2

BAKARA     SÛRESİ

 

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ

 

الم (1) ذلِكَ الْكِتَابُ لَارَيْبَ فيهِ هُدًى لِلْمُتَّقينَ (2) اَلَّذينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقيمُونَ الصَّلوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ (3) وَالَّذينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَبِالْاخِرَةِهُمْ  يُوقِنُونَ (4) اُولئِكَ عَلى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُولئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (5)

M E A L İ:

1-- Elif -- Laam -- Miim. 2-- Bu kitabı size biz inzal ettik. Bu muttakiler için bir rehber ve hidayettir. Bu kitabta tutarsızlık ve tenakuz yoktur. 3-- Onlar ki, gaybı tasdik ederler ve namazlarını ikame ederler ve verdiğimiz nimetlerden infak ederler. 4-- Ol bir kimseler ki, sana ve senden önce indirilen kitablara İmân eder ve âhiret'e şeksiz inanıp mutmain olurlar. 5-- İşte bu kimseler, Rablerinden gelen hidayet üzeredirler. Ve işte bunlardır, dünya ve âhiret'te felaha erenler.

      M E R A M I:

Elif, yani: ELLAH.   Laam, yani: Ancak ELLAH’tır İlâh.    Miim, yani: İşte bu haberleri veren olur ve olmuştur sadece Abdullah ve Resulullah. Evet, MUHAMMED RESULULLAH olarak okuduğu bu kitab, hiç şüphe yok ELLAH’a ve Resulüne İmân edenler için ve gayrı İlahları inkâr edenler için nur ve hidayettir, Rahmet ve Keramettir.

Çünkü sıratı mustakime irşad eder. Sıratı mustakime irşad olan şüphe yok gayba İmân eder. Gayba İmân eden de, sıratı mustakime ulaşır. Sıratı mustakime ulaşan hemen farz kılınan beş vaktin namazını kılar; ELLAH’ın verdiği nimetlerden muhtacıne infak eder. Çünkü İmân denilen iki hece bir kelime, namaza ve infak’a muhtevi ve amirdir.

Okuyalım: Müminler, sana indirilen Kitaba ve daha önce gönderilen Kitablara İmân eder. İşte bu Müminlerin kalbi âhiret'in hayatından yana ıkan sahibi olur ve olmuştur. Yani kalpleri âhiret'in hayatı ile ve o hayata varan ölüm ile mutmainleştirilmek suretiyle ölüm onlara kolaylaştırılmıştır.

Kalb canibinden huzura erenlere gelince, işte bunlar Rabbulaleminin tarafından hidayete ilhak olanlardır. ELLAH’ın nezdinden hidayete erenler için şüphe yok, kurtuluş vardır. ELLAH’a, Resulüne, Salihlere, Sıddıklara ve Şehitlere kavuşma vardır. Öyleyse: Ey Rabbimiz bizleri, anne ve babamızı ve mümin ve müminatı da...  ÂMİN.

      V E İ Z A H I:

Kitabullah olan bu Kur'ân'da bazı surelerin mukaddimelerinde, Elif, Laam,   Miim tertibi üzere rumuzlar koyan ELLAH Sübhan'dır. Bizler onun zatını ve sıfatlarını tenzih, tekbir ve tahmid etmekten aciziz. Bu rumuzların yüksek işaretlerini onun zati kibriyasına havale ettikten sonra ona sığınarak deriz: ELLAH’a, Resulüne ve Kur'ân'a kalbi selim ile İmân etmeyenler, yani bu Kur'ân'ın Kelamullah ve Muhammed Mustafa’nın Resulullah olduğuna inanamayanlar, teslim olamayanlar zaten inanıp teslim olmayada icbar edilmemişlerdir. İcbar edilmeyen bu güruh, hür iradeleri ile inanıp teslim olmuyorsalar yani Ahkamullahı kabul etmiyorsalar, Elif,  Laam,  Miim harflerle kemal bulan bu Furkanul ahkâm gibi ahkâmlar, aynı harflerle yazsınlar ve yapsınlar da görelim.

Hayır, Elif’e, Laam’a, Miim’e yemin olsun ki, gayrı İslamcılar her sene düzenlerini bozup yeniden yapmaktadırlar ve her gün bir ahkâm koyup kaldırmaktadırlar, ama asla Elif, Laam, Miim rumuzu altında olan Risâletin düzenine benzememekteler. Her iyi yapıyoruz derlerken bir o kadar da batıp üful etmekteler. Ve düşmanlıkları körüklemekteler ve hakları haksızlara vermekteler.

Öyleyse bu harflerle Arap lisanı üzere yeryüzüne nüzul eden bu Furkan'ı hâkim, ins ve cinler için sadece rahmettir.  Bu rahmeti kabul etmeyen düzeni batıllara, tağutlara ve avanelerine de sadece açıktan bir lanettir. Çünkü ağa, kölesine, amir memuruna gönderdiğini red etse, acaba yetki sahibi olan ağa ve amir, memur ve kölesine lanet etmez mi? Elbette lanet eder. Öyleyse ağaların Ağası ve amirlerin Amiri olan ELLAH (c.c.) ferman ediyor:

--Size bu kitabı biz inzal ettik-- diyor. Öyleyse bu Kitabın ELLAH tarafından gönderildiğine İmân eden amirin, bundan gayrı hükümlerle hükmetmesi ve bu hükümlerle hükmetmeyenlere itaat etmesi, memuru olması, ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid ve Talebe olması muhaldir. Çünkü bu kitaba sadece ve sadece ELLAH'tan ittika edenler inanır. Yani ELLAH'tan korkan bu kitabın gayrı ile hükmedemez ve bu kitab ile hükmetmeyenlere itaat edemez. Ederse ELLAH'tan korkarım demesine ve Kur'ân'a inandım demesine inanılmaz ve inanılmamalı.

Çünkü ELLAH şöyle ferman ediyor: --Bu Kitab ancak muttakileri hidayete erdirir.-- Öyleyse mümin olduğunu diyen kişi şayet Tağuta lanet etmiyorsa ve Tağutların şemsiyesi altına ruhsatı ile ELLAH’a kulluk etmeye razı oluyorsa demek bu Kitab ona Hidayet etmedi ve demek bu kişi ve kişiler ELLAH'tan korkmayan zalim ve zalimlerdir. Çünkü bu kitab ancak muttakileri hidayete irşad eder.

İmdi Kur'ân'ın vasıtası ile hidayete eren muttaki, bi’at verdiği imamından ve ebeveyninden de korkar. Yani büyüklere hürmeti ve küçüklere merhameti olur. Şu biline ki, bu kitab da zikredilen korku, emre emredildiği gibi uyamama korkusudur ve böylece amiri darıltma korkusudur. Yoksa yabani hayvandan ve vahşi insandan duyulan korku gibi bir korku takva, ittika ve muttaki kelimelerinin altında yoktur. Ama bu kelimelerin altında gaybı tasdik edememenin korkusu vardır. Mümin olduğu halde namazı geçirmenin korkusu vardır, ELLAH’ın verdiklerinden ELLAH’ın emrettiği yerlere infak etmemenin, cimri olmanın korkusu vardır. Evet, zekât verememe korkusu vardır. Öyleyse muttaki, ELLAH’ın bu emirlerini yerine getirmesi için titiz davranır ve davranmalıdır.

İşte ilahi ferman okuyalım: --Onlar ki, gaybı tasdik ederler, namazlarını ikame ederler, verdiğimiz nimetlerden Halife’i Resulün emri altına olarak infak ederler. Böylece takvaya ererler ve gaybı tasdik edenlerden olurlar.--

İmdi ittika sahibi olan mümin, gayb’a gözü ile görmekten daha yakın ve açık inanmalıdır. Çünkü göz gördüğüne hata eder. Doğru diye yanlış izah eder. İnsanın gözü ne ki? Baktığı ince bir perdenin arkasını görmeyen göz, artık haddini ve aczini bilmelidir. Göz Evet, göz, haddini ve aczini bilirse Rabbulalemin olan ELLAH’ın vermiş olduğu gaybı haberlere itminan bulup teslim olur. Hem ELLAH mümin kullarını itminana almak için gayb’a İmân etmeyi farz kılmıştır. Çünkü gayb’a inanan dünyanın geçici olan gailelerinden yeise düşmez, Risâletin düşmanları ile cihad etmekten bıkmaz, itaat etmekten usanmaz. Çünkü ELLAH’ın verdiği gaybı haberlerle yani cennet, cemal ve beka ile itminana ermiştir. Böylece geçici olan dünya hayatına aldanmaktan korunmuştur.

Hem gayba inanan kendine, kendi ruhuna, aklına ve insan olduğuna inanmış olur. Öyleyse gayb’a inanmayan, şerefli insan olmasına rağmen, en edna bir canlı olur. Öyleyse ihbar eden ELLAH ve Resulü mü? Evet, öyleyse hemen: --SEMİĞNA VE ETEĞNA-- demeliyiz. İşe bu davranış gayb'dan zahir olan İmân'dır. Ama ihbar edenlerin, ELLAH ve Resulü olmadığına inanan insanın mümin olması hem muhaldir, hem de, inanması yada inanmaması beynel farktır. Evet, gaybı ihbar eden ELLAH’tır ve bizlere ulaştıran resulüdür. Şu da biline ki, zahir olanların cümlesi gayb'dan zuhur etmiştir. Nitekim ELLAH gayb'ın gaybı'dır, lâkin gördüklerimiz ve göremediklerimiz o gayb'ın asarıdır. Öyleyse gayb’a inanmayan bu asarı, bu varlığı inkâr etmiş olur. İnkâr edemeyeceğine göre, bu varlığı tabiata vermiş olur ve tabiattır demiş olur. Böylece selamet ve felaketlerin cümlesini tabiata hamletmiş olur.

Oysa gayb'ın felaketinden selametine ulaşmamız için, yani olanları ELLAH'tan bilmemiz için: Onlar ki, namazlarını ikame ederler emri verilmiştir ve yolu gösterilmiştir. Demek gayba inanan mümin, bi namazlardan olması muhaldir. Öyleyse namaz kılmayıp da mümin olduğunu diyenler ve ELLAH'tan korkarım diyenler ve gayb’a İmân etmişim diyenler yalan söylemekteler. Hayır, mümin değillerdir; Hayır, ELLAH'tan korkmazlar ve Hayır, gayb’a inanmış değillerdir. Haşre, hesaba, cennete ve cehenneme inanmış değillerdir. İnandık diye her gün bin kez yemin verseler dahi, vallahi inanmış değillerdir. Çünkü gayba inanmayan EHSENİ TAKVİM makamından ESFELİ SAFİLİNE düşmüştür. Öyleyse İmân etmeyenler ve İmân edip namaz kılmayanlar ESFELİ SAFİLİN deler. Böylece yerde sürünen canlıların en pejmürdelerinden, en aşağılarından oldular. Çünkü insan kâinatın küçük bir temsilidir. Öyleyse kâinatta ne ki var onun bir misli insanda mevcuttur. Ki Evet, kâinat, küçük kâinat olan insanın emrine ve tasarrufuna bırakılmış olduğu için,

Şayet insan son Resule, son Dine ve son Kitaba İmân edip Namazını kılarsa Namazda var olan secdeye vardığında, kâinat ve mevcudatı ile birlikte secdeye varmış olur. Bunun tersi ise: İnsan İmân etmese ve İmân ettiği halde namaz kılmazsa, kâinat ve içinde ki mevcudat adedince ELLAH’a isyan etmiş olur. Kâinatı emrine alarak, mevcudatı kendine asker ederek ELLAH’a savaş nakaratını çalmış olur. Öyleyse şunu da yazalım:

Burada namaz için ikna olup namaz kılan kişi, şayet namaz kılmayanlarla hem fikir ve arkadaş olabiliyorsa, bu musallinin de namazı yoktur. Çünkü mümin, münkir ile gönüldaş ve arkadaş olamaz. Gece ile gün bir arada olmadığı gibi bunlar da bir arada olamaz. Dikkat! Olmamalıdır demiyorum, bir Sünnetullah gereği olamaz diyorum. Çünkü bu mümin, gayb’a inanan, ELLAH'tan korkan, namaz kılan, Halife’i Resule bi’atı olan bir cemaati islamın azasıdır. 

İmdi ELLAH’ın göndermiş olduğu bu Furkan’a ve bundan önce göndermiş olduğu kitablara inanabilmek için, bu son Din’e ve son Resule ve son kitaba inanmak ve Risâletin talimi ile Kur'ân'ın ahkâmı ile hükmetmek, hükmedenlere bi’at tahtın da itaat etmek ancak bu kitaba ve bundan önceki kitablara, Resullere İmân etmek olur. Aksi halde yapılan İmân, İmân olamaz. Öyleyse gayrı islami düzenin şemsiyesi, itaati altında olan bir mümin, imanın amir emri olarak, içine düştüğü gayrı İslami düzene çare arama peşinde değilse ki, bu çarenin en azı tağut ve tabilerine buğzu fillah’tır. Böylesi düzenler de imanın en azı olan buğzu, ELLAH için yapmayanın imanı yoktur. Yani âhiret'e inancı yoktur. Gayb’a imanı yoktur. İttikası yoktur. Öyleyse mümin değildir bu... ELLAH'tan bir hidayet üzere değildir bu... Çünkü hidayetin yolunu yani hidayetin dinini, kitabını, imanını, ahkâmını ve imamını, bi’atını red etmiştir de onun için mümin değildir.

Öyleyse böylesi insanlar için yani imanın en azı olan buğzu fillah’ı terk edenler için kurtuluş yoktur. Çünkü bi’at ettiği imamı yok, artı gayrı İslami emirlere sevgisi ve yemini var. Oysa imanın selameti için Halife’i Resulün varlığı ve ona bi’at etmek vaciptir. Bunun için hicret ve cihad etmek de vaciptir. Ama Tağutun ruhsatı dışında hicret ve cihad vaciptir.

Şimdi inşâ ELLAH buraya dek kaydedilenlerin bir özetini verip                         --İNNELLEZİNE-- demeye hazırlanacağız: ELLAH’ın Rahman, Rahîm, Rab, Razık, Hafız ve İlâh sıfatlarına şühüdü olmayanın yani yakın bir imanı ve teslimi olmayanın Hamd etmesine gelince: Güneşten gölgeye gelerek içtiği soğuk su ile duyduğu ve ulaştığı rahata benzer. Zira gölgede içilen suyun neticesinde isterse --OH-- denilsin yâda --ELHEMDULİLLAH--  denilsin. Bu teşekkürler, içilen soğuk suyun verdiği rahattan dile gelenlerdir. Rabbimiz olan ELLAH’ın biz müminlerden istediği --HAMD-- bu değildir. Çünkü böylesi hamdler gölge gidince ve su tükenince dile gelmez olur. Çünkü böylesi hamdler vücudun rahatından ve nefsin hazzından ileri gelmekteler. Öyleyse nefsin hazzı ve vücudun rahatı geçince dil bu kelimeleri telaffuz etmez olur.

Oysa ELLAH’ın mümin kullarından istediği --HAMD-- hava teneffüs edildiği gibi daimi olmasıdır. Havanın teneffüsü gibi --HAMD-- ın daimi olabilmesi için, çivi ile nalın arasına olunsa bile Hamd’e mani bir hal gelmemelidir. İmdi bu yüksek mertebeye Müminin ermesi mümkün mü acaba? Evet, şöylesine mümkündür: Risâlet'e ve Halifesine, Eshabı Resulün, Resulullah'a uyup, sevip teslim olduğu gibi, ELLAH ve Resulü aşkına ve adına, Halife’i Resulü sevmekle itaat etmekle ve uymakla yukarı da Beyân edilen Hamd tahakkuk eder. Öyleyse Rabbimizden bizleri Eshabı Resulün yoluna iletmesini niyaz edelim.  Da, hiç Hamd etmeyenlerin ve su içip Elhamdülillah diyenlerin böylece hayvanlar gibi geviş getirerek rahatlananlardan olmamamız için niyaz edelim. Zira hayvanlar gibi Hamd edenler için deriz ve ELLAH’a mukarin İmân edemeyenler için deriz: İmân yaftası ile Tağutun teftişi altın da, Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid ve Talebe olanlar için deriz: Ol bir kimseler ki, Küfretti yani ELLAH’a, Meleklere, Kitablara, Resullere, Âhiret gününe ve Kader de yazılmış olan hayrın ve şerrin ELLAH'tan olduğuna inanmadı deriz ve yine deriz: Böylesi zalimleri korkutsan da, korkutmasan da birdir. İmân etmezler. Çünkü bu zalimlerin inkârları sebebi ile ELLAH kalplerini, kulaklarını, gözlerini kör etti. Bu nedenle anlamazlar, görmezler ve işitmezler. Ama ELLAH’ın emrini ve Resulünün yolunu görmezler. Mukabilinde batılı görürler, işitirler ve anlarlar. Bunlar için --VELEHUM AZABUN AZİM--  dedikten sonra Rabbimizin ayetlerini okuyalım:        

اِنَّ الَّذينَ كَفَرُوا سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ (6) خَتَمَ اللّهُ عَلى قُلُوبِهِمْ وَعَلى سَمْعِهِمْ وَعَلى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظيمٌ (7) وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ امَنَّا بِاللّهِ وَبِالْيَوْمِ الْاخِرِ وَمَاهُمْ بِمُؤْمِنينَ (8) يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذينَ امَنُوا وَمَايَخْدَعُونَ اِلَّا اَنْفُسَهُمْ وَمَايَشْعُرُونَ (9)

M E A L İ:

6-- Şu bir gerçek ki, o kâfirleri sen korkutsan da korkutmasan da birdir. Onlar İmân etmezler. 7-- ELLAH onların kalplerini, kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri perdelidir. Onlar için büyük azap vardır.        8-- İnsanlardan öyleleri vardır ki ELLAH’a, âhiret gününe inandık derler. Oysa onlar inanmış değillerdir. 9-- ELLAH’ı ve müminleri aldatmak isterler oysa farkına varmadan kendilerini aldatıyorlar.

      M E R A M I:

Evet, ol bir kimseler ki, Arabî ve Kureyşi olan o Ümmî ve o yetim Muhammed’in Risâletini red eder yâda Resulullah olduğuna İmân etmiş olmasına rağmen Tağuta, hükümlerine ve düzenine uyar, birrıza itaat eder. İşte bu ve böylesi toplum müşrik olur. Müşrik ve inkâr halini sıfat, ilim edinen bu zalimleri inzar ve tebşir etmek beynel farktır. Çünkü bunlar İmân etmezler. Yani imandan görünen tüm amellerini ve sözlerini ELLAH İmân olarak ve amel olarak kabul etmez ve kabul edecek değildir. Ta ki İmân edip tağut'u inkâr edinceye dek.

Çünkü Muhammed’in Risâletine inanmayanlar ve inandığı halde tağut'u inkâr etmeyip, ikrar yolu ile Yahudi ve Nasaralara tabi olanların kalpleri, kulakları, gözleri ELLAH tarafından mühürlenmiştir. İşte bunlar için azabun azim vardır.

ELLAH’ın büyük azabına müstahak olan bu zalimler, ilahi kitab               da durumlarını bilmedikleri için derler: Biz ELLAH’a ve âhiret'e yani mahşere İmân ettik. --VEMAHUM-- Onlar asla İmân edenlerden olamazlar. Ta ki, son Resule İmân edip Halifesine biat vermek suretiyle tağut'u inkâr edinceye dek İmân edenlerden olamazlar.

Evet, tağut, yani ELLAH’ın hükümleriyle hükmetmeye isyan eden kişi yada kişiler, bu kişi ve bu kişilerin itaati altına birrıza olup duranların cümlesi tağut'tur. Bu zalimler inkâr edilmeden tağilikten kurtuluş muhaldir. İşte tüm bu zalimler isterse mümin olduğunu desin yada münkir olsun ELLAH’ın nezdi kibriyasında aynıdırlar. Ancak bu zalimler, kendilerini aldatmış olurlar o kadar. Lâkin kendileri bilmez. Niçin ve nasıl bilsinler ki? Tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanlar ve böyle olduklarına inananlar ve kendilerine inanıcılar bulanlar elbette ki, kendilerini aldatmış olduklarını bilmezler.

V E İ Z A H I:

İmdi altıncı âyette açıklanan küfür, ELLAH’ın varlığını inkâr değildir. Zira ELLAH’ın zatını inkâr, çok az ve çok çatlak kafalardan duyulmuştur. Bu serserilere sözü iletip vaktimizi harcayamayız. Çünkü vakit nakittir. Soytarıları böyle noktaladıktan sonra deriz: ELLAH’ı, ELLAH ismi şerifiyle duymayan ve inanmayan bir insan yoktur. Evet, yoktur. Yani ELLAH diyen çok lâkin onu esma ve sıfatları ile tevhid eden yok. Yani: --LA İLAHE İLLELLAH-- diyen yok. Belki --LA İLAHE İLLELLAH-- Diyen çok, ama ne dediğini, niçin böyle dediğini bilen yok. Evet, bilmeyince gereğini yerine getiren yok.

Öyleyse ol bir kimseler ELLAH dedi lâkin Rahman demedi. ELLAH dedi Rab, Razık, Hafız ve İlâh demedi. Evet, ol bir kimseler, tüm insanlar ELLAH dedi ama ondan gayrı olan Rableri, Razıkları, İlahları ve Hafızları --LÂ-- kılıcı ile vurup bu sıfatlara ancak ELLAH sahiptir diyemediler. Böylece zelil, âciz ve korkak oldular.

Oysa Kur'ân, mü'minlerini hâkim etmek için gönderilmiştir. Zira ELLAH (c.c) bu kitabı ile mü'minlerine şöyle sesleniyor: Her şeyin ama her şeyin Rabbi, İlâhı, Hafızı ve Razıkı biziz. Siz benim askerlerimsiniz. Kumandanınız, Muhammed Mustafa'dır. Çünkü o benim Habibim ve Resulümdür. Ondan sonra onun izinden giden onun ve benim Halifem sizin kumandanınızdır.

Evet, ELLAH Furkan'ı hâkimin de, mü'minlerine böyle sesleniyor. Ne var ki, insanların çoğu İmân etmedi. İmân edenleri de, Resulullah'a yani Halife’i Resule uymadı. Öyle ki, Resulullah'ın Halifesini badehu sürüp çıkardılar. Ardından Teşriiullah’ı lağvettiler. Halifetullah ve Şeriatullah kaldırılınca, Müminler bin parça olmaya mecbur kaldılar. Böylece her parçanın İlâhı, Rabbi, Razıkı ve Hafızı başka, başka oldu. Evet, böylece yeryüzü la tuhsuha ilahlarla doldu. Şimdi ilahlarla dolan yeryüzüne, bu zalimlerin nice rumuzları, kitabları, bayrakları ve dikili taşları var. Yani putları var, ilimleri var, nizamları ve askerleri var.

ELLAH’ın müminleri de, yada biz müminiz diyenleri de, bu zalimlerin gölgesinde, emrinde ve ruhsatları ile ELLAH a kulluk etme sevdası ve yarışına kapıldılar. Evet, bu yarışın neticesine gelince, bu yarış nicelerini ve nicelerimizi --LA İLAHE İLLELLAH-- demekten ve lazımını yerine getirmekten alıkoydu. Böylece bu --LA İLAHE İLLELLAH-- cümlesi süs eşyası, süs kelimesi olarak aramıza dolaşır oldu. Öyle ki, bel'amiler tarafından tefsiri de süs ve antika taşı olarak yapıldı. Oysa bu Cümle yanı --LA İLAHE İLLELLAH-- Cümlesi, nice ilâhları, nice rableri kökünden söküp hükmün, hâkimiyetin, her iş ve her sözde, bilakaydu şart ELLAH’a ait olduğunu pratik de, fiilen düşmanlarının gözlerini yerinden oynatarak ibraz ve ispat etmiştir. Evet, Muhammed Mustafa’nın ilk Dâvetine menşe olan bu cümle açık ve cesurane ortaya atıldı. Bu cümle ile tavizsiz ortaya çıkan Resulü Kibriya'ya karşı şeytan, nefis, şehvet, heva ve heves makam, rütbe, dinar, maaş, kadın ve ziynet birleşerek karşı durdular. Gayeleri düzenlerini, din'lerini, putlarını, ilahlarını muhafaza etmekti. Ve muhafaza etmek için de, batıl, şirk ve küfür olan yolları, yani din'leri yani düzenleri için on binlerce insanlara: Biz haklıyız. Savunmamız, savaşımız mukaddestir deyip peşlerine taktılar.

İşte böyle, ELLAH diye diye, namaz kıla kıla, kıldıra kıldıra ve namaz için memur atamalarla küfrettiler ve kabul ettirdiler. ELLAH’da, bu derekeye düşen mümin yaftalıların kalp ve kulaklarını kapadı. Gözlerinin üzerine: Bu göz bu dünyada açılamaz diye mührünü bastı. Basılan bu mühür, müruru zamanla kesafet kazandı, bu kesafetin altında ve idaresinde doğup büyüyen ulema kılıklılar, Dinullah'ı anlayıp idrak edemez oldular. Çünkü âlimlerin ilmi, en üst makam olan Risâletten gelecekti. Oysa Risâletten gelen kokuya tağut perde oldu. Böylece tağut, kendi düzenini Risâlet düzeni, kendi ilmini Risâlet ilmi ve kendi kokusunu Risâlet kokusu diye yutturdu.

Çünkü tağut en üst makam olan Risâlet makamını işgal ettiği için, Âlim'ler başlarını gayrı istikamete çeviremediler. Belki külfetli olduğu için çevirmediler. Böylece batılı hak diye avamınnas’a sattılar. Din adına Tağutun memuru oldular. Hem o raddeye geldiler ki, Tağutun ruhsatı ile Dinullah'ı ââli etmeye ve marufu emretmeye ve cihad etmeye yöneldiler.

Avamınnas da, dini adına bu zalimleri izledi. İzlemeye elbette mecburdular, zira halk sürüdür. Ulema da çobandır. Oysa çoban olan ulema kurt oldu. Böylece dıştan gelecek olan kurtlara gerek kalmadan iç kurtlar sürüyü parçaladı. Belki dış kurtların talimi ile bu cinayeti işlediler? Ama Evet, bu cinayeti sürüyü bekleyen çoban kılıklı kurtların işlediğine hiç şüphe yoktur.

Sürüyü parçalayıp yiyen bu zalimler, haliyle semizlendiler. Çünkü dünya malı ve makamı karşılığı sürüyü çiğ çiğ yediler. Demek, aldılar maaşları dans ettiler hanımların göbekleri üstünde hem de nasıl! Çektiler kadillak'ları, yürüdüler villalarda, yatıp uyudular teraslarda. Öyleyse ey nice ELLAH diyenler! ELLAH’ın azabına hazır olun. Evet, onlar azabullaha hazır ola dursunlar. Bizler imamımızı bulup cemaatleşmeye çalışalım. Çalışalım ki, aşağıda mealen okuyacağımız âyetin sahasına olmaktan korunalım okuyoruz.

--İnsanlardan öyleleri vardır ki, ELLAH’a ve Âhiret gününe inandık derler. Oysa onlar inanmış değillerdir.--

İmdi okuduğumuz bu âyet biz müminleri Tağutun hükümlerinden ve düzenlerinden şiddetle nehy etmesi ile beraber, o hüküm ve düzenlere birrıza tabi olup gönül verenleri tel’in ve teşhir ettirmektedir. Öyleyse kendimizi mümin bilip de ELLAH’ın katında mümin olamamızdan ELLAH’a sığınalım.  Ve ELLAH'tan gayrı olan ilâhlara itaat etmekten, Kitabullah'ın dışı olan hükümlerle hükmetmekten, o gibi hâkimlerden adalet beklemekten, ruhsatları ile ELLAH’a ibadet ve cihad etmekten sakınalım. Çünkü böylesi inanışlar ve davranışlar imanı iptal eder ve edecektir. Çünkü böylesi inanışlar ve davranışlar Tağutun düzenini, din ve İmân adına onaylamaktır. Böylece ELLAH’ın İslam dinini tağyir ve tebdil etmektir. Tağut'u rahman, razık, hafız bilmektir. Haliyle böyle bilinen tağut'u ilâh edinmektir. Yani kanun ve mevduatına uyum sağlamaktır. Kalben, kavlen, malen ve bedenen Tağuta ibadet etmektir. Çünkü ilâh olana ve ilahlığı kabul edilene ubûdiyyet, ibadet etmek farzdır. İmdi Tağuta bunca gönül verip, bunca ibadetler ettikten sonra, kendini mümin bilen insan büyük hüsran içinde olmuyor mu? Bu gibi hallerden tevbe edin diyen ELLAH Subhan'dır. O ELLAH Âlemlerin Mürşididir. Ki, tevbe etmeyenler için şöyle buyuruyor.

--ELLAH'ı da, müminleri de aldatmak isterler.  Oysa kendilerini aldatıyorlar ama farkında değiller!--

Evet, izahına çalıştığımız Bakara sûre'si Furkan'ın en uzun ve kapsamlı sûre'si dir. Bu sûre medeni olduğundan                                   --YUHADİUNELLAHE VELLEZİNE AMENU-- nazmı celili ile burada ELLAH (c.c.) münafık'lara yönelmiştir. Çünkü hicret sonu ve hicret ile Medine’i Münevvere de teşekkül eden İslam cemaati, hacmine göre hâkimiyetini eline almış idi. İslamın hâkimiyeti altına kalan yüzeysel Müminler yani Tağut'u red etmeyenler, Tağut'u red etmek için İmân etmeyenlerin dış görünümleri ve sözleri ve Namaz'a koşup cemaate katılmaları, kendilerinin samimi mümin olduklarını yansıtıyordu. Çünkü Medine'de islamın hâkimiyetinden sonra, mümin olmak ancak ve sadece Resulullah'ın getirip uyguladıklarına teslim olup İslam cemaatinin bir ferdi, bir üyesi olmak demektir.

İşte zahiren kendini samimi mümin, müslim gösterip, hakikatte Resulullah'a, tasarrufuna ve muti, müslim olan Eshabına düşman olanları yani ELLAH’a, Resulüne ve ELLAH’ın hükümlerine kalp canibinden düşman olanları ELLAH isim vermeden, aranıza böyle adi, korkak ama zahiren güvenilen, dinlenen zalimlerin olduğunu Habibine ve samimi Müminlere bu ayeti ile haber verdi. Hem Kıyâmete dek böylesi zalimleri teşhir ettirdi.

İşte bu münafıklar bu halleri ile ELLAH’ı, Resulünü ve müminleri aldatırız sandılar. Meğer kendilerini aldattılar ama farkında olamadılar. Demek ehli nifak sadece kendini aldatır. Ve bunlara tabi olanları da, yani bunları dinleyenleri de aldatırlar. Çünkü o zalimler kendilerini âlim satarlar. Onların ilmini kabul edenlere, onlar eninde sonunda Resulullah'a, Halifesine ve Kur'ân'ın hükümlerine sözü iletip çatarlar. Bu tenkitleri, iyi niyetli oldukları için yaptıklarını derler. İşte onları âlim bilip dinleyenlerde eninde sonunda onlardan olurlar, yani münafık olurlar.

İmdi beşeri düzenler de, bu âyetin muhatabı münafıklar ve münafıklık değildir. Tağutun otoritesi altında, bu âyetin muhatabı şunlardır: Mümin olduğunu söylediği halde, Tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanlardır. Çünkü bu güruh ettikleri bu amellerinin ve eylemlerinin doğru olduğuna inanmışlardır. İşte bu mümin adlılar da sadece kendilerini aldatmış olurlar. Ve aldatmışlardır. Hali ile kendilerini istikamette bilen milyonları da aldatmışlardır. Bu aldanmış zalimler ELLAH’ı kandıramayacaklarını elbette bilirler. Ama Tağutun ruhsatı ile ELLAH’a mukarin hiçbir amelin olmadığını ve olamayacağını diyenleri aldatırız zannediyorlar. Oysa bu zan, ELLAH’ı da aldatma zannına kapılmaktır. Hayır, bu zalimler ne ELLAH’ı aldata bilirler ne de Risâlet, imam ve bi’at aşkı olanları aldata bilirler. Ancak ve sadece kendilerini DİNULLAH adına bir şeyler yapıyoruz şeklinde aldatırlar ve aldatmışlardır. Çünkü bu güruh kalp canibinden hastadır.  Okuyalım:

فى قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَهُمُ اللّهُ مَرَضًا وَلَهُمْ عَذَابٌ اَليمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ (10) وَاِذَا قيلَ لَهُمْ لَاتُفْسِدُوا فِى الْاَرْضِ قَالُوا اِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ (11) اَلَا اِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلكِنْ لَايَشْعُرُونَ (12) وَاِذَا قيلَ لَهُمْ امِنُوا كَمَا امَنَ النَّاسُ قَالُوا اَنُؤْمِنُ كَمَا امَنَ السُّفَهَاءُ اَلَا اِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَاءُ وَلكِنْ لَايَعْلَمُونَ (13) وَاِذَا لَقُواالَّذينَ امَنُوا قَالُوا امَنَّا وَاِذَا خَلَوْا اِلى شَيَاطينِهِمْ قَالُوا اِنَّا مَعَكُمْ اِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُنَ (14) اَللّهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ فى طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ (15) اُولئِكَ الَّذينَ اشْتَرَوُاالضَّلَالَةَ بِالْهُدى فَمَارَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ وَمَاكَانُوا مُهْتَدينَ (16) مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِى اسْتَوْقَدَ نَارًا فَلَمَّا اَضَاءَتْ مَاحَوْلَهُ ذَهَبَ اللّهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ فى ظُلُمَاتٍ لَايُبْصِرُونَ (17) صُمٌّ بُكْمٌ عُمْىٌ فَهُمْ لَايَرْجِعُونَ (18) اَوْكَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَاءِ فيهِ ظُلُمَاتٌ وَرَعْدٌ وَبَرْقٌ يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ فى اذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَالْمَوْتِ وَاللّهُ مُحيطٌ بِالْكَافِرينَ (19) يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ اَبْصَارَهُمْ كُلَّمَا اَضَاءَ لَهُمْ مَشَوْا فيهِ وَاِذَا اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُوا وَلَوْ شَاءَ اللّهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْ اِنَّ اللّهَ عَلى كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ (20)

M E A L İ:

10-- Onların kalplerin de bir hastalık var. ELLAH’da marazlarını ziyad eyledi. Yalan söylediklerinden naaşı onlara açıklı azap vardır. 11-- Onlara yeryüzüne fesat çıkarmayın denilince, biz ancak ıslah edenleriz derler. 12-- Dikkatli olun onlar müfsidlerin tamam kendileridir. Ama anlamazlar. 13-- Onlara sizde şu Müminler gibi inanın denilince şu beyinsizlerin inandığı gibi mi inanacağız derler. Dikkatli olun asıl beyinsiz kendileridir. Ama anlamazlar. 14-- Onlar Müminlere rastlayınca bizde müminiz derler. Şeytanları ile yalnız kaldıklarında da, biz sizinle birlikteyiz derler. O müminlerle istihza ettik derler. 15-- ELLAH’da onlarla istihza eder ve azgınlık için de şaşkın şaşkın dolaştırır. 16-- Onlar hidayeti bırakıp dalaleti satın aldılar yaptıkları bu alış verişlerinden zarar ettiler. Onlar hidayete erenlerden olamadı. 17-- Onların hali bir ateş yakanın hali gibidir. O, çevredekilerini aydınlatınca, ELLAH o ateşin nurunu giderir de, zulümatın içinde kalıverirler. 18-- Onlar sağırdırlar, dilsizlerdir, kördürler artık dönmezler. 19-- Semadan boşanan yağmura tutulmuşlar gibidirler ki, o yağmurda zulümat şimşek ve gök gürültüsü vardır. Ölüm korkusundan parmaklarını kulaklarına tıkarlar. ELLAH kâfirleri şeş cihet kuşatmıştır. 20-- Az kalsın şimşek, nur gözlerini çalı verecek, onları aydınlatınca ışığında yürürler. Üzerlerine karanlık çökünce dikilip kalırlar. Şayet ELLAH dileseydi onların gözlerini, kulaklarını yok ederdi. ELLAH şüphe yok her şeye Kadir olandır.

       M E R A M I:

--Fİİ KULİBİHİM MARADUN-- Evet, kalbinden hasta olan, yani mümin olduğunu bilip de, ELLAH nezdinde mümin olmayan insanın kalbinde Risâlet, Hilafet, Halife, bi’at hususunda isyan ve inkâr hastalığı yatmaktadır. Ama Tağuta itaat etmede, ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olmada hiçbir emrazları yoktur. Bu çirkin davranışlarından dolayı ELLAH’da, batıl yolda önlerini açtı. Yani marazlarını ziyadeleştirdi. Ki, ELLAH’ın o büyük azabını istekleriyle almış olsunlar. Zira ELLAH’ın o büyük azabı ancak, Tağutun ruhsatı ile ELLAH’a yönelenler içindir; yahudi ve nasaralara yönelenler içindir. Böylece dini İslama hizmet ediyor olduğuna inananlar içindir. İşte bunlar ELLAH’ı, Resulünü ve Halifesini inkâr edip Yahudi ve Nasaraları ve düzenlerini ikrar edenlerden olmuşlardır. Ve valileri olan Tağuta asker olmuşlardır.

Bu zalimlere siz, yeryüzünü ifsad ediyorsunuz yani siz ELLAH’ın dini İslamının yerini, rengini ve şeklini bozuyorsunuz ve Dinullah'ı ilga ettiniz Teşriiullah’ı lağvetmekle insanları birbirine kırdırıyorsunuz, denilince derler: Hayır, biz ancak sulh ve ıslah ediyoruz. Ne var ki, insanlar azgınlaştı. Oysa inkâr, zulüm ve fesat yolundalar. Çünkü yahudi ve nasaraların yolunda, emrinde olan Tağuta memur olmuşlar. Yahudi ve nasaraların izlerini hüve-hüvesine takip etmelerine rağmen yeryüzünün müslihi, idare ettiklerinin mürşidi olduğuna inanandan daha ahmak kim olabilir?

Nitekim ELLAH (c.c.) Elaaa nidası ile bu ahmak zalimlere işaret ederek: İşte yeryüzünü ifsad eden onlardır buyurmaktadır. Evet, insanları birbirine katıp kırdıran bunlardır. Ama kendileri ve avaneleri bunu şuur edemeyip ehli sulh olduklarını derler.

Nitekim kendilerinin ehli fesat olduklarını bilemediklerinden olacak ki, kendilerine: Siz ELLAH’a Resuller gibi ve Resulullah'a Ensar ve Muhacir'ler gibi İmân edin denilince Hayır, biz o idraksizler gibi İmân etmeyiz derler. Yani ey Müminler artık Halifeyi Resule, bi’ata, teşriiullaha dönelim denilince, haliyle Tağuta olan itaati ve memuriyeti geri almak gündeme geleceğinden dolayı derler: Hayır, o dedikleriniz irticadır. Oysa biz geri dönmeyiz. Geri dönenler gibi ve geri dönmeyi söyleyen bu meramların sahibi gibi aptal olamayız derler. Oysa --ESSÜFEHA-- sefihlerin ve aptalların tamam kendileri bu zalimlerdir. Ama kendileri, kendilerinin rezil ve sefih olduklarını bilmezler.

Zaten bilemediklerinden olacak ki, her fırsatta mümin olduklarını empoze ederler. İmanlarını empoze ettikleri Müminlerin yanından ayrılıp Tağutun Âlimi, Âbidi, Şeyhi, Mücahidi ve Talebesi olanların yanlarına vardıklarında, onları bağırlarına basarak derler: Hayır, biz onlarla eğlendik biz sizinle beraberiz. İmdi böyle demeseler bile öylesi zalimlerin yanlarında huzur bulanlar böyle diyenlerden olur. Çünkü kalb inandığı fikrin, sevdiği işin revaçta olduğu yerde huzur bulur. Öyleyse bu temel espriye göre mümin bi’at etmiş olduğu imamın düşmanları ile dost olamaz. Dost olduğu an, biz o müminlerle yani o imam ile istihza ettik diyenlerden olur. Evet, yine bu temel kaideye göre, Tağuta itaat etmek ve memuru olmak ve ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Talebe ve Mürid olmak ELLAH ile Resulü ile ve Eshabı Resul ile ve tüm müminlerle istihza etmek olur.

Çünkü ELLAH’da böylesi müstehzicilerle istihza etmektedir. Nasıl mı? Şöyle: ELLAH bunlara mühlet vermekle batıl yollarında kendilerine yardım etmekle istihza eder. Yani yanlış yolda olmadıklarını zalimlerden saklayarak, zatı kibriyasına ve Habibi Muhammed Mustafa’sına isyan ettirir. Yapmış oldukları isyanları onlara ibadet, itaat, ilim, hikmet gösterir. Böylece bu zalimler, kendilerini ehli tevhid, ehli İmân, ehli itaat ve ehli din bilirler. İhlâsta zirveye oynadıklarını bilirler ve bildirmek için dillerini eğer, bükerler.        

Böylece müminlerle istihza ederlerken ELLAH’ın istihzasına bu şekilde yakalanırlar. Çünkü hakkı verip batılı, ELLAH’ı ve Resulünü yani Halifesini bırakıp tağut'u satın almışlardır. Ama tuğyan etmiş olduklarını ve Tağutu ilâh, rab, razık ve hafız edinmiş olduklarını şimdi anlamayabilirler. Ama pek yakında zalim, cahil, müşrik olduklarını ikrar edeceklerdir. Ne var ki, o demde elde bir tedavi şekli olmaz. Öyleyse bu çirkin alış verişten hemen şimdi sakınalım ki, mümin olarak ölebilelim...

Hemen şimdi imanımıza sahip çıkmasak, ateş yakarak etrafını aydınlatan ve aydınlıktan istifade edileceği bir zamanda, elleri ile yaktığı ateşi söndüren, böylece zulümatın içine gömülen insanlardan oluruz. Haliyle zemheride aç ve çıplak kalırız. Ateş yakmamız için bizlere gönderilen yanacak şeyleri, ellerimizle, ona ihtiyacımız olduğu için yaktıktan sonra ve ateşin yanmasıyla huzura kavuştuktan sonra o ateşi yine ellerimizle niye söndüreceğiz? Ve niye söndürdük? Her halde şunun için söndürdük: ELLAH’a daha yakın olmak için. Ne var ki, daha yakın olmak için yaptıklarımız bidat oldukları için, ELLAH’da bizlere şirki tevhid, küfrü İmân, isyanı itaat gösterdi. Öyle ya kendisine uyulsun diye gönderdiği Resulü ve Şeriatı bırakmışız. Öyle ki yahudi ve nasaraların bozmaları olan Tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olmaya yönelmişiz. Böylece Evet, ELLAH’ın, Resulünün ve Eshabı kiramın fiilen yakmış oldukları ateşi yani İslam dinini söndürdük.

Şimdi ise, yani ateşi söndürdükten sonra körlerden, sağırlardan ve dilsizlerden olduk. Ateş sönünce, etrafı göremez olduk. Etraf görünmeyince, etrafta olanlar etrafı görünen yerlere gittiler.

Haliyle gidenler sesleri ile gittiği için ses de işitemiyoruz. Ses işitmeyince ses de veremiyoruz. Herhalde dilimizi yutmuşuz. Bu çıkmaz yolda, yani bu karanlık yolda, uzun mesafeler aldığımız için, geri dönmemiz mümkün değildir. Yani tağut'u inkâr edip ELLAH’a İmân edeceğimiz pek mümkün gözükmüyor. Herkes, içinde bulunduğu karanlık yolda, körler, sağırlar ve dilsizler gibi bir şeyler ediyor ve bir şeyler ediyorlar.

İmdi tağut'tan yana ilmini, dilini, nakdini, nutkunu ve mesaisini harcayan bu insanlar, şimdi okuyacağımız temsile bakılınca, kâfir oldukları gözükmekte. Ve etraflarının ELLAH tarafından şeş cihet kuşatılmış olduğu anlaşılmakta. Çünkü bu zalimlerin meseli: Gökten boşanan yağmurun içine yakalananların meseli gibidir. Yağmurda şimşek, gürültü ve karanlık vardır. Öte yandan her canlının müstefid olduğu bir nimet vardır o yağmurda. Öyle ise gürültü, şimşek ve karanlığın bıraktığı yağmurun, kıymetini bilmeyen kâfirler, bu halden hoşlanmazlar. Öyle ki, sanki parmaklarıyla kulaklarını tıkarlar. Duymayalım, görmeyelim, sele, yıldırıma kapılmayalım diye... Yani imanlarını, imansızlara şirin, ilerici, aydın gözükmeleri için gizlerler. İmanlarından utanan bu zalimleri ve yetim Muhammed’e tabi olmayı kendine zül gören bu zalimleri ELLAH çepeçevre kuşatmıştır. Nitekim bu zalimler surlar içinde kuş tüyü yatakların da olsalar bile ELLAH canlarını alacaktır. Haliyle teşriisi ile hesaba çekecektir.

Her şeyi muhit olan ELLAH, bu zalim kâfirlerin, münafıkların canlarını alacağına bir delil olsun için Risâlet Dâvetini yani zatından başka İlâh olmadığını, şimşek gözü kamaştırdığı gibi gözlerine bu Kur'ân mucizesi ile sokmaktadır. Ama gözümüz kör olmasın diye yani gayrı müslimler ayıplamasın diye işi hafife alırlar. Öte yandan şimşeğin nuru ile yol alırlar. Yani ELLAH’ın dininden, kitabından ve Resulünden istifade ederler. Öyleyse ELLAH’a Hamd olsun ki, o Resul ve kitab göndermeseydi insanlık dikilip kalacaktı. Nerede olduğunu da bilemeyecekti. Demek ELLAH dileseydi münkirleri ve ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olanların kulaklarını tıkayıp gözlerini kör ederdi. ELLAH (c.c) külli şeylere Kadir değil midir? Yoksa...

V E İ Z A H I:

İmdi onuncu âyette zikredilen kalp hastalığı kan’ı deveran edememe hastalığı değildir. Lâkin kan’ı pompalayan kalp ile beslenen akıl ve iradeyi ELLAH’ın, Resulünün, Halifesinin ve islamın aleyhinde kullanma hastalığıdır. Tağut'u sevme ve itaat etme hastalığıdır. Sön sözün ELLAH’a ve Resulüne olmasını ret etme hastalığıdır. Böylece Tağuta ve gayrı müslimlere söz verip dinleme hastalığıdır. Bu kalp hastalığının üssül esasını ancak ELLAH bilir. Ama bizler şöylesine tasvir edebiliriz: İmanın emri olan namazı kılarsın ve insanların önünde Âlim, Âbid, Şeyh ve Mücahid olursun ve bilinirsin. Ama Tağutun emri altına hükümet edersin, böylesi zalimlerin memuru olursun. Haliyle yahudi ve nasaraların düzen ve hükümlerine islami bir libas giydirirsin. Evet, böylesi yanlış ve yanıltıcı yolda olmana rağmen avam olan Müminler seni âlim, şeyhül ekber ve Mücahid bilirler. İşte böylesi olurlar ve olgular, İslam düzeninde nifak tır. Ama tağuti düzen de ihlâs ve hizmettir. Çünkü Tağutun düzenini hak ve haktan göstermiş oluyorsun.

Öyleyse ehli küfür, yaptıklarını bilerek yaparlar. Zira yolları net ve açıktır. Ama münafık ve müşrikler imanı yani ihlâs ve tevhidi üssül esası üzere bilmedikleri için sözleri, amelleri yani din'leri karışık ve ikili olur. Böylece doğru olan sözleri ve amelleri kabule mazhar olmaz. Çünkü ELLAH şirkin ve nifakın zerresini kabul etmezde ondan. İmdi imansızlar ve imanlarını ihlâsa erdiremeyen münafık ve müşrikler yeryüzünü ifsad eden zalimlerdir. Bu vesile ile ELLAH’ın anarşi kullarıdırlar. Okuyoruz:

--Onlara yeryüzüne fesat çıkarmayın denilince biz ancak müslihleriz derler-- Evet, yeryüzünü ifsat edenlerin yani ELLAH’ın hükümleriyle hükmetmeyenlerin ve bu zalimlerin ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olanların meslek ve meşrepleri ne olursa olsun, kendilerini ehli ıslah bilirler ve derler. Oysa ELLAH insanların sulhunu Resullerle sağlamıştır. Öyleyse hiç şüphe yok Resulullah'a ve Halifesine ve Teşriiullaha uymadan insanları sulh etmek mümkün değildir. İnsanları kim ve kimler, gayrı ad ve usullerle ıslah etmeye kalkarsa şüphe yok sulhu bozar ve fesadı yayar. Öyleyse biz Müminler olarak, ıslah adına ifsad eden bu zalimlere mi inanalım, yoksa bu zalimleri pis meniden yaratan ELLAH’a mı inanalım? ELLAH’a inanalım diyenler onu dinlesin: --Dikkatli olun. Onlar müfsitlerin tamam kendileridir ama anlamazlar.-- Niye anlamaz bu zalimler? Cahil olduklarını bilmedikleri için anlamazlar. Böylece ifsatlarını sulh bildikleri için anlamazlar. Öyleyse bizler mümin olarak bu zalimlerin ardından mı gitmeliyiz? Ve peşlerinden gidenlerin ruhsatı ile mi Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olmalıyız? Dünya ve âhiret işlerimize yahudi bozması olan bu zalimler mi fetvacı olacak?

ELLAH ve Resulünün izinde, Risâletin yolunda, kendimize imam bulup bi’at tahtında ona itaat etmek suretiyle aramızı sulh etmeye çalışmayacak mıyız?  Ehli fesat olan zalimleri imam ittihaz edenlerin İmân ve amelleri iptal olmaz mı yoksa? Öyleyse üç kişi de isek hemen cemaatimizi kuralım. Bunu yapmaz isek, Tağutun şemsiyesi altında, ruhsatı ile yaptıklarımızla İmân iddiasında bulunmayalım! Evet, ELLAH aşkına bulunmayalım! Çünkü niyet, söz ve amellerimiz Resulullah'ın ve Eshabının yoluna uymasa, imanımız sabun köpüğü gibi sönmeye mahkumdur. Bu ifadelerden anlamayanların imanı çoktan sönmüş olsa gerek. Tağutun suyuna katılarak bi su haline gelmiş olsa gerek. Herhalde aynı kıvama geldiler ki, ELLAH’ın: Mümin bu ve böyle olur diye tasvir ettiklerini kabul etmiyorlar, sevmiyorlar. İşte ilâhı ferman: --onlara sizde Müminlerin inandığı gibi inanın denilince, şu beyinsizler gibimi inanacağız derler? Dikkatli olun asıl beyinsiz kendileridir ama bilmezler.--

İmdi bu Mübârek âyetin feyiz ve bereketi ile biz acizler ELLAH’a sığınarak yüklenmiş olduğumuz karşı kişi, kurum ve kuruluşlar, şüphe yok onlar da, bu ayeti okuyup her birerleri, kendilerini, Kamil Mümin bilerek, karşı tarafa: Bizim gibi inanın sözünü alenen yada ima ile der. Kendileri gibi inanmayanlar için, o beyinsizler anlamaz deyip böylece her hizip tutmuş olduğu yolu ile ferahyab olur. Nitekim mezhepler kavgası, akideler kavgası, tarikatlar kavgası, partiler kavgası hep bizim gibi inanın mecrasında yürümüştür. Gelmeyenler için, onlar beyinsizlerdir deyip yollarına devam etmişlerdir.

Bu kurallaşmış kurala göre bizim dışımıza olan din yaftalılar, İmân yaftalılar biz acizlere beyinsiz diyeceklerdir. Ama bizler hicri on beşinci asrı idrak eden Müminler olarak bu gün Halifetullah siz ve halife’i resulsüz olarak yaşamaktayız. Böylece hali ile Tağuta bi’atlı olarak yaşamaktayız. Bunun için imanın ve islamın muharrik bir güç olmadığını söylemekteyiz. Bu nedenle mümin olduğunu diyene imamını bul, bi’atını yap söylemekteyiz. Bunun dışında kimseye bizim gibi inan ve tarikatını bırak, mezhebini bırak ve Hayır, namına yapmakta olduğu işleri bırak demiyoruz. Öyleyse bize beyinsiz diyen ve diyecek olanlar asıl beyinsiz olanlardır. Çünkü bizler, Ensar ve Muhacirlerin yoluna, inancına, ameline ve bey’atına dâvet ediyoruz. Yoksa böyle bir cemaat yeryüzünde varda ben mi bilmiyorum? Öyleyse özür dileyerek beyinsiz olduğumu kabul ederim.

Demek müfsit, müşrik ve münafık reisler ve bu reislerin teftişleri altına ruhsatı ile ELLAH’a ibadet, kulluk ettiğine inanan mümin bozmaları ELLAH’ın mümin dediklerini beyinsiz telakki etmektedirler. İmdi onlar bu müminleri beyinsiz telakki etmelerine rağmen, bunlar o beyinlilere ayak uydurmayı imanlarına mahsup etmişlerdir. Demek hakikaten bu Müminler beyinsizmiş? Öyle beyinsiz ki, o beyinlilerin yapacakları kanunlarla İslama ve Müminlere hürriyet versinler demekteler.

Demek bu Müminler hakikaten beyinsizmiş? Ey beyinsizler! Size beyinsiz diyenlerin, beyinleri altına dinullahı ââli, sünneti resulü yaşayıp yaşatacaksınız öylemi? Onlara yemin verip memur olacaksınız. Ama hilali rü’yet edemeyeceksiniz. Da, onların ruhsatı ile yaptıklarınızla mücahidi, azamlığınızı, şeyhül ekberliğinizi davul, zurna ile ilan edeceksiniz? Öyle mi? Hayır, Siz ey beyinsizler! Beyinsiz olmayıp cemaati islamınızı kurabilseydiniz bu takdirde o beyinlilerin birçoğu, İslam cemaatinin fertlerine tesadüf ettiklerinde, şöyle demek zorunda kalırlardı:

--Onlar Müminlere rastlayınca bizde İmân ehliyiz derler. Şeytanları ile yalnız kaldıklarında, biz sizinle beraberiz onlarla istihza ettik derler-- Evet, Zira islam cemaatinin varlığı müşrik, münafık ve fasıkları böyle takla attırır işte... Ne var ki, bu zalimlere ELLAH (c.c.) şu cevabı verir. --ELLAH’da onlarla istihza eder. Azgınlıklarında şaşkın şaşkın dolaştırır-- yani bir oyana, bir buyana koşturur. Bazen ümit var eder. Böylece kararsız ve tutarsız kalıverirler. İmdi bu mecrada dikkatimizi celbeden --ONLAR-- zamiri, bu zamir ile şüphesiz işaretlenenler yahudi ve nasaralardır. Yani ilk Dâvete icabet etmeyenlerdir. Saniyen İmân edip de, hicret etmeyenlerdir. Yani islam cemaatini teşkil etmeyenlerdir. İşte bu zalimler inkâren ve nifaken onlardır. Yani islamın çerçevesinin dışında olanlardır. Öyleyse bir yerde onların olması --BUNLARIN-- olmasından ileri geliyor. Demek bunlar olmasa onlar olmaz olur. Onları onlar eden bunlar kimlerdir?

İlk Dâvete --LEBBEYK-- deyip Resulullah'a teslim olanlardır. Saniyen hicret yolu ile cemaatleşenlerdir. Böylece onlar ve bunlar tasviri ile iki cemaat kendini gösterdi. Bu iki cemaatin amiri, kitabı, inancı ve ameli ve düzeni Evet, her şeyi başkadır. Evet, her şeyi ayrı olan bu cemaatler elbette ki çatışırlar gayrı. Ama bir şemsiyenin altında olursa her şeyi başka olan bu iki cemaatin, ayrı olması gündemden çıkar. Öyleyse uzatmaya lüzum yok, bu âyetlerin derununda, müminleri onlardan ayırmak yatmaktadır. Çünkü gün gece ile birleşmediği gibi İmân ile küfür birleşemez. Ama islamın hâkimiyeti altına kalan kâfirlere islamın tanıdığı haklar en geniş olarak tanınır.

