buyuruyor ki: “Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, (Resulüm!) işte onlara elem verici bir azabı müjdele!” (Tevbe 9/34)  malı olan kimseler bundan ibret alsınlar.

13/13-  (Resulüm! Seni tekzip eden) o kimselere, şu şehir halkının (kıssasını) da misal olarak ver: Hani onlara elçiler, (peygamberler) gelmişti.

 

Tefsir:

Tefsirciler bu ve bundan sonra gelen ayetlerin Hz. İsa’nın Antakya’ya gönderdiği elçiler hakkında olduğunu söylemişlerdir. Onlar hakkında uzunca hikâyeler ve mucizeler anlatılmıştır. Ayet-i kerime hiçbir yönü ile anlattıkları mucize ve hikâyelere delalet etmiyor. Kur’an ayetlerini aslı olmayan konulara hamletmek doğru olmaz. Bu ayetin maksadı bir kısım peygamberlerin haberlerini anlatmaktır ki, onların isimlerinden hiç bahsedilmemiştir, müphem kalmıştır. Yine onlar hakkında hiçbir mucizeden bahsedilmiyor.

Ayeti, İsa (as)’ın elçilerine hamledenler ise şunları anlatmışlardır:

İsa (as) Antakya ehlini hakka davet etmek için havarilerinden iki kişiyi oraya gönderdi. Onlar şehre vardıklarında şehrin kenarında koyun güden ihtiyar bir kişiyi buldular. Onun adı Habibi Neccar idi. O, gelen elçilere, kim oldukların sordu. Onlar:

Biz insanları Allah’a davet etmek için, İsa tarafından gönderilmiş elçileriz.

Sizin doğru söylediğinizi kanıtlayacak bir mucizeniz var mıdır?

Hastaları iyileştiririz.

Habibi Neccar’ın iki seneden beri hasta olan bir oğlu vardı. Onları hasta olan oğlunun yanına getirdi. Elçiler ellerini hastaya sürünce hasta şifa buldu ve ayağa kalktı. Habibi Neccar da onlara iman etti. Bu halleri her tarafa yayıldı. Bir çok insan onların sebep olması ile Müslüman oldular. Neticede bu haber oranın hükümdarına ulaştı. Onları huzuruna çağırdı ve:

Sizin için, bizim taptığımız tanrılardan başka bir tanrı daha var mıdır?

Evet. O, öyle bir Allah’tır ki, seni ve senin taptığın putları yarattı.

Siz şimdi gidin, ben sizin icabınıza bakarım.

İnsanlar onların peşine takıldı, vurup eziyet ettiler. Arkasından hükümdar onları hapsetti. Bu iki kişinden sonra onlara yardım etsin diye İsa (as), Şem’un’u gönderdi. Şem’un gidip devlet ricali ile görüştü. Onlar da Şem’un’un fazıl ve kemalini görüp hükümdara lanse ettiler. Hükümdar onu huzuruna davet etti ve onunla biraz konuşunca kemalini anladı ve hemen ona ısındı. Bir gün hükümdar ile konuşurken ona:

İşittim ki, iki kişiyi hapsetmişsin. Onlarla konuştuktan sonra mı hapsettin yoksa konuşmadan mı?

Onlara çok sinirlendiğim için hapsettim.

Şem’un’un isteğine göre hükümdar onları huzuruna davet etti ve onlara:

Sizi buraya kim gönderdi?

Her şeyi yaratan ve eşi bulunmayan Allah.

Şemun, o iki kişiye:

Allah’ı şöyle muhtasar bir şekilde anlatın

Allah odur ki,  ne dilerse olur, neyi isterse ona hükmeder.

Şem’un yine onlara:

Sizin mucizeniz nedir?

Hükümdar ne isterse onu (Allah’ı izni ile) yaparız.

O arada hükümdar, gözleri kör olan birini getirtip gözlerini açmalarını istedi. Onlar dua ettiler, Allah’ın izni ile gözleri açıldı. Şem’un, hükümdar’a:

Sen de kendi tanrılarından böyle bir şey iste, onlar da bu isteğini yerine getirsinler, dolayısıyla hem onlara hem de sana şeref kazandırsın.

Benim senden gizleyeceğim bir şey yoktur. Doğrusu bizim bu tanrıların ne hayrı var ne de zararı vardır. Hükümdar, bu sözleri dedikten sonra o elçilere döndü ve:

Sizin Rabbiniz eğer bir ölüyü diriltirse ben ona iman ederim. Elçiler yedi gün önce ölmüş olan bir genci dua ederek Allah’ın izni ile dirilttiler. O dirilen genç konuşmaya başladı ve:

Ölünce beni alıp cehennemin yedi vadisini dolaştırdılar. Sonra semaların kapıları açıldı. Baktım ki geç biri, bu üç geç için şefaat ediyor. Hükümdar ona:

O üç kişi kimdir? Burada iki kişi var, (yani diğeri nerede?)

İkisi bu iki  genç, diğeri de (Şem’un’u işaret ederek) budur. Hükümdar buna çok şaştı. Çünkü o, Şem’un’u kendi düşüncesinden biri olarak biliyordu. Şem’un baktı ki, onların sözleri hükümdara çok te’sir etti. Hemen hükümdara nasihat ederek ve hak dine davet etti. Hükümdar iman etti ve arkasından ona tabi olanlar da iman ettiler. İman etmeyenlere ise Cebrail bir sayha verip hepsi öldüler. (Bu kıssayı ihtisaren anlattım).

Bu kıssadan öyle anlaşılıyor ki, peygamber olmadıkları halde havarilerden her bir mucize getiriyorlardı. Halbuki, müşrikler, Resulüllah (sav)’den mucize istedikleri zaman Allah (cc) Kur’an’ında onların istedikleri mucizeyi reddediyordu. Diğer taraftan Cebrail (as)’ın bir sayha ile şehrin bir kesimini helâk etmesi diğer kesimini sağ bırakması da makul değildir. Halbuki Kur’an’da helâk edildiği anlatılan kavimlerin helâk  edilmeden önce içlerinde bulunan salih kimselerin oradan çıkması emredilmiştir. Tefsircilerin bu kıssayı son derece istek ile kabul etmeleri çok hayret vericidir.

14/14- O vakit biz onlara iki elçi göndermiştik. Onları yalanladılar. Bunun üzerine üçüncü bir elçi gönderdik. (Birbirine destek verip) onlara dediler ki: “ Biz size (Allah tarafından) gönderilmiş elçileriz.”

15/15- Onlar elçilere dediler ki: “Siz de bizim gibi beşersiniz (beşerden peygamber olmaz) Rahman (olan Allah) da herhangi bir şey indirmedi. (Peygamberlik iddianızda) yalan söylüyorsunuz.

16/16- (Elçiler onlara) dediler ki: “(Elçi olmamızı inkâr ediyorsunuz ama) Rabbimiz biliyor; biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz.”

17/17- “Bize düşen de apaçık bir tebliğdir, (kabul ettirmek için güç kullanmayız).

18/18- (İnkârcılar cevaplarında) dedir ki: “Siz bize uğursuzluk getirdiniz (eğer dediğiniz sözlerden) vazgeçmezseniz elbette sizi taşlarız ve bizden siz can yakıcı bir azap dokunur.

 

Tefsir:

Cahil ve nadan kimseler hoşlarına giden şeyleri fal açıp hayra yorumlarlar ve hoşlarına gitmeyen şeyi de fal açıp şerre yorumlarlardı. Bu yüzden din ve Allah’ın hükümleri onlara ağır gelip kendilerine gelen bu hayırlı işi, nefislerine uyarak şerre yorumladılar.

19/19- Elçiler dediler ki: “Sizin uğursuzluğunuz (özünüzden gelen küfrünüzden dolayı) beraberinizdedir. Size nasihat edildi de uğursuzluk mu oldu? (Hiç aklı olan bunu der mi?). Bilakis siz haddini aşmış bir kavim siniz, (onun için size hayır elini uzatan elçileri uğursuzlukla suçluyorsunuz.).

20/20- (Elçiler, müşriklerle konuşurken) şehrin ta öte başından bir adam koşarak geldi; (elçilerin nurlu beyanlarını dinleyince, gönlüne ışık doldu ve hemen iman edip kavmini dine davet etmeye başladı..) dedi ki: “Ey benim kavmim! (Bunlar Allah tarafından gönderilmiş elçilerdir) gelin bu elçilere tabi olun.”

21/21- “Ey benim kavmim! Sizden herhangi bir ücret (dünya malı) istemeyen bu kimselere tabi olun, çünkü onlar hidayete ermiş kimselerdir, (onlarla beraber olanlara hiçbir zarar gelmez, dünya ve ahret hayırlarına ulaşır)[144].”

22/22- (Orada bulunan müşrikler, bu kimseye itiraz edip “sen de mi iman ettin” dediler. O da cevap veriyor:)[145]  (Ey müşrikler!) Bana mani olan ne ki, beni yoktan vücuda getiren (Allah’a) ibadet etmeyeyim! Halbuki hepiniz O’na döndürüleceksiniz.

23/23-  (Ey müşrikler!) Acaba (hiç bu doğru olur) mu O’ndan başka tanrılar edineyim? Eğer Rahman (olan Allah), bana bir zarar dilerse onların (o sahte mabutların) şefaati bana hiçbir fayda vermez, (Allah’ın azabından ve zarar vermesinden) beni kurtaramazlar.

24/24- (Eğer ben, kendime Allah’tan başka tanrılar edinirsem) o takdir de apaçık bir dalalete saplanırım (ki, bunu hiçbir akıl sahibi kabul edesi değildir.) [O kimse bu nasihatleri öz kavmine verdikten sonra, hemen onu taşta tutmaya başladıkları sırda yüzünü o elçilere doğru döndür ve şunları dedi:][146]

 

Tefsir:

Taş devrinde her bir harp aleti taştan olduğu için o kimseyi de taşla öldürdüler. Kabil de Habil’i taş ile öldürdü. O devir de her aleti taştan yapıyorlardı. İbrahim (as) da, doksan yaşında kendisini taştan bir bıçak ile sünnet etti.[147] Yine taştan bir bıçak ile oğlu İsmail’i kurban etmeye niyet etti. Taş devrinden sonra Bronz devri gelir. O zaman da her şey bronzdan yapılmıştı. Ondan sonra da Demir devri gelir. Şimdi demirin metalürjide yeri çok büyüktür. Böylece “Biz demiri de indirdik ki, onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır.” (Hadid 57/25) ayetinin manası da iyice zahir ortaya çıkmış oldu. İşte onun için belki ihtimal, bu resullerin durumu da böyle bir asırda olmuştur.

Taş ile öldürme en çok eziyet veren bir öldürme  şeklidir. Tevrat’ta zina-i muhsan’a taş ile öldürme cezası verilir. Resulüllah (sav) de, bu hükmü aynen devam ettirmiştir. İslam’a iftira edip eski dinlere ait her şeyi neshetti diyenler bir yanılgı içindedirler. Bu kitapların varlığını tasdik edici olarak gelen Kur’an’a karşı bu iddiayı kabul etmek mümkün değildir. Zaten akıl dışıdır. Kur’an’da olan hükümlerin bir kısmı mevcut Tevrat ve İncil gibi kitaplara aykırı olsa bile, hakiki yani tahrif edilmemiş kitaplara aykırı değildir. Bu cümleden olarak, İsa (as)’ın, kadınlar arasında “adaletin tesis edilmesi imkânsız olduğu için tek kadınla evliliği emretmesi”, meselesinin Kur’an’da hakikati anlatılmıştır. Yani birden fazla evlenmeyi adalet şartına bağlamıştır. Adaleti tesis etmeden kimse birden fazla kadınla evlenemez. Belki adaleti sağlayamazsa birden fazla kadınla evlenmenin haram olduğunu aynı zamanda işaret etmiş olmaktadır. Böylece sair hükümleri de kıyas ettiğimiz zaman aynı gerçeği görürüz. Eğer deseniz ki, Tevrat ve İncil tahrif edilmiştir, öyle ise Kur’an onlara nasıl uygun olur? Bunda maksat, tahrif edilmemiş Tevrat ve İncil’dir. Hem tahrifin diğer manası da, olan hükümleri uygulamamaktır. Başka hükümleri yazmak değildir. Azıcık bir dünya karşılığında insanlara hakkı anlatmayıp bunun aksine onların  hoşuna giden şeyleri anlatmaktır. Kur’an’ın esas hükümleri ve onda bulunan ayetler lâfzî olarak hiç bir tahrife uğramaması ile birlikte, bu son şıkkı ile (yani uygulamaya koyulmamakla) şimdi Kur’an ehli (yani bizim) ile onlar nerede ise aynı seviyeye gelmişizdir. Her dinde ihtilaf, kendilerine gelen hükümleri uygulamamaktan kaynaklanır. Bu yüzden, Müslümanlar bugün çeşitli fırkalara ayrılmışlardır. Her fırka diğerini dinsiz sayıyor. Allah’ın kitaplarının nesholup (kaybolup) itibarlarının düştüğünü söylemek hatadır. Zira Allah (cc) Kur’an’ın sıhhatine ve Resulüllah’ın (sav) sıdkına onlardan yani Tevrat ve İncil’den delil getirmektedir. O halden onların tamamen tahrif edildiğini söylemek zordur. Bununla birlikte zamanın icaplarına ve insanların durumlarına göre bir kısım hükümler değişmiş olabilir. Her peygambere inen hükümler, bir maslahata göre farklı olabilir... “Kur’an kendinden önce gelen kitapları tasdik ediyor..”[148] Kur’an onları neshetmedikçe hepsinin hükmüne uymak vaciptir.

25/25- “Şüphesiz ben, Rabbinize inandım, benden bunu duyup (şahit olun).”

26-27/26-27- (O kimse şehit olunca Allah tarafından ona) denildi ki: Gir cennete! (Cennete ulaşınca) dedi ki: “Keşke, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını kavim bilseydi, (masiyeti terk edip benim gibi nimetlere nail olsaydı.). [Burada kıssa sona erdi.]

28/28- (Resulüm!) Biz ondan sonra, onun milletini helâk etmek için üzerlerine semadan herhangi bir ordu indirmedik ve indirecek de değildik; (belki onları helâk etmek ondan daha kolaydır, onun için semadan bir ordu indirmeye de gerek yoktur.).

29/29- (Onlara azabımızın gelmesi) korkunç sesten başka bir şey olmadı. (O ses onların kulakların değer değmez) hepsi sönmüş kor gibi (hayatları söndü). [Allah’ın elçilerini yalanlayanların sonu böyle oldu.]

30/30- (Resulüm! Kendilerine peygamber geldikten sonra onunla alay edip ve neticede azaba dûçar olan) şu kullara üzülmek sezadır.. onlar bir peygamber gelmeyegörsün ille de onunla alay etmeye kalkıştılar.

31/31- Acaba bu peygamberi istihza edenler bilmediler mi ki,  onlardan önce nice kavimleri helâk ettik. Onların tekrar dolanıp (dünyaya) onlara geri dönmeleri mümkün değildir. (Elbette bunu bildiler ama, gaflet uykusu onların gözlerini tutup dalalette baki kaldılar.).

32/32- Bütün yaratılmışlar (kıyamet günü) bizim huzurumuzda hazır olurlar, (böylece orada mazlumun intikamı zalimden alınır).

33/33- Ölü toprak onlar için (bizim kıyamet günü herkesi dirilteceğimize) bir delildir. Biz ona yağmurla hayat verdik ve ondan dane çıkardık. İşte onlar bundan yerler (hayat sürerler.).

34/34- (Nev-i beşerden ötürü) biz orada hurmadan üzümden bağlar verdik ve oralarda bir çok gözeler fışkırttık.

35/35- Ta ki, onların meyvelerinden ve elleriyle (zahmet çekip ıslah) ettiklerinden[149] yesinler. Hâlâ (Allah’ın nimetlerine) şükretmezler mi?

36/36- Yerin bitkilerinden, kendi öz nefislerinden ve daha (insanların henüz) bilmeyecekleri  şeylerden her bir cins ve sınıfları yaratan Allah’ın şanı ne yücedir.

 

Tefsir:

Denizlerde ve karda bulunan mahlukların sayısı bilinmeyecek kadar çoktur. İnsan oğlu onları tespit etmeye çalışsa da tespitini yapamaz. (Nitekim Zoologlar bu konuda ciddi bir gayret içindedirler.) Bu kadar mahlukatın ne yaptıklarını kimse bilmez. Çok olmalarına rağmen ne karada ne de denizde onların ölülerine pek rastlanılmaz. İmam Ca’fer Sadık’tan rivayet olunduğuna göre: “Hayvanlar insan oğlundan bir derece daha fazladırlar, fakat onları meytelerine hiçbir yerde rastlanılmaz.”[150] Onların ölülerinin öyle meydanlarda bulunmaması şundan dolayıdır: Hayvanlar hemen öleceklerini anladıkları zaman mağaralara ve insanların görmeyecekleri yerlere giderler ve oralarda ölürler. Ta ki, günün karşısında kalıp kokuşarak, muzır hastalıklara mesela vebâ gibi hastalıklara sebep olmasınlar. Yazıklar olsun bir kısım Müslümanlara ki, böyle güzel kelamları bir kenara bırakıp asılsız sözlerin peşlerine düşüyorlar.

İnsanların ellerinde dolaşan “Nûş-âferîn”, “Çihil-tûtî”, “Gorbe-mûş” gibi kitapların yerine onların dünya ve ahret saadetlerini konu edinen hadislerin ihtiva ettiği kitapları okumaları, çocuklarına okutmaları daha faydalı olacaktır. Böyle güzel kitapları okuya okuya mükemmel bir zat olurlar. Bu gibi hakikatları değil ki avam insanlar, kendilerini alim sananlar dahi bilmemektedirler. Böyle güzel haberleri onlara okuduğunuz zaman sanki öldürücü bir zehir içirmişsin gibi senden kaçarlar. Fakat günah tuzaklarını her yerde perakende kurup bu tuzaklarında insanları günah için avlamaya çalışırlar. Günümüzün İslam reisleri insanların bu türlü kimselere aldanmaması için seferber olmaları gerekir. Ta ki, bu insanlar Kur’an’ı kendilerine rehber edip böyle tuzaklarını kurmuş günaha sokma avcılarının tuzağından kurtulsunlar. Böyle aziz bir  kelam olan Kur’an insanlar içinde ne zamana kadar suskun kalacaktır? Herkesten önce bunu İslam önderleri düşünmesi gerekir. (...)

Günümüzde bir kısım İslamî kitaplar vardı ki, içi hep ihtimal ve hayallerle ve hiç lazım olmayacak meselelerle doludur. Mesela necaseti tarif ediyorlar:

Necaset on çeşittir. Bevl, pislik.. ondan sonra bir kısmı da kandır.. kanın kısımları vardır, bir kısmı temiz, bir kısmı ise pistir.. bu cümleden olarak temiz kanlar şunlardır:

Musa (as) zamanında Kıptîlere kan olan su, necis değildir. İmam Hüseyin’in şehit olduğu gün (aşüre günü) Beytu’l-Madis’te her bir taşı kaldırdılar altından kan çıktı, işte o kan pis değildir. Kazvin şehrinde Zerâbâd adlı köyde tarihî bir ağaç vardı, aşüre günü ondan kan çıkardı, işte bu kan da pis değildir.... işte kitaplar, böyle meselelerle doldurulmuştur. Ya Rabb bu insanların hali ne olacak..

37/37- (Resulüm!) Gece de onlar için (Allah’ın kudretine) bir delildir. Gündüzü ondan çekip çıkarırız birden onlar karanlıkta kalırlar.

38/38- Gün(ün yaratılışı da bizim kudretimize büyük bir delildir.); kendisi için belirlenen yerde muttasıl akar (döner.). İşte bu (hareket ettirmek, yaratılmışlara) galip olup (her bir şeye) alim olan Allah’ın takdiridir. [Ayette bulunan “limustakarrin” lafzı, güneşin kendi etrafında döndüğünü göstermektedir.]

39/39- Ay’a gelince, (seyri için) ona menziller tayin ettik. (O menzilleri seyredip tamam ettikten sonra) dönüp hurma ağacının en dip çöpü gibi (hilal) olur.[151]

40/40- [Bu ayet, Ay’ın uydusu bulunan Dünya ile güneş etrafında dolaştığını göstermektedir.] Ne güneş kamere yetişebilir, [Çünkü Güneş onlarla yarış yapmıyor. Onlar güneşin etrafında dolanıyorlar.] ne de gece gündüzü geçer. Her biri bir yörüngede yüzerler.

41/41- (Resulüm! İnsanlar  için bizim kudretimize) bir delil de budur ki, biz onların (atalarını ve ciğer köşesi oğullarını denizde) dolu gemide taşıyor, (onları koruyoruz.).

42/42- Kendileri için onun gibi binecek şeyler de yarattık. (Hayvanları yarattık, onlara binip arzu ettikleri yerlere ulaşırlar.).

43/43- Eğer istesek onların atalarını ve oğullarını (musibete uğratıp denizde) boğarız da ne onların feryadına yetişen olur ne de onları kurtaran.

44/44- (Elbette onları kimse kurtaramaz,) ancak bizim tarafımızdan bir rahmet ile bir zamana kadar yaşatmak için olursa başka, ( o takdirde kurtarılırlar. Sonunda ölüm onları alır, ahrete intikal ederler.).

45/45- (Resulüm!) Onlara bundan önce geçen ve bundan sonra gelen günahlarınızdan ötürü Allah’tan sakının (geçen günahlarınıza tövbe edin, gelecekte de günah işlemeyin, ki Allah’ın rahmeti sizi tutup bağışlasın) dendiği zaman (yani sen, bunları dediğin zaman, görürsün ki, senden yüz çevirip bunları hiç düşünmezler.).

46/46- (Resulüm!) Onlara öz Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelmeye görsün ille de ondan yüz çevirirlerdi.

47/47- [Resulüllah (sav) müşrikleri de infak ve ihsan etmeye davet etti. Fakat onlar inkâr ettiler. Gelen ayet onlar hakkında nazil oldu.][152] Allah’ın size rızk olarak verdiklerinden hayra infak ve ihsan ediniz, dendiğinde (yani Resulüm sen bunu dediğin zaman), kâfirler, müminlerin (fakirlerine) dedirler ki: “Allah istese onlara  taam verirdi, (şimdi Allah onları fakir edip kendisi bile taam vermiyor.) biz neden onlara taam verelim?” [Bu habis insanlar zengin olduklarına göre fakirlere yardım etmenin ne manaya geldiğini anlamayıp onların fakir olmalarını Allah’ın meşietine havale ettiler.] (Ey müşrikler!) Siz başka değil sadece aşikâr bir sapıklık içindesiniz.

 

Tefsir:

Günümüzde zenginlerin çoğu cimri ve müstevli olup bu ayettekine benzer laflar ederler. Halbuki bunların çoğu ehl-i Kur’an olup Kur’an okuyorlar. Kutsî hadiste ifade edildiği gibi, “Allah’ın arzu ettiği manada zenginler Allah’ın vekilidirler.” Fakat onların bizzat kendileri Allah’a vekil olmayı tek taraflı olarak bozmuş ve sadece mal toplamışlardır. İnsanların yararına hiçbir şey yapmadıkları gibi, arkada bıraktıkları servete varis olanlar da bu mallarla şehvetlerini tatmin ediyor, uygunsuz yerlerde harcayarak günahını, merhumun ruhuna bağışlıyorlar (!) Bundan fazla çirkinlik olur mu?.

48/48- (Müşrikler, müminlere) diyorlar ki: “Eğer gerçekten doğru söylüyorsanız, bu tehdit (kıyametin kopması)[153] ne zaman gerçekleşecektir?”

49/49- (Resulüm! Kıyametin gelmesini inkâr edenler) başka değil, (dünyada işlerinin güçlerinin başında,) birbirleri ile çekişip dururken ansızın yakalayacak korkunç bir sesi bekliyorlar. (O ses gelince hepsi helâk olurlar.).

50/50- (O korkunç ses onları yakalayınca,) artık o anda onlar ne bir vasiyette bulunabilirler ne de ayallerine dönebilirler, (hemen oraya yıkılırlar.).

51/51- (Hepsi o şiddetli sesten helâk olduktan sonra, Allah tarafından) suretlere ruh üflenir (hepsi can bulur.). Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp süratle koşarak Rablerine giderler.

52/52- (İnkârcılar mahşere vardıkları zaman ağlayıp nâlân edip) Eyvah eyvah! Bizi kabirlerimizden kim kaldırdı?  Bu Rahman (olan Allah’ın) vâdettiğidir; (peygamberler doğru diyorlarmış, böyle bir gün olacakmış. Fakat biz bu günü inkâr etmiştik.).

53/53- (Resulüm!) Olan, başka değil sadece korkunç bir sestir. O sesin sebebiyle bir de bakarsın hepsi huzurumuzda hazır olmuşlardır.

54/54- O gün hiçbir kimse en küçük bir haksızlığa uğramaz. O günkü günde sadece (dünyada) yaptıklarınızın cezası verilir.

55/55- O gün cennettekiler, gerçekten tasviri mümkün olmayan nimetler içinde zevk ve safa sürerler.

56/56- Onlar ve eşleri gölgeler altında tahtlara kurulur (istirahata çekilirler.) [Cennette, sıcak bunaltıcı bir hava olmamasına rağmen, dünyada sıcak günde her türlü safa ağaçların altına sürüldüğü için cennetteki safa da buna teşbih edilmiştir.]

57/57- Orada onlar için her çeşit meyve vardır. Bütün arzuları yerine getirilir.

58/58- (Rahmet sahibi Allah, onlara selam gönderir ve denilir ki:) Rahim olan Rabden “Selam” sözü vardır.[154]

59/59- [O gün Allah (cc) günahkârlara hitap edip buyurur ki:] “(Ey günahkârlar!) Bu günkü günde (müminlerden) aralanıp (bir kenara) çekilin. (Siz ehl-i cennet ile beraber olamazsınız.).

60/60- [Sonra bütün insan oğluna hitap ediyor:] Ben size, şeytana (nefs-i ammare) tapmayın, diye ahd (vasiyet)[155] etmedim mi? Ey Adem oğlu! Zira o, sizin için aşikâr bir düşmandır. [Allah’ın ahdi (vasiyeti) insanın aklına sunulmuş deliller ve bir de peygamberler vasıtasıyla gönderilen hükümlerdir.][156]

61/61- (Şeytan’a ibadeti terk edip) bana ibadet edin. İşte bu (insanı hakka ulaştıran) dosdoğru bir yoldur. (Ama siz Adem oğlu, beni terk edip, şeytana taptınız.)

62/62- (Mabut odur ki, kulunu hakka ulaştırsın. Fakat sizin o taptığınız) şeytan sizden pek çok milleti kandırıp saptırdı. (Ben size şerefli aklı vermiştim. İş o ki ondan istifade edeydiniz.) Neden akıl erdirmediniz? (Bana ibadet etmeyi terk edip, helâk oldunuz.).

63/63- İşte bu cehennem ki, (görüyorsunuz, dünyada peygamberler tarafından) size vadediliyordu.

64/64- (Size göndermiş olduğum peygamberlere itaat etmediniz, beni de) inkâr ettiniz, onun için şimdi bu gün girin oraya.

65/65- (Resulüm!) O gün onların ağızlarına mühür vurup (konuşmalarına mani oluruz. Lakin) elleri bizimle konuşur, yaptıklarını anlatır, ayakları da (buna) şahitlik eder.

66/66- (Resulüm!) Dilesek o kâfirlerin gözlerini kör ederdik, o vakit (sürekli alıştıkları) yollara gidip (dünya işlerini ve tasarruflarını yapmaya kadir olamazlardı.) Nasıl görürler? (Ki, gözleri kördür.) [Fakat, Allah (cc) onların gözlerini kör etmedi. Ta kıyamete kadar tehir etti.]

67/67- (Resulüm!) Şayet dilesek o yalandıkları yerde kâfirlerin şekillerini değiştirir çirkin mi çirkin, tersyüz ederdik.. artık ne ileriye devam ne de geriye dönüş yapabilirlerdi. (Lakin lütfedip bedenlerin sıhhat verdik. Her işlerinde tasarruf yapmalarına güç verdik. Fakat yine de şükretmediler. Biz onları azabını kıyamete kadar tehir ettik.)

68/68- (Resulüm! Acaba bakıp görmezler mi? Dünyada) ona uzun ömür verir (çocukluktan, tedricen başlamak üzere aklı kemale erdirir, hüner ve zekâ verir, kuvvet ve kudretini artırır ta ihtiyarlığına varınca verdiği bu nimetleri geri alır da) onun hilkatini tersyüz ederiz, (akıllı iken nadan, alim iken cahil olur.) Hâlâ akılları ile hareket etmeyecekler mi? (Ki bizim kudretimizi bilsinler.).

69/69- [Ukbe b. Ebi Muayt vb. müşrikler Kur’an’a şiir ve Resulüllah’a da şair diyorlardı. Allah (cc) gelen ayette onları reddediyor.][157] Biz Resul’e (Kur’an öğrettik) şiir öğretmedik, şiir demek ona yaşmaz. O sırf bir irşat ve parlak bir Kur’an’dır.

70/70- (Kur’an’ı o Resul’e verdik) ta ki, (bu Kur’an’la) diri olanı (akıl ve fikir sahip olanları) uyarsın ve kâfirlere (ölü hükmünde sayıldıkları için, onlara uyarmak tesir etmeyip) böylece ilahi hüküm haklarında kesinleşsin..

71/71- Şunu da görmediler mi: (Hiç kimseden bir yardım beklemeden) ellerimizle yaptığımız eserlerden kendileri için uysal, evcil hayvanlar yarattık da onlara malik olup (faydalanıyorlar.).

72/72- Onları emirlerine âmade kıldık onlardan hem binit edinir (maksutlarına ulaşırlar,) hem de yerler.

73/73- Onlardan (süt ve mamulleri gibi) içecekler ve (derilerinden, yünlerinden, etlerinden.. olmak üzere) nice menfaatlerinden yararlanırlar. Hâlâ şükretmezler mi?

 74/74- (Zulmün son kertesine ulaştılar) tuttular,  Allah’tan başka tanrılar peşine düştüler. Güyâ  ki yardıma nail olacaklar.. [Nitekim diyorlardı, “biz bu putlara bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.”]

 

Tefsir:

Müşrikler, tahtadan, taştan ve sair şeylerden  kendilerine putlar edindiler. Akıllı insan acaba böyle şeyleri Allah’a ortak koşar mı? Müşrikler hakikatte putlara tapmıyorlardı. Bilakis o putlara peygamber ve melek resimleri çizip onlara ibadet ediyor ve resimlerin sahiplerinden şefaat istiyorlardı. Mesela İbrahim ve oğlu İsmail (as)’ı kendilerine şefaatçi sayıyorlardı. Bu ayetler iyi incelendiği zaman görülür ki, bu gün Müslümanlar içinde bile bu türlü şirke girenler vardır. Nitekim o müşrikler, İbrahim ve İsmail (as)’ı kendilerine şefaatçi olarak saydıkları gibi, bu gün Müslümanların bazıları evliyaları ve onların mezarlarını, topraklarını kendilerine şefaatçi olarak kabul edip Allah’ı unutuyorlar. Ayetin hükmü, bunlara şamil değil mi? Hatta yine bazı Müslümanlar şefaatçileri olarak kabul ettikleri kimselerin mezarlarının şeklini secde yerlerine nakşedip ona secde ediyorlar. Budan daha büyük şirk olur mu?. Ey İslam milleti! Hurafeleri ve saçmalıkları bir kenara bırakıp Kur’an’a sarılın. Siz Müslümansının, itikadınızı Kur’an’dan öğrenin. Sonra her bir hadis ki, Kur’an’a muvafık oldu ona tabi olun. Kur’an’a muhalif olan hadisleri siz de kabul etmeyin.  İnsanın hem dünyada hem da ahrette kurtuluşuna vesile olan güzel ahlak ile vasıflanın. İnsanın nefsi kötü sıfatlardan arındırılmadığı müddetçe zahit de olsa abit de olsa kurtulamaz. “Sen ‘Allah’ de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar” (En’am 6/91) ayetine bir nazar gezdirin. Allah her şeye kadir, her şeyin tasarrufu onun elindedir. O’dan başka her  şey acizdir. Bunu böyle bilmek lazımdır.

75/75- O putlar, kendilerine yardım edemezler, (kıyamet günü onları azaptan kurtaramazlar.). Zaten o müşrikler, onlar için (bu dünyada) hazırlanmış askerler. (Putlarının başına gelen afetleri önlüyorlar. Onlar yardıma muhtaç, bunlara nasıl yardım etsinler.).

76/76- (Resulüm!) Bu (Mekke ehli) müşriklerin (yalanlayan)sözleri seni mahzun etmesin. (Onların sözlerine aldırma.) onların gizlediklerini de pek iyi biliriz, açıkladıklarını da.

77/77- (Resulüm! Kıyameti inkâr eden bu) insan şunu görüp düşünmedi mi: Biz kendini (bevil yolundan akan) bir nutfeden yaratmışken (bu yollardan geçip aklı kemale ermiş bir kişi olduktan sonra) bir de bakarsın ansızın apaçık yaman bir hasım kesilmiş, (kudretimizi inkâr ediyor.).

 

Tefsir:

Müşrikler kıyameti inkâr ediyorlardı. Bu cümleden olarak Ubey b. Halef, Ebu Cehil, As b. Vail ve Velid b. Muğire kendi aralarında Resulüllah’ı tartıştılar. Ubey diğerlerine:

Duymadınız mı Muhammed (sav) ne diyor, “Allah onları tekrar diriltecekmiş” Allah’a yemin olsun ben, ona gidip bu konuda konuşacağım.

Bu sözü dedikten sonra çürümüş bir kemik parçası alıp Resulüllah’ın huzuruna çıktı. Elinde bu kemik Resulüllah’a (sav):

Ya Muhammed (sav)! Sen diyormuşsun ki, bu kemik parçalanıp yok olduktan sonra tekrar diriltilecekmiş. He.. ne dersin?

Evet. Allah (cc) tekrar seni diriltecek ve cehenneme koyacaktır. İşte bu ayet bu konuda nazil oldu.[158]

78/78- İnsan öz yaratılışını unutup (kudretimizi inkâr ederek) bir de misal attı bize: “Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?” dedi.

79/79- (Resulüm!) De ki: “Onları evvel emirde kim yarattı ise o diriltecektir. Allah (her yaratılmışın, yaratılması için ne lazımsa) harpsini hakkıyla bilendir.”

80/80- O Allah (öyle kudret sahibidir) ki,  sizin için ter u taze yeşil ağaçtan [Çöl ağacı merh ve afâr’dan] bir ateş yapar, siz de onu tutuşturup durursunuz.

 

Tefsir:

Merh ve afâr Arabistan’da bulunur. Birinci müzekker, diğer müennes addedilir. Onlardan nazik iki sürgün birbirine sürtüldüğü zaman ateş çıkar. İnsanlar ateş ihtiyaçlarını bu ağaçlardan temin ederlerdi.

81/81- (Resulüm! Müşriklere de ki:) Semavatı ve yeri yaratan, onlar gibisi (bir zayıf varlığı) yaratmaya kadir değil midir? Ebette kadir! Kesret ile yaratılmışları halk eden ve (her şeye) alim olan O’dur.

82/82- Allah’ın şanı şuna caridir: Bir şeyi dilediğinde O’nun buyruğu, sadece “Ol!” demektir, (o şey hiç gecikmeden) oluverir.. hemen. [Allah’ın bir şeye “Ol” demesi bize meseleyi itibari olarak anlatmak içindir. Yoksa Allah’a göre ne “Ol” demek vardır ne de bizim kelamımız. O’nun iradesi taalluk edince (ilişki kurunca) hemen her şey olur.]

83/83- Her türlü ayıptan ve noksandan münezzeh olan Allah’tır ki,  her şeyin hükümranlığı onun tasarrufundadır ve siz nev-i beşer, hepiniz O’na döndürüleceksiniz. (O vakit herkese yaptığının cezası verilecektir.).

 

Allah’a hamd olsun Yâsîn sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’an’nın kalbi de Yâsîn sûresidir.”[159] İbn Abbas’tan rivayet edilmiştir ki Yâsîn hakkında rivayet edilen faziletlerin, niçin ona mahsus olduğunu bilmiyordum. Ta ki çok zaman düşündükten sonra anlaşıldı ki bu son ayetten dolayı imiş.[160] Zira bu ayette Allah’ın (cc) mükemmel kudretinden, bütün mevcudatın tasarrufunun O’nun elinde olduğundan bahsedilmektedir.


 

 

37/56 SÂFFÂT SÛRESİ

 

Sâffât sûresi, Mekke’de nazil olmuştur. 181 ayet, 860 kelime ve 3826 harftir.

Allah (cc) bu mübarek sûrede mukaddes kimselere ant içmesinin maksadı Müslümanları nefislerini temizlemeye sevk ile dalalet ve cehaletten kurtulmalarını teşviktir. Müslümanlar bu ayetlere dikkat nazarı ile baksınlar.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- (Resulüm!) And olsun o kimselere ki, (benim huzurumda itaat ve kulluk ile) saf çekip dizilerek (en yüce maksat beni yapmışlardır. Hiçbir şeye de iltifat etmezler.).

2/3- And olsun o kimselere ki, nasihat ve öğütlerimiz onlara tesir edip (her kötü işlerden kendilerini saklarlar.)

3/4-And olsun o kimselere ki (Allah’ın ayetlerini) tilavet edip (onda bulunan hükümleri kabul ederek, Kur’an’ı kendilerine rehber etmişlerdir.).

4/5- (Resulüm! Müşriklere de ki: Allah bu mukaddes kimselere yemin ediyor,) şüphesiz sizin Rabbiniz birdir.

5/6- O, semavatın, yerin ve (bunların) arasında bulunanların Rabbidir, bütün doğuların (güneşin doğup battığı yerlerin)[161] da Rabbidir.

6/7- (Resulüm!) Biz (size)yakın göğü, bir süsle.. yıldızlarla süsledik, (ki bakıp ibret alsınlar.).

 

Tefsir:

Sema ve asuman bizim başımızdan yukarı olan tarafa denir. “Yakın sema” ise gözümüzün ihata ettiği kadarıyla olan semanın adıdır. Şayet Allah (cc) bu sayısızca yıldızı gözümüzden uzak yerde yaratmış olsaydı, onlara bakamazdık, dolayısıyla hiç ibret alamazdık. Astronomicilerin dediğine göre öyle yıldızlar var ki, teleskopla da görünemez. Hatta öylesi var ki, ışığı henüz bize gelmemiştir.

7/8- Ve (gökyüzünü) itaat dışına çıkan her şeytandan koruduk.

8/9-10- Onlar, atık mele-i a’lâ’yı (semaların sakinlerini)[162] kulak verip dinleyemezler. Her taraftan kovulup atılırlar.

9/11- Onlar için (ahrette) sürekli azap vardır.

10/12- Ancak kulak hırsızlığı yapanlar olur. Onu da yakıcı bir alev takip eder.[163]

11/13- Şimdi o müşriklerden haber al:Yaratılışça onlar mı daha kuvvetli yoksa bizim yarattığımız o (semada ve yerde bulunlar) mı? Halbuki biz insanı cıvık yapışkan bir çamurdan yarattık, (dolanıp et, kan ve kemik oldu. Sonra ruh verildi. İnsan oldu. Fakat bizim diğer yarattıklarımız arasında çok zayıftır. Buna rağmen kudretimizin büyüklüğünü kabul etmiyor.).

12/14- (Resulüm!) Belki sen (müşriklerin Kur’an gibi bir kitabı inkâr etmelerine) hayret ediyorsun. (Onlar ise senin bu hayret etmenle) alay ediyorlar.

13/15- (Müşriklerin daima adetleri bu olmuştur.) Onlara öğüt verildiği zaman kabul etmeyip inkâr ederler. (Halbuki insan, kendine verilen öğütleri dinler. Nefsini rezil sıfatlardan kurtarır. Nasihat kabul etmeyen insanlıktan da çıkar.).

14/16-  (Resulüm! Bu müşrikler, senin doğru olduğunu anlatan) bir ayetin (geldiğini) gördüler mi (ona itibar gözü ile bakmaz)  hemen birbirlerini onunla alay etmeye çağırırlar.

15/17- (Alay edip) dediler: “Bu ancak aşikâr bir büyüdür.” [Akıllı bir insana düşen odur ki, karşısına çıkan bir şeyi iyi araştırdıktan sonra, onun hakkında güzeldir ya da kötüdür hükmünü verir. Hiç düşünmeden karar vermek yanlış hükümlere sebep olur. Onun için Kur’an gibi bir kitaba “sihir” dediler.]

16/18- (Kıyamet gününü de inkâr edip dediler:) Öldüğümüz ve bir toprakla bir yığın kemik olduğumuz zaman mı biz tekrar dirilecekmişiz.

17/19- Acaba geçen atalarımız da dirilecek!.. (hiç böyle şey olası değildir.).

18/20- (Resulüm!) De ki: “Hepiniz zelil olduğunuz halde hayat bulup mahşere hazır olacaksınız. (Allah’ın kudret ve hükmünden hiçbiriniz kurtulamayacaksınız.).

19/21- (Durum böyle olunca, onların yeniden dirilmeleri için) O, (Allah tarafından) korkunç bir sesten ibaret olacak,  (o ses ile toprak titreyip) ansızın hepsi (baş gösterip birbirlerine) bakacaklar.

 

Tefsir:

Allah (cc) ne ilk yaratışta ne sonradan yaratmada ne sese ne de başka bir şeye ihtiyaç duymaz. Bu, insanları bir anda diriltmeye bir teşbih olarak beyan edilmiştir. Mesela bir sürü, merada otlarken, çobanın bir ses vermesi ile hemen dehşet-zede olur hepsi toplanırlar. İşte Allah (cc)’nun iradesi taalluk edince bütün canlılar birden dirilirler. Koyun sürüsü gibi hepsi bir araya gelirler. Allah ne büyük kuvvet ve kudrete sahiptir.

20/22- (Kıyameti inkâr edenler, acı ile inlerler): “Eyvah bizlere! İşte bu ceza günüdür.” Derler.

21/23- (Resulüm! Tarafımızdan o inkârcılara denilir:) “İşte bu, hak ile batılın arasına fark koyulan gündür ki, siz bunu yalanlıyordunuz. (Gördünüz mü? Şimdi o işte oldu.)”

22-23/24- (Kıyamet günü, bu işte görevli olan ordularımıza emrederiz;) Zalimleri, onların misli günahkârları ve Allah’tan başka tapmış oldukları putlarını toplayın. Sonra da cehennemin yolunu onlara gösterin, (ta ki gidip cehenneme girsinler.).

24/25- (Cehenneme doğru giderken, bir yerde Allah’tan hitap gelir,) “Durdurun onları, onlardan sual olunacaktır.

25/26- (Onlardan, şu sorulur; dünyada birbirinize yardımcı olup birbirinizi koruyarak Allah’ın peygamberi ile mücadele ederdiniz.) Şimdi size ne oldu ki birbirinize yardımcı olmuyorsunuz. (Bu helâkten korumuyorsunuz!). [Onlar cevap vermeye kadir olamazlar.]

26/27- (Resulüm!) O günkü günde (yadım etmek nerede!) belki teslim-i silah etmişlerdir. (Birbirlerine yardım edemezler.).

27/28- O vakit (tabi olan tabi olunan, büyük küçük) birbirine yüz çevirip sual ederler:

28/29- (Tabi onlar reislerine:) “Siz bize cebren zorla üstünlüğünüzü kullanırdınız (ve dalalete salardınız.).”[164] derler.

29/30- (Reisler, kendilerine uyanlara:) “Bilakis, sizin hiçbir imanınız yoktu (ki, sizi tutup imandan çıkaralım. Sizin kendiniz kâfirdiniz.).

30/31- Bizim size hiçbir tasallutumuz yoktu (ki, sizi zorla imandan çıkarmış olalım.) Belki siz, dalalet ve azgınlığı (hidayet ve imana) tercih[165] ettiniz.

31/32- Onun için Rabbimizin hükmü aleyhimize gerçekleşti. Artık biz hiç kurtuluşu yok (Allah’ın azabını) tadacağız.

32/33- (Biz zaten, dünyada küfür ve dalalette idik, siz de kafirdiniz) sizi dalalete çağırdık, istedik ki, siz de bizim gibi dalalette baki kalasınız. (Kendi tercihinizle dalalette baki kaldınız. Biz size hiçbir zor kullanmadık. Şimdi bize iftira ediyorsunuz.) [Burada olduğu gibi, kıyamet günü herkes öz nefsini imkânı ölçüsünde töhmetten kurtarmaya çalışacaktır.]

33/34- (Resulüm, uyanlar ile reislerinin böyle dedikoduları onlara hiçbir fayda vermeyecektir.) Onlar mutlaka, o gün azapta ortaktırlar.

34/35- İşte biz, günahkârlara böyle yaparız. (Kendi günahları ile, kendi azaplarını hazırlarlar.).

35/36- Çünkü onlara: “Lâ ilâhe ill’allah” diyin dendiği zaman, kafa tutuyorlardı.

36/37- (Şirkte baki kalıp) diyorlardı: “Biz mabutlarımızı (putlarımızı) bir mecnun şair (yani Resulüllah’ı kastediyorlardı.) için terk eder miyiz, (hiç böyle şey olur mu?).”

37/38-(Müşriklerin dediği gibi değil ki, Resulüm, mecnun değildir.) bilakis o, hak ve adaleti getirdi. (Allah’tan gelmiş önceki) elçileri de tasdik etti. (Onlar şirki nefyettikleri gibi, Resulüllah’da şirki nefyetti. Onun için, kaçıyorsunuz.).

38/39- Şüphesiz siz müşrikler (dünya ve ahret) can yakıcı azabı tadacaksınız. [Mekke müşriklerinin dünyadaki azabı, Bedir gazvesinde uğradıkları yenilgi ile tecelli etmiştir. Bu aynı zamanda onların ahrette cezalandırılacaklarının da bir delilidir.]

39/40- Başınıza gelecek ceza yapmakta olduğunuzdan başka bir şeyin cezası değildir.

40/41- Lakin Allah’ın ihlas kesilmiş bendelerini (bir görün ki, kıyamet günü onların durumu ne kadar imrendirici olacaktır.).

41/42- İşte o halis bendeler için bilinen rızk vardır (Allah katından):

42/43- (O bilinen rızklar, hayatı idame ettirmek için gıda olarak verilmemiştir. Bilakis onların bütün rızkları) meyvelerdir (sırf lezzet almak için yenir.).[166]  [Cennet ehlinin bedenleri ahrete göre bir çeşit yaratılır ki, yiyecekleri gıda ve sıhhati korumak için değil, sırf lezzet almak için alırlar.] Onların kendileri de (Allah nazarında) aziz ve değer verilen kimselerden olurlar. [Allah nazarında aziz ve ikram edilen kimselerden olmak büyük bir saadettir. Nitekim zelil ve hor olmak büyük bir şekavettir.]

43/44- Naim cennetlerinde...

44/45- Yüz be yüz kurulmuşlar tahtlar üzerine... (dalmışlar derin sohbetlere..)

45/46- (Allah’ın mükemmel kudretiyle yaratılmış) cennet şarabı çeşmesinden dolu kâseler.. (hadimler doldurur) dolandırır, onlara (sunarlar.).

46/47- İçenlere lezzet katan beyaz kâseler..

47/48- (Öyle dünya şarabında olduğu gibi) o içkide ne sarhoşluk vardır ne de zarar verir.

48/49- Cennet ehlinin yanlarında bakışlarını yalnız onlara tahsis etmiş, güzel iri gözlü huriler vardır.

49/50- Sanki o huriler (havanın etkilemesin diye) gizlenen (devekuşu) yumurtası gibi düşük tonlu sarıya çalar bir beyazlıktadır.[167]

 

Tefsir:

Araplar beyaz renkte kadınları deve  kuşu yumurtasına benzetirlerdi. Onun için kendi dillerinde buna “Beyzatu’l-Hadûr[168] derlerdi. Bu ayetin, örfe ve adete göre bu teşbihi yaptığı açıktır. İnsan için vücuda gıda olacak ve nefsin şehvetini dindirecek  şeyleri, arzu ettikleri çeşitlerle ifade edilmiştir.

50/51- (Resulüm!) O vakit (cennet ehli tahtlara kurulur) birbirine karşı sual ederler:

51/52- (Sohbet münasebetiyle) onlardan biri şöyle der: Benim bir arkadaşım vardı, (Ama ahreti inkâr ediyordu.);

52/53- O bana derdi: “Sen de (kıyamet ve ahreti) tasdik edenlerden misin?..

53/54- (Hakikaten bu var mı, ) Öldüğümüz ve bir toprak bir yığın olduğumuz zaman bir biz cezalanacak mıyız?”

54/55- (Resulüm! O kimse, cennette ki arkadaşlarına) de ki: “(Benim o, bu sözleri diyen arkadaşımın durumuna) muttali olmak ister misiniz?” (Onlar da, görmek istediklerini ve inkârcıların akıbetini merak ettiklerini söylerler.)

55/56- İşte o zaman konuşan baktı, arkadaşını cehennemin ortasında buldu.

56/57- (Öz arkadaşına hitap) edip dedi: “Allah’a yemin olsun ki, sen az daha beni de helâk edecektin.

57/58- Rabbimin nimeti olmasaydı, ben de (kim bilir) bu tutuklananlardan olacaktım. (Fakat Allah bana yadım etti, senin gibi inkârcı olmaktan korudu.).

58/59- (Müminler cennette iken sevinç ve sürurlarından diyecekler:) “Biz (artık burada) ebedî miyiz?[169]

59/60- Sadece dünyada bir defa öldük ya işte o kadar. (Biz bir daha ölmeyeceğiz.) ve bize azap da olmayacak. (Anlaşılıyor ki, biz bu niteler içinde ebedi olarak kalacağız.).” [Kıyamet günü, cennet ehli bir daha hiç ölmek istemezlerken, cehennem ehli de sürekli ölüm isterler.]

60/61- (Resulüm!) Şüphesiz bu, (cennette böyle rahat ve asûde olmak) büyük kurtuluştur.

61/62- (Dünyada çalışan kimseler,) işte böylesi bir kurtuluş için çalışsınlar. [Bundan böyle gelen ayetler, cehennem ehli için verilecek bir kısım azaptan bahsedecektir.]

62/63- (Resulüm! Bu müşriklere de ki:) Acaba, şimdi, ziyafet olarak, cennet ehli için anılan bu daimî nimetler mi daha hayırlı, yoksa (cehennem ehlinin yiyeceği) zakkum ağacının[170] (meyvesi) mi?

63/64- (Resulüm!) Biz o zakkum ağacını zalimlerden ötürü mihnet ve azap karar verdik.

64/65- O zakkum ağacı bir ağaçtır ki, cehennemim dibinden çıkar, (dalları onun derekâtını tutar.). [Habis sıfat zulüm, zalim ve fasıkın kalbinin derinliklerinden çıkar. Onun dalları ise çeşitli azalarına sarılır, yayılır.]

65/66- O zakkum ağacının meyvesi[171] (ortaya çıkınca öyle çirkindir ki,) sanki şeytanların başına okşuyor. [Örfte her bir güzel şey, meleklere ve çirkin şeyler ise şeytana teşbih edilir. Onun için Allah (cc) zakkum ağacının meyvesini, şeytanın başına benzetiyor. Bu teşbihe “bedi’ ilmi”nde “teşbih-i hayâlî” denir. Nitekim insan hayalen şeytanın başını düşündüğü zaman son derece tiksinir. İşte böylece habis sıfat olan zulmün etkileri de zalimini uzuvlarından ortaya çıkmasından dolayı şeytanın başından nefret etmek gibi ondan nefret edilir.][172]

66/67- (Cehennemdekiler) ondan zor ile yerler ve karınlarını ondan doldururlar.

67/68- Sonra zakkum yemeğinin üzerine onlar için, kaynar su karıştırılmış bir içki vardır.

68/69- Sonra da dönecekleri yer şüphesiz cehennemdir.

69/70- (Resulüm! Zalimlerin böyle azap olunmalarının) sebebi, çünkü onlar atalarını sapıklıkta buldular (ve onlara tabi oldular.)

70/71- Hem de (hiç düşünmeden) kendileri onları izlerinde koşturuyorlar.

71/72- (Resulüm!) Hakikaten (bu Kureyş cemaatinden) öncekilerin çoğu da sapıklıkta idiler.

72/73- Gerçekten biz onlara içlerinden uyarıcı peygamberler de gönderdik, (belki kendilerine gelirler de itaat ederler. Fakat itaat etmeyip asi oldular.).

73/74- Bak gör ki, uyarılan (fakat buna rağmen  itaat etmeyen zalimlerin) akıbeti nasıl oldu! (Hepsi azaba gelip helâk oldular.).

74/75- Ancak Allah’ın ihlas kesilmiş bendeleri başka. (Onlar azaptan kurtuldular.) [Budan sonra, kendilerine peygamber gelip de inanmayan kavimlerden anlatılacak.]

75/76- (Resulüm!) Nuh, (kavminin küfür ve nifaklarından sıkılıp, artık inanmayacaklarını iyi anlayınca, onlara azap gönderip helâk etmemiz için,) gerçekten bizi çağırıp dua etmişti, biz de ne güzel (yapılan duaları) kabul edenleriz.

76/77- (Resulüm!) Nuh’un kendisini ve ayalini büyük meşakkatten (denizde boğulmaktan) kurtardık.

77/78- Hem onun neslini (yeryüzünde) baki kalanlar kıldık. (Nev-i beşerin çoğu Nuh’un Sam, Ham ve Yafes[173] gibi üç oğlundan gelmiştir.).

78/79- Hem de sonradan gelenler içinde onun güzel bir namını bıraktık:

79/80- Cümle alem arasında Nuh’a selam olsun.

80/81- (Resulüm!) Biz iyilik yapanları (Nuh’a verilen mükâfat gibi) böyle mükâfatlandırırız.

81/82- Gerçekten Nuh bizim mümin bendelerimizdendir.

82/83- (Nuh’un kendini ve ayalini kurtardıktan) sonra (bize asi oldukları için onun kavminin) diğer (inanmayanlarını) suda boğduk.

83/84- Şüphesiz İbrahim de (Allah’ın ve onun hükümlerini tekzip edenlere karşı sabretmede) Nuh’un tabilerindendi.

84/85- Zira o, (şirk ve şüphenin her çeşidinden arınmış[174] ve her türlü güzel vasıflarla donatılmış) salim bir kalp ile öz Rabbine geldi. (Kalbinde sadece Allah’a yer verdi, onun dışındakileri çıkarıp attı.).

85/86- Hani o, babasına ve kavmine şöyle demişti: “Ne şeye tapıyorsunzu?”

86/87- Allah’tan başka bir takım baştan ayağa yalan ilâhlar mı istiyorsunuz?

87/88- Alemlerin Rabbi hakkındaki  gümanınız nedir? (O’nu ne hesap ediyorsunuz ki, putları ona ortak koşuyorsunuz! Yoksa O’nu da kendi putlarınız gibi her şeye muhtaç mı zannediyorsunuz. O, hiçbir şeye muhtaç değildir.).

88/89- Bunun üzerine İbrhim yıldızlara (sema tarafına) şöyle bir baktı.

 

Tefsir:

Hz. İbrahim (as)’ın kavmi putperest idi. Onların bir bayramı vardı. O gün gelince sahraya çıkar kurban keser, oynayıp eğlenirlerdi. Hz. İbrahim (as), dinini anlatmaya başlamıştı ki, bu bayram günü de denk geldi. Onlar İbrahim (as)’ı bu bayrama davet ettiler. Halbuki o, geride kalıp onlar şehirden çıktıktan sonra, putlara zarar vermeyi düşünüyordu. Belki gerçekten baş ağrısı gibi bir hastalığı vardı ya da hastalığı bahane ederek, gözlerini semaya çevirdi ve dedi ki: “Ben hastayım. Onun için sizinle gelemeyeceğim” Nitekim bu ayette anlatılıyor.

Bazı tefsirciler İbrahim (as)’ın bu sözü yalan söylediğini ifade etmişlerdir. Dediği hastalıktan kastı, “veba” hastalığı idi. Bu hastalığın adını verdi ki, ondan uzaklaşsınlar. İlkönce, İbrahim (as)’ın bu sözü yalan dediği nereden bellidir? Acaba kendisinde bir nekâhet bulunamaz mı? Nitekim az önce de anlatıldı. İkinci olarak, şayet dediği yalan ise, böyle durumlarda, bahane gösteren insan mazurdur. Ona, yalan söyledi denmez.[175]

89/90- “Dedi, ben gerçekten hastayım, (onun için sizinle gelemem.).”

90/91- (İbrahim, bu sözü der demez) hemen arkalarını dönerek başından kaçıverdiler.

91/92- Yavaşça putlarının tarafına yönelip (gidip put haneye girdi). [Onların adeti, putların önüne yiyecek bırakırlardı.] İbrahim (onlarla alay ederek): “Buyursanıza yemez misiniz?” dedi.

92/93- (Putlardan cevap gelmeyince) dedi ki: “Neyiniz var da konuşmuyorsunuz?” (Bu millet size tapıyor. Bir şeye yaramadığınıza göre sizi parça parça etmek lazımdır.).

93/94- Nihayet bir yolunu bulup (gizlice) onlara kuvveti bir darbe indirdi.

94/95- (İbrahim’in bu yaptığını sahrada olanlara haber verdiler.) Hepsi sıyrılıp tez beri İbrahim’in yanına geldiler. (Ve dediler ki: “Bu nasıl iştir” ki senden sadır oldu!)

95/96- İbrahim dedi ki: “(Siz beni kınıyorsunuz,) acaba (kendiniz hiç utanmadan) yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? (Hiç aklı olan kimselerden böyle şeyler meydana gelir mi?)”

96/97- Allah sizin de yaptığınız amellerinde yaratıcısıdır.[176] (Sizin onlara şekil vermeniz, Allah’ın mahluku olmaktan çıkarmaz ki.)

97/98- (Müşrikler, İbrahim’in bu davranışını ve onlara bu türlü çıkışmasını görünce birbiri ile istişare edip) dediler ki: “Onun için bir bina yapın ve derhal onu ateşe salın.”

98/99- Böylece ona bir tuzak kurmak istediler, (ateşe atmak istediler.) Biz de kendilerini alçak düşürdük, (Biz de İbrahim’i ateşten kurtardık. Onlara galip ettik.).

99/100- (İbrahim ateşten kurtarınca, müşriklerin arasında durmayıp, emrettiğimiz “Arz-ı mukaddes”e Şam’a hicret edip)[177] dedi ki: “Ben Rabbime gidiyorum. Elbette benim hayır ve salahım olan işe beni hidayet eder.” [İbrahim (as) Babil’den hicret ederek gidip Şam’da yerleşti.]

100/101- (İbrahim, Şam’a yerleştikten sonra dua edip Allah’tan evlat istedi.): “Ey benim Rabbim! Bana salihlerden (bir oğul) ihsan et.”

101/102- (Biz de İbrahim’in duasını kabul edip) ona, yumuşak huylu bir oğul müjdeledik. (Allah, İsmail’i ona müjdeledi.).

102/103-104- Oğlu, yanında (ihtimam ile yetişip) rüşt çağına erişince[178] : “Oğulcağızım! Ben seni rüyamda (Allah için) boğazladığımı görüyorum. Bak düşün, (bu konuda görüşün nedir) ne dersin” dedi. (İsmail, teslimiyet makamında) dedi ki: “Ey babacığım! Emrolunduğun yap! İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın.” [Allah’ın mükemmel kudreti her şeyi ihata ettiği için İsmail (as) kendinin sabretmesini Allah’ın iradesine bağlamıştır.]

 

Tefsir:

Hz. İbrahim (as)’ın, kurbanlık oğlunun İsmail mi, yoksa İshak mı olduğu hakkında ihtilaf edilmiştir. Tevrat’ta bu kurban edilen kimsenin İshak olduğu yazılmaktadır..[179] Faka İslam bilginleri bu konu hakkında ihtilaf etmişlerdir. Ashabdan, Ali b. Ebi Talib, Ömer b. Hattab, İbn Mesud, İbn Abbas; tabiinden Ka’bu’l-Ahbar, Sa’d b. Cübeyir; bu tabakanın tefsircilerinden Katade, İkrime, Atâ b. Ebi Rabah, Mukatil, Süddî; hadisçi, Zührî gibi kimseler, kurbanlığın İshak olduğu görüşündedirler.[180] İbn Abbas, Abdullah  b. Selam, Hasan Basrî, Sa’d b. Müseyyeb, Şâ’bî, Mücahid, Rebî’ b. Enes, Muhammed b. Kâ’b el-Kurezî gibi sahabe ve tabiinden olan kimseler de bu kurbanlığın İslmail olduğunu söylemektedirler.[181] Lakin, İbrahim (as)’ın kurban edilen oğlunun hem naklen hem de aklen İsamil (as) olduğu meydandadır.

İlkönce bu hadise Mekke’de[182] olmuştur. Zaten İsmail (as) da o zaman vardı. İshak ise Mekke’de olmamıştır ve hiçbir zaman Mekke’ye gelmemiştir. Tarih kitapları bunu tashih etmektedir. Esmaî diyor ki: Ben Ebu Amir b. el-Alâ’dan sordum:

Kurbalık İshak mıdır, yoksa İsmail mi?

Aklın nerede? İshak Mekke’ye ne zaman gitmiştir? İsmail, babası ile Beytullah’ı yapmıştır. Bu hadise de Mekke’de olmuştur. İshak, nasıl olabilir?[183]

İkinci olarak, bu sûrede zikredilen kıssa buna delalet eder. Zira Kur’an bu “kurbanlık” meselesini anlattıktan sonra Allah (cc) İshak’ı İbrahim’e müjdeliyor: “Salihlerden bir peygamber olarak İbrahim’e İshak’ı müjdeledik”. Bu ayet bundan sonra gelecektir. Şimdi eğer “kurbanlık”, İshak olsaydı, Kur’an ilk önce “Yumuşak huylu bir oğlan ile seni müjdeledim” dedikten sonra yine bu ayeti söylemezdi. Bunu iki defa tekrar etmenin bir manası olamazdı. Bu hadise apaçık ortadadır ki, İsmail “zebihullah”tır (Allah’a kurban edilmek istenen şahıs). Onun için böyle açık bir mesele de ihtilaf etmek çok hayret vericidir. Tevrat ibareleri de dahil kurbanlığın İshak olduğu yolundaki konu ile ilgili rivayet ve  söylentiler israiliyattır. Hepsi dönüp dolaşıp Ehl-i Kitap’ta düğümlenir.[184]

103/105- Her ikisi de (İbrahim de İsmail de görüle rüyayı hüccet sayıp Allah’a) inkiyad ettiler. (İbrahim, İsmail’i) boğazlamak için onu yanı üstü yatırınca. (İsmail’in yüzü ve anlının bir tarafı yere gelince..).

104-105/106- (Resulüm! Onun boğazlanmasına biz razı olmayıp): “Ey İbrahim! Rüyayı gerçekleştirdin, (oğlunu kurban etmeye koyuldun. Fakat yine biz istiyoruz: onu boğazlamaya memur edilmedin. Onu boğazlamaktan vazgeç.)” diye seslendik. (Resulüm!) Biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız. (Onlar üzüldükten sonra işte böyle sevindiririz.)

106/107- Gerçekten (İbrahim’in) bu bela ve mihneti büyük bir imtihandır. (Rüyada oğlunu kesmeye memur oldu. İtaat edip oğlunu kesmeye koyuldu. Bir kimse için ciğer köşesi yavrusunu kesmekten daha büyük bir imtihan olabilir mi?)

107/108- Ve ona büyük bir kurbanlık fidye verdik. (İbrahim’e vahyettik ki, İsmail gibi bir oğulu kesme, onun yerine koçu kurban et.).

 

Tefsir:

İsmail (as)’ın boğazlanma hadisesi, Zilhicce’nin onuncu gününde olduğu için Araplar arasında bu günde kurban kesmek adet oldu. Hanif dini olan İslam gelince şeriat sahibi Allah (cc), kurban kesmede bir çok maddi ve manevi faydalardan ötürü (Gerçi günümüzde o faydaların hiçbiri düşünülmüyor.) kurban kesmeyi vakti mahsusta  emir buyurdu. İslam alimleri İsmail (as)’ın kurban edilmesi meselesini büyük bir hadise sayıp bu konuda çok eserler yazmışlardır. Bazıları da hayallerine gelen her şeyi resmedip hakikat gibi yazmaya başlamışlardır. Hem bu konuda geniş tartışmalara girmişlerdir. Kimi acaba Allah (cc) İbrahim (as)’ı İsamil’i kurban etmesi için emretmiş miydi.. yoksa ilkönce kurban etmesini emrettiği İsmail’i sonradan niye kurban edilmemesi için emretsin.. işte bunun gibi meseleler ileri sürülmüş ve her kes bir delil getirerek konuyu büyük tartışmaya açmışlardır.[185] Fakat düşünülürse bunların tartıştığı konuların hiçbiri Kur’an’a uygun düşmez. Kur’an-ı Kerim, insanları böyle ihtilafa sokacak bir meseleyi anlatmamıştır. Bu surede Allah (cc), hiçbir ayette İbrahim’in İsmail’i kesmesini emretmemiştir. Bunu çıkarmak mümkün değildir. Resulüllah (sav) buyurmuşlardır ki,  İbrahim (as) böyle bir rüya gördü: Bu rüyayı oğlunu kurban etmeye emrolunduğuna yordu. Hemen oğlunu kurban etmeye koyulunca, Allah (cc) oğlunu kurban etmemesini yani gördüğü rüyayı buna te’vil etmemesini emretti, onun yerine koçu kurban etti. Ayetten anlaşılan budur. Taklidi bir kenara bırakıp insaf ile bakarak düşündüğümüz zaman bu konunun manası bundan ibarettir. Öyle tartışılacak bir konu yoktur.

108/109- (Resulüm!) İbrahim’in kendisine sonradan gelenler içinde iyi bir nam bıraktık:

109/110- (Her bir millet) İbrahim’e selam gönderiyor, (onu dost tutuyor.).

110/111- İşte biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız, (İbrahim’i herkese sevdirdiğimiz gibi, böyle yapanları da mükâfatlandırırız.).

111/112- İbrahim de bize iman getiren bendelerimizdendi.

112/113- Ona bir de salihlerden bir peygamber olmak üzere İshak’ı müjdeledik. [Bu ayet, daha önce de zikredildiği gibi, İsmail (as)’ın zebihullah olduğunun delilidir.]

113/114- (Din ve dünya) bereketlerini İbrahim ve İshak’a artırdık. (Onlardan hep hayır doğdu, hiçbir kötülük meydana gelmedi.) fakat her ikisinin neslinden iyi kimseler olacağı gibi, öz nefsine açıktan açığa zulmedenler de oldu. (Tutup müşrik oldular.).

 

Tefsir:

Bu ayet, delalet eder ki, iyilik ya da kötülük nesebe bağlı bir şey değildir. Olur ki, fasık ve facir bir kimseden necip bir insan doğar; yine olur ki, necip bir insandan fasık biri doğar. Bu meyanda necip bir insana ne atasının kötü amel sahibi oluşu ne de evladının kötü amel sahibi oluşu bir zarar verir. Nitekim, Azer’in İbrahim (as)’ın babası olması, Ebu Leheb’in Hz. Muhammed (as)’ın amcası olması.. bu güzel insanlara ar değildir. Onlara bir noksanlık getirmez. Allah katında ayıp ve noksan görülen şey insanın kendi ayıp ve noksanı olan şeydir. Herkes kendi yaptıklarından sorumlu tutulur. Bizim İslam bilginlerinin bir grubu peygamberlerin babalarını kendilerine bir noksanlık gibi görerek, ayet ve hadisleri de bu konuda te’vil ve tahrif ediyorlar. Şayet Resulüllah’ın (sav) atalarını ta İbrahim (as)’a kadar muvahhid olarak kabul ederlerken, ondan ötesini ne yapacaklar? Halbuki İbrahim (as)’dan bu tarafa kadar son derece müşkül durumlar vardır. Keza İbrahim (as)’dan önceki milletler hakkında varit olan Kur’an ayetlerini nasıl anlayacağız? Allah (cc), Âd ve Semud kavminden sonra gelen bir çok neslin olduğunu ve bunlar hakkında hiçbir bilgimizin olmadığını ifade buyurmuşlardır. Bunların durumunu Allah’tan başka hiç kimse bilmez. Durum böyle iken bütün peygamberlerin babalarının Müslüman olduğunu söylemek nasıl mümkün olur?  Şimdi Müslümanlar sadece Resulüllah’ın ata ve babasının Müslüman olduğunu söylüyorlar, fakat diğer peygamberlere hiç bakmıyorlar. Güya onların atalarının Müslüman ya da kâfir olmaları onların hiç umuruna değildir. Halbuki Allah (cc), Kur’an’da bir  müminin, bütün peygamberlere iman etmesi ve hiçbiri arasında fark gözetmemesini imanî bir mesele olarak emretmiştir. “Allah’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. Hepsine iman etmişiz.” (Bakara 2/285) Ayeti bunu ifade eder. Hepsini bir mertebede Allah’ın peygamberi biliyoruz. Akıl sahipleri! bundan ibret alın.. (Haşr 59/2)

114/115- Gerçekten biz Musa’ya da Harun’a da nimetler verdik.

115/116- Kendilerini de kavimlerini de büyük bela ve mihnetten kurtardık. (Firavun’un azabından, denizde boğulmaktan kurtardık.).

116/117- Kendilerine (Musa ve Harun da dahil olmak üzere bütün İsrail oğullarına) yardım ettik (Kıptîlere ve Mısırlılara) galip gelen onlar oldular.

117/118- Her ikisine de (helalı ve haramı)[186] beyan eden Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik.

118/119- Her ikisini de düz yola (tevhit yoluna) hidayet ettik.

119/120- Onlardan ötürü, kendilerinden sonra gelen ümmetler arasında şöyle karar verdik:

120/121- (ki) Musa ile Harun’a selam gönderip (onları güzel sıfatlarla yad ederler.)

121/122- İşte biz, iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız.

122/123- Her ikisi de bize iman eden bendelerimizdendi.[187]

123/124- (Resulüm!) Gerçekten İlyas da, (tarafımızdan) gönderilen peygamberlerdendi.

124/125- Kavmini (Allah’a davet edip) demişti ki: “Hâlâ Allah’tan sakınmaz mısınız (ki O’na şirk koşuyorsunuz.)?

125-126/126-127 Yaratanların en yahşisi olan, sizin de Rabbiniz, sizden önce gelen atalarınızın da Rabbi olan Allah’ı bırakıp da Ba’l’e mi tapıyorsunuz?” [Ba’l, onların putlarının adıdır.]

127/128- (Resulüm!) İlyas’ın kavmi onu tekzip edip (itaat etmediler. Kıyamet günü) onların hepsi Allah’ın huzurunda hazır olurlar. (Böylece İlyas’ı tekzip etmelerinin cezasını çekeceklerdir.).

128/129- Ancak bizim ihlas kesilmiş kullarımız müstesna. (Allah’ın nimeti onları kuşatır ve azaptan kurtulurlar.).

129/130- (Resulüm!) İlyas’ın kendisine, sonradan gelenler içinde iyi bir nam bıraktık:

130/131- (İlyas’ı zikredip derler, “Allah’ın) selamı İlyas’ın üzerine olsun.”

131/132- İşte biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız, (Onunda adını kendinden sonra böyle hayırla yad ettiririz.)

132/133-  İlyas da bize iman getiren bendelerimizdendi.

133/134- (Resulüm!) Lut da elbette (tarafımızdan gönderilmiş) peygamberlerdendi.

134/135- Hani biz onu ve ailesinin hepsini kurtarmıştık.

135/136- Ancak (onun) yaşlı hanımı kâfirlerle azapta kalıp helâk oldu.

136/137- (Lut’un kendini ve ayalini kurtardıktan) sonra diğer (kavmini) helâk ettik.

137-138/138-139- (Ey Mekke ehli! Ticarete giderken) siz elbette sabahleyin ve geceleyin onların (harabelerine) uğrar ve üzerlerinden geçersiniz. Hâlâ bir fikir verip aklınızla bunu anlamaz mısınız (ki Allah her şeye kadirdir.).

139/140- (Resulüm!) Şüphesiz Yunus da (tarafımızdan gönderilmiş) peygamberlerdendir.

140/141- Hani o bir zaman dolu bir gemiye kaçıp (dahil olmuştu.). [Yunus (as) kendine inanmayan kavmine Allah’ın azabının ineceğini söylemişti. Onlar hemen azabın geleceği ön izlerini görünce azap gelmeden tövbe ettiler. Yunus onlardan kaçıp yolcularla dolu bir gemiye bindi.]

141/142- [Yunus gemiye binince, gemi arıza yaptı. Ne ileri  ne geri gidiyordu. Onların kanaatına göre günahkâr birinin yüzünden gemi gitmiyordu. Onun için o kimseyi suya atacaklardı:][188] Gemide olanlarla kur’a çektiler de (Yunus) kaybedenlerden oldu. (Kur’a Yunus’a düştü. Gemiciler onu suya saldılar.).

142/143- Kendisini balık yutmuştu. (Allah, kendisine izin vermeden kavminin arasından çıktığı için kendi nefsini)[189] kınıyordu.

143-144/144-145- (Resulüm) Eğer (“lâ ilâhe illâ ente subhaneke innî küntü mine’z-zalimîn” diyerek) Allah’ın  tespih edenlerden olmasaydı kuşkusuz balığın karnında kıyamete kadar kalır (artık balığın karnı onun için bir kabir olurdu.) [Balığın karnında kalması, onun orada ölmesinden kinayedir. Yani “Allah’ı tespih edenlerden olmasaydı. Balık yutar yutmaz ölürdü.” demektir.] 

145/146- (Resulüm! İrademiz taalluk edince) biz onu (balığın karnından) hasta bir halde (her şeyden) boş bir alana çıkardık.

146/147- (Lütuf ve rahmetimizden hemen o boş sahada) üzerine yaktîn (bal kabağı)[190] cinsinden geniş yapraklı bir nebat bitirdik. [Yunus’un balığın karnında kaldığı süre ve orada kalma keyfiyeti hakkında çeşitli haberler anlatılmaktadır. Hiçbirine itimat etmek mümkün değildir. Bu konuda hakkına Kur’an’da anlatılan kadarıyla iktifa etmek ve buna itikat etmek yeterlidir.]

147/148- (Resulüm!) Yunus’u (hani insanlar baktıklarında derler) yüz bin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik.

148/149- (Yunus gidip onları hakka davet etti.) Hepsi iman ettiler. Bunun üzerine biz de onları (güzel veçhile) ecelli gelene kadar yaşattık.

149/150- (Resulüm! Bu müşrikler, peygamberlerin başlarına geçen kıssalardan hisse almıyorlar, Allah’a şirk koşup çirkin  şeyleri isnat ediyorlar.) Onlara sor: Kızlar Rabbinin de oğullar onların mı? [Araplar kızları hiç sevmezlerdi. Diyorlardı ki, (hâşâ) “Melekler kızdır. Onlar Allah’ın. Oğullar da bizim.” İşte bunun için Arapların büyükleri kızlarının diri diri toprağa gömüyorlardı.]

150/151- Yoksa biz melekleri onların gözü önünde kız olarak mı yarattık (ki, bakıp gördüler de ona göre hükmediyorlar.).

151-152/152- (Resulüm!) Hele bak bir; “Allah’ın evladı oldu” diyorlar. (Allah’ın evladı yoktur.). onlar kesinlikle yalan söylüyorlar.

153/153- (Evvela Allah’ın ne oğlu vardır ne de kızı. Saniyen, evlâdı varsa nasıl olur) Allah, kızları oğullara tercih mi etmiş! (Eğer böyle ise, neden oğlu kendiniz götürüyor, kızları Allah’a  veriyorsunuz? Yahşiyi kendiniz alıyor, yamanı Allah’a veriyorsunuz!  Böyle ahmakça sözleri terk etmez misiniz!).

154/154- (Ey müşrikler!) Ne oluyor size? Nasıl (böyle fasit) hükmediyorsunuz.

155/155- Hâlâ düşünmez misiniz? (gaflet uykusundan uyanmaz mısınız? Ki, böyle çirkin sözler terk edesiniz.).

156/156- (Ey müşrikler! Meleklerin bizim kızımız olduğuna dair elinizde) sağlam açık bir deliliniz var mı?

157/157- Eğer doğru diyorsanız (böyle elinizde sağlam ve açık) hüccetinizi getirin, (dediğiniz şeyi herkes kabul etsin.).

158/158- (Resulüm! Bu müşriklerin alçaklığına bak ki,) Allah ile melekler[191] arasında bir soy birliği kurdular. Halbuki melekler biliyorlar ki, (onlar yalan söylüyorlar. Bu yüzden) onların hepsi, (kıyamet günü cehenneme) hazır olacaklardır.

159/159- Allah onların isnat ettikleri sıfatlardan münezzehtir.

160/160- (Müşriklerin hepsi cehenneme gidecektir.) Ancak Allah’ın ihlas kesilmiş bendeleri müstesna.

.161-162-163/161-162-163- (Ey müşrikler!) Sizler ve taptığınız şeyler! Hiçbiriniz, cehenneme girecek kimseden başkasını Allah’a karşı azdırıp dalalete salamazsınız.

164/164- (Siz insan oğlu, bize ibadet etmekten kibir ve gurur ediyor, melekleri bize evlat isnat ediyorsunuz ama o meleklerden her kendi makamını biliyor ve şöyle diyorlar:) Bizim her birimiz için,  bilinen bir (kulluk)[192] makamı vardır, (kimse o makamdan tecavüz edemez.).

165/165- Biz saf çekip  (Allah’ın huzuruna) duranlarız.

166/166- (Allah’ı) takdis ve tenzih eden biziz biz.

167-168-169/167-168- (Resulüm! Hani bu müşrikler, daha sana kitap ve peygamberlik verilmeden önce) “Eğer öncekilere (Yahudi ve Hıristiyanlara.) verilenlerden bize de bir kitap olsaydı, (bizler, onlar gibi kâfir olamazdık) mutlaka Allah’ın ihlaslı kullarından olurduk!” diyorlardı.

170/169- (Resulüm! Fakat ne zaman ki sen, onlara peygamber olarak gelip Kur’an gibi bir kitabı getirince) onu inkâr ettiler, (elbette, inkâr ettiklerinden dolayı kendilerine ne biçim şiddetli azap olacaktır onu) yakında bilecekler.

171-172-173/170-171-172- (Resulüm, ezeli ilmimizde) peygamber olarak gönderilen kullarımız (ve onlara tabi olanlar hakkında) hükmümüz şöyle geçmiştir ki, onlar mutlaka zafere ulaşacaklardır. Bizim ordumuz (bizim tarafımızdan gelen yardım ile) mutlaka galip olacaktır. (Resulüm, sen de sabret. Akıbet mutlaka müşriklere galip olacaksın.).

174/173- (Resulüm) bir zamana kadar bu müşriklerden yüz çevir, (onların eziyet ve azarlarına sabret, her bir çirkin laflarına dişini sık. Zamanı gelince seni onlara galip edeceğiz.) [Resulüllah (sav), Allah’ın fermanına itaat etti. Sabretti. Allah’ın vâdi yetişti. Bedir de müşrikler mahvoldular.][193]

175/174- (Resulüm! O Bedir gününde) onlara (inen azaba) bir bak, (Allah, onları nasıl da zelil ediyor.) elbette onların kendisi de (o azabı) göreceklerdir. [Allah (cc) Resulüllah’a: “Ya Muhammed, eğer bu azap ne vakit olacaktır diyorlarsa, acele etmesinler o azap gelecek” buyuruyor. Ve hemen arkasında şu ayet takip ediyor:]

176/175- Azabımızı acele mi istiyorlar? (Güyâ bunu inkâr ediyorlar.)

177/176- Azabımız yurtlarına indiğinde, uyarılanların (fakat bir türlü yola gelmeyenlerin) sabahı ne yaman olacaktır!

 

Tefsir:

Araplar arasında birbirinin üstüne baskın yapmak yerleşmiş bir kural idi. Çok zaman bu baskınları millet gaflette iken sabaha yakın yaparlardı. Eğer onlardan biri kendi kavmine:

Size düşman baskın yapacak. dese;

O cemaat, o kimseyi hiç dinlemez, düşmana karşı hiçbir tedarik yapmazlarsa ansızın sabah vakti onlara baskın yapılır ve halleri perişan olurdu.

Resulüllah (sav) onların başlarına gelecek olan azabı haber verdi. Fakat hiç bir tedarik yapmadılar. Allah (cc) da ansızın onlara azap gönderdi ve hallerini perişan etti. İşte bu hadise, Arapların o hallerine benzetilmiştir.

178-179/177-178- [Resulüllah (sav) teselli etmek için geçen ayetler tekrarlanıyor.] (Resulüm,) bir zamana kadar bu müşriklerden yüz çevir, (onların eziyet ve azarlarına sabret, her bir çirkin laflarına dişini sık. Zamanı gelince seni onlara galip edeceğiz. O Bedir gününde, inen azaba) bir bak, (Allah, onları nasıl da zelil ediyor.) elbette onların kendisi de (o azabı) göreceklerdir.

180/179- O izzet sahibi Rabbin, onların isnat ettikleri vasıflardan münezzehtir, yücedir.

181/180- (Bizim tarafımızdan gönderilen) bütün peygamberlere (bizim) selam(mımız) olsun.

182/181- Bütün hamd alemleri terbiye eden Allah’a mahsustur. (Her yerde her mekânda, hamd ve sena sezadır ona).

 

Biz de diyoruz, Allah’a hamd olsun. Sâffât sûresinin tefsiri tamam oldu. Bu sûre ne kadar güzel öğüt ve mevizelerle doludur. Özellikle düşmandan yüz çevirme, affetme gibi güzel öğütler vardır. Kur’an’ın her ayetini iyice düşünmek ve tefekkür etmek gerektir. Ali (as) buyurdu ki: “Her kim kıyamet günü ecir ve sevabının çok olmasını isterse her mecliste sözünün ahiri bu son üç ayet olsun”[194] Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Sâffât sûresini okursa Allah o kimseye on sevap verir.”[195]


 

 

38/38 SÂD SÛRESİ

 

Sâd sûresi, Mekke’de nazil olmuştur. 86 ayet, 732 kelime ve 3067 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1-2/2-3- Sâd (Bu sûrenin adıdır.). And olsun şöhret ve şeref sahibi olan bu Kur’an’a (ki, Arapları aciz bırakan bu Sâd sûresidir. Hiçbir kimse bu Kur’an’a bir nazire getiremez.) [Eğer müşrikler, Kur’an’a bir nazire getirebilselerdi hemen onu yaparlardı. Fakat bunu yapmadılar. Bunun için Kur’an’ın mucize olduğu ayan beyan ortaya çıkmıştır.] Belki kâfirler (Kur’an’ın hakkaniyetini ikrar etmeye karşı) kibir ve tefrika içindedirler.

3-4/4- (Resulüm! Bu müşrikler, haktan yüz çevirip itaat etmiyorlarsa, sana gelecek hiçbir zararları olamaz;) onlardan önce neçe nesilleri helâk ettik. (Helâk edildikleri sırada ağlayıp feryat ettiler ki, azaptan kurtulsunlar.) Halbuki (azap inerken) artık kurtuluş yoktur, (onların feryadı hiç dinlenmeyip, hepsi helâk oldu.) Aralarından kendilerine (Allah’ın azabından) uyarıcı bir peygamber geldiğine şaştılar da kâfirler: “Bu kimse (peygamber değil, bilakis) sihirbazdır, yalancıdır.” dediler. (Resulüm nitekim sana da böyle diyorlar. O peygamberler bunlara sabrettiler. Onları kâfirlere galip ettik. Sen de sabret! Seni bu müşriklere galip edeceğim.).

5/5- (Bu müşrikler de geçenler gibi şaşıp diyorlar ki) “Acaba bu reva mıdır, (Muhammed as gelmiş) nice tanrıları bir tanrı yapıyor, (bizi, yegâne olan Allah’a ibadete çağırıyor.). Doğrusu bu tuhaf bir şeydir.

 

Tefsir:

Hz. Ömer (ra), İslam’a girenlerin ellincisi idi. İslam’a girince, müminler, buna çok sevindiler. Onun müslüman olması Kureyş müşriklerinin çok ağırına gitmişti. Onların büyüklerinden yirmi beş kişi, Ebu Talib’in yanına gitti ve ona:

Ey Ebu Talib! Sen bizim şeyhimiz ve büyüğümüzsün. Sen iyi biliyorsun ki, bu sefihler (İslam’a girenler)  ne işler görüyor, bize neler ediyorlar. Şimdi geldik ki, bizim ile kardeşin oğlu Muhammed (as) hakkında bir hüküm veresin. Ebu Talib, Resulüllah’ı (sav) huzuruna çağırdı ve ona:

Kardaş oğlu. Bunlar senin ve kavmin ve cemaatindirler. Sana soracak şeyleri vardır. Arzum odur ki, onların zararına bir şey yapmayıp uygun bir cevap verirsin.

Bu Kureyş benden ne istiyor?

Kureyş müşrikleri, ona:

Bizi ve putlarımızı terk et. Bizden el çek. Biz de senin mabuduna ilişmeyelim.

Ben sizden bir kelimeyi demenizi istiyorum. Eğer onu derseniz bütün Araplara sahip olup Acemleri de zelil edeceksiniz. Ebu Cehil, Resulüllah’a:

O kelime nedir? Ki onu da onunla on kelimde daha verelim. Yeter ki anlaşalım.

Tevhide inanın, Lâ ilâhe ill’allah deyin.

Bundan hiç hoşlanmadılar. Ve geçen ayette anlatılanları söylediler.[196]

6/6- Müşrikler (Ebu Talib’in yanından)[197] dağılıp, (yol esnasında birbirlerine dediler ki:) gidin, tanrılarınıza bağlılıkta direnin, (Peygamberin dediklerine kulak asmayın). Sizden istenen budur.

7/7- Bu (Muhammed aleyhisselamın) dediği şeyi son gördüğümüz milletten (atalarımızdan) da işitmedik, (onların arasında böyle bir şey yoktu.). Bu mutlaka bir uydurmadır.

8/8- (Resulüm! Kıskançlık ateşi bu müşriklerin sinesini fena yakmış ki, diyorlar:) Kur’an aramızdan  ona mı indirilmiş? (Hiç böyle şey olası değildir.). (Resulüm!) Doğrusu onlar benim Kur’an’ımdan bir kuşku içindeler. Belki henüz azabımı tatmadılar. (O yüzden Kur’an’ı kabul etmediler. Onlara azap inince Kur’an’ın hak olduğunu anlarlar, fakat iş işten geçer.).

9/9- (Resulüm!) Yoksa azîz ve lütufkâr olan Rabbinin rahmet  hazineleri onların yanında mıdır? (Ki, peygamberliği kimi beğeniyorlarsa ona versinler.) [Nitekim, müşrikler demişlerdi ki: Allah (cc) peygamberliği verse verse ya Mekke’nin büyüğü Velid b. Muğîre’ye, ya da Taif’in büyüğü Urve b. Mesud’a verirdi. Çünkü bunlar maldar kimselerdi.]

10/10- Yahut da semavatın yerin ve bunların arasında bulunanların hükümranlığı (ve tasarrufu) onların elinde midir? (Ki böyle sözler diyorlar. Eğer böyle bir tasarrufları varsa, kendileri için) yollarını bulup (uluhiyyet mertebesine) çıkıp (her şeyin yönetimini ele alsınlar da o vakit kimi isterlerse onu peygamber seçsinler. Onlar bunu yapamayacaklarına göre aciz mahluklardır. Öyleyse ne diye Allah’ın işine müdahale ediyorlar?).[198]

11/11- (Resulüm!) Onlar (o müşrik ve kâfirler) şunun şurasında çeşitli guruplardan oluşan kırılmış[199] basit bir ordudur.[200] (Bu Kureyş müşrikleri de onlar gibidir. Onlardan hiç korkma. Allah seni onlara galip ederek darmadağın edecektir.) [Allah’ın vâdi gerçekleşip Bedir savaşında müşrikler mağlup oldular.]

12/12- (Resulüm! Yalnız tekzip edilen sen değilsin ki.) Onlardan önce Nuh kavmi, Âd kavmi ve devlet sahibi Firavun da (kendilerine gelen peygamberleri) yalanlamışlardı.

13/13- Semud kavmi, Lut kavmi ve Eykeliler (Şuayb’ın kavmi) de yalanlamışlardı. İşte o (yukarıda anlatılan) çeşitli guruplar bunlardır. (Allah onları dağıtıp, peygamberlerini onlara galip etti. Sen de işin sonunda bu müşrikleri yeneceksin.).

14/14- Bu zikredilen gruplar, (kendilerine gelen) peygamberleri tekzip ettiler. (İşte bu yüzden) azabım onlara seza oldu. (Hem dünya hem de ahret azabına giriftar oldular.)

15/15- (Resulüm!) Bu müşrikler ancak, bir an bile gecikmesi olmayan korkunç bir ses beklemektedirler. [Resulülla (sav) müminlere cenneti vâdediyordu. Allah’ın ikramından bahsediyordu. Müşrikler alay ederek dediler ki: İlâhî! Bizim hissemizi dünyada bize ver; ahret bize lazım değildir, diyorlardı. Nitekim anlatılıyor.]

16/16- (Müşrikler istihza ederek) dediler ki: “Ey bizim Rabbimiz! (Cennetten) bizim hissemizi hesap gününden önce ver. (Ahret bize lazım değildir.).”

17/17- (Resulüm! Bu müşriklerin) dediklerine sabret ve (Allah’a, çok değil, küçük cüzî isyan edenin Allah katında ne kadar çok kötü kabul edildiğini bildirmek için) kulumuz Davud’u.. o (ibadet etmede)[201] kudret sahibi zatı da (onlara anlat.) O, hep evvab ve yüzü Allah kapısındadır. (Davud, küçük bir zelle[202] işledi, Allah ona büyük bir musibet verdi. Ey müşrikler! Siz bu günahlarınızla Allah’tan korkmaz mısınız?).[203]

18/18- Hakikaten biz, akşam sabah onunla hem avaz olup (Allah’ı) tespih eden dağları, onun emrine verdik.

19/19- Kuşları da toplu olarak onun emrine vermiştik. Hepsi de hem avaz (Allah’ı) tespih ve zikrederlerdi. [Dağlar, Davud’un sesini yankılandırıyor, kuşlar ise bu sese nağme tutturuyorlardı.]

20/20- (Resulüm!) Davud’un hükümranlığını kuvvetlendirmiş, bununla beraber her şeyin hakikatini derk etmeyi, şerî hükümlerde ve saltanat işlerinde hak ile batılın arasını ayırarak adalet üzere hükmetme metodunu ihsan ettik.[204]

21-22/21-22- (Resulüm!) Acaba niza edip tartışan (kimselerin) haberi gelip sana yetişti mi? Hani mabedin duvarına tırmanıp Davud’un yanına girmişlerdi. O da onlardan korkmuştu. (Elbette bu kıssa sana anlatılmamıştı. Şimdi kulak ver onu sana anlatacağız.) Onlar: “Korkma! Biz birbirine hasım iki davacıyız, (seni huzuruna murafaaya geldik.) aramızda adaletle hükmet, hükümde haktan kenar olma. Bize doğru yolu göster, (asıl hak olan hükmü bizden ötürü beyan et.) [Davud (as) buyurdu ki: Sualiniz nedir, söyleyin?]

23/23- (Onlardan biri şöyle dedi:) Bu, kardeşimdir. Bunun doksan dokuz koyunu vardır. Benimse bir koyunum var. O kardeşim bana dedi ki: “Onu da bana ver”. (Ta  ki benim koyunum yüze tamam olsun.) Tartışmada bana galip olup (o bir koyunu da elimden aldı. İşte bu konuda aramızda hükmet.) [Tefsirciler, bu iki kimsenin melek olduğunu söylemişlerdir.[205] Elbette adil insanlar insan suretinde melektirler.]

24/24- Davud dedi ki: “(Eğer suret-i mesele-konunun farazî anlatımı, senin dediğin gibi ise) gerçekten senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Hakikat şu ki,  ortakçıların çoğu, birbirlerinin haklarına tecavüz ederler. Ancak iman edip salih amel işleyenler müstesna. Onlar da azdır. (Az olması şaşılacak bir şey değildir. Zira iman eden ve salih amel işleyenler hep az bulunur.) Davud (onlar duvarı aşıp yanına girdikleri zaman), kendisinin denendiğini sandı ve Rabbinden mağfiret dileyerek secdeye kapandı, tövbe edip Allah’ın kapısına durdu.

25/25- Sonra bu tövbesinden dolayı onu bağışladık. Şüphesiz  yanımızda onun bir yakınlığı ve (ahrette) güzel dönecek bir yeri vardır.

26/26- Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında yeryüzünde hükmet. (Her bir emirde bizi mülahaza edip, hükmümüze tabi ol.) sen heva ve hevesine uyamazsın. Eğer uyarsan, o takdir de seni Allah’ın yolundan kenara salar. (Ey Davud!) Gerçek şu ki, Allah’ın yolundan kenara düşenlere, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır.

27/27- (Resulüm!) Sema yer ve bunlarına arasında bulunanları biz boş abes yaratmadık. (Bunların yaratılışının ciddi bir maksat ve gayesi vardır. Özellikle insan oğlunu yaratıp sair mahluklar arasında ona vermiş olduğumuz şerefli akıl ile temayüz ettirdik. Ta ki, bizim kudretimizi düşünüp, inceleyerek imanı küfre, tevhidi şirke tercih etsin.) Bu, (kâinatın boş ve abes yaratıldığı fikri) inkâr edenlerin zannıdır. O kâfirlere cehennem odundan azap olsun.

28/28- Biz, iman edip salih amel işleyenleri, yeryüzünde bozguncular gibi mi sayıyoruz! (Kâfirlerin dediği gibi, bu yaratılmışlar, abes olsaydı bu iki zümreyi bir tutardık.) Yahut takva sahiplerini yoldan çıkanlar gibi mi değerlendiriyoruz! (Bilakis, salih amel işleyenlere ve takva sahiplerine mükâfat diğerlerine de azap vardır.).

29/29- (Resulüm!) Sana bu mübarek Kitab’ı, ayetlerini akl-ı selim ve basiret sahipleri düşünsünler ve anlayıp (onun esrarını) idrak etsinler diye indirdik.

30/30- (Resulüm!) Davud’a Süleyman’ı bahşettik. O ne güzel kuldur! Zira o hep evvab ve yüzü Allah kapısındadır.

31/31- [Allah (cc), bu ayette Süleyman (as)’ın cihada verdiği ehemmiyeti anlatıyor. Böylece bize cihada hazırlıklı olmamız için güzel bir örnek  teşkil etmiş oluyor. Maldan ve candan geçmemizi emrediyor.] (Süleyman) Öğleden sonra[206] (sahraya çıkar) kendisine, sâfin (üç ayağının üzerine durup bir ayağını tırnağının üzerine diken) çalımlı necip atlar getirilirdi. [Süleyman (as), necip/safkan atlar saklayıp onları eğitirdi. Her atın şanına uygun bir şekilde muhafaza edilmesini emrederdi.]

32/32- [Süleyman (as), sahrada çıkıp atlarının nallarının çakılmasına hükmetti. Atalar çakıldı.] Ben, dedi, fazla malı (atları) sevmeyi, (dünya ve nefsimin arzusundan ötürü değil, belki) Rabbimi anmak için istedim. (Allah’ın dinine cihat ederek kuvvet verdikleri için seviyorum.) Nihayet (dünyanın yuvarlak oluşu veya havanın pusulu oluşundan dolayı) atlar[207] (Süleyman’ın) gözünden kayboldular. (Artık onlarla Süleyman arasına) perde (oldu. Süleyman’ın gözüne görünmediler.).

33/33- “Onları bana getirin” dedi (atlar onun huzuruna getirilince) artık onların bacaklarına boyunlarını sıvazlamaya başladı.[208]

 

Tefsir:

Bu ayetler için tercih ettiğimiz mana en uygunudur. Ehl-i insaf dikkat nazarı ile baktığı zaman, bu konuda dine ve dünya işlerine en uygun olanı tercih edilmiştir. Lakin tefsirciler bundan başka manalar vermişlerdir. Tercih etmiş olduğumuz bu mana şekline Razî de kısmen uymuştur.[209] Lakin diğer tefsirciler, bu ayeti şöyle yorumlamışlardır:

Süleyman (as) çıkıp atlarının seyir ediyordu. Henüz öğle namazını kılmıştı. Onları seyir etmekle meşgul olurken ikindi namazını kılamadan güneş battı. Atları yanıma getirin, dedi. Atlar getirince namazının geçirilmesine sebep oldukları için hepsini kılıcı ile kesti.[210] Tefsirciler diyorlar ki, Süleyman (as) böyle yapmasına rağmen, aynı şeyi biz yapamayız. Bazıları da, ikindi namazını kılması için Süleyman (as)’ın güneşi geri çevirdiğini zikretmişlerdir.[211] Ey akıl sahipleri, ibret alın.. Şimdi bizim tercih ettiğimiz mana dururken Kur’an ayetlerini böle sakat manalara hamletmek reva mıdır? Acaba hangi din ve mezhep de safkan soylu bir atı hiç sebep yokken öldürmek caiz görülmüştür? Şerî hükümlerin aynı zaman da akla uygunluğu da söz konusudur. “Aklın hükmettiği şeye şeriat de hükmeder” tanımı, bilginlerin dilinde bir kaidedir. Süleyman (as) gibi bir zata, böyle şeyleri isnat etmek münasip değildir.

Yine güneşin geri döndürmesi muhal emirlerdendir. Güneşin geri döndürülmesi (redd-i şems) meselesi, sadece Süleyman (as)’a değil, ondan önce Musa (as)’a ve onun arkadaşı ve vasîsi Yuşâ b. Nûn’a[212]; İslam’ın gelmesinden sonra Ali b. Ebi Talib’e de isnat edilmiştir.[213] Hatta İbn Ebi’l-Hadid (655/1257), Kaside-i Ayniye-i Ulviye’sinde Hz. Ali’ye hitaben:

“Ey güneşi geri döndüren! Senden önce güneşi kimse geri çevirmedi. Ancak Yuşâ”[214]

Murtaza İlmu’l-Hudâ ise, “Gurer ve Dürer” adlı kitabında Seyyid lakabı ile bilinen İsmail Himyerî’den, redd-i şems konusunda bir kaside nakleder:

“Namaz vakti geçince tam batmak üzere iken güneş onun için geri çevrildi.

Bir kere de Babil de güneş geri döndü. Böyle ikindi vaki kimse için dönmemişti.”[215]

Bu konuda Resulüllah’a isnat edilen hadisler de mevcuttur. Esma b. Umeys’ten nakledildiğine göre güya iki kez güneş geri dönmüştür.[216] Güneş sisteminin ve gök cisimlerinin nasıl hareket ettiğini düşündüğümüz zaman böyle bir şeyi akla uygun bulmak mümkün değildir. Onun için Süleyman (as)’a bu şeyin isnat edilmesi de mümkün değildir. (...)

Hz. Süleyman (as)’ın bir çok hanımı ve cariyeleri vardı. Bir gün, dedi, gidip bütün hanımlarımı dolaşacağım ta ki, her birinden bir erkek çocuk olsun, böylece Allah yolunda cihad edeyim. Hz. Süleyman (as), bunları derken, “bu yapacağı işi” Allah’a isnat ederek (inşallah diyerek) söylememişti. Derken o hanımların hiçbirinden erkek çocuk olmadı. Sadece birinden bir parça et gibi bir şey doğdu.[217] Süleyman (as) yaptığı bu cüzî hatayı anladı. Dediği sözüne pişman oldu ve tövbe etti. Nitekim gelen ayette anlatılıyor:

34/34- (Resulüm!) Muhakkak ki, biz Süleyman’ı imtihan ettik. (O kadar hanımının içinden evladı olmayıp, sadece bir hanımından bir parça et gibi) bir ceset [218]tahtının üzerine bırakı verdik. (Süleyman, yaptığı zelleden ayılıp, dediği sözde tevbe edip) sonra bize döndü.

35/35- Ey benim Rabbim, dedi, beni bağışla! Bana, benden sonra hiçbir kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Hakikat şu ki, çok bahşiş eyleyen sensin.

36/36- (Resulüm!) Bunun üzerine biz rüzgârı onun emrine verdik. Onun emriyle istediği yere akar gider (ve onun bisatını/tahtını) götürürdü.

 

Tefsir:

Hadiste anlatıldığına göre Süleyman’n bir bisatı/tahtı vardı. Ahşaptan mamul bir döşeme idi. Bir gezinti, bir sefer, bir düşmanla savaşmak gerektiğinde, lazım olan her şeyi bunun üzerine yüklenirdi... Allah’ın ayette de işaret ettiği gibi hakikaten böyle bir şeyi vardı. Evvelen olabilir ki, bu şeyi Allah (cc)’ın ona vermiş olduğu akıl ve icat kuvveti ile icat etmiş olur. Nitekim günümüzde de uzay gemisi icat ediliyor. (Müellifin zamanında henüz uçaklar gelişmemişti) Uçakların ilkel şekilleri planörler gibi bir şey olmuş olabilir. Elbette zamanla bu da geliştirilecektir. Bu ayette ilmin yüksek meziyetini anlatmak hedef seçilmiştir. Fakat müfessirler bunu bir mucize olarak değerlendiriyorlar. Bu doğru olamaz. Mucize istendikten sonra Allah tarafından verilir. Allah (cc) buyurmuyor ki, “Süleyman’ın kavmi ondan mucize istediler, Allah da bu mucizeyi ona verdi.” Nitekim diğer peygamberlere verilen mucizeler bu şekilde olmuştur. İkinci olarak, elbette her şey Allah’ın iradesine bağlıdır. Süleyman (as) kendisine verilen ilim kuvveti ile böyle bir şey icat etmişse bu Allah’ın kudretinin dışında değildir ki. Yine o da Allah’ın iradesine bağlıdır. Belki de bu ayet, Allah’ın (cc) insan oğluna bir emanet olarak koyduğu fevkalade bir şuurun beyanına ve Kur’an’ın indirilmesinden sonra ortaya çıkan her bir ilme Kur’an’ın remiz ile işaret ettiğine delalet etmektedir. Şimdi böyle güzel bir noktaya işaret etmek dururken, konuyu mucize olarak değerlendirmek iyi olmaz.

37/37- (Resulüm!) Dalgıç ve yapı ustası şeytanları[219] da (onun emrine verdik.).

38/38- (Resulüm! Süleyman’a itaat etmeyen) diğerlerini de zincirlere bağlı olarak (emrine verdik.).

39/39- (Resulüm! Süleyman’a emredip dedik ki:) Bu (sana) verdiğimiz (kuvvet ve kudret) bizim (büyük) bahşişimizdir. Artık (tercih senindir;) den dilersen onlara ver veya verme. (Bu konuda) hesaba çekilmeyeceksin, (sana bir zarar yetişmeyecek.).

40/40- (Resulüm! Dünyada Süleyman’a böyle nimetler; ilim ve faziletler verdik) şüphesiz onun için (ahrette) bizim nezdimizde bir kurbiyet ve güzel menziller amâde edilmiştir.

41/41- (Resulüm!) Bizim bendemiz Eyyub’u da an. Hani o, bir zaman Rabbine şöyle nida etmişti: “Ey benim Rabbim! Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve eziyet verdi. (Şifa ver.)” diye seslendi. [Eyyub (as) yara bere olup insanlar ondan uzaklaştılar. Evlatları öldü, malı da telef oldu. Sabretti, sabrı tükendi. Durumunu Allah’a en nazik bir üslûp ile açtı..]

 

Tefsir:

Her kötü ve habis iş,  şeytana isnat edildiği için, Eyyub (as) kendi hastalığını şeytana isnat etti. Eyyub (as) Allah’tan şifa istedi. Allah (cc), ona şifa verdi mi? Belki , bunu da bir sebebe bağladı. Onu mualeceye davetti. Senin ilacın sudur dedi. Sebepsiz şifa vermedi. Nitekim bunu takip eden ayette anlatılacaktır.

Ne yazık ki, Müslümanlar, Kur’an’ın ayetlerinden hiç faydalanmıyorlar. Hele günümüzde hiç cehaletten kurtulmuyorlar. Başlarına büyük bir hastalık gelince, doktora gitmeden, ilaç kullanmadan, gidip dua okuyanlara yahut tılsım yazanlara baş vurdular. Bu konuda baş suçlu olanlar önderlerdir. Yani İslam bilginleridir. Adlarını alim koyup, vatanlarından uzaklara giderek büyük zahmetlerle ilim elde ettikten sonra vatanlarına dönüyorlar. Herkes onların yanına ilim öğrenmek için koşuyorlar. Fakat bu sözde alimlerin insanlara ilk anlattığı şey: Acem Bayram’ı (Nevruz bayramı) öğle vaktinde falanca duayı, bir meşk üzerine za’feran ile yazıp bir su içine koyarak içerse, o yıl ta bir daha ki yıla kadar, o insana hiçbir afet dokunmaz. Yahut kim, falanca duayı hakimin huzuruna girerken okursa her türlü haceti yerine gelir. Yine bundan başka hastalıktan kurtulmak için bir kısım duaları onlara öğütlüyorlar. O zavallı bîçareler ise Kur’an’ı terk edip bu türlü saçmalıkları aynı hak biliyorlar. (...) İslam bunları tasvip etmez. Bu türlü cahilliklerden kurtulmamız gerekir.

42/42- [Allah (cc) bu ayette, Eyyub (as)’ın hastalıktan kurtulması için mualece yapmasını istemektedir.] Ayağını yere vur! (Orada su vardır. O tarafa doğru git.) [Gidip suya erişince Allah (cc) ona hitap etti:] İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su (hem iç, hem de bedenini yıka. Şifa bulacaksın.)[220] [Eyyub (as), öyle yapıp şifa buldu.]

43/43- (Resulüm!) Eyyub’a, bütün ailesini ve (helâk olanlara bedel) beraberinde bir mislini daha  tarafımızdan bir rahmet olarak bahşettik ki, akıl sahipleri için bir ibret olsun; (Eyyub’un sabrına göre, nail olduğu nimetleri işitip onlar da  böyle anlarda sabretsinler.).

44/44- (Resulüm! Eyyub’a hitap edip dedik ki:) “Eline bir demet (yüz adet nazik çubuk) al, da onunla (eşine) vur ki, yeminini yerine getirmiş olasın.” (Resulüm! Bu hadise karşısında böyle yapmamızın sebebi şu idi:) Çünkü hakikaten biz Eyyub’u sabırlı bulduk, O ne güzel kuldur! Zira O hep evvab ve yüzü Allah kapısındadır.

 

Tefsir:

Hz. Eyyub (as) hasta olduğu zaman kendi hanımından incinmişti. Aralarında bir mesele geçmişti. Bunun üzerine: “Eğer Allah bana şifa verirse sana yüz değnek vuracağım.” dedi. Şifa bulunca ettiği yemine pişman oldu. Fakat yeminini bozmaya da cesaret edemedi. Allah (cc), onun hanımının kendisine güzel davranmasından dolayı Eyyub (as)’a vahyetti: “yüz adetten oluşan bir deste çubuk al, onlarla bir defa olmak üzere hanımına vur, böylece hem yeminini bozmamış hem de hanımını incitmemiş olursun”. Allah (cc), yemin etmenin hürmetinden dolayı, bunu yapmasını vahyetmiştir. Yine Allah (cc), bu hadiseyi bize nakletmekle herkesin imkânları ölçüsünde yeminlerini yerine getirmelerinin gerektiğini anlatmak istemiştir.

Resulüllah (sav), zamanında eli çolak olan bir kişi, bir cariye ile zina etmişti. Onu Resulüllah’ın huzuruna getirdiler. Zina işlediği kesinleştikten sonra, bu kişinin eli çolak olması ve  zina edilen kadının da cariye olmasından dolayı buyurdular ki: “İçinde yüz adet dalı bulunan bir hurma yaprağı ile o kimseye bir defa vurun, ta ki o kimseye hadd cezası vurulmuş olsun.”[221]

45/45- (Resulüm!) Kullarımız İbrahim’i, İshak’ı ve Yakub’u da an. Onlar (Allah’a itaatta ve amel etmede) kuvvetli, (dinde de) basiret sahibi idiler.[İnsan yaptığı işlerin çoğunu elleri ile yaptığı için, ayette “el” zikredilmiştir. “Ulu’l-eyd/ameller sahibi”][222]

46/46- Biz onları (bu zikredilen üç peygamberi) özümüze halis (kul olarak) seçtik. (Onların vasıfları;) ahreti zikreder (ölümden hiç gafil olmazlardı.). [Ölümü sürekli hatırlayan kimse dünyaya fazla meyil etmez. Dünyaya meyil etmeyen kimse, dünya malını cem etmez. Belki din ve millet uğruna onların ihtiyaçları için sarf eder. Allah (cc) elbette böyle kimseleri halis kul olarak tanır.]

47/47- Onlar bizim yanımızda öz cinsleri nev-i beşerden seçilip ihtiyar olunmuş yüce kimselerdir.

48/48- (Resulüm!) İsmail’i, Elyesa’yı, Zülkifl’i de an. Bunların hepsi nev-i beşerden seçilmiş kimselerdir.

49/49- (Resulüm! Sana anlatılan) bu (nebilerin kıssaları) Kur’an (konularının bir kısmıdır.). [Yani Kur’an değişik yönleri ile mucizedir. Bunlardan biri de geçmiş peygamberleri anlatan kıssalardır.] (Resulüm!) Şüphesiz takva sahipleri için (ahrette) güzel menziller, dönüş yerleri vardır.

50/50- Kapıları yalnızca kendilerine açılmış Adn cennetleri vardır.

51/51- O bağlara (dahil olup) tahtlara kurulurlar. (O tahtlar üzerinde eğleşirken, hizmetçiler kendilerine hizmet ederler, onlardan) bir çok meyveler ve içecekler isterler.

52/52- Yanlarında da  bakışlarını yalnız kocalarına dikmiş başkasına iltifat etmeyen aynı yaşta dilberler vardır.

53/53- (Ey müminler!) Bu (zikredilen nimetler, onlardır ki kıyamet günü) size vâdedilmiştir. (Bu nimetler için çalışın ki, ahrette bunlara ulaşasınız.).

54/54- (Ey müminler!) Bu (zikredilen nimetler) bizim verdiğimiz rızıktır. Muhakkak ki, ona hiç tükenmek yoktur. (Onlar ebedîdir.).

55/55- (Ey müminler! Bu nimetle ki, artık onları bildiniz. Şimdi bir de buraya bakın da bir görün ki,) azgınlar için de ne yaman menziller vardır.

56/56- o menziller cehennemdir. Olara girerler.. cehennem ne yanan dayanmış döşenmiş yerdir.

57/57- Bu(dur cehennem azabı;) kaynar su ve irindir.. Onu tatsınlar..

58/58- (Öyle hayal edilmesin ki, cehennem azabı buna munhasırdır.. belki o azaplardan) başka, o şekilde türlü türlü azaplar da vardır.

59/59- (Kıyamet günü, insanları dalalete salan liderler cehenneme girerler. Onların dalınca onlara tabi olanlar girerler.. bu arada liderler, kendilerine tabi olanlara bakıp birbirine derler:) “İşte şunlar da sizin peşinize düşenlerdir. Onlara vüsat ve rahatlık olmasın.. çünkü onlar cehennem ateşine salınırlar. (Elbette onlardan ötürü rahatlık olamaz.)”

60/60- (Bu liderlere tabi olanlar da cevap verir:) “Hayır, asıl size rahatlı ve vüsat olmasın. Onu bize siz sundunuz, (küfre girmemize siz sebep oldunuz. Şimdi bizi kınıyorsunuz. Hepimiz cehenneme gireceğiz.) ne yaman karar tutulan yerdir cehennem.”

61/61- (Sonra uyanlar, liderlerine yaman dualar etmeye başlarlar  ve) derler ki: Ey bizim Rabbimiz! Bunu bizim önümüze kim getirdi ise onun ateşteki azabını iki kat artır.

62/62- (Ondan sonra, cehennem ehli, dünyada alay ettikleri müminleri yanlarında göremeyince:) derler ki: Kendilerini dünyadayken kötülerden saydığımız kimseleri burada niçin göremiyoruz!

63/63- Alaya aldığımız onlar değil miydi? Yoksa (buradalar da) onları gözden mi kaçırdık?

64/64- (Resulüm!) Cehennem ehlinin böyle tartışmaları haktır, elbette olacaktır.

65/65- (Resulüm!) de ki, insanlara: “Ben ancak (Allah’ın azabından) uyaran bir peygamberim. Tek ve kahhar olan Allah’tan başka bir tanrı yoktur.”

66/66- Semavatın yerin ve onların arasında olanları Rabbi, (asilere azap eden) mağlup olmayan, (tövbe edenleri) çok bağışlayan (Allah’tan başka mabut yoktur. Gelin putları terk edin. Böyle bir Allah’a ibadet edin.)

67-68/67- (Resulüm!) De ki: “Bu Kur’an bir büyük (ve fayda dolu) mühim haberdir. (Bu mühim haberi Allah’tan size getirmişim. Akıllı kimsenin onu kabul etmesine hiçbir mani yoktur.) fakat siz ondan yüz çeviriyordunuz. (Buna rağmen halen kendinizi akıllı zannediyorsunuz.).”

69/68- (Allah ile melekler, Adem’in yaratılışı konusunda)[223] tartışırlarken benim o melekler yüksek topluluğuna ait  hiçbir bilgim yoktur.

70/69- Ben ancak aşikâr bir uyarıcı olduğum için (o konuşmalar) bana vahyediliyor. [Şimdi o konuşmaları  Allah (cc) haber veriyor:]

71/70- (Resulüm!) Hani bir zamanlar senin Rabbin meleklere demişti ki: “Ben balçıktan bir insan yaratacağım

72/71- Ben o insanın (Adem’in) bedenini düzeltip hilkatini tamamlayınca, ruhumdan ona üfledim mi ona secde edin.

73-74/72-73- (Resulüm!) Hepsi (itaat edip) tastamam secde ettiler. Ancak şeytan kibir ve gururundan secde etmeyip kâfir olanlardan oldu. [Cümle güzel huylu yaratırmışlar, Adem’e secde ettiler. Nefsi-i ammare serkeş oldu.]

75/74- Allah buyurdu ki: “Ey İblis! Ben öz ellerimle yarattığıma secde etmekten seni  men eden nedir? Kibir mi kapladı? Yoksa yükseklerden uçanlardan mısın?”

76/75- İblis: Ben ondan yahşıyım. Beni ateşten yarattın onu balçıktan yarattın, dedi.

77/76- Allah, onun cevabına karşı: “(Şimdi sen, bana karşı kibirlendi mi!) Öyleyse çık oradan (bu mukaddes makam cennetten.)! Sen artık (bizim rahmetimizden) kovulmuş birisin.” Dedi.

78/77- (Dur hele. Dahası var;)  ceza gününe (kıyamete) kadar lanetim senin üzerinedir, (senin için bir kurtuluş yolu olmayacaktır.).

79/78- İblis dedi: Ey benim Rabbim! O halde insanların diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver.

80-81/79-80- Allah buyurdu ki: “Haydi, (cümle yaratılmışların helâk olduğu) bilinen bir vakte kadar mühlet verilenlerdensin.”

 

Tefsir:

İnsan oğlu bu yeryüzünde hayatını sürdürürken nefes-i amma re her bir şahısta bir alaka kurup bir şeytan sıfatıyla iş görmektedir. Kıyamet kopunca insanın yakasını bırakacaktır. Ondan sonra şeytan baki kalacaktır. Allah (c) insanların yok olacağı güne kadar şeytana mühlet vermiştir. Fakat şeytanın isteği, ebediyen baki kalmaktı. Bunu başaramadı.

82-83/81-82- Şeytan dedi, Rabcim hakkı için Adem evladının hepsini yoldan çıkaracağım. (Allah’ın yolundan kenara bırakacağım.) Ancak onlardan (Allah’ın) ihdas kesilmiş kulları müstesna. (Benim onlara hiçbir tasallutum olamaz.).

84-85/83- Allah (şeytana) cevaben buyurdu ki: “(Benim) özüm hakkım. Hâke (sözü) derim. (O hak söz budur:) Mutlaka sen ve sana uyanların hepsiyle cehennemi tıka basa dolduracağım. (O vakit görürsün azabın nasıl olacak.)

86/84- (Resulüm! Bu müşriklere Adem ile şeytanın hikâyesini) de ki: “(Duyuna. siz de Adem evladısınız. Evlat atasının, düşmanını düşman dostunu da dost tutar. Gelin şeytanı terk edin. Benim sözümü kabul edin. Allah’a itaat edin.) Ben (bu Kur’an’ın hükümlerini size ulaştırmakla) sizden bir ücret istemiyorum (ki, dünya malı yüzünden benden kaçasınız. Bunu da iyi bilirsiniz ki) eğer bende bir şey olmasa ben o şeyi kendime isnat etmem. (Şu kadar bir zaman aranızda bulundum. Bende olmayan bir şeyi söylemişsem, siz bunu iyi bilirsiniz. Şimdi peygamberliğimi iddia ediyorum. Bunu kendimden söylemiyorum. Allah, bunu bana ihsan etti, size Allah’ın azabından korkutan ve rahmetinden müjdeleyen biri olarak bu mucize Kur’an ile gönderildim.).

87/85- O Kur’an, bütün alemler için bir zikir, bir öğüttür.

88/86- (Ey Mekke ehli! Şimdi siz bu Kur’an’ı inkâr ediyorsunuz.) Ama bir zamandan sonra Kur’an’ın sıdk ve sıhhatının haberi (size yetişecek. Allah’tan olduğunu) çok iyi bileceksiniz.

 

Tefsir:

Resulüllah (sav) Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra yavaş yavaş İslam ilerleyip gelişti. Fetih haberleri ne zaman müşriklere ulaşırsa hep gam ve tasaya bürünürlerdi. Bir zamandan sonra Mekke fethedildi. Küfür mahvedildi. İslam’ın hakkaniyeti ortaya çıktı.

 

Hamd olsun, bu mübarek sure de tamam oldu. Nice güzel nükte ve remizleri ihtiva etmektedir. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Sâd sûresini okursa Allah (cc) onu büyük ve küçük günahlara girmekten korur.”[224] Bu hadisi iyi düşünmek lazımdır. Sırf okumakla günahlardan sakınılmaz. Okunan şeyleri tatbik etmek gerekir.


 

 

39/59 ZÜMER SÛRESİ

 

Zümer sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 72 ayet, 1172 kelime, 4908 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- (Resulüm! Bu Kur’an bütün yaratılmışlara) galip olup (her bir emrini) hikmet üzere çeviren Allah tarafından nazil olmuştur. (Şimdi böyle bir Kitap’tan hiç şüphe edilir mi?).

2-3-4/3-4- Şüphesiz biz bu Kur’an’ı ciddi bir maksat ve gaye ile sana indirdik, (boş ve abes yere göndermedik.). Öyle ise şimdi sen de dini Allah’a halis kılarak kulluk et (ki, böyle hikmet dolu bir kitabı sana verdi.) Hem de âgâh ol! (İçinde şirk vb. bulunmayan) halis din Allah’a mahsustur. O kimseler ki, Allah’tan başkasını kendilerine dost tutuyor, (onlara tapıyorlar. Buna da özür belirtiyor ve diyorlar ki:) Onlara, bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz; (belki Allah katında bize şefaat ederler. Onlar böylece Allah’ın birliğinde ihtilaf çıkarıyorlardı.) Şüphe yok ki,  Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. [Resulüllah (sav) onlara: “Gelin bir olan Allah’a ibadet edin” dediği zaman, onlar, “bu putlar bizi Allah’a yakınlaştırıyor” diyerek karşı çıkıyor ve ihtilafa düşüyorlardı.] (Resulüm!) Hiç şüphe yok ki, Allah sırf yalancı ve nankör kesilmiş birini hidayete erdirmez. Eğer (farz-muhal) Allah bir evlat edinmek isteseydi, elbette yarattıklarından dilediğini seçerdi. Lakin Allah evlât edinmekten pâk ve münezzehtir. O yegâne ve kahhar olan Allah’tır. [Evlât edinmek bir cinsiyet ve cismiyeti gerektirir. Lakin Allah bunların her ikisinden de münezzehtir. O, yaratılmışlara galip, mükemmel kudret sahibi bir mukaddes zattır. O’na evlât isnat etmek seza değildir.]

 

Tefsir:

Gerçi İslam’ın esasatında din ve millet önderlini Allah’a ortak koşmak gibi bir şirk söz konusu olmaz. Fakat Müslümanların bir kısmı, mezhep imamlarını ve sair liderlerini kendilerine bir hacet kıblesi edinmişlerdir. Ahretteki kurtuluşlarını da bu kimselerin kendilerine şefaat etmelerine bağlamışlardır. Şimdi onların bu davranışları şirk değil midir? Bu davranış, ta yüksek seviyeden alt tabakaya kadar devam etmektedir.  Allah’ı unutup, Kur’an’ın hükümlerini bir kenara bırakarak İslam’ın özünden habersiz kamışlardır. Halbuki yarın haşir günü, kendilerinden şefaat bekledikleri o din önderleri onlardan hesap soracaktır.

Mesela İslam mezheplerinden bir fırka, Müminlerin Emiri Ali b. Ebi Talib’den ötürü taassup gösterip onun imameti hakkında deliller ileri sürerek başkasının imametine ve faziletine kail olanları tekfir edip, mürtet ve zındık sayıyorlar. Sadece kendilerini fırka-i naciye (doğru yolda olan kurtulmuş fırka) kabul ediyorlar. Fakat bu kimselerin bizzat kendi hayatlarına baktığınızda, çok sevdiklerini iddia ettikleri o Hazretin hareket ve davranışlarından hiçbir eser görülmemekte ve tam onun aksine fiil ve davranışlar da bulunulmaktadır. Böylece diğer bir İslamî fırka da ilk halife Ebu Bekir hakkında taassup gösterip Resulüllah (sav)’den sonra onu sahabenin en faziletlisi olarak kabul ederek, buna muhalif onları ve İmametin nass ile olduğunu kabul edenleri İslam’dan uzak kabul ediyorlar. Sadece hak fırka kendilerini tanıyorlar. Halbuki insaf ile baktığınızda o Sıddîk’ın (Ebu Bekir’in) hal ve davranışlarından o kimselerde hiç görülmemektedir. Yarın mahşer günü bu her iki fırkanın ilk hasmı Ali  ve Ebu Bekir olacaktır.

 İslam milleti asıl maksadı elden bırakıp,  kıymetli ömürlerini iç çekişmelerle tüketerek parça parça oluyor, kendilerini zelil ve zebun ediyorlar. İslam’ın temeli böyle mi kurulmuştu? Takva üzerine kurulmuş olan İslam’ın temeli bugün,  niza ve cidal edenlerin kin ve düşmanlık furyalarıyla virâne haline gelmiştir. Bugünkü günde ilk İslam milletinin mukaddes vazifesi, o mukaddes İslam binasının tamir ve kuvvetlendirilmesine çalışmasıdır. İlkönce yapılacak iş, İslam içine tefrika salan fikir artıklarını ve düşmanların telif ettikleri kitapları yakıp, onları kabul eden şerr kabiliyetleri güzel kabiliyetlere çevirmek lazımdır. İslam milleti ikinci defa dirildi: “Sur’a üflendi. İşte onlar kabirlerinden kalkıp, Rablerine koşuyorlar.” (Yâsin 36/51) İstiklali kazanmak için çalışıp gayret etmenin, dinin ilk farz olan emirlerden olduğu şüphesizdir. İslam milletini bu felakete düşüren şey, az önce anlattığımız iç çekişmelerden başka bir  şey değildir. Yukarıda yakılmasını söylediğim müellefatlardan kastım, Müslüman olmayan kimselerin yazdıkları kitaplar değildir. Belki Müslümanların kendilerine imam ve reis kabul ettikleri,  kendi faydalarına fakat Müslümanların zararına olan kitaplar yazıp İslam milletini birbirine düşüren, zıtlaştıran kişilerin kitaplarını kastediyorum. Esas gerçek Hanif olan İslam dininin gelişmesine, yayılıp her tarafta bayrak açmasına, ondan sonra gerileyişine, inhitat ve izmihlâline çok iyi şahit olanlar benim maksadımın ne olduğunu iyi bilirler. Sözü fazla uzatmıyorum.. Allah en hayırlı yardımcıdır.

5/5- Allah (o mükemmel kudretiyle) semavat ve yeri ciddi bir gaye ve maksat için yarattı. Geceyi gündüze sarıyor, gündüzü de gecenin üzerine sarıyor, (hiç aralanmadan birbirinin dalınca gidiyorlar.) Güneşi ve kameri emri altına almıştır. Her biri belli bir vakte kadar (yörüngelerinde) akar giderler. (Resulüm! Bak hele bir gör ki:) Allah (küfür ve şirkte ısrar edenlere azap edip onlardan) intikam almaya galiptir, (tövbe edenlerin tövbesini kabul edip) çok bağışlayıcıdır.

6/6- Yine Allah (mükemmel kudretiyle) siz nev-i beşeri bir tek atadan (Adem’den) yaratıp (yeryüzüne yaydı.) Sonra (Adem’in) tıynetinden de eşini (Havva’yı) yarattı. Sizin için hayvanlardan sekiz eş meydana getirdi. Sizi de annelerinizin karınlarında üç katlı karanlık içinde (abdominal wall, uterine wall ve amniochroni membrane) çeşitli safhalardan geçirerek yaratıyor. (Şimdi böyle bir Rabb’e şirk koşuyorsunuz. Hiç olacak şey mi?) Sizin Rabbiniz (böyle kudret sahibi) Allah’tır. Her şeyin tasarrufu ve saltanatı O’na mahsustur. O’dan başka hak mabut yoktur. (Bir böyle Allah’a ibadet etmekten) nereye kaytarıyorsunuz.

7/7-8- Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz Allah, size (iman etmenize) muhtaç değildir. (Bilakis, siz, iman etmeye muhtaçsınız.). Bununla beraber Allah, bendelerinden ötürü küfür (ve şirke) razı olmaz. (Belki o bendeler, küfrü imana tercih etmeye razı olurlar.). Hiçbir günahkâr (nefis) başka günahkâr (nefsin) günahını yüklenip (onun yükünü çekmez. Kıyamet günü her nefse sadece kendi yaptığının cezası verilir.). Sonunda hepinizin dönüşü Rabbinizedir. Yaptıklarınızı O, size haber verir. (Hemen yaptıklarınızın karşılığını size getirir.) Hakikat şu ki, Allah sinelerde (ve kalplerde) olan sırlara alimdir. (Her şahsa kalbinin esrarına göre muamele edecektir.).

8/9- (Resulüm! Şimdi insan karakterlerini sana beyan edeyim:) İnsana bir bela ve sıkıntı dokunduğu zaman bütün gönlünü vererek Rabbine dua eder, (onun kaldırılmasını Allah’tan ister. Allah onun duasını kabul edip, belayı üzerinden kaldırarak,) öz tarafından ona nimet ihsan edince önceden O’na dua ettiği o halini unutur da, Allah’ın yolundan (insanları) saptırmak için O’na eşler koşar. (Resulüm! Böyle kâfire) de ki: Eh. Şimdi az bir zamana kadar küfrünle lezzet alıp yaşa. Çünkü sen kesinkes cehennem yoldaşlarındansın. (Ahrette yakinen cehenneme gireceksin.).

9/10- (Resulüm!) Gece(nin saatlerini) secdede ve kıyamda olduğu halde (Allah’ın itaatinde olup) ahret azabından korkarak, kendi de öz Rabbinin rahmetini ümit tutar. (Şimdi böyle şahıs, bu sıfatların tam tersini yapan) kimi midir? (Elbette onun gibi olamaz. Mümin, muvahhid ve mutî; asi ile bir olamaz.). (Resulüm!) De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu? (Bunlar eşit olmadığı gibi, itaatkâr ile isyankâr eşit olmaz.).” Şüphe yok ki, (Allah’ın) öğütlerini akl-ı selim sahipleri anlayıp (kabul ederler. Kabul etmeyenler ise cahiller ve sefiller katarından sayılırlar.).

10/11- (Resulüm! İnsanlara) de ki: (Allah buyuruyor:) “Ey iman getiren bendelerim! Rabbiniz Allah’a karşı saygılı olun, (itaate gelin. O’na isyankâr olmaktan sakının.). Bu dünyada iyilik yapanlara (amellerinden ötürü Allah nezdinden) hayırlı mükâfat vardır, (ki tarifi akla sığmaz.)”. (Eğer derseniz ki: biz olduğumuz şehir ya da köyde..  hayırlı bir iş yapma imkânı bulamadık. Bunun cevabı şudur:) Allah’ın (yarattığı) yeryüzü geniştir; (dininizi güzel veçhile yaşayacak, itaatinizi mükemmel şekilde yapacak yerlere gidin. Nitekim peygamberler de risaletlerini tebliğ etmek için böyle yapmışlardır. Bu mazeretiniz kabul edilesi değildir.) Ancak, sabredenlere (bu cümleden olarak dinlerini korumak için vatanından cüda düşenlere, buralarda musibetlere dûçar olanlara Allah nezdinde) mükâfatları hesaba gelmez bir şekilde ödenecektir.

11-12/12- (Resulüm!) De ki: Şüphesiz ben (Allah tarafından) emrolunmuşum ki,  dini Allah’a halis kıldığım halde Allah’a ibadet edeyim.. dinimi Allah’a halis ettiğim halde emrolunmuşum ki, (şerefli aklım dahi bana öyle diyor, Allah’a) itaat edenlerin evveli ben olayım. (Hal böyle iken, müşriklerin yoluna nasıl uyarım!).

13/13- (Resulüm! Bu müşriklere) de ki: “Eğer ben, Rabbim Allah’a asî olup (İslam dinini terk eder, atalarımın dinini taklit ederek onlara uyarsam) bir büyük günün (kıyamet gününün) azabından korkarım (ki, o günde Allah bana azap eder.).”

 

Tefsir:

Müşrikler, Resulüllah (sav)’i atalarının dinine çağırdılar. Allah (cc), Resulüllah’ın, onların bu isteğini kabul etmeyeceğini bildiriyor.[225] Müşrikler cahil oldukları için Kur’an’ın ayetlerini kabul etmiyorlar ve küfürlerinde sabit kalabilmek için de Resulüllah’ı (sav) kendilerine davet ediyorlar. Allah Resulü ise bu ayetle onlara cevap veriyor.

14-15/14- (Resulüm! Yine bu müşriklere) de ki: “(Hiçbir vakit ben sizin dininizi tercih etmem.) Ben dinimi Allah’tan ötürü halis ettiğim halde sırf ona ibadet ederim. (Benim sözümü dinlemeseniz dinlemeyin.) Allah’tan başka kime tapıyorsanız tapın, (ben size şimdilik bir şey demem. Allah’ın bizzat kendisi sizden intikam alacaktır.).” Yine de: “Hüsranda doruğa ulaşmış kimseler onlardır ki, kıyamet gününde hem öz nefislerini hem de ayallerini ziyana verip (cehenneme sokarlar.). (Resulüm!) Hele bir bak ki, apaçık ziyan işte budur, (sana anlattım.).

16/15- Bu anlatılan ziyankârlar için üstlerinde ateş tabakaları altlarında yine ateş tabakları vardır. (Resulüm!) Bu zikredilen azaplar ile Allah  öz bendelerini  korkutuyor (ki azaba düşüren işlerden sakınsınlar.) Ey benim bendelerim! Bana karşı saygılı olun, (azabıma bais olan işleri terk edin.).

 

Tefsir:

Allah (cc), bu ayette bütün merhametini ortaya koyuyor. Yani maksadının, azap etmek değil belki o azap ile kulların muhtemel günah işlememeleri için günahlardan sakındırıyor. Ta ki, dalalet ve cehaletin vahşetinden kurtulup, insanlık semasına yükselsinler. Allah (cc) gâh öğüt ve nasihatle, gâh korku ve uyarmakla, gâh kıssa ve hikâye (hakikaten yaşanmış kıssa ve hikâyeler) nakletmekle bizleri hidayete davet ediyor. Kur’an’ın öğütlerini kabul etmeyen artık hiçbir öğüdü dinlemez.

Allah’ım, biz Müslüman milleti senin Kitab-ı Mübin’in bir kenara bırakıp, Ramazan ayında, insanlar öldüğü zaman... ve sair durumlara hapsetmişiz. Hem din hem de dünya emirlerini içinde bulunduran Kur’an’ın eşsiz manalarından önde bulunan insanların hiçbir haberi yoktur. Onlar ancak Kur’an’ı bu dediğimiz zamanlarda okuyorlar. Hem de şöyle diyorlar: Siz Kur’an’ın manalarını anlamaya kadir değilsiniz. Bizim kendimiz bile Kur’an’ı tam bilmiyoruz. Kur’an’ı sadece bazı büyük sahabiler ve bir de İmamlar anlarlar... Siz namazın ve orucun hükümlerini bilin size yeter.

Allah’ım, bizim İslam büyükleri bize bunları anlatıyorlar. Bizi Kur’an’dan uzaklaştırıp bir kenara atıyorlar. Allah’ım, biz bu Kur’an’ın manasını ya kimden öğrenelim! Bizi böyle cahil bırakanlara “Onlara ateşten bir kat daha fazla  ver.” (A’raf 7/38) ta ki,  güzel ahlakı kötü ahlaka tercih etmesinler. Sen o kıyamet günü bize buyuracaksın “Her kes için bir kat daha azap vardır” (A’raf 7/38) Allah’ım bizim devrimiz zaten bitti. Bundan  sonra gelenlere sen bir basiret ihsan et.

17-18/16- Şeytana (nefs-i ammareye) kulluk etmekten uzak durup, (samimi kalp ile) Allah’a yönelenlere müjde vardır. Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte Allah onları (tevhit ve kendine ibadet etmeye)[226] hidayet eder. İşte onlardır, akıl sahipleri, (ki, şerefli akıllarını kullanarak iyiyi kötüden ayırıp, hakka tabi olmuşlardır.).

19-20/17- (Resulüm!)  Hakkında azap hükmü gerçekleşmiş kimseyi, (bu azaptan kurtarabilir misin?) yahut, cehennem de olanı kurtarabilir misin? Lakin Rablerine karşı saygılı olanlara, üst üste kurulmuş, altlarından nehirler akan köşkler vardır. (Bu menziller, müminlere) Allah’ın vâdidir. (Vâdesi haktır.) Allah vâdinde hulf etmez.

21/18- Acaba bakıp görmez misiniz ki, Allah semadan bir su indirdi, onu yerdeki kaynaklara geçirdi,  sonra onunla çeşitli renk ve türlerde ekinler yetiştiriyor. Sonra onlar kurur da sapsarı olduklarını görürsün. Sonra da (o güzelliğini alıp) onu kırıntı çerçöp haline getirir. (Resulüm!) Bu ziraatın önceki durumu ile son durumu akıl sahiplerinden ötürü bir ibret vardır. (Ta ki, düşünüp, ziraatın keyfiyetinden onu yaratan kudret sahibi Allah’a kail olsunlar.).

22/19- (Resulüm!) Allah’ın, sinesini İslam’dan ötürü açtığı (İslam’ın nuru ile içine genişlik, ilim  ve hikmet koyduğu) kimse, (bunların tam zıddına, kalbi katılaşmış ve cehalet karanlığı ile kararmış kimse gibi) midir? O (Allah’ın sinesini İslam’a açtığı kimse) Rabbinden bir nur üzerdir. Yazıklar olsun o kimselere ki, Allah zikredildiği zaman kalpleri (ferahlanıp, imanları artacak yerde iyice) katılaşır. [Allah’ın ayetlerini inkâr etmek kalpte katılığı ve tortuyu artırır.] (Resulüm!) İşte bunlar aşikâr bir dalalettedirler.

23/20- Allah odur ki, (nev-i beşerden ötürü) sözlerin en güzelini.. Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdi. (O Kur’an, fesahat ve belagatta, hüsn ü nazımda, hikmet ve mevizede sözlerin en güzelidir. Kur’an’ın hepsi, hak ve doğru olmakta, dünya ve ahretin faydalarının ondan istinbatında) birbirine müşabih, biri diğeri ile beraberdirler. Rablerinden korkanların, bu Kitab’ın (orada tehdit edilen azap ayetlerinin okunmasının) etkisinden tüyleri ürperir, sonra (Allah’ın kerem ve lütfu, rahmet ve re’fetini zikreden ayetleri duyunca) hem bedenleri ve hem de gönülleri Allah’ın zikrine ısınıp yumuşar. Bu sözlerin güzeli Kur’an ki, Allah’ın hidayet (sebebidir.) kimi dilerse (meğer ki layık ola) o kimseyi Kur’an sebebiyle hidayet eder. Allah (kabili hidayet olmayanlardan) dilediğini de (dalalete salar.) Artık o kimseye yol gösteren olmaz.

24/21- (Resulüm!) Kıyamet günü azabın şiddetini[227] yüzü ile defetmeye çalışan kimse (bu azaptan emanda olan kimse gibi) midir? [İnsan, yüzüne gelen afetleri eliyle defeder. Fasık ve günahkârların elleri kıyamet günü bağlı olduğu için cehenneme atıldıkları sırada güya onun azabını yüzleri ile defetmeye çalışılar. Halbuki bu mümkün değildir. O azaptan kurtulamayacaklar.][228] (Yüzüstü cehenneme atılırlarken,) o zalimlere “(Dünyada) kazandığınızın (karşılığını) tadın”. Denilir.

25/22- (Resulüm! Seni tekzip eden) müşriklerden öncekiler de (peygamberlerini) yalanladılar. (O vakit) hiç farkına varamayacakları yerden onlara azap geldi, (hepsi helâk oldular.).

26/23- Allah, onlara dünya hayatında zilleti tattırdı. Ama ahret azabı elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi.

27/24- Hakikat, biz, bu Kur’an’da insanlardan ötürü her bir mesel ve kıssalardan anlattık ta ki öğüt alsınlar. (Ama Kur’an’dan hiç istifade etmeyip cehalet karanlığında kalanlar, intihası olmayan azabımıza dûçar olacaklardır.).

28/25- (Resulüm! Biz o Kur’an’ı) tenakuzdan uzak[229] ve hiçbir pürüz olmayarak Arapça bir kur’an olarak indirdik.

29/26-27 (Resulüm! Müşriklere de ki:) Allah, çekişip duran birçok ortakların sahip olduğu bir köleyi..  (O köleyi her biri bir tarafa çekip diye ki, “sen benim kölemsin.” O da şaşıp, ağasının hangi biri olduğunu, kime hizmet edeceğini, kimi razı edeceğini bilemese.) bir de yalnız bir kişiye bağlı olan bir köleyi misal olarak verir. (Şimdi bu ikisinden hangisinin durumu daha iyidir?) hiç bunlar bir olur mu? [Muvahhid ile müşrikin durumu da buna benzer. Müşrik, putlardan hangisine tapacağını, hangisini memnun edeceğini, ihtiyacını hangisinden isteyeceğini bilemeyip, şaşırır. Muvahhid ise sadece yegâne olan Allah’a ibadet eder, ihtiyacını ondan ister. Hiç ikisi eşit olur mu?] (Öyle ise şimdi Allah’a hamd etmenin zamanı:) Hamd ve sena o Allah’a olsun ki, (O, birdir. Eşi yoktur.) Belki müşriklerin çoğu bilmeyip (Allah’a ortak koşarlar.).

30/28- [Müşrikler, Resulüllah (sav)’in vefat etmesini dört gözle bekliyorlardı ki, vefat etsin de bu duruma düşmesine sevinsinler.[230] Allah (cc), bu ayette, ölümün umumî bir emir olduğunu, her can sahibinin öleceğini dolaysıyla birinin ölmesine sevinmenin akıllı insanlar için bir şey ifade etmeyeceğini beyan ediyor.] (Resulüm!) Sen de vefat edeceksin, (senin vefat etmeni dört gözle bekleyen) o müşrikler de öleceklerdi. (Senin vefat etmeni beklemeleri onlara hiçbir fayda vermeyecektir.).

31/29- (Resulüm, ölüm size yetiştikten) sonra kıyamet günü hepiniz Allah’ın huzurunda davalaşacaksınız. (Sen diyeceksin ki:  “Allah’ım ben risaletimi tebliğ ettim. Bunları, sana davet ettim. Kabul etmeyip beni yalanladılar.” Müşrikler, buna hiçbir cevap bulamayacaklar. Zaten kendilerine cevap verme imkânı da verilmeyecektir. Azabımız onları kuşatacaktır. Sürekli azapta kalacaklardır. Müştikler, şayet bir şeyi dört gözle bekliyorlarsa başlarına gelecek böyle günü beklesinler!..)[231].

32/30- Allah’a karşı yalan uyduran, kendisine gelen gerçeği (Kur’an’ı)[232] tekzip edenden daha zalim yollu kimdir? Kâfirlerin yeri mekânı cehennemde değil midir?

33/31- Sıdk mesajıyla gelen ve onu gönülden tasdik eden yok mu, işte Allah’a karşı saygılı olan kimseler onlardır.

34/32- (Resulüm!) İşte Allah’a karşı saygılı olanlar için öz Rableri nezdinde her arzu ettikleri şeyler mevcuttur. Güzel amel sahiplerinin mükâfatı budur.

35/33- Allah (kendine karşı saygılı olanlar için böyle mükâfatlar verir) ta ki, onların geçmişte yaptıkları en kötü amellerini bile (tövbeleri  sebebiyle) bağışlaşın ve yaptıklarının en güzeline denk olarak mükâfatlandırsın.

36/34- [Müşrikler, Resulüllah (sav)’i korkutmaya çalışıp diyorlardı ki, “Bizim bu putlarımızdan kork, senin başına bir zarar verirler. Bunun üzerine ayet nazil oldu.][233] Acaba Allah, kulunu (her bir bela ve tehlikeden saklamaya) kâfi değil midir? (Elbette Allah kuluna kifayet eder. Resulüm! sen de Allah’ın bir kulusun.. ama ne kul.. Allah sana da kifayet eder.). Seni Allah’tan başka taptıkları (o putlarla) korkutuyorlar. (O putlar şimdiye kadar kime zarar vermişler ki!) Allah kimi dalalette devam ettirirse artık ondan ötürü hiçbir hidayet eden olmaz (ki onu dalaletten kurtarsın.).

37/35- Allah kimi de hidayete eriştirirse artık onu saptıracak yoktur. Allah (yaratılmışlara) galip olup (onlardan intikam alan) değil midir? (Bu müşrikler, sana eziyet ettiklerine göre onlardan da intikam alacaktır.).

38/36- (Resulüm!) Muhakkak ki onlara: Semavat ve yeri kim yarattı? diye sorsan, elbette “Allah”tır derler. (Öyle ise bu müşrikler Allah’a neden şirk koşuyorlar?) [Müşrikler, Allah’ı kabul ediyordu. Fakat putları mahza şefaat ediciler olarak Allah’a ortak koşuyorlardı.] (Resulüm! Bu müşriklere) de ki: “(Allah’tan başka o putlara tapıyor ve beni de onlarla korkutmaya çalışıyorsunuz,) öyleyse bana söyler misiniz! Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah’ı bırakıp ta taptıklarınız (o putlar) Allah’ın verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bir rahmet (hayır ve bereket) murad ederse, onlar (o putlar) Allah’ın bu rahmetini (hayır ve bereketini) önleyebilirler mi?” De ki: “(Sizin putlarınız ne fayda verebilir ne de zarar.) Cenab-ı Hakk’ın benim halimi bilmesi, benim bir şey istememe ihtiyaç bırakmamıştır. İtimat edenler başka değil sadece O yegâne olan Allah’a  itimat etsinler.

39-40/37- (Resulüm! Bu müşriklere) de ki: “Ey benim kavmim! (İçinde bulunmuş olduğunuz bu şirk haletiyle bana düşmansınız. Biliyorum.) Elinizden geleni geri koymayın yapın! Ben (sizden korkmuyorum. Allah’ın bana emrettiği hükümleri) yapmaya devam edeceğim. Kendisini rezil edecek azap kime gelecek, kime sürekli azap inecek, yakında bileceksiniz.” [Müşrikler dünyada ilk azabı, Bedir savaşında gördüler. Bu delildir ki, ahret azabını da mutlaka göreceklerdir.]

41/38- (Resulüm!) Şüphe yok ki bir bu Kur’an’ı sana, insanlardan ötürü ciddi bir maksat ve maslahat için indirdik. İmdi kim (Kur’an’ın hükümlerine tabi olur) hidayet bulursa faydası onun öz nefsine ait olur. Her kim de dalalette devam ederse onun vizr u vebali kendi üzerinedir. (Resulüm!) Sen onlara vekil değilsin (ki onların yaptıklarından dolayı sen sorumlu olasın. Sen onları yaptıklarına üzülme. İşlerini bize havale eyle!)

42/39- Allah odur ki, ölüm vakti gelinde cümle can sahiplerinin canını alır, O kimse ki (yatıp)  uyku halinde (ölmemişse) onları da Allah öldürür; [Yani ruhların tasarrufu Allah’ın elindedir. İnsanlar ölmeleri konusunda hiçbir tasarrufa bulunamazlar.] (uyuyan kimselerden kimin de) ölmesini istemişse (o kimsenin ruhunu) geri çevirmez. (Fakat o yatan kimseden kimin de ölmemesini isterse) onu da tayin edilen eceli gelinceye kadar bırakır, (uyurken tekrar ruhunu bedenine döndürür.). Şüphesiz, insanlardan eceli gelenin ölmesinde, uyurken ecellerinin gelmesinde, yahut ecellerinin ertelenip tayin edilen vakte kadar yaşamalarında düşünen bir kavim için Allah’ın (tevhit ve kudretine) delil ve burhanlar  vardır.

43/40- Belki, bu müşrikler Allah’tan başkasını şefaatçiler yapmışlardır! (Resulüm!) de ki: “(Bu putlara tapıyor ve onlardan şefaat bekliyorsunuz ama) onlar hiçbir şeye güç yetiremez ve akıl erdiremezlerse de mi (onlara ibadet edip şefaat bekleyeceksiniz.?)”

44/41- De ki: “Bütün şefaat Allah’ındır. [Hiçbir kimsenin kıyamet günü şefaat etme hakkı yoktur. Ancak iki şart ile. Birinci şart, şefaat edilen kimsenin buna layık olması gerekir. Buna liyakatinin olup olmadığını Allah tayin eder. İkinci şart, şefaatçinin Allah tarafından bu işe mezun olması gerekir. O halde müşriklerin şefaat edilmeye liyakatleri olmadığı gibi, onlara şefaat edeceklerin de şefaat etmeye mezuniyeti yoktur.] Semavat ve yerin hükümranlığı Allah’a aittir. (Ölüm size eriştikten) sonra Allah’a döndürüleceksiniz.”

 

Tefsir:

İslâm bilginleri bu ayetten nasıl gafil olurlar? Her biri şefaat konusunda kendi hayallerine göre bir kısım şeyler yakıştırıyorlar.

İslâm mezheplerinden büyük bir fırka, bu konu da çok aşırı gidiyor hatta diyorlar ki, kıyamet günü öyle bir vakit olur ki, şefaat edile edile cehennemde hiç kimse kalmaz. Cehennemde ebedi kalmayı bildiren ayetleri de başka noktalara hamlediyorlar. Bu konuda Abdullah b. Amr b. el-As’dan hadis naklediyorlar. Abdullah diyor ki: “Resulüllah’tan işittim şöyle buyurdu: ‘Cehennemin kapıları birbirine değer de içeride kimse kalmaz...”[234] Ehl-i nazar dikkat etsinler. Acaba böyle manasız ve hikmetsiz sözü Resulüllah (sav) gibi âli cenaba isnat etmek doğru mudur? Avam insanları aldatan böyle manasız söz, nasıl  öyle bir sahabeden nakledilebilir. Bu türlü hadislerin tamamı, cehennemde ebedi kalma konusunda nazil olan ayetlerin hikmetini anlamayıp esas meseleyi bilmeyen kimselerin kitaplarında yazılmaktadır. Allah (cc) biz nev-i beşeri gâh cennet ile müjdeler, gâh cehennem azabı ile korkutup insanları ahlak ve üstün vasıf kazandırmaya sevk eder. Ta ki insanlar nefse uymasınlar,  zahiri ve manevî kemalatı elde ederek melâike denilen ruhaniler sınıfına ulaşıp cenneti elde etsinler, cehennemden kurtulsunlar. Böyle büyük faideleri bir kenara bırakarak, mevzu hadislerle insanları aldatıp vahşet ve cehalete götürmek hem nadanlık hem de insafsızlık ve mürüvvetsizlik alametidir..

Diğer bir fırka ise,  şefaat konusunda aldanıp mezhep imamlarının şefaatlerini kendileri hakkında kesin kabul edip kendi hayalleri ile onların rızasını tahsil etmekten ötürü o, emir ve ilahî nehyi terk ederek Allah’a asi olmayı kendilerine kolay bir iş sayıyorlar. Hatta ölülerini şer-i şerifte anlatıldığı gibi defnetmeyip parça parça olmuş kemiklerini mukaddes yerlere nakledip o makamdan cennete gideceklerine inanıyorlar. Peki o mukaddes arazinin aynen cennete nakledilmesi hakkında ne düşünüyorlar, biliyor musunuz? Bu durumu aralarında konuşurlarken, hadislerle yapışıp diyorlar ki:

Evet, hadiste anlatılıyor: O mukaddes yerler cennete götürülüp sırattan geçtiğinde, kalburla elenip kâfirler ve pislikler tamamen ayıklanarak cehenneme dökülürler, geriye kalanlar cennete girerler.

Şimdi bu türlü uydurma hadisler Müslümanlar arasında bulunduğu müddetçe felaketten kurtulmak mümkün müdür? Kur’an’a muhalif olan hadislere uymak İslâm dinini viraneye çevirdi. Hayret, hadisleri yakıştıranlara değil, belki onları toplayıp kitap tertip ederek avam insanlara ulaştıranlaradır. Hayır.. hiçbirine şaşmaya da gerek yoktur. Esas yapılacak iş bu mevzu hadisleri ve Kur’an’an muhalif işleri ortadan kaldırmaktır. İslam milletinin bugünkü hali, felaket ve rezaleti, fırka fırka ayrılmaları Kur’an-ı Kerim’e muhalif olmaktan kaynaklanmaktadır.

45/42- Allah, tek olarak zikredildiği zaman, ahrete inanmayanların kalpleri tutulur (içlerini bir sıkıntıdır basar). Ama ne zaman ki Allah’tan başka (o putların adları) zikredildiği zaman (görsen ki) yüzleri nasıl güler şad olurlar.

46/43- [Resulüllah, müşriklerin bu tavırlarında çok sıkılmıştı. Onun için gelen ayet nazil oldu.] ( Resulüm! Bu müşriklerden uzak dur ve) de ki: Ey semaları ve yeri yaratan, hazırı ve gaibi bilen Allah’ım! İhtilaf etmekte oldukları o şeylerde kullarının arasında ancak sen hükmedersin. (Benimle bu müşriklerin arasında hükmet..) [Allah (cc), bu duayı kabul buyurup Resulüllah’ı müşriklere galip etti.]

47/44- Şayet yerde ne varsa hepsi ve onunla birlikte bir misli daha o zulmedenlerin olsaydı, kıyamet gününde azabın fenalığından (kurtulmak için) elbette bunları fidye olarak verirlerdi, (zaten kıyamet günü ellerinde bir şey kalmayacak.). Halbuki o gün, hiç hesaba katmamış oldukları şeyler Allah tarafından karşılarına çıkarılıverdi.

48/45- (Resulüm!) Onların kazandıkları kötülükler (o gün) karşılarına çıkarılıverdiği zaman, alay ettikleri şeyin cezası onları çepeçevre kuşatmıştır. (Artık o azaptan hiç kurtulamazlar.).

 49/46- (Resulüm!) İnsana bir zarar yetiştiği zaman tazarruda bulunup (o beladan kurtulması için) bizi çağırır. (O zararı ondan giderip) sonra öz fazıl ve keremimizden ona ihsanda bulununca, (o ihsanı unutur) hemen, “Bu ancak bilgimden dolayı (zekâmın bir ürünü olarak) verilmiştir. (Allah’ın bir dahli yoktur.)” der. (Resulüm!). Yok, (öyle dedikleri gibi, kendilerine verilen nimetler zekâlarının bir ürünü değildir.) o nimeti Allah, (şükredip etmeyeceklerini ) denemek için vermiştir. Lakin onların çoğu (bu imtihandan geçtiklerini) bilmiyorlar. (Onun için, verilen nimetleri kendilerine isnat ediyorlar.).

50/47- (Resulüm!) Bu sözü onlardan daha önce (Karun gibi) olanlar da söylemişti; ama (itikatlarına göre) kendi kazandıkları şeyler onlara hiçbir fayda vermedi. (Hepsine azap nazil olup helâk oldular. Bu müşrikler de geçenler gibi helâk olacaklardır.)

51/48- Bu yüzden yaptıkları kötülüklerin vizr u vebali onları yakaladı. (Hem dünya hem de ahret azaba giriftar oldular.). (Resulüm!) Bunlardan da (bu senin ümmetinden de) zulmedip (küfür ve şirkte devam edenlere) işledikleri kötülüklerin cezası (dünya ve ahret) başlarına gelecektir. [Azap olarak müşriklerin başına dünyada Bedir savaşı geldi, ahrette gelecek azaptan da hiç şüphe yoktur.] (Resulüm!) O isyankârlar katiyyen Allah’ı aciz bırakamaz (onun azabından kurtulamazlar.).

52/49- Acaba bu halk bilmez mi ki, Allah (hikmeti icabı) rızkı dilediğine bol bol verir, dilediğine de kısar! (Allah’tan başka rızkı artırıp eksilten olamaz.). Şüphesiz bunda inanan bir kavim için ibretler vardır.

53/50- (Resulüm! Benim bendelerime) söyle, (Allah buyuruyor ki:) “Ey benim öz nefsine zulmedip masiyette israf eden bendelerim! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin; (tövbe edin.). Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. (Bu yüzden ilâhî mağfiretten sakın ümidinizi kesmeyin.) Şüphesiz Allah (bendelerine) mağfiret edip, çok merhamet edendir.

54/51- Size azap gelip çatamadan önce (tevbe edip) Rabbinize dönün, (azap geldikten) sonra artık yardım olunmazsınız, (labüt size azap iner.).

55/52- Haberiniz olmayarak ansızın başınıza azab gelmeden önce, (halis bir mümin olarak) Rabbinizden size indirilen sözlerin en güzeline.. (Kur’an’a) tabi olun.

56/53- (Azap nazil olmadan tevbe edin ta ki günahkâr nefse azap olanda) o nefis: “Allah’a itaat etmede noksanlık etmemden dolayı bana yazıklar olsun! Gerçekten ben (Allah’ın hükümleri ile) alay edenlerdendim” demesin.

57/54- Yahut günahkâr nefis: “Eğer Allah bana hidayet etseydi ben de Allah’a karşı saygılı olanlardan oludum.” demesin.

58/55- Yahut günahkâr nefis azabı gördüğü zaman: “Bana bir geri dönüş olsaydı da ben de o iyilik yapanlardan olsaydım” demesin.

59/56- Hayır, (hiç bir mazeret kabul değildir. Biz peygamber gönderdik ve ona kitap verdik ki, azap vereceğimiz bir kimse mazeret gösterdiği zaman ona diyelim ki:) Ayetlerim sana gelmişti de sen onları yalanlamış,  büyüklük taslamış ve inkârcılardan olmuştun. (Şimdi kıyamet günü azabı görünce mazeretler uydurmaya başladın. Bunların hiçbiri kabul edilesi değildir.).

60/57- (Resulüm!) Kıyamet gününde Allah hakkında yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduklarını görürsün. Kibirlenenlerin yeri cehennem değil midir?

61/58- (Kıyamet günü) Allah, takva sahiplerini maksut ve muratlarına eriştirmekle kurtuluşa erdirir. Onlara (tabiatlarına aykırı) hiçbir nahoş şey yetişmez. Mahzun (tasalı) da olmazlar.

62/59- Her bir şeyin yaratıcısı Allah’tır. (Yarattıktan sonra) her şeyi koruyup kollayan da Allah’tır. (Hiçbir şey Allah’ın kudretinden hariç olamaz.).

63/60- Semavatın ve yerin anahtarları Allah’a aittir. (Onların her emrine sahip olup koruyan Allah’tır.). (Resulüm!) O kimseler ki, Allah’ın (tevhit ve kudretinde delalet eden) ayetlere kulak vermezler, işte onlar öz nefislerine ziyan edenlerdir.

64/61- (Resulüm! Müşriklere) de ki: “Ey cahiller! Bana Allah’tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz!”

65/62- (Nasıl olur da ben sizin putlarınıza ibadet ederim?  Halbuki Allah bana buyuruyor ki:) Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: (Muhal-farz) Allah’a ortak koşarsan, kuşkusuz senin her bir (hayır) amelin boşa gider. Ve elbette sen öz nefsine ziyan verenlerden olursun.

66/63- (Resulüm!) Bilakis sen başka değil sadece Allah’a kulluk et şarkirlerden ol.

67/64- Nev-i beşer Allah’ı şanına layık bir şekilde tanıyıp bilemediler. (Halbuki Allah’ın o mükemmel kudreti kıyamet günü öyle bir seviye de zuhur eder ki:) Kıyamet günü bütün yeryüzü onun kabzasındadır.[235] Gökler O’nun kudret eliyle (bir tomar kâğıt gibi) dürülmüş olacaktır. (Hepsi Allah’ın kudretine boyun eğmiştir.). Allah (o müşriklerin) ortak koşmalarından münezzehtir ve çok yücedir.

68/65- (Kıyamet günü) sûra üflenince, Allah’ın diledikleri (mukaddes ruhlar)[236] müstesna olmak üzere semavatta ve yerde ne varsa hepsi ölecektir. Sonra (dağılmış cesetlere)  ruh üflenince, bir de ne göresin, onlar ayağa kalkmış bakıyorlar.

69/66- (O gün,) yer, Rabbinin nuru ile parlamıştır. Kitap konmuş, peygamberler ve şahitler getirilmiş ve aralarında adalet ile hükmedilmiştir. Hem onlara hiç haksızlık yapılmaz.

70/67- Her bir nefse (hayır ve şer adına) ne işlemişse tastamam verilir. Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir. [O gün ne kâğıda ne da bir şeye ihtiyaç yoktur. Bunlar o manzarayı insanlara anlatmak için kinaye edilmiştir.]

71/68- (Resulüm, kıyamet günü) kâfirler bölük bölük birbiri dalınca zorla cehenneme sürülürler. Nihayet oraya geldikleri zaman kapıları açılır, bekçileri onlara: Size,  aranızdan Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi? derler. “Evet geldi” derler ama, (bizim habis amellerimize göre) ilâhî azap hükmü kâfirlerin üzerine hak olmuştur.

72/69- (Bu sual ve cevaptan sonra cehennem muhafızları tarafından onlara:) “İçinde ebedî kalacağınız cehenneme girin; kibirlenenlerin yeri ne kötü!” denilir.

73/70- Rablerine karşı gelmekten sakınıp (salih amel işleyenler ise), bölük bölük (son derece izzet ihtiram ile) cennete sevk edilirler; oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara: “Selam size! (Ne yüce insanlarsınız, her türlü pislikten) pâk oldunuz. (Bu cennet pâk insanların yeri olduğuna göre) artık ebedi kalmak üzere cennete dahil olun..” derler.

74/71- (O vakit muttakiler, cennet muhafızlarının sözlerinden son derece şad olular. Allah’a hamd u senaya başlarlar;) “Bize verdiği sözde sadık olan ve bizi, (tasarruf sahibi kılıp) dilediğimiz yerinde kalacağımız bu cennet yurduna vâris kılan Allah’a hamd olsun. (Hayırlı) işler yapanların mükâfatları ne güzeldir?” derler.

75/72- (Resulüm! Kıyamet gününde) Melekleri görürsün ki, Rablerine hamd ile tespih ederek (“subhan’allah- elhamdulillah” diyerek) Arş’ın etrafını kuşatmışlardır. Melekler arasında da (nev-i beşer gibi) adaletle hükmedilir. (Her birinin taat ve ibadetine, marifet mertebesine göre ona derece verilir.)[237] (Hem insanlar hem de melekler tarafından aralarında adilane hükmedilmesinden dolayı) alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdsolsun” denilmiştir.

 

Biz de diyoruz, Allah’a hamd olsun. Tevafuk oldu bu sûre tamam oldu. Müjde ve tehditler ihtiva eden bu sûre ne mübarektir. Tebşir/müjde ve tahvif/korkutma insanları kemalata çıkarmak için Allah’ın iki kamçısıdır.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Zümer sûresini okursa Allah (cc) kıyamet günü onun ümidini kırmaz.”[238]

Müminlerin annesi Aişe (rha) buyuruyorlar ki: Resulüllah (sav) her gece İsrâ ve Zümer sûrelerini okurlardı.[239]


 

 

40/60 MÜ’MİN SÛRESİ

 

Mü’min sûresi, Mekke’de nazil olmuştur. 82 ayet, 1199 kelime ve 4960 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

 

Tefsir:

İkinci halife Ömer b. Hattab’ın hilafeti zamanında Şam büyüklerinden birini araştırdı ve etrafında bulamadı. Yanındakilere o kimsenin nerede olduğunu sordu. İçki içmekle meşgul olduğunu söylediler. O arada kâtibine o kimse için bir mektup yazdı:

Bu mektup Ömer b. Hattab’tan filan kese.. Selam olsun sana.. bu mektubu sana yazmakla yegâne olan Allah’a hamd ederim..” dedikten sonra bu sûrenin başlangıcından üçüncü ayete kadar yazdı. Ondan sonra kâğıdı mühürledi ve hizmetçisi ile o şahsa gönderdi, o şahsın tövbe etmesini istedi. Mektup o şahsa ulaştı. Okuyunca ağlamaya başladı. Çünkü mektupta, tövbe ettiği halde Allah’ın onu bağışlayacağı yazılıyordu. Kendi kendine, “Allah beni bağışlayacağını vadediyor. Azabından da korkutuyor..” Bu cümleyi defalarca söyledi. Sonra tövbe etti. Bu haber Hz. Ömer’e ulaştı ve yanındakilere:

Bakın bir mümin kardeşiniz hata edip bir günah işlediği zaman ona karşı benim bu yaptığım gibi yapın. Nasihat edip onu koruyun. Allah’ın onun tövbesini kabul etmesi için dua edin... sakın beddua edip o arkadaşınıza karşı şeytana yardımcı olmayın...[240]

Emer-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker metodunu iyi bilenler böyle davranırlar. Bilmeyenler ise daima zorluk çıkarırlar. Yoksa adını vaiz koyarak ağzına her geleni konuşanlar kendilerinin İslam’ın tebliğcisi olduklarını hiçbir zaman savunmasınlar. Allah (cc), Resulüllah’a tatlı dille ve metotların en güzeli ile insanları hakka davet etmesini emir buyuruyor. Resulüllah (sav) de ondan sonra gelen ashabı da hep bu metodu uygulamışlardır. Nitekim Hz. Ömer (ra)’ten yukarıda bir uygulama nakledilmişti. Müslümanlar da Kur’an’ı ve Allah Resulünü örnek almalıdırlar.

1/2- Hâmîm. (Bu mübarek sûrenin adıdır.).

2-3/3-4- (Resulüm!) Bu Kitap (Kur’an, yaratılmışlara) mutlak galip olan, (her şeyi) çok iyi bilen, günahı bağışlayıp tövbeyi kabul eden, (asî olup şirke karar verenlere de) azabı şiddetli olan ve (ariflere) lütuf sahibi. Allah tarafından inmiştir. Allah’tan başka hiçbir hak mabut yoktur. Dönüş başka değil O’na dönecektir.

4-5/5- Allah’ın ayetleri hakkında ancak kâfirler mücadele ederler. (Resulüm! Kur’an’ı tekzip eden o kâfirlerin) selamet içinde diyar diyar dolaşmaları seni aldatmasın.  (Onlar şimdi rahatlık içinde dünyalarını geçiriyorlar ama, sonunda hem dünyada hem de ahrette helâk olacaklardır.). (Bu Kureyş müşrikleri seni tekzip ettiği gibi) onlardan önce Nuh kavmi, arkalarından da çeşitli topluluklar (peygamberlerini) yalanlamışlardı. (Bu Kureyş müşrikleri sana kastettikleri gibi) Her ümmet, kendi peygamberlerine kastetmişlerdi ki onları tutup (her türlü azabı etsinler.). Batıl sözleri deste âvaz edip (peygamberlerle) mücadele ettiler ki, batılı hakkın yerine koysunlar. (Kur’an için gâh şiir, gâh sihir vs.. demediklerini bırakmadılar.) Onları (bu işleri yaparlarken) kıskıvrak yakaladım. (Resulüm!) Hele gör ki (onlara) azabım nasıl oldu! (Azabımdan kurtarabildiler mi? İşte Kureyşli müşrikleri de tutup böyle azap edeceğim.) 

6/6- (Resulüm! Geçen ümmetlere ilâhî azap hükmü nasıl vacip oldu ise) böylece kâfir olanlara da Rabbin azap hükmü vacip oldu. Şüphesiz onlar cehennem yoldaşlarıdırlar. (Sürekli orada kalacaklardır.).

7/7- Arş’ı yüklenenler ve bir de onun çevresinde bulunan (mukaddes ruhlar), Rablerini hamd ile tespih ederler, O’na iman ederler (itaat ederler.).  (Meleklerin kendileri iman etmekten başka) iman getirenlerden ötürü de mağfiret dilerler ve (dua makamında): “Ey bizim Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır; (Ey bizim Rabbimiz!) o kimseler ki, (kötü amellerinden) tövbe etmiş, senin (hak) yoluna uymuşlardır, onları bağışlayıp cehennem azabından koru.

8/8- Ey bizim Rabbimiz! Onları da, onların atalarından, zevcelerinden, nesillerinden salih kimseleri de kendilerine vâdettiğin Adn cennetlerin koy. Şüphesiz (cümle mahlukata) mutlak galip olan ve (her işi) hikmet üzere yapansın.

9/9- (Ey bizim Rabbimiz!) O (tövbe edenleri) günahların (azabından) koru. O gün sen kimi o azaptan korursan muhakkak ki onu rahmetine mazhar etmiş olursun. İşte bu büyük bir kurtuluştur.”

10/10- (Resulüm!) İnkâr edenlere (kıyamet günü yaptıklarının karşılığında azap edilir. O vakit uygunsuz iş tuttukları için şiddetle kendilerine düşman olurlar. Tam bu sıra tarafımızsan onlara) şöyle seslenilir: “(Dünyada bizim peygamberimiz sizi imana davet ederdi siz ise kâfir olup kabul etmezdiniz.) İşte (şimdi) öz nefsinizi düşman tutmanız (o gün) Allah’ı düşman saymanızdan daha büyüktür. (Öyleyse neden Allah’a düşmanlık etmekten sakınmadınız ki, bu gün azaptan kurtulasınız.).

11/11- Onlar cevap verir: Ey bizim Rabbimiz! (Bizi öldürüp hayat vermek senin kudretinde imiş;) Bizi iki defa öldürüp iki defa hayat verdin.[241] (Şimdi anladık sen buna kadirsin.) Günahlarımızı itiraf edip özümüzü günahkâr biliyoruz. Şimdi acaba (bizden ötürü bu azaptan) çıkmaya bir yol var mıdır? Derler.

12/12- (Kâfirlere cevap verilip denir ki: Siz azapta ebedî kalacaksınız. Bunun sebebi) şudur:Tek Allah’a ibadete çağrıldığınız zaman inkâr ederdiniz. Ama eğer O’na ortak koşulunca bunu tasdik ederdiniz. Artık bugün hüküm, yücelerin yücesi Allah’ındır. (Sizden ötürü ebedi azaba hükmetti. O’nun hükmünde geri dönmek yoktur.).

13/13- O Allah ki, sizden ötürü (tevhit ve kudretine delalet eden) ayetleri gösteriyor, sizin için semadan rızkın sebebi olan su yolluyor (lakin siz bunları hiçbirini düşünmüyorsunuz.). (Allah’ın gösterdiği delil ve burhanları) ancak (her yönüyle Allah’a)[242] dönenler düşünürler. (Fakat inatkârlar hiçbir delil ve burhana inanmayacaklardır.).

14/14- (Ey tövbe edip Allah’a dönenler!) Kâfirlerin hoşuna gitmese de dini yalnız Allah’a bırakarak, Allah’a dua edin.

15/15- İtaat eden bendelerinin derecelerini yükselten, Arş’ın sahibi Allah, buluşma günü (kıyamet günü) ile korkutmak için kullarından dilediğine iradesi ile ilgili (canlara can olan)[243] vahyi indirir.

16/16- O gün onlar kabirlerinden meydana fırlarlar. Özlerinin (amellerinden) Allah’a hiçbir şey gizli kalmaz. (Her şey tamamen yok olduktan sonra Allah sorar::) Bugün hükümranlık kimindir? (Hiç kimse bulunmadığı için yine kendisi cevap verir:) Kahhâr olan yegâne Allah’ındır.

17/17- Bugün her nefis kazandığı ile cezalanacaktır. Bugün zulüm yoktur. Şüphesiz Allah hesabı çok süratli görendir.

18/18- (Resulüm! Kâfir ve inatkârları) yaklaşmakta olan (kıyamet)[244] gününden uyar. O anda (içleri gam ve gusse dolu)  yutkunup dururken, (korkudan) yürekleri de ağızlarına gelmiştir. (Resulüm! O anda) zalimlerden ötürü ne yakın bir dost mihriban ne de şefaati kabul edilen bir şefaatçi bulunur (ki, onlara yardım edip bu azaptan kurtarsın.).

 

Tefsir:

Bütün habis sıfatların başı zulümdür. Ondan daha beter bir sıfat olamaz. Zalimler için ne dünyada ne de ahrette necat vardır. Zalimlerin, dünyada zulümlerinin karşılığını hemen görmeleri vacibat-ı akliyeden ve adiyattan kabul edilmiştir. Bunun için Kur’an, bir çok ayetinde bu habis sıfatın çirkinliğini defalarca anlatmıştır. Lakin İslam milleti Kur’an’ın hükümlerini ehemmiyetsiz bir şey gibi görüp terk etmişlerdir. Din önderlerinin çoğunda bu sıfat, yerleşik bir hal almıştır. İslam beldelerinin çoğunda adaletin yerini zulüm almaya başlamıştır. Hele özellikle, Asya’nın ortasında ve şeri hükümler konusunda, zulüm aynı adalet gibi gösterilmeye çalışılmıştır.

Yine din önderlerinden bir kısmı sadece kendi mezhebini Allah katında kurtulmuş fırka (fırka-i naciye) olarak kabul edip kendilerinden başka mezheplere mensup olanları cehenneme atmışlardır. Şimdi böyle bir milletin kurtuluşu söz konusu olur mu? Hevasına ve nefsine uyan kimsenin basiret gözü kör olacağından kendi ayıbını hiç görmez. İşte İslam milletlerini birbirinden ayıran kimseler bunlardır. Müslümanlar Kur’an’ın emirlerini terk ettikleri için bu hallere düşmüşlerdir. (...)

19/19- (Allah’ın ilmi her şeyi ihata etmiştir;) Allah, gözler hain bakışını (helal olmayan şeyleri gözleyişini) ve sinelerin gizlediği sırları bilir.

20/20- Allah hakkı yerine getirir, (hiç kimseye haksızlık etmez.). Ama o müşriklerin Allah’tan başka yalvardıkları (o putlar) ise hiçbir şeyi yerine getiremezler. (Hayat ve kudret sahibi olmayan neye hükmedebilir ki!.) Şüphesiz Allah (sizin her bir sözlerinizi) işitir, (her bir amelinizi) görür.

21/21- (Resulüm!) Acaba (bu müşrikler) yeryüzünde şöyle bir seyredip de bakmazlar mı ki kendilerinden önce bulunanların akıbetinin nasıl olduğunu görsünler! [Halbuki Şam’a ve sair yelere giderken onların harabelerini görüyorlardı.] Onlar (bedenlerindeki) kuvvet ve yeryüzündeki eserleri bakımından bunlardan daha da üstündüler. Hal böyle iken Allah onları günahları yüzünden yakaladı (helâk etti.). Onları Allah’ın azabından saklayan da olmadı. (Resulüm! Bu müşrikler de Allah’ın azabından sakınsınlar da şirki terk etsinler. Yoksa onlara da azap gelecektir.).

22/22- (Geçen ümmetlerin helâk olmalarının sebebi) budur ki: Peygamberleri kendilerine aşikâr mucizeler getirdikleri halde, inkâr edip kâfir oldular. Dolaysıyla Allah onları yakaladı (helâk etti.). Hakikat şu ki, Allah (azap etmekte) kuvvet ve kudret sahibidir ve şiddetli azap edendir. (Ey müşrikler, siz de size gelen bu Kur’an’ı inkâr etmeyin yoksa başınıza aynı şeyler gelir.).

23-24/23- (Bu cümleden olarak o geçen peygamberlerden) Musa’yı ayetlerimizle ve açık bir delil ile Firavun’a, Hâmân’a ve Karun’a gönderdik de onlar: “Bu bir sihirbaz ve yalancıdır” dediler.

25/24- Bunun üzerine Musa, kendilerine tarafımızdan hakkı getirince de, Firavun ve onun tabileri dediler ki: “Onunla beraber iman etmiş onların oğullarını öldürün, kadınlarını da hayatta bırakın.” (Ta ki, onlar için bir ceza olur da, Musa’dan yüz çevirirler.). Kâfirlerin hileleri boşa çıkıp ( müminlerin erkek ve kız çocuklarını öldürmeleri kendilerin bir fayda vermedi. Musa’nın emri ortaya çıktı. İman etmeyenler zelil oldular.).

26/25- [Firavun, Musa (as)’ı öldürmek isterdi. Fakat yanındaki vezirleri buna mani olmaya çalışırlardı. Bununla Musa (as)’ın ne yapacağını sonuna kadar takip etmeyi düşünüyorlardı.][245] Firavun: “Bırakın beni, dedi. Musa’yı öldüreyim; (o vakit) Rabbini çağırsın (baklalım bana ne yapacak?). Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden, yahut (Mısır)yerine fesat salmasından korkuyorum.”

27/26- Musa (Firavun’un kendini öldüreceğini haberini işittikten sonra) dedi ki: “Ben hesap gününe inanmayan her kibirliden, (bu cümleden olarak Firavun’un şerrinden) benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığınırım”.

28/27- (O vakit) Firvun’nun has arkadaşlarından (hani)  imanını gizleyen bir mümin adam[246] (Firavun ve etrafında olanlara dönerek:)  dedi ki: Siz bir adamı “Rabbim Allah’tır” dedi diye öldürecek misiniz? Halbuki size Rabbiniz Allah’tan (kendi sıfatına delalet eden) delil ve burhanlar getirmiş. (Doğru konuşuyor diye bir kimse öldürülür mü?) Kaldı ki, bu kimse (Musa) eğer yalancı ise yalanı kendisine aittir. (Yalancıya bela olarak yalan söylemesi yeter. Ona başka azap vermeye gerek yoktur.) Eğer doğru söylüyorsa sizi tehdit ettiği azabın bir kısmı dahi olsun gelip size çatar. (Böyle bir kimseyi öldürmek çok fena bir şeydir. Gidin ona tabi olun. Öldürme fikrinden vazgeçin.) Geçek şu ki, Allah, yalancı ve haddini tecavüz eden şahsı hidayet etmez. (Onun emri payidar olmaz, belki paymal olur.) [Musa (as) da yalan söylüyorsa (!) o da zelil olur.]

29/28- (O iman eden kimse diyor:) “Ey benim kavmim! Bugünkü günde saltanat sizin elinizdedir. (Mısır)yerinde (Beni İsrail’e) galipsiniz; (Musa’yı öldürmekle bu saltanatı fesada verip, azaba dûçar olmayın.). Eğer Allah’ın azabı bize gelip çatsa, kim bize yardım eder? (Gelin Musa’ya itaat edin de Allah’a iman getirin.) Firavun (o kimseye itibar etmeyip, vezirlerine dönerek) dedi ki: Ben size başka değil kendi görüşümü söylüyorum ve yine size ancak doğru yolu gösteriyorum. (Sizin hayır ve salahınız Musa’yı öldürmektedir.).

30/29- (Musa’ya iman etmiş olan o mümin kimse) dedi ki: “Ey benim kavmim! Hakikat şu ki, ben sizin hakkınızda (daha önce geçmiş) kavimlerin (başlarına gelen) günlerin (azabı) gibi (bir azabın) gelmesinden korkuyorum..

31/30- Ey benim kavmim! Nuh kavminin, Ad’ın, Semud’un ve daha sonrakilerin maceraları gibi (bir günün geleceğinden korkuyorum.. onların hepsi helâk oldular. Siz de böyle helâk olacaksınız.) Allah, bendelerinden ötürü hiç bir zulüm olmasını istemez. (Bilakis, o ümmetler, kendi yaptıkları yüzünden adalet üzere helâk oldular.).

32/31- Ey benim kavmim! Ben size gelecek tenad gününden (bağrışma, çağrışma günü. Allah’ın insanları hesap için çağırdığı kıyamet gününden, o günün azabından) korkuyorum.

33/32- O gün öyle bir gündür ki, (hesaptan dönüp cehenneme götürüleceğiniz gün) sizi Allah(ın azabından) kurtaracak kimse yoktur. Her kim Allah şaşırtırsa, artık ona bir yol gösterici bulunmaz.

34/33- (Ey benim kavmim!) Hakikat şu ki, (Musa’dan) önce Yusuf da size vazıh deliller getirmişti ve onun size getirdiği şeyler hakkında şüphe etmiş(kabul etmemiş)tiniz. Nihayet o vefat edince “Allah, ondan sonra peygamber göndermez” dediniz. İşte böylece (dinî emirlerde) haddini tecavüz edip muttasıl bir şüphe içinde bulunan kimseyi Allah sürekli dalalette bırakır.

35/34- Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah’ın ayetleri hakkında mücadele edenler yok mu, onlar hem Allah nezdinde hem de müminler yanında büyük bir nefretle karşılanırlar. İşte Allah, her bir zalim ve mütekebbir kimsenin kalbini böyle mühürler, (sürekli dalalette bırakır.).” [Burada Firavun ailesinden mümin olan kimsenin baştan buyana devam eden sözü tamam oldu.].

36-37/35-36- [Firavun, Musa (as)’ın doğru söylediğini her hal de anladı ki, onu öldürmekten vazgeçti. Fakat bu kez, onu tekzip etmek için başka çarelere baktı:] (Veziri Hâmân’a dedi ki:) “Ey Hâmân! Bana yüksek bir kule yap; belki yollara.. semanın yollarına erişirim de Musa’nın Tanrı’sını görürüm. Ben onun yalancı olduğunu sanıyorum, (eğer semalarda onun mabuduna rastlarsam anlarım ki doğru söylüyor.).” Böylece (şeytan tarafından) Firavun’a, yaptığı kötü iş güze gösterildi ve (hak) yoldan saptırıldı. (Resulüm!) Firavun’un düzeni (hiçbir tesir etmedi) hep boşa çıktı.

38/37- O iman eden kimse (Firavun’un amcası oğlu, kavmine nasihat makamında:) dedi ki: “Ey kavmim! Bana tabi olun ki size doğru yolu göstereyim.” [Bu ayette hidayet, icmalen anlatılmıştır. Gelecek ayetlerde dünyanın fani oluşu ahretin baki oluşu, hayır ve şer amellerin cezası ayrıntılı olarak anlatılacaktır.]

39/38-39- Ey benim kavmim! Bu dünya hayatı (ve orada tadılan lezzetler) başka değil sadece bir metadır. (Azıcık bir şeydir.). Asıl vatan ve karar tutulacak yer ahrettir. (Ahret yurdunu için hazırlamak gerekir. O da peygamberlerin yoluna uymakla olur.)

40/40- (Allah’ın ilk sıfatı adalettir. Adaletin gereği ise) kim bir kötülük işlerse, onun kadar ceza görür. Ama kim de kadın veya erkek, mümin olarak salih bir amel işlerse işte onlar, cennete girecekler, orada onlara hesaba gelmez rızklar verilir. [Hayır bir amele, karşılığından daha fazla vermek Allah’ın lütuf ve ihsanındandır.]

41/41- Ey benim kavmim! Bana ne oluyor ki ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz beni ateşe çağırıyorsunuz. (Aklı olan,  kurtuluşu bırakır da cehenneme gider mi?).

42/42- Siz beni, Allah’ı inkâr etmeye ve hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığım şeyleri (o putları) Allah’a ortak koşmaya çağırıyorsunuz. (Eğer Allah’ın bir ortağı olsaydı, o mutlaka bilinirdi. Fakat Allah’ın hiçbir ortağı olmadığı için bilinmiyor.) Ama ben sizi (müşrik ve isyankârlara) gaip olan (onlardan intikamını alan, tevbe edenlerin günahını) bağışlayan Allah’a davet ediyorum. (Siz benim davetimi kabul etmiyorsunuz. Benim davetim doğru yoladır. O halde ben size nasıl uyarım.).

43/43-44- Hak hakikat budur ki, sizin beni ona (o herhangi bir puta) davet ediyorsunuz; ama o (putlar) ne dünyada ne de ahrette (insanları kendilerine) davet etmiyorlar ki. (Hak mabut odur ki, insanları kendine itaat etmeye davet etsin. Yani peygamber tayin edip kitap göndersin. Ondan sonra iman edenler, dalalette olanları o mabuda davet etsinler. Ey, bu putların hiçbiri kendilerine davet etmiyorlar. Öyleyse size ne oluyor ki onlara davet ediyorsunuz?.) Halbuki dönüşümüz Allah’adır. (Her kese yaptığının karşılığını verecektir.). Hakikat şu ki, haddini aşanlar (isyankâr olup şirk koşanlar) işte onlar  var ya cehennem yoldaşlarıdırlar.

44/45- Hele durun bir gün gelir ki, size söylediklerimi hatırlarsınız. (Pişman olursunuz ama, bu pişmanlık size fayda vermez. Şimdi siz beni korkutmaya çalışıyorsunuz, fakat sizden korkum yoktur.) Ben işimi Allah’a havale ediyorum.. Şüphesiz Allah bendelerini görür. [Burada o mümin kimsenin sözleri sonra erdi. Bundan böyle o müminin kurtuluşu anlatılıyor.]

45/46- (Resulüm!) Allah o mümini, onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Ama (Firavun’nun kendini ve) tabilerini ise kötü azap (denizin korkunç dalgaları) kuşatıvermişti.

46/47- Onlara sabah akşam (kıyamete kadar) cehennem ateşi gösterilip (böylece azap edilir.). Kıyametin kopacağı gün de: Firavun ailesini azabın en çetinine sonun (denilecek.).

47/48- (Resulüm!) Ne zaman ki, (cehennem ehli ve bu cümleden olarak Firavun ve tabileri) ateşin içinde birbiri ile çekişirlerken zayıflar (tabi olanlar), o büyüklük taslayanlara: Biz size uymuştuk (ağa ve reis seçmiştik. Ama bilemedik ki siz bizden daha beter ve şerir kimselermişsiniz. Takvaya bürünmüş fasıklarmışsınız.). Şimdi  (size olan hizmetimize karşılık olarak) ateşin birazını bizden savabilir misiniz? derler.

 

Tefsir:

Allah (cc) bu ayette beyan ediyor ki, dünyada adlarını önder koyup Allah’ın kitabının hilafına olan şeyleri halka anlatan kimseler, ahrette olacak bu tabi-metbu çekişmesini iyi düşünsünler. Kur’an’a muhalif söz ve beyanlarda bulunmasınlar. Aynı zamanda, tabi durumunda olan insanlar da bu kimselerden kurt koyundan kaçar gibi kaçsınlar. (...).

48/49- O büyüklük taslayan resiler ise: Hakikat şu ki (biz de, siz de) hepimiz bunun içindeyiz, (hepimiz cehenneme gireceğiz. Biz bu azabı nasıl defedelim! Eğer mümkün olsa kendimizi kurtarırız. Siz kendi isteğinizle bize tabi oldunuz. Şimdi bizden size hiçbir fayda olamaz.). Şüphesiz Allah bendeleri arasında hükmedecektir; (cennet ehli cennete, cehennem ehli ise cehenneme gidecektir.)” derler.

49/50- (Resulüm!) Cehennemde olanlar (birbirinden yardım istemekten ümitlerini kesince,) cehennem bekçilerine: “(Bize acıyın da) Rabbinize yalvarın, bari bizden bir gün olsun azabı hafifletsin” diyeceklerdir.

50/51- Hazinler (Cehennem bekçileri) onlara: Acaba size peygamberleriniz vazıh delil ve burhanlarla gelip (sizi hak tarafına çağırmadılar mı?). derler. Onlar da: Evet, (geldiler, bizi hakka davet ettiler. Fakat biz kabul etmedik.) derler. Cehennem bekçileri onlara: “(Bizde o cüret ve cesaret yoktur ki, sizin için Allah’a yalvarıp bu konuyu açalım;) sizin kendiniz yalvarın. Ama bunu da bilin ki (sizin gibi) kâfirlerin duası batıl ve kabul olunası değildir.

 

Tefsir:

Şeriat sahibi peygamberler (Resuller) Allah (cc) tarafından kitap getirip insanlar için hükümler vaz ederler. Sonra da kendileri Allah’a rücû ederler. İşte bu peygamberler Allah’tan gelen mesajı insanlara anlatıp Allah’a itaat etmelerini söyledikleri zaman o asırda yaşayan ümmetler yukarı da geçen sözün muhatabı olurlar. Yani olara “Acaba size peygamberleriniz vazıh delil ve burhanlarla gelip (sizi hak tarafına çağırmadılar mı?denir. Hem peygamberin bu sözü o ümmetlere diyip dememesi de bu soruyu değiştirmez. Çünkü o kitabı getiren peygamber vefat etse bile onun getirdiği kitap, ilâhi mesaj ortadadır. Bu yüzden Kur’an her an her dakika insanları güneş gibi parlak İslam’a davet eden bir kitaptır. Lakin insanların gözlerini cehalet perdesi tuttuğu için öyle bir nurdan gafil olup kendilerini rehbersiz zannederek Kur’an’dan başka bir Dâînin (sözde İslam davetçisinin) ardına düşüyorlar. Nitekim bizim İslam milletinin bazı taifeleri bu derde müptelâ olmuşlardır. Yine bu yüzden onların arasında her zaman bir taze Dâî kendi ismi ile ya da “Mehdî” sıfatıyla ortaya çıkıyor ve cahil kimseleri büyük tehlikelere sürüklüyorlar. Allah kullarının ne yaptığını iyi görmektedir.

51/52- (Resulüm!) Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında hem de (peygamberlerin doğru olduklarını tasdik etmek için) şahitlerin şahitliğe duracakları günde yardım edeceğiz.

52/53- (Allah Resullerine yardım edeceğimiz) o gün, zalimlere, özür dilemeleri hiçbir fayda vermez. Onlar için Allah’ın rahmetinden uzak olmak ve yine onlar için yurtların en yamanı (cehennem) vardır.

53-54/54- (Resulüm!) Muhakkak ki, biz Musa’ya hakka davet etme metodunu ihsan ettik ve İsrail oğullarını Musa’dan sonra  o Kitab’ı (Tevrat’ı) varis bıraktık. (Bunu) Aklı başında olanlar için bir hidayet rehberi ve bir tezkire[247] olarak (varis bıraktık..).

55/55- (Resulüm! İşte Musa’nın kıssasından haberdar oldun ve gördün ki onu düşmanlarına galip ettik.) Sen de sabret. Allah’ın vâdi haktır, (seni mutlaka galip edecektir.). (daha faziletli olanı evla olana tercih etmekle yapmış olduğun içtihadından dolayı ortaya çıkan; sana göre)[248] günahının bağışlanmasını iste. Akşam-sabah Rabbinin hamd ile tespih et.

56/56- (Resulüm!) Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah’ın ayetleri hakkında mücadele edenler yok mu onların kalplerinden büyüklük iddiası yatmaktadır. (İstiyorlar ki kendileri reis olsunlar. Bunun için düşman kesilip sana tabi olmuyorlar.). (Resulüm! Bu müşrikler) istediklerine ulaşamayacaklardır. (Hepsi senin elinde mağlup olacaktır. Sana karşı büyüklük taslayıp sana dolaplar çevirenlerden) Allah’a sığın, (onları Allah’a havale et.) Şüphesiz Allah (senin ve o müşriklerin sözlerini) işitip (sizin amellerinizi) görendir.

57/57- (Resulüm! Bu müşrikler, yeniden dirileceklerini inkâr ediyorlar. Halbuki semavatın yaratılışına bir bakmıyorlar ki) semaların ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür (daha hayret vericidir. Allah bunları nasıl yaratmaya kadir ise insanları da öldükten sonra diriltmeye kadirdir.) Lakin insanların çoğu (dikkat nazarı ile bakmadıkları için Allah’ın bu kudretini) bilmiyorlar.

58/58- (Görür) kör ile gören, inanıp salih amellerde bulunanla kötülük yapan bir olmaz. (Lakin) az (vakit olur ki,) düşünür de (bu zikredilenler arasında bir fark olduğunu anlarsınız.).

59/59- Şüphesiz kıyamet gelip yetişip  vaki olacaktır. Onda hiç şüphe yoktur. Lakin insanları çoğu (kıyametin kopacağına) iman etmezler.

60/60- (Resulüm! İnsanlara de ki:) Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin (her bir makamda beni çağırın), kabul edeyim. Çünkü bana ibadet ve bendelik etmeyi bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.

61/61- Allah o dur ki, (o mükemmel kudretiyle) dinlenesiniz diye geceyi, görmeniz (her bir maaşınızı temin etmeniz) için de gündüzü yarattı. Şüphe yok ki Allah nev-i beşerden ötürü ihsan ve lütuf sahibidir; (onlar için maaş ve geçimlerinde her bir sebebi yaratmıştır.) Lakin insanların çoğu (Allah’a) şükretmezler.

62/62- (Ey nev-i beşer!) İşte (kudret sahibi) Rabbiniz, her şeyin yaratıcısı olan o Allah’tır. Ondan başka ibadete layık hak mabut yoktur. Öyleyse niçin (O’na ibadet etmekten) kaytarıyorsunuz. (Tutup başka tanrılar ediniyorsunuz.).

63/63- İşte Allah’ın ayetlerini bile bile inkâr edenler böyle kaytarıyorlar.

64/64- Allah odur ki, (mükemmel kudretiyle) siz nev-i beşerden ötürü yeri mahalli ikamet, semayı da (hava küresini[249] de bir kubbe gibi) bina yaptı. Sizi nev-i beşere insan suretini ihsan edip güzel surette sizi yarattı. Sizi temiz pâkize rızıklarla rızıklandırdı. [Bu ayet delildir ki, selim tabiatın nefret ettiği yiyecekler haramdır. Ve bu açıktır.] Sizin Rabbininiz (böyle sıfatların sahibi) Allah’tır. Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.

65/65- Allah dama diridir; (kâmil bir hayat sahibidir, onun varlığına fenâ yol bulamaz.) O’dan başka hak mabut yoktur. O halde dini yalnız O’na has kılan samimi kişiler olarak Allah’a dua edin. (Ve diyin ki:) Bütün hamd u sena alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.

66/66- (Resulüm!) De ki: Bana Rabbimden delil ve burhanlar gelince (bende olan akla destek oldu. Bir taraftan Kur’an, diğer taraftan akıl olunca) ben, sizin Allah’ı bırakıp ta taptıklarınız (o putlara) tapmaktan nehyedildim ve bana alemlerin Rabbine  itaat etmem emrolundu.

67/67- Allah O’dur ki, (eşsiz kudretiyle) siz(in aslınız Adem ve Havva’yı) topraktan yarattı. Sonra (şimdi bilinen tenasül ve izdivaç ile) nutfeden, sonra alâkadan (döllenmiş yumurta/zigot) yarattı, sonra bebek olarak çıkardı. Sonra siz güçlü çağınıza erişir,  sonra ihtiyar hale gelir, -ama bazınız olur ki, bu çağa gelmeden ölürsünüz-,  neticede muayyen ecelinize ulaşırsınız. Elbette (bunlara bakıp) akıl üzere fikir verir (de ibret alırsınız.).

68/68- (Sizleri) öldürüp dirilten Allah’tır. O, her hangi bir işin olmasını dilediği zaman, (ezelî iradesi taalluk ettiği zaman) yalnız “Ol” der, o da oluverir heman. [Allah’ın “Ol” demesi itibarî bir kelâmdır. Meseleyi bize anlatmak içindir. Yaratılmışların meydana gelmesi için O’nun ezelî iradesi yeter. Demek, konuşmak, beşere mahsustur.]

69/69- (Resulüm!) Allah’ın ayetleri (Kur’an) hakkında niza ve cidal edip (onu iptal etme fikrinde) olanlara baksana, nasıl da (bize itaat ve ibadet etmekten) kaytarıyorlar. (Bize şirk koşuyorlar.).

70/70- (Resulüm!) Kitab’ı (Kur’an’ı) ve peygamberlerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar alimallah (kendilerine nasıl azap edeceğimizi) yakında bileceklerdir.

71-72/71- Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde, sıcak suyun içine çekilecekler, sonra (onları her bir taraftan ihata eden)[250] ateşte yakılırlar, (içleri de ateşler dolar.).

73-74/72- Sonra onlara denilir ki: Allah’ı bırakıp da ortak koştuğunuz (o putlar) nerede? Onlar da: “Bizden sıvışıp kaçtılar. Belki (bizce anlaşıldı ki) daha doğrusu biz bundan önce hiçbir şeye tapmıyormuşuz.” derler. (Resulüm,) işte Allah o kâfirleri böyle şaşırtır.

75/73- (Cehennemde kalanlara denilir ki) Bu (cehennemde olmanız) yeryüzünde hakkınız olmadığı halde şımarmanızdan ve aşırı derecede sevinip böbürlenmenizden ötürüdür.

76/74- (O vakit, kâfirlere denilir ki:) İçinde ebedi kalmak üzere cehennemin kapılarından girin! Mütekebbirlerin yeri (cehennem) ne yaman yerdir!

77/75- (Resulüm! Bu müşriklerin eziyetlerine) sabret. Allah’ın vâdi haktır, (elbet vaki olacaktır.). Lakin, onları tehdit ettiğimiz azabın bir kısmını sana gösterip (mağlup olmaları ile seni sevindiririz) yahut da seni daha önce vefat ettiririz. (Fakat onları mağlup edeceğiz.) Nasıl olsa onlar bize döneceklerdir. [Allah (cc), ayette, müşriklerin dünyada azap görüp zelil olmalarını müphem bırakıyor ki, o Hazretin şevki iyice ziyadeleşsin. Fakat Allah (cc), Resulüllah’a onların zilletini, defalarca  göstermiştir.]

78/76- (Resulüm!) Hakikat senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana kıssalarını dediğimiz kimseler de var kısssalarını demediğimiz kimseler de var. [Müşrikler, Resulüllah’tan “eğer filan mucizeyi getirirsen sana iman ederiz” dediler. Allah, cevap veriyor:][251] Hiçbir peygamber Allah’ın izni olmaksızın herhangi bir mucizeyi kendiliğinden getiremez. Allah’ın emri gelince de hak yerine getirilir. Batıl bir dava peşinde koşanlar, işte bu noktada hüsrana uğrarlar. (Nitekim, Bedir’de buna şahit oldular.).

79/77- Allah (sizi üstün kılıp) kimine binesiniz kimini yiyesiniz diye sizin için hayvanları yarattı.

80/78- Onlarda siz nev-i beşerden ötürü daha ne çok faydalar vardır. Gönüllerinizdeki bir arzuya, onlara binerek ulaşırsınız. [Günümüzde ne kadar taşıma araçları gelişse bile yine bunlara ihtiyaç vardır.] Onların ve gemilerin üstünde taşınırsınız.

81/79- Allah (tevhit ve kudretine delalet eden) ayetlerini size gösteriyor (ki, onun varlığına ve birliğine iman edesiniz.) Allah’ın ayetlerinden hangi birini inkar edersiniz?

82/80- (Resulüm! Bu müşrikler) yeryüzünde bir seyir edip dolaşmadılar mı ki  kendilerinden öncekilerin akıbetleri nice olmuştur, görsünler! Öncekiler bunlardan daha çoktu,  kuvvetçe ve yeryüzündeki ümranları bakımından da daha sağlam yollu idiler. Fakat kazandıkları şeyler onlara asla fayda sağlamadı, (azap hepsini yakalayıp helâk oldular.).

83/81- (Resulüm!) Ne zaman peygamberleri onlara (doğruluklarına delalet eden) açık delil ve burhanlar getirince,  (onların sözlerini kabul etmeyip) kendilerinde bulunan (beşerî) bilgilere güvendiler (onları alaya aldılar.). Alaya aldıkları şeyin (azabı) kendilerini çepeçevre kuşattı.

84/82- Azabımızı görünce (nâçar kalıp) “Allah’ın birliğine inandık ve O’na şirk koştuğumuz şeyleri inkâr ettik.” dediler.

85/83- Ama azabımızı gördükleri zamanki imanları kendilerine fayda verecek değildi. Allah’ın kulları hakkında süregelen âdeti budur, (azap inince tövbeleri kabul olmaz.) İşte kâfirler bu noktada hüsrana düştüler.

 

Hamd olsun Mü’min sûresinin tefsiri tamam oldu.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve  mü’minlerin ruhları ona rahmet gönderip ondan ötürü mağfiret dilerler.”[252]


 

 

41/61 SECDE (FUSSİLET) SÛRESİ

 

Fussilet sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 53 ayet, 796 kelime ve 3350 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Hâmîm. (Bu mübarek sûrenin adıdır.).

2/3- (Bu sure) Rahman ve Rahim olan (dünyada ve ahrette merhamet eden) Allah’tan inmiştir.

3/4- Bu, Arapça bir Kur’an olarak, ayetleri (ahkâm, mevize ve kıssa gibi muhtelif manalarda) alimlerden ötürü açıklanmış (birbirinden temyiz edilmiş, ve her türlü işkâl ve pürüzden arındırılmış) bir kitaptır.

 

Tefsir:

Son derece fesahat ve belagatı haiz bulunan bir sözün, gerektir ki manası ve faydaları kolay bir şekilde anlaşılsın ve dilden anlayanlar ondan istifade etsinler. Kur’an’ın, fesahat ve belagatın zirvesinde olduğu konusu, beyan ilmini bilenler nezdinde şüphesiz aşikârdır. O halde Kur’an bu kadar açık ve anlaşılması kolay bir kitap ise, her kesin onu anlaması gerekmez mi? Böyle bir kitaptan bir kısım insanlar istifade ederken diğerleri neden mahrum kalsınlar?

Fakat İslam mezheplerinden bir kısmı Kur’an’ın manasını sadece bir kesimin anlayabileceğini söylemiş, Kur’an’ın tefsirini sadece On İki İmam’a bırakmışlardır. Son derece fasih ve belîğ bir kelamın faydası bu mudur? Halbuki Arapça’yı iyi bilen alimler Kur’an’ın  dil kaidelerini en mükemmel bir surette ortaya koymuşlardır. Kur’an’ı en güzel bir şekilde anlayıp onun  nükte ve remizlerinden istifade etmişlerdir. Fakat ne yazık ki, bir kısım sözde din alimleri, Kur’an’ın umumî faydalarını avam insanlardan saklıyorlar. Bu onların işine geliyor. Çünkü geçimlerini Kur’an üzerine kurmuşlardır. Eğer avam insanlar Kur’an’ı anlamış olsalar onların Kur’an’ın sırtından elde ettikleri geçimleri suya düşecektir. Onun için Kur’an ilimlilerinin bir kısmını Allah bilir, bir kısmını Peygamber bilir, bir kısmını da İmamlar bilir, demekle maksatlarına ulaşmışlardır. İşte bu yüzden İslam dininde bidatler, çeşitli ihtilaflar alıp başışı gitmiştir. Mezhepler de bunun neticesinde ortaya çıkmıştır. Kur’an’dan uzaklaşmak bir kısım sapık mezheplerin ortaya çıkmasına vesile olmuştur.

4/5- (Bu Kur’an müminlere) müjde verici, (günahkârları azaptan) uyarıcı olarak imiştir. Lakin insanları çoğu (ondan) yüzçevirip sözüne kulak vermiyorlar, (itaat etmiyorlar.).

5/6- (Resulüm, ne zaman bu müşrikleri Allah’a davet etmişsen onlar:) demişlerdir ki: Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da ağırlık vardır. Bizim senin aranda bir perde bulunmaktadır. (Sana inanmamıza engel durumlar vardır. Hiçbir vakit sana itaat etmeyiz.). Onun için sen işine bak, biz de zaten işimizde devamlıyız, (bize  mani olma.).

6/7- (Resulüm!) De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. (Sizin bağrınızdan.. içinizde neşv u nema bulmuşum. Lakin benimle sizin aranızdaki fark,) Tanrınızın bir tek ilah olduğu bana vahyolunmuştur. Öyleyse siz de istikamet üzere O’na yönelin ve günahlarınızdan ötürü O’ndan af dileyin. Müşriklerden ötürü azap hazır ve müheyya olmuştur.”

7/8- (Müşriklerin) sıfatları budur ki: Zekât vermezler, hem ahreti de bizzat inkâr ederler.

 

Tefsir:

Zekât vermemenin müşrik sıfatlarından sayılması çok dikkat çekicidir. Dünya malı insana canı kadar belki de ondan daha sevimli gelir. Bir kimse din adına bir şey verdiği zaman canı gitmiş gibi hisseder. Allah yolunda mal sarf etmek bir kimsenin dininde olan sebatına, istikametine, sıdk u niyetine, din ve milletini çok sevdiğine delalet eder. Özellikle, milletin halini ıslah eden, ekonomik sıkıntılarını gideren, din ve milletin ilerlemesini temin eden zekât, misli bulunmaz bir müessesedir.

Onun için dinin ilk şartı, din ve milletin terakkisi için zekât vermektir. Hatta zekât vermeye, en büyük cihat demek sezadır. İşte bunun için Allah (cc) zekât vermeyi dinin farzlarından saydı ki, kesinlikle terk edilmesin ve İslam dini onunla kuvvet bulsun. Maldan geçmek, nefse çok ağır geldiği, hem de bunun karşılığında büyük mükâfatlar bulunduğu için,  Allah (cc) zekât vermemeyi ahrete inanmamakla bir yerde zikretmiştir. Ve bunun zımnında zekât vermemenin şirk seviyesinde bir günah olduğuna işaret edilmiştir.[253]

Araplardan Beni Hanife kabilesi zekât vermek istemedikleri için mürtet sayılmışlardır.[254]  Ebu Bekir (ra) hilafeti zamanında bu yüzden onlarla savaş etmeye emir vermiştir. Zekâttan bir hisse de sınır boylarında jeopolitik yerlerde duran müellefe-i kulûba (kalpleri İslam’a ısındırılmak istenen kimselere) verilir ki, orada bulunan Müslümanlara yardımcı olsunlar. Öyleyse bu kadar mühim bir müessese nasıl terk edilebilir!.. (...)

8/9- Hakikat iman edip salih amel yapanlar için ne bitmez tükenmez ecir ve sevap vardır. [Budan böyle, gelen ayetlerde yerin ve yerde olan şeylerin, semavatın kaç günde yaratılması beyan ediliyor:]

9/10- (Resulüm!) De ki: Dünyayı iki gün (miktarı zamanda) yaratan Allah’ı inkâr edip de başkalarını O’na denk mi tutuyorsunuz? (Böyle kudret sahibi Allah’tan ötürü ortaklar koşuyorsunuz,) bu, alemleri terbiye eden Allah’tır, (o sizin putlarınız değildir.).

 

Tefsir:

Allah (cc) her şeyi yaratmaya kadirdir. Lakin ilk önce sebeplerini yaratır. O sebeplerin icadı için bir zaman lazımdır. Onun için dünyanın yaratılmasında gerekli sebepler yaratılmış ve hazır edilmiştir.  Allah (cc), yine bundan ötürü kendisi de bir yaratık olan zamandan, iki günü bu dünyanın yaratılmasına ayırmıştır. Bu iki gün itibarîdir. Yine bundan sonra zikredilecek olan dört gün ve semanın yaratılması için iki gün tabirleri de itibarîdir.

10/11- Allah (o mükemmel kudretiyle) yer üstünde yüce muhkem dağlar çaktı, orada bereketler yarattı, ve orada arayıp soranlar (isteyenler) için gıdalarını (bitki ve ağaçlarını) tam dört günde takdir etti.

11/12- (Resulüm! Allah, yeri yaratıp, levazımatını takdir ettikten) sonra, (o mükemmel kudretiyle, nazarınızda) duman halinde bulunan semaya (sizin başınızın üs tarafına) yöneldi, Sema’ya ve Arz’a: “İsteyerek ve istemeyerek (bana taraf) gelin” dedi. “İsteyerek geldik” dediler. [Sema ve Arz’ın asıl varlıkları Allah’ın kudreti altında oldukları için bu kudretin neticesi, “itaat” tabiri ile ifade edilmiştir.]

12/13- Böylece onları iki gün (miktarı zamanda) yedi gök  yaptı ve her bir semaya (uçsuz bucaksız fezaya) emrini (onu yöneten nizamı) vahyetti. (Resulüm, bu nazarınıza ilk görünen) yakın semayı lambalarlar ve koruma ile (koruyucu güçlerle) donattık. Bunların hepsi (yaratılmışlara) galip, (her bir şeye) alim (olan Allah’ın) takdiridir (ki, her şeyin hilkatini hikmet üzere takdir etmiştir.).

13-14/14- (Resulüm!) Eğer bu müşrikler (onlara anlattığın delil ve burhanlardan) sonra yüz çevirirlerse de ki: Ben sizi Âd ve Semûd (kavimlerinin başlarına gelen) yıldırıma benzer bir yıldırımın (başınıza düşmesine) karşı uyardım. Ad ve Semûd kavimlerine: “Yalnız Allah’a kulluk edin” diye, önlerinden ve arkalarından peygamberler geldiği vakit dediler ki: “Eğer Rabbimiz (peygamber göndermek) isteseydi elbette melekler gönderirdi. (Siz de bizim gibi bir insansınız, ve nihayet siz Allah tarafından gönderildiğiniz söylüyorsunuz ama) biz sizinle gönderilen şeyleri inkâr ediyoruz. [Nitekim, bu kavimler, inkâr ettikleri için başlarına azap indi. Gelen ayetlerde anlatılıyor.]

 

Tesfsir:

Mekke müşrikleri bir araya gelip Resulüllah (sav) hakkında tartışıyorlardı. Nihayet  onların arasından Ebu Cehil kalkıp onlara:

Muhammdin (sav) işi bizi şüpheye düşürdü. Sihir, kehanet, falcılık ve şiiri bilen bir adam arasanız, onunla konuşsa da bize onun durumunu bir anlatsa.

Bu arada Utbe b. Rabia, ayağa kalkıp:

Ben vallahi şiiri, fal bakmayı, sihri dinlemişim, ona dair bir ilim edinmişimdir. Eğer dediğini gibi ise Muhammed’in (sav) durumu bana kapalı kalmaz.

Bundan sonra Resulüllah’ın (sav) yanına vardı ve ona:

Ya Muhammed, sen mi daha hayırlısın, Haşim mi; sen mi hayırlısın Abdulmuttalib mi; sen mi hayırlısın Abdullah mı?

...........

Ya sen bizim ilahlarımızı kötülüyor, atalarımızı sapık olarak gösteriyorsun, eğer başkanlık senin olsun istiyorsan bayraklarımızı sana dikelim ve eğer mal istiyorsan sana mallarımızdan senin ve arkandakilerin ihtiyaçlarını giderecek mal toplayalım ve eğer kadın ihtiyacın varsa Kureyş kızlarından beğeneceğin on tanesini seninle evlendirelim.

Resulüllah (sav), Utbe sözünü bitirinceye kadar sustu. Sözünü bitirince. Besmele çekip bu sûrenin başından on üçüncü ayete kadar okudu. Bu ayet gelince Utbe hemen Resulüllah’ın (sav) mübarek ağzını tuttu ve:

Seni sıla-i rahme yemin veriyorum, daha okumaya devam etme.

Resulüllah (sav) sustu. Utbe evine kapandı bir daha Kureyş’in arasına çıkmadı. Kureyşliler, dediler ki, Utbe kesinkes dininden döndü. Gelin onun yanına gidelim. Toplanıp yanına gittiler. Ebu Cehil ona:

Ey Utbe! Yanımıza gelmediğine göre anlaşılan o ki sen de Muhammed’in (sav) dinine inandın.

Ben Muahmmed’in (sav) yanına gittiğimde bana öyle bir şey okudu ki, o ne şiir, ne sihir, ne de fal idi. Semud kavminin kıssasına gelince ağzını tutup, okuduğunu devam ettirmemek için sıla-ı rahme yemin ettirdim. Ey Kureyş! Vallahi bilirsiniz ki,  Muhammed (sav) bir şey söylediği zaman yalan çıkmaz, onun için başınıza bir azap inmesinden korkarım...[255]

15/15- Ama Ad kavmi yeryüzünde haksız olarak büyüklük tasladılar. “Bizden daha kuvvetli (ve bizden daha cüsseli) kim var?” dediler. (Ad kavmi bu sözü derken) acaba onları yaratan Allah’ın, kendilerinden daha kuvvetli olduğunu düşünmediler mi? Ad kavmi bizim (ayetlerimizin hak olduğunu) biliyorlardı, lakin (inatlarından dolayı) inkâr ediyorlardı.

16/16- (Resulüm! Küfürler ve inatlarından dolayı) biz de kendilerine zillet azabını tattırmak için o (sekiz) nahis günlerde (uğursuz günlerde) üzerlerine dondurucu bir rüzgâr  gönderdik. Ahret azabı ise, (elbette dünya azabından) daha da hor kılıcıdır.

17/17- (Resulüm!) Semûd kavmine gelince, onlara yol gösterdik, onlar dalaleti hidayete (ve küfrü imana) tercih ettiler. Böylece yaptıkları yüzünden alçaltıcı azap yıldırımı onları yakaladı (hepsi helâk oldu.).

18/18- Lakin içlerinden iman edip de Allah’tan sakınanları ise kurtardık.

18/19- (Kıyamet gününde) Allah’ın düşmanları, ateşe sürüldükleri gün toplanıp bir araya getirilirler.

20/20- Nihayet oraya vardıklarında kulakları, gözleri ve derileri yaptıkları hakkında onların aleyhlerine (tuttukları kötü işler hakkında) şahitlik edeceklerdir.

21/21- (Onlar) derilerine şöyle derler: “Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?” Onlar da: “(Biz öz ihtiyarımızla konuşmadık) Bizi her  şeyi söyleten Allah söyletti.” Sizi ilk defa yaratan Allah’tır; işte O’na döndürüleceksiniz. (Sizi yeniden yaratan ve sonradan dirilten Allah, bizi böyle konuşturmaya da kadirdir. Bilmiyor musunuz?) derler.

22/22- (Resulüm! O vakit asilere denilir ki:) Siz, o günahları işlerken, ne kulaklarınız,  ne gözleriniz ne de derileriniz kendi aleyhinize şahitlik eder diye düşünüp sakınmadınız. Aksine, Allah yapmakta olduklarınızın bir çoğunu bilmez sandınız.

23/23- Rabbinize karşı beslediğiniz şu zannınız yok mu, dolanıp sizi ziyana uğratan o oldu işte.

24/24- Eğer (bu günahkârlar) sabredip dursalar bile (sabretmek onlara bir fayda kazandırmaz.) ateştir yerleri. Şayet razı etmek için tekrar dünyaya döndürülmek isterlerse, onları bu fırsat tanınmayacaktır.

25/25- Biz onlar bir takım arkadaşlar sardırmışızdır ki, onlar önlerinden ve arkalarında ne varsa hepsini bunlara süslü gösterdiler. (Resulüm! Bu müşriklerin) kendilerinden önce gelip geçmiş onlar cinler ve insanlar için (uygulanan) söz (yani ilâhî azap hükmü) kendilerine de gerekli olmuştur. Onar öz nefislerine ziyankâr olmuşlardır.

26/26- (Resulüm! Sen Kur’an okurken bu) kâfirler dediler ki: “Bu Kur’an’ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın, umulur ki galip gelirsiniz

 

Tefsir:

Rivayet edildiğine göre Resulüllah (sav) Mekke’de iken yüksek sesle Kur’an okuduğu zaman müşrikler etraftan dinleyen insanları kovar, dağıtırlar; “dinlemeyin şu Kur’an’ı ve yaygara, gürültü koparın”, derler ve ıslık çalar gürültü koparırlardı. İşte bu ayet onlar hakkında nazil oldu.[256]

27/27- (Kâfirler sana karşı böyle hareket ederler öyle mi?..) O inkâr edenlere şiddetli bir azabı tattıracağız ve onları, yaptıklarının en kötüsü ile cezalandıracağız.

28/28- İşte böyle... Allah’ın düşmanlarının cezası ateştir. Ayetlerimizi bile bile inkâr etmelerinden dolayı, ceza olarak, onlara müebbet kalma yeri (cehennem) vardır.

29/29- (Resulüm, o) kâfirler (cehennemde) diyecekler ki: “Ey bizim Rabbimiz! (Biz böyle azaba müstahak olduk. Bari) cinlerden ve insanlardan bizi dalalete salanları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım, onlar (azap edilirken) en aşağılarda kalanlardan olsunlar.

 

Tefsir:

Allah (cc) bu ayette onlara cevap vermiyor. Çünkü başka ayetlerde, dalalete düşenler ile dalalete salanlar arasında azap bakımından hiçbir farkın olmayacağını beyan etmişlerdi ki, her insana akıl verilmiştir; aklını kullanıp kimsenin oyununa gelmeyebilirdi.

30/30- “Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra dosdoğru olanların üzerine melekler iner ve derler ki: “Korkmayın! Tasalanmayın, size (gönderilen peygamberlerin lisanı ile) vâdolunan cennetle sevinin.

31-32/31- Biz, dünya hayatında da, ahrette de sizin dostlarınızız.  (Cennet nimetlerini) rahmeyleyip bağışlayan Allah’ın ikramı olarak, canlarınızın çektiği ve istediğiniz her şey sizindir.

33/32- (Resulüm!) Bir kimse ki, (insanları) Allah’a (şirkten tevhide, dalaletten hidayete ve küfürden imana) davet eder ve kendisi de salih amel işler, “Ben İslam’da sabit berkarar olanlardanımderse sözce ondan daha sözlü kim olabilir?

 

Tefsir:

Elbette böyle güzel söz ve davranışta bulunan insandan daha güzeli bulunmaz. İslam’a inanan insanların şiarı, dalalette bulunanları hidayete çağırmak, başka dinlerde bulunanları İslam’a davet etmektir. Şayet Müslümanların hepsi bu sıfatta olmasalar bile ayetin hükmü ile içlerinden bir kısım Müslümanlar hakkı neşretmelidirler. Ve hiç olmasa böyle hakkı neşreden bir cemaatın bulunması vaciptir. Sırf dini neşretmek için bir cemaatın bulunması, farz-ı kifayeyi yerine getirerek sair Müslümanların üzerinden de bu vazifeyi kaldırmış olurlar. Bunun gibi ayetlerin faydaları gizlilik perdesinde kalıp insanlar istifade edemiyorlar. Halbuki bu ayetten sair dinlerin insanları faydalanıyorlar. Bugünkü günde Müslümanlar, Kur’an’ı terk ettikleri için bedbaht hale düşmüşlerdir.

34/33- (Resulüm!) Yahşi yaman birbiri ile farklıdır eşit olmazlar. Lakin (biri sana kötülük etse, sen kötülüğü) en güzel tarzda sav. O zaman (bakarsın ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, dolanıp sanki candan bir dost oluvermiştir.

 

Tefsir:

Affetmek, kötülüklerden geçmek, İslam dininin öncelikli hükümlerindendir. Nitekim ayette ifade ediliyor. Mesela bir kimse sana kötülük yapsa ondan geçmek güzeldir. Ama bundan daha güzeli de odur ki, kötülükten vazgeçtikten sonra ayrıca o kimseye karşı bir de iyilik yapasın. Eğer seni zemmetse, sen onu övesin. Senin aziz evladını öldürse, affedesin. Senin malını telef etse, sen onun malını koruyasın. Bu üstün ahlak İslam’ın asıl kanunudur ki, Kur’an’da bir çok defa geçer. Affetmek ne büyük sıfattır! Medeni bir toplumun da en büyük delilidir. Bu, güzel İslam milletinin arasında neden yok olmuştur? Bilinesi değildir. Bunun yerine intikam, kin, kötü fiiller almış yürümüştür, sanki onların içinde Kur’an hiç okunmuyor!.. Hayır, Müslümanların içinde Kur’an okunuyor ama, onun manasına hiç bakılmıyor. Güzel nağmelerle tilavet ediliyor ama hiç düşünülmüyor.. (hâşâ) bir şiir kitabı gibi telakki ediliyor.

35/34- Buna (kötülüğü iyilikle savma olgunluğuna), ancak sabredenler eriştirilir. Buna, ancak (hayır cihetinden) büyük nasip sahibi kimse kavuşturulur.

36/35- (Resulüm!) Eğer şeytandan (nefs-i ammareden) gelen bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın, çünkü O, her şeyi işiten, bilendir. [Bir kabiler güneşe ve ay’a secde ediyorlardı. Gelen ayetlerde Güneş ve Ay’ın Allah’ın bir yaratığı olduğu ve Allah’ın birliğine delalet eden burhanlar anlatılıyor.]

37/36- Gece, gündüz, güneş, ay Allah’ın ayetlerinden(delil ve burhanlarından)dir. Ne güneşe ne de aya secde etmeyin, onları yaratan Allah’a secde edin, eğer O’na kulluk edecekseniz (böyle yapın).

38/37- (Resulüm!) Eğer büyüklük taslarlarsa (Allah’a ibadet edip secde edenler vardır ve bilsinler ki) Rabbinin yanında bulunan melekler, gece gündüz O’nu tespih ve takdis ederler ve onlar hiç usanmazlar.

39/38- (Resulüm!) Allah’ın (tevhit ve kudretine delalet eden) delil ve burhanlardan biri de şudur: Sen, toprağı boynu bükük (kupkuru) görürsün. Üzerine su (yağmur) indirdiğimiz zaman harekete geçip kabarır. Ona can veren (Allah) elbet ölüleri de diriltir. O, her şeye kadirdir.

40/39- Ayetlerimizi (Dehriyyun/materyalisler gibi) doğru dürüst anlamayıp eğriye sapanlar (onlar hakkında kendi hayallerine göre bir şeyler yakıştıranlar) Bize gizli kalmaz. (Onlara gerekli azabı verip cehenneme salacağım.) Söyleyin bakalım: Cehennem ateşine mi atılmak iyidir, yoksa kıyamet meydanına emin olarak gelmek mi? (Korkudan yüreği ağzına gelen, sonra da ateşin içine atılan mı olmak,  güvenlik içinde mi olmak iyidir? Oysa her işinizde siz ihtiyatlı davranır, tehlikeden kaçar, işinizi sağlama bağlamak istersiniz...) (Ey müşrikler!) Dilediğinizi yapın! (Bakalım sonunda görürsünüz işin nereye varacağını). Çünkü Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir.

41-42/40-41- Onlar (o kendini dalalete salarlar) kendilerine gelen Kur’an’ı inkâr ettiler; halbuki o (Allah’ın himayesinde öyle) eşsiz bir Kitap’tır ki, batıl, ne önünden ne ardından ona yol bulamaz (onun içine asılsız söz giremez, ayetlerinde noksan ya da ziyade yaparak bir tasarrufta bulunamaz. O,) her tam hikmet sahibi,  (her fiilinde) beğenilmiş olan Allah tarafından indirilmiştir.

 

Tefsir:

Bu ayet- kerime ve bundan başka nice ayetler Kur’an-ı Kerim’de (indiği asıl şekli ile korunup) ziyade ve noksan bulunmadığına açık bir delil ve sağlam bir burhandır. Şimdi elimizde bulunan Kur’an, ta başından sonuna kadar Allah’tan inmiş bir kelâmdır. Onda ne bir harf eksik ne de ziyade olmuştur. Resulüllah (sav)’in kendisi, öz nefsi kendi eliyle onu cem etmiş, tertibe tabi tutmuş ve bize ısmarlayıp dünyadan irtihal etmişlerdir. Kur’an’da bir noksanlık ya da ziyadeliğin bulunduğuna inanmak Kur’an’ı inkâr edip İslam’ı yıkmak ile aynı anlama gelmektedir. İslam dininin binası aynen Kur’an-ı Kerim ile kubbe haline gelip tamam olmuştur. Onda bir ziyade ve noksan olan da itibardan düşüp muteber olmayan bir kitap haline gelir. O halde biz, böyle büyük ve muhkem dinin binasını o tahrif edilmiş kitapla idare etmemiz müşkül durma düşmez mi? İslamî mezheplerden birinin Kur’an’ın ziyade yada noksan olduğuna kail olmalarından.. bu konuda ileri geri konuşmalarından dolayı yuh olsun onlara..

43/42- (Resulüm! Bu müşriklerin sana dedikleri sözlerden alınıp sıkıntı içine girme!) Sana söylenen, senden önceki peygamberlere söylenenden başka bir şey değildir. (Onlar sabrettiler, sen de sabret.) Elbette senin Rabbin, hem mağfiret sahibi, hem de acı bir azap sahibidir. (Eğer müşrikler  tövbe edip imana gelirlerse Allah onları affedecektir, yok küfürlerinden devam ederlerse kuşkusuz azaba atacaktır.).

44/43- (Resulüm! Önceki peygamberlere kitaplarını kendi dillerinde gönderdiğim gibi ben bu Kur’an’ı sana Arapça olarak indirdim. Senin kavmin Arap olduğuna göre bu Kur’an’a inanmaları gerekirdi. Ne yazık ki bir kısmı inanmadılar.) Eğer Biz onu yabancı bir (dilde) okunan bir kitap kılsaydık, diyeceklerdi ki: “Ayetleri (anlayacağımız) biçimde açıklanmalı değil miydi? Muhatap Arap olduğu halde, hitap başka dilden, hiç böyle bir şey olur mu?” (Resulüm! Müşrikler bahane aktarıyorlar. Onlara ne dilde kitap inse değişen bir şey olmazdı. İnanmazlardı.)  De ki: “O, inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuz ve kalplerindeki hastalıklara şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Kur’an onlara kapalıdır, (Kur’an’ın gerçeklerine karşı, gözleri güneşten rencide olmuş yarasalar gibi, basiretleri kapalıdır.) Sanki onlar çok uzak bir yerden çağırılıyor da duymuyorlar. [Uzaktan çağırılan kimse çağıranın sesini işitmez. Kur’an’a inanmayan müşrikler de inatlarından dolayı O’ndan hiçbir şey  anlamazlar.]

45/44- (Resulüm! Bu müşrikler sadece sana inen Kur’an’da ihtilaf etmemişlerdir. Senden önce inen kitaplarda da ihtilaf ettiler.) Celalim hakkı için, Biz, Musa’ya Kitab’ı verdik, onda da ihtilafa düştüler. Eğer Rabbinden (daha önce verilmiş) ilâhî bir hüküm; (bu Kur’an’a inanmayanların azabını kıyamete kadar tehir etme hükmü) bulunmasaydı, aralarında derhal hükmedilir (işleri bitirilirdi.). Doğrusu müşriklerin kendileri Kur’an hakkında şüphe içinde olmamalarından (başka, diğer şahısları da) şüpheye salarlar.

46/45- Kim iyi bir iş yaparsa kendisindendir, kimde kötülük yaparsa vizr u vebali kendisinedir. (Resulüm!) Senin Rabbin Allah bendelerine zulmedici değildir.

47/46- (Resulüm! Bu cümleden olarak gaybı bilmek) bir de kıyamet saatini bilmek, Allah’a havale edilmiştir. O’nun bilgisi dışında hiç bir meyve kabuğundan ayrılmaz, hiç bir dişi gebe kalmaz. (Kıyamet) günü Allah, müşrikleri çağırır: “Ortaklarım nerede?” der. Onlar da: “Sanda arz ederiz ki bizden hiçbir gören yok” derler.

48/47- (Resulüm!) Önceden (dünyada) yalvardıkları tanrılar onlardan sıvışıp kaşmış ve onlar da artık kaçacak bir yer olmadığını anlamışlardır.

49/48- (Resulüm!) İnsan (mal ve nimet) isteyip (kendisine) hayır celbetmekte melül olmaz. Ama kendisine bir şer dokundu mu hemen üzgün ve ümitsiz kesilir, (güyâ hiçbir hayır ona ulaşmayacakmış).

50/49- Eğer kendisine dokunan fakirlik ve perişanlıktan sonra Biz ona bir rahmet tattırırsak: “Bu zaten benim hakkımdır (ki bana geldi. Ben ona lâyığım), hem kıyametin kopacağını da güman etmiyorum. Eğer faraza (kıyamet kopsa) Rabbimin huzuruna götürülsem bile, (dünyada olduğu gibi) O’nun yanında benim için daha güzel şeyler vardır.” der. (Resulüm! Bu kâfirler öyle hayal ediyorlar ki, kıyamet kopsaymış yine de Rableri onlara nimet verecekmiş. Öyle yok.. onlar ne yaman hayaldeler..) Belki o inkâr edenlere yaptıkları şeyin gerçeği, (hangi azabı gerektirdiğini) elbet tek tek bildireceğiz. (O yaptıklarına göre) ebet onlara ağır azap tattıracağız..

51/50- (İnsanın ne yaman sıfatları vardır. Bu cümleden olarak) İnsana bir nimet verdiğimiz zaman yüz çevirir, yan çizer. (Verdiğimiz nimetlere şükretmeyip, bizi unutur.). Ama kendisine bir şer (bir yoksulluk bir zarar) dokunduğu zaman (bir  görsen, nasıl da) duaya sarılır (bir daha işi olana kadar duadan el çekmez..).

52/51- (Resulüm! Bu müşriklere) de ki: “Hele bir düşünsenize! (Siz ki bu Kur’an’ı inkâr ediyorsunuz; delil ve burhana dayanarak bunu yapmıyorsunuz.) Eğer bu Kur’an (benim dediğim gibi) Allah nezdinden gelmiş olursa, ve siz de inkâr etmiş olursanız, (o zaman haliniz nice olur? Bu durumda) sizden daha şaşkın, daha sapık bir mahluk olur mu?

53/52- (Resulüm!) Biz, onlara ayetlerimizi gerek dış dünyada, (objektif alemde) gerekse kendi öz varlıklarında (sübjektif hallerinde) elbette göstereceğiz, ta ki,  onlar da bu Kur’an’ın hakikati bildiren hak söz olduğunu iyice anlayacaklar.  Senin Rabbinin her şey üzerinde nigehban (hazır ve nazır), her hale vakıf olması, buna kâfi bir teminat sayılmaz mı?

 

Tefsir:

Allah (cc) bu ayette hem Resulüllah (sav) zamanında hem de ondan sonra vaki olacak fetihlerin haberini vermektedir. Bu fetihler İslam dininin gerçek bir din olduğunun büyük delilidir. Biraz  tarih bilgisi olan  kimse Müslümanların kısa bir zaman içinde ne kadar büyük fetihler yaptığına, ne kadar zaferler kazandığına muttali olur. Müslümanlar, o az bir zamanda nice krallıklar, nice tahtlar ele geçirmiş, nice zalimlere boyun eğdirmiş, nice masum insanların imdadına koşmuş ve nice kimseye hakkın anlatmış,  İslam ile şereflenmelerine vesile olmuşlardır.

54/53- Dikkat ediniz: Müşrikler öz Rablerinin (rahmet ya da azabına) kavuşmaktan ötürü bir şüphe içindedirler, ama iyi biliniz ki, Allah her şeyi ilim ve kudretiyle ihata etmektedir. (Hiçbir şey O’na gizli kalmaz. Kıyameti inkâr edip bir şüphe içinde bulunanların küfürlerinin cezasını onlara verecektir.).

 

Allah’a  hamd olsun Secde (Fussilet) suresinin tefsiri tamam oldu. Bu sûre İslam dininin hak bir din olduğunu anlatan delil ve burhanlarla doludur. Özellikler hem bu en son ayetten bir önceki ayet, hem İslam’ın hakkaniyetine hem tarih ilminin çok kıymetli bir ilim olduğuna delildir. Dikkat etmek lazımdır.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sureyi okursa Allah (cc) her bir harfine on hasene verir.”[257]


 

 

42/62 ŞÛRÂ SÛRESİ

 

Şûrâ sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 53 ayet, 760 kelime ve 3588 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1-2/2- Hâmîm. Âyn. Sîn. Kaf. (Bu mübarek sûrenin adıdır.).

3/3- (Resulüm!) Yaratılmışlara mutlak galip ve (her bir fiil ve amelinde) hikmet sahibi olan Allah sana da senden öncekilere de böylece vahyeder.

4/4- Semavatta ve yerde ne varsa, hepsi O’nundur. O mertebesi çok büyük ve şanı çok yücedir.

5/5- (Resulüm! Her şeye üstün ve hükümran olan Allah’ın korku ve dehşetinden) neredeyse yukarılarından semalar çatlayayazacaktı! (Şak şak olup dağılacaklardır. Ama nev-i beşer bir düşünüp, Allah’ın azametini anlamıyorlar.) Melekler (ve mukaddes ruhlar aynen ve zaten) Rablerini hamd ile tespih ediyorlar. Ve yeryüzünde bulunan kimseler için mağfiret diliyorlar. Haberiniz olsun. Allah (meleklerinin mağfiret istemelerinden ötürü, müminlere) rahmedip (hatalarını) bağışlayandır.

6/6- (Resulüm!) Allah’tan başka dostlar edinenlerin, Allah daima üzerlerine gözcüdür. (Onların yaptıklarını bir bir kaydediyor. Hiçbirini kaçırmaz.). (Resulüm!) Sana gelince onlara vekil değilsin. (Sen, sadece onları imana davet et. Azabımızdan uyar, geriye kalanı bize havale et. Biz onların işine bakarız.)

7/7- (Resulüm!) Şehirlerin anası (ola Mekke’de) ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve (özellikle) olacağından asla şüphe bulunmayan toplanma (kıyamet) gününün (dehşetinden) onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur’an vahyettik. (Resulüm! Onlara davet makamında bildiresin ki,) bir bölümü (Allah’ta itaat edip muvahhid olanlar) cennette, bir bölümü (Allah’a karşı gelen, müşrik olanlar da) cehennemdedir. (Hiç aklı olan cehennemi tercih eder mi?).

8/8- Eğer Allah isteseydi, (meşieti taalluk etseydi) insanların hepsini (cebren imana dahil ederdi de) tek bir ümmet yapardı. (Fakat, Allah, inanma işini her kesin kendi ihtiyarına bırakmıştır. Onun için bu konuda zor kullanmaz.) Lakin, Allah istese (kendi ihtiyarı ile imana meyli olan) şahsı öz rahmetine dahil eder. Ama zalimlere gelince (öz ihtiyarlarıyla küfrü seçenlere gelince, kıyamet gününde) onların hiç bir dostu ve yardımcısı yoktur (ki,  azaptan kurtarsın.).

9/9- (Resulüm!) Belki onlar Allah’tan başka dostlar edindiler! Halbuki (sahih ve hakikati veçhiyle kendilerine mabut tutuyorlarsa) dost yalnız Allah’tır. (O’nu dost tutup, kendilerine mabut etsinler.) O, ölüleri diriltir, her şeye kadirdir.

10/10- (Resulüm! Onlara de ki:) Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah’a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. Başkasına değil sadece O’na dayandım ve O’na yöneldim.

 

Tefsir:

Allah (cc) Resulü Ekrem’i (sav) Kur’an- Kerim ile beraber bize gönderip hem Kur’an ile hem de Resulüllah’ın (sav) mucize beyanı ile hükmedip amel etmemizi bize emretmiştir. Bu yüzden biz Müslüman olarak, önce Kur’an’da beyan edilen hükümleri uygulamakla mükellefiz. Onda bulunan hükümleri eksiksiz yerine getirmek mecburiyetindeyiz. Bundan sonra hayatımızda bize lazım olan fakat Kur’an’da açıklanmayan hükümleri de Resulüllah’ın hükümlerine tabi olarak onunla amel etmeyi üzerimize farz bilmeliyiz. Şimdi bir Müslüman olarak acaba bütün işlerimiz böyle  midir? Eğer böyle olsaydı, felaket ve rezalet günlerine düşüp nice fırkalara ayrılarak; her fırka diğerini zındıklıkla suçlamazdı, hatta biraz daha aşırı gidip tekfir etmezdi. Her ne kadar bu ana kadar, tefrikaların sebebini defalarca anlattı isek de yine anlatmada fayda mülahaza ediyoruz.

Bu tefrikaların altında, Resulüllah’ın, sahabenin ve tabiinin adını kullanarak uydurulan mevzu hadisler yatmaktadır. Bu hadisler halkın arasına yayılmış, onların avam olmalarını da bu işi iyice hızlandırmıştır. Avam insanlar eline geçen bir hadisin Kur’an’a muhalif olup olmadığını araştırmadan, Resulüllah’ın adı kullandı diye can u dilden o hadise sarılmış ve onunla amel etmeye başlamışlardır. İşte bu hadisler halkın arasında iyice yerleşince artık çeşitli fırkalara ayrılmanın zamanı başlamıştır. Her fırka bu tür hadislere dayanarak, kendini fırka-i naciye (kurtulmuş fırka) kabul edip, kendi mezhebinden olmayan kimseleri tekfir etmeye başlamıştır. Halbuki, fırak-ı naciye, Kur’an’ın hükmü ile amel edip, mevzu hadislere dayanan hükümleri reddeden fırkadır. Fakat bundan gafil olmuşlardır. Bir milletin görüşünü, Kur’an’ın görüşüne tercih eden nasıl kurtulmuş fırka olur?. Birine sorsanız ki, şu yaptığın iş Kur’an’a muhaliftir. O kimse “Ben bunu filan müftüden, falan müçtehitten duydum” der ve bunları delil getirir. Peki Kur’an’ın hükmü nerede kaldı! İslam milletini gaflet sarmış, Kur’an’ın hilafına olan şeyleri aynı din sayıyorlar. Bu konuda bu kitabın birinci cildinde daha geniş açıklamalar yapılmıştı. Oraya müracaat ediniz.

11/11- Semavatı ve yeri yoktan yaratan Allah’tır. Size kendi cinsinizden eşler, hayvanlara da (kendilerinden) eşler yaratmıştır. Sizi, (zikredilen) bu yapı içinde zürriyetlendirip üretiyor. O’nun misli gibi bir şey yoktur. (Yaratılmış, hiç yaratana benzemez.) Allah (her bir sözü) işitip ve (her şeyi) görüp (bilendir.).

12/12- Asumanların ve yerin anahtarları Allah’a aittir. (O, semadan su gönderir, onunla yerde rızık bitirir.) Dilediğine rızkı bol bol verir, (ve dilediğine) sıkı tutar. (Bir hikmet üzere halkın kimini zengin, kimini fakir yapar.) Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilir, (her şahsın haline göre ona rızık verir.).

13/13- (Ey Resulüm ve Muhammed ümmeti!) “Doğru din tutun (ve doğru tutun) ve onda ayrılığa düşmeyin” diye Nuh’a tavsiye edip (emrettiğini), sana vahyettiğimizi (Kur’an’ı), İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye edip (emrettiğimizi), Allah size de (aynı) din (İslam dinini)[258] kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın bu (din) müşriklere ağır geldi. Allah istese (tevbe edenleri) ona (İslam’a veya kendisine) seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola hidayet eder.

 

Tefsir:

Müşrikler atalarının dinine alışıp İslam’a girmekten uzak durdular. Eski dinlerini bırakıp Müslüman olmaları onlara bihayli ağır geldi. Halbuki aslında onlara cehalet ağır bastı. Kendilerine hakkı anlatan kimselerin hak sözlerine kulak vermediler. Cehalet ve taklit çok muzır bir hastalıktır. İlacı yoktur. Günümüzde ilmin güneşi semanın ortasında doğmuşken, Müslümanlar Kur’an’dan gafil olup, onun hükümlerini aralarında meri olan yapay hükümlere tercih ediyor ve babalarının dinini taklit ediyorlar. Kur’an, bugün sadece, öpülüp başa koyulan ve merasimlerde okuna bir kitaptan başka bir şey değildir onlara göre. Milleti bu duruma sokan, din önderleridir. (...) Kur’an’ın hükümleri terk edildiği sürece insanların cehaletten kurtulması mümkün değildir. (...).

14/14- (Resulüm!) Ehl-i kitap[259] (cehalet ve dalaletlerinden dolayı değil) kendilerine ilim geldikten sonra, sadece aralarında birbirlerine olan hasetliklerinden dolayı ayrılığa düştüler. [Bu hüküm daha çok din önderlerini ilgilendirmektedir. Dikkatle baksınlar.] (Resulüm!) Eğer belli bir süreye (kıyamet gününe) kadar Rabbinden (azaplarının tehire salınacağına dair ilâhî hüküm) sözü geçmiş olmasaydı, aralarında kesin hüküm verilirdi. (Helâk olurdular, onlardan hiçbir kimse kalmazdı.). (Ehl-i kitabın geçenleri böyle idi;) onlardan sonra (Tevrat ve İncil gibi) kitaba  varis olanlar ise o kitap hakkında kendileri şüphede olmaktan hariç, diğerlerini de şüpheye salarlar. (Ey İslam alimleri! Siz böyle olmayın sakın. İnsanları şüpheye düşürmeyin.)

15/15- (Resulüm!) İşte (dini ayakta tutma, çekemezlik, haset ve sair şeylerden dolayı dikkat arz ettiğinden) sen (tevhide ve ittifaka) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Sen onların heveslerine uyamazsın! Ve de ki: “Ben Allah’ın indirdiği Kitab’a inandım ve (muhkeme için bana baş vurduğunuz konularda) adaleti gerçekleştirmekle emrolundum.” (Resulüm! O müşriklere de de ki:) Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz de sizdir; (herkes kendi yaptığının cezasını çekecektir.). Aramızda (öyle) bir tartışılabilecek konu da yoktur; (çünkü hak ortaya çıkmış ve sizin batıl olduğunuz belli olmuş, ileri sürecek bir deliliniz kalmamıştır.) Allah bizi de sizi de bir araya toplayacak (ve sizden intikam alacaktır.) ve hep O’na gidilecektir.

16/16- (Resulüm! İslam dini zahir olup, insanlar onu) iyice kabul ettikten sonra Allah hakkında tartışmaya girenlerin delilleri, Rablerinin yanında boştur. Hem aleyhlerine bir gazap, hem de haklarında şiddetli bir azap vardır.

17/17- Allah odur ki, hem (batıldan uzak) bir adalet, hem de bir denge kanunu olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdi. (Ta ki, insanlar, hem din, hem de dünya işlerinde ondan faydalansın, hayır işler yapsınlar.). (Resulüm!) Ve ne bilirsin ki, belki kıyamet yakındır.

18/18- Kıyamet gününe inanmayanlar, onun tez beri kopmasını isterler. Ama inananlar ise ondan korkarlar ve onun gerçek olduğunu bilirler. Haberiniz olsun ki, kıyamet günü hakkında tartışanlar elbette haktan nihayet mertebede uzak bir dalalet içindedirler.

19/19- Allah bendelerine lütuf ve merhamet sahibi (çok ihsan eden)dir, dilediğini rızıklandırır. (Nihayet derecede) kudret sahibi ve (her şeye) alimdir.

20/20- Kim ahiret harsını (sevabını) istiyorsa, onun kazancını artırırız. Kim de dünya harsını (kârını) istiyorsa ona da dünyadan bir şeyler veririz. Fakat onun ahrette bir nasip ve hisse olmaz.

21/21- Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği bir dini getiren ortakları (putları) mı var? (Ki, böyle bir dini getirmişler de, o dinin hükümlerine tabi oluyor da, Allah’ın hükümlerine uymuyorlar. Halbuki o putların, hiçbir hüküm yapmaya kudretleri yoktur. O müşrikler, kendileri hüküm uyduruyor, sonra da bu hükümlere uyuyorlar.). Eğer (asilerin kıyamete kadar hükümlerinin tehir edileceğine dair, Allah’ın) geçmiş bir hükmü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz zalimlere can yakıcı bir azap vardır.

22/22- Yaptıkları şeyler başlarına gelirken zalimlerin, korkudan titrediklerini göreceksin; (titresin  titremesinler; yaptıklarının cezasını çekeceklerdir.) Ama iman edip salih amel işleyenle ise bir nice cennetin bağlarındadırlar. Rablerinin nezdinde onlara diledikleri her şey vardır. İşte büyük lütuf ve ihsan budur.

23/23- İşte Allah’ın, iman eden ve iyi işler yapan bendelerine müjdelediği nimet budur. (Resulüm!) De ki: “(Risaletime karşılık) sizden herhangi bir mükâfat istemiyorum. Ancak bana (nesep cihetiyle)[260] yakın olanların sevmenizi istiyorum. (Resulüm!) Kim bir iyilik işlerse  (hüsn ü vecahet izhar edip) onun sebabını fazlasıyla veririz. Şüphe yok ki Allah (tevbe edenlerin) günahlarını bağışlar, az amelin (hayrını onlardan kabul edip)[261] ziyade eder.

 

Tefsir:

Dinin hükümlerini tebliği etmek için herhangi bir ücret istememek, bütün peygamberlerin özellikleridir. Gönderilen her peygamberin, kavmini hakka davet ederken ilk sözü “(Risaletime karşılık) sizden herhangi bir mükâfat istemiyorum.” olmuştur.[262] Resulüllah (sav) de, aynı kelamı buyurmuş ve ümmetine de böyle emretmiştir. Şimdi Resulüllah’ın (sav) bu öğüdünü tutan kimse yaptığı  nasihatler karşısında ücret alır mı? Dini tebliğ eden kimseler bu şartlara uysalardı insanlar arasında bu düşmanlık, bu ihtilaf olur muydu? Değil ki ücret beklememek, bilakis, insanları soymak için ellerinden gelen her türlü yolsuzluğu yapıyorlar. “Tamahkâr olan zelil olur” aziz kelamının tahtine giriyorlar. Esas hayret veren şey şudur ki, bu insanlar, dünya malını halkın gözünde küçümsüyor, dünyayı terk edin diyorlar, fakat kendileri o işin içine dalıyorlar. Böylece o varlıklı kimseler de ellerinde bulunan malları, murdar bir şey gibi kabul edip, işlerini terk ediyorlar. Nitekim terk ettiler de.

Bu sûre Mekkî bir sûredir. Fakat bu sûrede bulunan dört ayet Medine’de nazil olmuştur. Bu cümleden olarak Zemahşerî tefsirinde naklediyorlar ki:

Bu ayet nazil olunca, sahabe sordular:

Ya Resulallah! Senin akraban olan kimseleri sevmek bizim üzerimize vacip olan akrabaların kimlerdir?

Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin

Allah Resulü (sav) bundan sonra sözlerine devam etti: “Muhammed ve Al-i Muhammed’in sevgisi ile dünyadan irtihal ederse Allah o kimseyi bağışlar ve dünyadan mümin olarak çıkar. Her kim de Muhammed ve Al-i Muhammed’e kin duyarak bu dünyadan giderse ahrette mahşere iki gözü arasında ‘bu kimse Allah’ın rahmetinden uzaktır’ yazılı olarak gelir.”[263]

24/24- Yoksa onlar, (senin için) karşı yalan uydurdu mu diyorlar? (Resulüm!) Allah dilerse senin kalbini de mühürler, (böyle sözleri konuşmana fırsat vermez.  O vakit Allah’a iftira edilmemiş olurdu. Fakat senin kalbin  ilmin ve hikmetin nuru ile doludur. Senden hidayetin en yüksek derecesinde böyle güzel sözler sadır olduğuna göre sen doğru söylüyorsun. O halde, müşriklerin sana dedikleri sözler batıldır; ) ve Allah batılı yok eder;  sözleriyle hakkı ortaya koyar. Allah şüphesiz sinelerde olan sıralara alimdir.

25/25- Allah, bendelerinin tövbesini kabul eden, günahları bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir. (Ona göre size ceza verecektir.).

 

Tefsir:

Tevbe: Kötü işleri terk etmek, vacip olan işleri terk ettiğinden dolayı pişman olmak ve gelecekte de bir daha işlememeye niyet etmekten ibarettir. Cabir b. Abdillah (ra) anlatıyor:

Bedevî biri Medine’ye gelip Resulüllah’ın (sav) mescidine girdi; namaza durup şöyle dedi: “Senden mağfiret istiyorum. İşlediğim kötü işlerden dolayı tevbe ederim” sonra namaza başlardı. Hz. Ali (ra) orada bulunuyordu. Bu kimse namazını bitirince ona:

Ey falan! Böyle acele edip ikide bir mağfiret istenip durulmaz. Senin bu yaptığın tövben dahi bir başka tövbeye muhtaçtır.

Ey müminlerin emiri! Tövbe nedir?

Tövbe altı kısımdır: 1) Geçmişte işlenmiş günahlara pişman olmak, 2) Terk edilen farzları yerine getirmek, 3) Kime haksızlık ederek bir mal almışsa onu yerine iade etmek, 4) Masiyette bedenini ezdiği gibi, dönüp ibadette de nefsini eritmek, 5) Nefse, masiyetin öldürücü zevkini tattığı gibi, Allah’a itaat etmenin diriltici zevkini de tattırmak, 6) Masiyet işlerken sevinip eğlendiği gibi, tövbe ettikten sonra da günahlarına ağlamak. Kim tövbeden sonra bu altı şeyi yaparsa, artık o tövbe hakkıyla yapılmış bir tövbe olur.[264]

Şimdi böyle tövbe eden kimse var mıdır? Eğer insanlar, işlediği günahlara böyle tövbe etmiş olsalardı bugün şer ve fesat bu kadar yayılır mıydı? Müslümanlar içinde yalan almış başını gidiyor. Kur’an’ın hilafına olan şeyler aynı Kur’an sayılıyor.

Beni bu konuda belki aşırı bulabilirler. Fakat Kur’an’ın yapılmasını kesinlikle emrettiği emerleri iyi tetkik edip sonra da milletin yaşadığı İslam’a baktıkları zaman bana hak vereceklerdir. Büyüklerimizden şeyhimiz hadisçi ve büyük alim el-Bahâî (Allah ondan razı olsun) Kaside-i Ğarrâ’sında, Kur’an ayetlerine giren İsrailiyyatı anlatırken şöyle der:

Rivayet ediyoruz diye ayetlerden inhiraf ediyorlar.

Onu Ebu Şâ’bun Kâbu’l-Ahbar’dan rivayet etti diyorlar.

Bu şiir, ışık ile hurilerin alınlarına yazılsa sezadır. Allah onların koştukları yalanlardan münezzehtir.

26/26- Allah, iman edip salih amel yapanların tövbesini kabul eder, lütfundan onlara fazlasını da verir. Ama kâfirlere gelince, onlara da çetin bir azap vardır.

27/27- (Allah, rızkı, insanlar arasında bir hikmet üzere taksim eder.) Allah kullarına rızkı bol bol verip (hepsini zengin etseydi) yeryüzünde (kibir, gurur edip) azarlardı. (Hepsi zengin oldukları için, birbiri ile çekişir, birbirinin üzerine yükselmeye çalışırlar; her şahıs kendini reis ilan ederdi.) Lakin Allah, (rızkı, bir hikmet üzere bendelerinden ötürü) dilediği ölçüde verir. Zira o bendelerinin (ahvalini) iyi bilir ve görür; (ona göre kimine az, kimine de çok verir. Allah’ın hikmetine karşı gelmek, kullara düşmez.).

28/28- Allah, (insanlar) umutlarını kestikten sonra, (o mükemmel kudretiyle) yağmuru indiren, rahmetini her tarafa yayandır. (İnsanların) işlerinde  en önde tasarruf sahibi Allah’tır, hamd ve senaya da (O,) layıktır.

29/29- O’nun ayetlerinden biri de: Semaları, yeri ve bunların içinde yayıp ürettiği canlıları yaratmasıdır. Allah ne zaman istese bu yaratılmışları bir yere toplamaya kadirdir.

 

Tefsir:

Günümüzde ilmin fevkalâde gücü ile kâniantta bulunan sair kürelerde her çeşit yaratığın olduğuna kail olunmuştur. Astronomicilerin bu düşünceleri ile Kur’an çelişmez. Çünkü Kur’an, bu ayeti ile aynı noktayı tasdik ediyor. Ne yazık ki batılı bilim adamları ayetin bu mucize beyanını keşfedip ondan istifade ederek nice faydalar elde ederken, Ehl-i Kur’an ise kendi kitaplarının bilgilerinden mahrum kalmışlardır. Bu ayetin, semalarda yaratıklar bulunduğuna delalet ettiğini bilememektedirler.

İslam bilginleri, bu ayetin manasını, gökte uçan güvercin, karga gibi kuşlara hamletmişlerdir. Ya da bu ayetin ifadelerini, meleklere hamletmişler.[265] Halbuki meleklerin asıl manalarını da böylece anlamamış oluyorlar. Çünkü ayette “dabbe-hareket eden canlı” deniyor. Bundan melekleri çıkarmak mümkün değildir.

Üstelik, ayetin manasını başka şeye te’vil edenleri de tekfir ediyorlar. Bundan daha ahmakça bir şey olur mu?

30/30- Siz nev-i beşerin başına gelen herhangi bir musibet, ellerinizle kazandığınız günahlar sebebiyledir. Halbuki Allah çoğunu da affediyor, (bu günahlardan geçtiği için, dünyada size belâ ve musibet vermiyor.).

31/31- (Ey insan oğlu!) Yeryüzünde (öyle köşe bucak kaçmakla Allah’ı) aciz bırakamaz (O’nun tasarrufundan kurtulamazsınız. Öyle ise gelin O’na itaat edin.) Allah’tan başka bir dostunuz ve bir yardımcınız da yoktur.

32-33/32- O’nun (varlığına delalet eden) ayetlerden biri de: (O mükemmel kudretiyle) denizde dağlar gibi akıp gidenler (gemiler)dir. Eğer Allah istese, rüzgârı durdurur, da denizin üstünde kalırlar. Şüphe yok ki, bunda çok sabırlı olan ve çok şükreden kimseler için nice delil ve burhanlar vardır.