Lâkin günümüzde yeminli olan bel’amlar, ELLAH nezdinde zimmî olmaktan gayrı bir muameleye tabi tutulmayan hâkimlerin şemsiyesi altına, bu ayetlerle müminleri vahdete, itaate yani Tağutun düzenini sağlamaya, sağlamlaştırmaya fetva ismi ile çalışmaktalar. Ne var ki, arzuları tahakkuk etmiyor. Çünkü ortada vahdete müheyya iki ilâh vardır. Bu ilâhların biri âlemlerin rabbi olan ELLAH’tır. İkincisi ise: Laiklik sloganı ile yahudi ve nasaralardır ve bunların bozması olan tağut'tur. Öyleyse ikinci ilâh olan bu zalimler şayet idareyi eline almışlarsa, bunların şemsiyesi altında vahdet imanın sükûtu dur. Müminlerin mürted oluşudur. Öyleyse böylesi mürtedleri namaza, hacca, zekâta ve dolayısıyla imana yani Tağutun hükümleri altında imana dâvet etmenin manasını bilen varsa söylesin. Madem böylesi Dâvetlerin islam nokta’ı nazarından bir anlamı yok, öyleyse laik olan toplumda, yani küfrün iktidar olduğu yerde, mümin kalmışsa mutlaka bir imama bi’at etmelidir. Böylece rüya misali devletlerini kurmalıdırlar. Çünkü böyle ettikleri takdirde Cum'a, cenaze, bayram ve sıra cemaatlerini eda edebilirler. Nikâhı ve talâk’ı hükme bağlayabilirler. Miraslarına, kısaslarına kulak asabilirler. Zekât, fitre toplayıp yerlerine, sahiplerine ita edebilirler. Çünkü İmân ve emrettiği mükellefiyetler bunlardır. Ama böyle edemeyenlerden ne onlar kalır ne bunlar. Ancak böyle edebilenler olursa, onlar olur onlar. Öyleyse biz, biz olarak onların hakkında gelen ayeti okuyalım: --Onlar hidayeti bırakıp dalaleti satın aldılar yaptıkları bu alış verişleri kendilerine bir kar sağlamadı. Onlar hidayete erenlerden değildirler.-- İmdi hidayette olmayanlar, şüphesiz ilk Dâveti ret eden yahudi ve nasaralardır. Saniyen o zalimlerin bozması olan Tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanlardır. İşte bunlar hidayeti verip dalaleti satın alanlardır. Böylece en büyük zarara uğrayanlar da bunlardır. İmdi bu zevatın hakkında böylesi hükümler vermek belki onlara ağır gelir. Öyleyse bu zevatın hakkında Rabbulalemin olan ELLAH’ın verdiği temsillere kulak verelim: --Onların hali bir ateş yakanın hali gibidir. O, ateş çevreyi aydınlatınca, ELLAH o ateşin nurunu giderirde onlar zulümata gömülüp kalırlar.-- 

İmdi zulümata gömülüp kalanlar, hiç şüphe yok kendi gözlerini kör ediyorlar ve kulaklarını tıkıyorlar. Böylece çevreyi ne görebiliyorlar, ne de çevreden bir ses duyabiliyorlar. İşte bu üç zümre olan kâfirlerin, müşriklerin, münafıkların halini ELLAH şu ayeti ile Beyân ediyor: --Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler artık dönmezler.-- Elbette dönmezler çünkü dönemezler. Çünkü ilâhları tek değildir. Ve imanda ihlâsları yoktur. Yani müşrik ve münafıktırlar. Şirk ve nifak yolu ile kulak ve göz yok oldu. Daha imana, İhlâsa ve tevhide nasıl dönsünler? Dönemezler. Zira bu âyette sahrada yanan ateşten kinaye: İnsanın gözü, kulağı, dili, kalbi, aklı, irade ve hürriyetidir. Ki, insan onlarla insandır. İnsan kâinatı bu cevherlerle itaatine ve tasarrufuna alıyor. Öyleyse bu cevherleri insan Risâletin emrine, hizmetine verirse, insanın izzeti, kuvveti ve nuru artar. Buna kıyasla bu cevherleri Tağuta harç edenlerinde, zilleti, zulmeti ziyadeleşir. Ve göz, kulak olmadığı için dönemezler. Dönmeyen ve dönemeyen bu sürülerin hallerini Rabbimiz şöyle tasvir etti:

--Gökten yağan yağmura tutulmuş gibidirler ki, o yağmurda zulümat, gürültü ve şimşek vardır. Ölüm korkusundan parmaklarını kulaklarına tıkarlar. ELLAH kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır. İmdi sekizinci âyetin ifadesinde: İnsanlardan öyleleri vardır ki, ELLAH’a ve âhiret gününe inandık derler. Oysa onlar mümin değillerdir.-- Evet, bu âyetten yirminci ayete dek olan on üç âyet münafıkların hallerini yani kalbi marazlarını Beyândır. Böylece Risâlet düzeninin salahına ihtardır. Çünkü islam düzeni, nasıl ki insan ruh ve beden ile insansa, düzeni islamda, zahiri ile batını ile İslam'dır. Bu düzene nifak emrazı karışırsa, akide ve ameller yok olur. Böylece islam düzeni de tağutiliğe kalb olur gider. Hal böyle olmasına rağmen biz bu yazılarda, nifak hususuna ağırlık vermedik. Çünkü içinde bulunduğumuz laik düzende nifak hali yoktur. Çünkü bu düzen, islamın Mekke dönemidir. Mekke döneminde münafık yoktur. Sadece tevhid kelimesini, Muhammed’in Risâletini kabul ederek, kabul eden ve etmeyenler vardır. Öyleyse içinde olduğumuz bu laik düzende nifak ve münafık yoktur. Bur da amentünün dostlarına dost, düşmanlarına düşman olan Müminler vardır. Yada amentü ye direk inanmayan kâfirler vardır. Artı hem amentüye, hem amentünün düşmanı olan Tağuta ve laikliğe inanan, seven müşrikler de vardır.

Yani laik düzenlerde iki insan tipi vardır. Üçüncüsünün olabilmesi için: Düzen islam olmalıdır; imam Halife’i Resul olmalıdır. Temel yasa, Kur'ân olmalıdır. Bu üç şey böyle yerine gelirse, bu üç şeye kavlen, kalben ve amelen ihlâs ile teslim olmayanlar münafık olacaktır. Teslim olanlar da ihlâs ve takvaları değerince mümin ve müslim olacaklardır.            

İmdi bu Beyâna göre, laik tağuti düzenlerde münafık olmadığı gibi Müslüman’da olmaz. Zira toprak olmadığı yerde ağaç olmadığı gibi, islamın yani Halife’i Resulün hâkim olmadığı yerde de Müslüman olmaz. Ancak bu yerlerde islama talip Müminler olur. İslama talip olmak başka şeydir, islam olmak başka şeydir. Örneğin: Hasta olacağım demekle, hasta olmak hali bir olamaz. Çünkü hasta olacağım diyen hasta olmayabilir. Ama hasta olan hastadır ve hasta olmuştur. Öyleyse Tağutun ruhsatı ile Müslüman olanların islamı daha başka bir şeydir; Cihadı da başka bir cihattır. Bunlar ne cihattır ne İslam'dır. Sadece hevesten neş’et eden bir gelenektir. Dostlar alış verişte görsünler, yada dünya malını temindir.

Ha Evet, laik tağuti düzenler de, var olan Müminlerin islamına gelince misalleri şudur: Eline bir meyve fidanı olan kişiye: O ne fidanıdır diye sorulsa ve elmadır dese, bizde ona: Madem Elmadır niye yemiyorsun onu desek, Yada ver onu biz yiyelim desek acaba o, yada biz elma yiyenlerden olabilir miyiz? Elma yiyebilmemiz için o fidan toprağa dikilmeli, tekniğine uygun bakımı yapılmalı. Badehu yenilen elmayı verebilsin. İşte tağuti düzenlerde var olan Müminlerin taşımış olduğu Müslüman ismi tıpkı elma fidanının, elma ismini taşıdığı gibidir. Öyleyse elma fidanı toprağa dikilmeden insanların yediği ve aradığı elmayı veremeyeceğine göre mümin olan kişi de, imandan sonra Halife’i Resule bi’at verip teslim olmalıdır. Bu hal islam olmak için ilk ve son haldır. Bu birinci şarttır. Bu birinci şarta ikinci şart eklemek abestir. Çünkü bu şart olmadan diğer şartlar Müslüman olmak için yeterli ve geçerli değillerdir. Bundan dolayıdır ki, izah ve meramlarımız bu istikamette seyrediyor.

İmdi gökten boşalan yağmura tutulan karanlıkta kalıp, gürültü ve şimşekten korktuğu için parmakları ile kulaklarını tıkayan kâfirlerin, yani münafık ve müşriklerin çepeçevre ELLAH tarafından kuşatılmış olduklarına gelince deriz: Her nimetin kendine ölçü bir külfeti olduğu gibi, islam cemaatinin da kendine ölçü külfeti vardır. Bu âyette, islam dininin kendine ölçü bir külfeti olduğuna işaret etmektedir şöyle ki: İmanı olmayanın ve imanı olup da ihlâsı olmayanın yani imamı ve bi’atı olmayanın durumu: Ya inkârdır, ya nifaktır, yada şirktir. Bu üç halden birini üzerine hal edinen insan üçünü birden hal edinmiş olur. İşte bu insan elbette ki, islamın dehşet ifade eden gürültü ve şimşeğinden korkuya kapılacaktır. Ve elbette ki, parmağını kulağına tıkayacaktır. Çünkü münafık, sallanan yaprağı kendi aleyhine sallanmış telakki eder. Oysa gürültü ve şimşeğin fazla oluşu rahmetin fazla olacağına delildir. Rahmetin fazla oluşu da, toprağı işlenir hale getirir ve pislikleri temizlemeye vesile olur. Bazen heyelanlar olup bazı insanlar sele kapılsa da bu böyledir. Öyleyse istikbali karanlık görme suretiyle ölümden ve açlıktan korkmayalım. Korkarsak cihadı terk ederek Tağuta kul oluruz. Tağuta kul olmamamız için kâfiri de, mümini de, ELLAH’ın kuşattığını bilelim hem de şeşcihed kuşatmış olduğunu bilelim. Çünkü ELLAH: Biz ışığı alınca dikilip kalırlar ve bir adım atamazlar buyurmasıyla şu rahmeti uzmasına işaret etmektedir: ELLAH günü alsa ve hep gece olsa, havayı yukarı çekse, sularını tutsa insanlar yaşayıp fezaya tur atabilirler mi acaba? Öyleyse bu insanlar islamdan, Resulullah’tan, Şeriatullah’tan, Halife’i Resulullah’tan, imamdan ve bi’atten niye korkarlar? Az kalsın ışık gözlerini kapı verecek, onları aydınlatınca ışığında yürürler. Üzerlerine karanlık çökünce dikilip kalırlar. Şayet ELLAH dileseydi onların göz ve kulaklarını yok ederdi. Şüphe yok ELLAH külli şeylere kadir olandır.  Yani ELLAH islamdan, Risâletten, Şeriatullah'tan, Halife’i Resulden ve bi’at tan tiksinen kâfir, müşrik ve münafıklardan kalp, kulak, göz, hürriyet, akıl ve irade nimetlerini almıyor. Paralelinde olan ışık, su, hava ve toprak nimetlerini almıyor. Çünkü ELLAH bunlardan birini alacak olsa insanlık dikilip kalacaktı. Öyleyse Resulullah'a, Şeriatullah'a ve Halife’i Resulullah'a, imama ve bi’at cemaatine bir an önce dönelim ve dönüle... Çünkü Dâvetullah ve Dâveti Resulullah göz, kulak, kalp, ışık, su yani yağmur, hava, toprak ve ateş gibidir. Evet, böyledirler ki, kâfirler küfrünü müşrikler şirkini ve münafıklar emrazlarını ELLAH’ın nimetlerini istimalen yürütmekteler. Oysa ışık olmasa yani güneş, hava, toprak olmasa ve bunların paralelinde Resulullah ve Kur'ân olmasa insanlık dikilip kalacak. Hayır, insanlık ölecek. Demek islam düşmanlarının yollarını, münafık ve müşriklerin yollarını aydınlatan, Risâlet ve İslam'dır. Hateminnebi olan Resulullah dünya ve âhiret'in nuru ve imamıdır. Paralelinde olan bu Kur'ân'dır dünya ve âhiret'in ışığı ve nuru.

Öyleyse gayrı müslimler bu son Din’e ve Resulullah'a İmân etsin ve öyleyse İmân eden müminlerde Risâlet'e dönsün yani islama Şeriatullah'a dönsünler ki, ELLAH’a itaat ve ibadet edebilsinler. İnanmayanlara âyetin metnini okumak suretiyle ders vermeye biiznillah devam edelim. Okuyalım:

يَا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذى خَلَقَكُمْ وَالَّذينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ (21) اَلَّذى جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَخْرَجَ بِه مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ فَلَا تَجْعَلُوا لِلّهِ اَنْدَادًا وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ (22) وَاِنْ كُنْتُمْ فى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلى عَبْدِنَا فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِه وَادْعُوا شُهَدَاءَ كُمْ مِنْ دُونِ اللّهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقينَ (23) فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ الَّتى وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ اُعِدَّتْ لِلْكَافِرينَ (24) وَبَشِّرِ الَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُواالصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرى مِنْ تَحْتِهَاالْاَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هذَاالَّذى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِه مُتَشَابِهًا وَلَهُمْ فيهَا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ فيهَا خَالِدُونَ (25) اِنَّ اللّهَ لَايَسْتَحْي اَنْ يَضْرِبَ مَثَلًا مَابَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا فَاَمَّا الَّذينَ امَنُوا فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ وَاَمَّا الَّذينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَا اَرَادَ اللّهُ بِهذَا مَثَلًا يُضِلُّ بِه كَثيرًا وَيَهْدى بِه كَثيرًا وَمَايُضِلُّ بِه اِلَّاالْفَاسِقينَ (26) اَلَّذينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّهِ مِنْ بَعْدِ ميثَاقِه وَيَقْطَعُونَ مَا اَمَرَ اللّهُ بِه اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِى الْاَرْضِ اُولئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ (27) كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللّهِ وَكُنْتُمْ اَمْوَاتًا فَاَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُميتُكُمْ ثُمَّ يُحْييكُمْ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (28) هُوَالَّذى خَلَقَ لَكُمْ مَا فِى الْاَرْضِ جَميعًا ثُمَّ اسْتَوى اِلَى السَّمَاءِ فَسَوّيهُنَّ سَبْعَ سَموَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَليمٌ (29)

M E A L İ:

21-- Ey insanlar! Sizi ve öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki,  muttakilerden olasınız. 22-- O, yeryüzünü size döşek, gökleri de tavan olarak bina yapmıştır. Ve gökten su indirmiştir. O su ile size meyve ve nebatlar sizin için meydana getirmiştir. Onlarla Merzûk olursunuz. Sakın benim vahdaniyetime şüphe edip de, eşler, ortaklar bulmaya kalkmayın! 23-- Kulumuza parça, parça gönderdiğimizden şayet şüphe ediyorsanız, haydi sizde onun benzeri bir sûre getirin. Hem ELLAH'tan gayrı tüm güven duyduklarınızı da çağırın. Da, bu süreye nazire bir süre yapın. Şayet sadıklardansanız. 24-- Ama bunu yapamazsınız ve hiçbir zamanda yapamayacaksınız. Öyleyse o ateşten sakının ki, onun yakıtı insanlarla taşladır. O ateş kâfirler için hazırlanmıştır. 25-- İmân edip Sâlih amel işleyenlere müjdele. Altlarından ırmaklar akan cennetler onlarındır. Kendilerine ne zaman bir rızık uzatılırsa, bu evvelce de rızıklandığımızdı derler. Onlar için o cennette temiz zevcelerde vardır. Hem o Müminler bu yerde ebedi kalıcıdırlar. 26-- Şüphe yok ELLAH sivrisineği ve onun fevkinde olanı misal vermekten çekinmez. Müminler, verilen misalin Rablerinden bir hak olduğunu bilirler. Kâfirler ise: ELLAH bu misal ile neyi murad etti derler? ELLAH o misal ile birçoğunu şaşırtır. Birçoğunu da hidayete erdirir. ELLAH bununla fasıklardan başkasını şaşırtmaz. 27-- ELLAH’ın ahdini tekit ettikten sonra onu bozanlar, birleştirilmesini emrettiği şeyi kesenler, yeryüzün de fesad çıkaranlar hüsrana uğrayanların tamam kendileridir. 28-- Nasıl oluyor da siz ELLAH’ı inkâr ediyorsunuz? Oysa siz ölülerdiniz de ELLAH sizi diriltti. Sonra sizi öldürür ve diriltir en sonunda ELLAH’a döndürüleceksiniz. 29-- Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan, sonra semayı yedi gök olarak tesviye eden, yükselten odur. O her şeyi hakkıyla bilendir. Amenna ve seddekna.

 

M E R A M I:

Ey yahudi ve nasaralar ve daha başka gayrı din mensubu olanlar! İmân edin! İmân eden ey Müminler! Rabbulalemin olan ELLAH’a itaati beraberinde taşıyan ibadet edin. Rabbimize ibadet edebilmek için Tağuta ve hükümlerine isyan edin. Böylece Halife’i Resule dönüp teslim olun. Çünkü günümüzün bu insanları, bu günden önce geçip giden ümmetlerin yerine getirilmiştir. Öyleyse ELLAH’ı ve Resulünü zinhar inkâr etmeyelim. Yani Tağuta ve hükümlerine uymayalım ki, ELLAH’ı ve Resulünü inkâr edenlerden olmayalım. Yahudi ve nasaralara ve hükümlerine uymayalım ki, ELLAH’ı ve teşriisini inkâr edenlerden olmayalım.

Evet, Risâleti inkâr etmekten ve münkirlerine uymaktan sakınalım ki, bizim için yeryüzünü bir döşek yapan ELLAH’a asi ve münkir olmayalım. Çünkü o, semaları da üzerimize tavan yapandır. Bizim için su indirendir. O su ile meyveler, bitkiler ve nebatlar verendir. Ki, işte bizler onlardan rızıklanıyoruz. Öyleyse o Razıkımızın Resulüne ve Halifesine, ELLAH’ tan gayrı ilâh edinmemek için teslim olalım. Böyle etmek için önceden yahudileri ve nasaraları, Tağutları inkâr edelim. Çünkü tağut'u inkâr, İmân ve islam ile atbaşı olarak vaciptir. Zira tağut, inkâr edilmeden ELLAH’ı tevhid etmek ve Risâlet'e uymak muhaldir, şirk koşmamak, İhlâsa ermek muhaldir. Şunun için muhaldir: Bir padişaha, padişah olmayanı eş etmenin vahameti düşünüldüğünde, ihlâs ve tevhidin manası anlaşılmış olur. Öyleyse Risâleti inkâr etmenin, yada ikrar ettikten sonra Risâlet'e, yani Halife’i Resule biat verip teslim olmamanın ve Risâlet'e münkir ve asi olanların hüküm ve düzenlerine uymanın vahametini düşünelim. Ki tağut'u rab, razık ve ilâh edinmeyelim ve Tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olmayalım ve bunları dinlemeyelim. Çünkü bunlara uymak hem cahilliktir hem cinayettir.

Öyleyse (Fetteku) artık ELLAH'tan korkalım. Zira Kur'ân'ın suretini dahi yapamayan bizler artık ELLAH'tan kokup onun Resulüne uyan Halifesine uyalım. Risâlet'e ve Kur'ân'a ve Kur'ân'ı okuyan Resule uymamak, doğrusu insanı, insan ve taştan gayrı yakıtı olmayan cehenneme varis kılar. Demek cehennem Risâlet'e asi ve münkir olup Tağuta itaat edenler için yaratılmıştır. Öyleyse yaratan ELLAH’a Hamd olsun ve cehennem bu zalimlere ve ruhsatları ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olanlara Mübârek olsun...

Evet, cehennem zalimler için yaratılıp yaşarken, cennet de Resulullah'a ve Halifesine uyup itaat edenler için yaşamaktadır. Hem o cennetlerin altından ırmaklar akar. Nimetleri bu dünya nimetleri ile benzerlik arz eder. Ki, onlardan yiyen bu dünyada da onlardan yediğini hatırlar. Hatırlayınca tertemiz zevce ile buluşur böylece ehli Risâlet ehli biat orda bu nimetlerle ebedi olarak kalır. Mübârek olsun...

Bütün insanlar o cennetin varisi olsun diye ELLAH hayâ etmeden yani bu temsil şanı kibriyama yakışmaz demeden, sivrisineği misal getirir. Bunun mafevkinde olanı da misal verir. Mümin olanın imanı bu temsillerle artar. Rabbinin bu tenezzülüne gözleri yaşla dolar. Böylece ELLAH ve Resulünün emirlerinin hak olduğuna şüphe etmez. ELLAH'tan başka İlâh olmadığına ve Resulullah'ın Risâletine İmân etmeyenler ve İmân edipte Tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Mücahid, Mürid ve Talebe olanlara gelince derler: ELLAH bu sinek misali ile neyi kast etti? Oysa ELLAH böylesi temsillerle münkirleri ve İmân ehli görünüp de, esasta İmân etmeyenleri yani Tağutun şemsiyesi altında olan sürüleri şaşırtır. Öte yandan da birçok mü'minlerine bu misallerle hidayet eder. Öyleyse ELLAH’ın verdiği bu misallerle fasıklardan gayrısı şaşırıp, dinini, imanını, imamını ve bi’atını kaybetmez...

ELLAH’ın misallerinden şaşırıp dinini, imanını, imamını kaybeden fasıklar, ELLAH’ın ahdini tekit ettikten sonra bozan zalimlerdir. Bu zalimler ELLAH’ın teklediğine eş bulup çiftleştirirler. ELLAH’ın çifttir dediğini vahdete naam ederler. Yani vahdet olunması Vâcıb olan yere, zata vahdet olmazlar. Vahdet olunmaması gereken yerde vahdet olurlar. Böylece ELLAH’ın birleştirdiğini ayırırlar ve ayırdığı şeyi birleştirirler. Böylece fesadı yaymak sureti ile hüsranın tamamına varis olurlar.

Haliyle bu zalimler ELLAH’a, Resulüne ve Hilafet'e münkir ve müşrik olmak için öncü olurlar. Oysa bu zalimleri yoktan var eden, ölü iken dirilten ELLAH idi tekrar öldürüp diriltecek olanda ELLAH tır. En sonunda tüm insanları huzuru kibriyasına cem edecektir. Öyleyse bu âyetleri ve meramlarını ve izahını iyi düşünelim de Risâletin izinde olan Halife’i Resulün etrafında vahdet olalım. Ki, tağut'u inkâr edip İmân edenlerden olalım.

Çünkü ELLAH (c.c) Yeryüzünü ve içinde canlı, cansız her şeyi biz insanların ihtiyacını temin için yaratmıştır. Badehu yine insanlar için gökleri yedi gök üzere tesviye etmiştir. Çünkü o her şeyi bilen ve halk edendir. Öyleyse Risâletin izinde olan Halifesine imanın rüknü, şartı ve esası olarak uyalım. Halife’i Resul yok ise ki, hicri on beşinci asrın ilk çeyreği olan bugün yoktur. Öyleyse hemen üç kişi ile bir Halife bulup üç kişilik cemaatimizi kuralım. Bu işi üç günden ziyade terk etmeyelim. Aksi halde cahiliye üzere, cahil olarak ölürüz.

V E İ Z A H I:

Bizi ve bizden öncekileri yaratana şeksiz ve şeriksiz ubûdiyyet edebilmemiz için, laik tağutların, yahudi ve nasaraların emirlerinden, kurallarından ve düzenlerinden ictinab ederek Risâletin emrinde olan, imamın emri altına biat verip teslim olmamız lazımdır.

Aksi halde terazinin bir kefesine konmakla, mâsıva ile yüklü olan öbür kefe ye ağır basan --LA İLAHE İLLELLAH-- kelimesini ve bu kelimeyi insanlığa tebliğ eden Muhammed’in (sav) Risâletini tekzib etmiş oluruz. Bu nedenle ELLAH (c.c) bizlere: Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ubûdiyyet edin ki, muttaki yani mümin, müslüman olabilesiniz demekle, dâvet edildiğimiz ubûdiyyet, öncelikle laikliğin ve Tağutun gölgesinden çıkarak Risâlet düzenine ubûdiyyet adıyla Dâvettir. Bunun böyle olduğunu okuyacağımız şu âyetten de açıkça anlıyoruz şöyle ki: Yeryüzünü bizim için döşek, gökleri de tavan ederek bina edenin ELLAH olduğunu okuyoruz. Ve gökten su indirenin onunla meyveler, bitkiler ve nebatlar verenin yine ELLAH olduğunu okuyoruz. ELLAH bunları vermez se rızıklanamaz olduğumuzu da biliyoruz. Hem bu nimetleri ELLAH'tan gayrı bir varlığın veremeyeceğini de biliyoruz. Öyleyse muhtaç olduğumuz nimetlerden dolayı ELLAH'tan gayrisine yanı Risâlet düzeninden gayrı olan düzenlere ve sahipleri olan zalim laiklere, yahudiye, nasraniye niye uyup itaat edeceğiz? Emirlerine niye memur olacağız? Bu yolla ELLAH'tan gayrı rabler, ilâhlar, razıklar, hafızlar ve rahmanlar rızık endişesinden dolayı niye edineceğiz? Ve niye ediniyoruz? Gökten su indirip meyveler, mahsuller ve ekinler veren bunlar mı? Bunlar olmadığı için ELLAH, sakın onları bana eş ve ortak etmeyin demek için şöyle buyuruyor: Sakın benim vahdaniyetime yanı bir ve tek oluşuma ve tek olarak tüm muhtaçların ihtiyaçlarını giderdiğime şüphe edip de, bana yardımcılar, eş ve ortaklar bulmayın. Evet, böyle diyen Rabbimizin bu Beyânına, Risâletin dışında kalan düzen ve hükümlere ve emirlere ittiba ederek inananlardan olamayız.

Çünkü tağuti laik düzenlerde, ELLAH’a şirk koşmaktan başka yol yoktur. Öyle ise bu Mübârek âyetin gölgesinde İznullah ile biraz daha kalarak diyelim: Ey kâfirler! Ey müşrikler! Ey münafıklar! Ve ey ELLAH deyip de o ELLAH’ın zatını ve sıfatlarını Tağutun şemsiyesinin altında muhafaza etmeye, öğrenmeye çalışanlar! Tağutun şemsiyesinin altında ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olduğuna, mümin olduğuna ve zahid olduğuna inananlar! Yaptığınız ve yapacak olduğunuz nizamlara ve bu nizamlara uydurduğunuz adımlara dikkat edin! Da, bunları tanzim, tertip edenlere göz atın ve bakın: Bunlar mı yeryüzünü döşedi? Gökleri kubbe ile bina eden bunlar mı? Gökten su indirip bizleri rızıklandıranlar bunlar mı?

Elbette Hayır ve Hayır, Öyleyse neden islam cemaatini teşkilen Kitabullah ı anayasa olarak kabul etmiyoruz? Beşeri düzenlerin ve hükümlerin ardından niye sürtünerek gidiyoruz? Bu halimizle Firavun varı ilâh ve rablere SAMİĞNA VE ETEĞNA diyoruz. Ama kendinden gayrı İlâh olmayan ELLAH’ın nimetlerini yiyoruz. Firavunlara itaat ediyoruz. Böylece kendimizi Mümin, Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe biliyoruz. Heyhat... Zira her şeyi yoktan var edenin ve semadan su gönderip bizi rızıklandıranın emirlerini, Resulünü ve Halifesini bırakıyoruz, fani ve Merzûk olanın emir ve düzenine tabi oluyoruz. Bu mutabaatımız ELLAH’a şöyle demek olmuyor mu? Sen yapamadın ve yaptıkların bizi tatmin etmedi. Bu insan senden iyisini yaptı ve yaptıkları bizi tatmin etti. Bu nedenle bunun düzenine, hükmüne ve halifesine uyduk demek olmuyor mu? Böylece ELLAH’a eş ve yardımcı bulmuş olmuyor muyuz? Evet, böyle demiş oluyoruz ki, ELLAH böyle diyen zalim kullarına Hayır, deyip buyuruyor: Kulumuz Muhammed’e parça, parça gönderdiğimiz Kur'ân, benim kelamım olmadığına dair şüphede iseniz, öyleyse onun benzeri bir sûre getirin. Bunu yapmanız için ELLAH'tan gayrı tüm inanıp, güvendiklerinizi de çağırın da bu Kur'ân'a nazire bir sûre yapın. Şayet bunu Muhammed uydurdu sözünüzde sadıklardansanız. Ama bunu yapamazsınız ve hiçbir zaman da yapamayacaksınız. Öyle ise bir ateşten sakının ki o ateşin odunu, çırası insanlarla taşlardır. O ateş kâfirler için hazırlanmıştır.

Evet, insan ve taştan başka bir şeyi yakmayan o ateş, ELLAH’ın ahkâmının yerine ahkâm yapılamamasına rağmen Teşriiullah’ı ve Halifetullahı ılga edip yerlerini yahudi ve nasaraların hükümleriyle dolduranlar ve bu zalimlere sebebi ne olursa olsun hoş gönül ile itaat edenler ruhsatları ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve talebe olanlar için dir. İmdi bu iki âyetin işaret ettiği ikinci malumat da şu dur: Artık bu Kur'ân'ı Muhammed’in uydurmadığı net ifadelerle ortaya çıktı. Demek Muhammed ELLAH’ın kulu ve Resulüdür. Ki, bu kelamları ELLAH'tan bize aktarıyor. Öyle ise artık o Resule İmân edip ittiba edelim ve halifesi yolu ile onun dinine tutunalım ki, ELLAH’ın hükümleriyle hükm edebilelim. Zira işte, Kur'ân'a nazire yapmaktan âciz kaldınız. Öyle ise Resulüme teslim olmaktan ve Halifesine tabi olmaktan gayrı seçeneğiniz yok. Evet, bütün insanların gayrı bir seçenekleri yoktur. Ama insanlar hem ELLAH diyor, hem de onun hükümlerini çağ dışı deyip red ediyor. Resulünü, Halifesini red ediyor. Red ettiği için Kur'ân'a nazire olarak hükümler yani anayasalar yapıyor. Bunlar iyidir deyip avamınnası peşten sürüklüyorlar. Böylece ELLAH, ELLAH diye diye Teşriiullahı ılga ettiler 

Evet, Teşriiullahı ve Halifetullahı ılga edip, yerlerini yahudi ve nasaraların hükümleriyle ve halifeleriyle dolduranların peşlerinden yürü. Hem bu zalimlerin heykellerinin önün de, ihtiram eyle ve ihtiram edenleri emir, hâkim olarak kabul eyle, böyle edenlerin peşinden giderek islama, izzete, cennete ulaşacağız söyle. Yani bu şekilde aldan ve aldat.

ELLAH’da böyle aldanıp aldatanlar için buyuruyor: --Biz kâfirler için cehennemi hazırladık.-- Ama ehli biat olan Müminler için buyuruyor: --İmân edip güzel amel işleyenlere gelince onlara müjdele: Altlarından ırmaklar akan cennetler onlarındır. Kendileri her ne zaman cennetin rızıklarından tattıklarında, bu evvelce yediklerimizdendir derler. Onlar için orda temiz zevceler de vardır öylece orada ebedi kalırlar--

Lâkin Kitabullah'ı ve Halifetullahı mülga edenler ve bu zalimleri başına, baş etmekle ilâh, rab, razık ve hafız edinenler için temiz zevcelerle ebedi cennetler yok. Sadece ebedi olmak üzere cehennem vardır. Zira cennette, köşklere, temiz Rızıklara,  temiz zevcelere ulaşarak orada, onlarla ebedi kalmak, hay huyla olmuyor. Sadece Halife’i Resule bi’at tahtında itaat etmekle yahudi ve nasaraların halifesi olan tağut'u inkâr etmekle ve isyan etmekle, en asgari tağut ve sergerdelerine buğz etmekle yukarıda vaad olunan cennete gitmek vardır. Hem de ebedi.

İmdi ebedi kelimesi ilimle, kalemle izah olunmaz. Ancak fani kelimesini yani varlıkların sonunu biraz olsun idrak edebilirsek, ebediliğin sıcaklığı kalbe girer. Zaten dünya nimetlerinin cennettekilerin benzeri olması, dünyanın fani ismiyle, âhiret'in baki isminin mukayesesini biz insanlar olarak yapmamıza ihtardır. İhtardan ders alıp bekaya sevdalanan insan İmân eder, Risâlet'e ve izini izleyen Halifesine bi’at verip teslim olur. Artık teslim olan mümin için her âyette, her işte bir ibret, bir ders olur okuyalım:

--Şüphe yok ki, ELLAH bir sivrisineği, onun fevkinde olan bir şeyi misal getirmekten çekinmez. Müminler verilen misalin Rablerinden bir hak olduğunu bilirler. Kâfirler ise: ELLAH bu misali ile ne murad etmiştir der. ELLAH onunla birçoğunu şaşırtır. Birçoğunu da hidayete erdirir. Bununla fasıklardan başkasını şaşırtmaz ELLAH-- İmdi bizde bu âyetin gölgesinde deriz:

ELLAH (c.c.) kulu ve Resulü olan Muhammed’e parça, parça gönderdiği kitabul Furkan hususunda, şüpheye düşüldüğünden olacak ki, Kur'ân'a nazire olsun diye kaide ve kuralları içeren anayasalar tanzim edip de, bir türlü şüpheye düştükleri şeye karşı benzerini yapamayanlar ve asla yapamayacak olanlar artık İmân etmelidirler. İmân etmiş olan insanlara gelince, ELLAH’ın hükümlerine nazire yapanlara rızalarıyla, imanlarıyla, ilimleriyle, ibadet usulleriyle itaat edip memurları olmuşlardır. Haliyle ELLAH’a ubûdiyyet etmek için bu nazirecilerden ruhsat almaya mecbur kalmışlardır. İşte bu mecburiyetin altına kalanlar nazireci önderleriyle beraber, sivrisinek misalinden ELLAH neyi murad etti? Soru sorup itiraz edenlerdir. ELLAH’ı, vermiş olduğu bu ve bu gibi misallerinden küçük düşürmeye kalkanlardır. Şayet ELLAH’ı küçük düşürmeye kalkmış olmasaydılar ELLAH’ın hükümlerini red edip Halifesini ılga edebilir miydiler? Ve bu azgın zalimlerin ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olmaya yarış edebilir miydiler? Demek temsili küçük olanın kendiside küçüktür ki, bu zalimler bu herzeleri yiyorlar ve yediriyorlar.

Öyleyse ELLAH’ın sivrisinek misalinden imanı tezayüd eden mümin varsa, yukarıda Beyânı olunan zalimlerden aralarını açmalıdırlar. En azından onlara buğz etmelidirler. Aksi halde onlardan biri sayılırlar. Evet, imanın gereği olan islam düzenini teşkilen hicret ve cihad etmeyenler, sinek ve örümceklere takılıp kalırlar. Böylece de fasıklardan olurlar. Fıkıh mecmualarında fasık sınıfına düşenlere kâfirdir gözü ile bakılmaz. Ama bu kitab da fasık, zalim diye işaretlenen her insanın münkirliğini fısk yolundan izhar etmektir. Çünkü fısk yolu ile kâfir olanlar, zalim olanlar ELLAH’ın eklediği ipi kesenlerdir. Okuyalım:  --ELLAH’ın ahdini tekim ettikten sonra tanımayıp bozanlar, birleşmesini emrettiği şeyi kesenler ve bu yolla yeryüzüne fesat çıkaranlar! Evet, işte bunlar hüsrana uğrayanlardır-- İmdi Ahdullah nedir ve Ahdullah’ı tekit ettikten sonra onu bozmak nedir?

Ahdullah, ELLAH ile insanların arasına muahede dir. Ki, ELLAH insanlarla çok yönlü antlaşmalar etmiştir. Bu antlaşmaları tek cümle ile ifade eden cümle, --LA İLAHE İLLELLAH MUHAMMED RESULULLAH-- cümlesidir. Bu cümle diğer tüm antlaşmaları bünyesinde cem etmiştir. Öyleyse bu cümlenin kapsamına giren diğer antlaşmalardan insan her hangi birini keserse, o insan ELLAH ile yapmış olduğu ahit'lerini tüm den iptal etmiş olur. Örneğin: İnsanın hayatını ELLAH âlemi ervah'tan âlemi rahm’a, âlemi rahm'dan âlemi dünya'ya, âlemi dünya'dan âlemi berzah'a, âlemi berzah'tan âlemi âhiret durakları üzere halk edip sabitleştirmiştir. İşte insan, bu halkını ve tanzimini beğenip kabul ettiğine dair ELLAH’a söz vermiştir. Ama insan hür ve iradesi elinde ve aklı başında olarak bu konakların dünya konağına ulaştığında, Din’e bağlı olan dünya'yı Din’e bağlı olan diğer menzillerden laik ismiyle ayırıyor. Böylece ELLAH’ın hükümleri ile hükmedeceğine dair ELLAH’a vermiş olduğu sözü, iki kişi arasına ELLAH’ın hükümleriyle hükmetmemek sureti ile inkâr ediyor. İşte bu zalim ve bu zalimin ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olan her insan ELLAH’ın ahdini tekid ettikten sonra bozmuş oluyor. Çünkü dünya âhiret'in tarlasıdır. Öyle ise âhiret ELLAH’ın emrine yani Dinin emrine olduğu gibi, dünyada Dinin emrine olmalıdır. Çünkü Dinin emrine olsun için ve olması için dünya yaratılmıştır.  Ne var ki, bir imtihan olmak üzere ELLAH bu dünyada insana hür ve küçük bir irade vermiştir. İşte insan şeytan'ın şişirtmesi ile kendisine verilen cüz’i iradesine aldanarak, dünyasını Din'den yani âhiret'e çıkan yoldan ayırıyor. Bu ayırma ile esasta insan kendini Din'den, İmandan ve ELLAH’a verdiği sözden ve Resule, Halifesine Kıyâmete kadar uyacağına dair imzalamış olduğu mukavelesinden imtina ediyor. Böylece insan Dinsiz, İmansız kalıyor. Öte yandan dünya, Hâlıkının emrinde yolunda devam ediyor. Böylece ahdini tekid ettikten sonra, dünyanın umuru ve hususu sebebi ile kesenler ve bu kesicilere birrıza uyup sevenler de, ölmeleriyle asi, mücrim olarak âlemi berzahın içine ehli fesad ve anarşi olarak dalıveriyorlar.

Evet, Ahdullah’ı kesmenin ikinci şıkkı da şudur: ELLAH (c.c) Risâlet'e bağlı biatli ve itaatli mümin, müslim kullarını barıştırıp birleştirmiştir. Bu birliği, bu kardeşliği yahudi ve nasaralara hayran olmakla bozanlar ve bozanlara birrıza tabi olanlar, böylece gayrı İslami düzenlerde İmân, din adına huzur bulanlar, mevduatlarına muhalefet etmemek sureti ile ruhsat ile islama göre bazı işler edip, bazı sözler söyleyenler de, İmân ahdı misakını tekid ettikten sonra iptal etmiş olarak yeryüzünü fesada vermiş olur.

Ahdi misakımızın üzerine bir nebze daha duralım: Ahdullah, ELLAH yeryüzüne kendine has Halife yaratmak sonra bu yarattığı Halifeleri yani insanları Risâlet, tağut idareleri ile ikiye ayırmak ve Risâletten yana olanları tutup kaldırmak ve tağutileri yere sermek ELLAH’ın ahdı olmuştur. Hem ELLAH’ın bu ahdı dünyanın hilkatini teşkil etmiştir.  Öyleyse son Resule İmân edip Risâletten yana geçmelidir insanlar. Ve öyleyse Risâletten yana geçen Müminler yani tağut'u inkâr etmek için ELLAH'tan başka İlâh olmadığına İmân edenler, bi’at tahtında cemaatlerini teşkil etmelidirler. Çünkü bu teşkilat vazgeçilmez müekked sünnettir. He, bu öylesine bir müekked sünnettir ki, bu sünnet üç kişilik de olsa yerine getirilmeden, diğer farzların hiç biri ve vaciplerin hiç biri ve sünnetlerin hiç biri işlenmez. İşlense bile ELLAH (c.c) kabul etmez. Çünkü cemaati islamın olmayışı, tağuti cemaatin varlığına, oluşuna yol açar, meydan verir. İmdi meydanı alan bu cemaatin şemsiyesinin altına elbette ki, ELLAH hiçbir farzı, vacibi, sünneti kabul etmez. Etmeyince ezelde mü'minlerine yardım edeceğine dair verdiği sözü yerine getirmez. Çünkü Müminler imanın asliyetini yitirmişler. Böylece imanı, İslamı tebdil etmişler. Hali ile ELLAH’ın yardımını da yitirmişler. Öyleyse mümin olan herkes böylesi İmân ve islamdan ELLAH’a sığınmalıdır. İmdi İmân ve islamdan ELLAH’a sığınılır mı demeyin ha! Zira yahudi ve nasaraları aldatan imanlarıdır. Öyleyse islamın imanı onların imanının seviyesine gelirse hatta onların imanlarının gölgesinde kalırsa, onlarla Din'ler arası diyalog kurulmaya çalışılırsa, artık böylesi imandan ve sahiplerinden ELLAH’a sığınmaktan gayrı çıkar yol yoktur.

Çünkü bu zalimler, için de olduğumuz bu dünya gemisini büyük görmüşler ki, ELLAH ile ahdı misaklarının iplerini kesmişler. Sila’ı rahmi terk etmişler ki, yahudi ve hıristiyanlarla Din'ler arası diyalog yoluna girmişler. Hali ile Amentüye İmân edenleri düşman bilmişler ki, onlarla diyalog yoluna girmişler. Hayır, vallahi onların Din'lerine girmişlerdir. Çünkü teslise, teşriğe İmân edenleri dost edinmişlerdir. Böylece dünya'yı ifsad ettiler. Müşrik, münafık ve kâfir oldular. Ne var ki, ELLAH merhameti ile yine sesleniyor bu zalimlere: --Nasıl olur da siz ELLAH’ı inkâr edersiniz? Oysa siz ölülerdiniz de o sizi diriltti. Sonra sizi öldürür ve diriltir. En sonunda yalnız ona döndürüleceksiniz.--

Evet, ezelde, ruhlar âleminde, ELLAH ile yapılan antlaşmayı ELLAH'a ve Resulüne İmân etmemek suretiyle yada yahudi ve nasaraların imanları gibi İmân etmek suretiyle kâfir, müşrik, mürted olanlar elbette ki,  antlaşmalarını iptal etmişlerdir. Böylesi zalimlerin şemsiyesi altında İmân etmek zor ve az olur.  İmanın gereğini yerine getirenler azdan da az olur. Öyleyse içinde olduğumuz bu idari hale göre, insanların hemen hepsi ELLAH’ı tasdik etmek için de olsa, Risâlet'e uymadıklarından yani İmân ve bi’atleri olmadığından yahudi ve nasraniler gibi ELLAH’a kâfirdirler. Çünkü ELLAH’a İmân, ancak son Resulün ve son kitabın hükümeti ile kaimdir. Evet, İmân ELLAH’ın hükümlerini ve Resulünün Halifesini hâkim yapmak için yapılandır. Bu maksat için İmân etmeyenler ELLAH’ı inkâr edenlerdir. Ne var ki, bizim bu ifadelerimize şimdi inanmazlar. İnanmasınlar. Ölüp tekrar dirilmeleri halinde görürler.

Yerde olanları kimin yarattığını ve kimin olduğunu görürler. Yedi göğü yaratanı ve sahibini görürler. Onun her şeyi hakkı ile bilen olduğuna inanırlar. Da, eyvah, eyvah! Derler. Biz niye her şeyi bilenin, bildirdiklerine uymadık derler. Niye ona asi ve münkir olanın izni ile ona kulluk ettik. Meğer ona münkir olduk derler. Evet, okuyalım:

--Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan, semayı sizin için yedi gök halinde tesviye eden, yükselten odur. O her şeyi hakkı ile bilendir.--  AMENNA VE SEDDEKNA.

Aklı başına olan ey insan! ELLAH kendini ve sıfatlarını inkâr ettirmek için mi yarattı bunları? Teşrisini, Halifesini ılga ettirmek için mi yedi göğü yükseltti? Hem bunları inkâr ettirmek için da bu ayetlerini Beyân etmiyor. Sadece ikrar edilip, itaat edilmesi için bunları yarattı. Ve bu kelam üslubu ile de, Beyân etti. Her halde bu nimetler insanı şımarttı da, yerlere hükmetme sevdasına yakalandı. ELLAH’ı dışladı ve ELLAH’ı dışlayana kulluğunu dini, imanı adına yöneltti. Böylece ELLAH ile beraber bir sürü ilâhlar edinmiş oldu mümin. İmdi bu gibi müminleri, mümin diye kabul edenler dahi imandan ayrıldı. Böylece hep birlik yani imam, cemaat, amir, memur, köylü, kentli Şeriatı ve Hilafet'i bıraktılar. Da, Tağuta zarar vermeyen bazı şeyleri Kitabullah tan alarak Tağutun peşinden koştular. Öte yandan kitabtan almış oldukları emirleri, tağut'tan ruhsat almadan eda edemediler. Oysa ELLAH (c.c.) mümin kulları böyle ahmak olsunlar için, imana dâvet etmedi. Ne var ki, ehli İmân olarak yahudi ve nasaralara ve bu zalimlerin bozması olan Tağuta itaat yolu ile memur oldukları için, ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Talebe ve Mücahid oldukları için ahmaklaştılar. Ahmaklaşa ahmaklaşa cenneti avanelerine satmaya başladılar. Aldıkları ücrete gelince ellerini öptürmek oldu. Böylece el öperek cennet alanlar müşrik oldu. Hali ile satanlar ilâh, rab, razık ve hafız oldu. Evet, put oldu. Böylesi inanç ve ameller işte Risâletin başına musallat olan bir başka gölge oldu. İmanı, İslamı inhisarına alan bir başka şemsiye oldu... Lâkin bu şemsiyenin üstüne Tağutun evrensel şemsiyesi olduğu için, kalemimiz daima tağut'u tel’in etmekten yana kaçıyor. Çünkü Ulûhiyyet makamına tağut olmayıp Risâlet yani Halife’i Resul olsaydı tasavvuf ve tarikatlar şüphe yok, islama hizmet ve kalbe yani imana cila olacaktı. Ama maalesef Tağutun hâkimiyetinin altına kaldıkları için, islam Dini, bunların tevhid’i başka başka anlayışlarına kaldı. Böylece her güruh kendilerinin müslüman olduğunu bildi. Bunlara arız olan bu keşmekeş ve şirk şüphe yok şeyh dedikleri kişinin şeyh olmayışıdır. Zira şeyh olan Tağutun yani Ebu Cehilin, Firavunun memuru olur mu? Bu zalimlerin emri ile emirleri altına olarak Cum'a, bayram, cenaze ve sıra cemaatleri olup kılar mı? Kıldırır mı? Demek kılavuzu karga olanın gagası leşten ve pislikten kurtulamaz.  Neyse biz Rabbimizin ayetlerini okuyalım:

­  وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلئِكَةِ اِنّى جَاعِلٌ فِى الْاَرْضِ خَليفَةً قَالُوا اَتَجْعَلُ فيهَا مَنْ يُفْسِدُ فيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ اِنّى اَعْلَمُ مَالَا تَعْلَمُونَ (30) وَعَلَّمَ ادَمَ الْاَسْمَاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِؤُنى بِاَسْمَاءِ هؤُلَاءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقينَ (31) قَالُوا سُبْحَانَكَ لَاعِلْمَ لَنَا اِلَّا مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَليمُ الْحَكيمُ (32) قَالَ يَاادَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَائِهِمْ فَلَمَّا اَنْبَاَهُمْ بِاَسْمَائِهِمْ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّى اَعْلَمُ غَيْبَ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَاَعْلَمُ مَاتُبْدُونَ وَمَاكُنْتُمْ تَكْتُمُونَ (33) وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلئِكَةِ اسْجُدُوا لِادَمَ فَسَجَدُوا اِلَّا اِبْليسَ اَبى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرينَ (34) وَقُلْنَا يَاادَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَدًا حَيْثُ شِئْتُمَا وَلَا تَقْرَبَا هذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمينَ (35) فَاَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَاَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا فيهِ وَقُلْنَا اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ وَلَكُمْ فِى الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلى حينٍ (36) فَتَلَقّى ادَمُ مِنْ رَبِّه كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِ اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحيمُ (37) قُلْنَا اهْبِطُوا مِنْهَا جَميعًا فَاِمَّا يَاْتِيَنَّكُمْ مِنّى هُدًى فَمَنْ تَبِعَ هُدَاىَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَاهُمْ يَحْزَنُونَ (38) وَالَّذينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِايَاتِنَا اُولئِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فيهَا خَالِدُونَ (39)

M E A L İ:

30-- Hani Rabbin Meleklere ben yeryüzüne bir Halife yaratacağım demişti de, Melekler: Biz seni Hamd ile tesbih ederken fesad çıkaran, kan döken kimse mi yaratacaksın o yerde? ELLAH’da sizin bilmediklerinizi ben bilirim demişti. 31-- ELLAH, Âdem'e bütün isimleri öğretti ve sonra o isimleri Meleklere göstererek: Eğer sadıklardansanız bunların isimlerini bana bildirin dedi.  32-- Melekler: Seni tesbih ederiz, senin bize bildirdiğinden başka bir bilgimiz yoktur, şüphesiz her şeyi bilen hüküm ve hikmet sahibi olan sensin sen dediler.  33-- ELLAH: Ey Âdem! Onları isimleri ile Meleklere bildir dedi. Âdem isimler ile onları bildirince, ELLAH: Size demedim mi? Ben yerin ve göklerin gayb'ını mutlaka bilirim. Ve sizlerin gizleyip açıkladıklarınızı da bilirim. 34-- Bunun üzerine Meleklere: Âdem'e secde edin dedik, onlar da hemen secde ediverdiler. Sadece şeytan imtina etti. Kibirlenmek istedi derken kâfirlerden oldu. 35-- Ve demiştik ki: Ey Âdem sen ve eşin cennete gir. Dilediğiniz yemişlerden yiyin ama şu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz.         36-- Nihayet şeytan onları cennetten kaydırdı. O nimetlerden uzaklaştırdı. Bizde kiminiz kiminize düşman olarak yeryüzüne inin. Orda sizin için, bir zamana dek durmak ve istifade edilecek işler vardır. 37-- Derken Âdem Rabbinden kelimeler belleyip aldı. Onun üzerine tevbe etti şüphe yok tevbeyi kabul eden asıl merhamet sahibi olan ELLAH’tır. 38-- Dedik ki, hepiniz oradan inin. Eğer benim tarafımdan size bir hidayet gelirse kim benim hidayetime uyarsa artık onlar için bir korku yoktur. Mahzun da olmazlar. 39-- Kâfirler, ayetlerimizi inkâr edenler, işte onlar cehennem Eshabıdır, hem orda ebedi kalırlar.

      M E R A M I:

Âlemlerin Hâlıkı ve Rabbi olan ELLAH (c.c) vaktin bir zamanında, Meleklerine: Ben yeryüzünde beni temsilen bir Halife yaratacağım dedi. Meleklerde: Sen, seni temsil ederek kan döken, fesad çıkaran birini mi yaratacaksın dedi. Oysa senin her emrini, emrettiğin gibi yerine getiriyoruz. Fesaddan da beriyiz. İmdi her şeyin en doğrusunu ELLAH’ın bilmesine rağmen biz âcizane olarak deriz: Melekler Rablerine isyansız, işraksız itaat ettikleri için, isyan eden ve şirk koşan birisini, tevhidu tekbir ettikleri Rablerinin şanı kibriyasına yakıştıramadılar. Yani ey Rabbimiz seni biz çok seviyoruz, bu nedenle sana isyan eden insanlara biz tahammül edemeyiz. Öyle ya insan olsun yada hayvan olsun sevdiğine, sahibine hakaret edene dayanamazken Melekler Rablerine isyan edene ve Rablerini ikileyene elbette ki tahammül edemezlerdi. Ki, ELLAH (c.c) sizin bilmediklerinizi ben bilirim diyerek Meleklerini teselli etti.

Külli şeylere Kadir ve Âlim olan ELLAH Âdem'i kendine Halife olarak yarattı. Hemen ona Hilafet'in ilmini, aşkını ve yolunu öğretti. Yani ELLAH eşyasının künhünü nerede, nasıl, niçin istimal edilir olduklarını öğretti. Yani insanlığın bugün ulaştığı ilmi ve sanatı ELLAH bidayette öğretti. Sonra Meleklere teveccühen buyurdu: Haydi şu eşyanın istimalinden, yapılışından, zararından ve karından bana haber verin! Evet, verin ki, Âdem ve evlatları hakkında dermeyan ettikleriniz doğru olsun.

--LA YAĞLEMU GAYBİ İLELLAH-- diyerek derim: ELLAH yaratacağı insanı yaratmadan önce, film şeridi gibi, Meleklerine göstererek: İşte bana Halef olarak yaratacağım insan budur. Bu insan istediği zaman isyan, taşkınlık edecektir ve istediği zaman da, böylesi itaat edebilen insanı zatı kibriyama Halef olarak Meleklere gösterince, Melekler bu hilkatin boyutlarını kavrayarak dediler: Ey Rabbimiz! Seni tesbih ederiz. Sen bize bildirdiğinden gayrı bir bilgimiz yoktur, sen ezeli ilmin ve iraden ile insana vereceğin irade ve hürriyet ile zatı kibriyana öylesi isyanlar edeceğine göre, biz seni isyandan müberra olarak tenzih, tevhid, tekbir ediyoruz ya... Evet, ELLAH (c.c) insanların inanç ve hallerini Meleklerine bildirmişti. Eşyanın isimlerini onlara bildirmemişti. Bu kez eşyasının ismini bildirdiği Âdem Halifesini Meleklere hoca tayin ederek: Meleklere eşyanın isimlerini sor buyurdu. Eşyanın ismini bilmeyen Melekler Âdemin karşısında âciz olduklarını anlayarak dediler: Seni tenzih ederiz ki, bizim bilgimiz senin bildirdiklerinden başka değildir. Bildirdiğin bilgi ile Âdem'i bizden üstün yarattığını görüyoruz. Çünkü Âdem ve evlatları hür iradeleriyle isyan yapmayıp yapacakları itaat, ibadet bizim yaptıklarımızdan üstün olur ve olacaktır. 

Evet, çünkü ELLAH Melekleri isyan edemez, daima ibadet hilkati üzere yaratmıştır. Böyle yaratılana: Bana itaat ve ibadet eyle diye ELLAH’ın bir emri yoktur. Ama insan her iki hali yapabilen hilkatte yaratıldığı için, eşyanın ilmini yani Hilafet'in mana ve mahiyetini, eşyayı kullanarak, koruyarak yükseltme, yükselme sanatını öğretti. Öyleyse günümüzde vaki olan ve olacak olan teknikleri, sanatları ELLAH (c.c) ta o zamanda insana vahy etmiştir. Ki, insan yeryüzüne indiğinde, kendisine tevdi edilen hür iradesi ile Hâlıkına isyan etmesin. Selefini bırakıp şeytan'a halef olmasın. Hem bu nedenle ELLAH (c.c) Resul ve Kitablar gönderdi. Ne var ki, insan ilim, irade ve hürriyetiyle şeytan'a halef olarak ELLAH’a asi oldu. ELLAH’a secde etmeyen ve babamız Âdem'e düşman olan şeytan'a uydu. Oysa ÂLLAMÜLĞUYUB olan ELLAH’ın Halifesi, zatı kibriyasına yakışan bir ilimle, hürriyetiyle mücehhez, akıllı ve iktidar sahibi olması selefinin şanındandır. İnsanın kendisine anılmaya değer bir şey yoktur. Evet, insan ELLAH’ın ilminin ve şanının aynası olduğu içindir ki, ELLAH Âdeme emretti: Ey Âdem! –Emmbi-- Beyân eyle, Beyân edin o Meleklere ki, onlar size bi’at edip yardımcılar olsunlar. Haliyle ELLAH’ın emriyle Melekler insanların yardımına, hizmetine atandılar. Ama insan Melekleri istimalen ELLAH’ın, Resulünün ve Teşriisinin aleyhine geçti. Şeytan'ın emri ile teşriiler yaptı. Çünkü Melekler ve eşya insanların emrine ve hizmetine verilmiştir. Bundan sonra:

ÂLLAMUL ĞUYUB VE Bİ KÜLLİ ŞEY İN ÂLİM olan ELLAH (c.c) sıfatlarına Halef olarak mahdut bir zaman için yarattığı Âdem'e, secde etmeleri için yani bi’at etmeleri için secde etmeyi emretti. Yani Âdem'in emrinde olacaklarına dair, yani Halifelerinin emrinde olacaklarına dair secde ile Meleklerinden söz aldı. Alınan bu söz, Melekler Âdem'e secde etti şeklinde bizlere bildirildi. Çünkü Âdem ELLAH’ın Halifesi idi. Ona olan secde şüphe yok ELLAH’a oldu. Nitekim ELLAH (c.c) zatına secde edebilmemiz için Beytullah'a dönmemizi farz kıldı. Acaba şimdi bizler Beytullah'a mı secde ediyoruz? Yoksa ELLAH’a mı secde ediyoruz? Öyle ise Meleklerde ELLAH’a secde ettiler ama Âdem'i, yani Halifetullahı kıble edinerek. Bu külli ve değişmez tevhid kaidesine göre, bu günümüzde dünyada Halifetullah olmadığına göre, demek yapılan secdeler ELLAH’a ulaşmıyor. Çünkü Beytullah'a dönmek farz idi. Yani Halifenin emri ile ona bi’at kaydı ile Beytullah'a dönülmeliydi. Oysa insanin nefsi kibir ve şehvetten gayrı bir şey olmadığı için, şeytan'ın başkanlığında ELLAH’a karşı çıktı. Böylece insan ve şeytan birleşerek, Halifetullahı ve Şeriatullah'ı lağvetti. Halife lağvedilince ELLAH’ın emirleri ile hükmetmekte, gündemden düştü. Çünkü şeytan'a halife olarak insan, idareyi ele aldı. Böylece şeytan'ın hâkimiyeti, halifeleri sayesinde sağlanmış oldu. Zaten şeytan Âdem'i küçük ve cahil bulduğu için ona bi’at etmedi. Makamı Hilafet'e kendinin daha layık olduğunu dedi. Hilafetini kabul etmeyen ELLAH’ın hükümlerini, hâkimiyetini Halifeleri vasıtası ile oda lağvetti. Şeytan ELLAH’ın hükümlerine müdahale olsun diye bir sürü laik, demokrat, kraliyet, saltanat idareler gündeme soktu. Yahudi, nasaralar ve onlara uyanlar, böylece şeytanı Ulûhiyyet makamına oturttu.

İşte bu zalimlerin hepsi, iblisin avaneleri olan şeytanlardır. Bu şeytanların içinde secde edenleri olsa bile ELLAH’a secde edeni yoktur. Çünkü mümin ile kâfirler, Melekler Âdem'e secdeye dâvet olundukları o zamanda birbirinden ayrılmışlardır. ELLAH’ın ayırdığını birleştirenin ve birleştirene tabi olanın elbette ki secdesi ELLAH’a ulaşmaz. Evet, hak ve batıl taa o secde günü birbirinden ayrıldıktan sonra, ELLAH Âdem ve Havva’yı cennetin bir ağacına yaklaşmamak şartı ile cennete koydu. Ama ona düşman olduğunu, yani ELLAH’ın Halifelerine düşman olduğunu bilaperva ilan eden şeytan, Âdem'i o yerden çıkarmaya yani Âdem'i ELLAH’a düşman etmeye yani Halifesi olarak ELLAH’ın Teşriisi ile Âdem'i hükmettirmemeye ve ELLAH’ın Teşriisine uymamaya o yasak olan ve dünya'ya temsil olan ağaç ile muvaffak oldu.