34-35/33- Yahut da Allah kazandıkları günahlar yüzünden helâk eder. Hem günahlarının bir çoğunu da affeder. (Resulüm! Bizim tevhit ve kudretimize delalet eden) delil ve burhanları iptal etmeye çalışanlar (kendilerine azap gelip çattığı zaman) bileceklerdir ki,  onlar için (azabımızdan kaçıp) kurtulacakları bir yer yoktur. (O vakit pişman olacaklardır. Fakat bu pişmanlıkları hiç fayda vermeyecektir.).

36/34- Siz verilen şey, sadece dünya hayatının metaıdır, (fani olacaktır.). Ama Allah’ın yanında bulunan (ecir ve sevap) ise daha iyi ve daha süreklidir. Bu mükâfat iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler içindir.

37/35- (Yine ahiret sevabı,) büyük günahlardan ve hayasızlık etmekten kaçınlar içindir. Onlar öfkelendikleri zaman da kusurları bağışlarlar. (Kendilerini bağışlamaya kilitlemişlerdir.).

38/36- (Yine o ahret sevabı,) öz Rableri Allah’ın dâvetini kabul eden (iman edip şirki terk eden), namazı kılan, aralarında her bir (millî) işlerini istişare ile yapan (yalnız hareket etmeyen), kendilerine vermiş olduğumuz rızklardan (din kardeşlerinin hayır ve salahı için) infak ve ihsan edenleredir.

 

Tefsir:

Bu ayette de zikredildiği gibi Allah (cc) her bir işte istişare ile hareket etmeyi ahrette necat bulmanın sebeplerinden sayıyor. Tevhit ve ibadet siyakında (bu konular zincirinde) onu zikrediyor. İstişareyi, Allah’a inanmak ve namaz kılmak gibi dinin en büyük rükünleri içinde zikretmesi, istişarenin ne kadar ehemmiyetli bir iş olduğunu göstermektedir. Hasan Basrî (110/728) diyor ki: “Hangi toplum işlerini istişare ile yaparlarsa o toplum işlerinde doğru yolu bulurlar.”[266] Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Acele etmek şeytandadır,[267] teennî (işi usulüne uygun acele etmeden yapmak) ise Rahman olan Allah’tandır.”[268] Bu hadis de istişareye, yani acele etmeyip, birine danışarak iş yapmaya işaret ediyor. Allah (cc) Kur’an’ı- Kerim’de nice ayetlerde istişare etmenin ehemmiyetini beyan etmiştir. Kur’an’ın bu konuyu kesin bir surette anlatmasından sonra, hadis ve sair şeylerle anlatmaya daha ihtiyaç olmasa bile, Resulüllah’ın ve onun güzide ashabının ve arkadan gelen büyük insanların bu konudaki tatbikatlarını duymak önem arz etmektedir. İstişare bu kadar ehemmiyetli olmasına rağmen ne yazık ki, çok defa en önemli işlerde  terk edilmektedir. Kur’an bize istişare ile iş yapın diye emrettiği zaman, batılı kimseler henüz vahşet içindeydiler. Fakat daha sonra onlar, Kur’an’da bulunan bu ehemmiyetli kuralı uyguladılar. Başardılar. Şimdi böyle mukaddes bir müessesenin Müslümanlar arasından kaldırılmasının sebebi nedir?.. Ey İslam milleti!.. Dünya ve ahiretin mutluluğu Kur’an’ın uyulması farz olan emirlerine ittiba etmekle mümkündür. Bizim şu an içine düşmüş olduğumuz talihsizliğin, bedbahtlığın altında Kur’an’dan uzaklaşmamız yatmaktadır. Biz Kur’an’a gözlerimizi kapatıp, kalplerimizi de gaflete salmışızdır. Başka milletler, kendi kanunlarını arada geçen nice zaman sonra belli bir seviye kazandırmak gibi bir zorluk içinde olmalarına rağmen yine de gayret ediyorlar. Belki de kanunlarının çoğunu Kur’an’dan iktibas ediyorlar. Fakat bize gelince güyâ can u dilden Kur’an’ı kabul eder görünüyor ve onu ruhumuz olarak kabul ediyoruz.. fakat onun hükümlerini uygulamıyoruz. Böyle hamakat olur mu? Heyhât! Böyle millet kurtulur mu? Hiç görülmüş mü? Ne yazık ki, Kur’an’ın hükümleri terk edilmiştir. Bu millet felaket ve dalalette kalacaktır. Allahım! Sen bizim dağınıklığımızı gider. Bizi imana.. senin Kitab’ına hidayet et..

39/37- (Yine ahiret sevabı,) kendilerine bir zulüm işlendiği zaman (Allah’ın karar koyduğu kanun ile) intikam alıp (hadlerini aşmayan kimseleredir.).

40/38- Bir kötülüğü cezası, ona denk bir kötülüktür. (Zulme uğramış kimse ancak bu kadarı ile karşılık verir. Fakat affetmek, karşılık vermekten elbette daha iyidir.). Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah’a aittir. (Olabilir ki, intikam alırken, haddini tecavüz eder. O vakti mazlum iken zalim durumuna düşer.) Şüphesiz Allah, zalimleri sevmez. (Onun için affetmek, intikam almaktan iyidir.).

41/39- Ama her kim de zulme uğradıktan sonra (intikam almak isteyip) hakkını alırsa, (hakkını aldı diye, itap etmek, kınamak veya tekrar azap etmek gibi) onların aleyhine bir yol tutulmaz. (Çünkü kendi haklarını alıyorlar.).

42/40- Ancak insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere ceza vardır. İşte can yakıcı azap bunlaradır.

43/41- Kim (zulme uğradıktan sonra) sabreder ve affederse şüphe yok ki bu hareketi elbette akıllı şahıslara layık emirlerdendir; (böyle emirlere gayret edip can atsınlar.).

 

Tefsir:

Hasan Basrî’nin (110/728) meclisinde bulunan bir adam, diğer birine kötü konuşup uygunsuz laflar etmişti. O kimse öfkesini sakladı, terleyip yüzünden terler aktı. Terini silerek ayağa kalktı ve şu ayeti okudu: “Kim (zulme uğradıktan sonra) sabreder ve affederse şüphe yok ki bu hareketi elbette akıllı şahıslara layık emirlerdendir; (böyle emirlere gayret edip can atsınlar.).” Hasan Basrî, bu durum karşısında: Allah’a yemin olsun, bu ayetin manasını cahiller anlamıyorlar. İşte bu kimse onu tam manası ile anladı.[269]dedi. Bağışlayıp geçmek güzel ve müstehaptır. Fakat bazen olur ki bunun aksini yapmak daha güzel olur. Mesela bir zalim kimse affedilmeye affedilmeye tamamen azgınlaşır. İşte böyle kimseye ettiği zulmün karşılığı verilirse yaptığı zulümlere pişman olur bir daha zulüm etmez. İşte bu durumlarda intikam almak daha güzeldir. Resulüllah’ı (sav) huzurunda, Zeyneb b. Cahş, Aişe’ye bir kısım sözler söylemişti. (Nitekim kumalar arasında böyle  şeyler olur.) Resulüllah (sav) onları sukûta çağırdı. Zeyneb, susmadı. O vakit Aişe’ye döndü ve: “Sen de intikamın al” dedi.[270]

44/42- Allah kimi saptırırsa artık bundan sonra onun hiçbir dostu yoktur. (Resulüm!) Sen (kıyamet günü) azabı gördüklerinde zalimlerin: “(Bizden ötürü) dönecek bir yol var mı?” dediklerini görürsün. (Dünyaya dönmek isterler, fakat bu mümkün değildir.).

45/43-44- Sen, onların aşağılıktan dolayı başları öne eğilmiş, göz ucu ile etrafa bakarlarken ateşe sunulduklarını görürsün. (Nitekim, korkak şahıslar, korkunç şeylere böyle bakarlar.). (O gün, zalimleri o halde gören) müminler ise onlara : Asıl ziyankârlar o kimselerdir ki, (habis amelleri yüzünden) hem öz nefislerini hem de ayallerini kıyamet günü ziyana uğrattılar; (cehenneme girmelerine sebep oldular.)”derler. İyi bilin ki, zalimler ebediyen azapta kalacaklardır.

46/45- (Resulüm!) O zalimlerden ötürü Allah’tan başka yardım edecek hiçbir dostları yoktur. Allah, (her kimi işlediği kötü işlerden dolayı) dalalette devam ettirirse artık onun kurtuluşa çıkan bir yolu yoktur. (Hem dünyada hem de ahrette dalalette kalır.).

47/46- (Ey insan oğlu!) Allah’tan, geri çevrilmesine (hüküm verilmeyecek) bir gün (kıyamet günü) gelmezden önce (dünyada fırsat sizde iken vakit geçmeden), Rabbinize uyun. Çünkü o gün, sizin için (Allah’ın azabından) sığınacak bir yer bulamazsınız. (Yaptığınız çirkin işleri)[271] inkâr da edemezsiniz.

48/47- (Resulüm!) Eğer (bu insanlar senden) yüzçevirirlerse (ey çevirsinler.) Biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen (risaletini) tebliğ etmektir. Hakikat şu ki, biz insana tarafımızdan bir  nimet tattırsak ona şâd olur. Ama elleri ile yüzünden (habis amelleri) yüzünden kendilerine bir kötülük erişirse, (o vakit nimetleri unutup, Allah’a nankör olurlar.) Cidden insan ne kadar nankördür.

49/48- Semaların ve yerin hükümranlığı yalnız Allah’a aittir. O, dilediğini yaratır; (kimse O’nun iradesine ve isteyip yaratmasına mani olamaz.); dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder.

50/49- Yahut (istese) onları, hem erkek hem de kız çocukları olmak üzere çift verir. Yine dilediğini de kısır kılar. Şüphesiz Allah (bendelerinin maslahatını) bilir, (her şeyin icadına da) kadirdir.

51/50- Allah bir insanla acak (şu üç yoldan biri ile..) vahiy yoluyla veya peyde arksından konuşur. Yahut da bir elçi gönderir de izni ile ona dilediğini vahyeder. Hakikat O, yücedir, (her bir işi) hikmet üzere cereyan eder.

 

Tefsir:

Allah’ın bir insanla konuşması üç şekilde olur. 1) Hiç bir vasıta olmadan vahiy yoluyla. Vahiy ise iki kısımdır: a) Allah bir şeyi şahsın kalbine salar, o da akıl vasıtasıyla onu anlar. Nitekim Musa (as)’ın annesine, Musa’yı nehre atması için böyle vahyetmiştir. b) Uykuda sadık rüya ile olur.[272] Nitekim doğru ve neticesi belli olan rüyalar buna şahittir. 2) Hitap edilen kimse Allah’ın kelamını duyar fakat zatını göremez. Nitekim Musa (as) Allah ile böyle tekellüm etmiştir. Ayrıca Allah (cc) kelamını,. Kimi isterse o şahsa ulaştırır fakat o kimse Allah’ı göremez. 3) Allah kendi tarafından bir elçi (melek) gönderir. O melek, Allah’ın izni ile Allah’ın istediği her şeyi gönderilen şahsa vahiy yoluyla bildirir. Nitekim peygamberlere hükümlerin ulaştırılması bu şekilde olmuştur. Resulüllah (sav) buyurmuşlardır ki: Ruhu’l-Emin (Cebrail) falan hükmü bana getirmiştir.[273]

52-53/51-52- (Resulüm! Sair peygamberlere vahyettiğimiz gibi) böylece sana da emrimizle Ruh’u (Kur’an’ı) vahyettik. [Ruh nasıl ki, cansız bedenleri canlandırır, bu Kur’an da öylece insanların kalplerine.. belki hayatlarına hayat olur.] Sen (daha evveli), kitap nedir, iman nedir, bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi (hidayete kabil olanları) o Kur’an ile düz yola.. (İslam’a..) eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şunda hiç şüphe yok ki sen kesinkes (bu Kur’an ile) dosdoğru yola.. (İslam’a..) götürmektesin. Semavat ve yerde olan her bir şeyin hükümranlığı elinde olan Allah’lın yoluna.. (Resulüm!) Haberin olsun ki, bütün işler sonunda Allah’a varır. (Kıyamet günü, yahşiye yahşi, yamana da yaman ceza verilir.).

 

Hamd olsun Şûrâ sûresinin tefsiri tamam oldu. Bu sûrede ne güzel ibret dolu mevize ve kelamlar vardır. Ne yazık ki, düşünüp ibre alanlar azdır. Bu yüzden Kur’an’ın nükte ve rumuzları gizlide kalmış Müslümanlar arasında ihtilaf ortaya çıkmıştır.

Allah (cc), kalpler manen Kur’an’ın nurlu beyanı ile aydınlandığı için Kur’an-ı Kerim’i bu sûrenin 52 inci ayetinde  “Rûh” olarak adlandırıyor. Böylece insanlar Kur’an’ı hayatlarına hayat yapar ve mutlu olurlar. Fakat Müslümanları öyle gaflet basmıştır ki, böle mukaddes bir kitabı, sadece ölülerinin üzerine okumakla yetiniyorlar. Ölü üzerine Kur’an okurken, kendilerini unutuyorlar. Çünkü Kur’an’ı hayattan çıkarmak, hayatın ölmesi demektir. Kur’an’sız hayat sürenler manen ölüdürler.

Reslulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sûreyi okursa (yani onu düşünür ibret alırsa) meleklerin hakkında istiğfar ettiği kimselerden olur.”[274]


 

 

43/63 ZUHRUF SÛRESİ

 

Zuhruf sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 89 ayet,  833 kelime ve 3400 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Hâ. Mîm. (Bu sûrenin adıdır.).

2/3- (Hidayet yollarını dalalet yollarından ayıran) Bu Kitab’a (Kur’an’a) and olsun.

3/4- (Resulüm, sen ve senin kavmin Arap olduğu için, yüce gayesini ve âli manalarını) düşünüp kavrayasınız diye  biz o Kitab’ı  Arapça bir Kur’an kıldık.

4/5- Şüphesiz bu Kur’an, bizim nezdimizde Levh-i Mahfuz’da (İlâhî ilmimizde) mevcut, şanı yüce ve hikmet dolu bir kitaptır.

5/6- (Ey müşrikler! Eğer siz cehalette ifrat edip, dalalette alıp yürürseniz, nitekim böyle de yapıyorsunuz) şimdi, haddi aşan kimseler oldunuz diye, sizi Kur’an’la uyarmaktan vaz mı geçelim?

6/7- (Geçen ümmetler de sizin gibi cehalet ve dalalette ifrat ettiler. Biz, dalalette ifrat etmelerine bakmayıp) öncekilere de nice peygamberler göndermişizdir. (Ki, delillerimiz onlara tamam olsun.).

7/8- Onlara bir peygamber gelmeye görsün, (bu Kureyş müşriklerinin yaptığı gibi) ille de onu istihza ediyorlardı.

 8/9- (Resulüm!) Biz bunlardan (bu Kureyş müşriklerinden) daha kuvvetli olanları da helâk ettik. (Kur’an’da) öncekilerin (hayretâmiz) kıssaları da geçmiştir. (Onlar, bizim kendilerini, helâk etmemize mani olamamışlardır. Bunlar ise hiç olamazlar.).

9/10- Eğer sen onlara: “Semaları ve yeri kim yarattı?” diye sorsan elbette: “Yaratılmışlara mutlak galip, (her şeyi) bilen Allah, onları yaratmıştır.diyeceklerdir, (ve bunu inkâr edemeyeceklerdir.).

10/11- Allah odur ki,  size yeri beşik kılmış ve doğru gidesiniz diye yollar yaratmıştır.

11/12- Semadan  bir ölçüye (her beldenin ihtiyacı ve maaşları kadarıyla) suyu indiren Allah’tır. (Resulüm!) Biz onunla ölü (kupkuru, her bir gül ve çiçekten hali)  bir beldeye hayat veririz, (dolanıp gül ve gülşen haline getiririz.) İşte siz de kabirlerinizden böyle diriltilip çıkarılacaksınız. (Bizim kudretimize göre bu ikisi arasında hiçbir fark yoktur.).

12/13- Allah bütün çiftleri yaratmıştır. Sizin için bineceğiniz gemiler ve hayvanlar... var etmiştir.

13/14- Siz onların sırtına binip üzerlerine yerleştiğiniz zaman, Rabbinizin nimetini anarak şöyle diyesiniz: “Bunları bize veren Allah’ı tenzih ve tespih ederiz. Halbuki (bize kalsa) bunlara gücümüz yetemezdi.” [Gemiler ve sair taşıtlar insan sanatı olsa bile Allah’ın insana vermiş olduğu akıl sayesinde yapıldığı için, Rabbimiz, bunları da kendi kudretine isnat etmiştir.]

 

Tefsir:

Resulü Ekrem (sav), sefere çıkarken mübarek ayaklarını üzengiye kor ve “Bismillah” derdi. Üzerine binip doğrulduğu zaman da “Allah’a hamd olsun” derdi. Sonra hemen bu ayeti okurdu: “Bunları bize veren Allah’ı tenzih ve tespih ederiz. Halbuki (bize kalsa) bunlara gücümüz yetmezdi.” Üç defa “Allah’u ekber”, üç defa “Lâ ilâhe ill’allah” buyururlardı. [275]

Hz. Nuh (as) ise gemiye bindiği zaman, “Bismillahi mecrâha ve mürsâha inne Rabbî le Ğafur’ur-Rahîm-Geminin yüzüp gitmesi de, durması da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz ki Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir” (Hûd 11/41) ayetini okurdu.[276] Bu dualardan anlaşılıyor ki, esas maksat Allah’ı her yerde her zaman anmak lazımdır. Resulüllah (sav) böyle yapardı. Allah (cc) bizi de, Resulüllah’ın yolundan ayırmasın.. Amin... Her bir güzel sanata bakıp ibret almak ve onu taklit etmek iyi olduğu gibi, dini emirleri de böylece uygulamak güzeldir. Fakat günümüzde Müslümanlarda, İslam isminden başka bir şey kalmamıştır. Akl-ı Küll Peygamber’imizin mübarek sözleri ve onun hayat-ı seniyesi aramızdan silinip gitmiştir. Adlarını İslam alimi koyan fakat İslam’dan hiç haberi olmayan kimseler İslam’da bidatler çıkarmış ve bunları yaygın hale getirmişlerdir. Bu yüzden muhtelif düşünceler ortaya çıkmış ve her kes başını alıp bir tarafa gitmiştir. Bugün Müslümanlar arasında Kur’an’ın hükümleri ve Resulünün sünnetinden başka her  şey mevcuttur. Sadece bu ikisi yoktur. Belki bu kitabımızı okuyan kimseler bizi eleştireceklerdir. Lakin ben, kendimi serâpa kabahatli görüyorum. Bunda bir kaygım yoktur. Fakat insaf sahipleri İslam alemine baktıkları zaman aynı şeyi göreceklerdir... (...) Allah bize bir kurtuluş ve çıkış kapısı ihsan etsin..

14/15- “Gerçekten biz Rabbimize döneceğiz

15/16- (Resulüm! Müşriklere: “Semaları ve yeri kim yarattı?” diye sorduğun zaman “Allah, yarattı” diye cevap verirler.) Halbuki Allah’ın kullarından bir kısmını, O’nun bir parçası saydılar. [Yahudiler, “Üzeyir Allah’ın oğludur”; Hıristiyanlar, “Mesih, Allah’ın oğludur”; bu müşrikler ise “Melekler, Allah’ın kızlarıdır” dediler.] (Resulüm!) Gerçekten insan aşikâr bir nankördür, (nimetin kadrini bilmeyendir.).

16/17- Yoksa Allah, yarattıklarından kızları kendisine aldı da oğulları size mi ayırdı?!![277]

17/18- (Resulüm! Hele bu müşriklerin haline bak ki:) Onlardan biri Rahman (olan Allah’a) isnat ettiği kız çocuğu ile müjdelendiği zaman yüzü dolanıp simsiyah kesilir de öfkesinden yutkunur durur. (Kızları, Allah’a isnat ederken yüzleri kararmaz, ama kendilerine kız çocuğu gelince yüzleri kararır.)

18/19- Süs (ve rahatlık) içinde yetiştirilip savaş edemeyecek olanı (kızları) (kendi nazarlarında eksik sayıp) istemiyorlar? (Onun için kendilerine göre sevimsiz olanı Allah’a isnat ediyorlar?!).

 

Tefsir:

Allah (cc) bu ayette, ziynet ve rahatlığı kadınlara isnat etmiştir. Yani rahatlık ve ziynet olacaksa bu kadınlara yakışır. Erkekler böyle ziynet ve rahatlıktan uzak durmalıdırlar. Rahatlığı zahmete tercih etmelidirler. Ömer b. Hattab (ra) bir hutbesinde şöyle buyurmuşlardır: Ey insanlar! Elbiselerinizi sert, solgun renklerden seçin, giyiminizde, yiyiminizde, içiminizde süslü, mükellef ve konforlu olanı tek edin kendinizi erkeklerden sayın. Hüneriniz savaş meydanlarında merdâne savaşmak olsun.. Bu yüzden erkekler, kadınlar gibi süslü şeyleri giymekten uzak dursunlar. Eğer süslenmek istiyorlarsa iç alemlerinde takva libası ile süslenip en büyük cihat sayılan nefisleri ile mücadele etsinler. [278]

Fakat ne yazık ki günümüzde cehalet yaygın hale gelmiş ve kadınlara mahsus olan ipek giymek, altın takı takmak artık erkeklerde dahi görülmeye başlamıştır. Hatta bazısı aşüfte kadınlar kılığına giriyor, böylece cahilce dalalet vadilerinden dolaşıyorlar.

19/20- (Resulüm!) Bu müşrikler, Rahman (olan) Allah’ın bendeleri melekleri müennes sayıyorlar; acaba (Ben onları yaratırken) yaratılışlarını mı gördüler? [Resulüllah (sav), müşriklere “meleklerin müennes olduklarını” nereden öğrendiklerini sordu. Onlar da, babalarından duyduklarını, onları şahit gösterdiklerini ve yemin ederek onların yalan söylemediklerini söylediler. Bunun üzerine ayetin bu son kısmı nazil oldu.][279] (Resulüm!) Onların bu şahitlikleri yazılacak (ilmimizde tespit edilecek) ve (kıyamet günü) sorguya çekileceklerdir.[280]

20/21- (Resulüm! Bu müşrikler, Allah’a şirk koşup) dediler ki: “Rahman (olan Allah) dileseydi biz onlara tapmazdık, (bizi cebren, zor kullanarak, bundan men ederdi.). Onların bu hususta (bunun hakikatini anlamak için) bir bilgileri yoktur. (Resulüm!) Onlar başka değil sırf katıksız bir yalan söylüyorlar. (Allah insanı dünyada yapacağı her fiilde serbest bırakmış, ihtiyarı kendi eline vermiştir. Müşrikler, yaptıkları çirkin  işleri Allah’a isnat ediyorlar ama, inanıp inanmamaları kendi seçimlerine bırakılmıştır. Onlar şirki, tevhide tercih ediyorlar. Buna göre Allah, onlara azap edecektir.).

21/22- Yoksa (bu müşrikler) bundan önce onlara bir kitap verdik de ona mı tutunuyorlar.? (Onun için mi şirki tevhide tercih ediyorlar?).

22/23- (Biz, bu müşriklere öyle bir kitap göndermedik ki, bu şirk konusunda lehlerine bir delilleri bulunsun.) Bilakis (hiçbir delilleri yoktur. Taklit edip) dediler ki: “Sadece, biz babalarımızı bir din (putperestlik) üzerinde bulduk, biz de oların izindeyiz.”

23/24- (Resulüm! Seni peygamber gönderdiğimiz gibi) böylece, senden önce de hangi memlekete uyarıcı (peygamber) göndermişsek mutlaka oranın şımarık varlıklı kimseleri, (sana dedikleri gibi, onlara da), “Babalarımız bir din (putperestlik) üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız” derlerdi. (O halde sen de bunların böyle demlerine sakın üzülme.).

24/25- (Her bir peygamber, öz kavmine, davet makamında): “Ben size, babalarınızın (o putperestlik içinde) yaşarken üzerinde bulduğunuz (putperestlik)den daha doğrusunu getirmişsem (yine mi bana uymazsınız?)” deyince, dediler ki: “Biz kesinkes sizinle gönderilen şeyi muttasıl inkâr edenlerdeniz.”

25/26- (Resulüm!) Biz de onlardan intikam aldık. Bak, yalanlayanların akıbeti nice oldu? (Dünyada azap tuttu, ahrette ise daima bu azapta kalacaklar.).

26/27- Hani İbrahim babasına ve kavmine demişti ki.: “Kesinkes ben sizin taptığınız şeylerden uzağım

27/28- “Ben  ancak beni yoktan yaratan Allah’a taparım. Şüphe yok ki, O, beni hidayette sabit ve ber karar eder.”

28/29- İbrahim tevhit kelimesini (lâ ilâhe ill’allah) ardından geleceklere devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı ki, (insanlar, şirki bırakıp)[281] tevhide dönsünler.

29/30- (Resulüm!) Hakikat şu ki, Ben bunları da atalarını da kendilerine hak olan kitap (Kur’an) ve hakikati haykıran bir peygamber (yani sen) gelinceye kadar faydalandırıp geçindirdim.

30/31- Kendilerine hak (bu Kur’an) geldiği zaman onlar: “Bu bir büyüdür, doğrusu biz onu tanımıyoruz” dediler.

31/32- (Ama senin hakkında) şöyle dediler: “(Beşerden peygamber olmaz. Olsa da varlıklı kimselerden olur.) Eğer bu Kur’an (Allah’tan indirilseydi) şu iki şehirden (Mekke’de Velid b. Muğire ve Taif’te Urve b. Mesud gibi)[282] bir büyük adama indirilmeli değil miydi?”

 

Tefsir:

Mekkeli müşrikler, inat edip, evvela insandan peygamberin olamayacağını söylediler. Bu konuda kendilerine mukni deliller getirilince aciz kalıp bu fikirlerini değiştirdiler. Sonra başka bir inkâr yoluna saptılar; “insandan peygamber olsa bile, varlıklı kimselerden olur, onun için Velid b. Muğire ve Urve b. Mesut gibi kimseler bu işe layıktır.  Muhammed (sav) Abdullah’ın oğludur. Nesli güzeldir, fakat malı serveti yoktur. Bunun için onun peygamber olması doğru değildir.” dediler. Gözlerini maddiyat bürüdüğü için her şeyi ona kıyas ediyor, doğruluğun ölçüsü paradır diyorlardı. O müşrikler, bu sözleri cahilliklerinden dolayı söylüyorlardı. Fakat günümüzde kendini alim sanan kimseler buna benzer laflar edince insan şaşıyor. Onlar Allah’ın nurunu söndürmeye çalışıyorlar. Ama kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.

Günümüzde Kur’an’a dair bir hüküm beyan ettiğimiz zaman hemen tevile çalışıp onun mukabilini ileri sürüyorlar. Ahat haberlerle Kur’an ayetlerinin manasını, tahsis ve takyit ediyor; böylece Kur’an’ın yapılmasını kesinkes emrettiği farzları terk ediyorlar. Sanki Resulüllah (sav) Kur’an’ı tilavet ederken, bu ayet bu hadisle nesh, bu ayet bu hadisle tahsis, bu ayet bu hadisle takyit edilmiştir, diye beyanda bulunmuştur.

Mesela, Nisa sûresinde Allah (cc) çok kadınla evlenmeyi, adalet şartına bağlamasından[283] sonra hangi habere dayanarak onun o yüce manasını terk edip hiçbir  şarta bağlamandan aynı ile kabul ediyorlar? Böylece Müslümanlar arasında hiç şarta bağlanmadan çok kadınla evliliğin yaygınlaşmasına sebep oluyorlar. Dolayısıyla bu konuda kadınlara akla gelmez zulümler yapılıyor...

32/33- (Resulüm!) Rabbinin rahmetini bu müşrikler mi taksim ediyorlar? (Bu taksim Allah’ a aittir. Allah mükemmel kudretiyle onu taksim eder, engin hikmetiyle layık gördüğünü peygamber yapar. Onlar peygamberliğin kime verileceğini ne bilirler! Halbuki daha kendi işlerini düzeltip rızıklarını taksim etmeye bile kadir değildirler.) Dünya hayatında onların maaşlarını aralarında biz taksim ettik. (Tam bir hikmet üzere) birbirine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık (kimini kuvvetli ve zengin, kimini zayıf ve fakir kıldık. Eğer hepsi fakir ve zayıf, yahut hepsi zengin ve kuvvetli olsaydı, alem harap, dünya da fesat dolardı. Şimdi onları halleri ile baş başa bıraksaydık kuşkusuz her  şeyin düzeni bozulurdu. Öyle ise kendi hallerini düzeltemeyenler peygamberlik emrini nasıl düzgün yapabilirler?). (Resulüm!) Rabbin rahmeti (yani dini, şirki terk edip tevhide sarılmanız) onların dünya malı adına biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.

33/34- (Resulüm!) Şayet insanların (“kâfir olunca nimet bolluğu içinde yaşanıyor” düşüncesi ile, hep kâfir olmaya akın etmeleri ve böylece)[284] küfürde birleşmiş bir tek ümmet olması (tehlikesi) bulunmasaydı, Rahman (olan Allah’ı) inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını ve çıkacakları merdivenleri gümüşten yapardık.

 

Tefsir:

Bu ayet-i kerimeden anlaşılan mana şudur: Allah (cc) İslamiyet gelmeden önce Arabistan’da olan kâfirlerin geçimlerinde darlık vermişti ki, insanlar onlara bakarak kâfir olmaya meyil etmesinler. Şu da bir gerçektir; günümüzde Allah (cc) dünyada kâfirlere altın ve gümüş gibi nimetler vermesinden anlaşılıyor ki, insanların hepsi gidip küfür bayrağı altında toplanmayacaklar. Yine bu sebepten Allah (cc) bu nimetleri Müslümanlardan ziyade kâfirlere veriyor. Buna rağmen Müslümanların sayısı gün geçtikçe artıyor, kâfirlerin varlıklı olmaları, onların imanlarını etkilemiyor. Yine gün geçtikçe İslamiyet dünyanın her tarafına yayılacaktır. Yalnız şurası önemlidir ki,  Müslümanları kâfirlerin zengin olmaları değil, dahili düşmanlar ve iç çekişmeler akla gelmez, hayale sığmaz zillete düşürecektir. Bunun dışında hiç bir şey İslâmiyet’i yıkamaz.

34/35- Evlerinin kapılarını ve üzerine yalanacakları koltukları da (hep gümüşten yapardık.).

35/36- Daha nice altın ve ziynetler verirdik... (dünya Allah nezdinde hakir bir şeydir. Bu yüzden orada ne kadar güzel şeyler varsa kâfirlere verirdi. Fakat böyle güzel şeyler sırf kâfirlere veriliyor diye dolanıp herkes kâfir olur mülahazası ile her kâfiri zengin yapmamış, kimini fakir kimini de zengin kılmıştır.). Bütün bunlar sadece dünya hayatının geçici mallarıdır. (Fani olacaklardır.) (Resulüm!) Ahret ise, Rabinin katında, Allah’ın azabından sakınıp rahmetine sığınanlara mahsustur.

36/37- Kim de Rahman (olan Allah’ın) zikrinden uzak yaşarsa artık biz  şeytanı ona sardırırız bir daha yakasını bırakmaz. (Nitekim müşriklere de sardırdık, bir türlü şirkten kurtarıp Kur’an’a iman etmeye yaklaşmıyorlar.).

37/38- Şüphesiz ki, bu şeytanlar (vesvese eder) onları yoldan çıkarırlar. Lakin onlar hayal ediyorlar ki, halen hidayetteler.

38/39- Nihayet (o kime şeytana tabi olarak) kıyamet günü bize gelince, (yaptığının kötü olduğunu ve şeytanın ona düşman olduğunu anlar) ve (o şeytana): “Nolaydı benimle senin aranda doğu ile batı arasındaki kadar bir uzaklık olaydı. Sen ne kötü arkadaşmışsın!!!” feryadını basar.

39/40- (Bugünkü günde, şeytandan teberra etmek “benden uzak ol” naraları atmak) size fayda vermeyecektir. Zira sizin zalimler olduğunuz ortadadır, (bunda kimsenin şüphesi yoktur.). Çünkü siz (o şeytanla) azapta ortaksınız.

40/41- [Resulüllah (sav) Kureyş müşriklerini İslam’a davet etmek için o kadar gayret ederdi ki, bu gayreti o şerefli ruhunu ıstırap verecek seviyeye ulaşırdı. Maksadı, sırf bu müşriklerin hidayete gelip iman etmeleri idi. Gelen ayet, Resulüllah’ın arzu etmesine rağmen onları hidayete getiremeyeceğini ifade ediyor.] (Resulüm!) O halde sen mi (haktan uzak olan bu kimselere hakkı) işittireceksin? Yahut  (basiret gözü) körlere ve aşikâr bir sapıklık içinde bulunanlara sen mi hidayet edeceksin. (Sen yalnız başına bunlara kadir değilsin. Allah, buna kadirdir. Öyleyse hidayete gelsinler diye o mübarek ruhunu eziyete niye sokuyorsun?).

41/42- (Resulüm!) Eğer biz seni onlara azap gelmeden önce alıp götürsek (vefat ettirsek) bile (sen gönlünü hoş tut) biz elbet onlardan intikam alacağız.

42/43- Yahut da onlara vâadettiğimiz azabı sana gösteririz (seni şâd ederiz.) Biz kesinkes onlara (azap etmeye) kadiriz.

 

Tefsir:

Allah (cc) ezeli ilmi ile müşriklere Bedir günü azap edeceğini biliyordu. O gün müşrikleri yenmekle Resulüllah (sav) ve müminler sevineceklerdi. Lakin Allah (cc) hem bu ayette hem de sair ayetlerde böyle emirleri müphem bırakıyor ki, hem Resulüllah (sav) hem de müminler korku ile ümit arasında olsunlar ve zafer ile fethi düşüne düşüne sonunda sürpriz bir sevinç ve sürura girsinler.

43/44- (Resulüm! Seni müşriklere galip edelim etmeyelim, zaferi elde et etme her iki halde de) sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphe yok ki sen, dosdoğru yoldasın.

 

Tefsir:

Allah (cc), bu emirleri Resulüllah (sav)’e beyan etmekle İslam önderlerini ve sair ilgilileri,  bu ebedî kanun ile yetiştirmek istemektedir. Yani İslam dâvetçileri, dini tebliğ yaparken son derece sağlam ve metanetli, hiçbir hareketin yerinden ayıramadığı yerli kayalar gibi olmalarını işaret etmektedir. Hiçbir kınayanın kınamasına, hiçbir İslam aleyhtarı propagandacının propagandalarına aldanmamalarını, hakkı anlatmada devam etmelerini teşvik etmektedir. Fakat günümüzde bunun tam tersi olmuş, sözde İslam alimleri İslam hakikatlarını anlatmamış ve o gerçekler gizlide kalmışlardır. Kur’an’ın güneş gibi cehaleti aydınlatan hakikatleri hep gizli tutulmuştur. Biz bu türlü sözde alimlerden bu kitabın birinci cildinde çok bahsetmiştik.. yine bu türlü kimseler, “Nasıl olurda Kur’an Türkçe’ye çevrilebilir? Böyle şey olmaz” diye itiraz etmişlerdir. Bu türlü insanlar Kur’an’ın hakikatlerinin herkes tarafından anlaşılmasına yıllardır mani olmuşlardır. Halen de olmaktalar. Ben onların hilesinden sizleri uyarıyorum. Acaba ilim, tercüme edildi diye hiç değişir mi? İlim odur ki, hangi dile çevirirseniz baki kalır. Kur’an ise ilimlerin en yüksek derecesindedir. Onu hangi dile çevirseniz iyice nuraninyeti ziyadeleşir. Sapıklar istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.

44/45- (Resulüm!) Bu Kur’an sana ve senin kavmine büyük bir şereftir; (ona muhkem sarılın, onunla amel edin. Kıyamet günü, bunları yapıp yapmadığınızdan) sorguya çekileceksiniz.

45/46- (Resulüm!) Senden önce gönderdiğimiz elçilerimizi (yani onların din ve milletlerine bak, durumlarını) araştır ki, Rahman(olan Allah)dan başka tapılacak tanrılar (edinin diye) emretmiş miyiz? (Onlara da, sana dediğimiz şeyleri demişiz; Allah birdir, sadece O’na ibadet edin. Öyle ise niçin Allah’ı bırakıp da putlara tapıyorlar?).

46/47- (Bu cümleden olarak) Biz Musa’yı mucizelerimizle Firavun’a ve ileri gelen adamlarına gönderdik. Musa: “Ben gerçekten alemlerin Rabbi olan Allah’ın peygamberiyim.” Demişti.

47/48- (Onlar, Musa’dan sözünün doğruluğunu tasdik eden delil ve burhan istediler. Biz de ona delil ve burhan verdik.) Onlara delil ve burhanlarımızı getirince, (kabul etmeyip) bu delil ve burhanlara (istihza edip) güldüler.

48/49- Bizim onlara gösterdiğimiz her mucize yek diğerinden daha büyüktü. (Böyle iken yine inanmamdılar.) Belki döner (tövbe ederler) diye, onları (her çeşit) azaba tuttuk. (Fakat yinede küfürlerinden dönmediler.).

49/50- (Firavun’un kavmi Musa’ya) dediler ki: Ey sahir! Sana verdiği ahde göre bizim için Rabbine dua et; (bu belayı bizden kaldırsın. Eğer bu belayı bizden kaldırırsa) şüphe yok ki biz gerçekten doğru yola gireceğiz” [Dillerinde hidayete geleceklerini söylemelerine rağmen kalpleri bunun tersini söylediği için Musa’ya “Sahir” dediler. Musa (as), dua etti. Üzerlerinden bela kalktı. Fakat yine de iman etmediler.]

50/51- Fakat azabı kendilerinden kaldırdığımız zaman  heme sözlerinden dönüverdiler.

51/52- Firavun öz kavmi arasında seslenip onları çağırdı ve: “Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? (Öyle ise Musa gelip bana niçin itiraz ediyor?) Acaba (benim azamet ve şevketimi) görmüyor musunuz? [Halife Harun Reşid bu ayeti okurdu ve derdi ki: “Firavun mülkü ile övünüyor ama, ben onun mülküne tuvaletlere su taşıyan birini vali olarak gönderdim.” Helâya su taşıyan Hasîb adlı bir köleyi Mısır’a vali yapmıştı.][285]

52/53-54- Bilakis (bakıp görüyorsunuz) ben, kendisi zayıf nerede ise meramını anlatamayacak durumda bulunan şu adamdan (Musa’dan) daha hayırlıyım (!).

53/55- (Eğer Musa, sözünde doğru ise, bizim bir makama geçirdiğimiz bir insanın koluna bilezikler taktığımız gibi) ona altın bilezikler verilmeli veya yanında ona yardımcı melekler gelmeli değil miydi? (Ki, onun doğru sözlü olduğuna delalet etsin.).

54/56- (Resulüm! Firavun bu sözleriyle) kavmini aldattı; onlar da kendisine boyun eğdiler. Şüphe yok ki, onlar fasık bir toplum idiler.

55/57- Nihayet bizi gazaplandırdıkları zaman onlardan intikam aldık. Hepsini suda boğduk.

56/58- Firavun’un kavmini onlardan sonra gelecekler için ibret ve mesel yaptık. [Onlardan sonra gelenler derlerdi ki:  falan kavim Firavun’un kavmi gibi cezayı giydi.]

57/59- [Kureyş müşriklerinden Abullah b. Zibe’ra Resulüllah’a (sav) dedi ki: “Sen diyorsun ki; Hırıstiyanlar İsa’ya ibadet ediyorlar, öyle ise İsa’nın da cehennemde olması gerekmez mi? Halbuki sen İsa’yı güzel tanıtıp tasdik ediyorsun!” Bu sözün üzerine orada bulunan müşrikler kahkahayı bastılar. O vakit gelen ayet nazil oldu.][286] (Resulüm!) Meryem oğlu, bir mesel olarak ortaya atılınca, birdenbire senin kavimin (Kureyş), ondan keyiflenerek sevinç ve sürurlarını izhar ediyorlardı. (Güya seni, sözleriyle mat etmişlerdi!!!).

58/60- (Yine sana) dediler ki: “Bizim tanrılarımız mı hayırlı, yoksa o (İsa)[287] mı? (Elbette sana göre İsa hayırlıdır. O halde bizim putlarımızın işi kolay!!)” (Resulüm!) Onlar bu sözleri sana ancak tartışmak için söylediler. (Çünkü onlar biliyorlar ki, senin “Allah’tan başka şeylere tapanlar cehenneme gideceklerdir” sözünden kastettiğin, onların putlarıdır. İsa (as) değildir. Fakat onların adetleri hep inat etmek olduğu için sürekli seninle mücadele ediyorlar.]

59-60/61- (Resulum!) Meryem oğlu İsa da, sadece kedisine nimet verdiğimiz ve (atasız yaratılmasıyla) İsrail oğullarına (Allah’ın kudretine alim olmaları için) örnek kıldığımız bir kuldur. (Ey müşrikler!) Eğer dileseydik, içinizden yeryüzünde size karşılık (nefs-i ammareden arındırılmış) melek (sıfatında) varlıklar yaratırdık; (onlar bize ibadet ederdi. Bunu yapmaya bizim kudretimiz yeter. Lakin ezelde irademize göre aklı ve nefs-i ammaresi ile bir arada bulunan insan oğlunu yarattık. İman edip etmemede onu serbest bıraktık. Hangisini seçerse ona göre karşılık alacaktır.).

61/62-63- Şüphesiz ki o (Kur’an)[288], kıyamet günün vukûunu bilmek (için büyük bir vasıtadır.) Kıyametin kopmasından hiç şüphe etmeyin, bana tabi olun. Bu benim üzerimde olan yol dosdoğru yoldur.

62/64- Şeytan sizin (Kur’an’a tabi olmanıza) mani olmasın. Çünkü o, sizin için aşikâr bir düşmandır, (ondan sakınmanız gerekir.).

63/65- İsa, açık delil ve burhanlarla gediği zaman (İsrail oğullarına) demişti ki: “Ben size hikmet (İncil)[289] getirdim ve ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. Allah’tan sakının ve bana itaat edin. (Ta ki doğru yolu bulasınız.)”

64/66- Gerçekten benim de Rabbim sizin de Rabbiniz Allah’tır. Öyle ise O’na kulluk edin, bu dosdoğru (ve necat) yoludur.

65/67- (Resulüm! İsa’da sonra) aralarından çıkan gruplar, (İsa hakkında) ihtilafa düştüler. Acı bir günün azabından dolayı vay o zulmedenlerin haline!

66/68- (Resulüm! Bu kâfir ve müşrikler) kendileri farkına  varmadan ansızın kıyametin başlarına gelmesini mi bekliyorlar?

67/69- (Dünyada küfür ve masiyette) dost olanlar o gün (kıyamet günü) birbirine düşman kesilirler. Takva sahipleri başka, (onların dostlukları iyice artar.).

68/70- (Kıyamet günü hitap edip o takva sahiplerine derim ki:) “Ey benim bendelerim! Bugün size hiçbir korku yoktur ve siz mahzun olmayacaksınız.”

69/71- Benim o has bendelerim onlardır ki, (tarafımızdan) nazil olan ayetlerimize iman eder ve (nefislerini sırf) itaatimize has kılarlar.

70/72- (Bu has bendelerime tarafımdan hitap olunur:) Siz ve (saliha) zevceleriniz yüzünüzden belli şad olacağınız cennete girin!

71/73- Onların etrafında yiyecek ve içecekler altın tepsi ve kûzelerle dolaştırılır. Orada canlarının çektiği ve gözlerin hoşlandığı her şey vardır. Hem siz orada ebedî kalacaksınız.

72/74- Bu cennet işte o cennettir ki, (dünyada) eylediğiniz amellere karşılık varis kılındınız..

73/75- Orada sizin için bol bol meyveler vardır. Onlardan yersiniz.

74/76- (Resulüm!) Şüphe yok ki suçlular (kâfirler)[290] cehennem azabında ebedî olarak kalacaklardır; (oradan hiçbir zaman kurtulamayacaklardır.).

75/77- Onların azabı hafifletilmez ve onlar azap içinde (kurtulacaklarından) ümitsizdirler.

76/78- (Resulüm!) Biz onlar zulmetmedik, fakat (onlar bize asi olmaları yüzünden) öz nefislerine zulmettiler.

77/79- Onlar, cehennem bekçilerine: “Ey Malik! Rabbin artık bizi öldürsün” diye seslenirler. Malik de: “siz böyle (ebedî) kalacaksınız” der.

78/80- (Ey müşrikler!) Şüphe yok ki, biz size hak ve adaletle (Muhammed aleyhisselamı) gönderdik. Lakin çoğunuz haktan hoşlanmayıp (yüz çevirdiniz.).

79/81- (Resulüm!) Belki onlar (kendi aralarında hakka karşı gelmek için bir hileyi) kararlaştırmışlardır! Biz de onları cezalandırmak için kararlıyız.

80/82- Yoksa onlar, bizim kendilerinin sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? Hayır! (Onların bütün sırlarını biliyoruz.) Buna ilave olarak (tarafımızdan) gönderilen (hafaza melekleri de onların sırlarını ve yaptıklarını) yazmaktalar.

81/83- (Resulüm! Bu müşriklere) de ki: “(Siz diyorsunuz ‘melekler hâşâ Allah’ın kızlarıdır”) Eğer Rahman (olan Allah’ın) evlâdı olmuş olsaydı (ben Allah’ın Resulüyüm, O’na daha yakınım. Sizden önce) elbette ben (ona) kulluk edenlerin ilki olurdum. (Ama ben diyorum ki, O’nun evlâdı yoktur. Neden bana inanmıyorsunuz?).

82/84- Semavat ve yerin Rabbi, Arş’ın Rabbi onların nitelendirdikleri şeyden münezzehtir, (Allah’a evlât isnat etmek seza değildir.).

83/85- (Resulüm! O müşrikler senden yüz çeviriyorlarsa) sen bırak onları, kendilerine vâdedilen günlerine kavuşuncaya kadar, (kendi dünyalarında) batıla dalsın, oynaya dursunlar. (Kıyamet günü gelince onların icabına bakacağım.).

84/86- Semadaki ilah da, yerdeki ilah da O’dur. (Her yede ibadete layık ve yegâne O’dur.) Allah (her işini) hikmet üzere yapandır, (insanların maslahatlarını da) iyi bilendir.

85/87- Semavatın yerin ve her ikisi arasındakilerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın  şanı ne yücedir.

86/88- (Öyle müşriklerin dedikleri gibi) Allah’ı bırakıp da taptıkları putlar, şefaat etme hakkına sahip değildirler. Ancak (Allah’ın izni ile o kimseler şefaat etme hakkına sahip olurlar ki,) hakikaten (mabutlarının yegâne Allah olduğunu) bildikleri halde (Allah’ın birliğine) şahit olmuş (muvahhid olalar.).

87-88/89- (Resulüm!) Onlara (müşriklere) kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette “Allah” derler. Öyle ise (Allah’a ibadet etmekten) nereye kaytarıyorlar? (Resulüm! Sen ki Muhammed sallallahu aleyhi vesellemsin. Diyorsun ki) “Ey benim Rabbim! Bunlar (bu müşrikler) iman etmeyen bir kavimdir, (bunlarda iman ümidi yoktur.).

89/90- (Resulüm!) Şimdilik sen onlardan yüz çevir ve size selam olsun de. Elbette (küfürlerinin akıbetini) bilecekler, (azaba giriftar olacaklar.).

 

Hamd olsun Zuhruf sûresinin tefsiri tamam oldu. İtaat edenlere müjde günahkârlara da  uyarı konularını içeren bir mübarek sûredir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu Zuhruf sûresini okursa kıyamet günü Allah’ın (cc) ‘Ey benim bendelerim! Bugünkü günde size korku yoktur. Mahzun da olmayacaksınız. Hesap görmeden cennete dahil olun’ kelamına muhatap olurlar”[291]


 

 

44/64 DUHÂN SÛRESİ

 

Duhân sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 57 ayet, 346 kelime ve 1431 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Hâ. Mîm. (Bu mübarek sûrenin adıdır.).

2/3- (Resulüm!) And olsun bu Kur’an’a ki, (halkın din ve dünya işlerini) beyan ediyor.

3/4- Şüphesiz biz bu Kur’an’ı hayır ve bereketi bol olan bir gecede indirdik. Hakikat biz (günahkârları) uyarıyoruz (ki şirki terk edip, tevhide gelsinler).

 

Tefsir:

Müfessirler bu ayette anlatılan gece konusunda muhtelif beyanlarda bulunmuşlardır. Buna göre, kimi, bu geceden maksat, “Kadir gecesi”, kimi “Şâban ayının yarı gecesi (Beraat gecesi)”dir demişlerdir. Fakat bu görüşler, asıl maksattan uzak düşmektedir. Ayette zikredilen mübarek gece, ne Kadir gecesi, ne de Beraat gecesidir. Belki Kur’an’ın indiği gecedir. Kur’an, kıyamete kadar, insanları hidayet eden nurlu bir kaynak olduğu için onun indiği ilk geceye mübarek gece denmiştir. Böyle güzel bir te’vil dururken başka bir yoruma ihtiyaç yoktur. Resulüllah (sav) Mekke’de Ramazan ayının 24 üncü gecesinde Hira mağarasında âbâsına bürünmüş yatarken bir ses işitti, bir nuraniyet göründü. Allah tarafından melek gelip “Yardan Rabbinin adıyla oku” (Alak 96/1)diye ilk vahyi getirdi ve böylece nübüvvete memur oldu. İşte bu geceye Allah (cc) tarafından “mübarek gece” dendi. Allah (cc) İslam’ın başlangıcı sayılan bu gecenin büyüklüğünü ve ehemmiyetini anlatmak için mübarek gece denmiştir ki, insanlar böyle bir geceden gafil olmasınlar.

4/5- O gecede her hikmetli iş birbirinden ayrılır. (İnsanlar için hükümler verilir.).

5/6- O emir, tarafımızdan (ilmimizle ve tedbirimizle meydana gelmiştir. İnsanlar için ebedî bir kanun olmuştur.) Muhakkak ki, peygamber gönderip (hükümler vermek) bizim şanımızdır. (Geçen ümmetlere peygamberler verdiğimi gibi bu Muhammed aleyhisselam da onlar cümlesindendir.).

6/7- (Resulüm! Kitap ve peygamber göndermek) senin Rabbin Allah’tan (bendelerine) bir rahmet ve lütuftur. Allah (insanların her bir sözünü) işitip (her bir hallerine) alim olandır.

7/8- Siz eğer kesinkes inanıyorsanız, iyi bilin ki Allah semaların, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir.

8/9- Allah’tan başka hak mabut yoktur. (Her şeyi) öldüren ve dirilten (O’dur.). Sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir.

9/10- (Resulüm! Kâfirler, görünürde semavatın ve yerin yaratıcısı Allah olduğunu ikrar etseler bile, buna kesin bir inançları yoktur.) bilakis onlar şüphe içinde eğlenip duruyorlar.

10-11/11-12- (Resulüm!) Şimdi sen göğün, insanları bürüyecek açık bir duman getireceği günü gözetle. Bu acı bir gündür. [Mekke müşrikleri, son derece Resulüllah (sav)’e eziyet ettiler. Allah onlara kıtlık belası verdi. Açlıktan gözleri birbirini görmekten pusu bürümüştü. Aralarında perde var gibi birbirini görmez duruma düşmüşlerdi. Araplar, büyük belaya “duhan/duman” derlerdi. İşte bu belâyâ da duhan demişlerdir. Allah bu belayı onlara vermiştir.][292]

12/13- (Sonra bu azabın korkusundan yalvardılar ve:) “Ey bizim Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Atık tamam biz inanıyoruz” dediler.

13/14- (Resulüm! Bu müşrikler korkularından iman etme sözü veriyorlar ama) nerede onlarda öğüt almak? Halbuki  doğruluğu aşikâr peygamber (yani sen) onlara geldiğin halde (iman etmediler. Başlarına kıtlık gelince ayılıp iman edeceklerini söylüyorlar. Senin gibi bir peygamberden öğüt almayanlar, başlarına gelen kıtlık  korkusu ile de öğüt almazlar.).

14/15- (Resulüm! Sen onlara gönderildikten) sonra yüz çevirip dediler ki: “(bu birinden) talimli, (kendi de) mecnun.” [Müşrikler, Resulüllah’ın (sav) Acem bir köleden Kur’an’ı ders aldığını iftira ediyorlardı.][293]

15/16- (Ey müşrikler! Yalvarmanıza göre) biz azabı biraz götürelim ama siz yine (eski halinize) dönersiniz.

16/17- (Resulüm!) O gün (Bedir günü)[294] Biz, (müşriklere) büyük bir hamle yaparız, mutlaka (o gün seni galip eder onlardan) intikam alırız.

17/18- Onlardan (Mekke müşriklerinden) önce Biz, Firavun’un kavmini de imtihan etmiştik. (Onlara her bir nimetten bol rızıklar ihsan etmiştik. Lakin şükretmeyip nankörlük ettiler.) Onlara çok kıyametli bir peygamber gelince:

18/19- (Onları davet edip dedi ki:) “Esaretiniz altındaki Allah’ın bendeleri (İsrail oğullarını) bana teslim edin. Çünkü ben siz gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.

19/20- Allah’a büyüklük taslamayın; (Allah’ın hükümlerine ve peygamberine zillet ve hakaret nazarıyla bakmayın.)[295]. Şüphe yok ki ben size (peygamber olduğumu doğrulayan) açık bir delil ve burhan getiriyorum.” [Musa (as) bu sözleri Kıptîler’e söyleyince onlar, onu (as) taşlamakla tehdit ettiler. Bu kez onların şerrinden Allah’a sığındı ve gelen ayette şöyle dedi:]

20/21- (Ey Kıptiler!): “Gerçekten ben, beni taşlamanızdan dolayı benimde Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığınırım. (Allah beni, sizden korur.).

21/22- Eğer bana inanmıyorsanız, bari yanımdan uzaklaşın. (Zira ben Allah’a inanmayan kimselerle dostluk ve bir bağ kurmam. Onların arasında durmam).” [Musa (as), onların kendine inanmadığını görünce o vakit onlardan uzaklaştı ve:]

22/23- Ve öz Rabbine dua etti: “(Ey benim Rabbim!) Şüphe yok ki bunlar suçlu bir kavimdir. (Onlara azap gönder.)[296]

23/24- (Resulüm! O vakit Musa’ya hitap edip dedik ki:) “O halde benim bendelerimi (İsrail oğullarını) geceleyin yola çıkar. Siz (Firavun ve onun kavmi Mısır’an çıkıp) dalınızca sizi takip edecekler, (ola ki uyanık olasınız.);

24/25- (Ya Musa! Deniz yarılıp) karşıya geçince denizi olduğu gibi yarık bırak, (denizde açılan yarığın bitişmesini sakın bekleme!) Firavun ordusu bir ordudur ki, (tarafımızdan) kesinkes boğulacaklarına hükmedilmiştir.”

25/26- (Resulüm! Firavun ve kavmi helâk olup) ne çok güzel bağlar ve güvârâ/tatlı sular/pınarlar koyup gittiler..

26/27-Ne çok ekinler, şerafetlu meclisler...

27/28- ve içinde salınıp sevinçle gezdikleri nice nimetler ve refah!..

28/29- (Resulüm! İşte bu Kıptiler’ın içinde durup eğlendikleri yurtlarını, arkalarından) hiç tanımadıkları bir kavme miras bıraktık, (ki ne dinleri, ne de kendileri onlardan değildi!).

29/30- (Resulüm! Allah, o Kıptileri, o azamet ve zorbalıklarıyla helâk etti..) ne sema ne de yer onlara ağlamadılar. Hele azap gelince onlara hiç göz açtırılmadı. (Hepsi helâk oldu gittiler. Kibir ve gururları beş para etmedi.).

30/31- (Resulüm!) Muhakkak ki biz, o İsrail oğullarını  aşağılayıcı azaptan kurtardık. (Firavun, onların erkek çocuklarını öldürüyor, kişilerini de bayağı işlerde eziyordu.).

31/32- Firavun’dan da kurtardık. Çünkü o kibirli, haddini aşan bir zorbaydı.

32/33- (Resulüm!) Hakikaten biz o İsrail oğullarını hem de bilerek (o zamanki) alemlere üstün kıldık.

33/34- Biz onlara içinde apaçık imtihan bulunan mucizeler verdik.

34-35/35- (Resulüm!) Gerçek şu ki, bu müşrikler de (kıyamet günün inkâr edip) diyorlar ki: “Bizim ilk ölümümüzden başka bir  şey yoktur. (Bir defa ölünce) artık biz tekrar diriltilecek değiliz.”

36/36- (Müşrikler, Peygamber ve müminlere, diyorlardı ki, “Tekrar dirilmek, mahşere toplanmak, haktır” diyorsunuz.) “madem öyle, eğer sözünüzde sadıksanız atalarımızı getirin.”

37/37- Acaba (şecaat ve hüner bakımından) onlar (Kureyşli müşrikler) mi daha hayırlıdır, yoksa Tubba’ kavmi[297] ile onlardan öncekiler mi? (Onlar bu Kureyşli müşriklerden daha şecaatli ve hünerli olmalarına rağmen) Biz onların hepsini de helâk ettik. Onlar kesinkes suçlu idiler.

38/38- Biz semaları, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye (boş yere) yaratmamışız.

39/39- Onları ancak ciddi bir maksat için (onlara bakıp ibret almanız için) yarattık. Lakin halkın çoğu (cehalette kalıp, onların bir hikmet için yaratıldığını) bilmezler.

40/40- Şüphesiz (hak-batıl, yahşi-yaman) birbirinden aralandığı hüküm günü, (bütün yaratılmışların,) tayin edilmiş vakitleridir. Hepsi (orada) toplanırlar. (Mazlum, zalimden intikam alır.).

 41/41- O gün dostun dosta hiçbir faydası olmaz. Onlara yardım da edilmez.

42/42- (Kıyamet günü hiçbir şahsa yardım edilmez.) Ancak, Allah’ın merhamet ettiği kimseler böyle değildir. Şüphesiz Allah (yaratılmışlara) mutlak galip, (itaat edenlere) rahmeyleyip (bağışlayandır.).

43-44/43- (Cehennemde) Fasık ve günahkârın yiyeceği zakkum ağacının (meyvesidir.).

45-46/44- O pota gibi karınlarında kaynar. O, (zeytin yağı gibi) kızgın sıvının kaynaması gibidir.

47/45- (Resulüm! O vakit cehennem bekçilerine emrederiz;) “Tutun onu, cehennemin tam ortasına atın onu.”

48/46- Sonra başından aşağı azap olarak kaynar su dökün!

49/47- (Sonra ona deyin ki: sen dünyada kendine göre kavmin arasında) çok güçlü ve üstün biri idin (şimdi) Tat bu azabı bakalım.

50/48- İşte bu, şüphelenip durduğunuz azaptır, (inkâr ediyordunuz bunu. Şimdi gerçek olduğunu anladınız mı?).

51/49- (Resulüm!) Şüphe yok ki, takva sahipleri (Allah’a karşı saygıyla dolu olanlar) güvenli bir makamdadırlar.

52/50- Bağlar ve pınarların başındadırlar..

53/51- (Sohbete dalmış dostların eğleştiği gibi) onlar ince ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyerek mukabil (tahtlar üstünde kurulurlar.).

54/52- İşte böyle, biz onları ayrıca iri siyah gözlü hurilerle evlendiririz.

55/53- (Yemek içmek gibi zorluklardan) emanda oldukları halde her çeşit meyveyi isteye bilirler.

56/54- Cennette (daha önce tattıkları o) ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Hem Allah onları cehennem azabından korumuştur.

57/55- (Resulüm! Takva sahiplerine verilen nimetlerin hepsi) sırf senin Rabbin Allah’ın fazlından/lütfundandır. Büyük ecir ve sevaba (erişmek) işte budur.

58/56- (Resulüm! Kur’an’ın hükümlerini insanlara tebliğ et.) Biz onu (Kur’an’ı) öğüt alsınlar (onun yüce hakikatlerini derk etsinler) diye senin lisanında kolay ve âsân ettik.

59/57- (Resulüm!) O müşrikler bekliyorlar (ki sana bir bela gelsin. Asûde olsunlar!!) Sen de (onların başlarına gelecek belayı) bekle. (Allah, onlara bela gönderip, senin elinle onları zelil edecektir.).

 

Allah’a hamd u senalar olsun. Duhân sûresi de tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Duhân sûresini cuma gecesi okursa, o gece bağışlanmış olarak sabahlar.”[298]


 

 

45/65 CÂSİYE SÛRESİ

 

Câsiye sûresi, Mekke’de nazil olmuştur. 37 ayet, 488 kelime ve 2191 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Hâ. Mîm. (Bu mübarek sûrenin adıdır.).

2/3- Bu Kitab (Kur’an, tüm yaratılmışlara) mutlak galip olan ve (her bir fiilini) hikmet üzere yapan Allah tarafından nazil olmuştur.

3/4- Şüphesiz asumanlarda ve yerde müminler için (Allah’ın tevhit ve kudretine delalet eden) delil ve burhanlar vardır.

4/5- (Yine) Sizin yaratılışınızda ve (Allah’ın) çeşitli canlıları yeryüzüne yaymasında kesinkes inanan kimseler için (Allah’ın tevhit ve kudretine delalet eden) delil ve burhanlar vardır.

5/6- Gece ile gündüzün değişmesinde ve Allah’ın semadan bir rızık sebebi olan yağmuru indirip yeryüzünü ölümünden (kupkuru olduktan) sonra diriltmesinde (gül gülüşen haline getirmesinde) ve  rüzgarları (gâh kuzey, gâh güney, gâh sabâ, gâh kasırga..) dolandırmasında, akıllı (ve ilimde kâmil) olan bir kavim için (Allah’ın tevhit ve kudretine) delalet eden deliller vardır.

6/7- (Resulüm!) Bu zikredilen deliller (senin Rabbin) Allah’ın delileridir ki, onları sana ciddi bir gaye için okuyoruz. Allah’ın bu ayetlerini işittikten sonra daha hangi söze iman edecekler? (Böyle hikmetâmiz sözlere iman etmiyorlar ya, batıl sözlere nasıl inanıyorlar?!).

 

Tefsir:

Allah’ım Sen, iyi biliyorsun ki, adlarını ehl-i Kur’an koyanlar, Kur’an’n hak ve hikmet sözlerini terk edip yalan uydurma sözlerin arkasından gidiyorlar. Kendilerine ayrı bir mezhep ve ayın yapıyor, Kur’an’ın apaçık ayetlerini Ahat haberler, belki de mevzu haberlerle, tahsis, takyit ve neshediyorlar!! Şayet böyle değilse, Müslümanlar arasında çıkan ihtilafın kaynağı nedir? Bu duruma sebep olan kimdir?

Bu ayet ile Allah (cc) bizi uyarıyor. “Allah’ın bu ayetlerini işittikten sonra daha hangi söze iman edecekler?” buyuruyor. Fakat biz halen gaflet uykusunda devam ediyoruz.

7-8/8- Vay haline, her yalancı, fasık ve günahkâr kişinin! Bu kişi, Allah’ın kendisine okunan ayetlerini işitir de, sonra  kibrinden dolayı sanki hiç işitmemiş gibi (küfründe) ısrar eder. (Resulüm!) Böyle şahsı can yakıcı bir azapla müjdele!!

9/9- (Yine o kişi), Bizim ayetlerimizden bir şey bildiği zaman (yani Resulüm, sen, ayetlerimizi o kimseye ulaştırdığın zaman) hemen onları alaya almıştır. İşte böyle kimseler için kendilerini hor ve hakir görücü bir azap vardır.[Nitekim, Mekke müşriklerinin bir kısmı Bedir savaşında öldürüldüler. Daha dünyada azaplarını tatmaya başladılar.]

10/10- (Dünyadan göçtükleri zaman) ötelerinde de cehennem vardır. Kazandıkları şeyler de, Allah’ı bırakıp edindiği dostlar da onlara hiçbir fayda veremez. Onlara (ahrette) büyük azap vardır.

11/11- Bu Kur’an (hakka) hidayet eden (mükemmel bir kitaptır.). Öz Rablerinin ayetlerini inkâr edenlere gelince onlar için can yakıcı şiddeti bir azap vardır.

12/12- Allah O’dur ki, emri gereğince içinde gemilerin yüzmesi (sizi maksudunuza eriştirmesi) ve lütfedip verdiği rızkı aramanız için denizi (orada koyduğu tabii kanunlarla) size hazır hale getirdi. Artık gerektir ki (Allah’ın vermiş olduğu bu nimetlere) şükredesiniz.

13/13- (Yine Allah, o mükemmel kudretiyle) semalarda ve yerde ne varsa hepsini,  kendi nezdinden (bir lütuf ve ihsan olmak üzere) siz nev-i beşerin (ihtiyaçlarınızı karşılamak için) amâde kılmıştır. Şüphesiz bunda bir fikir verip işin hakikatini anlayan bir toplum için (Allah’ın tevhit ve kudretine delalet eden) delil ve burhanlar vardır.

14/14- (Resulüm!) İman edenlere söyle: “Allah’ın cezalandıracağı günlerin geleceğini ummayanları bağışlasınlar (Bize havale etsinler.) Çünkü Allah, her toplumu (ama mümin ama kâfir), yaptığına göre cezalandıracaktır.

15/15- Her kim salih bir amel yaparsa onun faydası öz nefsinedir. Kim de yaman iş yaparsa onun cezası öz nefsi zararınadır. (Bunları yaptıktan) sonra Rabbinize döndürüleceksiniz, (O, herkese yaptığının karşılığını  verecektir.).

16/16- (Resulüm!) Hakikaten (senden önce) Biz, vaktiyle İsrail oğulları’na Kitab/Tevrat, (insanlar arasında) hüküm verme (metodunu) ve peygamberlik ihsan etmiştik. [Onlara Musa’dan başka bir çok peygamberler gelmiştir.] (Selim aklın hoş görüp tiksinmediği) temiz rızıklar verdik ve onları (o zamana mahsus olmak üzere) cümle aleme üstün kılmıştık.

17/17- Onlara (din)emrinde delil ve burhanlar verdik. (Ta ki dinlerinde delil üzere sabit kadem olsunlar. Bir millet düşünün ki ilim onların arasında yaygın hale gelsin; böyle bir millet içinde ihtilaf olur mu?) Lakin, onlar kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki çekemezlik yüzünden (dinî emirlerde) ayrılığa düştüler. (Alim ve ruhanî reisleri, her biri bir bid’at uydurup insanları böldüler.). (Resulüm!) Şüphesiz senin Rabbin, ayrılığa düştükleri şeyler hakkında kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.

18/18- (Resulüm!) Sonra seni, din konusunda aşikâr bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy. Zaten sen cahil ve nâdan kimselerin hevâ ve heveslerine uyamazsın.

19/19- Çünkü onlar seni Allah’a karşı bîihtiyaç edemezler. (Senin ihtiyacın olan her şeyi Allah verir.). (Resulüm! Sen cahil ve nadan kimseleri dost tutma.) Şüphe yok ki o zalimler birbirlerinin dostlarıdır. Allah ise takva sahiplerinin dostudur.

20/20- Bu (Kur’an’da bulunan emir ve hükümler, insanların) kalp gözlerini açmalarına sebeptir. Ve kesinkes inanan bir toplum içinde hidayet ve rahmet kaynağıdır.

21/21- Yoksa, küfür ve masiyet işleyenler, hayatlarında ve ölümlerinde kendilerini, iman edip salih amel işleyen kimselerle bir tutacağımızı mı güman ediyorlar? (Onların bu zanları batıldır. Eğer böyle sanıyorlarsa) ne yaman hükmediyorlar! (Hiçbir vakit müminlerle bir olamayacaklardır.).

22/22- Allah semavat ve yeri ciddi bir gaye takip ederek yarattı (ki, O’nun tevhit ve kudretine delalet etsinler. Ve neticede insanlar, onlardan ibret alarak Allah’a inansınlar.) ve herkes kazancına göre karşılık görsün. Hem onlar hiç haksızlığa uğratılmazlar.

23/23- (Resulüm!) Hevâ ve hevesini ilâh edinen ve Allah’ın, (hidayete gelmek için hiçbir şeyin kendine fayda vermeyeceğini) bilerek saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu (o kendini dalalete salmışı) Allah’tan başka kim hidayete eriştirebilir? Hâlâ düşünmez misiniz? (Ki nefse tabi olmak yaman, ona muhalif olmak hayırdır.).

24/24- (Kıyamet gününü) inkâr edenler dediler ki: “Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. (Kimimiz) ölürüz, (kimimiz)[299] yaşarız. Bizi ancak zaman (gece ve gündüzün gelip geçmesi) helâk eder. (Resulüm!) onların yeniden dirilme konusunda hiçbir bilgisi de yoktur. Onlar başka değil sadece tahmin ediyorlar. (Tahminler insanı helâk eder.).

25/25- (Öldükten sonra dirilmeye dair) ayetlerimiz onlara okununca (bu Kur’an ayetlerine karşılık) hiçbir sağlam delil bulamamış ve ancak demişlerdir ki: “Doğru sözlü iseniz atalarımızı getirin, (ta ki, kıyametin kopacağına şahitlik etsinler. Ondan sonra kabul edelim.).

26/26- (Resulüm! Kıyameti inkâr edenlere) de ki: “Allah sizi (yoktan) vücuda getirir, sonra öldürür. Sonra da sizi geleceğinden şüphe olmayan kıyamet gününde (diriltip) bir araya toplar. (Kıyamet günü kesinkes olacaktır.) Lakin insanları çoğu bilmiyorlar, (cehaletlerinden inkâr ediyorlar.).”

27/27- (Kıyamet gününün olması muhal bir şey değildir.) Halbuki semavat ve yerin hükümranlığı Allah’a aittir. (Öyle bir günü getirip zalim ve günahkârlardan intikam alacaktır.). Kıyametin kopacağı o günkü günde, batıla sapanlar hep ziyan edeceklerdir.

28/28- (Resulüm!) O gün her ümmeti, diz çömüş (Rabbisinin vereceği hükmü beklerken) görürsün. Her ümmet, kendi kitabına çağrılır, onlara: “Bugün yaptığınız amellerin cezası verilecektir.

29/29- İşte kitabınız, yüzünüze  karşı hakkı konuşuyor, hakikat biz sizin yaptıklarınızı hep kaydetmiştik.” denir.

30/30- İman edip salih ameller işleyenlere gelince, onları Rableri öz rahmetine dahil eder. İşte aşikâr ve zahir kurtuluş Allah’ın rahmetine dahil olmaktır.

31/31- Ama inkâr edenlere gelince (onlara Benim tarafımdan denir ki:) “Size ayetlerim okunmadı mı? (Elbette okundu.) Lakin siz büyüklük tasladınız ve günah işleyen bir kavim oldunuz değil mi?”

32/32- “Allah’ın vâdi gerçektir. O kıyametin geleceğinde şüphe yoktur.” denildiğinde, (ey kıyameti inkâr edenler:) “Kıyamet ne şeydir? (Ancak senin peygamberinden duyduk;) bir tahminden ibaret olduğunu sanıyoruz; (onun hakkında) kesin bir bilgi elde etmiş değiliz,” demiştiniz.

33/33- (Dünyada) eyledikleri  kötülükleri (büyük günahları) onların gözleri önüne serildi, alay edip durdukları şey onları kuşatıverdi.

34/34- (Resulüm! Onlara tarafımızdan) denilir ki: “Bu güne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi Biz de bu gün sizi yadımızdan çıkardık. Yeriniz ateştir. Yardımcılarınız da yoktur (ki sizi azaptan kurtarsın.)”

35/35- (Size yapılan bu azabın) sebebi: “Siz Allah’ın ayetlerini alaya aldınız, dünya hayatı sizi aldattı; (dünyada ebedî kalacağınızı hayal ediyordunuz.)”. (Resulüm! O fasıklar ve kâfirler) o günkü günde ateşten çıkarılmayacaklardır ve onların Allah’ı hoşnut etmeleri için (özür dilemleri de) istenmez.

36/36- Hamd ve sena, semavatın Rabbi, yerin Rabbi ve alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.

37/37- Asumanlarda ve yerde büyüklük ve hakimiyet O’nundur. Yaratılmışlara mutlak galip ve her işi hikmet üzeredir.

 

Hamd olsun Câsiye sûresinin tefsiri tamam oldu. Bu mübarek sûre Allah’ın tevhit ve kudretine delalet eden, yine kıyametin kopacağını anlatan ayetleri ihtiva etmektedir. Gerektir ki, düşünülüp ibre alınsın.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Câsiye sûresini okursa Allah (cc) kıyamet günü onun sırlarını  örter ve korkusunu giderir.”[300]


 

 

46/66 AHKAF SÛRESİ

 

Ahkaf sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 36 ayet, 644 kelime ve 2595 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Hâ. Mîm. (Bu mübarek sûrenin adıdır.).

2/3- Bu Kitab (Kur’an, yaratılmışlara) mutlak galip ve (her bir fiili) hikmet üzere olan Allah tarafından nazil olmuştur.

3/4- Biz semavat yer ve ikisi arasındakileri ancak bir hikmet, bir ciddi bir maksat ve belli bir süre için yarattık. (Kıyamet olunca hepsi fani olacaklardır.). Fakat inkâr edenler (peygamberler tarafından) uyarıldıkları  şeylerden yüz çevirmektedirler. (Kıyamet gününün olacağına inanmıyorlar.).

4/5- (Resulüm! Bu müşriklere) de ki: “Söylesenize! Allah’ı bırakıp ta o taptıklarınız o şeyler yeryüzünde ne yaratılmışlar; gösterin bana! Yoksa onlar semaların (yaratılmasında Allah’ın) ortağı mıdırlar? Eğer sözünüzde sadıksanız, bu Kur’an’dan önce size indirilmiş bir kitap veya (o kitaplardan)[301] bir bilgi kalıntısı varsa onu bana getirin; (sizin doğru söylediğinize şahitlik etsinler; nitekim benim getirdiğim bu kitap benim doğru söylediğime şahitlik ediyor.).”

5/6- (Resulüm!) Allah’ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisinin (hiçbir ihtiyacına) cevap veremeyecek olan o putlara -ki bu putlar, onların ne istediklerinden haberleri bile yoktur- tapandan daha sapık kim olabilir? (Resulüm! İşte dünyada müşriklerle, putların durumu budur.).

6/7- (Kıyamet günü) insanlar mahşere geldikleri zaman taptıkları o putlara düşman kesilim derken, o putlar, kendilerine ibadet ettiklerini inkâr ederler. [Kıyamet günü putlar, ya hal dili ya da esas dilleri ile derler ki: Allah’ım!  Biz bu insanları kendimize ibadet etmeye davet etmedik. Belki onların bizzat kendisi dünyaya aldanıp bize ibadet ettiler.]

7/8- Ne zaman ki bizim (tevhit ve kudretimize delalet) vazıh ve aşikâr olan ayetlerimiz onlara okununca, inkâr edenler, kendilerine gelen o hak (kitaba): “Bu apaçık bir büyüdür. (Hakikat adına bunda hiçbir şey yoktur. Demişlerdir.

8/9- Yoksa (bu müşrikler, birbirlerine) senin o Kur’an’ı (Allah’a) iftira ettiğini mi söylüyorlar? (Resulüm! Sen de) de ki: “Eğer ben onu uydurmuşsam, (İftira ettiğim için zaten Allah bana ceza verir.) Allah tarafından bana gelecek şeyi savmaya gücünüz de yetmez. Allah, sizin Kur’an hakkında yapmış olduğunuz taşkınlıkları daha iyi bilir. Sizinle benim aramda şahit olarak Allah yeter. (Benim doğru söylediğime sizin ise yanlış söylediğinize şahitlik edecektir.). Lakin Allah (küfür ve şirkten tövbe edenleri) bağışlayan ve çok merhamet edendir.

9/10- (Resulüm! Yine bu inkârcılara) de ki: Ben peygamberlerin ilki değilim (ki, beni inkâr ediyorsunuz.) Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. (Kaza ve kader-i ilâhi benim hakkımda nasıl geçecek bunu bilemem. Bundan sonra sizin hakkınızda ne olacak onu da bilmem.) Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Benim emrim ve şanım ancak (Allah’ın azap ve cezasından) açıkça (sizi) uyarıcı olmamdır. (Ta ki küfrü terk edip iman edesiniz.).

 

Tefsir:

Ehl-i Kur’an, bu ayet-i kerimeye baktıkları zaman göreceklerdir ki, Resulüllah (sav) kaide dışı olan emirleri ve gayb ilmini kendisinden nefyediyor. Aynen  öylede Resulüllah (sav), Eimme-i hidayet (doğru yolu gösteren İmamlar) ve Ashab-ı Kibar (büyük sahabeler) belki fıkıh alimleri ve sofiler gaybı (olmuşu ve olacağı) bildiklerini söyleyemezler. Her bir taife ve fırka din ve dünya işlerini bırakıp böyle işlerle meşgul olarak kendi reisinin ilim ve faziletlerini anlatmak için, arştan ta süreyyaya, zamanın var olduğu günden ta kıyamet gününe.. atom küçüklüğündeki maddelere varıncaya kadar bildiğini söylüyorlar. Kur’an ayetlerini te’vil edip  birbiri ile tartışmakla meşgul olurken bir grup kendi reisinin faziletlerini artırmakta, diğerlerinin reisini noksan saymakta koşuşturup duruyorlar. Allah aşkına bu ne din, ne mezhep ne tarikattır?! İslam dini böyle olur mu? Böyle şeylerle meşgul olmak, cehalet ve nadanlıktan başka bir şey getirmez. Her grup kendi reisinin din ve İslam milleti adına konuştuğu şeylere eğer dikkat etseler, Müslümanlar böyle felaket ve rezalet gününe dûçar olmazlardı.

İslam gruplarına baktığımızda bir grubu, her türlü işlerini, hatta günlük çalışmalarını, yatıp kalkmalarını belki fısk u fücur amellerini Allah’a havale edip kendilerini, belki bütün yetkilerini elinden alınmış bilip ahrette kurtuluş ve felâhlarını, dünyadaki mutluluk ve başarıya ulaşmalarını Allah’ın takdirine havale edip kendilerini kartallar gibi bir parça murdar ve pis şeye ikna ediyorlar. Güya bu grup Kur’an’da bulunan cihat ve ittifak gibi konuları okuyup anlaya bilme kapasitesinde değiller, onun için bu yola tevessül ediyorlar.

Diğer bir grup ise aile geçiminde Allah’ı her şeyden ma’zul (azledilmiş, kullarla hiçbir ilişkisi kalmamış) sayıp kendilerini mutlak ihtiyar sahibi bilip mal, makam, üstünlük, gayret ve nihayetsiz gayrette bulunup gece ve gündüz çalışarak rahatlığı kendilerine haram ediyorlar. Fakat dini emirler ve Müslümanların terakkisi (ilerlemesi) söz konusu olunca mal veya dilleri ile yardıma koşmada kendilerinde hiçbir kudret olmadığını söyleyip bu kez bütün işleri Allah’a havale edeler...

Eğer Allah (cc) isterse bizzat kendisi kendi dinine yardım eder. Fakat bizim bir şeyler yapmamız gerekir.

Benim din ve millet konusunda konuşup yardım etmeme ve bu konuda hizmet eden hizmet birimlerine girmeme vaktim yoktur” diyerek, varisleri için çalışıp, öldükten sonra kendilerine yük ve vebal getirecek şeylerle meşgul olurlar..

Diğer bir grup da, din ve milletin her türlü işini, ıslah ve terakkisini Resulüllüllah’ın mûcize beyanı ile vâdedilen “Mehdi-yi muntazar-beklenen kurtarıcı”nın zuhuruna havale ediyorlar. “Babacan! Mehdinin kendisi gelir, İslam’a kuvvet verir” diyerek istirahata çekiliyorlar. Acaba İslam dininin binası böyle mi kurulmuştu? İlâhî! Bir basiret.. Müslümanlara bir basiret ihsan buyur!

10/11- (Resulüm! Yine bu inkârcılara) de ki: “Söylesenize! Eğer (bu Kur’an) Allah katından ise ve siz onu inkâr etmişseniz, (o vakit dergâh-i ilâhide ne cevap vereceksiniz?” Nasıl olur ki) İsrail oğullarından bir şahit (Abdullah b. Selam)[302] de (Kur’an’ın)[303] bir benzerini (Tevrat’tı görüp) inandığı halde siz (Kureyş olarak Resulüllah’ın akrabası olmanıza rağmen) büyüklük taslayıp (inanmadınız. Bu bir zulüm değil midir?) Şüphe yok ki Allah zalim bir kavmi hidayete erdirmez.

11/12- (Mekke’nin ileri gelen) inkârcıları (birbiri ile istişare edip) inanan kimselere dediler ki: “Eğer (Kur’an’a ve Muhammed’e iman etmek) hayırlı bir iş olsaydı, (o iman edenler) bizi geçemezlerdi.(Biz onlardan önce iman ederdik. Çünkü biz  Mekke’nin ileri gelenleriyiz. Onlar ise fakir ve köle kimselerdir.). (Resulüm!) Onlar bununla doğru yola girmek arzusunda olmadıkları için: “Bu Kur’an eski bir yalandır.” diyeceklerdir.

12/13- (Resulüm!) Bu (Kur’an’dan) önce de bir rahmet ve rehber olarak Musa’nın Kitabı vardır. Bu Kur’an da, zulmedenleri uyarmak ve ihsan şuuru içinde olanlara müjde olmak üzere Arapça indirilmiş, (Tevrat’ı) doğrulayıcı bir kitaptır.

13/14- O kimseler ki, “Rabbimiz Allah’tır” dediler, sonra da dosdoğru oldular, o hak dostları için ne bir korku vardır ne de onlar tasalanırlar.

14/15- Bunlar cennet yoldaşlarıdırlar. (Dünyada) eyledikleri (güzel) amellere bir mükâfat olarak ebedîyen orada kalacaklardır.

15/16- Biz insan, ebeveynine iyilik etmesini tavsiye ettik (farz kıldık). Çünkü annesi onu zahmetle karnında taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ile sütten kesilmesi otuz ay sürer. (Yani, hamilelikten sonra  süt verme süresi ile birlikte otuz ay olsun. Otuz aydan sonra süt vermeye devam edilmesin.). Nihayet insan, eşüddüne (yahşiyi yamandan temyiz çağına) erip kırk yaşına varınca der ki: “Ey benim Rabbim! Bana ve ebeveynime verdiğin nimete şükretmemi ve razı olacağın yararlı işler yapmamı ilham et.[304] Benim neslimden gelenleri de salih kimseler kıl. Doğrusu ben (her bir emrimde) tövbe edip sana yöneldim. Ve sana itaat edenlerdenim.”

 

Tefsir:

İbn Abbas bebeğin emzirme müddeti hakkında şunları söylemiştir: Eğer bebek dokuz ayda doğarsa, Annesi onu tam 21 ay emzirir. Eğer altı ayda doğarsa 24 ay emzirir. Bakara sûresinde süt verme süresinin iki yıl olarak kararlaştırılması, bu ayette göz önünde bulundurulursa, en kısa haml müddetinin altı ay olduğu ortaya çıkar. Fakat Allah (cc), haml müddetinin süresi farklı olduğu için bu müddetin kaç ay olduğunu beyan etmemiştir. Bakara suresinde (Bakara 2/233) süt verme süresinin iki yıl kadar olmasını ifade eden ayet, vücubiyet (kesinlik) ifade etmez. Anne çocuğunun gelişimini göz önünde bulundurarak bundan az ya da fazla olarak emdirebilir. Yine haml müddetinin altı ay kadar olduğunu kesinkes savunmaya da gerek yoktur. Yine öyle de tefsircilerin dedikleri gibi haml müddetinin bir yıldan dört yıla kadar çıkarılma ihtimallerini söylemek de yanlıştır.

16/17- (Resulüm!) İşte, yaptıklarının en güzelini kendilerinden kabul edeceğimiz ve (küçük) günahlarını bağışlayacağımız bu (yukarıdaki) duaları eden kimseler cennetlikler arasındadırlar. Bu onlara vâdedilmiş doğru olan bir sözdür. (Allah vâdinden geri dönmez.). [Geçen ayette, Allah (cc) ebeveynine itaat edip tevhide inanan evladın akıbetlerini beyan etti. Gelen ayette ise Allah’a inkârcı olan ve ebeveynine de karşı gelen evladın akıbetini beyan edecek.]

17/18- (İnkârcı olan çocuklarını inanmaya davet eden mümin) ana ve babasına (o çocukları:) “Öf be size! Siz bana öldükten sonra tekrar dirilip kabrimden çıkarılacağımı mı vâdediyorsunuz? Oysa benden önce nice nesiller gelip  geçmiştir; (onlardan dirilip kabirlerinden kalkan hiç olmamıştır.)” Ama onun ebeveyni (onun bu sözlerinden dolayı) Allah’a sığınıyor ve: “Yazıklar olsun sana! Gel iman et, şüphesiz ki, Allah’ın vâdi gerçektir.” O, “Bu beni tehdit ettiğiniz  sözler eskilerin masallarından başka bir şey değildir” der.

18/19- İşte onlar, kendilerinden önce cinler ve insanlar toplulukları içinde, haklarında (İlâhî) azap (hükmünün) gerçekleştiği kimselerdir. Şüphesiz onlar öz nefislerine zarar vermiş kimselerdir. (Ona göre onlara azap olunacaktır.).

19/20- (Allah’a itaat eden ve etmeyen) herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır. Allah onlara yaptıklarının karşılığını tam olarak verir. Onlara haksızlık edilmez.

20/21- (Resulüm!) İnkâr edeler ateşe arz edilecekleri gün (tarafımızdan) onlara: “Dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz, (artık bugünkü güne bir şey bırakmadınız.). Bugün siz, yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve fasık olmanızdan dolayı zelil ve hor edici bir azapla cezalandırılacaksınız.” Denir.

21/22- (Resulüm!) Âd kavminin kardeşi (yani onların öz cinsinden Hud’u) an. Hani O, Ahkâf[305] denilen yerde kavmin uyarmıştı. O’dan önce ve sonra da nice peygamberler gelip geçmiştir; (onların da dediği gibi) Hud, kavmine “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Çünkü ben sizin için büyük (ve  şiddetli) günün azabından korkuyorum.” Demişti.

22/23- Onlar (Hud’a cevap olarak): “Sen bizi tanrılarımızdan çevirmek için mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen o bize vâad edip durduğun azabı haydi getir.” Dediler.

23/24- Hud (ise kavmine cevap olarak): “(O azabın ne zaman geleceği hakkında bir bilgim yoktur;) bilgi ancak Allah’ın katındadır, (ne vakit azap gönderir onu, Allah bilir.) Ben (ancak) size, bana gönderilen şeyi duyuruyorum. Fakat ben sizi tecahül eden  bir cemaat olarak görüyorum; (dediğim sözün hakkaniyetini biliyor fakat kendinizi cehalete veriyorsunuz.) dedi. [Âd cemaati, küfür ve cehaletlerinde inat ettiler. Allah (cc) onlara kıtlık belası verdi. Nice yıllar yağmur yağmadı. Azap vakti yaklaşınca ufuktan bir bulut belirdi. Öyle hayal ettiler ki, gelen bu bulut onlara yağmur verecektir. Çok sevindiler. Yağmur umdukları buluttan onlara azap geldi. Hepsi helâk oldular. Nitekim ayet haber veriyor:]

24/25- O azabı, vadilerine doğu yayılan bir bulut halinde gördükleri zaman (çok sevinip): “Bu bize yağmur yağdıracak yaygın bir buluttur” dediler. (Artık o buluttan yağmur bekliyorlardı. Allah onların heveslerini kursaklarında bırakıp buyurdu ki:) “Hayır! O, sizin acele gelmesini istediğiniz şeydir.. içinde can yakıcı azap bulunan bir rüzgârdır;

 25/26- O rüzgâr Rabbinin emri ile her şeyi yıkar mahveder” [Bu rüzgâr tam dedi gece sekiz gün muttasıl devam etti.] Âd kavmi hepsi dolanıp helâk oldu. Menzil ve meskenlerinden başka hiçbir şey görünmüyordu. (Resulüm!) İşte biz suç işleyen toplumu böyle cezalandırırız.

26/27- (Ey müşrikler!) Gerçek şu ki, onlara da size vermediğimiz kudret ve serveti vermiştik, (onların güçleri sizden daha fazla, ömürleri sizden daha uzun idi.) Kendilerine kulaklar, gözler ve kalpler vermiştik, (ki, hayırlı işlerde kullansınlar. Lakin onlar hevâ ve heveslerine tabi olup onları kötü işlerde kullanarak, verilen bu nimetlere nankörlük ettiler.) Kulakları, gözleri ve kalpleri (ile kazandıkları o pis şeyler) kendilerine bir fayda vermedi. (Onları Biz’den kurtaramadı.). Sebebi, bile bile Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleriydi. Alay edip durdukları şey, kendilerini bürüdü. (Hepsi helâk oldular.).

27/28- (Ey Mekke ehli!) Gerçekten Biz, çevrenizdeki (Hicr, Semûd ve Sodom gibi halkların yaşadığı) memleketleri de yok ettik. (Helâk etmekten önce) Biz, (tevhit ve kudretimize delalet eden) delil ve burhanları dolandırıp dolandırıp izhar ettik. Ki (şirk ve küfrü) terk etsin dönsünler. (Lakin itaata gelmediler. Biz de onları helâk ettik.).

28/29- Allah’ı bırakıp da kendilerine (Allah ile) yakınlık sağlamak için edindikleri ilâhları onlara yardım etseydi ya.. (Bizim azabımızdan kurtarsalardı ya!! Putlara ibadet etmek Bizlere yakınlaşma sebebi olsaydı kuşkusuz o putlar onlara yardım ederlerdi.). Bilakis (tam yardıma muhtaç iken) sıvışıp onlardan uzaklaştılar. İşte bu (sapıklık, bu hayal kırıklığı) onların iftiralarının (eserleri ve batıl itikatlarının vardığı sonuçtur.) Ve uydurdukları iftiranın eseridir.

29/30- (Resulüm!) Hani Biz cinlerden bir grubu Kur’an’ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. (Gelip senin) Kur’an (okumana) kulak astılar. Ne zaman ki, Kur’an dinlemek için hazır olanca (birbirlerine) dediler ki: “Susun! Kulak verin!”. Kur’an’ın okunması bitince de birer uyarıcı olarak kavimlerine döndüler.

 

Tefsir:

 Müfessirler bu ayetin tefsirinde muhtelif ve uzun hadisler nakledip, cinlerin suretleri hakkında çok felaket deliller zikretmişler ve ayetin nüzul sebebi hakkında maksattan uzak sözlerde bulunmuşlardır. Onların hiçbirini burada zikretmeyi uygun bulmadık. Çok merak edenler, tefsirlere baksınlar.

Resulüllah’ın (sav), amcası, hem, hamisi (himaye edicisi) Ebu Talip vefat ettikten sonra belki İslam’ı kabul eder, kedisine de yardımcı olurlar diye Mekke’den çıkıp Taif’e gitti. Resulüllah (sav), Umeyr’in; Abdi Yaleyl, Mesud ve Habib adlı üç oğlunu İslam’a davet etti. Kabul etmeyip Resulüllah’tan yüz çevirdiler. Bununla da kalmayıp cahil ve nadan insanları bir araya toplayıp ona eziyet etmelerini emrettiler. Onlar Resulüllah’ı taşlamaya başladılar. Mekkeli Rabia’nın Utbe, Şeybe adlı oğullarının  Taif’te bir bağları vardı. Kendileri de bu bağda bulunuyorlardı. Resulüllah (sav) bu şerli insanlardan uzaklaşıp bu bağa sığındı. Resulüllah (sav) bir asmanın gölgesine çekildi. Rabia’anın oğulları Resulüllah’ın bu halini görünce, hamiyet-i milliyeleri gayrete geldi. Addas adlı bir Hıristiyan köleyi elinde bir tabak üzüm ile Resulüllah’a (sav) gönderdiler. Addas üzümleri alıp Resulüllah’a getirdi ve yemeye buyur etti. Resulüllah (sav), “Bismillah” deyip yemeye başlayınca Addas dikkatli dikkatli Resulüllah’ın mübarek yüzüne baktı ve:

Allah’a yemin olsun, bu kelimeyi bu yörede senden başka kimseden duymadım.

Nerelisin? Hangi dindensin?

Hıristiyan’ım. Ninova’lıyım.

Deme! O salih kişi Yunus b. Metta’nın hemşehrisisin!

Sen Yunus’u nereden biliyorsun?

O benim kardeşimdir. O peygamberdi. Ben de peygamberim.

Addas hemen Resulüllah’ın (sav) başından, elinden ve ayağından öpmeye başladı. O arada Rabia’anın oğulları onu seyrediyorlardı. Biri diğerine dedi ki: Bak, köleyi yoldan çıkardı.

Addas, Resulüllah’ın (sav) yanından ayrılıp, onların yanına geldi. Onlar Addas’a:

Addas, bu ne iştir? Ki o kimsenin başından elinden ayağından öpüyorsun.

Ey ağalarım! Yeryüzünde bu kimseden daha yahşi kimse yoktur. Bana öyle bir haber verdi ki onu peygamber olmayandan başka kimse haber veremez.

Yazıklar olsun, Addas! Senin dinin onun dininden daha iyidir. O, seni dininden döndürmesin!

Sonra Resulüllah (sav), Taif ehlinden ümitsiz bir şekilde döndü. Batn-ı Nahle’ye geldi. Resulüllah (sav) Kur’an okurken orada bulunan Arap kabilelerinden bir cemaat gelip Resulüllah’ın etrafında toplandılar. Kur’an’ı dinleyerek iman ettiler ve gidip kendi kavimlerini de İslam’a davet ettiler.[306]

Burada zikredilen “Cin” lafzından “Çöl ehli” kastedilmiş olabilir. Çünkü “Cin” lafzının manası “örtülü” olan bir şey demektir. Çöl ehli şehirlerden uzak olduğu için onlara da “Cin” denilir. Yine anne rahminde bulunan bebeğe de  Cenin” denilir. Bir de birbirine ünsiyet edip anlaşanlara “ins/üns” denildiği gibi, birbiri ile analaşamayan ve uzak duranlara da “Cin” denir. Bunun için “Sevad-ı âzam/Büyük şehirler, metropol” da yaşayanlara “ins”, köşe bucaklarda, sahlarda yaşayanlar da “cin” demek doğru olur.[307]

Kur’an da anlatılan cinler ise, bizden önce yaratılmış mahluklardır. Bu taife şimdi de dünyada yaşayıp evlat ve mal sahibidirler. Lakin bizim gözlerimiz onları görmeyip bizim evimizde yanımızda ve bize yakındılar.

Fakat cindarların (cinle meşgul olan insanların) cinleri tutup kamış içine sokmaları... böylece hastalara şifa verdiklerini söylemeleri akıldan uzak ve hurafedirler. Kur’an ayetlerini iyi düşünmek lazımdır... Allah (cc) doğru yola hidayet edendir..

30/31- Onlar kavimlerine şöyle dediler: “Ey kavmimiz! Gerçekten biz Musa’dan[308] sonra indirilen ve kendisinden öncekileri tasdik eden bir kitap dinledik O kitap gerçeği ve düz yolu gösteriyor.”

 

Tefsir:

Eğer ayet-i kerimede anlatılan cinler, duanüvislerin (cinlerle meşgul olan cincilerin) dedikleri cinler olsaydı o vakit onları kaç fırkaya, kaç mezhebe ayırmamız gerekirdi?!

[Nitekim “Nevasihu’t-Tarih” adlı kitabın yazarı Mirza Taki Han, cinleri, Arap kabileleri gibi bir çok fırkaya ayırmıştır. Mezkûr kitabın Fatıma adlı cildinde diyor ki, Bedevîlerden biri Medine’ye gelip Resulüllah’ın huzuruna çıktı ve şöyle dedi:

Sen bizi neye dâvet ediyorsun? Dediklerin nedir?

Ben peygamberim. Sizden şirki terk etmenizi ve bir olan Allah’a inanmanızı istiyorum.

Bana bir mucize göster ki, senin hak olduğuna inanayım.

Sonra o bedevi yanındaki kertenkeleyi yere bıraktı ve:

Bu kertenkele konuşur senin nübüvvetini doğrularsa o vakit iman ederim.

Resulüllah (sav) o kertenkeleye emrettiler. Hemen konuşup onun nübüvvetini tasdik etti. Sonra bu husus, kasidelere konu oldu: (enşede ed-dabbe- “yani kertenkele konuşup fasih bir  Arapça ile şiir okudu.”)] Bu kitapların sağlam ve sahih kitaplar ve ihtiva ettikleri şeylerin de doğuluğunu tasdik etmek pek mümkün değildir.[309]

31/32- (O cin) diyor ki: “Ey benim kavmim! Allah’ın davetçisine uyun!  Ona iman edin ki, Allah da sizin (iman etmeniz sebebiyle) bazı günahlarınızı (Allah’ın hakkı olanları)[310] bağışlasın ve sizi can yakıcı azaptan korsun.”

32/33- Allah’ın davetçisine tabi olamayan kimse yeryüzünde Allah’ı aciz bırakacak değildir (ki, Allah ona azap edemesin.). Kendisi için Allah’tan başka dostlar da bulunmaz. İşte böyle kimseler zahir ve aşikâr bir dalalettedirler. [Cinlerin kelamı burada sona erdi]

33/34- (Resulüm! Kıyametin kopmasını inkâr edenler) semaları ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yorulmayan Allah’ın ölüleri diriltmeye de gücünün yeteceğini düşünmezler mi? Elbette kadirdir. Hakikat Allah (ölüleri diriltmekten başka) her şeye de kadirdir.

34/35- İnkârcılar ateşe sunuldukları o gün (onlara denilir ki:) Nasıl (dünyada peygamberin sizi uyardığı) bu azap gerçek değil miymiş? Onlar: “Rabbimize and olsun ki gerçekmiş” derler. Allah: Öyleyse inkâr etmenizden dolayı azabı tadın! Der.

35/36- (Resulüm!) O halde, peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de (bu müşriklerin eza ve cefalarına) sabret. Onlar hakkında acele etme, onlar vâdedildikleri azabı gördükleri gün sanki dünyada sadece gündüzün bir saati gibi kaldıklarını sanırlar. (Resulüm! İnkârcılara yapılan öğüt ve mevizeler) kifayet eder, (eğer ki kabul etseler.). Yoldan çıkmış topluluklardan başkası helâk edilir mi hiç!

 

Hamd olsun Ahkâf sûresinin tefsiri tamam oldu. Düşünebilenler için ibretlerle dolu bir suredir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Ahkâf sûresini okursa onun için on hasene/sevap verilir.”[311]


 

 

49/105 HUCURÂT SÛRESİ

 

Hucurât sûresi Medine’de nazil olmuştur. 18 ayet, 343 kelime ve 1476 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Ey iman edenler! Allah’ın ve Resulünün (karar verdiği hükümlerin) önüne geçmeyin; (onlara muhalif olmayın.) [Allah’tan gelen her emre ve Resulüllah’ın teşrî adına koyduğu hükümlere muhalif olmayın.] Allah’a karşı saygılı olun. Şüphe yok ki, Allah (sizin  sözlerinizi) işitip (her bir amelinizi) bilendir.

 

Tefsir:

İslam milleti, eğer bu ayet ile amel etselerdi hiçbir zaman bu felaketlere düşmezlerdi. Müslümanlar, Allah’ın karar koyduğu hükümlerden uzak durup, kendileri ayrı ayrı hükümler yakıştırdılar. Bu hükümlerin kalkması ile, Müslümanların hiçbir işi düzgün gitmemektedir. Kur’an’dan tarih boyunca inanan ve inanmayan insanlar istifade etmişlerdir. Şu an bile İslam diyarına yakın olan milletlerin hukuk sistemlerinde Kur’an’ın büyük tesiri olmuştur. Evet bu gün hemen hemen bütün demokrasi ile idare edilen ülkelerde, “istişare/şûra”, “fikir birliği”, “çoğunluğun görüşünü benimseme” gibi hususlar tercih edilmiyor mu? İşte bunların hepsi asırlar önce Kur’an’ın buyruğu ile tesis edilmiştir. Bize yazıklar olsun ki, böyle güzel sistemleri ruhunda barındıran bir Kitab’ı aramızda zayi edip, kendimizi de felaket ve zillete salmış, İslam’ın esasına, onun hakikatinin görünmesine engel olmuşuzdur. Bizim bu günümüzü ta önceden keşfeden Resul-ü Namdar’ımız, ve Tâcdar’ımız o derin nazarı ile anlayıp değişik mahfillerde hep Kur’an’a sarılmamızı emir buyurmuşlar, bunu duyanların duymayanlara anlatmasını istemişlerdir.[312] Fakat ne yazık ki, biz şimdi Kur’an’ı Ramazan’da mukabele, taziyelerde ve kabirlerde ölüler üzerine okumaktan başka bir  şey yapmıyoruz. Halbuki Kur’an sadece bunlar için inmemiştir. Kur’an hem bir din kitabı, hem bir idare kitabı, hem bir kanun kitabıdır. Lakin insanların çoğu cahil olduğu için bunu bilmemektedirler.

2/3- [Allah (cc) gelen ayette Resulüllah (sav) ile konuşma adabını beyan ediyor.] Ey iman edenler! (konuşurken, edep mülahazası ile) seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Ona söz söylerken birbirinize bağırdığınız gibi (sanki akranınızmış gibi) yüksek sesle konuşmayın. Öyle yaparsanız farkına varmadan amelleriniz boşa gider. [Çünkü Peygamber’e saygısızlığa sebep olabilen şeyler küfre götürebilir; küfür ise amelleri bozar.][313]

 

Tefsir:

Sabit b. Kays çok gür sesli biriydi. Biraz da ağır işitiyordu. Bu ayet inince Resulüllah’ın (sav) meclisinden ayağını çekti, artık bu mecliste bulunmamaya çalışıyordu. Resulüllah (sav) onun niçin daha meclislere devam etmediğini soruşturdu. Sabit’in durumunu izah ettiler. Resulüllah (sav) onu yanına çağırdı. Resulüllah (sav) ona:

Niçin daha meclise gelmiyorsun?

Ya Resulallah! Allah sana bu ayeti indirdi, benim ise sesim gür, korkarım amelim boşa gider.

Hayır! Sen hayır ile yaşayacak, hayır ile öleceksin. (Sen onlardan değilsin. Ayet, kasten sesini yükseltenlerin amellerinin boşa gideceğini beyan ediyor.)[314] Budan sonra taşradan Resulüllah’ın (sav) huzuruna gelecek olan kimselerin, nasıl davranmaları gerektiğini Ebu Bekir (ra) öğretir ondan sonra Resullah (sav)’in huzuruna alırdı.[315]

3/4- Allah’ın elçisinin huzurunda (edep mülahazasıyla) seslerini kısanlar, işte o kâmet-i bâlâlar, kalplerinde, Allah’ın takva imtihanına tabi tuttuğu kimselerdir. Bunun için onlara (Allah nezdinde) bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.

4/5- (Resulüm!) Sana hücrelerin gerisinden bağıranlar (hiç edep mülahaza etmeden) seslenenler (den sakın gücenme.) Onların çoğunun aklı ermez, (yaptıkları bu işin çirkin olduğunu bilmeden yaparlar.).

5/6- Ey iman edenler!

Tefsir:

Bedevîlerden Müslüman olanlar, Resulüllah’ı  görmek için gelmiş ve daha içeri girmeden, hanesinin uzağından, “Ey Muhammed! Dışarı çık seninle görüşelim” demişlerdi. Bu ayet, hem onlara edep öğretme, hem de Resulüllah’ı (sav) teselli için nazil oldu.[316]

5/6- Eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, kuşkusuz kendileri için daha hayırlı olurdu. (Eğer tövbe edip, daha böyle kötü davranışlarda bulunmazlarsa) Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

6/7- Ey iman edenler! Eğer bir fasık gelip size bir haber getirirse (ondan işitmekle hemen kabul etmeyin. Belki tevakkuf edip) onun doğruluğunu araştırın; (ta ki o haberin doğruluğu kesinleşsin. O takdirde gelen habere inanın.) Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra dolanıp edip eylediğinize pişman olursunuz.

 

Tefsir:

Resulüllah (sav) Velid b. Ukbe’yi[317] Beni Mustalik’a vali ve zekât memuru olarak göndermişti.[318] Onunla onlar arasında bir kin varmış; diyarlarına yaklaştığı zaman karşısına gelen atlıları kendisini öldürecekler sanmış, kokmuş ve geri dönmüştü. Resulüllah’a (sav) varıp onlar dinden döndüler, zekâtı vermeyi reddettiler, demişti. Resulüllah (sav) de öfkenmiş ve onlarla harp etmeyi planlamıştı. Beni Mustalik, Ukben’nin (...) durumunu anlayıp Reslüllah’ın huzuruna geldiler. Resulüllah (sav) onlara: “Böyle yanlış işleri terk edin. Yoksa kendim gibi bir kişiyi size yollarım, sizinle cihat eder ve sizi zelil eder.” Sonra elini Ali b. Ebi Talib’in sırtına vurdu ve dedi ki: “O dediğim şahıs işte budur”[319] Beni Mustalik, dediler ki, “Ya Resulallah! Senin öfkelendirmekten Allah’a sığınırız. Biz böyle şey (yani Velid’in dediği gibi bir şey) yapmadık. Biz İslam’dan irtidat etmedik.” İşte bu vaka üzerine bu ayet nazil oldu.

Hakikaten bu ayet, doğruyu yalandan ayırmak ve doğruya tabi olmakta mühim bir noktayı ele almaktadır. İbret alabilenler için ne kadar büyük bir nasihattir. Fakat bu hakikatleri anlamak için hakikati anlaya bilen akla, onu duyan göze ve onu işiten kulağa sahip olmak lazımdır. Biz gerçekleri insanlara anlatmaktan çekinmemeliyiz. Allah (cc) gerçek müminlerin vasıflarını anlatırken, “Onlar kınayanın kınamasına aldırmazlar” buyurmaktadır. (Maide 5/54) Şu an, Müslümanların yaşayışlarına baktığımız zaman çoğunun Kur’an’a uymadığını görürüz. Minberlerde insanlara İslâmiyet’i anlatanlar da aynı yanlışları yapmaktadırlar. Özellikle Hamse-i Al-i Aba şehitlerin seyyidi Hüseyin b. Ali’ye iftira edenler, bu yalanları ile bir taifeyi.. dalalete salmaktadırlar. Öyle ki bu kimseleri yaptıkları bu kötülükten beri almak muhal emirlerden olmuştur. (...).

7-8/8- (Ey müminler!) Biliniz ki, içinizde Allah’ın Resulü vardır. (Müşkülünüzü o çözer, ona müracaat edin.)[320] Şayet o birçok işlerde size uysaydı sıkıntıya düşer, (sarpa sarar)dınız. (Çünkü sizin düşünceniz hata ile doludur. Hata etmeniz her hal u kârda muhtemeldir.). Fakat Allah size (kendi ihtiyarınızla) imanı sevdirdi ve onu kalbinizde güzelleştirdi. (Yine kendi ihtiyarınızla) küfrü, fıskı ve isyanı size iğrenç gösterdi. (Resulüm!) Hak yolunda muhkem duranlar işte bunlardır. (Müminlere imanı habib, küfrü iğrenç göstermek) Allah’ın lütuf ve nimetindendir. Allah (müminlerin ahvaline) alim ve (onlara lütuf ve ihsan etmekte) hakimdir. [Onun için, müminlere kendi görüşlerini terk edip, Resulüllah’ın düşüncesine uysunlar.]

9/9- Şayet müminlerden iki grup vuruşurlarsa derhal aralarını düzeltin; (ta ki kavgayı terk etsinler.) [Böyle durumlarda müminlerin aralarını düzeltmek, diğer müminlerin üzerine düşen bir vaciptir.] Bunun üzerine şayet (bu iki taifeden) biri (sulhu kabul etmeyip) diğerine karşı saldırırsa o vakit saldıran grupla Allah’ın ermine dönüp (sulhu kabul edinceye) kadar savaşın. Eğer (haksız taraf sulha razı olup, haksızlığından) dönerse o vakit adaletle aralarını bulun. (Her işinizde) adaletle hareket edin. Muhakkak ki Allah adaletle hareket edenleri dost tutar.

 

Tefsir:

Bu ayetin hükmü, müminler için hiçbir zaman değişmez olan umumî bir hükümdür. Şayet bu ayetin hükmü ile amel edilmiş olsa, Müslümanların arasında kibir, gurur, nifkat, düşmanlık gibi habis ağacın kökü kesilmiş olur. O habis sıfatların eseri bile kalmaz. Böyle anlaşmazlıklar çıktığı vakti, takip edilecek birinci yol, ıslah etmek; ikindi yol ise, ıslah mümkün olmadığı zaman gerekirse güç kullanmaktır.

Ali (as) Cemel savaşında müminlerin annesi Aişe’nin (rha) ordusunu galip edip, ordunun ileri gelenleri Talha ve Zübeyir şehit olduktan sonra Ali (as)’ın taraftarları dediler ki, “Biz bunlarla savaştık, onun için mallarını ganimet, kendilerini de esir almak isteriz.” O Hazret, buyurdular ki: “Bunlar Müslümandır. Müslümanların mallarını ganimet kendilerini esir ve cariye almak caiz değildir.” Onlar Ali  (as)’a:

Öyle ise neden onlarla savaştık?

İşte bu ayetin hükmü ile onlarla savaştım. Önce onları sulha davet ettim. Sulha razı olmayınca savaştım. Şimdi sulha razı oldular, artık onlara müşrik muamelesi yapmak caiz değildir.

Ali (as)’ın taraftarları bununla da ikna olmadılar. Dediler ki onların mallarını ganimet ve kendilerini esir alacağız. Ali (as) baktı ki, susmuyorlar, bu cümleden olarak sözlerine şöyle devam etti: “Bu kimseleri esir almak istiyorsunuz. Onların arasında Aişe’de var. Kim onun kendi payına düşmesini ister? Hiç Resulüllah’ın haremi esir edilir mi? O esir olmayınca diğerleri de esir olamaz.” Bunun üzerine hepsi sustular.[321] O Hazret’in bu davranışından da anlaşılıyor ki, sadece Allah rızası için savaşmıştır. Her bir ameli Allah rızası içindir.

10/10- Bütün müminler ancak kardeştirler. (Zira hepsi ebedî hayata sebep olan iman esasında birleşirler.) Onun için iki kardeşinizin arasını düzeltin.

 

Tefsir:

Müslümanların, kardeşlerinin arasını düzeltmeleri, Allah’ın rahmet ve bereketinin inmesine vesile olur. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Kardeş olan da, biri birine zulmetmez, biri birini zillete düşürmez, biri birini ayıplamaz, hatta apartmanını kardeşinin apartmanından yüksek yapmaz.”[322]

11/11- Ey iman edenler! Bir erkek toplumu diğer erkek toplumunu alaya almasın. Olabilir ki onlar, kendilerinden daha hayırlıdırlar. (Siz bunu bilemezsiniz, Allah bilir.) Hiç bir kadın toplumu da sair kadın toplumunu alaya almasın. Olabilir ki onlar kendilerinden daha hayırlı olurlar. Canınız gibi olan (müminleri de) [323] ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. [Fakat güzel lakaplarla çağırmak beğenilmiştir. Reslüllah (sav) dava arkadaşları sahabeyi güzel lakaplarla çağırırlardı: Hz. Ali’ye “Canım”[324]; Hamza’ya “Allah’ın arslanı”; Ebu Bekir’e “Sıddîk”; Ömer’e “Faruk” ve Halid b. Velid’de “Allah’ın kılıcı”.. demişledir.[325]] İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir, (yani, birbirini maska yapmak, alay etmek, insanı fıska götürür.). Kim de (böyle çirkin amellerden vazgeçmez) tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.

12/12- Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan (onunla hareket etmekten) kaçının. Çünkü zannın bazısı ağır günahtır. [Fakat günah işlediği artık kesinkes bilinen bir kimse hakkında zann yapmak günah değildir.] Tecessüs (müminlerin eksikliklerini bulacağız, açık delil ve işaretler elde edeceğiz diye casusluk) yapmayın. [Resulüllah (sav): “Müslümanların eksikliklerini ayıplarını araştırmayın. Zira her kim Müslümanların ayıplarını araştırırsa Allah da onun ayıbını takip eder, nihayet onu evinin içinde de olsa rezil ve rüsvâ eder.” Buyurmuşlardır.][326] Biriniz diğerinizi arkasından gıybet etmesin; (onun hakkında hoşlanmadığı sözleri söylemesin.). Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?! Nasılda tiksindiniz değil mi?!! (İşte müminin gıybetini yapmak ölü eti yemek gibidir.) Allah’a karşı saygılı olun (da gelin gıybeti terk ederek tevbe edin.) Zira Allah tevbeleri kabul eden ve çok merhamet edendir.

13/13- Ey insanlar! Haberiniz olsun ki biz sizi bir erkekle bir dişiden (Adem ile Havva’dan) yarattık. (Onun için hepiniz bir siniz. Birbirinize üstünlük taslamayın.) Ahiri birbirinizle tanışmanız (muhtaç olduğunuz konularda yardımlaşıp, birbirinizin eksiğini tamamlamanız) için kavimlere ve kabilelere ayırdık. (Öyle ise neden birbirinize üstünlük taslıyorsunuz. Soy ve sopta hiçbir üstünlük yoktur.) Sizin Allah nezdinde en asîl ve en şerefliniz, takvâda en ileri olanınızdır. Şüphe yok ki Allah (kalplerinizdeki takvâdan) haberdardır ve çok iyi bilendir.

 

Tefsir:

Asalet ve şeref takva ile olur. Nesep ya dünya malı ile övünmek akıllı kimselerden uzaktır. Nitekim ayetten anlaşıldı ki, insanların hepsi bir babanın çocuklarıdırlar. Dünya malı dünyada kalır. Onun insanların tasarrufunda kalış süresi çok kısadır. Bazen olur varlıklı kimselerin elindeki mal kayıp olur, o takdirde şerefleri gitmiş mi olur? Onun için dünya malı ile övünülmez. Üstün olan bir şey varsa o da takvadır. Öyle sanılmasın ki, takva sadece dünyayı terk etme, uzlete çekilme, inanların arasından ayrılma, geceleri namaz kılıp gündüzün oruç tutmaktan ibarettir. Belki takva bir kalp işidir. İlkönce Allah’ın emir ve yasaklarına hürmet etmek onları büyük  saymak, ikinci olarak Allah’ın kullarına şefkatli ve mihriban olup onların hakkında insaf ve mürüvvetle hareket etmek, üçüncü olarak, kalp yurdunu her bir çirkin sıfattan tahliye etmekten ibarettir. Ey namaz kılıp, oruç tutup, hacca gidenler! Kalpleri habis sıfatlarla dop dolu olanlar zahirde insan görünseler de içten yırtıcı hayvanlardan daha beterdirler.

14/14- (Resulüm!) Bedevîler (senin huzuruna gelip) “inandık” dediler. De ki: Siz (samimi) iman etmediniz, ama “(Resmî) İslam’a dahil olduk” deyin. (Henüz sizin kalbinize İman girmemiştir.). (Zahirde Müslüman görünüp, hakikatte iman etmeyen sizler) eğer Allah’a ve Resulüne itaat ederseniz (yani açıktan şahadet ile ikrar ettiğiniz gibi kalben de samimiyetle imana yükselip dosdoğru Müslüman olursanız) Allah amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah (itaat edip tevbe edenleri) bağışlayıp çok merhamet edendir.

 

Tefsir:

Beni Esed kabilesi bir kıtlık yılı gelip zahirde iman ettiklerini söylediler. Böylece küfürlerini gizleyip Müslümanlara verilen yardımlardan istifade etmek istediler.[327] Bu ayetin onlar hakkında nazil olduğu söylenir.

“İman” itikat olunan emre nefsin itminan duyması, onunla rahat bulması ve onu tasdik etmesi demektir. “İslam” ise, açıktan “şahadet getirmek”le Müslüman grubu içine girmektir. Bu tip Müslüman olunca resmiyet kazanılmış olur. Artık böyle bir insanın kanı ve malı selamet olur. İçten kâfir olması onun bu hakkını elinden almaz. İşte ayette söz konusu olan Beni Esen kabilesi böylece Müslüman olmuş, resmi Müslümanlık kazanmışlardır.

15/15- Müminler ancak o kimselerdir ki,  Allah ve Resulüne iman etmişlerdir (yani dilleri ile ikrar ettikleri gibi kalpleri ile de sağlam inanmışlardır.) Sonra da işkillenmemiş şüpheye düşmemişlerdir, mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmişlerdir. (İşte esas iman budur, Beni Esed kabilesinin yaptığı değildir.) İşte onlar (iman davasında) sadıklardır.

16/16- [Geçen ayet inince Beni Esed hemen Resulüllah’ın (sav) yanına gidip yemin billah ederek imanlarına sadık olduklarını söylediler. O vakit bu ayet nazil oldu.][328] (Resulüm! Bu Beni Esed’e) de ki: Siz dininizi (dininizi, dindarlığınızı) Allah’a mı öğretiyor, (bildirmek) mi istiyorsunuz? Oysa Allah semalarda olanları da bilir, yerde olanları da.

17/17- [Beni Esed kabilesi, iman ettiklerini hem de minnet ederek ifade ettiler. Bu ayet onlara cevap veriyor.] (Resulüm! Bu bedevîler) İslam’a girdikleri için seni minnet altına sokuyorlar. De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. (Başa kalkmak sizin hakkınız değil) aksine Allah’ın hakkıdır. Çünkü sizi imana hidayet buyurmuştur. Eğer sadıksanız, (hakikaten iman ettiğinizi söylüyorsanız, imanın büyük bir nimet olduğunu samimi olarak itiraf ediyorsanız bilesiniz ki, Allah size büyük lütufta bulunmuştur.  O halde minnet onun hakkıdır.).

18/18- Haberiniz olsun ki Allah, semaların ve yerin gaib (emirlerini) bilir ve Allah sizin yapmakta olduğunuz her şeyi de görür, (eğer siz de iman olsaydı Allah onu bilirdi. Onun için inandığınızı iddia etmeye gerek yoktur.).

 

Hamd olsun Hucurât sûresinin tefsiri tamam oldu. Edep, güzel ahlak, iki kişinin arasını bulma, gibi konuları içeren bu mübarek sûre ibretlerle doludur. Fakat biz ehl-i İslam olarak hakkı gören gözümüz, hakkı işiten kulağımız yoktur. Eğer olsaydı bu rezil hallere düşmezdik. Artık gaflet uykusundan uyanma zamanı gelmiştir. Onun için her Müslüman elinde bulunan vakti bir ganimet bilmelidir. Gaflet uykusundan uyanmalıdır.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim, Hucurât suresini okursa Allah (cc), Allah’a itaat edenler ve isyan edenler sayısınca ona sevap verir.”[329] Bu surenin okunmasındaki maksat bu surede olan güzel ahlak ile de ahlâklaşmak anlamına gelmektedir.


 

 

50/ 34 KAF SÛRESİ

 

Kaf sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 45 ayet, 357 kelime ve 1494 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2-3- Kaf. (Bu mübarek sûrenin adıdır.) And olsun izzet ve şerafet sahibi bu Kur’an’a (ki,  Allah’tan gelen mucize bir kelamdır. Peygamberinin doğruluğunu ispat için mucize olarak ona verilmiştir.)

2/4- Doğrusu kendilerine (yine) özlerinden bir uyarıcı geldiğine şaştılar da kâfirler dediler ki: Bu (insandan peygamber) tuhaf bir şey..

3/5- (Kâfirler yeniden dirilmeyi inkâr ettiler ve) “Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (dirileceğiz)? Bu, akla bir dönüştür (mümkün olası değildir.).

4/6- Biz, toprağın onlardan neleri eksilttiğini (çürüttüğünü) kesinkes bilmekteyiz. Katımızda korunmuş (değişmez, bozulmaz) bir kitap (Levh-i mahfuz)[330] vardır.

5/7- Bilakis onlar, hak (Muhammed) kendilerine gelince yalanladılar. (Resulüm! Bu müşrikler senin) durumun hakkında (gâh kâhin, gâh şair, gâh sahir diye adlandırmakla)[331] bir ıstırap, bir şüphe içindedirler. (Her şeyi birbirine karıştırmışlardır.).

6/8- Yukarılarında ki semaya bakmazlar mı ki,  onu nasıl bina etmiş ve nasıl (nurani yıldızlarla) donatmışız! (Öyle bir halde ki,) onda bir halel (bir açık yer) yoktur. (Nere bakarsan bak, ayıptan salimdir.).

7/9- (yine bakmazlar mı ki: O mükemmel kudretimizle) yeryüzünü de yaymışız (o sema binasının döşeği gibi sermişiz) ve ona ağır baskılar, (oturaklı dağlar) serpmişiz ve onda gözler, gönüller açan her türlü güzel çiftten (bitkiler, güller çiçekler) bitirmişiz. (Acaba bunlar bir kudreti sonsuza delalet etmez mi?).

8/10- (Allah’a) gelen her kula gönül güzünü açmak ve ayılmak için (bütün bunları yaptık.).

9/11- Semadan bereketli bir su indirdik, bahçeler ve biçilecek taneler göğerttik.

10/12- (Yine o bereketli su sebebiyle) tomurcukları birbiri üzerine dizilmiş dolgun ve yüksek hurma ağaçları (bitirdik.).

11/13- (Resulüm! Bunları) bendeler(imize) rızık olarak (göğerttik.) Bir beldeyi ölmüşken o su ile diriltmekte (taze hayat vermekteyiz.) İşte (dirilip kabirden) çıkma da böyledir.

12-13-14/14-15- (Resulüm! Bu Kureyş müşriklerinden) evvel Nuh kavmi, Ress halkı, Semud, Âd ve Firavun ile Lut’un kardeşleri, Eyke halkı ve Tübba’ kavmi de (peygamberlerini) yalanladılar. Evet bütün bunlar peygamberlerini yalanladılar da bu sebeple azabım onlara seza oldu. (Hepsi helâk oldular.)

15/16- İlk yaratmada acizlik mi gösterdik? Hayır, (öyle olmadığını bilirler.) onlar yeni bir yaratma hususunda şüphe içindedirler.

16/17- (Resulüm!) Muhakkak ki, insanı Biz yarattık ve nefsi ona ne fısıldar (ne ile vesvese verir, böylece hatırına neler gelir) Biz biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız. [Burada, zatî yakınlık ilmî yakınlıktan mecaz yapılmıştır.]

17/18- (Hele özellikle) Sağında ve solunda oturmuş iki melek zabıt tutarlarken[332] (ona şah damarından daha yakınız.).

18/19- İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.

19/20- Ölüm sarhoşluğu bütün açıklığı ile gelir de: (Ey insan!) işte bu, senin ta öteden beri kaçtığın şeydir (denilir.).

20/21- O gün suretlere üflenir; (ve kıyametin inkâr edenlere denilir ki:) işte bu, geleceği vadedilen gündür.

21/22- (O mahşer günü) herkes, yanında bir sürücü ve (yaptığı kötülükleri inkâr ettiği takdirde) bir de şahitle beraber gelir.

22/23- (O gün kıyameti inkâr eden şahsa denilir ki:) Sen gerçekten bugünkü günden (bu azaba kavuşacağından) gafildin. Şimdi gaflet perdeni kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir (haydi şimdi de inkâr et bakalım.).

23/24- (O asi şahsa) yanındaki arkadaşı (onu mahşere getiren, Allah’ın huzuruna hazırlayan): Bu benim yanımdaki hazır, der.

24/25- (O vakit, kıyameti inkâr eden o şahsı sürüp mahşere getiren ve amellerine şahitlik eden iki meleğe denilir ki:) Salın cehenneme her inkârcıyı ve inatçıyı..

25/26- (Müstahakkına ve ehil olana) hayır yapılmasına mani olanı, (buna ilaveten) zulmü kendine şiar edineni, (Allah hakkında) şüphesi bulunanı..

26/27- Allah ile beraber başka ilâh edineni, şiddetli azaba birlikte atın.

27/28- (O günahkâr şahıs suçu şeytana bulur.) O günahkâr şahsın arkadaşı (şeytan/nefs-i ammare) de der ki: Ey bizim Rabbimiz! Ben onu azdırmadım. Lakin onun kendisi uzak bir sapıklık içindeydi (kendi dalalete düşmüştü. Fakat kabahati bana buluyor.).

28/29- (O vakit Allah da) buyurur ki: “(Hesap vakti) Benim huzurumda dövüşüp durmayın, (bu size hiçbir fayda vermez. Dünyada size kitap ve peygamber gönderip bunlar vasıtasıyla) Ben size daha önce uyarı göndermiştim!”

29/30- (Sakın güman etmeyin ki, sözümden vazgeçerim;) Benim huzurumda söz değiştirilmez ve Ben asla zulmedici değilim. (Azaba müstahak olmayana azap etmem.).

30/31- (Resulüm! Günahkârları cehenneme attığımız) o gün (cehenneme) deriz ki: “Doldun mu?” o da: “Daha var mı?” der.

31/32- Cennet de takva sahiplerine yaklaştırılır; (o cennet onlardan) uzakta olmayacaktır.

32-33/33-34- (Onlara denilir ki): İşte size vadedilen cennet bu, Allah’a karşı saygı dolu bir kalple gelen, O’nun emirlerine riayet eden ve görmediği halde Rahman (olan Allah’tan) korkmuş olanlara mahsustur.

34/35- (Resulüm! Bizim Tarafımızdan onlara denir): “Haydin selam ve selamet ile girin ona. Bugün (ebedî kalmanın) takdir edildiği gündür.”

35/36- Orada kendileri için ne dilerlerse  vardır. Katımızda fazlası da vardır.

36/37-(Resulüm! Bu Mekke müşriklerinden) önce Biz, kendilerinden daha güçlü olan, diyar diyar dolaşan nice nesilleri helâk etmişizdir. (Onlar için Bizden) hiç kurtuluş var mı?

 37/38 (Resulüm!) Şüphesiz bunda, (yani bu sûrede anlatılan konularda) kalbi olan (yani vicdanı bulunan) yahut şahit olarak kulak veren için bir ibret dersi (bir öğüt ve bir ayıltma) vardır.

38/39- Şüphe yok ki, Biz, Semavatı yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık. Bize bir yorgunluk (bir usanç) gelmedi, (öyle ise sizi yeniden yaratamaya da kadiriz.).

39-40/40- (Resulüm!) Onların dediklerine sabret, (onları tekrar yaratıp intikamımızı alacağız.). Güneşin doğuşundan önce (sabah namazını) ve batışından önce de (öğle ve ikindi namazlarını kılarak) Rabbini hamd ile tespih et. Geceleyin (akşam ve yatsı namazlarını kılarak) namazlardan sonra da Allah’ı tespih et.

41/41- O çağırıcının yakın bir yerden sesleneceği güne kulak verin.

42/42- O gün insanlar O çağırıcıyı gerçek olarak duyarlar işte o bugün, kabirlerden çıkış günüdür.

43/43- (Resulüm!) Diriltip öldüren Biziz. Ve (bütün yaratılmışların) döndüğü yer tarafımıza olacaktır.

44/44- O gün yer yarılır insanlar kabirlerinden çabucak çıkarlar. Bu (toplanış, müthiş bir toplanıştır. Öyle ki), sadece bize göre kolay olan bir toplanmadır.

45/45-  (Resulüm!) Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde  bir zorlayıcı değilsin, (ki, zorla İslam’a dahil edesin.) şimdi sen Benim tehdidimden korkacak kimselere bu Kur’an ile vaaz ve nasihat et.

 

Hamd olsun bu surenin tefsiri de tamam oldu.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: Kim Kaf suresin okursa Allah o kimsenin ölüm anını kolay atlatır.[333]


 

 

51/ 67 ZÂRİYAT SÛRESİ

 

Zâriyat sûresi Mekke’de inmiştir. 60 ayet, 360 kelime ve 1239 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Tozdurup savuran (güçlere) and olsun.

2/3- (Su getirmek sebebiyle) ağırlaşan bulutlara and olsun.

3/4- Kolay veçhile akıp giden burçlara and olsun.

4/5- (Yağmurları, rızıkları ve onlardan başka insanların levazımatını) bir işi, taksim eden (meleklere) and olsun.

5/6- Size vadolunan (kıyamet günü) kesinkes doğrudur.

6/7- Şüphe yok ki, (her amelîn) cezası olacaktır.

 

Tefsir:

Müfessirler bu ayet-i kerimelerin manalarını böyle tefsir etmişlerse de onların gerçek manası şöyledir:

And olsun o mukaddes nefislere ki, rüzgârın toprağı neşrettiği gibi ilmi insanların arasına yayıp dağıtırlar. And olsun o nefislere ki, ilimle teçhiz edilip mukaddesleşerek ilmin nuru ile ağırlık kazanırlar. And olsun o nefislere ki,  ilim sebebiyle insanlar mabeynine kolay ve âsan bir şekilde girip onları hakka davet ederek halkın eziyetini canları gibi duyar hissederler. And olsun o nefislere ki, Allah’ın emirlerin insanlara götürüp her şahsa kendi vazifesini beyan ederler. Kur’an ilim, rüşt ve hidayetle dolu bir kitap olduğu için böyle güzel manaları terk edip bu ayetleri başka manalara hamletmek doğru olmaz.

7/8- Yollara sahip semaya and olsun.

8/9- Siz (Kureyş müşrikleri, Peygamber hakkında, gâh kâhin, gâh şair ve gâh sâhir diyerek) muhtelif laflar içindesiniz.

9-10-11/10- (Resulullah hakkında söylenen bu yakışıksız ifadelerden dönmesi takdir edilmiş olan) döndürülür (imana) dönmüş olur. (Dönmeyenlere gelince) O kahrolası yalancılar, (sırf tahminlerini konuşanlar..) öyle ki onlar koyu bir cehalet içinde kalmış gafillerdir.

12/11- (Resulüm! Alay ederek) “O din günü (gerçekleşeceği haber verilen o cezanın günü) ne zaman?” diye sorarlar.

13/12- (Kıyamet günü) onların ateş üzerinden kıvrandırılacakları gündür.

14/13- (Azap edilirken onlara denir ki:) “Tadın azabınızı! Bu işte, sizin acele ile istediğiniz!..”

15/14- Muttakiler (ağaçlarının altından nehirler akan) bir nice bağlar ve pınarların başındadırlar.

16/15- Daha önce (dünyada) iyi ameller işlemeleri sebebiyle Rablerinin kendilerine verdiğini nihayet şevk ile alırlar.

17/16- (Muttakilerin dünyadaki ameli şöyledir:) Onlar bazı gece biraz bile uyumazlar..

18/17- (Hele mahalli icabet olan) seher  vaktinde Allah’tan mağfiret dilerler..

19/18- Mallarında hem dilenciye hem de (iffet ve hayalarından dolayı dilenmeyip) mahrum olanlar için bir hak vardı; (bu kimseleri arayıp haklarını verirlerdi.).

20/19-  (Resulüm!) Yeryüzünde de kesin bir bilgi edinen (muvahhitler) için (tevhit ve kudretinize delalet eden) burhanlar vardır. (O burhanlara ilim ve marifetle ulaşırlar.).

21/20- Bir de sizin nefsinizde.. (ta baştan yaratılışınızda, halden hale girişinizde tevhit ve kudretimize deliller vardır.). Hâlâ (ibret nazarı ile bakıp) görmüyor musunuz? (Ki ibret  olasınız.).

22/21- Semada rızkınız ve size vâdedilen başka şeyler de vardır.

23/22- Semanın ve yerin Rabbine and olsun ki bu vaad, sizin konuşmanız gibi kesin bir gerçektir.

24/23- (Resulüm!) İbrahim’in izzet u ikram gören konuklarının haberleri sana geldi mi? (Elbette sen bunu bilemezsin. Onların hikâyesi böyledir:)

25/24- Hani onlar İbrahim’in huzuruna girdiler ve (ona) selam verdiler, o da cevab-ı selam verdi. (Sonra kendi kendine dedi ki:) “Bunlar, tanınmadık kimseler! (Acep bunlar kim ola ki?)” [İbrahim (as) misafir gelir gelmez hemen ona taam getirirdi. Adeti üzere bu gelen kimselere de getirdi:]

26/25- (Misafirlerden gizlice) kayıp ayaline (gitti. Onlara emredip) semiz bir dana (püryanı) getirdi. [Melekler insan sûretinde gelmişlerdi.]

27/26- (Getirdiği taamı) onların önüne koyup “yemez misiniz?” dedi. [Onlar yemediler. Çünkü melekler yemezler.]

28/27- (Yemediklerini görünce) onlardan içine bir korkudur düştü. (Melekler onun korktuğunu anladı ve) dediler ki: “Korkma!” (sonra) sonra ona bilgin bir oğlan çocuğu müjdelediler. [Bu müjdelenen oğlan çocuğu Sâre’den olan İshak (as)’dır.]

29/28- (Oğul müjdesini duyuca) hanımı (Sâre), dâd-ı feryat ederek geldi. [Nitekim kadınlar bir sevinçli haber duyunca böyle yaparlar.] Elini yüzüne çarparak: “Ben kısır bir kocakarıyım! (Benim nasıl çocuğum olur!)” dedi.

30/29-30- Melekler: “Bu böyledir. Rabbin söylemiştir: (Ben ona oğul vermeye kadirim.) Şüphe yok ki (O’nun her işi) hikmet üzeredir, (her şeyi) bilendir.”

31/31- (İbrahim, onları tanıyınca:) dedi ki: “O halde işiniz nedir, ey elçiler?”

32/32- “Biz, dediler, suçlu bir kavme (Lût kavmine) gönderildik.”

33/33- “Ta ki, (Allah’ın izni ile) üzerlerine çamurdan taş yağdıralım.”.

34/34- O taşlardan her birinin haddi aşanlardan kimse isabet edeceği Rabbin tarafından işaretlenmiştir.

35/35- (Resulüm! Lût kavmine azap gönderirken) orada bulunan müminleri çıkardık, (geri kalanı helâk ettik.).

36/36- Fakat biz orada Müslümanlardan bir ev halkından (Lût’un evinden) başka kimseyi bulamadık. [Lût (as) yedi şehre peygamber gelmişti. Onlardan bir kimse bile iman etmedi. Sadece Lût’un iki kızı iman etmişti.]

37/37- Biz orada can yakıcı bir azaptan korkan kimseler için bir ibret nişanesi bıraktık (ki, arkadan gelenler, onlardan ibret alıp Allah’a karşı gelmesinler.).

38/38- (Resulüm!) Musa’nın kıssasında (da tevhit ve kudretimize ibretler vardır.) Hani biz onu hakkaniyeti zahir ve aşikâr bir delil ile Firavun’a göndermiştik..

39/39- Firavun (delillere hiç bakmayıp) ordusu ile birlikte yüz çevirmiş ve (Musa’ya:) “Ya sahirdir, ya mecnun, (ona peygamber demek hatadır)” lafını etmiştir.

40/40- Nihayet onu da ordularını da yakalayıp denize attık. Firavun o sırada (inat ve küfründen dolayı pişmanlık duyarak kendi kendini) kınıyordu.

41/41- (Resulüm!) Âd (kavminin helâk olmasında) da (tevhit ve kudretimize ibretler vardır.). Hani biz onların üzerine kökleri kesecek (hayrı ve bereketi olmayan)[334] bir rüzgâr gönderdik.

42/42- (O rüzgâr öyle şiddetliydi ki) üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu çürümüş kül gibi savuruyordu.

43/43- (Resulüm!) Semud (kavminde de  tevhit ve kudretimize deliller vardır. Salih peygamber tarafından onlara gelecek azabın haberi verildi ve) denildi ki: “Bir süreye kadar (üç gün gibi bu dünyada) faydalanın (ondan sonra size azap nazil olacaktır.)”  [Verilen üç gün müddet geçince azap geldi ve hepsi helâk oldu.]

44/44- Rablerinin emrinden kaçınarak azgınlık ettiler, onun için kendilerini yıldırım çarptı. Bakıp duruyorlardı;

45/45- Ne (o azaba) kıyam edebiliyorlardı, ne de kendilerine bir yardım bulabiliyorlardı.

46/46- (Resulüm!) onlardan önce Nuh kavmini de (helâk ettik.) Çünkü o helâk edilenler hep fasık birer kavim idiler.

47/47- (Resulüm! Allah asîleri helâk etmeye kadir olduğu gibi her şeyi yaratmaya da kadirdir: Bu cümleden olarak) Semayı Zatımıza mahsus olan kuvvet ve kudret ile bina ettik. Şüphesiz Biz (ona) genişlik vermeye de kadiriz.

48/48- Yeryüzünü de Biz döşedik. (Ta ki onda hayat süresiniz.) Bakın Biz onu ne güzel döşüyoruz!

49/49- Her şeyden de çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt alasınız.

50/50- (Resulüm!  De ki:) “Kaçıp Allah’a sığının. Hakikat ben size O’nun tarafından gönderilmiş apaçık uyarıcıyım.”

51/51- Allah ile beraber başka bir ilâh edinip (O’na ortak koşmayın. Hele özellikle bundan dolayı) ben size O’nun tarafından gönderilmiş aşikâr bir uyarıcıyım.

52/52- (Resulüm! Bu Kureyş müşrikleri seni tekzip ettikleri gibi) böylece onlardan öncekiler de herhangi bir peygamber gelince,  onun hakkında da: ya sahirdir ya mecnundur, dediler.

53/53- Acaba (öncekiler ve bu Kureyş müşrikleri) birbirlerine (nesil be nesil) bunu mu vasiyet ettiler, (ki hepsi peygamberleri hakkında “ya sahirdir, ya mecnun” diyorlar.) Hayır onlar azgın bir topluluktur, (azgınlık sıfatında görüş birliği içinde oldukları için, hep aynı şeyleri söylüyorlar.).

54/54- (Resulüm!) Onun için sen şimdi onlardan yüz çevir. (Sen onlara hakkı anlattın, fakat onlar seni dinlemediler.) Bu takdirde kınanacak sen değilsin.

55/55- (Resulüm!) Lakin öğüt ve nasihate devam et. Zira hatırlatma müminlere fayda verir, (onların imanları ziyadeleşir.).

56/56- (Resulüm!) Ben cin ve insi ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.

57/57- (Resulüm! Benim şânım, bendelerimi, sizin kölelerinizi istihdam ettiğiniz gibi kendi ihtiyaçlarımda kullanmak değildir. Benim onlara ihtiyacım yoktur.) Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum. (Onlara rızık veren Ben’im. Sadece onlardan ibadet etmelerini istiyorum.).

58/58- Şüphe yok ki, rızık veren O sağlam kuvvet sahibi olan Allah’tır. (Böyle bir Rabbin hiç kimseye ihtiyacı olası değildir.).

59/59- (Resulüm!) Hakikat şu ki, (seni yakışmayan muhtelif sıfatlarla adlandıran) bu zulmedenlerin de, geçmişlerin hissesi gibi (azaptan) bir hisseleri vardır! O halde acele etmesinler; (an karibuzzaman o gelecektir.).

60/60- (Resulüm! Seni) inkâr ederlerin başlarına gelecek (acı) günlerinden dolayı vay hallerine!

 

Allah’a hamd olsun. Zâriyât sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sûreyi okursa Allah o kimseye on hasene/sevap verir”[335]


 

 

52/76 TÛR SÛRESİ

 

Tûr sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 49 ayet, 312 kelime ve 1500 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Tûr’a and olsun (ki Allah, Musa ile orada kelam etti.).

2-3/3-4- yayılmış ince deri üzerine satır satır yazılmış Kitab’a (Kur’an’a) and olsun.

4/5- (Hacıların çok çok ziyati ile) ma’mur olan Kâbe’ye[336] and olsun.

5/6- And olsun yükseltilmiş tavana. (Semaya).

6/7- And olsun kaynatılmış denize.

7/8- (Resulüm!) Rabb’inin azabı (o asilerin başına) mutlaka inecektir.

8/9- O azabı (onlardan) defeden olmayacaktır.

9/10- O gün sema, bir sarsıntıdır sarsılır..

10/11- Dağlar da bir yürüyüştür yürür..

11/12- O günkü günde (Peygamber’i) yalanlayanların vay haline!

12/13- Ki onlar, daldıkları bâtıl (ve yalan) içinde oyalanıp duranlardır.

13/14- O gün cehennem ateşine itilip salınırlar.

14/15- (Onlara denilir:) “İşte (dünyada) yalanlayıp durduğunuz ateş budur!

15/16- (Allah tarafından gelen Kur’an’a sihir diyordunuz;) şimdi bir büyü müdür bu? (Siz söyleyin, dünyada görmediğiniz gibi) yoksa burada da görmüyor musunuz?

16/17- Şimdi girin o cehenneme! (Çekin azabı.) sabredin ya etmeyin (değişen bir şey olmaz,) sizin için birdir, (azap hafifletilmeyecektir.). Siz ancak yaptıklarınızın karşılığına çarptırılacaksınız.”

17/18- (Resulüm! Bundan böyle cennetliklerin ahvali anlatılır:) Muttakiler, nice bağlarda ve mükemmel  nimetlerin içindedirler.

18/19- Rablerinin kendilerine verdiği ile mütelezziz olurlar. Hem Rableri onları cehennem azabından korur.

19/20- (Resulüm! Bizim tarafımızdan onlara şöyle denir:) “Eylediğiniz hayırlı ameller sebebi ile (cennet nimetlerinden ve tatlı sularından) afiyetçe yiyin, için;

20/21- sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak..” Ayrıca biz onları ceylan gözlü hurilerle evlendirdik.

21/22- O kimseler ki, iman etmişler, zürriyetleri de (küçük çocukları da) onlara tabi olup (cennete girerler. Ta ki cennetteki neşeleri yerine gelsin. Atalarının) büyük seviyedeki imanları sebebiyle zürriyetlerini (küçük çocuklarını) da onlara kattık. Onların amellerinden bir şey eksiltmedik. Herkes kazandıklarına karşı bir rehindir; (ameli iyi ise mükâfat verilir ve kurtulur, şer ise azap edilir.).

22/23- Hem onlara canlarını çektiği meyvalar ve etlerden bol bol verdik.

23/24- Orada (cennette) bir kadeh kapışırlar ki,  Onda ne lâğıv (içerken ne saçma sapan söz konuşma) vardır ne de günaha girme. (Sahibini günaha sokacak hiçbir şey yoktur o cennetteki içkide.)

24/25- Muttakilere mahsus, sanki saklı iri inciler gibi uşaklar/garsonlar onların etrafında (hizmet için) dolanır dururlar. (Ne isterlerse getirirler.).

25/26- Cennettekiler birbirlerine dönüp sorarlar:

26/27- (Sohbet esnasında) derler ki: “Evet doğrusu biz daha önce ayalimiz arasında (Allah’a karşı bir isyana girmekten) yüreklerimiz titrer, korkardık..

27/28- buna göre şimdi ise Allah bize minnet ve ihsanda bulundu ve bizi ta vücudun içine kadar nüfuz eden zehirli (cehennem) ateşinden korudu..

28/29- evet biz bundan önce (dünyada) Allah’a dua edip (O’na ibadet ediyorduk. Allah, kendine dua ve ibadet edenlere şimdi ihsanda bulundu.) Zira O, feza genişliği iyilik sahibidir, çok merhametlidir.”

29/30- (Resulüm! Şimdi cennet ve cehennemin durumunu öğrendin. Halka) öğüt ver. (Onların sana karşı yakışıksız lafları seni bundan men etmesin.) Rabbinin sana olan (nübüvvet) nimeti hakkı için sen ne kâhinsin ne de mecnun.

30/31- Yoksa onlar: (O,) bir şairdir; onun, (şair Züheyir, Nabiğa ve ‘Antere gibi) zamanın felaketlerine uğramasını bekliyoruz mu diyorlar?

31/32- (Resulüm! Onlara) de ki: “(Kötü sonucu) bekleyin. Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim. (Kimin galip olacağını görürüz.).”

32/33- Onlara akılları mı bunu (sana kâhin vs. demeyi) emreder, yoksa onlar azgın bir topluluk mudur? (Ki, azgınlık ve inatkârlıklarından dolayı bunları söylüyorlar.).

33/34- Yahut “O Kur’an’ı kendisi uydurdu!” mu diyorlar? (Onların bu sözleri boştur.) Hayır, onlar inanmazlar (da onun için işi sürüncemeye sokuyorlar. Kur’an karşısında aciz kaldıkları için böyle diyorlar.)

34/35- Eğer doğru iseler onun benzeri bir söz getirsinler. (O vakit ancak o şartla Kur’an’ın Allah kelamı olmadığını ispat etmiş olabilirler.)

35/36- Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa özleri mi kendilerini yarattı? (Onun için mi alemleri yaratana itaat etmiyorlar.).

36/37- Yoksa semavatı ve yeri onlar mı yarattı? (Onlara sorsan, “Allah yarattı” diyorlar.) Lakin dediklerine yakînleri yok herhalde. (Eğer kesinkes inanmış olsalardı, başkasına ibadet etmezlerdi.).

37/38- (Resulüm!) Yoksa Rabbinin (ilim, hikmet) hazineleri onların yanında mıdır? (Ki, istediklerini peygamber seçsinler.) Ya da her şeyi hakimiyetleri altına alan onlar mıdır? (Ki, hiçbir emir ve yasağın altına girmiyorlar.).

38/39- Yoksa onların, kendilerine mahsus (üzerine çıkarak vahiy olan kelamları) dinleyecekleri bir merdivenleri mi var? Şayet öyle ise (onu) dinleyenleri, açık vazıh bir delil getirsin.

39/40- Yoksa kızlar O’nun, oğlanlar sizin mi? (Ki diyorsunuz: “Melekler Allah’ın kızlarıdır.” Hâşâ!).

40/41- (Resulüm!) Ya da sen  onlardan bir ücret mi istiyorsun? Bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?

41/42- Yahut gaip (ilmi) onların yanında da onlar mı yazıyorlar? (Ve buna göre diyorlar: “Öldükten sonra dirilmek yoktur. Herkesin yaptığın yanına kalır!!)

42/43- Yoksa bir tuzak mı kurmak istiyorlar? (Ki seni öldürsünler.) Fakat o kâfirlerin kendileri aldanacak, kurdukları tuzağa kendileri düşecektir.

 

Tefsir:

Kureyş müşrikleri “Daru’n-Nedve”de toplanıp, Resulüllah’ı (sav) öldürmek için istişare etmişlerdi. Allah (cc), onların kurdukları bu komployu Resullüllah’a (sav) haber verdi. Böylece onların kurdukları bu komplo başarısız kaldı. Resulüllah’a hiç bir tesiri olamadı. Nihayet Allah (cc) Müslümanları o müşriklere musallat etti. Bedir savaşında kimi öldü, kimi de esir olup rezil oldu.

43/44- Veya onların Allah’tan başka bir tanrısı mı var? (Ki, Allah’ı bırakıp ta onlara tapıyorlar.) Allah, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır.

44/45- (Resulüm! Bu müşrikler sana diyorlar ki: “Eğer hak bir peygambersen gökten bize bir kütle gönder, ta ki senden ötürü bir mucize olsun. Bunu senden ciddî olarak istiyoruz.” Lakin böyle bir şey olası değildir. Eğer faraza bu dedikleri olsa) semadan düşen bir kütle görseler, “Üst üste yığılmış bulutlardır” derler, (de yine inanmazlar. İşte bunun için onların istediğini vermedik.).

 

Tefsir:

Allah (cc) müşriklerin mucize olarak istedikleri şeyin onların isteklerine göre getirilemeyeceğini beyan ediyor. Fakat Müslümanların önderi olduklarını söyleyenlerin çoğu bu ayetin ihtiva ettiği manadan uzaktırlar. Bu ayeti tevil edip başka manalara çekiyorlar. Kur’an’ın kabul etmediği (!) bu kevnî mucizeleri ispata çalışıyorlar. Hatta bunlardan fazlasını mucize adı altında kitaplarda toplamışlardır. Bunların hepsi birer cehalettir. Allah’ım sen, İslam aleminden bu cehaleti kaldır!

45/46- (Resulüm!) Onun için şimdi o tuzak kurmak isteyenleri bırak çarpılıp helâk olacakları o güne kavuşacakları zamana kadar kalsınlar, (o gün gelince helâk olacaklardır.).

46/47- O gün kurdukları komploların kendilerine zerre kadar faydası dokunmayacak ve kati surette kurtarılamayacaklardır.

47/48- (Resulüm! Hele özellikle Bizim vahdaniyetimizi inkâr eden) o zalimlere, ondan (o kıyamet azabından) başka (dünyada da)[337] azap vardır. Lakin çoğu bunu bilmezler. (Sonuçlarının bu şekilde olacağını idrak edemezler.).

48-49/49- (Resulüm!) O halde Rabbinin hükmüne sabret, çünkü sen Bizin gözümüzün önündesin (onların sana ne yaptığını Biz görmekteyiz. İntikamın alacağız.) Uykudan durduğun zaman Rabbini hamd ile tespih et. Gece vakitlerinde de ve yıldızların batışından sonra da (sabah namazı)[338] O’nut tespih et.

 

Hamd olsun Tûr sûresinin tefsiri tamam oldu. Bu mübarek sûre, inkârcıları susturan delil ve burhanları ihtiva etmektedir. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Tûr sûresini okusa Allah’ın üzerine haktır ki, onu azaptan emin edip cennet nimetlerine dahil etsin.”[339]


 

 

53/23 NECM SÛRESİ

 

Necm sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 61 ayet, 360 kelime ve 1405 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- (Seher vakti) batmaya meyil etmekte olan yıldıza and olsun.

 

Tefsir:

Urve b. Zübeyir anlatıyor: Ebu Leheb’in oğlu Utbe ki, Resulüllah’ın (sav) kızı ile evli idi. Ticaret için Şam’a gitmeğe niyetlendi. Bu sûre inince dedi  ki: Sefere çıkmandan gidip Muhammed’e (sav) biraz eziyet edip öyle gideyim. Resulüllah’ın huzuruna çıkıp “Ben ‘ve’n-necmi iza hevayı’ inkâr ediyorum.” dedi. Sonra Resulüllah’ın (sav) yüzüne  tükürdü ve kızını da boşayıp çıktı. Resulüllah (sav) bu vakaya çok üzüldü ve Utbe’yi Allah’a havale edip buyurdular ki: “Allah’ım kalplerinden bir kelbi bu adama musallat et.”[340] O mecliste Ebu Talib de bulunuyordu Resulüllah’a dönüp, “Kardaş oğlu, isterdim ki Utbe hakkında böyle bir beddua etmeyeydin.” Utbe, gidip macerayı babasına anlattı. Sonra ticaret için Şam’a sefere çıktılar. Yol esnasında bir kilisenin civarında konakladılar. Oradan bir papaz gelip onlara, bu kondukları yerde çok vahşi hayvanların bulunduğunu söyledi ve dikkat etmelerini istedi. Ebu Leheb, bu sözü duyunca hemen Resulüllah’ın, oğlu hakkında söylediği sözler aklına geldi ve dedi ki: “Ey Kureyş! Oğlumu korumak için bu gece bana yardımcı olun. Korkuyorum Muhammed’in oğlum hakkında yaptığı beddua işler de başına bir şey gelir.” O arada yol arkadaşları develerini, çember yapıp Utbe’yi ortalarına aldı ve onu gözetlemeye başladılar. Geceden biraz geçmişti ki, bir aslan gelip onların içinden geçerek Utbey’i yakalayıp boynunu kopardı ve oradan çekilip gitti. Yolcular uyandıklarında Utbe’yi ölü olarak buldular. Şair Hassan b. Sabit (54/673) bir şiirinde bu vakaya işaret eder:

“Aslan avından vazgeçmedi ki,

Yolcu da evine geri dönsün.”[341]

2/3- (Ey Kureyş cemaati!) Sizin bu arkadaşınız (Muhammed aleyhisselam) ne yolunu kaybetmiştir ne de azmıştır, (belki rüşt ve hidayettedir.).

3-4/4-5- O, hevâdan (arzularına göre) konuşmaz. O(onun konuşması kendisine) vahyedilenden başkası değildir.

5/6- Onu, (ruhanî) kuvveti son derece kuvvetli olan (Ruhu’l-Emin/Cebrail) ona öğretti.

6/7- (Cebrail, akıl ve görüşünde) kuvvet ve (kemal) sahibi, (kendisine verilen emir üzerine kuvveti ile ) istiva etti..[342]

7/8- O, (Ruhu’l-Emin, Resulüllah’tan) en yüksek ufukta idi. [Resulüllah’ın ilmi ile Cebrail’in ilmi arasında uzak bir mesafe vardı.][343]

8/9- Sonra (Cebrail Ona) yaklaştı ve sarktı.

9/10- İki yay arası kadar hatta daha yakın.. oldular. (Öyle bir yakınlık kurdular ki, o yakınlık artık bitmez.)[344] [Tefsirciler bu sözü, yakınlığın en üst seviyesini tasvir eden bir söz olarak değerlendirmişler ve ayetin, buluşma alışkanlığını temsil etmek ve belirsizliği ortadan kaldırmak sureti ile Peygamber (sav)’in vahyi bu şekilde aldığını beyan etmişlerdir.]

10/11- Bu şekilde Allah, kuluna vahyetti ha vahyetti...[345]

11/12- (Muhammed aleyhisselamın) kalbi gördüğünü yalanlamadı.

12/13- Acaba siz (müşrikler) onun gördüklerine karşı onunla mücadele mi ediyorsunuz?

13-14/14- Muhakkak O, onu bir kez daha görmüştü. Sidre-i Münteha’nın yanınnda karşılaşmıtşı.

 

Tefsir:

Sidre-i münteha, en son hayret manasını ifade eder.[346] Yani akılların, daha fazla hayret tasavvur edilemeyecek derecede hayrette kaldıkları bir makamda, Hz. Peygamber hayrete düşmedi, şaşmadı, kendisini kaybetmedi ve gördüğünü gördü demektir.

15/15- Cennetu’l-Me’vâ da onun yanındadır.

16/16- Sidre’yi kaplayan kalplamıştı.

17/17- Onun gözü ne kaydı ne de kamamştı..[347]

18/18- Muakkak ki, O (Resulüllah), Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü. [Bunda sonra gelen ayetler, bizim verdiğimiz manayı doğrulamaktadır.]

19-20/19-20- (Resulüllah, diyor: Ey Kureyş cemaati!) Siz de gördünüz değil mi o Lât ve Uzza’yı? Ve üçüncüleri olan ötekini.. Menat’ı.[348] (Ki bu sonuncunun mertebesi onlardan daha eksiktir. Acaba bunların hiçbir kudreti var mıdır?).

21/21- (Hem putlara ibadet etmekle de yetinmeyip, biraz daha ileri giderek “Allah’ın kızları olduğunu iddia ediyorsunuz?”) Size erkek, O’na dişi öyle mi? (Bunun için mi kızları diri diri toprağa gömüyorsunuz!!).

22/22- O takdirde bu, insafsızca bir taksim! (Yahşi taksim yapmıyorsunuz.).

23/23- Bu (putlar), sizin ve atalarınızın taktığı sadece isimlerden başka bir şey değildir. Allah onların (mabut olduğu) hakkında bir delil göndermemiştir. (Resulüm!) Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rablerin tarafından (Resulüllah gibi bir peygamber ve Kur’an gibi) bir rehber gelmiştir. (Onlara, Allah’tan başkasına tapmamalarını söylüyorlar. Fakat yine de onlar putlara tapıyorlar.)

24/24- (Resulüm! Bu müşrikler, ibadet ettikleri putların kıyamet günü kendilerine şefaat edeceklerini arzuluyorlar.) Acaba insan (her) arzu ettiğine ulaşa bilir mi? (Ne yazık ki onların dediği gibi, putlar şefaat edemeyeceklerdir.).

25/25- Ahiret de dünya da Allah’ındır, (hiç kimse onlarda tasarruf edemez.).

26/26- Semavatta ne çok melek vardır ki onların şefaatleri hiçbir şeye fayda vermez. Ancak Allah’ın dilediği ve hoşnut olduğuna izin verdikten sonra, şefaat etmeleri fayda verir.

27/27- Ahirete inanmayalar, melekelere dişilerin adları takıyorlar.

28/28- Onların bu hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise, hakikat bakımından kesin olarak bir şey ifade etmez.[349]

29/29- (Resulüm!) Onun için bizi anmaktan dal çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlerden yüz çevir.

30/30- İşte o, (dünyayı tercih edip, bize şirk koşmaları, onlar için) ilim adına varabilecekleri en son sınırdır. Şüphe yok ki, senin Rabbin, evet O, yolundan sapanı daha iyi bilir; O, hidayette olanı da daha çok iyi bilir.

31/31- Semavat ve yerde bulunanlar hep Allah’a aittir. (Hikmeti şudur:) Kötü iş yapanları yaptıkları ile cezalandıracak, güzel iş yapanlı da daha güzeli ile cezalandıracak.

32/32- (Hata üzere olan) küçük günahları dışında, büyük günahlardan ve nihayet kabih işlerden kaçınanlara gelince, bil ki, Rabbin, bağışı çok geniştir. (Böyle kimseleri bağışlar.). O zaman ki, sizi(in aslınız Adem’i) topraktan yarattı, o zaman ki, siz annelerinizin karnında (gözlerden mestur) bulunuyordunuz; Allah sizin (her bir ahvalinize) en iyi âlimdir.. O halde nefisleriniz pâka çıkarmayın. Tamamıyla korunup muttaki olanı en fazla Allah bilir.

33-34/33-34- (Resulüm!) Şimdi gördün mü o (imana dahil olduktan sonra) dal çevirip çıkanı? (Allah yolunda) azca verip (sonra) ardını keseni, (o, öyle hayal ediyor ki, kendisine azap edilmeyecek!).

35/35- Acaba gaybın bilgisi kendi yanında mıdır? O, (kendisine azap edilmeyeceğini) görüyor mu?

36-37/36-37- Yoksa, Musa’nın ve ahdine tam bir vefa gösteren İbrahim’in sahifelerinde yazılı olanlar kendisine haber verilmedi mi? [Onlar bundan böyle zikredilecek:]

38/38- (Bu cümleden olarak o hükümler bunlardır ki:) Hiçbir günahkâr nefis başka günahkârın günahını (taşıyıp onun yerine azap görmez.).

39/39- Bilin ki, insan için başka değil sadece kazandığı vardır

40/40- ve çalışması da yakında görülecektir.

41/41- Sonra ona en dolgun karşılığı verilir.

42/42- En son durak Rabbindir.

43/43- Ağlatıp güldüren Allah’tır.

44/44- Öldürüp dirilten Allah’tır.

45/45- İki çift; müzekker müennes yaratan Allah’tır;

46/46- (Rahme) atıldığı zaman bir nutfeden..

47/47- (Hikmet üzere) diğer yaratma (öldükten sonra diriltme) de Allah’ın uhdesindedir, (ki sizi diriltip hesap soracak.).

48/48- Geçekten zengin eden ve sermaye veren de Allah’tır.

49/49- Şi’râ yıldızının Rabbi Allah’tır.

 

Tefsir:

Şi’râ yıldızı, “Cevzâ/ikizler burcunun) dalınca doğar. Şi’râ’dan başka ona Kelb-i Cebbar’da denir. Şi’râ yıldızı iki tanedir: Gumeysâ ve Abûr. Buradaki Abûr’dur. Huzaa’ kabilesi ona taparlardı. Onu ilk önce tanrı edinen Ebu Kebşe olmuştu.[350]  Arapların hepsi putperest idi. Ebu Kebşe onlardan ayrılıp Şi’râ’ya tapmaya başladı. Reslüllah (sav) peygamberliğini ilan edince, Kureyş, onlardan ayrıldığı için Resulüllah’ın bu davranışını Ebu Kebşe’ye benzetiyorlardı. “İbn Ebi Kebşe” diyorlardı.

50/50- (Kahhariyetiyle ona asi olan Hûd peygamberin kavmi)[351] birinci Âd’ı helâk eden de Allah’tır.

51/51- (Salih peygamberin kavmi ) Semûd’u (helâk edip) onlardan bir kişi dahi koymayan O’dur.

52/52- Daha önce de Nuh kavmini helâk etmişti. Çünkü onlar daha zalim ve daha azgındı.

53/53- Mu’tefike’yi (Lût kavmini yerden) yükseltip havadan yere saldı.

54/54- Sonu olmayan büyük seviyede bir azap onları tuttu.

55/55-(Ey insan!) Şimdi Rabbin hangi nimetlerinden şüphe edersin. [Allah’ın azabından ibret almakta bir nimet olduğu için “azab”a da nimet denmiştir.]

56/56- Bu (Resulüllah)[352] geçen uyarıcılar gibi bir uyarıcıdır.

57/57- Yaklaşmakta bulunan (kıyamet) yaklaştı.

58/58- O azabı Allah’tan başka açacak (kaldıracak) yoktur.

59-60/59- Şimdi siz bu Kur’an’ı mı (inanılmayacak gibi) acayip görüyorsunuz? Ve gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz (iş o ki, ondaki azapları duyup ağlayaydınız.).

61/60- (Ağlamak yerine, kibir, gurur içinde) çakırkeyifsiniz.

62/61- (Bu çirkin amelleri ve putlara ibadet etmeyi terk edin.) Allah’a secde edin, ibadet edin.

 

Hamd olsun Necm sûresinin tefsiri tamam oldu. Allah’ın tevhit ve mükemmel kudretini içeren ayetlerle doludur. Eğer bu sûreden başka sûreler olmasaydı bile bu sûre Allah’ın birliğini ve eşsiz kudretini anlatmaya ve Resulüllah (sav)’in peygamberliğini ispat etmeye kâfi idi.


 

 

54/37 KAMER SÛRESİ

 

Kamer sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 55 ayet, 342 kelime ve 1423 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- (Resulüm!) Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.

 

Tefsir:

Kıyamet günü sadece ay değil belki bütün alem mahvolur. Nitekim Kur’an’ın diğer ayetleri buna delildir. Yeryüzünde bulunan hayvanların belli bir eceli olduğu gibi, uzaydaki cisimlerin de muayyen bir ecelleri vardır. Ecelleri gelince yok olurlar. Güneş de artık ebedî  tutulması ile tutulur. Alem karanlığa bürünür. İşte Kur’an, buna şer-i şerifte “Kıyamet günü” demiştir. Allah (cc) o aşkın hikmeti ile bu vakti ceza ve hesap günü tayin etmiştir. Batılı ilim adamları gök cisimlerinin belli bir ömürleri olduğunu daha yeni keşfediyorlar. Halbuki Kur’an yıllar öncesi bu konuyu izah etmiştir. Ne yazık ki, bizim Müslümanlar, kendi ellerinde bulunan Kur’an’ın böyle ilimlerden bahsettiğinden haberleri olmayıp, batılı bilim adamları karşısında aşağılık kompleksinde kalıyorlar. Kur’an bütün dillere tefsir edilip her insanın anlayabileceği seviyede  izah edilseydi tabii olarak bu günlere kalınmaz, Müslümanlar da bu hale gelmezlerdi.

2/3- (Müşrikler kıyameti inkâr edip kabul etmiyorlar.) Onlar (Resulüllah’ın kıyametin varlığını tasdik eden) bir burhan ve delil[353] görürlerse hemen ondan yüz çevirirler ve: “Eskiden beri devam ede gelen bir sihirdir” derler.

3/4- (Resulüllah’ın delil ve burhanlarını ve Kur’an’ı) yalanladılar ve kendi heveslerine uydular. Her emrin (kendine mahsus) erişeceği bir sonu vardır. (Resulüllah’ın işi de sonuna varacak ve hak ya da batıl olduğu ortaya çıkacaktır. Müşriklere Resulüllah’ın gerçek olduğu anlaşılınca artık onlara bir faydası olmayacaktır.).

4/5- Hakikaten onlara kötülükten önleyecek (o kadar) haberler gelmiştir (ki, eğer ibret alsalardı bu  haberler onlara kifayet ederdi. Lakin basiret gözlerini kapatıp bu delil ve burhanlara görmediler.)

5/6- (Kur’an gayeyi ispat etme bakımından)[354] en yüksek seviyeye ulaşmış hikmettir. (Resulüm! Deme ki, bu en yüksek hikmetin ihtiva ettiği) o uyarılar (o yüz çeviren kâfirlere) fayda vermiyor.

6/7- (Resulüm! Davetinin artık onlara tesir etmeyeceğini anlayınca) onlardan yüz çevir. (Onlara bir günü hatırlat ki) o günde (Allah tarafından) bir çağırıcı benzeri görülmedik bir şeye davet edecektir.

7-8/8-9- Sanki etrafa yayılmış çekirge sürü gibi bakışlarında perişanlık (korkudan buğulu) bir halde ve davetçiye boyunlarını ileri uzatıp koşarak kabirlerinde çıkarlar. (O vakit,) kâfirler (azap edilecekleri telaşı ile): “Bu çetin mi çetin bir gün.” Derler.

9/10- Onlardan önce Nuh’un kavmi de yalanladı.. evet o kulumuzu yalanladılar ve: “Mecnun (cinlenmiş)” dediler. Hemen (Risaletini tebliğ etmesi onlar tarafından çeşitli eziylet ve tehditlerle) alınkondu.

10/11- (Vazgeçmezse taşla öldüreceklerini söylüyorlardı. Bunun üzerine) Nuh, Rabbine dua ett: “Ey bemin Rabbim! Ben malubum; artık Sen öcünü al! (Bunlara azap gönder.)”

11/12- (Allah, buyuruyor:) “Biz de derhal nehir gibi devamlı akan bir su ile göğün kapılarını açtık.”

12/13- “Yeri parçalayıp çeşmeler açtık” (sanki yerin her tarafı çeşme oldu. Semadan inen, yerden fışkıran) sular, takdir edilmiş bir işin olması için birleşmişti.” [Nuh tufanı sadece Nuh’un peygamber olarak gönderildiği yerde olmuştu.]

13/14- Nuh’u da tahtalardan yapılı, çivilerle çakılmış gemiye bindirdik.

14/15- Gemi gözetimimiz altında akıp gidiyordu. (Biz bu tufanı) değeri bilinmeyip nankörlükle karşılanmış (Nuh’a) bir mükâfat olarak (yaptık.).

15/16- Gerçekten onu (Nuh kavmine gönderdiğimiz azabı ve gemiyi)[355] bir ibret olarak bıraktık. Acaba düşünüp de bir ibret alan var mı?

16/17- Baksınlar nasılmış azabım ve uyarılarım?

17/18- Hakikat Biz Kuar’an’ı öğüt ve ibret alabilenler için kolaylaştırdık. Fakat hani düşünen?!

 

Tefsir:

Kur’an böyle diyor, fakat ibret alan hiç yoktur. Şayet ibret alınsaydı, onun uyulması farz olan emirleri gizlide kalıp Müslümanlar böyle kara günlere dûçar olmazdı. Allah (cc): “Biz Kuar’an’ı öğüt ve ibret alabilenler için kolaylaştırdık” buyuyor. Ona göre herkes ondan istifade edebilir. Fakat bir kısım kendini alim görenler bakın bu konuda ne diyorlar: “Siz Kur’an’ı anlayamazsınız, kimse de anlayamaz. Kur’an çok müşküldür, onu herkes bilemez. Onun ayetlerinin manalarını anlamak tamamen başka şeydir. Sizin Kur’an ayetleriyle ne işiniz var?  Biz sizin için, ana kurallar, -asıl, beraet, istishab, isale-i adem..- ve, hükümler koymuşuz siz onlara müracaat edin. Kur’an’ı sadece İmamlar bilirler. Onlar da dünyada mevcut değildirler.. onun için Kur’an pota-i icmalde (mücmel bir potada, kutuda) kalmalıdır.” Allah’ım, bu milletin başında duran din alimleri bunları diyorlar. Bizim, onların bu önerilerinden uzak durmamız lâzımdır. Ey Müslümanlar! Gözlerinizi açın, Kur’an ayetlerini iyi tetkik edin. Kendinizi dalalete salmayın, Kur’anın beyanlarına uymayan bu insanların görüşlerini kabul etmeyin. Ne vakte kadar dalalette kalıp onların meramlarına hizmet edeceksiniz!!! O insanlar sizi Kur’an’dan uzaklaştırıyorlar ki, hakikati öğrenmeyesiniz. Eğer hakikati öğrenseniz onların yanlışları ortaya çıkacak ve rezil olacakladır. Onun için sizi Kur’an’dan uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Bunlardan uzak durun ve Kur’an’a tabi olun.

18/19- Âd kavmi (peygamberleri Hud’u) yalanladı da azabım ve tehdidim nasılmış (gördüler.).

19/20- Biz onların üstüne, uğursuzluğu devamlı bir günde (ki, helâk olmalarıyla azapları son bulmadı. Kıyamete kadar da kabir de azap görecekler.) dondurucu bir rüzgâr gönderdik.

20/21- (O rüzgâr öyle şiddetliydi ki), insanları, sökülmüş hurma kütükleri gibi yere seriyordu. [Bu şiddetli rüzgâr ile evleri yıkılan Âd kavmi, azap geldiği zaman bu şiddetli rüzgâra karşı el ele verip kendilerini korumaya çalışıyorlardı. Fakat rüzgâr onları kaldırıp savurdu.]

21/22- Nasılmış benim azabım ve uyarılarım!

22/23- Hakikat Biz Kuar’an’ı öğüt ve ibret alabilenler için kolaylaştırdık. Fakat hani düşünen?!

23/24- Semud (kavmi de peygamberleri Salih’in) uyarılarını yalanladılar.

24/25- Dediler ki: “Biz öz cinsimizden olan bir insana (Salih peygambere) mı tabi olacağız? Her halde biz o takdirde muhakkak bir şaşkınlık ve çılgınlık içinde kalmış oluruz.

25/26- Acaba nasıl olurda bizim aramızda (Salih’e) vahiy gelebilir? (Halbuki içimizde peygamberliğe daha layık kimseler vardır.) O, yalancı ve şımarık biridir.”

26/27- (Salih’e hitap edip dedik ki: “Ey Salih! Müşriklerin sana dedikleri şeylerden mahzun olma.) Yarın (azabı görecekleri gün) o şımarık yalancı kimmiş, bilecekler. (Azap nazil olacaktır.).” 

27/28- (Ey Salih!) Çünkü biz onlara imtihan için (o mûcize) deveyi salacağız. Bu sebeple onları(n deve hakkındaki tavırlarını) gözetle, (onların eziyetlerine) sabret.

28/29- (Ey Salih!) Onlara, suyun  (mûcize deve ile) aralarından paylaştırıldığını haber ver. (Bir gün deve bir gün de onlar olmak üzere) her biri kendi içimi sırasında gelsin.

29/30- (Onlar aralarında deveyi öldürmek için anlaştılar, Kudare b. Salif’i)[356] çağırdılar, (o da bundan cüret alarak) kılıcını kaptı ve deveyi kesti.

30/31- (Resulüm! Bak ki arkasından) azabım ver uyarılarım nasıl oldu?

31/32- Biz onların üzerlerine korkunç bir ses gönderdik. Hayvan ağılına konan (ve hayvanların ayakları altında çiğnenen) kuru otlar gibi oluverdiler.

32/33- Hakikat Biz Kur’an’ı öğüt ve ibret alabilenler için kolaylaştırdık. Fakat hani düşünen?!

33/34-Lut kavmi de (peygamberleri Lût’un) uyarılarını yalanladılar.

34-35/35-36- (Lût kavmi asî olduktan sonra) Biz de üstlerine taş (yağdıran bir fırtına) gönderdik. Ancak Lût(un iman eden) ailesi müstesna; katımızdan bir rahmet olarak onları seher vakti kurtardık. (Resulüm!) işte Biz  nimetlerimize şükredeni böyle mükâfatlandırırız.

36/37- Halbuki Celalim hakkı için Lût, onları uyarmış (ve onlara kendilerini) yakalayışımızın dehşetini haber vermişti. Fakat onlar uyarıları şüphe ve mücadele ile karşıladılar.

37/38- Onlar (Lût’un kavmi, öyle habis bir kavim idi ki, Lût’a gelen) konuklardan (o çirkin işi yapma) isteğinde bulundular, (muratlarını almak için gidip geldiler.). Bunun üzerine Biz de hemen onların gözlerini silme kör ettik. (Ve Lût’un dili ile) “Haydı azabımı ve uyarılarımı tadın!” dedik.

38/39- Sabahleyin ekenden onları artık bir daha yakalarını bırakmayacak olan azap bastırdı.

39/40- Haydi şimdi azabımı ve uyarılarımı tadın bakalım! [Bu ayetin tekrar edilmesi onlara yapılan azabın şiddetini gösterir.]

40/41- Hakikat Biz Kuar’an’ı öğüt ve ibret alabilenler için kolaylaştırdık. Fakat hani düşünen?! [Yine bu ayetin tekrar edilmesi de Kur’an ayetlerinin kolay bir şekilde anlaşılacağını ifade eder. Kimse o Kur’an’ın maksada kapalı ve müşkül ifadelerden meydana geldiğini söyleyemez.]

41/42- Muhakkak ki Firavun’nun kavmine de (Musa vasıtasıyla) uyarılarımız[357] gelmişti.

42/43- Fakat onlar bütün ayetlerimizi yalanladılar. Biz de onları çok kuvvet ve bir yakalayışla derdest ettik.

43/44- (Ey Mekke müşrikleri! Siz ki Resulüllah’a eziyet ediyorsunuz ya) acaba sizin kâfirleriniz onlardan daha mı hayırlıdırlar? (Ki, size azap inmesin) yahut da, (o geçen) kitaplarda (azaptan kurtulacağınıza dair) beraat mı yazılmıştır? (Bunların hiçbiri yoktur. Öyle ise neye güveniyorsunuz!)

44/45- Yoksa “Biz, intikam almağa gücü yeten bir topluluğuz” mu diyorlar?

45/46- O topluluk yakında (Bedir savaşında) bozguna uğrayacak ve onlar arklarını dönüp kaçacaklardır. [Bu ayet, Mekke’de inmiştir, Resulüllah’a onların mağlup olacaklarının müjdesini veriyor.]

46/47- Daha doğrusu (Bedir’deki azaptan başka) kıyamet saati onlara vâdedilen asıl saattir. O saat ise daha belalı ve daha acıdır.

47/48- Şüphe yok ki, sapıklık ve bir çılgınlık içindedirler;

48/49- O gün yüzüstü ateşe sürüklendiklerinde (onlara denir:) “Cehennemin elemini tadın!”

49/50- (Resulüm!) Muhakkak ki Biz her şeyi (bir hikmet üzere)[358] takdir edip yaratmışızdır, (abes ve hikmetsiz bir şey yaratmadık.).

50/51- Bizim buyruğumuz, bir anlık gözle işaret gibi, bir sözden başka bir şey değildir. [“Kelime” bizim anlamamız için bir temsil yapılmıştır. Yoksa yaratılış emrinde Allah için “kelime” veya başka bir şey gerekmez. Allah’ın  iradesi taalluk edince hemen o şey vücuda gelir.]

51/52- (Ey müşrikler!) Şüphe götürmez bir gerçektir ki, sizin benzerlerinizi hep helâk etmişizdir. Fakat hani düşünen? (Eğer olsaydı, siz kâfir olarak kalmazdınız.)

52/53- (Sizin emsaliniz kâfirlerin) yaptıkları her şey kitaplarda mevcuttur.

53/54- Küçük büyük hepsi satıra geçmiştir, (Levhi-i mahfuzda/ilmi ilâhidedir.).

54-55/55- Şüphesiz muttakiler, cennet bahçelerinde ve ırmaklar başında, O gücü her şey yeten Sultanlar Sultan’ının nezdine sıdk oturağı (ve otağında)dırlar..

 

Hamd olsun Kamer sûresinin tefsiri tamam oldu. Bu mübarek sûre korku ve uyarıları ihtiva eden bir suredir. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Kamer sûresini gün aşırı okursa mahşere gelirken o şahsın yüzü ayın on dördü gibi parlar.”[359]


 

 

55/89 RAHMÂN SÛRESİ

 

Rahman sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 76 ayet, 351 kelime ve 1636 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1-2/2- Rahman (olan Allah, lütuf ve keremi ile) Kur’an’ı (gönderip) öğretti, (ta ki cehaletten kurtulup imana, güzel ahlaka gelelim.).

 

Tefsir:

Allah (cc) bu sûrede insana vermiş olduğu nimetleri saymaya başlarken ilk önce ilim  nimeti ile başlıyor. Arkasından insanın yaratılışını -ki bu da ayrı bir nimettir- sonra ise “dil” nimetini sayıyor. Eğer ilimden daha güzel bir şey olsaydı kuşkusuz o zikredilirdi. Yine “Kur’an’ı öğretti” ifadesi ile, Kur’an’ın din ve dünya emirlerine kâfi geldiğine işaret etmiştir. O halde, onun hüküm ve öğütlerini talim etmesi, Müslüman olan bir kimseye vaciptir. Lakin biz Kur’an’dan  uzaklaşmamıza rağmen halen kendimizi Müslüman saymaktayız! “İlim öğrenmek her Müslümana farzdır” hadisi ilkönce Kur’an’ı öğrenmeye ve ondan sonra diğer ilimleri tahsil etmeye işaret ediyor. Kur’an sair semavî kitaplar gibi değildir. Onların bir kısmı sırf ilâhî hükümleri, bazısı da sırf öğütleri ihtiva ediyordu. Fakat Kur’an her şeyi camî bir kitaptır. Onun için Kur’an’a sığınan herkes medeni bir toplumu oluşturmuşlardır.

3-4/3-4- İnsanı yarattı ve (duygu, düşüncelerini asân veçhile anlatması için) ona beyanı (dil nimetini) öğretti.

5/5- Güneş de Ay da bir hesaba göre (hareket etmekte)dir.

6/6- (Yeryüzünde göğeren) bitkiler ve ağaçlar secde ederler. [ Her bir bitki ve ağacın varlığı, alemi yaratan Allah’ın tevhit ve kudretine delalet etmekle O’na secde yerine geçmiştir.]

7-8/7-8- Allah (nev-i beşerin yaşamasına vesile olan) semayı yükseltti ve (onların arasına) mîzanı (dengeyi, adaleti) koydu. (Nev-i beşere peygamber gönderip onlar vasıtasıyla dedi ki:) Sakın dengeyi bozmayın.

9/9- Ölçüyü adaletle ikame edin ve eksik tartmayın. (Teraziyi kötü kullanmak suretiyle ahretteki mizanınıza yazık etmeyin.).

10/10- (Resulüm! Allah’ın nimetlerinden biri de budur ki:) Arzı da (yeryüzündeki) yaratıklar için alta koydu (alta döşedi.).

11/11- Orada (her çeşit) meyveler ve ekmamı (kapçığı, kılıfı)[360] olan hurma ağaçları vardır.

12/12- Yapraklı taneler ve hoş kokulu bitkiler vardır.

13/13- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?).

14/14- Allah (o mükemmel kudretiyle) insanı (Adem’i, dokununca tıngır tıngır eden) kuru balçıktan yarattı. [Hz. Adem’in sureti, toprak, çamur, kuru çamur gibi çeşitli merhalelerden geçerek yaratılmıştır. Bu ayette onun bir merhalesine işaret edilmiştir.]

15/15- (İnsanın yaratılmasından önce) Cin taifesini ise halis ateşten yarattı.

16/16- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?).

17/17- Allah, hem iki doğunun Rabbi, hem iki batının Rabbidir. [Yaz ve kış mevsimlerinin olduğu yerlerde güneşin farklı olarak doğup batmasına işarettir.]

18/18- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?.)

19-20/19-20- İki denizi birbirine kavuşmak üzere salı vermiştir; (öyle ki Allah’ın mükemmel kudretiyle) aralarında (karışmalarına) bir engel vardır, birbirine geçip karışamazlar. [Biri şirin tatlı sudur, diğeri tuzludur. Biri diğerine karışmayan bir karakterdedirler.]

21/21- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?.).

22/22- İkisinden de inci mercan çıkar.

23/23- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?.).

24/24- Denizde yüce dağlar gibi yükselen gemiler de O’nundur. (Sizi hasretinize kavuşturur, vasıta olurlar.).

25/25- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?.).

26-27/26- (Resulüm!) Yeryüzünde bulunan her şey fanidir. Fakat (Hayy, Kayyum) baki kalan senin azâmet, izzet, ihsan ve mağfiret sahibi olan Rabbinin mukaddes zatıdır. (Ki, O mukaddes zata, zeval ve fena yol bulamaz.).

28/27- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?). [Bu ayette anlatılan nimet, Allah’ın, insanları tekrar diriltmesi ile inandıkları takdirde mükâfatlarını almalarından ibarettir.]

29/28- Semalarda ve yerde bulunanlar, (bütün ihtiyaçlarını) Allah’tan niyaz ederler. [Gerçi bir kısım insanlar gafil olup O’ndan istemeseler bile onların varlıkları Allah’ın bahr-i feyzinden bir zerre olması hasebiyle, zaten O’na muhtaçtırlar.] O, her gün yeni bir iştedir. (Her an bir işte, her zaman bir fiildedir. Allah için, bir şeyin yaratılması, aynı ayda başka bir şeyin yaratılmasına mani değildir.).

30/29- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?).

31/30- Ey cin ve ins toplulukları!  (Sizin asî olanlarınızdan intikam almak için) bütün işimden sıyrılıp size azap edeceğim. [Burada bir istiare ve kinaye yollu  anlatım söz konusudur. Bir kimse düşmanından intikam almak istediği zaman “Bütün işimi gücümü bırakıp senin peşine düşerek intikamımı alacağım” der. Halbuki, Allah’ı (cc) hiçbir iş, diğer bir işten alı koyamaz. Allah, bir işi yaparken, başka bir işi yapmak için onu terk etmekten münezzehtir. O, her işi aynı anda yapar. O halde bu ayette teşbih yani istiare yapılmıştır.]

32/31- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?).

33/32- Ey cin ve insan toplulukları! Semavtın ve yerin kuturundan çıkıp gitmeye gücünüz yetiyorsa geçin. Ancak büyük bir güç ile çıkıp gidebilirsiniz.

34/33- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?). [Bütün yaratılmışlara galip olan bir yaratıcının kudret ve himayesi altında bulunmak büyük bir nimet sayılmıştır.]

35/34- (Ey cin ve insanların asileri! Kabirden çıkıp mahşere giderken)[361] üzerinize ateşten alev ve duman gönderilir de birbirinizi kurtaramaz ve yardımlaşamazsınız.

36/35- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?).

37/36- Sema yarılıp da kızarmış yağ renginde gül gibi olduğu zaman (beyana sığmaz ne dehşetler, ne inkılâplar  olacaktır...)

38/37- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?).

39/38- O gün (öyle an gelir ki, “siz dünyada ne günah işlediniz?” diye) insana da cine de günahı sorulmaz. (Çünkü hepsi yüzlerinden belli olur.).

40/39- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?).

41/40- Suçlular, simalarından tanınır, alınlarından ve ayaklarından derdest edilip (zincire vurularak cehenneme atılır.).

42/41- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?).

43-44/42- (Cehenneme alındıkları zaman onlara denilir ki:) “İşte bu suçluların yalanladıkları cehennemdir.” Onlar, cehennem ile nihayet derecede kaynar su arasında dolanıp dururlar. (Hiçbir şekilde kurtuluş bulamazlar.).

45/43- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?). [Bu ayetlerde, inanların bu azaplardan kurtulmaları bir nimet sayılmıştır.]

46/44- Rabbinin huzurunda (işlediği suç ve günahların hesabını vereceğinden) korkan kimse için iki cennet vardır.

47/45- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?).

48/46- Her iki cennette de (ağaçlarının hepsi meyve veren) yumuşak dal ve taze fidanlar vardır.

49/47- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?).

50/48- İkisindende de akıp giden iki pınar vardır.

51/49- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?).

52/50- İkisinde de her bir meyveden çift çift vardır.

53/51- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?).

54/52- (Cennet ehli orada) astarları atlastan minderlere yaslanırlar. İki cennetin de (meyvesinin) devşirilmesi yakındır. [Her konumda zahmetsizce alını verecek derecede olan meyveler, ayakta ve yatıldığı yerde kolaylıkla alınır.]

55/53- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?).

56/54- O cennetlerde bakışı kısan dilberler var ki, bunlardan önce onlara ne cin ne de insan dokunmuştur.

57/55- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?).

58/56- Sanki onlar yakut ve mercandırlar.

59/57- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?).

60/58- İhsanın mükâfatı da başka değil yine ihsandır.

61/59- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?).

62/60- (Müminler için az önce zikredilen) iki cennetten başka iki cennet daha  vardır.

63/61- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?).

64/62- O cennetein ağaçları sudan tok olup yemyeşildir.

65/63- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?).

66/64- İkisinde de feveran eden (tatlı sudan) iki kaynak vardır.

67/65- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?).

68/66- İkisinde de her türlü meyveler, hurma ve nar vardır.

69/67- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?).

70/68- İçlerinde güzel huylu, güzel yüzlü kadınlar vardır.

71/69- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?).

72/70- Çadırlar içerisinde gözlerini yalnız kocalarına çevirmiş hûriler vardır. (Hiç dışarı çıkmazlar. Sadece zevçleri ile muaşeret etmekle meşguldürler.)

73/71- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?).

74/72- Bunlara eşlerinden önce ne bir insan ne bir cin dokunmuştur.

75/73- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?).

76/74- Yeşil yastıklara ve hârikulade güzel işlemeli minderlere yaslanır (sohbete dalarlar.).

77/75- (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?).

78/76- (Resulüm!) Büyüklük ve ikram sahibi Rabbinin adı ne yücedir! (Gerektir ki, O’nu her bir makam ve zamanda takdis ve tespih edesiniz..

 

Hamd olsun Rahman sûresinin tefsiri tamam oldu. Bu surede: (Ey cin ve insan topluluğu! Şimdi bu nimetleri düşünün;) acaba o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (Bu nimetler sizin için icat edilmemiş midir?). ayeti, munim-i hakikiyi (hakiki nimet veren Allah’ı) her nimeti karşısında hamd ve şükretmenin vacip olduğunu tekit etmek için tekrar edildi. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Rahman sûresini okuyan kimse, Allah’ın ona verdiği nimetlere karşı şükrünü eda etmiş sayılır.”[362]


 

 

56/46 VÂKİA SÛRESİ

 

Vâkia sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 55 ayet, 342 kelime ve 1423 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Kesinkes vaki olacak vaka’ (kıyamet) kopacağı  zaman.

2/3- (O vakit) onun olmasını hiç kimse yalanlayamaz. [O gün her kes iman eder fakat iman etmeleri bir şeye yaramaz.]

3/4- (Kıyamet, Allah’a baş kaldıran bir topluluğu) zelil ve hakir eder, (müminleri ise) yüceltir.

4/5 Arz şiddetle  sarsıldığı,

5/6- Dağlar birbirinden aralandığı,

6/7- Dağılıp toz duman haline geldiği (zaman hiç kimse Allah’a karşı artık yalan konuşamaz.).

7/8- Siz nev-i beşer (kıyamet günü) üç sınıf olursunuz.

8/9-10- (Birinci sınıf, yüksek mertebede) sağ tarafın ashabıdırlar. Ama (Resulüm!) bu sağ taraftakilerin (mertebesi ne seviyededir) kimse bilmez, (çok büyük mertebe sahibidirler.).

9/11-12- (İkinci sınıf, azap edilerek hakaret edilecek olan) sol tarafın ashabıdırlar. Ama (Resulüm!) sol tarafın ashabının (ne kötü seviyede olduklarını) kimse bilmez. (Çok yaman ve alçak durumdadırlar.).

10-11/13-14- (Üçüncü sınıf,) İlkler.. ama ne ilkler. İşte onlar mukarrebdirler. (Allah, nezdinde en yüksek mertebe ve makama yükseltilmiş kimselerdir.).

12/15- (Onların yeri) Naîm cennetleridir.

13/16- (Resulüm, bu ilklerin) çoğu evvelkilerden, (İslam’ın ilk günlerinden Müslüman olanlardan)

14/17- Azı da sonrakilerden (sonra gelen ümmetlerindendir.).

 

Tefsir:

Ayete baktığımız zaman, mukarrebun, yani Allah’a en yakın insanların İslam’ın ilk günlerinde Müslüman olan kimselerden olduğu anlaşılıyor. Ama sonraki ümmetlerde böyle insanların az olduğu ifade ediliyor. Bunun sebebi, onların, Kur’an’a bağlılıkları,  aralarındaki ittifakları ve birbirini çok sevmeleridir. Bize gelince, aramızdaki ihtilaflar ve Kur’an’a karşı ilgisizliğimiz, öyle Allah’a yakın insanların az bulunmasına tam bir sebeptir. Acaba ne zaman bu ayetten ibret alıp hamiyet-i İslamiyemiz, cuş u huruşa gelecek, coşacak? Bu ne tembellik bu ne umursamazlıktır ki, üzerimize çökmüş hiç kalkmak bilmiyor? Öyle bir hale düşmüşüz ki, asrımıza cahiliye çağı dense sezadır. Başka milletlerde ilim arttıkça, bunun aksine bizde cahillik revaç buluyor. Bu arada, “Fıkıh İlmi”inde bir kayırma usulü ortaya çıktı ki, ondan başka ilim tahsil edenleri küfürle suçluyorlar. Selefin meşgul oldukları ilimleri nasıl gömemezlikten gelebiliriz? İlim büyüğümüz Bahauddin (el-Amilî?) (1031/1622) dini ilimlerin yanında “geometri”, “astronomi” ve “matematik” gibi ilimler ile de meşgul olmuştur. Fakat günümüzdeki din alimleri onu ilim adamı saymıyorlar. Halbuki onun bildiği ilimlerin hiçbirisi bunlarda yoktur. “Astronomi”, “coğrafya”, “tarih” gibi ilimlerin öğrenilmesi gerektiğini Kur’an telkin ediyor. Hatta bu ilimleri öğrenmek farz-ı kifayedir. İşte bu insanlar, tenkit ettikleri bu ilimleri bilmedikleri gibi, aslen bildiklerini iddia ettikleri dini ilimleri ve İslam tarihini dahi bilmemektedirler. Burada aklıma gelmişken başımdan geçen bir vakayı anlatmak istiyorum:

“Bir kaç sene önce beldenin mühim alimlerinin de içinde bulunduğu bir toplantıda idim. Bu alimlerden biri vardı ki, misali çok ender bulunurdu (!) Sohbet ederken söz, Resulüllah’ın (sav) Medine’ye hicretinden sonra ashabın durumuna geldi. Bu esnada hakir (kendini kastediyor) dilimden “Evs ve Hazreç” lafızları geçti. Hemen bize yakın bir alim kişi -ki, kendisini Bakü’de birinci alim sayıyordu.- güya bizim konuştuğumuz sözlere kulak misafiri oluyordu. “Evs ve Hazreç” lafızları ağzımdan çıkar çıkmaz o alim (!) hemen çabucak bana doğru yöneldi ve:

Evs ve Hazreç nedir?

Onlar yiyecek gibi şeylerdir. (şaka ile dedim)

Sonra sözsüme devam ettim:

Cenap hazretleri, bana öyle geliyor ki, siz Resulüllah’ın (sav) hayatını hiç okumamışsınız.

Siz maşallah! Böle ziyade şeylere kafa yormuşsunuz. Benim böyle ziyade şeylere kafa yormaya hevesim yoktur!... Doğru de bakalım; Evs ve Hazreç nedir?

Hakir, onu kınamıyorum. Zira zat-i alilerinin onu bunu şikâyet etmekten başka hiçbir şey bilmediğini öğrendim. Sonra ona Evs ve Hazreç’i anlattım. Alim efendi başını bana uzattı:

Ha! Öyle imiş. Hakikat yahşi sözlerdir. Benim hafızam fazla değildir.”

Şimdi düşünmek gerekir. İşte İslam aleminin her tarafı bu tip yarım din adamları ile doludur. Hem de bu insanlar, kendilerini Resulüllah’ın (sav) has naibi sayıyorlar. Buna göre verdikleri hükümleri de itaat edilmesi gerekli bir farz olarak angaje ediyorlar. Hatta insanlar, bu kimselerin ellerini ve ayaklarını öpüyorlar. Hem de bunu onların hak ettiğine inanıyorlar. Öyle İslam’a dair üç beş mesele bilmekle Alem-i İslam’a önder mi olurmuş! Böyle insanların değil ki el ve ayaklarını öpmek belki o el ve ayakları kesmek lazımdır. Müminlerin emiri Ali (as) ve keza ondan başka sahabe ve kemal sahibi kimseler, İslam’da ki o bildiğimiz üstün faziletlerine ve can siperâne gayretlerine rağmen kimseye ellerini öptürmemişler, belki kendilerini halktan daha eksik görmüşlerdir. Onlar hiçbir zaman İslam’a hizmet ettikleri için büyüklenmemiş ve riyaset iddiasında bulunmamışlardır. Yine müminlerin emimi Ali (as)  kölesi Kamber ile yolda giderken, onları tanımayanlar kimin halife kimin köle olduğunu fark edemezlerdi. Bazen Kamber’in giydiği elbise, efendilerin giydiğinden daha güzel olurdu. Yine ikinci halife yamalıklı elbise giyer, duvar gölgesinde toprak üzerinde uyurdu. Hilafete geçtikten sonra Selman’a:

Bende şeriate ve insafa sığmayan bir şey buluyor musun?

Hiçbir noksanlık görmüyorum. Sadece, elbisen olmadığı için yaz elbisesini kışta kış elbisesini yazda giyiyorsun!! İşte böyle İslam önderleri İslam’ı mamur eyledi. Alem-i İslam ümranlarla doldu. Hiç kibirlenmediler, gururlanmadılar. Resulüllah’ın sünnetine uydular; herkese adaletle, insafla, mürüvvet ve eşitlikle davrandılar. O gün Müslümanlar o kimselere öyle itaat ettiler ki, bugün bu itaati sağlamak için top, tüfek kullansanız sağlayamazsınız. Çünkü onlar, kendilerini insanlara hizmetçi ve halkı kendi görüşlerine ortak ediyorlardı. Her müşkül meseleyi onlarla istişare ederek çözüyorlardı. Günümüze gelince riyakâr olan reislerden kimseye fayda gelmez. Allah’ım bu milletin zayıflarının duasını, Nuh’un duası gibi kabul eyle... Amin.

15/18- (O ilkler) altınla[363] işlenmiş tahtlar üzerindedirler.

16/19- Karşılıklı olarak oturup yaslanır (engin sohbetlere dalarlar.).

17-18/20-21- Etraflarında ebediliğe ulaşmış gençler, kaynağından akan içki çeşmesinden doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle (hizmet için) dolaşırlar.

19/22- (O içkinin özelliği;) ne başları ağrıtır, ne de akılları giderir. [Nitekim dünyadaki sarhoşluk veren içkilerde baş ağrısı ve aklı giderme vardır. Dünyada içki içenler cennet  şarabından mahrum olurlar.]

20/23- (Yine o ilkler için) beğendikleri meyveler,

21/24- Canlarının arzu ettiği kuş etleri (vardır.).

22-23/25- (Sedef içinde) saklı  inciler gibi, ahu gözlü huriler vardır.

24/26- (Bütün bu zikredilen nimetler,) amellerine göre mükâfat olarak (verilir.)

25/27- O naîm cennetlerinde boş lakırdı ve hezeyan sözler işitmezler ve (kendilerine) günah isnadında da bulunulmaz.

26/28- Ancak (birbirlerine) “selam”, “selam” derler.

27/29-30- [“İlkler”e verilecek nimetler anlatıldıktan sonra şimdi de az önce geçen birinci sınıf mahşer halkına verilecek nimetler anlatılacak.] (Resulüm!) Ashab-ı yemin (o yüce mertebe sahipleri) ne ashab-ı yemidir! (Onların makamları ve mertebeleri ve şanları ne seviyederdir, kimse bilmez.).

28/31- Dikensiz kiraz ağacı(nın meyvası).

29/32- Salkımları dibinden başına kadar (hiç boş bırakılmadan) istif edilmiş muz ağaçları.

30/33- (Fecir ile güneşin doğması arasındaki sabah gölgesi gibi)[364] uzanmış gölgeler.

31/34- Güldür güldür çağlayan sular.

32-33/35-36- Tükenmeyen ve (hiç kimseye) yasaklanmayan her türlüsünden bol bol meyveler.

34/37-(Dünya kadınlarına hüsün ve cemalde, fazilet ve edepte) üstün olan hanımlar.[365]

35/38- Şüphesiz biz o kadınları apayrı biçimde yarattık. [Bu kadınlar hurilerden başka kadınlardır.][366]

36-37-38/39-40- Biz onları yaratıp ta hep bekâr kızlar kılmışızdır, cilveli ve nazlı edâlı, kocalarını çok seven ve onlara güzel söz söyleyen kadınlar.. bütün bunlar, ashab-ı yemin içindir.[Cennet ehli cennete otuz üç yaşlarında olarak girerler.][367]

39-40/41-42- (Ashab-ı yemin/yüce mertebede olanlar,) Bunların birçoğu (bu ümmetin İslam’a giren) ilklerindendir. Birçoğu da sonra gelen nesillerdendir.

41/43-44- (İkici sınıf) ashab-ı şimal/solun adamları, (Resulüm!) solun adamlarının (mertebeleri ne kadar düşüktür, ne seviyede onlara azap edilecektir.) kimse bilmez.

42/45- İçlere işleyen bir ateş ve kaynar su içindedirler.

43/46- (Kömür ve kurum gibi) kararıp duran zifirden bir gölgededirler.

44/47- Serin de değil, kerim/hoş da değildir. (Belki şiddetli hararetten yakar.).

45/48- Çünkü onlar bundan önce (bu azabın olmasından önce, dünyada) mütrefin (şımartılmış, keyiflerine düşkün ve nimetlere nankörlük etmiş, ve bu sebepten azaba duçar olmuşlardır.).

46/49- (Dünyada) büyük günahlarda ısrar ediyorlardı.

47/50- (Dünyada haşiri inkâr edip) diyorlardı ki: Biz öldükten, toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra, biz mi bir daha diriltileceğiz?

48/51- Daha önceki atalarımızda mı? (Böyle şey olası değildir.)

49-50/52- (Resulüm!) De ki: “Belli bir gün ve belli bir vakitte hem öncekiler hem de sonrakiler mutlaka toplanacaklardır.

51-52/53-54- (Mahşere toplandıktan) sonra, siz ey sapıklar, yalancılar! Elbet zakkum ağacı(nın meyvesinden) yiyeceksiniz.

53/55- Zakkum ağacının meyvesinden karınlarını dolduracaksınız.

54/56- Onun üzerin şiddetli kaynar sudan içeceksiniz.

55/57- Susuzluk hastalığına (hüyam’a) tutulmuş develer gibi o sudan içeceksiniz.

56/58- (Resulüm!) İşte bu, ceza günü/kıyamet günü o kâfirlere (sunulan) izzet u ikramdır. [Bu onlarla alay etmek için denmiştir.]

57/59- (Sizin kendiniz de bizzat biliyorsunuz ki) Sizi (ilk defa yoktan) Biz yarattık, (sonra tekrar dirilteceğimizi) neden tasdik etmiyorsunuz? (İlk önce yarattığımız biliyorsunuz, ikinci defa yaratacağımızı neden inkâr ediyorsunuz!).

58/60- Haber verin göreyim! (Rahimlere) attığınız meni nedir?

59/61- Onu siz mi yaratıyorsunuz  yoksa yaratan biz miyiz?

60-61/62- (Sizi Biz yarattık ve) aranızda ölümü takdir eden de Biziz. (Sizi helâk edip yerinize) emsalinizi getirmeye ve bilmediğiniz muhtelif (çirkin) suretlerde yaratmaya (nitekim yaratıyoruz da) elbet Biz kadiriz. Bizi aciz bırakacak da yoktur.

62/63- Celalim hakkı için, ilk yaratılışı bildiniz. Düşünüp anlasanıza! (İlk defa sizi yaratan, ikinci defa neden yaratamasın?).

63/64- Haber verin göreyim! Ektiğinizi.

64/65- (Her bir ziraatınızı ve o tohumu ektikten sonra) siz mi onu göğertiyorsunuz yoksa göğerten (hasılat haline getiren) biz miyiz?

65/66- Dileseydik (bitirmez, veya bitirdikten sonra) onu kuru bir çöp yapardık ta dolanıp (ettiğiniz emeğinize) şaşar kalırdınız.

66-67/67- (O vakit şöyle dersiniz:) “Doğrusu borç altına girdik (çalışmamız boşun faydasız gitti.) Daha açıkcası biz, yoksul kaldık. (Ettiğimiz emekten mahrum olduk.)”

68/68- Haber verin göreyim, (şu) içtiğiniz suyu!

69/69- (Yağmur) bulutundan onu siz mi indirdiniz, yoksa indiren Biz miyiz?

70/70- Dileseydik onu tuzlu/şor yapardık; (onu içemezdiniz, bir düşünsenize!) böyle nimetlere şükretmeniz gerekmez mi?

71/71- Haber verin göreyim, (şu) çakıp yaktığınız ateşi! [Arabistanda bir kısım ağaç vardır ki, yaş iken birbirine sürtüldüğü zaman ateş çıkarır. Böylece ihtiyaçlarını görürdüler. Bu ağaçtan Yasin sûresinden söz edildi. (Yasin 36/80)]

72/72- Onun ağacını yaratan siz misiniz yoksa yaratan Biz miyiz?

73/73- Biz o ateşi (cehennem ateşini hatırlaması ve insanlara faydası olması açısından) bir ibret ve çölden gelip geçenlerin istifadesi için yarattık. 

74/74- (Ey insan! Bu nimetleri düşün ve) O yüce Rabbinin adını tespih et.

75/75- Yok, hayır, iş öyle zannettiğiniz gibi (hani Kur’an’ı inkâr ediyorsunuz ya) öyle değil. Yıldızların mevkilerine yemin ederim;

76/76- Yıldızların mevkilerine yemin etmek -eğer bilseydiniz- büyük yemindir;

77/77- Şüphesiz o (Muhammed aleyhisselama nazil olan) çok faydalı ve feyizli bir Kur’an’dır. 

78/78- Korunmuş bir kitapda (Levh-i Mahfuzda/İlm-i ilahide)dir.

79/79- Kur’an’a (her bir rezil sıfatlardan) ter temiz olmuş insanlar ancak dokuna bilirler.[368]

80/80- (Bu Kur’an) alemlerin Rabbinden indirilmiştir.

81/81- Acaba bu (Allah’tan nazil olan) Kur’an’ı yalanlıyor musunuz?[369]

82/82- (Siz Kur’an’ı yalanlayanlar, Kur’an’ı tasdik edip ondan istifade edecek yerde, Kur’an’dan) nasibinizi, (onu) yalanlamak sûretiyle mi alıyorsunuz? (Hiç aklı olan böyle bir davranış içine girer mi?).

83/83- O halde can boğaza dayandığı vakit, hadisenize! ( ne duruyorsunuz! gücünüz yetiyorsa ona bir çare bulup, canını geri getirsenize!).

84/84- (Ama ne çare!) o vakit sadece bakıp duruyorsunuz!

85/85- (O anda) Biz ona sizden daha yakınız, (ama sizin basiretiniz kapalı) göremezsiniz.

86-87/86-87- Madem ki yalanlamanızın cezasını çekmeyecekmişsiniz, o canı boğazına dayanmış olan kimsenin canını geri çevirsenize! Şayet iddianızda doğru iseniz.

88-89/88-89- (Ölen kişi mukarrebinden/Allah’a) yakın olan kimselerden ise, artık ona rahatlık güzel rızık ve Naîm cennetleri vardır.

90-91/90-91- Ama  ashab-ı yemin sıfatında olanlardan ise (cennette onun gibi olan) ashab-ı yemin tarafından “selam olsun” sana denir.

92/92- Ama o yalanlayan ve inkâr eden sapıklara gelince,

93/93- (onlara) şiddetli hararetli sudan izzet u ikram (!) vardır.

94/94- ve (onların sonu) cehenneme atılmaktır.

95/95- (Resulüm!) Şüphesiz ki, bu (surede zikredilenlerin hepsi) elbette kesin bir gerçektir (kesinkes doğrudur.).

96/96- (Resulüm!) Öyleyse (tevhit ve kudretini mülahaza edip) ulu Rabbinin adını tenzih ile an.

 

Hamd olsun Vakıa suresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi her gece okursa ona fakirlik gelmez.”[370] Bu fakirlikten kasıt, cehalet fakirliğidir. Her kim bu sûrenin yüce manasını düşünür onunla amel ederse cehalet fakirliğinden kurtarır.


 

 

57/112 HADÎD SÛRESİ

 

Hadîd sûresi Mekke’de nazil olmuştur.[371]

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Semalarda ve yerde bulunan (akıllı ve akılsız her şey, hal dili ya da kal dili) ile Allah’ı tespih ederler. O, (yaratılmışlara) mutlak galip ve (her fiili) hikmet üzeredir.

2/3- Asumanların ve yerin hükümranlığı (ve yönetimi) Allah’a mahsustur. Diriltip öldürür. Her şeye kadirdir.

3/4- (Her şeyin vücudundan varlığı) Evvel (ve iptidası olmayan kadim) Allah’tır. O Son’dur, (her şey helâk olduktan sonra baki kalır. Fani değildir.), (varlığına delalet eden delil ve burhanlarla varlığı) Zahir’dir. (Varlığının hakikati nev-i beşere has duygularla hissedilmeyen) Batın’dır. O, her şeye alimdir.

4/5- Allah, semavat ve yeri altı gün (miktarı bir zamanda) yaratan sonra aleme hükümran olandır. Yere dahil olanı ve ondan çıkanı, semadan ineni ve oraya yükseleni bilir. Nerede olsanız, O, sizinle beraber, (her amelinize nazır ve muttalidir.). Allah yaptıklarınızı görür.

5/6- Semavat ve yerin hükümranlığı (ve yönetimi) O’nun elindedir. Cümle işler başka değil sadece Allah’a döndürülür.

6/7- Allah (o mükemmel kudretiyle) geceyi gündüze dahil eder, (geceyi kısaltır, gündüzü uzatır,) gündüzü geceye dahil eder, (gündüzü uzatır geceyi kısaltır.). Sinelerde gizli sırlara Allah alimdir.

7/8- (Ey İslam dinine davet edilenler!) Allah’a ve Resulü’ne iman edin. Allah’ın öz tarafından sizi üzerinde halife (tasarruf etmeye yetkili) kıldığı şeylerden (Allah yolunda ve milletin ihtiyaçları için) infak ve ihsan edin. Sizden iman edip de (Allah yolunda) infak ve ihsanda bulunan kimselere büyük mükâfat vardır.

8/9- Ne oldu ki size Allah’a iman etmiyorsunuz, (hangi şey size mani oluyor? Özrünüz nedir?). Halbuki Peygamber (Muhammed aleyhisselam) sizi öz Rabbinize iman etmeye davet ediyor. (Hiç böyle bir davete ve davetçiye uyulmaz mı?) Halbuki Allah, sizden kesin söz de almıştı. Eğer inanırsanız (aklî deliller size yeterlidir. Kaldı ki, buna ilave olarak Muhammed aleyhisselam gibi bir peygamber sizi davet edip gaflet uykusundan uyandırıyor. Hâlâ inanmıyorsunuz.)

9/10- Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık ayetler indiren O’dur. Hakikat Allah sizlere mihriban ve rahmeyleyendir.

10/11- Ne oluyor size ki, Allah yolunda infak ve ihsan etmiyorsunuz? Halbuki semavat ve yerin mirası Allah’ındır. (Öldükten sonra mallarınızı yine Allah’a bırakacaksınız. Kabre bir şey götüremezsiniz. Onun için infak etmeniz sizin için daha iyi olur.) Elbette içinizden, fetihten (Mekke fethinden) önce infak ve ihsanda bulunan ve cihat edenler, daha sonra infak ve ihsanda bulunup cihat edelere eşit değildir. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla birlikte Allah hepsine de en güzel sevap vadesi vermiştir. (Fakat dereceleri başkadır.) Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır.

11/12- Kim (malını Allah yolunda infak ve ihsan etmekle) Allah’a güzel veçhile bir borç verecek olursa Allah da onun karşılığını kat kat verir. (Ondan başka da Allah nezdinde) onun için güzel bir mükâfatı daha vardır.

12/13- (Resulüm!) Mümin erkeklerle mümin kadınları, önlerinden ve sağlarından, (amellerinin) nurları aydınlatıp giderken gördüğün günde, (onlara:) Bu gün müjdeniz (köşk ve ağaçlarının) altından ve içlerinde ebedî kalacağınız bir nice  cennetlerdir, denir. İşte büyük kurtuluş budur.

13-14/14- O gün münafık erkekler ve münafık kadınlar iman edenlere derler ki: “(Ey müminler!) Bizim için az dayanın, nurunuzdan bir parça ışık alalım, (azabın karanlığından kurtulalım.)” (Müminler tarafından onlara) denilir ki: “Arkanıza (dünyaya) dönün de bir ışık arayın! (Bizim nurumuz size yetişmez.)” (Bu konuşmadan sonra) müminlerle münafıkların arasına içinde rahmet dışında azap bulunan kapılı bir sûr çekilir. (Aralarına sûr çekilince, münafıklar müminlere:) “Biz sizinle beraber değil miydik? (Nolur bize yardım edin.)” derler. Müminler de onlara: “Evet ama, siz kendinizi fitneye soktunuz ve (müminlere bela ve musibet gelmesini) gözlediniz. (Bunun da sebebi) şüphe ettiniz, (inanmadınız, inanmamanızın sebebi ise:) kuruntularınız sizi aldattı. (Böyle nifakınızla yaşayıp dururken) nihayet Allah’ın emri gelip çattı, (ölüm sizi alıp gitti.). Şeytan (nefs-i emmare) sizi Allah’a karşı aldattı, (tövbesiz dünyadan çıktınız.).

15/15- Bugün artık ne siz (münafıklardan) ne de inkâr edenlerden fidye kabul edilir. (Ta ki azaptan kurtulasınız.). Yeriniz ateştir. Cehennem size menzil olarak layıktır. Ne yaman dönüş  yeridir.

16/16- İman edenlerin Allah’ı yâd etme ve O’ndan inen Kur’an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? (Resulüm!) Kur’an’a iman edenler, daha önce kitap verilen (Yahudi ve Hıristiyanlar) gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan bir çoğu fasık oldular. (Ehl-i Kur’an’da sakın öyle olmasınlar.).

17/17- (Ey insanlar!) Haberiniz olsun ki, Allah, ölümünden sonra yeryüzünü canlandırıyor. (Yağış gönderip gül gülüşene çeviriyor.) Hakikat, (vahdaniyetimize delalet eden) ayetleri size beyan ettik. Gerektir ki, akıl üzere hareket edesiniz ( tevhide kail olasınız.). [Bu ayet, Kur’an’ın nasıl kalplere tesir ettiğine bir misaldir. Nasıl ki yağış bir yere hayat verir öyle de Kur’an’ın yüce manaları cehaletle ölü bulunan kalplere hayat verir, cehaletten kurtarır.]

18/18- Sadaka veren erkeklere ve sadaka veren kadınlara ve (mallarını Allah yolunda infak ve ihsan ederek) Allah’a güzel veçhile bir borç verenlere, verdiklerinin karşılığı kat kat ödenir ve onlara güzel bir mükâfat da vardır.

19/19- (Resulüm!) Allah’a  ve Peygamberine iman edenler var ya, işte onlar,  öz Rableri yanında sözü özü doğru olanlar ve  şehitlik mertebesine erenlerdir. İnkâr edip de (tevhit ve kudretimize delalet eden) ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlarda cehennem yoldaşlarıdır.

20/20- (Ey insanlar!) Bilin ve haberdar olun ki,  dünya hayatı tez başa çıkan bir oyun, eğlence, bir süs, mabeyninizde bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma arzusundan ibarettir. (Dünya hayatı) tıpkı bir yağmur gibidir ki, göğerttiği, ziraatçıların hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da (öter beri serpilen) çer çöp haline gelir. (Dünya hayatı işte böyledir. Bir böyle fani  şeye güvenmek akıl kârı değildir.). Ama ahiret (ciddi işlerden ibarettir; ) çetin bir azap vardır, Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı zevkten başka bir şey değildir.

21/21- (Ey müminler!) Rabbinizden bağışlanmaya.. Allah’a ve peygamberlerine inananlar için  hazırlanmış olup genişliği sema ile yerin genişliği kadar olan cennet için yarış yapın. İşte bu (cennet,) Allah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.

22/22- Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da/İlm-i ilâhîde) tespit edilmiş olmasın. (Hiç değişmez.). Şüphe yok ki, bu Allah’a kolay ve âsandır.

23/23- (Allah, her  şeyin kendi kudretinde olduğunu beyan ediyor ki,) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlere böbürlenmeyesiniz, (gerek nimet ve gerekse nimetin her ikisinin de Allah’tan olduğunu bilesiniz. Nimet vaktinde kibir, musibet vaktinde de sızlanmayasınız.) Hem Allah çok övünen kibirlilerin, kendini beğenmişlerin hiçbirini sevmez.

24/24- (Kibirlilerin ve kendini beğenmişlerin sıfatı şudur) ki, cimrilik edip inanlara da cimriliği emrederler. Kim (Allah’ın emirlerine) dal çevirirse bilsin ki, Allah (onun itaat etmesine) muhtaç değildir. (Her bir fiil ve amelinde) beğenilmiştir.

25/25- (Resulüm!) Celalim hakkı için Biz peygamberlerimizi (doğruluklarına delalet eden) açık delil ve burhanlarla gönderdik ve (buna ilave olarak) insanların adalet üzere hareket etmeleri için kitabı ve mizanı indirdik. (Resulüm!) Biz demiri icad ettik[372] ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. [Demirin insan hayatındaki önemini iki kelime ile ifade eden Kur’an ne büyük mucizedir!] (Resulüm! Peygamberleri gönderip, zikredilen şeyleri nazil ettik) ta ki, Allah, dinine ve peygamberlerine gıyaben inanarak yardım edenleri ortaya çıkarsın. Şüphesiz Allah (her bir emirde) kuvvet sahibi ve (yaratılmışlara) galiptir.

26/26- Hakikaten Biz, Nuh’u ve İbrahim’i gönderdik, peygamberliği de kitabı da onların soyuna verdik. Lakin onlardan (insanlardan) kimi hidayet buldu; onlardan ekseri ise fasık kaldılar.

27/27- Sonra bunların izinden birbiri dalınca peygamberlerimizi gönderdik. (Ta ki nöbet İsa’ya geldi;) Meryem oğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik, ona İncil’i verdik; ona tabi olanların kalplerine şefkat ve mihribanlık verdik. Yakıştırdıkları (dağlarda, ğarlarda ki) ruhbanlığa gelince, onu Biz vacip/farz kılmadık. Belki onlar Allah’ın rızasını kazanırız diye (ruhbanlığı ihdas ettiler.) fakat bu ihdas ettikleri ruhbanlığa bile hakkı ile riayet etmediler, (zayi ettiler.). Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. Lakin İçlerinden ekseri fasıktırlar.

28/28- Ey (Tevrat ve İncil’e..)[373] iman edenler! Allah’a karşı saygılı olun ve Peygamber’ine (Muhammed aleyhisselama) inanın ki, (imanınız o zaman tamam olsun. İmanınız tam olunca) Allah öz rahmetinden size iki kat versin ve size ışığında yürüyeceğiniz bir nûr[374] ihsan etsin; sizi bağışlarsın. Allah (halis iman edenlere) rahmeyleyip çok bağışlayandır.

29/29- (Allah, sair peygamberlerle birlikte Muhammed aleyhisselama iman getirenlere öz rahmetinden verip, hem de bir ilim nuru ihsan ediyor) ta ki, Ehl-i Kitap, Allah’ın lütfundan hiçbir şey elde edemeyeceklerini bilsinler. Şüphe yok ki, lütuf bütünüyle Allah’ın elindedir, onu dilediğine ihsan eder. Allah büyük fazıl ve kerem sahibidir.

 

Hamd olsun Hadîd sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa, Allah nezdinde Allah’a ve peygamberlere iman etmişlerden sayılır.”[375] Bu sûre, müspet ilimlerin öğrenilmesinin ve öğretilmesinin lüzumuna delalet eden ayetleri ihtiva etmektedir.


 

 

58/106 MÜCÂDELE SÛRESİ

 

Mücâdele sûresi Medine’de nazil olmuştur. 22 ayet, 473 kelime ve 1792 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- (Resulüm!) Kocası (Evs) hakkında seninle niza eden ve Allah’a şikâyette bulunan kadının (Huveyle’nin)[376] sözünü Allah işitmiştir. (Resulüm!) Allah, sizin konuşmanızı işitir. Şüphesiz Allah işitendir ve (insanların ahvalini) en iyi görüp haberdar olandır.

 

Tefsir:

Ensar’dan Medine-i Münevvere’de Evs b. Samit’in Huveyle b. Sa’lebe[377] adında güzel ve cimi dolgun bir hanımı vardı. Bir gün namaz kılıyordu. Evs onu arkadan seyir etti. Namazdan geri durunca Evs ondan muradını istedi. Huveyle ise bundan imtina etti. Kendisini engelledi. Evs ise öfkelendi ve cahiliyeye ait boşama usulü ile: “Sen bana anamın sırtı gibisin”[378] deyiverdi. Ondan sonra pişman oldu. Huveyle Reslüllah’ın huzuruna gidip ona:

Ya Resulellah! Evs beni eş olarak seçip evlendiğinde gençtim, çekici idim. Ancak yaşım ilerleyip birçok çocuğum olunca Evs beni anası gibi kıldı ve kimsesiz bırakıverdi. Benim balacan balalarım vardır. Onları yalnız bırakır gidersem zayi olurlar veya yanımda götürsem aç kalırlar. Ya Resulallah! Bana bir çare bul.

Artık sen zevcene haram oldun.

Ya Resulallah! İnan olsun Allah’a talak zikretmedi. Kendisi çocuklarımın atasıdır. Herkesten çok onu dost tutuyorum.

Hayır, (ne olursa olsun) sen ona artık haramsın.

Huveyle, böylece Resulüllah (sav) ile nizaya devam ediyordu. Resulullah (sav) “Sen ona haramsın” dediği her defasında Huveyle “Ah” çekip nâlan ediyordu ve “Şikâyetimi Allah’a havale ediyorum” diyordu. Huveyle henüz oradan ayrılmamıştı ki, hakkında Kur’an ayeti nazil oldu. Ayet, “zıhar”ı kaldırdı. Zıhar ile talak nefyedildi. Lakin “zıhar” yapan kimse zıhardan sonra kefaret vermeden hanımı ile cinsi yakınlıkta bulunamayacağı şartı getirildi.[379].

2/3- İçinizden zıhar yapanların kadınları, (onları analarına benzetmekle) onların anaları olmazlar. Onların anaları ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar çirkin bir laf ve yalan söylüyorlar. Kuşkusuz Allah, çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.

3/4- (Resulüm! Zihar’ın hükmü budur) ki, kadınlardan zıhar ile ayrılmak isteyip de söylediklerinden dönenlerin karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir. Sizlere bu hüküm ile öğüt verilir (ki, gevezeliği terk edip, bir daha böyle çirkin işi yapmayasınız.). Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır.

4/5- (Bir köle azat etmeye imkân) bulamayan kimse, hanımıyla temas etmeden önce birbiri dalınca iki ay oruç tutar. Buna da gücü yetmeyen, altmış fakiri doyurur. (Allah her bir hükmü sizin için) böyle (beyan ediyor ki,  şerî hükümlerle amel edip cahiliye hükümlerini terk ederek)[380] Allah’a ve Resulüne iman edesiniz. Bu hükümler Allah’ın hudutlarıdırlar. (Onları tecavüz etmek olmaz. Bunları kabul etmeyen) kâfirler için can yakıcı azap vardır. [Zıhar konusunda nazil olan ayetler  tamam oldu.]

 

Tefsir:

Zıhar meselesinde eşini anasına teşbih eden kimsenin kefaret vermedikçe eşi ile temas edemediği gibi, eşini, kızı, kız kardeşi gibi mahremlerinden birine teşbih ederken de aynen annesine teşbih etmiş gibi sayılır. Zıhar’ın gerçekleşmesi için şartlar vardır: 1) Zıhar, talak gibi iki adil şahidin huzurunda olmalıdır,[381] 2) Zıhar, kadının, hayız olmadığı temiz anlarında vuku bulmalıdır,[382] 3) Zıhar yapan kimse akıllı, akıl baliğ olmalıdır. Bu şartlardan biri olmayınca zıhar vuku bulmaz.[383] Dolaysı ile, bu şartlar olmadan zıhar yapan kimse kefaret vermeden hanımı ile temas kurabilir. Ebu Hanife ve onun tabileri, yine Hasan Basrî, Nehaî,  Zührî, Evzaî, Sevrî[384] ve İmamiye fakihlerinin çoğu[385] anadan başka mahremlere teşbih yapan kimseye de zıharın vuku bulacağını söylemişlerdir. Lakin İmam Şafii, Katade ve Şa’bî anneden başkasına teşbih eden için zıharın söz konusu olmadığına fetva vermişlerdir.[386]  Şa’bî diyor ki: Allah (cc) zıhar yapmakta, anneleri zikredip, kızları, bacıları, halaları ve teyzeleri de zikretmeyi (hâşâ) unutmuş değildir. Olsaydı onları da zikrederdi. Bilakis, onları zikretmemesi onları teşbih eden kimseye zıhar hükmü uygulanmayacağına delalet etmektedir.[387] Zihar için ödenen kefaret köle azat etmeye gücü yetmezse Ramazan ayı kefareti gibidir. Oruç tutmaya gücü yetmeyen kimse ise altmış fakire taam yedirmesi gerekir.

Seleme b. Sahr el-Beyazî rivayet eder ki: “Cinsi temas kurmaya çok haris biri idim. Ramazan ayı girince temas kurmaktan çok korktum. Bir ay hanımımdan zihar ettim ki ona yaklaşmayayım. Bir gece hanımım bana hizmet ediyordu kendimi tutamadım onunla temas kurdum. İnsanlardan rica ettim ki, durumumu Resulüllah’a açsın da müşkülümü çözsünler. Hiç kimse benim bu meselemi Resulüllah’a anlatmaya cesaret edemedi. Kendim bizzat gidip durumu Resulüllah’a anlattım. Buyurdular ki,

Demek sen bu işi yaptın!

Evet. Yaptım. Fakat Allah’ın bana verdiği emre hazırım.

Öyle ise bir boyun (köle) azat edeceksin.

(Elini boynuna vurup) Ya Resulallah! Bundan başka boyuna sahip değilim.

Öyle ise iki ay oruç tutacaksın.

Ya Resulallah! Zaten başıma bu bela oruçtan gelmedi mi?

Öyle ise altmış kişiye bir vakit, hurma yedireceksin.

Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a kurban olum, hiç bir şeyim yoktur.

Resulüllah (sav) onu, zekât tahsildarına yolladı. Gidip kefaretine ve ayaline yetecek miktarda hurma aldı. Başka bir rivayette, dedi ki: Ya Resulallah, o zekâtı aldıktan sonra kendimden fakir kimse yok ki ona  vereyim. Yani kendisi aldı. Resulüllah (sav) buna tebessüm buyurdular. Zekâtı gidip sırf kendisi harcadı.[388]

5/6- Allah’a ve Resulüne düşman olanlar, kendilerinden öncekilerin helâk olup zelil oldukları gibi helâk olup zelil olurlar. Halbuki gerçekten biz (Peygamberin doğruluğuna) zahir ve aşikâr delil ve burhanlar  indirmişizdir. (Yine de bu delil ve burhanlara bakamayıp kâfir olmuşlardır.) Kâfirler için zelil edici bir azap vardır.

6/7- O gün Allah onların hepsini diriltecek ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah onların (amellerini)[389] bir bir saymıştır. Lakin onlar (işlediklerini) yadlarından çıkarmışlardır. Allah her bir şeye hazır ve nazırdır. (Hiç bir şey O’nun ilminin dışında değildir.).

7/8- Semavat ve yerde olanları Allah’ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu bir makamda dördüncüsü mutlaka Allah’tır. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka Allah’tır. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunursalar bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü yaptıkları (her bir amellerini) haber verecektir. Şüphe yok ki, Allah her bir şeye alimdir.

8/9- [Yahudi ve münafıklar birbiri ile gizlice konuşup müminleri öfkelendiriyorlardı. Resulüllah (sav) onları böyle yapmaktan nehyetmişti. İtaat etmeyip eski hallerine devam ettiler. Bu ayet o konuda nazil oldu.][390] (Resulüm!) Bakmıyor musun şunlara (Yahudi ve münafıklara)[391] ki, gizli konuşmaktan men edildikten sonra yine o nehyedileni yapmaya kalkışarak günah, düşmanlık ve Peygamber’e kaşı gelmek hususunda gizlice konuşuyorlar. (Resulüm!) Onlar (Yahudi ve münafıklar) senin huzuruna geldikleri vakit seni, Allah’ın selamlamadığı bir şekilde selamlıyorlar. [Yahudiler, Resulüllah’ın huzuruna gelince “es-selamu ayleyküm” yerine “ölüm sana!” manasında “es-samu aleyke” derlerdi. Sahabe onların bu tavrını Resulüllah’a haber verirlerdi.][392] Yahudiler içlerinden de diyorlardı ki: “Eğer (bu peygamberse) söylediklerimizin yüzünden Allah bize azap etmesi gerekmez miydi?” (Resulüm!) Cehennem onlara yeter. Oraya gireceklerdir. Ne yaman dönecek yerdir cehennem! [Bundan böyle Allah (cc) bizlere güzel ahlakı tarif ediyor:]

9/10- Ey iman edenler! Aranızda gizli konuşacağınız zaman günahı, düşmanlığı ve Peygamber’e karşı gelmeyi (o Yahudi ve münafıklar gibi) fısıldamayın. (Belki farzları eda edip, hayırlı işlere atılıp) feza genişliği iyiliği ve takvayı konuşun. Başka değil sadece O’nun huzuruna toplanacağınız Allah’a karşı saygılı olun.

10/11- Gizli konuşmalar şeytandan (nefs-i emmareden) kaynaklanır. (O şeytan bunu emreder) ki, iman edenler mahzun olsunlar. [Abdullah b. Ömer’in rivayet ettiğine göre Resulüllah buyurdular ki: Üç kişi bir yere toplandığı zaman onlardan iki kişi diğeri olmadan birbiri ile gizli konuşmasınlar.[393]] Oysa şeytan, Allah’ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez. (Lakin fiskos etmek, bizzat çirkin bir iş olduğu için Allah ondan nehyediyor.) Müminler başka değil sırf Allah’a tevekkül etsinler.

11/12- Ey iman edenler! Size “Meclislerde yer açın” denilince yer açın ki Allah da size genişlik versin. Size “Artık ayrılın” denilince de kalkın ki Allah sizden inananları ve (hususiyle) kendilerine ilim verilenleri derecelere yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

 

Tefsir:

Abdullah b. Mesud ne zaman bu ayeti okursa hep derdi ki: Ey insanlar! Bu ayetin ne kastettiğini iyi anlayın. Bu ayet sizi ilme teşvik eden bir ayettir.[394] Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Alim ile abid arasında yüz derece fark vardır. Her iki derecenin arası iyi bir yarış atının koşarak kat ettiği yetmiş yıllık yoldur.”[395] İşte Resulullah (sav) böyle sade bir misalle ilmin değerini anlatmış oldu. Yine Arapların meşhur feylesoflarından Esnaf b. Kays şöyle der: “Alimler milletin mürebbileridir. İlimsiz kazanılan her izzet ve şeref yok olmaya müncerdir.” Hakikaten büyük şahısların sözleri de büyük oluyor. Bu söz ilmin faziletini anlatmak için ne kadar güzel bir sözdür. İnsanlar ne bu ayetten, ne hadislerden ders almıyorlar. Cehaletleri içinde birbirlerine sataşmaktan başka bir marifetleri kalmamıştır. Kim Kur’an’a sarılırsa cehaletten kurtulur, Kur’an’ı anlamayan onun yüce  manalarını kavramayan kimselerin cehaletten kurtulmaları hayaldir.

12/13- Ey iman edenler! Peygamber ile gizli konuşacağınız zaman bu konuşmanızdan önce bir sadaka verin, (ondan sonra konuşun.). Konuşmadan önce bu sadaka verişiniz sizin için daha yahşidir ve daha pâkizedir. Şayet bir şey bulamazsanız, bilininiz ki (bu bir şey bulamayan fakat Peygamber ile de gizli görüşmek isteyenlere) Allah bağışlayıp merhamet edendir.

 

Tefsir:

Ali (as) diyor ki, bu ayet nazil olunca Resulüllah (sav) bana buyurdular ki, bu sadakanın bir dinar kadar olmasına ne dersin? Dedim ki, “çoktur” kimse ona güç yetiremez. Bana buyurdular:

Öyle ise ne kadar olsun?

Bir buğday ya da arpa ağırlığınca altın olması kifayet eder.

Senin malın az olduğu için kendine göre kıyas ettin..[396] (yani daha fazla olmalıydı.)

Yine Ali (as) demiştir ki: “Kur’an’da bulunan bu ayetin hükmü ile benim gibi ne benden önce ne de benden sonra amel eden olmadı. Bir dinarım vardı. Onu on dirhem yaptım. Resulüllah’ın huzuruna her çıkışımda ondan bir dirhem sadaka verdim ve öylece gizli konuştum.”[397]

Abdullah b. Ömer anlatıyor: “Ali’nin (ra) hele üç kısım fazileti vardır ki, eğer onlardan biri bende olsaydı sahralar dolusu dişi develere tercih ederdim: 1) Fatıma ez-Zehra ile evlendi, 2) Resulüllah (sav) Hayber günü cihad bayrağını ona verdi, 3) Necva ayeti (yani bu ayet) ile ilk defa amel eden kişi oldu.”[398] Hazin (725/1324) tefsirinde Hz. Ali, hakkındaki bu rivayetleri verdikten sonra diyor ki, “Hz. Ali’nin necva ayetindeki bu davranışı onun için en büyük faziletlerden biridir. Evet hakikaten öyledir. Fakat, bu davranış Hz. Ali hakkında büyük bir fazilet olurken, diğer sahabe böyle şey yapmadıkları için kınamış olmuyor.. Çünkü bu ayetin hükmü ile amel edecek o kadar yeterli bir vakit olmadı ki diğer sahabe de bununla amel etsin. Eğer vakit olsaydı onlar, bu ayetin hükmü ile amel etmekten geri durmazlardı. Hadi diyelim; bu ayet ile amel edecekleri kadar bir yeterli bir vakit vardı fakat bu sıra şöyle düşünülebilir: Onlar fakirlerin bu işe güçlerinin yetmeyeceğini düşünerek bunu yapmamış olabilirler. Çünkü fakir kimseler, eğer Resulüllah (sav) ile gizli konuşmak isteselerdi, ellerinde sadaka verecek bir şey olmadığı için bu görüşmeden mahrum olup üzülebilirlerdi. Yine diğer bir husus, bu ayetin emri vucubiyet ifade etmiyordu, aynı zamanda öyle çok yapılmış her kesin yaptığı menduplardan da değildi. Bilakis Resulüllah (sav)’in yanına girenler uzun boylu yanında kalıp onu rahatsız ettikleri için buna bir sınırlandırma getirilmiştir. Bu yüzden böyle  gizli konuşmaların terk edilmesi daha evla olduğu için kimse sadaka verip Resulüllah (sav) ile gizli konuşmaya fazla tevessül etmediler. Onun için Hz. Ali (ra)’ın böyle bir şeyi yapmasıyla diğer sahabeyi kınama söz konusu değildir.”[399] Hazin’in bu makamda böyle şeyleri konuşması son derece hayret vericidir. Ayet ile Ali (ra) amel etsin veya başkası amel etsin, bundan kime kınama olabilir ki! Zira ayet ile amel etmek onların kendi iradelerine bağı bir şeydir. Bir faziletin Ali’ye (ra) ait olması başkalarına olmaması konusunda sual ve cevap sütunu açıp bunu tartışmaya ne gerek vardır! Hele bu gibi faziletli insanların böyle tartışmalara girmeleri Müslümanların tefrikasına ve birbirini tekfir etmelerine vesile olmaktadır. İyi dikkat edilirse bu faziletli insanın (Hazin’in) ifadelerinden bir çok şey de çıkabilir: İfadelerinin evvelinde Hz. Ali’nin (ra) faziletini anlatan bölümü tasdik ediyor. Sonunda ise bu meseleyi rasgele bir konu olarak değerlendiriyor. Çünkü ayet, bu türlü sadaka vermeyi vacip kılıyor. Eğer vacip olmasaydı, “Resulüllah ile gizli konuşmak” terk olunur muydu? Hadi ayet vucubiyet ifade etmese bile yine de istihbab ediliyor (mustahap sayılıyor), ayetin sonunda “Bu sizin için daha hayırlı ve daha pakizedir” deniliyor. Hayırlı bir işten nasıl geri durulur? Yine Hazin, sözlerinin ortasında öyle bir ifade kullanıyor ki, bir taraftan sahabeyi ta’ndan kurtarırken, Ali’yi (ra) ta’an edecek konuma getiriyor: “Çünkü fakir kimseler, eğer Resulüllah (sav) ile gizli konuşmak isteselerdi, ellerinde sadaka verecek bir şey olmadığı için bu görüşmeden mahrum olup üzülebilirlerdi.” Diyor. O zaman öyle anlaşılıyor ki, Ali (ra) fakirleri mahzun etmiştir. Böyle sözleri konuşarak İslam alemini felakete götürdüler. Ümidimiz o ki, İslam alimleri böyle kısır münakaşaları bir tarafa bırakarak İslam alemini tefrikaya salmasınlar. Allah (cc), insanların hayırlı işlere teşebbüs etmelerinde yarımcılarıdır.

13/14- (Peygamber ile) gizli bir şey konuşmanızdan önce sadakalar vermekten çekindiniz mi? Bunu yapmadığınıza ve Allah da sizi affettiğine göre artık namazı kılın, zekâtı verin Allah’a ve Resulüne itaat edin. Yapmakta olduğuz (her bir amelinize) Allah alimdir, haberdardır.

14/15- [Münafıklar Medine’den Yahudileri dost tutup onlarla içli dışlı olarak Müslümanların gizli sırlarını onlara aktarıyorlardı. Bu ayet o konuda nazil oldu.][400] (Resulüm!) Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu (Yahudileri) dost edinenlere bakmıyor musun? (Müminlerin sırlarını onlara naklediyorlar.) Onlar (o sırları taşıyanlar) ne sizdendirler ne de onlardan. (Müslüman olduklarını iddia etmekle) bilerek yalan yere yemin ediyorlar.

15/16- Allah onlara (o münafıklara) çetin bir azap hazırlamıştır. Gerçekten onların yaptıkları şey ne kadar kötüdür!

16/17- (Münafıkların, “Biz de Müslümanız” diyerek) yeminlerini kalkan yapıp Allah’ın yolundan alı koydular. Bunun için onlardan ötürü zelil eden azap vardır.

17/18- Onların ne malları ne de evlatları Allah’a karşı kendilerine bir fayda vermez. Onlar cehennem yoldaşlarıdırlar. Orada ebedî kalacaklardır.

18/19- O gün (kıyamet günü) Allah onların hepsini yeniden diriltecek, o (münafıklar da, dünyada “Biz Müslümandık” diyerek) size yemin ettikleri gibi, Allah’a yemin edeceklerdir. Güman ediyorlar ki, ahrette yalan yere and içmekle (dünyada faydalandıkları gibi) bir fayda elde edecekler. (Resulüm!) Haberiniz olsun ki, o münafıklar (dünya ve ahiretin her ikisinde de) bizzat yalancıdırlar.

19/20- (Resulüm!) Şeytan o münafıklara galip gelip Allah’ın zikrini onlara unutturdu. (Onlar ne kalben ne de lisanen Allah’ı zikrediyorlar.) İşte onlar şeytanın partizanlarıdır. Haberiniz olsun ki şeytanın partizanları hep ziyandadırlar.

20-21/21- Allah’a ve Peygamberine düşman olanlar,  işte bunlar mahlukun zelillerinden hesap edilirler. Allah, kesinkes hükmetmiştir ki, “Celalim hakkın için Ben ve Resulüm (düşmanlara) mutlaka galip olacağız.” Şüphe yok ki Allah kuvvetli ve (yaratılmışlara) mutlak galiptir. (Peygamberi düşman tutmaları o münafıklara hiçbir fayda vermez.).

22/22- Allah’a ve ahret gününe inanan bir cemaatin -babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları dahi olsa- Allah’a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk kurduğunu göremezsin. İşte böyle kimselerin kalbine Allah, imanı perçinlemiş ve öz tarafından bir ruh ile onları teyit edip (mansur etmiştir. Bunun için dünyada bütün düşmanlarına galip olurlar.). [Asr-ı saadetteki Müslümanların durumu işte böyle idi.] Onları (ağaç ve kasırlarının) altından nehirler akan bir nice cennetlere dahil eder. Orada ebedî olarak kalıcıdırlar. Allah onlardan razı olur, onlar da (büyük mükâfatlara nail olur) Allah’tan razı olurlar. İşte bunlar, Allah’ın ordusudurlar. Haberiniz olsun, sadece Allah’ın ordusu (düşmanlarına galip olup) felah bulurlar.

 

Hamd olsun mücadele sûresinin tefsiri tamam oldu.  Son ayetin zımnında zaruri bir hüküm derc edilmiştir. Müslümanlar İslam’ın bu hükmüne muhkem yapışıp terk etmemelidirler. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Mücadele sûresini okuyan kimse kıyamet günü Allah’ın ordusundan sayılır.”[401]


 

 

59/95 HAŞR SÛRESİ

 

Haşr sûrsi, Medine’de nazil olmuştur. 24 ayet, 445 kelime ve 1913 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

 

İclâ (Beni Nadr’ın sürülmesi) hadisesi:

Resulüllah (sav) Mekke-i Muazzama’ya hicret edip Medine’de yerleştikten sonra Medine civarında ikamet eden Yahudi kabilelerinden olan Beni Nadr Resulüllah’ın (sav) huzuruna gelip antlaşma yaptılar. Bu antlaşmaya göre; birbiri ile savaşmayacak ve birbirine zarar vermeyeceklerdi. Hicretin ikinci yılı olunca Bedir savaşı ortaya çıktı. Resulüllah (sav) bu savaşta müşriklere galip oldu. Beni Nadr buna karşı dediler ki, “Bu Peygamber Tevrat’ta adı geçen peygamberdir.” Hicretin üçüncü yılı Uhud savaşı olunca müslümanlar bu savaşta pek galibiyet sağlayamadılar. Beni Nadr kabilesi Resulüllah hakkında şüphe edip, yapılan antlaşmayı bozdular. Onların  reisi Ka’b b. Eşref kırk kişi ile Mekke’ye gidip müslümanlara karşı müşriklerle ittifak ettiler. Ebu Süfyan kırk kişi ile, gelip Kâbe’de antlaşma yaptılar. Kâ’b buradan dönüp Mekke’ye geldi. Resulüllah (sav) Beni Nadr’ın bu hareketini öğrendi. Antlaşmayı bozdukları için Medine’lileri toplayıp onlara karşı savaşmaya karar verdi. Ensar’dan Muhammed b. Mesleme, Yahudilerin reisi Kâb b. Eşref ile süt kardeş idi. Gece vakti onun yanına geldi ve bir yolunu bularak dışarı çıkarıp öldürdü. Antlaşmayı bozdukları için Resulüllah (sav) onlara haber gönderip, Medine’den çıkmalarını istedi. Cevaplarında dediler ki: “Bize buradan çıkmaktansa ölüm daha iyi gelir.” Bu kez Medine’de bulunan Yahudiler, onlara haber gönderdiler ve kendilerine yardım edeceklerini onun için yurtlarından ayrılmamalarını istediler. Bunun üzerine savaşa hazır oldular. Resulüllah (sav) onları tam yirmi bir gün kuşatma altında tuttu. Allah (cc) onların kalplerine korku saldı, onlara yardım eden münafıklar pişman oldular, Resulüllah (sav) ile sulh olmak istediler. Resulüllah (sav) de, her üç evin bir deve yükü ile istedikleri yere çıkıp kendi yurtlarını terk etmeleri şartı ile onları serbest bıraktı. Onlar da bunu kabul ettiler ve hepsi Şam’a hicret ettiler.[402] Nitekim bundan sonra anlatılacaktır:

1/2- Semavat ve yerde olanların hepsi tespih etmektedirler. Allah (yaratılmışlara) mutlak galip ve (her bir emri) hikmet üzere olan hakimdir.

2/3- Allah odur ki, (o mükemmel kudretiyle) Ehl-i kitaptan inkâr edenleri (Beni Nadr Yahudilerini) ilk sürgünde yurtlarından çıkardı. Halbuki siz onların (muhkem kaleleri ve çok güçlü oldukları için)[403] çıkacaklarını sanmıyordunuz. (O Yahudiler de) kalelerinin, kendilerini Allah’ın (azabından) koruyacağını sanmışlardı. Ama (Allah’ın azabı) onlara hiç ummadıkları yerden geliverdi. O, (Beni Nadr’ın) kalplerine şiddetli korku saldı; öyle ki evlerini hem kendi elleriyle, hem de müminlerin elleriyle harap ediyorlardı. [Beni Nadr, sürgün sırasında evlerinin içlerindeki süsleri işlemeleri kendi elleriyle tahrip ediyorlardı.] Ey basiret sahipleri! (Allah’ın, Müslümanlara yardım edip kolay veçhile o Yahudileri yurtlarından sürmelerinden) ibret alın.

3/4- Eğer Allah onlara (hani o ölümden daha acı olan) vatanı terk etmeyi yazmamış olsaydı, elbette onları dünyada (Beni Kureyza Yahudilerini kılıçtan geçirterek cezalandırdığı gibi) cezalandıracaktı. Ahrette de onlar için (vatanlarını terk etmekten başka) cehennem azabı vardır.

4/5- Bu Yahudilerin böyle zilletlere dûçar olmalarının sebebi şudur: Onlar Allah’a ve Peygamberine karşı geldiler. (Antlaşmayı bozdular, Resulüllah’a muhalif oldular.) Kim Allah’a karşı gelirse haberi olsun ki, Allah’ın cezalandırması pek çetindir.

5/6- [Beni Nadr kabilesi kuşatılınca, onların hurma ağaçlarını kesme konusunda ordunun bir kısmı evet derken bir kısmı buna karşı çıktı. Ağaçları kesmeye kıymıyorlardı. Onun için savaş icabı hurma ağaçlarının  kesilmesine bu gelen ayetle izin verildi.][404] (Ey müminler!) Hurma ağaçlarından, herhangi birini kesmeniz veya olduğu gibi bırakmanız, Allah’ın izniyledir, (bu konuda size hiçbir  kınama yoktur. Hususiyle Allah bunların kesilmesine izin veriyor) ki, fasık (Yahudileri gayza getirip) zelil etsin.

6/7- [Beni Nadr Yahudileri, yerlerini terk edip gidince, Müslümanlar, Resulüllah’a (sav) bu ganimetin nasıl paylaşılacağını sordular, onun üzerine bu ayet nazil oldu.][405]  Allah’ın onlardan (düşmandan arda kalan mallardan) Peygamberine verdiği ganimetler için siz at ve deve koşturmuş değilsiniz, (o fey’ler/ganimetler savaşsız, mücadelesiz elde edilmiştir. Onun için bunlar sırf Resulüllah’a aittir. Sizler bu fey’i/ganimeti[406] almak için hiç zahmet çekmemişsiniz.) Lakin Allah, (savaşmaksızın) peygamberlerini dilediği kimselere karşı üstün kılar. Allah her şeye kadirdir.

7/8- [Geçen ayette, “fey’”in Resulüllah’a ait olduğu anlatılmıştı, bu ayette ise bunun  nerelere taksim edileceği anlatılıyor.] Allah’ın, (fethedilen) ülkelerin halkından Peygamberine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, (Peygamber’in) yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. [Peygamber’e mahsus olan bu ganimetin iki hissesi Resulüllah’a, diğer dördü ise ayette zikredilen yerlere verilir.][407] (Allah fey’i Resulüllah’a mahsus kıldı) ki, o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın. (Zenginlerin malları artıp fakirleri ezmesinler). Resul size ne getirdiyse, onu alın ve sizi neden nehyettiyse, ondan kaçının, (bu cümleden olarak, ganimeti bu ayete göre taksim edin. Resulüllah’ın emrine muhalefet etmekten) Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah’ın cezası çok şiddetlidir.

 

Tefsir:

İbn Mesud, “Allah, takma saç kullanan, saçına başkasının saçını ekleyen, vücuduna dövme yapan ve yaptıran kadınlara lanet etmiştir.”[408] hadisini nakletti. Bu hadisi Beni Esed kabilesinden Ümmü Yakub duyunca hemen İbn Mesud’un yanına geldi ve ona:

Böyle bir hadis duydum; onu sen nakletmişsin ve onda kadınlara lanet okuyormuşsun.

Allah’ın hükmüne tabi oldum, Resulüllah’ın lanet ettiği şeye lanet ettim.

Yemin olsun ki, ben Mushaf’ın iki kapağının arasında ne varsa kodum, böyle bir şey görmedim.

Eğer hakikat üzere okusaydın ebette bulurdun. Allah’ın (cc): “Resul size ne getirdiyse, onu alın ve sizi neden nehyettiyse, ondan kaçının.” (Haşr 59/7) buyurduğunu okumadın mı? Evet Resulüllah’ın (sav) hükmü Allah’ın hükmüdür.

Dikkatlice bu hadis-i şerife baktığımız zaman şunu da hemen anlarız. Resulüllah (sav) ümmetinin cüzî meselelerine dair hususların her biri için bir âli hüküm koymuştur. Kadınları kötü görünümlü kılık ve kıyafetlerden men etmesi, hatta kadınların giyim ve kuşamlarında nelere dikkat etmelerinin gerektiğini beyan etmesi bu kabilden hükümlerdir. Yüz kere yazıklar olsun yazıklar.. ki, İslam ümmeti böyle Âl-i Cenab’ın emirlerini bir kenara bırakıp kendi heva ve heveslerine uyuyorlar. İslam’a girdikten sonra  yine cahiliye adetlerini takip ediyor ve bunları aynı İslam kabul ediyorlar! Bu adetlerin hiçbiri İslam’dan değildir. İslamî olanla İslamî olmayanı birbirine karıştırmalarının sebebi Kur’an ve Hadis’i bilememelerinden kaynaklanmaktadır. Diğer bir hata da, Kur’an’ın yorumunu sadece İmamlar’a hasredip, Resulüllah’ın (sav) hadislerini zayıf kabul etmeleridir.[409] Böyle olunca haliyle insanlar arasında cehalet yaygın hale gelmiştir. Nitekim günümüzdeki insanların hali cahiliye devrinden daha beterdir, demek sezadır. Kur’an’a ve hadise dikkat etmek lazımdır. Kur’an ve hadis din ve dünyaya dair hiçbir şeyi eksik bırakmamıştır.  Her türlü müşkülümüzü onlar halletmişlerdir.

8/9- (Beni Nadr’dan kalan Allah’ın verdiği bu ganimet malları), yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, (bununla birlikte) Allah’ın rıza ve rahmetini talep edip Allah ve Resulüne yardım eden fakir muhacirlerindir. İşte bu muhacirler (iman ve cihatlarında) sadık olanlardır.

Tefsir:

 

Resulüllah (sav) Beni Nadr kabilesinden elde edilen ganimeti, Mekke’den Medine’ye hicret ederken bütün mal ve mülkünü Mekke’de bırakan Muhacirlere vermiştir. Ensar’dan ise sadece Ebu Dücane, Sehl b. Huneyf ve Haris b. Samme’ye vermiştir.[410] Resulüllah (sav) daha sonra Ensar’a şunu söylemiştir: “İsterseniz siz de bu ganimete Muhacirler gibi ortak olun. Fakat o takdirde mal ve mülkünüzden onlara bir miktar vermeniz gerekir. Eğer bu miktarı vermek istemiyorsanız o zaman bu ganimetten size hiçbir hisse yoktur.” Ensar dediler ki: “Hem bu ganimet, Muhacir kardeşlerimizin olsun hem de bizim mallarımızdan onlara hisse verelim.” İşte bu konuda ayet nazil oldu ve Ensar’ı kutluyordu.[411]

9/10- Daha önce Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine iman yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler ve (Beni Nadr ganimeti gibi) onlara verilenlerden dolayı içlerinden (tamah, haset gibi) bir rahatsızlık da hissetmezler. Kendileri zaruret içinde olsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Her bir şahıs (infak ve ihsan etmeye mani olmaktan nefsini) saklar (infak ve ihsana mani olmazsa) işte böyle kimseler felaha ermişlerdir.

 

Tefsir:

Ensar, Resulüllah’a iman eden Resulüllah’ı Medine’ye davet eden ve böylece ona ve dinine yardım eden saadet asrındaki Medine’li Müslümanların özel adıdır. Onların güzel vasıflarından biri de îsâr yani kendisi muhtaç ve zaruret içinde olduğu halde başkasını kendine tercih etme hasletidir. Resulüllah’a bir adam geldi, “Ya Resulallah! Açlıktan dermansız kaldım” dedi. Resulüllah (sav) yakınlarına haber gönderdi, ancak onların yanlarında bir şey bulunmadı. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Bu adamı bu gece misafir edecek kimse yok mu? Ki Allah ona rahmet buyursun” dedi. Derhal Ensar’dan bir zat ayağa kalktı “Ben Ya Resulallah” diye cevap verdi ve adamı alıp evine götürdü. Sonra da hanımına “Resulüllah’ın misafirine ikram et” diye tembihte bulundu. Hanımı, “Allah hakkın için yanımda bir kız babacanımın yiyeceğinden başka bir şey yoktur.” dedi. Kocası da ona, “O halde kız çocuğu akşam yemeği istediği zaman onu uyut, kandili de söndürüver, Resulüllah’ın misafiri için biz bu geceyi aç geçiştiriverelim.” dedi ve aynen öyle yaptılar.[412] Enes b. Malik anlatıyor: “Resulüllah’ın sahabilerinden birine bir koyun başı hediye edildi. O da, “Kardeşim falan ve ailesi buna bizden daha fazla muhtaçtır” dedi ve hediyeyi ona gönderdi. O da başkasına derken bu suretle tam yedi ev dolaştı ve nihayet yine öncekine dönüp geldi.[413] Ebu Yezid  Bestamî, diyor ki, Belh’li bir delikanlı bana bir soru sordu:

Sizin aranızda züht neden ibarettir?

Bulunca yeriz bulamayınca sabrederiz.