Yani şeytan Âdem'i, yani Halifetullahı ELLAH’a düşman etti, yani ELLAH’a düşmanlık olan ameli ona işletti. Hududullah'ı çiğnetti. Ama akıl ve irade ve hürriyet sahibi olduğu için aşmış olduğu hududun vebali üzerine yüklendi. Şeytan'a bir vebal yüklenmedi. Çünkü o zaten düşman ve kâfir idi. Hem Âdem şeytan'ın kâfir ve düşmanı olduğunu da biliyordu... ELLAH’ın Halifesine ve Teşriisine düşman olan kâfirin doğru konuşur olduğuna inandığı için, Âdem'in cezası bir kat daha arttı. Böylece suçlu olarak yeryüzüne indirildiler. Onlara: Sizin yeryüzüne işiniz ve nasibiniz vardır denildi.

Cennet gibi bir yerden bu toprakların üzerine sahipsizmiş gibi salıverilen Âdem, şaşkın, şaşkın hem de ziyadesi ile üzgün ve bin pişman olarak dolaşırken --FETELEKKA-- Aklına önceden öğrenmiş olduğu kelimeler zuhur etti. Hemen o kelimelerle bağışlanması için Rabbine yöneldi. Yani ihlâs ile tevbe etti yani kulluk makamı ile Ulûhiyyet makamını tefrik etti. ELLAH’da:                                                               --İNNEHU HUVETTEVVABUR REHİM-- Olarak affetti

Affetti ama alıp tekrar cennete koymadı. Bu işi ileri bir tarihe erteleyerek bu dünyada onu iskân ettirdi. Havva validemizi de ona hem bir dost, hem yardımcı, hem de tam yarım elma gibi olan Âdem'i Havva ile itmam etti. Böylece ELLAH onları tekrar himayesinin altına aldı. Lâkin himayesinin Kıyâmete kadar devam etmesi için, ELLAH onlara şu şartı koştu: Siz ve evlatlarınız bu yerde zinhar korkmayın. Zira benden size hüda gelecek yani Resul ve kitab gelecek. Her kim gönderdiğime yani Resulüme ve kitabıma uyarsa ki, onlar benim Halifemdir. Uyarsa üzerlerine korkmaktan bir şule olmasın, mahzun olmasın ve olmasınlar.

Ama kim de Resul ve kitabıma uymazsa yani Halifeme uymazsa ve uymayıp Tağuta, yahudi ve nasaralara uyarsa korksun. İsterse korkmasın zira bu zalimler mahzun edilip korkutulacaklardır.

V E  İ Z A H I:

Bu faslın birinci ayeti olan otuzuncu âyette zikredilen --HALİFE-- kelimesi ELLAH’ın muradını ve Risâlet davasını şerh etmeye kâfidir. Şöyle ki: Halef, bizden sonra yerimize, işimize, meslek ve meşrebimize aşina olarak gelen ve oturan tek kişi demektir. Yada işin, malın asıl sahibi tarafından işlerine ehil bulunup atanılan tek kişiye Halife denilir, vekilde denilir ve vali de denilir. İmdi Halefini atayan zat, atadığının yada atamadan yerine seçilen kişinin selefi olur. Bu kurala göre, Rabbulalemin olan ELLAH (c.c) bazı işlerinin yerine gelmesi için, bazı yetkiler ve hâkimiyetlerle donanmış olan Halifesini yaratıp atadı. Kendisi ise, hâkimiyet ve tasarruf hakkı verdiği Halifesinin işine bu meyanda karışmamak üzere selef makamını aldı. Aldı ama bu muvakkat bir zaman içindir, imtihan içindir. Zaman dolunca Halifelerini toplayıp huzuruna alacak ve verdiği yetki ile neler işlediklerini onlara soracaktır. Çünkü bu oyunu kuran ve halk eden ELLAH tır. ELLAH ise Ezelin ve Ebedin sultanıdır, öyle ise bu dünya var olduğu müddet içerisinde halef, selef kuralı geçerlidir.

Öyle ise insana verilen bu tasarruf mahduttur. Muhit değildir. Çünkü insan ve tasarruf ettiği saha ve eşya fanidir. Yani ELLAH’ın ulûhiyyetine, Rububiyyetine, Hafızıyetine ve Razıkıyyetine müdahale değildir. Yani ELLAH’ın külli iradesine taalluk eden tasarrufuna müdahale hakkını yarattığı Halifesine tanımadı ELLAH...

Zaten Halife isminin tazannum ettiği manaya bakıldığında Hilafet'e atanan, kendini bu yere atama hakkına sahip olanın elinden tüm imkânlarını almaya, iptal etmeye yetkili değil ve yeltenemez de. Şayet elinde yetki olduğu yerlerde selefinin emrine ve yetkisine müdahale edecek olursa, kendini Hilafet'ten azlettirmiş olur. Yani ELLAH’ın nimetlerini kullanarak ve ELLAH’ın kulu ve mahlûku olarak şeytan'a halef olmaya mahkum edilir, mahkum olur. Badehu, bu dünya'dan gidince ona yaptığı bu ihaneti sorulur.

Zira Evet, Hilafet konusu cüz’i de olsa ki, cüzi’dir. Hilafet'in ne manaya geldiğini çok iyi bilen Melekler dedi: Ya Rab onlar Hilafet'in zevkine, nimetine aldanarak, birbirlerinin kanlarını dökerler. Zira kendine tayin ettiğin Halifene zatı kibriyandan irade, hürriyet vereceksin demektir. Öyle olunca onlar sana, senin onlara verdiklerinle isyan edebilme imkânına sahip olacaklardır. Oysa biz sana isyansız itaat ediyoruz. Şirksiz, şeriksiz sana Hamd ediyoruz. Madem ediyoruz, mutlak itaatte layık olan sen, kendine isyan edebilme imkânına sahip mahlûk yaratıyorsun diyen Meleklere ELLAH (c.c) buyurdu: Durun ey Meleklerim! Sizin bana olan mutlak itaatiniz, sizin bize isyan etme gücünüz ve sahanız olmadığındandır. Ama yaratacağım Halifelerime size vermiş olduğum itaat etme imkânı ile beraber isyan etme imkanıda vereceğim. Böylece onları bu iki aşırı ucun ortasın da muhayyer bırakacağım. Helak olup telef olmasınlar diye şeytan'a ve hevalarına uymasınlar diye, onlara Resul kitabım ile birlikte göndereceğim. Onlar akıllarını kullanarak hür iradeleri ile gönderdiğim hüda ya yani Resulüme ve Teşriime uyarsa ve sizin ettiğiniz itaatin yarısını dahi ederlerse, sizin mafevkiniz itaat etmiş olacaklardır. Çünkü benim düşmanım olan şeytan ve nefisleri daima onların üzerine olup, onları bana isyan etmeye teşvik etmektedir. Bu zalim vesveselerden korunmamız için ELLAH (c.c) Âdem'e bütün isimleri öğretti. Sonra o eşyayı Meleklere arz ederek: Doğrulardansanız bunların mahiyetlerini bana bildirin dedi. Melekler: Seni tesbih ederiz, sen bize bildirdiğinden gayrı bilgimiz yoktur. Çünkü her şeyi en doğru bilen hüküm ve hikmet sahibi sensin diyerek Âdem ve evlatlarının, Hilafet'e layık Halife olduklarını, Melekler ikrar etmiş oldu. Ve dediler: Bu insanlar, kendilerine gönderilecek olan Resulün emrinde, emri altında olarak kan dökmeleri hilkatlerine uygundur. Şayet şeytan'ın emri ile Tağutun başkanlığında kan dökseler bu davranışlarından Hâlıklarına bir noksan izafe edilemez. Çünkü ELLAH bunlara akıl verdi ve yol gösteren Resulleri kitabı ile birlikte gönderdi.

Evet, masum olan Melekler dosdoğru söyledi. Çünkü insanların hepsi ELLAH’a asi olsa onun makamı kibriyasına zerre bir leke arız olmaz, görülmez. Aksine azamet ve kibriyası daha ziyade olur. Çünkü asi olan insani her an ıslah etme kudretinde olup da, onu ıslah etmeyişi, ceza vermeyişi onun izzetini gösterir. Ve onun saltanatına bir noksan gelmediğini gösterir. Şayet insanların isyanı yani Risâlet'e, Hilafet'e olan düşmanlıkları ELLAH’a bir leke isabet etse idi, ELLAH derhal bu zalimleri yok edip, kendisine mutlak itaat edenleri halk ederdi. Öyle ise kim ne yaparsa ettiği kendine aittir. Çünkü insanların tümü isyan etseler, bu isyanı irade’i kül sahasında, ELLAH’a mutlak itaattir. Zira ELLAH’a irade’i kül sahasında isyan etmek muhaldir. ELLAH’a isyan, bizlere ayrılan sahada, irademizi kötüye kullanarak mümkündür. Mümkündür ama vebali bize ait olarak mümkündür. Çünkü ELLAH insanı bu dünya Teşriisinde, aklına bırakmamıştır. Çünkü akıl Teşrii yapmaya kendine layık olanı bulup çıkaramaz. Bu nedenledir ki, insanlara Risâlet yolu ile Resul ve Resul vasıtası ile kitab, kitab vasıtası ile Teşrii gönderdi. Ama bunlara uyup uymamayı hür kılınan akla havale etti. Zaten akıl bu tercihi yapmak için verilmiştir. Hem akıl bu tercihi yapmada çok mahirdir ve çok haristir. Ki, her akıl ister istemez kendisine bir imam seçer. Hiçbir akıl kendisine imam seçip ona teslim olmadan huzur bulamaz. Öyle ise akıl tercihini Risâletten yana, Teşriiullahtan yana ve Hilafet'ten yana koyarsa o akıl, akıllı olur. Bu tercihi yapamayan akıl, fezalara dolaşmakla akıllı olmaz. Hem mâsıvai küçültüp iğnenin deliğinden geçirse bile akıl, akıllı olmaz. Sadece aklı ile daha çok mes’ül olur o kadar. Öyleyse biz ilk yaradılışımızın serüvenine dönelim:

ELLAH buyurdu: Ey Âdem! Onları isimleri ile birlikte kendilerine bildir. Âdem'de hemen eşyanın mahiyetini Meleklere vasfetti. İmdi Rabbimizin bu Beyânına göre Melekler, yeryüzünü fesada verecek birinimi yaratacaksın demişlerdi. Şimdi ise, eşyanın hal tercümesini Âdem'den öğrenince fıtratullah gereği, Melekleri Âdem'in emrine vermesindendi ki, Melekler emrinde olacakları Halifelerine mahiyeti bi’at olan secde emrini Rablerinden aldılar. Böylece Âdem'in Hilafet'i müddetince Âdem'in emrinde olacaklarına dair secde ile yani ELLAH’ın emrine ve Halifesine isyan etmeyeceklerine dair ELLAH’a söz verdiler. Böylece. Halifeliğin devamınca ELLAH’ın Halifelerine yardım edeceklerine dair söz vermiş oldular. İmdi Âdem'e secde ederek ELLAH’a verilen sözün mahiyeti şudur: Yardıma muhtaç olan Âdem'dir, yani insan yani Halife, yardıma muhtaç'dır. ELLAH ise yardıma muhtaç değildir. Yardıma muhtaç olmayan kimse, kimsenin itaatine ve secdesine de muhtaç değildir. Öyle ise yardıma muhtaç olan ki, Âdem'dir öyle ise yardım edecek olanın itaati yani secdesi ona olmalıdır.  

Öyleyse Evet, bugün secde eden insanların yapmış oldukları secdeler, ELLAH’a yapılmıyorlar. Çünkü ELLAH’ın secdeye yani yardıma ihtiyacı yoktur. Ancak ELLAH’ın Resulüne, Halifesine ve Teşriine uyacağımıza dair secdemiz ile ELLAH’a günde beş vaktin içinde kırk kez söz vermiş oluyoruz. Dikkat edilirse secde ile verdiğimiz sözü ELLAH’a dönerek değil de Beytullah'a dönerek secde ederek ELLAH’a söz vermiş oluyoruz. Öyle ise birisi kalkıp dese, biz ELLAH’a değil Beytullah'a secde ediyoruz doğru demiş olur. Çünkü Beytullah'a teveccühen yapılan secde, Beytullah’ın sahibinin emirlerini ââli etmek içindir ki, ELLAH’a secde etmiş oluyoruz. Tıpkı Meleklerde bunun gibi Âdem'e secde etmeleri ile ELLAH’a secde etmiş oldular. Çünkü yerine getirilecek olan emirler ELLAH’ın emirleridir.

Öyle ise tüm Resulleri temsil eden Muhammed Mustafa (sav) ve Halifesi Beytullah tır. Yani ELLAH’ın Halifesidir. Halifeye secde ELLAH’a ki, secde oluyor öyle ise Halife’i Resulün olmayışı secdeleri iptal eder ve etmiştir. Çünkü Halife’i Resulün olmayışı, secdeleri sadece Beytullah’ın taşlarına yöneltmiş olur ki, bu da şirk olur. İmdi ey kaariler! İyi dinleyin: Biz diyoruz ki, Risâleti Kıyâmete dek geçerli olarak gönderilen Resulün Halifesi bu günümüzde olmadığından Risâleti kesilmiştir. Öyle ise Risâleti, yani Hilafet'i ılga edenler ve onlara itaat edenlerin secdeleri ELLAH’a ulaşmıyor; Ilga edilen Hilafet'in ihyasına çalışmayanlarında secdeleri ELLAH’a ulaşmıyor. İmdi Melekler, irade sahibi olmadıklarından söz verip, vermeme, secde edip etmeme muhayyerlikleri yoktur. Burada okunan bu ders, biz irade sahibi insanlar için kinaye ve derstirler. Bu dersten, aldığımız ders, şeytan'ın Âdem'e secde etmemesi ile bağlantılıdır. Şöyle ki: Şeytan'ın secde etmeyişi açıktan ELLAH’a ve Halifesine karşı kıyama kalkmak idi... ELLAH’a ve onun Halifesine karşı böylesi cüret gösteren kim midir? Diyorsunuz. Şeytan ve avanesi yani tağut: Evet, bu zalimler kibirlenmişler de, Hilafet hakkı bizimdir demişler. Böylece Kıyâmete dek ELLAH’ın hükümlerine, Resulüne ve Halifesine düşman olup kalacaklarını ilanen izhar etmişlerdir. Yani şöyle demiş şeytan ve Halifesi olanlar: Bizi yeryüzüne Halife tayin etmeyen ELLAH’a karşı biz kendimizi, kendimiz onun Halifesine mu’adil Halife tayin ettik ve edeceğiz. Yani ELLAH’ın yerine İlâh biz olacağız dediler. Bu gayemize vasıl olabilmemiz için, Halifetullah olarak yaratılan insanı emrimize alacağız. Kendimizin emrine uyan Halife durumuna sokacağız. Böylece yeryüzünün İlâhı, Rabbi, Razıkı ve Hafızı ben ve benim Halifelerim olan insanlar olacak. Beni Hilafet'e tayin etmeyen ELLAH’a, Âdem ve evlatları kâfir, müşrik olacaklardır. Çünkü  onların ağızları ile konuşan, hükmeden ben olacağım. Böylece yeryüzüne haris olduğum Hilafetimi, saltanatımı sağlamış olacağım.

Şeytan, Âdem'in yani insanın Halife olarak yaratılışına itiraz etmeye devamla şöyle konuşuyor ve konuşmuş: ELLAH Âdem'i çok mu şerefli yarattı? Oysa imtihansız şeref, ilim, sabır belli olmaz. İmdi Âdem için yani insan için ki, bu insan Halifetullah tır, bu insan için Rabbine makamı Hilafet için bu derece isyan edip düşman olan şeytanı ELLAH (c.c.) kibri arzuları ile baş başa bırakıp Âdem ve Havva’yı Cennete iskân ettiriyor. Ve ona: Bu yerde dilediğiniz yemişler yiyin lâkin sadece şu ağacın meyvesine yaklaşmayın. Ki, zalimlerden olmayın.

Her nimete münhasır külfet vardır. İmtihan olmadan musibetlere sabretmeyi bilmeden, düşmanın ölçüsü ve kuvveti bilinmeden, yeryüzüne ELLAH’ın Halifesi olursan hakkından gelemezsin. Yani vekili olduğun aslın düşmanına galip olamazsın. Selefin olan zatın düşmanına galip olmadan da, onun yolundan, onun emrinden yürüyemezsin. Evet, bu nedenlerle insanların cihadı ta baştan Şeytan ve Âdem ile başlamıştır. Şöyle ki: Âdem evvelce eşyadan öğrenmiş olduğu yüzeysel ilim ve planların şimdi bur da fiilen talim ve tatbikatlarına geçiriliyor. Bu tatbikatın en önünde, ELLAH Halifesine düşmanını tanıtmak üzere, Halifesini düşmanına mağlup ettiriyor. Ki, Halifetullah olan zat, düşmana galip gelmeyi ve galip gelebilmesi için, kime nasıl niyazda bulunmayı, hangi araçlara başvurmayı öğrenmesi için Halifesini önce mağlup ediyor. Çünkü iyi talim öğrenip düşmana galip gelinmese, cennet gibi bir hayat elden çıkıyor. Öyleyse düşmana illa galip gelinmeli ki, cennet senin olsun. Zira düşman, cennetin sahibi olan ELLAH’ın da düşmanıdır. ELLAH’ın ve Halifesinin düşmanı olan şeytan hemen düşmanlık olan vazifesine başlamak üzere Âdem'in yanına varıp ona,  dost görünerek onun cennet hayatını tebrik ediyor, alkışlıyor. Ama ne yazık ki ebedi kalmayacaksın. Mamafih senin dostun olarak benim dediğimi yaparsan burada ebedi kalırsın. Evet, Şeytan Âdem'e dost görünerek onu ELLAH’ın emrine muhalif davrandırıyor. Böylece savaşını kazanıyor. Demek ELLAH’ın emrine ters davranmak yani Resulüme uyun diyen ELLAH’ın Resulüne ve Halifesine uymamak şeytan'a uyup ELLAH’a düşman olmaktır.

Evet, Nihayet şeytan onları cennetten kaydırdı. Orda olan nimetlerden uzaklaştırdı. Bizde kiminiz kiminize düşman olarak oradan inin dedik. Çünkü yeryüzünde sizin için vakti malum zamana kadar durmak ve istifade edilecek işler vardır dedik. İşte Evet, Âdem ve şeytan böylece hilkatlerine doğru yönlendirilmiş oldular. Hilkatlerine doğru yöneldiler. Çünkü Âdem, şeytan'ın dostluğuna aldanarak ELLAH’ın nehy ettiğini işledi. Ama çok şeyleri bizzat tadarak, görerek ve işleyerek öğrendi. Şöyle ki, Risâlet mektebinin dışına kalanlardan dost olmaz ve asla doğru söylemez olduğunu öğrendi. Risâlet dışına kalanların ELLAH’a, Resulüne, Halifesine ve Teşriine düşman olduklarını öğrendi. Bunları dost edinmenin ne menem felaket olduğunu gördü ve bizzat yaşayarak tattı. Hilafet hususunda kadına uymanın tamamen hüsran olduğunu anladı.

Böylece vekili olduğu zatın emirlerine, sebebi ne olursa olsun muhalif davranmanın boyutlarını kavradı. Bir daha muhalif davranmayacağına dair artık tevbe etti. Böylece ettiği tevbeyi evlatlarına ders ve miras bıraktı. Çünkü tevbe eden Âdem şu hakikati öğrenmişti: İşlenen suçun büyüklüğü mâsıva kadarda olsa. Ondan kurtulmanın tek yolu, vekili olduğun zat’a suçlu olduğunu itiraf ederek yalvarmaktan gayrı çare olmadığını da öğrendi. Evet, Âdem dünya'ya indi ama kulluğun en güzeli olan suçu itiraf etmeyi de öğrendi. Böylece Hilafetini yapabilmesi için, düşmanının haleti ruhiye sini de öğrendi. Öyleyse tüm bunlar bilinmeden Halifetullah olamazsın ancak halife’i şeytan, halife’i yahudi ve nasara olursun.

İmdi Risâlet ile Tağutun bu ilk çatışmasında Risâlet mağlup gibi görünüyor ise de, Hüdeybiye antlaşması gibi esasta işler aslına doğru yürümüştür. Ki, Âdem makamı Hilafet'e oturdu yani ELLAH’ın rızasını celbeden makama oturdu. Hem de zevcesi Havva Hilafet'in üyelerini yani varislerini doğurdu. Şimdi ise bizler onların evladı ve halefleriyiz, veliahtlarıyız. Ne var ki, bu günlerde selefimizi unutmuşuz. Çünkü şeytanı rehber, halifesi olan tağut'u önder edinmişiz. Aklımıza tevbe etmekte gelmiyor. Çünkü hidayette olduğumuzu sanıyoruz ve biliyoruz. İslam ve Halifesi olmamasına rağmen, şeytan'ın: Bizlere siz doğru yoldasınız ivhasına aldanıp gidiyoruz. Böylece tevbe etmeyi yani Risâlet'e dönmeyi ve bi’at verip Halifetullaha itaat etmeyi unuttuk. Oysa babamız Âdem Rabbinden bellediği kelimelerle tevbe etti. Çünkü tevbeyi kabul eden asıl sonsuz merhamet sahibi olan ELLAH’tır.

Ki, Âdem Rabbine tevazuu göstererek tam bir edep ile yalvardı. Suçlu olduğunu bilerek tevbe etti. Çünkü Âdem, Rabbinden bu dersleri almış idi. Hem Âdem sarsılmaz bir esas olan şu kelimenin üzerine tevbe etti: --LA İLAHE İLLELLAH MUHAMMED RESULULLAH-- İşte Âdem bu cümleye bir daha ihanet etmeyeceğine dair tevbe etti. Yani ELLAH'tan başka İlâh ve Risâletten başka imam edinmeyeceğine dair tevbe etti. Yani Âdem: Hayır, Rabbim, ben aldandım, artık bundan böyle sana muhalif olan, muhalif olmasıyla Ulûhiyyet dava edene uymayacağım. İlla uyacağım, ama senin Resulüne, Halifene ve Teşriine uyacağım. İşte tevbenin aslı bu temeldir. Temeli böyle olmayan tevbenin tevbe olması muhaldir. Çünkü Âdem'in tevbesi bu temel üzere olan şu şarta bağlı idi. Okuyalım: --Dedik ki, hepiniz oradan inin. Eğer benden size bir hüda yani Resul gelir de, kim kendisine gelen Resulüme inanırsa, uyup teslim olursa onlar için korku yoktur.-- İşte Âdem'in tevbesi, ELLAH’ın bu emrini kabul ettiği için kabul edildi. O bütün evlatları adına bu şartı kabul ettiğine göre evlatları da bu şartı kabul ederse af olunurlar. Öyleyse bu esası kabul etmeyenlerin tevbeleri, ibadetleri batıldır. Yani imamı, bi’atı olmayanların İmân ve amelleri batıldır. Çünkü bu kişilerin kıblesi yok. Ancak Beytullah’ın taşları kıble olarak var. Beytullah’ın taşlarına dönenler için ELLAH buyuruyor: Doğuya batıya dönmeniz birr yani İmân, amel değildir. Ancak birr odur ki, ELLAH’a, Resulüne, kitablarına İmân eder. Yani ELLAH’a uymak için Resulüne, Resulüne uymak için Halifesine bi’at verip uyanın ve böylece tağut'u inkâr edenin imanına şahit olunur. Çünkü Beytullahı kıble edinenler bunlardır. Bunların dışına kalanlar hedefleri olmadan ateş edenler gibidir.

İmdi hedefsiz ve hedefini tayin etmeden ateş edenler için Rabbimiz şöyle buyuruyor: --Küfredenler, ayetlerimizi tekzib edenler, işte onlar cehennem Eshabıdır. Orda ebedi olarak kalırlar.-- Evet, öyledir, çünkü kıssa’i Âdem'den ders alamayarak Resulullah'a ve Halifesine ittiba etmeyenler yani imamı, bey’atı olmayanlar, bey’atın ve imamın farz olduğunu bilmeyenler ELLAH’ın ayetlerini, Resulünü ve Teşriisini inkâr edenlerden olmuşlardır. Haliyle cehenneme ebedi kalmak üzere gönderilirler. Öyleyse biz Rabbimize sığınarak onun ayetlerini okuyalım:                         

يَابَنى اِسْرَائلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِىَ الَّتى اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَوْفُوا بِعَهْدى اُوفِ بِعَهْدِكُمْ وَاِيَّاىَ فَارْهَبُونِ (40) وَامِنُوا بِمَا اَنْزَلْتُ مُصَدِّقًا لِمَا مَعَكُمْ وَلَاتَكُونُوا اَوَّلَ كَافِرٍ بِه وَلَاتَشْتَرُوا بِايَاتى ثَمَنًا قَليلًا وَاِيَّاىَ فَاتَّقُونِ (41) وَلَا تَلْبِسُواالْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُواالْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ (42) وَاَقيمُواالصَّلوةَ وَاتُواالزَّكوةَ وَارْكَعُوا مَعَ الرَّاكِعينَ (43) اَتَاْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنْسَوْنَ اَنْفُسَكُمْ وَاَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ اَفَلَا تَعْقِلُونَ (44) وَاسْتَعينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلوةِ وَاِنَّهَا لَكَبيرَةٌ اِلَّا عَلَى الْخَاشِعينَ (45) اَلَّذينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا رَبِّهِمْ وَاَنَّهُمْ اِلَيْهِ رَاجِعُونَ (46) يَابَنى اِسْرَائلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِىَ الَّتى اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّى فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَمينَ (47) وَاتَّقُوا يَوْمًا لَاتَجْزى نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيًْا وَلَايُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلَايُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَاهُمْ يُنْصَرُونَ (48) وَاِذْ نَجَّيْنَاكُمْ مِنْ الِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُوءَ الْعَذَابِ يُذَبِّحُونَ اَبْنَاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءَكُمْ وَفى ذلِكُمْ بَلَاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظيمٌ (49) وَاِذْ فَرَقْنَا بِكُمُ الْبَحْرَ فَاَنْجَيْنَاكُمْ وَاَغْرَقْنَا الَ فِرْعَوْنَ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ (50) وَاِذْ وعَدْنَا مُوسى اَرْبَعينَ لَيْلَةً ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِه وَاَنْتُمْ ظَالِمُونَ (51) ثُمَّ عَفَوْنَا عَنْكُمْ مِنْ بَعْدِ ذلِكَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (52) وَاِذْ اتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَالْفُرْقَانَ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ (53) وَاِذْ قَالَ مُوسى لِقَوْمِه يَاقَوْمِ اِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ اَنْفُسَكُمْ بِاتِّخَاذِكُمُ الْعِجْلَ فَتُوبُوا اِلى بَارِئِكُمْ فَاقْتُلُوا اَنْفُسَكُمْ ذلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ عِنْدَ بَارِئِكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحيمُ (54) وَاِذْ قُلْتُمْ يَامُوسى لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتّى نَرَى اللّهَ جَهْرَةً فَاَخَذَتْكُمُ الصَّاعِقَةُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ (55) ثُمَّ بَعَثْنَاكُمْ مِنْ بَعْدِ مَوْتِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (56) وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوى كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَارَزَقْنَاكُمْ وَمَاظَلَمُونَا وَلكِنْ كَانُوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ (57) وَاِذْ قُلْنَا ادْخُلُوا هذِهِ الْقَرْيَةَ فَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ رَغَدًا وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا وَقُولُوا حِطَّةٌ نَغْفِرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْ وَسَنَزيدُ الْمُحْسِنينَ (58) فَبَدَّلَ الَّذينَ ظَلَمُوا قَوْلًا غَيْرَالَّذى قيلَ لَهُمْ فَاَنْزَلْناَ عَلَى الَّذينَ ظَلَمُوا رِجْزًا مِنَ السَّمَاءِ بِمَاكَانُوا يَفْسُقُونَ (59) وَاِذِ اسْتَسْقى مُوسى لِقَوْمِه فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًا قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْ كُلُوا وَاشْرَبُوا مِنْ رِزْقِ اللّهِ وَلَاتَعْثَوْا فِى الْاَرْضِ مُفْسِدينَ (60) وَاِذْ قُلْتُمْ يَامُوسى لَنْ نَصْبِرَ عَلى طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَارَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَامِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ مِنْ بَقْلِهَا وَقِثَّائِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَا قَالَ اَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذى هُوَ اَدْنى بِالَّذى هُوَخَيْرٌ اِهْبِطُوا مِصْرًا فَاِنَّ لَكُمْ مَاسَاَلْتُمْ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَاؤُبِغَضَبٍ مِنَ اللّهِ ذلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِايَاتِ اللّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّنَ بِغَيْرِالْحَقِّ ذلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ (61) اِنَّ الَّذينَ امَنُوا وَالَّذينَ هَادُوا وَالنَّصَارى وَالصَّابِينَ مَنْ امَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الْاخِرِ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَلَاخَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَاهُمْ يَحْزَنُونَ (62) وَاِذْ اَخَذْنَا ميثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَ خُذُوا مَا اتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَافيهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ (63) ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ مِنْ بَعْدِ ذلِكَ فَلَوْلَا فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَكُنْتُمْ مِنَ الْخَاسِرينَ (64) وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ الَّذينَ اعْتَدَوْا مِنْكُمْ فِى السَّبْتِ فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِينَ (65) فَجَعَلْنَاهَا نَكَالًا لِمَابَيْنَ يَدَيْهَا وَمَاخَلْفَهَا وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّقينَ (66)                 

M E A L İ:

40-- Ey İsrail oğulları size ihsan ettiğim nimetimi hatırlayın. Da, Ahdullah’ı yerine getirin ki, bende sizin ahdinizi yerine getireyim ve yalnız benden korkun. 41-- Elinizde olanı tasdik edici olarak gönderdiğimize İmân edin. Onu inkâr edenlerin ilki olmayın. Ayetlerimizi az bir fiyata satmayın. Bu hususta yalnız benden korkun. 42-- Kendiniz bilip dururken hakkı batıla karıştırıp gerçeği gizlemeyin. 43-- Namaz kılın, zekât verin. Ruküya gidenlerle birlikte sizde rükû edin. 44-- Siz insanlara emredip de kendinizi unutur musunuz? Oysa kitabı da okuyorsunuz. Hala aklınızı başınıza almayacak mısınız? 45-- Hem namazla, hem de sabırla yardım isteyin. Gerçi bu ağır gelir ama huşu duyanlar için ağır değildir. 46-- Haşyet duyanlar Rablerine ulaşacaklarını ona döneceklerini bilirler. 47-- Ey İsrail oğulları, size ihsan ettiğim nimetimi ve sizi âlemlere üstün tutuşumu hatırlayın. 48-- Öyle bir günden korkun ki, o gün kimse, kimse için bir şey ödeyemez, şefaat kabul edilmez. Fidye alınmaz ve onlara yardım olunmaz. 49-- Yine hatırlayın o günleri ki, oğullarınızı boğazlayıp, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bu büyük zillet ile size ceza veriyorlardı. Biz de sizi o zalim Firavunlardan kurtardık. Bunda sizin için Rabbiniz nezdinde bir imtihan vardır. 50-- Hem o günleri hatırlayın ki, size denizi yarmıştık. Firavun ve ailesini siz bakarak gözünüzün önüne su da boğmuştuk. 51-- Mûsâ ile kırk geceyi sözleşmiştik. Da, siz ardından zalim oldunuz. Buzağı'yı ilâh edindiniz. 52-- Biz ise sizi affettik. Şükretmeniz gerekirdi. 53-- Hidayete eresiniz diye Faruk olan Tevrat’ı Mûsâ’ya verdik. 54-- Bir vakit Mûsâ kavmine: Ey kavmim! Buzağıyı ilâh edinmenizle nefsinize zulmettiniz. Hemen Rabbinize tevbe ederek nefislerinizi öldürün. Bu tevbe onun yanında, sizin için hayırlı olur. ELLAH’da tevbenizi kabul etti. Çünkü tevbeleri kabul eden merhamet sahibi olan sadece ELLAH’tır. 55-- Bir de: Biz ELLAH’ı açıktan görünceye kadar İmân etmeyiz ey Mûsâ demiştiniz. Bunu üzerine bakıp dururken yıldırım sizi çarptı. 56-- Sonra tekrar ELLAH sizi diriltti. Şükretmeniz gerekirdi. 57-- Üzerinize bulutları da gölge yaptık. Kuş etini ve kudret helvasını size indirdik. Rızıklarımızın temizlerinden yiyin dedik. Onlar bize değil sadece kendilerine zulmettiler. 58-- Ve onlara şu kasabaya girin demiştik. Dilediğiniz yerde istediğinizi yiyin kapısından secde ederek girin. Affet deyin ki, kusurlarınızı örteyim. 59-- Zalimler sözü değiştirdi kendilerine söyleneni kabul etmediler. Biz de o zalimlerin üzerine korkunç azap indirdik, onlar fasıklardı.  60-- Mûsâ kavmi için su arayınca ona asanı taşa vur demiştik de taştan on iki göze fışkırdı. Böylece her sipt su alacağı suyu kolayca buldu. ELLAH’ın rızkından yiyin için, ama o yerde fesad çıkarmayın dedik.        61-- Bunun üzerine dediler: Biz ey Mûsâ! Bir çeşit yemeye dayanamayız. Rabbine dua eyle de, yerin bitirdiklerinden acur, sarımsak, mercimek, kabak bizim için çıkarsın Mûsâ: Siz iyiyi adi olanla değiştirmek istiyorsunuz. Öyleyse bir şehre inin ki, orada istediğiniz var. Onların üzerine zillet ve meskenet yazıldı. ELLAH’ın lanetine uğradılar. Onlara bu lanet, ayetlerimizi tekzib ettiklerinden ve Resullerimizi katletmelerindendi. 62-- Şüphe yok Müminler, yahudiler, nasraniler ve saabilerden her kim ELLAH’a, âhiret gününe inanıp Sâlih amellerde bulunursa, mükâfatları ELLAH’ın nezdinde mahfuzdur. Onlara korku ve mahzuniyet yoktur. 63-- ELLAH onlardan sapasağlam söz almıştı. Tür’ü üzerlerine kaldırmıştı. Size verdiğimi kuvvetli tutun demişti. Onda olan emirlere sarılın ki, müminlerden olasınız demişti. 64-- Sonra verdikleri sözden imtina ettiler. Şayet ELLAH’ın Rahmeti üzerinizde olmasaydı hüsran olurdunuz. 65-- Sizler içinizden cumartesilerinde haddi aşanları yemin olsun ki biliyorsunuz. İşte biz onlara hor ve zelil maymunlar olun demiştik. 66-- Hem öncekilere hem sonradan gelenlere ibret verici ceza, mümin ve muttakilere de mutlak bir vaaz ettik. Amenna ve seddekna.

M E R A M İ:

İmdi ELLAH tarafından gelen Huda’ya, ilk olarak isyan eden Âdem'in oğlu Kabil oldu. Kabil’i bir topluluk olarak izleyen beni İsrail lakabı ile şöhret bulan İsrail kavmi oldu. Risâlet'e isyanları ile dillere destan olan bu kavim, her şeyin kendine has bir kurdu olduğu gibi, bu kavimde Risâletin düşmanı olarak Kıyâmete dek, ilahiyat namına nerede ne biterse onun kurdudur. Evet, Risâlet'e karşı böylesi zalim oldukları için ELLAH’ın laneti bu kavmin üzerine izharen sabit oldu. Bunu böyle bildikten sonra diyelim: Ey İsrail oğulları! ELLAH’ın size, sizden göndermiş olduğu Resullerini hatırlayın! Da, ELLAH’a verdiğiniz sözü yerine getirin. Yani son Resule ve Teşrisine İmân edin ki, ELLAH’a vermiş olduğunuz sözü yerine getirmiş olasınız. Ve ELLAH’ın nimetlerine şükreden olasınız. Böylece korkudan mahzun olmaktan emin olasınız. Çünkü sadece ELLAH'tan korkarak ve sadece onu İlâh edinerek son Resule İmân edip tabi olanlar için, Halifesine bi’at verenler için korku yoktur.

 Öyleyse ey beni İsrail! Dâvet olunduğunuz bu son Resule uyun. Çünkü bu Resül beraberinde getirdiği kitab da Tevrat’ı, İncil’i, Zebur’u ve tüm Resulleri tasdik ediyor. Tasdik etmiş olduğu kitab ve Resul'lerde, bu Resulün Risâletini ve bazı nişanlarını haber vermiştir. Öyleyse --VE AMİNUU-- İmân edin. Ki, ilk münkirlerden olmayın. Ve münkirlerin, münkirliğin imamı olmayın. Kim bildiği halde, kralın emri ile emirleri için, yada korktuğu için, yada makam, maaş ve nişanlarını almak için, gözlerine dost ve şirin görünmek için Hateminnebi olan Resulullah'ı inkâr ederse ve böylesi münkirlere uyar olduğu halde mümin olup ELLAH’a kulluk ettiğine inanırsa, işte bunlar, ELLAH’ın ayetlerini ve Resulünü tek saman çöpüne satanlardan olur. Böylece sadece ELLAH'tan korkmayıp, maada ne var ise onlardan korkmuş olurlar.

Hakkı batıl ile takas etmiş olurlar. Hem de bilir oldukları halde. Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe oldukları halde. Böyle edenler elbette ki âhiret ten vaz geçmiş olarak yaparlar. Bunu dünyaları ve hâkimiyetleri için yaparlar. Böylece ELLAH’ın yerine tağut'u ilâh edenlerden olurlar. Tüm bu herzeleri niye mi yiyor insan ve özellikle mümin? Şunun için: Beşeri hükümlerin hâkimiyeti altında, Tağutun ruhsatı ile İmân ve imanın lazımı olan ibadetler ELLAH için olduğuna inanmış oldukları için o herzeleri yerler. Hem Tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe oldukları için o herzeleri yerler. Evet, böyle inanıp ettikleri için de, tağut'tan bir fısk’a yemezler. Böylece hem dünya hem âhiretlerini mamur ettiklerini, ediyor olduklarını sanırlar. Ama son gün geldiğinde müşrik olduklarını anlarlar.

Çünkü bu zalimlerin amellerinden bir zerre yi ELLAH kabul etmiş değildir.   Çünkü bunların isimleri ve resimleri mümin di, kendileri yahudi ve nasaralardandı. İşte bunlar namazı ikame etmezler ikame ediyor oldukları namazları, ELLAH kabul etmez. Bunlar zekâtı ita etmez, ita ediyor oldukları zekâtı, ELLAH kabul etmez. Çünkü namaz ve zekâtın düzeni altında değiller de ondan. Zekât düzenine düşman olanların itaati altında birrıza oldukları için ELLAH bunların hiç bir şeylerini kabul etmez. İmdi İmân ismini taşıyan insanın, bu derece ELLAH’a ve Resulüne ve Teşrisine düşman olanların elinde, emrinde memur olmasına rağmen, kendini mümin, Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe bilir. İmdi böyle olup böyle bilenlerden daha azgın zalim olur mu? ELLAH şerlerinden saklasın.  ÂMİN

İşte bu azgınlar insanlara emrederler. Ama kendilerini ELLAH’ın emrinin altına sokmazlar. Yani ELLAH’ın emirlerini emir olarak, amir olarak kabul etmezler. Öyle ise namazı emredip de kendisi kılmayan zalim ne denlü ahmak ise, amir olup da kendini ELLAH’ın emri altına sokmayanlar o denlü ahmak ve zalimdirler. İşte bu zalimlerden korunmak için ELLAH Resulünü ve kitabını göndermiştir. Gönderdiği kitabında: --VE ENTUM TETLUNEL KİTAB EFELA TAKİLUNE-- yazmıştır. Yanı siz kitabı da okuyorsunuz ama hani akıl etmiyorsunuz? İstifhamı ile ELLAH taaccüp ediyor, çünkü ELLAH (c.c) bu ayetlerden akıl etmemizi, düşünmemizi ve hayvanlar gibi olmamamızı tavsiye etmektedir ELLAH (c.c). Ona Hamd olsun.

Çünkü ELLAH, Resulü vasıtası ile biz insanlara okuduğu bu Kur'ân'da, tağut'u inkâr edip islam cemaatine biat ile bir ferdi olan Müminler için şunu okuyoruz. --VESTEĞİNU BİSSABRİ-- Namaz'a ve namaz ile yüklenmiş olduklarınıza sabredin. Namaz ve sabır ile Risâletin düşmanlarına karşı durun. Ama bu emrim belki size ağır gelir? Hayır, haşyet duyup huşu edenler için, Tağuta nefret duyup, Risâlet'e tabii olup muhabbet duyanlar için ağır değildir.    

Hem bu Müminler için ağır değildir ki, bunlar Rablerine rücu ederek mülaki olacaklarını yakinen bilirler. Bu ilme yakinen sahip olanlar için, namazın ve cihadın zorlukları zor gelmez. Hastalığa, açlığa tahammül etmek zor gelmez. 

Öyleyse ey ümmeti Muhammed! Burda ümmeti Muhammed'e nida ederken, Âyetin metninde nida olunan beni İsrail'e de nida etmiş oluyoruz. Çünkü tüm insanlar ümmeti Muhammed den gayrı ümmet değillerdir. Öyleyse tüm insanlar ve cinler Muhammed Mustafa’nın Dâvetinden sorumludur. Çünkü din, Hz. Âdem ile başlayan islam dinidir. Öyleyse ELLAH’ın her nimetine, özellikle islam nimetine: ELHEMDULİLLAHİ ALA DİNİ İSLAM diyelim. Çünkü ELLAH’ın bizlere akıl, ilim, irade ve hürriyet verip, Kur'ân ve Resul göndermesi sayesinde âlemlerin içinde üstün bir mahlûk olduk. Yani ELLAH (c.c.) bizlere İmân nasip edip müminlik şerefine irca etti. Böylece nice Firavunlardan bizleri korudu ve nice bin eşyanın tasarruf hakkını ELLAH (c.c.) bizlere verdi.

Ama Müminler olarak, Hilafet, bi’at ve şeriat düzenini sona erdirdikten sonra zillet, meskenet çıka geldi. Hem kimse kimseye yani mümin mümin'e yardım edemez oldu. Mahşerde de, bu ümmet yarsız, yardımcısız kalacaktır. Öyle ise ey beni Âdem! Bu Resule İmân edelim! Ve İmân eden ey Müminler! İmân etmiş olduğumuz ELLAH'tan gayrı İlâh edinmeyelim. ELLAH'tan gayrı İlâh edinmemek için Halife’i Resul müessesesini teşkilen bi’at verip teslim olalım. Böylelikle İmân etmeyen yahudi ve nasaraları ve bu zalimlere tabi olan imam ve emirleri, Şeyhleri, Mücahid, Mürid, Âlim ve Talebeleri terk edelim.  ÂMİN

Evet, terk edelim ki, zalim Firavunun zulmünden kavmi israil'i ELLAH kurtardığı gibi, bizleri de kurtarsın. Ne var ki, kavmi İsrail Mûsâ (a.s.) Tabi oldukları için ELLAH onları kurtardı. Öyle ise bu ümmetin kurtulması için da, Muhammed’e (s.a.v) uyan bir imama bi’at verip tabi olmak farzdır. Çünkü kavmi israil Firavun düzenine uğradığı zilletten onlarca fazla bu ümmet zillete, hakarete ve haksızlığa müncer olmuştur.

Evet, ELLAH kavmi israil'e denizi Risâletin izzetine, rahmetine yarmıştır. Aynı denizi Firavunların boğulması için yarmıştır. Öyle ise Risâletten uzak kalan her mümin ve her toplum Firavunun denizinde boğulacaktır. Ve Tağutun şemsiyesi altında olan toplumlar boğulmuşlardır. Ama refah içinde olduklarından, şehidler kendilerini ölü bilmedikleri gibi bu zalimler de kendilerini boğulmuş bilmiyorlar.

Boğulmuş olup da, kendini boğulmuş bilmeyenler, Mûsâ ile ELLAH (c.c) vaatleştikleri kırk gece'i Rabbi ile halvete çıktığında, buzağıyı ilâh edinenler gibidirler. Yani tağut'u ilâh, atasını put edinenlerdendirler. Evet, kırk gün, Risâletin gölgesinden uzak kalan bir mümin cemaat samiri’yi ilâh ve emirlerini hüküm ittihaz ederse ki, etti. Öyle ise Risâletten, Hilafet'ten ve bi’atten bir asra yakın mahrum kalan bu ümmetin halini bizler bu sahifelerde kalem ile kelam ile ve meram ile Beyân edemeyiz. Hem ELLAH'tan gayrı kimseler bu vahameti Beyân edemez. Öyle ise Rabbimizin bu âyetleri, aklı başında, imanı kalbinde olanlar için Beyândırlar.

Risâletten kırk gün uzak kalma nedeni ile beşeri hükümlerin peşine düşenlere, ELLAH kırk gün sonra Mûsâ’yı göndermekle, hidayete alıp affetti. Suçlarını itiraf edip Mûsâ ya teslim oldukları için affetti. Öyle ise Muhammed Mustafa bu ümmete bir daha dönmeyeceğine göre, Halife’i Resulü bu ümmet ihya etmelidir. Böyle ettikleri takdir de, şimdiye dek Tağuta taparak işlemiş oldukları şirklerin keffareti olur. Aksi halde müşrik, kâfir olarak onun huzuruna çıkılacak.

Şayet Halife’i Resul ihya edilirse ELLAH’a şakirler olacağız. Kur'ân ile de hidayeti bulacağız. Böylece tüm semâvi kitabları ve Resulleri tasdik edenlerden yani müminlerden olacağız. Ama tağut ve hükümleri altında durmayı ve ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olmayı din ve imandan bilirsek, Evet, böyle olanlar ve böyle bilenler müşrik olarak öleceklerdir.

Çünkü kırk gece verilen bi’at sözüne muhalif davranıldığı için, hem başlarına Halifenin veziri bulunmasına rağmen --EL İCLE-- Tabi olanlara, kırk gün sonra tekrar dönen Halifetullah onlara nefislerini öldürmeyi hayrı kesir olarak tavsiye etti. Ve dedi: Böylesi bir tevbe ile ancak gayrı ilâhlara uymanızın keffareti olur dedi. İmdi burada nefsinizi öldürün den murad şudur inşâ ELLAH: Tağuta, dünya'ya ve şehvete meyilli olan emmare’i nefs‘e itaat etmemek, Risâlet'e bi’at verip teslim olmak, bunları yaparken sabırlı olmak, bunları yaptıktan sonra yapılanı muhafaza etmek nefsi öldürme derecesine varan bir cesaret ister. İşte böyle tevbe edenler nefislerini öldürmüş olur.

Öyle ise beşeri emir ve düzenlerin içinde birrıza gönül veren Müminler, yukarıda Beyân edildiği üzere nefislerini öldürüp gönüllerini ELLAH’a, Resulüne, Halifesine vermedikleri takdir de, israil milleti: Mûsâ ya ey Mûsâ! Biz ELLAH’ı aşikâre görmeden senin Risâletine İmân etmeyeceğiz dedikleri gibi, Muhammed Mustafa yada aynı sözü diyenlerden olurlar. Yani bize ELLAH’ı aşikâre göstermediğin takdirde senin Resulullah olduğuna İmân etmeyeceğiz diyenlerden olurlar. Haliyle onları çarpan yıldırım bunları da çarpar. İmdi böylesi bir şikaktan ve yıldırım çarpma cezasından emin olmak istiyorsak hemen, islama ve Halifesine bi’at kaydı ile dönüle, aksi halde ELLAH’ı ve Âdem (a.s.) dan beri ELLAH’ın Dini olan islam Dinini tekzib edenlerden oluruz. Böylece kendimiz, kendimizi Mümin, Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe biliriz. Ama ELLAH ve Resulü böyle olduğumuzu kabul etmez. Haliyle bu unvanlar altında olarak müşrik olarak Huzurullah'a dönülür.

Mademki ELLAH’ın tevbe kapısı açıktır, öyle ise Tağuta itaat etmeyi kerih görüp, bi’at ile islama dönüle. Ki, kavmi israil'den yıldırıma çarpılanları ELLAH tekrar hayata döndürdüğü gibi, bizleri de tekrar İmân hayatımıza döndürsün. Zira ELLAH’a bir adım ile gidene, ELLAH on adım ile yaklaşır. Ona Hamd olsun.

Hem ELLAH’a bir adım ile yaklaşanı, yani Risâletten yana döneni, ELLAH islam bulutu altında gölgelendirir. Yani ELLAH'tan gayrı gölgelere muhtaç etmez mü'minlerini ELLAH. Ona Hamd olsun. Öyle ise ELLAH’ı görmeden Risâlet'e inanmam, uymam diyenler kendilerini helak ediyorlar. Hem de ELLAH’ın temiz nimetleri olan etlilerini, tatlılarını, sütlülerini, sebze ve meyvelerini yiyerek. Nitekim kavmi israil'de, imanlarının icaplarını yapmadıkları halde men ve selva yiyordular. Karşılığında şükretmiyordular. Yani Risâletin emrine, yoluna İslam olmadılar.

Hem Risâlet'e öylesi asi oldular ki, şu şehre bu kapıdan girin diyen ELLAH’ın emrini tebliğ eden Mûsâ’ya dediler: Hayır, biz bur da oturuyoruz sen Rabbin ile git o şehri alın. İmdi bu derece isyan niye? Çünkü aç, susuz ve çıplak kalırız sandılar. Bu nedenle ELLAH’a ve Resulüne asi oldular. Haliyle etmekte oldukları secdeleri ve imanları iptal oldu. Çünkü İmân ve secdenin yolu, emri daima Risâletin emrine eşiğinin önüne bir asker olmaktır. Müminin imanını koruyan ve hatasını sevaba döndüren, Risâletin ve Halifesinin emrine ve eşiğinin önüne durmaktır. Bundan öte yada beri olan imanımsı gibi görünen ameller kıılukaldır.

ELLAH ona Hamd olsun. Zatına varan yolu böyle açık ifade etti ama ELLAH’ın bu açık Beyânını anlaşılmaz hale soktular. Şöyle ki: Halife’i Resule ve ona bi’at vererek itaat etmeyi, eşiğinin önüne asker olarak durmayı imanın temel esasından çıkardılar. Öyle ki, yahudi ve nasaralara,   bozmaları olan Tağuta uymak, memuru olmak islam dini için, tevhid için yani sadece ELLAH’a kulluk etmek için sakınca teşkil etmez oldu. Ruhsatı tağut ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olmak imanın esasını teşkil eder oldu. İşte tüm bunlar imanı yanlış tarif etmektir ve islam dinini tağyir etmektir. Böylece Evet, böylece sözü yani imanı değiştirmek oldu. Bu zalimler gibi sözü değiştiren geçmiş zalimlerin üzerine semadan korkunç azaplar inmiştir. Öyle ise bu gibi zalimler korkunç azaba layıktır.

Çünkü İmanın hâkim hükmü olarak Risâletin emrine ve eşiğinin önüne durmayanlar toprağın yetiştirmiş olduğu her şeyi yemelerine rağmen yeryüzünü ifsad etmelerinden öte amelleri olamaz. Çünkü yeryüzünün sulhu, ELLAH’ın hükümleri ile hükmeden Halife’i Resulün Hilafet düzeni ile yani islam düzeni ile temin olur. Mûsâ Resulullah'ın taştan on iki su çıkarıp akıtması, yeryüzünün ıslahı Risâlet düzeninin elinde ve emrinde olduğunu izharen ilan etmektir. Hem her kabileye tahsis edilen su üzerine kavga çıkmaması, Risâlet olmadan sulh ve sükûn olamayacağının delilidir. Bu delilden yola çıkılırsa Evet, tüm insanlık, Âdem ile nemalanan islam dininin son eksik kalan baş kısmını tamamlayan Muhammed Mustafa’ya İmân edip Halifesine, Teşrisine uyması farzı ekber dir. Hem hilkatin menşei, mebdesidir, gayesidir. Zira bu gaye, sulh’u temindir.

Hilkatin, yani ELLAH’ın gayesine münafi davrananlar şüphe yok, ELLAH’ın nimetlerine nankör olanlardır. Bu nankörler yedikleri ile doymazlar. Böylece yemediklerini yemek isteyerek yeryüzünü ateşe verirler. Çünkü ehli kanaat değillerdir. Nitekim Risâlet düzenine düşman olup, tağuti düzene haris olanlar, yedikleri men ve selva'dan doymayıp Tağutun Ulûhiyyeti altında olanları yani bir bakıma tağuti düzen gibi bir düzen Mûsâ (a.s.) dan istediler. Ki, Mûsâ (a.s.) onlara şöyle dedi: İstedikleriniz bur da yok ve olmayacaktır. Öyle ise terk ettiğiniz şehre geri dönün. Orada istediğiniz her şey vardır. Ama zillet ve hakaret de vardır. Firavun'a, Tağuta, yahudi ve nasaralara kulluk etmek de vardır. İmdi kişi inkâr ettiği şeye düşman olur, düşman olduğu kişiyi fırsat bulunca da öldürür. Bu nedenledir ki israil milleti Risâlet'e düşman oldukları için Resullerden birçoklarını öldürdü. Böylece ELLAH’ın lanetine uğradılar.

Öyle ise, ha şimdi bu an yahudisi, nasarası, saabi ve Mecusi’si son Resulün Risâletini ikrar edip, Halifesine bi’at vererek itaat ederseler. Ki, bu gün böyle İmân etmek, beşeri hükümleri ve piranlarını yahudi ve nasaraları, bunların eyalet valileri olan tağut'u inkâr etmekten geçer. Çünkü tağut inkâr edilmeden ELLAH’a İmân sabit olmaz. Öyle ise kimin ELLAH’a, Resulüne İmân edip Sâlih amel işlemeye meyli ve niyeti varsa, mutlaka Risâletin izinde, Halifesinin emrinde, eşiğinin önünde teçhizatlı olarak durmalıdır. Ki, ELLAH’a ve âhiret gününe imanı sabit olsun, ameli makbul olup korktuğundan emin olsun.

Yani tağut'u inkâr edip imanı sabit olsun. Ahdi misakını yerine getirebilsin. Nitekim ELLAH geçmiş ümmetin başına tur dağını kaldırarak onlardan bu sözü aldı. Yani ELLAH'tan gayrı İlâh edinmeme ve Risâletten, Halifesinden gayrı imam edinmeme sözünü onlardan aldı. Bu ümmetten ise, aynı sözü cennet ve cehennem isimleriyle almıştır. Resulünü tur dağı misali üzerimize kaldırarak almıştır. Verdiğimiz sözün özü şudur: Risâlet'e ve Furkan’a iyi tutunmak. Ki, bu iki şeye iyi tutunan Tağuta kulluk etmeye yol bulamaz. Çünkü bu iki şeyi ELLAH ve Resulü dalalete düşmememiz için bizlere bırakmıştır. Geçmiş ümmetlere de bırakılan bu iki şey idi.

Heyhat ki, ELLAH’ın ve Resulünün bu çok sıkı tembihine rağmen, ümmetler gibi bu ümmet de, Risâletten ve Şeriattan tamamen imtina etmişlerdir. Çünkü bugün yeryüzünde, Resulullah'ın Halifesi yoktur. Olmayınca Teşriiullah da yoktur. Öyle ise bu ümmet, yani yeryüzü insanları --LEKÜNTÜM MİNELHESİRİN-- ler den oldu. Geçmiş de hüsranın çizgisine gelenlere ELLAH Resul göndererek uyardı. Hüsran'dan alıp hidayet'e iletti. Yani, hidayete iletmek için Resul gönderdi. Şimdi aynı çizgiye gelen bu yeryüzü insanlarına tekrar Resul gönderilmeyeceğine göre, son Resule ve Halifesine dönmekten başka yol yoktur. Öyleyse tek olan bu yola dönmekle ahdi misakımızı yerine getirelim.

Risâlet'e dönerek misakımıza sahip çıkmazsak, haddi aşanlardan yani Şeriatullah'ı ve Halifesini ilga edenleri ve Cum'a gününü balık tutma gününe çevirenleri, tanıdığımız halde din, İmân adına ve adı ile o zalimlere itaat edenlerden olup kalırız. Netice, cumartesini balık tutma gününe çeviren yahudiler gibi maymun sıfatına tebdilen maymun oluruz. Yani her işimizde, imanımız da dâhil yahudi ve nasaraları taklit edenlerden oluruz. Her şeyimiz taklit ve kopya olur. Olmadı mı? Mukallid ismi ve resmi ve dini ile yola çıkanlar, yeryüzünde en zelil olmaya müheyyadır. Nitekim bugün taklidi İmân taşıyan islamın müminleri yahudi ve nasaralara köle olduklarını görüyoruz. Gördüğümüz bu hali, keçi ayıbını örtemediği gibi bunlarda ayıbını örtemezler.

Çünkü taklit varı zuhur eden her ayıpları ortada sırıtıyorlar. Öyle ise ELLAH'tan haşyet duyanlar bu maymunlardan ibret almalıdırlar. Şayet bunlardan ibret alınmaz ise, ibret almayanlar eninde sonunda o maymunlardan haşyet duymaya başlar. Netice mümin isimli ve resimli, müşrik ve maymun olup kalırlar. Bu nedenledir ki, ELLAH (c.c) --sebt-- Eshabını Kıyâmete dek mü'minlerine ibret kılmıştır. Bu hadise ile büyük vaazı nasihat etmiştir. Artık sadece ELLAH'tan haşyet duyan Müminler, Cum'a gününü yahudi ve nasaralara peşkeş çeken maymunların peşlerinden gidemez. Gidenler müşrik ve maymun olmaktan gayrı bir şey olamaz.