Bizim Belh’in köpekleri de öyle yaparlar; bulunca yerler bulmayınca sabrederler. Bizce züht; bulunca îsâr edip dağıtırız, bulamayınca sabrederiz.

Gerçekten İslam’ın hakikati bundan ibarettir. Îsâr’dan daha güzel bir sıfat yoktur. Müslümanların birliğine ve ittifakına vesile olur. Saadet asrında müslümanların vasıfları bundan ibaretti. Ne zaman bencillik, nefse düşkünlük ortaya çıktı ise İslam milleti arasına tefrika girdi, nice mezhep ve nice yanlış fikirler ortaya atıldı. Bid’atler yayıldı ve ondan buyana İslam gün be gün zayıflamaya başladı. Acaba  ne zaman Müslümanlar eski saffetlerine dönecekler.. Allah yardımcımızdır.. Tevekkülümüz O’nadır.

10/9- (İlk Muhacirler’den) sonra (Mekke’den hicret edip Medine’ye) gelenler (onlara dua edip) şöyle dediler: Ey bizim Rabbimiz! Bizi ve bizden iman sebebiyle öne geçmiş kardeşlerimizi bağışla. (Ey bizim Rabbimiz!) Kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Ey bizim Rabbimz! Hakikat Sen (tevbe edenlere karşı) mihriban ve rahimsin.

 

Tefsir:

Urve b. Zübeyir anlatıyor: Aişe (rha) bana dedi ki, “Baci oğlu, Allah (cc) müslümanları Resulüllah’ın (sav) ashabı için istiğfar etmeye çağırıyor, onlar ise bunu bırakıp ashaba sövüyorlar..[414] Malik b. Miğvel anlatıyor: Şa’bî bana dedi ki, “Ya Malik! Yahudi ve Hısristanların bu Rafizîler’e üstünlüğü şundandır: Çükü Yahudilere ‘Sizin milletinizin en faziletlisi kimlerdir?’ diye sorulunca onlar, ‘Musa peygamberin ashabıdır’ derler. Hıristiyanlar’a, ‘Sizin milletinizin en faziletlisi kimlerdir?’ diye sorulunca onlar da derler ki, ‘Havarilerdir, İsa’ya ilk inananlardır’. Fakat bu Rafızîler’e sorsanız, ‘Sizin milletinizin en şerlisi ve beteri kimlerdir?’ onlar, ‘Muhammed’in (sav) ashabıdır’ derler. Kur’an, onları sahabeye mağfiret talep etmelerini isterken onlar tam bunun zıddına onlara sövüyorlar.”[415] Gerçekten Şa’bî’nin dediği gibidir. Abdullah b. Mufaddal’ın Resulüllah’tan işittiğine göre Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Zinhar benden sonra sahabeyi hedef almayın. Onları seven, beni sevdiği için sever; onlara buğzeden bana buğzettiği için buğzeder. Onlara eziyet eden, bana eziyet vermiş, bana eziyet verense Allah’a eziyet etmiş sayılır. Allah’a eziyet vereni de, Allah hemen cezalandırır.[416] İbn Abbas, bir şahsın Resulüllah’ın (sav) ashabına sövdüğünü görünce ona:

Sen ilk muhacirlerden misin?

Hayır.

Sen Ensar’dan mısın?

Hayır.

Ben şahadet ederim ki sen onlara güzel veçhile tabi olanlardan değilsin.[417] (Yani İbn Abbas, o kimseye Kur’an’da “(İslam dinine girme hususunda) Öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan  razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedi kalacakları, ağaç ve kasırlarının altından nehirler akan bir nice cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.” (Tevbe 9/100) ayetini hatırlatmak istemiştir.

Zeyd b. Ali b. Hüseyin Kûfe’de ayaklanınca Kûfelileri kendine yardıma davet etti. Kûfeliler ona dediler ki: “Resulüllah’ın asabı Şeyheyn’e (Ebu Bekir ve Ömer’e) sövmek şartı ile sana yardım ederiz” Zeyd dedi ki: “Ben hiçbir zaman dedemin (yani Resulüllah’ın) iki vezirine sizin dediğiniz bu şeyi yapmam.”[418] Bunun üzerine Zeyd’e yardım etmediler ve onu yalnız bıraktılar. İşte bunun için onlara terk eden manasına “Rafizî” denmiştir.

11/10- (Resulüm! Abdullah b. Übeyy gibi) münafıkların, kitap ehlinden inkâr eden dostlarına: “Eğer siz yurdunuzdan çıkarılırsanız, mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız; sizin aleyhinizdeki kimseye asla uymayız.. eğer savaşa tutuşursanız, mutlaka size yardım ederiz.” dediklerine bakıp taaccüp etmiyor musun? (Resulüm!) Allah, şahitlik eder ki, onlar (Beni Nadir’e karşı verdikleri sözde) elbette yalancıdırlar. (Onlara yardım etmeyecekler.)

Tefsir:

Abdullah b. Übeyy b. Selul gibi bazı münafıklar Beni Nadir’e haber göndermişlerdi ki, kalelerini muhkem tutsun ve savaşa hazır olsunlar ve savaşta Müslümanlara karşı onlara yardım edecekler. İşte bu ayet nazil oldu.[419]

12/11- Eğer onlar (Beni Nadir) çıkarılırsalar, (bu münafıklar) onlarla beraber çıkmazlar; savaşa tutuşmuş olsalar, onlara yardım etmezler; yardım etseler bile arkalarını dönüp kaçarlar, sonra (o münafıkların nifakları ortaya çıkınca) kendilerine de yardım edilmez.

13/12- (Yaratılmışlara en layık olan şey Allah’tan korkmalarıdır. Ama) o (münafıkların) içlerinde size karşı duydukları korku, Allah’a olan korkularından daha şiddetlidir. Bunun sebebi onlar, anlamayan cahil ve nadan topluluktur. (Allah’ın azametini bilmedikleri için O’ndan değil de sizden korkuyorlar.).

14/13- (Ey müslümanlar!) O (münafık ve Yahudiler)[420] müstahkem şehirlerde veya siperler arkasında bulunmadan sizinle toplu halde savaşamazlar. (Cesaret edip savaş meydanına çıkamazlar.). Kendi öz mabeyinlerinde savaşırlarken çok kuvvetlidirler, (lakin Allah için cihat eden siz müminlerin karşısında harp meydanına çıkacak olurlarsa, o kuvvet ve şiddetleri zayıflık ve yenilgiye dönüşür.)[421]  (Resulüm!) Sen onları (dinç bir şekilde) ittifak ettiklerini güman edersin, halbuki kalpleri darmadağın (birbirlerine ittihat ve ülfetleri yoktur. Onlardan hiçbir veçhile korkma.) Bunun sebebi şudur, bu (Yahudi ve münafıklar) aklı ile hareket eden topluluk değildirler. (Bilmiyorlar ki, kalpleri darmadağındır, bir zor karşısında dayanamazlar.)

15/14- (Bu Yahudi ve münafıkları misali), kendilerinden önce yakın bir zamanda (Bedir’de öldürülen müşriklerin) misali gibidir; ki (dünyada) yaptıklarının cezasını tattılar ve (ahrette de) onlar için can yakıcı azap vardır.

16/15- (Resulüm! Bu münafıkların Beni Nadir’le olan misali) şeytanın misali gibidir. Hani o, insana “İnkâr et” der. İnsan inkâr edince de: Ben senden bîzarım, çükü ben alemlerin Rabbi Allah’tan korkarım, der.

17/16- Şeytan ve ona itaat edenlerin her ikisinin de son, içinde ebedî kalacakları ateştir. İşte zalimlerin cezası budur, zalimlere böyle ceza verilir.

18/17- Ey iman edenler, Allah’tan sakının, O’na karşı saygılı olun! Ve her kes yarın için ne hazırlamış ona bir baksın!... Elbette Allah’tan sakının (ve hayırlı iş yapmaya bakın.) Muhakkak ki Allah yapmakta olduğunuz amellerden haberdardır. (Onların karşılığını size verecektir.).

19/18- (Ey müminler!) Siz şu kimseler gibi olmayın ki, Allah’ı unutup (her bir yasak işler tuttular.) Allah da onların öz nefislerini kendilerine unutturdu. (Kendi yararına olan şeyleri bile yapmıyorlar ki, azaptan kurtulsunlar.) İşte bunun için onlar fasıklıkta zirveyi yakalamışlardır.

20/19- Cehennem ehli ile cennet ehli bir olmazlar. Cennet ehli isteklerine yetişenlerdir.

21/20- (Resulüm!) Eğer faraza Biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan yıkılıp pâre pâre olduğunu görürdün. [Ayet, insan kalbinin ne kadar katı olduğunu vurguluyor. Çünkü Kur’an’ın hakikatleri karşısında dağlar erirken kalpler hiç umursamıyor bunu.] (Resulüm!) Böyle misalleri insanlardan ötürü beyan ediyoruz ki, düşünsünler. (İnkârcıların kalplerinin ne kadar katı olduğunu anlasınlar.). [Bundan böyle gelen ayetlerde Allah’ın azamet ve celali beyan ediliyor:]

22/21- O, öyle Allah’tır ki, O’ndan başka ibadete seza hiçbir hak mabut yoktur. Görüneni görünmeyeni bilendir. O, Rahmandır, Rahimdir. (Dünyada ve ahrette merhamet edendir..).

23/22- O, öyle Allah’tır ki, O’ndan başka ibadete seza hiçbir hak mabut yoktur.  O, mülk sahibidir, bereketi çok ve her ayıptan münezzehtir, her afet ve noksandan salim, iman emniyet ve güven vericidir, her şeye nigehban, yaratılmışlara mutlak üstündür, istediğini zorla yaptıran, azameti kendine mahsus ve her hususta büyüklüğünü gösterendir. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.

24/23- O, yaratan, (cisimleri) icat eden,  yaratıkların suretlerini ve hallerini takdir eden Allah’tır. En güzel isimler O’nundur. Asumanlarda ve yerde olanlar (varlık ve zatlarıyla) onu takdis ve tenzih edip (ona ibadet ederler.) O, yaratılmışlara mutlak galip ve her işini hikmet üzere çevirendir.

 

Hamd olsun Haşr sûresinin tefsiri tamam oldu. Ebu Hüreyre anlatıyor: Habibim Resulüllah (sav)’dan İsm-i âzamı sordum. Buyurdular ki, “Haşir sûresinin sonu İsm-i âzamdır. Onu çok okuyun.” Yine tekrar sordum. Aynı cevabı verdi. Yine sordum aynı cevabı verdi.[422] Resulüllah (sav) buyurdular ki: Her kim Haşr sûresini okursa (tevbe etmek şartı ile) Allah onun bütün günahlarını bağışlar.[423]


 

 

60/111 MÜMTEHİNE SÛRESİ

 

Mümtehine sûresi Medine’de inmiştir. 13 ayet, 348 kelime ve 1510 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Ey iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı talep etmek için çıkmışsanız, Benim de düşmanın sizin de düşmanınız olanlara gizlice izhar-ı muhabbet ederek onları dost edinmeyin. (Onlara muhabbet izhar etmenizin size ne faydası olacaktır.) Siz onlara (mektup) yazmakla muhabbet uçuruyor dostluk gösteriyorsunuz halbuki onlar, size gelen (Kur’an gibi bir) hakikati inkâr ediyorlar. Rabbiniz Allah’a inandığınızdan dolayı Peygamber’i de sizi de yurdunuzdan çıkarıyorlar. Ben, sizin saklı tuttuğunuzu da açığa vurduğunuzu da en iyi bilenim. Sizden kim bunu yaparsa (onları dost tutarsa) doğru yoldan sapmış olursunuz.

 

Tefsir:

Ebu Amir b. Sayfı b. Haşim b. Abdi Menaf’ın Sare adlı bir cariyesi vardı. Mekke fethine hazırlık yapıldığı sırada Mekke’den Medine’ye geldi ve Resulüllah’ın (sav) huzuruna çıktı. Resulüllah (sav) ona:

Müslüman olmak için mi geldin?

Hayır.

Muhacir olarak mı geldin?

Hayır.

Öyle ise seni buraya getiren nedir?

Sahip, efendi ve aşiret sizsiniz. Benim efendilerim gittiler (Yani Bedir’de onları öldürdünüz) ben de şiddetli yoksulluğa düştüm. Geldim ki bana yiyecek ve elbise veresiniz.

Bu kadın şarkıcı olduğu için Resulüllah (sav) ona:

Mekke’nin delikanlıları nice oldu?

Bedir savaşından sonra bir şey (yani şarkı) isteyen olmadı.

Resulüllah (sav), ona yardımda bulunmaları için Abdulmuttalib oğullarını yardıma  teşvik etti. Böylece onu giydirdiler, kuşattılar, erzak tedarik ettiler ve yolcu etmek üzere hazırladılar. Hatib b. Ebi Belte’a da kadının yanına varıp ona on dinar vermiş, bir aba giydirmiş ve Mekke halkına hitaben yazmış olduğu gizli bir mektubu da onunla göndermişti. Mektubun muhtevası şöyle idi: “Hatib b. Ebi Bete’a’dan Mekke ehline..  Resulüllah sizin üzerinize geliyor. Onun için haberiniz olsun. Dikkat edip hazır olun.” Sare mektubu alıp yola düştü.  Resulüllah (sav) Ali, Ammar, Talha, Zübeyir, Miktat ve Ebu Mersed’i çağırıp buyurdular ki: “Hemen gidin, ta Ravza-i Hah’a kadar varın, orada hevdec içinde bir kadın vardır, onda bir mektup bulunmaktadır. Çabuk o mektubu alıp bana getirin.” Onlar hemen atlara binip  Hamrau’l-Esed yakınlarında Ravza-ı Hah’a vardılar. Sare’yi orada buldular. Ondan mektubu istediler fakat inkâr etti. Eşyalarını aradılar, bulamadılar. Medine’ye dönmek istediler. Ali b. Ebi Talip dedi ki: Allah’a yemin olsun, Resulüllah (sav) yalan söylemez. Hemen kılıcını çekti ve kadına:

Ya mektubu çıkarırsın ya da boynunu bu kılıçla vururum.

Bunun üzerine kadın çaresiz kalıp saç tokasından mektubu çıkardı. Mektubu alıp Medine’ye döndüler. Resulüllah (sav) mektubun muhtevasına baktı ve Hatib’i huzuruna çağırdı ve ona:

Bu ne ey Hatip?

Acele buyurma ey Allah’ın Resulü! Ben Kureyş’e nispet edilmiş bir kişiyim, kendilerinden değilim. Beraberinizde olan Muhacirlerin onlarla akrabalıkları vardır. Mekke’deki ailelerini ve mallarını o sebeple korurlar. Benim ise içlerinden birine nesep cihetiyle münasebetim olmadığı için yakınlarımı korumalarına bir vesile olmak üzere, onlara bir iyilik yapmak istedim. Yoksa bunu ne bir küfür, ne dinimden irtidat,  ne de Müslüman olduktan sonra küfre rıza maksadıyla yaptım. Benim mektubum zaten onlara hiçbir fayda vermeyecektir. Ne olursa olsun onları Allah’ın azabından kimsenin kurtaramayacağını da biliyorum..

Resulüllah (sav) onu tasdik edip mazeretini kabul etti. Ömer b. Hattab (ra) durup dedi:

Ya Resulallah! Bana müsaade buyur bunun boynunu vurayım.

O, Bedir’de bulundu, ne bilirsin; Allah’ın Bedir ehli hakkında bildiği var ki, “Dilediğinizi yapın, ben sizi mağfiret ettim”[424] buyurdu. Ömer (ra)’ın gözlerinden yaşlar aktı ve dedi ki: “Allah ve onun Peygamber’i alimdir”. (Hatıb, Bedir’de hazır olanlardandı.) Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.[425]

2-3/3- (Ey müminler! Siz onlara muhabbet izhar ediyorsunuz ama) şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size halis düşman kesilecekler, kötülükle ellerini (kıtale) dillerini (fuhşa) açacaklar. (Size her türlü azabı peyleyecekler. Size azap etmemek için) inkâr etmenizi isteyecekler, (acaba imandan sonra küfre girmek hiç olacak şey mi?). (Evlatlarınızdan ve akrabalarınızdan ötürü, müşriklere muhabbet izhar ediyorsunuz;) kıyamet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermeyecektirler. Çükü Allah aranızı ayırır. Allah, yaptıklarınızı görendir. (Her şahsa işlediğinin karşılığını verecektir.).

4/4- İbrahim ve onunla beraber olanlarda, (peygamberlerde)[426] sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. (Bakıp görün onlar, müşriklere karşı nasıl davrandılar. Siz de öyle davranın.). Onlar milletlerine şöyle demişlerdi: “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan bîzarız; sizin dininizi reddediyoruz, (sizin yanımızda hiçbir değeriniz yoktur.). Bizimle sizin aranızda, Allah’a inanmanıza kadar, ebedî düşmanlık ve öfke başgöstermiştir. Yalnız İbrahim babasına: And olsun ki, senin için mağfiret dileyeceğim, faka sana Allah’tan herhangi bir şeyi savmaya da gücüm yetmez.” (Ey müminler! Dua makamında şöyle diyin:) “Ey bizim Rabbimiz! (Her bir emrimizde sana) tevekkül ettik, (günah ve masiyetten) başka değil sadece senin tarafına yöneldik, (bütün yaratılmışların) dönüşü sanadır.”

5/5- “Ey bizim Rabbimiz! Bizi o inkâr edenler için bir fitne kılma, (ellerine düşürüp sıkıntı ve azaba sokma, el dil uzatmalarına meydan verme!) Ey bizim Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla! Şüphe yok ki Sen, (yaratılmışlara) mutlak galip ve (her bir emri) hikmet üzere evirip çevirensin.”

6/6- [Bu ayet, İbrahim (as)’a tabi olmayı tekrar tekit ediyor:] Muhakkak ki, onlar sizin için, Allah’ı(rahmetini) ve ahret gününü arzu edenler için uyulacak güzel bir örnektir. Kim de yüz çevirirse (artık onun vizr u vebali kendinedir.) Zira Allah (bütün yaratılmışlardan) müstağnidir, hamd ve senaya layıktır. [Bu ayet inince, müminler, kâfir olan akrabalarına besledikleri muhabbeti kestiler fakat onların Müslüman olmalarını ve bir araya toplanmalarını arzu ediyorlardı. Bunun için Allah (cc) gelen ayette onlara bu arzularının gerçekleşeceği Mekke fethinin müjdesini veriyor.]

7/7- (Ey müminler!) Ümit var olun ki Allah, sizinle düşman tuttuğunuz müşrikler arasına (Müslüman olmaları şartı ile) bir muhabbet koyacaktır. (Ta ki, hep bir araya gelesiniz.) Allah (bu muhabbeti aranıza koymaya) kadirdir, (tövbe edenlere) rahmeyleyip bağışlayandır. [Müminler, müşriklere olan mesafeyi çok iyi belirleyince, müminlerin niza ve mücadeleye girmeyen müşriklere ihsan edip irtibat kurmaklarına izin verildi. Nitekim gelen ayet bunu beyan ediyor.][427]

 

Tefsir:

Kureyş kabilesinden Abdullah b. Ebi Cahş müslüman olup hanımı Ümmü Habibe (Ebu Süfyan’ın kızı) ile Mekke’den Habeşistan’na hicret ettiler. Keza ondan başka nice müslüman müşriklerin şerrinden aynı yere hicret etmişlerdi. Bu cümleden olarak Osman b. Affan ve Cafer b. Ebi Talib ve daha başka seksen kişi kadar müslüman Habeşistan’a hicret ettiler. Abdullah b. Ebi Cahş orada öldü. Ümmü Habibe yalnız kaldı. Resulüllah (sav) Habeş Necaşisi’ne haber gönderip onun vasıtasıyla Ümmü Habibe’ye evlilik teklif etti. Necaşî Ümmü Habibe’yi Resulüllah’a istedi. O da razı oldu. Dört yüz dinar mehirle akdedip Resulüllah için Mekke’ye uğurladı. Ebu Süfyan bunu duyunca Resulüllah (sav) için dedi ki: “O öyle bir erkektir ki, ebedâ burnu vurulmaz.” Bu söz soylu necip develer için kullanılan bir meseldir. Bundan sonra Ebu Süfyan’ın Resulüllah’a karşı tavrı değişmişti.[428]

8/8- (Ey müminler!) Allah, sizinle din uğruna savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan (müşrik ve inkârcılara karşı)[429] iyilik ve ihsanda bulunmanızı ve adil davranmanızı yasaklamaz. Şüphe yok ki Allah adaletle hareket edenleri dost tutar.

 9/9- Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşan (inkârcıları), sizi yurtlarından çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost tutmanızı yasaklar. Böyle inkârcıları kim dost tutarsa işte onlar zalimlerin ta kendileridir.

10/10- Ey iman edeler! Mümin kadınlar (imanlarını izhar edip) size geldiği zaman, onların (iman edip etmediklerini) imtihan edin.[430] (Ta ki iman ettiklerine dair zann-ı galip hasıl olsun.) Allah onların imanlarını (sizden) daha iyi bilir. (Mühacir kadınları imtihan ettikten sonra) onların inanmış kadınlar olduklarını anlarsanız onları kâfir (erlerine ya da başka kâfilere) geri döndürmeyin. Ne bu kadınlar o (kâfir erkeklere) helaldir, ne de onlar bunlara helaldir. O kâfir erlerinin verdikleri mehri erlerine geri verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. (Eğer sizin hanımlarınız düşman yurdunda kâfirler arasında inkârlarında devam ederek kalırlarsa, yahut mürtedde olup kâfirlere iltihak ederse) sakın (böyle) kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın. (Artık aranızdaki evlilik sona ermiştir. Eğer sizin kadınlarınızdan mürtedde olup müşriklere iltihak edenler varsa onlarla evlenmek isteyen kişilerden) sarf ettiğiniz (mehri) isteyin. (Kâfirler de sizin tarafınıza gelen Müslüman kadınlara) sarf ettikleri (mehri geri) istesinler. Allah’ın hükmü budur. Aranızda O, hükmeder. Allah bilendir, hikmet sahibidir. [İman edip hicret eden kadınların mehirlerini müminler müşriklere ödemişti, fakat mürtedde olup giden kadının mehrini müşrikler vermemişlerdi. O  konuda bu ayet nazil oldu.][431] 

 

Tefsir:

Hudeybiye antlaşmasının maddelerinden biri şöyle idi: “Kureyş tarafından velisinin izni olmadan Muhammed’e (sav) geleni geri gönderecekler, ancak Muhemmed’den (sav) Kureyş’e gelen olursa iade etmeyeceklerdi. Muhammed’in (sav) sözleşmesine dahil olmak isteyenler ona girecek, Kureyş’in sözleşmesine dahil olmayı arzu edenler de ona girebileceklerdi...” Daha antlaşma maddeleri yazılıp mühürlenmişti ki, Mekke’den Sübey’a b. Harise müslüman olup Resulüllah’ın huzuruna geldi. Onun beyi Müsafir b. Ebi Amr onun dalınca gelip Resulüllah’a (sav) dedi ki: “Hanımımı bana ver. Bizimle böyle antlaşmıştın” Resulüllah (sav) buyurdular ki: “O şart erkeklere aittir. Hanımına verdiğin  mehrini al ve geri dön.” Resulüllah (sav) o kadının mehrini beyine geri verdi ve kadının kendine de yemin verdirdi. Ömer b. Hattab onunla evlendi. O vakit bu ayet nazil oldu.[432] İman eden kadınların iman etme şartlarını bildiriyor.

11/11- Eğer eşlerinizden biri (mürtedde olarak)[433], sizi bırakır kâfirlere kaçar, siz de (onlarla savaşıp) galip gelirseniz, eşleri gitmiş olanlara (ganimetten önce bunların o giden hanımlarına mehir olarak) harcadıkları kadarını verin. İnandığınız Allah’a karşı gelmekten sakının.

12/12- Ey Peygamber! [Allah (cc), Resulüllah’a böyle hitap ediyor. Adı ile hitap etmiyor. Ta ki Müslümanlar edepli olup ona karşı ismi ile hitap etmesinler.] İnanmış kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, hamile olup doğurmakta erkeklerine karşı yalancı olmamak (yani başka bir erkekten gayr-i meşru olarak yapmış olduğu bir çocuğu kocasına isnat etmemek), güzel şeyleri yapmakta sana karşı gelmemek hususunda (bu şartlarda) sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah1tan mağfiret talep et. Şüphe yok ki Allah, (imana dahil olanlara) rameyleyip bağışlayandır.

 

Tefsir:

Resulüllah (sav) Fetih günü erkeklerden biat aldığı sırada Hz. Peygamber adına Ömer b. Hattab (ra) da ondan aşağıda dayanıp Resulüllah (sav) adına kadınlardan biat alıyordu. Utbe’nin kızı Ebu Süfyan’ın hanımı Hind, Resulüllah (sav) onu tanımasın diye yüzünü bağlamış ve kadınların arasına karışmıştı. Hz. Peygamber (sav) ayeti okuyup “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak üzere..” buyurduğunda Hind ona:

Erkeklerden kabul etmediğini bizden kabul edeceğine nasıl ihtimal verebiliriz!

Resulüllah (sav) “Hırsızlık yapmamak hususunda..” buyurduğunda Hind ona:

Ebu Süfyan cimri bir kimsedir. Bazen Ebu Süfyan’nın malından haberi olmaksızın bir şeyler aldığım olurdu. Bu bana helal olur mu? (Bu arada Ebu Süfyan söze karıştı ve Hind’e:)

Geçmişte ve gelecekte benden her ne alırsan o sana helaldir.

Bunun üzerine Resulüllah (sav) tebessüm buyurdu ve Hind’i tanıdı da,

Sen Utbe’nin kızı Hint değil misin?

Evet ey Allah’ın nebisi geçmişi affet.

Allah seni affetsin.

Sonra Resulüllah (sav) “Zina etmemek hususunda..” ayetini okudu. Hind:

Hiç hür kadın zina eder mi? (Cahiliye devrinde zina çoğunlukla cariyelerde olur, hür kadınlar zina etmez, denirdi. İşte buna binaen Hind, cahiliye de bile ekseriya hür kadınlar zina etmezken İslam’da hiç öyle şey olur mu? demek istiyordu.)

Resullüllah (sav) “Çocuklarını öldürmemek hususunda..” buyurduğunda, Hind:

Biz  çocukken büyüttük, fakat onları sen öldürdün. (Bu sözü ile Bedir savaşında öldürülen oğlu Hanzala b. Ebi Süfyan’ı kastediyordu. Hz. Ömer, bu söz üzerine o kadar güldü ki, dalı özerine yer yıkıldı. [434]  Resulüllah ise tebessüm ettiler.).

Sonra Resulüllah (sav), “Bir iftira uydurup getirmeme hususunda..” buyurduğunda Hind:

Vallah’i iftira çok çirkin bir şeydir. Allah (cc) hep doğru yolda gitmeyi ve güzel ahlakı emrediyor.

Resulüllah (sav), “İyi bir işte sana karşı gelmeme hususunda..” buyurdu, bunun üzerine Hind:

Vallahi biz bu meclise hiçbir şeyde sana isyan maksadıyla gelmedik.

Bunun üzerine Resullah (sav) bir su isteyip bereketli elini o suya daldırdı ve suyu kadınlara verdi. Onlar da ellerini suya daldırdılar. Bu veçhile biat tamam oldu.[435]

13/13- Ey iman edenler! Kendilerine Allah’ın gazap ettiği bir kavmi (Yahudileri)[436] dost edinmeyin. Kâfirler, mezarlık halkından nasıl ümidi kesmişse, onlar da ahretten öyle ümidi kesmişlerdir.

 

Hamd olsun Mümtehıne sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Mümtehıne sûresini okursa kıyamet günü müminler onun için şefaat ederler.”[437]


 

 

61/108 SAF SÛRESİ

 

Saf sûresi Medine’de nazil olmuştur. 14 ayet, 221 kelime ve 900 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

 

Tefsir:

Resulüllah (sav)’in ashabından bir kaç kişi oturmuş, “Acaba amellerin hangisi Allah yanında daha sevimlidir? Bilsek de onu yapsak” diye konuşuyorlardı, bunun üzerine bu sûre nazil oldu.[438]

1/2- Semavat ve yerdekilerin hepsi (zaten ve aynen) Allah’ı tespih eder. (Yaratılmışlara) mutlak galip ve (her bir tedbiri) hikmet üzere yapan Allah’tır.

2-3/3- Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylersiniz. (Mümin olan dediğini yapar.) şu dediğiniz şeyleri yapmamanız var ya Allah yanında ne büyük bir öfkeye vesile oluyor, (Allah katında bundan daha büyük öfke eden olmaz.).

4/4- Allah, kendi yolunda (yaptı taşlarıı) kenetlenmiş bir bina gibi saf çekip savaşanları sever

 

Tefsir:

Allah (cc), cihad ederken Müslümanların sözlerinde, niyetlerinde, ittifaklarında, cemaatlarında hiç tahribi mümkün olmayan yapı taşları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi olmalarını istiyor.  İttihat ve ittifak İslâm dinini ayakta tutan en ana unsurlardandır. İhtilâf ve tefrika nifak alametidir. Müslümanların arasına ihtilâf düştüğü günden beri, dünyayı hâkimiyetlerine almışken şimdi zelil duruma düşmüşler ve inanmayanların gözünde zararlı bir mahlûk görülmeye başlamışlardır. Halbuki İslâm’ın temeli, güzel ahlâk, hoşgörü ve samimiyet üzerine kurulmuştur. Şimdi bu güzel ahlâkın terk edilmesinde esas sebep Kur’an’dan uzaklaşmaktır.

5/5- Bir zaman Musa, öz kavmine: “Ey benim kavmim! Neden ötürü bana eziyet veriyorsunuz? Halbuki yakînen biliyorsunuz ki, ben Allah’ın (hükümlerini size ulaştıran) bir elçisiyim. (Hakkaniyetimi bildiğiniz halde iş o ki bana itaat edeydiniz. Ama siz bana eziyet ediyor, itaat etmiyorsunuz.).” demişti. (Musa’ya itaat etmeyip) haktan kayınca Allah da onların kalplerini kaydırdı. (Lütuf ve merhametini onlardan çekip dalalette bıraktı.) Allah fasık bir topluluğu (hidayete kabil olmadıklarına göre) hidayete erdirmez.

6/6- (Resulüm!) Yadına getir ki, Meryem oğlu İsa: “Ey İsrail oğulları! Ben size Allah’ın elçisiyim; benden önce gelen Tevrat’ı tasdik edici ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim. (Benim dinim, Allah’ın, bundan önce gelmiş ve bundan sonra gelecek olan peygamber ve kitaplarını tasdik etmektir. Doğru söylediğime Allah bana delil ve burhan vermiştir.).” demişti.  Fakat o, kendilerine açık delil ve burhan getirince: “Bu zahir ve aşikâr bir büyüdür” dediler.

7/7- İslâm’a çağırıldığı halde Allah’a karşı yalan yakıştırandan daha zalim yollu kim  vardır! Allah zalim bir topluluğu hakka hidayet etmez.

8/8- (Kâfirler) ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek, (İslâm çerağını geçirmek) istiyorlar. Lakin kâfirler istemese de Allah öz nurunu tamam edip (izhar edecektir.) [Nitekim izhar etti.]

9/9- O, Resulünü hidayet ve hak din (İslâmiyet) ile gönderdi ki, müşrikler istemese de onu, bütün dinlerin üstüne çıkarsın. [Hakikaten Allah İslâm’ı bütün dinlerin üstüne çıkardı. Lâkin günümüzde Müslümanların zayıf olmaları, geriye gitmelerinin sebebi aralarında çıkan ihtilâftan dolayıdır. Onlar ihtilâfa düşünce Allah da kendi amelleri sebebiyle onlardan rahmetini kesti.]

10/10- Ey iman edenler! Sizi can yakıcı bir azaptan kurtaracak ticaret yolunu size göstereyim mi?

11/11- (O ticaret budur ki:) Allah’a ve Resulüne iman edesiniz, Allah yolunda malınızla öz canınızla cihad edesiniz, (işte azaptan kurtaracak ameller bunlardır.). Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.

12/12- İşte bu takdirde Allah, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi (köşk ve ağaçlarının) altından nehirler akan bir nice cennetlere.. Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte büyük mükâfata erişmek budur.

13/13- (Size ahret nimetlerinden) başka seveceğiniz bir şey daha vardır: Allah’tan yardım ve yakın bir fetih (Mekke’nin fethi). (Resulüm!) Müminleri (bunlarla) müjdele!

14/14- Ey inananlar! Allah’ın yardımcıları olun, (Allah’ın dinine yardım edin.) Nitekim Meryem oğlu İsa da havarilere: “Allah’a (giden yolda, O’nun dinini yüceltme uğuruna) benim yardımcılarım kim olur? demişti. Havariler de: “Allah (yolunun) yardımcıları biziz” dediler. Derken İsrail oğullarından bir taife inandı,  diğer bir taife ise inkâr ettiler. Biz de inananları, düşmanlarına karşı destekledik, onlara galip oldular. (Resulüm! İşte böyle sana inananları, kâfirlere galip edeceğiz.) [Allah vadini yerine getirdi. Müslümanları küre-i arzın çoğuna hakim eyledi. Şimdi Müslümanların geçmiş hallerine bakıp ah u vah etmeleri sezadır.]

 

Hamd olsun Saf sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki, “Her kim Saf sûresini okursa İsa (as) onun için mağfiret diler ve kıyamet günü refiki olur”[439]


 

 

62/110 CUM’A SÛRESİ

 

Cuma sûresi Medine’de nazil olmuştur. 11 ayet, 180 kelime ve 720 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Semavat ve yerdekiler mülkün sahibi (mevcudatı idare eden), her bir ayıp ve noksandan münezzeh ve beri, cümle yaratılmışlara galip olan Allah’ı (zaten ve aynen) tespih ederler, (her bir ayıp ve noksandan O’nu tenzih ederler.)

2-3/3- O Allah’tır ki, (mükemmel kudretiyle okuyup yazmak bilmeyen Muhammed aleyhisselamı,) ümmîlerden seçip, kendilerine ayetlerini okuyan, onları (küfür ve şirkten, her türlü pis amelden) pâk eden, onlara Kitab’ı ve kanun ve hükümleri[440] öğreten bir peygamber gönderdi. Gerçek şu ki bu insanlar (kendilerine peygamber gelmeden) önce zahir ve aşikâr bir sapıklık içindeydiler. (Muhammed aleyhisselam Mekke ehline ve onun zamanında yaşayan insanlara peygamber olarak geldiği gibi) müminlerden henüz kendilerine katılmamış (henüz hayata gelmemiş) bulunan diğer (doğacak) insanlara da (peygamber olarak) gönderilmiştir. Allah (yaratılmışlara) mutlak galiptir, hikmet üzere (ümmî bir şahsı insanlar içinden seçerek nev-i beşere peygamber göndermiştir.).

4/4- Muhammed (aleyhisselam’ın) kıyamete kadar bütün insanlığa peygamber olması Allah’ın lütfudur. Onu (bendelerinden) dilediğine verir. Allah büyük fazıl ve kerem sahibidir.

5/5- (Resulüm!) Kendilerine Tevrat yükletilmiş (öğretilip, manası ile amel etmeleri teklif edilmiş olup) sonra onu yüklenmemiş (içindekiler ile amel etmemiş) olanların durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir. (Sırtındaki ağırlıktan başka onlardan bir şey anlamaz. İşte böyle kimselerle merkep arasında hiçbir fark yoktur.) Allah’ın ayetlerini tekzip eden (onlarla amel etmeyen) misali ne yaman misaldir ki, insan oldukları halde merkebe benzetilmişlerdir. Allah zalim cemaati (bu cümleden olarak Kur’an ile amel etmeyenleri) hak tarafına hidayet etmez. (Lütuf ve merhametini onlardan keser.).

 

Tefsir:

Bu misalin Tevrat ehli yani Yahudiler için verilmesi Kur’an ehlini uyarmak içindir. Yani Allah’ın kitabı ile amel etmeyenlerin misali merkep misalidir. Kur’an ehli bunlar gibi olmamalıdır. Özellikle bu misal alimlere mahsustur. Hangi alim Allah’ın kitabını öğrendikten sonra onunla amel etmezse onun merkepten bir farkı yoktur.

Adlarını alim koyup Kur’an ayetlerini gâh “istishab”, gâh “icma-i menkul” ve “haber-i ahad” ve gâh “isale-i adem ve kıyas” ile tahsis ediyorlar veya takyit ediyorlar. İşte bu ayet böyle kimselerin analarını ağlatacak bir ayettir. Özellikle İslâm alimlerinden bir fırkanın[441] bu mübarek sûrede Cuma’nın farzına delâlet eden ayeti, kesin olmayan haberler ile Cuma’nın kerahetine, yormaları (yani farz saymamaları) çok hayret vericidir.

6/6- (Resulüm!) De ki: Ey Yahudiler! Güman ediyorsunuz ki insanlar değil sadece siz Allah’ın dostlarıymışsınız. (Allah size ahrette azap etmeyecekmiş) Öyleyse ne duruyorsunuz, iddianızda doğru iseniz hadi ölümü temenni edin bakalım!

7/7- (Resulüm!) Ama onlar, önceden edip eylediklerinden dolayı ölümü asla temenni etmezler. Allah zalimleri çok iyi bilir.

8/8- (Resulüm!) De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, kesinkes sizi bulacaktır. (Ondan kurtuluş yoktur.) Sonra, hazırı da gaibi de bilen Allah’a döndürüleceksiniz.  O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.

9/9- [Bu ayet cuma namazının vücubiyeti/farziyeti hakkında nazil olmuştur. Cuma namazı, ahiret sevabından başka din ve millet için büyük faydaları olan bir ibadettir. Bu ayet cuma namazının farz olduğuna hiçbir şart olmaksızın delâlet etmektedir. Ancak cemaat ile kılınma şartı açıktır.] Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, tez Allah’ın anmaya koşun ve alış verişi bırakın (bu an alış-veriş yapmak haramdır.)[442] Eğer (cuma namazının ne derece büyük bir ibadet olduğunu) bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır, ( muhakkak cuma namazını kılar, terk etmezdiniz.).

 

Tefsir:

Cuma gününe cahiliye zamanında “arûbe” denirdi. Bu günün adını ilk defa “cuma” koyan Resulüllah’ın (sav) ecdadından Kâb b. Lüey olmuştur. Resulüllah (sav) Mekke’den Medine’ye hicret ettikleri zaman Medine yakınlarında Kuba’da Beni Amir mahallesinde konakladılar. Ve buraya Kuba Mescid’i yapıldı. Sonra cuma günü oradan hareket edip öylen vakti Beni Salim mahallesine yetiştiler ve orada cuma namazını kıldılar. Bu, cuma ayetinin nüzulundan sonra ilk cuma namazı idi.

Resulüllah’ın (sav) biricik müezzini Bilal vardı. Resulüllah (sav) cuma günü minbere çıktığı zaman o da kapıda ezan okurdu. Minberden indikten sonra da kamet getirirdi. Böylece Ebu Bekir ve Ömer (ra) zamanında da Cuma günü ilk ezan imam minbere oturduğu sırada idi. Ne zaman hilafet nöbeti Osman’a (ra) gelince halk çoğaldı, Medine genişledi, evler mescide uzaklaşmaya başladı, bir müezzin kâfi gelmiyordu. Onun için Osman (ra) bir müezzin daha ekledi. Cuma günü olunca Osman (ra) Zevra’dan evinden namaza çıkınca ilk müezzin birinci ezanı okuyordu. Mescide gidip minbere çıkınca ikinci ezan da o sıra okunurdu. Hz. Osman’ın bu uygulamasına hiç kimse karşı gelmedi. Böylece yaptığı işin caiz olduğu kesinleşti.

Hutbe cuma namazından önce okunur. Hutbede Allah’a hamd u sena ve insanlara nasihat etmek lazımdır. Ayette geçen “zikrullah”tan maksat hutbe ve namazdan ibarettir.

Hz. Osman (ra) hilafete geçince cuma günü halk izdiham oldu. Hutbesine başladı. Elhamdulillah.. dedi ve arkasını getiremedi.  Ondan sonra başladı: “Gerçekten Ebu Bekir de Ömer de bu makamı az ve öz söz konuşan yer saymışlardır. Siz çok konuşan imamdan daha çok, daha fazla iş gören imama muhtaçsınız. Bundan sonra sizlere hutbeler gelir..” dedi  ve hutbeden indi. Bu amel ashab-ı kiramın huzurunda oldu. Hiç kimse ona karşı gelmedi. Bu delildir ki, cuma günü hutbesi böyle az bir kaç kelamdan dahi olabilir.[443]

10/10- Namaz kılınca artık yeryüzüne dağılın (alış-veriş edin) ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ı çokça zikredin (hiçbir zaman zikr-i ilahiden gafil olmayın.) böyle halde elbette necat bulur, (ebedi sevaba nail olursunuz.).

11/11- (Resulüm!) Onlar, bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona giderler ve (seni hutbe okurken)[444] ayakta bırakırlar. (Resulüm!) de ki: Allah’ın yanında bulunan (ecir ve mükâfat), eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. (Rızktan dolayı Resulüllah’ı ayakta bırakıp gidiyorsunuz, rızk verenlerin en yahşisi Allah’tır, lazım geliyor ki, O’ndan rızk isteyesiniz.). Allah, rızk verenlerin en hayırlısıdır.

 

Tefsir:

Medine’de açlık ve pahalılık olmuştu. Resullah (sav) Cuma günü hutbede iken (Dihye b. Halife el-Kelbî eşliğindeki) bir kervan geliverdi. Onun def sesini işitince cemaatın bir çoğu, Hz. Peygamber’i (sav) ayakta bırakarak dışarıya fırlamışlardı. Peygamber’in (as) yanında on iki adamdan başka kimse kalmamıştı. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.[445]

 

Allah’a hamd olsun Cuma sûresini tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim cuma sûresini okursa Allah o kimseye on sevap verir.”[446]


 

 

63/103 MÜNAFİKÛN SÛRESİ

 

Münafikûn sûresi Medine’de nazil olmuştur. 11 ayet, 180 kelime ve 976 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

 

Tefsir:

Beni Müstalik kabilesi Medine’den nice mesafe uzakta ikamet ediyorlardı. Savaş hazırlığı yapıp Resulüllah (as) ile savaşmak için Medine’ye doğru gelmeye niyet ettiler. Bunu duyan Resulüllah (sav) Mühacir, Ensar ve sair Müslümanları toplayıp Medine’den çıkarak Müreyesi’ denilen su üzerinde onlarla karşılaştı. Çarpıştılar,  Allah (cc) Beni Müstalik’i mağlup etti. Onlardan vurulanlar oldu, oğulları, kadınları ve malları ganimet alındı. Beni Müstalik kabilesinin Reisi daha sonra Resulüllah’ın (sav) hanımlarından biri olan Cüveyriye’nin babası Haris b. Ebi Dırar idi. Medine’de münafıkların başı olan Abdullah b. Übeyy de bu savaşta bulunuyordu. O arada müslümanlar kuyudan su çekiyordu. Beni Gıfar’dan Hz. Ömer’in atını çeken ücretli adamı Cehcah b. Said ile Abudullah b. Ubeyy’in yeminli adamı Cüheyneli Sinan su yüzünden tartışıp kavga yapmışlardı. Mühacirlerin fakirlerinden Ci’al adlı biri Cehcah’a yardım edip Sinan’a bir sille vurdu. Abdullah b. Übeyy oradan gelip Ci’al’a dedi ki: “Sen cesaret edip benim kölemi döversin he.” Ci’al de ona dedi ki: “Kim bana mani olabilir?” Abdullah öfkelenip “Biz Muhammed’e yardım ettik, demek ki bize sille vursunlar. Besle köpeği gelsin yesin seni. Medine’ye gidelim görürsünüz. Azizler zelilleri çıkaracaktır.” dedi. Sonra kavmine döndü ve: “Bu nedir böyle? Onlara yardım ettiniz. Velayetinizi onlara bıraktınız. Onları Medine’de barındırdınız. Mallarınızı onlarla taksim ettiniz. Yemin olsun eğer Ci’al gibi kimselere malınızı vermeseydiniz. Onlar burada barınamayıp giderlerdi.” Henüz genç yaşta bir delikanlı olan Zeyd b. Erkam da onların arasında idi. Onun dediklerini duymuştu, gidip Resulüllah’a (sav)  haber verdi. Bu esnada Hz. Peygamber savaşı bitirmişti ve yanında Ömer b. Hattab vardı Resulüllah’a:

Ya Resulallah! İzin ver bu münafığın başını keseyim.

  O takdirde Medine’de çoğu kimsenin kötülük yapmasına meydan verirsin.

Eğer Muhacirlerin onu öldürmesini istemiyorsan, Ensar’dan birine emret onu öldürsün.

Nasıl olur ya Ömer! O zaman insanlar, Muhammed arkadaşlarını öldürüyor demezler mi? Hayır, ancak söyle “ordu yola koyulsun”.

Bu öyle bir saatteydi ki o saatte yola çıkmak Resulüllah’ın (sav) adeti değildi. Verilen emir üzerine halk hareket etti. Abdulah b. Übeyy, Zeyd b. Erkam’ın haber verdiğini duyunca Resulüllah’ın huzuruna vardı, “Billahi bir şey söylemedim.” diye yemin etti ve Zeyd’in yalan söylediğini iddia etti. Abdullah’ın, kavmi içinde önemli bir yeri vardı. Onları büyüğü sayılırdı. Ensar içinde arkadaşlarından orada bulunanlar Abdullah’dan çekinerek ve onu müdafaa ederek, “Ya Resulallah! Çocuk, sözünde zanna kapılmış, Abullah’ın söylediğini belleyememiş, uydurmuş olmalıdır.” dediler. Böylece Zeyd’i kınayıp, Abdullah’ı haklı çıkardılar.. Resullah (sav) tek başına kalıp yürüdüğü sırada Üseyd b. Hudayr yanına geldi, selam verdi, “Ya Resulallah! Adetiniz olmayan bir saatte yola çıktınız, bu saatte hiç çıkmazdınız.” dedi. Resulüllah (sav) ona:

Duymadın mı arkadaşınız ne demiş?

Hangi arkadaş ya Resulallah!

Abdullah b. Übeyy: “Medine’ye dönerse o güçlü zat, zayıfları oradan çıkaracakmış”

O halde ya Resulallah! Dilersen onu çıkarırsın,  vallahi o zayıf, sen üstünsün. Ya Resulallah! Ona darılma, iyilikle muamele et, Allah seni bize gönderdiği zaman, o sırada kavmi ona taç giydirmek için boncuk diziyorlardı, o seni kendisinden hükümdarlığı almış olarak görüyordu.[447]

Abdullah b. Übeyy’in oğlu Abdullah’a, babasının durumu ayan oldu. Bu kimse çok halin bir mümin idi. Resulüllah’ın huzuruna geldi ve “Ya Resulallah! Duydum ki, Abdullah b. Übeyy’i size ulaşan bir sözünden dolayı öldürmek istemişsiniz. Şayet bunu yapacaksan bana emret, ben onun başını sana getireyim. Vallahi bütün Hazreç kabilesi bilir ki, içlerinden babasına benden daha fazla iyilik düşünen ve hürmet eden yoktur. Korkarım ki bunu benden başka birine emredersiniz, o da babamı öldürür, o vakit benim nefsim de babamın katilini halk içinde gezerken görmeye tahammül edemez, tutar vururum. Böylece bir mümini bir kâfire bedel olarak öldürmüş olur ve bu sebeple ateşe giderim.”[448] dedi.  Resullulah (sav), “Hayır biz ona yumuşaklıkla muamele ederiz., beraberimizde bulunduğu müddetçe iyilikle geçiniriz.”[449] buyurdular. Zeyd daima Resulüllah’ın yanında giderdi. Fakat ondan sonra haya edip görünmemeye başladı. Sonra Resulüllah (sav) insanlar ile o gün akşama kadar, gece sabah ve ertesi günün kuşluk  vaktine kadar yürüdüler. Nihayet güneş eziyet vermeye başladı. Orada konaklayıverdiler. Halk yere dokunur dokunmaz uyuya kaldılar. Hz. Peygamber’in (sav) böyle yapması da, hiç kimsenin Abdullah b. Übeyy’in lafı ile uğraşmamaları içindi. Ondan sonra gidip Medine’ye  vardılar. Zeyd evde eğleşip hayasından dışarı çıkmadı. O vakit Mühafikûn suresi nazil oldu. Bu sûre inince Resulüllah, Zeyd b. Erkam’ın kulağını tuttu ve “Allah bunun kulağına vefa verdi.”[450]

1/2- (Resulüm! Zeyd b. Erkam, Abdullah b. Übeyy’in dediği sözü gelip sana haber verince) Münafıklar sana geldiklerinde: Şahitlik ederiz ki sen Allah’ın Peygamber’isin. (Onun için sana böyle söz denemez. Zeyd  yalan söylüyor.). Allah da bilir ki sen elbette, O’nun Peygamberisin. Allah, münafıkların kesinkes yalancı olduklarını bilemektedir, (Zeyd doğru söylüyor.).

2/3- Yeminlerini kalkan yapıp (kendilerini sizden koruyorlar.) Halbuki, (insanları) Allah yolunda (savaşmaktan)[451] men ederler. Gerçekten onların yaptıkları ne  kötüdür.

3/4- Bunun sebebi, onların önce iman edip sonra inkâr etmeleridir. İşte (nifakları yüzünden) kalpleri mühürlenmiştir. Artık onlar hiç anlamazlar.

4-5/5- Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin, (fasih konuştukları için bir haz duyarsın. Onların böyle şirin dilli, hoş sohbet ve bala kamet olmalarına bakma!) onlar sanki giydirilmiş kütükler gibidirler. [Abdullah b. Übeyy, yüce kametli, hoş suretli, fasih dilli biri idi.][452] Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. İşte düşman onlardır. (Hiçbir şeyde onlara itimat etme.) Onlardan sakın. Allah onların belasını versin. Nasıl da (haktan) kaytarıyorlar! [Geçen ayetler nazil olunca Abdullah b. Übeyy’e dediler ki, senin hakkında şiddetli ayetler nazil oldu, Resulüllah’ın huzuruna git senin için istiğfar dilesin. Abdullah “başını salladı”  ve “Bana iman etmemi istediniz, iman ettim. Zekât vermemi emrettiniz, zekât verdim. Artık bir şey kalmadı. Ancak Muhammed’e secde etmediğim kaldı!” dedi. Gelen ayet nazil oldu.][453] (Resulüm!) Onlara: Gelin, Allah’ın Peygamber’i sizin için mağfiret dilesin, denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların, büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün.

6/6- (Resulüm!) Münafıklar için mağfiret dilsen de, dilemesen de birdir, (onların mağfirete itimatları yoktur.). Allah da onları kesinkes bağışlamayacaktır. (Böyle fasıklardan ötürü mağfiret dilemeye lüzum yoktur.). Çünkü Allah fasıklar güruhunu hakka hidayet etmez.

7/7- O münafıklar öyle kimselerdir ki birbirlerine: Allah’ın elçisinin yanında bulunanlar için hiçbir şey infak etmeyin (yiyeceklerden arta kalanı o fakir kimselere vermeyin) ki, dağılıp gitsinler, (bu Medine’de tutunamasınlar)” derler. (Münafıklar, öyle hayal ediyorlar ki, muhacirlerin fakirlerine bir şey vermezlerse açlıktan helâk olacaklarmış...) Halbuki semaların ve yerin hazineleri Allah’ındır. (Eğer Allah, yağmur yağış göndermezse açlıktan ölürler; ) lakin münafıklar bunu anlamazlar. (Şeytan onları kandırdığı için hezeyan konuşuyorlar.).

8/8- (Resulüm!) Münafıklar (Abdullah b. Übeyy ve arkadaşları, Beni Müstalik gazvesinden dönünce) dediler ki: Eğer Medine’ye dönersek mutlaka, aziz olan, zelil olanı oradan çıkaracaktır. (Seni Medine’den nasıl çıkarabilirler?) Halbuki asıl izzet, ancak Allah’ın, Peygamberinin ve müminlerindir. Lakin onlar (bunu) bilmiyorlar, (izzetin kendilerinde olduğunu sanıyorlar.).

 

Tefsir:

Bir kişi İmam Hasan b. Ali’ye (as) dedi ki: “İnsanlar, sende kibir ve gurur oluğunu sanıyorlar, ne dersin?” Buyurdu ki: “Hayır, o yaptığım kibir ve gurur değildir. Belki bu ayette müminlere mahsus olan izzettir/üstünlüktür.” Sonra bu ayeti okudu.[454]

9/9- Ey iman edenler! Mallarınız(la ticaret edip onları artırmak için çalışmak, yine böyle) çocuklarınız(la meşgul olup onların ıslahına çalışmak) sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim (malı ve evladı ile) uğraşır (Allah’ı anmaktan geri kalırsa) işte onlar ziyan edenlerdir. (Çükü baki olan şeyleri fani olana tercih etmişlerdir.).

10/10- (Ey müminler!) Herhangi birinize ölüm gelip: “Ey Rabbim neden benim ölümümü yakın bir süre daha tehire salmadın ki sadaka verip, iyi kişilerden olaydım. (Ruhumu tez aldın onun için infak etme imkânın bulamadım)” demesinden önce, size verdiğimiz rızktan (Allah yolunda) infak ve ihsan edin. [Böyle şahsa Allah ne dese iyi. Gelen ayette cevap vereceği gibi bundan önce de “Size düşünecek kimsenin düşüneceği kadar bir ömür vermedik mi? (Fâtır 35/37) şeklinde geçmişti.]

11/11- (Size dünyada ömür verip ölümü tehire saldım. Hiçbir hayırlı işe atılmadınız.) Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi (ölümünü) ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Ona göre size ceza verecektir.).

 

Hamd olsun bu sûrenin tefsiri de tamam oldu. Bu mübarek sûrede münafıkların akıbetleri ve Resullah gibi bir muhterem Nebinin onlar için mağfiret dilemesinin hiç bir faydası olmayacağı ve onların affedilmelerinin Allah’ın (cc) rızasına bağlı olduğu vurgulanmıştır. Münafıkların başı Abdullah b. Übeyy ölünce, oğlu Abdullah, Resulüllah’a gidip babasının namazını kıldırmasını rica etti. Resulullah (sav) onun bu isteğini kabul etti ve namazını kılmaya başladı. Ömer b. Hattab Resullüllah’ın (sav) ridasından/hırkasından tutup geri çekti ve “Ya Resulallah! Böyle münafıkın namazını kılıyor musun?!”[455] Buyurdular ki: “Ey Ömer! Benim namazımdan ona ne fayda var!” Bu hadis amel etmeden bir şeyler arzulamamızı ve şefaat dilememizi iptal ediyor.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa nifaktan beri olur.”[456] Evet insan elbette, bu sûrede nifakın sonunu görüp, kendini nifak kervanından uzak tutacaktır.


 

 

64/107 TEĞÂBÜN SÛRESİ

 

Teğâbün sûresi Medine’de nazil olmuştur. 18 ayet, 241 kelime ve 1070 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Semvatta ve yerde olan her bir şey (zaten ve aynen) Allah’ı tespih ederler. Mülk O’nundur. Hamd de O’na aittir. O, her şeye kadirdir.

2/3- O Allah’tır ki, (mükemmel kudretiyle, sizi üstün kılıp, vücut nimetini vererek hiç yoktan) sizi yarattı. (Buna göre lazım gelirdi ki, hakkı gören bir göz ile bu nimete dikkat edip şükrederek iman ehlinden olaydınız.) Lakin (buna kadir olduğunuz halde dikkat etmeyip iki fırka oldunuz:) kiminiz kâfir, kiminiz mümin. Allah yapmakta olduklarınızı (öz ihtiyarınızla seçtiğiniz küfrü ve imanı) görendir. (Ona göre muamele edecektir.).

3/4- Allah semavat ve yeri (nev-i beşer için) ciddi bir maksat ve hikmetle yarattı. Siz nev-i beşeri şekillendirdi ve şekillerinizi (diğer yaratıklar arasında) güzel yaptı. Dönüş ancak O’ndır.

4-5/5- Semalarda ve yerde olanları bilir. Gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı da bilir. Allah sinelerdeki sırları da iyi bilir. (Küll ve cüz olmak üzere her şey Allah’ın ilmindedir. O’na hiçbir şey gizli kalmaz. Her şeyin hakikatini bilen böyle bir Rabbe karşı isyan etmeye cesaret edilmez.). Acaba daha önce inkâr edenlerin haberi size ulaşmadı mı? İşte onlar (dünyada) yaptıklarının cezasını tattılar. Onlar için (ahrette de) can yakıcı bir azap vardır.

6/6- Bunun sebebi, onlara peygamberleri zahir ve aşikâr deliller getirmişler (ve onları hakka davet etmişlerdi.), fakat onlar: “(Bizim gibi) bir beşer mi bizi doğru yola götürecekmiş?” dediler, inkâr ettiler ve yüz çevirdiler. Allah da muhtaç olmadığını gösterdi, (onların ne iman ve itaatlerine, ne de kendilerine asla ihtiyacı bulunmadığını anlattı. Hepsini helâk edip arkalarını kesti.) Allah (insanlara) muhtaç değildir. (Her bir fiili) beğenilmiştir.

7/7- (Resulüm!) inkâr edenler öyle güman ediyorlar ki, bir daha diriltilmeyeceklermiş. De ki: “Hayır! Rabbime yemin olsun ki mutlaka diriltileceksiniz, (bir araya geldikten) sonra (dünyada) edip eyledikleriniz size haber verilecektir. Bu Allah’a çok kolaydır. (O’na hiç kimse mani olamaz.).

8/8- Onun için Allah’a, Peygamberine ve indirdiğimiz o nura (Kur’an’a) iman edin. Allah yapmakta olduğunuz her bir şeyden haberdardır.

9/9- Mahşer vaktinde (hesap vermek için) sizi toplayacağı gün,  işe (eşkıyaların) aldanma günüdür. (Artık her hayırdan umutları kesilir. Azaba gireceklerini kesinkes anlarlar.). Kim Allah’a inanır da salih amel işlerse, Allah onun kötülüklerini örter, onu içinde ebedi kalacakları (köşk ve ağaçlarının) altından nehirler akan bir nice cennetler koyar. Büyük ecir ve sevaba yetişmek işte budur.

10/10- Kâfir olup ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Ne yaman gidilecek yeridir cehennem!

11/11- (İnsana) bir musibet isabet etmez ki Allah’ın izni (ve takdiri) ile olmasın. Her kim de iman ederse Allah onun kalbine hidayet verir (yardım eder, doğruyu düşündürür. O kimse de anlar ki, bu başıma gelen musibet ettiğim bir hatadan dolayıdır ve Allah’ın takdiridir. Allah’ın izni olmayınca hiç kimsenin istemesiyle, çalışmasıyla kimseye bir musibet erişmez.)[457] Allah her bir şeye alimdir.

12/12- Allah’a itaat edin, Peygamberine itaat edin. Yüz çevirirseniz haberiniz olsun ki, elçimize düşen (her bir hükmü) aşikâr ve zahir bir şekilde tebliğ etmektir. (Geriye kalanı Allah  havale etmektir.).

13/13- Allah’tan başka  hak ve ibadete layık bir mabut yoktur. Müminler (her bir işlerinde) başka değil sadece Allah’a tevekkül etsinler.

14/14- Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. (Kadın ve çocuklarınızdan oluşan ailelerinizin tamamı değilse de içlerinden bazıları; bazı kadın, bazı çocuk veya bazı kadınla çocuklardan teşekkül eden bir takımı, size bilerek veya bilmeyerek bir  nevi düşmandır.) O halde düşmanlardan sakının, (onlara dikkat edip mahzurlarından korunun.) Lakin (onların size bir kötülük yapmaları durumunda) affeder, kusurlarını başlarına kalkmaz, kusurlarını örterseniz, bilin ki, Allah (size de) rahmeyleyip bağışlayandır.

15/15- Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır, (bir mihnettir. Onların yüzünden günaha girmeyenler için) büyük mükâfat ise Allah’ın yanındadır.

16/16- O halde takatınızıın getire bildiği kadar Allah’a karşı gelmekten sakının ve O’na karşı saygılı olun. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak infak ve insanda bulunun. Kim nefsinin cimriliğinden sakınıp (malından din kardeşlerinin ihtiyacı için sarf ederse) işte onlar kurtuluşa erenlerdir.

17/17- Eğer Allah’a (rızası uğruna) güzel bir borç verirseniz, Allah (hayırlı amele) çok mükâfat verendir, (günahlara ceza vermekte de) aceleci değildir.

18/18- Allah hazır ve gaibe alimdir. (Yaratılmışlara) mutlak galip ve (her  işini) hikmet üzere idare edendir.

 

Hamd olsun Teğâbün sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa, ani ölümlerden emanda olur.”[458]


 

 

65/100 TALÂK SÛRESİ

 

Talâk sûresi Medine’de nazil olmuştur. 12 ayet, 249 kelime ve 1060 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- [Resulüllah (sav) ümmetinin reisi ve önderi olup her işte onun görüşüne müracaat edilmesi ve ondan izinsiz hiçbir  şeye teşebbüs edilmemesine göre bu sûrede o Hazrete nida edilmiştir. Lakin bu nida hususî olmasına rağmen hüküm umumîdir. Bütün ümmeti kapsamaktadır.] Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınızda, onları iddetlerini gözeterek boşayın ve iddeti sayın (üç temizlik müddetine tamam edin.) Rabbiniz Allah’tan sakının. Apaçık şeriate muhalif bir iş tutmaları bir yana, onları (iddet beklerlerken sakin oldukları) evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. (Bu evler, onlar kesinkes boşanıncaya kadar onların meskenleridir.) Bu zikredilen hükümler Allah’ın hükümleridirler. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendi nefsine zulmetmiş (ve azaba salmış) olur. (Resulüm! Sen boşamadan sonra ne durum ortaya çıkacağını) bilemezsin, olur ki, Allah, bir durum ortaya çıkarır (kalbini çevirir, eşlerin kalplerine tekrar bir muhabbettir giriverir. Ettiklerine pişman olur geri dönerler.).

 

Tefsir:

Kadınların hayızdan temizlik anlarında talâk verilmesi uygun bir devredir. Hayız gören kadının iddeti üç temizlik geçirmesi ile tamam olur. Bunun için Bakara sûresinde “kurû” lafzında murad “temizlik” anıdır. Gerçi Zemahşerî ve ondan başkaları İmam Ebu Hanife mezhebine göre “kurû” lafzını “hayz” haline hamletmişlerse[459] de doğru olan “temizlik” haline hamletmektir.

Ayrıca ricî talâkta/boşamada, iddet süresinden kadının nafakasını vermek erkeğe mahsustur. Diğer türlü boşamalarda bu şart yoktur.[460]

2-3/3- İddet müddetlerini doldurdukları zaman onları ya meşru ölçüler içerisinde (nikâhınız altında) tutun veya onlardan meşru ölçülere göre ayrılın. İçinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahit tutun. (Şahitler siz de) şahitliği Allah için yapın (sakın gizlemeyin.) işte bu, Allah’a ve ahret gününe inananlara verilen öğüttür. Her kim Allah’a karşı saygılı olur (kadını meşru ölçüler içinde boşar, iddeti esnasında onu evden çıkarmaya zorlamazsa) Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve hiç ummadığı yerden rızk verir. Kim Allah’a tevfiz-i umur ederse O, ona yeter. (Hiçbir kimsenin yardımına artık ihtiyaç duymaz.). Her halde Allah emrini yerine getirir, (muradını muhakkak yapar, hiçbir şey O’nun kudretinin dışına çıkamaz.). Hakikat Allah her şey için bir muayyen vakit tayin etmiştir. (Vakti gelince olur. Bunun için kul, her şeyde Allah’a tevekkül edip ona dayanması lazımdır.).

4/4- Kadınlarınız içinden âdetten kesilmiş olanlarla, âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların (boşandıkları takdirde iddet müddetleri) üç aydır. Gebe olanların bekleme süresi ise, doğum yapmaları ile sona erer. Kim Allah’a karşı saygılı olursa Allah ondan ötürü (dünya ve ahret)[461] emrini âsan/kolay eder, (cümle müşküllerini çözer.).

5/5- İşte bu (talâk ve iddet konusunda zikredilenler), Allah’ın size indirdiği hükmüdür. Kim Allah’a (karşı gelmekten) sakınır, O’na karşı saygılı olursa, Allah onun  kötülüklerini (küçük günahlarını) örter ve onun mükâfatını artırır.

 

Tefsir:

Bu iddet müddetleri, eşler temas kurduktan sonra verilen hükümlerdir. Şayet eşler temas kurmadan ayrılırlarsa, ya da ayise (hayızdan kesilmiş bir kadın) ise bunlar için iddet beklemek lâzım değildir. Fakat eşi ölen kadın, ister temas kurulsun ister kurulmasın, ister temas kurulmayacak kadar küçük olsun ister hayızdan kesilmiş olsun, her halde eşi öldükten sonra dört ay on gün iddet beklemesi gerekir. Nitekim Bakara suresi 234 üncü ayette anlatılmıştı.

6-7/6- (Boşadığınız kadınları iddetleri içerisinde) gücünüz ölçüsünde oturduğunuz yerin bir bölümünde ikamet ettirin, onları sıkıştırıp (evden çıkarmaya mecbur etmek için) kendilerine zarar verme fikrinde olmayın. Eğer (bu mutallaka/boşanmış kadınlar) hamile iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını verin. Sizin için çocuğu emzirirlerse onlara ücretlerini verin (çocuklarınızı karşılıksız emzirmek zorunda değildirler.) ve aranızda uygun bir şekilde anlaşın. [Mesela: Koca, eşine der ki: “Gerçi ben seni boşadım ama,  bu çocuk benim evlâdım olduğu gibi senin de evlâdındır. Böylece kadın bunu kabul etsin. Kadın da eşine, “Ben bunun annesiyim ama, artık senden boşandım. Beni de bir süt anne olarak kabul et ve bu çocuğu emzirmem için bana bir miktar öde” desin. Ve böylece iki taraf anlaşsın.] Eğer anlaşmazsanız çocuğu bir başkası emzirecektir. [Fakat anneler, anlaşmaya yanaşıp az bir ücret dahi olsa durumunu düşünerek çocuklarını emzirmeleri gerekir. Eğer çocuğunun durumu düşünmezse bir başka dadı onu emzirecektir. Fakat ana odur ki,  kendi çocuğunu emzirip başka dadıya muhtaç etmez. Annelerin çocuklarını terk edip başka bir dadıya bırakmalarından ötürü Alla onları bu ayette zımnen zemmediyor.] (Bu boşanmış kadınlara) imkânı geniş olan, nafakayı imkânlarına göre versin; durumu müsait olmayan da Allah’ın kendisine verdiği kadarından nafaka ödesin. (Çocuklarından ötürü eşlerine nafaka vermek konusunda) Allah hiç kimseyi verdiği imkândan fazlası ile yükümlü kılmaz. (Fakirle sabredip ümit var olsunlar.) Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık kapısını onların yüzüne açar.

8/7- (Resulüm!) Rabbinin ve O’nun elçilerinin emrinden uzaklaşıp azmış nice çok memleketler vardır ki, Biz onları (ahalisini) çetin bir hesaba çekmiş ve onları çok müteneffir/tiksinilen azaba çarptırmışızdır.

9/8- Böylece isyankâr nefisler de yaptıklarının vebalini tatmışlar ve işlerinin sonu (ahrette de) tam bir hüsran oldu.

10-11/9-10-11- Allan onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. Ey akıl sahipleri! Allah’a (karşı gelmekten) sakının ve O’na çok saygılı olun. (Ki size azap etmesin.). Akıl sahipleri Allah’a inanan kimselerdir. Hakikaten Allah size (rahmetini kuşatıp) Kur’an[462] ve Peygamber gönderdi. O Peygamber, iman edip salih amel işleyenleri, (cehalet) karanlıklarından (iman ve ilim) nuruna çıkarmak için size Allah’ın aşikâr ve zahir ayetlerini tilavet ediyor. Her kim Allah’a inanır ve salih amel işlerse Allah onu, (köşk ve ağaçlarının altından) nehirler akan, içinde ebedi kalacakları bir nice cennetlere dahil eder. Hakikaten böyle kimse için Allah güzel rızklar vermeye karar vermiştir.

12/12- Allah’tır ki (o mükemmel kudretiyle) yedi kat semayı ve yerde de bir o kadarını yarattı. (Allah’ın) emir ve iradesi bu ikisi arasında cari olur (hiçbir şey O’nun kudret ve iradesinin dışına çıkamaz.). Ki,  böylece Allah’ın her şeye kadir olduğunu ve her şeyi ilmi ile kuşattığını bilesiniz.

 

Hamd olsun  Talâk sûresinin tefsiri de tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki, “Kim bu sûreyi kıraat ederse vefat ederken benim sünnetim üzerine vefat etmiş oldur.”[463]


 

 

66/106 TAHRÎM SÛRESİ

 

Tahrîm sûresi Medin’de nazil olmuştur. 12 ayet, 247 kelime ve 1060 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

 

Tefsir:

Müfessirler bu sûrenin nüzul sebebini şöyle anlatmışlardır: Resulüllah (sav) hanımlarının arasında taksim yapıp asûde vakitlerinde her gün birini menziline teşrif ederlerdi. Bir gün sıra Hz. Hafsa’nın idi. İzin alıp babasının yanına gitti. O gün Resulüllah (sav) Mısır Mukavkıs’ının Resulüllah’a göndermiş olduğu Mariye’nin yanına teşrif ettiler. Hafsa (rha) bundan haberdar oldu. Öfkesinden ağladı. Resulüllah’a:

Neden benim sıramda Mariye’nin yanına gittin?

Mariye benim cariyem değil midir?

Evet öyledir.

Sen bu konuyu kapat. Ben bir daha onunla görüşmeyeceğime yemin edeyim.

Resulüllah (sav) ant içti. Sonra Hafsa’nın çok sevinmesinden ötürü buyurdular ki:

Sana güzel bir haber vereyim mi? “Benden sonra senin atan Ömer ve Ebu Bekir bu ümmete halife olacakladır. Ama bunu bir sır olarak sakla. Sakın kimseye söyleme.”[464] Hafsa (rha) buna çok sevindi. Kendi odasına geçti ve Aişe ile kendi odası arasındaki duvarı tıklattı. Aişe (rha) hemen geldi. Aişe ile Hafsa birbiri ile konuştular ve Hafsa, Resulüllah’ın (sav) Mariye’den imtina ettiğini söyledi. Daha sonra Hafsa, Ebu Bekir ile Ömer’in Resulüllah (sav)’den sonra halife olacakları haberini Aişe’ye uçurdu. Allah (cc), Resulüllah’ın Hafsa’ya söylediği sırrı ifşa ettiğini haber verdi. Bunun üzerine Resulüllah (sav) hanımlarına îlâ yaptı. (Onlardan uzak durmaya yemin etti.). Onlara bir ay yaklaşmayacaktı. Onlardan ayrılıp başka bir odaya geçti. Yirmi dokuz gün sonra hanımlarının menziline gelip Aişe’nin odasına girdi. İşte bu sırada, hanımlarını boşamak ile nikâhında tutmak arasında onlara teklif yapmıştı.  Bu konu Ahzap sûresinde geçmişti. Bu sure, Resulüllah’ın (sav) Mariye’den[465] yüz çevirmesi konusunda indi.[466]

1/2- Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah’ın sana helal kıldığı şeyi (Mariye’yi)[467] niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.

2/3- Allah, (kefaret vermek şartı ile) yeminlerinizi bozmanızı size meşru kılmıştır. Allah (her bir emrinizde) en önce tasarruf sahibidir. (Her bir maslahatınızı) bilir ve hikmet üzere (kimi şeyleri emreder, kimini de yasaklar.).

3/4- Peygamber, eşlerinden birine (Hafsa’ya) gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber’e açıklayınca, Peygamber, (Mariye’yi haram kılma gibi)[468] bir kısmını bildirmiş, (hilâfet meselesi gibi)[469] bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona (Hafsa’ya) haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Peygamber: “(Her bir emri) bilen ve haberdar olan Allah haber verdi.” dedi.

4/5- (Ey Aişe ve Hafsa!) Eğer (Resulüllah’a verdiğiniz eziyetten dolayı) ikiniz de Allah’a tevbe ederseniz, (Allah tevbenizi kabul eder.) hakikaten kalplerinizde (tövbeyi gerektiren bir kusur) bir kayma oldu. Eğer Peygamber’e karşı her iki taraf da (Resulüllah’a eziyet etme hususunda) birbirinize arka çıkacak olursanız (onun yardımcısı hazırdır;) haberiniz olsun ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve müminlerin salihleridir. Onun arkasından bütün melekler de (ona) yardımcıdır.

 

Tefsir:

Ayette Resulüllah’ın hanımlarından itap edilen iki kadının, kim olduğunu öğrenmek için Ömer b. Hattab’a (ra) bunu sormak isteyenlerin en meraklısı bendim. Hz. Ömer (ra) halife olduğu dönemdi. Hacca giderken ben de yanındaydım. Yol esnasında Ömer, def-i hacet için bir kenara ayrıldı. Bende onun için su hazırladım. Hemen gelince abdest alması için eline su döktüm. Bu esnada fırsat bulup ona:

Ey müminlerin emiri! Allah’ın (cc) ayette Resulüllah’ın hanımlarından tevbe etmelerini istediği o iki kadın kimdi? (Hz. Ömer, bu sorudan pek hoşlanmamdı.) ve:

Çok hayret sana Ey Abbas! O iki kadın Hafsa ve Aişe’dir. (Sonra Ömer hadiseyi İbn Abbas’a ayrıntılarıyla anlattı. Ömer, İbn Abbas’ı çok severdi. Ona “Hibru’l-umme/bu ümmetin alimi” diyordu.):

Biz Kureyş cemaati Mekke’de iken kadınları elimizin altında tutardık. Onları kıskıya koymuştuk. Onlara galiptik.. Hicret edip Medine’ye gelince baktık ki onların hanımları erkeklerin galip olmuş. Bizim hanımlarımız da onlardan öğrendiler. e benim evim Medine’nin kenarında Beni Ümeyye kabilesinin arasında idi. Bir gün hanımıma öfkelenince o da bana karşılık verdi. Buna çok kafam bozuldu. Hanımım bana dedi ki: “Sana karşılık verdiğim için bana kızıyor musun? Vallahi Resulüllah’ın hanımları da ona söz çeviriyorlar. Bazısı bir gün akşama kadar onunla konuşmuyor.” Ben bu sözü eşimden duyunca çok öfkelendim ve kızım Hafsa’nın yanına gittim. Ona:

Siz Resulüllah’a söz çeviriyor musunuz?

Evet.

Kızım, Resulüllah’ın öfkelendiği bir kadın Allah’ın gazabından emanda mıdır? Her kim Resulüllah’a böyle bir iş yaparsa dünya ve ahret öz nefsine zulmedenlerden olur. Hangi kadın böyle yaparsa helâk olur. Kızım sen Resulüllah’a söz çevirme. Ondan hiçbir şey isteme. Ne ihtiyacın varsa benden iste. Aişe güzel, onun güzel olması ve Resulüllah’ın (sav) onu çok sevmesi seni kıskandırmasın. Ona göre Resulüllah’a davran.

Ömer diyor ki:

Ensardan bir komşum vardı. Evimiz Resulüllah’a uzak olduğu için bir gün ben bir gün o, nöbet ile Resulüllah’ın (sav) yanında bulunup vahiy ve vahiyden başka gelişmeleri birbirimize aktarırdık. O arada Medine’de, Şam’da ikamet eden Gassanîlerin ordu toplayıp üzerimize geleceği haberi yayılmışı. Bir gün komşum nöbette iken meydana gelen gelişmeleri bana haber vermek için kapımı çaldı. Ben kapıya çıktım bana:

Bir büyük hadise oldu.

Ne oldu? Gassanîler mi üzerimize geliyor?

Hayır! Ondan daha büyük bir hadise oldu. Resulüllah (sav) hanımlarını boşadı.

Ben bu sözü duyar duymaz, dedim ki: “Hafsa ziyan etti.” Sabah namazını kılıp Hafsa’nın odasına girdim. Baktım ki ağlıyor. Ona:

Yoksa Resulüllah (sav) sizi boşadı mı?

Bilmiyorum. Sadece bizden uzaklaştı. Kendisi şu odada duruyor.

Ömer (ra) diyor ki: Resulüllah’ın  bulunduğu tarafa doğru gittim. Dedim ki, benim için Resulüllah’tan izin alın. Orada bulunan bekçi içeri girip çıktı ve bana: “Resulüllah’tan izin istedim. Fakat hiçbir şey söylemedi” dedi. Oradan gelip mescide girdim baktım ki, bir kısım insanlar ağlıyorlar. Biraz durduktan sonra tekrar Resulüllah’ın kapısına geldim. Dedim ki, benim için izin al. Bekçi içeri girip çıktı ve : “İzin istedim. Fakat Resulüllah bir şey demedi.” Sonra tekrar mescide gelip biraz durdum. Bir türlü oturamıyordum. Tekrar bekçinin yanına geldim. Dedim ki, benim için izin al. Bekçi içeri girip çıktı ve: “İzin istedim. Fakat Resulüllah bir şey demedi.” Tekrar döndüm. Giderken o bekçi arkamdan, Resulüllah’ın bana izin verdiğini söyledi. Hemen içeri girdim ve Resulüllah’a selam verdim. Baktım ki o Hazret bir hasıra yaslanmış duruyor. Ona dedim ki:

Ya Resulülallah, hanımlarını boşadın mı?

(Başını yukarı kaldırdı ) “Hayır.”

Allahu ekber! Ya Resulallah! Biz Kureyş, Mekke’de iken hanımlara galip idik. Buraya geldik gördük ki, Medine ehli hanımlarına mağlûp olmuş. Bizim hanımlar da onlardan ders aldı aynı şeyi bize yapıyorlar.

Hanımım ile aramızda geçen hadiseyi Resulüllah’a anlattım ve Resulüllah, tebessüm buyurdular. Yine Resulüllah’a (sav): “Hafsa’ya dedim ki, Aişe’nin güzel olması ve Resulüllah’ın onu sevmesi, seni kıskandırmasın.” dedim.. Bu kez tekrar Resulüllah (sav) tebessüm ettiler. “Biraz yanında durayım mı?” dedim, izin verdiler kaldım. Evin etrafına bakındım. Hiçbir şey yoktu. Dedim “Ey Allah’ın Resulü! Allah’a niyaz et. Senin ümmetini genişletsin. Fars ve Rum’u fethetsin. Halbuki onlar Allah’a ibadet etmiyorlar.” Resusullah (sav) buyurdular ki: “Ey Hattab oğlu! Senin bundan şüphen mi var? Dedim, “Ya Resulallah! Benim için Allah’tan mağfiret dile!”

Ömer diyor ki: Resulüllah (sav) bir ay hanımlarına yaklaşmamak için yemin etmişti. Yirmi dokuz gün tamam oldu. Hanımlarının yanına geldi. Dedim ki: “Ya Resulallah! Sen bir ay için yemin etmiştin. Şu an, ay yirmi dokuz.” Buyurdular ki: “Bir ay, bazen yirmi dokuz, bazen de otuz çeker.”[470]

5-6/6- (Ey Peygamberin hanımları!) Eğer Peygamber sizi boşarsa Rabbi ona, sizin yerinize sizden daha iyi hanımlar nasip ve kısmet eder. (Onların vasıfları şöyledir:) Tevazu ile Allah’a itaat ederler, itaatları süreklidir (bir an  bile Allah’a itaat etmekten çıkmazlar.),  (her işlerinde Allah’a) yönelirler, çok ibadet ederler, oruç tartarlar, (bu sıfatlarda) dul ve bekâr kadınları (Allah, peygamberine vermeye kadirdir. Onun için kadın kıtlığı yoktur.  Peygambere itaat edin.) Ey iman edenler!  Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, (bu işte görevli) acımasız, güçlü, Allah’a emrettiği şeylerde isyan bilemez ve erolulundukları şeyleri aynen yerine getiren melekler vardır.

7/7- (Resulüm! Kıyamet günü kâfirler cehenneme dolduruldukları zaman bizim tarafımızdan onlara denilir ki:) Ey inkâr edenler. Bugünkü günde hiçbir mazeret beyan etmeyin. Siz ancak işlediklerinizin cezasını çekeceksiniz. (Böyle iken daha ne özür beyan edeceksiniz!).

8/8- Ey iman edenler! (Günahlarınızı terk etmek için nefsinize nasihatte bulunun, ettiğiniz kötülüklere pişman olun,) Allah’a tevbe-i nasuh ile teveccüh edin.. (Bu tevbe) sebebiyle Rabbiniz yakînen sizin günahlarınıza (ceza vermekten) vazgeçip, (köşk ve ağaçlarının) altından nehirler akan bir nice bağlara sizi dahil eder. Allah o günkü günde Peygamberi ve Onunla birlikte iman edenleri zelil etmez; onları, önlerinden ve sağlarından (amellerinin) nûrları aydınlatıp (o halet ile sıratı)[471] geçerler. (Onlar Allah’a dua edip şöyle) derler: “Ey bizim Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamam eyle, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin.”

9/9- Ey peygamber! Kafirlerle ve münafıklara karşı cihat et, onlara karşı sert davran. Onların menzilleri cehennemdir. Ne yaman gidilecek yeridir cehennem!

10/10- (Resulüm!) Allah, kâfirlerin, (peygamber ya da müminlere nesep ya da başka bir cihetten yakın olmalarının hiç bir fayda vermeyeceğine), Nuh’un karısı ile Lût’un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikâhları altında iken onlara, (sırlarını kâfirlere aktarmak suretiyle)[472] hıyanet ettiler de kocaları Allah’tan gelen (bela ve azap gibi) hiçbir şeyi onlardan savamadı. (Kıyamet günü onlara): “Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!” denilir.

11/11- Allah, inananlar için de, (kâfirlere nesep ya da başka bir cihetle yakın olmaları bir zarar vermediğine) Firavun’un karısını misal verdi. Firavun’un hanımı (dua edip:) “Ey benim Rabbim! Benden ötürü cennette bir ev bina eyle! Beni Firavun’dan ve onun (habis nefsinden ve kötü)[473] işinden koru ve beni zalimler güruhundan kurtar!” demişti.

12/12- İffetini korumuş olan, İmran kızı Meryem’i de (Allah müminlerden ötürü misal verdi.). Biz, ona ruhumuzdan üfledik (bu suretle ona, İsa gibi bir oğul verdik. O da) Rabbinin hükümlerini[474] ve kitaplarını tasdik etti. O sürekli ibadet edenlerdendi. [Bu misallerden anlaşılan o ki, iyilik, soyluluk ve insanlık kişinin kendine münhasırdır. Atanın ananın iyiliği ya da kötülüğü kimseye fayda ya da zarar yönü ile etki etmez.]

 

Allah’a hamd olsun. Tahrîm sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav)  buyurdular ki: “Erkeklerden pek çokları kemâle ermiştir. Kadınlardan ise İmran’ın kızı Meryem, Firavun’nun karısı Asiye, Huveylid’in kızı Hatice ve Muhammed’in kızı Fatıma’dan başka kimse kemâle ermemiştir.”[475]

Resulüllah (sav): “Kim bu sûreyi okursa Allah o kimseye samimî bir tevbe nasip eder.”[476]


 

 

67/77 MÜLK SÛRESİ

 

Mülk sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 30 ayet, 330 kelime ve 1313 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Bir zat ki, yaratılmışların her bir emri onun kudret elinde ola, öyle zat, hayır ve bereketi bol, yaratılmışların vasıflarından yücedir. O her şeye kadirdir.

2/3- O Allah ki, (mükemmel kudretiyle) hanginizin daha güzel amel işleyeceğini (sizden ötürü) imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O (yaratılmışlara) mutlak galip ve (tövbe edenleri) bağışlayandır.

3/4- O Allah öyle zattır ki, (o eşsiz kudretiyle) birbiriyle uyum içinde yedi semayı yarattı. (Resulüm!) Rahman olan Allah’ın yaratışında birbirine münasip olmayan hiçbir şey göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir kusur (bir darmadağınıklık) görebiliyor musun?

4/5- Sonra gözünü, defâatla tekrar be tekrar çevir bak; göz ( aradığı ayıbı bulamadan) aciz ve yorgun bir halde sana dönecektir.

5/6- Celâlim hakkı için Biz, (dünyaya) en yakın olan semayı kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara döne döne yanan alevli ateş azabını hazırladık.

6/7- Rablerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır.  Ne yaman gidilecek yerdir cehennem!

7-8/8- Oraya atıldıkları zaman cehennem fokur fokur kaynarken onun uğultusunu işitirler. Neredeyse cehennem gayzından çatlayayazacak! Her ne zaman oraya bir bölük atılınca, cehennemin bekçileri onlara: “Size, (bu azap ile) korkutucu bir peygamber gelmemiş miydi?” diye sorarlar.

9/9- Onlar şöyle cevap verdiler: Evet, hakikat şu ki, bize, (bu cehennem azabı ile) korkutan bir peygamber gelmişti; fakat biz (onu) tekzip etmiş ve: “Allah’ın bir şey gönderdiği yok; siz başka değil sadece büyük bir şaşkınlık içindesiniz!” demiştik. [Melekler, onlara: “Acaba siz peygamberlerin ne dediğini anlamadınız mı?” derler. Bunun üzerine gelen ayet onların cevabını veriyor:]

10/10- Dediler ki: “Eğer biz sözlerini işitip anlasaydık cehennem ehli arasında olmazdık.”

11/11- (Resulüm!) İşte kâfirler böylece günahlarını itiraf ederler. Allah’ın rahmetinden uzak olsunlar, cehennemin yoldaşları!

12/12- Allah’tan daha görmedikleri halde korkup (ibadet ve itaat edenlere) gelince, onları için muhakkak bir mağfiret ve bir büyük mükâfat vardır.

13/13- [Bu ayet bütün isyankârlara hitap etmektedir.] Sözünüzü ister gizleyin ister açığa vurun;  haberiniz olsun ki, Allah sinelerdeki sırlara alimdir.

14/14- Acaba (, zahire de batına da ilmi yetişen, eşyayı) yaratan Allah bilmez mi? O en ince şeyleri bilir ve her şeyden haberdardır.

15/15- O Allah’tır ki, (mükemmel kudretiyle) yeryüzünü size (uysal bir hayvan gibi) boyun eğdirdi. Şu halde yerin omuzlarında dolaşın ve Allah’ın rızkından yeyin. Hepinizin dönüşü Allah’a olup (faydalandığınız nimetler karşısında şükür edip etmediğinizden sorguya çekileceksiniz.).

16/16- (Ey insan topluluğu!) Yüce mertebede olan Allah’ın[477] sizi yere geçirmesinden emin misiniz? O vakit bir de bakarsınız ki o altınızdaki yer bir çalkalanıyordur.

17/17- Yine yüce mertebede olan Allah’ın üzerinize taş yağdıran (bir fırtına) göndermeyeceğinden emin misiniz? İşte bu tehdidimin ne demek olduğunu yakında bileceksiniz.

18/18- (Resulüm!) İşin aslı şu ki, seni tekzip eden bu müşriklerden öncekiler de (onlara gönderilen peygamberleri) yalanlamışlardı; ama Benim karşılık olarak  verdiğim azap nasıl olmuştu; (işte böyle seni tekzip eden müşriklerin de akıbeti aynı olacaktır.).

19/19- Acaba üstlerinde kanatlarını çırparak uçan kuşlara bakıp (Bizim kudretimize) anlayamıyorlar mı? Onları (havada) Rahman (olan Allah’tan) başkası tutmuyor. Allah her bir şeyi (onların her harika hallerini tedbir etmeyi bilir ve) onların hakikatini görür.

20/20- (Ey müşrikler!) Rahman (olan Allah’a) karşı şu size yadımda bulunacak ordunuz hani kimdir? Belki siz kâfirler bir aldanıştır içine batmış gidiyorsunuz. (Azaptan kurtulacağınızı sanıyorsunuz.).

21/21-  (Ey müşrikler!) Allah size verdiği rızkı kesiverse, size rızık verebilecek kimdir? (Heyhat, size rızık verecek kimse çıkmaz.). (Resulüm!) Belki müşrikler (haktan nefret ederek) isyan ve dikbaşlılık içinde bir ısrardır tutturmuş gidiyorlar.

22/22- Şimdi (taşlık yolda düşe kalka) yüz üstü yürüyen mi (varılacak) yere daha iyi erişir, yoksa (sağ selamet, işlek, bilinen) dosdoğru yolda düzgün yürüyen mi? (Basiret sahibi alim biri ile, münebbihi kapalı şuursuz kimse bir olmaz.)

23/23- (Resulüm! İnsanlara) de ki: Sizi yoktan  vücuda getiren, sizden ötürü işitecek kulak, görecek gözler ve idrak edecek kalpler veren Allah’tır. Lâkin siz (bu nimetlere karşı Allah’a) az vakit olur ki, şükredersiniz. [Şükretmek, Allah’ın verdiği nimetleri yerli yerince kullanmaktan ibarettir. İnsan oğlu bu konuyu ara sıra ele aldığı için “az vakit şükredersiniz” denmiştir.].

24/24- De ki: Sizi (o mükemmel kudretiyle, zerre zerre) yaratıp, (yer yüzüne şuraya buraya, şu ülkeye, şu cemiyete) dağıtan Allah’tır. Sonunda hepiniz O’nun huzurunda toplanacaksınız; (sizi ilk defa yaratmaya kadir olduğu gibi, öldükten sonra yeniden yaratmaya da kadirdir.).

25/25- (Resulüm! Hakikat böyle iken, bu müşrikler seninle istihza ederek) diyorlar: “Eğer doğru sözlü iseniz (söyleyin), bu tehdit hani ne zaman (olacak)?”

26/26- De ki: “(Kıyametin) bilgisi, ancak Allah’a mahsustur. Ben ise (sizi, Allah’ın azabından) sadece apaçık bir uyarıcıyım. (Kıyamet ne zaman kopar, onu Allah bilir.).”

27/27- Ne zaman ki  (vâdedilen) azabı yakından görünce, inkâr edenlerin yüzleri kararacak ve (Allah tarafından kendilerine): “İşte  (sizin eğlence tarzında  hani diye) kendinize davet edip durduğunuz budur” denir.

28/28- [Müşrikler, Mekke’de dua edip Resulüllah (sav) ve müminlerin helâk olmalarını istiyorlardı.[478] Gelen ayet nazil oldu.] (Resulüm! Bu müşriklere) de ki: “Haber verin bana, eğer Allah beni ve benimle beraber olan müminleri helâk etse, yahut da bize merhamet edip (ecelimizi tehire salsa), kâfirleri can yakıcı bir azaptan kurtaracak kimmiş? (Biz helâk olmakla, siz kurtuluşa mı ereceksiniz?).

29/29- De ki: Rahman (olan Allah) ki biz ona iman etmişiz. Başka değil sadece O’na güvenip dayanmışız. Siz kimin aşikâr bir sapıklık içinde olduğunu (uzak değil) yakında göreceksiniz.

30/30- De ki: Söyleyin bakalım, suyunuz yere çekilse (ondan bir asar-i bakiye kalmasa), size kim güvârâ/talı kaynak suyu getirebilir?

 

Hamd olsun Mülk sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Mülk sûresini okursa, sanki Kadir gecesini ibadetle geçirmiş gibi sevap kazanır”[479].


 

 

68/2 el-KALEM SÛRESİ

 

el-Kalem sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 52 ayet, 300 kelime ve 1256 harftir.

0/1-Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- And olsun, mürekkebe,[480] kaleme ve (kâtiplerin) yazdıklarına.

 

Tefsir:

Müfessirler, nûn ve kalem hakkında itibardan düşük ve uzak sözler söylemişlerdir. Bu cümleden olarak, “nûn bir balıktır, onun üstünde bir taş, taşın üstünde bir öküz vardır. O öküzün kırk bin boynuzu ve kırk bin ayağı vardır.  O öküzün boynunda yeşil yakut vardır. Onun kalınlığı beş yüz yıl yoldur. O yakutun üstünde bir melek vardır. Bizim bu sakin olduğumuz yeryüzünü o melek tutmaktadır...”

Yine böyle “kalem” konusunda, diyorlar ki: “Nurdan bir kalemdir. Onun boyu yerle gök arasıdır...” ve daha nice sözle söylemişlerdir. İnsanlar bunlardan artık bıkmıştır.

Adlarını müfessir koyup böyle sözleri sarf etmeleri çok hayret vericidir. Kur’an baştan sonuna kadar hikmetli sözlerle doludur. Kur’an ayetlerini böyle manasız sözlerle te’vil etmek Allah’ın kudretine nakise getirmektir. Zavallılar, her halde Allah’ın mürekkep ve kaleme yemin etmesini anlayamamış ve gülünç duruma düşmüşlerdir. Allah (cc) bu sûrede, mürekkep ve kaleme ant içmekle ilim ve kitabetin ehemmiyetini beyan etmiştir. Kur’an ehlini ilim ve kitabete teşvik etmiştir. Adlarını müfessir koyup halk arasında “Hüccetu’l-İslam”, “Reisu’l-İslam” ve “Şeriat Medar” adlarıyla meşhur olan kimselerin Kur’an’ın böyle manidar kelamlarını, faydasız, hiçbir şey ifade etmeyen sözlere tevil ederek kitaplar yazıp insanların zihinlerini karıştırmaları reva mıdır?

İslam’a yazık olmuştur. Müslümanları böyle cehalete salan bu gibi manasın sözler değil midir? Kur’an baştan sona kadar hikmetle doludur. Onu okuyan insanlar hakkı batıldan ayırabilecek bir anlayış kazanırlar. Müminlerin emiri Hz. Ali (as) buyuruyor ki: “Siz söyleyene bakmayın, ne söylediğine bakın.”. Onun için söylenen söz, esas alınmalıdır. Kimin söylediği önemli değildir. “Bu sözü hangi alim demiştir? Eğer falan alim söylemişse onu kabul ederim” gibi laflar, cehaletten kaynaklanmaktadır. Adlarını müfessir koyup böyle vahşetimiz sözler söyleyenler, eğer coğrafya ilmini bilselerdi kuşkusuz böyle tevillerde bulunmazlardı. Kur’an’ın ilim ve maarife dair nice ayetleri vardır ki, henüz daha müphemiyetini korumaktadır. Onları anlayacak ve te’vil edecek insanlara ihtiyaç vardır.

2/3- (Resulüm!) Sen Rabbinin nimeti hakkı için mecnun değilsin. (Allah sana, mükemmel bir akıl, fesahat ve belagat verip, nimetini tamamlarsa artık sen mecnun olur musun? Elbet mecnun değilsin. Müşrikler seni kıskandıkları için böyle diyorlar.).

3/4- Hiç şüphesiz senin için bitip tükenmeyen bir mükâfat vardır.

4/5- Her halde sen, ahlakın -Kur’an buutlu, ulûhiyet eksenli olması itibariyle- ihâtası imkânsız, idraki nâkabil en yücesi üzerindesin. (Bunun için her bir eziyete tahammül edip nübüvvet emrinde sabit kadem oldun.).

 

Tefsir:

Sair peygamberler de nübüvvet emrinde sabit kadem olup kavimlerinin eziyetlerine sabretmişlerdir. Lakin bizim Peygamberimiz (sav) sair peygamberler arasında güzel ahlak ile mümtaz olduğu için Allah (cc) onun hulkunu/ahlâkını en büyük seviyede saymıştır. Said b. Hişam’ın  müminlerin annesi Aişe (rha)’dan rivayet ettiğine göre Aişe (rha) buyurmuşlardır ki: “Resulüllah’ın ahlakı Kur’an idi, Kadeflaha (Mü’minun) sûresini okumuyor musunuz?”[481] Cabir b. Abdillah el-Ensarî’nin anlattığına göre Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.”[482] Nevvas b. Sem’an anlatıyor: Resulüllah’a (sav) sordum ki, “Birr/iyilik ve günah nedir?” Buyurdular ki: “İyilik/birr, güzel ahlaktır. Günah da içini rahatsız eden ve başkalarının muttali olmasından korktuğun şeydir.”[483]  Aişe (rha) diyor ki, Resulüllah’tan (sav) işittim, buyurdular ki: “Mümin şahıs güzel ahlakı ile gündüz oruç tutup gece namaz kılanların seviyesine ulaşır.”[484] Aişe (rha) diyor, Resulülah (sav) buyurdular ki: “İnsanların imanca en kâmil olanı, ahlakça en güzel ve ehil u ayallerine mihriban ve şefkatli olanıdır.”[485] Enes b. Malik diyor ki, on yıl Resulüllah’a (sav) hizmet ettim. Bir defa bana  “of” yahut, “niye falan işi eyledin ya eylemedin” demedi.[486] Yine Enes b. Malik anlatıyor: Resulüllah (sav) eğer bir kimse ile karşılaşır da tokalaşırsa, diğer kimse elini çekmeden o çekmezdi. O kimse ayrılıncaya kadar oradan ayrılmazdı.”[487] Resulüllah (sav)’in güzel ahlakı konusunda haddinden fazla hadis vardır. Hepsini burada anlatmak uzun olur, onun için bu kadarı ile iktifa edildi. İnsanlık aleminde muaşeret âdabında güzel ahlak en önde gelir. Onun için imanın kemale ermesi, ahlakın kemale ermesi ile doğru orantılıdır. En kâmil insanlar, en güzel ahlak sahibi insanlardır. Resulüllah (sav) bize bunları yapmamızı önerdi. Gece namaz kılmalarına rağmen kötü ahlaklı olanlar, oruç tutmalarına rağmen zulüm yapanlar, hacca gitmelerine rağmen hırsızlık yapanlar, sıla-ı rahmi kesip (akraba ve eş dostu ziyaret etmeyip) ehl-i beyt’e ağlayanlar güzel ahlak sahibi değildirler. Adımız Müslüman olmasına rağmen Resulüllah’ı (sav) bırakıp, Yezid b. Muaviye’ye, Ziyad b. Ebih’e, Abdullah b. Ziyad’a, Haccac b. Yusuf’a ve Ebu Müslüm el-Horasanı’ye tabi olmuşuz. Müslümanların iyi düşünüp içine düştükleri durumu gözden geçirerek kedilerine gelmeleri lazımdır.

5-6/6-7- (Resulüm!) Hanginizin mecnun olduğunu yakında sen de göreceksin onlar da.

7/8- (Resulüm!) Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi en iyi bilendir, hidayete erenleri de en iyi bilen O’dur.

8/9- Hiçbir emirde, seni tekzip eden müşriklere itaat etme! (Onların görüşlerinde hiçbir hayır yoktur.).

9/10- Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın (dinlerini ayıplamayasın) o vakit onlar da sana yumuşak davransınlar, (fakat sen din konusunda onlara karşı salabetini terk etme.).

10-11-12-13-14/11-12-13-14-15- (Resulüm! Hak batıl ne gelirse) alabildiğine yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, insanlar arasında durmadan söz götürüp getiren, fasık ve haddini aşan, hayrı daima engelleyen, günah  küpü, kaba (bulduğunu çarpar, ölçüsüz) ve bütün bunlardan sonra bir de takma soylu olan kimselerden hiçbirine, mal ve oğulları var diye, sakın boyun eğme.

 

Tefsir:

Burada anlatılan şahıs müfessirlerden çoğunluğun görüşüne göre Velid b. Muğire’dir.[488] Kendisini, Kureyş kabilesinden olmamasına rağmen Kureyş’e nispet etmiştir. Böyle kimselere Araplar, zenîm (nesbî şüpheli, piç)[489] derler. Velid b. Muğire Mekke’nin sayılır zenginlerindendi. Onun oğulları vardı. Bu cümleden olarak Halid b. Velid de onun oğlu ildi. Çok şecaatli bir kahramandı. Mekke’nin fethine yakın bir zamanda Müslüman oldu. İslam fütuhatında en büyük fetihleri o yapmıştır.

15/16- (Velid b. Muğire gibi) böyle şahsa ayetlerimiz okunduğu zaman o, “Öncekilerin malları!” der.

16/17- Biz yakında onun burnuna damga vuracağız (müşrikler arasında onu rezil edeceğiz.).

17-18/18- (Resulüm!) Biz, vaktiyle “bahçe sahipleri”ne belâ verdiğimiz gibi onlara (Mekke ehline) de (kıtlık) belâsı verdik. Hani onlar, sabah olurken (fakirler görmeden) onu (mahsullerini) devşireceklerine yemin etmişlerdi. Onlar istisna da etmediler. (“İnşallah bunu yapacağız” da demediler.).

 

Tefsir:

Yemen’de San’a’ya yakın Savran denilen yerde dinin emirlerine uygun hareket eden bir adamın güzel bir bağı vardı. Ona iyi bakar, ondan Allah hakkını yerine getirirdi. Yıllık kendine yetecek miktarını alır geriye kalanı fakirlere dağıtırdı.  Derken vefat etti, bağ çocuklarına kaldı. Onlar ise insanları onun hayrından istifade ettirmediler ve Allah hakkını kıskanıp cimrilik ettiler. Kardeşler bir araya toplanıp dediler ki, eğer biz de babamız gibi yaparsak geçimimiz zorlaşır. Bizim ayalimiz vardır. Yarın gidip sabah erken millet görmeden bağı devşirelim. Gece bu hayal ile uyudular. Allah (cc) da onların bağlarına musibet gönderip helâk etti. Sabah erken kalkıp bağa gittiler. Bağın durumu değişmişti. Öyle görünce dediler ki: “Biz yanılmışız.” Bağlarının böyle olmasına çok üzüldüler. Ettiklerine pişman oldular. Onların arasında adil bir kardeşleri vardı. Gece aralarında konuşurlarken onları, bu hareketlerinden men etmeye çalışıyordu. Ve atalarının yoluna davet ediyordu. Fakat ona itaat etmediler. Gelip bağlarını o halde görünce o adil kimse arkadaşlarını kınadı. Nitekim ayetlerde anlatılıyor.

19/19- Fakat onlar uykuda iken Rabbin tarafından bir dolaşıcı (bir afet) o bağın üzerinden her tararını dolaşıverdi.

20/20- (O afet sebebiyle) dolanıp onların bağları (meyveleri denilmiş, ağaçları yanmış, sabaha kadar) kumluk bir yere dönmüştü.

21-22/21-22- (Ama o kardeşler, bağın başına gelenlerden bîhaber), sabah olurken: Madem (bağı) devşireceksiniz, hadi erkenden mahsulünüzün başına gidin! diye birbirlerine seslendiler.

23-24/23-24- Derken (toplanıp); “Aman,  bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın!” diye fısıldaya fısıldaya yola düştüler.

25/25- (Yoksullara hayır vermeye) kadir oldukları halde, onları yarımdan mahrum etmek kastı ile erkenden yola düştüler.

26/26- Hemen (bağa yetişip) onu (fena bir surette) görünce (bela inip değiştirdiği için tanıyamadılar ve): “Mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız, (bu bağ bizim değil)” dediler.

27/27- (Sonra biraz dikkat edince kendi bağları oluğunu anladılar ve) “Hayır, (nefsimize zulmedip, fakirlerden esirgediğimiz için) doğrusu biz (hayırdan) mahrum bırakılmışız.” dediler.

28/28- (O kardeşlerin) adil ve iyi ahlaklı olanı dedi ki: “Ben size ‘Allah’ı zikredip (Böyle habis bir niyetten) vazgeçin’ demedin mi? (Siz beni dinlemediniz.)”

29/29- (Tuttukları işin yanlış olduğunu anladılar ve) dediler ki: “Rabbimizi tespih ederiz; doğrusu biz (kendi kendimize) yazık etmişiz.”

30/30- Ardından kabahati birbirlerine yüklemeye başlayıp (birbirlerini kınıyorlardı.).

 31/31- Dediler: “Yazıkları olsun bizlere! (Fukaranın hakkını kesiyorduk) bizler cidden azgınlarmışız.”

32/32- (Sonra ettiklerine pişman oldular ve tevbe ederek dediler ki:) Ümidimiz budur ki, Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz kuşkusuz bütün istek ver arzumuzu Rabbimize çevirdik.”

 

Tefsir:

İbn Mesud diyor ki, onlar doğrudan doğruya tevbe ettiler, sadakatlarını ortaya koydular. Allah da o bağın yerine onlara güzel bir bağ daha ikram etti. Onun adı “Heyevan” idi.[490]

33/33-34- İşte böyledir azap; (dünyada uyandırır, bilmeye ve anlamaya yatkın hale getirir.). Ama ahiret azabı daha büyüktür. (Mala değil, canadır. Geçici değil, sonsuzdur.) Eğer bilselerdi (azaba sebep olacak işleri yapmazlardı.).

34/35- (Resulüm!) Şüphesiz Allah’a karşı saygılı olan ve O’na karşı gelmekten sakınanlar için Naîm cennetleri vardır.

35-36/36- Biz (dünyada) Müslüman olup itaat edenleri asi olup (bizi inkâr eden müşriklerle) bir tutar mıyız? (Ey müşrikler!) Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?

 

Tefsir:

Müşrikler, diyorlardı ki, eğer Muhammed’in (sav) “Allah ahrette bize güzel nimetler verecek, insanlar yeniden dirilecek” sözü doğru olsa bile, yine de bizim nimetlerimiz dünyada çok olduğu gibi ahrette de çok olur. Çok olmasa bile en azından onlarla eşit olur! Allah (cc), bu ayette onların bu itikadını reddediyor.[491]

37-38/37-38- Yoksa (sadece sizin için indirilmiş) size ait bir kitap var da, onda “siz bu alemde neyi beğenirseniz ( kesinlikle o sizindir” diye,) bu dersi mi okuyorsunuz?

39/39- Yoksa sadece size özel, üzerimizde kıyamete kadar sürecek birçok yeminler, (yeminle destekli verilmiş sözler)[492] mi var? Ki sizin için, “her ne hükmederseniz o kesinkes öyle olacaktır” (diye, bir yetki mi verdik?).

40/40- (Resulüm! Bu müşriklere) sor ki: Bu iddiaya (kıyamet günü Müslümanlarla eşit olacakları iddiasına)[493] hangisi kefildir?

41/41- Yoksa kendilerinin bir çok ortakları mı var? (Ki, hak ve hakikati değiştirip Müslümanları suçlulara benzetmeye Allah’ı mecbur tutacaklar!) İddialarında doğru iseler, öyle ise ortaklarını getirsinler! (Çünkü dünya gelse, Allah’ın bir hükmümü bile değiştiremez.).

42/42- O gün hakkın emri şiddetlenip işler güçleşir. O vakit (insanlar Allah’a) secde etmeye çağırılırlar, fakat (müminler secde ederken, kâfirler) buna güç getiremezler.

43/43- (Müşrik ve münafıkların) gözleri horluktan aşağı düşmüş bir halde kendilerini aşağılık kaplar. Halbuki (dünyada) salim oldukları halde (Peygamberin lisanı ile) secde etmeye davet ediliyorlardı da (secde etmiyorlardı. Fakat kıyamet günü secde etmek isterler, bu kez secde etmelerine imkân verilmez.).

44/44- (Resulüm!) Sen bu sözü (Kur’an’ı) tekzip edeni bana bırak, (kalbini onlardan intikam çekmek için meşgul etme, Bana tevekkül et. İşi bana havale eyle.) Biz onlara (servet ve bedenlerine sıhhat veririz, onlar bunu hayırlarına sanırlar ve) bilemedikleri bir yönden yavaş yavaş azaba yaklaştırırız.

45/45- Onların iplerini uzatırım, (arzularına bırakıvermişim gibi mühlet veririm, kendilerince bunu hayra yorarlar. Günaha dalarlar da dalarlar.. nimetlere şükredecek yerde iyice azarlar. İşte bu onların helâk sebebi olur.) Zira benim tuzağım pek sağlamdır. (Azabım gelince ondan kimse kurtulamaz.).

46/46- (Resulüm!) Yoksa onlardan (nübüvvetine) bir karşılık mı istiyorsun da, bu yüzden onlar ağır borç altında mı kalıyorlar? (Bu onlara ağır geldiği için mi iman etmiyorlar? Sen onlardan bir şey istemiyorsun. Öyle ise neden iman etmiyorlar?).

 

Tefsir:

Gerçekten dinin hükümlerini insanlara anlatmak, onlara öğüt ve nasihat etmek için onlardan bir mükâfat ve bir karşılık beklemek, nasihat ve öğütlerin tesirini kırar, hiçbir faydası olmaz. Bugün vaiz ve nasihat edenlerin sözlerinin insanlara tesir etmemesinin sebeplerinden biri de budur. “Kanaat eden aziz olur, tamah eden zelil olur” şerefli sözü bunu ne güzel anlatır.

47/47- Yoksa gayb (bilinmeyen şeyler) onların yanında da, onlar mı (her bir hükmü kendi yararlarına) yazıyorlar?

48/48- (Resulüm! Müşriklere mühlet verip, onların azabını tehire salmakta) Rabbinin hükmünü (bekle,) sabret. (Bak sakın,) balık sahibi (Yunus b. Metta) gibi olma. (O kavmine azabın gelmesine sabretmeyip, onların arasından çıkıp balığın karnına girmeye dûçar oldu.) Hani o öfke ile nefesi tıkanmış bir halde (Allah’a) niyaz etmişti.

49/49- Eğer Rabbinin nimeti ona yetişmiş olmasaydı (tevbe etmesi ona kısmet olmasaydı) kuşkusuz (Bizim tarafımızdan) mutlaka kınanmış bir halde (balığın karnından) ıssız sahraya atılıverecekti.

50/50- Fakat Rabbi onu seçti; (o huyda bırakmadı, yerilmiş olmaktan korudu, vahiy ve nübüvveti ondan almayıp yeni baştan vahyine nail eyledi.)[494] Onu iyi kullarından eyledi.

51/51- O inkâr edenler (alemlere şeref olan) Zikr’i (Kur’an’ı) işittikleri zaman, (şiddetli düşmanlıklarından veya seni kıskandıklarından) nerede ise seni gözleri ile kaydıracaklar (nazar değdireceklerdi.) ve buna ek olarak diyorlar, “o mecnun”dur.

52/52- (Resulüm! Onlar Kur’an sebebiyle sana “mecnun” diyorlar.) Halbuki (eğer bilseler) bu Kur’an başka değil ancak bütün bir aleme (şeref kaynağı) bir öğüt ve nasihattir. (Böyle bir Kitabı getiren birine “mecnun” denir mi?. Fakat onlar kin ve düşmanlıklarından dolayı bunu diyorlar.).

 

Hamd olsun Nûn (el-Kalem) sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sûreyi okursa Allah o kimseye güzel ahlak sahibi kıldığı kimselerin sevabı kadar sevap verir.”[495]


 

 

69/78 el-HÂKKA SÛRESİ

 

el-Hâkka sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 51 ayet, 256 kelime ve 1034 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- (Resulüm! Kıyamet günün gelmesi) gerçektir. (Onda hiçbir şüphe yoktur.).

2/3- (Kıyamet günün) aslı ve hakikati nedir.

3/4- (Resulüm! Kıyametin) aslını ve hakikatini sana kim bildirir? (Onun aslı ve hakikati, büyüklüğünü sen bilemezsin. Hiç kimse de bilemez.).

4/5- Semûd ve Âd kavimleri, kapılarını çalacak felâketi (kıyameti) tekzip ettiler.

5/6- Semûd’a gelince: Onlar hadden aşın azap ile helâk edildiler.

6/7- Âd kavmi ise, serkeş ve şiddetli hareket eden rüzgâr ile helâk edildiler.

7/8-9-10- Allah onu, artarda yedi gece sekiz gün, bir an bile durmayan rüzgârı onlar estirdi. (Resulüm!) Öyle ki (eğer orada olaydın), o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi yere yıkılmış halde helâk olduğunu görürdün.

8/11- Şimdi onlardan bir bakiye kaldığını görüyor musun?

9/12- Firavun, ondan öncekiler ve altı üstüne getirilen beldeler (Lût kavmi) büyük hata işleyip (müşrik oldular.).

10/13- Böylece öz Rabblerinin peygamberlerine karşı geldiler. Bunun için Allah onları (günahlarına göre) artan şiddetli azaba dûçar etti, (hepsi helâk oldular.).

11/14- Şüphesiz, su bastığı vakit sizi (sulplerinden geldiğiniz o atalarınızı) gemide Biz taşıdık;

12/15-16- Sebebi, o olayı sizler için bir ibret ve öğüt yapalım ve (varsın) belleyici kulaklar onu bellesin.

 

Tefsir:

Allâme Zemahşerî (538/1143) naklediyor: Bu ayet nazil olduktan sonra Resulüllah (sav), Ali (as)’a buyurdular ki: “Ya Ali! Senin kulağın işitip belleyen bir kulak olmasını Allah’tan niyaz ettim.” Ali (as) diyor ki: “Ondan sonra işittiğim hiçbir şeyi unutmadım.”[496]

13/17- Artık suretlere bir defa (ilk defa) üflenince helâk oldular.

14/18- Yeryüzü ve dağlar kardırılıp birbirine tek çarpışla çarpılıp darmadağın edildi (hepsi helâk oldular.);

15/19- O günkü günde olacak olur (kıyamet kopar.). [Ayetler, kürelerin birbirine dokunup helâk olacağına delildir.]

16/20- O gün sema yarılır (alem değişir. İnsanların yaşaması için oksijen azalır. Havanın karbondioksiti fazlalaşır, semayı sis kaplar.) ruh sahibi canlıların yaşama imkânı kalmaz.

17/21- Melekler semanın etrafındadır. (Resulüm!) O gün Rabbinin arşını, bunların da üstünde sekiz (melek) taşır.

18/22- Öyle günde (hesap vermek için, Kadir-i Mutlak’ın) huzuruna arz edilirsiniz. (Dünyada) size ait, gizli kalan emirlerden hiçbiri (o gün) gizli kalmaz.

19-20/23-24- (Kıyamet günü) kitabı sağ tarafından verilen: “(Sevinç ve huzurundan yakınlarını çağırır;) alın işte, kitabımı okuyun; hakikaten ben, (dünyada olduğum zaman) hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum, der.

21-22-23/25-26-27- (Resulüm!) İşte böyle kimse hoşnut ve memnun (olacağı) bir yaşayış içindedir. Yüksek bir cennette..  meyveleri yakında sarkıp durmuş.. (kendirine uzanacak elleri bekliyorlar.)

24/28- (Bizim tarafımızdan onlara denilir:) “Geçmiş günlerde, peşin olarak önceden gönderdiklerinize karşılık afiyetçe, yiyin, için.”

25/29- Kitabı sol tarafından verilen (günahkâra) gelince, (artık kesinkes azaba uğrayacağını anlar ve hasret hicran içinde), “Ah ne olaydı der, bana kitabım verilmeseydi, (onda yazılanlara muttali olmasaydım.),

26/30- Hesabımı öğrenmez olsaydım!

27/31- Keşke o (dünyadaki ilk ölüm) iş bitirici olsaydı, (bir daha dirilmeseydim)

28/32- Malım bana bir fayda vermedi, (azabı benden def eylemedi.).

29/33- (Dünyada herkese tasallut ettiğim) saltanım yok olup gitti.

30-31-32-33/34- (Resulüm! Bizim tarafımızdan cehennem bekçilerine emredilir:) Tutun onu, hemen bağlayın onu, sonra başka değil ancak alevli ateşe yaslayın onu. Sonra da yetmiş arşın uzunluğunda bir zincir içinde oraya sallayın onu! Çünkü o kimse yüce Allah’a inanmıyordu. [ Ayette geçen “yetmiş” sayısı temsil içindir. Nitekim Kur’an’da diğer yerlerde de aynı konu geçmişti.].

34/35- Düşkünleri yedirmeye teşvik etmiyordu. [Düşkünlere yedirmeye teşvik etmeyenin hali bu olursa, ya hiçbir şey vermeyenin halin nice olur!]

35/36- (Resulüm) böyle şahıstan ötürü o gün candan bir dostu da olmaz ki (kalbi yansın da onu bu azaptan kurtarsın.).

36-37/37-38- Ancak günahkârların yediği kanlı irinden başka yiyeceği de yoktur.

38-39/39- (Müşriklerin Kur’an hakkında dedikleri gibi değil ki,) gördüklerinize ve görmediklerinize and içerim,

40/40- şüphesiz (bu) Kur’an, kerim bir Peygamber’in getirdiği sözdür.

41/41- Bu Kur’an (öyle müşriklerin dediği gibi) bir şair sözü değildir. (Lakin şair sözü olmayıp Allah’ın sözü olduğuna) sizden azınız iman ediyorsunuz.

42/42- Kâhin sözü de değildir, (lakin) azınız düşünüp (Kur’an’ın hak olduğunu anlıyorsunuz.)

43/43- Belki bu Kur’an alemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.

44-45/44- Eğer (Peygamber) bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, elbette onu derdest ederdik.

46/45- Sonra onun can damarını koparırdık (onu o anda helâk ederdik.).

47/46- Böyle durumda eğer isteseniz, hiçbiriniz buna mani de olamazdınız.

48/47- Şüphe yok ki bu Kur’an muttakiler için bir öğüt ve nasihattir. (İnatkârlar ise ondan hiç mi hiç istifade edemezler.).

49/48- İçinizde (Kur’an’ı) yalan sayanlar bulunduğunu kesinkes bilmekteyiz.

50/49- Gerçekten bu Kur’an, kâfirler için (kıyamet günü onu tasdik edenlerin sevabını görünce) hasret (olup, onu tekzip etmelerine pişman olurlar.).

51/50- Şüphesiz bu Kur’an (düşünen ve inceleyen) için aynı hak ve mahza yakîndir. (Onda hiçbir şek ve şüphe yoktur.).

52/51- (Resulüm!) Rabbin Allah’ın yüce adını zikret, (O’nu tespih ve takdis et. Seni peygamberliğe layık gördüğü için bunun bir şükranesi olarak O’na ibadet et.).

 

Allah’a hamd olsun el-Hâkka sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sûreyi okursa kıyamet günü Allah onun hesabını kolay veçhile yapar.”[497]


 

 

70/79 el-MEÂRİC SÛRESİ

 

Meâric sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 44 ayet, 214 kelime ve 929 harftir.

Resulüllah (sav), Mekke ehlini geçen sûrede Allah’ın azabından korkutunca, birbirlerine dediler ki, acaba bu azap kimden ötürüdür? Gelin Muhammed’den (sav) soralım. Bunu Resulüllah’a (sav) sordular. Bu sure nazil oldu.[498]

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- (Resulüm!) Bir sual eden, olacak (o ahret) azabını, (senden) sordu. (O azap mutlaka olacaktır.)

2/3- Onu kâfirlerden savacak (hiç kimse) yoktur.

3/4- O (azap), miraçlar (yükselme dereceleri) sahibi olan Allah’tan (iner.).

4/5- Melekler ve Ruh (Cebrail), oraya, miktarı elli bin (dünya) yılı olan bir günde yükselip çıkar.

5/6- (Resulüm! Tekzip etmelerine) şimdi sen güzelce sabret; (elbette onlara dünya ve ahret azap vaki olacaktır.)

6/7- Onlar (azabın gelmesini) uzak ve muhal bir iş görüyorlar.

7/8- Biz ise onu yakın (ve kudretimize göre çok kolay) görüyoruz.

8/9- O gün sema, erimiş maden gibi olur.

9/10- Dağlar da renga renk atılmış yün gibi olurlar.

10/11- O gün dost bile dostun hal ve hatırını sormaz.

11/12- (Hoş öyle değil ki, akraba birbirini görmüyor, yek digerinin ahvalini sormuyor, belki) birbirlerine gösterilirler (ve birbirlerini tanırlar. Lakin herkes kendi nefsi ile meşgul olmaktan başkalarını unuturlar.). (Resulüm! O gün)  günahkâr kimse ister ki, o günün azabından (kurtulmak için) fidye olarak versin de, oğullarını,

12/13-14- karısını, kardeşini,

13/15- (her bir bela ve musibetten) onu koruyup barındıran (ona yurt ve yuva veren) tüm ailesini,

14/16-17- ve yeryüzünde kim varsa hepsini.. sonra tek kendini kurtarsın.

15/18-Yok ne mümkün! (hiçbir şey, günahkâr kimseyi cehennemden kurtaramaz.) Bilinmeli ki, o (cehennem) alevli salgın ateştir.

16/19- (O ateş) eli, ayağı, tepeyi, tırnağı soyar, (eti kemikten ayırır.).

17/20- (O cehennem, haktan) yüz çevirip geri dönen her kesi kendine çağırır;

18/21- Malı toplayıp, yığan (sonra da Allah yolunda, din ve milletin ihtiyacı için sarf etmeyen, herkesi cehenneme çağırır. Ve der ki: “benim tarafıma gelin. Sizin yeriniz burasıdır.”) [Bu ayet dünya malını yığıp, vatan evladının ihtiyaçlarına hiç yardım etmeyen zenginlere bir müjdedir (!)]

19/22- İnsan helû’ yaratılmıştır. [Helû’nun manası gelen iki ayette verilmiştir:]

20-21/23-24- Kendisine bir bela ve musibet erişince sızlanır da sızlanır. Yine kendisine bir hayır dokunduğu zaman da kıskanır, (kıskançlığından kimseye bir şey vermez. Cimrilik eder.)[499]

22-23/25- Ancak şunlar öyle değildir: Namaz kılanlar, ki onlar namazlarını aleddevam kılanlar; (Namaz vakti gelince erkânıyla onu eda ederler.).

 24-25/26- (Yine) mallarında (sadece nasıl isterlerse öyle verecekleri nafile bir yardım değil, malına göre) belli bir nispette bilinen bir hak (yerine getirilmesi farz olan bir Allah borcu) olmak üzere, dilenciye ve iffetinden dolayı dilenmeyip (bu ihtiyacının karşılanmasından) mahrum olana zekâtlarını verenler;

26/27- Ceza gününü (kıyameti) tasdik edenler;

27/28- Rablerinin azabından ciddî bir korku üzere bulunanlar;

28/29- (Gerçi insanlar tahammül fersâ ibadet etseler ve cihat yapsalar bile) yine de Rablerinin azabından (onlara azap etmeyeceğinden) garantide olamazlar.

29/30- Apış aralarını zina etmekten muhafaza edenler;

30/31- Ancak, (nikâk akdi ile aldıkları) eşlerine ve cariyelerine karşı müstesna; çünkü (bunlara yaptıkları fiillerden) kınanmazlar.

31/32- Bundan (bu iki yolla tercih edilen kadınlardan) öte geçmek isteyenler ise, onlar taşkınların ta kendileridir.

32/33- Emanetlerine ve verdikleri sözlere uyanlar;

33/34- Şahitliliklerini (gizlemeden, hiç bir tahrif ve değişikliğe uğratmayıp olduğu gibi) dosdoğru eda edenler;

34/35- Namazlarını (vakit ve erkânına dikkat ederek) koruyucu olurlar. [Namazın kesin sûrette kılınacağına ve her halde vacip/farz olduğuna delalet etmek için, -yukarıda geçmesine rağmen- tekrar edildi.]

35/36- İşte bu zikredilen sıfatlardakiler cennetlere girerler, izzet u ikram görürler.

36/37- [Müşrikler, bölük bölük gelip Resulüllah’ın etrafındakilere karışır ve Kur’an okumasını dinlerlerdi. Sonra da alay edip “Bunlar öyle Muhammed’in (sav) dediği gibi cennete girseler bile, biz onlardan daha önce cennete gireriz.” derlerdi. O vakit bu ayet nazil oldu:][500] (Resulüm!) Şimdi ne oluyor bu kâfirlere ki, boyunlarını uzatarak sana koşuyorlar:

37/38- Bölük bölük sağdan ve soldan (toplanıp halka oluyor ve seni alay ediyorlar.).

38/39- Onlardan her biri, (müminlere gibi) bir nimet cennetine sokulacağını mı umuyor?

39/40- Hayır, (hiçbir vakit onlar cennete giremezler. Zaten onlar öldükten sonra dirilmeyeceklerine inanıyorlar.). Onların da pekâla bildiği üzere Biz onları (ilk başta murdar ve müteaffin bir nutfeden) yaratmışızdır. (Onları ilk defa böyle yaratan Allah, ikinci defa neden yaratmasın?!! Ne garip! Birinci yaratılışlarına bakmıyor, ikinci defa yaratılacaklarını inkâr ediyorlar.).

40-41/41- (Resulüm!) Öyle (ikinci defa dirileceklerini inkâr ettikleri gibi) değil!! Doğuların ve batıların Rabbine (mukaddes zatıma) yemin ederim, şüphe yok ki, onlar yerine daha iyilerini getirmeye Bizim gücümüz yeter ve kimse Bizim önümüze geçemez (aciz bırakamaz.).

42/42- (Resulüm!) Bu müşrikleri bırak, tehdit edildikleri günlerin kavuşuncaya kadar dalıp oynasınlar; (zira onlara öğüt ve nasihat artık tesir etmez.).

43-44/43-44- O gün (mahşer günü) onlar, sanki dikili bir şeye (ibadet ettikleri dikili taşlara) koşuyorlar gibi, gözleri horluktan (veya mecalsizlikten) aşağı düşmüş ve kendileri zillete bürünmüş bir halde kabirlerinden fırlayacaklar. [Burada müşriklerle alay ediliyor. Çünkü onlar hiçbir dikili şeye koşmayacaklar, sadece intikamlarını alacak Kadir-i Mutlak olan Allah’a koşacaklar. O da onları yakalayıp ebedî azaba dûçar edecektir.] İşte bu, onların tehdit edilegeldikleri gündür. (Bu gün hakbul etmiyorlar ama, o gün pişman olacaklardır...)