 

V E İ Z A H I:

Maymun ismi ve resmi ile tevbe etmek de mümkün olmaz. tevbenin mahiyetini, manasını yukarıda Âdem (a.s.) ın kıssasın da okumuştuk. Orada demiştik ki: Tevbe ELLAH'tan gelen hüda ya, yani Resulullah'a ve Halifesine tabi olmaktır. Çünkü ELLAH Âdem (a.s.) ın tevbesini bu şarta bağlayarak kabul etti. Hem Âdem (a.s.) ın kabul ettiği şart, bütün insanların kabul etmesine emirdir. Bu emir Resulullah’tan ve Kur'ân'dan gayrisine uymamaya emirdir. Hz. Âdem (a.s.) dan beri emir olmuştur ki, mahiyeti üzerine kalem oynattığımız bu kırkıncı âyette, ELLAH israil lakabı altında tüm insanlığa: ELLAH’a vermiş olduğunuz sözü yerine getirin diyerek, Resulullah'a İmân etmeyi ve Müminlere de, artık tağut'u inkâr ederek Risâlet'e uyan imama bi’at verip teslim olun böylece bana vermiş olduğunuz sözü yerine getirin demektedir. ELLAH (c.c) ın bu Dâvetini kabul etmemiz için nimetlerini hatırlatmaktadır, öyle ya insan nimeti kimden bilirse onu İlâh edinmeye seve seve koşar. Böylece edindiği İlahın emirlerini seve, seve yerine getirir. Evet, edindiği İlahını Rahman bilir, Rahman edinir. Öyleyse ELLAH'tan gayrı ilâh, rab, razık, hafız ve rahman edinmememiz için, ELLAH'tan gelen hüda ya yani Resulullah'a, Halifesine dönme ve uyma mecburiyeti vardır. Bu mecburiyet her insan için vardır. Çünkü her insan ELLAH’a, gönderdiği Resullere uyacağına dair söz vermiştir. Zira bizler Âdem (a.s.)’ın evlatlarıyız. Babamız bütün evlatları namına bu sözü Rabbimize vermiştir. Öyle ise ELLAH (c.c): Benim nimetlerimi hatırlayın derken, özellikle Resul, kitab yani Hadi gönderme nimetinin hatırlanmasını hatırlatmış oluyor. Çünkü Risâlet'e uymadan ELLAH’ın la tuhsuha olan nimetlerini hatırlamak, ELLAH için ubûdiyyet olmaz. Nimetlerini hatırlamakla ELLAH’a ibadet, şükür edebilmemiz için Risâlet'e uymak, Risâlet'e uymak için Halifesine uymak ELLAH’ın nimetlerine şükürdür. Buna göre Tağuta birrıza rıza gösterenler de ELLAH’a ve nimetlerine münkirdir. Öyle ise böylesi zalimlere ELLAH’ın ahdinin ne olduğu akla gelir. Şudur: ELLAH bu zalimleri mutlaka zillete uğratacaktır ve zevcelerine, doğurduklarına esir edecektir. Yani ELLAH kendisinden maada her şeyden korkutacaktır. Korktuğunun emir ve kumandası altın da kalacaktır. Çünkü insan Resule, Halifesine uyacağına dair ELLAH’a söz vermiştir. Sözünden döndüğü için ELLAH'ın lanetine uğrayacaktır. Ve günümüz müminleri ELLAH’ın lanetine uğramıştır.

Okuyalım: Katınızdakini tasdik edici olarak indirdiğimize İmân edin. Onu ilk inkâr edenlerden olmayın. Ayetlerimizi az bir fiyata satmayın ve yalnız benden korkun. Evet, ELLAH bu emri tüm yeryüzü insanlarına ferman ediyor. Buna rağmen belki birçok Âlim'ler bu emirlerin, bu âyetlerin israil milletine ait olduğunu ilim namına iddia eder ve derler. Böyle diyenler için bize bir merak vardır şöyle ki: --VE İYYAYE FERHEBUN - VE İYYAYE FETTEKUN-- İle gelen icazlar da onlara münhasır mıdır? Hayır, böyle diyen olamayacağına göre, demek bu âyetler o kavmin durumuna düşmeyelim diye günümüz müminlerinedir. Böylece onların durumuna düşenlerini de ikâz etmektedir.

Zira günümüz islam müminleri, âyetin muhatabı görünen israil müminlerinden, nasara müminlerinden çok daha azmış bir yoldalar. Çünkü Evet, Tevrat ve onu getiren Mûsâ (a.s.), Kur'ân ve onu getiren Muhammed Mustafa’i hem ihbar etmiştir hem de tasdik etmiştir. Ve ulaşanlarına Muhammed Mustafa’ya uymayı emretmiştir. Ama badehu gelen Tevrat'ın âlimleri, bu emri krallarının atiyeleri hesabına tahrif edip inkâr ettiler. Badehu bu münkirlerin yolunu din adına kabul edip Din'lerine uyma mecburiyetine kalarak, hak ve kitabullah diye uydular. Haliyle bu zalimleri halk da Rabbaniyun diye dinledi ve kitabullah diye Tevrat'ı okudu ve böylece kendilerini hidayette bildiler. Oysa hem bizim dedikleri Tevrat'ı ve Mûsâ (a.s.)’ı inkâr ettiler hem de Kur'ân'ı ve Muhammed Mustafa’yı inkâr ettiler. Hala inkârlarında berdevamdırlar. Hem de azgın ve kudurmuş olarak. Böylece ilmi ile Bel’amların yoluna girenler, iyi niyetli insanları da haktan uzaklaştırdılar. Çünkü ilim kariyerleri vardır bu zalimlerin. Eğer bu zalimler ELLAH’ın ayetlerini, kraldan, sultandan, reisten, atiyeler ve maaşlar karşılığı gizlemeselerdi, yani ELLAH’ın ayetlerini ucuz fiyata satmasalardı yani ruhsatı tağut ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olmasalardı avamınnas da, yoldan çıkmazdı.

İşte bu zalim Âlim'ler sadece ELLAH'tan korkmayanlardır. Çünkü ELLAH ile beraber krallarını da ilâh edinmişlerdir. Öyle ise ey Kur'ân ehli adına Rabbaniyyun sıfatını taşıyan zalimler! Kur'ân âlemlerin Rabbinden geldiğine şüpheniz yoktur elbette. Böyle bir şüphe taşımadığınız halde, yahudi hahamlarının düştüğü çukura düştünüz. Yani Kur'ân'ı az bir karşılık ve fiyata sattınız. Hem ELLAH'tan, hem tağut'tan korktunuz. Tağutun ruhsatı ile emirleri altında ELLAH’a kulluk etmeyi ubûdiyyet sandınız. Böylece Kıyâmete dek hükmü baki olan Kur'ân'ı Kıyâmete dek inkâr edenler sizler oldunuz. İzinizi takip edenlerde fazladan. Yoksa bu ümmet ELLAH’ın emrinde olup ve rahmetinde yüzmek temidir? Nasıl olur? Zira siz Âlim'ler, makam, maaş, rütbe, şehvet, servet karşılığı hükmullahı bırakıp Risâlet düzenini, ELLAH’ın hükümlerini unutup, beşeri hükümlere ve tağuti düzenlere ve düzenin piranına vesayeti ile yahudi nasaralara kul oldunuz, hayran oldunuz, tabi oldunuz, yoksa olmadınız mı?  ELLAH’ın ayetlerine biçilen değer bunlar mı idi? Bu haller mümini Lanetullaha uğratmaya yetmez mi? Eğer Âdem babamızın kabul ettiği şartı kabul edip de tevbe etmez iseniz ELLAH’ın lanetinden kurtulamazsınız. Ve sizi ilminiz namına takip edenlere hidayet yolunu gösteremezsiniz. Çünkü ELLAH'tan korkmanın Vâcıb olduğunu bildiğiniz halde dünyanın menfaati ve zevki için, sadece ELLAH'tan korkmadınız, maada ne varsa korktunuz. Makamınız, maaşınız, itibarınız gider, aç ve zelil oluruz dediniz, ölürüz de hanımlar dul kalır korkusuna kapıldınız. Böylece korktuğunuz her şeye kul oldunuz. Korkmadığınız tek ELLAH’ a isyan ettiniz. İşte böylece ELLAH’ın şu ayetine muhatap ve hedef oldunuz. --Böylece kendiniz bilip dururken, hakkı batıla karıştırarak gerçeği gizlediniz-- Öyle ise haham ve papazların sınıfına düşen ey âlim kılıklı belamlar! Artık agâh olun da, imamsız, bi’at sız ve Teşriisiz İmân yaşar ve mümin cennete aşar demeyin. Böyle diyenlere Müminler diye nazar etmeyin ki, böyle demeler ve etmeler önce hakkı batıla karıştırmaktır. Badehu ELLAH’ın ayetlerini kalil bir fiyata satmaktır. Gerçeği gizlemektir ve ELLAH'tan korkmamaktır. Oysa Dinullahın hükümet olmadığı yerde, din adına makam ve maaş alınmaz. Yani tağuti hükümetin gölgesinde dini islam pazarlanmaz. Çünkü bu düzende islam dini yoktur. Olmayan bir şey pazarlanmaz. Hem böylesi Laik düzenler de, din adına makam, maaş verenler, laik tağuti düzenlerine meşruiyet Dâvetiyesi yapmak ve düzenlerine hak kisvesi giydirmek içindir. İşte siz bu zalimlerin oyununa geldiniz haliyle korktunuz. Oysa ELLAH (c.c): Yalnız zati kibriyasından korkmayı bildiriyor. Ki, onların cehennemi yoktur ve onların razık da olmadığını Beyân etmektedir.

--Artık namaz kılın, zekât verin ve rükûu edenlerle beraber sizde rükûu edin-- İmdi israil lakabı altına verilen bu emir, yahudilerin namaz kılmayanlarına, zekât vermeyenlerine verilmiş değildir. Rükûu edenlerine rükûu etmeyenlerini katmak da değildir. Çünkü elyehud vennasaralara ELLAH’a rükû eden yoktur. Hem günümüz mümin isimli ve resimli olan Müminlere de namaz kılın, zekât verin diye emir değildir. Öyleyse ne demek olduğunu soranlara deriz: Bu âyet, Tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olarak batılı haktan gösteren, böylece ELLAH’ın ayetlerini az bir fiyata satan ve satanlara uyan, inanan namaz kılanlara, zekât verenlere ikazdır. Çünkü bunların namazı ve zekâtı Tağutun istikrarına badi olmaktadır. Ki, ELLAH (c.c) bunlara rükûu edenlerle rükûu etmelerini emretmekte. Yani ELLAH’ın hükümleriyle hükmetmelerini ve hükmedenlere bi’at ile tabi olmalarını emretmektedir ELLAH (c.c)... Çünkü Resulullah'a tabi olmak farzdır. Çünkü hakkıyla rükûu eden Resulullah’tır. Öyle ise Resulullah'ın Halifesine uymadan, namaz kılmak ve zekât vermek ile namaz kılmamak ve zekât vermemek beynel farktır. Rükû'un diğer manası tüm nefeslerimiz Halife’i Resulün itaati altına geçmesine emirdir.

İmdi bu âyetler bütün insanlığa emir, ikâz olmalarına rağmen özellikle Din'de ileri görünen Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebelere okunup ders vermektedir. İşte okuyoruz: --Siz insanlara emrederde, kendinizi unutur musunuz? Oysa yüz dört kitabı havi olan Kur'ân'ı da okuyorsunuz. Hala aklınızı başınıza almayacak mısınız?-- Yani geçmiş semâvi dinlerin sonunu getiren dini islamın Âlimlerine: Siz yahudi hahamları ve Hıristiyan papazları gibi olmayın. Onlar gibi sadece söylemekle yetinmeyin. Kime söylüyorsunuz? Şayet ELLAH’a İmân etmişlerdenseniz, söylemeden önce, bildiklerinizi kendiniz sahneye çıkarın yani siz ELLAH’a, Resulüne itaat edin demeden önce siz Evet, siz, yahudi ve nasaraların hükümleriyle hükmeden Tağutun emrini ve memuriyetini terk edin. Da, islam cemaatini birinizin başkanlığında, Bi’at kaydı ile teşkil edin. Badehu cemaatinize Müminlerin iltihakı için dâvet verin. Gelenlere imama karşı, cemaate karşı yani mümin kardeşlerine karşı nasıl davranılacağını öğretin. Gıybetin, Bühtanın, yalanın ve nifakın ne olduğunu söyleyin. Ama en önce kendinizin sorumlu olduğunu bilin. Evet, bilin zira siz Tağutun hâkimiyetinin gölgesinde, ruhsatı ile ELLAH’a ve Resulüne, ELLAH’ın ve Resulünün o güzel adı ile dâvet veriyorsunuz. Diyelim ki, Dâvetinizi bütün insanlar kabul etti. Yani bütün insanlar namaz kıldı, zekât verdi. Ama rükûu edenlerle rükûu etmeden yani Resulullah'ın sünneti olan İslami düzen yoksa ve Tağutun gölgesinde bu evamirler oluyorsa, bu müminlerden ve bu ibadetlerden Tağuta ne zarar isabet eder? Hayır, zarar değil istikrar kazanır tağut. Çünkü yaptığınız dâvet Tağutun ruhsatı ile kontrolü, teftişi altına olmaktadır. İşte ELLAH (c.c) böylesi İmân ve amelleri kabul etmediği için buyuruyor: --Hem namazla, hem sabırla yardım isteyin. Gerçi bu ağırdır ama haşyet duyanlara haşiinlere ağır gelmez. Ve şunlara da ağır gelmez:--

Tağutun hâkimiyetini kabul ederek ELLAH’a ubûdiyyet etmek, namaz kılmak, zekât vermek yapana ağır gelmez. Çünkü böylesi ibadetleri yaptığı için hürmet, sevgi kazanır. Hürmet ve sevgi kazanınca ibadetin yükü, zorluğu hafifler belki hiç yükü ve zorluğu olmaz. Ama zekât düzenini ihya etmek için İmân edenler, İmân ettiği için namaz kılanlar böylece islamın düzenini ihya etmek için namaz kılmış olanlara, imanı, namazı ve zekâtı gayet ağır gelir. Çünkü böyle inanıp etmek --LA İLAHE İLLELLAH-- kelimesini MUHAMMED RESULULLAH'ın sünneti ile fiiliyata dökmektir. Öyle ise böyle olup, böyle davranan Müminlere hangi tağut ve hangi Laik düzen göz yumar? Öyle ise Rabbimize Hamd olsun ki, o dosdoğru söyledi: Gerçi bu ağır gelir ama haşiinlere ağır gelmez. Demek İmân, namaz ve zekâtın gereği olan islam düzenini ihya etmek öyle kolay değildir. Ama ELLAH'tan haşyet duyarak islamın yoluna girenler ve girdiği bu yolda sabredenler için zor değildir. Çünkü sabır, açılmayan her kapıyı açar. Hem sabır dünyanın tüm dertlerine sabretmektir ve dünya'ya gönül vermemektir. Âhiret hayatına haris olmaktır sabır. Öyle ise bu Müminler için namaz, zekât ve sabretmek elbette ki ağır gelmez.

Ne var ki, makamı, maaşı terk etmek, islam düzeni için kıyam etmek, bir ömür Tağuta itaatten sonra isyan etmek, Onu elbette oturup yazmak gibi kolay değildir. Lâkin sünnet yolundan, sünnet yoluna girenlere şüphe yok ELLAH’ın yardımı gelir. Sabır şart... İmdi burada zikredilen sabır şüphesiz haşyet duymaktır. Haşyet duyanlar şüphesiz Rablerine ulaşacaklarını, ona döneceklerini Yakinen bilirler. Bunun için her zorluğa sabrederler ve ölümden korkmazlar. Çünkü ölüm vakti malumundan ileri alınmaz ve geri itilmez olduğunu bilirler. Ölüme sebep olan sebebinin de değişmeyeceğini bilirler. Ölümün yeri tesbit edilmiş olduğunu bilirler. Bunları bilen mümin’e haşiin derler.

İmdi ELLAH'tan haşyet duyan mümin, ELLAH’ın nimetlerini unutmaz. Özellikle ELLAH’ın en büyük nimeti ve Rahmeti olan Resul ve Kur'ân gönderme nimetini hiç unutmaz. Unutursa kavmi israil gibi olur. Okuyalım: --Ey israil oğulları! Size ihsan ettiğim nimetimi ve sizi âlemlere tercih ettiğimi bilin.-- Evet, ELLAH (c.c) israil ismi ile müsemma olan kullarından birçok Resuller göndermiştir. Bu nedenle ELLAH, onları uzun müddet insanların idaresine tutmuştur. Böylece ELLAH onları diğer insanların idaresine tercihen getirmiş olduğu için, şimdi onlara tercihini hatırlatmasıyla, hatırlatan Resule İmân etmelerini söylemektedir. Ancak İmân ederseniz geçmişte size verdiğimin şükrünü eda etmiş olursunuz demektedir ELLAH (c.c). Hem size, sizden Resul göndererek sizi âlemlere yani diğer insanların üzerine idareci eden bizlerdik. Şimdi ise gönderdiğim bu Resul sizden değildir ama şüphe yok Âdem'in evladıdır. Benim için insanlar arasın da ve kavimler arasın da hiçbir üstünlük yoktur. Çünkü hepiniz benim kullarımsınız. Hepinizi yoktan var eden biziz. Öyle ise şeytan'ın size: Siz üstün bir kavim siniz diye fısıldadığına aldanıp da Resulüm Muhammed’in Risâletini inkâr etmeyin. İnkâr ederek ona düşman olmayın. Zira geçmişte size verdiklerimi hatırlayın ki, size sizden Resul göndermekle sizi âlemlerin üzerine getirdik. Zilletten izzete, kölelikten efendiliğe çıkardık Firavunun esaretinden alıp sizi o yerde hâkim yaptık. Bunları biz yaptık biz! Bunları hatırlayın da gönderdiğim Resulüm Muhammed Mustafa ya İmân edin.

İmdi ELLAH’ın hatırlatmalarına karşı, kulaklarını tıkamaları sebebi ile ELLAH’ın lanetine uğradılar. Öyleyse ELLAH’ın lanetine uğrayan yahudi ve nasranilerin düzenlerine giren, hükümlerini alan İslamın müminleri aynı lanete uğrar ve uğramıştır. Evet, lanete uğramışlardır ki, lanete uğrayanları önlerine alıp peşlerinden tıpış, tıpış sessiz, sedasız gidiyorlar. Oysa kavmi israil, bidayette ELLAH'tan kendilerine gelen Resule şükrenlillah İmân edip Teşriilerine sarıldıkları için, ELLAH onları izzetlendirdi. Badehu sırt çevirdiler ve sırtlarını çevirenlerin ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe oldukları için, ELLAH’ın lanetine uğradılar. Lanete uğradıkları için, ELLAH biz Müminlere: İşte görün onları...  Onları görün ki, onlar Risâlet'e tabi olduklarında izzetlendiler. Vaz geçtikleri için de lanetime uğradılar. Bu nedenle siz son Müminlere o kavmi okuyoruz ki, onlar gibi olmayın. Zira şeytan aynı şeytandır, insan da aynı insandır. Öyle ise kavmi Türk, kavmi Arab, kavmi israil, kavmi şu ve kavmi bu demekten sakının. Sakınmayanlara gelince onlar israil milletinden daha azgın enaniyet sahibi enayiler olduğunu bizlere ELLAH (c.c) Bu ayetleriyle bildirmektedir.

Çünkü ELLAH insanları bir ana, bir babadan yaratmış olup aralarında olan fark: Risâlet'e İmân ve ittiba farkıdır. İttiba ettikten sonra ibadet ve cihad farkıdır. İhlâs farkıdır. Öyle ise kim hangi kavimden olursa olsun, israil milleti gibi Risâlet'e münkir ve asi olanlara lanet vardır. Çünkü ELLAH’a İmân etmenin, ibadet etmenin miyarı, terazisi Risâlettir. Risâletin dışına taşanlar, kendilerini ne telakki ederlerse etsinler ELLAH’ın lanetinden ve azabından kendilerini af ettiremezler. Okuyalım:

--Öyle bir günden korkun ki, o gün kimse, kimse için bir şey ödeyemez. Şefaat ve fidye kabul görmez, yardım olunmaz.-- Niçin? Şunun için: Kavmi israilin uğradığı lanetten, Firavunun uğradığı hezimetten, Nemrutun sineklerle gebertilmesinden, Kârûn'un batmasından, Ebu Cehilin yerde sürtünerek gelen kellesinden ders alamayanların yoluna, emrine olmak onlara kulluktur. Onlara kulluk edenlere ELLAH’ın yardımı gelmez. Haliyle kendilerine kulluk edilen zalimlerde tabiilerine, memurlarına şefaat edemez ve fidye veremez. Bizzat yardımda edemezler. Öyle ise ELLAH’a dönüle. ELLAH’a dönmek için Risâlet'e uyan imama bi’at kaydı ile itaat edile ve tağut inkâr edile ki, ELLAH’a dönülmüş oluna...

Burada Beyân olunan yolun dışında kalanlar o günün şiddetinden, hesabından ve azabından korunamazlar. Hem o gün kendilerini koruyamadıkları gibi, bu günümüzde de, bir erkek olarak kendilerini ve hanımlarını yahudi ve nasaralardan koruyamazlar.   Nitekim kavmi israil'e Mûsâ (a.s.) gelmeden evvel, ciğer pareleri olan oğullarını koruyamıyorlardı Firavunilerden. Vaktaki, ELLAH onlara Resulü Mûsâ (a.s.) gönderdi, ELLAH’ın izni ile izzete ulaştılar da,  düşmanları olan Firavundan intikamlarını aldılar. Okuyalım:                --Hatırlayın o günleri ki, oğlanlarınız boğazlanıp kadınlarınız sağ bırakılıyordu. Bu büyük işkence ile sizi cezalandırıyorlardı. Bizde sizi o zalimlerden kurtardık. Bunda sizin için Rabbiniz tarafından dersler vardır.-- Evet, vardır. Zira ELLAH (c.c) bizde sizi kurtardık demesi ile onları hangi sebeple kurtardığı hepimizin malumudur. Yani ELLAH onlara Resulü olan Mûsâ (a.s.)’ı göndermesiyle onlar da sebepler değişik olsa da Mûsâ’ya ittiba etmeleri sebebi ile ELLAH onları kurtardı. Öyle ise kavmi israilin müncer olduğu ceza gibi zillete duçar olanlar hemen Risâlet'e dönsünler. Risâlet'e dönmek için Halifesine ve düzenine teslim olsunlar. Aksi halde adam olmaları muhaldir. Adam olmayanlara gelince, bunlar kadınlarını, kızlarını ve gelinlerini yahudi ve nasaralara peşkeş çekmekten kendilerini beri alamazlar. Çünkü Risâlet'e uymadan deniz yol vermez deniz yol vermeyince de düşman helak olmaz. Okuyalım:-- Hem o zamanları hatırlayın ki, size denizi yarıp hepinizi kurtarmıştık. Firavun ve hanedanını da gözlerinizin önünde boğmuştuk.-- Evet, okuduk ve gördük ki, ELLAH Resulü vasıtası ile kavmi israili kurtardı. Bu ayete ve bu Beyâna itiraz eden olursa onun mümin olmadığı izahtan varestedir. İzahtan vareste olan insanlar yani Kur'ân'ın kelamullah olduğuna inanmayan insanlar meram ve izahlarımızın dışındadır. Biz Kur'ân'ın Kelamullah ve Muhammed Mustafa'nın Resulullah olduğuna İmân edenler için yazıyoruz. Ki, bunlar Âdem (a.s.) tevbesine mebde olan şarta, yani hüda ya inanmışlar demektir. O şartı hatırlatmada fayda vardır:            --Dedik ki, hepiniz oradan inin ve yeryüzüne dağılın. Orada tarafımızdan size, hüda, hadi, hidayet yani Resul ve Kur'ân gelirse, kim ona uyup teslim olursa artık onlar için korku yoktur ve mahzun da olmazlar.--

Evet, Risâlet'e uyanlar için âhiret'te korku olmadığı gibi, dünyada da düşmanlarının önüne mahzuniyetleri ve hezimetleri yoktur. Çünkü adamdırlar. ELLAH adam kullarını muhafaza eder. Ve başladıkları işi onlara yardımı ile bitirtir. Çünkü: --FELA HEVFUN ALEYHİM VELAHUM YEHZENUN-- deki müjde bu adamlar içindir. Tağutun şemsiyesinin altında Risâleti red ederek sinenler için böyle bir müjde yoktur. Çünkü Risâletten bir an ayrılmak mümini kâfir eder. Okuyalım: --Ve bir vakit Mûsâ ile kırk gece vaatleşmiştik yine siz zalim olup buzağıya sarıldınız-- Evet, görüyoruz ki, Risâletten kırk gün uzaklaşan, gayrı bir nesneyi ilâh edinme zarureti hissediyor. Bu nedenledir ki, üç günden ziyade bi’atsız olup da, ölen kişi cahiliye üzere ölüyor. Demek İmân, ancak üç gün imamsız ve bi’atsız kendini saklıyor. Dördüncü gün kıvamını yitirerek tefessüh ediyor. Yani ELLAH’a şirk koşmaya yani İlâh edinmeye yani güvenip teslim olacağı bir imam edinmeye mecbur kalıyor. Zira üç günden ziyade imamsız ve bi’atsız kalan mümin, dul kalan hanım gibidir. Ki, bu hanımı hatırlayanlar olduğu gibi, bu hanımda, sahipsiz ve boşlukta olduğunu hisseder.

Öyle ise bir asra varan şu mümin dünyasının bi’atı yoktur. Hem de böyle bir arayışın peşinde olmadıklarını da görüyoruz. Ve şunu da görüyoruz: Tek merkeze bağlı olmayan Müminler, haliyle kavmini, milliyetini öne alarak din adına sembolleştiriyor yani putlaştırıyor. Böylece her ırk, arabı, acem’i buzağıya tapmış oluyor. İmdi kırk küsur buzağıya sarılan bu ümmetin Rabbaniyun adını alan âlimleri zevk için de olup, kendilerini eğlendirmenin peşindeler. Haliyle kimileri çok ibadet etmekle, kimileri çok kitab yazmakla, kimileri vaazu nasihat etmekle ve kimileri tedris yapmak, kimileri de kahve köşelerin de iskambil oynamakla kendilerini eğlendiriyorlar. Böylesine eğlenip, eğlendirenlerin mafevkinde hem kendilerini, hem müminleri eğlendiren müminleri eğlendirirken eğlenenlerde vardır. Şöyle ki: Bunlar görünen âlemin, görünmeyen yolundan kimseler görmeden ve duymadan insanı cennete taşıyorlar. Evet, bu nedenlerden dolayı da bunlara, makam, maaş, maddi ve manevi rütbeler veriliyor. Çünkü açtıkları yollarla, verdikleri fetvalarla Tağutun meşruiyetini temin ediyorlar. Demek bunlar ELLAH’ın lanetine uğramışlar ki buzağının gölgesinde Rabbaniyun âlimlerden olduklarını bilmekteler. Oysa buzağıyı ilâh edinen beni israil, suçunu itiraf edip, tekrar Risâlet'e dondukları için ELLAH onları affetmiştir. Okuyalım: --Yine bundan sonra af etmiştik. Şükretmeniz gerekirdi-- Yani ELLAH’ın son Resulü olan Muhammed Mustafa’ya İmân edip teslim olmaları gerekirdi. Evet, öyle ise yukarıda vasf edilen Rabbaniyun âlimlerde, şayet İmân ve islam nimetine şükretmek istiyorsalar, yani İmân edip müslüman olmak istiyorsalar artık Risâlet'e ve Halifesine dönsünler. Dönebilmeleri için tağut'u ve eğlendikleri şeyleri bıraksınlar...

Çünkü kırk küsur ilaha tapan bu ümmeti, Hilafet'e dâvet eden yani Resulullah olan Muhammed Mustafa’ya tabi olmaya dâvet eden yoktur. Olmayınca yeniden İmân edin yani tevbe edin diyen de yoktur. Böylece kendimizi buzağıya tapan suçlu da bilmiyoruz. Oysa kavmi israil kendini suçlu bildiği için tevbe etti. Biz ise tağut'u yani buzağıyı Risâletin tahtında oturtarak gölgesinde Müminler, Mücahidler, Âlim'ler, Âbidler, Şeyhler ve Talebeler olduk. Çünkü ha şimdi beni israilin hükümleri ve düzeni altındayız. Okuyalım: --Hidayete eresiniz diye Mûsâ’ya Furkan olan tevrat'ı verdik.-- Evet, ELLAH (c.c) ona Hamd olsun bize de yani tüm insanlara Furkan olan Kur'ân'ı verdi. Çünkü Tevrat islam dinine hizmet edebildiği kadar hizmet etti. İslam dini tamam olmadan tahrife uğradığı için, Kur'ân'ı hatem olarak yüz dört kitabı havi olarak gönderdi ELLAH (c.c). Gönderdiği Kur'ân'dan şunu okuyoruz: --Bir vakit Mûsâ kavmine: Ey kavmim! Buzağıya itaat etmenizle kendinize zulüm edenlerden oldunuz. Hemen nefislerinizi öldürmekle tevbe edin. Bu Hâlıkınızın yanında, sizin için hayırlıdır demişti, ELLAH’da, tevbenizi kabul etmişti.-- Tevbeleri kabul eden ancak merhamet sahibi olan ELLAH’tır. İmdi kırk gün gibi az bir zaman için de buzağıya meyillenmek yani beşeri düzen ve hükümlere ağzı sulandırmanın tevbesi, kendinizi öldürün şeklinde Beyân edilirse, acaba yüz sene buzağıyı rab, razık, hafız ve ilâh edinenlerin tevbesi nasıl olmalıdır? Burada varid olan nefsinizi öldürün emri, kılıçla öldürün olmadığı için, senelerce buzağıya tapanların tevbesi şöyle olmalıdır: ELLAH'tan gayrı İlâh, Resulünden gayrı emir, imam, Kur'ân'dan gayrı temel yasa edinmeyeceğine dair ELLAH’a verdiğimiz sözden dönen nefsimizi öyle bir tevbe ettirmeliyiz ki, bir daha tağut'tan yana geçerek Risâlet'e isyan etmesin. Halife’i Resulün elin de ölü yıkayıcısına teslim olduğu gibi teslim olsun. Ne var ki, bu tevbeyi etmek kılıçla nefsi öldürmekten daha zor olduğu içindir ki, ELLAH (c.c) : Nefsinizi öldürmek suretiyle tevbe etmemizi emretmektedir. Nefsini bu şekilde öldüren mümin yani bu şekilde İmân edip tevbe eden mümin, samirilere karşı sert, Mûsâ (a.s.), Muhammed (sav) ve tüm Resullere ve bu Resullere İmân edenlere karşı ki, bugün tüm Resullere İmân etmek son Resule İmân etmekten geçer. Çünkü son Resul, tüm Resuller, tamamlanması için çalıştıkları islam dinini ikmal etmiştir. Öyleyse mümin, bu cemaate karşı mülayim, yumuşak olduğu zaman imanı ve tevbesi makbul olur. Evet, Müminin yapacağı tevbe budur. Çünkü bu tevbe Âdem (a.s.) tevbesinin kabulü için koşulan tek şarttır. Bu şartın dışına taşarak İmân ismi ile buzağıya itaat etmek lezulmun azim dir. Öyle ise samirilerin buzağı düzeni altında olarak imanı kabir’e iletmek mümkün değildir. Öyle ise tağuti ülkelerden Halife’i Resule hicret edilmeli. Yada bulunduğu yerde bi’at tahtında, şeklen de olsa, islam cemaatini ESHABI KEHF misali kurmalı. Evet, kurmalı da, Tağutun fetvabazlarına ve Tağutun hâkimiyeti altında cenneti parselleyenlere aldanılmamalı. Çünkü bu zalimler: Biz ELLAH’ı açıktan görmeden, sana ey Muhammed! İmân etmeyiz diyenlerdir. Böylece bunlar kavmi israilin ileri gelenlerinden daha şerli olmuşlardır. Çünkü israil milletinin ileri gelenleri bu isteklerini, ELLAH’ın Resulü ve Halifesi olan Mûsâ (a.s.) dan istemişlerdi. Oysa günümüz de, ELLAH’ı rüyet etmeden İmân etmeyiz diyenler bu arzularını samirilerden ve düzenlerinden yani ruhsatlarından istemekteler. Bu nedenle itaat edeceklerine dair yemin vermekteler. Böylece cennete gidip ELLAH’ı rüyet edeceklerini söylüyorlar.

Hem bu ümmetin önüne geçen bu zalimler, Tağutun başkanlığında, ELLAH’ı rüyet ettiklerini söylemekteler. Hem bu şemsiyenin altında ELLAH’ı rüyet etmeyi istemekteler. İşte bu nedenle bu ümmeti yıldırım çarptı ve öldü. Dirilmeleri de muhaldir. Çünkü ELLAH’ı rüyet için önlerine aldıkları amir, Halifetullah değildir.  halife’i şeytan ile halife’i yahudi ve nasara ile ELLAH’ı rüyete çıkmışlardır. İmdi kavmi israil Mûsâ (a.s.)’ın başkanlığında aynı istek ile çıktıkların da, öldüler. Ama Halife’i Resulün duası ile tekrar hayat buldular. Yani tekrar İmân edip İmân edebildiler. Ama Evet, son dine ve Resule İmân etmedikleri için ELLAH'a şakir olmayıp, nankörler oldular. Peki: ELLAH Muhammed Mustafa sı ile dirilttiği bu insanlar ve bu insanlardan Resulullah'a İmân eden bu Müminler, ELLAH’a şakirler mi? Hayır, Zira bu insanlık ve bu Müminler ELLAH'tan hâkimiyeti aldıklarını ve aldıkları hâkimiyeti millete tevdi ettiklerini utanmadan, ELLAH'tan korkmadan bağıra çağıra söylüyor. İşte ulema’i bissular da, bu şemsiyenin altın da cennet pazarlıyorlar. Artı ziyadesi olan Cemalullahı da, göreceğiz diyorlar. İşte bu anlayış ve davranış: Biz ELLAH’ı görmeden İmân etmeyiz demektir. Bu manalara gelen idarelere müncer olan insanlar ihtilafa düşer. İhtilaf da, insanları giderayak şüpheye müncer eder. Şüpheye düşen toplum zaafa kapılır. Haliyle kurtuluş arar. Lâkin aradıkça batar. Battıkça da: Hani ELLAH bizi kurtarsın ya! Demeye başlar. İşte bu an o toplumun helak olma anıdır. Zira Ümmî ağız'dan bu Kur'ân'ın okunuşu, denizin yol verişi, ateşin serin ve selamet oluşu, bıçağın çocuğu kesmeyişi, kayadan devenin çıkışı, üç günlük çocuğun: ELLAH'tan başka İlâh yoktur, ben onun Resulüyüm diyerek şehadette bulunması şüphe yok, ELLAH’ı fani gözle görmekten daha fazla ikna edici ayetlerdir.

Bu âyetler Risâlet'e uymanın farz olduğuna mukni delillerdir. Ama kalp de maraz olmamalı. Ne var ki, marazlı insan her devirde vardır. Bunlara günde bin mucize gelse yine İmân etmezler, şükretmezler. Niye şükretsinler ki? Nimetleri ELLAH'tan bilmezler. ELLAH’ı Rahman, Rahîm tanımazlar. Da, nimeti samirilerden bilirler. Ki, onlara kulluk ederler. Aylık, günlük, yıllık emirlerine ölene dek uyarlar, uymaya dâvet ederler.

Hem bu zalimlerin hâkimleri ve hâkimlikleri kayıtsız şartsız Tağuta ubûdiyyeti gösterir. Şöyle ki: Falan kanunun falan maddesine göre insana idam der da, idam demesi için dayandığı maddeyi kimin yazdığını hiç düşünmez. Kanunun emridir der o kadar. Oysa o kanunu yazan, yayan yahudi ve nasaralardır. Onların hükümleri ile hükmetmek, çölde susuz ve bineksiz kalmaktır. Ama ELLAH’ın hükümleri ile hükmetmek çölde bulutun gölgesinde men ve selva yemektir. ELLAH’ın emri ile girin dediği kasabaya girmektir. Orada arzu olunanı yemektir. Böylece ELLAH’a secde etmektir ve ondan af dilemektir. Nereden mi bildim? Şu âyetten:-- Demiştik ki, şu kasabaya girin. Dilediğiniz yerde istediğinizi yiyin, kapısından secde ederek girin. Affet deyin ki, kusurlarınızı örteyim.-- İmdi elbette ki bu âyet kavmi israil'e münhasır olmakla kalmaz. Çünkü âlemlerin içine yeryüzü bir kasaba hükmündedir. Bu kasabaya iskâna mecbur edilenler de, kavmi israilin fıtratındadır. Yani insanların gelişi, duruşu, gidişi, isteği, istememesi, sevinci ve kederi aynıdır. Öyle ise Risâlet dışı olanlarla, Risâlet'e dâhil olanların görecekleri muamele aynıdır.

Öyle ise şu şehre girin emri, günümüz insanlarından son Resule İmân eden Müminlere emirdir. Şöyle ki: Ey Müminler, kasaba hükmünde olan dünya'ya sizi gönderdim orada her şeyi bulup yiyorsunuz, istediğiniz yerde iskân ediyorsunuz, mukabilin de şükretmek olan Risâletime ve Teşriime uymuyorsunuz. Tağutun gölgesin de mümin, şakir ve Âbid olduğunuzu zan ediyorsunuz. İşte sizin böylesi zannınız: --Sözü değiştiren kavmi israilin durumuna düşmektir. Çünkü o kavime gönderdiğimiz tevhid yolunu, o kavim zalimane olarak değiştirdi. Hem bizim onlara telkin ettiğimiz din ve tevhid yolunu, bizim gönderdiğimiz den daha iyi yapıyoruz zehabına kapılarak değiştirdiler. Böylece kendilerine söyleneni üzerlerine almadılar. Yani bizden gayrı İlâh edinmemek ve Resulüme uymak onlara çok ağır geldi. Ama benimle beraber ikinci bir ilâh edinerek ve ikinci ilâh edinen ve ikinci ilâh olan Tağuta uyarak bana kulluk etmeleri onlara kuş tüyü gibi hafif geldi. Bizde bu nedenle üzerlerine korkunç azabı indirdik.--

Öyleyse o zalimlerin yoluna, emrine giren günümüz insanlarına korkunç azapların inmesi Sünnetullah'tır. Çünkü günümüz insanları da kendilerine gelen sözü değiştirmiştir. Çünkü bu ümmet da, için de olduğu bu kasaba da, Risâlet yolunu terk etmiştir. Ama Tağutun boyası ile boyanmak sureti ile sözü değiştiren yahudi ve nasaralara kul olmuştur. Böylece İmân, islam, imam, bi’at, cihad, hicret, tevhid ve ihlâs sözcüklerini değiştirmiştir. Tek kelime ile bu ümmet dinini değiştirmiştir. Dinullah'ı kuru bir inanç ve yaşlanınca camiye girip çıkmak bilmiştir. Dinullah'ı âhiret için bildiğinden de, ruhban olmuştur bu ümmet... Bu bilgi haliyle din adamı ve dünya adamı diye müminleri hatta tüm insanları ikiye ayırmıştır. Ayrılan din ruhbanları âhiret'in ahvalini bildirir oldu. Dünyacılar da bu ruhbanları idare etmede mahir oldu. Böylece sözü sadece yahudi ve nasara değiştirmiş olmadı. Sözü, onlara tabi olan bu ümmet de değiştirmiş oldu. Ama ümitsiz değiliz. Çünkü ELLAH’ın Rahmetin den ümidini ancak kâfirler keser.

Biz ELLAH’ın Rahmetinden ümidini kesen kâfirlerden değiliz. Elhamdülillah. Çünkü elindeki asası ile taştan on iki pınarı fışkırtan Risâlet, Resulullah vardır. Evet, Resuller ve Resulullah olmasa idi, ELLAH’a yemin olsun ki, insanlık içeceği suyu, yiyeceği aşı, seveceği eşi, yapacağı işi, duracağı evi, giyeceği şalı ve istirahat edeceği bir mekân bulamazdı ve öğrenemezdi. Demek insanların dünya ve âhiret muallimleri resullerdir. --SELEVATULLAHİ ALEYHİM ECME’İN-- İşte bu Resullerden hiç biri ELLAH'tan gayrı İlâh edinmedi, yine hiç biri Tağutun emri altına girmedi, bir tarfe dahi olsa girmedi. Ve hiç biri zalimlerden yana olup mazlumu horlamadı, itip kakmadı, hiç biri ELLAH’ın hükümlerinin dışında olan gayrı hükümlerle hükmetmedi, hiç biri Tağutun şemsiyesinin gölgesini kabul ederek ELLAH’a ubûdiyyete yönelmedi ve hiç biri onlara uyun onlar sizin hâkimlerinizdir, hükümetinizdir demedi. Çünkü onlar böyle demek için gönderilmedi, onlar sadece ELLAH’ın hükümlerini hâkim kılmak için, Tağuta yanlış yolda olduğunu söylemek için gönderildi. Ne var ki, bizler yani ümmeti Muhammed, kendisine uyulsun diye gönderilen Resulullah'a uymuş değillerdir. Sadece şeytan'ın ve putun resulüne uymuşlardır. Böylece ELLAH’ın taştan çıkardığı suyu içerek yeryüzünü fesada vermişlerdir. Yani Resulullah'ın asası ile ihya olunan şeriat düzeni, islam düzeni ve tevhid düzenini lağv ettiler. Bir bakıma ELLAH (c.c.) bizim için Resulü ile taştan çıkardığı suyu içmedik. Ama Tağutun, yahudi ve nasaraların pislikten getirdikleri zehirli suları kana kana içtik. Böylece yeryüzü fesada kalb olup kaldı. Çünkü ELLAH’a ve Resulüne güven duyulmadı. Bir çeşit yemekten usanan İsrail milleti gibi, ilahi emirlerden ve düzenlerden usanıldı. Oysa usanılan nimet Risâletin nimetinden olan kuş eti ve kudret helvası idi. Eh bu nimetlerden usanan elbette bulacağı pırasa, sarımsak, soğan, kabak ve mercimek olacaktı. Yani kokan, sevilen badehu mideyi ekşiten şeyler olacaktı. Yani sevilen dünya ve şehveti olacaktır. 

Nitekim kavmi İsrail, ELLAH’a ve Resulüne itaat etmekten usandığı için, Mûsâ’dan dünya'yı ve içinde olan sebzegilleri istediler. Yani tağuti hükümleri ve düzenini istediler ki, Evet, Mûsâ onlara dedi: Bir şehre gidin ki, aradığınız her şey orada vardır. Sefa, şehvet, eğlence vardır. Ama o yerde Tağuta, Firavun'a itaat ve kullukta vardır haa! Risâletin hükümlerinden ve düzeninden usananların ve usandığı için Tağuta yemin verip uyanların üzerine elbette ki zillet mührü vurulacaktır. Gadabullah’a uğrayacaktır. Bu ceza, ELLAH’ın ayetlerini inkâr etmenin, Resulullah'ı yani Halife’i Resulü sürüp çıkarmanın cezasıdır.

Çünkü Resulleri sadece kavmi İsrail katletmedi. Bu ümmet de Resulullah'ı katletmiştir. Ki, İnsanlar indiği bu dünya şehrinin her yerinde, tağut tüm haşmeti ile tahtı Risâlette oturuyor. Tahtında oturan Tağutun izni ile ELLAH’a yönelmekte din oldu. Olan bu din, müminlerce kabul gömüş olacak ki, yerin bitirdikleri o sebzegillerde, hakikaten çok bol oldu. Lâkin bu bolluğun içinde yokluk çekenler vardır. Çünkü Tağutun tasarrufu ile hak sahibine ulaşmadı yani çalışanlar hakkını alamadı. Çünkü çalışmayanlar faiz yolu ile çalışanların hakkını yediler. Hakkı yenilenlerin dinarı pul oldu. Dinarı pul olmayan, yahudi ve nasaralara kul oldu. İşte bu hal ELLAH’ın lanetidir. ELLAH bu ümmete neden lanet etti? Demeyin. Zira Hükmullahı Laik ismi ile rafa kaldırdık, sünneti Resulü Tağutun adetleri ile takas ettik. İşte bu işler Dinullahın dilinde ELLAH’ı ve Resulünü inkârdır. Resulullah'ı katletmektir. Sünnetullah'ın değişmeyeceğine göre, demek kavmi Mûsâ’ya verilen ceza kavmi Muhammed’e verilmiştir. Şüphesiz ELLAH sonsuz adalet sahibidir. İşte okuyalım: --Müminler, yahudiler, nasraniler ve saabilerden her kim ELLAH’a, âhiret gününe inanıp Sâlih amelde bulunursa Rableri tarafından mükâfatları vardır. Hem onlara korku ve mahzun olmakta yoktur.-- Evet, Yani bu taifelerden İmân edip âhiret gününe inanmadığı için amel işlemeyenlere yani imamı, bi'atı olmayanlara ceza, korku ve mahzuniyet vardır. Çünkü tek çeşit yemekten bıkılarak çok çeşit yemeğe dönülmüştür. Yani yalnız ELLAH’ı İlâh edinmemekle İmandan imtina edilmiştir. Çünkü sadece ELLAH’ı İlâh, Rab, Razık ve Hafız edinip ve edinmekle dünya ve ukba da istenilenlere ulaşacağımıza inanılmamıştır. Bu nedenle ELLAH'tan gayrı İlâh, Rab, Razık ve Hafızlar edinilmiştir. İslami düzenden tağuti düzene dönülmüştür. Böylece Resulullah katledilmiştir. Sünnetler ve Şeriatullah rafa kaldırılmıştır. Yerlerini şeytanlarla, tağut ve hükümleri doldurmuştur. Öyleyse şüphe yok kavmi İsrail’in uğradığı lanete, cezaya bu ümmet de uğramıştır. Âhiret'te de cezaları eş olmuştur ve olacaktır. Öyleyse imanın zevkini ve külfetini taşıyan Müminler bu zalimlere, imanın en asgari mertebesi olan buğzu fillahı yapmalıdır. Hem yapmış oldukları buğz'larını gösteren amel ve eylemleri olmalıdır. Yani ELLAH’ın lanetine uğrayan toplumdan çıkıp hicret etmelidirler. Hicret etmek mümkün değilse yada hicret edilecek yer yoksa bulundukları yerde bir kişinin imameti altında, bi’at zimmeti ile cemaatleşmeliler. Böylece cemaat olarak yapabildikleri ibadetleri yani cemaat ile yapılan ibadetleri yapmalıdırlar. İşte tağuti düzende, mümin olduğuna inananlar böylesi hicreti yani cemaatleşmeyi yapmasalar kabirlerine İmân iletemezler.

Çünkü Resulleri katleden katilerin, Şeriatullah'ı ılga eden soysuzların Hilafet'i mülga eden mürtedlerin hâkimiyeti altında, ruhsatı ile hem de canlı ruhsatı olan memurun peşinde, İmân cevheri üç gün değil, bir saat dahi kalpte yaşamaz. Öyleyse böylesi insanların içinde, mümin aşkı ile zinhar bulunmamalı. Ki, Resulleri katleden zalimlerin katline onay verilmiş olunmaya, aksi halde Resulleri katledenlere rey ve destek verilmiş olur. Oysa ELLAH (c.c.): müminlerden, o Müminler ki, ister yahudi olsun ister nasrani olsun ve isterse saabilerden olsun, bunlar ELLAH’a ve âhiret gününe yani son din olan İslam dinine inanmış oldukları için, bulundukları gayrı İslami düzenlerin içinde durmayıp hicret edeceklerine dair ve onlara buğz edeceklerine dair ELLAH’a söz vermişlerdir. İmdi mümin olan belki der: Ben böyle bir söz verdiğimi bilmiyorum. Oysa burada Beyân edilenleri yapmak için ELLAH’a verilen sözün yapılan misakın ismi, resmi --İMANDIR-- demek her mümin burada zikredilen hicreti ve buğzu fillahı yapmak için İmân etmiştir. Öyleyse buğz yapmayanlar imanından vazgeçmiştir. Hem bu izahımızı teyit eden altmış üçüncü ayettir. Okuyalım:-- Hani sizden sapasağlam söz almıştır. Tur dağını da üzerinize kaldırmıştık. Size verdiğimizi kuvvetle tutun demiştik. Onda olanları hatırlayın ki, korunanlardan olasınız demiştik.-- Evet, okuduğumuz bu âyetin gölgesinde deriz: Yeryüzünün suyunu, temiz havasını haşmeti ile ayakta dikilmiş olan dağlar temin ettiği gibi Resul'lerde, manevi olarak haşmetleri ile insanların manevi ve idari her şeylerini temin etmekteler.

Bu nedenlerin temini için ELLAH, kavmi israilin üzerine dağ misali Kelimi olan Mûsâ (a.s.) ı kaldırdı. Bu ümmetin üzerine de, yani bütün insanların üzerine Habibi olan Muhammed Mustafa’yı kaldırdı. Dağların suyu, havası gibi olan kitabul Furkan'ı da Habibi ile gönderdi ELLAH (c.c.). Ona Hamd olsun. Gönderdiğime kuvvetle sarılın ahkâmını, hikmetini düşünün emrini verdi ELLAH (c.c.). ELLAH’ın verdiği bu emre göre İmân, ELLAH’ın bu emrine uymak oluyor. Hem ELLAH’ın bu emrine uymak ELLAH ile ahdi misakımızdır. Evet, İmân sözü ile müminlerden bu söz alınmıştır. Hem İmân sözü ile yapılan misak, bütün insanlardan ruhlar âleminde alınmıştır. Yani ELLAH'tan gayrilerin emrine velev ki, peygamber de olsa uymayacağımıza ve ELLAH’ın Resulünden gayrı imam, numune edinmeyeceğimize dair antlaşmamız vardır ELLAH ile... Ne var ki, insanların birçokları bu dünya âlemine geldiklerinde şeytan'ın emri ile ELLAH’a verdikleri sözden caydılar. Ki, Şeriatını ve Halifesini ılga ettiler. Yerlerine yahudi ve nasaraların hükümleri ile hükmeden tağut'u oturttular. Okuyalım: --Sonra o sözü müteakip yüz cevirdiniz. Eğer üzerinize ELLAH’ın Rahmeti olmasaydı hüsrana uğrardınız.-- Yani Evet, Mûsâ ile kavmi İsrail’e âlemi ervah da, ELLAH’a vermiş oldukları söz hatırlatılarak, sözlerine sahip çıkmaları temin edildi. Badehu yine geriye, şirke, Tağuta, beşeri, hüküm ve düzene dönüldü. ELLAH’da geri dönen bu kullarına âlemlere rahmet olarak Habibini gönderdi. Böylece ELLAH insanların üzerine Rahmetini tamamladı. Hem ELLAH Mûsâ’dan son Resulüne dek peş peşe birçok Resul ve Nebi'ler göndererek, İmân edip imanlarını kabre iletmek isteyenler için yolu açık ve sağlam tuttu. Beni İsrail de, yani yahudi ve nasaralarda düşe, kalka din, İmân, cennet adına ve aşkına yürüdüler. Vaktaki: Kaaffeten linnasi beşiren ve nezira gönderildi, düşe kalka yollarına devam edenler, -- Üzerinize ELLAH’ın Rahmeti olmasaydı hüsrana uğrardınız. Olan Kavlullaha göre, hemen bu Resule herkesten önce İmân etmeleri icap ederdi. Çünkü ehli kitab idiler. Ama öyle olmadı. Bu zalimler memeden çıkan süt, tekrar memeye girmediği gibi bunlarda tekrar Risâletin şemsiyesi altına girmediler. Hala Risâlet'e ve Şeriatullah'a azgın düşmanlıkları devam etmekte... Bu düşmanlıkları kendi din'leri adına yapıyorlar. Oysa din'leri, ELLAH’ın dini olarak yoktur. Çünkü Tevrat miadını doldurduğu için İncil’i gönderdi ELLAH. Badehu İncil de miadını doldurdu ki, Kur'ân'ı gönderdi ELLAH (c.c.)... Öyleyse din olarak yeryüzünde sadece islam dini vardır. Bu dinin Kitabı, Kur'ân'dır. İmamı, örneği, önderi yani bu dinin peygamberi Muhammed Mustafa (s.a.v) dır.

İşte böylece ilâhı din namına bütün yollar kapandı. Kapanınca, bu dinin dışında kalanların maksatları ne olursa olsun kâfir olarak kaldılar. Öyleyse biz gelelim hidayet yolu açık olan ve tüm haşmeti ile ayakta duran İslam, Kur'ân ve Muhammed Mustafa’nın dininin mensuplarına, Evet, bu Müminler şu günlerde, yolu kapalı olan yahudi ve hıristiyanlardan daha sapık bir durumdalar. Çünkü müminiz dedikleri halde ELLAH’a verdikleri sözden döndüler. Böylece ELLAH’a, Resulüne ve Kur'ân'a düşman olanlara dost oldular. Risâlet'e uyanlara ise düşman oldular. Böylece bu ümmet verdiği sözü değiştirdi. Değiştirerek yahudi ve nasaralara tabii oldular. Böylece bunlar yahudi ve nasaralardan çok daha şerli oldular. Öyle ise bu ümmete şimdi düşen görev şudur: Ahdi misakını tekrar yerine getirmesi için, nelerin, nasıl yapılmasına karar vermesi olacaktır.

Biz âcizane olarak, bu hususta fikrimizi tekrar Beyân ediyoruz bu fasılda: ELLAH’a ve Resulüne isyan ederek hâkimiyeti eline alan zalimlerin şemsiyesi altına kalan üç müminde ise, bir araya gelip ikisi birini imam edinmelidir. Böylece bu üç kişi emirli, imamlı ve bi’atlı islam cemaati olmalıdır. Bu cemaat bir temsili çekirdektir. Zahiren başak vermese bile mensuplarını İmân ile Rablerine irca eder inşâ ELLAH. 

Niye bu cemaat? Şunun için: Ruhbanlık edenlerden ve ettikleri ruhbanlığı, İmân ve islamın kemali bilenlerden ve Tağuta vatan, millet, milliyet ve ulus kelimelerini kutsallaştıranlardan yani bunları imanın şartı gibi ifade edenlerden ve fetvalar uyduranlardan şeytan'dan sakınıldığı gibi, sakınmak farzdır da onun için bu cemaat... Çünkü ELLAH şöyle buyuruyor: -- Sizler içinizden cumartesilerinde haddi aşanları yemin olsun biliyorsunuz. İşte biz onlara hor ve zelil maymunlar olur dedik-- İmdi Evet, ELLAH’ın burada verdiği yemin, üç kişi ile de olsa islam cemaatinin ehemmiyetine dairdir. Yani Cum'a gününde haddi aşanlardan ayrılmaya amir olan bir yemindir. Çünkü Cum'a gününü, cumartesi günlerini ihlal edenlere peşkeş çekenleri biliyoruz. Öyleyse o zalimlerden ve onların ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olanlardan imanımız adına ne bekliyoruz ve ne beklenebilir? Çünkü onların siretlerini ELLAH (c.c.) maymun ilmi, ahlakı ve siyaseti ile değiştirmiştir. Çünkü cumartesi günlerini ihlal edenler maymun oldu da, Cum'a günlerini ihlal edenler maymun olmaz mı? Bu hali belki bu zalimler anlamayabilir. Hem anlasalar belki imtina ederler. İmtina etmesinler diye ELLAH basiretlerini mühürlemiştir. Lâkin kuşbakışı bu ümmete bakan yahudiler ve nasraniler maymunlar olduklarını pekâlâ görmekteler. Ama bir türlü memnun olmuyorlar. Çünkü maymun sadece taklit eder. Mal üretemez. Mal üretemeyen, mal üretenin başına daima engel ve yüktür. Bu nedenle memnun olmazlar. Hem bir gün gelecek ki, bu maymunların kendilerini taklit etmelerinden bizar olup, engellerini üzerinden atmaya döneceklerdir. Çünkü sevgi, yardım karşılıksız olmaz. Ben sana ırmaktan geçmene yardım edersem, sende benim ağaca çıkmama yardım edersin. Demek taklitte zillet var o kadar. Taklitte zillet olmasına rağmen, taklitte o derece ileri gidilmiş ki, haç yılanını boynumuza sarıyoruz. Bunu niye yapıyoruz? Bizde sizden olduğumuzu onlara inandırmak için: Oysa maymun insanı taklit etmekle ve insana benzer görünmekle insan olmadığı gibi, bunlarda onları taklit etmekle onlardan olamazlar. Sadece hor ve zelil maymunlar olurlar o kadar. Hem niye maymunlar olmasınlar? Zira bu ümmetin emir makamında olan amirleri, Cum'a gününü tatil olmaktan alıp dünya mesaisi gününe hamletmekle kalmadı, Cum'a temeli üstüne bina edilen islam düzenini de kaldırdı. Haliyle çok normal olarak sahipleri de, kurmuş oldukları düzene muvâzi olarak Cum'a kılmadılar. Hem kıldırmadılar da. Böylece Cum'a, üzerine farz olmayan avam olan Müminlere şekil, resim ve gelenek olarak kaldı. İmdi tatilini, Cum'a gününden almayan ülkelere gelince: Tatili resmen her ne sebeple kaldırmadı iseler de, İsrail kavmi cumartesilerine uydurdukları hile gibi hilelere benzer hile uydurdular. Şöyle ki: Halife i Resulleri olmadan Cuma’yı yahudi ve nasaraların Halifesi olan Tağutun izni ile eda ediyorlar. Böylece her ulus kendi kralına, sultanına, reisine ve başkanına bi’at etmiş oldu. Böylece Cuma'ları düzenlerine, hanedan ve saltanatlarına itaat edilsin diye kullandılar. Demek Cum'a vasıtasına binmişler yahudi ve nasaraları taklide gitmişler. Haliyle şüphe yok maymun olmaya özenmişler. Öyleyse bu izahlardan anlaşılan şudur: Halife i Resul olmadan Cum'a olmaz ve yoktur. Çünkü maymun olanlara ELLAH (c.c.) hem öncekilere hem sonradan gelecek olanlara ibret verici bir ceza vermiştir. Verilen bu cezadan muttaki olanlar elbette ibret ve ders alır. 

İmdi kavmi İsrail, cumartesilerinde varid olan hürmeti hürmetsizliğe, itaati isyana tebdil ettikleri için halleri tebdil oldu, ahlakları tebdil oldu, ilimleri tebdil oldu, kıyafetleri tebdil oldu, tedrisat usulleri tebdil oldu, düzenleri ve hükümleri tebdil oldu. Böylece bi tamamıha din'leri tebdil edilmiş oldu. Ki, ELLAH’ın ibrete müheyya olan cezasına uğradılar. Böylece onlar ve onlara özenenler eksiksiz olarak bu dünyada cezalarını aldılar. Bu cezanın tanzimi ile ELLAH muttaki yani mümin kullarına yani imamı ve bi’atı olan kullarına şöyle seslenmiş oldu: Rablerinden korkan ey Müminler! Cumalarını iptalen maymun olanlardan ayrılın! Hicret edin! Cumanıza dönün!

Demek Dar’ül harp olan ülkelerden hicret etmek imanın, imandan önce şartıdır. Çünkü İmân hicrete amirdir. Çünkü hicret edip İslami cemaatlerini kurmadan Cum'a, cenaze, bayram namazı kılamazlar. Hac yapamazlar, zekât veremezler. Yani yaptıkları bu ibadetler makbul olmaz. Makbul olmaması bi yana günaha kalmak söz konusudur. Çünkü Tağutun düzenine istikrar ve meşrutiyet kazandırmış oluyorlar. Çünkü ortada ELLAH’ın Teşriisi ve Halifesi yoktur. Tağutun teşrisi ve halifesi vardır. İşte Tağuta ve teşrisine uymak, uymak suretiyle Cum'a, cenaze, bayram namazı kılmak, hac etmek ve kurban kesmek taklitçilik olduğu için maymunluktur. Evet, şüphe yok bu uyarılar müminleredir. Tevbe etmek isteyenleredir. Zira ehli küffarın birbirlerini taklit etmeleri anormal olmayıp normaldir. Öyleyse bizler onları imana dâvet ediyoruz, tevbeye dâvet ediyoruz. Dâveti kabul edenlere hicretin farz olduğunu diyoruz. İmân edip hicret etmeyenlere gelince deriz: İdrar, idrarı temizlemediği gibi, kirletmezde... Öyleyse bizler idrar ile idrarı yıkamaya çalışanları bırakıp, su ile idrarı yıkayan müminleri okuyarak görelim:

وَاِذْ قَالَ مُوسى لِقَوْمِه اِنَّ اللّهَ يَاْمُرُكُمْ اَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةً قَالُوا اَتَتَّخِذُنَا هُزُوًا قَالَ اَعُوذُ بِاللّهِ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْجَاهِلينَ (67) قَالُواادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِىَ قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ لَافَارِضٌ وَلَابِكْرٌ عَوَانٌ بَيْنَ ذلِكَ فَافْعَلُوا مَاتُؤْمَرُونَ (68) قَالُواادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَالَوْنُهَا قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ صَفْرَاءُ فَاقِعٌ لَوْنُهَا تَسُرُّ النَّاظِرينَ (69) قَالُواادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِىَ اِنَّ الْبَقَرَ تَشَابَهَ عَلَيْنَا وَاِنَّا اِنْ شَاءَاللّهُ لَمُهْتَدُونَ (70) قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ لَاذَلُولٌ تُثيرُ الْاَرْضَ وَلَاتَسْقِى الْحَرْثَ مُسَلَّمَةٌ لَاشِيَةَ فيهَا قَالُواالْنَ جِئْتَ بِالْحَقِّ فَذَبَحُوهَا وَمَاكَادُوا يَفْعَلُونَ (71) وَاِذْ قَتَلْتُمْ نَفْسًا فَادّرَءْتُمْ فيهَا وَاللّهُ مُخْرِجٌ مَاكُنْتُمْ تَكْتُمُونَ (72) فَقُلْنَا اضْرِبُوهُ بِبَعْضِهَا كَذلِكَ يُحْيِ اللّهُ الْمَوْتىوَيُريكُمْايَاتِهلَعَلَّكُمْتَعْقِلُونَ(73)

M E A L İ:

67-- Bir vakit Mûsâ kavmine: ELLAH sizden bir sığır kesmenizi mutlak olarak istiyor.   Onlar: Sen bizimle eğleniyor musun dediler. Mûsâ: Ben cahillerden olmaktan ELLAH’a sığınırım dedi.               68-- Dediler ki: Bizim için Rabbine dua eyle de, o sığırın ne olduğunu bize bildirsin. Mûsâ: O ne çok yaşlı, ne de çok genç, orta yaşta bir sığır olduğunu, haber verdi Rabbim dedi.  69-- Dediler ki, bizim için Rabbine dua eyle, onun rengi nedir? Bize iyice bildirsin. Mûsâ: O görenlere sürür veren sarı bir sığırdır dedi. 70-- Dediler ki: Dua eyle bize açıkça bildirsin. Zira bizce sığırlar hep birbirine benziyor, ELLAH dilerse biz elbette hidayete erenlerden oluruz.                      71-- Rabbimin emri şu ki, o ne arazi sürmüş, ne ekin sulamış olan bir sığırdır, zillete uğramamış, kusuru ve ayıbı yoktur. İşte şimdi hakkı söyledin dediler. Onu hemen kestiler. Az kalsın yapamayacaktılar.  72-- Hani siz bir insanı öldürmüştünüz de katili hakkın da ihtilafa düşmüştünüz, ELLAH ise gizlediklerinizi açıklayandır. 73-- Bunun için onun bir parçasını ölene çatın demiştik. İşte ELLAH ölüleri böyle diriltir diyerek ayetlerini size izhar edendir. Hala aklınızı başınıza almayacak mısınız?

M E R A M I:

Hiç şüphe yok mümin demek: Risâletin yolunu yürüyor demektir. Halife’i Resulün emri altın da, eşiğinin önünde duruyor demektir. Çünkü Risâlet yolunda ve kapısının önünde olmayanın kapısı ve yolu, mutlaka yahudi ve nasaraların yolu ve kapısı olur. Bu meramımıza delil, sığır kıssasının birinci ayetidir. Ki, Mûsâ kavmine sığır kesmelerini söyleyince, onlar: Sen bizimle eğleniyor musun dediler. İnsanlarla eğlenmek cahillik olduğu için Mûsâ: Ben cahillerden olmaktan ELLAH’a sığınırım dedi. Hem Resuller ELLAH’ın emri ve izni olmadan, şu şöyledir, bu böyle olsun diyemez zira bunun neticesi cahillerden olmaktır. Öyle ise dünyanın tüm umurun da ve hususun da, emir sıfatını taşıyan sözler ELLAH’ın emri değilseler ki,  günümüz idarelerin de ELLAH’ın emri değillerdir öyle ise bu amirlerin cahillikten ve zalimlikten gayrı sıfatları yoktur. Ve öyle ise bu zalimlerin ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olanların da amirlerine muhalif hiçbir sıfatları yoktur. Ama Risâlet'e tabi olan Müminlerin, Âlimlerin, Âbidlerin ve Şeyhlerinin ELLAH yollarını açar. Okuyalım: Risâletin eşiği önünde duran Müminler, edebe mugayir davransalar bile cahillerden olmuyorlar. Çünkü önünde durdukları kapı ELLAH’ın kapısıdır. ELLAH’ın kapısının önünde duranı yani Risâletin kapısının önünde duranı ELLAH (c.c) boş geri çevirmez. Da, Risâlet vasıtası ile istediklerine vasıl olurlar. Ki Mûsâ kesilmesi istenen sığırın sıfatlarını sayıp, döktü onlara.

Çünkü Risâletin emrinden ve eşiğinin önünden ayrılmadı bu Müminler. Ayrılmadıkları için bağlı oldukları kapının sahibinden daha mukni deliller istediler. Böylece kesecekleri sığırın, bakan gözleri mesrur edeceği sarı bir sığır olduğunu öğrendiler.

Ama Hayır, yine şüpheye düştüler. Lâkin red olunmadılar. Çünkü ELLAH’ın ve Resulünün kapısı önünde idiler. Ki, kesecekleri sığırın sıfatı daha açık olarak Beyân edildi onlara... Böylece müteşabih olan sığırların içinden mutlak olanını buldurdu onlara ELLAH (c.c)... İmdi ELLAH’ın bu yardımı şüphe yok Risâlet'e ve Şeriatullah'a bağlı olmanın bir meyvesidir.

Ki, ELLAH kesilecek sığırın tüm sıfatlarını Beyân etti. Böylece şüpheden uzak olarak ELLAH’ın yardımı ile derhal o sığırı kestiler. İmdi burada görüldüğü gibi, şayet o Müminler Risâletin emrinde olmasaydılar, ELLAH’ın yardımını alamayacaktılar. Çünkü Resulü bu Müminler için dua etmeyecekti. Hem bunlar dua etmesi için Resule müracaat etmeyecektiler. Çünkü Resulün siyasi emrinde olmayıp Tağutun emrinde olacaktılar. Haliyle katiller, zalimler mazlum edası ile meydanlarda cirit atacaktılar.

Nitekim şimdi yeryüzünde katiller, hırsızlar mazlum edası ile dolaşmaktalar. Çünkü bu insanların üzerine ELLAH’ın yardımı ve Resulünün duası yoktur. Çünkü siyasette tağut oturuyor. Böylece yeryüzüne hak, adalet ve merhamet kalmadı. Nitekim meramı üzerine olduğumuz bu âyette, gizlice katledilen bir insanın katilini bulmak için, siz bir sığır kesin emrini vermesi öncelikle zatı kibriyasının sun’unu, kuvvetini izhardır. Ki, Müminler Rablerine güvensin diye... Nitekim kesilen sığırın bir parçası ile katili belli olmayan maktule vurdukların da, maktul, Biiznillah dirilip kendinin ölümüne sebep olanı söyledi. Katil belli olup kısas edilince de, cemiyet sulh oldu. Yani düşmanlık ve savaş vaziyetinden, dost ve sulh vaziyetine avdet oldu cemiyet... Dirilen ölüyü görenlerde, ELLAH’ın: --Siz tekrar dirileceksiniz-- Haberine de, görerek inandılar. Böylece Risâletin emri altında olmanın kadru kıymetini bilerek bi’at ve itaatlerini Şükrenlillah olarak tazelediler.

Yani ELLAH’ın âyetleri hususunda, Resulü, Halifesi ve Teşriiullah hususunda, tam akıl ve ikan sahibi oldular.

V E İ Z A H I:

Bu zebhi Bakara kıssası, Kur'ân'ı hâkimin en uzun suresine isim oldu. Öyle ise bu kıssada mümin kalbe sokmak istediği mühim dersler vardır. Ama bu günlerde bu kıssanın ifade ettiği manasına --ELLAHU EKBER-- deyip inananlar pek az olur. Öyle ise ELLAHU EKBER deyip işarı olarak bize göre anladığımız dersimize dönelim: Evet, bize göre bu kıssa da, Müminlere Risâletin emrine ve eşiğinin önüne durmaya emir vardır. Ve tağuti düzenlerde var olan Müminlere de, hicret etmeye emir vardır. Böylece tağut ve avanesinden ayrılmaya emir vardır. Ki, önümüzde duran yetmiş beşinci âyette Rabbimiz:        --Onların size inanacaklarını ümit eder misiniz?-- Sorusuyla Müminlerin tağutilerden ayrılmalarını açıkça bildirmektedir. Burada Rabbimizin, onlar dedikleri Müminler, ELLAH’ın kudret ve azameti hakkında şüpheye düşenler değillerdir. ELLAH her şeyin üzerine mutlak kahır olduğunu bilmelerine rağmen bile bile Risâlet'e, Hilafet'e uymamak için âyet ve kıssalarını anlamaz görünmekteler. Çünkü kendilerini âyet ve kıssalarını anlar, bilir, inanır olduklarını bildirdikleri an, Risâlet'e, Resulullah'a, Hilafet'e ve Teşriiullaha dönmek kendiliğinden ifade edilmiş oluyor. Bundan dolayı işitir, görür olmalarına rağmen kendilerini kör ve sağır bildirmekteler. Ama Tağutun emrine dört göz ve beş kulak kesilmekteler.  

İmdi bu kısa mukaddimeden sonra âyetlerin gölgesinde gezinelim Biiznillah: İmanın ön şartı olan hicret ederek İslam cemaatini teşkil eden Müminler, bi’at etmiş oldukları imamları, her ne işe karar verdiğinde, emrettiğinde kendileri ile eğleniyor gibi bir düşünceye kapılmasınlar. Çünkü Risâlet'e tabi olan Halife, Şeriatullah'a ve Sünneti Resule uymayan bir hükümle hükmedecek olursa, cahillerden olur. Bunu böyle bilmeyen zaten Halife’i Resul olamaz. Olursa ki, elbette olmuştur işte onlar Risâlet adına tağuti düzenleri bizlere hak namına bırakanlar oldu. Bidatleri din ve sünnet diye bizlere emanet ettiler. Şimdi ise yahudi ve nasaralara endeksli olan bu hükümleri, düzeni din adına teslim alanlar, teslim edenlere dua etmekteler. Biz böylesi zalimlerden beri olalım ve beri olmak için, Tağuta ve düzenine küfredip, Halife’i Resule itaat yapıla... Yani ELLAH, Resulü ve Şeriatullah adına verilen emirleri, yapılması istenen işleri şüphe ile karşılamamalı. Çünkü ne ölçüde şüphe ile karşılasalar o ölçüde, o işin tahakkuku yokuşa sapar. Çünkü İmân şüphe kaldırmaz. Çünkü mümin ELLAH'tan gelen emirleri şüphe ile karşılamaz. Şüphe ile karşılanan, işlenen amelin misali şudur: Zahiren çok sıhhatli görünüp de, içten hasta olanın misali gibidir.

Öyleyse ELLAH’ın emirlerine ki bu emirler, ancak Halife’i Resulün varlığı ile daim ve kaim olur. Öyle ise mümin üç günden ziyade bi’atsız durmamalıdır. Yani mutlaka üç kişi de iseler imamlaşıp bi’atlaşmalıdırlar. Ki, ELLAH’ın rızasını ve yardımını alabilsinler. Çünkü böyle yapamayanların üzerine ELLAH’ın yardımı, rızası yoktur. Öyle ise batıl, şirk ve küfür yolu üzere olarak ELLAH’ın rızası namına işlenenler ve söylenenler doğru olsalar bile ELLAH kabul etmez. Çünkü Risâlet'e düşman olan amirlere ve emirlere itaat ederek, İmân adına işlenen ve söylenen her şeyi ELLAH kabul etmez. Ancak böylesi tağuti toplumlarda, müminden kabul edilen hicrettir. Hicret ile teşkil olunan cemaati İslam'dır. Bu cemaat olmasa Müminler dünya ve âhiret hususunda ELLAH’a yönelip ondan işlerine dair bilgi sahibi olamazlar. Çünkü cemaati islamın müminleri namına ELLAH’a ancak Halife’i Resul yönelir. Ama tağut, mümin yada gayrı mümin için ELLAH’a yönelemez.  ELLAH’a ancak onun Halifesi insanlar için yönelebilir. Yani ELLAH toplum adına Halifesinin duasını kabul eder. İşte okuyalım:

--Dediler ki, bizim için Rabbine dua et onun rengi nedir? Bize iyice açıklasın?-- ELLAH’da onlara kesecekleri sığırın, rengine varıncaya kadar her nişanını açıklıyor. Çünkü dua eden Resulullah'dır, dua eden Halife’i Resul dür, dua eden Halifetullah'tır. İmdi acaba Halifeleri olmasa idi o cemaatin, Tağutun ve kendilerinin duaları ile kesecekleri sığırdan malumat edinebilir miydiler? Hayır, Böylece ELLAH’ın emrini de yapamayacaktılar. Ancak şeytan'ın emri ile millete siyaset edecektiler o kadar. Şeytan'ın emri ile yapılan idareye gelince; Bu idarede zalimler, katiller ve hırsızlar kuzu olur. Kuzular kurt olur. İşte: --VEMA ERSELNAKE İLLA REHMETELLİL ALEMİN-- De ki Rahmet budur. Yani kuzuların, kuzu olarak bilinmesi ve himaye edilmesidir.

Öyleyse biz Müminler Risâletin Halifesine ve atadığı zevata itaat etmede kusur etmeyelim. Zira israil kavminin bu sığırı kesme imtihanını kazanmaları, Tevrat'ın hükümlerine boyun eğişleri ve Resulullah'a itaat etmeleri, yüz akı ile imtihanı kazanmalarına vesile oldu. Böylece mutlak olan adalet zahir oldu. Cemiyet sükûn bularak huzura kavuştu yani katiller bulunup kısas olundu. Böylece maktulün varislerinden kin ve intikam hırsı zail oldu. Haliyle de cemiyet korku ve kargaşadan emin oldu. Anarşi, eşkıya kendine yaşamak için zemin bulamadı. Çünkü Risâlet'e uymak dünya ve âhiret'te selamet bulmaktır.

İmdi okuduğumuz bu sığır kıssası, imanlı, imamlı ve bi’atlı olan kavmi israilin üzerinden geçen bir imtihan hadisesidir. Bu hadiseden yola çıkarak, imanlı, imamlı ve bi’atlı olmayan toplumların hali ibret verici olup içinde yaşamaktayız. Şöyle ki: Vuran vurana, çalan çalana, oynayan oynayana, ağlayan ağlayana, gülen gülene olup mazlumlar ezilmekte, zalimler cirit atıp kol gezmede. Ne arayan var, ne anlayan var, ne soran var. Sorup arayanlardan çekinen yok, çünkü kalpte İmân yok, sokakta islam yok. Evet, imanı olmayan insan, islami olmayan düzenden niye çekinsin ki? Eden, ettiren, soran, sorulan, kaçan ve kovalayanlar hepsi insan. İnsan, insandan korkmaz. Korksa bile böylesi korkular cemiyette huzuru temin etmez. Nitekim: Laik, demokratik düzen adına korkuttukları insanlara gelince, bu insanlar, korkutuldukları düzenin piranları olup boy, boy endamları yıllardır meydanların en açık yerlerinde teşhir ettirilmesine rağmen bir santim ne büyümüşler, nede küçülmüşler, nede bakış istikametlerinden gözlerini kaydırabilmişler.

Bu mezmum heyulalardan halk korkar gibi oldu ise de, badehu gördü ki, başına pisleyene kışş diyemiyor. Öyle ise bundan korkmak, insan ismine ve izzetine yakışmaz olduğunu anladılar. Evet, anladılar ki, o korkutucu heyulalar orada kaldı. Onun etrafındaki zalimlerde onlarca insanı katletti ve soydu sonra ortadan kayboldular. Tepeden bakan o korkutucu, falancı falancıyı katletti diyemedi. Diyemediğine göre aklı ile beraber imanı olanlara diyoruz ki: Bir sığır kesilmesi ile cemiyeti sulh ve sükûna ulaştıran ELLAH'tan başka İlâh olmadığı,  İlâh olan bu zalimlerin âciz kalmalarından anlaşılmış olur inşâ ELLAH... Böylece: --FEMEN YEKFUR BİTTAĞUT VE YU’MİN BİLLÂH-- Yoluna girilir inşâ ELLAH.

Evet, girilir de, maktullerin katilleri bulunur inşâ ELLAH. Okuyalım: --Hani siz bir şahsı öldürmüştünüz de, katili hakkında ihtilafa düşmüştünüz. ELLAH ise gizlemek istediklerinizi açıklayıcıdır.-- Yani Evet, ELLAH’ın Halifesinin başkanlığın da ve Furkan olan Kur'ân'ın emrinde olan toplumlarda, insanlardan birini kısası gerekmeden zülmen katledip, sonrada sen mi yaptın? Kim yaptı? Diyerek katili himaye etmek yoktur. Katil himaye edilmeyince de kabile kabile olup senelerce düşmanlık etmekte yoktur. Çünkü Şeriatullah ve Duzenullah böylesi fesatlara asla yol vermez. Ama yol verenler varsa onlar mutlaka anarşiullah’tır. Zira kısası gerekmeden katleden toplumda ve kısası gerektiği halde kısas etmeyen toplumda hayat yoktur.

İmdi bu zalim toplumda hayatın olmayışı bir yana, böylesi zalim topluma İslam toplumu demek ve bu toplumun fertlerine müslüman demek, çok Evet, çok garip bir tecelli beladır. Ki, ELLAH (c.c) bu gibi zalim toplumları ve fertlerini izhar edicidir. Çünkü Dinullahın tarifi için, öylesi zalim toplumun ve hadimlerinin teşhiri farz'dır. Çünkü insanlar ölecek, badehu diriltilip ELLAH’a hesap verecekler. Aklınızı başınıza almayacak mısınız hala? Mutlak Kadir olan ancak ELLAH’tır. Öyle ise mutlak Hâkim olan da odur. Öyle ise o ELLAH (c.c) sulhu nasıl temin eder? Sualinin muhatabı değildir. Onun Resulü de ve Halifesi de bu sualin muhatabı değillerdir. Çünkü İlahları ELLAH’tır.  Çünkü mümin kullarına sığırın kuyruğu ile de olsa mutlak yardım edendir ELLAH... ELLAH bu yardımını bazen nişanlı Meleklerle, bazen sineklerle bazen kuşlarla ve bazen sığırın kuyruğu ile yapar. Yeter ki, Müminler tuğyan etmesin ve yeter ki, Müminler tuğyan edeni ilâh edinmesin. Müminler Halife’i Resulün emrine imanları gereği oldukları müddet ELLAH’ın yardımına mazhar olurlar.

İmdi bu zebhi Bakara'dan ders alıp da, aklımızı başımıza almayacak mıyız? Tağutun emrin de olanlar hala tevbe ve istifa etmeyecekler mi? Hala onun ruhsatı ile mi Âlim, Âbid, Mürid, Mücahid, Şeyh ve Talebe olacaklardır? Yahudi ve nasaralara ve onların Halifelerine sâdakât yemini vermeye devam mı edecekler hala? Böylece mümin olduklarına inanacaklar mı hala? Demek ki, bu zebhi bakaradan sonra bu zalimlerin kalbi taş oldu. Okuyalım: 

ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذلِكَ فَهِىَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةً وَاِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الْاَنْهَارُ وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَاءُ وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّهِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ (74) اَفَتَطْمَعُونَ اَنْ يُؤْمِنُوا لَكُمْ وَقَدْ كَانَ فَريقٌ مِنْهُمْ يَسْمَعُونَ كَلَامَ اللّهِ ثُمَّ يُحَرِّفُونَهُ مِنْ بَعْدِ مَاعَقَلُوهُ وَهُمْ يَعْلَمُونَ (75) وَاِذَا لَقُوا الَّذينَ امَنُوا قَالُوا امَنَّا وَاِذَا خَلَا بَعْضُهُمْ اِلى بَعْضٍ قَالُوا اَتُحَدِّثُونَهُمْ بِمَا فَتَحَ اللّهُ عَلَيْكُمْ لِيُحَاجُّوكُمْ بِه عِنْدَ رَبِّكُمْ اَفَلَا تَعْقِلُونَ (76) اَوَلَا يَعْلَمُونَ اَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَايُسِرُّونَ وَمَايُعْلِنُونَ (77) وَمِنْهُمْ اُمِّيُّونَ لَايَعْلَمُونَ الْكِتَابَ اِلَّا اَمَانِىَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ (78) فَوَيْلٌ لِلَّذينَ يَكْتُبُونَ الْكِتَابَ بِاَيْديهِمْ ثُمَّ يَقُولُونَ هذَا مِنْ عِنْدِ اللّهِ لِيَشْتَرُوا بِه ثَمَنًا قَليلًا فَوَيْلٌ لَهُمْ مِمَّا كَتَبَتْ اَيْديهِمْ وَوَيْلٌ لَهُمْ مِمَّا يَكْسِبُونَ (79) وَقَالُوا لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ اِلَّا اَيَّامًا مَعْدُودَةً قُلْ اَتَّخَذْتُمْ عِنْدَ اللّهِ عَهْدًا فَلَنْ يُخْلِفَ اللّهُ عَهْدَهُ اَمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّهِ مَالَا تَعْلَمُونَ (80) بَلى مَنْ كَسَبَ سَيِّئَةً وَاَحَاطَتْ بِه خَطيَتُهُ فَاُولئِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فيهَا خَالِدُونَ (81) وَالَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اُولئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فيهَا خَالِدُونَ (82)

M E A L İ:

74-- Sonra bunun ardından kalpleriniz katılaştı. Şimdi o kalpleriniz taş gibidir. Daha da sert, zira taşın öylesi var ki, ondan ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, yarılır içinden su fışkırır. Öylesi de var ki, ELLAH korkusundan kendisini aşağılara atar.  ELLAH sizin yaptıklarınızdan asla gafil değildir. 75-- Onların size inanacaklarına ümit mi ediyorsunuz? Onlardan öyleleri vardır ki, ELLAH’ın ayetlerine akılları yattıktan sonra bile bile bunu tahrif ederlerdi. 76-- müminlerle karşılaştıklarında bizde İmân ettik derlerdi. Birbirleri ile buluştukların da: Rabbinizin katından size delil getirsinler diye mi ELLAH’ın size açıkladıklarını onlara söylüyorsunuz. Buna aklınız ermiyor mu derlerdi. 77-- Neyi gizleyip, neyi açıkladıklarını bilmiyor muydular? ELLAH hepsini bilir. 78-- Onların bir kısmı ümmidir. Kitabı bilmezler, sadece bir kısım batıl şeyleri bilirler başka değil, onlar zanna dayanarak konuşurlar. 79-- Öyle ki elleri ile yazdıkları kitabı az bir fiyata satabilmek için, bu ELLAH katındandır diyenlerin vay haline, vay ellerinin yazmış olduklarından dolayı başlarına gelecek olan insanlara. O kazandıklarından dolayı yazıklar olsun onlara.      80-- Sayılı günlerden başka, bize ateş asla dokunmayacak dediler. Deki: Siz ELLAH katından söz mü aldınız?  ELLAH asla sözünden caymaz. Yoksa ELLAH’a karşı bilmediğiniz bir şeyimi söylüyorsunuz? 81-- Hayır, kim bir kötülük edip de günahı kendini kuşatırsa onlar ateşin ehlidir. Hem orada ebedi kalırlar. 82-- İmân edip Sâlih ameller işleyenler, işte onlar cennet ehlidirler. Hem orada ebedi kalırlar.

M E R A M I:

İmdi islam ve şeriatı hâkim olduktan sonra, Müminlerin amelleri, akılları, idareleri, amirleri ve düzenleri Risâlet'e, Hilafet'e tam bir düşman oldukları için, yani Hilafet'ten ve Şeriattan ayrıldıkları için, kafaları ve kalpleri sert, siyah ve soğuk taş gibi oldu. Öyle bir taş oldular ki, ELLAH için ne su akıtırlar, ne de bir adım atarlar. Oysa taşın öylesi var ki, ELLAH korkusundan durmadan ağlar. Öylesi var ki, zirveden kendisini atıp parça, parça olur. Ama Risâletin emrinden ve eşiğinin önünden ayrılan zalimler ELLAH’a ne haşyet duyar ne de muhabbet. Ama tağut'u severler ve korkarlar. Öyle ise bu zalimlerin ilimlerinden, amellerinden ELLAH asla gafil değildir.

Artık haktan sonra batıla, Risâletten sonra Tağuta dönerek Risâlet'e, Hilafet'e düşmanlıklarını izhar eden bu cahil, azgın sürülerin, Risâlet'e tekrar mutmainne olacakları beklenemez. Çünkü tabi oldukları yahudi ve nasaraları bekleyenler de boşuna bekledi. Ki, onlar düşmanlıklarını hala taptaze tutmaktalar. Öyle ise ELLAH’a haşyet ve muhabbet duyan Müminler Risâlet'e, Hilafet'e nereden, nasıl? Döneceklerini ve Rableri olan ELLAH’ı nasıl razı edeceklerini düşünüp sonuçlandırmalıdırlar. Böylece akıllı düşmanın ve akılsız dostun şerrinden korunmuş olabilsinler.

Akılsız dost olan bu düşmanlar, dine, imana dost olduklarını, asla düşman olmadıklarını derler. Çünkü bizde ehli kitabız derler. Yada biz laik düzeni savunuyoruz diye müslüman değil miyiz derler. Böyle diyerek Risâlet'e ve Hilafet'e karşı düşmanlıklarını yürütürler. Bu tip insanlar islamın içinde ve dışında mevcuttur.

Ne var ki, ELLAH onların gizlediklerini ve açıkladıklarını ve açıklayacaklarını bilir. Yani onların şerrinden ELLAH cemaati islamını korur. Öyle ise mümin olduğunu bilen her insanın vazifesi şudur: Sebeplere tevessül ederek çalışmak. Çalışarak her şeylerini ELLAH'tan isteyip almak; yani yaptıklarını ve yapamadıklarını ELLAH'tan bilmek. Böylece dış düşmanlara karşı ELLAH’ın koyduğu dış siyaseti tatbik etmek.

 Çünkü ELLAH’ın kuralları uygulanmadan elde edilen tekniğin faidesi yoktur. Çünkü ELLAH’ın hükümlerinin hâkim olmadığı toplum küfür toplumudur. Kâfirler bir millettir. Öyle ise yapılan ve yapılacak olan tekniklerin zararı ve faidesi, şerefi ve şerefsizliği cümlesine racıdır. Biz ise imanlı, imamlı ve bi’atlı olan islam cemaatin den konuşuyoruz. Bu cemaatin olmayışı Risâleti ve Kur'ân'ı tanımamaktandır. Ki, Kur'ân'ın dışına çıkıp hükümleri havi kitablar yazılıyor. Yazılan bu kitablar ELLAH’ın nezdinde zan hükmündeler. Zan ise sözün en yalanı ve cehlin azamıdır. Ümmî olmanın temelidir. Ne var ki, kendilerini ilmin zirvesinde bilirler.

İşte Rabbimiz Celleşan’e bu zalimler için: Yazıklar olsun ki, onlar elleri ile hükümleri havi kitablar yazarlar da, bu ELLAH katındandır derler. Yani ELLAH’ın ahkâmından daha ileri, daha medenidir derler. Böylece insanları peşlerine takarak cehenneme giderler. Cehenneme gidenin namazı, cihadı, vaazu nasihati ELLAH’ın nezdinde kabul görür mü? Çünkü ELLAH’ın dini ile Tağutun hâkimiyetine yardımcı olmuşlar. Karşılığında az bir ücret almışlar. Artık yazıklar olsun bunlara ve yazdıklarına. Çünkü bunlar ELLAH’ın dini ile Tağutun hâkimiyetini laik, demokrasi oyunu ile at başı yürütmek isteyip, yürüttükleri için, veyiller bunların olsun. Burada üç kez ELLAH’ın yazıklar olsun hitabına hedef seçilen bu okumuş ümmiler, kuruntucu ve zancılar şüphe yok, aldıkları veyilleri kendileri kazanmıştır. Hem de hür ve irade sahibi olarak.

Hür iradeleri ile kazandıklarına karşılık, ELLAH’ın üç kez veyiller olsun hitabına muhatap olan bu güruh, belki der: Biz cehennem de ebedi kalmayız. Bunlara lanet olsun. Zaten lanete uğramasalardı cehennem de ebedi kalmak yoktur diyemezler di. Çünkü ELLAH: --BELA MEN KESEBE SEYYİ ETEN VE EHATET BİHİİ HATİ ETUHU FE ULAAİKE ESHABUNNAR HUM FİHA HALİDUNE-- Buyururken cehennemde ebedi kalmak yoktur diyenler ELLAH’ın lanetini almış olduklarından böyle diyebildiler. İşte bu lanetli zalimler yazdıkları kitablarda, verdikleri vaazlarda, Tağuta itaat etmenin imana, dine zararı olmaz. Laik idarenin emri ile emri altında durarak ELLAH’a ihlâs ile kulluk olur diyenler yalancılığın Mucidi ve yalancıların pıranlarıdırlar. Bunlara ELLAH’ın laneti ve gadabı --LA TUHSUA-- Vardır ve olsun. Ki, bunlar ELLAH’a, Resulüne, Kur'ân'a, imana ve islama iftira edenlerdir. Bu zalimler için ELLAH verdiği sözden caymaz.

Çünkü bunlar ELLAH’a vermiş oldukları sözden yani imandan caymışlardır. Böylece seyyieleri kendilerini kuşatmıştır. Yani tağut'u, makamı Risâlet'e oturtup itaat edeceklerine dair ona yemin vermişlerdir. İşte bu zalimler ELLAH’ın hak sözü olarak, ebedi ateşteler.

Ama bunların tersi olanlara gelince, bunlar, sözünden caymayan ELLAH'ın verdiği hak bir söz olarak ebedi kalmak üzere cennete sevk olunurlar. Mübârek olsun.  ÂMİN

V E İ Z A H I:

Sonra bunun arkasından yani cennete ulaştıran İmân ve amellerden sonra, yani ELLAH’ın Risâlet mührü ile mühürlü Resulü size geldikten sonra, Resulün vasıtası ile imana irşad olduktan sonra, imanın gereği olan hicrete yol bulduktan sonra, hicret edilen yerde ELLAH’ın yardımcılar vermesi ile ELLAH’ın emirlerini hükümet ettikten sonra, bu hükümete düşman olanları, ELLAH nişanlı Melekleri ile kahretmesinden sonra ve bu Müslümanların ismini bir aylık yoldan duyan zalimlerin kalbine ELLAH korku saldıktan sonra ve yeryüzü insanlarının karşısına, ELLAH ismi ile ve Muhammed’in sünneti ile eğilmeyen güç olarak çıktıktan sonra aheste, aheste Risâletten uzaklaşmak suretiyle kalpleri sertleşti. Öyle ki, Halifetullahı ve Şeriatullah'ı ılga ettiler. Şimdi ise o kalpler taş gibidir. Belki de daha sert. Çünkü taşlar ELLAH korkusundan ağlar, kendini parçalar. Ama mümin olduğunu söyleyip de kalbi taşlardan daha sert olanlara gelince, şüphe yok bu zalimlerin ihanetinden ELLAH gafil değildir. Ki, Yemenden Şama tek başına giden bir kadın ELLAH korkusundan başka bir korku duymadıktan sonra, şimdi demir kalelerin içinde, bekçilerin gözü altında, korkudan emin olamayan amir ve sergerdelerinin şüphe yok taş kalpleri ile kurdukları düzenlerin sonucudur. Zira bu taş kalpliler, zalimlerin zulmünü duymaz oldu. Katillerin fesadını sulh edemez oldu ve mazlumların ahu eninlerine bakmaz oldu.

Öyle ise bu zalimlerden imana, islama ve Müminlere bir iyilik, merhamet olacağı beklenilmemeli. Çünkü bunlar o kimselerdir ki, Risâlet'e, imana, islama, imama ve bi’ata yani ELLAH’ın ayetlerine akılları yattıktan sonra bile bile beşeri hükümleri yani yahudi ve nasaraları tercih etmişlerdir. Öyleyse bunlar, memeden çıkan süt tekrar memeye girmediği gibi, tekrar imana dönmeyecekleri bedihidir. Hem bu zalimler nas beyninde yüksek tahsil bilindikleri için, Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe bilindikleri için, avamınnası peşlerine takmaktalar. Böylece ELLAH’ın son dinine, son Resulüne ve son kitabına İmân edenler bu zalimlerin vasıtası ile toptan mürted oldular. Oldular ki, yahudi ve nasaraların yanına geçtiler. Hem atalarına haçlı seferleri düzenleyenlerin halifesi bunlara tekrar haçlı ruhunu pervasızca haykırıp seferine başlamasına rağmen, bu zalimler onun etrafını sarıp muhafaza altına aldılar. Peşinden medeniyetler diyaloğu, yani Din'ler diyaloğu toplantısını yaptılar. Oysa --DİN-- İsmi ile var olan mefhum bir tanedir. Bir olanın vahdete, diyaloğa ihtiyacı yoktur. Öyle ise tek olan din islam olduğuna göre, demek islamın mensupları, islamın talipleri diyaloğa kalkması ile bi tamamıha din'lerinden ve imanlarından vaz geçmiş oldular. Evet, zaten: --LA İLAHE İLLELLAH-- kelimesine MUHAMMED RESULULLAH'ın yolundan sahip olmayanların, sahip çıkmayanların üzerine Kıyâmet kopacaktır.

İşte bu zalimler mümin olduklarını söylerler. Ama görüldüğü gibi, Haçlılarla birleştiklerinde din'lerini peşkeş çekerler. Badehu millete gerçeği söylemezler ve söyleyenlere kızarlar. Kızarak derler ki: Aklınız ermiyor mu? ELLAH’ın size öğrettiğini onlara öğretmeyin. Ki, onlar sizi sizin ilminizle ilzam etmesin. Hem bu zalimlerin ruhsatı ile milletin önüne din ilmi adına geçenlerin hemen çokları, tevhidi, şirki, tağut'u tarif eden biri çıksa müdahale ederek derler ki: Siz aptal mısınız? Altından kalkamayacağınız bilgileri avama niye anlatıyorsunuz? ELLAH’ın size verdiği bilgi ile onlara üstün oldunuz. Şimdi sizi üstün kılan şeyi onlara öğretip de, sonra sizi, sizin ilminizle ilzam mı etsinler? Siz daima amire itaatten konuşun. Dar’ül harp, Dar’ül islam, Mescidi dirar, Mescidi takva, bel’am ve tağut konularını açmayın derler. Zira hem Amirinizce ilzam edilirsiniz, hem de cemaatiniz tarafından ilzam edilirsiniz derler. Ve akıllarının ermesi için yardımcıları olurlar.

Evet, böyle der ulema’i beni israilin yoluna giren, ulema’i beni Muhammed. Hakikaten ELLAH şahidim olarak yazıyorum: Dar konusunu, halkın beyninde hürmete şayan olan bir hocaya sormuştum o da, yüzünü ekşiterek dedi ki: Sana DAR konusu ne lâzım? Yine aynı sıklette olan başka bir hocaya dedim ki: Ben şevval ayının hilalini rüyet edenlerin haberi ile iftar ettim. O bu sözümün üzerine hiddetinden görülmeye şayan bir hal aldı. İftar edişimi kabul etmediğini halinden anlayınca dedim: Aman hoca efendi! Bayram günü oruç tutmak haram değilmi? Hiddetinden Hayır, değildir deyiverdi. Her halde yanlış dediğini anlamış olacak ki, düzeltmek için ilave etti: Herkes iftar edip bayram ederken, oruç tutmak haram'dır. İşte böyle, onlar bildiklerini söylemediler. Ama Rabbime Hamd olsun ki, o lütfü keremi ile öğretti. --RABBİİ ZİDNİ İLMAA-- Demek bu hocalar tevhid ehli olmayıp, şirk ehlidirler. Çünkü bir yerde aynı anda, iki büyük, iki doğru, iki otoriter olmaz. Olursa ve olmasına, olana onay verenler, iki büyüğün gönlünü aynı anda hoş etmeye mecburdur.

İşte bu nedenledir ki, Tağuta hak ve tek din olan İslam dini namına memur olunmaz. Çünkü sonra dersin: Bayram günü iftar etmek haramdır. Yani Tağuta, yahudiye ve nasaraya uymamak haramdır dersin. Çünkü bu işler fitneye mucipdir dersin. Ve yine dersin: Tağutun iznini izin kabul etmemek için, memuruna uymayıp ayrı olarak Cum'a namazı kılana münafık dersin. Bilmiyor mular neyi gizlediklerini ve neyi açıkladıklarını? ELLAH hepsini bilir.

Hutbelerinin süslenmesi için: ELLAH külli şeylere kadirdir derler. Lâkin bu sözden Tağutun hegomanyasına ve ulûhiyyetine bir zarar gelmez olduğunu da bilirler. Hem bu ilmi tağutta bilir ve onlara söyletir ve söyler. Ama onlara: Madem ELLAH külli şeylere Âlim ve Kadir'dir, öyleyse aramızda ELLAH’ın hükümleri ile hükmedelim ve ELLAH’ın hükümleri icra’i hükümet olsun deyilince derler: Susun öyle demeyin? Sonra bu sözün üstünden gelemezsiniz. Hem aldığınız maaşlar böyle diyenleri susturmanız içindir. Demek bu zalimlerin zannı şudur: Muarız ve mutabık Müminlerin bilgileri, bazı beyinsiz olan meslektaşlardan öğrenmişler. Oysa ELLAH onların gizlediklerini izhar edicidir. Evet, şayet ELLAH izhar ve şerh edici olmasaydı, günümüz ilim erbabı bu derece küçülmezlerdi. Ama her halde küçülüp tamamen yok olmadılar ki, yahudi ve nasaraların bozması olan tağut, Risâlet makamını gasp etti. Hem de halkın gönlünü fethederek. Yani halkın desteğini alarak. Desteği alınan halk mümin de imiş. Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe de imiş.

Evet, işte bunlar, yani dinsizlik dinine fetva verenler, ELLAH’ın size öğrettiklerini onlara öğretmeyin diyenlerdir. Ve yine işte bunlar esasta ümmî'dirler. Kur'ân'ı bilmezler. Bir takım batıl şeyleri bilirler. Batılı hak zan edip söylerler. Şirk’i tevhid, cehli ilim derler. Ki, yahudi ve nasaraların da din sahibi olduğunu kabul ederler. Oysa islam onların din'lerini ellerinden alıp kemale erdirmiştir. Böylece onların eline din kalmadı. Ancak batıl şeylerin din olduğunu zan edip dururlar.

İşte onlar ve bunlar hiç kitabı okumamış bedevi ümmiler gibidir. Çünkü okuduğunu anlamayan ve anladığı halde amel etmeyen, hiç okumamış olandan şerlidir. Zira hiç okumamış olanlar kendilerini helak ederler. Ama okuduğu ile heva ve hevesine uyanlar yani ELLAH’ın hükümleri ile hükmetmeyenler ve bu zalime uyanlar ki, bu zalim yahudi ve nasaraların Halifesi olduğu için buna teslim olanlar hep birlik ilimleri ile ve din'leri ile beraber yahudi ve nasaralara teslim olarak, bir milleti ve sağlam bir dini batırıp tevhidi teslise, adaleti zulme, ilimi cehle avdet ettirirler. Kitab şöyle durur, bunlar böyle durarak zanları ile dünya ve ukba için hükümler icad ederler. Evet, işte bu zalimler, bu tutumları ile müminleri, Risâlet düzenine düşman Tağuta dost ve köle ettiler. Çünkü avam olan Müminlerin önüne, Amir, Emir, Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olarak durmaktalar. İşte bu zalimler için Rabbimiz şöyle buyuruyor:

--Elleri ile kitab yazıp da onu az bir fiyata satabilmek için, bu ELLAH katındandır diyenlerin vay haline! Ellerinin yazmış olduklarından dolayı başlarına gelecek olanlara vay! Kazandıklarından dolayı onlara yazıklar olsun!--

İmdi bu vayları aldıkları için bu ümmete teşhir olunan, kavmi israilin müminleri, ELLAH --Mûsâ-- Tevrat isimlerinin dışında din ve dünya için hüküm ve söz kabul etmiyordular. Ki, devrin kralı              --KEYFEMA YEŞAA-- Olan hükümlerini halka kabul ettirebilmek için, Tevrat'ı az bir fiyata, yani makama, maaşa satan haham ve papazları yani din bilginlerini istimal etme yolu ile hükümlerini kabul ettirdi. Böylece amir, memur, âlim, cahil hep birlik Lanetullaha uğradı.

Şimdi ise bu ümmetin kralları, Kur'ân'ı yani islam dinini ve Halife’i Resulü --Laik-- Kelimesi ile sürüp kaldırdılar. Kaldırdıklarının yerine, hükümlerle dolu anayasalar koydular. Hilafet'in makamına şeytanı yani yahudi ve nasaraların halifesini oturttular. Badehu Müminlere dönüp dediler: İşte yolumuz yani dinimiz bu ve böyledir. Yani dediler ki: Biz ELLAH’ı İlâh, Resulullah'ı imam, numune Kur'ân'ı anayasa olarak kabul etmiyoruz. İmdi bu büyük inkılâbı nasıl yaptılar? Bunu yapmak için bu büyük cesareti ve kuvveti nereden aldılar diye soran olursa deriz: Hiç şüphesiz, yahudi ve nasara kralları, haham ve papazlarını nasıl kullandı iseler bunlarda Kur'ân'ı az bir fiyata satan ve okuduğunu anlamayan ve anladığı ile amel etmeyen okumuş Ümmî cahil ulemayı kullandılar. Evet, bunların fetvaları ile ELLAH'ın Ulûhiyyeti, Resulullah'ın Risâleti ve Kur'ân'ın hükümleri kabul edilmedi. Yani bu zalimlerin fetvaları ile imandan irtidat olundu. Ama daha iyisini yaptık ve yapacağız diyerek bunlar oldu.

Şimdi ise öyle bir hale gelindi ki, yahudi ve nasaralar ELLAH,  Tevrat ve Mûsâ isimleri anılmadan yapılıp söylenenleri kabul etmezken, şimdi bu ümmet ELLAH, Muhammed ve Kur'ân temellerini hiç aramaz oldu. Ki, gayrı isimler altında kurulan düzeni ve verilen hükümleri kabul etti, hem de dini ve imanı namına. Demek bu ümmete elleriyle kitab yazanlar, yazdıklarını din ve dünya adına kabul ettirdiler. Bu halleri, yani bu hükümleri ve bu düzenlerin Dinullah'a zararları yok deyip müminleri Dini sahadan da kontrolleri altına aldılar. Ne var ki, Tağutun, yahudilerin ve nasaraların böylesi oyunları normal olup asla kınanmamalıdır. Ama bu zalimlerin hâkimiyetlerini ve düzenlerini, fetvaları ile kendilerini takip edenlere kabul ettiren ulema’i bissulara üç kez değil la tuhsuha veyiller olsun. Evet, veyiller oldu, veyiller oldu ki, bu zalimler, gele, gele şimdi biz cehennemde ebedi kalıcı değilleriz demeye başladılar. Eee! Zaten sayılı günlerden başka bize ateş dokunmayacak diyenlerin emrinde ve yolundalar.

Sayılı günlerden başka bizi ateş yakmayacak yani cehennemde ebedi olarak kalmayacağız diyenler için şu temsil uygundur: Merkezin valisi olarak eline verilen kanun ile idare etmeyip, eli ile yazdıklarıyla idare etse, ona: Bu uyguladığın kanun sana kim tarafından verildi denilse, o da: Biz merkezin sevdiği valilerindeniz. Bu nedenle her ettiğimiz kabul görür, diyerek halkı peşine takan valinin esas niyeti merkezin hüküm ve hâkimiyetini kabul etmemek olduğu anlaşılınca, acaba kral halka yalan söyleyerek kendine iftira eden bu valiyi birkaç gün mü cezalandırır? İşte elleri ile kitablar yazarak, düzenler kurarak müminleri arzuları istikametinde yönetip, yönlendirenler şöyle diyerek ELLAH’a iftira etmiş oluyorlar: Biz ELLAH’ın hükümlerini rafa kaldırmamızdan ve rafa kaldıranlara fetvalarımızla yardım etmemizden dolayı ELLAH bizi cezalandırmaz. Ama elbette ki kusursuz kul olmaz, bazı kusurlarımızdan dolayı ceza alırsak da ateş bize birkaç gün dokunur ve birkaç günde çıkarız. Dediler ve diyorlar da.

İmdi, Evet, Bu zalimler şayet ELLAH’a iftira etmiyorsalar ELLAH sözünden caymaz. Hem ELLAH (c.c) Zatı kibriyasına isyan etmeyen valisini, yani Halifesini, yani insanı cehennemde yakmaz. Çünkü onun vaadi haktır. Sözünden caymaz. Ama ELLAH’a,  Resulüne, halifesine ve Teşriisine düşman olan bu zalimler ve bu zalimlerin ruhsatı ile Âlim, Âbid, Mücahid, Şeyh, Mürid ve Talebe olanların bu tezleri, yani bizleri birkaç günden fazla ateş yakmaz diye sarf ettikleri sözleri şayet ELLAH’a iftira olursa, Evet, okuyalım:-- Her kim bir yaramazlık ederde, günahı kendini kuşatırsa onlar cehennem ehlidirler. Hem de ebedi.--

Yani kim merkezi hükümete isyan ederek ELLAH’a ve Resulüne, Halifesine ve Teşriisine isyan edip kendi hükümlerini hükümet ederse ve bu zalim hükümetin ruhsatı ile Dinullah'ı telkin ve tebdil edenleri şüphe yok günahları kuşatmıştır, günahı kendilerini kuşatanlar için, cehennemde ölmemek üzere idam vardır. Nitekim bu dünyada merkezi hükümete isyan eden eyalet valisi idam edildiği gibi. Ama ELLAH (c.c) günahı kendini kuşatmayanları affediyor. Öyle ise günahı kendilerini kuşatmayanlar kimlerdir? Şunlardır: ELLAH’a karşı Ulûhiyyet ve Rububiyyet dava ederek davasını yürütmüş olsa bile badehu ELLAH’a, Resulüne ve halifesine karşı büyük suç işlediğini anlayıp tevbe edenin, yani Risâlet ve Halifesine dönüp özür dileyerek bi’at ile teslim olanın ve kendisi gibi tevbe etmeyenlere uyup itaat etmeyeceğine dair ELLAH’a söz verenin günahı kendilerini kuşatmış olmaz. Velev ki, zülmen binlerce Mümini katledenlerden olsa bile. Bunlar elleri ile kitab yazıp, onu az bir fiyata satmaya çalışanların defterinden silinip cennete ebedi olarak kalanların defterine yazılırlar. Okuyalım: Kim İmân edip Sâlih amel işlerse, cennet eshabı olur. Hem de ebedi olarak: Yani eliyle kitab yazıp hüküm icad etmeyenler ve hüküm icad edenlere fetva ile yardımcı olmayanlar yani Halife’i Resule bi’at zimmeti ile teslim olanlar cennet ehlidirler. Hem de ebedi. Mübârek olsun.

Bu izahları şüphe ile karşılayanlar için, ha şimdi okuyacağımız âyette ders vardır. Okuyoruz:

وَاِذْ اَخَذْنَا ميثَاقَ بَنى اِسْرَائلَ لَاتَعْبُدُونَ اِلَّا اللّهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا وَذِى الْقُرْبى وَالْيَتَامى وَالْمَسَاكينِ وَقُولُوا لِلنَّاسِ حُسْنًا وَاَقيمُوا الصَّلوةَ وَاتُوا الزَّكوةَ ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ اِلَّا قَليلًا مِنْكُمْ وَاَنْتُمْ مُعْرِضُونَ (83)      

M E A L İ:

83-- Kavmi israil'den ELLAH'tan gayrisine itaat etmemek için, anaya, babaya, akrabaya, yetime ve miskine iyilik edin, insanlara güzellikle söyleyin, namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin diye söz almıştık. Sonra pek azı müstesna yüz çevirdiler. Ve onlar hala yüz çevirendirler.

M E R A M I:

ELLAH (c.c) Hz. Âdem ve onun evladı olan her insandan şu hususlarda söz almıştır ve söz almak için o hususları şöylece Beyân etmiştir: ELLAH'tan gayrı İlâh, Kitabullah tan gayrı Teşrii, Risâletten gayrı imam edinmemek için ve hali ile tağutlara ve Tağuta tapanları inkâr edip itaat etmemek için söz almıştır. Badehu ebeveyne, akrabaya, yetimlere, miskinlere ve bütün insanlara güzel söz söyleyip ihsanda bulunmaları için söz almıştır. Badehu namazı ikame, zekâtı ita etmek için söz almıştır. Böylece bu şartları yerine getireceklerine dair ELLAH her insandan söz almıştır. Böylece bu şartları yerine getireceğine dair her insan ELLAH’a söz vermiştir. Ki, burada ona verdiğimiz sözü bizlere hatırlatıyor. Ona Hamd olsun. Zira ELLAH’a verilen sözlerden dönüldüğün de, dinin şemsiyesi altına olan dünyevi ve uhrevi tüm emirlerden imtina edilmiş olunur. Ki, Kavmi israil sözünden imtina ettiği için lanete uğradı. O lanetlenenlerden ders almamız için ELLAH onları bizlere teşhir ediyor. Ki, biz de onların yoluna girip Lanetullaha uğramayalım diye.

V E İ Z A H I:

İbadet kelimesinin taşıdığı semer itaat semeridir. İbadet, Müminlerin fert olarak yaptıkları ile alakalı değildir diyemeyiz. Ama ibadetin hedefi, müminleri tek, tek ELLAH’a yöneltmek değildir. Yani müminleri gayrı müslimler gibi ibadet yerinde, bir şeyler yaptırmak ibadetin asıl hedefi değildir. İbadetin asıl hedefi şudur: Müminleri camide toplayıp ELLAH’ın hükümleri ile hükmeden Halifetullaha yaptıkları bi’at ve itaati tazelemek. İtaatlerini ve bi'atlerini tazelerken, ELLAH’a, Resulüne ve Kur'ân'a İmân etmeyenlere ve bunların izinde olan mümin isimli ve resimlilere buğz etmek, lanet etmek ibadetin temel taşıdır. Yani ibadet, cemiyete hâkim olan ve hâkim olacak olan hükümlerin ilim ve akidenin ve ahlakın şeriat ve sünnetten alınmasının adıdır. Öyle ise mümin olduğu için Sâlih amel olan namaza yönelen herkes, itaati altına olduğu kanunların menşe elerini bilmesi farzdır. Aksi halde kılınan bu namazlar, imanın zarfı olmaz. Çünkü İmân ve namaz, Tağutun hâkimiyeti altında üç günden ziyade yaşamadığı için İmân ve namaz iptal olur.

Tağutun hâkimiyetini alenen yada zimmen kabul etmekle, imanı ve namazı iptal olan insanlar, Rabbi kerimine şöyle demiş olur: Evet, ben cahiliye hayatını, Cahiliye düzenini ve cahiliye hükümlerini istiyorum. Sen bizim bu dünya hayatına karışma... İmdi beşeri hükümleri kabul etmesi münasebeti ile Rabbi Rahimine böyle diyen ve böyle diyenler, gibi olan Müminlerin imanı yerinde durur mu? Durmaz. Çünkü bu hal, ELLAH'tan gayrisine yapılan ibadetin izhar edilişidir. Öyleyse bu hale düşen Müminin, Âlimin, Âbidin, Şeyhin, Mücahidin, Müridin ve Talebenin içine düştükleri durumun vahametini düşünme zamanı gelmedi mi hala? Gelmedi ki, ebeveyne, akrabaya, yetime, miskine iyilik ve infak etmek ayıp olmaya başladı. Oysa ayıp olmaya başlayan bu kurulları yerine getireceğimize dair Âlemlerin Rabbi ELLAH’a söz vermişiz.  ELLAH’ın hükümlerini hâkim etmek için ve hâkim olan ELLAH’ın hükümlerinin istikbal ve istikrarı için çalışacağımıza dair İmân sözü ile ELLAH’a söz verilmiştir. Öyleyse Tağutun hâkimiyeti altına işlenen bu ameller islama mahsup olmayıp tağut'u düzene mahsub olur. Çünkü tağut, münkeri emredip marufu nehyedendir. Münker emredilip, maruf nehyedilirse Evet, bu ortamda, ELLAH’ın yapın dedikleri yapılmaz. Yapmayın dedikleri yapılır. Çünkü Kur'ân'ın yerine, yahudi ve nasaraların ve bozmaları olan tağutların hükümleri hâkimdir. Halifetullahın yerine, halife’i şeytan oturmuştur, zekâtın yerini faiz almıştır. Namazın yerini top oynamak almıştır. Ebeveynin evi huzur evi adı ile hüzün evi olmuştur. Yetimler, miskinler, velisiz kalmıştır. Bekârlar bekâr, dullar dul kalmıştır. Evleri olmayanlar sokakta kalmıştır. Aşı olmayanlar dilenci olmuştur.