 

Allah’a hamd olsun, el-Meâric sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sûreyi okursa Allah ona sözüne ve emanete riayet eden kimselerin sevabını ihsan eder.”[501]


 

 

71/71 NUH SÛRESİ

 

Nuh sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 29 ayet, 224 kelime ve 999 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- (Resulüm!) kendilerine can yakıcı bir azap gelmeden önce kavmini uyar, diye Nuh’u öz kavmine gönderdik.

2/3- Nuh (Bize itaat edip, kavmini de itaat etmeye davete başlayıp) dedi ki: “Ey benim kavmim! Hakikat ben size aşikâr bir uyarıcıyım, (Allah’ın hükmünü beyan ediyorum.).”

3-4/4- Şöyle ki, “Allah’a kulluk edin, O’na karşı saygılı olun, (emir ve nehyettiğim konularda) bana itaat edin.”, Allah, günahlarınızı bağışlasın, ve (azap göndermeden sizi) belli bir süreye kadar tehire salsın. Bilinmeli ki Allah’ın tayin ettiği vâde gelince, artık o ertelenmez. Keşke bilseniz, (ölürken pişman olacağınızı, hemen iman ederdiniz.).

5/5- (Nuh, nice yıl kavmini hakka davet etti. Fakat itaat etmediler. Encamında sıkılıp Allah’a niyaz etti ve onların hakkında şöyle) söyledi: “Ey benim Rabbim! Kamvimi gece gündüz (imana) davet ettim;

6/6- fakat benim davetim, ancak kaçmalarını artırdı.

7/7- (Ey benim Rabbim! İman etmeleri ve neticede) günahlarını bağışlaman için onarı ne zaman davet ettiysem, (sözümü işitmesinler diye) parmaklarını kulaklarına tıkadılar, (yüzümü görmemek için de) elbiselerini başlarına bürüdüler, (küfür ve şirklerinde) ısrar ettiler, kibirlendi de kibirlendiler... 

8/8- (Ey benim Rabbim! Sonra küfürlerinde ısrar ettikçe ben aldırmadım. Yine hiç şüpheleri kalmasın diye) onları açık açık çağırdım.

9/9- Sonra onlardan ötürü davetimi mükerreren ilan etim, gizlide (teker teker) anlattım; (anlayacağın, davetin her çeşidini onlara uyguladım). [Nuh (as), tebliğin her çeşidini uygulamıştır.]

10/10- (Ey benim Rabbim!) Onlara, dedim: “Gelin Rabbinizden mağfiret dileyin, bilin ki O, çok bağışlayandır.”

11/11- (Bu mağfiret dilemeniz sebebiyle), üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin,

 

Tefsir:

Şa’bî’den rivayet ediliyor: Ömer b. Hattab bir kere yağmur duasına çıkmıştı. Yağmur duasında sadece Allah’tan mağfiret diledi ve geri döndü. Yanında bulunanlar itiraz edip dediler ki: “Sen yağmur duasına çıktın fakat hiç bu konuda Allah’tan yağmur isteme adına bir şey söylemedin.” Onlara cevaben bu geçen ayeti “Rabbinizden mağfiret dileyin. Çünkü o bağışlayıcıdır..” okudu. Yani istiğfar etmek, rahmetin gelmesine vesiledir, demek istemişti.[502]

12/12- (Yine mağfiret dilemeniz sebebiyle) mallarınızı ve oğullarınızı çoğalsın, sizden ötürü bahçeler versin (ve bu bahçelerden) nehirler akıtsın. (Gelin, Allah’a iman edin.).

13/13- (Nuh, diyor: Ey kavim! Bırakın bu cıvıklığı!) Size ne oluyor ki, Allah’ın büyüklüğüne (veya iman etmeniz halinde Allah’ın size bahşedeceği ululuğa) inanmıyorsunuz?

14/14- Halbuki sizi türlü merhalelerden (nutfeden, a’lakadan, mudgadan) geçirerek Allah yaratmıştır. (Böyle bir Yüce Yaratıcıya ibadet etmek sezâ değil midir?).

15/15- (Öz nefsinizin yaratılışını düşündükten sonra, gözünü yukarı kaldırıp;) acaba bakmıyor musunuz ki, birbirine uyumlu yedi semayı Allah nasıl yaratmıştır?

16/16-17- Onların içinde kameri bir nûr güneşi ise çerâğ yapmıştır.

17/18- Allah, sizi de yerden ot (bitirir gibi) bir nevi bitirmiştir. (Her şeyi topraktan yarattığı gibi siz nev-i beşeri de topraktan yaratmıştır.).

18/19- Sonra sizi yine oraya döndürecek ve sizi yeniden (hayat verip) çıkaracaktır.

19-20/20- Allah, onda geniş yollar edinip dolaşasınız diye, yeryüzünü sizin için bir sergi yapmıştır. [Nuh (as) nice yıllar, kavmini Allah’a davet etti. Fakat onlar, küfür ve inatlarından dönmediler. Bu sıra Nuh (as) onlara nefrîn/lanet okudu:]

21/21- Nuh: “Ey Rabbim! dedi. (Onları her ne davet ettiysem) bana karşı geldiler. (Kıyamet günü) ne malı ne de çocuğu, zararını artırmaktan başka hiçbir faydası olmayan devlet sahibi kimseye tabi oldular. (Onların emri ile putperestlikte çöküp kaldılar.).

22/22- (İlâhî! Elebaşılar, halkın bana tabi olmaması için) büyük büyük tuzaklar kurdular.

23-24/23- (O elebaşılar, davetime mani olabilmek için insanlara hitap edip) dediler ki: “Sakın ilahlarınızı bırakmayın; hele özellikle Ved’den, Suvâ’dan, Yeğûs’tan, Yeû’k’den ve Nesr’den kesinlikle vazgeçmeyin!” [Nuh diyor:] (İlâhî!) “O elebaşılar gerçekten bir çoklarını dalalete saldılar. (Zayıf kimselerin putperestlikten çıkmalarına engel oldular.).” (İlâhî!) Böyle zalimlerden ötürü başka değil ancak şaşkınlıklarını ziya eyle!

 

Tefsir:

Nuh kavmindeki putlar sonradan Araplara geçmişti. Vedd, Kelb oğullarının putu idi. Suvâ, Hüzeyil’in idi. Yeğus, Murad’ın, sonra Seba’da Beni Gatif’in idi. Yeû’k, Hemedan’ın idi. Nersir de Himyer’in idi.[503] Bunların kendilerine tanrı edinmişlerdi. Civardaki Araplar oğullarının adlarını Abd-i Vedd, Abd-i Yağus koyarlardı. Vedd erkek sûretinde, Suvâ ise kadın sûretinde idi. Yağus, aslan suretinde, Yeû’k ise at sûretinde idi. Nesr de Kerkes/akbaba sûretinde idi. Arapların bunlardan başka muhtelif isimlerde putları vardı. Resulüllah (sav) bunların hepsini yer ile bir etti. Resulüllah için, şeref olarak başka bir şey olmasaydı yine de putperestliği kaldırması yeterdi. Zaten o kâinatın efendisi idi.

25/24-25- (Resulüm!) Bunlar günahları yüzünden suda boğuldular, (sonra hiç ara verilmeden) cehennem ateşine atıldılar. O zaman, Allah’a karşı yardımcılar da bulamadılar. [Bu ayetler, Nuh (as)’ın sözleri arasına antrparantez olarak girmiştir. Gelen ayette Nuh’un sözlerine devam ediliyor.]

26/26- Nuh: “Ey Rabbim! dedi, (helâk edip) yeryüzünde bu kâfirlerden yurt tutan hiç kimseyi bırakma!”

27/27- (Ey Benim Rabbim!) Çünkü sen onları bırakırsan kullarını dalalete salarlar; başka değil sadece fasık, müşrik (insanlar) doğururlar; (yetiştirirler.). [Nuh (as) senelerce onların arasında durup kesinkes anlamıştı ki, onlardan doğacak çocuklarını da aynen kendileri gibi yetiştirecekler veya babalarının yolunu tutan çocuklar olacaklar. İman etmeyecekler. Onun için onlara beddua etti. Allah (cc) da onun duasını kabul eyledi. Tufan gönderip helâk etti.]

28/28- [Sonra Nuh (as) mağfiret talep etti ve:] Ey benim Rabbim! Beni, ebeveynimi, iman etmiş olarak evime girenleri ve cümle iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla, zalimlerin de azaplarından başka hiçbir şeyini artırma!

 

Allah’a hamd olsun Nus sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “ Kim Nûh sûresini okursa Nuh’un daveti ile iman edenlerin mertebesine erenlerden sayılır.”[504]


 

 

72/40 CİN SÛRESİ

 

Cin sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 28 ayet, 285 kelime ve 870 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1-2/2-3- (Resulüm! insanlara) de ki: Cinlerden[505] bir topluluğun (benim okuduğum Kur’an’ı) dinleyip de şöyle dedikleri bana vahyedilmiştir: Gerçekten biz, doğru yola ileten (fesahat ve belâgatta) harikulâde güzel bir Kur’an dinledik de ona iman ettik.  (Artık) kimseyi Rabbimize ebedâ ortak koşmayacağız.

3/4- Şüphesiz bizim Rabbimizin şân ve azâmeti (cümle yaratılmıştan) yücedir. Özünden ötürü ne bir avrat ne bir evlat edinmemiştir, (zira Allah her bir noksandan beridir.).

4/5- Gerçek şu ki bizim beyinsiz ve cahillerimiz Allah hakkında hadden efzun/aşkın bir yalan söylüyorlar.

5/6- İşin aslı, bizim gümanımız bu idi ki, “insanlar ve cinler Allah’a karşı asla yalan sölemezler.” (Lakin bu Kur’an’ı dinleyince onların yalan söyledikleri açığa çıktı.).

6/7- Şu da bir gerçek ki; insanlardan bazı kişiler cinlerden bazı kişilere sığınıyorlardı. O sığınan insanlar cinleri büyük makamda görüyorlardı, (onların, taşkınlığa cesaretlerini artırıyorlardı.). [Bu ayet bizim, Ahkaf suresine savunduğumuz konuyu teyit etmektedir. (Bkz., Ahkaf 46/29)]

7/8- O insanlar da siz cinlerin zannettiği gibi, Allah’ın hiç kimseyi tekrar diriltmeyeceğini sanmışlardı. (Ama Kur’an bu sözleri tekzip ediyor. Onların aksini söylüyor.)

8/9- Hakikat şu ki, biz (cinler) semayı yokladık da onu şiddetli muhafızlar ve alevlerle dolu bulduk.[506]

9/10- Bilindiği gibi biz (cinler), o semaları dinlemek (haber almak için bazı) mekvilerinde otururduk. Fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir ateş parçası buluyor.

10/11- Hakikaten biz (cinler) bilmiyoruz; yeryüzündekilere bir kötülük mü murad edilmiş (müşriklere azap gönderilip hepsi helâk mı edilecek); yoksa Rableri olara bir hayır (bir hidayet) mı murat etmiştir.

11/12- Doğrusu bizler, (biz cinler) içinde (iman edip hayra ermeye kabiliyetli) iyiler de vardır. Yine içimizden öyle olmayan aşağılıklar da vardır. Biz bölük  bölük (değişik kliklerde) parti parti olmuşuzdur.

12/13- Artık kesinkes anladık ki, biz (cinler) yeryüzünde bulunsak da Allah’ı aciz bırakamayacağız, başka yere kaçmakla da elinden kurtulamayız, (her halde Allah bize kadirdir.).

13/14- Şu da bir hakikattir ki, biz o hidayeti (Kur’an’ı) duyunca ona iman ettik. Kim Rabbine iman ederse, artık ne (ecrinin) eksikliğe uğratılmasından ne de haksızlık edilmesinden korkar. (Yani böyle bir toplumda kimseye zulmedilmez.).

 

Tefsir:

Bu ayet, inanan bir kimsenin insanların malına ve canına haksızlık etmeyeceğine bir delildir. Yani inanan bir müminden böyle bir şey beklenmez. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Müslüman kimse, Müslümanların elinden dilinden emin olduğu kimsedir.”[507] Adlarını Müslüman koyan öyle kimseler vardır ki birine borç para verirken muhkem vesikalar istiyor, çek, senet ve kefil istiyorlar. Yine de zamanı gelince haklarını alamıyorlar. Bu karakterde olan kimselere Müslüman demek biraz zordur.

14/15- Bununla beraber, biz cinlerin içinde Allah’a itaat edenler de var, hak yoldan sapanlar da var. Fakat itaat edenler, işte onlar, hayrı ve doğruyu arayan ve ona layık olanlardır.

15/16- Ama haktan kenar olan (müşrik ve kâfirlere) gelince onlar ancak cehenneme odun olmuşlardır.

16/17- Eğer (cinler, dedikleri gibi) yolda dosdoğru gitselerdi, elbette Biz onların hepsine bol su verirdik, (yani suyun sebebi onlara rızık kapılarını açardık.).

17/18- Ta ki, onların, o rızık bolluğu içinde imtihan edelim. Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, (Allah) onu gittikçe artan bir azaba sokra.

18/19- (Yine cinler diyorlar ki:) Mescitler elbette Allah’ındır. O halde (dışarıda olduğu gibi, oralara girdiğiniz zaman da) Allah’ın yanında başka birine dua ve ibadet etmeyin, (ancak Allah’a ibadet edin.).

19/20- Allah’ın kulu (Muhammed aleyhisselam, namaza) kalkıp, O’na yalvarınca (müşrikler) o kulun üzerine izdiham oluyorlardı. (Öldürmek için üzerine üşüşüyorlardı.). [Burada cinlerin, vahyin dili ile kavimlerine yapmakta oldukları nasihatleri tamam oldu.]

20/21- De ki: “(Benden hangi bir kötü iş gördünüz ki, ibadet derken üzerime üşüşüyor, beni tehdit ediyorsunuz.) Ben ancak Rabbime dua edip ibadet ediyorum ve O’na hiç kimseyi ortak koşmuyorum.”

21/22- (Resulüm! İnsanlara) de ki: “Hakikat ben size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim, (zarar veren de,  fayda veren de Allah’tır. Benim görevim ancak hakkı size duyurmaktır.).”

22/23- (Resulüm! Bu insanlara) de ki: “(Eğer günahkâr olsam) Allah’tan beni kimse kurtaramaz ve ben O’ndan başka hiçbir sığınacak bulamam.”

23/24- (Ben Allah’tan hiçbir şeye sahip değilim.) Benim yapabileceğim, sadece Allah’tan size duyuru yapmak ve O’ndan gelen elçilik görevimi yerine getirmektir. Artık her kim Allah’a ve Resulüne baş kaldırırsa, ona içinde ebedi kalacağı cehennem ateşi vardır.

24/25- (Resulüm! Bu müşrikler seni zayıf ve yardımsız görüp sana galip olacaklarını arzu ediyorlar.) Kendilerine vaad edilen şeyi gördükleri zaman, (ki, Bedir günü gördüler.), kimin yardımcısının en zayıf ve en az olduğunu bilecekler.

25-26-27/26- [Müşrikler kendi aralarında, Resulüllah’ın kendilerini tehdit ettiği azabın ne zaman geleceğini alay konusu yapmışlardı, “o tehdit ne zaman” diyorlardı. Bu konuda ayet nazil oldu:] (Resulüm! Bu müşriklere) de ki: “(Hiç kuşkusuz size azap olacaktır. Ondan hiç şüpheniz olmasın.) Lakin ben bilmem, o size vaad edilen şey yakın mı, yoksa Rabbim onun için uzun bir süremi koyar.. sadece gaybı bilen Allah’tır. Fakat gaybını hiç kimseye açmaz. Ancak seçtiği elçiyi gayptan haberdar eder. Çükü peygamberinin önünden ve ardından muhafızlar, gözetleyiciler salar (ki, şerlilerin, şerrinden onu korusun.).

 

Tefsir:

Bu ayet, peygamberlerden başka hiç kimsenin gaybın bilgisine muttali olamayacağını beyan etmektedir. Peygamberler ise Allah’ın onlara gaybı aması ile bilebilirler. Bu cümleden olarak, ne İmamlar, ne evliyalar gaybı bilmezler.

28/27- (Allah gönderdiği peygamberleri, şerri dokunanların şerrinden muhafaza etmiştir) ki, böylece onlar Rablerinin elçiliklerini (ziyade ve noksan olmadan Allah’ın hükümlerini) yerine getirmişlerdir. Bu cümleden olarak Allah onlarda bulunan (ilâhî hükümleri  ve benzeri) her şeyi kuşatmış ve her şeyi bir bir saymıştır. (Her şeyi bütün ayrıntılarıyla zabıt altına almıştır.).

 

Hamd olsun Cin sûresini tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Cin sûresini okursa bir köle azat etmiş kadar sevap alır.”[508]


 

 

73/4 MÜZZEMMİL SÛRESİ

 

Müzzemmil sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 20 ayet, 285 kelime ve 838 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1-2-3-4/2- Ey (peygamberlik abasına)[509] örtünen. (Nübüvvet emrini yerine getirmek için fevkalâde bir zahmeti yüklenmiş bulunmaktasın. Değil ki gündüz,) gecenin de birazı hariç olmak üzere geceleyin de kalk.. gecenin yarısında kalk, yahut yarısından biraz eksilt veya bunu artır ve ağır ağır Kur’an oku.

 

Tefsir:

Müfessirler, bu ayetlerden teheccüd namazının (gece namazının) kılınmasını istinbat etmişlerdir. Mevlevî Mevlânâ Celâleddin Rûmî (sûrenin tefsirinde buna işaret edip diyor:

Peygamber’e bu yüzden “Ey kilimine bürünen, ey ürküp kaçan, kilimden çık!

Kilimine baş çekme, yüzünü örtme.. çünkü âlem şaşkın bir beden, sense bu âleme akılsın!

Kendine gel de dâvaya kalkışanlardan arlanıp gizlenme.. çünkü sende vahiy mumunun nurları var!

 Kendine gel de geceleri kalk, çünkü ey Peygamber, mum geceleri ayakta durur!

Senin nurun olmadıkça aydın gün bile gecedir.. sana sığınmadıkça aslan bile tavşan kesilir!

Ey Mustafa! (sav), bu nur denizinde kaptanlık et.. çünkü sen ikinci Nuh’sun!

Akıllılara bir yol gösterici lazım.. hele yol, deniz yolu olursa!

Kalk da yolu vurulmuş kervan’a bak.. her yanda kaptan kesilmiş gulyabanileri gör!

Sen, vaktin Hızır’ısın, her geminin imdadına yetişen sensin.. Ruhullah gibi yalnız yürümeyi adet edinme!

Bu topluluğun önünde gökyüzündeki ışık gibisin, güneşe benziyorsun.. bunlardan gizlenmeye, halveti bezemeye kalkışma!

Halvet zamanı değil.. topluluğa gel! Ey Peygamber (sav), hidayet, Kafdağı’na benzer, sense Huma’sın!

Dolunay, gökyüzünde geceleri yürür.. köpeklerin sesi yüzünden yürüyüşünü bırakmaz.

Kınayanlar, senin dolunayına köpeklere benzerler.. sana karşı ürüyüp dururlar!

Bu köpekler, “Susun, dinleyin” emrine karşı sağırdırlar.. ahmaklıklarından senin dolunayına karşı havlayıp durmaktalar!

Ey şifa, hastayı terk etme..  sağıra kızıp körün sopasını bırakma!

Sen demedin mi ki “Körü, yolda tutup yeden, Allah’tan yüzlerce ecir alır, yüzlerce sevaba girer!

Kim bir körü kırk adım yederse günahları bağışlanır, doğru yolu bulur!”

Öyleyse bu kararsız cihandaki körleri katar katar yed!

Doğru yolu gösterenin işi budur; sen de doğru yolu gösterensin.. âhir zamanın yasına neşesin Sen!

Ey takva sahiplerinin imamı, bu  hayallere kapılanları, yakîn makamına kadar götür!

Kim, gönlünden sana karşı bir hile, bir düzen düşünürse sonun boynunu ben vururum, sen tasalanma, neşelen, neşeli  neşeli yürü![510]

Bu faziletli insan böyle diyor ama, bu ayetlerden esas maksat Resulüllah’ın düşmandan hiç korkmadan risaletini tebliğ etmek için teşviktir. Elbette ilim ehli kimseler bu tercihi anlarlar. Bu konu onlara hiçte gizli kalmaz. Diğer yandan gece namazı kılmak Resulüllah için farzdır. Bu da peygamberliğinin bir şükrânesidir.

5/3- (Resulüm!) Doğrusu Biz sana ağır bir söz bırakacağız. (Onun tebliği için kıyam et. Emir ve yasalarımızı insanlara duyur.).

6/4- Çünkü gecede yetişen nefis[511] (veya gecedeki ibdet neşesi) daha baskın, (söyleyiş ve anlayış açısından) daha sağlamdır.

 

Tefsir:

Geceleri dünya meşguliyetinden arındırılmış anlar olduğu için duygular daha sade ve kalbin tercümanı olan dil, kalp ile tam bir münasebet içindedir. Onun için bu anlarda denilen sözler maksadı daha iyi kavratır ve neticeye daha tez ulaştırır.

Kureyşli müşrikler gece vakti Mescid-i Haram’da Hatîm denilen yerde otururlardı. Resulüllah ise gece vakti sair işlerinden boşalıp buraya gelerek müşrikleri İslam’a davet ederdi. Yani Allah (cc), Resulüllah’ı gece gündüz İslam’da davet etmeye çağırıyordu.

7/5- (Resulüm!) Zira gündüz vakti sana uzun bir meşguliyet var.

8/6- Rabbinin adını zikret. (İnsanları tevhide davet et. Tevhit adına, başka şeylerden alakanı kes) tam anlamıyla O’na yönel.

9/7- (Allah) doğunun da batının da Rabbidir. O’ndan başka ibadete layık hak mabut yoktur. (Resulüm!) Allah’ı, özüne vekil et. (Bütün işlerini O’na havale eyle.).

10/8- (Resulüm! Bu müşriklerin) söyledikleri (tadı tuzu olmayan) sözlerine sabret. Güzel veçhile onları terk edip uzak ol, (kalben ve fikren onlardan uzak durup, yaptıkları işlerde onlara uymamakla beraber kötülüklerine karşılık vermeyip hoş görü ile davran.).

11/9- (Resulüm!) nimet içinde yüzen, (o seni) tekzip eden yalancıları  Bana bırak ve onlara biraz mühlet ver. (Bedir günü gelince onların hakkından Ben geleceğim.).[512]

12/10- (Resulüm! Müşrikler için dünya azabının yanında,) Bizim katımızda nice ağır ağır bukağılar ve son derece saldırgan bir ateş vardır.

13/11- ve boğazlarına duran bir yiyecek ve can yakıcı azap vardır.

14/12- Yerin ve dağların sarsılacağı, (o sivri sivri duran dağların kıyametin şiddetinden dolayı istikrarı kalmayıp) çöküntü ile akıp giden kum yığınında döneceği gün (bu azap müşrikler için hazırlanmıştır.).

15/13- (Ey müşrikler!) Haberiniz olsun, Firavun’a (Musa’yı) elçi gönderdiğimiz gibi, size de (küfür ve şirkinize, aynı zamanda bütün yaptıklarınıza) şahit olacak bir elçi gönderdik.

16/14- Öyle ki Firavun o elçiye baş kaldırdı da Biz o Firavun’u korkunç bir tutuşla tutup derdest ettik. (Boğduk.).

17/15- Siz böyle (Allah’ı) inkâr ederseniz, dehşetinden çocukların dahi ak saçlı ihtiyar kesildiği o günde (kıyamet günü, Allah’ın azabından) nasıl koruncaksınız? (O gün, Allah’tan başka hiç kimseye bel bağlanmaz.).

18/16- Sema da, o kıyametin dehşeti ile yarılacaktır. [Fezada bulunun küreler mahvolacaklardır. Semanın hali bu olursa, insanların halin nice olur!] Allah’ın vâdi sabit ve berkarardır. (Mutlaka olacaktır.).

19/17- İşte (bu uyarı ve hatırlatmalar, bu uyarıları kapsayan) ayetler, bir tezkiredir (bir öğüttür.). Artık dileyen öz Rabbine bir yol tutar (hakka ulaşır.).

20/18-19-20- (Resulüm!) Senin, geceleyin üçte ikisine yakın kısmını, (başka bir vakit) yarısını, (diğer başka bir vakitte de) üçte birini (yatmadan ibadetle ve emr-i nübüvvetle) geçirdiğini, ve seninle beraber bulunan bir taifenin de (böyle yaptığını) senin Rabbin elbette biliyor. Gece ve gündüzü (o mükemmel kudreti ile) takdir eden Allah’tır. Allah sizin, bunu sayamayacağınızı (bu gece ibadetini ileriye doğru hepinizin tamamıyla yerine getirmeye güç yetiremeyeceğinizi, başaramayacağınızı ezelden)[513] bilmiş, onun için sizi bağışlamıştır. Artık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. Allah bilmektedir ki, içinizde hastalar bulunacak, bazınız Allah’ın lütuf ve ihsanından (rızk) aramak için yeryüzünde sefere çıkacaklar, bazınız da Allah yolunda cihad emri ile meşgul olacaklardır. O halde Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. Namazı kılıp zekâtı verin. (Her bir hayırlı işe müteşebbis olun;) Allah’a güzel veçhile bir borç verin. (Sadaka verin ki, Allah malınızı iyice artırsın.). Kendiniz için önden (daha dünyada iken) ne hayır takdim ederseniz Allah katında onu bulacaksınız; hem de (dünyada gönderdiğinizden) daha hayırlı ve mükâfat olarak daha büyük bulacaksınız. (Yaptığınız iyiliklerdeki noksanlıklardan ve işlediğiniz günahlardan ötürü)[514] Allah’tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah (mağfiret isteyenleri) çok bağışlayan ve merhamet edendir.

 

Allah’a hamd olsun Müzzemmil sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Müzzemmil sûresini okursa Allah, o kimseden dünya ve ahretteki zorlukları kaldırır.”[515]


 

 

74/4 MÜDDESSİR SÛRRESİ

 

Müddessir sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 55 ayet,  255 kelime ve 1010 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

 

Tefsir:

Namlı Peygamberimiz (sav) daha peygamberlik gelmeden önce her yıl bir aydan fazla veya daha az olmak üzere Mekke civarında bulunan Hira dağına mücavir olup itikâf eder ve şerefli aklının muktezasınca Allah’a ibadet ederdi.[516] Kendine peygamberlik geldiği  sene Hira’da bulunan mağarada Recep ayının 27 inci gecesinde abasına (cübbesine) bürünüp uyumuştu. O esnada mağarada bir nur gördü. Korktuğu için abasını başına çekti. Hemen o an Mukaddes Ruh şeriat dilinde (Cibril-i Emin), İzzet sahibi Allah tarafından o Hazretin kalbine marifet ve hikmet kapılarını açıp mübarek ‘Alak sûresini indirdi. Resulüllah (sav) hikmet ve marifet madeni olan kalbi ile o sûreyi hemen ezberledi. Bu sûre Hz. Peygamber’e (sav) inen sûrelerin en ilkidir. Bu sûre inince artık ilim ve marifet kapıları o  mübarek zatın yüzüne açıldı. Gerçi bu sûre ile henüz insanlara peygamberliğini anlatma emri verilmemişti. [Zaten nice yıllar, halktan uzaklaşıp bu mağaraya gelmesinin sebebi, puta tapan insanlara bir tevhit kapısını bulmak ve aramak isteği idi.] Lakin bu sûre inmekle asıl maksadına henüz ulaşmamıştı. Bu surenin inişini tevhide davet etmeye kapıların açıldığına yorarak öylene doğru mağaradan ayrıldı Mekke’ye doğru gitti. Öyle bir harika hal almıştı ki, o bozorgüvârın (yüce zatın) mübarek yüzünden belli idi. Bu hal ile evine geldi. Hz. Hatice (rha) onun bu garip durumunu görünce olup bitenleri Resulüllah’a sordu. O yüce insan, olanları anlattı. Hz. Hatice (rha) ona:

Hiç düşünme! Sen mübarek, şefkatli ve sıla-ı rahim yapan, emin bir kişisin. Anlattıklarına göre bu, sana gelecek olan peygamberliğin ilk safhalarıdır. Yakında insanları hakka davet etmeye memur olacaksın. Hadi seni emim oğlu Varaka b. Nevfel’e götüreyim.

Varaka b. Nevfel, Hz. Hatice’nin amcası oğlu idi, Hıristiyanlığa geçip semavî kitapları da mütalaa etmişti. Ömrünün sonuna doğru gözleri kör olmuştu. Hz. Hatice (rha), Resulüllah’ı Varak’nın yanına götürdü. Hadiseyi anlattı. Varaka, Resulüllah’ın eline yapışıp dedi: “O sana gelen Namus-i Ekber (Cebrail)’dir ki, İsa (as) seni müjdelemişti. Sen peygamber olarak gönderildin. Ne kadar isterdim; ah bir ömrün yetseydi de nübüvvet emrinde sana yardımcı olsaydım. Hakkı neşretmekte senin muinin olsaydım.”[517] Resulüllah (sav) oradan dönüp evine geldi. Halen o hadiseyi düşünüyordu. Ardan nice gün geçti, vahiy kesildi. Resulüllah (sav) evine çekilip korku ile ümit arası şerefli aklı ile bu konuyu istişare ediyordu. Tam bu sırada Müddessir sûresi indi. Artık açık ve zahir bir şekilde insanları hakka davet etmeye memur oldu. O mübarek zat, muradına ermiş ve büyük bir şevk u tarab ile evinden ayrılıp ve gidip Safa tepesine çıktı. Büyük küçük herkes o dağın eteğine toplandılar. Peygamberliğini onlara ilan edip, şirkten tevhide davet etti. Mekke ehli, hususiyle Resulüllah’ın akrabaları, amcaları bu konuya üzüldüler...

1-2/2-3 Ey bürünüp sarınan (Resulüm!) Ayağa dur, (insanları hakka davet et, küfür ve şirkin vebalini onlara bildir ve azabımızdan onları) uyar.

3/4- (Resulüm!) artık sadece Rabbini büyükle! (Kibriya ve azametiyle O’nu vasıflandır.) [Bu ayet inince Resulüllah (sav) hemen “Allahu Ekber” dedi. Ardından Hz. Hatice (rha) da “Allahu Ekber” dedi. Böylece nübüvvet emri ile şâd oldular.][518]

4/5- Elbiseni necasetten pâk eyle, (nefsini kötü sıfatlardan münezzeh tut, güzel sıfatlarla arâste/bezenmiş eyle.)[519]

 

Tefsir:

Örf dilinde “Falan kes pâk damendir.” denir. Yani nefsi habis ve kötü sıfatlardan pâktır. Ayette ise bu kabilden yorumlanabilir. Kur’an-ı Kerim insanların örfüne göre bir beyan kullanmıştı. Çoğu müfessirler, bu ayetteki temizliği maddi temizliğe hamletmişlerdir. Fakat bu yorum, ayetin siyak ve sibak ilişkisine uygun düşmemektedir. Böyle oluca çok derin bir mana, basit bir mana ile değiştirilmiş olur. Aklı ve basireti olan insanlar için bu fark ortadadır.

5/6- (Her bir azaba bais olan işleri, putperestlik ve sair masiyetleri) kötü şeyleri terk et(tiğin gibi, halkı da terk etmeye davet et.).

6/7- (Tasarrufunda olan mallardan ümmetin fukaralarının ihtiyaçlarını gidermeleri için sarf et.) olmasın ki, yaptığın iyiliği çok görerek başka kalkasın. (Çünkü sen üstün yüce ahlak üzerindesin ve bununla memur olmuşsun.).

 

Tefsir:

Bu emirler, sadece Resulüllah’a mahsus değildir. Belki bütün Müslümanlar bu emirlerle yükümlüdür. Kur’an’ın emirleri Resulüllah’ı (sav) muhatap alsa bile, lakin o Cenap bu emirleri insanlara ulaştırmakla mükellef olup Kur’an ehli ise onları yapmakla memurdur. İşte bunun için o mübarek zat buyuruyor ki: “Ben üstün ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.”[520] O Hazret hangi ahlak üzerinde ise bizim de o ahlak ile bezenmemiz gerekir.

7/8- (Resulüm! Allah’tan ötürü her bir emirde, özellikle İslam’a davet emekte) Rabbin rızasına ermek için sabret. (Sabrı, özüne şiar et.).

8/9- (Resulüm! Sen o müşriklerin yaptıklarına sabret.) O vurulan şeye vurulunca,

9-10/10- İşte o gün zorlu bir gündür, (müminlere kolay olarken) kâfirler için (hiç mi hiç) kolay değildir.

 

Tefsir:

O gün Bedir günüdür. Bedir savaşı kâfirler için çok zor bir gün olmuştu. Savaş çanları çalınca onlar için iş zorlaştı. Allah (cc) müşriklere ilk önce dünya azabını verdi ki, şirklerinden tövbe edip iman etsinler. Tefsirciler bu ayetleri ahret azabına hamletmişlerdir.[521]Nakur” ise, İsrafil’in boynuzdan yapılmış “sur”una diyorlar. Fakat bu boynuzun hangi hayvanın boynuzu olduğunu tayin edememişlerdir (!) Aferin böyle müfessirlere!

Kur’an’ı böyle boş manalara hamletmek seza mıdır? İslam’ım bu haline ağlamak lazımdır.

Aslı Taif’li olan Velid b. Muğire’nin Mekke müşrikleri arasında mühim yeri vardı. Zengindi. Resulüllah’a (sav) peygamberlik gelip de insanları  hakka davet etmeye başlayınca Kureyşli müşrikler bir araya gelip Resulüllah’ın davasını istişare ediyorlardı. Velid b. Muğire, Resulüllah’ın durumunu öğrenmek için görev aldı. Resulüllah’ın yanına geldiği zaman, Mescid-i Haram’da namaz kılıyordu. Resulüllah (sav) namazda Fussilet sûresini okudu. Velid, okunan bu Kur’an’ı dikkatle dinledikten sonra dönüp müşriklerin yanın gitti ve onlara:

Vallahi, şu Muhammed’den öyle bir kelam duydum ki, o ne insan ne de cin kelamına benzemiyor. Vallahi onda bir belâgat ve şirinlik vardı ki, ona hiçbir söz yetişemez.

Velid bu sözü dedikten sonra evine gitti. Onlar çok üzüldüler ve Velid hakkında:

Dininden çıktı galiba! (yani Müslüman oldu.) Vallahi böyle giderse Kureyş’in hepsi Müslüman olur.

Ebu Cehil dedi ki: “Üzülmeyin. Ben Velid’i Müslüman olmaya bırakmam.” O arada Velid’in evine gitti. Üzüntülü bir şekilde oturdu. Velid, Ebu Cehil’e:

Kardaş oğlu, ne oldu ki böyle üzgün duruyorsun?

Nasıl üzülmeyeyim! Kureyşliler diyorlar ki, “Velid bu serveti ile Muhammed ve Ebu Bekir’in yanına giderse onlardan da bir şeyler alırsa bayağı zenginleşir. Öyle ise gelin ona biraz mal toplayalım ki, Muhammed ve Ebu Bekir’in malına köle olmasın.”

Kureyş, şimidi bana bunları mı diyor? Muhammed ve onun ashabı bir şey bulmuş yemişler de ben mi kalmışım?

Velid buna çok kızıdı, ayağa kalktı ve Daru’n-Nedeve’ye gitti, ayak üstü onlara:

Muhammed’in (sav) mecunun olduğunu söylüyorsunuz. Hiç onda delilik görüyor musunuz? Yine ona kâhin diyorsunuz, hiç onda kâhinlik görüyor musunuz?, yine ona şair diyorsunuz, hiç onun şiir okuduğunu gördünüz mü? Yine ona yalancı diyorsunuz, hiç onun yalan söylediğine şahit oldunuz mu?

Allah şahit bu dediklerin hiçbirini onda görmedik.

Öyle ise Muhammed nedir? (Biraz düşündü... başını aşağı saldı. Bu tarafa, o tarafa büktü. Encamında:)

O bir sahirdir. Çünkü Muhammed (sav) de, diğer sahirler gibi , baba ile oğulun arasını, ehil ve ayal arasını açıyor. Bunun için ona “sahir” demek doğru olur.

Velid’in bu sözü üzerine mecliste bulunanlar çok sevindiler ve gelen ayetler nazil oldu:[522]

11/11- (Resulüm! Hiç kimseyi ortak etmeden) tek olarak yarattığım, o kimseyi (o Velid b. Muğire ve emsalini) bana havale eyle. (Beni onunla kendi halimize bırak. Bak ki ondan nasıl intikam alyorum.)

12-13/12-13- (O kimseyi yaratmaktan başka) üstelik geniş servet ve (hal-i hazırda hepiniz görüyorsunuz Mekke büyükleri ile boy ölçüşen, hatta) önemli işerde bilgilerine baş vurulan evlatlar oğullar verdim.

 

Tefsir:

Velid b. Muğire’nin on oğlu vardı. Hepsi onun sağlığında büyük kimseler oldular. Onlardan üçü İslam ile müşerref oldular: Biri İslam’ın büyük kumandanı Halid, diğeri Umare, diğer ise Hişam idi. Geriye kalanlar ise babaları ile birlikte kâfir olarak öldüler.

14/14- (Yine) ona (mal, makam ve riyaset gibi) büyük imkânlar verdim. [Velid, Kureyşin önde gelenlerinden sayılırdı. Çok zengin olduğu için Kureyş tarafından kendine “Reyhanetü Kureyş” (Kuyreyşin en bol rızıklısı) denilirdi.][523]

15/15- (Buna rağmen) o nimetleri daha da artırmamı istiyor.

16/16- Hayır (o nimetleri artırmayacağım. Belki elinde onlar da gidecektir.) Zira o, Bizim (tevhit ve kudretimize delalet eden) ayetlerimize karşı inat edip (inkâr etti.) [Bu ayet indikten sonra Velid’in malı giderek azaldı. Kendi helâk olduğu gibi sonunda serveti de tükendi.]

17/17- Onu ebedâ rahatlık yüzü görmeyeceği bir azaba giriftar edeceğim.

18/18- Zira o, (Kur’an hakkında) düşündü taşındı ve (sonunda indi görüşünü) takdir etti.

19/19- Kahrolasıca! (Kur’an hakkına, ona münasip olmayan) sözü nasıl da takdir etti!

20/20- Yine lanet olasıca! (Kur’an hakkında ona hiç de yakışmayan) sözü nasıl da takdir etti!

21/21- Ondan sonra (topluluğa karşı söylemek istediği sözü onların yüzüne) baktı (istedi ki desin..).

22/22- Ondan sonra yüzünü kırıştırdı ve ekşitti.

23/23- Sonra (haktan) yüzünü döndü ve büyüklendi.

24/24- Encamında (takdir ettiği lafı etti ve:) “Bu Kur’an öteden beri öğretilegelen bir sihirden başka bir şey değildir.” Dedi.

25/25- Bu Kur’an (sihir olmakla birlikte,) insan sözünden başka bir şey değildir.

26/26- (Resulüm! Velid b. Muğire ve emsalini) sakar’a yaslayacağım. [“Sakar” cehennemlerden birinin adıdır. Yüze çalıp kavuran manasındadır.]

27/27- (Resulüm!) Sakar’ın ne olduğunu nereden bileceksin? (Onu Bizden başka san bildiren olmaz.).

28/28- (Sakar, şudur: insandan) ne geriye bir şey bırakır ne de yakasını bırakır.

29/29- (Onun ateşi) insanın cildini değiştirir, yandırır, şiddetiyle kavurur.

30/30- Üzerinde on dokuz (bekçi)[524] vardır.

31/31-32-33-34-35-36-37- Biz cehennemin işlerine bakmakla ancak melekleri görevlendirmişizdir, (ta ki, insan ile ilgi kurup acıma duyguları olmasın. Çünkü insan, ne de olsa kendi cinsine acır.).[525] O muhafızların sayıları da ancak kâfirler için bir imtihandır ki, böylelikle, kendilerine kitap verilenler (Yahudi ve Hıristiyanlar) iyiden iyiye öğrensin, iman edenlerin de imanını artırsın.. iman edenler de, kendilerine kitap verilenler de (cehennem üzerine on dokuz muhafızın olduğuna) hiç şüphe etmezler. Ama kalplerinde hastalık bulunanlarla kâfirler de, “Allah bu misalle ne demek istedi? (Neden muhafızların sayısını on dokuz yaptı da yirmi yapmadı?)” desinler. İşte bu zikredilen misal gibi Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de yola getirir. [Allah (cc), hiç kimseyi dalalete salmaz. Ancak kendi ihtiyarları ile küfürde kalanlar müstesna.] (Resulüm!) Senin Rabbin ordularını kendisinden başkası bilmez. [On dokuz muhafızın sayılarının hikmetini ancak Allah bilir.] Sakar adlı cehennem azabını anlatılması da ancak insanlar içindir. (Belki öğüt alır, Allah’ın azabından korkar, kötü işler tutmazlar.).

 

Tefsir:

O muhafızların sayıları da ancak kâfirler için bir imtihandır” ayeti inince Ebu Cehil, Kureyşli müşriklere dedi ki: “Anneniz mateminizden oynayıp eğleşsin he!.. duydum ki, İbn Ebi Kebşe (Yani Resulüllah’ı kastediyor) haber veriyor: ‘Cehennem’in on dokuz muhafızı varmış’ Sizler gayet şecaatli erlersiniz. Sizden bir kişi o muhafızların on tanesini yenemez mi?!” Ebu’l-Eşed b. Üseyd çok şecaatli biri idi. Dedi ki: “O muhafızların ikisi size, diğer on yedisini ben hallederim.”[526] Ebu Kebşe putları bırakıp “Şi’ra” yıldızına tapardı. Putlarını bırakıp ona  taptığı için müşrikler onunla alay ederlerdi. Bundan kaynaklanarak Resulüllah’ı da aynı isimle çağırıyorlardı.

32-33/38- Ama hayır (o insanlar öğüt almazlar) Kamere and olsun. Dalını dönüp giden geceye and olsun.

34-35-36-37/39-40-41-42- Ağarmakta olan sabah vaktine and olsun ki, (o sakar adlı cehennem) insanlık için, sizden (hayırlı iş yapmakta kendi ihtiyarıyla) ileri gitmek ya da geri kalp (terk) etmek isteyenler için uyarıcı büyük (bela ve musibetlerden) birisidir.

38-39-40-41-42/43- Her (günahkâr) nefis kazandığına karşılık bir rehindir. Ancak ashab-ı yemin[527] müstesna. Onlar cennetler içindedir. Birbirlerine sorarlar, (bu) günahkârlardan (haber var mı?. Derler ki, “evet var”. Onlara dedik ki:) Sizi şu sakar’a (yakıcı ateşe) soksan nedir?

43/44- Onlar da şöyle cevap verdiler: “(Evvela) biz namaz kılanlardan değildik; (onun vacip ve ne derece önemli bir ibadet olduğuna itikadımız yoktu.);

44/45- (saniyen, milletin) yoksallarına yiyecek vermezdik. (Dünyada çok mal kazandık, ancak kendi karnımızı doyurduk, düşkünleri hiç düşünmedik.);

45/46- (üçüncü olarak) Kur’an’ın hilafına, batıl işlere dalanlarla biz de beraber dalardık;

46-47/47-48- (dördüncü olarak) ceza gününü de yalan sayardık. (Bu halde iken) ölüm bize gelip çattı.” [Burada cehennem ehlinin cevapları bitti.]

48/49- (Resulüm! O Sakar adlı cehenneme girenleri cümle) şefaat edenler (toplansa) şefaat edip kurtaramazlar.

49/50- Şimdi o Kur’andan yüz çevirirlerken ne mazeretleri var? (Görmüyorlar mı, Allah günahkârlara böyle eziyet ederse, ya hiç inanmayanlara nasıl azap edecektir?!).

50-51/51- Onlar (Kur’dan kaçarken) sanki ürkmüş yapan eşekleri, ok atan bir grup avcıdan[528] kaçmaktadırlar.

52/52- [Müşrikler, Resulüllah (sav)’e diyorlardı ki, her birimize semadan bir kitap getirmedikçe sana inanmayacağız. Bunun üzerine ayet nazil oldu:][529] Hayır, onlardan her kişi kendisine açılmış sayfalar verilmesini istiyorlar. (Onlar şimdi bunu mu  istiyorlar?)

53/53- Hayır, (onlara hiçbir başka kitap verilmez. Onların derdi kitap değil.) Aslında onlar ahretten korkmuyorlar. (Onun için Kur’an’ın öğütlerine itibar etmiyorlar.).

54/54- Hayır, asla! (İş zannettileri gibi değildir. Korkunç bir ahiret var. Müşriklerin, Kur’an’ın öğüt ve nasihatlerini kabul etmemeleri, onun hakkaniyetini inkâr etmeleri kesinkes yanlıştır.) O Kur’an kuşkusuz bir öğüttür.

55/55- Dileyen onu düşünür, (ibret alır ve faydası kendisine olur.).

56/56- Bununla beraber, Allah dilemedikçe onlar öğüt alamazlar. Allah kendisine karşı gelmekten sakınılıp (ona karşı günah işlenmemeye) de en layıktır, (iman edip tövbe edenleri) bağışlamaya da en layıktır.

 

Hamd olsun, el-Müddessir sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa Allah o kimseye on sevap verir.”[530]


 

 

75/31 KIYÂMET SÛRESİ

 

Kıyâmet sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 40 ayet, 199 kelime ve 652 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1-2/2-3- (Resulüm!) Öyle (müşriklerin zannettikleri gibi) değil ki, hakikaten vaki olacak kıyamet gününe yemin ederim. Hayır hayır, kasem ederim sürekli kendini kınayan o nefse (ki, siz tekrar dirilecek hesaba çekileceksiniz.).

 

Tefsir:

Müfessirleri çoğu bu iki ayetteki “” kelimesini ziyade sayıp, yemini tekit için geldiğini söylemişler ve manayı da buna hasretmişlerdir. Lakin iyi dikkat edilince bu, hiç de alışılmış bir mana değildir. Belki, şurası bir gerçektir ki, Resulüllah (sav), müşriklere kıyametin keyfiyetini, kesinkes vaki olacağını ve insanın tekrar diriltilip hayatının hesabını vereceğini defaatla anlatmıştır. Müşrikler ise Resulüllah’ın bu dediklerini inkâr etmiş ve alaya almışlardır. İşte o vakitler bu sûre nazil olmuştur. İlk önce “Lâ” kelimesi ile müşriklerin inkârını nefyediyor. Ondan sonra kıyametin vaki olacağını ve insanın tekrar diriltileceğini, Allah’ın bunlara kadir olduğunu anlatıyor. Onun için and içiliyor. Allâme Zemahşerî de bu konuya işaret etmiştir.[531]

3/4- (Kıyameti inkâr ediyorlar!) Acaba insan, kendisinin kemiklerini (çürüyüp toprak olduktan sonra) bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor?

4/5- Evet (buna kadiriz. Onun kemiklerini bir araya toplayacağız.) parmaklarını (o parmakları ucundaki inatçı kimlikleri, o özel dokuyu) bile eski düzgün hallerine getirmeye gücümüz yeter.

5/6- (İnsan benliği esas itibariyle, kıyameti inkâr ediyor değildir.) Fakat (o günahkâr) insan, (günahlarından, lezzetlerinden ayrılmamayı) ileride de günah işlemeyi ister.. (onun için alay yollu:)

6/7- (Resulüm! Sana) sorar: “O kıyamet günü ne zaman?!” (Eğer doğru isen ne zaman kopacak?).

7-8-9/8-9-10- (Resulüm! O kıyametin kopacağını inkâr edenlere de ki:) “(Korkudan) göz kamaştığı, ay tutulduğu, güneş ile ay bir araya getirildiği zaman, (işte böyle vakitte kıyamet kopmuştur.)”

10/11- İnsan o gün der, “Nereye kaçmalı?”

11/12- Hayır hayır, yok bir kaçacak yer, (dağdan, gardan, dereden, ağaçtan..)

12/13- (Resulüm!) O günkü günde (bütün bendelerin) karargahı senin Rabbin Allah tarafındadır. (Herkes O’nun huzuruna toplanacaktır.).

13/14- O gün insana (dünya malından Allah yolunda, millet evladı için sarf edip) gönderdiği ve (hayır için vermeyip vizr u vebal olarak) bıraktığı kendisine haberdar edilir. (O vakit, malının hayrını yapmadığına çok üzülür.).

14/15- Belki insanın özü (öz nefsine) burhan olur (özünden sadır olan amellerin hepsini bilir.).

15/16- Eğer insan, (günah ve masiyetinden dolayı) mazeretler savursa bile (mazereti kabul olmayacaktır.).

16/17- [Resulüllah’a (sav) vahiy nazil olurken, onu kıraat edip ezberlemede acele ederdi. Bu ayet, Resulüllah’ın vahiy esnasında onu ezberlemek için acele etmemesini ve teenni ile sakin bir şekilde hareket etmesini tavsiye etmek için nazil oldu.][532] (Resulüm!) onu (vahyi) tez beri almak için dilini kımıldatma! (Sadece dinle!)

17/18- Şüphesiz onu, toplamak (senin kalbine belletmek) ve onu okutmak bize aittir.

18/19- O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et. (Hepsi seni hafızanda olur. unutmazsın.).

19/20- (Onu hafızanda tuttuktan) sonra (eğer kapalı bir durum olursa) onu da beyan etmek bizim uhdemizedir. (Onu sana beyan edeceğiz.).

20-21/21-22- Hayır hayır, siz hep peşin olanı istiyorsunuz ve ahireti bırakıyorsunuz.

22/23- (Kıyamet günü insanların yüzleri iki kısım olur:) Nice yüzler o gün (ter u taze) parlaktır.

23/24- Rablerini(in kudret ve azametini) temaşa ederler.

24/25- Nice yüzlerde vardır ki (gam ve kederden) kararır.

25/26- (O gün) kendilerinin belini kıracak bir felakete uğratılacaklarını artık kesinkes anlarlar.

26-27/27- Hayır hayır, (dünyayı ahirete tercih etmek olmaz. Siz kuşkusuz öleceksiniz. Dünyadan kesinkes ayrılacaksınız. Ondan millet evladına öz seçiminizle verirseniz işte bu sizin için fayda verecektir.) Ne zaman ki can köprücük kemiklerine dayanınca (anadan, ya babadan ya da yakınlardan bir tabip bir çare ararlar ve) denilir: “(nice eyleyelim?) kim tedavi edecek? (Buna şifa verip ölümden kurtaracak.?)”

28/28- (O ölüm halinde) artık kesinkes anlar ki, (dost edindiği dünyadan, maldan, evladından) tam ayrılık zamanıdır. (Ölümü, ne akrabası, ne kendisi tehire salamaz.).

29/29- (Ölümün dehşetiyle el ayak karışmış) bacak bacağa dolaşmıştır.

30/30- (Resulüm! Dünyadan ayrılırken) işte o gün (nev-i beşerin) sevki başka değil sadece senin Rabbinedir. (Hesap vermek için Allah’ın huzuruna sürülürler.)

31/31- (Bu azaplar ve müşkül şekilde can vermenin sebebi;) o insan, ne (Peygamber’i ve Kur’an’ı) tasdik etti[533] ne de namaz kıldı.

32/32- Belki (Kur’an’ı) yalan saydı, (onu tasdik etmekten) yüz çevirdi.

33/33- Sonra da çalım sata sata ailesine gitti.

34/34- (Ey hakikati inkâr edip yüz çeviren insan!) Sezadır azap sana, seza.

35/35- Sonra yine, başkasına değil sezadır azap sana, seza.

36/36- Acaba insan (edip eylediklerinden hiç sorguya çekilmeyecek ve) başı boş bırakılacağını mı zannediyor?

37/37- Acaba insan (anne rahmine) dökülen meninin içinden bir nutfe (sperm) değil midir?

38/38- Sonra bu (sperm), aşılanmış yumurta (zigot) olmuş ve neticede de Allah onu yaratıp şekillendirmiş (ince ayarını vermiş, insan yapmıştır.). [İşte aslınız budur. Sizi böyle yaratan Allah, öldükten sonra diriltmeye ve sizi hesaba çekmeye de kadirdir.]

39/39- Allah (o mükemmel kudretiyle), ondan da iki cinsi; erkek ve dişiyi var etti.

40/40- Hiç böyle (kudret sahibi Allah’ın) ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi?

 

Tefsir:

Resulüllah (sav) bu son ayeti okuyunca hemen şöyle derdi: “Evet, ben de buna şahit olanlardanım.”[534] Biz de diyoruz: “Allah’ım! Sen insan oğlunu hiç yoktan vücuda getirip akıl ve şuur verdiğin gibi, sonra da seni tanıyan tanımayan herkesi öldükten sonra tekrar diriltmeye kadirsin. Ve  herkese yaptığının karşılığını vereceksin.

 

Hamd olsun Kıyamet sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa Ruhu’l-Kudus kıyamet günü şahitlik eder ki, bu kimse kıyameti tasdik ediyordu.”[535]


 

 

76/90 İNSAN SÛRESİ

 

İnsan sûresi Medine’de nazil olmuştur. 31 ayet 240 kelime ve 1054 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- (Resulüm!) Gerçekten insanın (nev-i beşerin, mevcut olmasından önce) üzerinden, henüz (babalarını sulbünde bir nutfe iken) kendisinin zikredilmeye layık bir şey olmadığı uzun bir süre geçmiştir. (Allah, insanı o halette iken vucüda getirip, güzel surette yarattı.). karı

2/3- Gerçekten biz insanı (anne ve babadan) gelen karışık bir nutfe (zigot)tan yarattık; onu imtihan edelim diye işitir ve görür kıldık.

3/4- Biz (insana işiten kulak ve gören göz vermemize ilave olarak, onun yardımı ile hakkı batıldan ayırt edeceği şerefli aklı dahi ona ihsan ettik. Aklî deliller sebebiyle)[536] şüphesiz ona (doğru) yolu gösterdik. (Bu hidayetten sonra, kendi seçimi ile artık) ya şükreder (iman eder) ya da nankörlük eder (inkâr eder.).

4/5- Doğrusu Biz, kâfirler için (ellerini boyunlarına bağlayan) zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık.

5/6- (Resulüm!) Ebrar (işte Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin ve Fıdda gibi ekmeklerini muhtaç oldukları halde yemeyip ihsan eden tam manasıyla hayır sahibleri) ise, kâfur katılmış bir kadehten (cennet şarabı) içlerler. [Kâfur’un mahiyeti, sonderece soğuk ve hoş kokulu olup Araplar arasında çok meşhurdur. “Kâfur soğukluğunda” diye bir de darb-ı meselleri vardır. Allah (cc) insanların örf ve adetlerin göre onlara cennet şarabının özelliklerini tanıtmaya çalışmıştır.][537]

 

Tefsir:

Zemahşerî (538/1143) Keşşaf adlı tefsirinde[538], Şeyh Tabresî (548/1153) Mecmau’l-Beyan’da,[539] Fazıl Alauddin Sofî Hazin (741/1340) Lübabü’t-Te’vil’de, Abudullah Mahmud Nesefî (710/1310) Medariku’t-Tenzil’de[540] ve bunlardan başka diğer tefsirciler İbn Abbas’tan naklediyorlar ki; Hasan ve Hüseyin (ra) çocuk iken hasta olmuşlardı. Resulüllah (sav) birçok sahabi ile onların ziyaretine geldiler. Durumlarını sorduktan sonra buyurdular ki: “Ya Ali! Bu çocukların şifa bulması için nezretseniz (bir şer adasanız) iyi olur. Hasan ve Hüseyin (ra) şifa bulması için Ali, Fatıma ve bir de cariyeleri Fıdda üçer gün oruç tutmaya nezrettiler. Onlar şifa bulunca, oruçlarını tutmaya başladılar. Lakin evde iftar edecekleri hiçbir şey yoktu. Ali (as) Hayberli Şemûn adlı yahudiden borç olarak üs sa’ (bir sa’=3261,5 gr.) hurma arpa aldı. Hz. Fatıma bu arpayı el değirmeninde öğüttü ve iftar için beş adet arpa ekmeği yaptı. İftar vakti gelince hemen kapıya bir dilenci, “Selamün aleyküm ey Muhammedin ehl-i beyti! Müslümanların fakirlerinden biriyim. Bana yiyecek verin. Allah size cennet yiyeceklerinden ihsan etsin!” diye seslendi. Bunu üzerine Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin ve Fıdda her biri ekmeklerini bu dilenciye verdiler. O iftarda sudan başka bir şey tatmadılar. Öylece sabah oldu ve yine oruca başladılar. İkinci günü Fatma (rha) yine bir sa’ arpadan beş adet arpa ekmeği yaptı. Akşam iftar etmeye oturmuşlardı ki, kapıdan “Müslümanların yetimlerinden bir yetimim. Bana yiyecek verin.” diye bir dilenci daha seslendi. Yine herkes elindeki ekmeği bu yetime verdiler ve su ile iftar ettiler. Oruca üç gün peşi peşine niyet ettikleri için ertesi gün yine oruç tuttular. Yine Fatıma (rha) bir sa’ arpadan beş arpa ekmeği yaptı. İftar vakti kapıdan biri “Ey Muhammed’in ehl-i beyt’i! Ben bir esirim, yiyecek istiyorum. Bana yiyecek bir şey verin.” diye seslendi. Yine ellerindeki ekmeklerini verip aç yattılar. Sabah olunca Ali (as), Hasan ve Hüseyin’in elinden tutup Resulüllah’a getirdi. Resulüllah (sav) onların bu halini görünce çok üzüldü. Dönüp eve gelince Fatıma (rha)’yı da aynı şekilde gördü; acından karnının etleri yapışmış, gözleri çukura düşmüştü. İşte bu halde iken gelen ayet onlar hakkında nazil oldu.[541] Onları övüyordu. Allah (cc) onların bu davranışlarını övüp kıyamete kadar güzel bir örnek olarak Kur’an’ında zikretmiştir.

6/7- (O kâfur veya içtikleri) bir pınar ki, ondan (Ali ve Fatıma.. gibi) Allah’ın kulları içer, kolay veçhile o pınarı istedikleri yere akıtırlar, (ondan kana kana içerler.).

7/8- O kullar (O beş kişi gibi olanların sıfatı budur ki:) Kötülüğü yaygın olan bir günden (kıyamet günü) korkarak (kendileri aç yatarak, aç gün oruç tutarak) adaklarını (üzerine aldıkları şeyi) yerine getirirler.

8/9- Onlar (kendileri çok muhtaç olmaları ve) canları da çok istemelerine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. [İşte buna, sehavet/cömretlikten de öte îsâr denir.]

9/10- Onlar (yemeyip, yoksula, yetime ve esire yedirdiler ve dediler ki:) “Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir medh u sena bekliyoruz.”

10/11- “Şüphesiz biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden (O’nun azabına dûçar olmaktan) korkarız” (derler).

11/12- (Onların bu korkularına göre) Allah da, onları o günün (kıyamet gününün) şerrinden saklar ve (gam ve keder yerine, kalplerine) neşe ve sürur, (yüzlerine de) beşaşet ve parlaklık ihsan eder.

12/13- (Onlar orucun açlığına ve susuzluğuna) sabretmelerine karşılık Allah da onlara cenneti ve (oradaki) ipekleri lütfeder.

13/14- (O cennette) koltuklar üzerine kurulurlar öyle ki, ne yakıcı sıcak görülür orada ne de dondurucu zemheri soğuğu.

14/15- Üzerlerine cennet gölgeleri sarkmış, meyveleri bol bol önlerine konmuştur. (O meyveleri derip ter u taze yerler.). [Gerçi cennette ağaç gölgesine ihtiyaç olmasa bile, lakin ağaç ve günün olduğu yerde buna itibaren göle de bulunur.]

15-16/16- Yanlarında, gümüşten sırça kaplar ve billûr kâselerle.. gümüş beyazlığında şeffaf kupalarla dolaşılır ki, sâkiler bunu (cennet şarabını) ölçüsünce tayin ve takdir ederler.

17/17- Orada onlara dolu bir kadeh sunulur ki, katkısı zencebildir.

 

Tefsir:

Zencebil”, zencefil dediğimiz bilinen hoş kokulu baharatın ismidir. Leziz ve hoş kokuludur.

Allah (cc), her türlü zarafete sahip olduğu için, cennet kadehlerini billûrdan yapmıştır.

Ömer b. Hattab’ın (ra) hilafeti zamanında Din-i mübin-i İslam’ın gazileri Tüster’i alıp oranın Hürmüzan adlı hükümdarını da halifenin isteği ile Ömer b. Hattab’ın huzuruna getirdiler. Hümüzan her türlü ağırlık ve hizmetçileri ile altın ve mücevherlerle süslü bir şekilde Medine’ye vardı. Medine ehli onu böyle görünce çok hayret ettiler. Bu elbiseleri ile Halife’nin huzuruna girmek istedi, fakat izin vermediler. Elbiselerini değiştirdi ve Resulüllah’ın büyük ashabının da yanında bulunduğu sırada Halife’nin huzuruna çıktı. Biraz durduktan sonra su istedi. Ona bir beyaz kâse ile su getirdiler. Hürmüzan, “Biz böyle kâselerde su içmeyiz” deyip onu geri çevirdi. Ali b. Ebi Talib, bir billûr kâsede su getirilmesini istedi ve getirdiler. Hürmüzan suyu alıp elinde tutarak dayandı. Halife, baktı ki Hürmüzan suyu içmiyor. Hürmüzan’a buyurdular ki:

Niçin suyu içmiyorsun?

Korkuyorum ki, bu suyu içer içmez beni öldürürsün.

Seni neden öldüreyim. Seni öldürmeyeceğim.

Yemin et ki, “sen elindeki suyu içinceye kadar seni öldürmeyeceğim”

Vallahi o suyu içmemiş seni öldürmeyeceğim.

Hürmüzan elindeki kâseyi yere atıp kırdı ve oradakiler bu işe çok hayret ettiler. Hümüzan sonra Halife’ye dönüp:

Ey Halife! Bu su döküldü. Artık sen beni öldüremeyeceksin. Ama şimdi ben, kendi isteğimle hiç bir baskı altında kalmada Müslüman oluyorum..[542] Hürmüzan, Firuz, Ömer b. Hattab’ı şehit edinceye kadar Medine’de yaşadı. Ömer b. Hattab’ın (ra) oğlu Ubeydullah b. Ömer, babasını şehit eden Firuz’un babasını öldürmeden önce Hürmüzan’ın yanına gidip geldiği ve bu öldürme işini o planladı gerekçesi ile Hümrüzan’ı öldürdü. Osman b. Affan (ra) halife olunca Ali b. Ebi Talib, Ubeydullah’tan Hürmüzan’ın kanını istedi[543] ve halifeye dedi ki: “Ubeydullah b. Ömer, haksız yere bir Müslümanı katletti. Onun da kısas yoluyla öldürülmesi lazımdır.” Hz. Osman (ra) daha hilafet yeni geçtiği için onu kısas yapmaktan çekindi. Hilafet sırası Ali b. Ebi Talib’e gelince Ubeydullah kesinkes katledileceğini anlayınca Şam’a Muaviye’nin yanına kaçtı. Lakin Sıffin savaşında öldü. [Bu hadisenin burada anlatılış münasebeti pek anlaşılamadı. Her halde Hürmüzan’ın normal bir kâse ile su içmek istemeyip billûr kâsede su içmek istemesi, insan tabiatının lükse düşkünlüğü göz önünde bulundurularak anlatılmış olsa gerektir.]

18/18- (O su) orada öyle bir pınardır ki, adına Selsebîl denir. [Selsebîl, “suyu, istedikleri yere, diledikleri gibi akan ve kendi tatlı içimi kolay bir sudur.]

19/19- (Orada sürekli onların hizmetinde) etraflarında ölümsüzlüğe ulaşmış civanlar dolaşırlar, (Resulüm,) onları gördüğünde, (sedeften taze çıkmış) etrafa saçılıp (nizamsız) dağılmış inciler sanırsın.

 

Tefsir:

İnciler ilkönce denizden çıkan sedef içinde mahfuz olup hava ve tozdan korunmuş olduğu için rengi saf ve berraktır, görenleri hayrete boğar. Hava ile temas kurunca rengi kaçar tozdan rengi değişir evvelki berraklığını kaybeder sararır. Bunun için “saçılıp dağılan, dizilen” tabiri insanların örfünde her bir saf, berrak ve güzel suretli olan şeyler inciye benzetilir. Allah (cc) insanların bilmediği şeyleri (yani dış dünyada gerçekliği olmayan, henüz rastlanmamış şeyleri) yaşadıkları şeylere benzeterek anlatmak istemiştir. İşte burada, cennette müminlere hizmet edecek olan gençler, sedeften yeni çıkmış inciye benzetilmiştir. Arapça’da özellikle şairlerin sözlerinde bu türlü teşbihlere çok rastlanır. Hasan b. Sehl, Bûran adlı kızını Halife Me’mun ile evlendirip, sayılamayacak derecede bahşiş verdi. Zifaf gecesinde odası altınla dokunan örtülerle serilip döşendi. Sarayın hanımları o altın mensucat üzerine bir de inci serpmişlerdi. Me’mun bu güzle manzarayı görünce dedi ki: Ebu Nüvas’ın her bir hayrı Allah için olsun sanki bu manzarayı görmüş de öyle söylemiş:

“Sanki şarabın üzerinde bulunan büyüklü küçüklü kabarcıklar

Altından bir yeryüzüne saçılan inci taneleri gibidirler”[544]

Ebu Nüvas İslam’ın büyük şairlerinden biridir. Lakin çok içki içtiği için şiirlerini hep içki üzerine yazmıştır. Böyle teşbihler Arapça’da çok bulunur. Hasan b. Sehl, kardeşi Fazıl b. Sehl’den sonra Me’mun’un veziri oldu. Bu iki kardeş, hele özellikle Fazıl ilim ve fazilette yegâne bir ufuk idiler. Serahs ehli Türklerden oluşuyordu. Bir cariye olan Me’mun’un anası da bu yöredendi. Onun için Türkler, Memun’a yardım edip Merv’den Bağdat’a Tahir b. Hüseyin komutasında bir ordu gönderip Zübeyde hatunun oğlu Emin’i -ki Emin, Memun’un kardeşi idi- öldürüp hilafete kendisi çıktı.[545] Onun için Türklere itimat edip Merv’i “Daru’l-Hilafet” yaptı. Me’mun her bir ilimde ileri seviyede biri idi. Ondan başka felsefeyi iyi biliyordu.

20/20- (Resulüm! O hiç görülmedik tarzda oruç tutanlardan ötürü müheyya olan cennette) ne yana  bakarsan bak, (vasfa gelmeyen) nimet ve ulu bir saltanat görürsün.

21/21- Üzerlerinde yeşilinden ince, renklisinden kalın ipekten elbiseler vardır; gümüşten kolbağılar takınmışlardır. (Resulüm! O oruç tutanlar, susuz kalmalarına karşılık olarak) öz Rableri onlara tertemiz bir içki içirir.

22/22- (Resulüm! O gün tarafımızdan onlar hitap edilir ve:) Bu sizin için bir mükâfattır. Sizin her bir ameliniz Bizim yanımızda beğenilmiştir. [Ehl-i Beyt’in nezaket ve pâklığı hakkında nazil olan ayetler burada tamam  oldu.]

23/23- (Resulüm!) Şüphesiz Biz.. özümüz bu Kur’an’ı sana (bir hikmet üzere) muhtelif vakitlerde indirmişiz.

24/24- (Resulüm! Halkın eziyet ve âzarlarına) Rabbin hükmünden ötürü dişini sık dayan. (Risaletini duyur, düşmanlarına muzaffer olacağın günü bekle! Sakın sabırsızlık edip de) onlardan hiçbir günahkâra ya nanköre sen itaat edemezsin. 

25/25- (Her bir eziyete sabretmeye ilave olarak) Sabah akşam Rabbinin yegâne adını tespih ve takdis et.

26/26- Geceden bir kadar vakitte de O’na secde et. Hem de O’nu uzun bir gece tespih et.

27/27- Çükü onlar (bu kâfirler)[546] bu dünyayı seviyorlar ve önlerindeki ağır bir günü (kıyamet gününü) arkaya atıyorlar. (Halbuki esas maksat, mühim nokta ahrettir. Onun için hazırlanmalı.).

28/28- (Resulüm!) O insanların hepsini (tek başına, hiç kimseden bir yardım almadan öz kudretimizle) Biz yarattık. Onların mafsallarını, (damar ve sinirlerini birbirine) bağladık. (Fakat o kâfirler Bizi unutup, yaratılışlarını camit ve aciz şeylere isnat ediyorlar.). (Resulüm!) İrademiz taalluk ederse (onları helâk edip, onların yerine) emsallerini getiririz. (Lakin hikmetimiz, onların azabını tehire salmıştır.)

 29/29- Şüphesiz ki bu Kur’an bir öğüttür. Her kim dilerse (bu Kur’an ile, öz tercihini de kullanarak) Rabbi tarafına giden (hayırlı) bir yol tutar.

30/30- Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz, (Allah sizi, cebren zorla hak yola götürmedikçe siz bu yola gelmezsiniz. Fakat bu da ilâhi hikmete aykırıdır. Allah, inanıp inanmama işini herkesin kendi seçimine bırakmıştır. Bu Allah’ın bir hikmetidir. O hikmete müğayır iş tutmaz.)[547] Şüphesiz Allah (bendelerinin ahvalini) iyi bilir, ve hikmet üzere (onları yaratır.).

31/31- O, dilediğini rahmetine dahil eder. (Ancak müminleri diler.). Ama zalimlere gelince, onlardan ötürü can yakıcı azap hazırlamıştır.

 

Hamd olsun İnsan sûresinin tefsiri tamam oldu. Bu sûre, Ehl-i Beyt’in nezaket ve pâklığına delaleti aşikâr olan mübarek bir sûredir. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa Allah o kimseye cenneti ve cennette ipek elbiseleri mükâfat verir.”[548]


 

 

77/33 MÜRSELÂT SÛRESİ

 

Mürselât sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 51 ayet, 180 kelime ve 816 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- And olsun (Resulüllah’ın kalbine) peyderpey inen (Kur’an ayetlerine.)[549]

2/3- (ilâhî azabı zikretmekle, kötü kalplere)[550] şiddetli esip savuran (Kur’an ayetlerine.);

3/4- And olsun ( hidayet ve marifet nurunu nev-i beşer arasına) yaydıkça yayan (Kur’an ayetlerine)[551];

4/5- Hak ile batılın arasına zahir ve aşikâr bir fark koyan (Kur’an ayetlerine)[552];

5/6- Nasihat ve öğütleri (müminlerin kalplerine) ilka eden (Kur’an ayetlerine)[553];

6/7- (Kur’an ayetleri,) özür dileyenlerden ötürü (günahların mahvına sebeptir. Gafil olanlardan ötürü de Allah’ın azabından) uyarandır. [Kur’an’ın ayetlerinin bir kısmı müjde veren bir kısmı ise uyarandır.]

7/8- [Bu ayet, geçen ayetlerin bir cevabıdır.] (Yani and olsun Kur’an’a ki) size vâdolunan şey gerçekleşecektir.

8/9- Yıldızlar silinip (nurları) gidince;

9/10- Sema yarılınca;

10/11- Dağlar (şiddetli zelzeleden, yerlerinden koparılıp parçaları etrafa) savrulunca;

11/12- Peygamberlerin (ümmetlerine şahitlik yapmak için) vakitleri tayin edilince (işte böyle vakitte Allah’ın rahmet ve azap günü kıyamet kopmuş olur.).

12/13- (Resulüm! Bu insanların) hangi (dehşetli) gün için tehire salındığını (sen bilemezsin.).

13/14- (Onların tehire salınması) hak ve adaletle hükmolunacağı gün içindir.

14/15- Hak ve adaletle hükmedilen günün (dehşeti) nedir, bildin mi? (Sen onu bilemezsin.).

15/16- O gün yalanlayanların vay haline!

16-17/17-18- (Resulüm! Hakkı inkâr edenlere de ki: bakıp görmüyorlar mı) Biz, (bunlar gibi inkârcı olan) öncekileri helâk etmedik mi? Sonra arkadakileri de onların ardına takacağız, (onları helâk etmeye kadir olduğumuz gibi bunları da  helâk etmeye kadiriz.).

18/19- İşte suçlulara böyle yaparız!

19/20- O gün yalanlayanların vay haline!

20/21- (Ey Âdem evladı!) Biz sizi hakir (görülen) bir sudan (nutfeden) yaratmadık mı?

21-22/22- O nutfeyi (veladet vakti gibi) bir vakte kadar sağlam bir yere (döl yatağına) yerleştirmedik mi?

23/23- (Resulüm!) Biz buna güç yetirmişizdir. Biz ne güzel kadiriz.

24/24- O gün yalanlayanların vay haline!

25-26/25-26- (Ey Âdem evladı!) Biz bu yeri, ölüleri batnında, dirileri zahirinde toplayıp taşıyan karagâh kılmadık mı? (Böylece hem dirilerinize hem ölülerinize karargâh oldu.).

27/27- Yeryüzünde yüce, ağır basan oturaklı dağlar yarattık, (o dağların sebebiyle) sizlere güvârâ/tatlı sular içirdik.

28/28- O gün yalanlayanların vay haline!

29/29- (Kıyamet günü, kâfir ve müşriklere denir ki:) “(dünyada) tekzip ettiğiniz (cehennem) azabına doğru gidin..

30/30-  (Cehennemden çıkan) üç şûbeli, gölgeye..

31/31- Fakat o gölge (müminlerinki gibi) ne sıcaktan saklıyor ne de cehennem ateşinden.

32-33/32-33- Cehennem, saray büyüklüğünde (ateşten) kocaman kıvılcım saçar, her bir kıvılcım, sanki birer sarı deve gibidir.[554] [Kur’an’ın ilk muhatabı Arapların anlaması için cehennem  şerareleri develere ve saraylara benzetilmiştir.]

34/34- O gün yalanlayanların vay haline!

35/35- (Resulüm!) O gün ki, (onun serencamesini sana anlatmıştık, müşrik ve kâfirler, delil ve burhan getirip) konuşmaya güç yetiremezler. [Kıyamet günün vakitleri muhteliftir. Bazen konuşmaya izin verildiği gibi bazen de verilmez.]

36/36- Onlara izin de verilmez ki (sözde) mazeretlerini beyan etsinler.

37/37- O gün yalanlayanların vay haline!

38/38- O gün (kâfirlere denilir ki:) “Bu (hak ve batılın, bedbaht ve hoş-bahtın) birbirinden ayrıldığı gündür. Sizi ve sizden öncekileri bir araya getirdik.”

39/39- (Dünyada, dine ve peygambere akla gelmedik hile ve komplolar kurdunuz. ) Hadi şimdi bir hileniz varsa gösterin banan hilenizi (ki, azaptan kurtulasınız!!!).

40/40- O gün yalanlayanların vay haline!

41/41- Muttakilere gelince gölgelerin ve pınarların başlarındadırlar.

42/42- Canlarının çektiğinden türlü meyveler arasındadırlar.

43/43- (Onlara Bizim tarafımızdan denilir ki:) Yaptığınız (güzel amellere) karşılık afiyetle yiyin, için.

44/44- İşte biz yahşi amel sahiplerini böyle mükâfatlandırırız.

45/45- O gün yalanlayanların vay haline!

46/46- (Ey müşrikler ve günâhkârlar! Dünyada) azıcık bir süre yiyin, faydalanın! Lakin şüphe yok ki siz günahkârlarsınız, (günahkârlar cezasını bulacaktır.).

47/47- O gün yalanlayanların vay haline!

48/48- Ne zaman onlara: “Gelin Allah’a karşı  tevazu gösterin (dinin kabul edin, kibri ve gururu bir kenara bırakın)” denilince kabul edip kibir ve gururu bir kenara bırakmazlardı. (Bu sebepten azaba müstahak oldular.).

49/49- O gün yalanlayanların vay haline!

50/50- (Resulüm!) Acaba (müşrik ve inkârcılar) artık bundan (Kur’an gibi bir Kitab’a iman etmedikten) sonra hangi söze inanacaklar?!

 

Hamd olsun Mürselât sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Mürselât sûresini okusa, artık müşriklerden olmadığı kesinkes sabit olur.”[555]


 

 

78/80 AMME (NEBE’) SÛRESİ

 

Nebe’ sûresi, Mekke’de nazil olmuştur. 40 ayet, 173 kelime ve 970 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1-2-3/2- [Müşrikler Kur’an hakkkında ayrılığa düşüp inkâr etmişlerdi. Bu ayet nazil oldu.][556] (Resulüm!) Acaba müşrikler birbirine neyi soruyorlar? Ayrılığa düştükleri o büyük ve mühim mesaj (Kur’an) hakkında mı?

4/3- Hayır, (onu inkâr etmesin ve onda ayrılığa düşmesinler, onun hak olduğunu) ilerde bilecekler.

5/4- Hayır hayır, (tekrar söylüyorum, onun hakkında ayılığa düşüp inkâr etmesinler. Onun bir gerçek olduğunu) yakında bilecekler.

6/5- Biz yeryüzünü bir beşik yapmadık mı?

7/6- Dağları da birer kazık kılmadık mı?

8/7- Biz (o mükemmel kudretimizle) sizleri çifter çifter yarattık.

9/8- Uykuyu size musallat edip bir dinlenme kıldık.

10/9- Geceyi bir örtü yaptık, (elbisenin bedeni örttüğü gibi gece de sizin başkalarının muttali olmasını istemediğiniz işlerinizi görmeniz için bir örtü yaptı.).

11/10- Gündüzü de bir  geçim zamanı yaptık.

12/11- Üstünüzde yedi sağlam bina çattık. [Bunlar, yedi kat sema veya hava tabakalarıdır.]

13/12- (Orada) alev alev yanan, (parıl parıl parlayan) bir çerâğ yarattık.

14/13- Yoğunlaşmış bulutlardan şarıl şarıl su indirdik.

15-16/14- Bunun sebebiyle sizlere tahıllar, bitkiler, (ağaçları) sarmaş dolaş olmuş bir nice bağlar bahçeler yetiştirdik. [İşte bunların hepsi sizin içindir. Bunları düşünüp Allah’ın kudret ve kuvvetini anlayarak O’nun varlığını ve birliğini artık tasdik etmez misiniz?]

17/15- Şüphesiz (bu dünyanın sona ereceği ve mahşerin kurulacağı bir) hüküm günü vakit olarak tayin edilmiştir.

18/16- O gün suretlere (ruh) üflenir, hemen bölük bölük Allah’a gelirsiniz. (Her bölük önünde imamı olduğu halde Allah’ın huzuruna varır.).

 

Tefsir:

 Muaz b. Cebel, insanların bölük bölük mahşere gelmeleri hakkında  Resulüllah’a soru sordu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Büyük emirlerden birini sordun.” Sonra gözlerinden yaşlar boşanarak sözlerine devam ettiler: “Benim ümmetimin günahkârları on sınıf halinde mahşere gelirler:

1.1. Maymun suretinde.

2.2. Domuz suretinde.

3.3. Ayakları bağlanmış, yüzüstü çekilerek.

4.4. Kör şeklinde.

5.5. Sağır ve dilsiz olarak.

6.6. Ta aşağılara sarkmış dillerini çiğneyerek, ağızlarından da su akarak, (ki, mahşer ehli bunlardan çok tiksinirler.).

7.7. Elleri ve ayakları kesilmiş, kötürüm şeklinde.

8.8. Ateşten darağacına asıl bir şekilde.

9.9. Bedenleri leşten daha kokmuş bir şekilde.

10.10. Giydikleri katrandan elbiseleri vücutlarına yapışarak, yana yakıla mahşere gelirler.

Maymun sûretinde olanlar insanlar arasında söz taşıyanlardır. Domuz sûretinde olanlar, insanların malını haram yollarlarla haksız yere alıp yiyenlerdir. Yüzüstü sürtünerek mahşere gelenler, faiz yiyenlerdir. Kör olanlar, halkın başına geçip taraf tutarak haksızlık yapan reislerdir. Sağır ve dilsiz olanlar ucbe girenler (kendini beğenmişler) dir. Aşağılara sarkmış dillerini çiğneyenler, ilmi ile amel etmeyen alimlerdir ki, insanlara iyiliği emreder kendileri tam bunun zıddını yaparlar. El ve ayakları kesilmiş kötürüm olarak haşredilenler ise, komşularına haksızlık yapıp onlarla iyi geçinmeyenlerdir. Ateşten darağacına asılı olarak haşredilenler ise, hiç yok yere insanları hükümetin gözünde asi gösterip  onların hapsedilmelerine ve işkence yapılmalarına sebep olanlardır. Bedenleri leşten daha kokmuş olanlar ise her bir kötü işi işleyip Allah’ın koyduğu vacip olan bir hakkı (mallarının zekât gibi) vermeyenlerdir. Katrandan elbiseleri üzerlerine yapışmış olarak haşredilenler ise insanlara karşı kibir ve gurur taslayanlardır.”[557] (...)

19/17-18- Gökyüzü açılır ve yer yer kapı kesilir, (dünya fani olur, bir başka âleme kapılar açılır.); [Elbette bu alem değiştikten sonra bir başka alem ortaya çıkacaktır.]

20/19- (şiddetli zelzeleden) dağlar yerinden haraket ettirilir, serap haline gelir;

21/20- Cehennem de (isyankârlar için) intizar çeken bir makam olur, (orada onların itizarını çeker.);

22/21- Azgınlar için bir dönüş yeri olur;

23/22- Orada yıllarca kalırlar;

24/23- Orada ne bir serinlik tadacaklar ne de  içecek bir şey;

25/24- Ancak bir kaynar su ve (cehennem ehlinin bedeninden akan) irin;

26/25- Onların amellerine uygun ceza verilir, (hiç kimseye zulmedilmez.).

27/26- (Resulüm!) Çünkü onlar hesap gününü (geleceğini) ummazlardı. (Kıyameti inkâr ediyorlardı.).

28/27- Ayetlerimizi yalanladılar da yalanladılar.

29/28- (Resulüm!) Her bir şeyi Levh-i mahfuzda[558] yazılı olarak tespit etmişizdir.

30/29- (Müşrik ve isyankârlar kıyamet günü azaba tutulup onlara denilir:) “Tadın! (Gönlünüzü hoş tutun!) Bundan sonra (olmaya ki bağışlanma ümidi besleyesiniz.. başka değil) yalnızca azabınızı artıracağız.” [Kâfirlerin ve günahkârların durumu izah edildi. Şimdi muttakilerin hali beyan edilecektir:]

31/30- Kuşkusuz takva sahipleri için bir kurtuluş vardır;

32/31- (Her çeşit) meyve bağları, (özellikle) üzümler (onlar için müheyyadır.).

33/32- (Yine böyle onlar için) yeni memeleri tomurcuklanmış turunç memeli taze yaşıt kızlar; [Şehevetine esir olmayanlara müjdeler olsun!]

34/33- (keza türlü türlü şarap) ile dopdolu (billûrdan) kadehler (vardır.);

 

Tefsir:

Esamâî diyor ki, ben “Ke’sen dihâkâ- dopdolu kadehler” ayetinin manasını pek anlamamıştım. Ne zaman sonra bir iş için badiyeye/köye gidip bir Arap kabilelerinin içinde bulundum. O mecliste bir şarkıcı bayan vardı. Şarkı söylemeyi bitirip yerine geçmek için geri dönünce bir köleye, “Ya ğulam! İ’tîni ke’sen dihâkâ- Ey  köle! Bana bir  ke’s-i dihak getir” dedi. Onu takip ettim ki, o köle bu sözden ne anladı. Bir de baktım ki, köle elinde ağzına kadar dolu bir kadeh getirip o şarkıcı kadına verdi. O vakit anladım ki, ayetin manası “dolu kadeh” imiş. O kızın maksadı da “bana dopdolu bir kadeh getir “ demekmiş. Evet Kur’an Arapça inmiştir. Bu yüzden Kur’an’da  bulunan garip kelimeleri, Arap’ların o kelimeleri kullanış tarzına bakıp öyle anlamak lâzımdır. Aynı zamanda bu özellik sadece Arapça’ya mahsus değildir. Diğer dillerde de böyledir. İşte bunun için Kur’an’ın bu özelliğine dikkat ederek, garip kelimeleri iyi tetkik edip güzel mana vermek lâzımdır. Yoksa kelimenin manası budur deyip yanlış bir mana kondurmak Kur’an’ı tahrif sayılır. Onu esas maksadından  saptırmış oluruz. Evet Kur’an, bizim için onunla amel etmemiz gereken bir kitaptır. Bir kısım insanların Kur’anî bilgiyi kendilerinin anlayamayacağı düşünceleri ve onu sadece İmamlar ve sahabe’nin bilgisine, te’viline havale etmeleri yanlıştır. Böyle olunca İslam’ın gerçekliğini öğrenmemiz, delilsiz ve şuursuz kabul etmemiz gerekir ki bu da olacak şey değildir. Kur’an bir bulmaca bir muamma değildir. Onların dediğine baktığımız zaman ondan istifade edemeyiz. Kayıp, yoldan çıkmaktan Allah’a sığınırım.!!

35/34- Onlar orada ne boş bir laf ne de birbirini yalanlama işitmezler, (belki konuştukları hep hak ve duydukları hep hakikattir.).

36/35- (Resulüm! Bu nimetler) Rabbinin kâfi derecede bir bağışı ve ihsanıdır.

37/36- (Bu ihsanda bulunan öyle bir Allah’tır ki,) O, Semavatın  yerin ve ikisi arasındakileri Rahman olan Rabbidir. O gün insanlar O’na karşı (hiç bir emirde) konuşmaya malik değillerdir. (Her şeyin mülkü ve tasarrufu O’nun elindedir.).

38/37- O gün (kıyamet günü) Ruh[559] ve melekler saf çekip (alemlerin Rabbinin) huzurunda dururlar. (Öyle günde mahşer ehli) konuşmaya güç yetiremezler. Ancak Rahman (olan Allah)’ın (şefaat etmeye) izin verdiği doğru söyleyen kimse konuşabilir.

39/38- Bu kıyamet günü, bir gerçektir. O halde (azabından emin olmak için) dileyen Rabbine varan bir yol tutsun, (Allah’a itaat etmekle Allah’a varılır.).

40/39-40- (Ey kâfirler ve günahkârlar! Öldükten sonra) tezberi olacak bir azaptan sizi uyardık. O gün herkes elleri ile (daha önceden) sunduğu ameline bakar; (mümin, amelinden dolayı şâd olur) kâfir ise: “Keşke toprak olsaydım, (da, bir daha dirilip bu amelimi görmeyeydim.)” der.

 

Allah’a hamd olsun Amme sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim, bu sûreyi okursa Allah (cc) o kimseye kıyamet günü öyle soğuk bir (cennet) şarabı içirir ki, kıyamet günün harareti bir daha ona tesir etmez.”[560]


 

 

79/81 NÂZİ’ÂT SÛRESİ

 

Nâzi’ât sûresi Mekke’de  nazil olmuştur. 45 ayet, 197 kelime ve 753 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- (Kâfirlerin ruhlarını bedenlerinden) şiddetle çekip çıkaranlara (veya Allah’ın emrini dinleyip, her türlü şüpheden kendilerini çekip tevhide dalanlara) and olsun.

2/3- (Müminlerin ruhlarını bedenlerinden) yavaşça çekip çıkaranlara, (veya Allah’ın emir ve yasaklarını anlamak için ilim tahsil edip, O’na itaat etmek için ferah ve sürür üzere olanlara) and olsun.

3/4- (İlim ve marifet denizinde) yüzdükçe yüzenlere (ve ilmi elde etmek için cehd ve gayret edenlere) and olsun.

4-5/5-6- (Yine ilim ve marifeti elde etmek için) yarıştıkça yarışanlara ve iş çevirenlere and olsun. (Resulüm! Bunlar olacak ve o kıyamet gerçekleşecek.).

6-7/7-8- O gün(nün şiddetli) depremi sarsar; onu ikinci bir sarsıntı izler. (İşte böyle günde dirilirsiniz.).

8/9- (Kıyameti inkâr edenlerin) kalpleri o günde şiddetli kaygıdan hoplar.

9/10- Gözleri de şiddetli korkudan yorgun düşer. (Veya yüzlerinde korku eseri okunur.).

10-11/11-12- (Resulüm! Kıyameti inkâr edenler) derler ki: “Öldükten sonra biz, (dünyadaki) halimize mi döndürüleceğiz, (hem de) çürümüş kemikler olduktan sonra mı?”

12/13- (Bu sözleri söyledikten sonra istihza için yine) diyorlar ki: “(Eğer Muhammed’in dediği sözler sahih ise) o zaman bu ziyanlı bir dönüş olur!! (Çünkü biz kıyameti inkâr ediyoruz.)”.

13-14/14-15- (Resulüm! Bu müşrikler, tekrar dirileceklerini ve Allah’ın huzuruna çıkarılacaklarını, anlaşılmaz kapalı bir iş saymasınlar;) bu dönüş sadece bir seslenmeye bakar, (ne zaman tarafımızdan davet edilirlerse) birdenbire kendilerini mahşerde bulu verirler.

15/16- [Resulüllah (sav), müşriklerin bu sözlerinden dilgir olunca, Allah (cc) onun bu hüznünü gidermek için Musa’nın Firavun ile olan kıssasını anlatıyor:] (Resulüm!) Sana Musa’nın hikâyesi gelmedi mi? (Şimdi kesinkes onları öğreneceksin ve bu, sana teselli olacak.).

16/17- Kutsal vâdi Tuva’da Rabbin ona şeyle seslendi:

17/18- Firavun’a git! Çünkü o, (Mısır’da) çok azdı.

18/19- De ki: Acaba meylin var mı? (şirk ve küfürden) pâk ve münezzeh olup (tevhit ve imana girer misin? İşte böyle yumuşak bir dille onu hakka davet et.);

19/20- (Yine) de ki: “Acaba meylin var mı ki, seni yegâne Rabbin Allah tarafına götüreyim? (Ta ki, O’na marifetin ulaşınca, bu yüzden) ürperir (şirkten vazgeçersin.).”  

20/21- (Musa’dan, Firavun mucize istedi;) ona en büyük mucizeyi gösterdi.

21/22- (Firavun, mucizeyi kabul etmeyip) yalan saydı ve (onun peygamber olduğunu bilmesine rağmen) karşı gelip (kabul etmedi.).

22/23- Ondan sonra (Musa’dan) yüz çevirdi ve (Onun işini zorlaştırmak için türlü dolaplar çevirmeye) koştu.

23-24/24-25- Derhal (adamlarını) topladı, (onların arasında durup) hitap etti ve: “Ben sizin en yüce Rabbinizim. (Sakın Musa’nın sözlerini kabul etmeyin.)” dedi.

25/26- Allah da onu derdest etti; dünya ve ahret azabı ile yakalayıverdi.

26/27- Elbette bunda, ürperen kimseler için büyük bir ibret vardır, (ibret alıp Allah’a itaat etmek lazımdır. Fakat acaba müşrikler ve asiler hiç ibret alırlar mı?!).

27/28- (Ey müşrikler! Siz ki, kıyameti inkâr ediyorsunuz;) acaba sizi yaratmak mı daha güç yoksa semayı yaratmak mı? Onu, (o mükemmel kudretiyle) Allah bina etti. (Allah’a semayı bina etmesi güç olmadığı gibi, sizi tekrar diriltmesi de güç bir şey değildir.).

28/29- O semayı başından yukarıya doğru yükseltti, onu (en hassas ölçülerle) düzene koydu. [İnsanın başına nispetle semaya, yukarı taraf denilir. Yoksa gökyüzü için aşağı-yukarı tabirleri olmaz. Bunlar izafîdir.]

29/30-31- Semanın gecesini kararttı, gündüzünü aydınlattı. [Gece ve gündüzün olmasına, yerkürenin ekseni etrafında dönmesi sebep olduğu için, güneşi dünyadan seyreden insanlara göre, gökyüzünün aydın olması ve karanlık olmasına dünyaya bağlı olmuş oluyor. Ayet, -Allah daha iyi bilir- bunu anlatıyor.]

30/32- Yerküreye gelince ondan (semadan) sonra da onu yayıp döşedi.

31/33- Ondan suyunu ve merasını çıkardı.

32/34- Dağları yere sabit ve berkarar eyledi.

33/35- (Bu zikredilenler) sizin ve hayvanlarınızın geçimi için.

34/36- Ne zaman ki (bütün bela ve musibetlerin) üstünde güç yetmez belâ (Kıyamet) gelince;

35/37- O gün insan (dünyada) edip eylediklerini (unuttuktan sonra) hatırlar.

36/38- (Cümle mahşer ehlinden  ötürü) gören kimseler için cehennem ortaya atılınca;

37-38-39/39- Öyle bir günde artık kim azgınlık etmiş, dünya hayatını da (ahrete tercih etmişse) böyle şahıs için menzil ve mekân cehennemdir.

40-41/40- Ama kim de (kıyamet günü) Rabbinin huzurunda (hesap vermekten) korkarak nefsini kötü arzulardan uzak tutarsa, gerçekten böyle şahıstan ötürü menzil ve mekân, cennettir.

 

Tefsir:

 

42/41- (Resulüm!) Sana kıyameti sorarlar: “Gelip çatması ne zamandır? (Kıyamet ne zaman demir atacaktır.?)”

43/42- (Resulüm!) Bu soru onlardan nasıl çıkar? Sen o kıyametin bir habercisisin. (O kıyamet, yakındır, uzak değil. Zira sen ahir zaman peygamberi, onun bir delilisin. Senin gelişin o kıyametin yakın olmasının bir delilidir. Önemli olan o kıyamet için bir hazırlık yapmaktır. Durum böyle iken, kalkıp kıyamet hakkında bir daha soru sormak akıl kârı mıdır?).

 

Tefsir:

Abbasî halifesi Harun Reşid, hanımı Zübeyde’nin cariyesine karşı meyil etmiş fakat o şenî işi işlemeden vazgeçmişti. Bu işten Zübeyde  haberdar oldu. Harun Reşid ile bir gün odasında bulunurken kocasına öfkelendi ve, “Benden uzak ol, ey cehennem ehli!” dedi. Reşit de ona öfkelendi ve, “Eğer ben cehennemliksem sen, benden boş ol” dedi. Reşid’in öfkesi dindi. Fakat Zübeyde’yi boşadığına pişman oldu. Alimleri bir araya getirip bu konuyu onlara  sordu. Onlar dediler ki, “senin, cehennem ehlinden olup olmadığın belli olmadığı için Zübeyde, boşanmıştır.” Bunun için nice toplantılar kuruldu, fakat hepsinin sonucu aynı idi. Sonunda Harun Reşid, bu konuda çok bigili birinin bulunmasını istedi. Meclisten bir kimse Ebu Yusuf’u (182/798) tavsiye etti. Bunun üzerine Bağdat’ın meşhur olan ve olmayan ne kadar alimi varsa bir meclise toplandı. İçlerinde Ebu Yusuf da vardı. Ebu Yusuf hepsinden aşağı bir yerde kapı kenarında yerini aldı. Reşit hemen konuya geçti ve kendiyle alakalı sorusuna cevap istedi. Orada bulunan alimlerin hepsi Zübeyde’nin boşanmış olduğunda fikir birliği yaptılar. Ebu Yusuf ayağa kalkıp seslenerek, “Ey müminlerin emiri! Bu meselenin cevabı benim yanımdadır.” Reşit onu iyice kendisine yaklaştırdı ve başından geçen olayı bütün ayrıntıları ile ona anlattı. Ebu Yusuf Reşid’e:

Sen o cariye ile münasebet kurmak için niyetlendin fakat bu işi yapmadan vazgeçtin mi?

Evet, niyetlendim, ama böyle bir iş yapmadım.

İş senin anlattığın gibi ise, sen cehennem ehli değilsin. Durum böyle olunca Zübeyde de senden boş olmuş değildir. Çünkü Allah (cc) buyuruyor ki: “kim (kıyamet günü) Rabbinin huzurunda (hesap vermekten) korkarak nefsini kötü arzulardan uzak tutarsa, gerçekten böyle şahıstan ötürü menzil ve mekân, cennettir.” Bu ayete göre sen, cehennem ehli değilsin. Eşin de senden boş değildir. Çükü sen, boşanma şartını buna bağlamıştın.[561] Bunu üzerine Harun Reşid çok sevindi ve Ebu Yusuf için yanındakilere “Beni seven bundan sonra Ebu Yusuf’a hürmet etsin.  Harun Reşid, Ebu Yusuf’a develer yükü hediyeler gönderdi. Bu arada Ebu Yusuf’un bir Yahudi komşusu vardı. Yahudinin evinin duvarının Ebu Yusuf’un geçtiği yola zarar verecek bir çıkıntısı vardı. Ona dedi ki, bu duvar insanlara zarar veriyor, onun için bu duvarı kaldır. Yahudi, dedi ki: “Eğer senin de develerin olur, oradan geçerken bu duvarın onlara bir zararı olursa, o vakit bu duvarı kaldırırım.” Yani Ebu Yusuf’un  fakir olması ile alay ediyordu. Harun Reşid’den gelen yüklü develeri görünce Yahudi gidip yola zarar veren duvarın çıkıntısını yıktı. Develere yol açıldı Ebu Yusuf’un kapısına geldiler.

Bundan sonra Harun Reşid, Ebu Yusuf’u bütün memlekete Kadi’l-kuzat (Kadıların kadısı, Şeyhu’l-İslam) tayin etti. Bundan sonra Kadı Ebu Yusuf diye meşhur oldu. Hakikat o ki, Ebu Yusuf’un bu tercihi çok güzeldir. Takdire şâyandır. Ebu Yusuf’un daha nice güzel menkıbeleri vardır. Kabri, Bağdat’ta Kâzimiye’de Musa b. Ca’fer’in meşhedinin yanında “Mekabir-i Kureyş”dedir. O, zamanının u’cube-i rûzgâr’ı (Bediuzzamanı) idi.

44/43- Kıyametin nihaî ilmi yalnız Rabbin tarafındadır. (Onun vaktini Allah’tan başka kimse bilmez.).

45/44- (Resulüm! Sen kıyamet  gününün tayin etmek için onlara gönderil-memişsin.) Sen ancak ondan korkanları uyarırsın.

46/45- (O kıyameti inkâr edenler) onu görünce (dünyada) sadece bir akşam vakti ya da kuşluk zaman kadar kaldıklarını sanırlar.

 

Allah’a hamd olsun, Nâzi’ât sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “ Her kim bu sûreyi okursa Allah (cc) o kimseyi kabrinde ve kıyamet günü bir namaz kılacak süre kadar bekletmeden cennete koyar.”[562]


 

 

80/24 ABESE SÛRESİ

 

Abese sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 41 ayet, 130 kelime ve 533 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

 

Tefsir:

Resulüllah (sav) Mekke’de iken Kureyş’in ileri gelenlerinden Utbe b. Rabia, Ebu Cehil b. Hişam, Ümeyye b. Halef ve Abbas b. Abdulmuttalib ile özel olarak konuştuğu bir sırada ki, Resulüllah (sav) bunların iman etmelerini çok istiyordu. Çünkü onların müslüman olması demek, aynı zamanda mensup oldukları kabilelerin de müslüman olması demekti. İbn Ümmi Mektum adı ile meşhur Abdullah b. Şüreyh içeri girdi. Resulüllah (sav) Ümeyye b. Halef ile fısıltı halinde konuşurken Abdullah, Hz. Peygamber’in Kur’an’dan bir sure okumasını istedi. “Ey Allah’ın Resulü! Allah’ın sana öğrettiğinden bana da öğret!” dedi ve bunu tekrar etti. Resulüllah (sav) ona itina etmedi ve yüzünü yıkıp döndü. Sözünün kesilmesinden incindi ve diğerlerine yüzünü çevirdi. O vakit vahiy nazil oldu.[563] Surenin evvelinde bu vaka anlatılıyor, Resulüllah’ın İbnu Ümmi Mektum’a karşı takındığı hal eleştiriliyor.

Yani kör olan bir mümin kimse bir dünya kâfirden daha iyidir ve hürmete layıktır. İşte kâfirler için, dindar bir kimseye azıcık bir itinasızlık dahi caiz değildir. Bu yüzden Müslümanların bir ferdine dahi hürmet ve itina göstermekte kusur etmeyip hiç bir zaman hürmetsizlik etmemek lazımdır. Bu ayet bizim için başımızın üzerinde ebedî tutacağımız bir ibret tablosudur. Müslümanlar kardeşliğin, muvâsâtın (herkesi eşit görmenin), belki îsârın (kendi muhtaç iken başkalarını tercih etmenin) ne kadar ehemmiyetli unsurlar olduğunu hiçbir zaman akıllarından çıkarmamalıdırlar. Resulüllah (sav): “Mümin, mümine başbaşa verip kenetlenmiş bir duvarın yapıtaşları gibidirler” buyurmuşlardır.[564] Diğer bir hadiste: “Müminler başkalarına karşı tek bir el hükmündedirler.”[565] buyrulmaktadır. Onun için müminler, kendilerine ittifakı şiar edinmeleri lazımdır. Habis nifak ve ihtilaf ağacını içlerinden söküp atmalıdırlar.

Bu sûre indikten sonra Resulüllah (sav) İbn Ümmi Mektum’a ikram eder ve “Merhaba, ey hakkında Rabbim’in bana sitem ettiği kişi!” der ve ihtiyacını sorardı.[566]

1-2/2-3- (Peygamber), kör kişinin kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve geri döndü (ona cevap vermedi ki, niçin o anda yanına geldi!).

 

Tefsir:

Bu ayet Müslümanların kendi aralarında birbirlerine çok samimi olmalarını tavsiye eder mahiyettedir. Hiçbir Müslüman, diğer Müslüman kardeşini basit mevzular da bile üzmemelidir.

Ayrıca ayette, önemli bir nükte vardır: İlk önce muhatabı (ikinci tekil şahsı terk edip), gayba (yani birinci tekil şahsa) hitap etmek, ondan sonra muhataba hitap etmek, itabın ziyadeliğine delalet eder. Bu ayette ilk defa gayba hitap edilmiş, sonra gelen ayette de esas hitaba dönülecektir.

3/4- (Resulüm! Onun halini) sana kim bildirdi! (Sen bilmiyorsun) belki o, (senden bir şey öğrenip, kötü sıfatlardan) temizlenecek (ve güzel sıfatlarla bezenecekti).

4/5- Yahut öğüt ve nasihat alacak da o öğüt ona fayda verecekti. (Ama sen müşriklerle meşgul oldun da ona bir şey anlatmadın. Araya girdi diye incindin.).

5-6/6- Ama (Allah’a inanmak için) ihtiyaç hissetmeyene gelince, (ondan yüz çevirmiyorsun da) sen onun üzerine düşüyorsun. (Halbuki böyle inatkâr kimselerin üzerine fazla düşmeye hiç gerek yoktur.).

7/7- (Sen onun iman etmesi için pek üzerinde duruyorsun,) oysa ki onun temizlenip (iman edip) arınmasından sen sorumlu değilsin. (Sana düşen peygamberliğini duyurmaktır. Bu yüzden onun iman etmesi için, müminleri terk etmen gerekmez.).

8-9-10/8-9- Ama (dini hükümleri öğrenmek için) sana koşarak ve (Allah’tan) korkarak (bir günaha girerim kaygısı taşıyarak) sana gelenle de ilgilenmiyorsun. (Hidayet aşığı bir istekliyi bırakıyorsun da, iman etmek gibi hiç bir derdi olamayan ve kedini böyle şeylere karşı ihtiyaçsız hisseden kimselerle uğraşıyorsun.).

11/10- Hayır hayır, (sakın öyle yapma!) Bu zikredilenler bir öğüt ve nasihattir. (Kabul edenler için onlarla amel etmek vaciptir.) [Bu ayetler ve bundan başka diğer ayetler, uhuvvet, musâvât ve cemaat konusunda bütün Müslümanların uyması gereken vaciplerdir.]

12/11- Artık dileyen (kendi ihtiyarıyla) onu düşünüp bellesin, (ve amel etsin.). [İnsan her bir fiilinde ihtiyar sahibidir. Kabul etmeyende kendi ihtiyarıyla/seçimiyle kabul etmez, terk eder. O takdirde o kimseye azap edilir.]

13/12- O öğütler, kıymetli sahifelerdedir.

14/13- O sahifeler, (kadr u kıymeti) yüksek tutulmuş, (el üstünde tutulması gerekli), tertemizdir. (Onlar, adalet, mürüvvet ve insafa sığmayan sözlerden münezzeh ve mukaddestir.).

15-16/14-15- O sahifeler, muttakî, hayırsever (ve bizim yanımızda) aziz ve değerli peygamberlerin[567] ellerinde (olup, insanları hakka davet etmişlerdir.).

17/16- (Resulüm!) O kahrolası insan (o müşrikler, Allah’ın ihsan ve keremine karşı) ne nankör şey! (Nankörlük edip Allah’a iman etmiyorlar.).

18/17- (İnsan acaba biliyor mu) Allah onu hangi şeyden yarattı?..

19/18- bir nutfeden yarattı da, (hani ondan daha eksik ve hakir şey yoktur.) onu (dilediği gibi) takdir edip (dünyaya getirdi.).

20/19- (İnsanı varlık alemine getirdikten) sonra (hayır ve şer) yolunu (aklı vererek) kolaylaştırdı. (Hangi yolu dilerse o yolda gider.) [İnsanın mükellef olabilmesi için aklı şarttır. Aklı olmayan hiçbir kimse Allah’ın emir ve yasaklarından yükümlü değildir.]

21/20- Sonra onun canını aldı ve kabre soktu. (Kabre koyulmasını emretti. Sair hayvanlar gibi onun bedeninin kurt-kuş tarafından yenmesine gönlü razı olmadı.)[568].

 

Tefsir:

Bu ayetin zahir ve apaçık nassı ile meyyiti, (ölüyü) kabre defnetmek dinin vaciplerindendir.  Kur’an’ın bu açık emrine bir başka tevil kondurmak bid’attır ve her bid’at dalalettir. Dalalet sahibi ahrette Allah’ın gazabına dûçar olacaktır. Meyyitinin kabre defnedilmesi Kur’an’da anlatıldığı gibi, teçhiz ve defni ile ilgili bilgiler, Resulüllah’tan taa bize kadar büyük sahabi ve tabiinden bize kadar ulaşmıştır. Bunun aksini yapmak sahib-i şeriate aykırı iş görmektir. Meyyiti kabre koyma şekli şöyledir:

Yeri kazıp meyyiti onun içine koymak vaciptir. Yerin kazılma seviyesi, bedenin kokuşup kokunun dağılmasından ve gömüldükten sonra vahşi hayvanların çıkarma tehlikesinden emin olunacak derecede derin olması gerekir. Eğer bunlar yerine getirilmezse, insanlar günahkâr olmuş olurlar. Eğer yeryüzünde müstahkem bir bina yapılıp ölü oraya defnedilirse, yine şeriate aykırı bir defin sayılmış olur. Zira yerin altına defnedilmesi gerekir. Ne yazık ki, günümüzde bu şekilde kabirler pek revaç bulmuştur. Öyle kimseler var ki, Hidayet İmamlarının yanına götürmek için, ölen bir kimseyi, yere defnetmeyip, az önce dediğim gibi, ayrı bir yer yaparak, ölüyü oraya bırakıyor, çürüdükten sonra da kemiklerini alıp bir sandığa koyarak nice yüksek meblağda masraflar yaparak Kerbelâ ve Necef’e götürüp defnediyorlar. Güya böyle onlunca bir büyük feyze ulaşmış oluyorlar. Acaba Kur’an’da ve Hadiste böyle bir şey var mıdır? Halbuki Kur’an ve Hadisler bu hareketin tam zıddıdır..[569]

Uhud savaşında o Cenabın (sav) amcası, şehitlerin efendisi Hz. Hamza şehit olunca hemen oraya defnettiler.[570] Medine’deki şehitlerin kabrine taşınmasına izin vermediler. Resulüllah (sav) Medine’ye döndüğü zaman haber verdiler ki, Uhud şehitlerinin sahipleri şehitlerini Mendine’ye Cennetu’l-Bekî’a defnetmek için getiriyorlar. Resulüllah, onların, yerinde defnedilmesini emretti. Fakat Resulüllah (sav) oraya varınca hepsini defnetmişler ve sadece bir adam kalmıştı. O da oraya defnedildi. Bunlardan da anlaşılacağı üzere kabirleri deşip oradan insanları çıkarıp itap etmek caiz değildir... Kabre koyduktan sonra ölüyü yerinden çıkarıp nakletmek haramdır.[571]

22/21- Sonra dilediği bir vakitte onu yeniden diriltir.

23/22- Hayır hayır, (insan, kibir ve gururu terk edip, şirk ve küfürden vazgeçmeli, Allah’a dönmelidir. Doğrusu nev-i beşer yeryüzüne gelip gitmektedir de) Allah’ın emrettiği şeyi tam olarak yapmamaktadır.

24/23- İnsan (hayatını idame ettiren) şu yediğine bir baksın! [İnsanın yiyecekleri başta şöyle meydana gelir:]

25/24- Biz (mükemmel kudretimizle) o suyu bol bol (bulutlardan) döktük;

26/25- sonra toprağı göz göz yardık;

27/26- neticede oradan ekinler göğerttik..

28-29/27-28- üzüm bağları, sebzeler, zeytin ve hurma ağaçları (göğerttik.);

30/29- (yine böylece) etraflı bahçeleri, büyük ağaçları;

31/30- (keza) her türlü meyveleri ve çayırları (göğerttik.).

32/31- (Ey Adem evladı! Bunların hepsi) sizin ve sizin hayvanlarınızındır. (Hâlâ bu nimetlere şükretmeyip, nankörlük eder misiniz?!).

33/32- Kulakları sağır eden o ses geldiğinde (hesap vermek için bütün insanlar hazır olurlar.).

34-35-36/33-34-35- O gün (kıyamet günü) herkes; kardeşinden, anasından, atasından, avradından ve oğullarından kaçar.

37/36- O gün herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır, (karşılaştığı, en yakını dahi olsa, derdinden eli olmaz ki, yardım isteyenlerle meşgul olsun.).

38-39/37-38- (Resulüm!) O gün nice yüzler (müminlerin yüzleri ebedi nimetlere kavuşacakları için) sabah aydınlığı gibi ışıl ışıl olur, parıl parıl parlarlar. Güler, sevinirler.

40-41/39-40- Nice yüzler de vardır, o gün (hüzün ve kederin çokluğundan sanki) üzerlerini toz istilâ etmiş, o tozu da is gibi bir karanlık sarmıştır.

42/41- (Resulüm! İşte bu vaziyette gelen) o kimseler (Allah’ı)[572] inkâr eden ve (insanların hakkına)[573] zulmedenlerdir.

 

Hamd olsun Abese sûresinin tefsiri tamam oldu. Bu mübarek sûre ve bundan sonra gelecek olanlar kıyametin varlığını ispat ederler.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Abese sûresini okursa yüzünde sürur ve sevinç gülerek kıyamete gelir.”[574]


 

 

81/7 TEKVÎR SÛRESİ

 

Tekvîr sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 27 ayet, 104 kelime ve 530 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- [Bundan sonra on üçüncü ayete kadar anlatılan vakalar kıyamet günü olacaktır.] (yayılan ve her tarafı saran) güneş katlanıp dürüldüğü zaman;

2/3- Yıldızlar (merkezlerinden ayrılıp) döküldüğü zaman;

3/4- Dağlar (yeryüzünden hareket edip) yürütülüp (toz gibi mahvolduğu) zaman;

4/5- Müddet-i hamlinden on ay geçmiş develer çobansız, sahipsiz terk olunup (yaddan çıkarıldığı) zaman; (halbuki, , doğumları yaklaştığı için, bu tür develerin yanınsan sahipleri doğum yapana kadar yanlarından ayrılmazlardı. Lakin kıyametin korkusundan böyle kıymetli mallarını akıllarına bile getirmezler.). [Hamile develer, onuncu aylarına basınca sahipleri yanlarından hiç ayrılmazlar. Onlara son derece kıymet verirler. Doğum yapıncaya kadar yanlarında kalırlar. İşte bunun için insan kıyamet gününün dehşetinden dolayı her şeyi unutur. Allah (cc) onları en kıymetli şeylerinden bile ayıracak korkulu bir günü nazara vermek istemiştir.]

5/6- Vahşi hayvanlar toplandığı zaman, [İbn Abbas, hayvanların toplanması, onların ölüp yok olmalarından ibarettir, der.][575]

6/7- Denizler kuruduğu[576] (onlardan bir katre su kalmadığı)[577] zaman;

 

Tefsir:

Günümüzde (yani müellifin yaşadığı dönemde m1900), Avrupa bilim adamlarının bu konudaki görüşleri Kur’an ile çelişmiyor. Öyle ki, Dünya’nın ömrü tamam olunca gün yakınlaşır, yakar, hayat sahibi kimse kalmaz. Onların bu buluşları, ayetle çelişmediği için güzel sayılabilir. Eğer kıyametin kopacağına da inansaydılar daha güzel olurdu! Avrupa bilim adamlarının bu konularda tespit ettikleri bilgiler, onlardan önce Kur’an tarafından bize haber verilmiştir. Fakat bizler dinimizi tam bilmediğimiz ve araştırmadığımız için, Kur’an’dan öğrenmemiz gereken şeyleri onlardan öğreniyoruz. Hem de onlardan öğrendiğimiz için övünüyoruz. Kur’an ilimler gaip perdesi altında kalıyor, Müslümanlar da cehalete dûçar oluyorlar. Bunun sebebi de Müslümanların reislerinin ihtilafa düşmeleridir.

7/8- Nefisler (ruhlar, dirilen bedenlerle)[578] birleşip (mahşere geldikleri) zaman;

8-9/9- Diri diri toprağa gömülen kıza, (kıyamet günü, Allah tarafından) hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğu zaman;

 

Tefsir:

Aslında diri diri toprağa gömülen kızlar, hangi katil öldürdü ise ona sorulması gerekir. Allah (cc) katilleri lal kesip ölen kızlara soracaktır. Çünkü o gün katillere konuşma izni verilmeyecektir. Kız çocuklar, “ne günahımız vardı ki, bizi öldürdünüz?” diye onlara sordukları zaman, zaten bulacakları bir cevapları da kalmaz. Araplar’ın zenginlerinin bir kız çocuğu olduğu zaman eğer onu öldürmek istemezlerse, o takdirde, yünden veya kıldan bir cübbe diker ona giydirir ve koyun güttürürlerdi. Şayet öldürmek isteseler, o zaman da altı yaşına kadar yaşatır, ondan sonra, annesine: “Bu kız çocuğunu güzel giydir, güzel kokulardan sür. Onunla dayısının yanına gideceğiz” der. Bu bahane ile kızı annesinden alıp, sahraya götürür ve diri diri daha önceden kazdığı kuyuya gömerlerdi. Kız, ne zaman “ata beni neden burada bırakıp gidiyorsun” dedikçe o zalim ata bu sese hiç kulak vermezdi. Bazen de kadının doğum anı gelince sahraya götürür ve orada kazdıkları bir kuyunun yanında doğum yatırırlardı. Kadın, şayet oğlan çocuğu olursa hemen sevinerek kocasına götürürdü. Fakat kız olursa onu, hiç kocasına göstermeden derhal kazılan kuyuya gömerdi. Bu konu ile ilgili açıklama geçmişti. (Enam 6/130).

10/10- (Amel) defterleri açıldığı zaman; [Ahret, keyfiyetini dünya ehline bildirmek mümkün olmaz. Çünkü dıştaki gerçekliği henüz insanlar tarafından bilinmemektedir. Onun için dünyada gerçekliği olan bir şeyle, ahretteki şeyler anlatılmak istenir. Bu yüzden amel defterleri teşbihi yapılmıştır. Yoksa Allah (cc) o mükemmel kudretiyle nev-i beşerin amellerini muhafaza eder, yarın kıyamet günü onların önüne serer.]

11/11- Gökyüzü sıyrılıp alındığı zaman; (insanları kuşatan havaküre açılıp giderildiği, ne rutubet, ne soğukluk kalmadığı zaman.).

12/12- Cehennem kızıştırıldığı zaman;

13/13- Cennet yaklaştırıldığı ve (cennet ehlinin girmesine hazır hale getirildiği) zaman;

14/14- (İşte o kıyamet günü oluca) her nefis ne hazırlamış olduğunu bilecektir; (iyi amel sahipleri, sevinecek, kötü amel sahipleri ise hüzne boğulacaklardır.).

15-16/15- [Mekke müşrikleri, Kur’an’ın Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla geldiğini inkâr ediyorlardı. Gelen ayet, evvelâ onları “lâ” kelimesi (olumsuz eki) ile reddediyor ve ikinci olarak “kasem ile” Kur’an’ın Cebrail vasıtasıyla Allah’tan geldiğini vurguluyor ve Resulüllah’ın “mecnun” olmadığını beyan ediyor. Bu yüzden tefsircilerin “lâ” kelimesinin “zâit” (fazla kelime) olduğunu söylemeleri pek de kabul edilecek bir yorum değildir.] Hayır! (Kur’an’ın tarafımızdan geldiğini inkâr etmeniz ve Resulüme “mecnun” demeniz reddedilmiştir. Bu görüşünüz batıldır.). (Güneş’in ziyasından dolayı) sinen ve bir kaybolup bir etrafı aydınlatan yıldızlara kasem ederim..

 

Tefsir:

Bu yıldızların, Zühal/Satürn, Müşteri/Jüpiter, Merih/Mars, Zühre/-Çobanyıldızı/Venüs ve Utarit/Merkür gibi beş gezegen olduğu söylenir. Çünkü bunlar güneş ile akıp gider, sonra geri dönmüş görünür, sonra da güneşin ışığında gizlenirler.  Görme itibarıyla geri dönüşleri hunûs;  güneşin ışığında gizlenişleri  künûstur [Gerçi bu yıldızların bazısı güneşten daha büyük ve ondan daha ışıklıdır. Fakat bize, güneşin ışığında gizlenmişler gibi görünürler] demişlerdir ki eski astronomiciler bu beş yıldıza “Hamse-i mütehayyire/Beş gezegen” adını vermişlerdir. Bunlar yıldızlar arasında büyük ve daha ışıklı oldukları için Allah (cc) onlara yemim ediyor.

17/16- Dalını dönüp giden geceye kasem ederim.

18/17- Nefes çekip ışığı zahir olan sabah vaktine yemin ederim. [Sabahın doğması, gam götüren ve kederi boğan bir güzelliğe sahip olduğu için “nefes çekmek” bunlardan mecaz olarak söylenmiştir. Geçen ayetlerde yemin edildikten sonra, gelen ayette de yeminin yapıldığı şey açıklanıyor:]

19/18- Şüphesiz (olacak dehşetli şeyleri haber veren) bu Kur’an, aziz ve değerli bir elçinin (Cebrail’in getirdiği) bir kelâmdır.

20/19- (Cebrail,) Arş’ı sahibi olan ve onu gönderen yüce Allah’ın nezdinde çok itibarlı..

21/20- (İlim sahibi, belki mahza ilimden ibaret olan Cebrail, melekler arasında)  saygın, sonra güvenilir (bir elçidir.).

22/21- (Yine az önce zikredilenlere and içerim ki,)[579] arkadaşınız (Muhammed aleyhisselam) mecnun değildir. (Siz ona “mecnun” demekle çok büyük hata ediyorsunuz.).

 

Tefsir:

Allah (cc), Kur’an’da bir kısım şeylere yemin etmesinin hikmeti şudur: Araplar bazı şeyleri çok kıymetli ve saygı değer bulur, haklarında pek malumat sahibi olmadıkları yıldızlar vs. gibi ispat ettikleri bir durumu sağlamlaştırmak için yemin ederlerdi. Bu durum onların ne derece cahil bir toplum olduklarını gösterir. Zira ilim sahipleri kanaat edinmek istedikleri şeyler hakkında delil ve burhan isterler. Fakat cahiller hiçbir şeyden istifade edemedikleri için and içmekle onlara ispat yapılıyor. Kur’an da, hikmet dolu bir kitap olduğu için hakikatleri ispat ederken; ilim sahiplerine delil ve burhan getiriyor, cahillere de yemin ediyor. Zeytin’e, İncir’e ve yıldızlara yemin etmenin başka daha ne hikmeti olabilir?!  İslam tebliğcileri de Kur’an’ın tebliğ metoduna uyarak, medenileri galebe ederken ikna ile,  cahilleri ise yeminle doğru  yola çağırsınlar. Bazen Resulüllah’ın (sav) huzuruna bedeviler gelir ve: “Allah aşkına söyle, sen ‘peygamberlik iddianda’ doğru musun?” Resulüllah ise: “And olsun, ‘peygamberlik iddiamda’ doğru söylüyorum.” buyururlardı.[580] Yemin ettiği için bedevî hemen iman ederdi.

23/22- Hakikat şu ki, onu (Cebrail’i) apaçık ufukta gördü.

24/23- Böyle halde, (Muhammed) size haber verdiği gaip emirlerinde töhmetli değildir. (O, her haberinde sadıktır. Öyle ise onun dediklerini neden kabul etmiyorsunuz.).

25/24- Bu Kur’an, (Bizim sözümüzdür. Bizim dergâhımızdan) kovulan şeytanın sözü değildir.

26-27/25- O halde siz nereye gidiyorsunuz? (Kur’an sizi tevhide çağırıyor. Siz ise  şirke giriyorsunuz.) O (Kur’an), başka değil (akıl sahibi) alemler için sırf bir öğüttür.

28/26- Özellikle sizden istikamet tutup adaletle hareket edenler için (bir öğüt ve nasihattir. Yoksa inkâr edenler için nasıl öğüt ve nasihat olsun?).

29/27- (O istikamet ve adaletli olmayı da) âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. (Hakka meyil etmenize binaen size yardımcı olur, ta ki İslam’a girip istikamet ve adalet bulasınız.).

 

Allah’a hamd olsun Tekvir sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Tekvîr sûresini okursa kıyamet günü amel defterleri dağıtılırken Allah o kimseyi rüsvâ etmez.”[581]


 

 

82/82 İNFİTÂR SÛRSİ

 

İnfitâr sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 19 ayet, 80 kelime ve 327 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Gökyüzü (havaküre) yarılınca;

2/3- yıldızlar dökülünce;

3/4- denizler yarılıp (birbirine yol bulup) her bir deniz onlunca; [Geçen surede, denizlerin suyunun kuruması, bu sûrede anlatılan denizlerin bir araya gelmesinden sonraki merhalede olacaktır. En sonunda fazla hararetten kuruyacaktır.]

4/5- kabirler deşilip (ölüler ortaya) çıkınca;

5/6- işte böyle bir anda her nefis dünyada (Allah yolunda, din ve millet için) ne takdim etmiş ve (hak yolunda, üzerine farz olanı vermeyip, varisleri için)[582] ne geri bırakmışsa hepsini bilecektir.

6/7- Ey insan! İkramı bol Rabbine karşı seni  ne mağrur etti? (Aldattı. Ki böylece sana verilen nimetlerin kadrini bilmeyip nankörlük ettin. Halbuki şükredeydin ne iyi olurdu!).

 

Tefsir:

Resulüllah (sav) bu ayeti okuduğu zaman derdi ki: “İlâhî! İnsanı hamakat ve cehalet aldattı.”[583]  Ömer b. Hattab okurken: “İlâhî, insanın ahmaklığı ve cahilliği aldattı”[584] derdi. Hasan Basri okurken: “İlâhî, insanı şeytan (nefs-i emmare) aldattı”[585] derdi. Ayet, her mazereti geçersiz kılıyor, kâfirlerin itirazlarını kesiyor. Yani “öyle bir Allah ki, sizi en güzel surette yaratsın ve her bir nimeti ihsan etsin de, siz O’na karşı nankör olun hiç bu olacak şey mi?”, demek istiyor. Ayetin ifade ettiği mana budur. Oysa ki Haşeviye bu ayeti yanlış tevile zorlayarak diyor ki: “Allah (cc) ‘kerim olan Rabbin’ demekle kullarına cevap vermeyi öğretiyor ki, kullar da cevap verirken desinler ki: ‘Senin keremin bizi aldattı, onun için sana isyan ettik.”[586] Tabii olarak bunun kabul edilecek bir yanı yoktur. Hâşâ! (Onların iddialarına göre) Allah bizi, küfür işlemeye mi teşvik ediyor.? Allah o zalimlerin dediklerinden yüce ve münezzehtir.

7-8/8- O Rabbin seni yarattı, sonra senin bünye ve uzuvlarını düzgünleştirdi, (her türlü noksanlıktan uzak tastamam uzuvlar/organlar verdi.) sana bir uyum ve itidal verdi. (Bu uzuvların hepsi birbirine münasip bir uyum içindedir.). Seni (çirkin-güzel, uzun-kısa ve müzekker-müennes.. gibi) dilediği herhangi bir şekilde yarattı.

9/9- Hayır hayır, (Allah’ın keremine güvenip aldanmayın. Siz zaten Allah’ın lütfuna aldanmamıştınız) aksine, siz, hesap gününü yalanlıyordunuz.

10-11/10- (Siz hesap gününü inkâr ediyorsunuz ama,) şunu bilin ki, üzerinize bekçiler, kiramen kâtibin koymuşuz;

12/11- onlar, yapmakta olduklarınızı yazıyorlar.(...)