İşte bu felaketleri gören Müminler, bilsinler ki, ELLAH’ın Halifesi yeryüzünde yoktur. Olmayınca üç mümin bir araya gelip birini imam seçmelidirler. Bu yapılmadığı takdir de, o toplumda mümin yok demektir. Şunu da belirtelim: Risâlet dışı düzenin vatandaşlarından, anarşist olmaz, terörist olmaz. Çünkü bu gayrı islami düzenin metbuları ve kuralları anarşi ve terördürler. Öyleyse anarşi fabrikası yetiştirmiş olduğu anarşi ve teröristlere bana itaat edin demeye hakları yoktur. Zehir ekipte panzehir biçilemez. Çünkü okuyalım:

وَاِذْ اَخَذْنَا ميثَاقَكُمْ لَاتَسْفِكُونَ دِمَاءَكُمْ وَلَا تُخْرِجُونَ اَنْفُسَكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ ثُمَّ اَقْرَرْتُمْ وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ (84) ثُمَّ اَنْتُمْ هؤُلَاءِ تَقْتُلُونَ اَنْفُسَكُمْ وَتُخْرِجُونَ فَريقًا مِنْكُمْ مِنْ دِيَارِهِمْ تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِمْ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاِنْ يَاْتُوكُمْ اُسَارى تُفَادُوهُمْ وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ اِخْرَاجُهُمْ اَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ فَمَا جَزَاءُ مَنْ يَفْعَلُ ذلِكَ مِنْكُمْ اِلَّا خِزْىٌ فِى الْحَيوةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ الْقِيمَةِ يُرَدُّونَ اِلى اَشَدِّ الْعَذَابِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ (85) اُولئِكَ الَّذينَ اشْتَرَوُا الْحَيوةَ الدُّنْيَا بِالْاخِرَةِ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَاهُمْ يُنْصَرُونَ (86)           

M E A L İ:

84-- Bir vakit kanınızı dökmeyin, biriniz öbürünü yurdundan çıkarmasın diye sizden söz almıştık. Bunu kabul de etmiştiniz ki, siz buna şahitsiniz. 85-- Sonra birbirinizi öldüren, içinizden bir kısmını yurdundan süren ve onlara karşı kin ve düşmanlıkta birleşen öyle ki, size esir olarak geldiklerinde fidyelerini vermeye yönelen kimselersiniz. Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık, Kıyâmet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. ELLAH sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir. 86-- İşte bunlar âhiret'i bırakıp dünya'yı alanlardır. Bunun için kendilerinden azap hafifletilmez ve kaldırılmaz. Yardımda olunmaz bunlara...

      M E R A M I:

      Panzehir biçmek için zehir ekenler, ahdi misaklarını bozmaya berdevamdırlar. Böylece ELLAH’ın Resulüne halifesine düşmanlıkta birleşendirler. Öyle ki kısası gerekmeyenin kanını dökmekteler. Hem ELLAH’ın: Ya Asın, ya sürün, ya el ve ayağını çapraz varı kesin dediği suçu işlememelerine rağmen cebren, zalimen sürüp çıkarıyorlar. ELLAH’ın insana tanıdığı şeref, şerefsiz idarelerce hiç tanınmıyor. Öyle ki, şimdilerde kural dâhilinde bir hakmış gibi yapılıyorlar. Çünkü Halifeyi şeytan olan yahudi ve nasaralar kayıtsız şartsız idareye hâkim olmuştur.

İdareye hâkim olmalarıyla o derece şımarmışlar ki, cennet sadece bizimdir diyecek kadar ileri gitmişler. Oysa zalimdirler. Mazlumlara zulmetmekteler. Mazlumların ahû eninlerini saz dinler gibi dinliyorlar. Irk, renk, dil, din farklılıkları nedeniyle insanları ihraç ediyorlar kendilerine köle yapmaktan çekinmiyorlar. Mazlumlar yaşamaları için fidye vermeye, emirlerine teslim olmaya mecbur kalıyorlar. Böylece örfleşen bu zalim düzenler İslamlaşmaya başladı. Yani dinini bilmeyen imamsız ve bi’atsız Müminler yapılanları insani ve islami muamele görmeye ve demeye başladı. Öyle ki: Din'de zorlama yoktur ayetini ve kafirun sûre’sini delil gösterip islam dininin laiklik olduğunu demeye başladılar. Ama izzetten zillete düştüler.  İnsanlıktan maymunluğa avdet ettiler.

Ama ELLAH bu ve böylesi zalimlerden gafil değildir. Lâkin bu zalimler gaflete düşüp, Risâletin emrinden ve eşiğinin önünden ayrılıp, Tağutun emrine ve eşiğinin önüne demir atıp, teslim olmuşlardır. Böylece Kitabullah'ın bir kısmını inkâr edip, bir kısmını ikrar edenler olmuşlardır. Haliyle dünya hayatına mukabil âhiret'i satmışlardır. Hem de bu hallerinden yani bu din'lerinden memnun olup Mümin, Mücahid, Mürid, Talebe, Âlim, Âbid ve Şeyh olduklarını bilmekteler. Şiddetlenen daimi azap işte bunlar içindir. Çünkü kavmi israil'de, aynen bu zalimler gibi olmuşlardı da, ELLAH’ın lanetine uğradılar. Ama kendilerini lanetli bilmezler.

V E İ Z A H I:

Evet, Müminler kardeştir. Müslüman'lar eş değerdedir. Çünkü İlahları, kitabları, imamları birdir. Bu nedenle kanları, malları ve canları beyinlerinde hürmete şayandır. Her mümin diğer mümin kardeşinin, ırzını, canını, malını ve dinini korumak üzere ELLAH’a söz vermiştir. Ama beşeri teşriilere dönen mümin isimli ve resimlilerin beyinlerinde mallar, canlar ve ırzlar pazara arz olunur. Kanlar akıtılır. Zalimler, mazlumların canları da dâhil her şeylerine kendilerini sahip telakki ederler. Bu vahametin biricik sebebi Risâlet düzeni ve Halifetullahın ilga edilmesidir. İmam, bi’at sünnetinin lağvedilmesidir. İşte böylesi zalim, despot, müşrik, mürted idarelerin ılga ve ıslahı için ELLAH, Resul ve Nebi'ler beraberinde kitablarla birlik göndermiştir. ELLAH’ın gönderdiği Resule uyup, Kitabı ile hükmedenlerin devleti güneş gibi parlamıştır, her tarafı ısıtmıştır. Eski düşmanlar barışıp kardeş olmuştur. Bunu inkâr eden müslim yada gayrı müslim yoktur. Badehu bu ümmet, yahudilerin Tevrat’ı tahrif etmelerinden daha eşeddisini yapmak üzere Halifetullahı ve Teşriiullahı toptan arkaya attı. Yani yürürlükten kaldırdı. Haliyle yerlerini de yahudi ve nasaraların hükümleri ve hâkimleri ile doldurdu. Böylesi hüküm ve düzenlerin küfür, şirk olduğunu söyleyenlerin kimisini astı, kimisini sürdü.  İşte böylece yeryüzünü zülmen işgal ve ifsad ettiler. Risâlet'e düşmanlıkta birleştiler. Evet, böylesi ihanetleri yapmak için yetkiyi kimden aldılar? Yurdunda köle olan Müminlerin suçları ne idi acaba? Sadece ELLAH’a ve Resulüne inanmak ve inandığı dinin hükümleri ile hükmetmek ve hükm olunsun demek suçları oldu. Hem de affedilemez suç oldu. Bu suça karşı yahudiler ve nasaralar ve yerli bozmaları Kıyâmete kadar harp ilan ettiler. İşte bu zalimler âhiret'i verip dünya'yı alanlardır.   Bu nedenle kendilerinden azap hafifletilmeden devam eder. Kimselerden de yardım görmezler. Çünkü Kıyâmete dek ELLAH’ın hükümlerine, Resulüne ve mü'minlerine harp ilan eden zalimlerin yeri şüphe yok ebedi olmak üzere cehennemdir.   Evet, bu zalim savaşçıların ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olanlarında yeri ebedi olmak üzere esfeli safilin dir. Çünkü ha şimdi okuyacağımız âyette ELLAH (c.c.): Yemin ederek biz, size kitab ve Resul gönderdik diyor. Okuyalım:

وَلَقَدْ اتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَقَفَّيْنَا مِنْ بَعْدِه بِالرُّسُلِ وَاتَيْنَا عيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ اَفَكُلَّمَا جَاءَكُمْ رَسُولٌ بِمَا لَاتَهْوى اَنْفُسُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْ فَفَريقًا كَذَّبْتُمْ وَفَريقًا تَقْتُلُونَ (87) وَقَالُوا قُلُوبُنَا غُلْفٌ بَلْ لَعَنَهُمُ اللّهُ بِكُفْرِهِمْ فَقَليلًا مَايُؤْمِنُونَ (88)

M E A L İ:

87-- Yemin olsun biz Mûsâ ya kitab verdik. Ardından peş peşe Nebi'ler gönderdik.      Meryem oğlu Îsâ’yada beyyineler verdik. Onu Ruhul Kudüs ile destekledik. Ama size hoşlanmadığınız bir şey ile gelen ELLAH’ın Resulünü kibrinizden dolayı tekzip ettiniz. Yada öldürdünüz. 88-- Dediler ki, Bizim kalbimiz perdelidir. Hayır, küfürleri yüzünden ELLAH’ın lanetine uğradılar. Artık onların pek azı inanır.

M E R A M I:

ELLAH (c.c) Son Resulünü, gönderdiği geçmiş Resullerine temsilen gönderdi. Ona verdiği Kur'ân'ı da geçmiş kitablarına havi olarak verdi. --VE EYYEDNA-- Fermanı ile himayesinin altına aldı. Buna rağmen şaşırıp sapıtanların yoluna, dinine bu ümmet de girmiş olarak sapıtmıştır. Şöyle ki: İnkâr edemediği Resulullah'a ve tahrif edemediği Kitabullah'a --İSTEKBERTÜM-- Kibretti. Böylece heva ve hevesine uyduramadığı şeye, kendileri uymadı. Şayet kendilerine uydurabilse idiler Kur'ân'ı ve Resulullah'ı, onlara uyduğunu bağıra, çağıra yahudi ve nasaralar gibi söyleyecektiler. Mademki, Kur'ân'ı tahrif edemedikleri için ona ve Risâlet'e uymadılar, haliyle Kur'ân'ı tahrif ve Resulullah'ı katletmiş oldular. Çünkü: Biz Din'den, imandan ayrıldık demiyorlar da dini, imanı kendilerine uyduruyorlar.

Böylece izzetten zillete, efendilikten köleliğe avdet ediyorlar. Çünkü Rahmet olarak kendilerine gelen Resulullah'ı katleden ve Kitabullah'ı tahrif eden mümin bozmalarının elbette ve şüphesiz kalpleri kapanır ve ELLAH’ın lanetine uğrar. Böylece zulmü adalet, şirki tevhid şeklinde empoze eder. Artık böylesi zalimlerden tevhidi istikamette yeniden İmân edenler pek az olur. Çünkü kendilerini Mümin, Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe bilmekteler. Hem istidrac olan keramette izhar etmekteler ve haliyle sürüleri peşten çekmekteler.

V E İ Z A H I:

Oysa ELLAH’ın yemin tahtında gönderdim dediği Resulünü ve Kitabını katledenlerden olmuşlardır. Çünkü Risâlet'e ve Kur'ân'a Resulullah'ın uyduğu gibi ve uymayı tarif ettiği gibi uymamışlarda, Tağutun ruhsatı ile uymayı, uymak sanmışlar. Oysa tağut, Kur'ân'ı ve Resulullah'ı katleden zalim'dir. Öyleyse: Senin uyduğunu, sevdiğini katledene uyman, onların katlettiklerini onaylamak değilmi? Onaylamak ise ki, onaylamaktır, öyleyse sen katil olmuyor musun? Ne var ki, Resulullah'ı katletme ve Kur'ân'ı tahrif etme sebebi ile bunların, kalbi mühürlendi. Gözler kör, kulaklar sağır oldu. Artık haktan anlamaz oldular ve hakkı görmez oldular. Öyleyse bu zalimler de, Risâlet'e düşman olanlar kadar, belki daha da fazla düşmandırlar. Çünkü bunlar Tağutun hâkimiyetini kabul olan ruhsatı ile Dinullah'ı süsleyip pazarlamaktalar. Öbürlere gelince, onlar kısa yoldan giderek inanmadıklarını söylüyorlar. Ki, Evet, böyle söyleyenlerin hastalığı dışarıda olan ve pis koku veren bir hastalıktır. Koku alan herkes burnunu tıkar ve kaçar. Ama yahudi ve nasaraların emirleri altında olanlar ve bu zalimlerin valilerinin ruhsatı ile kemal bulduklarını söyleyenler böyle mi? Zira bu zalimlerin dışı esans, misk, amber kokuyor. Öyle ki, altı aylık ötede ve beride kokuları duyuluyor. Duyulunca içerleri çürümüş olan bu zalimlerin peşine koşar adım düşüyorlar. İşte bunların kalbi perdeli, gözleri kör ve kulakları sağırdır. Bu insanların görür, işitir ve sözleri dinlendiği halde ELLAH’ın katında kör, sağır ve anlamaz olmalarının sebebi şudur: Resulullah'ı inkâr etmek ve inkâr edenlerin yoluna, emirlerinin altında ikrar ederek girmek bu zalimleri kör, sağır ve anlamaz seviyesine itti. Artık bunlar Kur'ân, Kitabullahtır deseler bile ki, diyorlar ELLAH’ın katında makbul olmaz. Çünkü inandığı halde, inanmayanların kitabları ile hükmediyorlar. Ve böylesi hâkimlere millet, milliyet, vatan namına sevgi besliyorlar. Oysa bunlar ELLAH’ın lanetine vesile olan ana hatlardır. Ki, bu hatlarda olan geçmiş yahudiler ve nasaralar Resulleri katletmişlerdir. Kitablarını tahrif etmişlerdir. Ama ılga etmemişlerdir. Çünkü Resulü katledip kitabı tahrif edebildiler.

Resulü katledemeyen ve kitabı tahrif edemeyenlere gelince bunlar daha zalimane olarak ılga ettiler. Ilga edenlere İmân adına onay verdiler. Demek met busu da, tabiside zalim. Okuyalım:

وَلَمَّا جَاءَهُمْ كِتَابٌ مِنْ عِنْدِ اللّهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْ وَكَانُوا مِنْ قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذينَ كَفَرُوا فَلَمَّا جَاءَهُمْ مَاعَرَفُوا كَفَرُوا بِه فَلَعْنَةُ اللّهِ عَلَى الْكَافِرينَ (89) بِئْسَمَا اشْتَرَوْا بِه اَنْفُسَهُمْ اَنْ يَكْفُرُوا بِمَا اَنْزَلَ اللّهُ بَغْيًا اَنْ يُنَزِّلَ اللّهُ مِنْ فَضْلِه عَلى مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِه فَبَاؤُ بِغَضَبٍ عَلى غَضَبٍ وَلِلْكَافِرينَ عَذَابٌ مُهينٌ (90)

M E A L İ:

89-- ELLAH onlara yanların da olan Tevrat'ı ve incil'i tasdik eden Kur'ân'ı gönderdi. Onlar bundan önce münkirlere karşı kendilerine yardım olunmasını ve olunacağını beklerken, bekledikleri gelince onu inkâr ettiler. ELLAH’ın laneti son Resulü ve Kur'ân'ı inkâr edenlerin üzerine olsun. 90-- Nefislerini ne kötü şeye sattılar. Onlar, ELLAH fazlından dilediği kuluna kitabını inzal etmesinden hased ettiler. Böylece ELLAH’ın indirdiğini inkâr ettiler. Böylece gazap üstüne gazaba uğradılar. Münkirlere hor ve aşağılayıcı azap vardır.

 

M E R A M I:

ELLAH’a İmân etmiş olan insanın, toplumun önüne bi’at ettiği ve bi’at edeceği Halifetullah yoksa bu toplumun Kitabullah'a uyması muhal olur. Kitabullah'a uymak muhal olunca, müşrik olmak kaçınılmaz olarak gündeme gelir. Çünkü Halife’i Resule bi’atı olmayan toplumun Halife’i şeytan olan Tağuta bi’at ettiği ve edeceği mutlak olur. İnkâr ve şirkten gayrı bir şey olmayan düzenin hâkimiyeti altında ehli Bi’at olarak yani ehli itaat olarak kalan müminlere ELLAH’ın laneti Sünnetullah gereği vardır. Çünkü bu lanetli Müminler her darda kaldıkları yerde, ELLAH tan yardım isterler, Rahmet isterler, sıhhat isterler. Buna rağmen ELLAH’ın Resulüne, Halifesine ve Teşriisine uymamaya ısrar ederler; İnkârlarına ısrar ederler. Israr etmeyenler ise, ısrar eden münkir ve asilerin ruhsatı ile Mümin olmaya ısrar ederler.

Mümin ismi ile yapılan bu ısrarlar şüphe yok enaniyetten zuhur etmekte olup, dünyanın malına ve şehvetine matuftur. Hem dünya'yı alıp şehvetlerini tatmin etmek için ve üst makama oturup parmakla görünmek için, Çok sevdikleri nefislerini dahi ateşe atarlar. Ve gayelerine vasıl olmak için savaş verirler. Böylece ELLAH’ın gadabına, rızasını talep ediyoruz zehabı ile uğrarlar.

V E İ Z A H I:

İmdi ELLAH’ın nezdi ulûhiyyetinde, yanı ELLAH’ın dininde, yani İslam nizamında, kavim, kabile ulus, ırk, renk, dil ayrılığı zinhar yoktur. Bu nizamda ancak Risâlet mührü ile mühürlü gelen Resulullah'a İmân şartı ile itaat etme şartı vardır. Bu şartı yerine getirenler, ne olursa olsun kardeştirler. Çünkü ilâhları, imamları ve teşriileri birdir. İmanları, bu üç temelde birleştirip barıştırmıştır bu müminleri. Evet, bunların dışında kalanlar ELLAH’ın lanetinin altında kalırlar.

Bundan sonra bilelim ki: Elyahud vennasaralar kavgayı bir cümle olan: Hayır, biz inanmıyoruz diyerek vermişler ve kendi yollarına devam etmişler ve etmekteler. Ama ELLAH’a, Resulüne, Halifesine ve Kur'ân'a İmân edip müslüman olduğunu söyleyenlere gelince, bunlar kavga’i baştan verip giden yahudi ve nasaralara hayran olarak peşlerinden, onlar istememelerine rağmen gitmeye ve onların içine karışıp mozaik olmaya can atıyorlar. Âlimi, Âbidi, Şeyhi, Müridi, Mücahidi ve Talebesi de, onların peşine can atanların emrine amade oluyorlar. İmdi ELLAH ve Resulünün Dâvetini bir --LA-- Kelimesi ile red edenler ELLAH’ın lanetine uğrarda, sonradan yani İmân ettikten sonra koşar adım yetişip şu şekilde seslenmek: Ey yahudiler ve nasraniler! Durun ve bizleri aranıza alın. Çünkü bizlerde şimdi, sizin baştan inkâr ettiğiniz gibi Risâleti, Hilafet'i ve Teşriiullahı inkâr edip kabul etmediğiniz gibi inkâr etmişiz. Artık inkâr ettiğimizi bir daha ikrar edip ELLAH’ın hükümlerine teslim olacak değiliz, dercesine seslenmek ve bizleri de ne olur kabul edin dercesine diyerek inanıp hareket etmek, küfür ve şirk değilmi? Elbette ki, küfür ve şirktirler. Lâkin bu zalimler onlara şöyle dediler: Bizleri açık ifadelerle inkâr etmeye zorlamayın. Böylece hıristiyan olduğumuzu lütfen kabul buyurun, diyerek onlara çoktan iltihak ettiler. Hem Lozan muahedesinde, bu hal tescilen kabul edilmiştir. Bunu, muahede sonu Lozan halkı alenen şöyle söylemiştir: Türkler yetmiş madde ile Hıristiyanlığı kabul etti. Nereden mi bildim? Evet, bu haberi Lozan delegasyonunu Lozan’a taşıyan geminin kömür işçisi olan doksanlık bir amcadan dinledim. ELLAH’da şöyle buyuruyor:

Nefislerini ne kötü şeye değiştirip sattılar. Evet, sattılar. Zira MUHAMMED RESULULLAH’tır, Kur'ân Kelamullah'tır demekle İmân kemal bulup ELLAH’ın emri yerine gelmiş olsa idi bunu en önce kavmi israil ve kavmi nasaralar yapardı. Onlar bu cümlenin ilk kapı ve kapının anahtarı olduğunu bildiği için --LA İLAHE İLLELLAH MUHAMMED RESULULLAH-- demedi. Çünkü bu cümleyi böyle inandığı için diyen, dünya ve âhiret umurunda olan işlerde, sözlerde Risâlet'e uymaya mecbur olduğunu bildiler. İmdi bilinen bu gerçeğin gerçekleşmemesine ne şey mani olursa olsun, neticesi ELLAH’ın lanetine uğramaktır. Ve şu anlama gelen bir bildiriyi insanlığa alenen duyurmaktır:

Ey yahudi ve nasaralar! Bilin ki: Son din olduğunu iddia eden islam dinini terk ettim. Çünkü ben anlamadan, dinlemeden İmân etmişim. Ama yanlış yaptığımı şimdi anladım. Bu nedenle evvelce yapmış olduğum şehadetimden imtina ettiğimi ilanen, ilan ediyorum.

İmdi böylesi münkirane şehadette bulunan, yada böylesi şehadette bulunmuş gibi, davrananlar yani yönetip yönlendirenler ve yönetilip yönlendirilenlere yahudi ve nasaralara ulaşan lanet, ulaşmaz mı? Ulaşır elbette. Zira sonradan da olsa onların yoluna ve emrine girip onlar gibi yönetip yönetilenlere, onlara ulaşan aynısı ile ulaşacaktır. Hem Halife’i Resulün olmamasıyla günümüz islam dünyasına lanet ve zillet ulaşmıştır. Ki, her toplum kendine bir din uydurmuştur. Okuyalım:

وَاِذَا قيلَ لَهُمْ امِنُوا بِمَا اَنْزَلَ اللّهُ قَالُوا نُؤْمِنُ بِمَا اُنْزِلَ عَلَيْنَا وَيَكْفُرُونَ بِمَا وَرَاءَهُ وَهُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِمَا مَعَهُمْ قُلْ فَلِمَ تَقْتُلُونَ اَنْبِيَاءَ اللّهِ مِنْ قَبْلُ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنينَ (91) وَلَقَدْ جَاءَكُمْ مُوسى بِالْبَيِّنَاتِ ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِه وَاَنْتُمْ ظَالِمُونَ (92) وَاِذْ اَخَذْنَا ميثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَ خُذُوا مَااتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُوا قَالُوا سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاُشْرِبُوا فى قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْ قُلْ بِئْسَمَا يَاْمُرُكُمْ بِه ايمَانُكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنينَ (93)

M E A L İ:

91-- Onlara ELLAH’ın indirdiklerine İmân edin denilince, biz bize indirilene inanırız derler. Böylece ELLAH'ın ayetlerine münkir olurlar. Oysa inkâr ettikleri kitab, yanlarında olanı tasdik ediyor. De ki, inanmışlardan idinizde, ELLAH'ın Resullerini niye katlettiniz?   92-- Andolsun ki, Mûsâ size en açık delilleri getirdi. O âyetlerin ardından siz buzağıyı ilâh ittihaz edindiniz. Siz zalimlersiniz.           93-- Nitekim size verdiğimizi kuvvetle tutun ve dinleyin diye Tür’ü üzerinize kaldırarak sizden söz almıştık. Badehu işittik ama isyan ettik dediniz. Bizde inkârları sebebiyle kalplerine buzağının sevgisini koyduk. De ki müminlerdendiniz de, imanınız size ne kötü şeyleri emrediyor?

M E R A M I:

İmanı kendisine kötü şeyleri emreden insan, haliyle hiç şüphesiz kendileri için yazılıp uygulanan düzen ve hükümlere uyar ve uyacaktır. Çünkü imanın ne olduğunu bilmeyen dinini --LAİK-- kelimesiyle bir kenara atacaktır. Hem laikliği de bilmeden taklidi olarak dininden vazgeçecektir. Çünkü İmân etmiş değil yada niye ve neye İmân etmiş olduğunu bilmiyor. Eh niye İmân ettiğini, neye, niçin İmân ettiğini bilmeyen Muhammed Mustafa’yı katledenlerden olur; Kur'ân'ı inkâr edenlerden olur. Çünkü ne Resulullah'ın Halifesinin itaatindedir ve nede Kur'ân'ın ahkâmı altındadır. Öyleyse hüküm ve hükümet işlerinde, kendisine Kur'ân'ın ve Halife’i Resulün lâzım olmadığı mümin’e yada müminlere, mümin ve müslüman gözüyle bakanın ELLAH belasını versin. Çünkü Kur'ân böylelerine mümin ve müslüman demiyor. Öyleyse Kur'ân'ın kabul ettiğini kabul etmemek ve kabul etmediğini kabul eden mümin olur mu? Hayır, bunlar mümin değil. Bunlara mümindir diyenlerde mümin değillerdir.

Çünkü yahudi ve nasaraların yollarını yol edinerek küfre ve şirke düşenlere --VELEKAD CAAEKÜM-- hakkı ve batılı Beyân eden Kur'ân gelmiştir. Hem Kur'ân ELLAH’ın kitabı olduğuna dair kimselerin bir şüphesi olmamasına rağmen, beşeri hükümleri ve sahiplerini ilâh, rab, razık, hafız ve mürşid edinmiş olanlar ELLAH’ın kitabını ve Resulünü çoktan arkaya atmışlardır. İşte zalim, kâfir, müşrik ve münafık bunlardır. Çünkü bunların ilâhı, buzağıdır. Buzağıya tapanın imanı olmaz elbette.

Çünkü bu zalimler Risâletin emrinden ve eşiğinin önünden ayrılmalarının ve ELLAH’a vermiş oldukları İmân sözünün boyutunu, muhtevasını idrak edemezler. Öyle ki, attığı imzanın, yaptığı yeminin mefhumunu ve muhalifini bilemezler. İşte bunlara: Verdikleri söze sahip çıkmaları için, üzerlerine himalayadağını kaldırsan yinede Risâlet'e, Hilafet'e dönmeyi akledemezler. Evet, akledemediklerinden dolayı işittiklerine karşı isyan etmekten öte bir iş işleyemezler ve bir söz söyleyemezler. Çünkü kalplerine put, tağut ve nasara sevgisi içirilmiştir. Yani buzağının sevgisi bunlara yerleştirilmiştir. Kalpte yerleşen bu sevgi, şimdi din olup Dinullahın yerini almıştır. Böylece yapılanlar ve yapılacak olanlar tağutun iznine ve onayına bırakılmıştır. Öyle ki, karşılarına geçip: Emrinizden, yolunuzdan ayrılmamak için yemin vermeyi ELLAH bu zalimlere kolaylaştırmıştır. Meçhul askerler adına kıyama kalkmayı ELLAH bunlara kolay göstermiştir. İşte buzağı sevgisi içmek budur. Hem buzağı sevgisi içenin imanına, ilmine, ibadetine, şeyh oluşuna, mürid oluşuna, içtiği sevgi zerre engel teşkil etmez. --KUL Bİİ SEMA-- bu nasıl bir İmân'dır ki, sahibine bunları güzel, doğru ve hak gösteriyor. Olmaz olsun böyle İmân, kahrolsun böyle mümin!

V E İ Z A H İ:

Geçmiş Resulleri ve kitabları kabul etmek için, son Resul ve Nebi olan Muhammed Mustafa'nın Risâletine ve Kur'ân'ın Kitabullah olduğuna İmân etmek, imanın ön şartıdır. Bu ön şart olmadan geçmiş Resullere ve kitablara inandım demek yalandır. Öyle ise biz böyle olanları yalanları ile baş, başa bırakıp, bunlar gibi yalancı olmayan müminlerin halini bu âyetin gölgesinde öğrenmeye çalışalım: Bu âyet, günümüz islam müminlerini çaprazlama kurşun yağmuruna tutmaktadır. Şöyle ki: Siz mümin kimselersiniz öyle mi? Madem öyle, Şeriatullah'ı ve Hilafet'i ılga edip yahudi ve nasaraların peşine takılmanızın manası nedir? Onların peşine takılan zalimlerin ruhsatı ile ve memur kuralı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olmanızın anlamı nedir? Demek sizlerde, yahudi ve nasaralara uymakla onlar gibi Risâlet'e asi ve münkir oldunuz. Ki, size gönderdiğime uymayıp bildiklerinize, bilginlerinize uyarsınız öyle mi? Sonra bu yaptıklarınızı ELLAH’ın dinindendir dersiniz öyle mi?     

Oysa bu Kur'ân ve Kur'ân'ın icmali olan --LA İLAHE İLLELLAH-- Risâletin dışına çıkan düzeni ve piranını ve tabilerini lanetlemektedir. Demek Lanetullaha uğramanıza rağmen kendinizi mümin bilmektesiniz öyle mi? Hayır, fiilen Risâlet'e dönmeden mümin olamazsınız. Sadece biz, bize indirilene inanırız diyenlerden olursunuz. Çünkü her insan tuttuğu yol ile inanmış olduğu şey ile itaat ettiği şahıslarla, şeyhlerle ferah duyar ve huzur içinde olduğunu hisseder. Ama ELLAH (c.c) Bu ayeti ile bu şahıslara şöyle sesleniyor: Ferah duyduğunuz yolunuz imam, bi’at sünneti ile Risâlet'e bağlı ise Evet, ferah duymaya hakkınız vardır. Ama şayet ferah duyduğunuz o yol Risâlet'e çıkmıyorsa ve Risâlet'e çıkmak için tağuttan ruhsat alıyorsa yani ruhsat ile Risâletten yana gitmeye çalışılıyorsa, bu çalışmanızdan ferah duymanızın manası: Biz, bize indirilene uyarız demekten başka bir şey olamaz. Yani biz dinimizi ve ilahımızı yaparız sonra dönüp taparız demekten başka bir şey olmaz. Nefs’e, şeytan'a tapmaktan gayrı bir şey olmaz.

Çünkü Kur'ân, semâvi kitabların en açık ayetlerini getirmiştir. Yani âyetleri en açık, en parlak olan semâvi kitab Kur'ân'dır. Ki, açık olan her şeyi, şeş cihet şerh etmektedir. Öyle ise bu hitabatlar Kavmi israil'e değiller. Ümmeti Muhammedileredir bu hitaplar. Ne var ki, bu ümmet, buzağıyı ilâh edindiğini bilmediği için kendini bu âyetlerin muhatabı bilmiyor. Oysa kavmi israil buzağıyı bir anlık ilâh edindiği için, kendilerini öldürmekle tevbeye dâvet edildiler. Ama bu ümmetin edinmiş olduğu buzağı tevbeyi dahi unutturdu. Çünkü bu ümmetin ilâhı böğüren bir ilâh olmayıp çağıran, seven, veren, alan, korkutan olup nefse hoş gelen işlere mahir, müdebbir olan bir zalim'dir. Böyle bir ilâh edinenin aklına elbette ki, tevbe gelmez. Kendini suçlu bilmeyeninde aklına tevbe gelmez.

Hasta olduğunu bilip tedavi arayanlara gelince, bunların tedavisi yani bunların tevbesi, Âdem (a.s.)’ın tevbesinin kabulü için ortaya atılan Resule, Risâlet'e ve Şeriata dönme, tutunma ve bir daha bırakmama şartını kabul etmeleri lazımdır. Çünkü hasta olduğunu bilenin yani tağuti hükümlerin altında olmanın İmân ile alakalı olmadığını bilenin tevbesi budur. Hem buzağıya bir an tutunan kavmi israilin tevbesini de, ELLAH bu şarta bağlayarak kabul etti. Nitekim kendinizi öldürün demek, bir daha buzağıya dönmemek için, ölü geri dönemediği gibi nefsinizi ıslah edin demektir. Öyle ise buzağıya sarılan bu ümmet de, aynı şartı içeren tevbeyi yaparsa şüphe yok tevbesi anılmaya değer olacaktır. Ama aynı şartı içeren tevbeyi yapabilmesi için, buzağıyı ilâh edinmiş olduğunu bilmesi lazımdır. Böylece biz, bize indirilene uyarız diyen zalimleri tanıması lazımdır. Yani Risâlet, Hilafet, Şeriat ve bi’at düşmanlarını tanıması lazımdır. Ama bu zalimleri tanımak kolay mı? Çünkü bu buzağılar varisi enbiya sıfatı ile ortalarda dolaşıyorlar. Çünkü bunlar imamı cihadız diyorlar. Öte yandan böğüren buzağının emrinde olup emri, izni ile çalışıyorlar. İşte bu zalimler Kur'ân'a tutunmuş değillerdir. Ki, ELLAH (c.c) bunları korkutarak İmân sözü almıştır. Vaktaki korkuları zail oldu ettikleri imandan döndüklerini ELLAH’a şöyle bildirdiler: Senin bize söylediklerini hüve hüvesine işittik. Ama hiç birini kabul etmemek üzere sana ve Resulüne isyan ettik. İmdi ELLAH’a bu derece isyan edenlerin kalbine elbette ki, buzağı sevgisi içirilir. Hem zaten kalpleri buzağı sevgisini içmiş olduklarındandır ki, ELLAH’a alenen isyan ettiklerini söyleyebilmişler. Bu hal, bu İmân nasıl İmân'dır ki, bu kötü sözleri ve amelleri emrediyor. Ama kendilerini mümin biliyorlar. Demek tam tamına yahudi ve nasaralar gibi olmuşlar. Zira onlarda kendilerini mümin biliyorlar öyle ise:

İşitip anladıktan sonra, Risâlet ile tağutun farkını gördükten sonra ELLAH’a ve Resulüne isyan ettiğini söyleyenlerle, İşitip itaat eden ve itaat etmek için, ELLAH’a verdiği sözden dönmeyen müminlerin uzaktan yakından hiçbir irtibatları, benzerlikleri olmamalıdır. İrtibat ve benzerlikleri olduğu takdir de, bir zaman gelir ELLAH’a: İşittik itaat ettiklerimize şimdi isyan ediyoruz demeye mecbur kalırlar. İşte günümüzün Muhammed'e İmân eden ümmeti, ELLAH’a alenen işittik ama şimdi isyan ettik diyenlerden oldu. Çünkü bu ümmet Hilafet'in dışına çıkmıştır. Ki, Tağuta kul olarak, elleriyle yontup resmettikleri şeylere secde eder oldu. Meçhul askerlerden medet umar oldu. İşte bu davranışlar, ELLAH’a karşı: İşittik ama isyan ettik demektir. Hem oh! ELLAH'tan, Resulünden, Halifesinden ve Teşriisinden yani Kur'ân'dan kurtulduk demek oldu.

İşte böyle olup böyle diyenler, düşmanları olduğunu bildikleri halde, düzenlerinin istikbali için, yahudi ve nasaralarla hem fikir olmada bir sakınca görmüyorlar. Böylece şeyhülşeytan olan nasaralara ve şeyhüzzalim ve şeyhüllane olan yahudiye, işittiklerine uymak için ELLAH’a söz vermelerine rağmen dost ve müttefik olmalarına bir sakınca görmüyorlar. Oysa onlarla irtibatın boyutunu ELLAH Beyân etmiştir. Beyânullahın dışına çıkan onlarla dost olmakla kalmaz onlara kulda olur. İmdi dost ve müttefik adına yahudi ve nasaralara kul olanların bu halleri dışarıdan bakanlara keçinin endamı gibi çok hoş yansıyor. Şöyle ki: Keçiye önden bakan onun gözlerine ve sakal oynatmasına hayran olur ve daima ona bakmak ister insan. Ama birde geriden bakacak olursan, Hayır, daha bakmayayım dersin. Çünkü en mahrem yerinin açıkta olduğunu görürsün.

İşte buzağı sevgisi içip de, Risâletin sevgisini kusanların idaresi altında olan müminlerin hali, önden bakanlar için normal görünse de, arkadan yani uzaktan seyredenler için, görünümleri keçinin arkadan görünümüne tıpa tıp uymaktadır. Çünkü ayıp denen, mahrem denen ve günah denen mefhumları yoktur bu zalimlerin. Buna rağmen âhiret yurdu bizimdir derler. Okuyalım:  

قُلْ اِنْ كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ الْاخِرَةُ عِنْدَ اللّهِ خَالِصَةً مِنْ دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقينَ (94) وَلَنْ يَتَمَنَّوْهُ اَبَدًا بِمَا قَدَّمَتْ اَيْديهِمْ وَاللّهُ عَليمٌ بِالظَّالِمينَ (95) وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلى حَيوةٍ وَمِنَ الَّذينَ اَشْرَكُوا يَوَدُّ اَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ اَلْفَ سَنَةٍ وَمَا هُوَ بِمُزَحْزِحِه مِنَ الْعَذَابِ اَنْ يُعَمَّرَ وَاللّهُ بَصيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ (96)

M E A L İ:

94-- De ki: Âhiret'in yurdu başka insanların değil de sadece sizin ise, haydi ölümü tercih edin! Madem doğru söylüyorsunuz. 95-- Onlar elleri ile işlediklerinden dolayı, ölümü hiçbir zaman istemezler. ELLAH o zalimleri çok iyi bilendir. 96-- Yemin olsun sen onları müşriklerden daha fazla yaşamaya haris görürsün. Onlardan her biri bin yıl yaşamak ister. Oysa uzun ömür onları azaptan beri alıcı değildir. ELLAH onların İşlediklerini çok iyi görüp bilendir.

M E R A M I:

Kahrolmuş ve kahre layık olmuş böylesi zalim mümin ve toplum, imanlarında yalancı oldukları için, İmanın lafzını ve muhtevasını bilemediler. Haliyle âhiret yurduna inanmış olarak münkir oldular. Çünkü ölümü çirkin görmekteler. Hem de: Biz müminleriz cennet bizimdir demelerine rağmen.

Biz müminleriz, dolayısı ile cennet bizimdir inancıyla, ölümü çirkin görüp yaşamaya haris olmak put ve dünya sevgisini doyasıya içmektendir. Risâleti ve Hilafet'i terk edip Tağuta tabi olmaktandır. Öyleyse bu müminleri en iyi bilen ELLAH’tır.

Put sevgisini içerek, Tağuta itaat etmeyi imandan bilmek suretiyle, ölümü çirkin görüp yaşamaya haris olanlar şüphesiz mümin değillerdir. Çünkü bunlar yahudi ve nasaraların kuyruklarıdırlar. Kuyruk elbette ki, başın emrindedir. Ve elbette ki, hâsılatı başa mahsub olur. İşte bunun için İmân ve amelleri kendilerini ateşten beri alıcı değildir.

V E İ Z A H I:

İmdi Risâlet akidesinde ölümün tercih edilmesi şeklinde bir kural yoktur. Ama akide ve amelde Risâletin dışına çıkıldığı halde kendini ve kendilerini istikamette bilenlere, madem istikamettesiniz ölümü tercih edin ya! Yani öyle siniz de ölümü niye çirkin görüyorsunuz? Ölüm sizi sevdiğiniz âhiret yurduna ulaştıran vasıtadır. Demek siz âhiret yurduna inanmışlardan değilsiniz. Çünkü âhiret'e inanan Risâletten, Hilafet'ten ve Kur'ân'dan dışarı çıkmaz. Çünkü âhiret'in nimetini, zilletini size tebliğ eden Resulüm Muhammed Mustafa'dır. Ve ona verdiğim Kur'ân'dır. Resule, Kitaba inanan, o Resulün ve Kitabın, dünya ve âhiret hususun da hükme bağladığı kuraldan ayrılmaz. Bu nedenle ölümü de çirkin görmez. Hem gurbette olan kişi evine döneceği günü iştiyakla bekler. Ama gurbeti vatan bilen ve vatan edinen, edindiği vatanını arzularına göre istimal eden ve idare edenler elbette ki ölümü çirkin görecektir.  Çünkü ölüm bunları sevdiklerinden ayırıp sevmediklerine iletmektedir. İşte bu hususu Beyân eden Rabbimiz:

Onlar elleri ile işlediklerinden dolayı, ölümü hiçbir zaman istemezler. Hatta bin sene yaşamak isterler. Evet, Rabbimizin bu Beyânına göre yaşadığımız bu Dünya, köprüsüz geçilmesi mümkün olmayan bir ırmağın üzerine kurulan bir köprüdür. Bu köprünün üzerine doğarız, yaşarız ve ölürüz. Bu tabii kuralı kuran irade, insanlara sorarak kurmuş değildir. Yani bu dünya köprüsünün üzerinde doğmamak, yaşamamak ve ölmemek mümkün değildir. Evet, insanlara böyle bir irade verilmiş değildir. Ancak doğum ile ölüm arasında olan hayatımız için irademize Resulullah'ın vasıtası ile arz olunan kurallar vardır. Var olan kuralların ana kuralı şudur: Kuralları tebliğ eden Resulullah'a uyup itaat etmek. Yani Resulullah bu köprünün üzerine neleri yaptı ise ve neleri yapın dedi ise onları yapmak. Ama hiçbir mümin Resulullah'ın bu dünya köprüsü üzerine yaptıklarını ve yapın dediklerini fert olarak yapamaz. Ancak imam, bi’at kuralı ile cemaat olanlar yapar. Hem hiçbir şey yapamasa bile bu cemaat, cemaat sünnetini ki, bu sünnet farz'dır yerine getirdikleri için, ELLAH’ın affına mazhar olurlar.

Çünkü bu cemaat olmasa, bu cemaatin yerini alan bir tağuti cemaat var demektir. Ve sende bu tağuti cemaatin bir uzvusun demektir. Böylece zalim bir cemaatin uzvu olarak ELLAH’a ubûdiyyetin olamayacağı izahtan varestedir. İşte böyle bir cemaatin uzvu olan mümin, ölümü çirkin görür. Çünkü itaati altında olduğu amiri de ölümü hiç ama hiç sevmeyendir. Ama Risâlet'e ittiba en teşkil olunan cemaati islamın, azalarına gelince bunlar ölümü çirkin görmek şöyle dursun, ölümü Rablerinden bir hediye bilirler. Çünkü teşkil ettikleri cemaat ölüm ve ötesi için teşkil edilmiştir. Hem bu cemaatin ilk kurucusu olan zatı Ahmed: Ellahumme Refiki Ala diyendir. Selevatullahi veselamuhu aleyhim ecmaine. Öyle ise bu cemaatin dışında kalan ELLAH’a, Resulüne ve Meleklere düşman olarak kalır. Okuyalım:

قُلْ مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِجِبْريلَ فَاِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلى قَلْبِكَ بِاِذْنِ اللّهِ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرى لِلْمُؤْمِنينَ (97) مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِلّهِ وَمَلئِكَتِه وَرُسُلِه وَجِبْريلَ وَميكَالَ فَاِنَّ اللّهَ عَدُوٌّ لِلْكَافِرينَ (98)

M E A L İ:

97-- Deki: Cebrail’e kim düşman olursa kahrolsun. Zira evvelki kitabları tasdik eden ve Müminler için hidayet olan Kur'ân'ı ELLAH’ın izni ile senin kalbinin üstüne o indirdi. 98-- Kim ELLAH’a, Resullere,  Meleklere, Cebrail’e ve Mikail’e düşman olursa şüphe yok, ELLAH’da o kâfirlerin düşmanıdır.

       M E R A M I:

Evet, ELLAH’a şirk koşmadan, ELLAH’a İmân etmeye yol bulamayanlar, ELLAH’ın izni ile Kur'ân'ı Muhammed Mustafa’nın kalbine yerleştiren Cibril’e düşman olmaktan gayrı ELLAH’ın nezdinde bir amelleri olmaz. Çünkü bu müşrikler Cibril (a.s.) lisanı halleriyle şöyle demişlerden olur: Sen bu âyetleri bu adama götürmeseydin insanların arasına bu karmaşa, bu düşmanlık girmezdi şeklinde diyenlerden sayılırlar. Çünkü bidayette böyle demek suretiyle ELLAH’a, Resulüne ve Cibril’e düşman olanların emrinde ve yolundalar.

İmdi bu maksat ile Cibril’e kim düşman olursa yani kim ELLAH’a eş koşarsa o, ELLAH’a, Resulüne ve Meleklere düşman olarak bu dünya'dan göçer. Haliyle ELLAH’da bunlara düşman olarak muamele yapar.

V E  İ Z A H I:

Cebrail (a.s.) ELLAH’ın emrinde olan bir melektir. Öyleyse ELLAH’ın emrinde olana düşmanlık, ELLAH’a düşmanlıktır. Evet, bu böyledir de insan Cebrail’e niçin düşman olur? Şunun için düşman olur: Geçmiş kitablar, geçmiş ümmetlere ELLAH tarafından inzal olunduğunun tek şahidi olan Kur'ân'ı hâkimi, Resulullah'a indirmeye görevli melek Cibril’i emindir. Öyleyse Cibril’e olan düşmanlık Cibril’in ismine ve varlığına düşmanlık değildir. Ancak indirdiğine ve inen zatı Ahmed’e düşman olanlar Cibril’e ve ELLAH’a düşman oldular. Örneğin: Hoşa gitmeyen ve kokusu herkesi rahatsız eden bir lâşe, cemiyetin içine bırakılsa, haliyle bırakılan o şey cemiyeti rahatsız eder. İşte kötü koku veren o şeyden rahatsız olanlar, rahatsız oldukları şeyden ziyade, onu o toplumun içine gizlice gelip bırakana düşman olur. Çünkü o lâşe kendiliğinden gelip cemiyetin huzurunu bozamazdı. Öyleyse suç, onu toplumun içine atanındır. Düşmanlık edilecekse o lâşe'yi oraya getirene düşmanlık olunmalıdır. Öyleyse Evet, beşeri hükümlerin kabulü olan tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, mürid ve talebe olanlar, Cebrail’e kaçınılmaz bir kaide gereği düşmandırlar. Bu düşmanların izini diğer insanlar izlediği için, ELLAH’a, Resulüne, Kur'ân'a ve Meleklere düşman olmayan pek kalmadığı izahtan varestedir.

Madem izahtan varestedir sorulur: Kur'ân cemiyetin içine kötü koku salan bir lâşe midir? Yahudi ve nasaralar için ve bunların bozmaları olan valileri için şüphe yok bir lâşe’dir. Çünkü Kur'ân bu zalimlerin hüküm ve düzenlerini tanımadığı için, nezdlerinde Risâlet, Hilafet ve Teşriiullah kötü koku veren lâşe’dir. Hem de daha fena, zira kokusu kötü olan bir şeyi temizlemek kolaydır. Ama yahudi ve nasaralar yerli bozmalarla el ele vermelerine rağmen kendilerine göre kötü koku dedikleri kokuyu temizlemeye bin senedir muvaffak olamadılar. Öyleyse ELLAH’a Hamd olsun ki, muvaffak olamadıkları o şeyin kokusundan bir şuledir bu izahlar. Evet, zalimler için kötü koku veren bu izahlar, tevhid’den, Risâletten koku alanlar için, miski amber kokmaktadır bu izahlar.

Öyleyse kim ki, ELLAH’a, Resulüne, Cebrail’e yukarıda izahı geçtiği gibi düşman olursa ve bu düşmanların yolunu tutarsa bunların düşmanı sadece Kahhar olan ELLAH’tır. Öyleyse Kahharın, kahrına mazhar olanlar zinhar ilmine, ibadetine, cihadına, zikrine, makamına, rütbesine, malına, evladına, tarıkına, kerematına güvenmesin. Zira işte okuyoruz:

وَلَقَدْ اَنْزَلْنَا اِلَيْكَ ايَاتٍ بَيِّنَاتٍ وَمَايَكْفُرُ بِهَا اِلَّاالْفَاسِقُونَ (99) اَوَكُلَّمَا عَاهَدُوا عَهْدًا نَبَذَهُ فَريقٌ مِنْهُمْ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَايُؤْمِنُونَ (100) وَلَمَّا جَاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْ عِنْدِ اللّهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْ نَبَذَ فَريقٌ مِنَ الَّذينَ اُوتُوا الْكِتَابَ كِتَابَ اللّهِ وَرَاءَ ظُهُورِهِمْ كَاَنَّهُمْ لَايَعْلَمُونَ (101)

M E A L İ:

99-- Andolsun ki biz sana apaçık âyetler gönderdik. Onları fasıklardan başkası inkâr etmez. 100-- Onlar ne zaman bir ahidle bağlandı iseler içlerinden bir taife onu bozup attılar. Hayır, onların çoğu İmân etmez. 101-- Onlara her ne zaman yanlarında olanı tasdik eden Resul geldi ise, kitab ehlinden bir güruh, sanki bilmiyorlarmış gibi Kur'ân'ı arkalarına attılar.

M E R A M I:

Evet, ELLAH Cibril vasıtasıyla Resulüne çok açık ayetlerle Beyân eden kıssalar indirmiştir. İnen ayatu beyyinata, tağutu inkâr etmeyenler yani kâfir ve müşrik olanlar inanmaz. Ama tağut'u inkâr eden her mümin, ELLAH’a İmân etmeye yani ELLAH'tan gayrı ilâh edinmemeye mutlaka bir yol bulur.

Ama tağut'u inkâr etmemek suretiyle ELLAH’a eş koşan müşriklere gelince, bu müşrikler ELLAH ile yapmış oldukları ahidlerin tümünü --LA-- kelimesiyle iptal etmiş olur. Böylece İmân ve islam yolundan dönmüş olurlar.

Öyleyse böylesi zalimlere yeni bir Resul gönderilse, resim ve etiket mümini olan bu zalimler yani bu müşrikler, İmân edip itaat eder mi? Etmez. Çünkü bugün yeni bir Resul, Nebi gelecek olsa şüphe yok --LA İLAHE İLLELLAH-- ın temelinden başlar. Zira günümüzde islam dininin temelinde --LA İLAHE İLLELLAH-- yoktur. Bu temelin yerini beşeri hükümler almıştır. Yani laiklik, LA İLAHE İLLELLAH'ın yerine geçmiştir. Bir asra yakın resmen icra’i hüküm etmektedir. Bu hükmün altında ruhsatı ile dinine yol ve rota bulanlar, gelen yeni Nebiye inanır mı? Öyleyse asırlar boyu din diye dinine sahip çıkan yahudi ve nasaraları kınamayalım. Da, niye                        --LAİLAHEİLELLAH-- kelimesini MUHAMMED RESULULLAH inancı ile kabul etmediler demeyelim. Çünkü onlar da kendilerini Mümin, Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe biliyorlardı. Hem Kelimetullah, ELLAH'tan başka İlâh ve Resulullah’tan başka önder edinmemek için kabul edildiğinde, geçmişte kabul edilerek işlenen her şeyden vazgeçmek lazımdır. Bir Ümmî ve boş bir çuval olarak Resulullah'a tabi olmak lazımdır. Bu lazımlar nedeniyledir ki, lağvedilen Hilafet'in ardına dönüp bakılmadı. Da, herkes kendi başına bir yol, bir din uydurdu gitti. Böylece aradan bunca sene geçtikten sonra kendilerine yol ve din uyduran bu zalimler, kendilerinin yanlış olduklarını, Din'de, tevhid de olmadıklarını kabul ederler mi? Öyleyse geçmiş ümmetleri kınamayalım da, ELLAH'tan hidayet dileyelim. ÂMİN.

V E  İ Z A H I:

Çünkü ELLAH’ın gönderdiği güneş gibi açık olan bu ayetlerini ancak, nefsine, şeytan'a, Tağuta vesayetiyle yahudi ve nasaralara uyanlar inkâr eder. Hem ikrarı olsa da münkir durumuna düşer. Çünkü ikrarın manası, Risâletin, Halifesinin emrinde olmaktır. Böyle bir şemsiyenin altında olmadan yapılan ikrar, havada vızıldayan sineğin vızıltısına benzer. Sineğin vızıltısına benzeyen İmân elbette ki, geçmiş kavimleri bizlere Beyân eden bu ayetlerden ders alamaz. Ders alamayınca da, o kavimlerin girdiği yola: İşte yol budur diyerek girer. Onlar gibi Ahdullah’ı bozar ve buzağıyı ilâh edinir.

Evet, buzağıyı ilâh edinenler elbette ki, İmân etmezler. Yani İmân etmelerine rağmen elbette ki imanları kabul görmez. Çünkü tağutun ruhsatı ile imanlarının gereği olan Amelleri yapmaya çalışıyorlar. Öyleyse böyle ismen mümin olan insan, şüphe yok Ahdullah’ı bozar ve bozmuştur. Yani imanı iptal olmuştur. Böylece ELLAH’a, Resullere, Kitablara ve kadere düşman olmuştur. Oysa bu insan böyle yapmayacağına dair ELLAH’a söz vermiştir. Bunun için bu insana mümin denilmiştir. İmanın şartlarını yerine getirenlere de müslüman denir. Bu Müslümanlar bir araya gelip İmân ve islamın şartları muvacehesinde kurmuş oldukları düzene de islam düzeni denir. Öyleyse imanı ile islamını, İslamı ile ELLAH ın hükümlerini hükümet edip infaz edemeyenler, mutlaka İmân ve İslamı ile Tağuta kul ve hükümlerine hizmetçi olacaktır. Ve mutlaka Tağuta sâdakât yemini vererek Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olacaktır. Çünkü üçüncü şık yoktur. Olmayınca tağutun emrine ve hizmetine giren İmân, mutlaka zelil olur. Neticesine gelince Evet, bihemhal küfür ile kapanır.

Öyleyse bu ayetlerden ikâz olup uyanalım da, yahudi masallarına, nasaraların düzmelerine, uydurmalarına, düzenlerine ve nizamlarına sarılmayalım. Onların kaidelerine ve kurallarına sarılan Müminler, imanlarının gereği olan farzları, vacipleri ve sünnetleri işlemeleri ile ve haramdan kaçınmaları ile sadece tağutun istikrarını temin etmiş olurlar. tağutun istikrarını imanları gereği temin edenler, ELLAH’ı ikinci derece büyük bilmiş olur ve emirlerini ikinci büyük olarak yerine getirmiş olur. Fetvalar ikinci büyük adına verilmiş olur. İkinci büyük adına fetva veren fetva baz'lara da, tağut arka kapıdan iltifat eder. Yani ikinci kapıdan Kur'ân'ın yanına gidilmeye müsaade eder. Çünkü tağut böylece ELLAH’a kulluk edin deme hakkını zimmetine almış olduğu için, ELLAH’a kulluk edin der. Oysa tağutun Müminler üzerine velayet hakkı yoktur. Hakkı olmayanı uhdesine aldığı an elbette ki iyi davranır ve iyi davranması ile sevilmesinin teminine çalışır. Öyleyse ezanımızı, cemaatimizi, imamımızı kendimiz bulalım. Kendimiz kuralım. Kendimiz okuyalım da şeytanların yolu olan küfür yoluna dalmayalım.  Okuyalım:

وَاتَّبَعُوا مَاتَتْلُوا الشَّيَاطينُ عَلى مُلْكِ سُلَيْمنَ وَمَاكَفَرَ سُلَيْمنُ وَلكِنَّ الشَّيَاطينَ كَفَرُوا يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَ وَمَا اُنْزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَ وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ اَحَدٍ حَتّى يَقُولَا اِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلَا تَكْفُرْ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَايُفَرِّقُونَ بِه بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِه وَمَاهُمْ بِضَارّينَ بِه مِنْ اَحَدٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّهِ وَيَتَعَلَّمُونَ مَايَضُرُّهُمْ وَلَايَنْفَعُهُمْ وَلَقَدْ عَلِمُوا لَمَنِ اشْتَريهُ مَالَهُ فِى الْاخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ وَلَبِئْسَ مَاشَرَوْا بِه اَنْفُسَهُمْ لَوْكَانُوا يَعْلَمُونَ (102) وَلَوْ اَنَّهُمْ امَنُوا وَاتَّقَوْا لَمَثُوبَةٌ مِنْ عِنْدِ اللّهِ خَيْرٌ لَوْكَانُوا يَعْلَمُونَ (103) يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لَاتَقُولُوا رَاعِنَا وَقُولُوا انْظُرْنَا وَاسْمَعُوا وَلِلْكَافِرينَ عَذَابٌ اَليمٌ (104) مَايَوَدُّ الَّذينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ وَلَاالْمُشْرِكينَ اَنْ يُنَزَّلَ عَلَيْكُمْ مِنْ خَيْرٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَاللّهُ يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِه مَنْ يَشَاءُ وَاللّهُ ذُوالْفَضْلِ الْعَظيمِ (105)       

M E A L İ:

102-- Süleymân’ın mülkü ve saltanatı aleyhinde onlar, şeytanlara uydular. Hâlbuki Süleymân asla küfre sapmadı. Ancak şeytanlar ve tabileri küfre sapmışlardı. İnsanlara sihri öğretiyorlardı. Ve babil de Harut ile Marut adın da olan iki melek kendilerine öğretileni öğretiyorlardı. Ama o iki Melek: Biz imtihan vasıtasıyız, sakın küfre dalmayın demedikçe hiç kimseye sihir öğretmiyorlardı. Bu telkine rağmen onlardan koca ile karısının arasını açacak şeyler öğrendiler. Ne var ki, onlar o öğrenmiş oldukları şeylerle, ELLAH’ın izni olmadan kimseye zarar veremezlerdi. Onlar kendilerine zarar vereni, faidesi olmayan şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun ki, o sihri satın alanlar, onlarla âhiret'te hiçbir faide göremeyeceklerini biliyorlardı.  Bile bile ne fena şey karşılığın da, nefislerini sattılar. Bunu bilmiş olsalardı bari. 103-- Eğer onlar inanıp sakınmış olsalardı, ELLAH’ın katında olan sevap onlar için daha hayırlı olurdu. 104-- Ey İmân edenler, bizi de dinleyin demeyin. Bizi de gözet deyin. Dinleyin zira kâfirler için çok şiddetli azap vardır. 105-- Kitab ehlinden kâfir olanlar ve müşrikler Rabbiniz den size hiçbir hayrın indirilmesini istemezler. ELLAH Rahmetini dilediğine verir. ELLAH en büyük Rahmetin ve İhsanın sahibidir.

M E R A M İ:

ELLAH'tan hidayet dileyerek, Süleymân ın Risâleti ve Hilafet'i aleyhine şeytanların ve şeytan'a tabi olan sihirbaz âlimlerin uydurup okuduğu şeyler gibi, Resulullah'ın Risâleti hakkında, uydurup yazmayalım ve okumayalım. Böyle olup edenlere Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe de olsalar inanmayalım. Çünkü bu sihirbazlar muhkem ayetlerle amel etmeyip, müteşabih ayetlerle uğraşırlar. İşte bu uğraş sihirle uğraşmaktır. Böylesi uğraşlarla geçen vakit, sonunda küfre kalbolur.  Çünkü ELLAH’ın Resul ve Nebi'leri böylesi yollara başvurmamışlardır. Dolayısıyla küfre sapmamışlar. Ama tağut ve emrinde olan teşbihimsi Âlim'ler, küfre saplandılar. Çünkü bu zalimler, biz fitneyiz bizden bir şey öğrenmeyin diyen Harut ile Marut’tan kâfir olmayı kabullenerek cemiyetin temeli olan aile yuvalarını, ELLAH’ın koyduğu toplum düzenini tarumar eden ilimleri öğrendiler. Öğrenmiş oldukları ilimlerle İmam, Bi’at, Şeriat olmadan – LAİK– Demokrasi idarelerin, idaresi altında hâkimiyetleri için elden geleni yaparak ELLAH’a kulluk olur demekteler ve kabulde görmekteler. Bunlar elbette ELLAH’ın izni ile oluyorlar ama veballeri bu teşbihçi olan zalimlerin üzerinedir. Çünkü bu zalimler, öğrenip öğretmiş oldukları şeyler iki kişinin arasını sulh eden olmadığını bilmelerine rağmen, bu yola dalarak böylesi şeyleri din, İmân namına öğrettiler ve hala devam ediyorlar. İki kişinin arasını sulh eden ilmi, ameli sultanlarına, krallarına, reislerine bıraktılar. Böylece yahudi ve nasaralara bıraktılar. Böylesi gaflet ilmini küfrü kabul şartı ile Harut ile Marut’tan öğrenen bu zalimler, öğrendikleri bu şeylerin bir yaraya merhem olmadığını bilirler. Çünkü tağutun izmihlalini koruyup istikbalini ve istiklalini garanti eden şeylerdir bu bilgiler ve bildirmeler. İşte bu zalimler bu bilgilerle âhiret'i vermişler dünya'yı almışlar. Çünkü sihir ilminin öğrenilmesini ELLAH müminlere farz kılmadı.

Buna rağmen sihirbazların yoluna giren bu Âlim'ler ve bu âlimleri rehber edinen bu sürüler tağutu inkâr ederek Risâletin yolu olan Halifeye bi’at verip teslim olsalardı şüphe yok İmân edenlerden olurlardı. Böylece Risâletin yani Hilafet'in aleyhine faaliyet yürütmekten sakınanlardan olurlardı. Bu yolla mümin oldukları için de, peşlerine giden sürülere rehber olurlardı. Ama teşbihi ilimlerle yani hayali ilimlerle uğraştıkları için bu hayırlara ulaşamadılar ve ulaşamazlarda.

Âlemlere Rahmet olarak gelen bu büyük hayra ulaşamayanlar, tıpkı tıpatıp Raina diyenlerden oldular ve Unzurna diyenlere düşman oldular. Oysa --UNZURNA-- Demeyen mümin zinhar Risâlet'e uyucu ve hakkı duyucu olamaz. Olamayınca da sürekli acı veren azaba gider.

V E  İ Z A H I:

Yaşadığımız bu dünyada politika ismi ile toplumu sihirle idare eden şeytanlara yani yahudi ve nasaralara tabi olan ey ümmeti Muhammed! Ve Muhammed Mustafa'nın Resul olduğuna İmân eden ey Müminler! Artık uyanın da şeytanların peşlerine takılan yahudi ve nasaraların izlerini izlemekten imtina edin. Çünkü o yahudi ve nasaralar şeytan'a uydukları için, Süleymân’ın Risâleti ve siyaseti aleyhine düştüler. Oysa Süleymân’a Mülk ve Risâlet veren ELLAH idi. ELLAH’ın bu nimetine karşı Süleymân daima şükretti. Yani ELLAH’ın hükümlerinin dışına çıkıp hüküm aramadı. Lâkin ELLAH’ın hükümlerini kerih görenler Süleymân’ın aleyhine geçerek kâfir oldular. Oysa ELLAH bu kâfirlere Resul göndermesi ile küfrün değil şükrün, isyanın değil itaatin yolunu öğretmişti. Hem bu mektep bütün insanlara açılan mekteptir. Bu mektebin muallimleri ELLAH’ın Resulleridir.

Buna rağmen Risâlet'e isyan ederek ELLAH’a asi olma ilmini ki, bu ilme sihir ilmi denir. İşte ELLAH’a isyan etme ilmi olan bu ilim yani sihir ilmini insanlar küfrü kabul ederek Harut ile Marut’tan öğrendiler. Böylece karı ile kocanın arasını açtılar. Aile yuvalarını dağıttılar. Risâlet düzenini kaldırıp tağuti laik düzenler kurdular. Çünkü şeytan ve askeri olan yahudi ve nasaralar taa baştan Resul ve Şeriat düşmanıdırlar. Ki, Harut ile Marut’un mektebine ders almaya gittiler.

Mektebin iki hocası olan iki Melek verdikleri dersin İmân ehline zararlı olduğunu, müminlerin böyle bir derse muhtaç olmadığını söylerlerdi. Ama imanı verip küfrü tercih edenlere sihir ilmini öğrettiler.

İmanını verip sihir ilmini, politikasını öğrenenleri gördüğümüz gibi kâfir olarak, müminlerin idaresine geçtiler. Yahudi ve nasrani olan hocalardan ders alarak müminlere nutuklar çekerek şöyle dediler: Ey ahali! İçinde olduğumuz bu düzen ve kuralları keyfidir! Keyif süren keyiflilere bizler esiriz! Bizleri köle olarak kullanıyorlar! Burada, bizde hürriyet yok! Burada, bizde kadınlarımız evlerde hapsedilmiş! Hem hapsedilen kadınların üzerine ikinci kadın getiriliyor! Evet, sihirbazlar, Öğrendikleri sihirleri pazarladılar. Böylece ahaliyi peşlerine alıp yahudi ve nasaraların peşlerine kâfir, müşrik olarak, münafık olarak koştular. Koştular da ne oldu? İşte neticesi gözler önünde: Aile yuvalarını yıktılar; karıyı kocadan ayırdılar. Yani Evet, nikâhsız yaşama olmaz inancından ayırıp, metres inancına, sevgisine kanalize ettiler. Böylece Risâlet düzenini ılga edip yahudi ve nasaraların düzenlerini kurdular. Hürriyet teraneleri ile kadınları üryan ederek sokağa döktüler. Tekme tokat işçi ettiler. Ama yetmedi, İthal ettikleri düzenin elebaşlarının eğlenmeleri için ve onur kırıcı işleri görmek için gelinler ve kızlar hediye edildi. Bu rezaletin ismi Döviz - Döviz - Döviz verildi...

İşte bunlar, karı ile kocanın arasını açan sahirlerin ilim namına olan sihirleridir. İşte bu zalimler Süleymân’ın, Muhammed’in Risâleti ve siyaseti aleyhine olanlardır. Böylece ELLAH’ın hükümlerinin aleyhinde olanlardır. Bu zalimler, sihir ilmi ile şeytan'ın emrinde olan yahudi ve nasaralara uyarak İslamı, Hilafet'i ve Şeriatullah'ı ılga etmeseydiler ve ılga eden sihirbazlara uyup itaat etmeseydiler bu hem dünyaları için, hem de âhiretleri için hayırlı olurdu. Çünkü sihirbazların zulümlerine sabreden müminlerin mükâfatları ELLAH ın katında mahfuzdur.

ELLAH’ın katında mahfuz olan sevabı alabilmek için, kayıtsız şartsız Risâlet'e, Hilafet'e teslim olmak lazımdır. Ki ELLAH: Bizi de dinle demeyin. Bizi de gözet deyin ki, kurtulabilesiniz buyurmaktadır. ELLAH’ın bu emrine uymayan kâfirler için çok acıklı bir azap vardır. İşte bu âyetten açıkça anlıyoruz ki, İmân, insanı kraldan, sultandan, reisten ve başkandan ayırıp ELLAH’a islam ismi ile köle etmektir. Ki, zaten kul, köle demektir. Öyle ise ELLAH’ın Resul ve Kitab göndermesinin ana esası şudur. İnsanı kula kulluk ettirmemektir. Çünkü insanın Hâlıkı, Razıkı, Hafızı ELLAH’tır. Öyle ise insanların düzenlerinden, hükümlerinden ayrılıp ELLAH'ın hükümlerine dönüle ki, insanlara yapılan kulluk kadar ELLAH’a kulluk yapılmış olsun.

ELLAH’a kulluk etmenin yolu bu noktadan yani hüküm noktasından başladığı için, Resullerin düşmanı her insandan önce krallar, şahlar, reisler, başkanlar olmuştur. Çünkü insanlar bunlara ve yaverlerine kulluk etmekteler. Bu nedenle herkesten önce Risâlet'e, Şeriata ve Hilafet'e bu zalimler düşman oluyor. Ama düşman olmayıp İmân etseler, bu takdirde, bir toplum toptan hidayete eriyor. Sebe melikesi Belkıs ın İmân edişi gibi.

İmdi bu mukaddimeden sonra derim: İslami düzenlerini teşkil eden Müslümanlar, imamlarına: Dur bizi de dinle demesinler. Böyle demek Halifetullahın sözünü geri çevirmektir. Ve kendilerinin sözlerini, hükümlerini ona dikte etmektir. İşte ELLAH’a ve Resulüne uymanın adabı ve erkânı böyle değildir. Zira Halife’i Resule: Dur bizi de dinle demek, sen bize uy demektir. ELLAH korusun ki, Halifetullaha böyle demek ELLAH’a: Dur bizi dinle demek olur. Çünkü Halife’i Resul elçi demektir. Elçiye suç isnat olunamayacağından bunun şahsına söylenenler elçiyi gönderen ELLAH’a racı oluyor. Öyle ise islami cemaatlerini teşkil eden Müslümanlar Halife’i Resullerine Şöyle demelidirler: Sen bizi daima gözet, daima kolla. İmdi elçiye bizi gözet, kolla demekle elçi böyle diyenleri gözetip kollayamaz. Ama onu elçi olarak gönderen padişah, elçisini kabul edenleri kollar ve daima gözetir. Artık susalım da, kâfirlerin defterine yazılmaktan kendimizi koruyalım. Zira kâfirler için çok acıklı bir azap vardır.

Kâfirler için bu acıklı azap niçin vardır? Çünkü bu zalimler, ELLAH’ın seçip gönderdiği Resulüne hased ederler Resulünün üzerinde olan ELLAH’ın nimetini çekemezler. Bu nedenle: O okumuş değildir derler. Hani diploması, hani icazetnamesi nerededir? Derler. Oysa ELLAH Rahmetini dilediğine verir. Ne var ki kâfirler ve müşrikler,   müminlere gelen ELLAH'ın Rahmetini hazmedemezler. Bu nedenledir ki, yahudi ve nasaralar son dinin Resulü olan Muhammed Mustafa ya inen Rahmeti hazmedemediler. Ve hala hazmedemiyorlar. Hem Kıyâmete dek bu ümmete gelecek olan hayrı da hazmedemeyecekler. Ne var ki, ELLAH onlara rağmen bu ümmete lütfedicidir. Ama ELLAH’ın lütfünün inmesi için bir şart vardır, oda: Bizzat seçip, sevip Risâlet mührü ile kaaffettellinaas olarak gönderdiği Habibine İmân şartları ile teslim olmaktır. İmdi İmân şartı ile ona ve onu gönderen ELLAH’a teslim olabilmemiz için Halife’i Resule bi’at şartı ile uyup teslim olmak ELLAH’a ve Resulüne teslim olmaktır.

Bu cemaat, bi’at bağı ile var olduğu müddet, müminlerin üzerine ELLAH’ın yardımını engelleyebilen bir hasud çıkmaz. Belki çıkar ama engel olamaz. Ama bu cemaat olmasa ki, bu gün yoktur ve bu takdirde Müminler zilletten zillete düşerler. Ki, bugün düşmüşlerdir. Öyle ki bugün ELLAH’ın nimetleri tağuttan ve vesayeti ile yahudi ve nasaralardan beklenir ve bilinir oldu. ELLAH’ın nimetlerini onlardan beklemekten, bilmekten daha vahim zillet olur mu? Zira nimetin beklendiği yerin izzet sahibi olduğu gündeme gelir. Böylece izzette onlardan beklenmiş olur. İşte bu hal ehseni tekvim makamından esfeli safiline inmektir. Öyle ise okuyalım:

مَا نَنْسَخْ مِنْ ايَةٍ اَوْ نُنْسِهَا نَاْتِ بِخَيْرٍ مِنْهَا اَوْ مِثْلِهَا اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّهَ عَلى كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ (106) اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَالَكُمْ مِنْ دُونِ اللّهِ مِنْ وَلِىٍّ وَلَا نَصيرٍ (107) اَمْ تُريدُونَ اَنْ تَسَْلُوا رَسُولَكُمْ كَمَا سُئِلَ مُوسى مِنْ قَبْلُ وَمَنْ يَتَبَدَّلِ الْكُفْرَ بِالْايمَانِ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبيلِ (108) وَدَّ كَثيرٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُمْ مِنْ بَعْدِ ايمَانِكُمْ كُفَّارًا حَسَدًا مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَاتَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّ فَاعْفُوا وَاصْفَحُوا حَتّى يَاْتِىَ اللّهُ بِاَمْرِه اِنَّ اللّهَ عَلى كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ (109) وَاَقيمُوا الصَّلوةَ وَاتُوا الزَّكوةَ وَمَا تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّهِ اِنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصيرٌ (110)

M E A L İ:

106-- Biz bir âyetten neyi nesheder veya unuttursak, ondan daha hayırlısını yada mislini getirmeye kadiriz. ELLAH’ın her şeye kadir olduğunu bilmez misiniz? 107-- Göklerin ve yerin mülkü ELLAH’ın olduğunu bilmez misiniz? Sizin için ELLAH'tan gayrı sahib ve yar olmadığını bilmez misiniz? 108-- Yoksa daha önce Mûsâ ya sorulduğu gibi, siz de Resulümü soruya çekmek mi istiyorsunuz. Kim imanı küfür ile değişirse sıratı müstakim den çıkmış olur. 109-- Ehli kitabın çokları, hak kendilerine geldikten sonra, hasetlerin den dolayı, siz İmân ettikten sonra inkâr etmenizi isterler. ELLAH’ın emri gelene dek onları affedin geçin. Çünkü ELLAH her şeye kadirdir.             110-- Namaz'ı doğru kılın, zekâtı verin. Kendiniz için önceden ne yollarsanız, ELLAH’ın katında onu bulursunuz. Çünkü ELLAH işlediklerinizi hak ile görendir.

M E R A M I:

Risâletin izini terk ederek Mümin, Mücahid, Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid ve Talebe olanlar ELLAH’ın rahmetinden cüda olanlardır. Öyle ise bunları terk etmek vaciptir. Çünkü bunlar terk edilmeden ELLAH’ın kaldırıp, koyduğu ayetlerine ulaşılamaz. Ulaşılamayınca da, Kur'ân'dan, islam dininden yani tevhid’den uzak kalınır. Oysa ELLAH’ın kaldırıp yerine koyduğu ve Resulünün uygulayıp uygulayın dediğinden maada, müminlere rahmet olan bir nesne yoktur. Öyle ise Halife’i Resulün şemsiyesi altına Müminler her ne işliyorsalar o şey ELLAH’ın emridir. Her ne ki işlemiyorsalar o da ELLAH’ın unutturduğudur. Ki, belki ELLAH bundan sonra daha hayırlı kapı açacaktır. Mümin ELLAH’ın her şeye kadir olduğuna inanmış olandır. Bu inancın dışında kalanlar zaten ELLAH'dan bir şey beklemez. Çünkü bu zalimler için ELLAH Külli şeylere kadir olan değildir.

Dolayısıyla göklerin, yerin mülkü, hükümranlığı ELLAH ın olduğunu da bilmezler. Bu nedenle İmân etmezler. İmân etseler bile Risâlet'e, Halifesine teslim olmazlar. Ama mümin ELLAH ın yerin ve göklerin sahibi olduğunu, maliki olduğunu bilir. Bunu bildiği içindir ki, ELLAH ın Resulüne, Resulünün Halifesine ve Teşriisine tabi ve teslim olur.

Da, Resulullah'ı ve Halifesini soru yağmuruna tutmazlar. Sadece ELLAH’ın rızasını almak için itaat etmeye özen gösterirler. Ve Risâlet'e asi ve münkir olanlardan sakınırlar. Ve böylesi zalimlere itaat etmezler. Ruhsatları ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olmazlar. Çünkü böyle yapacak olsalar imanı küfür ile takas ettiklerini bilirler. Madem bilirler imanını küfür ile takas edeni de tanırlar.

İmanı küfür ile takas etmenin nasıl olduğunu soranlara ELLAH (c.c) cevap veriyor: Amentünün altı şartına inandığına inanmış olup da, Risâletin ve Halifesinin şemsiyesi altında olmayanlar, haliyle tağutun şemsiyesi altında olacak ve ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olacaktır. İşte bunlar ve bunları önüne alarak peşlerinden gidenler imanlarını küfür ile takas etmişlerdir. Madem imanlarını küfür ile takas etmişlerdir öyle ise bu zalimlerle vakit geçirmeye, bizim vaktimiz yoktur. Bu nedenle onları ne kınıyoruz, nede övüyoruz. Onların hakkında ELLAH’ın emri gelinceye dek selâm deyip geçiyoruz. Çünkü ELLAH bu zalimlerin hakkında hükmünü mutlaka verecektir. Çünkü ELLAH külli şeylere kadir olandır.

Evet, ELLAH’ın külli şeylere kadir olduğunu bilerek namazı ikame edelim ve zekâtımızı Risâletin şemsiyesi altında olarak amiline ita edelim. Ki, ELLAH'tan rıza ve cennet ummaya hakkımız olsun. Hem içimiz dışımız bir olsun. Zira ELLAH içimizi, dışımızı ve işimizi biliyor ve görüyor.

V E İ Z A H I:

ELLAH her şeye kadiri mutlak olarak, Risâletin ve Halifesinin emrinde olan mümin kullarına vekildir. Çünkü ELLAH hükümleri neshetmeye kadirdir. Hem hükümlerini sehven unutan müminlerine hatırlatmaya kadirdir. Ama Risâletin ve Halifesinin elinde böyle bir tasarruf etmeye hakları ve yetkileri yoktur. İlla vardır: ELLAH’ın âyet ve hükümlerinin tam tersini vazetme imkân ve iradesi vardır. Lâkin bu imkânı ve iradeyi kullananlar için, mutlaka ama mutlaka kâfir, müşrik, münafık ve mürted olmakta vardır. Çünkü bir mahlûk olarak Ulûhiyyet sıfatını takınarak rububiyyet amelini işlemek zulmün en ekberidir.

Bu zalimler yaptıkları bu amelleri ile göklerin ve yerin mülkü ELLAH’ın olduğunu inkâr etmiş oluyorlar. Oysa ELLAH bunları kendi mülkü olarak halk etmiştir. Zalimlerin inkârı yani kanun koyup kaldırmaları ELLAH’ın elinden mülkünü almaya yetmez. Öyle ise kul, mülk benimdir şeklinde ELLAH’a karşı gelmemeli. Çünkü her şeye tasarruf eden kudrete sahip ELLAH’ı vardır insanın. Artık böyle bir maliki olan memluk, Malikini taklit etmeye, onun seçtiğini ve emrini tahkir etmeye kalkmamalıdır insan.  Yani İmân edip Risâletine ve Halifesine teslim olmalıdır insan. Ama insan İmân edip teslim olmuyorsa, olmasın ve ne yaparsa yapsın kendisine ELLAH'tan başka sahip bir vekil ve şefii bulamayacaktır.

  Öyleyse müşrik olmamak için insanlar bir insana itaat ettiği kadar ELLAH’a kulluk ve itaat edebilmesi için, mutlaka Resulullah'ın Risâletine ve Halifesine dönmesi, uyması farzdır. Bunun da, asgari ölçüsü şu kadardır: Memur amirine itaat ettiği kadar ve memur amirine soru sorduğu kadardır.  Memur amirine ne maksat ile soru sorduğunun maksadını taşımaktır. Bu ölçünün dışına taşarak imtihanımsı bir soru sormak, yada bilgili olduğunu yansıtarak yada soru sormakla Halife’i Resulün yanlışına atıfta bulunmak gibi davranışlar mümini kâfir eder. İmdi Resulullah'a karşı böyle davranmak mümini kâfir eder dedik. Eh Resulullah bu dünya'dan çıkalı bunca sene oldu. Öyle ise bizler böylesi tehlikeden kurtulduk zinhar demeyelim ha! Çünkü üç müminin, Risâletin yolunda Resulullah'ın izinde olan bir imamları olmalıdır. Olan bu imama bi’at şartı ile itaatleri olmalıdır.

İşte bu üç mümin bu izahlara muvâzi olarak imamına itaat etmelidir. Bunun aksi olanı dümdüz yoldan çıkmaktır. İşte Resulullah'ın âlemlere rahmet olarak gönderilmesinin merkez esası bu noktadadır. Öyle ise bunun anlamı, Risâlet makamı daimi, canlı, muharrik vazifesinin üstünde olmaktır. Ki rahmeti cari olsun. Aksi halde Risâletin rahmeti o kişi ve topluma ulaşmaz.

Nitekim yahudiler ve hıristiyanlar, islam dini, ELLAH’ın son dini olduğunu, Muhammed Mustafa’nın da Resulullah olduğunu öz evlatlarını tanıdık ve bildikleri gibi tanımalarına rağmen çekemediklerinden dolayı şiddetle düşman oldular. Haliyle rahmetinden ve feyzinden mahrum kaldılar. Çünkü imamsız ve bi’atsız kaldılar. Hala imamları ve bi'atleri yoktur. Çünkü düşmanlıkları hala devam ediyor. Ne var ki, zamanımızın islam müminlerinin düşmanlıkları onların düşmanlığını ziyadesi ile aşmıştır. Şöyle ki: Zamanımızın âlimleri ve amirleri islam dinini Resulullah'ın oturtmuş olduğu --LA İLAHE İLLELLAH-- Yani tevhid mecrasından alıp şirk yani teslis mecrasına oturttular. Bu değişikliği, haçlı orduları yapmadı. Amir ve Âlim'ler yaptı. Hem bu mecra değişikliği, islamın ve imanın kökünü söktü. Oysa haçlı orduları islamın bir dalını dahi koparamadılar. Belki dibine su dökmeye engel oldular.  Hem o seferler esnasında her mümin,  dinini, namusunu ve vatanını korumaya vahdet oluyordular. Oysa şimdi İmân ve islam vahdeti bozuldu. Öyle ki, haçlı seferleri ile hâsıl olmayan maksat ziyadesiyle hâsıl olmasına rağmen, günümüz mümin ve âlimleri ve amirleri hiçbir şey olmamışçasına huzur içindeler. Laik ve demokrasi din'leri ile huzur buluyorlar. Belki dinsiz kaldıkları için huzur bulup seviniyorlar? Zira hiç mümkün müdür ki, Tevhid’den başka bir şey olmayan islam dini, yahudi ve nasaraların ve bu zalimlerin bozması olan yerli tağutların valilerinin hükümleri altında sağlam ve sabit olup icra’i hüküm ediyor olması mümkün müdür?

Mümkün olmadığına göre camide ve sokakta islam adına yapılanlara ve söylenenlere başka bir isim bulmak lazımdır. Çünkü: Her kurum ve kuruluş ismi islam olan bir din uydurmuş olup herkesi kendine çağırmaktadır. Bu Dâvetçilerin gayesi, şüphe yok asıl olan imandan, tevhid’den uydurmuş oldukları İmân ve tevhide insanları almaktır. Oysa tağutun şemsiyesi altına ruhsatı ile yapılanlar, yapılanlara iltihak etmek imandan sonra küfre, şirke dönmektir. Böylece namaz kılmamaktır, zekât vermemektir. Çünkü islamın şartları, islam içindir. Yani ELLAH’ın hâkimiyeti içindir. Öyleyse tağutun hâkimiyetinin kabulü olan ruhsatı ile islamın şartlarını yapmak elbette ki ELLAH tarafından kabul görmeyecektir. Bu hususta kimse ELLAH Büyüktür, Kerimdir, Merhametlidir deyip'te kendini oyalamasın. Çünkü tevbesi hariç ELLAH müşriği affetmeyecektir.

Namaz'ı dosdoğru kılsa bile zekâtı verse bile ELLAH’ın yanında, müşrik olan mümin bunları bulamaz. Hem temiz olmayan su hiçbir şeyi temizlemediği gibi kirletir. Öyleyse tağuti düzenin altında tasarrufu ile elde edilenlerin helal olamayacağından hareketle, temizleyici olan zekât bu yerde temizleyici olamaz. Hem kazanç helal olmayınca namaz da kabul görmez. Öyleyse mümin, tağuti ülkeden islami ülkeye hicret etmesi farzdır. Hem bu farz sünnetin gereğidir. Sünnet gereği olan bu farzı yapamayan: Bulundukları yerde tağutun ruhsatından uzak durarak, bi’at şartı ile cemaatlerini kurabildikleri kadar, üç kişi de olsa bile şeklen kurmalıdırlar. Ancak bundan sonra bu cemaatin namazı, zekâtı kabul görür inşâ ELLAH.

İmdi bunları şunun için yazıyoruz: Beşeri hükümlerle yönetilen müminlerin toprakları Dar’ül Harp'tır. Dar’ül harp de Müminler mutlaka cemaatleşmelidirler. Cemaate katılamayan mümin mutlaka uzlet etmelidir. Bu iki şeyden birini yapamayan mümin, tağutun itaatkârı olarak, yani ELLAH'tan başka ilâh edinmiş olarak âhiret'e göçer. ELLAH'tan gayrı ilâh edinerek bu dünya'dan göçen mümin, şüphe yok yahudi ve nasaraların dedikleri gibi demek zorunda kalır. Okuyalım:

وَقَالُوا لَنْ يَدْخُلَ الْجَنَّةَ اِلَّا مَنْ كَانَ هُودًا اَوْ نَصَارى تِلْكَ اَمَانِيُّهُمْ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقينَ (111) بَلى مَنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُ اَجْرُهُ عِنْدَ رَبِّه وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ (112) وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارى عَلى شَىْءٍ وَقَالَتِ النَّصَارى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلى شَىْءٍ وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَ كَذلِكَ قَالَ الَّذينَ لَايَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْ فَاللّهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيمَةِ فيمَا كَانُوا فيهِ يَخْتَلِفُونَ (113) وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّهِ اَنْ يُذْكَرَ فيهَا اسْمُهُ وَسَعى فى خَرَابِهَا اُولئِكَ مَاكَانَ لَهُمْ اَنْ يَدْخُلُوهَا اِلَّا خَائِفينَ لَهُمْ فِى الدُّنْيَا خِزْىٌ وَلَهُمْ فِى الْاخِرَةِ عَذَابٌ عَظيمٌ (114) وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ اِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَليمٌ (115) وَقَالُوا اتَّخَذَ اللّهُ وَلَدًا سُبْحَانَهُ بَلْ لَهُ مَافِى السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ (116) بَديعُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَاِذَا قَضى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونَ (117) وَقَالَ الَّذينَ لَايَعْلَمُونَ لَوْلَا يُكَلِّمُنَا اللّهُ اَوْ تَاْتينَا ايَةٌ كَذلِكَ قَالَ الَّذينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِثْلَ قَوْلِهِمْ تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْ قَدْ بَيَّنَّا الْايَاتِ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ (118) اِنَّا اَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَشيرًا وَنَذيرًا وَلَاتُسَْلُ عَنْ اَصْحَابِ الْجَحيمِ (119)

M E A L İ:

111-- Dediler ki, cennete ancak yahudi ve nasrani olanlar girecek. Bu onların kuruntusudur. Deki: Eğer doğru söylüyorsanız haydi delilinizi getirin. 112-- Kim ihsan edici olarak yüzünü tastamam ELLAH’a çevirirse, işte ona Rabbi tarafından mükâfat vardır. 113-- Yahudiler: Hıristiyanlar bir din üzere değildir dediler. Hıristiyanlar da: Yahudiler bir din üzere değildir dediler. Ümmiler de onların dediği gibi dedi. İhtilaf ettikleri şey de ELLAH hükmünü verecektir. 114-- ELLAH’ın mescidlerinde, isminin anılmasını men edenden, harab olmalarına çalışandan daha zalim kim olabilir? Onların orada korkarak girmekten başka hakkı yoktur. Âhiret'te de onlara büyük azap vardır.              115-- Maşrık de ELLAH’ın dır, mağrib de ELLAH’ın dır. Her ne yöne yönelirseniz yönelin veçhi ilahi oradadır. Şüphesiz ELLAH Vâsi ve Alim'dir. 116-- Onlar ELLAH oğul edindi dediler. O pak ve münezzehtir. Doğrusu göklerde, yerde olanların hepsi onundur. Ona itaat ederler. 117-- ELLAH göklerin, yerin Hâlıkı dır. Bir şeyi murad edince ona: --OL-- der. Oda oluverir. 118-- Bilmeyenler: Ne olurdu ELLAH bizimle konuşsa dediler. Yada bir âyet gönderse dediler. Öncekiler de tıpkı bunlar gibi demişlerdi. Kalpleri birbirine benzedi. Biz yakinen bilmek isteyenlere ayetlerimizi yakinen bildiririz.       119-- Oysa şüphe yok biz seni korkutucu ve müjdeleyici olarak hak ile gönderdik. Sen cehennem Eshabından mesul değilsin...

M E R A M I:

Evet, ya hicret, ya uzlet, yada cemaat. Bu üç şeyden birini yapmayan: Bizim gibi olun ki, cennete gidebilesiniz demekten öte dini olmaz. Nitekim yahudi ve nasaralar da islamın karşısına geçip böyle dediler. O zalimlerin söylediklerinden bilistifade anlıyoruz ki, tağutun şemsiyesi altın da itaat ehli olarak namaz kılmak, zekât vermek, tarıklar kurmak ve kurulan tarıklara girmek böylece İmân ve din namına konuşmak, konuşanları dinlemek, yahudi ve nasrani olun ki, cennete gidebilesiniz diyen, yahudi ve nasaralar gibi olmaktır. Hem onlar gibi oldukları aşikâre görünmektedir. Şöyle ki: Din ağırlıklı ve din için kurulan her tarık, her hizip, her dernek ve her vakıf yani her kurum ve kuruluş: Bize gelin, bize katılın, bizi okuyun ve bizi dinleyin ki, irşad olup hidayete erebilesiniz dediklerini duymayan kalmadı. Oysa Halifetullahsız ve bi’atsız ve Teşriiullah sız cennete gidilir şeklinde ilimden, bu sapıkların eline hiçbir şey ve hiçbir delil yoktur. Sadece zannedip duruyorlar.

         Bu zancılar --bela men esleme-- nin işareti ile ELLAH’a, Resulullah'a, Halifesine ve Teşriiullaha isyan edip ELLAH’a arka çevirenlerdir. Böylece makamı ihsandan ayrılıp, makamı isyanı almışlardır. Yani söz dinlemekten vazgeçip söz dinletmeye yönelmişlerdir. Öte yandan dört kulak, beş göz tağutların emrindeler.  

         Demek Müminler ELLAH’ın dinini ve ELLAH’ın dininin yolu olan sünneti Resulü anlayamadılar. Ki, Risâletin ders vermediği faaliyetlerle kendilerini oyalıyorlar. Nitekim yahudi ve nasaralar da kendilerini oyalamak için yürütmüş oldukları dini faaliyetlerini eksiksiz görüp biri öbürü için o batıldır, yanlıştır dediler. Böylece imansız, imamsız ve bi’atsız kendi zanları ile oyalandılar ve hala oyalanıyorlar. Madem oyalanıyorlar, oyalanan o zalimlerin emri altına giren bu zalimler, oyalanmıyor mular? Madem bunlarda oyalanıyor, öyle ise oyalanmak istemeyen Müminler ne yapsınlar ki, oyalanmaktan kurtulsunlar? Şüphesiz yeniden İmân etmeliler ve İmân edenlerde, hicret etmeliler. Yada uzlet etmeliler, yada üç kişilik de olsa cemaatini teşkil etmeliler. Aksi halde tağutun şemsiyesi altında yürütülen dini faaliyetler ihtilafa müncer olup kalırlar. Böylesi karmaşacılar hakkında şüphe yok ELLAH hükmünü verecek. Yani bu Kur'ân'ın ve Resulullah'ın sunduğu mesajı yani tevhidi mahşerde ELLAH bu zalimlere gösterecektir. Öyleyse şimdi tevbe etsinler ve kurtulsunlar.

         Ama Hayır, bu zalimler tevbe etmez. Çünkü bunlar ELLAH’ın mescidlerini avare kasnak ederek uydurmuş oldukları din ve düzenleri hesabına kullanıyorlar. Böylece bu zalimler mescidlerden ziyade secdeyi, camilerden ziyade cemaatlerini harab ettiler. Böylece İmân merkezi olan kalpleri harab ettiler. Kalp ki, Beytullah’tır, demek Beytullah’ı harab ettiler. Öyle ki, ELLAH’a şirk koşmadan, ELLAH’a İmân etmeyi imkânsız hale getirdiler. Çünkü beşeri düzenlerin emrinde olan camiler de yapılan secdeler ELLAH’a ulaşmıyor. Çünkü bu yerde Teşri’i hâkimiyet ELLAH’ın değildir. Böylece hem ELLAH’a, hem şemsiyeyi eline tutana yapılıyor secdeler. Ama ELLAH eş kabul etmediği için secdeler rakipsiz olarak Tağuta kalıyor. Öyle ise küfre, şirke ve ilhada sapmış olanlar, mescidlerin hâkimi olursa tevbe edip dönmedikleri takdirde mümin olan bu zalimlerin eli altında olan camilerde cem olup secde etmez. Zira ELLAH bu hususta şöyle buyuruyor: Mağrib de Maşrık de benimdir günü ve gecesi olan her yeri size mescid kıldım. Öyle ise zalimlerin harab etmiş olduğu camiler de secde etmeyin de, yeryüzünün her neresinde secde ederseniz, orda benin veçhi pakımı bulursunuz. Ama tağutun şemsiyesi altında olan camilerde beni bulamazsınız. Velev ki, Mekke’deki beytim olsa bile... Öyle ise üç kişi de isek, bir araya gelelim, imam ve bi’at kuralı ile cemaat şartına uygun ELLAH’a secde edelim. Tek kalanda, tek olarak secde etsin. İşte ELLAH müminleri için böyle Vâsi böyle Alim'dir.

         ELLAH’ın mescidlerini harab eden, yani beşeri hükümleri sureti haktan göstermek için kullanan zalimin ruhsatı ile ruhsatlı olan memurunun ardına, ELLAH namına secde eden her mümin nasaralar, Îsâ Resulullah'ı veledullah dedikleri gibi, MUHAMMED RESULULLAH'ı veledullah demiş olur. Çünkü Mâsıvai --KÜN-- emri ile halk eden, halk edip zatı pakına mülk, kul eden ELLAH’a ubûdiyyet için Halifetullahı ve Şeriatullah'ı ılga edenin ruhsatı ile ELLAH’a yöneleni, ELLAH’ın nezdinde birileri iltimas etmesi gerekir. Ki, Îsâ bu nedenle veledullah makamına çıkarıldı. Böylece Îsâ (a.s.) O zalimleri iltimas edecek onlarda şeytani hükümlerle idareyi millet edecekler ve ediyorlar işte. Öyle ise onların hükümleri ile hükmedenlere de bi veledullah lazımdır. Bu da ancak Muhammed Mustafa’dır. Hâşâ! Hâşâ! Evet, şaşırtan bu insanların yani:                   --SÜBHÂNELLAH-- Diyemeyen bu insanların tespihine ELLAH’ın muhtaç olmadığını bildirmek için, ELLAH: --SUBHANEHU--  diyerek pak olan zatının paklığını bizlere gösteriyor. Öyle ise mümin olan herkes Risâlet'e ve Halifesine dönmek suretiyle ve tağutu inkâr etmek sureti ile --SUBHANEHU-- diyerek nasranilerin saplandığı bu çirkin akideden ELLAH’ı tenzihu tevhid etmelidir.

Çünkü ELLAH göklerde ve yerde tek ve aşikârdır. Öyle ki: Varlığını ve vahdaniyetini her zerrenin içinde ve dışında nakşetmiştir. Böylece mâsıvanın kayıtsız şartsız Rabbi, Razığı, Hafızı ve İlâhı olduğunu alenen ve filen göstermiştir. Öyle ise insan, akıl denen cevher ile fıtrat esasından yola çıkarak Risâlet'e, Kur'ân'a dönerek kulak vermelidir. Evet, aklın kerameti ile insan Risâlet'e teslim olmadığı takdirde, her büyük gibi görünmek isteyenleri ELLAH’a eş eder. Eş etmek mecburiyetinde kalır. Böylece ELLAH’a benzettiği eşlere ELLAH demiş olur. 

Şu halde sebebi ne olursa olsun ELLAH’ı tevhid edemeyip ona eş bulanlar, ELLAH’a buldukları ortakları yani tağutu tevhid edip, tezkiye etmeye fıtrat gereği mecburdur. Fıtratın gereği olan bu mecburiyeti yerine getiremeyeni, tağut zorlayarak der: Sen ey insan! Bizi tevhid ve tezkiye edenler gibi, tevhid etmediğin takdir de, bilesin ki, biz seni tart ederiz. Ve tart ederlerde. Çünkü tevhidi gösteren her zerre, ELLAH’ı tevhid ettiği için, tevhid olunmayı ister. Tevhidi gösteren, tevhid olunmayı isterse, Hâlık sıfatı ile her şeyi bir --KÜN-- emri ile yaratıp zatına ayna kılan ELLAH’a eş koşmanın ve müşrik olmanın vahameti düşünüle. Meğerki düşünmeyenler: --LEVLA YÜKELLİMÜNELLAHE-- ELLAH bizimle konuşsa da, Resulü hakkında bizlere mukni deliller verse ne iyi olurdu diyenlerden olur. Hem belki öyle oldular ki, Halife’i Resulü ve Şeriatını ılga ettiler. Hem mutlaka Muhammed’in Risâletinden şüpheye düştüler ki, Hilafet'i ılga edenin ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe oldular ve böyle olduklarına inandılar. Öte yandan ELLAH bizimle konuşursa Resulüne İmân edip tabi oluruz ve tağutu inkâr ederiz diyenlerdir. Oysa ELLAH bu Kur'ân ile ins ve cin ile konuşmuş ve konuşmaktadır. Hem bu Kur'ân Ümmî olan Resulullah'ın Risâletine açık olarak şahid tir.

Risâletine şahid delil ve âyet olan bu Kur'ân ins ve cinlerle tekellümdür. Bu âyetler kabul yada red edilsin, ELLAH Resulünü hak ile hak olarak göndermiştir. Ki, inanıp tağutu inkâr edenleri müjdelesin ve inanmayıp tuğyan edenleri ve tağilerin ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanları inzar etsin. Öyle ise bu doğru olan Resule ve ayetlere ancak cehennem Eshabı olanlar inanmaz. Madem inanmazlar o zalimlerden Resulü Kibriya mes’ul değildir. Çünkü Resulü Kibriya ELLAH’ın emirlerini kavlen ve filen tebliğ ve tenfiz etmiştir. ELLAH’a Hamd, Resulüne selâm ve salâvatlar olsun.  ÂMİN

V E İ Z A H I:

Bilelim ki, imanın icmali: --LA İLAHE İLLELLAH-- dır. İmanın şerhi ise: --MUHAMMED RESULULLAH-- dır. Böylece ELLAH'tan başka İlâh ve Muhammed den başka imam edinmemek imanın tamam kendisi olup İmân'dır. Bu imanı kalben, kavlen ve fiilen taşımayanlar cennete gidemez. Ama ELLAH'tan başka İlâh, Resulullah’tan başka imam bulanlar elbette ki: Bizim gibi müslüman olun ki cennete gidebilesiniz diyecektir. Çünkü tutunduğu din, böyle diyenlerin hükümleri altındadır. Bu nedenle geçmişte yürüyen, yapılan kavgalar günümüzde kaldırılmışlardır. Böylece yahudi ve nasaralarla cennet hususunda uzlaşma sağlanmıştır. Ama kavga muhatabını ve zeminini değiştirerek tüm şiddeti ile devam etmektedir. Yani evvelce islam olan topraklar üzerine mümin ismi ile yaşayanlar kavgayı yapmaktalar. Nasıl mı? İşte şöyle:

Kırk küsur tağuti yönetime bölünen Müminler, içinde oldukları idareyi diğerlerinin idaresinden daha salim ve adil bilmekteler. Daha islami bilmekteler. Evet, hükümetler arası bu bilginin altında olan her topluluk, kendi içlerinde gruplaşmışlardır. Böylece her gurup kendini cennete layık bilmiş olup karşı gurupları cennetten kovmuştur. Kovulanları bu sefer, her gurup kendine çağırmaya dönmüştür.

İşte tüm bu herzeler: Yahudi ve nasara olun ki cennete gidebilesiniz diyen o zalimlerin yoluna, dinine girmektir. Çünkü hem o zalimler, hem bu zalimler Risâlet dışı olan kural ve emirlerin hâkimiyetleri altındalar. Oysa bu emirlerle ve bu kurallarla cennete gidilemeyeceğini, bu ayetlerle ELLAH bizlere bildirmektedir. Öyleyse bu grupçuklar ve devletçikler gayrı islami olup cennete gidemezler. Madem gidemezler kimseyi emri maruf namına dâvet etmesinler. Çünkü hepsinin üstünde olan şemsiye tek olup, oda yahudi ve nasaraların şemsiyesidir. Aynı şemsiyenin altında olarak, yanında olana: Ben kurtuldum sen helak oluyorsun demekten daha serseri anlayış düşünülemez.

Öyleyse ne yapacağımızı mı soruyorsunuz? Risâlet şemsiyesinin altına döneceğiz. Risâlet şemsiyesini açarak altına giremezsek, müslüman ismi ile yahudi ve nasaralara iltihak etmiş oluruz. Hem bu iltihak Müslümanlarca kabul edilmiş olmasaydı, siyonizmin şemsiyesi altında Müslümanlar bulunmazdı. Ama şimdi her grupçuk: Birleşik milletler adına tek ağıza bakar oldu. Bakılan o ağız ise, ELLAH’ın, Resulünün ve Teşriisinin en mahir düşmanı. Artık bu yelpazede var diye iddia edilen İslami ve imanı, yüzünü tastamam ELLAH’a çevirenlere havale ediyorum.

Öyleyse ihsan sahibi olarak yüzü tas tamam ELLAH’a çevirmenin ne demek olduğunu görelim: Resulullah'ın mekki Dâvetine icabet etmeyenler o Dâvete icabet etsin yani İmân etsin. Badehu imanın hâkimiyeti için hicret etsin ve Resulullah'a yani Halifesine teslim olsun. Bunlar yapılmadan önce ebu cahil olan tağut inkâr edilsin. Bundan sonra İslami cemaatin içinde verilen vazifeler ihlâs ile yapılsın. İşte bunlar ihsan ehli olarak yüzü tastamam ELLAH’a çevirmektir. Böylece siyonizmin şemsiyesinden kurtulmaktır. Hem siyonizmin şemsiyesinin altında duran islam unvanlı olan şemsiyeden de kurtulmaktır.

İmân, hicret ve Bi’at yolu ile kurtuluş yoluna girilmese nasaralar ve yahudiler batıl oldukları gibi batıl olmaktan, kâfir olmaktan, müşrik olmaktan kurtulmak mümkün olmaz. Çünkü gün yoksa gece her tarafı kaplamış demektir. Hem gece her tarafı kapladığı bir sırada islam tebliğe arz edilmiştir. Tebliğe arz edilen islam kararan çevreyi, İmân edip hicret edenlerle aydınlatmıştır. Böylece yahudi ve nasaralara şu mesaj verilmiştir: Sizler hepiniz islama dâvet edilmektesiniz. Hem ehli kitab olduğunuz için bu Dâvete bigane kalamazsınız. Zira yapılan bu dâvet, son dinin Dâvetidir. Bunu siz bilmektesiniz. İmân edin artık!

İmdi o zalimlere bidayetinden Kıyâmete dek İmân edin diye yapılan bu dâvet müspet karşılanmadı. Sadece siz yanlışsınız biz doğruyuz deyip mücadele ediyorlar. Bu mücadeleye, bu ümmet de, çeşitli isim ve unvanlarla katıldı. Başka türlüde olmazdı ve olamazdı zaten. Çünkü bugün bu ümmet de, yahudi ve nasranilerin din, İmân, ibadet ve kulluk diye asırlar boyu düşmüş oldukları yanlışa düşmüştür. Öyle ise onların din adına yaptıkları yanlışları yapmayada mecbur olmadan mecbur olmuşlardır. Çünkü aynı tohum, ayrı tarlada ekilse bile mahsulü, meyvesi, iklim şartlarına muvâzi olarak aynı olur. Öyle ise ibadet şekli ve yeri ayrı olan Müslümanların meyvesi, mahsulü ayrı olmaz ve olmayacaktır. Çünkü yapılan ibadetlerle aynı hükümler sulanıp beslenmektedir. Aynı düzenler istikrar bulup istikbal de yürümektedirler. Demek Evet, camiler kilise ve havralar gibi siyonizmin hüküm ve düzenlerine hizmet vermektedirler. Öyle ise bu duruma düşen camiler için Rabbimizi dinleyelim: ELLAH'ın mescidlerin de onun isminin zikredilmesini men edenden ve böylece harab olmasına çalışandan daha zalim kim olabilir? O zalimlerin o mescidlere korkarak girmekten başka hakları yoktur. Âhiret'te de onlara büyük azap vardır.

Şimdi bu âyetin üzerinde iyi düşünüp diyelim: Mescid demek secde edilen yer demektir. Harab demek de, emekli etmek, kenara çekmek demektir. Öyle ise mescidlerin harabiyeti demek, o mescidlerde yapılan secdelerin ELLAH’a yapılmadığının adıdır ve anlamıdır. Öyle ise bu dünya küresin de ELLAH’ın hükümleri ile hükmetmeyen ve hükmetmeyi çağ dışı deyip yasak eden, böylece Halife’i Resulü lağvedip Şeriatullah'ı rafa kaldırandan daha zalim başka birilerinin olmadığı izahtan uzaktır. Çünkü bu zalimler ılga ettikleri Teşriinin yerine yahudi ve nasaraların Teşriilerini koydular. Böylece bu küreyi ve bu müminleri harab ettiler. Çünkü hayâ, iffet, ismet, terbiye, hürmet, saygı ve sevgi kimsede bırakmadılar. İşte bu zalimler, mescidlere sahip olma, yani cemaatin idaresini eline alma hakkına ELLAH’ın Beyânı ile sahip değillerdir. Evet, sahip değillerdir ki, sahip olmadıkları hakkı gasp en ellerine aldıklarından olacak ki, camiler ayakta dimdik durmalarına rağmen harab olmuşlar. Niye harab olmuş ve kimler harab etmiş? İşte bu sorunun cevabını imanı olan her mümin bilmelidir. Öyle ise bilmek isteyenler dinlesin. Ve bu hususa ait vereceğimiz temsili anlamaya çalışsın şöyle ki:

Günlük kazancından ileride vaki olan ihtiyaçlarının temini için zulada bir miktar koysan, badehu sakladıklarını fare öğrendiği yerden aldığını duysan, hemen farenin deliğini kapaman lâzım gelir. Evet, farenin yolunu kapaman ne derece ehemmiyete haiz ise, ibadetleri de harab eden deliği, kapamak o derece den çok daha fazla ehemmiyete haizdir. Bu derece ehemmiyeti olan işimizi yapabilmemiz için, hastalığı teşhis etmek ve hastalığa badi olan mikrobu tanımak lazımdır. Bundan sonra artık tedaviye yani farenin deliğini kapamaya geçebiliriz ve tedaviye geçiyoruz: Mescidin ziyneti cemaattir. Cemaatin ziyneti ihlâs ve ibadettir. İmdi mescidin ziyneti olan cemaat ve cemaatin ziyneti olan ihlâs ve ibadetler ELLAH’a racı olmama sebebi ile mescidler harab oluyorsa ki, harab olur. Öyle ise cami, cemaat ve ibadetleri harabeye çeviren zalimi tanımak için yine vereceğimiz temsile dikkat edile. Şöyle ki:

Umuma ait olan bir arazinin üzerine, yine umuma ait olmak için, yani insanların ihtiyaçlarını temin için, devrin padişahı bir fabrika bir plan ile yaparak, insanların mesleklerine göre, insanlara iş verip ihtiyaçları gideren mamul malları çıkarmaları haliyle mamur ve müreffeh bir iş olur. Yani insanlar iş bulur, mal bulur.

Badehu arkadan başka bir padişah gelerek, başka bir fabrikayı, başka bir plan ile başka bir arazide yapsa ve pazarlarda sonradan yapılan fabrikanın malı arz edilip tanıtılsa ve evvelki fabrikanın malı benim pazarıma giremez dese, haliyle şüphe yok evvelki fabrika ve çıkardığı mallar ve işçileri, memurları işsiz, aşsız sokakta kalır. Yani evvel ki fabrika, adamları ve malları harab olur. Velev ki, işçiler işlerine devam edip mal çıkarsalar bile... Çünkü çıkardıkları mallar ve kendileri ve fabrikaları diğer insanlar tarafından aranmıyor. Aranmayınca, bu fabrikanın işçileri ve malları harab oldu. Zira çalışmaları ile çalışmamalarının arasında fark kalmadı. Çünkü çıkardıkları mallar pazarlara sokulmuyor.

 Şimdi bu temsille evvelki fabrikanın harabıyetine sebep olan zalim anlaşılmış oldu inşâ ELLAH. Yani birinci fabrikanın yerini alması için, ikinci fabrikayı yapan padişahtır bunların harabıyetine sebep olan. Hem bu ikinci padişaha yardım edenler de, birinci fabrikanın harabıyetine sebep olanlardır. Hem velev ki bu zalimler, metbusüyla, tabisiyle ilk fabrikanın işçisi olduğunu söyleseler bile ve ilk padişahın emrinde olduğunu deseler bile değilmi ki, İlk fabrikayı harab etmek için, ikinci fabrikayı yapana yardım ettiler. Evet, velev ki bizde müminiz, müslümanız deseler bile zalimdirler.

Bu temsil ile zalimin kimler olduğunu tanıdı isek, zalimi tanıyan müminlerin neleri yapmasını bildirmeye çalışalım bi iznillah: Zalimi tanıyan ey Müminler! Artık uyanın da, zalimin emrinde olan Âlimlere, Şeyhlere, Âbidlere ve Mücahidlere inanıp kanmayın. Çünkü yeryüzünü ve mescidleri harab edenler bunlardır. İslam düzeni için olan islamın beş şartını ruhaniliğe kalp edip Tağuta raam eden bunlardır. Bunlar harab olan camilerde Dinullahı pazarlıyorlar. Oysa çıkardıkları mallar pazara sokulmuyor.  İşte bunların pazarladığı Din'den sakının. Çünkü bunların pazarladığı din, islam dini değildir. Sadece isyan ve şirk dinidir. Çünkü Halife’i Resulün emrinde değiller. Halife’i şeytan'ın, halife’i yahudi ve nasaraların emrindeler. Öyleyse bir imamın etrafında bi’at ile cemaatleşilsin. Yani Evet, harab olan camilerin yerine tezyin olan mescid kurulsun. Kurulan bu mescid şayet zalimler tarafından devletleştirilmek suretiyle harab edilirse, ne yapılacağını okuyalım: --Maşrık da, Mağrib da ELLAH’ın dır. Ne yöne yönelirseniz yönelin ELLAH’ın veçhi pakını orada bulursunuz. Çünkü ELLAH Vâsi'dir, Alim'dir.--

Şimdi sûre’i bakaranın bu yüz on dört ve yüz on beşinci âyetlerin gölgesinde deriz: Cami ve mescidleri harabeye çeviren ve ruhban hane eden bu zalimlere --Bela-- Deyip kapılarını bir atiye karşılığı açık tutanlarda, şüphesiz zalimdirler. Çünkü bunlar, o mahal de kıraat olunan Kur'ân'ı hiçbir işe yaramadığı halde yarar göstermiş oluyorlar. Yani ölmüş olan bir insanın, ölmediğini ısrarla iddia edip, ısrar ediyor ve ettiriyorlar. Oysa Kur'ân laik olan düzenin içinde ölü mesabesindedir.

Öyleyse laik tağuti amir ve memurların emriyle emirleri altında, ibadet adına cem olmaktansa, ibadet adına dağılmak, ibadet olur. Hem mademki,  ELLAH’ın veçhi pakı her yerdedir ve mademki, yeryüzü bu ümmet için mescid kılınmıştır, öyleyse başka bir yerde sünneti Resul olan cemaatimizi, tağutun emrinden, nehyinden, izninden ve memurundan uzak olarak teşkilen secde etmek imanın emri olan bir vaciptir. Çünkü kesin çizgi ile o zalimlerden yani mescidleri harab edenlerden ve yaverlerinden ayrılmadan ELLAH’ı tevhid edemeyiz. Çünkü olmaz. Zira bu zalimlerin yaptığı işlerde ve bulundukları yerlerde ELLAH’ın rahmeti olmadığı için, ELLAH’ı tevhid edemeyiz. Çünkü ELLAH'tan başka ilâhların emrindeler. Böylesi yer ve kişilerin emrinde olmak şüphesiz ELLAH’ın gadabına uğramaktır. Biz Müminler, böyle hüsran ehli niye olacağız ki? Bizim Rabbimiz, Vâsi olan ELLAH’tır. Bizim kitabımız Âlim olan ELLAH’ın kitabıdır. Bizim istinatgâhımız yani güvendiğimiz, dayandığımız ve muallimimiz ELLAH’ın Resulüdür. Durumumuz böyle iken şimdi ne oldu bizlere ki, ELLAH'tan başka İlâh, Resulünden başka imam ve Kur'ân'dan başka hükümleri havi kitablar edindik. Demek mescidleri harabeye çeviren bizlermişiz, bizler! Şimdi inşâ ELLAH cami ve cemaati hakkında yazacağız. Şöyle ki:

Camii başkadır. Mescid başkadır. Çünkü camiler toplumun idare meclisleridir. Bunun için Cum'a camilerine selâtin denilmiştir. Bu tanıtmaya göre şimdi ki Camilere: Reisler, krallar ve başkanlar cami’i denilmesi hizmetlerine uygun düşüp çok güzel bir tarif olur. Çünkü camiler hizmet verdiği yerin ve başkanının unvanını ünlendirmesi hem camilerin selameti için, hem de reislerin idareyi suhuletle yürütmesi için bir zarurettir. Ki, ELLAH’ın hükümleri hükümet olduğunda, camilere --BEYTULLAH-- demekle kendini gösteriyordu bu hal. Demek camiler tabi oldukları düzenin elebaşısını yansıtmalıdırlar. Öyleyse ELLAH’ın hükümlerinin hükümet olmadığı beldelerde mündemiç olan Camilere: Beytuttağut, beytul reis, beytul kral demek, ifa etmiş oldukları vazifeleri gereği lâzım olmaktadır. Zira Evet, İçinde Tağuta hizmet verilen bir binaya Beytullah, Darullah demek hem günahtır, hem de ilim namına ayıptır, ayıp! Çünkü camiler, idaresini ispat eden ve fonksiyonunu gösterene aittir. Öyleyse beşeri hükümlerin emrinde olan camiler, Beytullah olma ismini kaybetmişlerdir.

Çünkü islami düzende, lokomotif olan camiler, beşeri düzenlerde vagon dahi değillerdir. Vagon dahi olamayan camiler, mahiyetlerini öylesine yitirmişler ki, yeryüzü mescid kılınmasına rağmen, vagon dahi olamayan bu camilerde yapılan secdeler ELLAH’a ulaşmaz. İşte mescidlerin harabiyeti budur. Çünkü bende ELLAH gibi hükmederim, kanun koyar ve kaldırırım diyen ve hakikaten dediğini icra eden böylece müminleri yaptığı kanunlarla itaati altına alan, bu yolla tuğyan eden zalimin emri altında, küfür, şirk düzenlerine hizmet etmeye memur edildikleri için, içinde yapılan secdeler ELLAH’a ulaşmaz. Ulaşmayınca demek o yer harab olmuştur.

ELLAH’ın nezdinde harab olan bu camiler, tağutun nezdinde harab olmasınlar diye, memurunu yerleştirmiştir o camilerde. İmdi bu izahlar,  çoklarınca kabul görmeyebilir. Çünkü bu izahlar camiler için sabitleşen hürmete ters düşmekteler. Ama biz yine kabul görmeyen bu izahlarımıza devam edeceğiz inşâ ELLAH. Lâkin şu açıklamayı da yapmaya mecburuz: Kabul görmeyen bu izahlar, tağutun hükümran olduğu yörelerde mümin ismini taşıyan insanlara ait olan bir Beyândır. Hem bu izahlar için, Dar’ül harp de, Kur'ân tefsiri diyebiliriz.