13/12- (Resulüm! Bu müşrikler, yapılanların cezasız kalacağını inkâr ediyorlar, halbuki) iyiler muhakkak Naîm (cennetindedirler.);

14/13- Hiç kuşkusuz, suçlular şiddetli bir cehennem ateşinde olacaklardır.

1 5/14- (Hiç inanmadıkları) o ceza günü, ona (o cehenneme) dahil olacaklardır.

16/15- Onlar (o kâfirler) cehennemden kaybolmayacaklardır. (Onun azabından kurtulamayacaklardır.).

17/16- Ceza günün (dehşeti) nedir bilir misin?

18/17- Evet bilir misin nedir o azap günü? [Kıyamet gününün dehşeti anlatılmak için ayet, tekrar edildi.]

19/18- Ceza günü öyle bir gündür ki, o günde hiçbir nefis, nefs-i digerden azabını defetme gibi bir şeye sahi olamaz.

20/19- O gün emir başka değil, yalnız Allah’ındır. (Kendi hükmedecektir.)

 

Hamd olsun İnfitâr sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa Allah o kimseye on hasene/sevap yazar”[587]


 

 

83/86 MUTAFFİFÎN SÛRESİ

 

Mutaffifîn sûresi Medine’de[588] nazil olmuştur. 36 ayet, 169 kelime ve 730 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

 

Tefsir:

Hz. Peygamber (sav) Medine’ye geldiği zaman Medinelilerin ölçekleri kötü olduğundan dolayı düzeltilmesi için Medine’de inen ilk sûre Mutaffifîn olmuştur.[589] Bu sûre inince Resullüllah (sav) toplumun arasına çıkıp ayetleri okudu. Sonra da buyurdular ki: “İnsandan çıkan beş kötü amel yüzünden beş felaket nazil olur.” Sahabi sordu ki: “Bunlar nelerdir?” Buyurdular ki:

1.1. Allah, ahitlerini bozup sözlerinde durmayanlara, düşmanları musallat eder.

2.2. Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenlerin arasında fakirlik baş gösterir.

3.3. Günah ve sefahatin içine gömülen bir  milletin arasında ölüm çok yaygın olur.

4.4. Ölçü ve tartıda noksanlık yapan bir millet kıtlığa dûçar olur.

5.5. Zekât vermeyi terk edenlere yağmur yağmaz.[590]

Verilen söz de durmamanın en önde geleni, tevhitten vazgeçip gizli veya açık olarak Allah’a şirk koşmaktan ibarettir. Resulüllah’ın (sav) verdiği haberler, tam günümüzü anlatmaktadır. Din düşmanlarının Müslümanların üzerine musallat olmalarının sebebi, Müslümanların Allah’a verdikleri sözde durmayıp, onun emir ve yasaklarını yerine getirmemeleri değil midir? (...).

1-2-3/2-3-4- İnsanlardan alırken ölçüp tarttıklarında dolu ve artık, onlara vermek için ölçüp tarttıklarında ise noksan yapan hilekârlara azap olsun!

4-5/5- (Resulüm! Alış verişlerinden noksanlık yapan) bu kimseler acaba hiç düşünmezler mi ki, büyük bir günde (Rablerinin huzurunda hesap vermek için) diriltilecekler.

6/6- O gün bütün insanlar (hesap vermek için) alemlerin Rabbi Allah’ın huzurunda dururlar.

7/7- Hayır hayır, (Resulüm! Bu kimselerin, bir gün Allah’ın huzuruna çıkıp hesap vereceklerinden kesinkes şüpheleri olmasın. Hayal etmesinler ki, Allah, onların yaptıklarından gafildir.) Çünkü kötülerin amelleri muhakkak yazılıp siccîn’de (günahkârların amellerini camî bir kitapta)[591] tespit edilmiştir.

8/8- Siccîn nedir, bilir misin? (Sen onu bilemezsin. Öyle lazım geliyor ki, onu ancak Biz sana bildiririz.)

9/9- O, (günahkârların amellerini içinde toplayan)[592] mühürlenmiş bir kitaptır.

10/10- O gün (kıyameti) tekzip edenlere azap olsun, (yani onlara mutlaka azap olunacaktır.).

11/11- O günahkârlar öyle kimselerdir ki, ceza gününü tekzip ederlerdi. (Onlara mutlaka ceza verilecektir.).

12/12- Ancak o ceza gününü haddini aşkın (hak ve hukuk tanımayan,) günaha düşkün kimseler yalanlarlar.

13/13- O (kıyameti inkâr eden) böyle birine ayetlerimiz okununca “Eskilerin masalları” derdi.

14/14- Hayır hayır, (ceza gününü inkâr edip de, kendilerini helâke salmasınlar.) Fakat öyle diyenlerin, elde edip durdukları (kâr sandıkları günahlar), kalplerinin pas bağlatmıştır. (Kalpleri kararmıştır.).

15/15- Hayır hayır. (Böyle pas yapan, kalp karartan amellerden sakınsınlar.) Böyle yapanlar (kötü amelleri yüzünden) kesinkes o gün Rablerinden (O’nun rahmet ve lütfundan) mahrum kalmışlardır.

16/16- Sonra onlar, kesinkes cehennem ateşine dahil olacaklardır.

17/17- Sonra onlara: “İşte tekzip etmiş olduğunuz (cehennem) budur” denilir.

18/18- Hayır hayır. (Ölçüde ve tartıda eksiklik yapmasın, peygamberin dediklerini tasdi edip iyi işler yaysınlar.). Muhakkak ki, iyilerin kitabı İlliyyûn’dadır.

19/19- (Resulüm!) İlliyyûn nedir,  bilir misin? (Öyle lazım geliyor ki onu sana Biz bildiririz.).

20/20- (Müminlerin amellerinin) yazılıp mühürlendiği bir kitaptır.

21/21- Allah’a mukarreb olanlar (peygambeler)[593] o kitaplarda tespit edilen amellerin sıhhatine şahitlik ederler.

22/22- Şüphesiz iyiler (ebedî) nimetler içindedirler.

23/23- Divanlar üzerine kurulur (etrafı) temâşâ ederler.

24/24- (Resulüm!) Cennet ehlinin yüzlerine baktığında kuşkusuz onların yüzlerindeki nimetin ter u tazeliğinden cennet ehli olduklarını tanırsın. [Nitekim, dünyada, nimet sahibi kimselerin yüzlerine baktığın zaman zengin olduklarını hemen anlarsın.]

25/25- Onlara (kudretimizden) mühürlü, halis, duru ve baş ağrıtamayan bir içecekten içirilir.

26/26- (O içki içildiği zaman) sonu misk (kokar.). İşte yarışanlar, ancak bunun için imrenme yarışına girsinler.

27/27- (O içkinin) karışımı da Tesnîm’dendir. (Cennetin bütün içeceklerinden en yüksek ve üstün kalitede bir içecektir.).

28/28- (O Tesnîm cennette) bir pınardır ki, Allah’a yaklaştırılmış olanlar (mukarrebûn) ondan içerler.

 

Tefsir:

Bu ayetlerde anlatılan nimetler, insanları cehaletten kurtarmak, insanlığın yüksek ufuklarına çekmek maksadıyla anlatılmıştır. Kur’an’da, adet-i İlâhî gâh uyarı, gâh müjde ile bizleri ilme, marifet-i ilâhîyeye meyil ettirmek maksadını taşır. Ne yazık ki, Allah’ın ayetlerindeki yüksek gayeleri anlamak için bizlerde ne hakikati gören bir göz, ne hakkı duyan bir kulak ne de hakkı anlayan bir kalp vardır. Öyle insanlar var ki, bu ayetlerden; cennette yemek içmek; günde yüz defa hurilerle cima etmek gibi maksatlar olduğunu anlamak istemiş, esas hedefi şaşırmışlardır. İşte böyle bir cehalet vadisine düşmüşüz ki ne zaman ayılacağız belli değildir. Allah bizi cehaletten kurtarsın. Amin!!

29/29- Gerçekten günâhkârlar (kâfir ve müşrikler, dünyada) müminlerle alay ederlerdi.

30/30- Müminler, kâfir ve müşriklerin (meclislerine) uğrayınca (onlar) kaş göz hareketleri ile alay ederlerdi.

31/31- (Müminleri bu türlü alaya alan o kâfirler) ailelerine döndüklerinde, (alaylarından dolayı) zevklenerek gülüşe gülüşe dönerler (ve şâd olurlardı.).

32/32- (Yine) müminleri gördüklerinde (birbirlerine): “(Bakın) bunlar gerçekten yolunu şaşırmış” derlerdi.

33/33- (Resulüm!) Bu inkârcılar, müminlerin (her hallerini; işlerini, metotlarını, ne çeşit dolaştıklarını takip için Allah tarafından) denetleyici olarak gönderilmemişlerdir.

34/34- (Resulüm!) Vakti belli bir gün (kıyamet günü) de müminler kâfirlere gülerler.

35/35- Müminler divanlara kuruldukları halde, (o kâfirler onlara) bakarlar; (hasret çeker, dünyada müminlere güldüklerine pişman olurlar.).

 

Tefsir:

Müfessirler, vakit belli olan günü, kıyamet gününe hamlediyor ve böylece, müminlerin cennette divanlara kurulup, kâfirlerin hallerine gülerler. Kâfirler de onlara bakıp, hasret çekerek üzülürler, diye tefsir etmişlerdir. Biz de bu tercihi kabul ettik. Lakin, müfessirler bir gerçeği anlayamamış, “belli bir günü” kıyamet gününe hamletmişlerdir. Çünkü bunu kıyamete hamletmek akla ilkönce gelen bir tercihtir. Ama ayeti, dünyada Müslümanların galip olmasına ve kâfirlerin memleketlerini hükümranlıkları altına alınmasına hamletmede ne gibi bir zarar vardır ki bunu bırakıp onu tercih etmişlerdir! Belki ayetin maksadı da budur ve bu şanlı Resulümüzün bir mucizesidir; ayet İslam fütuhatını haber vermiştir. Bu tercihe göre ayetin manası şöyle olur: “Gerçi şimdi sizin zayıf durumda olmanızdan dolayı kâfirler size gülüp alaya alıyorlarsa da bir gün olacak ki siz kâfirlere galip olup onların yaptıklarının karşılığını onlara vereceksiniz; onlar size gülüyorlardı, siz de onlara güleceksiniz, onlar sizi aylaya alıyorlardı siz de onların haline alay edeceksiniz. Sizin hükümranlığınızı gördüklerinde ettiklerine pişman olacaklar ve sizi gıpta ederek hasret çekeceklerdir.” Ayetin maksadı işte budur. Bu mana hem İslam’ın hakkaniyetine, hem Resulüllah’ın sıtkına ve hem de Kur’an’ın bir mûcize olduğuna delalet etmektedir. Acaba böyle güzel bir mana terk edilir mi?

36/36- Acaba kâfirler (müminlere) yapmakta oldukları şeylerin cezanı buldular mı? (Elbette buldular. Allah, vâdini yerine getirdi. Müminlere cihanın fethini verdi. Kâfirlere galip oldular.).

 

Hamd olsun Mütaffifîn sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi kıraat ederse Allah (cc) kıyamet günü ona mühürlü, saf ve baş ağrıtmayan içkiden içirir.”[594]


 

 

84/83 İŞİKAK SÛRESİ

 

İnşikak sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 25 ayet, 107 kelime ve 430 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Sema (bizi saran havaküre) yarılınca;  [İnsanlar, bu durumda helâk olurlar.]

2/3- (O sema) Rabbine kulak verip boyun eğecek hale getirilince; [Sema da Allah’ın bir mahluku olduğu için, o da Rabbinin emrine boyun eğer.][595]

3/4- Yerküre uzatılıp genişletilince;

4/5- ve içinde (ölüler ve sair hazineler gibi)[596] ne varsa fırlatınca;

5/6- (o yer de) Rabbine itaat edip O’na hakkıyla boyun eğmeye mecbur kılınınca;

6/7- Ey insan! Bil ki, (her bir hayırlı veya şer işe teşebbüs edip) Rabbine doğru çalışa çalışa didinir durursun, sonunda o (edip eylediğin hayır ya da şer işlerin karşılığına)[597] kavuşursun.

7/8- Kimin amel defteri sağ eline verilirse;

8/9- hemen kolay bir hesap ile hesaba çekilir, geçer.

9/10- (Hesaptan kurtulan) sevinçli olarak ayaline döner.

10/11- Ama amel defteri dalı tarafından (sol) eline verilene gelince;

11/12- (azaba uğrayacağını iyice anlar ve) feryat edip: “oy oy helâk oldum!” der.

12/13- (Amelinin cezasına göre) cehenneme dahil olur.

13/14- Gerçekten o da, (dünyada Allah’ı inkâr ederdi ve) ehli ayalinin arasında sevinçli idi. (Şimdi o sevincine karşılık ah u efgan edecektir.)

14-15/15- (O amel defteri solundan verilen kimse dünyada) hiçbir zaman Rabbine dönmeyeceğini sandı. Hayır (onun zannettiği gibi değil, iş onun keyfine bırakılmayacaktı.) Rabbi onu(n edip eylediğini) görüyordu (ve yaptıklarının karşılığını ona verecekti.).

 

Tefsir:

İbn Abbas diyor ki, ayet-i kerimede geçen “hûr” kelimesinin manasını anlamamıştım. Bir sefere çıkmıştım, bir kabileye uğradım, gördüm ki uzaktan bir kadın bir tarafa doğru gidiyor ve bir balacan yavrusuna seslenip diyor ki, “Ya büneyye, hûrî!” Bu sözü o çocuk duyuca dönüp anasının tarafına geldi. O vakit anlatım ki, bu sözün manası “Yavrucağızım  geri dön” imiş. Ayetteki “hûr” kelimesinin manası ise “dönmek” imiş. (...).

16/16- Hayır, (iş o ki, müşrikler iman edeydiler ve İslam’ın yayılmasına gayret edeydiler.). (Resulüm!) şafağa (gün battıktan sonra ufukta görünen kırmızlığa) and içerim.

17/17- Geceye ve onun (yeryüzüne dağıldıktan sonra, yuvalarına dönenlerden) kapsadığı şeylere..

18/18- dolunay olduğu zaman kamere (yemin ederim.).

19/19- (Evet bu zikredilen şeylere and içerim ki:) Siz mutlaka bir halden diger hale geçeceksiniz; (İslam’ın dininin hakikati zuhur edecek, yeryüzünün en büyük kısmını fethedeceksiniz. Müşriklere galip gelip, övgü ile yâd edilen bir durum arz edeceksiniz.).

 

Tefsir:

Bu haber Resulüllah (sav)’in doğruluğuna büyük bir delil ve burhandır. Müminler, ayette haber verildiği gibi güzel hallere kavuştular. Encamında İslam dini kuvvet buldu. Asya ve Afrika’nın, aynı zamanda Avupa’nın büyük bir kısmı İslam toprakları içine dahil oldu. İslam’ın gerçek bir din olduğuna bundan daha büyük delil olur mu?.. Günümüzde İslam dünyasının felaketlere uğraması aramızda bulunan nifak ve ihtilaftan dolayıdır.

20/20- (Resulüm! İslam dini bütün gerçekliği ile ortada iken) ne oluyor ki onlara (o müşriklere) iman getirmiyorlar!

21/21- Onlara Kur’an okununca (yani sen okuyunca) secde etmezler; (Kur’an’ın iman etmeleri gereken hükümlerine boyun eğmezler.).

22/22- (Resulüm!) Belki de onlar (Kur’an’ın haberlerini) yalan sayıyorlar. (Yani Kur’an’ı tekzip edenler, elbette kâfir olurlar.).

23/23- Halbuki Allah onların (küfür, nifak, cimrilik, haset, inat, düşmanlık gibi) gizledikleri  şeyleri çok iyi bilir.

24/24- (Resulüm!) Onları (küfür ve inatları yüzünden) can yakıcı bir azapla müjdele!.

25/25- İman edip salih amel  işleyenler başkadır; onlar için bitmez tükenmez bir mükâfat vardır.

 

Allah’a hamd olsun İnşikak sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim İnşikak sûresini okursa onun amel defteri arka tarafından sol eline verilmez.”[598]


 

 

80/27 BÜRÛC SÛRESİ

 

Bürûc sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 22 ayet, 109 kelime ve 465 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Burçlara (on iki burç)[599] sahip gükyüzüne andolsun;

 

Tefsir:

On iki burçtan her biri bir yıldızın birleşmesiyle ortaya çıkan özel şekiller arz ederler. Onların her biri birer hayvan, yahut hayvandan başka suretlerde farz edilmişlerdir. Aşağıda zikredilen burçlar Arapların onlara taktıkları isimlerdir: Koç, Öküz, İkizler, Yengeç, Aslan, Başak, Terazi, Akrep, Yay, Oğlak, Kova ve Balık. Biz bu on iki burcu on iki ay gibi hesap etsek, şemsi bir takvim ayarlamış oluruz. Böylece ibadet takvimimiz kamerî aylar olur. İş takvimimiz de şemsî aylar olur. Öyle ise daha neden gidip batılılardan güneş takvimi dileniyoruz. Niye diyoruz ki, “bizim Müslümanların güneş takvimi yoktur onun için ecnebilerin (Müslüman olmayanların) ayları ile hesap etmemiz gerekir.” Böyle diyen insanlara cevabımız vardır: “Azizim! Müslümanlarda her çeşit hesap (kamerî ve Şemsî) mevcuttur. Lakin sen ey  Müslüman! İslam’ı iyi bilmediğin için böyle şeyleri konuşmaya cesaret ediyorsun. İnsan ilk önce kendi dinini öğrenir ondan sonra ecnebilerin ilimlerini öğrenmeye başlar.”

2/3- (Size) vâdedilen (kıyamet) gününe (veya, müminlere zaferi vadedilen Bedir gününe ki, orada müşriklere galip oldular.) andolsun;

3/4- O gün hazır olup da o kıyameti gören veya onda şahitlik edecek olanlarla görülecek ve şahitlik edilecek olan korkunç olay ve vakaların hepsine andolsun.

 

Tefsir:

Bu ayete şöyle mana vermek daha iyi olur: “And olun İslam dinini ikamet etmek için vücut alemine kadem basan Muhammed (as)’a ve onun vücudu ile meydana çıkan harika ve ilginç vakalara  Geçen bu iki ayette vermiş olduğumuz ikinci manalar, müfessirlerin verdiği manalardan daha güzeldir. Müfessirler bu ayetlerin manalarını ahrete hamletmişlerse de, tercih ettiğimiz mana, İslam dinin gerçekliği ispat için daha iyi olur.

4/5- (Resulüm! Bu zikredilen şeylere and içerim ki: bundan önce yer kazıp  içinde büyük ateşler yakarak müminleri o ateşe atan) o hendeğin sahiplerine lanet olsun! (Şayet bu Mekke ehli seni dilmezlerse onlara da aynı lanet inecektir.);

5/6- O (hendeklerde yanan) ateş ki, çıralı (tutuşturacak çırası bol idi. İşte müminler bu ateşe salıyorlardı.);

6/7- O vakit o kâfirler de, ateşin etrafında oturup (eğleniyorlardı.).

7/8- (Eğlenirken) müminlere yapmakta oldukları işkenceyi temâşâ ediyorlardı.

8-9/9-10- Onlardan, sırf, semavatın ve yerin hükümranlığı elinde olan, (cümle yaratılmışlara) galip, hamd u senaya layık Allah’a iman ettikleri için intikam aldılar. Allah her şeye şahittir, (bu işkenceyi müminlere yapanlardan intikamını alacaktır.).

 

Tefsir:

Cezirtu’l-Arap’da (Arap yarımadasında) Necran adlı yerde oturan bir kabile arasından bir mümin kimse çıkıp onları İsa (as)’ın dinine davet etti. Onlar da o şahsın davetini kabul edip hepsi İsa (as)’ın dinine girdiler. Himyerliler arasında hüküm-fermâ olan Zünevas adlı bir yahudi, büyük bir ordu toplayıp Necranlıların üstüne gitti. İsa (as)’ın dinini terk edip Yahudi dinine girmelerini istedi. Onlar kabul etmediler. Zünevas, onları Yahudi olmakla, ateşte yanmak arsında bir tercih yapmaya zorladı. Onlar da İsa (as)’ın dininde kalmayı ateşte yanmaya tercih ettiler. Bunun üzerine Zünevas hendekler kazdırıp, onların içinde on iki bin kişiyi yaktı. İşte ayet-i kerime bu vakaya işaret ediyor.[600] Allah (cc), onlara kıyamet günü lanet edip, kıyamet günü azaba dûçar edeceği gibi, emrine karşı gelen herkese de aynı şeyi yapacağını bu kıssa ile beyan etmek istemiştir. Yani kimsenin ettiği yanına kalmayacaktır. O insanları ateşte yakanlara azap edeceği gibi, her devirde zulüm edenler de cezasız kalmayacaktır.

10/11- Mümin erkek ve kadınlara imanlarından çevirmek için eziyet eden, sonra da tevbe etmeyenler için cehennem azabı ve (orada) yandıran bir azap vardır.

11/12- İman edip salih ameller işleyenlere ise, (köşk ve ağaçlarının) altından nehirler akan bir nice cennetler vardır. (Resulüm!) İşte büyük mükâfat budur.

12/13- (Resulüm!) Senin Rabbin (zalimleri) derdest edişi öyle çok şiddetlidir; (ki onun şiddeti akla hayale gelmez.).

13/14- Şüphesiz O, (mükemmel kudretiyle, mevcudatı) evvelâ yarattığı (gibi) yeniden diriltecek (mahşere getirecektir.).

14/15- Allah, (tevbe edenlerin günahlarını) çok bağışlayan ve (kendine itaat edenleri) çok sevendir.

15/16- Aşr’ın sahibidir, uludur.

16/17- Dilediğini dilediği gibi yapandır,

17-18/18-19- (Resulüm! Allah’ı inkâr eden ve bunun neticesinde elîm azaba dûçar olan) Orduların.. Firavun ve Semûd (kavminin) haberi sana geldi mi?

19/20- Doğrusu inkârcılar (seni ve Kur’an gibi bir) hakikati yalanlayıp durdular.

20/21- Allah onları her bir tarafından kuşatmıştır, (hiçbir kimse O’nun kudretinin dışına çıkamaz.).

21-22/22- (Resulüm!) Hayır öyle değil, belki (tekzip ettikleri) bu Kur’an (bütün kitaplar arasında) şerefli olup Levh-i Mahfuz’da (İlm-i İlâhî’de sabit olan bir kitaptır.).

 

Hamd olsun Bürûc sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Bürûc suresini okursa, cuma ve arafe gününün sayısınca o kimseye on hasene verilir.”[601]


 

 

86/36 TARIK SÛRESİ

 

Tanık sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 17 ayet, 61 kelime ve 239 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Asumana ve Târık’a (gecelerde zahir olan nuranî yıldızlara) and olsun.

2-3/3-4 (Resulüm!) Târık’ın (nuranî yıldızların) hakikatini (aslının ne olduğunu) sen nereden bileceksin? (Allah’tan başka onları sana anlatan olmaz.). O, (karanlığı) delip ışığını izhar eden yıldızdır.

4/5- (Resulüm! Bu zikredilenlere and olsun ki:) Hiçbir nefis kendi başına buyruk değildir, illâ ki, (onların amelleri, Bizim tarafımızdan) bir denetleyici ile kaydedilmektedir.

5-6/6- İnsan neden yaratıldığına (aslına,) bir baksın! (İlkönce onu yaratan, öldükten sonra da yeniden diriltecek ve yaptıklarının karşılığını verecektir.) İnsan (atadan, anne rahmine) dökülen bir sudan (meniden) yaratıldı.

7/7- O su, (meni) sırt ile (sırtın alt kısmı ile) göğüs kafesini (kapsayan bölgedeki uzuvlardan) çıkar.

8/8- İşte (insanı evvelâ böyle bir sudan yaratan Allah) tekrar yaratmaya kadirdir.

9/9- (Allah’ın insanı tekrar yaratacağı) gün, bütün sırlar (itikatlar, niyetler) zahir ve aşikâr ortaya çıkacaktır. (Yahşi-yaman birbirinden ayrılacaktır.).

10/10- (Kıyameti inkâr eden) o kimseden ötürü (Allah’ın azabından kurtaracak) ne bir güç ne de bir yardımcı olmayacaktır.

11-12/11-12- (Resulüm!) yağmurlu bulutların sahibi[602] göğe ve (o yağmur sebebiyle yarılıp her bir çeşit bitki ve ağaç)[603] sahibi yere andolsun.

13-14/13-14- Şüphesiz bu Kur’an hak ile batılın arasına fark koyan bir kelâmdır. Boş ve batıl söz değildir.[604] (O halde Kur’an’a gerekli tazim ve hürmet gösterilmeli ve emirlerine uyulmalıdır.).

15-16/15-16- (Resulüm!) Onlar (hükümlerimizi batıl sayıp, hakkın çerağını söndürmek ve seni telef etmek için) tuzak kuruyorlar (her çareye baş vuruyorlar,) Ben de onların tuzaklarının karşılığında cezalarını onlara vereceğim. (Şimdi onları  intikam alacağım güne kadar tehire salıyorum.).

 

Tefsir:

Müşrikler, Mekke’de “Daru’n-Nedve”de toplanıp Resulüllah (sav)’i öldürmeye niyetlenmişlerdi. Fakat Resulüllah (sav) Medine’ye hicret etti. Onlar da arzularına kavuşamadılar. Müslümanlar hicretin ikinci yılı Bedir savaşında müşriklerin büyüklerini öldürdüler ve diğerlerini de hezimete uğrattılar. Bedir savaşının ayrıntıları geçmişti.[605]

17/17- (Resulüm!) Onun için o kâfirlere mühlet ver.. evet onlara birazcık mühlet ver. (Vakti gelince onlardan intikam alacağım.).

 

Hamd olsun Târık sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sureyi okursa Allah o kimseye semanın yıldızlarından her biri karşılığında on  sevap verir.”[606]


 

 

87/8 A’LÂ SÛRSİ

 

A’lâ sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 19 ayet, 172 kelime ve 291 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- (Resulüm!) Rabbinin yüce ismini tespih ederek onu noksan sıfatlardan uzak tut.

 

Tefsir:

Bu mübarek sûre nazil olunca Resulüllah (sav) “Subhâne Rabbiye’l-’azîm” dediler ve buyurdular ki: Bunu namazın secde bölümünde okuyunuz.”[607] Vakı’a sûresindeki “Fesebbih bismike’l-’azîm” (Vakı’a 56/74) ayeti inince “Subhâne Rabbiye’l-’azîm” dediler ve buyurdular ki: “Bunu da namazın rükû’ bölümünde okuyunuz”[608]  Bu hadisleri bütün tefsirler kaydetmişlerdir. Lakin Müslümanların büyük bir mezhepleri namaz kılarken bunları ne rukû’da ne de secdede okuyorlar.  Hemen sessizce namazlarını tamamlıyorlar. Çok hayret bir şeydir. Bu zikirlerin okunması, vacip olmasa bile en azından müstehaptır. Zikretmek, Allah’ı tekzip ve takdis olduğu için çok iyi bir iştir.

2/3- O Allah ki, (mükemmel kudretiyle, her bir şeyi) yarattı, (yarattığını çeşitli şekiller içinde) düzene koydu.

3/4- (yine o Allah) ki, (eşsiz kudretiyle her bir hayat sahibinin fiillerine ve sıfatlarına) birer sınır ve miktar tayin edip, hidayet buyurdu.

 

Tefsir:

Her hayat sahibi, Allah’ın ona ihsan ettiği şuur ve (iç güdü) ile kendine lazım olan geçimini tedarik ediyor. Denizde hadd u hesaba gelmeyen hayvanlar akla, hayale gelmedik yollarlar rızklarını buluyorlar. Allah’ım senin şanın ne yücedir!

4/5- (Yine öyle Allah) ki, (o mükemmel kudretiyle sizin hayvanlarınızdan ötürü) yeşillikler göğertip otlağı çıkarıyor.

5/6- Sonra da onu kapkara (esmer, koyu yeşil, isli, duru renklerde) sel köpüğüne çevirdi.

6/7- (Resulüm! Kur’an sana nazil olurken, o bitirmeden önce acele edip okuma!)[609] Biz, (onu) sana okutacağız ta ki o, senin yadından çıkmasın.

7/8- Ancak Allah dilerse başka. (Çünkü unutturmak isterse unutturur. Her şey onun elindedir. Veya Sen, her şeyi bilen Allah’ın gözetimi altındasın. O, sana hiç unutturur mu ki.) Kuşkusuz ki, Allah açığı da bilir gizliyi de.

8/9- (Resulüm) Biz, (şeriatlar içinde) en kolay (şeriatı)[610] sana verdik. (O yüzden senin şeriatında hiçbir zorluk yoktur.).

 

Tefsir:

Allahım sen, şeriat-i Muhammediyeyi en kolay veçhile karar verdin! Lakin bizim müftülerimiz vardır ki, onlar şeriatı bizden ötürü çok çetine salıyorlar. Allah’ım biz Senin sözünü bırakıp onların virane sözlerine uyacak değiliz!..

9/10- Onun için öğüt ver, şayet öğüt fayda verirse.. (fakat bu müşrik ve kâfirlere öğüt ve nasihat fayda vermeyecektir.).

10/11- Saygısı olan dileyip öğüt alacaktır.

11-12/12- En bedbaht olan da ondan kaçacaktır. [Mekke müşriklerinden, Velid, Utbe ve Ebu Cehil işte bunlardandı.][611] Öyle ki o büyük ateşe yaslanacaktır.

13/13- (Ateşe dahil olduktan) sonra da ne ölecek ne de hayat bulacaktır. (Böylece hiçbir zaman azaptan kurtaramayacaktır.).

14/14- [Ali (as)’dan rivayet edilmişti ki, bundan sonra gelen ayetler Ramazan ve Kurban bayram namazları hakkında nazil olmuşlardır.][612] (Namaza çıkmadan fıtır sadakasını verip)[613] temizlenen muhakkak ki felah buldu.

15/15- (yine) Rabbinin ismini (“Allahu ekber” diyerek)[614] anıp (bayram)[615] namazını kılan da (felah buldu.). [Buna göre, namazdan önce tahrîm tekbirlerini getirmek vaciptir.][616]

16-17/16-17- Belki siz (ahreti unutup ancak) dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Halbuki (evvelâ) ahret (dünyadan) daha iyidir, (ikinci olarak da) bakidir, (fani değildir.) [Akıllı bir şahsın faniyi bakiye tercih etmesi mümkün değildir.]

18-19/18-19-  Haberiniz olsun ki, bu öğüt (bu zikredilen kelamların manası) geçen (peygamberlere inen) ilk sahifelerde.. (özellikle) İbrahim ve Musa’nın sahifelerinde (kitaplarında) mevcuttur. (Bu sözlerin öyle sadece Kur’an’da olduğunu sanmayın.).

 

Hamd olsun A’lâ sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav),  Subhane Rabbiye’l-’azim” demeyi çok severdi.[617] Bunun için namazda secdede  iken bu zikri derdi. Yine ne zaman bu sûreyi okursa “Subhane Rabbiye’l-’azim” derdi. Keza Ali (ra) ve İbn Abbas da bu zikri okurlardı.[618]

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim A’lâ sûresini okursa Allah o kimseye İbrahim, Musa ve Muhammed (as)’a inen kitapların harflerinin sayısınca her birine olmak üzere on hasene verir.”[619]


 

 

88/65 GÂŞİYE SÛRESİ

 

Gâşiye sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 26 ayet, 92 kelime ve 381 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- (Resulüm! Nev-i beşerin hepsini) saracak olan felâketin (kıyametin) haberi sana geldi mi?

2/3- O gün (kâfir ve günâhkârların yüzleri gibi) bazı yüzler zillete düşmüş (horluk bürümüştür.).

3/4- (O yüzlerin sahipleri vaktiyle ibadet adına çalışmazken bugün hepsi ezici) iş yapıcıdırlar, (veya çalışmışlar ama, boşuna) zahmet çekmişlerdir.

4-5/5- (Yine o yüzlerin sahipleri) son derece kızgın ateşin ortasına girerler. (Hiçbir esamisi kalmaz.). Son derece kaynar bir  çeşmeden su içirilirler.

 

Tefsir:

Ayette geçen “salâ” fiilinin manası, “mutlak olarak ateşe girmek” değildir. Bilakis özel bir keyfiyetle ateşe girmeyi ifade eder. Mesela bir çukur kazılıp, onun ortasında ateş yakılarak bir hayvanı püryan eder gibi ateşin içine atılıp (kuyu kebabı) üstü kapatılır. İşte “salâ  fiili bunu ifade eder. Ayetteki mana da bu çeşittir. Yani cehennemin ortasına atılırlar, artık onlardan bir daha haber alınmaz. İzleri kaybolur.[620]

6/6- Onların darî’den (zehirli ve dikenli bir bitkiden) başka yiyecekleri yoktur.

 

Tefsir:

Müfessirler demişlerdir ki: Darî’, “şibrık”ın kurusudur. Şibrık bir tür dikendir ki yaş iken onu deve yer, kuruyunca kaçınır.[621] Zehri öldürücüdür. Allah (cc) cehennem ehline işte hiç böyle alışılmamış, hayvanlar tarafından dahi yenmeyen bir yiyeceği yedirir. Lakin aslında bunun ne olduğu belli olmadığı için insanlar tarafından tanınan darî’ gibi bir şeyle teşbih edilerek anlatılmıştır. Yine Allah (cc), cennet nimetlerini de insanların tanıdığı şeylere teşbih ederek beyan etmiştir.

7/7- (O darî’ insanların yiyeceği türden değildir. Bu yüzden) ne besler ne de açlığı giderir.

8/8- O gün bir takım yüzler (müminlerin yüzleri) de vardır ki, (hoş nimetler içinde) mutludurlar.

 

Tefsir:

Bu ayette zikredilen nimetleri, dünya  nimetlerine de hamletmek mümkündür. Hem bu ayetin manası ile uymayacak bir yönü olmaz. Bilâkis Resulüllah’ın doğruluğuna büyük bir delil ve burhan olur. Mukaddes topraklardan olan Şam, Arap yarımadasına kıyas edilecek olursa doğrudan doğruya cennet ve firdevs-i âlâ demek sezâdır. Hz. Peygamber (sav) Şam’ın fethedileceği müjdesini müminlere verirken[622], Allah (cc), müminler bu nimetlere ulaşmadan önce onlara Şam nimetlerinin müjdesini veriyor. Ta ki, cihad ve gazaya iştiyakla gitsinler, ordular hazırlasın ve savaşta sabit kadem olsunlar. Diğer yandan da, savaşa gitmeyen, müminlere katılmayan kâfirlere diyor ki: Siz Şam’ın fethine gitmezseniz, yerinizde kalır, sıcak sular içer, dârî’ gibi dikenli ve zehirli şeyleri yiyip durursunuz. İşte bu ayetler, cihat edip bütün yerküreyi fethetmeye Müslümanları teşvik ediyor. Cihadı terk edenler ise Arap yarımadasında sıkışıp kalacaklarını beyan ediyor ve böylece müminleri cihada imrendiriyor. Ben bu ayetleri bu veçhile tefsir ederken, Allah biliyor, cennete ya da cehennemi (hâşâ) inkâr etmek için söylemiyorum. Lakin, ayetlerin bu yöne tefsir edilebileceği de gözden kaçmamalıdır. Zira Kur’an’ın her yerinde cennet ve cehenneme ait yerleri uzun uzadıya anlatmışım.

9/9- (O yüzlerin sahipleri, Allah’ın kendilerine verdikleri nimetleri görünce, dünyadaki) çabalarından hoşnut olmuşlardır.

10/10- (Onlar) yüksek bir cennettedirler.

11/11- Orada (bir kelime olsun) manasız ve boş söz işitmezler.

12/12- Onda, kesretle akan bir pınar;.

13/13- O cennette (o akan pınar civarında) yükseltilmiş tahtlar;

14/14- (nereye yüzünü çevirsen içmek için) konulmuş bardaklar;

15/15- (yaslanmak için) sıra sıra dizilmiş yastıklar;

16/16- (yer yer) serilmiş halılar vardır. [Bu nimetlerin hepsi onlar için hazırlanmıştır.]

 17/17- (Resulüm! Bu müşrikler, bizim mükemmel kudretimizi inkâr etmesinler:) Acaba devenin nasıl yaratıldığına bakmıyorlar mı? (Ondaki harika sanatları görmüyorlar mı?);

18/18- (şu uçsuz bucaksız) semanın nasıl yükseltildiğine;

19/19- (şu) dağların nasıl (muhkem ve sabit bir şekilde) dikildiğine;

20/20- (şu, her bir hayat sahibine maişet yeri olan) yerkürenin nasıl düzeltildiğine (bakmıyorlar mı?).

21-22/21-22- (Resulüm! Bu müşrikler senin anlattığın delillere hiçbir zaman kulak asmazlar.) o halde (sadece) hatırlat. Sen ancak bir hatırlatıcısın. Üzerlerine musallat olmuş bir zorba değilsin. (Onları zorla imana dahil edecek değilsin. İman edip etmemeleri kendi seçimlerine bırakılmıştır.).

23-24/23-24- Ancak her kim aksine gider inkâr ederse (Allah ona galiptir;) bundan dolayı Allah onu en büyük azap ile cezalandıracaktır.

25/25- (Öldükten sonra) onların dönüşü, başka değil sadece Bizim tarafımıza olacaktır.

26/26- (Huzurumuza toplandıktan) sonra şüphe yok ki onların sorguya çekilmesi de başka değil sadece Bize aittir. (Herkesi tam bir adaletle hesaba çekip, işlediklerinin karşılığını vereceğiz.).

 

Hamd olsun Ğâşiye sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa Allah onun hesabını hafif eyler.”[623]


 

 

89/10 FECR SÛRESİ

 

Fecr sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 29 ayet, 139 kelime ve 597 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1-2/2- (Vakitlerin en güzeli) fecir vaktine and olsun; (gecelerin en şereflileri Zilhicce’nin evvelinden onuna kadar olan)[624] on geceye andolsun;

3/3- (Zilhicce’nin) çiftine (onuncu gecesine)[625] ve (Zilhicce’nin) tekine (dokuzuncu gecesine, arife gecesine)[626] andolsun;

4/4- (her şeyi karanlığı ile) örttüğü zaman geceye and olsun, (ki, kâfirlere ve günahkârlara azap edeceğim.)

5/5- (Resulüm!) Acaba bu yeminler, (ağır yemin olmalarından dolayı) aklı kendisini kötülükten alıkoyacak bir akıl sahibine kifayet etmez mi?[627] (Elbette yeter.).

6-7/6-7- (Resulüm! Elbette senin Rabbin asilere azap etmeye kadirdir.) Rabbinin (ilk) Âd kavmine ne yaptığına baksana; direkleri (yüksek yüksek binaları) vardı; (fakat azap gönderip hepsini helâk ettik.) 

 

Tefsir:

İlk Âd cemaati dünyanın en eski devirlerinde Yemen’e bağlı Mehre[628] adlı yerde deniz kenarında yaşamışlardır. Kendileri kuvvetli, uzun boylu, bünyeleri sağlam kimselerdi. Bunun için, büyük büyük taşlardan kocaman sütunlar üzerine büyük binalar yapmışlardı. Bedenlerinin sağlam olmasına paralel olarak ömürleri de uzun olurdu. Rivayet edildiğine göre Âd’ın iki oğlu vardı: Şeddâd ve Şedîd. Şedîd öldü. Şeddâd ise kavminin başına geçti. Etrafındaki memleketleri de hükümranlığı altına aldı ve zamanının en büyük sultanı oldu. Büyük ümranlar kurdular, yüksek binalar yaptılar. Sonunda hem kendi hem de kavmi azgınlaştılar. Küfür ve şirkte inat edip Allah’a isyan ettiler. Allah da onlara yıldırım gönderip kendilerini ve ümranlarını yerle bir etti.[629] İlk Âd’ın kıssaları özetle bu kadardır. Müfessirler bu konuda uzun uzadıya şeyler anlatmışlardır, çoğu akla uygun şeyler değildir. Hakir, ben onları burada zikretmedim. Arzu eden onlara  müracaat edebilir.

8/8- (İlk Âd kavmi) Öyle ümranlar kurmuşlardı ki, ülkelerde bir misli daha yoktu.

9/9- (Resulüm! Yine) O vadide (Vadi’l-Kura’da)[630] kayaları yontup (bina kuran) Semûd kavminin haline muttali oldun mu? (Onları da helâk ettik. Yerleri Şam ile Medine arasında yolcular için bir ibrettir.).

10/10- (Yine duymadın mı  o çadırları kurmak için) kazıkların sahibi Firavun’u (ki, azap gönderip hepsini helâk ettik.).

11/11- Firavun ve onun ordusu ki, beldelerde taşkınlık etmişlerdi.

12/12- O beldelerde (kan dökme ve İsrail oğullarına işkence gibi) kötülüğü çoğalttılar.

13/13- Bu yüzden Rabbin onların (her biri) üzerine (ayrı ayrı) azap kamçısı döktü. (Bu cümleden olarak Firavun’u da suda boğdu.).

14/14- (Resulüm!) Şüphe yok ki senin Rabbin (bendelerinin yaptıklarını) gözetlemededir.

15/15- (Allah, kullarının ibadet ve itaatlerini imtihan edecek ve günahkârlara azap edecektir;) lakin insan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nimet verdiğinde (bu ikram ve ihsan karşısında şükretmeyi unutup) der ki: “(bu ikram ve ihsana layık olduğum için) Rabbim bana ikram etti”.

16/16- Ama (bir başka yönü ile “sabır mı edecek yoksa sızlanacak mı?” diye) imtihan edip rızkını daralttığında ise (o vakit sabretmeyip) der ki: “Rabbin beni (fakir etmekle) hor ve zelil eyledi. [İnsanın karakteri budur: Nimete şükretmez, nıkmete/belaya de sabır.]

17/17- Hayır hayır, (siz insan oğlu, nimete şükretmelisiniz, nıkmete de sabretmeli ve böyle sözleri dememelisiniz. Siz vazifelerinizi yapmazken Rabbinizden ne yüzle ikram bekliyorsunuz! Lakin böyle sözleri demekten başka, bir çok kötü işler de yapıyorsunuz;) doğrusu, siz yetime ikram etmiyorsunuz. (Halbuki, o bizim emanetimizdir. Bizim emanetimizi zayi etmemelisiniz.).

18/18- (Bizzat kendiniz yedirmekten başka) düşkünü yedirmeye de birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.

 

Tefsir:

Yetimlerin ve fakirlerin durumunu anlatan hiçbir ayet olmasa bile bu iki ayet kâfidir. Halbuki bunlardan başka yüzlerce ayette yetim ve fakirin durumunun gözetilmesi ele alınmıştır. Ne yazık ki bizim zengin ve varlıklı kimselerimiz bu ayetlerden gafil davranıyorlar. Ayetleri bilmiyorlarsa, bari mürüvvet ve insafları nerede? Gece gündüz mal toplamak için çalışıp fakat fakirin durumundan haberdar olamamak insan sıfatına yakışır mı? Ayetlerden anlaşıldığı üzere fakir ve yetimler “emanetullah” ve “ vediâtullah”tırlar. Onları Allah bize emanet bırakmıştır. Onları zayi etmek Allah’ın emanetine hıyanet etmek demektir. Allah’a hainlik yapan kimsenin Allah’ın yanında ne kadar gazaba uğrayacağını düşünmeye gerek var mıdır? Bu yüzden, fakirler ve yetimler için “Daru’l-Eytam”lar ve “Daru’l-Aceze”ler gibi kurumlar kurup her yönüyle onların dertleri ile ilgilenen, çok şefkatli anne ve baba gibi onlara davranacak mürebbiyeler tayin ederek, onların çarşı-parzar başıboş dolaşmalarını önlemek İslam’ın en önde gelen dinî vecibelerindendir. Başka milletler, Kur’an’ın bu hükmünü uygulayarak ne büyük şereflere sahip oluyorlar. Müslümanlar ise Kur’an ayetlerinden yüz çevirip, onun hükümlerini uygulamayı ar sayarak sair milletlerin gözünde kötü bir darb-ı mesel haline gelmişlerdir. Müslümanlar bu dertlerine çare bulmazlarsa onlara ehl-i Kur’an demek hata olur.

Ne olur, Müslümanlar icmâ ve ittifak etseler, ihtilaf çıkaran insanları düşünceleri ile birlikte terk etselerdi, her yönü ile Kur’an’a sarılsalar ve bir din bir millet bir mezhep haline gelselerdi! İşte o vakit İslam’ın ilk parlak günlerine döner, şevketimiz, şerefimiz yeniden bize iade edilirdi. Çok hayrettir ki, diyecekler: “Yalnız Kur’an ile hareket etmek mümkün olmaz.” Buna cevabımız şudur: Acaba Resulüllah (sav) ve Hulefa-i Raşidin (Raşit halifeler) zamanında Kur’an’dan başka ellerinde ne bulunuyordu? Eğer derseniz, “Resulüllah (sav) Kur’an’dan başka hükümler de getirmiştir.”? Buna cevabımız şudur: “Reslüllah’ın fermanı da aynı Kur’an sayılır. Kur’an’ın hükmü ile Resulüllah’ın sünnetine uymalıyız. Raşit halifeler devrinde hiçbir ihtilaf çıkmamıştı. Çünkü onlar Kur’an ve hadislere tamamıyla uyuyordu. Kimse kendi görüşünü onlara tercih etmiyordu.”. Bu ihtilaflar çok zaman sonra çıktı. Bütün bu ihtilafları kaldırıp bir çatı altında toplanmamız acaba mümkün değil midir? Elbette mümkündür. Günümüzde insanlar git gide ilim yönü ile ilerliyorlar. Bu kabil insanlara bu fikrimi tavsiye ediyorum: Bütün müslümanlar bir mezhepte toplanmalı  ve Kur’an ile hadise sarılmadırlar. Raşit halifeler devrindeki İslâmiyeti yaşatmalıdırlar. böylece kendilerini Resullüllah’ın tavsiye ettiği “Fırka-i naciye” (Kurtulmuş fırka) sayabilirler. Neticede İslam’ın bayrağını yükseltirler.

Günümüzde bir şehirde yüz kişi.. müftü ve rey sahibi kimseler kendi başlarına İslam adına ayrı ayrı şeyler beyan ediyorlar. Yazdıkları kitaplarına: “Bu konuyu ihtiyatla karşılayın”, “Ya ithtiyadı terk edin, ya da fakirin sözünü tercih edin”, “Bu abdest suyunun temizliği ve pis oluşu hakkındadır”, “Üzüm şırası necis midir değil midir?”, “Haşefesi kesik olanın hükmü..” vb. Hurafeleri yazıp insanların taklit etmesini istiyorlar. Hem de kendi görüşlerinin taklit edilmesini vacip sayıyorlar böylece cahil insanları kendilerine bağlıyorlar. Durum böyle olunca insanlar çeşitli fırkalara ayrılıyor; anne oğlunu, oğlu atasını necis kabul edip birbirinden uzak duruyorlar. (...) Ey İslam ümmeti! Kendinizi bu din tacirlerinin elinden ne zaman kurtaracaksınız. Gelin bu ihtilafları aranızdan kaldırın, adınızı İslam’ın ilk günlerindeki gibi, “Müslüman”, “Ehl-i Kur’an” koyun. Şimdi insanlar, dünyanın her yerinde “Meclisler/dernekler”, “Encümen-i hayriyeler/Hayır kurumları” kurup dünyevî problemlere çare bulmaktalar. Acaba İslam’ın en büyük beldelerinden birinde bu ihtilafların kökünü kesecek bir diyalog müessesesi kurulamaz mı? Elbette kurulur. Lakin gayret ve hamiyet lazımdır. (...)

19/19- Miras yiyorsunuz, hem de ne yiyiş.. oburcasına! [Ayette maksat, yetimlerin ve diğer varislerin haklarını gözetmeyerek hırs ile mirasın hepsine konmak istemektir. Şimdi bazı yörelerde oluğu gibi, o gün de kadına ve çocuklara miras verilmezdi.]

20/20- Malı aşırı biçimde seviyorsunuz, hem de ne sevgi.. yığmacasına! (Zekât gibi hakları hiç vermeyi düşünmüyorsunuz.).

21/21- Hayır hayır, (mahşer günü ilâhî azaptan korkup böyle amelleri terk edin.) Yerküre peş peşe gelen çarpmalarla çarpılıp pâre pâre olduğu;

22/22- ve melekler saf saf dizilip Rabbin (son derece mehabeti ile) gelince; (her şey ortaya çıkacaktır.).

 

Tefsir:

“Gelmek” cisme ve bir ciheti olan şeylere isnat edilir. Allah (cc) cisim ve cihetten münezzeh olduğu için bu ayetteki “gelmek” fiilinden kasıt, Allah’ın kudret ve saltanatını gösteren delillerin ortaya çıkmasındır.[631] Burada, haşmetli bir sultanın tebasına görünmesi ve onlara dehşet salması ile mahşerde ilâhî kudretin tecelli etmesi arasında bir teşbih yapılmıştır.

23/23- O gün cehennem de getirilir, o vakit insan (azabın mutlak surette olacağını anlar ve dünyada yaptıklarını) bir bir hatırlar; aman o anlamdan ne fayda? (Artık teklif kalkmıştı. Ahret ceza alemidir.).

24/24- (İnsan cehennemi görünce, içini çekip) der ki: “Keşke bu hayatım için daha önceden (bir şeyler) gönderseydim.”

25/25- (Öyle bir azap eder ki;) o gün O’nun ettiği azabı kimse edemez.

26/26- O’nun (asilere) vurduğu bağı (zinciri) hiç kimse vuramaz.

27-28-29/27-28-29- Ey itmi’nâna ermiş nefis! Dön Rabbine O senden hoşnut sen de O’ndan hoşnut olarak.. dön de gir kullarımın arasına ve ardından da cennetime.

 

Hadm olsun Fecr sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi Zilhicce’nin ilk on gecesinde okursa Allah (cc) onu bağışlar. Sair gecelerde okursa okuduğu Kur’an onun için bir nûr olur.”[632]


 

 

90/35 BELED SÛRESİ

 

Beled sûresi Mekke’de nazil oldu. 20 ayet, 82 kelime ve 320 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Hayır, (kâfir ve müşrikler ahrette kendilerine azap edilmeyeceğini sanmasınlar,) bilâkis and içiyorum bu beldeye (Mekke şehrine),

2/3- Öyle ki sen bu beldedesin; (sen bu şehir de bulunacaksın, her bir tasarrufu yapacak, Kureyş müşrikleri senin elinde zelil ve zebun olacaktır.).

 

Tefsir:

Bu ayet kasem ile muksemun bih (yemin ile yemin içilen şeyin) arasına antrparantez alarak girmiştir. Mekke müşrikleri, Resulüllah’ı Mekke’den çıkarma fikrinde oldukları için bu ayet ile Resulüllah’ın tekrar Mekke’ye döneceğine işaret ediliyor. Hem de her çeşit tasarrufu elinde tutarak. Böylece Allah (cc), onu teselli etmiş oluyor.

3/4- And olsun ataya (İbrahim’e)[633] ve ondan meydana gelen çocuğa (sana ya Muhammed! Sen İbrahim’in oğlu sayılırsın.).

4/5- (Bu şeylere and içiyorum ki,) hakikaten Biz insanı (yüzyüze geleceği nice) sıkıntı ve meşakkat içinde yarattık. (Eğer Allah’a karşı gelirlerse, ahrette de meşakkat içinde olacaklardır. Bu yüzden insan, sakın bize karşı gelip ahreti inkâr etmesin.).

5/6- Acaba insan, hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?

6/7- (İnsan, kıyamet günü, kendini azaba atacağımızı görüp, dünyada riya için sarf ettiği malların da kendine bir fayda vermediğini anlayınca) der ki: “Ben (riya ile)[634]  yığın yığın mal harcadım. (Fakat bugün bana hiçbir kârı olmadı.)”

7/8- (Gösteriş için malını sarf edip ahrette de bunun için bir azap olmayacağını sanan) insan, kimse onu görmedi mi sanıyor? (Fakat Biz, onu görüyoruz, sırlarını biliyoruz ve ona uygun bir cezayı da vereceğiz.).

8/9- Ona (o mağrur insana) iki göz vermedik mi?

9/10- (Kalbine tercüman olan) bir dil, (yemesine ve içmesine yardımcı) iki dudak (vemedik mi?)

10/11- (Bu nimetleri insana verdik) ve ona iki yolu gösterdik, (bu yollardan birini seçme serbestisi verdik. Bu hususta hiçbir zorlama yapmadık.).

11/12- Ama o, (kuvvetine, malına güvenen mağrur insan) o sarp yokuşa (nefsinin arzularını terk edip, onunla cihat ederek salih amelleri yapmaya) atılamadı.

12/13- O sarp yokuş nedir bilir misin? [Bundan sonra anlatılacak olanlar, o sarp yokuşlardır:]

13/14- (Evvela o akabe/sarp yokuştan murat), köle (ve cariye) azat etmektir. (Salih amellerin en birincisi budur.);

 

Tefsir:

İslam’ı köle ve cariye edinme konusunda tenkit edenler bu ayete bakıp ibret alsınlar. Zira İslam’da salih amellerin en önde geleni köle ve cariye azat etmektir. Doğrudur; cihat ederken köle ve cariye edinmek caiz görülmüştür. Lakin bu siyasi bir uygulamadır. Siyasi bir uygulamaya ise hiç bir kimsenin itiraz hakkı yoktur. Cihat sona erip esirlere sahip olduktan sonra gerek Kur’an ve gerekse hadiste alınan esirlerin azat edilmesi hakkında bir çok teşvikler, hatta bazı durumlarda kesin emirler vardır. Yine geçen peygamberlerin şeriatlerinde esir almak ve köle edinmek caiz görülmüştür. Fakat esirler alındıktan sonra onların azat edilmesine dair İslam dininde olduğu gibi bir uygulama yoktur. İslam’da her şeyden önce köle azat etmek ön görülmüştür. Durum böle iken, İslam’ı tenkit etmek, köle edinmeyi İslam’ın esas bir uygulaması gibi göstermek, hiç bir zaman telifi mümkün olmayan yanlış bir iddiadır.

14-15-16/15-16-17 (İkincisi:) Açlık günüde yakını olan bir yetimi, yahut da toprak döşenip taş yaslanan (şiddetli ihtiyaç içinde) bir yoksulu doyurmaktır. [Bu iki kısım kimselere yardım etmek en önde gelir. Fakat bunlardan başka sair durumlarda Müslümanların hayrına yardım edilmesi de gerekir.]

17/18- (Bu hayırlı işlere atıldıktan) sonra iman edenlerden, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve birbirlerine (yardım için) merhamet etmeyi öğütleyenlerden olmak, (gerekir. Yoksa, iman etmeden, yukarıda yapılan şeylerin failine hiçbir fayda olmayacaktır.).

18/19- (Resulüm!) İşte bunlar (kıyamet günü) ashab-ı yemîn (mutluluk sahipleri)dirler.

19/20- Ayetlerimizi inkâr edenler ise işte onlar da ashab-ı şimal/cehennem ehlidirler.

20/21- (Ceza olarak) içine atılarak kapıları sımsıkı kapatılmış bir ateş olacaktır.

 

Hamd olsun Beled sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa kıyamet günü Allah, onları gazabından emin kılar.”[635]


 

 

91/26 ŞEMS SÛRESİ

 

Şesm sûresi Mekke’de nazil oldu. 15 ayet, 54 kelime ve 247 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Güneş’e ve onun ışığının doruğa ulaştığı kuşluk  vaktine andolsun;

2/3- Güneş’in ardından gelen Ay’a andolsun;

3/4- Güneş’i açtığı vakit gündüze andolsun;

 

Tefsir:

Gündüz, günün tecelli edip ortaya çıkmasından ibarettir. Ayette güneşin ortaya çıkmasının gündüze isnat edilmesi, günümüzde batılı ilim adamlarınca da kabul edilen müsellem bir konudur. Şöyle ki, Yerküre de diğer yıldızlar gibi bir gezegen olup kendi ekseni etrafındaki dönüşünü yirmi dört saatte tamamlar. Ayetten anlaşılan mana da şöyledir: Yerküre kendi hareketi ile kendi ekseninde ve güneşin etrafında döner. Bu dönüşü ile dünyanın her yerinde sıra ile gündüz ve gece olur. Onun için Güneş’in ortaya çıkması, gündüzün gelmesine isnat edilmiştir. Yani Yerküre dönmezse gündüz olmaz, gündüz olmayınca da Güneş doğmaz. Halbuki eski astronomiciler, gündüzün gelmesini güneşin doğmasına bağlamışlardır ki, bu anlatıldığı üzere yanlıştır. Çünkü gün doğmaz. O her zaman vardır. Fakat dünya döndüğü için doğup-batıyor gibi görünür. Evet Kur’an hem müspet ilimleri hem de dini ilimleri ihtiva eden bir kitaptır. Ne yazık ki bizler ehl-i Kur’an olarak Kur’an’an hiç istifade etmiyoruz. Tam bunun aksine böyle bir kitabı, ona inanmayanlara karşı ilim ve çağdaşlığa engel göstermeye çalışıyoruz. Ar olsun bizlere!..

4/5- Güneş’i bürürken geceye andolsun;

5/6- Semaya ve onu öyle harika bir biçimde bina edene andolsun;

6/7- Yer’e ve onu (insanlık için) güzelce yayıp döşeyene andolsun;

7-8/8- Bir nefse ve onu düzeltene andolsun; (ki, Resulümü tekzip eden müşrikleri, daha önceki kavimleri helâk ettiğim gibi helâk edeceğim.) [Nitekim, Kureyş müşrikleri Bedir’de helâk oldular.]  (Allah, her bir) nefse/insana, (akıl vererek) kötülük ve takvasını ilham etmiştir. (Artık ondan hayır ve şer adına ne çıkarsa kendi iradesi ve seçimi ile çıkar. Buna göre ceza ve mükâfatını da çeker.).

9/9- (Seçimini güzel yönde kullanıp) o nefsi (günahlardan) temizleyen kimse gerçekten kurtuluşu bulmuştur.

10/10- O nefsi korumayıp (cehalet ve günâhla, rezil sıfatları işleye işleye)[636] görmen kimse ise gerçekten zarar edip hüsrana uğradı.

11/11- (Resulüm! Mekke ehli seni tekzip ettikleri gibi) Semûd kavmi de azgınlığın yüzünden (peygamberleri Salih’i) yalanladılar.

12/12- (Onu yalanlamakla iktifa etmeyip) onların en bedbahtı (Kudare b. Salif) (mucize olarak gelen deveyi kesmek için) atıldığında;

13/13- Allah’ın elçisi (Salih peygamber) onlara dedi ki: “(Ey kavim!) Allah’ın devesine ve onun su hakkına (dokunmayın.).” [Aralarında su hakkı, bir gün deveye bir günde onlara olmak üzere nöbet ile veriliyordu. Onlar devenin su hakkına itiraz edip öldürdüler.]

14-15/14-15- (Semûd kavmi,) Salih peygamberi tekzip ettiler ve (mûcize) deveyi de kestiler. Bunun üzerine Rableri günahları sebebiyle onlara büyük azap gönderdi de hepsini silindir geçti. (Allah, onlara) azap etmenin akıbetinden korkacak değil ya! (Resulüm! Mekke müşrikleri hiçbir yönden onlardan kıyametli değil ya. Böyle giderlerse onları da helâk ederim.)

 

Allah’a hamd olsun Şems  sûresinin tefsiri de tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Şems sûresini okursa güneş ve ay’ın üzerine doğduğu her şeyi sadaka vermiş gibi sevap kazanır.”[637]


 

 

92/9 LEYL SÛRESİ

 

Leyl sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 21 ayet, 71 kelime ve 310 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- (Karanlığı, gündüzün ışığını) bürürken geceye andolsun;

2/3- (Güneş’in) nurunu izhar eden gündüze[638] andolsun;

3/4- Erkeği ve dişiyi yaratan (kudreti sonsuz Allah’a) andolsun;

4/5- Ki, sizin çalışmanız birbirinden farklıdır; (ayrı, dağınık ve düzensizdir. Oysa hayat ve kurtuluş bir intizam ve dayanışmaya bağlıdır.). [Gelen ayetler, amellerin muhtelif olmalarını beyan ediyor:]

5-6/6-7- Her kim (malının hakkı olan zekâtı ve sadakayı) verir, (Allah’a karşı) saygılı olur ve en güzeli (İslam’ı)[639] tasdik ederse,

7/8- Biz de onu en kolaya muvaffak kılarız, (ta ki, Allah’a itaat ve ibadet onun için kolay olur. Tamamıyla Allah’a yönelir.).

8-9/9-10- Ama kim de cimrilik eder, kendini (Allah’tan) artık ihtiyacı yok sanır ve en güzeli (İslam’ı) yalanlarsa,

10/11- Biz de onu en zora hazırlarız; (ondan yardımımızı keseriz, ta ki, şer ve fesada teşebbüs edip kötü işler tutmaya başlar.).

11/12- (Cimrilik edip din ve millete yardım etmeyip, öylece cehenneme) yuvarlanan insana, (o vakit) malı ona ne fayda verecek.

12/13- (Resulüm! Delil ve burhanlar gösterip şeriat ve ahkâmı koymakla insanları) hidayete erdirmek Bize aittir. (Hidayet edince, o vakit hakka tabi olup olmamada onları serbest bırakırız; hiçbir zor kullanmayız. Böyle durumda hakka tabi olana mükâfat, batıla uyana da azap edeceğiz.).

13/14- Kuşkusuz son da Bizimdir, ilk de. (Dünya da bizimdir, ahret de. Bizden başka kimden kurtuluş isteseler, yollarını yitirip dalalete düşerler. Bundan hiçbir zarar ve faydamız olmaz. Her ikisi de onlara aittir.).

14/15- Ben sizi (nev-i beşeri) alev alev yanan (köpürdükçe köpüren) bir azapla uyardım (ki, korkup hakka tabi olasınız.). [Gerçekten öyledir. Kur’an ne tatlı beyandır. Gâh cennetle beşâret verir, gâh ateşle uyarır. Ondan dada güzle bir beyan tasavvura gelmez.]

15-16/16- O ateşe, ancak (Allah’a iman etmekten) yüz çevirmiş ve (peygamberi) yalanlamış en azılı ve en bedbaht olan girer.

17-18/17- Kendini (Allah yanında) pâk ve münezzeh etmek için malını (Allah yolunda, vatan evladının ihtiyacı için sarf eden) o en muttaki kimse (o alevden) uzaklaştıkça uzaklaştırılacak.

 

Tefsir:

Medine’de Resulüllah (sav)’in müezzini Bilal b. Rebah -ki annesinin adı Hümame idi.- Bilal, Ümeyye b. Halef’in kölesi idi. İslam’a girince, Ümeyye b. Halef onu Mekke’nin dışına çıkarıp sırtüstü güneşin altında kızgın taşlar üzerine yatırıp göğsüne de büyük taşlar bindirdi ki, ölünceye kadar böyle kalsın, ya da Resulüllah’ı inkâr etsin. Bilal ise o ağır taşlar göğsünde kızgın kumlar üstünde “Ahâd, ahâd- Allah birdir, Allah birdir..” diyor, fakat dininden dönmüyordu. Ebu Bekir (ra) onu bu halde gördü. Ebu Bekir’in evi Ümeyye b. Halef’in kabilesi Beni Cumah kabilesine yakındı. Ümeyye b. Halef’e:

Bu fakire bu zulmü yapıyorsun ya hiç Allah’tan korkmuyor musun?

Onu bu hale sen soktun. Şimdi elimden kurtar!

Tamam, benim çok kuvvetli bir kölem var, hem de senin dinindendir. İstersen Bilal ile değişelim.

Bunun üzerine Umeyye b. Halef bu teklifi kabul etti. Kâfir olan köleyi Umeyye aldı. Bilal ise Ebu Bekir (ra)’ın oldu ve onu azat etti. Ebu Bekir (ra) o vakitler altı tane daha köle alıp azat etti.[640] Amir b. Füheyre ise azat ettiği yedinci köle idi. (Amir, Bedir ve Uhud savaşında bulunmuştu. Bi’r-i Maûne faciasında şehit oldu)[641]  Ümmü ’Ubeys, Zinnîre, Nehdiye ve kızını da Ebu Bekir (ra) azat etmişti. Yine Müslüman olduğu için eziyete maruz kalan Beni Müemmel kabilesinden bir cariyeyi de büyük meblağa alıp azat etti. Ammar b. Yasir, Ebu Bekir’i öven bir kaside söyledi. O kasidede azat edilen kölelerin ismini de yazmıştı. Fayda mülahazasıyla ondan bir bölümü buraya alındı:

“Allah, Bilal ve arkadaşlarını (azat ettiği için) Atîk’i (Ebu Bekir’i) hayırla mükâfatlandırsın. O varlıklı (Umeyye’yi) ve Ebu Cehil’i de rezil ve rusvâ etsin. İkisi Bilâl’e kötülük yaptılar. Alemlerin Rabbinden akıllı birinin korktuğu gibi de hiç korkmadılar. Bilal: Hiç zorlanmadan şahadet ediyorum ki, ‘Rabbim Allah’tır. Beni öldürürseniz öldürün. Ebedâ Rahman olan Rabbime karşı ölüm korkusu ile şirk koşmam. Ey İbrahim’in, güzel kul Yunus’un, Musa ve İsa’nın Rabbi meded!.. kurtar beni.. Hiçbir hak ve adalet gözetmeden sürekli zulüm eden bu azgınlara mühlet verme!” diye feryat ediyordu.[642] Bu kaside de, Ammar b. Yasir Ebu Bekir’i methediyor, Bilal ve müşriklerin eziyetlerine merdâne tahammül gösteren diğer müminleri de övgü ile anlatıyor. Allah hepsinden razı olsun. İslam dinin dirilten aleme yayan bunlardır. Bunların şerefli isimlerini dillere ziynet ve süs yapıp, yaşayışlarından da ibret almak lazımdır. Bir de ibret alınsa!..

19/18- Hiçbir kimseden ötürü Allah nezdinde bir nimet yoktur ki, Allah o nimete mükâfat versin.

20/19- Ancak yüce Allah’ın rızasını kazanmak için (malını Allah yolunda sarf eden böyle kimse için) Allah nezdine ona verilecek bir mükâfat vardır.

21/20- Elbette (o mükâfattan dolayı gözleri ışıklanacak) ve razı olacaktır.

 

Hamd olsun, Leyl sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Leyl sûresini okursa Allah ona razı olacağı kadar mükâfat verecektir.”[643]


 

 

93/11 DUHÂ SÛRESİ

 

Duhâ sûresi Mekke’de nazil oldu. 11 ayet, 40 kelime ve 172 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

 

Tefsir:

Resulüllah (sav)’e nice günler vahiy gelmedi. Bir şey sorduklarında, bana şu an bir  şey nazil olmuyor, derdi. Bir ara müşrikler fırsat bulup dediler ki: “Muhammed’in (sav) Rabbi onu terk etti. Artık ona bir şey inmiyor.[644] Ebu Cehil’in hanımı Ümmu Cemil, Resulüllah’la karşılaşınca derdi ki: “Öyle görüyorum ki, Allah seni terk etti. Artık daha vahiy gelmiyor.”[645] Bunun üzerine bu sûre indi.

1-2/2- Gün ışığının doruğa ulaştığı kuşluk vaktine ve sessizliğe büründüğü zaman geceye andolsun;

3/3- (ki, Resulüm!) Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı.

4/4- (Resulüm! Senin görevin) sonu, şimdiki halinden senin için daha hayırlıdır. (Düşmana galip olacaksın, dinin dünyaya yayılacak.).

5/5- Elbette senin Rabbin (düşmanlarına karşı sana zafer)[646] verecek sen de razı olacaksın.

 

Tefsir:

Bedir savaşı, Mekke fethi ve sair fetihlerde Resulüllah (sav) müşriklere galip geldi. İnsanlar bölük bölük İslam’a girdiler. Allah Resulünün hayatında Arap yarımadası ve bir çok yer İslam topraklarına katıldı. Hülefa-i Raşidin döneminde İslam, dünyanın büyük bir kısmına yayıldı. Bu fetihler, Kur’an’ın bir mûcize olduğunu göstermektedir. Bu sûre Mekke’de nazil olmuş fakat fetihler Medine’ye hicretten sonra başlamıştır. Bu yüzden Medine’den önce bu fetihlerin müjdesini vermiştir.

6/6- (Resulüm! Rabbin) seni (atada ve andan) yetim bulup barındırmadı mı?

 

Tefsir:

Resulüllah (sav), Ruhu’z-Zekiyye (Pâk Ruh) daha annesinin karnında (cenin) iken, atası Abdullah Şam’dan ticaret kervanı ile Mekke’ye gidende Medine’de vefat etti.) “Fil yılı[647]” Resülullah (sav doğunca dedesi Abdulmuttalib Beni Said kabilesinden Halime[648] adlı bir kadını süt annesi olarak tuttu. O da Resulüllah’ı alıp kabilesine götürdü. Mekke kadınları çocuklarını emzirmeyi ayıp sayarlardı. Hem de çölün havası şehrin havasından daha güzeldi. Bu yüzden sağlıklarından dolayı çocuklarını küçük yaşta çöle gönderirlerdi. Halime, Resulüllah’ı (sav) arada bir şehre getirip annesi Amine’ye gösterirdi. Abdulmuttalib ise, Halime’ye ücretinden fazla mükâfatlar verirdi. İki yaşında sütten kesti ve annesine teslim etti. Halime, çöl havasının daha güzel olacağını, şehirde çocuğun hastalanacağını söyleyip yanında kalmasını istedi. Abdulmuttalib ise buna razı oldu. Halime tekrar Resulüllah’ı (sav) alıp çöle götürdü.

Hz. Peygamber (sav) altı yaşında iken annesini, sekiz yaşındayken dedesini kaybetti.[649] Sonra Ebu Talib ona kefil oldu. Nitekim ayette yetim olduğu anlatılıyor.

7/7- (Allah, seni, şerî hükümleri, peygamberliğe dair emirleri ve duyularla elde edilen ilimleri[650] bilmekten) kenarda bulup, (sana kitap göndermekle ahkâm-ı ilâhîyeyi ve her şeyi öğreterek)[651] hidayete erdirmedi mi?

8/8- Seni fakir bulup (risalet hil’atini giydirerek her şeyden) zengin etmedi mi? [Bunlar Allah’ın büyük nimetleridir. Seni bu nimetlerle şereflendiren Allah, seni müşriklere galip edecektir.]

9/9- (Sen de bir yetim olduğuna göre) öyleyse yetimi sakın kahretme!

 

Tefsir:

Geçen üç ayette de anlatılan konular, çok önemlidir. Milletin yetim ve fakirlerine acıyıp onları koruyup gözetmek, terbiye etmek, yetimin malı varsa korumak İslam’ın önde gelen emirlerindendir. Fakat günümüzde bu hususlar tamamen ayak altına alınmıştır. Hususen 9 uncu ayette ifade edilen emir bizim için önemli bir düstur olmalıdır. Bu ayetlerde hitap Resulüllah (sav)’e yapılmışsa da hüküm umumidir. Ehl-i Kur’an’ı uyarmaktadır.

10/10- El açıp dilenen kimseyi de sakın azarlama! (Sakın yüzünü ekşitme, gelen kimseye mutlaka bir şey ver. Güzel veçhile onu uğurla.).

11/11- Şimdi gel Rabbinin nimetini anlat da anlat.

 

Hamd olsun Duhâ sûresinin tefsiri de tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Duhâ sûresini okursa Allah o kimseye on hasene/sevap verir.”[652]


 

 

94/12 ELEMNEŞRAHLEKE (İNŞİRÂH) SÛRESİ

 

İnşirâh sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 8 ayet, 27 kelime ve 103 harftir.

0/1- Bimmillahirrahmanirrahim.

1/2- (Resulüm!) Biz senin sineni (kalbini) açıp ruhuna genişlik vermedik mi?[653] [Ta ki, peygamberliğin ağır emirlerine, müşriklerden gelen eziyetlere tahammül edesin. Buna ilâve olarak her ilmin hikmetini bilmede senin kalbine genişlik verdik.]

2-3/3- Senin sırtına ağırlık salıp kemiklerini sindiren (peygamberlik)[654] yükünü, senden indirmedik mi?

4/4- Senin şanını yükseltmedik mi? (Öyle ki, Yerküre’nin büyük bir kısmında senin adın söylenir.).

 

Tefsir:

Gerçekten Resulüllah (sav)’in sıdkına bu da büyük bir delildir. Onur yüce ismi, yeryüzünün büyük bir kısmında sesli seda ile söylenir. İnanan inanmayan herkes en azından onun ismini duymuşlardır. Resulüllah’ın hakkaniyetine bundan daha büyük bir delil daha olur mu?

5/5- (Resulüm! Bu müşriklerin eziyet ve istihza etmelerine sabret, ashabına da sabrı öğret.) Şüphe yok ki, zorluğun yanında bir kolaylık vardır. (Sizi bu müşriklere galip edeceğim ve asûde olacaksınız. O halde öz emrinde sabit kadem ol. Gelecek olan ferec/çıkış kapısını bekle!).

6/6- (Yine tekrar ediyorum ki, sana; iman edenler huzur içinde olsunlar, içinde bulunmuş olduğunuz bu zor durumdan kurtulup düşmana galip olacaksınız.) Elbet zorlukla beraber bir kolaylık vardır.

7/7- (Resulüm! Hiçbir zaman boş bîkâr olma! Vaktini zayi etme. Vakit ganimettir. Vakit varken risaletini tebliğ et.) O halde boşaldığın vakit yine yorul. (Gâh, beşaret ver, gâh nezâret/korku. Gâh doroşt/sert ol, gâh halim/yumuşak; ez cümle mukteza-i hale uygun işine devam et.).

8/8- Başka kimseye değil sadece Rabbine yönel. (Cümle emrin Allah’a havale eyle!).

 

Allah’a hamd olsun “Elem neşrahleke” sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim, bu sûreyi okursa sanki mahzun olduğum halde Benim gamımı gidermiş gibi ben şâd eyler.”[655]


 

 

95/28 TÎN SÛRESİ

 

Tîn sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 8 ayet, 34 kelime ve 105 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1-2/2- İncire, zeytine ve Sinîn[656] (adlı mekânda bulunan) Tûr dağına and olsun;

3/3- ve şu emin belde (Mekke şehrine) andolsun. [Öyle ki, bu şehirde hiç kimseye eziyet edilmemelidir.]

4/4- Hakikaten Biz (o mükemmel kudretimizle) insanı en güzel surette yarattık.

 

Tefsir:

Allah (cc) insana, ilim-kemal, anlayış-şuur, akıl-firaset ve nutuk ihsan edip sair canlılardan ayırmıştır. İnsan sûretinde veya ondan daha güzel, hiçbir hayvan yaratılmamıştır. İnsanın bu nimetlere şükretmesi gerekir. Bu şükür ve irade ile insanlığın yüksek ufuklarına ulaşması insanın kendi eline verilmiştir. O kendine verilen bu özü kullanıp kemalâtla âreste olacak (süslenip bezenecek)tır.

5/5- Sonra (insan, nefsine tabi olup, onun havasına kapılınca) Biz de onu (insanlık aleminden) aşağıların aşağısına indirdik. (Bunun için cehenneminde en aşağısında yanacaktır.).

6/6- Ancak iman edip iyi ameller işleyenler başka. Onlar için öyle bir mükâfat vardır ki bitmez tükenmez.

7/7- (Resulüm! Senin hakkaniyetini ispat eden böyle delil ve burhanlardan) sonra ceza günü konusunda artık seni kim yalanlayabilir? (Gerçi ikârcılar vardır. Fakat sen onlara itina etme. Onların, hayvanlardan daha eksik oldukları şüphesizdir. Zira sen, onları en üstün ahlaka davet ediyorsun, onlar ise kabul etmiyorlar.).

8/8-  (Resulüm!) Allah, hüküm verenlerin (hepsinden) daha üstün (daha hak ve adil) hüküm veren değil midir? (Elbette öyledir. Bu yüzden senin ile, seni tekzip edenlerin mabeyninde adaletle hükmedecektir. O günü bekle!).

 

Hamd olsun, Tîn sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa Allah o kimseye iki güzel haslet verir: Biri her bir cihetten selamette olmak, diğeri ise ilim ve yakîn. (Yani böyle ilâhî kelamı duyan kimse evvela ilim öğrenir, sonra da insanlar arasında fesat çıkarmaktan uzak durur.)”[657]


 

 

96/2 ‘ALAK SÛRESİ

 

‘Alak sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 19 ayet, 92 kelime ve 280 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- (Resulüm! İnsanı hiç yoktan) vücuda getiren Rabbin Allah’ın adı ile (başla ve) oku. [Yani okumaya başladığın zaman “Bismillahirrahmanirrahim” de.  Ondan sonra oku.]

 

Tefsir:

Bu mübarek sûre Resulüllah’a (sav) inen ilk sûredir. Onun için başlarken “oku” emri ile başlamıştır. Resulüllah’a vahiy ilkönce sadık rüyalar halinde gelirdi. Gördüğü rüya gündüz gibi doğru ve aydınlık idi. Kısa bir süre halktan ayıldı ve Hira Dağı’nda bir mağaraya çekildi. Namlı Peygamberimiz (sav) daha peygamberlik gelmeden önce her yıl bir aydan fazla veya daha az olmak üzere Mekke civarında bulunan Hira dağına mücavir olup itikâf eder ve şerefli aklının muktezasınca Allah’a ibadet ederdi.[658] Kendine peygamberlik geldiği  sene Hira’da bulunan mağarada Recep ayının 27 inci gecesinde abasına (cübbesine) bürünüp uyumuştu. O esnada mağarada bir nur gördü. Korktuğu için abasını başına çekti. Hemen o an Mukaddes Ruh şeriat dilinde (Cibril-i Emin), İzzet sahibi Allah tarafından o Hazretin kalbine marifet ve hikmet kapılarını açıp mübarek ‘Alak sûresini indirdi. Resulüllah (sav) hikmet ve marifet madeni olan kalbi ile o sûreyi hemen ezberledi. Bu sûre Hz. Peygamber’e (sav) inen sûrelerin en ilkidir. Bu sûre inince artık ilim ve marifet kapıları o  mübarek zatın yüzüne açıldı. Gerçi bu sûre ile henüz insanlara peygamberliğini anlatma emri verilmemişti. [Zaten nice yıllar, halktan uzaklaşıp bu mağaraya gelmesinin sebebi, puta tapan insanlara bir tevhit kapısını bulmak ve aramak isteği idi.] Lakin bu sûre inmekle asıl maksadına henüz ulaşmamıştı. Bu surenin inişini tevhide davet etmeye kapıların açıldığına yorarak öylene doğru mağaradan ayrıldı Mekke’ye doğru gitti. Öyle bir harika hal almıştı ki, o bozorgüvârın (yüce zatın) mübarek yüzünden belli idi. Bu hal ile evine geldi. Hz. Hatice (rha) onun bu garip durumunu görünce olup bitenleri Resulüllah’a sordu. O yüce insan, olanları anlattı. Hz. Hatice (rha) ona:

Hiç düşünme! Sen mübarek, şefkatli ve sıla-ı rahim yapan, emin bir kişisin. Anlattıklarına göre bu, sana gelecek olan peygamberliğin ilk safhalarıdır. Yakında insanları hakka davet etmeye memur olacaksın. Hadi seni emim oğlu Varaka b. Nevfel’e götüreyim.

Varaka b. Nevfel, Hz. Hatice’nin amcası oğlu idi, Hıristiyanlığa geçip semavî kitapları da mütalaa etmişti. Ömrünün sonuna doğru gözleri kör olmuştu. Hz. Hatice (rha), Resulüllah’ı Varaka’nın yanına götürdü. Hadiseyi anlattı. Varaka, Resulüllah’ın eline yapışıp dedi: “O sana gelen Namus-i Ekber (Cebrail)’dir ki, İsa (as) seni müjdelemişti. Sen peygamber olarak gönderildin. Ne kadar isterdim; ah bir ömrün yetseydi de nübüvvet emrinde sana yardımcı olsaydım. Hakkı neşretmekte senin muinin olsaydım.”[659] Resulüllah (sav) oradan dönüp evine geldi. Halen o hadiseyi düşünüyordu. Aradan nice gün geçti, vahiy kesildi. Resulüllah (sav) evine çekilip korku ile ümit arası şerefli aklı ile bu konuyu istişare ediyordu. Tam bu sırada Müddessir sûresi indi. Artık açık ve zahir bir şekilde insanları hakka davet etmeye memur oldu. O mübarek zat, muradına ermiş ve büyük bir şevk u tarab ile evinden ayrılıp ve gidip Safa tepesine çıktı. Büyük küçük herkes o dağın eteğine toplandılar. Peygamberliğini onlara ilan edip, şirkten tevhide davet etti. Mekke ehli, hususiyle Resulüllah’ın akrabaları, amcaları bu konuya üzüldüler...

2/3- Allah (o mükemmel kudretiyle cümle) insanı bir ‘alaka’dan (zigot/döllenmiş hücreden) yarattı.

3/4- (Sana vahyedilen ayetleri) oku ki, Rabbin sonsuz kerem sahibidir.

4/5- (Resulüm!) Öyle ki, (cömertlikte en yüksek mertebede olan senin Rabbinin insana en büyük ihsanı, sair hayvanlardan ayırması oldu: ona) kalemle yazı yazmayı öğretti.

 

Tefsir:

İnsaf sahibi biri bu ayetlere bakıp bir fikir etmelidir. Acaba hangi dinin binası İslam dinin binası gibi ilm-i kemal ve marifet üzere kurulmuştur! Hangi milletin kitabının mukaddimesi “yazma ve okuma” emri ile başlamıştır! Resulüllah (sav)’e inen ilk ayetler okumak ve yazmakla ilgilidir. Böylece ilmin, ne derecede ehemmiyetli, elzem ve hatta vacip/farz olması vurgulanıyor ve bizlere önemle bildiriliyor. Bizleri ilim tahsil etmeye teşvik ediyor. Kur’an böyle emrederken, öyle ise bizler neden dalalet ve cehalete düşüp güneş gibi olan Kur’an’ın nuruna yarasa gibi gözlerimizi kapatıyoruz? Sözü fazla uzatmaya gerek yoktur. Bizlerin cümle dertlerinin dermanı, noksanlarımızın ikmali Kur’an’dır. Müslümanlar Kur’an’a sarılmalı.. O bize yeter, O ne güzel vekildir!

5/6- (Yine Allah’ın ihsan cümlesinden olarak, insanı cehalet karanlığından kurtarıp, ilmin nuruna çıkarmak için) insana bilmediğini öğretti. (Lakin insan, zulmeti nura, cehaleti ilme tercih edip, muzır hayvanlara iltihak ediyor.).

6-7/7- Hayır hayır, (insan, ilimden yüz çevirmemelidir, cehaleti terk etmelidir.) Ama insanoğlu kendini zengin görünce (kemalât elde etmeyi bırakıp) mutlaka azıyor.

8/8- (Ey insan oğlu! Azgınlık yapmak sana hiçbir fayda vermez.) Şüphe yok ki, dönüş Rabbinedir. (Orada, sana elde ettiğin kemalât fayda verir, azgınlık tapmaktan bir fayda göremezsin.).

9-10/9- [Bu ayetler Ebu Cehil hakkında nazil olmuştur. Kureyş’e dedi ki: “Nasıl olur, Muhammed geliyor, gözünüzün önünde namaz kılıyor, alnını toprağa koyuyor, fakat siz hiçbir şey demiyorsunuz!” Kureyş, ona hak verdi. Ebu Cehil devamla dedi ki: “Eğer o, birdaha buraya bir daha namaz kılmaya gelirse onun boynunu kıracağım.”][660] (Resulüm!) Namaz kılarken bir kulu (yani seni, namazdan) menedeni görün mü?

11-12/10-11- (Resulüm!) Haber ver bana! (Kendi zannettiğine göre Ebu Cehil) doğru yolda mıdır? Yahut (emr-i bilma’ruf yapıp) takvayı mı emrediyor?

13/12- Baksana (ey o kulu namazdan alı koyan azgın Ebu Cehil!) Eğer o kul, (senin yasaklamanı dinleyip) hakkı yalanlarsa, (namaz kılmayıp) tersine giderse (daha mı iyi olur?).

14/13- Acaba (o kâfir), Allah’ın kendisini gördüğünü bilmez mi? (Ki, buna göre kendisine ceza verecektir.).

15-16/14-15 Hayır hayır, (Peygamber’ e eziyet etmekten uzak dursun!) Eğer vazgeçmezse, derhal onu alnından (perçeminden) yakalar (cehenneme) sürükleriz.. yalancı, (cani) bir alnı..

17-18/16-17- (Resulüm! Biz onun alnından tutup cehenneme çekerken, bırak) varsın o da, meclisini (kendi taraftarlarını) çağıra dursun. Biz de zebanileri çağıracağız.

 

Tefsir:

Ebu Cehil, Resulüllah’a (sav) hiçbir zaman eziyet etmekten geri durmadı. Bu öyle bir seviyeye ulaştı ki, Allah onun yalancı alnından tutup Bedir çölüne çekti. O da Kureyş’i yardımına çağırdı. Allah (cc) da, Müslümanlara yardım etti. Onları Bedir’e çağırdı. Böylece Ebu Cehil ve emsalinden şedid intikamını aldı. Ebu Cehil yaman bir şekilde can verdi. Bu haber, Resulüllah’ın hak bir peygamber olduğunu göstermeye yetmez mi? Onun hakkaniyetine büyük bir delil ve burhan olmaz mı? Tefsirciler, böyle gerçek bir mucizeyi ahret azabına hamletmişlerse de, Bedir gazvesine hamletmeye ne mani vardır?

19/18-19- Hayır hayır, (Ebu Cehil ve emsalinin sözlerinden hiçbiri doğru değildir. Resulüm!) Sen hiçbir vakit ona (ve emsaline) uyma! (Öz emrinde berkarar ol.) Allah’a secde et! (Bu sebeple Allah’a) yaklaş! (Sakın onlardan korkma!).

 

Allah’a hamd olsun ‘Alak sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sûreyi okursa kısa surelerin hepsini okuyan kimseye verilen sevap kadar sevap kazanır.”[661]


 

 

97/25 KADR SÛRESİ

 

Kadr sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 5 ayet, 30 kelime ve 112 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- (Resulüm!) Biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik. (Sen bunu biliyorsun. Lakin o gecenin faziletini bilmiyorsun.).

 

Tefsir:

İslam alimleri arasında Kadir gecesinin hangi gece olduğu konusunda ihtilaf vardır. Çoğu, Ramzan’ın son on gecesinin tek günlerine gelen gecelerinde olduğunu söylemişlerdir.[662] Bu gecelerin içinde en çok tercih edilen gece de “yirmi yedinci gece”dir.[663] Diğer bir grup alim de Ramzan’ın 19-23 üncü gecelerinden birinde olduğunu söylemişlerdir. Bunların içinde yirmi üçüncü gece ağırlık kazanmıştır.[664] Hasılı Kadir gecesi Kur’an’ın faziletini takdir ettiği bir gecedir. O gecede cuma ve sair bayramlar gibi toplanıp ibadet etmek müstehaptır. Lakin gecenin takdiri Resulüllah’ın tayinine bağlıdır. Resulüllah’ın (sav) o geceyi tayin etmesinde şüphe yoktur. Fakat bu konudaki hadislerde bir ihtilat vardır. Buna göre Ramazan’ın son gecelerinden herhangi birinde ihya edilse maksat hasıl olur. Bu gecenin tayininde ihtilaf edilmesi Müslümanların arasına ayrılık sokacağından dolayı, mesela yirmi yedinci gecesinde ittifak edilse çok güzel olur. Çünkü Müslümanların ittifakına sebep olur. Ramazan ayında bu geceye dair duaları düşündüğümüz zaman, Kadir gecesinin “yirmi  yedinci gece”de olduğu biraz kesinlik kazanmaktadır. Son olara, Hacc, Cuma namazı ve sair bayramların vazedilmesinin maksadı ne ise Kadir gecesinin maksadı da odur.

2/3- (Resulüm!) Kadir gecesinin (faziletinin)[665] ne olduğunu sen bilir misin? (Onu Biz sana anlatacağız.).

3/4- Kadir gecesi(nin fazileti) bin ay (ibadet etmekten) hayırlıdır.

 

Tefsir:

Ayetten anlaşılan o ki, bu gecenin fazileti yalnız ibadetten dolayı değildir. Zira ibadet her zaman ve her yerde olabilir. Kul, Allah rızası için nerede ibadet ederse makbuldür. Bu yüzden Kadir gecesinin fazileti daha çok, içtima ve ittifak ederek o gecede dinî ve dünyevî meseleleri istişare etmekte yatmaktadır. Nitekim Hacc, Cuma ve diğer iki bayramda aynı şeylerin yapılması, müminlerin bir araya gelip meselelerini görüşmeleri büyük önem arz etmektedir. Ne yazık ki, biz Müslümanlar, bu gecenin faziletini dilimizde söylerken, kalbimiz ondan gafil olmaktadır. Evet Cevşen-i Kebir okuyoruz, yüz defa eğilip büyülüyoruz, cennet istiyoruz ama esas maksattan uzaklaşıyoruz. O geceyi sırf bu işlere münhasır kılıyoruz. Ey Resulüm! Bu ne firaset! Bu ne akıl! Bu ne zekâdır! İnsanları şaşırtıp, Kadir gecesinin gayesini saptıranlardan Allah intikam alacaktır.

4-5/5- O gecede, Melekler ve Ruh (Cebrail)[666], her bir emrin (hayır ve bereketini insanlara yetiştirmek) için iner de inerler. O gece (Allah’ın rahmetinin) tan yeri ağarıncaya kadar sürdüğü bir selâmettir. (Onun için müminler, o geceyi kaçırmasınlar.).

 

Hamd olsun Kadr sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi tilavet ederse Ramazan orucunu tutup, Kadir gecesini ihya eden kimsenin sevabı kadar sevap alır.”[667]


 

 

98/100 BEYYİNE SÛRESİ

 

Beyyine sûresi Medine’de nazil olmuştur. 8 ayet, 94 kelime ve 399 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- (Resulüm! Sana peygamberlik verilmeden önce) Kitap ehlinden ve müşriklerden (Allah’ı) tanımayanlar, kendilerine açık ve vazıh delil gelinceye kadar inkârlarından ayrılacak değillerdi, (dinlerinden vazgeçmeyeceklerini söylüyorlardı.).

2-3/3- (O açık delil ve burhan), Allah tarafından gelen peygamberdir ki (batıl şüphesinden) pâk ve münezzeh olan, dosdoğru hükümleri içeren sahifeleri okuyor. [Ehl-i Kitab, işte böyle bir peygamber gelirse ona iman edeceklerini söylüyorlardı. Onların istediği bir Peygamber ve kitap gelince yine de iman etmediler.]

4/4- (Resulüm! Müşriklerin senin peygamberliğinde ihtilaf etmelerindense Ehl-i Kitab’ın ihtilaf etmeleri daha hayret vericidir. Zira onlar senin gelişini bekliyorlardı.) Kendilerine kitap verilenler (Yahudi ve Hıristiyanlar) ancak o delil (yani sen) onlara geldikten sonra ayrılığa düştüler. (Halbuki, onlar Ehl-i Kitap idi. Senin vasıfların onların kitaplarında yazılıydı. Buna göre iman etmeleri gerekirken, onlar tuttular müşriklerin saflarında yerlerini aldılar.).

5/5- Halbuki onlara ancak, dini sırf Allah’a has kılarak ve hanifler (batıldan vazgeçip hakka yüz tutanlar) olarak Allah’a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. (Resulüm, zaten sen de onları buna davet ediyorsun.) Muhkem olan din (ve ayin) işte budur. (Fakat Ehl-i Kitap bunları terk edip, seni inkâr ettiler.).

6/6- Ehl-i Kitap ve müşriklerden olan kâfirler, içinde ebedî olarak kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte mahlukun en şerlileri onlardır.

7/7- İman edim salih amel işleyenlere gelince, yaratılmışların en hayırlısı da onlardır.

8/8- Onların Rableri nezdindeki mükâfatları, (köşk ve ağaçlarının) altından nehirler akan, içinde ebedî kalacakları bir nice cennetlerdir. Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan.. işte bu, Rablerinden korkan kimselere ait bir mazhariyettir.

 

Hamd olsun Beyyine sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi tilavet ederse kıyamet günü yaratılmışların en güzeli ile hem nişîn /beraber oturan olurlar.”[668]


 

 

99/93 ZELZELE (ZİLZÂL) SÛRESİ

 

Zilzâl sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 8 ayet, 35 kelime ve 149 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- (Resulüm!) Yerküre (Allah’ın irade ve hikmeti gereğince) kendine mahsus sarsıntısı ile sarsılınca; [Bu zelzele Yerküre’nin ömrünün sona ermesidir. Ondan sonra büyük kıyamet kopacaktır.]

2/3- (O sarsıntı sebebiyle) yer, ağırlıklarını (içinde bulunan, hazine, maden ve ölüleri) dışarı çıkarınca;

3/4- ve insan “Ne oluyor buna!” deyince;

4/5- İşte o gün (yer, lisan-ı haliyle, üzerinde olup biten)[669] bütün haberleri anlatacaktır.

5/6- (Resulüm! Anlatılan o haberleri) Senin Rabbin yere ilham etmiştir.

6-7/7- O gün nev-i beşer amellerini  görmeleri (karşılığını almaları) için bölük bölük çıkar gelirler. Kim zerre ağırlığı hayır yapmışsa onu görür.

8/8- Kim de zerre ağırlığı şer işlemişse onu görür.

 

Tefsir:

Allah (cc), mükemmel kudretiyle, insan oğlunun hayır ve şer adına işlediği ne varsa hepsini kaydeder. Bu takdirde insan oğlu hayırlı işler işleyip kendisi gibi mümin kardeşlerine biraderâne davranması gerekmez mi? İnsanlığın ilk şartı da bu değil midir? Şimdi birer mümin olarak böyle ayetleri hiç düşünmeyip birbirimize düşmanlık yapmaktan başka ne düşünüyoruz.? Bunların hepsi cehaletten doğmaktadır. (...) Selam, doğruya tabi olanlara olsun..

 

Hamd olsun Beyyine sûresinin tefsiri de tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi dört defa okursa sanki Kur’an’ı tamamen hatmetmiş gibi olur.”[670]


 

 

100/14 ÂDİYÂT SÛRESİ

 

Âdiyât sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 11 ayet, 40 kelime ve 163 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- (Kâfir ve müşrikler ile cihat etmek için) harıl harıl koşanlara and olsun;

2/3- (tırnaklarıyla yerden) ateş çıkaranlara (atlara);

3/4- sabahleyin nâgehan akın edenlere;

4-5/5- tozu dumana katanlara, derken bir topluluğun (müşriklerin) ortasına dalanlara, (andolsun.).

 

Tefsir:

Müşriklerden İslam’a bir toslama olduğu zaman Müslümanların, bu düşmanlarına karşı İslam’ı savunup cihat etmeleri dinin vaciplerinden/farzlarından’dır. Cihadın faziletine işaret edilmek üzere mücahitlerin eserlerine, bindikleri atların nefeslerine, nallarının çıkardıkları kıvılcımlara yemin edilmiştir. Cihat etmek o kadar faziletlidir ki, kendisi üzerine yemin etmek sezadır. Bir de Müslümanlar, ibret alsalar!.. İnanmayanlardan, İslam’a herhangi bir saldırı olmadıkça onlarla güzel veçhile sulh edip, onlara karşı insaf ve mürüvvetle davranmak emredilmiştir. Resulüllah (sav)’in hayatı buna şahittir. Zira Resulüllah (sav), yaptığı savaşların hepsinde  savunma savaşı vermiştir. İlk defa saldıran taraf, düşman tarafı olmuştur. Çünkü İslam’da hiçbir kimseyi zorla İslam’a sokmak yoktur. Müslüman olup olmamak o kimsenin kendi tercihine bırakılmıştır. “Dinde zorlama yoktur” (Bakara 2/256) ayeti buna delildir.

6/6- [Allah (cc) gazilerin atlarına ant içtikten sonra buyuyor ki:] Gerçekten insan Rabbinin (nimetlerine) karşı çok nankördür.

 

Tefsir:

İnsanın vücudu, Allah’ın ona verdiği en büyük nimettir. Sair organların her biri de ayrı ayrı birer nimettirler. Allah (cc) insana iki tür nimet vermiştir: Birincisi, dahilidir, yani insanın bedeni ve bedeninde olan organlarıdır. İkincisi, bedeninin dışında kalan hayatını idame ettirmek için lazım olan her şeydir. Nimete şükretmenin manası ise, verilen nimeti yerli yerince kullanmaktır. Buna göre birinci tür nimetin şükrü; Allah’ı bilmek, nefsi kemâlata çıkarmak, güzel ahlakı kazanmak için çok gayet etmek.. böylece o nimetin şükrünü eda etmektir. Harici nimetlerin şükrü ise; mesela zengin ve varlıklı kimseler, dünya malını Allah’ın emrettiği yerlerde harcamalıdırlar: Okul açmalı, Daruşşifa, Daruleytam, Darülâceze, Daruleramile ve sair hayır kurumları yapmalıdırlar. Böylece insanların ihtiyaçlarını karşılamış olurlar, verilen nimetin şükrünü eda etmiş sayılırlar. Bunların aksini yapmak, Allah’ın nimetlerine nankörlük etmektir.

7/7- Şüphesiz bu nankörlüğüne kendisi de şahittir.

8/8- O mal sevgisine de aşırı derecede haristir. (Bunun için infak ve ihsan etmekte çok cimridir.).

9-10/9-10- (Resulüm!) Acaba insan  kabirlerde bulunanlar diriltilip dışarı atıldığı ve kalplerde gizlenenler ortaya konduğu zamanı hiç düşünmez mi? (Yani bilip itikat etmesi ve düşünmesi gerekir.).

11/11- Şüphe yok ki, Rableri öyle günde onlardan tamamıyla haberdardır. (Yapılan her şeyin karşılığını verecektir.).

 

Allah’a hamd olsun ki Âdiyât sûresinin tefsiri tamam oldu...

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Âdiyât sûresini okursa Allah o kimseye on sevap verir.”[671]


 

 

101/30 KÂRİÂ SÛRESİ

 

Kâriâ sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 10 ayet, 36 kelime ve 152 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- (Resulüm! şiddetli ve heybetli, kalpleri vurup eziştiren)[672] bir felâketi (sana haber veriyorum.).

2/3- Nedir o felâket?

3/4- O felâketin ne olduğunu (künhünü) bilir misin? (O felaketi görmeyince onun künhünü, aslını bilmek müşküldür.).

4-5/5-6- O günkü günde insanlar ateşin etrafını sarmış pervaneler gibi olur, dağlar da atılmış renkli yüne döner.

6-7/7- O gün kimin (hayır) amelinin tartıları ağır gelirse işe o, hoşnut edici bir dirlik içinde güzerân eder.

8-9/8- Ama (hayır amelinden bir şey olmayıp bu yönüyle) amelinin tartıları yelli olana (hayır amelinin kefesinde bir şey görünmeyene) gelince işte o kimsenin başı cehennemin en dibine gelecek şekilde cehenneme girer[673], (orada azap görür.).

10-11/9-10- Cehennemin dibinin mahiyetini (asıl hakikatini) bilir misin? (Sen onu bilemezsin.) O, şiddetli yanan ateştir, (ki, ondan daha yakıcı ateş olmaz.).

 

Hamd olsun Kâriâ sûresinin tefsiri tamam oldu...

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Kâriâ sûresini okursa kıyamet günü o sûre ile onun hayırlı amelinin tartısı ağır gelir.”[674]


 

 

102/16 TEKÂSÜR SÛRESİ

 

Tekâsür sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 8 ayet, 28 kelime ve 120 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1-2/2- Siz nev-i beşeri (dünya malının) çokluğu kuruntusu (Allah’ı anmaktan) meşgul edip (her bir hayrı işlemekten engelledi. Malınızın çokluğundan millete münasip bir hizmet ortaya koymadınız. Malınızın çokluğu ile ancak kibriniz arttı, kendinizi anlatıp durdunuz.) sizi o kadar oyaladı ki, nihayet (ölüm size yetişti) kabirleri ziyaret edip (yer evine dahil oldunuz. Ölünce bu adetiniz de sona erdi.).

 

Tefsir:

Mal bir fena şeydir. Onunla övünmek insanlıktan çıkarır. Mal sahibi olmak ancak şu durumda güzeldir: Allah’ın (cc) vacip/farz ve müstehap olarak tayin ettiği hakları ödeyip buna ilâve olarak din ve milletin noksanlarını ikmal etmek lazımdır. Allah’ın emrettiği yerlerde harcanmayan; kasalarda, bankalarda yığılan mallar,  kıyamet günü ancak sahibi için bir vebal olur. Bu durumda Allah’ın gazabını çekmekten başka bir şeye yaramaz.

3/3- Hayır hayır, (dünya malı ile övünmeyi terk edin.) Yakında (ölünce, bu haksız kurutunuzun akıbetini ve yerinde harcanmayan malınızın çokluğunun size bir faydası olmayacağını) bileceksiniz.

4/4-Yine hayır hayır, (tekrar be tekrar size emrediyorum, malınızın çokluğu ile övünmeyi terk edin. onun fena bir şey olduğunu) yakında bileceksiniz. (O vakit pişmanlığınız bir fayda vermez.)

5/5- Hayır, elbette (malınızla övünmeyi terk edin). Şayet yakîn/kesinkes bir ilim ile (akıbetinizi) bileseydiniz, (kuşkusuz, malın çokluğu ile övünmeyi terk eder, güzel ameller işlerdiniz. Lakin dalalet ve cehâlet sizi insanlıktan çıkardı.).

6/6- Mukaddes zatıma andolsun ki, elbette (korkunç şiddetli) cehennemi göreceksiniz.

7/7- Sonra yemin olsun ki, cehennemi yakîn gözüyle (kesinkes) göreceksiniz.

8/8- Ondan sonra, (kıyamet günü, Allah’ın size verdiği) nimetlerden kesinkes sorguya çekileceksiniz. (Hani, onlarla meşgul olup, Allah’ı unutmuştunuz.).

 

Tefsir:

Mutarrif b. Abdillah b. Şihhîr, atası Abdullah’tan rivayet edip diyor ki: Peygamber (as)’ın huzuruna varmış. Elhakümü’t-tekâsür, sûresini okuyormuş. Buyurmuşlar ki: “Adem oğlu ‘malım, malım’der. Halbuki malından sana ancak verip geçirdiğin, yahut yiyip tükettiğin, yahut giyip eksilttiğinden başka ne var?”[675] Hadisten anlaşılan şu ki: İnsan, malını Allah yolunda sarf etmezse, o mal eninde sonunda varislerine kalacaktır. Onlar, bıraktığı malı yiyecek, günahı da ona kalacaktır. Ahrette ise onun bunun elinde bakacaktır. Bir başka hadiste Enes b. Malik (ra) anlatıyor: Resullah (sav) buyurdular ki: “Ölünün arkasından üç şey  takip eder: Malı, ayâli ve ameli. Malı ve ayali geri döner, ameli yanında kalır.”[676] İnsana ameli, kıyametin her  bir dehşetinde fayda verir.

 

Hamd olsun Tekâsür sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Tekâsür sûresini okursa, Kur’an’dan bin ayet okumuş kadar sevap kazanır.”[677]


 

 

103/13 ASR SÛRESİ

 

Asr sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 3 ayet, 14 kelime ve 68 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1-2/2- And olsun bu asra ki (Muhammed aleyhisselamın gelmesi ile ilim ve marifetin güneşi, Muhammed hakikatinin ufkundan doğup dalalet ve cehalet karanlıklarını boğdu, küfür geri çekilmeye başladı. Lakin ) insan, (yarasa varî, o nuru idrak edemeyip  öz nefsini) ziyan içinde bıraktı.

3/3- Ancak iman edenler, salih amel işleyenler, (yine böyle Kur’an’ı  neşrederek)[678] hakkı tavsiye eden (İslam’ı neşrederken gelen belalar karşısında) birbirlerine sabrı tavsiye edenler bu zararın dışındadırlar. (İşte böyle, nefislerini hayırda koşturanlara büyük mükâfat vardır.).

 

Hamd olsun Asr suresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sûreyi okursa Allah o kimseyi bağışlar ve sabrı, hakkı tavsiye edenlerden sayar.”[679]


 

 

104/32 HÜMEZE SÛRESİ

 

Hümeze sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 9 ayet, 30 kelime ve 130 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- (İnsanları) arkadan çekiştirip, kaş göz hareketleriyle ayal edenleri her bir ferdine azap olsun. (Yani onlar için azap hazırdır.).

2/3- (Onlar öyle kimsedir) ki, mal toplayıp (telef olmasından korkarak) onu her bir fırsatta muttasıl sayar.

3/4- Öyle güman ediyor ki, malı, kendisini ebedi kılacak (sürekli dünyada kalacak.) [Her kes öleceğini bilir. Fakat, malına öyle sarılır ki, bu hava içinde ebedî olarak kalacağını zanneder.]

4/5- Hayır hayır, (maldar şahıs, dünyada ebedî kalacağını sanmasın.) Celâlim hakkı için o, hutameye atılacaktır.

5/6- (Resulüm!) Hutame’nin ne olduğunu bilir misin?

6-7/7-8- Allah’ın tutuşturulmuş ateşedir ki, ta kalplerin içine işler (şiddetli azap eder.).

8-9/9- O ateş, her taraftan onları sarıp; sütunlar çekilip muhkemleştirilmiş bir şekilde (kapılar) onların üzerine kapatılacaktır. [Cehennemin bu şekilde tarif edilmesi, o azabın ne derece şiddetli olduğunu göstermek içindir. Yoksa o ateşin hakikatini anlamamız muhaldir.]

 

Hamd olsun Hümeze sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa Allah o kimseye on sevap verir.”[680]


 

 

105/19 FÎL SÛRESİ

 

Fîl sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 5 ayet, 20 kelime ve 96 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

 

Tefsir:

Arap tarihçilerden alınan rivayetlere göre Habeş hükümranlığına bağlı Ebrehe b. es-Sabbah b. el-Eşrem adlı Yemen hükümdarı San’a şehrinde büyük bir kilise yaptı. Gayesi Kâbe’ye gidenleri buraya yöneltmekti. O kilisenin adını da Kulleys koydu. Araplar bunu duyunca Beni Kinâne kabilesinden Malik adlı birini bu kiliseyi keşfe gönderdiler. O da gidip kiliseyi ziyaret etti. Kilisenin hizmetçilerinden, o gece orada kalmasını rica etti. Onlar da buna müsaade ettiler. O gece orada kaldı. Gece az ilerleyince Malik kalkıp, büyük tuvaletini kilisenin süslenmiş yerlerine sıvadı ve kaçtı. Sabah olunca bu haberi Ebrehe’ye duyurdular. Ebrehe Kâbe’yi yıkıp harap edeceğine and içti. Bunun için büyük bir ordu hazırlayıp yola koyuldu. Bu cümleden olarak ordunun içinde filler de vardı. Onların içinde bir çok savaşa katılmış, iri yapılı, çok kuvvetli Mahmûd adında bir fil de vardı. Arap yarımadasındaki Araplar, Ebrehe’nin bu niyetini anlayınca onunla savaş etmeye hazırlandılar. Araplardan Zûnefr adında biri ilkönce Ebrehe’nin karşısına çıktı fakat yenilip esir oldu. Sonra Has’am yurduna vardığı zaman karşısına Nüfeyil b. Habîb çıktı. Ebrehe onun ordusunu da yendi ve Nüfeyl’i esir aldı. Ebrehe Taif’e varınca, onların ileri gelenlerinden Mesud b. Muatteb Ebrehe’ye varıp dedi ki: “Ey melik! Bizim hepimiz senin kulunuz. Sana itaat ederiz. Sana bir mahir izci verelim sizi, Mekke’ye götürsün. O kimse işte Ebu Riğal..” Ebu Riğal, Müğemmis adlı yere varmadan öldü. (Mekke ile Taif arasında gidip gelen yolculardan her biri onun üstüne bir taş atmıştır. Öyle ki kabri taştan bir tepe haline gelmiştir.) Ebrehe oradan yola düşüp Mekke’ye geldi ve önceden Esved b. Mesud adlı birini de  ordu öncüsü olarak önceden gönderdi ki, Mekke ehlinin hayvanlarını bir yere toplasın. Esved Mekkelilerin hayvanlarını ellerinden alıp bir yere topladı. Bu cümleden olarak Resulüllah’ın (sav) dedesi Abdulmuttalib’in de iki yüz devesini yağmalamıştı. Ebrehe Haram bölgesinin dışarısında bir yerde konakladı. (Mekke’nin dört bir etrafından nice mil uzak olan bölgeye “Haram bölgesi” denir.)

Bu arada Ebrehe, Hünâta el-Himyerî adlı birini Kâbe’ye gönderdi ve dedi ki: “Mekke’nin ileri geleni kimse ona de ki: ‘Biz insanlarla savaşmaya gelmedik. Maksadımız, sadece Kâbe’yi yıkmaktır.” Hünâta Mekke’ye gidip Abudulmuttalib ile görüştü ve Ebrehe’nin maksadını ona iletti. Abdulmuttalib ona:

Bizim de Ebrehe ile bir dâvamız yoktur. Biz onunla savaşamayız. Kâbe ile onu baş başa bırakıyoruz. Kâbe, Allah’ın evidir. Orayı İbrahim Halilullah yaptı. Eğer Kâbe’yi yıkmaya gelmişse o iş, onunla Allah arasındadır. Allah kendi evini korur. Yoksa bizim Ebrehe ile savaşacak gücümüz yoktur.

Bundan sonra develerini almak için Ebrehe’nin yanına gitti. Ebrehe’ye haber verdiler ki: Mekke’nin şerifi seninle görüşmek istiyor. O da izin verdi. Abdulmuttalib yüce boylu ve güzel yüzlü biri idi. Ebrehe onu görünce, hürmet etti. Abdulmuttalib ile beraber bir yerde oturdu. Sonra konuşmaya başladılar. Ebrehe, Abdulmuttalb’e:

Niçin geldin? Hacetin nedir? Ne istiyorsan söyle! (Kâbe için geldiğini hayal etmişti.)

Hükümdardan isteyim budur ki: Benim iki yüz devemi yağmaladılar, onları bana geri vermeni istiyorum.

Seni başta gördüğümde gözümde çok büyümüştün. Fakat şimdi gözümden düştün.

Niçin?

Ben geldim ki, senin dinin binası olan Kâbe’yi yıkayım, sen de gelmiş, Kâbe için bir çare düşünecek yerde, develerini düşünüyorsun.

Ben, develerin sahibiyim. Kâbe’nin sahibi vardır, onu sahibi korur.

O, buna mani olamaz.

Şimdi sen kendi işine bak.

Daha sonra Ebrehe, Abdulmuttalib’in develerini geri verdi. Abdulmuttalib, Mekke’ye dönüp halka, şehri tahliye etmelerini istedi. Mekkeliler şehri tahliye ettiler. Abdulmuttalib gidip Kâbe’nin kapısının halkasına yapışıp şu şiirleri okudu:

“Ay Allah’ım, kul göçünü, ailesini sakınır esirger. Sen de  hilalini/beytini koru!

Onların haçları ve kuvvetleri yarın senin kuvvetine, havline asla üstün gelemez.

Eğer sen onları bizim kıblemize/Kâbe’mize bırakacak olursan, o da senin bileceğin bir iştir. (Onun hikmetini ancak sen bilirsin.)

Beldelerden çapulcuları çekip getirdiler. Bir de fil ki senin ayalini yağmalamak için.

Tuzaklarıyla cahilâne senin koruna kastettiler, hele ululuğun hiç nazar-ı itibara almadılar.

Eğer sen onları bizim Kâbe’mize bırakacak olursan, o da senin bileceğin bir iştir.”

Yine dedi ki:

“Ey benim Rabbim! Senden başkasına sığınacak değilim. Ey benim Rabbim onları senin korudan menet.”

Abdulmuttalib bundan sonra, kapının halkasını bırakıp, Kureyş ile birlikte Hira dağına çıktı. Mekke’yi tahliye ettiler. Ebrehe de Müğemmis adlı yerinden kalkıp Mekke’ye dahil olmaya niyet etti. Mahmud dedikleri fili de hazırladılar. Mekke’ye doğru sürdüler. Derken Nüfeyl b. Habib varıp filin yanına yanaşmış, kulağını tutmuş, bir şey söyleyerek bırakıvermişti. Fil ise çöke kalmıştı. Fili kaldırmak için zorladılar, teberlerle başına vurdular, kaldıramadılar. Ne ettiyseler yerinde dayandı. Yemen’e çevirdiklerinde gidiyordu. Abdulmuttalib, dağın tepesinden onları seyir ediyordu. Bir de baktılar ki Yemen tarafından çokça kuşlar ortaya çıktı. Her kuş biri gagasında, ikisi iki ayağında nohut ve mercimek gibi üç taşı taşıyordu. Bu taşlar onlardan kime rastlasa o  helâk oluyordu. Kaçmak istediler hepsi çölde, derelerde helâk oldular. Ebrehe’nin kendisine de (cüzam gibi) bir hastalık isabet etti. O da San’a’ya varmadan helâk oldu.[681] Nitekim bu mübarek sûrede anlatılıyor. İkrime diyor ki: O taşlar hangi şahsa değince “çiçek” çıkarıp helâk olurdu. Olabilir ki, Allah o cemaata çiçek hastalığını musallat etmiş olsun.[682] Resulüllah (sav) bu “Fil yılı” dünyaya geldi.

1/2- Görmedin mi Rabbin Fil sahiplerine ne yaptı? (Onların hepsini helâk etti. Bundan ibret alıp niçin iman etmiyorlar!).

2/3- Onların (Ebrehe ve ordusunun) tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?

3-4/4- Allah, onlara Ebabil (adlı) kuşlar gönderdi; onlara çamurdan (pişmiş) sertleşmiş taşlar atıyorlardı.

5/5- Böylece Allah onları yenilmiş çiğnenmiş ekine çevirdi.

 

Tefsir:

Allah’ın ezelî iradesidir ki, bazen olur, Kâbe’yi tahribe gelenleri böylece yenmiş ekin tarlasına çevirir. Bazen olur Kâbe’yi tahrip eden zalimlere mühlet verir. Anında azap etmez. Her şey onun elindedir. İlk defa İslam’dan önce Huzaâ kabilesi[683], Kureyş kabilesi ile savaşmış onları yenmişti. Neticede Kâbe’yi harap edip Haceru’l-Esved’i parça parça ederek kabileler arasında taksim etmişlerdi. Aralarında sulh olunca tekrar her kabile kendindeki parçayı getirdi, birleştirip yerine koydular. İkinci kez de, Abdullah b. Zübeyir hilafete geçince Hicaz ehli ona biat ettiler. Emevi hükümdarı Abdulmelik b. Mervan ise,  İrak hakimi Haccac b. Yusuf’a emredip Abdullah b. Zübeyir’in üzerine ordu gönderdi. Sonunda Abdullah b. Zübeyir, bu ordu karşısında mukavemet edemeyip Kâbe’ye sığındı. Haccac ise mancınık ile taş atıp Kâbe’yi tahrip etti ve Abdullah b. Zübeyir’i çıkarıp şehit ettiler. Üçüncü defa da, Fatimî develeti zamanında çıkan Karamita taifesi Kâbe’ye musallat olup tahrip ettiler. Sonra Fatimî halifesinin emri ile tekrar Kâbe’yi tamir ettiler. Dördüncü kez, Osmanlı Sultanı Abdulaziz zamanında çıkan Vahhabiler Kâbe’yi harap edip, Medine’de Resulüllah’ın Mescidine at bağladılar. Mısır’da nüfuzlu olan Mehmed Ali Paşa Osmanlı sultanının emri ile, ilk önce oğlu Tosun Paşa’yı sonra da, bizzat kendi giderek, Vahhabiler dağıttı ve Kâbe’yi tamir etti. Şu an ki, Kâbe, merhum Mehmed Ali Paşa’nın tamir ettiği halindedir. (Allah ondan razı olsun!) İşte Allah (cc) Kâbe’yi tahrip eden kimselere karşı Ebrehe’ye yaptığı yamamıştır. Hikmeti nedir? Allah bilir.. (...) Her halde Kâbe’nin tahribini Ebrehe’ye hamletmek lazıdır.

 

Hamd olsun Fîl sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Fîl sûresini okursa Allah o kimseyi depremle yere geçmekten muhafaza eder.”[684]


 

 

106/29 KUREYŞ SÛRESİ

 

Kureyş sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 4 ayet, 17 kelime ve 73 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1-2/2- (Resulüm!), Kureyş’in arasına ülfet (bir ısınma) ilka ettiği ve onları kışın (Yemen’e), yazın (Şam’a ticaret etmeye) alıştırdığı için;

3-4/3-4- kendilerini açlıktan doyuran, her çeşit korkudan emin kılan şu evin (Kâbe’nin) Rabbine kulluk etsinler. (Sakın Hakk’ı unutmasınlar.).

 

Tefsir:

Kâbe’yi, Hz. İbrahim (as), oğlu İsmail (as)’ın yardımı ile bina etti. Oğlu İsmail’in annesi Hacer ile orada ikamet etti. İnsanları Kâbe’nin ziyaretine davet etti. Hz. İsmail (as), Beni Cürhüm kabilesinden evlendi. Bir çok çocuğu oldu. Evladı artıp nice kabile ve küçük bölüklere ayrıldılar. Onların içinde en meşhuru Kureyş kabilesiydi. İsamil’in oğullarından Nadr b. Kinâne evladına Kureyş denir. Kureyş kabilesi ise bir çok alt kabilelere ayrıldılar. Onların da en meşhuru Beni Haşim ve Beni Ümeyye idi. Beni Ümeyye, sayıca Beni Haşim’den daha fazla olduğu için savaşlarda daha çok performans gösterirdi, bu yüzden meşhur idi. Fakat Beni Haşim, onlardan daha aziz tutuluyordu. Resulüllah (sav)’in ata ve dedeleri Kureyş içinde hep riyaset makamında bulunmuşlardı. Kureyş kabilesi gide gide ta Beni Haşim kabilesi doğdu. Neticede Abdullah b. Abdulmuttalib b. Haşim’den alemin nuru Muhammed (as) vücuda geldi. Vehb kızı Amine’nin batnından bu aleme teşrif ettiler. (Salavatullahi aleyhi vesellem.) İsmail (as)’ın evladı arasında putperestlik ortaya çıktı. Resulüllah’ın (sav) zuhura geleceği zamana yakın bir devrede ise doruğa ulaştı. Resulüllah (sav)’in gelmesi ile şirk ve küfür mahvoldu. İslam teşekkül etti. Zulüm sona erdi.

 İsamil (as)’ın oğulları ticaretle meşgul olurladı. Kış aylarında Yemen’e, yaz aylarında ise Şam’a giderlerdi. Resulüllah (sav) de tircaret etmiş, Hz. Hatice’nin sermayesi ile iki defa Şam’a gitmişti. Kış aylarında Yemen’e, yaz aylarında Şam’a ticaret için giden ilk şahıs Haşim b. Abdimenaf idi. Ticaret işini Kureyş’e öğretip, bu nesle yadigâr bıraktı. Nitekim şair Abdimenaf evladını şiirle methediyor:

Ey yükünü, seferlerini değiştiren adam!

Abdimenaf ailesine inseydin a..

Onlar ufuklarından ahd almışlardır,

Ve seferi antant kurmak için sefer ederler.

Bir bahşiş veren bulunmazken onlar bahşiş verirler.

Ve misafirlere buyurun derler.

Ve zenginlerini fakirlerine karıştırırlar.

Hatta fakirleri kendine yeterli bir hayat sürerler.

Ömer kavmine tirit yedirirdi. Mekke adamları aç idi.”[685]

Haşim’in adı Ömer idi. İnsanları toplayıp tirit yedirdiği için ona “Haşim” dendi.  Nitekim şair onu anlatıyordu. Allah (cc) onlara ticaret emrinde ve her bir şeyde emniyet verdiği için, bunun karşılığında şirki bırakıp yalnız bir olan Allah’a ibadet etmelerini istiyor. Yani nimet karşılığında şükretmek lazımdır. Şükrün en mükemmeli ise Allah’a ibadet etmektir.

 

Hamd olsun Kureyş sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Kureyş sûresini okursa Allah o kimseye on hasene verir.”[686]


 

 

107/17 MÂÛN SÛRESİ

 

Mâûn sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 7 ayet, 25 kelime ve 125 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- (Resulüm!) Acaba hesap gününü yalan sayanın görüp tanır mısın? (Ben sana onun alametlerini diyorum; ta ki gördüğün de kıyameti inkâr eden o kimseyi hemen tanırsın.  Onun alameti budur:)

2/3- İşte o şahıs (evvelâ) yetimi itip kalkar, (öfke ve sertlikle davranır. Onun hakkına riayet etmez.).

3/4- (İkinci olarak) yoksulu doyurmaya teşvik etmez.

 

Tefsir:

Bu mübarek sûrede “yoksul” bir örnek olarak seçilmiştir. Belki bu örnekten maksat, Kur’an-ı Mucizu’l-Beyanda Resulüllah’a emredilen güzel ahlakların hepsini terk etmek, kıyameti inkâr eden kimselerin alametidir. Ey Müslümanlar! Bir bu Kur’an ayetlerini derince tefekkür edin! Kendinize ehl-i Kur’an diyorsunuz; halbuki Kur’an’ı inkâr etmenin manası, onunla amel etmemekten ibarettir. Şimdi Kur’an ile amel ediyor muyuz? Kur’an’ın diğer hükümleri bir kenâra bari, bu sûrede geçen hükümlere uyuyor muyuz? Müslümanlar, ne zaman fakir ve yetim çocukların ahvalini soracak, onlara güzle bir hayat yaşatacaklar? Onların derdini çekmek, bir parça ekmek vermek, ya bir elbise vermek değildir. Belki bütün yetim ve fakirleri arayıp, araştırıp bulmak ve onlar için bir mektep açmak, kabiliyeti olanları en yüksek yerlerde okutmak ve Daruleytam kurmak, onların senelik masraflarına kefil olmak lazımdır.

4-5/5- Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını (zora ki kılar ve) ciddiye almazlar.

 

Tefsir:

Bu ayet namazlarını gâh kılıp gâh kılmayan ve namazlarında tembellik eden kimseler hakkında nazil olmuştur.[687] Bir kısım kimselerin dediği gibi, bu ayet, namazlarında şek ve sehiv yapanlar hakkında değildir. Öyle olsaydı sadece “namazlarında sehvedenler” bölümü yer aldırdı, diğer kısmına gerek kalmazdı. Hem namazda yanılmamak insanın elinde değildir. Her kes namazda yanılabilir. Böyle bir şeyi zorlamak, teklif-i malâyutak (altından beşerin kalkamadığı bir yük) olurdu. İnsan buna güç yetiremezdi. Hatta Zemahşerî ve Nesefî gibi alimler, namazda yanılmayı Resulüllah’a bile -ki, o her bir noksan ve ayıptan müberradır- isnat ediyorlar.[688]

Bu kimseler namazlarını o kadar geçiştirirler ki, namaz geçiyormuş geçmiyormuş hiç aldırmazlar. Ya vaktinden önce alelacele kılarlar, ya da iyice tehire salarlar. Yahut  huşû ve huzura dikkat etmezler. Sanki ondan daha zararlı bir şey yokmuş gibi ne dediklerini dahi bilmeden, kimin karşısında durduklarının şuurunda olmadan tez tez kılar tamamlarlar. Allah (cc), böle namaz kılanlarla, bundan sonraki ayetlerde anlatılan kimseler azap edeceğini vurguluyor.

6-7/6-7- (Namazı ciddiye almayanların diğer bir sıfatı da şudur) ki, onlar gösteriş yaparlar; (her türlü) hayra da mani olular, (meselâ zekât vermedikleri gibi, komşuya lazım olan kazma kürek, iğne iplik dahi vermezler.).

 

Hamd olsun Mâûn sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa, zekât veren bir kimse olduğu takdirde Allah onu bağışlar.”[689]


 

 

108/15 KEVSER SÛRESİ

 

Kevser sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 4 ayet, 10 kelime  ve 42 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- (Resulüm!) Muhakkak ki Biz sana (dünya ve ahrette) pek çok hayır isan ettik. (Dünyada peygamberlik verdik ve böylece düşmanlarına galip olup İslam dini her tarafa yayılacaktır, ahrette de şefaat makamını ihsan ettik.).

 

Tefsir:

Resulüllah (sav) Mekke’deyken, Allah (cc), İslam dininin yeryüzüne yayılacağını ona önceden haber vermiştir.

Ayette geçen “Kevser” lafzı Arapça’da “hadden ziyade çokluk” manasına gelmektedir. Hadislerde nakledildiğine göre “Kevser” cennette bulunun bir nehrin adıdır. O nehrin suyu baldan daha şirin, kardan daha ak ve soğuktur.[690] İbn Abbas ise Kevser’in, hayr-ı kesir manasına geldiğini söylemiştir.[691] Sa’d b. Cübeyir, ona sordu ki: Bazıları, kevserin cennette bir nehir olduğunu söylüyorlar? İbn Abbas şöyle cevap verdi: Zaten cennette bulunan o nehir de bu hayr-ı kesir cümlesindendir.[692] Bu ne güzel cevaptır. Altınla yazılsa sezâdır. Evet Allah (cc), Resulüllah’a (sav) o nehirden başka şeyler de vermiştir. Ayetin manasını sırf o nehre hasretmekten ne mana çıkacaktır ki. Ama hayrı-ı kesir manasına hamledilince ayetin manası tamam olur. Bu yüzden Araplar’ın bu kelimeyi nasıl kullandığına bakmak lazımdır. Şair Kümeyt “Kevser” lafzını “hayr-ı kesir/hadden ziyade hayır” manasına kullanmıştır. Onun için diyor ki:

Ey İbn Mervan, sen sayıca çok ve ahlakça hoş birisin.

Baban İbn Akâil ise kevser (arkadaşı ve malı ve her şeyi çok) biri idi.”[693]

Kur’an’da bir kelimenin manasında kapalılık varsa onun Arap şiirinde nasıl kullanıldığına bakmak lazımdır. Yukarıda İbn Abbas’ın dediği gibi “hayr-ı kesir” manasına hamledilirken, hadiste anlatılan “cennetteki kevser nehri” manasına da gelir ki, hadis de bu makamda kullanılmış olur. Böylece ne hadise ne de ayetin manasına bir halel gelmez. Yalnız hadiste geçen manasına hamledilirse ayet, îcaz makamından çıkıp İslam ve Resulüllah’ın sıtkına delaleti zayıf bir teville örtülür.

2/3- (Resulüm! Bu hayr-ı kesirin şükranesi olarak) Rabbine ibadet et ve kurban kes.

3/4- Şüphe yok ki, asıl adı unutulup, ünü kesilecek ve hatıralardan silinecek olan, işte o sana düşmanlık besleyendir. (Senin adın, nice yüz bin minareden yükselen seslerle  kıyamete dek zikredilecektir.) [Allah’ın bu vâdi gerçekleşmiş ve dünya üzerinde muhtelif milletler arasında onun adı hürmetle söylenmiştir ve söylenecektir. Bu da o Hazret’in hakkaniyetine bir delildir.]

 

Hamd olsun Kevser sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: Her kim Kevser sûresini okursa, Allah (cc) o kimseye cennet nehirlerinden içirecektir.”[694]


 

 

109/18 KÂFİRÛN SÛRESİ

 

Kâfirûn sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 7 ayet, 26 kelime ve 94 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

 

Tefsir:

Kureyş kabilesinden İslam’a katılma ümidi kesilmişti. Resulüllah’a (sav) dediler ki: Sen bizim dinimize tabi ol, biz de senin dinine tabi olalım. Bir yıl sen bizim ilâhlarımıza tap, bir yılda biz senin ilâhına ibadet edelim. Resulüllah (sav) onlara cevap vererek buyurdular ki: “Maazallah! Ben Allah’tan başkasına ibadet etmem. Bu olası değildir.” Bu defa onlar dediler ki: Hiç olmazsa bari, sadece biziz putlarımıza istilâm (el sürmek) et. Resulüllah (sav) onların bu tekliflerine de cevap vermedi. O vakit bu sûre nazil oldu.[695] Resulüllah (sav) sabah olunca gidip Mescid-i Haram’da bu sûreyi onların ortasında okudu. Bunun üzerine müşrikler, Resulüllah’ın kendi dediklerini yapmayacağına üzüldüler. Gidip Müslümanlara eziyet etmeye başladılar.

1-2/2-3- (Resulüm!) De ki: Ey hakkı inkâr edip üstüne perde çekerek inanmayanlar! Ben sizin tapmakta olduklarınıza tapmam, (benden ümidiniz kesin.).

3/4- Siz de (fiil ve tavırlarınızdan belli ki bundan sonra bana tabi olup) benim ibadet ettiğim (kadir-i Mutlak, yegâne Allah’a) tapmayacaksınız.

4/5- Yine böyle (bana peygamberlik verilmeden önce de) ben sizin taptıklarınıza asla tapmamışım. (Cahiliye zamanında böyle bir iş yapmamışken, İslam’da böyle bir şey yapmamı benden nasıl istersiniz!)[696]

5/6- Evet, siz de (hiçbir zaman; ne geçmişte ne halde ne de gelecek zaman) benim ibadet ettiğime ibadet etmezsiniz.

 6/7- (Ben sizi hakka ve kurtuluşa davet etmeye memur olmuşum; şimdi beni kabul etmiyorsanız benden el çekin, beni şirke davet etmeyin.) sizin dininiz (şirkiniz)[697] size, benim dinim (tevhidim)[698] de banadır.

 

Tefsir:

Resulüllah (sav) müşriklere karşı böylece tavır aldı ve onlardan yüz çevirdi. Davasında dosdoğru durup, müşriklerin eziyetlerine katlandı, mukavemet etti. Hem kendisi hem de büyük asabı bir sed gibi küfrün karşısında durdular, Din-i Mübin-i İslam’ı neşretmek için aziz hayatlarını sarf ettiler. Her bir yerde “Kûlû Lâ ilâhe ill’allah-Allah’tan başka ilâh yoktur” dediler. Allah (cc) da onların gayretlerini zayi etmedi. İslam dini her yere yayıldı. Onları mükâfatlandırdı. Ey Allah’ın Resulü! Allah sana da, o büyük ashabına da en üstün mükâfatlar versin. Allah’ın salât ve selamı sana, âl’ına ve ashabına olsun!!

 

Hamd olsun Kâfirûn sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: Her kim Kâfirûn sûresini okursa Kur’an’n dörtte birini okumuş olur ve şeytanlar ondan uzaklaşır, böylece şirkten beri olmuş olur. Kıyamet gününün korkusundan da afiyette kalır.”[699]


 

 

110/102 NASR SÛRESİ

 

Nasr sûresi Medine’de nazil olmuştur. 4 ayet, 17 kelime ve 77 harftir.

0/1- Bimillahirrahmanirrahim.

 

Mekke’nin Fethi:

Resulüllah (sav) hicretin sekizinci yılı Ramazan-ı şerifin onuncu gününde Mekke-i Muazzama’yı fethedip, Kâbe’yi putlardan temizledi. Mekke’nin fethi, akıl sahipleri için bir ibret ve Resulüllah’ın hak peygamber olduğuna delil ve burhanlar vardır. Onun için dikkatle düşünülmesi gerekir. Mekke’nin fethi kıssası şöyledir:

Resulüllah (sav) hicretin yedinci yılında Hudeybiye’de Kureyş ile antlaşma yaptı. Beni Bekir kabilesi Kureyş ile, Huzâ’a kabilesi ise Resulüllah ile bir oldular. Resulüllah (sav) dönüp Medin’ye geldi... (Hudeybiye sulhu hadisesi, Fetih sûresinde geçmişti.)

Huzâ’a kabilesi Mekke’nin aşağısında Vetîr denilen yerde ikamet ediyorlardı. Beni Bekir kabilesinden Nevfel b. Muaviye adlı biri gizilice gidip gece vakti onlardan birini öldürdü. Böylece iki kabile arasında savaş kızıştı. Huzâ’a kabilesi Medine’ye uzak oldukları için Resulüllah (sav)’den yardım alamadılar. Fakat Kureyş Beni Beki kabilesine yardım ettiler. Hatta bizzat savaşmak için Beni Bekir kabilesinin saflarında savaştılar. Bu yardım edenler içinde Safvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebi Cehil ve Süheyl b. Amr da vardı. Bunun üzerine Huzâ’a kabilesi Mescid-i Haram’a sığındılar ki, Beni Bekir kabilesi savaşmaktan vazgeçsinler fakat vazgeçmediler. Huzâ’a kabilesi seslendi:

Ey Nevfel, senin Rabbin Allah’ın haramına dahil olmuşuz. Bizden elinizi çekin!

Bugün Nevfel’in ilâhı yoktur.

Nevfel yine savaşa devam etti. Hatta insanları iyice kışkırttı. Böylece yetiştiklerini öldürdüler, ellerinden kaçanlar öte beri dağıldılar. Mallarını da esir aldılar. Huzâ’a kabilesi Resulüllahi’ın ahdinde olduğu için Beni Bekir’e yardım eden Kureyş Resulüllah ile Hudeybiye’deki anltlaşmasını böylece bozmuş oldular. Çünü o antlaşmaya göre, ne Kureyş ne de Beni Bekir, Huzâ’a kabilesine ve Müslümanlara saldırmayacaklardı. Huzâ’a kabilesi de onlar gibi müşrik idi fakat içinde müslüman olanlar vardı. Lakin Hudeybiye antlaşmasında müşrik olanları da Müslüman olanları gibi Resulüllah’ın koruması altına girmiştiler. Huzâ’a kabilesinden Amr b. Salim adlı kişi Kureyş’in elinden kurtulup Medine’ye geldi ve Resulüllah (sav) Mescid-i Nebevî’de otururken huzuruna çıkıp, Beni Bekir ile Kureyş’in antlaşmayı bozduklarını ve kendilerini öldürüp, mallarınında yağmalandığını haber verdi ve şu şiirleri okudu:

Allahım, Muhammed’e sesleniyorum:

Atamızın ve soylu atasının antlaşmasına uy’ diye!

Biz babayken sen çocuktun. Sonra teslim olduk, yardımımızı da esirgemedik.

Allah’ım Resulüllah’a yardım et. Kullarını da çağı yardım etsinler.

Aralarında Allah’n Resulü var. Ayın ondördü gibi parlak ve yüksek.

Kureyş sana verdiği sözde durmadı. Sana ettikleri yemini bozdu.

Kimseyi yardıma çağırmayacağımı sanarak, Kedâ’da bana tuzak kurdular.

Halbuki onlar hem daha zelil hem daha azdılar.

Vetîr’de geceleyin bize hücûm ettiler, rükû ve secdede iken öldürdüler.

Bize yarım et, Allah’da sana nasr-ı müeyyed ile hidayet etsin.”

Resulüllah (sav) buyurdular ki:

Ey Amr b. Salim, elbette size yardım edilecektir.

Onun ardından Huzâ’a kabilesinden Büdeyl b. Verkâ ve nice kimseler Medine’ye gelip Beni Bekr’in ahdini bozduklarını söylediler. Bu arada Kureyş’in de bu işte eli olduğunu hatta, onlara bizzat yardım ettiklerini bildirdiler...

Resulüllah (sav) buyurdular ki:

Öyle zannediyorum ki, antlaşmayı sağlamlaştırmak ve müddetini artırmak için şimdi Ebu Süfyan gelecektir.

Büdeyl b. Verkâ ve arkadaşları Medine’den ayrılıp Affân adlı yere gelince Ebu Süfyan ile karşılaştılar. Kureyş kabilesi başlarına gelecekten korkup, antlaşmayı yenilemek için Ebu Süfyan’ı Reslüllah’a göndermişlerdi. Güya Resulüllah (sav) onların ne yaptıklarından haberinin olmadığını düşünüyorlardı. Ebu Süfyan, Büdeyl b. Verkâ’nın Resulüllah’ın yanından geldiğini tahmin ederek ona:

Nereden geliyorsunuz?

Şu deniz kenarından geliyorum.

Acaba Muhammed’in yanına hiç gittin mi?

Hayır gitmedim.

Büdeyil onun yanından ayrıldıktan sonra Ebu Süfyan dedi ki, eğer peygamberin yanına gitmiş olsa labüd hurma tohumundan devesine yedirmiştir. O arada gidip Büdeyl’in devesinin dışkısına baktı ve dedi ki: Yemin ederim, Büdeyil Medine’ye gitmiş..

Sonra Ebu Süfyan oradan kalkıp Medine’ye gitti. Kızı ve Resulüllah’ın hanımı Ümmü Habibe’nin yanına girdi. Resulüllah’ın oturduğu mindere oturmuştu. Ümmü Habibe hemen onu babasının altından çekip aldı. Ebu Süfyan, kızına:

Kızım onun ehemmiyeti ne idi ki, onu benden kıskandın da altımdan aldın.

O Resulüllah’ın minderidir. Sen ise müşriksin. Senin, Resulüllah’ın minderinde oturmana razı olamam.

Kızım, benden sonra çok fenâ olmuşsun!

Ebu Süfyan oradan kalkıp Resulüllah’ın huzuruna gitti. Ahdin yenilenmesini ve önceki müddetin de uzatılmasını istedi. Resulüllah (sav) ona hiçbir cevap vermedi. Oradan kalkıp Ebu Bekir’in yanına gitti ve Resulüllah’tan bu iş için aracı olmasını istedi. Ebu Bekir ona:

Bu benim işim değil. Ben böyle şeylere beşaret edemem.

Oradan Ömer b. Hattab’ın yanına gitti. Ömer’a (ra) yalvarıp bu iş için aracı olmasını istedi. Ömer ona:

Olur, ben senin için iyi aracı olurum (!) Vallahi kendime karıncadan başka bir yardımcı olmadığını bilsem bile sizinle cihat edeceğim.

Oradan çıkıp Ali b. Ebi Talib’in yanına geldi. Harem-i muhteremesi Farımantu’z-Zehrâ (rha)’nın yanında Hasan oynamakla meşgul idi. Ebu Süfyan, Ali (ra)’a:

Ya Ali! Akrabalık cihetiyle sen bana bu topluluğun hepsinden daha yakınsın. Bir ihtiyacım için geldim. Ümitsiz geldiğim gibi, ümitsiz geri döneceğim. Resulüllah için bana aracılık et.

Ey Ebu Süfyan! Resulüllah’ı bir iş için öyle hazırlıklı görüyorum ki, ondan dolayı senin isteğini konuşmaya kendimde bir güç göremiyorum.

Ebu Süfyan ondan sonra Fatıma’ya yüzünü dönüp:

Ey Muhammed’in kızı! Belki bu oğlun (Hasan) ile sen, Beni Bekir, Huzâ’a ve Resulüllah arasında bir antlaşmaya vesile olursun. Ondan sonra da dünyanın sonuna kadar Arab’ın efendisi olursun.

Evvela benim bu oğlum insanlar arasında sulhu temin edip sözleşme yapabilecek yaşta değildir. İkinci olarak, hiç kimse Resulüllah’tan izinsiz antlaşma yapamaz.

Ebu Süfyan tekrar Hz. Ali’ye rica etti:

Ey Hasan’ın babası! Öyle görüyorum ki, işler bana çok çetinleşti, bir çarem kalmadı, ne olur bana bir çare bul.

Vallahi sana fayda verecek bir şey bilmiyorum. Sen Beni Kinâne’in ağasısın. Kendin git halkın arasında antlaşma yap ve geldiğin yere dön.

Bu dediğin bir fayda verir mi?

Hayır, vallahi. Bir fayda vereceğini tahmin etmiyorum. Lakin senin için bundan başka çıkar yol yoktur. Ebu Süfyan, ordan Mescid’e gidip cemaatın arasında durdu ve:

Ey insanlar! Ben sizin ile Kureyş arasında sulh edip antlaşma yaptım. Bundan sonra sizinle savaşmayız. Bunu dedikten sonra, devesine binip gitti. Mekke’ye varınca Kureyş, ona durumu sordu. O da onlara keyfiyeti nakletti ve dedi ki: “Sonunda, Ali’nin yanına gittim. Ali’yi onların hepsinden mütevazı ve mihriban gördüm. Bana bu sözü öğütledi. Ben de onu yaptım ve geldim. Bilmiyorum fayda verir mi  vermez mi?” Onlar dediler ki:

O söz hangisidir?

Ali bana dedi ki, ‘Kendin git, insanların arasında sulh yaptığını söyle.’ Ben de öyle yapıp geldim.

Sen antlaşma yaptığını onaylattın mı?

Hayır.

Ali seninle alay etmiş, seni uyutmuş, bu sözün ne faydası olacaktır.

Ondan başka bir çarem kalmadı ki...

Ebu Süfyan Medine’den ayrıldıktan sonra, Resulüllah (sav) Müslümanlara savaş tedariki yapmaları için emir verdi. Keza kendi ayaline de aynı talimatı verdi. Lakin Resulüllah’ın nereye gideceğini kimse bilmiyordu. Sadece savaş hazırlığı yapıyorlardı. Ebu Bekir,  kızı Ümmü’l-Mü’minîn Aişe’nin yanına vardı ve ona:

Resulüllah (sav), size sefer hazırlığı yapmanız için bir şey söyledi mi?

Evet.

Biliyor musun, niyeti nereye gitmektir?

Vallahi bilmiyorum.

Daha sonra Resulüllah (sav) Mekke’nin fethine gittiklerini Müslümanlara ilan edip tez beri savaş hazırlığı yapmalarını istedi.[700] İnsanlar savaş hazırlığı yapıyordu. Hatib b. Ebi Belta’â, Resulüllah’ın niyetini Kureyş’e bir mektup ile bildirdi. Mektubu da Sayfî b. Amr’n cariyesi Sâre ile yola saldı. Resulüllah’ın emri ile Ali b. Ebi Talib ve yanında bir kaç gişi gidip o cariyeyi yolda yakaladılar. (Bu konu Mümtehine suresinde anlatılmıştı.)

Müslümanlar savaş hazırlığını tamamlayınca Medine’den yola koyuldular. Mekke’ye bir konak uzaklık kalınca Merrezzahrân adlı yerde konakladılar. Kureyş’in hiçbir şeyden haberi yoktu. Resulüllah (sav) bu işi gizli tutuyordu. Fakat sonunda anladılar ve Müslümanların gelişini korku içinde beklemeye başladılar. Ebu Süfyan bir kaç kişi ile Mekke’nin etrafında dolanıp haber götürdüler. Abbas b. Abdulmuttalib ise ayali ile birlikte Medine’ye gidiyordu. Merrezzahrân’da Resulüllah ile karşılaştılar. Resulüllah’ın ordusunu görünce kendi kendine dedi ki: Ey Kureyş sabaha ne fena bir halde çıkacaksınız. Eğer gelip Resulüllah’tan (sav) eman dilemezseniz bu ordu, kahr ile Mekke’ye girerse Kureyş helâk olacaktır.” O zaman ordunun sayısı tam on bin kişi idi. Abbas, Resulüllah’ın Beyzâ adlı katırına binip Mekke’ye doğru gitti ki, yakın da bir kimse görürse, Kureyş’e gidip Resulüllah’tan eman dilemeleri için bir teşebbüste bulunsunlar, ta ki helâk olmaktan kurtulsunlar. İslam ordusu akşam olunca her tarafta büyük ateşler yaktılar. Öteden beriden gidip gelenleri gözetiyorlardı. Abbas b. Abdulmuttalib diyor ki: “Gecenin karanlığında gidiyordum. Ansızın birden Ebu Süfyan’ın sesini işittim arkadaşına diyor ki: ‘Ben bu gecede yanan ateşler gibi hiçbir zaman böyle ateş görmedim.’ Arkadaşı da ona dedi ki: ‘Huzâ’a’nın ateşidir.’ Ebu Süfyan: ‘Hayır Huzâ’a’ın değil. Onlar azdılar. Onlar bu kadar ateş yakamazlar.’ O halde ben Ebu Süfyan’ın sesini tanıdım ve ona ‘Ebu Hanzala!’ diye seslendim. (Bu Ebu Süfyan’ın künyesdir.) O da benim adımı tanıdı. ‘Ebu Fadl’ diye seslendi. Ben de ‘Evet’ dedim. Sonra bana:

Anam babam sana feda olsun. Bir haber var mı?

Resulüllah (sav) on bin kişi ile gelmiş, sizde ona karşı duracak güç yoktur.

Öyle ise çare nedir?

Vallahi ele geçirirseler ilkönce seni öldürecekler. Çünkü ahdi bozum, Huzâ’a kabilesini sen öldürdün. Gel katıra bin seni, Resulüllah’ın yanına götüreyim ondan eman dile.”

Abbas diyor ki: “Ebu Süfyan’ı katırımın terkisine bindirdim ve Resulüllah’ın huzuruna getirmek üzere yola koyulduk. Ordunun yaktığı ateşlerin arasından geçerken Müslüman askerler bize bakıp birbirlerine diyorlardı ki: ‘Bu Resulüllah’ın amcasıdır. Resulüllah’ın katırına binmiş.’ Bu hal üzere gidiyorduk, Ömer b. Hattab’ın yaktığı ateşin yanına gelince bize bakıp katırın terkisinde Ebu Süfyan’ı gördü ve tanıdı, ‘Allah düşmanı Ebu Süfyan! Allah’a hamd ederim ki, sulh ve antlaşma yapmadan beni sana musallat etti.’ dedi. Ömer b. Hattab, hemen Resulülüllah (sav)’in yanına doğru koştu ki onu öldürmek için izin istesin. (Keşke izin almış olsaydı.)”

Abbas diyor ki: “Ben katırı kovdurup onu geçtim. Alelacele Resulüllah’ın huzuruna vardık. Hemen arkamdan Ömer girdi ve dedi ki: İzin ver Allah düşmanı Ebu Süfyan’ın boynunu vurayım. Ben de Resulüllah’a dedim ki: ‘Ya Resulallah, ben Ebu Süfyan’a eman verdim.’ Sonra oturup Resulüllah’ın başını tuttum ve ona dedim ki: ‘And olsun, bu gece benden başka seninle kimseyi konuşmaya müsaade etmeyeceğim.’ Ama Ömer, Ebu Süfyan hakkında çok konuşunca ona da dedim ki: ‘Ömer, sen sakin ol! Abdimenâf oğullarından biri olduğu için Ebu Süfyan’ın öldürülmesini isitiyorsun. Şayet Beni Adiy’den olsaydı onu öldürmekte böyle ısrar etmezdin.’ Ömer de bana dönüp:

Ey Abbas! Sus. And olsun Allah’a ki, senin İslam’a girdiğin gün, -eğer atam Hattab müslüman olsaydı- bana, senin müslüman olman onun müslüman olmasından daha çok sevimli gelmişti. Zira ben biliyorum ki, Resulüllah (sav), Abbas’ın müslüman olmasını Hattab’ın müslüman olamsından daha çok istiyordu.

[Hz. Ömer’in (ra) bu sözlerden maksadı şu idi: Ben kavmiyetçilik güden biri değilim. Eğer böyle bir düşüncem olsaydı, senin müslüman olmanı atamın müslüman olmasından daha çok sevmezdim. Bilakis ben, Resulülllah’ın dost tuttuğunu dost, düşman tuttuğunu da düşman tutarım. Ebu Süfyan’ın Reslüllah (sav) düşman tutuyor, ben de onun için onu düşman tutuyorum. (Ömer, hakikaten böyle bir zat idi.)]

Sonra Reslüllah (sav) buyurdular ki: Ey Abbas, Ebu Süfyan’ın bu gün benim çadırımda sakla ve sabah olunca götür.

Abbas diyor ki: “O gece Ebu Süfyan’ı alıp çadırımda sakladım. Sabah olunca Reslüllah’ın (sav) huzuruna çıkardım.” Ebu Süfyan’ın görünce ona buyurdular ki:

Ey Ebu Süfyan, henüz daha Allah’ın bir olduğunu ve benim de Allah’ın Resulü olduğumu söyleyeceğin zaman gelmedi mi?

Atam anam sana feda olsun. Senin hilmin ve keremin ve sıla-i rahmi gözetmen, haddinden fazladır. Vallahi öyle zannediyorum ki, eğer Allah’tan başka bir ilâh daha olsaydı kuşkusuz bana bir fayda verirdi.

Ey Ebu Süfyan! Daha henüz benim Allah’ın Peygamberi olduğumu anlama vaktin gelmedi mi?

Atam anam sana feda olsun. Senin hilmin ve keremin ve sıla-i rahmi gözetmen, haddinden fazladır. Lakin Peygamber olduğun konusunda henüz nefsimde bir şey var?

(Abbas, onu kınayıp dedi ki, müslüman ol, yoksa ahdi bozduğundan dolayı seni öldürecek.)

Ebu Süfyan bu tehdit karşısında müslüman oldu. [İslam’da, dine girmekte zorlama  olmasa bile, Ebu Süfyan antlaşmayı tek taraflı bozduğu için kesinkes öldürülecekti. Abbas, onun öldürülmesini istemediği için Müslüman olmaya zorladı.]

Abbas diyor ki: Resulüllah’a: “Ebu Süfyan övülmeyi çok seven biridir. Onun için onu övecek bir şey söyle.” Buyurdular ki: “Her kim Mekke’de Ebu Süfyan’ın evine sığınırsa emandadır, kendi evine girip kapısını kilitlerse emandadır, Mescid-i Haram’a sığınırsa emandadır.”[701] Sonra Abbas’a dedi ki: Ebu Süfyan’ı ordunun geçeceği şu dar geçite götür, geçerken ordunun büyüklüğünü görsün. [Ebu Süfyan Mekke’nin reisi olduğu için ona bu kısım davranıldı. Zira fethedilen her beldenin reisine böyle davranılır.]

Abbas diyor ki: Ebu Süfyan’ı alıp Resulüllah’ın dediği yere götürdüm. Kabileler bir bir geçiyordu. Ebu Süfyan, geçen her kabileyi bana sorardı. Ben de: Bu “Süleym”dir... Ebu Süfyan diyordu: “Benim Süleym kabilesi ile ne işim var?” Böylece bütün kabileleri sordu, ben de cevapladım. Her cevabımda o, yukarıdaki sözünü tekrarlıyordu. Arkadan Resulüllah’ın yanında bulunan bölük Muhacir ve Ensar geldi, Ebu Süfyan bunları görünce “Suphanallah! Bunlar kimlerdir? Hakikaten ya Abbas, kardeşin oğlunun saltanatı bayağı büyük olmuş?” Ona döndüm:

“Öyle deme! O saltanat değil, nübüvvettir.”

“Şimdi senin dediğin gibi olsun”

Durma şimdi Mekke’ye git. Kureyş’i korkut ki imana gelsinler.

Ebu Süfyan süratle gidip Mekke’ye vardı. Mescid-i Haram’da yüksek sesle seslendi: Ey Kureyş! Antlaşmayı bozduğunuz için Muhammed (sav) şu kadar bir ordu ile üzerinize geliyor. O orduya karşı mukavemet edemezsiniz. Onlar:

Öyle ise çare nedir?

Muhammed (as) dedi ki: Her kim, Ebu Süfyan’ın evine girerse emandadır.

Bir sadece senin evin ne fayda verir.

Yine Muhammed (as) dedi ki, her kim Mescid-i Haram’a girerse emandadır. Her kim kapısını çekip kitleyip evinde durursa emandadır.

Bundan sonra dağıldılar. Her kes bu denilen yerlere sığındı. Resulüllah (sav) kendi bayrağını Zübeyir b. Avvam’a vererek Muhacir ve Ensar’a komutan tayin etti ki, Mekke’nin yukarı tarafındaki Hacûn adlı yere diksin. Ve arkasından da dedi ki: Ben gelinceye kadar dediğim yerden bir ayak olsun uzağa dikmeyesin. Sonra Resulüllah’ın (sav) kendisi de Zîtuvâ adlı yerde durdu. (Buradan Mekke’ye kuş bakışı bakılırdı.) Daha sonra odu Mekke tarafından göründü. Resulüllah (sav) devesinin üzerinde mütevazı bir şekilde haymeden inip şükür secdesi yaptı. Ondan sonra Mekke’ye dahil oldu ve Zübeyir’e dediği yere nüzul-ü iclâ buyurdular (kondular). Mekke’nin aşağı tarafında  Beni Bekir kabilesinden bir grup Mekke civarında ikamet eden Ehâbiş kabilesinden de bir kısım kimseleri toplayıp savaş için hazır bekliyorlardı. Yine Safvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebi Cehil ve Süheyl b. Amr gibi kimseler de Handeme adlı bekliyorlardı. Resulüllah (sav) Halid b. Velid’i Kuzâ’a ve Beni Süleym kabilelerine komutan tayin edip Mekke’nin aşağı tarafından girmelerini istemişti. Resulüllah (sav) Zübeyir ve Halid’i gönderirken onlara karşı taraf ilk önce saldırmadan hiçbir saldırıya geçmemelerini de  emretmişti. Bu arada Sa’d b. Übade’yi de bir grup asker ile Mekke’nin Kedâ adlı yerinden gitmelerini istemişti. Sa’d b. Übade yola koyulurken  şunları söyledi: Bugün savaş günüdür. Bu sözü muhacirlerden biri duyup Resulüllah’a haber verdi. Bunun üzerine Resulüllah (sav), Sa’d b. Übade’nin komuta ettiği askerlerin başına Ali b. Ebi Talib’i tayin etti ve arkadan gönderdi. O da gidip komutayı aldı ve Kedâ denilen yerden Mekke’ye girdi. Zübeyr’in Mekke’ye girdiği yerden hiçbir vaka olmadı, Zübeyir gidip Resulüllah’ın bayrağını dediği Hacûn adlı yere dikti. Halid b. Velid’in girdiği Mekke’nin aşağı tarafında Beni Bekir ve Ehabiş kabileleri arasında çarpışma oldu.

Bundan sonra İslam ordusu her taraftan Mekke’ye gidiler. Resulüllah (sav) tarafından halk teskin edildi ve onlara güvence verildi. Sonra Resulüllah (sav) Kâbe’ye gitti ve deve üzerinde yedi defa tavaf yaptı. Her tavafında elindeki değneği ile Haceru’l-Esved’i istilâm etti. Tavaftan sonra Kâbe’nin anahtarı elinde bulunan Beni Abdiddâr kabilesinden Osman b. Talha’yı huzuruna getirtti. Anahtarları alıp Kâbe’nin kapısını açtı ve içerideki güvercin suretindeki putu alıp dışarı attı. Kapıya çıktığı zaman Kâbe’nin etrafı Mekkelilerle dolu ve suskun bir halde  onu bekliyorlardı. Resulüllah (sav) yüzünü onlara çevirdi ve Allah’a hamd u senâ etti ve buyurdular ki: Ey Kureyş! Allah (cc) cahiliye devrinden  kalma gururunuzu ve atalarınızla övünmeyi sizden giderdi. İnsan Adem’in evladıdır. Adem ise topraktan yaratılmıştır. (Sonra ayeti okudu:) Ey insanlar! Ben sizi bir erkek ve dişiden yarattım. (Hucûrat 49/13) Ondan sonra dediler ki: “Ey Kureyş! Küfür ve şirkinizde  baki kalıp Müslümanlara eziyet etmeniz ve aramızdaki antlaşmayı bozmanız karşısında sizlere ne yapmamı beklerdiniz?” Onlar:

Sen kerim ve civanmet bir kardeşsin. Kerim ve âlicenap bir kardeşsin.

Bugün siz muâheze edilecek değilsiniz! Gidiniz hepiniz serbestsiniz.

Mekke zorla ve galip olma yolu ile fethedildiği için hepsi esir edilmesi gerekirdi. Lakin Resulüllah (sav) onların hepsini azâd etti. Bu sebepten onlara “Tulâkâ” denir. Sonra Resulüllah’ın emri ile putlar ve ibadet için dikilmiş taşlar yerle bir edildi. Kâbe’nin damında sarı camdan bir put vardı onu da Ali b. Talib çıkıp yere atarak param parça etti. Resulüllah (sav) böylece Kâbe’yi putlardan temizletti ve orayı ibadet haneye çevirdi.

Oradan çıktı Safâ tepesine çıkıp dua etmeye başladı. O esnada orada hazır bulunan Ensar, dediler ki: Mekke, Resulüllah’ın ana yurdudur. Şimdi burası fethedildi. Bakalım  Resulüllah bizi bırakıp burada mı kalacak yoksa Medine’ye mi gelecektir? Resulüllah (sav) duasını bitirince onlara buyurdular ki:

Aranızda neler konuşuyorsunuz?

Bir şey konuşmadık.. (Resulüllah biraz ısrar edince,  ne dediklerini izhar ettiler. Ve buyurdular ki:)

Maazallah! Benim hayatım, sizin hayatınız. Benim ölümüm sizin ölümünüz. Hiç ben sizi terk eder de burada kalır mıyım?

Ensar şâd olup beşaretlerini izhar ettiler. Bundan sonra Resulüllah (sav) on beş gün Mekke’de kaldılar. Attab b. Esid’i Mekke’ye vali tayin edip Hüneyn gazvesine gittiler.[702] (Hüneyn kıssası Tevbe sûresinde geçti).

1/2- (Resulüm!) Allah’ın yardımı ve zaferi gelince; (Benim Harem’im putlardan ve şirkten pâk oldu.);

2/3- (Tek tek İslam’a dahil olduktan sonra) insanların bölük bölük Allah’ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit;

3/4- Rabbine hamd ederek O’nu tespih et ve O’ndan mağfiret dile! Çünkü Allah (nev-i beşeri yarattığından beri, tövbe edenlerin tövbesini) çok çok kabul edendir, (böylece seni tövbeni de kabul edip bağışlayacaktır.).

 

Tefsir:

Bu mübarek sûre Mekke’nin fethinden önce indi. İki şeye işaret olunuyor: Birincisi Mekke’nin fethine[703]; ikincisi ise, Resulüllah’ın vefatının yakın olduğuna[704], bu da Resulüllah’tan mağfiret dilemesi emredilmesinden anlaşılıyor. Bu sûre nazil olunca Resulüllah (sav) ashaba okudu. Mekke’nin fethedileceğine işaret edildiği için ashab çok sevindi. Lakin Resulüllah’ın amcası Abbas ağladı ve dedi ki: “Ya Resulallah! Bu mübarek sûrede Allah seni, mağfiret istemeye emrediyor, senin vefatın haberini veriyor.” Resulüllah (sav) de buyurdular ki: “Benim ölümüm yakınlaştı.” Daha sonra Resullüllah (sav) kızı Fatıma’yı çağırdı ve dedi ki: “Kızım, benim nefesim ölüm haberini veriyor.”[705] Fatıma Zehrâ ağladı. Buyurdular ki: “Kızım ağlama! Benim ehl-i beytimden bana ilkönce kavuşacak olan sen olacaksın”[706] Resulüllah (sav) bundan sonra iki yıl daha yaşadılar sonra darul’l-karara irtihal buyurdular. Allah’tan onun pâk ruhuna salât ve selam olsun! Bu mübarek sûre hicretin sekizindi yılında nazil oldu. O yılı Mekke’nin fethi oldu. Hicretin onuncu yılında ise Resulüllah (sav) vefat ettiler.

 

Hamd olsun Nasr sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Nasr sûresini okursa Mekke fethinde Resulüllah ile beraber bulunanların sevabı kadar ona sevap verilir.”[707]


 

 

111/6 TEBBET SÛRESİ

 

Tebbet sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 6 ayet, 20 kelime ve 77 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

1/2- Ebu Leheb’in (Resulüllah’a taş atan o)[708] iki eli kurusun ve kurudu da. (Ama seni inkâr etmekle Bizim azabımıza dûçar olacağından Ebu Leheb’in halen haberi yoktur.).

 

Tefsir:

Ebu Leheb Resulüllah’ın (sav) amcası idi. “Ebu Leheb”, künyesiydi. Esas adı ise Abdul’uzza idi. Mekke’de bulunan ‘Uzza adlı putun kulu manasına geliyordu. Onların neslinde bu tür ad koymak adet idi. Nitekim Abdulmuttalib, Abdimenâf hep bu kabildendir. Ebu Leheb’in hanımı Ümmü Cemil ise Harb’ın kızı ve Ebu Süfyan’ın bacısı idi. Bunların her ikisi de Resulüllah (sav) olmadık eziyetler ettiler. Küfür ve inatlarında doruğa ulaşmışlardı. Resulüllah (sav) peygamberlik gelmeden önce bir kızını Ebu Leheb’in oğlu Uteybe’ye vermişti. Necm sûresi nazil olunca Uteybe gidip Resulüllah’ın yüzüne toprak saçtı ve kızını da boşadı. Resulüllah ise ona beddua etti ve Şam yolunca bir arslan gelip onu parçaladı. (Necm suresinin tefsirinde bu kıssa anlatılmıştı).

Ebu Leheb taş atıp Resulüllah’ın ayağını yaraladı. Hanımı da geceleyin Resulüllah’ın geçtiği tahmin edilen yollara dikenler koyardı. Bu sûre onların yaptıkları bu kötülüğün akıbetini anlatıyor.

2/3- (Resulüm!) Ebu Leheb’in kazandığı malı ve kazandığı (kötülüğü) ona hiçbir fayda vermedi. (Dünya ve ahret azaba giriftar olacak ve hiç kurtulmayacaktır.).

 

Tefsir:

Ebu Leheb’in dünyadaki cezası, tâun gibi sakınılan “adese” hastalığına tutulmasıydı. Kureyşliler, adese hastalığından tâun gibi uzak dururlardı. Bunun için kendilerine de bulaşır korkusu ile ailesinden bile kimse yanına yaklaşmamış, bu yüzden ölüsü üç gün evde kalmıştı. Kendisi Bedir savaşından sonra Mekke’de helâk oldu. Nihayet oğullar milletten ar ettikleri için ayaklarından ip bağlayıp çekerek Mekke’nin kenarında kazdıkları bir kuyu içine kakmış ve üzerine de taş doldurmuşlardı. Öyle ki taştan bir tepe olmuştu. Bu dünyadaki azabı idi. Ahretteki azabı mutlaka vuku bulacaktır.

3/4- (Ebu Leheb’in ahretteki azabı ise) alevli bir ateşte yanacaktır.

4-5/5-6- (Ebu Leheb’in) hanımı da odun taşıyıcı olarak ve boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip  olduğu halde. (Ateşe girecektir.).

 

Tefsir:

Buradan anlaşılan o ki, bir peygambere, amcası ve amcasının hanımı tarafından bu kadar eziyetler revâ görülürse ya sair uzaktaki insanlardan nice azap görmüşlerdir! Hz. İsa’nın (as) dediği gibi: “Her peygamber öz kavmi arasında zelil görülmüştür”

 

Hamd olsun Tebbet sûresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Tebbet suresini okursa ümidim var ki, Allah o kimseyi Ebu Leheb ile bir makamda toplamaz”.[709]


 

 

112/22 İHLÂS SÛRESİ

 

İhlâs sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 5 ayet, 15 kelime ve 47 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

 

Tefsir:

İbn Abbas’ın anlattığına göre Mekke’de bulunan müşrikler Resullah (sav)’e dediler ki: “Birliğini ikrar etmeye ve kendisine ibadet etmeye davet ettiğin ilâhı bize tarif et.”[710] Bunun üzerin bu mübarek İhlâs sûresi nazil oldu.

1/2- (Resulüm! Bu müşriklere) de ki: “(Sizi birliğine ve ibadet etmeye davet ettiğim) o Allah tektir; (ikincisi yoktur. Taptığınız putlar batıldır. Her şeyi yaratan Allah olduğuna göre O’na şirk koşmak akıl ve insafın dışında bir şeydir.).”

2/3- (Tanıyıp, semavat ve yerin yaratıcısı olduğuna inandığınız) Allah, sameddir. (Her şey, O’na muhtaçtır; O, hiçbir şeye muhtaç değildir. Her şeyden yücedir.)[711]

3/4- (Hiçbir yaratılmışın cinsinden değildir. Varlığı ezelî olduğu için cisim olmaktan beridir. Bu yüzden) O, doğmamış ve doğurmamıştır.

4/5- O’nun hiçbir dengi (ne zatında ne de sıfatında mümasili/nazırı, müşabihi/benzeyeni, müşakili/şekilce benzeyeni) yoktur.

 

Tefsir:

İhlâs sûresinin fazileti ve Kur’an’ın 1/3 üne muadil/eşdeğer geldiği hakkında Resulüllah’tan bir çok hadis rivayet edilmiştir.[712] Bu faziletinin sebebi, mübarek sûrenin Allah’ın tevhid ve sıfatına şamil olmasından dolayıdır. Her şeyin güzelliği, ihtiva ettiği mananın güzelliğine bağlıdır. Alemleri yaratan Allah’ın kemal sıfatlarını ve birliğini anlatan sûreden daha güzel bir şey olamaz. Yine bu sûre, baştan sonuna kadar tevhit ve kemal sıfatları anlattığı için Kur’an’ın üçte birine mukabil gelmiştir. Sair sûreler Allah’ın birliğine ve kemal sıfatlarına delalet etse bile, bu mübarek sûre yalnız Allah’ın birliğin ve kemal sıfatlarını anlattığı için diğer sûrelere üstünlüğü vardır.

 

Allah’a hamd olsun bu sûrenin tefsiri de tamam oldu. Bir kimse İhlas sûresini okuyordu, Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Vacip oldu” dediler ki, Ey Allah’ın Resulü vacip olan nedir? Buyurdular ki: “Cennet vacip oldu”[713] Sakın güman etmeyin ki bizim İhlâs sûresini okumamızla bize cennet vacip olur! Okuduğu Kur’an boğazından aşağı inmeyen bizim gibi Müslümanlara cennet değil, belki cehennem vacip olur. Zira bizler Allah’ın tevhit ve kemal sıfatlarını bilmiyor, onların hakkını vermiyoruz. Allah’ın birliğini kavrayamamak ve kemal sıfatlarını tanımamak O’nunla bir nevi alay etmektir. Böyle bir şahsa olsa olsa cehennem layık olur! (...).


 

 

113/20 FELAK SÛRSİ

 

Felak sûresi Medine’de nazil olmuştur. 6 ayet, 23 kelime ve 74 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

 

Tefsir:

 Allah (cc) bu mübarek sûrede bütün şerli yaratıkların şerrinden ve bazı hususî şerlerden kendi zatına sığınmasını Resulüllah’a emir buyuruyor. Fakat gerçekte biz ümmetin, bu şerli şeylerden Allah’a sığınmamızı emir maksadını taşımaktadır.

1-2/2-3- (Resulüm!) De ki: Ben yarattığı şeylerin şerrinden, (karanlığı yarıp) ağaran sabahın Rabbine sığınırım,

3/4- Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, (Allah’a sığınırım.) [Şerli olan şeylerin çoğu karanlık çöktükten sonra faaliyetlerine başlarlar. Bu yüzden karanlık çökünce korunmak lazımdır.]

4/5- (Yine) düğümlere üfleyen büyücülerin/falcıların şerrinden, (Allah’a sığınırım.).

 

Tefsir:

Hakikaten, falcılardan ve kitaba bakıp muska yazanlardan daha şerli kim olabilir? Bunlar öyle şerli kimselerdir ki, hiç göze de gelmezler. Bunlar yol kesenden, insan öldürenden, içki içenden daha şerlidirler. Zira bunların bir iki insana, yada kendi nefislerine zararları vardır. Fakat büyücülerin ise bütünüyle dine zararları vardır. İnsanları tevhitten şirke ve küfre götürüyorlar. Bu günlere bir boşanma davası içi benim yanıma gelenler oldu. Maruzatını takdim ettikten sonra dedi ki: “Beni, filan ağa senin hizmetine gönderdi.” Ben o şahsa:

¾ Sizin o ağa ile alakanız nedir?

¾ Bizim bir çocuğumuz vardı, hasta oluyor. Her iki günde bir yanıma alıp götürmem gerekiyor. O ağa bana dedi ki eğer çocuğun şifa bulmasını istiyorsan on beş manat karşılığında bir şey yazarım iyi olur. Benim o kadar param olmadığı için her iki günde aparmak mecburiyetinde kaldım...

Allah’ım bu ne şeydir? Bundan daha artık bir dalalet ve cehalet olur mu? İşte Allah (cc) bu şerli insanların elinden bizi muhafaza eylesin.

5/6- Bir de haset ettiği zaman hasut kimsenin şerrinden, (sana sığınırım.).

 

Tefsir:

Hakikatte, habis sıfatların en yamanı ve en şerlisi haset/kıskançlık sıfatıdır. Hasetlik; başka kimselerde bulunan nimetlerin zevalini isteyip onlara kötün nazar ile bakıp, uzaktan onların izmihlaline çalışmaktır. Bu sıfatın en büyük zararı ilkönce hasidi/haset edeni yakar. Onun için hemen bu hastalığın çaresine bakmak lazımdır.

Kötü ahlakı zemmeden, onları terk etmeyi emreden bu mübarek sûre ne kadar kıymetli ahlak kurallarını ihtiva eder. Biz Müslümanların böyle üstün manaları ihtiva eden sureden habersiz kalmamız hayret vericidir. Allah (cc) az önce zikredilen hilebazların şerrinden Müslümanları muhafaza eylesin.. Amin..


 

 

114/21 NÂS SÛRESİ

 

Nâs sûresi Medine’de nazil olmuştur. 7 ayet, 20 kelime ve 79 harftir.

0/1- Bismillahirrahmanirrahim.

 

Tefsir:

Allah (cc) bu mübarek sûrede Resulüllah’ın, sadece bir tane habis sıfatın şerrinden Allah’a sığınmasını emrediyor. Yani hitap Resulüllah’a olsa da, geçekte ümmetin bu sıfattan dünyada durdukça Allah’a sığınmalarını ve bu sıfatı terk etmelerini istiyor. O sıfat da, söz götürüp getirme sıfatıdır.

1-2-3/2-3-4- (Resulüm!) De ki: İnsanların Rabbine, insanların hükümdarına, insanların ilâhına, sığınırım;

4-5-6/5-6-7- İnsanların kalplerine fırsat bulanda (kirpi gibi) baş çıkarıp vesvese veren, fırsat bulamayınca sinen (fitne-engiz sözler salan, söz gezdiren) cin ve insan şeytanlarının şerrinden.. (Allah’a sığınırım.).

 

Tefsir:

Nemmamlık/sözgezdirmek/koğuculuk/ara bozuculuk çok kötü bir sıfattır. En büyük felaketler bundan çıkar. Kur’an ve hadiste bu sıfatı kınamaya dair nice ayet ve hadisler vardır. Bu işi yapan kimseye fasık ve facir denir. Müslümanlar bu ayetlerden ders alarak, çirkin sıfatları terk edip güzel sıfatlarla bezenerek insanlığın en üstün mertebesine çıkmaları gerekir. Kendimizi ehl-i Kur’an diye isimlendirip Kur’an’dan hiç istifade etmemek kabili telif değildir.

 

Allah’a hamd olsun bu mübarek sûre de sona erdi. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu iki sûreyi (Muavvizeteyn) okursa sanki Allah’a inen  kitapların hepsini tamamlamış gibi sayılır.”[714]

Bu tefsirde zikrettiğim bu hadis, tam bir uygunluk arz etmektedir. Zira bu surelerde anlatılan şerlilerin şerrinden kaçmak bütün semavî kitaplarda geçmekte ve bu sıfatların terk edilmesi istenmektedir. Fakat tefsircilerden bir kısım müfessirler, özellikle Eş’arî Mezhebi alimlerinden bir kısım tefsircilerin bu sûre hakkında yaptıkları yorumlardan bir fayda meydana çıkmıyor. Zira onlar, bu sûreleri sahirlerin sihrinin bir gerçekliği olduğuna ve şeytanın insanın vesvese edip yoldan çıkardığına hamledip öylece tefsir ediyorlar. Buna bağlı olarak da bu surelerin nüzul sebebi hakkında şunu rivayet ediyorlar:

Resulüllah (sav) hasta oldu. Bazı uygunsuz hareketler ondan meydana geldi... (Hakir ben bu denilenleri yazmaktan vazgeçtim..) Hastalığının sebebi ortaya çıktı. Cebrail ve yanına başka melekler de gelip Reslüllah’a dedi ki: “Seni büyülediler. Falan Yahudi senin tüylerinden alıp düğüm vurarak falan kuyuya saldı. Allah (cc) bu sûreleri sana gönderdi ki okuyup şifa bulasın.” Resulüllah (sav) hemen o kuyuya insan gönderip yapılan büyüyü getirtti, bu sûreleri okudu ve büyü çözüldü. Bu ve bunu gibi akıldan uzak hadisler de zikredilmiştir. Onları nakletmekten uzak durdum. Lakin bu sözlerin sıhhat ve bozukluğunu akıl sahiplerinin anlayışına havale ettim. Şayet bu tefsir şekline itiraz edenler olursa onlar derim ki: “Benim tefsirimde dediğim şeylerin hangisi şeriate ve akla aykırıdır? Belki bunlar, Kur’an’ın itibarını ve îcazını ispat eden yorumlardır. Müfessirler, kendi zamanlarındaki falcılara bakıp o günü de öğle değerlendiriyor ve Resulüllah’a uygun olmayan suçlamalarda bulunuyorlar. Hâşâ ki öyle bir mübarek zata bir Yahudi, sihir yapmış olsun. Eğer o büyük zata, o Âl-i Miktarımıza sihir tesir etseydi, onu bir an bile yeryüzünde hareket etmeye bırakmazlardı. Bunların hepsi cehâlet ve nâdanlıktan ve Kur’an’ı bilmezlikten doğuyor. Allah’ım ayetlerini anlamada bizlere yardım et. Bizi kitabınla amel etmede berkarar eyle.


 

 

SON:

Keşfu’l-Hakayık tefsirinin üçüncü cildini tamamlamakla Allah’u Teâla’ya hamd u senalar olsun. Bu hayırlı işi yapmaya beni muvaffak ettiği için O’na şükrederim. Bu son vakitlerde fekelâde gam ve ondan hakire gelen keder.. bu kitabı tamamlamakla, ağaçların yaprakları, denizlerin suları, çöllerin kumları kadar, semavat ve arz durdukça, güneş yere şualarını saldıkça, Kamer, Güneş’ten nur aldıkça, yıldızlar asumana ziynet oldukça, Yerkürede canlılar hareket ettikçe, yerden nebatat göğerdikçe, ağaçlarda kuşlar nağme-hanlık ettikçe, Halık-ı Yektâ ve mecudatın Mübdiî (harika yaratıcısı)na hamd u sena edip, o Mukaddes Zat’ı temcid, tekdis ve tenzih ederim.

Bu mübarek tefsir’in yazılımı, perşembe gecesi Zikâde’nin yirmi ikisinde, 1323 hicri senesinde (miladî 1905) saat onbire on kala bitirdim. Bu güzel kitaba bakan ihvan-ı safa ve selimu’n-nazar zat-ı alilerinden rica ve ümidim odur ki, eğer bir sehive, nisyana veya bir noksana muttali olursalar, kalem-i af çekip (affedip) hakiri nâşayeste (uygun olmayan) lafızlarla yâd etmesinler. Zira insan mahall-i nisyandır. Sehiv ve nisayan insan için tabiidir. Tam dört yıl bu güzel kitabın telifi için uğraştım. Kendi kasır fehmime göre tamamladım. Fehm ve kemal erbabı insanların indinde makbul olmasını ümid tutmakla bir emr-i hatıra cüret ettim. Allah’a hamd olsun ki, ümidim nâ-ümid olmadı, bu hayırlı işi tamamladım. Her bir emrimi Allah’a vagüzâr/havale ediyorum. Tevfiki ondan istiyorum.


 

 



[1]-   Mec. (Hazin), V, 31.

[2]-   Mec. (Hazin), V, 31-32.

[3]-   Not: Zulüm kötü bir sıfattır. Bunu yapan her yerde zemmedilmiştir. Allah, her yerde, her zaman zalimlerden intikam almaktadır. Eğer iyi dikkat edilse, şu an bile Allah zalimlerden intikam alıyor. Ama gaflette olduğumuz için biz bunu anlamıyoruz. (Yazarın eki)

[4]    Not: Vekî’ b. Cerrah, aslen bir hadisçidir.

[5]-   Taberî, Tef., XXI, 28.

[6]    Suyûtî, Dürrü’l-Mensur, VI, 487.

[7]-   Buhari, Îdeyn, 2; Müslim, Îdeyn 19, 22.

[8]    Mec. (Hazin), V, 38.

[9]-   Taberî, Tef., XXI, 28-29.

[10]- Taberî, Tef., XXI, 43.

[11]- Razî, Tef., XXV, 121.

[12]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 46.

[13]- Kurtûbî, Tef., XIV, 25.

[14]- Not: Günümüzde gemiler, Allah’ın insan oğluna bir lütuf ve emanet olarak verdiği akıl  ile icad etmiş olduğu motor vesilesiyle hareket ediyorlarsa da yine de gemilerin denizde düzenli seyir etmeleri Allah’ın inayetiyle olur. Denizlerden, şiddetli rüzgârlar ve yoğun sisler kalkmasa onlar nasıl yol alabilirler?

[15]  Mec. (Nesefî), V, 54.

[16]- Mec. (Nesefî), V, 54.

[17]- Mec., V, 54.

[18]  Mec. (Kadı Beydavî), V, 55.

[19]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 55; Zemahşerî, Tef., III, 228.

[20]  Mec. (Hazin), V, 56.

[21]  Mec. (Nesefî), V, 57; Taberî, Tef., XXI, 61.

[22]  Mec., V, 56.

[23]- Mec. (Nesefî), V, 59.

[24]  Not: Lokman’ın Yunan filozofu Pisagor’dan ders aldığına dair bir malumata rastlanılmadı.

[25]- Kurtûbî, Tef., XIV, 41-42.

[26]  Kurtûbî, Tef., XIV, 41.

[27]- Kurtûbî, Tef., XIV, 45.

[28]- Razî, Tef., XXV, 148.

[29]- Razî, Tef., XXV, 149.

[30]- Razî, Tef., XXV, 155.

[31]- Mec. (Nesefî), V, 78.

[32]- Zemahşerî, Tef., III, 238.

[33]  Buharî, İman 37; Müslim, İman 5, 7.

[34]- Mec. (Hazin), V, 70.

[35]- Zemahşerî, Tef., III, 239.

[36]- Zemahşerî, Tef., III, 239.

[37]- bkz. (Bakara 2/255)

[38]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 72.

[39]- Razî, Tef., XXV, 177.

[40]- Razî, Tef., XXV, 177.

[41]- Mec, Tef., V, 75.

[42]- Kurtûbî, Tef., XIV, 66.

[43]- Hakim, Müstedrek, II, 413; Timizî, Sünen, İman 8; İbn Mace, Sünen, Fiten 12; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 231.

[44]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 77.

[45]- Mec. (Hazin), V, 78; Taberî, Tef., XXI, 107.

[46]- Mec., V, 78.

[47]- Razî, Tef., XXV, 186.

[48]- Kurtûbî, Tef., XIV, 74.

[49]- Zemahşerî, Tef., III, 247; Mec. (Kadı Beydavî), V, 81-82.

[50]- Mec. (Nesefî), V, 82.

[51]- Mec. (Nesefî), V, 82.

[52]- İbn Hişam, Sire, I, 199.

[53]- Buharî, Megazî 44; Hakim, Müstedrek, III, 298.

[54]- Taberî, Tef, XXI, 123.

[55]- Buharî, Megazî,  29, 33, 34, 110.

[56]- İbn Hişam, Sire, III, 177.

[57]- Mec. (Hazin), V, 79-95; İbn Hişam, Sire, III, 169-184.

[58]- Tirmizî, Sünen, Siyer 28.

[59]- Buharî, Megazî 30.

[60]- İbn Hişam, a.g.e., IIII, 188.

[61]- İbn Hişam, a.g.e., III, 188.

[62]- Mec., V, 95.

[63]- Mec. , V, 96.

[64]- Mec., V, 96.

[65]- Not: Medine’nin önceki adı “Yesrib” idi. İlk devirlerde orada ikamet eden “Amelikalılar”dan “Yesrib” adlı kişinin adı ile adlandırılmıştı. Resulüllah (sav) Medine’ye hicret edince “Medinetu’r-Resul” dendi. Daha sonra çok kullanılmasından dolayı, “Resul” eki de kaldırıldı ve “Medine” olarak kaldı. (Yazarın eki)

[66]- Mec., V, 97.

[67]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 98.

[68]- Mec. (Hazin), V, 101; Buharî, Tefsiru sure, 32/3; Müslim, İmaret 148.

[69]- Mec., V, 103.

[70]- Razî, Tef. XXV, 207.

[71]- Kurtûbî, Tef., XIV, 115.

[72]- Mec. (Nesefî), V, 114.

[73]- Müslim, Fedailu’s-Sahabe 36.

[74]- Müslim, Fedailu’s-Sahabe 61.

[75]- Tirmizî,  Sünen, Menakıb.

[76]- Mec. (Hazin), V, 116.

[77]- Mec., V, 119.

[78]- Taberî, Tef., XXII, 16.

[79]- Mec. (Nesefî), V, 124.

[80]- Taberî, Tef., XXII, 17.

[81]- Taberî, Tef., XXII, 17.

[82]- Not: Kaynağı bulunamadı.

[83]- Mec. (Hazin), V, 129.

[84]- Zemahşerî, Tef., III, 268.

[85]- Mec. (Hazin), V, 129.

[86]- Mec. (Nesefî), V, 130.

[87]- Müslim, Fedailu’s-sahabe 70.

[88]- Mec., V, 134.

[89]- Mec., V, 134.

[90]- Kutûbî, Tef., XIV, 144.

[91]- Kurtûbî, Tef., XIV, 148.

[92]- Not:

      Sual: Neden burada anlatılan mahrem akrabalar arasında “amca” ve “dayı” zikredilmedi?

      Cevap: Çünkü  “amca” ve “dayı” örfte ve dinde baba ve ana yerindedirler. Onun için zikredilmediler. (Yazarın eki)

[93]- Mec., V, 136.

[94]- Müslim, Salat 65; Buharî, Daâvat 33.

[95]- Kurtûbî, Tef., XIV, 153.

[96]- Mec., V, 138.

[97]- bkz. Mec., V, 138.

[98]- Kurtûbî, Tef., XIV, 156.

[99]- Bkz., Mec. (Kadı Beydavî), V, 138.

[100]- Mec. (Hazin), V, 140.

[101]- Mec. (Hazin), 141.

[102]- Not: Vecih; haysiyet ve mevki sahibi, şerefli, yüzlü biri demektir.

[103]- Zemahşerî, Tef., III, 276.

[104]- Not: Burada geçen emanetin “akıl gücü” olarak değerlendirilmesini hiçbir tefsir kaynağında   bulunamadı.

[105]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 145.

[106]  Mec. (Nesefî), V, 145.

[107]  Mec. (Kadı Beydavî), V, 147.

[108]  Mec. (Hazin), V, 111.

[109]- Not: Söylentilere göre Ha. Süleyman’ın ahşaptan mamul bir döşemesi (bisat/taht) vardı. Bir gezinti, bir sefer, bir kral veya  düşmanla savaşmak gerektiğinde, lazım olan her şey bunun üzerine yüklenirdi. Bu öyle geniş bir döşeme idi ki,  bütün (portatif) evler, köşkler, çadırlar, mallar, malzemeler, atlar, develer, ağırlıklar.. her şeyi istiap ederdi. Yükleme işi bitince rüzgara emreder,  o da döşemenin altına girer ve onu havaya kaldırırdı... (Taberî, Tarih, II, 574-575; İbn Kesir, el-Bidaye, II, 27) Bilinmeli ki, rüzgârın Süleyman’ın emrine verilmesi konusunda pek çok rivayetler vardır ve bu rivayetlerde hakim unsur israiliyattır;  bu rivayetlerden sakınmak daha iyi olur ve Kur’an’ın nassı ile iktifa etmek en doğru yoldur.

[110]- Not: Süleyman (as) zamanında heykel yapmak serbest idi. Fakat Resulüllah (sav) yasaklandı ve haram sayıldı. Bundan dolayı İslam olduğumuz için övünmemiz lazımdır. (Yazarın eki)

[111]- Mec. (Hazin), V, 151 vd.

[112]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 157.

[113]- Mec. (Hazin), V, 157.

[114]- Not: Araplar, Sebe’ kavminin dağılmasından sonra, aşırı dağınık bir şeyi ifade etmek için “teferrekû eyadî Sebâ- yani, falan cemaat Sebe’ cemaati gibi dağıldı” derlerdi (Yazarın eki)

[115]  İbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 65-68.

[116]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 158.

[117] -

[118]- Mec., V, 166.

[119]- Not: Sofestaî, Sofistler’in mensup biri demektir. Sofistler ise, Allah’ı kabul etmemek için her şeyi inkâr eden bir felsefe ekolüdür.

[120]- Mec., V, 167.

[121]  Mec. (Kadı Beydavî), V, 170.

[122]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 170.

[123]- Mec. (Kadı Beydavî); V, 172.

[124]- Mec. (Kadı Beydavî, V, 173.

[125]- Not: Müellifin burada “meleği” aklın kuvvetine benzetişini ve “kanatlarını” bu kâmil aklın ileri safhaları olarak değerlendirişini biraz felsefi veya aklî bir yorum olarak değerlendirmek mümkün. Hem bu görüşte olan bir tefsirci de yoktur. Yani bu değerlendirmenin bir kaynağı bulunamadı. Diğer yandan meleklerin kanatları olduğuna dair hadisi şerifler  hem de sahih hadisler mevcuttur. (Bkz., Buharî, Bedu’l-Halk 7; Müslim, İman 280- 281) Onun için bu konuyu böylece felsefî bir şekilde yorumlamaya hiç ihtiyaç yoktur. Zaten Allah (cc) ayetin sonunda kendisinin her şeye kadir olduğunu beyan ediyor ki, o halde hiç böyle te’vile ihtiyaç kalmaz.

[126]- Mec., V, 178.

[127]  Mec., V, 179.

[128]- Mec., (Nesefî), V, 180.

[129]- bkz., Zuhaylî, a.g.e., III, 507.

[130]- Not: Bu hadisin kaynağı bulunamadı.

[131]- Mec. (İbn Abbas), V, 183.

[132]- Mec. (Hazin), V, 186.

[133]-Not: Bunlar tevbe etmeden ölürseler, sürekli azapta kalacaklardır. (Yazarın eki)

[134]- Not: Bu konu ile ilgili açıklama geçmişti. (Bkz., Hac 22/23)

[135]- Mec. (Hazin), V, 192.

[136]- Mec., V, 192-193.

[137]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 194.

[138]- Mec. (Hazin), V, 195.

[139]  Mec. (Nesefî), V, 195.

[140]- Mec. (Hazin), V, 195-196

[141]- Mec. (Hazin), V, 196.

[142]- Mec., V, 198.

[143]  Not: Bu hadisin kaynağı bulunamadı.

[144]  Mec., V, 202.

[145]  Mec. (Nesefî), V, 202.

[146]- Mec. (Nesefî), V, 203.

[147]  Not: Bu konuda bilgi için bkz. (Enbiya 21/58)

[148]- Not: Fazla bilgi için bkz. (Al-i İmran 3/50; Maide 5/46, 48; Fatır 35/31; Ahkaf 46/30; Saff 61/6)

[149]- Not: Her bir meyve Allah’ın mahlukudur. Onun fiilinden ortaya gelir. Lakin onlar bu konudaki bilgilerini kullanarak ve onları ıslah ederek sebep olup bir katkıda bulundukları için Allah (cc), bu meyvelerin meydana gelmesini hem kendisin hem de insanlara isnat etti. (Yazarın eki)

[150]- Not: Bunun kaynağı bulunamadı.

[151]- Not: Ayın menzilleri geniş bir şekilde anlatılmıştı. Bkz., (Yûnus 10/5)

[152]  Mec. (Hazin), V, 212.

[153]- Mec., V, 212.

[154]- Not: Allah’ın, cennette kullarına “selam”  göndermesi konusunda  Eş’arî mezhebi Allah’ın rü’yetine delalet eden hadisler nakletmişlerdir. Bunlar çok hayret vericidir. Filhakika taklit insanı harekete geçirir. Kim arzu ederse Eş’arî mezhebî alimlerinin tefsirlerine, özellikle Fazıl Beğâvî’nin tefsirine baksınlar. (Bkz. Mec. “Hazin”, V, 215)

[155]  Mec. (Nesefî), V, 216.

[156]- Mec. (Nesefî), V, 216.

[157]- Zemahşerî, Tef., III, 329.

[158]  Taberî, Tef., XXIII, 30-31.

[159]  İbn Kesir, Tef., VI, 547.

[160]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 224.

[161][161]-   Mec. (Nesefî), V, 225. Not: Astronomicilerin ve hatta şimdi her insanın bildiği gibi, güneş bir yerden doğup batmıyor. Dünya döndüğü için yeryüzünde yaşayan insanlara göre sayısız doğup batmalar meydana geliyor. İşte Allah (cc) bu ayette, “meşarık” yani “doğular” tabirini çoğul olarak kullanmakla buna delalet etmiş olabilir.

[162]- Mec. (Nesefî), V, 227.

[163]- Not: Yazar, bu surenin 8-12 ayetlerinde daha önceki tefsircilerin görüşünü kabul etmemiştir.  Ona göre “Şeytanın  mele-i a’la’nın sakinlerinin konuştukları sözlere kulak hırsızlığı yapması” doğru kabul edilmemekte ve bu konuda tefsircilerin görüşlerini benimsememektedir. Fakat konu, onun gibi değerlendirildiğinde ayetlere doğru mana vermek mümkün değildir. Ortaya bariz bir şekilde bir zorlu mana çıkmaktadır. Onun için bu ayetlerin mealinde onun tercihi kabul edilmeyip diğer tefsircilerin görüşlerine göre meal verildi.

[164]- Mec., V, 231.

[165]- Mec. (Nesefî), V, 231.

[166]- Mec. (Nesefî), V, 233.

[167]- Mec. (Kadı Beydavî), 243.

[168]- Mec. (Hazin); V, 234.

[169] -  Mec. (Kadı Beydavî), V, 235.

[170]- Not: Zakkum, Tihame’de biten küçük yapraklı, acı ve fena kokar bir ağacın ismi olup,  cehennemliklerin ziyafeti olan ağaç bununla isimlendirilmiştir. Sanki bu ağaç cehennemde bulunmaktadır. Oradakiler nâçâr kalıp bu ağacın meyvesinden yerler. Kur’an-ı Kerim de, insanlara tasvir etmek için cehennemdeki bu ağacı dünyadaki bu ağaçla anlatmış bulunuyor. Nitekim cennet ehlinin lezzet aldıkları şeylerde böylece dünyadakilere istiare yollu anlatılmıştır. Fakat her yönüyle ahret dünyadan başkadır. (Yazarın eki).

[171]- Mec. (Hazin), V, 236.

[172]  Mec. (Hazin),  V, 236.

[173]  Mec. (Hazin), V, 238.

[174]- Mec., V, 239.

[175]- Razî, Tef., XXVI, 147.

[176]- Mec. (Nesefî), V, 241.

[177]- Mec., V, 241.

[178]- Kurtûbî, Tef., XXV, 66.

[179]- Tekvin, Bap: 22, cümle: 1-9

[180]- Taberî, Tef., XXIII, 78; Taberî, Tarih, I, 402; Zemahşerî, Tef., III, 348; İbnu’l-Esir,  el-Kâmil, I, 108, 109-110;  Razî Tef., XXVI, 153; Kurtûbî,  Tef., XXV, 66.

[181]- Razî, Tef., XXVI, 153; Tabresî,  Tef., IV, 453; İbnu’l-Esir,  el-Kâmil, I, 108; İbn Kesir, el-Bidaye, I, 160; Kurtûbî,  Tef., XXV, 67.

[182]- bkz. Buharî, Enbiya 9; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 347.

[183]- Razî, Tef., XXVI, 153.

[184]- Bkz. , Taberî, Tarih, I, 406; İbnu’l Arabî, Ahkâmu’l-Kur’an, IV, 1607.

[185]- bkz., Razi, Tef., XXVI, 155.

[186]- Mec. (İbn Abbas), V, 248.

[187]- Not: Allah katında bütün mertebelerin en üstünü kulluk mertebesidir. Bu yüzden Allah (cc) peygamberleri için, peygamberlik sıfatını anlattıktan sonra risalet sıfatının yanında, hidayet bulup, kâfir ve müşriklere galip olduklarını imanla gerekçelendirip kulluk ile de ilişkilendiriyor. Peygamberin şanının yüceliği, kulluğunun ziyadeliği ile ortaya konuyor. İşte yine bundan dolayı, namazın teşehhüdünde Resulüllah’ın, risaletine şahitlik ederken, onun bir kul olması, risaletinden önce anlatılıyor. “Anbduhu ve Resulühü” deniyor.

[188]  Mec. (Hazin), V, 252.

[189]- Bkz. Taberî, Tef., XXIII, 99.

[190]- bkz. Taberî, Tef., XXIII, 103.

[191]- bkz. Taberî, Tef., XXIII, 108.

[192]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 256.

[193]- Mec. (Nesefî), V, 258.

[194]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 259; Zemahşerî, Tef., III, 358.

[195]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 259, Zemahşerî, Tef., III, 358.

[196]- Taberî, Tef., XXIII, 125.

[197]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 262.

[198]  Mec., V, 263.

[199]- Mec. (Nesefî), V, 264.

[200]- Not: Bu ayetin  çok çetin olan irabı, Muhiddin ed-Derviş’in İ’rabu’l-Kuran adlı eserinden yapılmıştır.  (Bkz. İrabu’l-Kur’an, VIII, 332)

[201]- Mec. (Hazin), V, 266.

[202]- Mec. (Nesefî), V, 266.

[203]- bkz. Mec. (Kadı Beydavî), V, 266.

[204]- Not: Yazar bu ayetle ilgili olarak, , tarihteki asıllarına bile uymayan karışık bir şey anlatmıştır. Hadise Hz. Davud’un Urya adlı bir ordu komutanının hanımı ile evlenmesi meselesidir. Ve bu tamamen İsrailiyattır.  (Bkz. Kitab-ı Mukaddes, II. Semuel, bap: 12, s. 316-317.)

[205]- Mec. (Nesefî), V, 270.

[206]  Mec., V, 278.

[207]  Razî, Tef., XXVI, 205.

[208]- Razî, Tef., XXVI, 205.

[209]- bkz, Razi, Tef., XXVI, 205.

[210]- bkz., Taberî, Tef., XXIII, 156.

[211]- Mec. (Nesefî), V, 280.

[212]- Buharî, Humus 8; Müslim, Cihad 32, Tahâvî, Müşkilu’l-Âsar, II, 10-11.

[213]- Tahâvî, Müşkilu’l-Âsar, II, 10-11

[214] -

[215] -

[216]- Bkz., Aclûnî, a.g.e., I, 255.

[217]- Mec., V, 283.

[218]- Not: Kur’an’da anlatılan bu cesedin ne olduğu ve bundan neyin kastedildiği kesin olarak belli değildir. Konu ile ilgili olarak Hz. Peygamber (sav)’den de (sahih bir hadisle gelen) bir açıklama yoktur. Söylenenlerin bir kısmı, soyut ihtimaller ve “senetsiz” te’villerden ileri geçmemektedir. (Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’an, V, 3020) Hurafelerden uzak kalmak düşüncesiyle bası müfessirler “cesed”den maksadın hadislerde konusu geçen “yarım çocuk” olduğu ifade edilmişse de (Mec., V, 283; Ebussuud Efendi, Tef., IV, 290) bunlarda katiyet yoktur. (Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’an, V, 3020). Cesedin, Süleyman’ın idaresinde bir ara zayıflık olduğu şeklinde anlaşılması belki doğru olabilir.

[219]- Not: Yazar, burada “şeytan” kelimesini “mahir ustalar olarak” tercüme etmiştir ki, kaynağını hiçbir yerde bulamadığımız içi bu görüşünü tercih etmedik.

[220]- Mec., V, 286.

[221]- Zemahşeî, Tef., III, 377.

[222]- Mec., V, 287.

[223]- Taberî, Tef., XXIII, 183.

[224]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 297.

[225]- Kurtûbî, Tef., XXV, 158. Not: Bu ayet nesholmuştur. Allah (cc) Resulüllah’ın geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetmiştir. Bu yüzden Resulüllah’ın günahı söz konusu değildir. (A.g.a., aynı yer.)

[226]- Mec. (Hazin), V, 308.

[227]- Mec. (Hazin ), V, 311.

[228]- Mec. (Hazin), V, 311.

[229]- Mec. (Hazin), V, 311.

[230]- Taberî, Tef., XXIV, 1.

[231]- bkz., Taberî, Tef., XXIV, 1.

[232]- Taberî, Tef., XXIV, 2.

[233]- Taberî, Tefi, XXIV, 6.

[234]- Not: Bu hadisin kaynağı bulunamadı.

[235]- Not: Kabza, bizim örfümüze göre Allah’ın kuvvet ve kudretini hayalimize tanıtmak için söylenmiştir. Yoksa Allah’ın ne kabzası ne eli ne de (hâşâ) bizim gibi bir cismi mevcuttur. Nasıl ki bir yerden bir kabza toprak getirende yahut bir tomar kâğıt bükende, bunları evirip çevirme, tasarruf etme oluyorsa  işte Allah’ın yaratılmışlara tasallutu bu şekilde anlatılmıştır. Beyan ilmini bilenler bu meseleyi iyi anlarlar. Yoksa Haşeviyeciler gibi, böyle ayetlerden delil getirerek Allah’a cisim olmayı isnat etmezler. O’nun eli, ayağı vs. var demezler. Allah (cc) bu zalimlerin dediklerinden yücedir, münezzehtir. (Yazarın eki)

[236]- Not: Bu mukaddes ruhların, Cebrail, Mikâil, İsrafil ve ölüm meleği; bir başka rivayette, şehitler ve arşı üzerinde taşıyanlar olduğu rivayet edilmiştir. (Bkz. Taberî, Tef., XXIV, 29-30)

[237]- Mec., V, 336.

[238]- Zemahşerî, Tef., III, 411.

[239]- Zemahşerî, Tef., III, 411; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 3.

[240]- Zemahşerî, Tef., III, 413-414; Suyûtî, Dürrü’l-Mensur, VII, 270.

[241]- Not: İki defa ölüp iki defa dirilmek şudur: İnsan hiç yokken, yokluk aleminden bu dünyaya gelmesiyle, yoklukta ölüp, dünyada dirilmiş oluyor. Böylece bir ölme, bir de dirilme vuku bulmuştur.. Bu dünyada ölüp ahrete intikal etme ve öldükten sonra tekrar dirilme ise ikinci ölme ve ikinci dirilme olmuş oluyor. (Yazarın eki).

[242]  Mec. (Hazin), V, 344.

[243]- Mec. (Nesefî), V, 344.

[244]- Mec., V, 345.

[245]- Mec. (Hazin), V, 348.

[246]- Not: Bu kimse, Firavun’un amcası oğludur. Musa (as)’a gizliden iman etmişti. Musa’ya yardımcı olup bu sözü dedikten sonra ona çok eziyetler ettiler. Lakin ondan daha artık bizim Peygamberimiz (sav)’e yardım eden Ebu Bekir’e eziyet ettiler. Resulüllah’a nübüvvetin geldiği ilk yıl Müslüman olmuştu. Kâbe’ye gidip tavaf ettikten sonra müşrikler gelip ridasını başına geçirerek yüzüstü çektiler. Ebu Bekir (ra)  Resulüllah’a gidip ağlaya ağlaya bu ayeti okuyordu: “Rabbim Allah’tır” dedi diye bir adımı mı öldüreceksiniz..  bu konu da Ebu Bekir (ra)’a büyük eziyet ettiler.. (bkz. Buharî, Tefsiru Sure, I/40; Fezailu’s-Sahabe 15) İmam Caferi Sadık buyuruyor ki: Bu ayetin ihtiva ettiği manayı Mü’min-i al-i Firavun imanını gizleyerek demişti. Fakat Ebu Bekir açıkça söyledi. (Zemahşerî, Tef., III, 325) Ebu Bekir İmam Sadık’ın anne-babasıdır (dedesi). Annesi Ümmü Ferve, Kasım’ın kızıdır. Kasım Muhammed’in oğludur. Muhammed ise Ebu Bekir’in oğludur. (Yazarın eki).

[247]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 358.

[248]- Mec. (Hazin), V, 359.

[249]  Not: İnsan oğlunun yaşayabilmesi için gerekli olan şeylerden biri de “hava”dır. Allah (cc) bu ayette minnet makamında bizim için ihsan ettiği “hava”yı zikrediyor. Bizim hayatımızda onun ne kadar ehemmiyetli olduğunu vurguluyor.  Allah (cc) insan oğluna hayatın büyük bir rüknü belki de kendisi olan “hava”yı temiz tutmasını  ve onun her türlü kirlenmeden korunmasını işaret etmiş oluyor. Onun için bu büyük nimeti tabii halinden bozacak her türlü kirli havadan ve muzır gazlardan korumak gerekir. Bu ayette anlatılan böyle mühim bir hakikatten insanlar nasıl gafil olurlar! Öldürücü hastalıkların bir çoğunun hava kirliliğinden kaynaklandığı bir gerçektir. Eceli gelmemiş bir insanın hayatını memata çevirmeye kimsenin hakkı yoktur. Bir kısım Müslümanlar da insanın her şeyini kadere teslim edip tevekkül ediyorlar. Böylece tevekkülün de manasını anlamamış oluyorlar. Biz bu türlü fikirleri ortaya atarken de fasıklıkla, günahkârlıkla suçluyorlar.  Halbuki Kur’an’ın nüktelerini anlamak lazımdır.. bizlere böyle sakat bir tevekkül anlayışı veren hocaları Allah’a havale ediyorum.. Allah işini iyi bilir.. Amin..

[250]- Mec., V, 366.

[251]  Mec. (İbn Abbas), V, 368.

[252]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 370.

[253]- bkz., Mec. (Nesefî), V, 372.

[254]- Mec. (Nesefî), V, 372.

[255]- Buharî, Tevhid 15; Müslim, Tevbe 1, Zikir, 2, 19.

[256]- bkz. Taberî, Tef., XXIV, 112.

[257]- Zemahşerî, Tef., III, 459.

[258]- Mec. (Nesefî), V, 401.

[259]- Mec., V, 402.

[260]- Mec., V, 407.

[261]- Mec., V, 406.

[262]- bkz., Şuârâ 26/109, 127, 145, 163, 180.

[263]- Zemahşerî, Tef., III, 467; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 207-208.

[264]- Zemahşerî, Tef., III, 468-469.

[265]- Râzî, Tef., XXVII, 171. Not: Lakin, yazarın önceki tefsircileri eleştirmesi doğru değildir. Çünkü, onun hararetle savunduğu bu görüşü,  Râzi, (m.1209) tam budan sekiz asır önce söylemiştir. (Bkz. XXVII, 171)

[266]- Mec. (Nesefî, ), V, 414.

[267]- Tirmizî, Sünen, Birr 66.

[268]- Aclûnî, a.g.e., I, 290.

[269]- Zemahşerî, III, 473.

[270]- Zemahşerî, III, 473.

[271]- Mec., V, 317.

[272]- bkz., Buharî, Tabir 5; Müslim, Salat, 207.

[273]- bkz., Mec., V, 419.

[274]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 420; Zemahşerî, Tef., III, 476.

[275]- Ebu Davud, Sünen, Cihad 72, 74; Tirmizî, Sünen, Daâvat 46.

[276]- Zemahşerî, Tef., III, 480.

[277]- Not: Bu konu ile ilgili açıklama, geçmişti. (Bkz., En’am 6/140)

[278]- Zemahşerî, Tef., III, 483.

[279]- Kurtûbî, Tef., XVI, 49.

[280]- Not: Resulüllah (sav) devrinde müşrikler, meleklere dişilik isnat ediyor, (hâşâ) onları Allah’ın kızları sayıyorlardı. Günümüzde ise bir kısım cahil ressamlar, onları kuş gibi farz edip onların  kanatlarını İmam Hüseyin’in başının altına çevrilmiş şekilde.. resimler yapıyorlar. Ah! Bu ne cehalet! Bu ne hurafe! Hiç görmedikleri varlıkları kuş gibi zannedip öylece resimlerini seçiyorlar. Kahrolsun cehalet?... (Yazarın eki)

[281]- Mec., V, 428.

[282]- Mec., V, 429.

[283]- bkz., Nisa 4/3.

[284]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 430.

[285]-   Zemahşerî, Tef., III, 492.

[286]- Mec. (Hazin), V, 437.

[287]- Mec., V, 438.

[288] -Not: Bu ayette bulunan “hu zamiri” bütün tefsircilere göre Hz. İsa’ya racidir. Hz. İsa’nın kıyamet için bir bilgi olduğu belirtilerek ahir zamanda onun tekrar dünyaya döneceğine işaret edilmiştir. (Bkz. Mec., V, 439;  Zemahşerî, III, 494) Fakat her nedense yazar, bu zamiri, Kur’an’a irca etmiş ve gerekçesini de söylememiştir.

[289]- Mec., V, 440.

[290]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 442.

[291]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 446; Zemahşerî, Tef., III, 499.

[292]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 399.

[293]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 450.

[294]  Mec., V, 450.

[295]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 451.

[296]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 451.

[297]- Not: Tubba’, Resulüllah’a (sav) peygamberlik gelmeden önce, Yemen’de hükümdar idi. Esas adı “Es’ad b. Melîk” ve künyesi “Ebu Kürab” idi. (Yemen hükümdarlarına Tubba’ denirdi) Kendisi müşrikti. Sonra Yahudiliğe geçti. Kendi kavmini de bu dinde davet etti faka onlar kabul etmediler; küfür ve isyanlarında devam ettiler. Arabistan’ın Hîre şehrinin doğusunda Semerkand’ı bina etti. Yeryüzünün bir çok ümranlarına sahip olan kudretli bir hükümdardı. Kâbe’ye ilk örtü giydiren kimsedir. Yemen kumaşından bir örtü ile Kâbe’yi öttü. Bu güzel metot o gün bu gün devam edip gitti. (Kurtûbî, XVI, 96-97; Mec. (Hazin), V, 454)

[298]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 459; Zemahşerî, Tef., III, 508.

[299]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 467.

[300]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 473; Zemahşerî, Tef., III, 514.

[301]- Taberî, Tef., XXVI, 4.

[302]- Mec., V, 477. Not: Allah (cc) bu ayeti Mekke’de indirmiştir. Fakat, daha Abdullah b. Selam Müslüman olmadan önce onun Müslüman olacağını haber vermiştir. Abdullah b. Selam, Resulüllah  (sav) Medine’ye gelince, onu görmüş ve yüzüne bakarak Resulüllah’ın simasındaki hakikatten onun doğruluğuna delil çıkararak Müslüman olmuştur. (Yazarın eki)

[303]- Mec., V, 477.

[304]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 481.

[305]- Not: Ahkâf, aslında uzun ve eğrili büğrülü yüksekçe kum tepesi demek olan “hıkf” kelimsinin çoğuludur ki e eğri büğrü kum tepeleri demek olup Âd kavminin o uyarı sırasında bulunduklar yer bu ad ile anılmıştır. Ad kavminin bulundukları bu yerde daha nice kavimler vardı ki bu ad ile bilinirlerdi. (Yazarın eki)

[306]- Mec. (Hazin), 489-490.

[307]- Not: Buradaki cinlerin, esasında cin olduklarını rivayet edenler olduğu gibi, Arap kabileleri, yahut  Yahudi kabileleri oldukları da nakledilmiştir. (Bkz., Kurtûbî, Tef., XXVI, 141; Razî, Tef., XXVIII, 31) Fakat müellif, bunların bedevîler olduğunu söylemektedir.

[308]- Not: O cin denilen taife, esas cinler olsaydı “Musa’dan  sonra” değil de, “İsa’dan sonra” derlerdi. Çünkü Musa’dan sonra, İsa gelmiştir. Fakat bizim dediğimiz gibi, bunlar esas cinler değil, “badiyede” oturan kenar kabilelerden bir Yahdi kabilesiydi. Onun için “Musa’dan sonra” demişlerdir. (Yazarın eki)

[309]- Not: Alıntı yapılan kitap bulunamadı.

[310]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 492.

[311]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 439; Zemahşerî, Tef., III, 538.

[312]- Müslim, Hacc 147; Ebu Davud, Sünen, Menasik 56; İbn Mace, Sünen, Menasik 84; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 267.

[313]  Mec. (Kadı Beyavî), V, 39.

[314]- bkz., Buharî, Tefsiru sûre 49/1; Müslim, İman 187.

[315]  Zemahşerî, Tef., III, 555.

[316]- Taberî, Tef., XXVI, 122.

[317]- Not: Velid, Osman b. Affan’ın (ra) Anne-bir kardeşidir. Osman (ra) zamanında Kûfe valisi idi. Sarhoş iken gidip sabah namazını dört rekât kıldırdı. Sonra halka dönüp “İstiyor musunuzuz size namazı artırayım?” Osman (ra) onu azletti. (Zemahşerî, Tef., III, 559) Osman (ra)’ın şehit edilmesine vesile olan şeylerden biri de bu türlü kimseleri vali seçmesi idi. (Yazarın eki)

[318]- Taberî, Tef., XXVI, 124.

[319]- Zemahşerî, Tef., III, 559.

[320]- Mec. (Nesefî), V, 45.

[321]- İbn Kesir, el-Bidaye, VII, 256.

[322]- Buharî, Mezalim 3, İkrah 7; Müslim, Birr  58.

[323]- Mec. (Kadı Beydavî), V, 50.

[324]- Zemahşerî, Tef., III, 559.

[325]- Zemahşerî, Tef., III, 566.

[326]- Tirmizî, Sünen, Birr 83; Ebu Davud, Sünen, Birr 34, 37.

[327]- Mec. (Hazin), VI, 56.

[328]- Mec. (Hazin), VI, 58.

[329]  Mec. (Kadı Beydavî), VI, 59.

[330]- Not: Kitap, Levh-i mahfuz, Allah’ın ilminden ibarettir.

[331]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 61.

[332]- Not: Resulüllah (sav) buyurmuşlardır ki: “İki meleğin oturduğu yer, ön dişlerinin üzeri, dili onların kalemleri,  tükürüğü de mürekkepleri, sen ise lüzumsuz şeyler peşinde akıp gidiyorsun, ne Allah’tan utanıyorsun ne de onlardan.” (Zemahşerî, Tef., IV, 6; Kenz, XIV, 38981)

[333]- Mec. (Kadı Beydavî), VI,

[334]- Mec. (Hazin), VI, 84.

[335]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 88.

[336]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 89. Not:Müellif bu tercihi yapmıştır. Fakat Taberî (310/922) gibi bu sahada otorite sayılan ve aynı zamanda ilk kaynaklara sahip olan kimseler, “Beytu’l-Mamur”un Kâbe’nin simetriğinde semada bulunan ayrı bir yer olduğunu beyan etmişlerdir. Ve bu konuda hadisler nakletmişlerdir. (Bkz. Taberî, Tef., XVII, 15-16)

[337]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 97.

[338]- Taberî, Tef., XVII, 39.

[339]- Mec. (Kadı Beydavî), VI; Zemahşerî, Tef., IV, 27.

[340]- Kadı ‘Iyaz, Şifa, I, 329.

[341]- Zemahşerî, Tef., III, 27-28.

[342]  Mec. (Kadı Beydavî), VI, 100.

[343]- Not: Bu yorum, yazarın indî yorumudur.

[344]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 101.

[345]- Not: Müfessirler, bu ayetlerin, Resulüllah’ın (sav) Cebrail’i asıl suretinde gördüğüne hamletmişler ve Resulüllah (sav) onu, bir defa yerde bir defa da semada gördüğünü söylemişlerdir. (Yazarın eki)

[346]- Razî, Tef., XXVIII, 292. (Fakat, Razî, bunu zayıf bir  görüş olarak nakletmektedir.)

[347]- Not: Müfessirler, Bu ayetlerle Resulüllah’ın (sav) Cebrail’i asıl suretinde gördüğüne delil getirmişlerdir. Buna göre ayetlere şöyle mana vermişlerdir: Resulüllah (sav) Cebrail’i doğu tarafında gördü. Ondan sonra Resulüllah’a yakınlaştı ve sarktı. Aralarında iki yay veya daha az bir mesafe kaldı. Orada Allah (cc) kulu Muhammed’e vahyetti. Diğer bir defada onu miraçta asıl suretinde Sidre-i müntehada gördü. Bu sidre ağacı hakkında da: “Meyvesinin büyüklüğü dağların büyüklüğü kadar, yaprakları ise fil kulaklarını büyüklüğü kadardır. Melekler o ağacın başına toplanıp Allah’ı hamd ve sena ederler...” yine onlar Cebrail’i de şöyle tarif ediyorlar: “Yedi yüz kanadı vardır. Resulüllah’a bir kanadını açtı; Resulüllah onu görür görmez bayıldı...” Şimdi onların bu dediklerini iyi düşünün: Resulüllah’ın (sav) miraca çıkış keyfiyeti ve orada oluş keyfiyeti ihtilaflıdır. Aişe’de  (rha) rivayet eder ki: Muhammed’in (sav) cesedi benim yanımdan hiç ayrılmadı” Hazin, tefsirinde Resulüllah’ın, Allah’ı görüp görmediğinin bile tartışması yapılmıştı. Ey akıl sahipleri ibret alın.. İslam alimleri böyle muğlak meselelerle uğraşa uğraşa ömürlerini geçirmişlerdir... (Yazarın eki) Yazar, bu konuların bir kısmında haklı olsa bile, Resulüllah’ın Cebrail (as) iki defa asıl suretinde gördüğü hakkında sahih rivayetler vardır. Hz. Aişe (rha): “Resulüllah (sav) Cebrail’i Allah’ın yarattığı asıl suretinden ancak iki defa görebildi. Onu gökten inerken gökte yer arasındaki yarattıkları kaplamış olarak gördü.” (Buharî, Bedu’l-Halk 7; Müslim, İman 287, 290)  Yine Cebrail (as)’ın kanatlarının sayısı hakkında da sahih rivayetler vardır. Abdullah b. Mesut şöyle demiştir: “Resulüllah (sav) Cebrail’i kendi suretinde gördü: Altı yüz kanadı vardı. Kanatlarından her biri ufku tutmuştu. Kanadının o kadar süs, inci ve yakut düşüyordu ki miktarını Allah bilir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 395) yine başka bir rivayette altı yüz kandı olduğu rivayet edilmiştir. (Buharî, Bedu’l-Halk 7; Müslim, İman, 280-282) Bu rivayetlere dayanarak müellifin bu konuda yanıldığını rahatça söyleye biliriz.

[348]- Not: Lât, Uzza ve Menat, üç putun adıdır. Arap müşrikleri bunlara taparlardı. Mekke fethinde Resulüllah (sav) bu putları devirdi. (Yazarın eki)

[349]- Not: Ayette, “zannın hakiki bir ilim ifade etmediği” anlatılmaktadır. Buna göre fakihler, zann-ı hass, zannı mutlak, deyip zanna göre nasıl fetva veriyorlar? Nihayet bunun semereleri de ortaya çıkmıştır. Bir kısım alimler “zann”a göre hüküm vermişlerdir. Bunun için Kur’an ayetlerini “ahad haber”lerle “nesh”, “tahsis” ve “takyid” etmektedirler. Buna mukabil Kur’an ayetlerinin delaletinin, kendi manalarına zannî olarak delalet ettiğini ifade etmektedirler. Böyle olunca her konuşanın konuştuğu sözü “zann”a hamletmek mümkündür. Mesela, bir efendi kölesine: “elbisemi getir” dese, o da, “hemen getir” demiyor, belki başka zaman istiyor, şeklinde anlasa da öylece yatsa, onun durumu nasıl olur? (Yazarın eki) Kanaatımıza göre, müellif bu konuda da ifrat etmektedir. Bu ayette “zann”,  “kuruntu” manasına gelmektedir. Çünkü kuruntu diğer tabirle sübjektif bakış, ferde göre değişen nitelikte olduğu için sadece o ferdi bağlar. Hakikat diğer bir ifade ile sübjektif bakış ise değişmez. Her kese göre aynıdır. Yoksa buradaki “zann” fakihlerin hüküm istinbat ettikleri “zannî hükümleri” ifade etmez.

[350]- Taberî, Tef., XXVII, 46.

[351]- Zemahşerî, Tef., IV, 34.

[352]- Mec. (Nesefî), VI, 119.

[353]- Not: Buradaki “ayet”, “mûcize” anlamındadır ve Resulüllah’ın (sav) “Parmağı ile Ay’ı ikiye ayırma” mucizesidir. Sahabe, Tabiîn ve Müteahhirin (daha sonraki dönemde yaşayanlar)’dan bilinen tefsircilerin hepsi, bu  mûcizenin en nûrani ve büyük bir mûcize olduğunu ifade etmişlerdir. (Bkz. Zemahşerî, Tef., IV, 35; Mec., VI, 120-12; Taberî, Tef., XXVII, 84 vd.) Haber mütavatirdir, sahabeden bir hayli kimse rivayet etmiştir. Bunlar arasında Hz. Ali, İbn Mesud, İbn Abbas, Huzeyfe, Enes, Cübeyir b. Mut’im, İbn Ömer ve daha başkalarını sayabiliriz. Gerçi İbn Abbas ve Enes gibi bazıları bu olaya bizzat şahit olmamışlardır. Zira İbn Abbas henüz dünyaya gelmemişti. Enes de Medine’de o sıralarda dört beş yaşlarında bulunuyordu. Fakat ayetin tefsirinde olayı sahih olarak rivayet etmişlerdir. İbn Mesud (bkz. Müslim Münafıkun 43, 45-47), Cübeyir b. Mut’im ise bizzat şahit olarak rivayet edenlerdendir. Fakat müellif, kevnî mucizeleri kabul etmediğinden bu sahih rivayetlere de hiç bakmadan kabul etmeme yoluna gitmiştir. Dolaysı ile ayetleri de bu inandığı doğrultuda tercüme ve tefsir etmiştir.

[354]- Mec. (Hazin), VI, 122.

[355]- Mec., VI, 124.

[356]- Mec., VI, 128.

[357]- Taberî, Tef., XXVII, 107.

[358]- Mec. (Kadı Beyavî), VI, 131.

[359]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 135; Zemahşerî, Tef., IV, 42.

[360]- Not: Hurma ağacının canlılar gibi erkek ve dişisi vardır. Dişisinden hurma ilkönce kese “kılıf” içinde ortaya çıkar. Erkek ise toz gibi olan tohumlarından getirip o kesenin içine atar. Buna “tâbir” denir. Eğer hurma “tâbir” olmazsa o   hurma yenmez. (Yazarın eki).

[361]- Mec. (Nesefî), VI, 143.

[362]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 151; Zemahşerî, Tef., IV, 50.

[363]- Mec. (Kadı Beydavî); VI, 154.

[364]- Mec. (Nesefî), VI, 157.

[365]- Mec. (Nesefî), VI, 157.

[366]- Taberî, Tef., XXVII, 185.

[367]- Tirmizî, Sünen, Cennet 8; Mec. (Kadı Beydavî), VI, 158.

[368]- Not: Bu ayette, maddî ve manevî pisliklerden, kötülükten ve necasetten temizlenmiş imanlı ve abdestli kimselerin ancak Kur’an’a dokunacağı anlatılmıştır. Bu ayet sebebiyledir ki, fıkıhta cünüp iken Kur’an okunmayacağı ve abdesti olmayanın mushaf’a el süremeyeceği beyan edilmiştir. Fakat müellif, bu yasağı sadece manevî pisliklerden korunmaya hasretmiştir.

[369]- Mec. (Hazin), VI, 167)

[370]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 171;  Zemahşerî, Tef., IV, 60; İbn Kesir, Tef., VII, 487. Not: İbn Hanbel Bu hadisin münker olduğunu söylemiştir. el-Cevzî (597/1200) ise vahiyattan saymıştır. (Bkz., el-Cevzî, el-‘İlelulu’l-Mütenahiye, I, 105).

[371]- Not, çoğunluğa göre bu sûre Medine’de inmiştir. (Bkz. Mec., VI, 171) Fakat İbn Abbas’a göre içinde “Hadid/demir” zikredilen her sure Mekkî ya da Medenî olabilir. (Bkz., Mec. “İbn Abbas”, VI, 171)

[372]- Mec. (Hazin), VI, 186.

[373]- Mec., VI, 190, Taberî, Tef., XXVII, 241.

[374]- Not: Bu “nur”dan maksat ilimdir. (Yazarın eki).

[375]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 192; Zemahşerî, Tef., IV, 69.

[376]- Taberî, Tef., XXVIII, 3.

[377]- Taberî, Tef., XXVIII, 3.

[378]- Ebu Davud, Sünen, Talak 17; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 411.

[379]- Mec. (Hazin), VI, 195.

[380]- Mec. (Nesefî), VI, 199.

[381]- Tûsî, Tehzîbu’l-Ahkâm, VIII, 11.

[382]- Tûsî, Tehzîbu’l-Ahkâm, VIII, 14.

[383]- Tûsî, Tehzîbu’l-Ahkâm, VIII, 14.

[384]- Kurtûbî, Tef., XVII, 177-178.

[385]- Tûsî, Tehzîbu’l-Ahkâm, VIII, 9; İstibsar, III, 258; el-Kâfî mine’l-Kâfî, II, 127.

[386]- Kurtûbî, Tef., XVII, 177-178; Zemahşerî, Tef., IV, 71.

[387]- Zemahşerî, Tef., IV, 71.

[388]- Mec. (Hazin), VI, 201.

[389]- Mec. (Hazin ), VI, 202.

[390]- Mec. (Hazin), VI, 203.

[391]- Mec., VI, 203.

[392]- Taberî, Tef., XXVIII, 13; Buharî, Daavat 59, 63; Müslim, Selam 10-13.

[393]- Buharî, İst’zan 47; Müslim, Selam 37-38.

[394]- Mec. (Hazin), VI, 207.

[395]- Zemahşerî, Tef., IV, 76; Kenz, X, 152.

[396]- Zemahşerî, Tef., IV, 76, Mec. (Hazin), VI, 208.

[397]- Zemahşerî, Tef., IV, 76; Mec. (Hazin), Vı, 208.

[398]- Zemahşerî, Tef., IV, 76; Mec (Hazin), VI, 208.

[399]- Mec. (Hazin), VI, 208-209.

[400]- Mec. (Hazin), VI, 210.

[401]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 214; Zemahşerî, Tef., IV, 79.

[402]- İbn Hişam, a.g.e., III, 151-160.

[403]- Mec. (Hazin), VI, 216.

[404]- Mec. (Hazin), VI, 218; bkz., Buharî, Tefsiru sure 59/2, Hasr ve Müzaraâ 6.

[405]- Ebu Davud, Sünen, Harac19.

[406]- Not: Fey’, sulh yolu ile savaşmaksızın elde edilen ganimete denir.  Sırf Peygamber’e mahsustur. Savaş ile elde edilen  mallara “ganimet” denir. (Yazarın eki)

[407]- bkz. Kurtûbî, Tef., XVIII, 10.

[408]- Müslim, Libas 120.

[409]- Not: Kur’an’ın yorumunun sadece İmamalar’ın yapması fikri sadece Şia’ya aittir.

[410]- Zemahşerî, Tef., IV, 84.

[411]- Razî, Tef., XXIX, 288.

[412]- Buhari, Tefsiru sure 59/6; Müslim, Hacc 475.

[413]- Hakim, Müstedrek, II, 484.

[414]- Mec. (Hazin), VI, 225.

[415]- Mec. (Hazin), VI, 226.

[416]- Timizî, Sünen, Menakıb 58; İbn Hibban, Sahih, IX, 189; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 57.

[417]- Mec. (Hazin), VI, 226.

[418]- İbn Kesir, el-Bidaye, IX, 343.

[419]- bkz. Kurtubî, Tef., XVIII, 23.

[420]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 227.

[421]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 227-228.

[422]- Zemahşerî, Tef., IV, 88.

[423]- Zemahşerî, Tef., IV, 88; Mec. (Kadı Beydavî), VI, 236.

[424]- İbn Hişam, a.g.e., IV, 33.

[425]- Zemahşerî, Tef., IV, 88-89; İbn Hişma, a.g.e., IV, 33.

[426]- Mec. (Nesefî), VI, 240.

[427]- Med. (Nesefî), VI, 242; Zemahşerî, Tef., IV, 91.

[428]- Zemahşerî, Tef., IV, 91.

[429]- Not: Esman’ın annesi Kuteyle b. Abdi’l-Uzza, Hz. Ebu Bekir’in karısı iken onu cahiliye döneminde boşamıştı. Bu kadın Mendine’ye gelmiş ve kızı Esma’ya da hediyeler getirmişti. Esma, anası müşrike olduğu için onu kabul etmedi ve hediyelerini de almadı. Resulüllah (sav), Esma’ya annesini kabul etmesi ve hediyelerini alması, kendisine de hürmet ve ikramda bulunması için emir buyurdular.  İşte burada da görüldüğü gibi Allah (cc) müşriklerin bu tür zararsız olanlarına karşı müminlerin adaletle hareket etmelerini vasiyet ediyor. Adını Müslüman koyup da insanlara zulmedenlere yazıklar olsun! (Yazarın eki).

[430]- Not: Resulüllah (sav) Müslüman olup hicret ederek Medine’ye gelen kadınlara hakikaten iman edip etmediklerini denemek için şöyle yemin verdirirdi: “Allah’a and olsun ki, beyime olan buğzumdan dolayı çıkıp geldim.”, “Allah’a and olsun ki kâfirlerin velayetini hoşlanmayıp Müslümanların velayetini hoşlanıyorum. Onun için çıkıp gelmişim.”,  “Allah’a and olsun ki, dünya malı için hariç olmamışım, And olsun Allah’a ki, kendi yerimden sadece Allah ve onun Peygamber’nin muhabbeti için çıkmışım.” (Zemahşerî, Tef., IV, 92) Böyle yemin verildikten sonra bu yeminleri edenlerin imanına itimat edilirdi. (Yazarın eki)

[431]- Mec. (Hazin), .VI, 246-247.

[432]- Zemahşerî, Tef., IV, 92-93.

[433]- Not: Hicret eden müminlerin hanımlarından kaçıp müşriklere iltihak eden altı  kadın vardı: 1) Ebu Süfyan’ın kızı Ümmü Hakem, Iyaz b. Şeddad’ın hanımı, 2), Resulüllah’ın zevcesi Ümmü Seleme’nin bacısı, Ömer b. Hattab’ın hanımı Fatıma b. Ebi Ümeyye, 3) Şemmas b. Osman’ın hanımı Buru’ b. Ukbe, 4) Abdu’l-Uzza’nın kızı Abde, 5) Hişam b. As’ın hanımı ve Ebu Cehil’in kızı Hind, 6) Cervel’in kızı, Ömer b. Hattab’ın ikinci hanımı Ümmü Gülsüm. (Zemahşerî, Tef., IV, 94)  (Yazarın eki). Bu zayıf bir rivayettir.

[434]- Not: Ömer b. Hattab’ın burada güldüğünü Zemahşerî ve diğer bir kısım tefsirler nakletmişlerdir. Lakin Hind’in “Oğlumu öldürdünüz” dediği bir yerde bu gülme işi pey uygun düşmemektedir. Belki bu rivayetlerde bir karışıklık söz konusudur. Başka rivayetlerde bu gülmenin daha önceki, “kadınların zinadan nehyedilmesi” şıkkı anlatıldığı sırada geçmiş olabilir. Zira Cahiliye döneminde Hind, zina etmekle meşhur bir kadın idi. Bu kez Resulüllah’ın (sav) yanında “Hiç hür kadın zina eder mi?” deyince, Ömer (ra) bu tuhaflık üzerine gülmüş olabilir.

[435]- Zemahşerî, Tef., IV, 94-95.

[436]- Mec. (Hazin), VI, 249.

[437]- Mec. (Kadı Beydavî), VI,  250; Zemahşerî, Tef., IV, 96.

[438]- bkz. Tirmizî, Sünen, Tefsiru sûre 61/1.

[439]  Mec. (Kadı Beydavî), VI, 257; Zemahşerî, Tef., IV, 101.

[440]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 257.

[441]- Not: Müellifin tasrih etmediği bu “fırka” her halde kendi mezhebidir.

[442]- Mec. (Hazin), VI, 261.

[443]- Zemahşerî, Tef., IV, 105.

[444]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 265.

[445]- bkz. Buharî, Tefsiru sure, 62/2; Müslim, Cuma 36, 38.

[446]- Zemahşerî, Tef., IV, 107; Mec. (Kadı Beydavî), VI, 269.

[447]- Zemahşerî, Tef., IV, 109-110.

[448]- İbn Hişam, a.g.e., III, 230.

[449]- İbn Hişam, a.g.e., III, 230.

[450]- İbn Hişam, a.g.e., III, 229.

[451]- Mec. (Hazin), VI, 269. Not: Fakat bu tercih zayıftır.

[452]- Zemahşerî, Tef., IV, 109.

[453]- Zemahşerî, Tef., IV, 110.

[454]- Zemahşerî, Tef., IV, 111.

[455]- Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 16.

[456]- Zemahşerî, Ter., IV, 112; Mec. (Kadı Beydavî), VI, 277.

[457]- Mec. (Hazin), VI, 281.

[458]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 284; Zemahşerî, Tef., IV, 116.

[459]- Zemahşerî, Tef., IV, 118;

[460]- Not: Bu konu ile ilgili geniş açıklama geçmişti. (Bkz. Bakara 2/228)

[461]- Mec. (Hazin), VI , 290.

[462]- Mec. (Hazin), VI, 294.

[463]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 29; Zemahşerî, Tef., IV, 124.

[464]- Zemahşerî,  Tef., IV, 124.

[465]- Not: Bu ayetin nüzul sebebi şayet bu ise, Kur’an ehli buna çok iyi dikkat etsinler ki, Allah (cc) bir cariyeden ötürü Resulüllah (sav)’i uyarıyor. Mariye’yi yatağına almamak için yemin ettiğinden dolayı bunun yanlış bir iş olduğunu peygamberine beyan ediyor. Durum böyle iken ya durmadan hanımlarına zulmedenlerin halin nice  olacak? Allah (cc) kadınların geçimlerinde sıkıntı olacak şeylere razı olmuyor. Nasıl olur ki? Cahiliye döneminde kadınlar, rahat yüzü görmezlerdi. Onlara hayvan kadar değer verilmezdi. Lakin Hanif dini olan İslam gelince onlar için bir insana gereken haklar verildi. Fakat bugün Müslümanlar cahililye devri gibi kadınlara verilen hakları zayi ettiler. Resulüllah’ın tavsiyelerini unuttular. Zulme devam ettiler. (Yazarın eki).

[466]- Taberî, Tef., XXVIII, 158.

[467]- Taberî, Tef., XXVIII, 158.

[468]- Mec. (Hazin), VI, 300.

[469]- Mec. (Hazin), VI, 300.

[470]- Mec. (Hazin), VI, 300-302.

[471]- Mec., VI, 306.

[472]- Mec. (Nesefî), VI, 307.

[473]- Mec., VI, 308.

[474]- Mec. (Hazin), VI, 308.

[475]- Buharî, Menakıbu’l-Ensar 20;  Müslim, Fezailu’s-Sahabe 70; Tirmizî, Sünen, Et’ime, 31.

[476]- Mec. (Kadı Beydavî), VI , 309.

[477]- Mec., VI, 318.

[478]- Kurtubî, Tef., XVIII, 144.

[479]- Mec. (Kadı Beydavî), VI; 322; Zemahşerî, Tef., IV, 140.

[480]- Mec. (Nesefî), VI, 323. Not: Bu tercih Hasan Basrî’nin görüşüdür.

[481]- Müslim, Müsafirîn, 139.

[482]- Muvatta’, Hüsnü’l-Hulk 8.

[483]- Müslim, Birr 15; Tirmizî, Zühd 52.

[484]- Ebu Davud, Sünen, Edeb 7.

[485]- Ebu Davud, Sünen, Sünne 14.

[486]- Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 107.

[487]- Tirmizî, Sünen, Edeb 21.

[488]- Mec. (Nesefî), VI, 327.

[489]- Taberî, Tef., XXIX, 17.

[490]- Zemahşerî, Tef., IV, 145.

[491]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 332.

[492]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 332.

[493]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 333.

[494]- Mec., VI, 340.

[495]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 341; Zemahşerî, Tef., IV, 148.

[496]- Zemahşerî, Tef., IV, 151.

[497]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 352; Zemahşerî, Tef., IV, 155.

[498]- Mec. (Hazin), VI, 353.

[499]  Not: Bu her iki sıfatta çok kötüdür. Allah insanı fail-i muhtar yaratmıştır (mesul tutacağı işlerde seçimi kendi eline vermiştir) Nefs-i emmare (kötülük emreden nefis) karşısında şerefli bir akıl ihsan etmiştir. Onun için insan, nefsinde bir cihat yaparak (büyük cihat) bu zikredilen iki kötü sıfatın aksini yapmaya kadirdir. (Yazarın eki.)

[500]- Mec. (Hazin), VI, 359.

[501]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 361; Zemahşerî, Tef., IV, 160.

[502]- Mec. (Hazin), VI, 364.

[503]- Buharî, Tefsiru Sure 71.

[504]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 369; Zemahşerî, Tef., IV, 166.

[505]- Not: Cinler hakkında bilgi geçmişti. (Bkz. Ahkâf 46/29)

[506]- Not: Müelleif bu ayetin tercümesinde hiç aslı olmayan, indi bir görüş beyan etmektedir. Onun için müellefin bu görüşü kaydedilmedi. Arzu edenler tefsire müracaat etsinler.

[507]- Buharî, İman 4.

[508]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 381; Zemahşerî, Tef., IV, 173.

[509]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 382.

[510]- Mesnevî, Mevlâna, IV, 119-120.

[511]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 385.

[512]- bkz., Mec. (Hazin), VI, 387.

[513]- bkz., Taberî, Tef., XXIX,

[514]- Mec. (Hazin), VI, 392.

[515]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 392; Zemahşerî, Tef., IV, 179.

[516]- Not: Buhari’nin kaydına göre, Hz. Peygamber (sav) kendine peygamberlik gelmeden önce Hanif dini üzere ibadet ederdi. (Bkz., Buharî, Bedu’l-Vahy 3)

[517]- Buharî, Bedu’l-Vahy 3.

[518]- Zemahşerî, Tef., IV, 180.

[519]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 394.

[520]- Muvatta’, Hüsnü’l-Hulk 8.

[521]- Mec. (Hazin), VI, 396.

[522]- İbn Hişam, a.g.e., I, 216; Mec. (Hazin), VI, 398.

[523]- Mec. (Hazin), VI, 397.

[524]- Mec., VI, 400.

[525]- Mec. (Hazin), VI, 400.

[526]- Zemahşerî, Tef., IV, 184.

[527]- Not: Dünyada büyük kimseler

[528]- Mec. (Hazin), VI, 406. Not: Müellifin bu tercihi zayıftır. Aslına “Kasveret” arslan demektir, “ok atan bir grup avcı” tercihi zayıftır.

[529]- bkz., Mec. (Hazin), VI, 406.

[530]- Mec. (Kadı Beydvî), VI, 407; Zemahşerî, Tef., IV, 188.

[531]- Zemahşerî, Tef., IV, 190.

[532]- Buharî, Tefsiru sure, 75/1-2; Bed’u’l-Vahiy 4.

[533]- Mec., VI, 416.

[534]- Ebu Davud, Sünen, Salat 150; Tirmizî, Sünen, Tefsiru sûre 75/95.

[535]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 417; Zemahşerî,  Tef., IV, 193.

[536]- Mec. (Nesefî), VI. 419.

[537]- bkz., Zemahşerî, Tef.,  IV, 195; Mec., VI, 420.

[538]  Zemahşerî, Tef., IV, 197.

[539]- Tabresî, Tef., VI, 138.

[540]- Mec., VI, 422, 423.

[541]- Not: Bu ayetin nüzul sebebî ihtilaflıdır. Mücahid, Atâ b. Ebi Rabah ve İbn Abbas’a göre, Hz. Ali (ra)  hakkında nazil olmuştur. (Bkz., Hazin, Tef., V, 192-192)

[542]- İbn Kesir, el-Bidaye, VII, 89-91.

[543]- bkz. İbn Kesir, el-Bidaye, VII, 154.

[544]- Zemahşerî, Tef., IV, 199.

[545]- İbn Kesir, el-Bidaye, X, 249.

[546]- Mec. (Hazin), VI, 428.

[547]- bkz., Mec. (Nesefî), VI, 429.

[548]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 429; Zemahşerî, Tef., IV, 201.

[549]- Mec. (Hazin), VI, 431.

[550]- Mec. (Hazin), VI, 431.

[551]- Mec. (Hazin), VI, 431.

[552]- Mec. (Hazin), VI, 431.

[553]- Mec. (Hazin), VI, 431.

[554]- Zemahşerî, Tef., IV, 204-205.

[555]- Mec. (Kadı Beydavî), Tef., VI, 436; Zemahşerî, Tef., IV, 205.

[556]- bkz., Mec. (Hazin), VI, 448.

[557]- Zemahşerî, Tef., VI, 208.

[558]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 443.

[559]- Not: Melekler mücerret ruhlar oldukları için “Ruh”dan murad, ya meleklerdir, atf-i tefsiri yapılmıştır, onun için melekler, Ruh kelimesine atfedilmiştir. Ya da bundan murad Allah’ın (cc) “Ona ruhumdan üfledim” (Hicr 15/29) ayetinde dediği “Ruh”tur. İyi düşünmek lazımdır. Anlayana bir işaret bile kâfidir. (Yazarın eki) Yazarın tercihinin kaynağı bulunmadı. Fakat onun görüşüne karışmak pek mümkün değildir. Bu ayetteki “Ruh”tan esas maksat Cebrail’dir. (Bkz., Razî, Tef., XXXII, 24)

[560]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 446; Zemahşerî, Tef., IV,  211.

[561]- İsmail Hakkı Bursevî, Tef., X, 328.

[562]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 455; Zemahşerî, Tef., IV, 217.

[563]- Vahidî, a.g.e., s., 375; Zemahşerî, Tef., IV, 217.

[564]- Buharî, Edeb 46.

[565]- Ebu Davud, Sünen, Cihad 147.

[566]- Taberî, Tef., XXX, 32-33.

[567]- Mec., VI, 457-458.

[568]- Mec., VI, 458.

[569]- Buharî, Tıbb 2.

[570]- Buharî, Tıbb 2; Ebu Davud, Sünen, Cenaiz 33.

[571]- Vehbe Zuhaylî, a.g.e., II, 530.

[572]- Mec. (Nesefî), VI, 461.

[573]- Mec. (Nesefî), VI, 461.

[574]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 461; Zemahşerî, Tef., IV, 221.

[575]- İbn Kesir, Tef., VIII, 354.

[576]- İbn Kesir, Tef., VIII, 355.

[577]- Mec. (Hazin), VI, 462.

[578]- Mec. (Nesefî), VI, 463.

[579]- Not: Bu cümle az önce geçen kasemin cevabına atfedilmiştir. (Bkz., Mec. “Nesefî”, VI, 465)

[580]- bkz., Buharî, Salât 68.

[581]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 467; Zemahşerî, Tef., IV, 226.

[582]- Mec. (Hazin), VI, 467.

[583]- Zemahşerî, Tef., IV, 227.

[584]- İbn Kesir, Tef., VIII, 364.

[585]- Zemahşerî, Tef., IV, 364.

[586]- bkz., Razî, Tef., XXXI, 79-80.

[587]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 470; Zemahşerî, Tef., IV, 229.

[588]- Taberî, Tef., XXX, 91.

[589]- Taberî, Tef., XXX, 91.

[590]- Zemahşerî, Tef., IV, 229-230; Kenz, XVI, 79. Not: Bu hadisi Taberânî İbn Abbas’tan rivayet ediyor.

[591]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 472.

[592]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 472.

[593]- Not: Bütün tefsirlerde “mukarrbun”unun “melekler” olduğu kaydedilmiştir. (Bkz., Taberî, Tef., XXX, 104; Mec., VI, 475.)

[594]- Mec. (Kadı Beydavî), Tef., VI, 478; Zemahşerî, Tef, IV, 233.

[595]- Not: Bu ayet, her şeye terbiye veren bir Yaratıcının fiilini, Hava’ya isnat verip uluhiyeti inkâr eden Dehriye mezhebinin (Materyalizm’in) kalbine, yakıcı bir ateş gibi iniyor. Zira bu ayet, Hava’nın dahi Rabbine itaat ettiğini, ispat ediyor. Evet Hava, mürebbi ve yaratıcı olamaz. Yegâne olan Yaratıcı eşyayı sebepleri ile birlikte yaratır, birbirine bağlı sebep ve müsebbep ilişkisini de o yaratmıştır. Evet hava, hayatın sebebi olabilir fakat sebebi de müsebbebi de yaratan Allah’tır. Allah, zamanı gelince bu ayette olduğu gibi hava’yı yok edecektir. Kur’an ehli, buna inanıp sair saçma asılsız fikirlere kulak asmamalıdırlar. Yazıklar olsun Dehriye mezhebinden olanlara! (Yazarın eki)

[596]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 478.

[597]- Mec. (Hazin), VI, 479.

[598]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 482; Zemahşerî, Tef., IV, 236.

[599]- Taberî, Tef., XXX, 128.

[600]- Mec. (Hazin), VI, 485. Not: Bu zulmün Necran’da, Irak’ta, Şam’da veya Habeş’te mecusiler veya yahudiler, ya da bazı krallar tarafından yapıldığına dair birçok rivayet nakledilmişse de (bkz. Taberî, Tef., XXX, 133-134) Kur’an bunları belirleme maksadı taşımadığından, sadece nitelikleri ve fiilleriyle anlatmıştır.

[601]-                  Mec. (Kadı Beydavî), VI, 489; Zemahşerî, Tef., IV, 240.

[602]- Taberî, Tef., XXX, 148.

[603]- Taberî, Tef., XXX, 149. Not: Bu görüşler İbn Abbas’ın kavlidir.

[604]- Mec. (Hazin), VI, 492.

[605]- bkz., Enfal 8/17, 19, 43, 67 ve Tevbe 9/70, 40

[606]- Mec. (Kadı Bedavi), VI, 493; Zemaherî, Tef., IV, 242.

[607]- Ebu Davud, Sünen, Salât 147.

[608]- Ebu Davud, Sünen, Salât 147.

[609]- Mec. (Hazin), VI, 494.

[610]- Mec. (Hazin), VI, 495.

[611]- Mec. (Nesefî), VI, 495.

[612]- Zemahşerî, Tef., IV, 244-245. Taberî zayıf bir rivayette, naklettiği kimsenin ismini vermeden, bu ayetlerin Ramazan ve Kurban bayramlarına delalet ettiğini kaydeder. (Bkz., Taberî, Tef., XXX, 157)

[613]- Taberî, Tef., XXX, 156.

[614]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 496.

[615]- Taberî, Tef., XXX, 157.

[616]- bkz., Kurtûbî, Tef., XX, 17.

[617]- Zemahşerî, Tef., IV, 245.

[618]- Zemahşerî, Tef., IV, 245.

[619]- Zemahşerî, Tef., IV, 245.

[620]- bkz. Zemahşerî, Tef., IV, 246; RAzî

[621]- Zemahşerî, Tef., IV, 246.

[622]- Neseî, Sünen, Hayl 1.

[623]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 502; Zemahşerî, Tef., IV, 248.

[624]- Taberî, Tef., XXX, 168. Not: Müellif burada da İbn Abbas’ın görüşünü tercih etmiştir.

[625]- Taberî, Tef., XXX, 170. Not: Müellif burada da İbn Abbas’ın görüşünü terdih etmiştir.

[626]- Taberî, Tef., XXX, 170. Not: Müellif burada da İbn Abbas’ın görüşünü tercih etmiştir.

[627]- Taberî, Tef., XXX, 173.

[628]- Hamevî, Mu’cemu’l-Büldan, V, 234.

[629]- Zemahşerî, Tef., IV, 250.

[630]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 506.

[631]- Razî, Tef., XXXI, 174.

[632]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 512; Zemahşerî, Tef., IV, 254.

[633]- Taberî, Tef., XXX, 196.

[634]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 514.

[635]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 517; Zemahşerî, Tef., IV, 257.

[636]- Mec., VI, 519.

[637]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 520; Zemahşerî, Tef., IV, 260.

[638]- Not: Gündüzün, Güneş’in ışığını ortaya çıkarması ile ilgili açıklama için bkz. (Şems 91/3)

[639]- Mec. (Nesefî), VI, 521.

[640]- İbn Hişam, a.g.e., I, 252.

[641]- İbn Hişam, a.g.e., I, 253.

[642]  Mec. (Hazin), VI, 524.

[643]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 525; Zemahşerî, Tef., IV, 262.

[644]-Buharî, Tefsiru sûre 93/2; Müslim, Cihad, 114.

[645]- Mec. (Hazin), VI, 525.

[646]- bkz., Mec. (Kadı Bedavî), VI, 527.

[647]- İbn Hişam, a.g.e., I, 130.

[648]- İbn Hişam, a.g.e., I, 131.

[649]- İbn Hişam, a.g.e., I, 137.

[650]- Not: Allah Resulü (sav) peygamberlikten önce aklı ile Allah’ı bulmuş nübüvvetten önce muvahhit olmuştu. İşte tam bu sırada nübüvvet nuru onun pâk alnından zuhur etti. (Yazarın eki).

[651]- Mec., IV, 528.

[652]- Mec. (Kadı Bedavî), VI, 530; Zemahşerî, Tef., IV, 265.

[653]-Not: Bu ayetin tefsirinde, müfessirlerin bir kısım nakilleri vardır ki, bunları nakletmekten uzak durdum. Çok merak edenler tefsirlere müracaat edebilirler. (Yazarın eki).

[654]- Mec. (Nesefî), VI, 531.

[655]-Zemahşerî, Tef., 268.

[656]- Not: Musâ (as)’a isnat edilirken Tûr dağının yerine “Sînâ” denildiği gibi “Sinîn”de denir. Ref’ halinde “Sinûn” denir. (Yazarın Eki).

[657]- Mec. (Kadı Beydavî), VI, 537.

[658] -  Not: Buhari’nin kaydına göre, Hz. Peygamber (sav) kendine peygamberlik gelmeden önce Hanif dini üzere ibadet ederdi. (Bkz., Buharî, Bedu’l-Vahy 3)

[659] -  Buharî, Bedu’l-Vahy 3.

[660]- bkz., Taberî, Tef., XXX, 253.

[661] -  Mec. (Kadı Beydavî), VI,  543; Zemahşerî, Tef., IV, 272.

[662] -  Buharî, Leyletu’l-Kadr 3; Müslüm, Sıyam 19.

[663] -  Müslim, Sıyam 207.

[664] -  bkz., Ahmed b. Hanbel, V, 320.

[665] -  Mec. (Nesefî),  VI, 547.

[666] -  Not: Yazar, bu ayette geçen “Ruh”tan maksadın, Hz. Adem’e nefhedilen ruh olduğunu söylemiştir. Fakat bu tercihin kaynağını bulunamadığımız için çoğunluğun kabul ettiği görüşü aldık.

[667] -  Mec. (Kadı Beydavî), VI, 549; Zemahşerî, Tef., IV, 273.

[668] -  Mec. (Kadı Beydavî), VI; Zemahşerî, Tef, IV, 275.

[669] -  Mec. (Hazin), VI, 555.

[670] -  Tirmizî, Sünen, Fezailu’l-Kur’an 10.

[671] -  bkz. Mec. (Kadı Beydavî), VI, 559; Zemahşerî, Tef.,  IV, 279.

[672] -  Mec. (Hazin), VI, 559.

[673] -  Mec. (Hazin), VI, 560.

[674] -  Mec. (Kadı Beydavî), VI, 560; Zemahşerî, Tef., IV, 580.

[675] -  Müslim, Zühd 3,4; Tirmizî, Sünen, Zühd 31.

[676] -  Buharî, Rikâk 42; Müslim, Zühd 5.

[677] -  Zemahşerî, Tef., IV, 282.

[678] - Taberî, Tef., XXX, 290.

[679] -  Mec. (Kadı Bedavî), VI, 565; Zemahşerî, Tef., IV, 282.

[680] -  Mec. (Kadı Beydavî), VI, 568; Zemahşerî, Tef., IV, 284.

[681] -  İbn Hişam, a.g.e., I, 35-45; Taberî, Tef., XXX, 299-305.

[682] -  Taberî, Tef., XXX, 303.

[683] -  İbn Hişam, a.g.e., I, 94.

[684] -  Mec. (Kadı Beydavî), VI, 574; Zemahşerî, Tef., IV, 286.

[685] -  Mec. (Hazin), VI, 576.

[686] -  Mec. (Kadı Beydavî), VI, 577; Zemahşerî, Tef., IV, 288.

[687] -  Taberî, Tef., XXX, 312.

[688] -  Med. (Nesefî), VI, 579; Zemahşerî, Tef., 289.

[689] -  Mec. (Kadı Beydavî), VI, 579; Zemahşerî, Tef., IV,  290.

[690] -  Müslim, Tahâre 46.

[691] -  Taberî, Tef., XXX, 322.

[692] -  Zemahşerî, Tef., IV, 291.

[693] -  Kurtûbî, Tef., XX, 147.

[694] -  Mec. (Kadı Beydavî), VI, 585; Zemahşerî, Tef., IV, 291.

[695] -  Vahidî, a.g.e.,  s., 378.

[696] -  Mec., VI, 587.

[697] -  Mec. (Nesefî), VI, 587.

[698] -  Mec. (Nesefî), VI, 587.

[699] -  İbn Kesir, Tef., VIII, 526.

[700] -  İbn Hişam, a.g.e., IV, 32.

[701] -  İbn Hişam, a.g.e., IV, 36.

[702] -  İbn Hişam, a.g.e., IV, 26-46.

[703] -  Taberî, Tef., XXX, 332.

[704] -  Taberî, Tef., XXX, 335.

[705] -  Buharî, Tefsiru sure 110/3.

[706] -  Buharî, Menakıb 25.

[707] -  Mec. (Kadı Beydavî), VI, 596; Zemahşerî, Tef., IV, 295.

[708] -  Mec., VI, 597.

[709] -  Mec. (Kadı Beydavî), VI, 600; Zemahşerî, Tef., IV, 297.

[710] -  Zemahşerî, Tef., IV, 398.

[711] -  Taberî, Tef., XXX, 346-347; Tirmizî, Tefsiru sure 112/1, 2.

[712] -  Buharî, Eyman 3, Fezailu’l-Kur’an 13.

[713] -  Zemahşerî, Tef.,  IV, 299.

[714] -  Zemahşerî, Tef., IV, 302.