Şimdi biz dersimize davam etmek üzere konumuz olan camilerin harabiyetini izah babında deriz: Yüz binden ziyade bir cemaat olduğumuzu farz edip, camide namaz için cem olalım ve cem olduk. İmam faizin, zinanın, işretin haramiyetini Beyân eden âyetleri okudu. İkinci rekâtta da, bu haram olan işleri kaldırmayı emreden âyetleri okudu. Biz cemaat ELLAH’ın bu emirlerini kabul etmişlerden olmuşuz ki, hep birlik secdeye varıp: Evet, ya Rab emrini nehyini kabul ettik yerine getireceğiz demek olan secdeyi yaptık ve namazı eda edip dışarı çıktık. Ki, birçok şahidi olan zani görsek ve müstehcen hayâsız bir kadın görsek yada haddı şurbu hak eden bir sarhoşla karşılaşsak, bizler yüz bine varan sayımızla acaba bu suçlulara hak ettikleri cezayı verebilir miyiz? Bak şimdi siz: Hayır, biz onların cezasını veremeyiz dediğinizi işitiyorum. Hem ilave ediyorsunuz: O işler hâkim, hükümet ve devlet işidir. Bende sizi teyiden diyorum: Elbette ki o işler onların işidir. Ama işte bu noktada işin içine bir mihenk taşı olduğu için o mihenk taşı ile kendi durumumuzu hem de hükümetin durumunu ölçelim. Şöyle ki: İtaati altında olduğumuz bu hâkimler hegemonyası, acaba ELLAH bu suçlulara tanzim etmiş olduğu cezayı infaz ediyor mular ve edecekler mi? Zira herhalde ELLAH’ın koyduğu hadleri infaz ediyor ve edecekler ki, biz Müminler binlerce olarak onların emrinde olan camide, memurunun emrinde olarak imanın zarfı olan namazı eda ettik ve ediyoruz. Böylece hükümetimizin ve camide atadığı memurun delaletiyle Rabbimize İmân, islam sözü veriyoruz. Yani bunların delaletiyle:        --SEMİĞNA VE ETEĞNA-- diyoruz. Çünkü itaatimiz bunlaradır. Bu nedenle namazımızda da bunlara uymuşuz. Böylece bunları, ELLAH’a verdiğimiz sözün yerine getirilmesi için vekil tayin etmişiz. Şimdi vekillerimize güvenip ELLAH'a vermiş olduğumuz itaat sözümüzü, yerine gelmesi için vekâlet verdiklerimiz amirler yerine getirmiyorsalar, böylece vekillerimiz olarak, biz müminleri ELLAH’a yalancı ederek itaatleri altına celb ediyorlarsa, artık vekil olmaktan uzak olan bu zalimlerin emrinde olan bu camide, memurunun peşinde günde beş kez ne arıyoruz?

Günde beş kez toplanıp ELLAH’a beş kez söz verip, yine beş kez cayacaksak yani vekillerimizce caydırılacaksak, bu takdirde itaatimizi belgeleyen tasarrufları altında olan camilere toplanmamalıyız. Çünkü ELLAH’a karşı yalancı olduğumuz yerde yapılan ubûdiyyet ELLAH’a ubûdiyyet olmayıp ELLAH’a karşı bizi yalancı eden vekillerimize yani idarecilerimize ubûdiyyet olur. Ki, bu hali Rabbimiz şöyle Beyân ediyor: ELLAH ın mescidlerinde ELLAH’ın anılmasını yasak edenden daha zalim kim olabilir? Sorusu ile mescidleri harab edenleri ve harab etmenin ne demek olduğunu bizlere bildiriyor. Ona Hamd olsun. ELLAH’a Hamd ettikten sonra yolumuza devam edelim.

Mademki vekillerimiz tuğyan edip Rabbimizin emirlerini tanımamıştır, öyleyse camiler adet kabilinden var olup varlıklarını sürdürüyorlar. İmanı, İslamı ve mümini oyalamak, aldatmak için durduruluyorlar.  Öyleyse bu camileri doldurmamız ne namazdır, nede cemaattir. Oysa namaz zikrin envaini bünyesinde cem eden bir zikri cemil, zikri ekberdir. Bu zikir ve cemaati ki, iptal edilir ve edildi, yani bu ibadetle ELLAH'tan başkasına ki ubûdiyyet, itaat edilir ve ediliyor öyleyse imanın isminden başka geride hiç bir şey kalmadı. Artık dertlerin derdi olan bu derde, Risâlet yolu ile çareler aramalıyız. Çünkü emirleri altında olduğumuz amirler, ELLAH’ın emriyle hükmetmiyorlar. Böylece cami, cemaat, akide iptal oldu, harab oldu. Öyleyse Muhammed Mustafa’ya verilen beş şeyden biri: Ona yeryüzünün mescid kılınışıdır. Öyleyse Evet, tağutun tasarrufu altında, memurunun peşinde secde için camilere gidilmemeli de mescidler edinilmeli. Cemaatleşip, imamlaşıp bi'atleşmeliyiz.

Çünkü beşeri sistemlerde cami olmaz. Olanlar selâtin yada cumhuru reis olur. Bunlardan kaçmak için mescidler olur. Hem de imanın gereğidir. --ELAA İNNE EHSENEL KELAM--

İmanın gereği olan mescidi ihya etmeyip selâtin yada cumhuru reis camilerinde ELLAH'a ubûdiyyet ettiğine inananlar, sultan ve reisleri ELLAH’ın veledi ittihaz edenlerden olur. Oysa her şeyi yoktan var eden ELLAH’ın böyle şeylere ihtiyacı yoktur. Çünkü ELLAH'ın halk ettiği her şeye tevdi edilen vazifelerini yapmayıp isyankâr olamazlar. Ama irade sahibi kılınan insan, isterse itaat eder, isterse isyan eder. Ki, yukarda okuduğumuz gibi insan hür iradesini kötüye kullanarak ELLAH'ın mescidlerini harab ederek ona isyan ediyor. Ulûhiyyet makamına yakışmayan ubûdiyyetler sergiliyor. Böylece ubûdiyyetten Ulûhiyyete geçmek istiyor. Şayet ölüm olmasaydı bu zalimlerin Ulûhiyyetleri devam edecekti. Böylece ELLAH’a velet isnat edenler zevk içinde kalacaktı. Ama şimdi ELLAH’a Hamd olsun ki, o zalimler geberip gidecektir.

Çünkü ELLAH mevcudatı --OL-- emriyle var etmiştir. Bu ol emrinin içinde, erkeklik, dişilik, babalık ve evlatlık kanunu da ol emriyle oluvermiştir. Öyleyse yaradan yaratılanın kanunu ile mukayyet değildir. Yani Evet, Hâlık mahlûka benzemez. Öyleyse beşeri hükümler ELLAH'ın hükümleriyle eşlendirilemez. Ama insan kendi hükümleriyle ELLAH'a yönelmeye cüret ediyor. İşte bu hal ELLAH’ı tanımamaktır. Hem ELLAH’ı uzaktan da uzak görüp bilmektir. Oysa ELLAH Hâlık, Hafız, Razık, İlâh, Rab ve Rahman olarak mahlûkunun yanında olup yanındadır. Böylece insanı yaşatan şah damarına hayat verendir O. Verdiği hayatın devamını temin ettirendir o. Devam ettirdiği hayatın suhuletini teminen Resule ve Furkan’a Eshabı kiram gibi uyup teslim olursa insan, Rabbini Razıkını, Hafızını ve İlahını kendine şah damarından daha yakın bulur. Ama Rabbini kendine yakın bulamayanlara gelince derler: Ne olurdu Resulullah'ın Risâleti hakkında ve bildirilen gayb haberleri hakkında ELLAH bizimle konuşup mukni delilleri Beyân etseydi ya ne iyi olurdu. Böyle der gibi olanlara ELLAH'ın cevabı şudur: Biz yakinen bilmek isteyenlere ayetlerimizi yakinen bildiririz.

Evet, yakinen bilmek isteyenlere ELLAH ayetlerini yakinen, öyle yakinen ki, hayatı temin eden şah damarından daha yakın olarak bildirmiştir. Öyle ki Resul ve kitab gönderdi. Bu iki kaynağa ki, bu iki kaynak esasta tek kaynaktır. Bu tek olan hakka teslim olabilmek için, gönderilen Resule İmân etmek ve Halifesine bi’at verip teslim olmak imanın imanıdır. İmanın imanı olan imana ulaşabilmek için afakta da âyetler vardır. Afakta olan ayetlere bakıp tefekkür edebilen, Resulullah'a ve Halifesine dönmeye mecbur kalır. Mecbur kalınan mecburiyeti eda edebilen insan, ELLAH bizimle konuşsa ve bir âyet gönderse demeye ihtiyacı olmaz. Çünkü ortada olan bu ayetlerle ELLAH kendisiyle konuştuğunu anlar ve şükreder. Ama insan, fıtri olan İmân vazifesini etmeyip beşeri hükümlerin hadimi olarak tağutun emrinde yaşamayı iyi bilerek tercih ederse elbette ki: ELLAH bizimle konuşsa yada bir âyet gönderse demekten öte din anlayışı olmayacaktır. Evet, insan açıkça böyle söylemese bile böyle söyleyen evvelkilerin yolunda gittiği için, böyle diyenlerden olacaktır. Haliyle imanın dışında kalacaktır. Çünkü ELLAH bu haberleri vermek için Resulünü Hak ile korkutucu ve sevindirici olarak göndermiştir. O da vazifesini yaparak Emanetullahı Halifetullah olan insanlara tevdi ederek Refiki Alaya gitmiştir. Öyleyse o Resul kendine, Halifesine ve Teşrisine İmân etmeyenlerden ve İmân edip tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanlardan mes’ul değildir. Çünkü bunlar cehennem eshabıdırlar.

İmdi bunlar için Risâlet cahili, Risâlet zalimi, haini ve münkiri diyebiliriz. Münafıkları da diyebiliriz. Çünkü bu zalimlerin her birerleri, Risâleti kendi bilgilerine, kendi inançlarına ve amellerine göre tarif ederler. Yani her taife kitabdan, sünnetten, imandan, ihlâstan ve tevhid ten örnekler vererek kendilerinin doğru, Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olduklarını bilerek, bildirmek için ELLAH’ın dininden, kitabından konuşurlar. Hem de hâkimiyeti ve hüküm verme yetkisini ELLAH'tan ve Resulünden almış olanların hâkimiyetlerinin altında olarak, ruhsatlarıyla yürütmüş oldukları faaliyetleri, ibadetleri hak derler. Oysa şeytan'ın süslemesi ile yaptıkları bu şeylerle müminleri kendilerine kulluk ettirmeye çalışıyorlar. Ama elbette ki kendileri bilmez çünkü şeytan amellerini süslü gösteriyor onlara. Okuyalım:

وَلَنْ تَرْضى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَاالنَّصَارى حَتّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّهِ هُوَ الْهُدى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَاءَ هُمْ بَعْدَ الَّذى جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ مَالَكَ مِنَ اللّهِ مِنْ وَلِىٍّ وَلَا نَصيرٍ (120) اَلَّذينَ اتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِه اُولئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه وَمَنْ يَكْفُرْ بِه فَاُولئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ (121) يَا بَنى اِسْرَائلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِىَ الَّتى اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّى فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَمينَ (122) وَاتَّقُوا يَوْمًا لَاتَجْزى نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيًْا وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا تَنْفَعُهَا شَفَاعَةٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ (123) وَاِذِ ابْتَلى اِبْرهيمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَاَتَمَّهُنَّ قَالَ اِنّى جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ اِمَامًا قَالَ وَمِنْ ذُرِّيَّتى قَالَ لَايَنَالُ عَهْدِى الظَّالِمينَ (124)

M E A L İ:

120-- Sen onlardan biri olmadıkça ne yahudiler ne Hıristiyanlar senden asla razı olmaz, deki: Hidayet ELLAH’ın hidayetidir. Şayet sana gelen bu ilimden sonra sen onların heva ve heveslerine tabi olursan, Andolsun ki senin için yar ve yardımcı ELLAH tarafından bulunmaz. 121-- Kendilerine kitab verdiğimiz kimseler onu layıkı ile tilavet ederler. İşte ona inananlar bunlardır, kim inkâr ederse o en büyük hüsrana uğrayanlardan olur. 122-- Ey İsrail oğulları! Size ihsan etmiş olduğum nimetimi ve sizi âlemler üzerine mümtaz kıldığımı hatırlayın! 123-- Ki, hiç kimse bir kimseden yana fidye ödeyemediği ve kimseden bedel kabul edilmediği o günden sakının. O günde şefaat kimseye fayda vermez. Haliyle yardım da görmezler. 124-- Öyleyse bilin ki İbrâhim’i Rabbi bir takım kelimelerle imtihan etmişti. O bunları bitamamıha itmam edince, seni insanlara imam yapacağız demiştik, o da: Zürriyetimden de demişti: Biz de ona: Zalimler bu ahdime eremez demiştik.

M E R A M I:

İmdi kim ve kimler, islam mümini olarak yahudi ve nasaraları razı etmek için ümmet olmaktan çıkıp millet ve ulus namına onlara tabi olursa şüphe yok bu zalimler ELLAH’ın Ulûhiyyetini, Rububiyyetini, Risâletini red etmiş olur. Eğer red etmiş olmasalardı Halife’i Resul de yeryüzüne olurdu. Ve ELLAH’ın hükümleri hükümet olurdu. Madem bunlar yoktur ve madem bunları ılga edenlere ulus, millet, vatan, milliyet namına sevgi ve itaat vardır öyleyse bu zalimler için âhiret'te yar ve yardımcı yoktur.

Dünya ve âhiret'te ELLAH’ın yarından ve yardımından, yahudi ve nasaralara tabi olmak suretiyle mahrum kalanlar, Kitabullah'ı okuyanlardan da olsalar, Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe de olsalar ELLAH’ın nezdinde ve Ulûhiyyetinde mümin olamazlar. Çünkü Kur'ân okuyan, tağutu inkâr eder. Ve inkâr etmeyenlerin ruhsatı ile ELLAH’a ibadet etmeye ve ettirmeye kalkmaz. Çünkü İmân etmiş olup Kur'ân'ı okuyor. Mademki İmân böyledir, öyleyse bu imanı beceremeyenler kâfir ve müşriktirler. Müşrik zilletten başka bir menzile ulaşamaz. 

Nitekim kavmi İsrail kendilerine gelen Tevrat’ı hakkıyla okuyup ELLAH’a İmân ve Risâlet'e teslim olarak tağutu inkâr edemedikleri için, mümin olamadılar. Haliyle münkir ve ELLAH’ın nimetine nankör olup kaldılar. Hiç şüphe yok bu herzeleri krallarının hatırı için yediler. Lâkin Âlemlerin üstüne mümtaz iken hemen Âlemlerin altına mundar olarak düştüler.

 Çünkü --VETTEKU-- emrine Hayır, deyip ELLAH’a karşı geldiler. Ama onlara ve onlara tabi olanlara sorarsan biz ELLAH'tan korkarız derler. Oysa Risâlet'e ve Halifesine düşman oldukları için, ELLAH’ın düşmanı oldular. ELLAH’a düşman olanlar için şefaat eden yoktur. Çünkü ümmetçiliği itip milletçiliğe,  vatancılığa, milliyetçiliğe, milletçiliğe, ulusçuluğa, ırkçılığa, dilciliğe ve renkçiliğe döndüler.

Böylece imtihan edilerek insanlığa imam olarak atanan İbrâhim’in milletinden olma şerefini yitirdiler. Ve zürriyetlerinden de İbrâhim’e tabi imamlar gelmez oldu. Çünkü zalimlere İbrâhim’in makamında imam olmak için ELLAH’ın ahdi ve yardımı yoktur, lâkin Nemrud’un yolunda imam olanlar için, şeytan'ın vesayetiyle ELLAH’ın yardımı Elbette ki, vardır. Çünkü ELLAH yardım etmese kâfirlere,   kâfirler hükümlerini yürütemezler münkirlere, müşriklere, münafık'lara ve mürtedlere.

      V E  İ Z A H I:

Ey kaariler! Bilesiniz ki, meramımız, izahımız Resulullah'a ve Halifesine bi’at verip uymayı uyanlarla islam cemaatini teşkil etmeyi, teşkil edilmişse hicret ile o cemaate katılmayı anlayıp atlatmaktır. Çünkü sünnet olan bu cemaat farzını ikame etmeden diğer farzların kabulü mümkün değildir. Çünkü Tağuta itaat ederek ELLAH’a itaat etmek muhaldir de ondan. Zira ELLAH içinde şirk olan ameli kabul etmiyor. Evet, bu nedenle daima bu konuyu işliyoruz. Ama bu bozuk imlalarla ne derece isabet kaydettiğimizi de bilemiyoruz. Öyle ise ELLAH’a sığınarak devam ediyoruz:

 İçinde olduğumuz ve bizi selamete çıkarıyor ve çıkaracak diye güvendiğimiz bu gemi, şüphesiz istikametini Beytullah'tan yüz seksen derece cevirmiş olup, yahudi ve nasaraların limanlarına doğru hızla ilerleyip limana girmek üzere islimini kesmiş olup demirini atmıştır. Şimdi biz Müminler bu geminin içinde olup ELLAH ve Resulü aşkına Âlimlik, Âbidlik, Şeyhlik, Mücahitlik, Müritlik ve Talebelik ederek kurtulacağımızı ve insanlara: Sizde bize tabi olursanız kurtulursunuz demekteyiz. Haliyle avam denilen Müminler de bizi dinleyip bizim gibi etmeye çalışıyorlar.

Şimdi bu geminin içinde olan biz müminlere, ELLAH tarafında bir Resul gönderecek olsa gelip, bulunduğumuz geminin içinde ELLAH ve Resulünün adına ve aşkına faaliyet yürüten biz müminlere: Size ELLAH’ın selamı vardır. Ki, ELLAH sizin ibadetinizi, cihadınızı, cumanızı, zekâtınızı, orucunuzu, zikrinizi ve fikrinizi kabul etmiştir. Böylece bu ubûdiyyetinize bu geminin içinde ve bu limanda devam edin der mi?  Bu soruya hepimiz Hayır,   diyoruz.  Öyle ise şöyle der: Ben ELLAH’ın Resulüyüm, bana inanarak teslim ve tabi olun. Ve bana teslim ve tabi olabilmeniz için, geminizi ve bunun içinde ki kaptanınızın ruhsatı ile yaptıklarınızı ve sizi hidayete irşad ediyor diye inandıklarınızı terk edip benim gemime gelin der. Hem bu Dâvetimi kabul etmediğiniz de, hiçbir din üzere olmadığınızı bilin der. Öyleyse bir asra varan zaman için de bu geminin için de hidayette olduğunu ve başkalarına da hidayet ettiğine inanan ve binlerce de inananları olan bu köşe taşları ve kendilerine bağlı olan ara taşları       --LEBBEYK-- deyip inanmış oldukları din'lerinden ve din'lerinden kendilerine kalan hidayetlerinden, ilimlerinden, ibadetlerinden, şeyhlerinden ve tariklerinden ve mezheplerinden vazgeçip, kendilerini boş çuval bilerek yeniden İmân etmek üzere yani din'lerini değiştirmek üzere gelirler mi? Hayır, gelmezler.   Çünkü kendilerini Din'de rusüh sahibi bilmekteler.

Kendini böyle rusüh bilenlerin hiçbir din üzere olmadıklarını onlara diyene elbette ki onlar: Bu adam delidir, dinsizdir, sapıktır diyecekler. Çünkü yahudi ve nasaraların limanına demirli olan geminin içinde kaptanının ruhsatı ile imanın olamayacağını bilememekteler. Yani tevhidi, şirk’i bilememekteler. Hâkimiyetin bilakaydu şart ELLAH'ın olduğunu ve ELLAH’ın olması için ona İmân ettiklerini bilememekteler. Ki, ELLAH şöyle ders veriyor: Sen onların cemaatlerine, kurallarına, reislerine, şeyhlerine tabi olmadan onlar senden razı olmazlar. Oysa size Resul ve kitab gelmiştir. Siz o lanetlilerin limanına demirini atan geminin içinde nasıl olursunuz? Sorusu ile ELLAH yolunu şaşırtmış olan bu ümmete ders veriyor.

Verilen bu ders üzere yeniden bir Resul gelmeyeceğine göre, Risâleti Kıyâmete dek cari olan Resulullah'ın davasını, tebliğini biz Müminler yüklenmeliyiz. Yani imamımızı bulup bi’at etmeye, cemaatimizi kurup itaat etmeye yönelmeliyiz. Aksi halde bize gelen bu ilimden, bu Din'den,  sonra yahudi ve nasaralara uyanlardan oluruz. Hem de olduk. Ki, bizde bu teşbihi yaptık. Şunun için bu teşbihi yaptık: ELLAH’ın son Resulü, Kur'ân ile dâvet verdiği o zamanda, yahudi ve nasaralar kendilerini hidayette bilmiş oldukları için Dâvete icabet etmediler. Da, İçinde oldukları geminin kuralları ile ELLAH ve Mûsâ, ELLAH ve Îsâ adına ve aşkına birçok ilim ve ameller dermeyan ettiler. Ettiler ki, ettiklerini, bildiklerini terk edip yeniden İmân edemediler. Öyle ise istemeyerek de olsa söyleyeceğim: Onların o zamanda olan ve bu zamanda olan halleri yani din anlayışları aynen bu ümmete hulul etti. Hem onların islamdan önceki halleri, bu ümmetten çok daha farklı olup imtiyazlı idiler. Çünkü onlar son dâvet vaki olmadan, batıl geminin içinde ihlâs ile ELLAH’ın rızası için yapmış oldukları şeylerle ELLAH’ın affına mazhar olanları olmuştur. Ama vaktaki son Resul geldi, onlardan gemilerini terk etmeleri istendi. Çünkü islam, o geminin için de olan Âlim ve Âbidlerin hiç birine aferin çekmedi. Da, Bu son dine, bu son Resule uyma mecburiyetindesiniz dedi. Hem şayet kitab ehli iseniz ve kitabınızı okuyorsanız, son Resule İmân etmeye mecbursunuz dedi.

Lâkin onları bu dâvet, son Resule ve Kur'ân'a bedevilerden daha bedevi düşmanlığa sevk etti. Lâkin onlara gemilerinin içinde yaptıkları amellerinden dolayı aferin çekilerek yolunuza devam edin denilseydi, dost olurlardı. Ve Zaten biz sizden önce müslüman olanlardanız derlerdi.

Öyleyse bu ümmet, şimdi onların gemisi gibi batıl bir geminin içinde ise ki, içindedir ve onlar gibi ibadet adına birçok şeyler yapıyorsalar ki yapıyorlar. Öyleyse onların ibadet ve imanları son Resulün gelmesi ile nasıl ki iptal ve ılga edildi ise, bu ümmetin de, o batıl geminin içinde İmân ve ibadetleri, Resulullah'ın Kıyâmete dek baki olan Risâleti nedeni ile iptal ve ılga edilmişlerdir. Ama yeni bir Resulün gelmesi beklenilmiş olsaydı o gelene dek batıl geminin içinde yapılan İmân ve ibadetler, yapan kişinin ihlâs ve niyetine göre kabul görürdü. Beklenilen Resul olmadığına göre, Risâleti Kıyâmete kadar cari olan Resul, batıl geminin için de yahudi ve nasaraların İmân ve amellerini nasıl iptal etti ise, aynı geminin için de olan bu ümmetinde amel ve imanlarını iptal etmiştir. Ta ki o gemiyi terk edip bu son islam gemisine dönünceye kadar. Ki, bu gemiye dönmek sünnet olan farzı ekberdir. Sünnet olan bu farzı ekber yerine gelmediği takdirde, Rabbimizin ayetini okuyarak sonucunu düşünelim: --Sen onların milletine tabi olmadan onlar senden razı olmaz.-- Yani sen onların gemisine binip Din'lerine, kurallarına, krallarına, Mücahid ve şeyhlerine, tarikat ve mezheplerine itaat etmeden, sevmeden, girmeden onlar senden razı olmaz. İmdi ELLAH’ın bu Beyânına göre, onlar bu ümmetten razı gözükmekte. Öyle ise bu ümmetin imanı ve ameli kabul görmüyor. Çünkü idrar idrara karıştı ve idrar idrarla yıkanır oldu. Ama kendilerini temiz bilip temizleyici olduklarını söylemekteler. Oysa binlerce insanı peşlerine alıp idrar ile yıkıyorlar.

Oysa kendilerine kitab verilenlerin biride bu ümmettir. Demek kitablarını layıkı ile tilavet etmiyor bu ümmet. Çünkü layıkı ile tilavet edenlerin İmân edeceklerini Beyân ediyor ELLAH. Yani Kur'ân'ı layıkı ile tilavet edenlerin yahudi ve nasaraların peşlerinden gitmeyeceğini Beyân ediyor ELLAH. Ve ELLAH Kur'ân'ı hakkıyla tilavet edenin, edenlerin, yahudi ve nasaraların hükümleri ile hükmedenlerin ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olmayacağını buyuruyor. Öyle ise Kur'ân'ı layıkı ile okumak, Muhammed Mustafa’ya İmân etmekle, batıl gemiyi terk etmekle ve tağutun ruhsatı ile Ubûdiyyetullah'a yönelmemekle neticelenir. Şayet Kur'ân okumak bu neticeyi vermiyorsa, Kur'ân okuyanlar ve okutanlar Kur'ân okumuyorlar. Çünkü tağutun ruhsatı ile Kur'ân okumak ve okutmak sadece Kur'ân'ı tağutun gemisine süpürge yapmak için okumuş olur ve okutmuş olur. Kur'ân'ı tağutun gemisine süpürge yapmak için okumak onu okumamaktan çok daha kötüdür. Çünkü Kur'ân'ı okumayan onu okumadığı için İmân etmez. Lâkin Kur'ân'ı okuyarak onu tağutun gemisine süpürge yapan zalimler, ELLAH’ın dinini, Kur'ân'ını ve emirlerini değiştirmiş olur. Yani ELLAH ile beraber başka bir ilâhın varlığını kabul ederek kabul ettirmiş olur. Ki, ELLAH bu nedenle: --SÜBHÂNELLAHİ AMMA YUŞRİKUN-- Ayeti ile bu zalimlerden zatı pakını tenzihu tekbir etmektedir. Ona Hamd olsun.

Zira o Rabbimiz biz müminlerini yani gönderdiği Kitaba, Resule İmân edip sahip çıkan müminleri, Âlemlerin üstüne mümtaz kıldığını bildirmektedir. Yani ELLAH Muhammed Mustafa’sı ile beraber gönderdiği Kur'ân sayesinde, müminlerini Âlemlerin üzerine seçilmiş olarak ve düşmanlarına karşı ELLAH’ın yardımını almış olarak ayırdığını Beyân etmektedir. Esir iken efendi yaptığını, cahil iken Âlim kıldığını, idare edilirken idare eden olduğunu Beyân etmektedir. İşte Âlemlerin üzerine mümtaz olmak budur. ELLAH bu mümtaziyeti, israil kavmine Resul ve Nebi'ler peş peşe vermesi ile ve Tevrat'ı vermesi ile verdi. Ta ki, son Resul ve Kur'ân gelene kadar mumtaziyetleri devam etti. Demek Resule ve Kur'ân'a sarılmak sarılanları Âlemlerin üstüne getirir. Ama işte getirir? Yada getirmeyip zillete iletir. Hem niçin zillete iletmesin? Zira ELLAH’ın gemisinin süpürgesini tağutun gemisine süpürge edenler zalim oldukları için elbette ki Âlemlerin ayakları altına düşeceklerdir. Hem bu zalimler ELLAH’ı değil, tağutu razık bilmekteler. Tağut razık ve hafız bilindiği için onu ilâh edinenler ne yaparlarsa yapsınlar ELLAH’ın katında şefii ve yardımcı bulamaz. Ve fidye ödeyenleri çıkmaz. Bedelleri yani İmân ve amelleri kabul edilmez. Çünkü son dine, son kitaba İmân etmemişlerdir ve çünkü İmân ettikleri halde ELLAH’ın dini ile ve kitabı ile tağutun, yahudi ve nasaraların gemilerini süpürüyorlar. Böylece elbette ki dünya ve âhiret'te yardım görmeyeceklerdir. Zira dünya ve âhiret'te yardım görenler                    --LİNNASİ İMAMA-- olan İbrâhim'in milletinden ve Muhammed’in ümmetinden olanlardır. İbrâhim'in milletinden ve Muhammed’in ümmetinden olabilmek için, Kur'ân ile hükmetmek ve hükmedene biat verip teslim olmak farzdır.

Okuyalım: Bilin ki, İbrâhim'i Rabbi bir takım kelimelerle imtihan etmişti de, o bunları eksiksiz itmam edince, ona: Seni insanlara imam yapacağız demiştik, oda: Zürriyetimden de demişti. ELLAH: Hayır, zalimler bu ahdime eremez demişti.

İbrâhim (a.s.) imtihan edildi ama kâğıt ve kalem ile imtihan edilmedi. Malı ile canı ile ve evladı ile imtihan edildi. Bu imtihanları bitamamıha kazanan İbrâhim, Rabbul Âlemin olan ELLAH tarafından insanların imamlığına atandı. Hemen İbrâhim: Zürriyetimi de imamlar kıl dedi. Lâkin ELLAH: Evet, ey İbrâhim! Senin zürriyetini imamlar kıldım. Zürriyetinden zalim olanlar için benim ahdim yoktur. Yani zülmen, gasben senin yerine geçenlere ben yardım etmem. Zira benim Rahman, Rahîm, Razık sıfatlarıma uygun düşmez. Ne var ki, ELLAH’ın ahdi, yardımı, rızası olmamasına rağmen, şeytan'ın ahdi, yardımı ve rızası ile yeryüzü zalim imamlarla doldu. Konumuz bu zalimler olmadığı için, imamımız İbrâhim'in tebliğ ve tenfiz metoduna dönüyoruz: İbrâhim Rabbinden aldığı imamlık vazifesi ile insanların içine girdiğinde insanları ELLAH'tan gayrı ilâhlar edinmiş gördü ve bu ilâhlar ELLAH’ın yerine koyulduğunu görünce, bu insanları ELLAH'tan başka ilâh olmayan ELLAH’a döndürmek için ortada birçok engeller buldu.

Bu engelleri ortadan kaldırmadan, bu insanlara pratikte ELLAH'ı İlâh, Rab, Razık, Hafız kabul ettirmenin mümkün olmayacağını anladı. Anlayınca hemen bu noktadan hareketle cihada başlamak için, cihadın nereden ve nasıl başlanacağının tespitini yaparken gördü ki: Ben ELLAH’ı Rab, Razık, Hafız ve İlâh edinmiş olduğum gibi, bu kavmim,  bu insanlar kendilerini yönetenleri İlâh, Rab, Hafız ve Razık edinmişlerdir. Ki, onların resimlerini resmetmişlerdir. Badehu huzurlarına çıkarak onlardan yardım talep etmekteler ve ettikleri şeyleri onlara Beyân ile edeceklerini de onlara bildirmekteler. Bu vahim hali gören İbrâhim canı pahasına onları vurup kırdı. Böylece İbrâhim canını vermek için sıra bekleyenlerden oldu. Hakikaten Nemrutu tağut, en şiddetli ceza vermede gecikmedi. Böylece İbrâhim’i ateşe attı.

Evet, sonrası yine tevatüren meşhurdur ki, ateş İbrâhim’i yakmadı. Rabbinin emri ile kendisini yakmayan ateşten çıkan İbrâhim, yine Rabbinin emri ile hicret ederek Mekke ye geldi. Ve Mekke yi nokta yani, merkez yaptı. Orada tevhidin remzi olan Beytullahı bina etti. Lâkin İbrâhim'in imtihanı bitmedi. Bu kez oğlu İsmâil’i kurban etme emrini aldı. Aldığı emri oğluna söyleyince oğlu İsmâil:                --TÜ’MER, SETECİDUNİ İNŞAELLAHU MİNESSABİRİN-- Diyerek cevap verdi. Öyle ise bizde burada: ELLAHU EKBER diyerek, imamımız İbrâhim’e --ESSELAMU ALEYKE YA HALİLULLAH YA İSMAİLU NECİYULLAH-- Diyelim. Zira dünya denilen bu varlık inanın ki, nefsi emmare den gayrı bir şey değildir. Öyle ise insanın kendisi bir dünyadır. Dünyanın muhabbetinin temeli de can, mal ve evlattır.

İşte İbrâhim tüm bunları Rabbi için hibe etti ve imtihanı kazananlardan oldu. Böylece imamı linnas oldu. Tevhidin, ihlâsın, kulluğun aynası ve imamı oldu. Ayna olduğu kelimenin beytini yaptı ve işte ben ve yolum budur dedi. İnsanları bina ettiği evin ziyaretine yani ELLAH’a misafir olmaya dâvet etti. Öyle ise o eve ziyarete giden İbrâhim gibi tağutu kalben inkâr etmelidir, lisanen lanetlemelidir ve elle kırıp atmalıdır. Çünkü Tevhidullah ve Ahkamullah mücadelesi İbrâhim'in mücadelesine uymasa, İbrâhim'in imamlığı red edilmiş olur. Öyle ise devri halimizde dünyada verilen İmân ve islam kavgası,   imamımız İbrâhim'in kavgasına hiç ama hiç benzememektedir. Çünkü bugün yapılanlar iğneden ipliğe dek tağutun yani İbrâhim'in düşmanlarının ruhsatı ile yapılmaktalar. Hem de kontrolleri altında olarak yapılmaktalar. Oysa İbrâhim, günümüzde dini faaliyetler yürütenleri yani nemrutun ruhsatı ile ELLAH’a âlim, Âbid, şeyh, mürid, Mücahid ve talebe olanları karşı tarafa alarak faaliyetini yürütmüş olduğuna hiç şüphe yoktur.

Çünkü önceden bi’at yani yemin, sonra mevduata itaat, daha sonra put haneye müracaat ve hemen bütün insanların gözleri önünde aşikâre olarak: Ayrılmayacağız bu puttan ve yolundan duyun bizden ey nas! Diyerek yemin etmekle Risâlet dinini dava etmek dini İslamı kökten taa tepesine kadar bozmak ve tahrif etmektir, yok etmektir. Ha birileri de şöyle der: Bu yaptıklarımız onları aldatmadır. Bizde deriz: Zahiren işlenenler bunlar olursa, kalpte olanların da bunlar olduğuna hükmolunur. Çünkü ilim, maluma tâbidir, hüküm zahir olana aittir. Yani zahirde görünenlerle hükmolunur. Kalpte olan niyetlere gelince onların yeri mahşerde ELLAH’ın huzurudur. Öyle ise tevhid’den başka hiçbir sıfatı olmayan islam dini için, İbrâhim’e ve Muhammed Mustafa ya tabi olunmayacaksa, demektir ki, İbrâhim’i imamlığa atayan layık olmayanı imamlığa atamıştır. ELLAH’ı böylesine itham altına alan, dini faaliyetlerden ve elebaşlarından sığınanlar, ELLAH’a sığınsın. ELLAH’a sığınmak için bu Kur'ân hakkıyla tilavet olunsun ki gayrı islami sünnetle yani islam dışı hareketlerle İslamı dava etmenin ne büyük bir cinayet olduğu bilinsin. Şöyle ki: Önce tağutun emri altında, hattında yürüyeceğine dair yazılı imzalı, sözlü Beyân ver, badehu vermiş olduğun bu Beyâna münafi bazı şeyleri konuşmak, insan ismine ve izzetine yakışmaz. Hak olsun batıl olsun itibarını yitiren her insan onu bir daha geri alamaz.

Öyleyse Risâlet'e ve Halifesine açık, açık uymaktan başka çare yoktur. Lâkin Risâlet'e ve Halifesine uymadan veraset dava eden yok mudur? Elbette vardır. Ama bu zalimler: Yahudi ve nasara olun ki, kurtulabilesiniz diyenlerin varisleridirler. İşte bu zalimler, Risâlet'e ve Halifesine uymadan varis görünümünde yansıma ediyorlar. Ama bunlar ELLAH’ın nezdi pakında varis değillerdir. Öyle ise bunlara uyanlar İbrâhim'in kıblesine uymuş olmaz. Ancak şeytan'ın ahdi ile imam olan yahudi ve nasaralara uymuş olur. Ve bunların ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanlara uymuş olur. İmdi şeytan'ın ahdi ile imam olan zalimlere uyanlar, namazda Beytullah'a yönelmeleri ile Beytullah'a yönelmiş olmazlar. Böylece bunların ve uyduklarının vahid diye bir inançları olamaz. Sadece her şeyleri vahideyni olur. Yani bunların ELLAH birdir demelerini ELLAH doğru dediler diye kabul etmez. Çünkü ELLAH insanların sine boşluğunda iki kalp yaratmadı. Bir kalp, bir kıble, bir din ve bir şeriat halk etmiştir. Böylece: Bende sizin tek İlahınızım tek Hafızınızım ve tek Razıkınızım hakikatini ferman etmiştir. Okuyalım:

وَاِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِلنَّاسِ وَاَمْنًا وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ اِبْرهيمَ مُصَلًّى وَعَهِدْنَا اِلى اِبْرهيمَ وَاِسْمعيلَ اَنْ طَهِّرَا بَيْتِىَ لِلطَّائِفينَ وَالْعَاكِفينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ (125) وَاِذْ قَالَ اِبْرهيمُ رَبِّ اجْعَلْ هذَا بَلَدًا امِنًا وَارْزُقْ اَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ امَنَ مِنْهُمْ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الْاخِرِ قَالَ وَمَنْ كَفَرَ فَاُمَتِّعُهُ قَليلًا ثُمَّ اَضْطَرُّهُ اِلى عَذَابِ النَّارِ وَبِئْسَ الْمَصيرُ (126) وَاِذْ يَرْفَعُ اِبْرهيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَاِسْمعيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا اِنَّكَ اَنْتَ السَّميعُ الْعَليمُ (127) رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَا اُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَ وَاَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَا اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّحيمُ (128) رَبَّنَا وَابْعَثْ فيهِمْ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ ايَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكّيهِمْ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَزِيزُ الْحَكيمُ (129) وَمَنْ يَرْغَبُ عَنْ مِلَّةِ اِبْرهيمَ اِلَّا مَنْ سَفِهَ نَفْسَهُ وَلَقَدِ اصْطَفَيْنَاهُ فِى الدُّنْيَا وَاِنَّهُ فِى الْاخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحينَ (130) اِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُ اَسْلِمْ قَالَ اَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَمينَ (131) وَوَصّى بِهَا اِبْرهيمُ بَنيهِ وَيَعْقُوبُ يَا بَنِىَّ اِنَّ اللّهَ اصْطَفى لَكُمُ الدّينَ فَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ (132) اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَاءَ اِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُ اِذْ قَالَ لِبَنيهِ مَاتَعْبُدُونَ مِنْ بَعْدى قَالُوا نَعْبُدُ اِلهَكَ وَاِلهَ ابَائِكَ اِبْرهيمَ وَاِسْمعيلَ وَاِسْحقَ اِلهًا وَاحِدًا وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ (133) تِلْكَ اُمَّةٌ قَدْ خَلَتْ لَهَا مَاكَسَبَتْ وَلَكُمْ مَاكَسَبْتُمْ وَلَاتُسَْلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ (134)

M E A L İ:

125-- Hani beyti insanlar için toplantı yeri yapmıştık ve emin bir mahal kılmıştık. Sizde İbrâhim’in makamından bir namazgâh edinin demiştik. İbrâhim ile İsmâil’e de: Evimi tavaf edenler, orda kalanlar, rükû ve secde edenler için temiz tutun emrini vermiştik. 126-- Hani İbrâhim: Ya Rabbi burasını emin bir şehir kıl ve ahalisinden ELLAH’a ve âhiret gününe İmân etmiş olanları mahsullerle rızıklandır. ELLAH’da: Kâfirleri de kısa bir zaman için faydalandıracağım, sonra onları cehenneme sokacağım bu ne çirkin bir gidiştir. 127-- Hani İbrâhim beytimin temelini İsmâil ile birlikte yükseltirken: Ey Rabbimiz! Bizden kabul eyle diyorlardı. Şüphesiz ki hakkıyla işiten ve bilen sensin sen diyorlardı. 128-- Ey Rabbimiz! İkimizi de sana teslimiyette sabit kıl soyumuzdan müslimler yetiştir bize itaat edeceğimiz yeri göster. Tevbemizi kabul eyle, zira tevbeleri kabul eden, esirgeyen ve bağışlayan ancak sensin sen diyordular.    129-- Aralarından onlara, senin ayetlerini okuyacak, kitabı hikmeti öğretecek, onları tezkiye edecek nezir gönder. Şüphe yok Aziz olan sensin sen diyorlardı. 130-- Kendini bilmeyenden başka İbrâhim’in dininden kim yüz çevirir? Şüphesiz onu biz seçtik ve beğendik o âhiret'te de Salihlerdendir. 131--  Hani Rabbi ona: Teslim ol demişti de o da: Ben Âlemlerin Rabbine teslim oldum demişti. 132-- İbrâhim bunu oğullarına da tavsiye etti. Yâkûb’ta: Ey oğullarım! Sizin için ELLAH dinini seçti. O halde sizde yalnız ona teslim olarak can verin demişti. 133-- Yoksa Yâkûb’a ölüm geldiğinde siz orda hazır mıydınız? Hani o oğullarına: Benden sonra kime uyup itaat edeceksiniz? Oğulları: Senin ilahına ataların olan İbrâhim’in ve İshâk’ın tek İlâhı olan Rabbine itaat ve ibadet edeceğiz. Zira biz ona teslim olmuşuz demişlerdi. 134-- Onlar birçok ümmetti gelip geçtiler. Onların Kazandıkları kendilerinin sizin kazandıklarınız da sizindir. Siz onların işlemiş olduklarından suale çekilmesiniz.

M E R A M I:

ELLAH, Halili İbrâhim’i imtihan edip, Kıyâmete dek insanlara imam olarak atamıştır. Böylece ELLAH (c.c.) yeryüzüne devleti Sübhaniyesini, İbrâhim’in başkanlığında kurdu. Devamı da aynı imamın başkanlığında olmasını emretti. Ki, Beytini ona bina ettirdi. Böylece onu tavaf eden ELLAH’ı tavaf etsin için ve ona yönelen ELLAH’a yönelmiş olsun için. Öyleyse Beytullahı ve Beytullah'a teveccüh eden camileri, imamı linnas olan İbrâhim’in başkanlığından alıp tağutların başkanlığı altında, böylece yahudi ve nasaraların hâkimiyeti altına, hizmetlerine ram edenler şeytan'ın, yahudi ve nasaraların Halifeleri olduklarına şüphe yoktur. Öyleyse bunların ruhsatları ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olanlar da bu zalimlerin çerileri olduklarına şüphe olmaz.

 Zira cami ve mescidler, içinde bulundukları düzenin istikrarını temin etmekteler. Haliyle batıl düzenin istikrarını temin eden cami, dirar mescidin den başka bir şey değildir ve içine girip çıkanları da, müşriklerden olup mümin değillerdir.

İmdi mescidleri ve müminleri bu seviyeye gelen beldelerde, mahsuller az olur. Hayır, sayıları belki çok olur ama mümin isimli ve resimli olanları doyurmaya yetmez. Hayır, belki doyurur, hem de öyle doyurur ki, damarları tıkanır, mideler dolup çatlar. Ama yine de doymadık, doymadık diye diye kalp krizinden güm giderler. Çünkü doymayan göz, hırs ve tamahtır. Doymayan göz, hırs ve tamahın karşısında mide, damar ve kalp dayanmaz. İşte böylesi toplumlarda İbrâhim’in ve Muhammed’in duaları şamil değildir. Çünkü bu toplumlar İslamı bırakıp isyan, zina, faiz, zulüm, işret ve rüşvet düzeninin altına geçmişler. Elbette ki, ELLAH bu zalimleri de bir zamana dek yaşattıktan sonra cehennemine sokacaktır.

Şunun için ki, bunlar yaptıklarını ve yapmadıklarını İbrâhim’in ve Muhammed’in İlâhı olan ELLAH için yapmazlar. Zira ELLAH, ilâh olarak bu zalimlerin teşrii sahalarında ilâhları değildir. Olmayınca bunların ilâhı yahudi ve nasaralar oluyor ve bunların bozmaları olan valileri ilâhları oluyor. Böylece kılınan namazlar da tağut için kılınmış oluyor. Öyleyse Vâcıb olan cehennem bu zalimler için yaratılmıştır.   Yaşasın cehennem!

Hem böylesi zalimlerin zürriyetlerinden ELLAH’a islam türemez. Bunlardan ümmet olmaz. Millet olur. Ümmet olmaktan çıkıp millet, ulus olanlara ELLAH men seklerini yani kar ve zararlarını bildirmez. Bildirmeyince haliyle kar ve zararlarını ve yollarını yahudi ve nasaralardan öğrenmeye yönelirler. Öyle ki, onların yolunda, emrinde canlarını vermeyi şeref ittihaz eder bu şerefsizler. İşte ELLAH’ın acıyıp Rahmet etmediği Müminler bunlardır.

ELLAH’ın Rahmetinden cüda olanlara ELLAH, Halife’i Resul kapısını kapar.  Rahmetellil âlemin kapısı kapanınca, Kur'ân anlaşılmaz olur. Çünkü ahkâm âyetleri hükümet olmadan, Kur'ân'ın Rahmeti, hikmeti onu tilavet edenden gizlenir. Haliyle böylesi mümin toplumlarda, ELLAH’ın Aziz, Hâkim oluşu söz, edebiyat olsun diye söylenmiş olur. Zira İmân bu seviyeye düşmüş olmasaydı İbrâhim: Aralarından senin ayetlerini okuyacak, kitabı, hikmeti öğretecek, onları tezkiye edecek nezir ve beşir gönder şeklinde Rabbul alemine dua eder miydi? Demek Risâlet ve Halifesi olmayınca islam yoktur. İslam olmayınca İmân yoktur. Ki ELLAH’da Halil'inin duasını kabul ederek yeryüzünü Resul ve Nebisiz bırakmadı. Ona Hamd olsun. Lâkin bugün insanlar, tüm Nebi'leri temsilen gelen son Resulün Halifesini ılga etmesi ile sayısını ELLAH’ın bildiği tüm Resul ve Nebi'leri inkâr etmiş oldu.

Böylece İbrâhim'in milletinden ve Muhammed’in ümmetinden olmak muhal oldu. Öte yandan Rabbimiz olan ELLAH: İbrâhim'in milletinden yani İbrâhim'in dininden ve Muhammed’in ümmeti olmaktan ancak kendini bilmeyen zalimler yüz çevirir buyurmaktadır.

Öyleyse bu şaşırmışlardan daha şaşırmışını, daha zalimini bulmak muhaldir. Çünkü bunlar, ELLAH’ın teslim ol çağrısına isyan edenlerdir. Oysa ELLAH İbrâhim’e ve bütün Resullerine: --ESLİM--Deyince, onlar. --ESLEMTU-- Dediler yani teslim olun çağrısına, teslim olduk cevabını verdiler. Öyle ise ELLAH’a böyle cevap verenin yolundan ayrılmak için Hilafet'i lağvedenin ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olandan daha zalim biri olur mu?

Böyle azgın bir zalim olmamak için, İbrâhim, oğullarına ELLAH’a, Resulüne ve Halifesine teslim olmayı tavsiye etti. Bu tavsiyeyi kabul eden torunu Yâkûb da,  evlatlarına ve ümmetine ELLAH’a, Resulüne ve Halifesine teslim olmalarını tavsiye etti. Aksi halde kâfir, müşrik, mürted olarak can vereceklerini söyledi. Demek ki İmân edip, İmân ile ölebilmek için, müminin önünde Risâletin Halifesi olmalıdır. Ardında olan mümin de o imama bi’at verip teslim olmalıdır. Böylece malı ile canı ile ölene dek o kapının önünde beklemelidir. Aksi olursa, Evet, bu aksi olanın içinde duran mümin kendini ne bilirse bilsin, yada ne bilinirse bilinsin, kâfir ve müşrik olarak ölmekten kendilerini beri alamazlar.

Bu hükmü Yâkûb’ a ölüm geldiğinde, oğullarını toplayıp şöyle demesinden anlıyoruz: Yâkûb, ey oğullarım! Benden sonra siz kime uymak sureti ile ELLAH’a kulluk edeceksiniz? Sorusunu sordu. Bu sualden anlıyoruz ki, Müminler Yâkûb’a uyarak ELLAH’a kulluk ediyorlardı. Vaktaki ölüm ona geldi, ümmetini toplayarak: Siz bana uyduğunuz gibi, benim Halifeme uymazsanız ELLAH’a kulluk edenlerden olamazsınız deyince oğulları: Ey imamımız olan baba! Sen müsterih ol. Zira biz senin İlahına, atamız olan İbrâhim'in, İsmâil in ve İshâk’ın İlahına ibadet edeceğiz. Biz o İlahın Resulüne, Halifesine ve Kitabına uyucularız dediler. Eh bunca Resul ve Nebi'lerin uymuş oldukları Risâlet'e ve Halifesine, Teşriisine uyup teslim olmamak, şüphe yok mümini imandan cüda eder.

İmdi yukarıda İmân ve teslimleri bizlere örnek ve ders verilenler bir ümmettiler onlar gitti. Kazandıkları da, onlarla beraber gitti. Öyle ise bizim kazandıklarımız da bizimle beraber gelecektir. Böylece her ümmet kendi ettiğinin hesabını verecektir. Ne var ki, bizden evvel bir ümmet olarak amelleri ile gidenler ki, bizlere örnek gösterildi, öyle ise bizde onlar gibi, ELLAH’a, Resulüne ve Halifesine bi’at verip teslim olalım. Yani Evet, imam, bi’at kuralı ile cemaatleşelim. Evet, İmân ile göçebilmemiz için bunu yapalım... İnşâ ELLAH. ÂMİN.

V E  İ Z A H I:

Emin bir toplantı yeri olan ve temelini İbrâhim'in attığı Beytullah’da bir namazgâh edinmemek yani malen, bedenen, kavlen, kalben ve fiilen Beytullah'a yönelmemek İbrâhim’in makamından bir namazgâh edinmemektir. Bunların kimler olduğunu soranlara deriz: Bunlar, imamı, bi’atı olmayıp tağutun şemsiyesi altında olan yığınlardır. tağutun kulu, sürüsü ve hadimi olmalarına rağmen, iki rekât namaz kılmak için, beş on metre karelik bir yerde birbirini kırıyorlar. Ki, aman bende İbrâhim'in makamından bir namazgâh edineyim diye... Hey hat!

 Çünkü öte yandan bunların imamları ve bi'atleri yoktur. Nemrutun, Firavunun ruhsatı ile İbrâhim'in makamından namazgâh edinmek için savaşıyorlar. Öte yandan tağutun izni ile Hacc edip Cum'a namazı kılıyorlar. Böylece onların kontrolleri altında ELLAH’a, Resulüne uymaya, gitmeye çalışırlar. Oysa Risâlet yolu ile Resullerin yeryüzünde ikame ettikleri İslami ve tevhidi böyle anlayıp böyle anlatanlar için, ELLAH İbrâhim’e: Evimi tavaf edenler için, orada mücavir olup rükû ve secde edenler için temizleyin emrini vermiş değildir. Çünkü bu zalimler müşriktir. Müşrikte necistir. Necisler için yer temizlemek abestir. Ama maalesef günümüz de ibadet yerleri ziynette ayyuka çıktılar. Oysa Halife’i Resulün olmayışı müminleri şirk deryasına gömmüştür. Böylece Risâlet ilmi ve ameli olan tevhid ve sünneti Resul yeryüzünden kalkmıştır. Buna rağmen insanlar kısa olan ömürlerini çok bolluk içinde geçirmekteler. Çünkü yeryüzü Beytullah olduğu için İbrâhim'in duasının menziline girmiştir. Böylece yeryüzü emin bir bölge olup nimetlerle dolmuştur.

Gerçi İbrâhim duasını ELLAH’a ve âhiret'e inanan Müminler için yaptı ama ELLAH kâfir ve müşrik kullarını da İbrâhim'in duasına dâhil ederek buyurdu: Biz onları da bol nimetlerle geçindireceğiz fakat ardından cehenneme sokacağız. Evet, ELLAH bu zalimleri besleyip cehennemine koysun. Biz bu zalimlerle olmamamız için, yine İbrâhim'in duası gereği, ELLAH’a, Resulüne ve Halifesine teslim olalım. Ki, İbrâhim'in duası kapsamına dâhil olabilelim. İbrâhim'in duasına dâhil olabilmemiz için diyelim: Ey Rabbimiz! Sana teslim de imam olan şu iki Nebinin dualarının hürmetine, bizleri onlara inanan, seven ve uyanlardan eyle. Bizleri Resulüne ve Halifesine isyan etmekten koru. ÂMİN. Ama yaptığımız bu dua ve tüm dualarımız, Risâletin yolunda olarak, Kitabullah'a uyarak yapılırsa kabul görür. Bu yolda dua müminin en müessir silahıdır. Başka yollarda olarak yapılan dualar imanın selametini ve ELLAH’ın Rızasını temin etmez. Sadece dünya menfaatini temin eder. Nitekim ELLAH'tan istemeyen bir canlı yoktur. Ki, ELLAH şöyle buyuruyor: Sizin dualarınız olmasaydı sizin ne kıymetiniz olurdu?

İmdi ELLAH’ın nezdinde sonsuz kıymet taşıyan dua üç kısımdır. Birincisi: Tabii ve fıtri duadır. Yani fiili duadır. Ki, bu duada her canlı eşit olup müşterektir. Çünkü bu dua, ihtiyaçların temini için yapılan harekettir, yani yapılan çalışmadır. İkinci dua: İhtiyacı temin için yapılan çalışma ile birlikte, ELLAH'tan sıhhati, nimeti ve amellerin kabulü için kelimelerle isteme duasıdır. Ki, bu dua mümin olan insanın duasıdır. Nitekim İbrâhim, hem çalışıyordu hem de: Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur diyordu. Üçüncü dua: Sadece niyettir. Bu dua’da, mümin ve kâfir müşterektir. İnsandan başka canlıların niyet merkezleri olmadığı için bu duadan af edilmişlerdir. İnsan hür irade sahibi olduğu için niyet etme hakkına sahiptir. Sahip olduğu içindir ki insan, niyetini haktan yana ve batıldan yana kullana biliyor.

Bu nedenle insan, işlediğinden ziyade niyetinden sorumlu oluyor. Lâkin niyeti muhakeme etmeye yetkili sadece ELLAH’tır. Öyle ise bu dünyada niyeti sorgulayabilen ne bir hâkim, ne de böyle bir kural vardır. Çünkü bu dünyada hüküm, zahir olan ile verilir. Lâkin kışının derununda yatan niyete göre, cevahiri azalarından er yada geç ameli, sözü zahir olur. Bunun için efendimiz  (sav) : müminin niyeti amelinden hayırlıdır buyurmuşlardır. O halde kâfirin niyeti amelinden şerlidir. Çünkü hiçbir iş önceden niyeti yapılmadan tahakkuk etmez. Hem insan, niyetini, niyet ettiği gibi de gerçekleştiremez. Bu nedenledir ki, hayra yapılan niyet, amelden hayırlı oluyor ve şerre yapılan niyet de işlenen şerden daha şerli oluyor. Öyle ise mümin yapacağım diye iyi niyetler yapmalıdır. Yapılan samimi niyet tahakkuk etmese bile manen tahakkuk eder.

Öyle ise mümin olup da, niyetini iradesinin kontrolü altına alamayan, yani Risâlet'e ve Halifesine uyacağına ve uyan bir niyet yapmayan, tabii niyetin emrine olmaya ve gayrı müslimlerin işlediklerini işlemeye mecburdur. Ama kendisine ölüm gelen Yâkûb’un vasiyetini bize bildiren Resulullah'a İmân edip, Halifesine teslim olursak gayrı müslimlerin işlediklerini işlemeye mecbur kalmayız. Yoksa Muhammed Mustafa ELLAH’ın Resulü değil midir? Madem ELLAH’ın Resulüdür, İbrâhim’e teslim olan İsmâil gibi, Yâkûb’a teslim olan oğulları gibi Resulullah'a ve Halifesine niye teslim olmuyoruz? Teslim olmayanlar şöyle ayrılsın. İmân edip teslim olanlar için okuyalım:

وَقَالُوا كُونُوا هُودًا اَوْ نَصَارى تَهْتَدُوا قُلْ بَلْ مِلَّةَ اِبْرهيمَ حَنيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكينَ (135) قُولُوا امَنَّا بِاللّهِ وَمَا اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَمَا اُنْزِلَ اِلى اِبْرهيمَ وَاِسْمعيلَ وَاِسْحقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَمَا اُوتِىَ مُوسى وَعيسى وَمَا اُوتِىَ النَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْ لَانُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ (136) فَاِنْ امَنُوا بِمِثْلِ مَاامَنْتُمْ بِه فَقَدِ اهْتَدَوْا وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا هُمْ فى شِقَاقٍ فَسَيَكْفيكَهُمُ اللّهُ وَهُوَ السَّميعُ الْعَليمُ (137) صِبْغَةَ اللّهِ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّهِ صِبْغَةً وَنَحْنُ لَهُ عَابِدُونَ (138) قُلْ اَتُحَاجُّونَنَا فِى اللّهِ وَهُوَ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْ وَلَنَا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُخْلِصُونَ (139) اَمْ تَقُولُونَ اِنَّ اِبْرهيمَ وَاِسْمعيلَ وَاِسْحقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطَ كَانُوا هُودًا اَوْ نَصَارى قُلْ ءَاَنْتُمْ اَعْلَمُ اَمِ اللّهُ وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَتَمَ شَهَادَةً عِنْدَهُ مِنَ اللّهِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ (140) تِلْكَ اُمَّةٌ قَدْ خَلَتْ لَهَا مَاكَسَبَتْ وَلَكُمْ مَاكَسَبْتُمْ وَلَاتُسَْلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ (141)

M E A L İ:

135-- Dediler ki: Yahudi ve nasara olun ki hidayete eresiniz. Deki: Hayır, bizler Hanif olarak İbrâhim’in dinine tabiyiz. O müşriklerden değildi. 136-- Deyin ki: Biz ELLAH’a ve bize indirilmiş olana, İbrâhim’e, İsmâil’e, İshâk’a, Yâkûb’a ve torunlarına indirilmiş olanlara, Mûsâ’ya, Îsâ’ya verilenlere, Tüm Resullere ELLAH tarafından verilmiş olanlara İmân ettik. Bunlardan birini öbüründen ayırmayız. Biz sadece ELLAH’a teslim olanlarız. 137-- Onlar da sizin inandığınız gibi inanırsalar muhakkak hidayete ermiş olurlar. Şayet yüz çevirirlerse, şüphe yok onlar şikaktadırlar. Öyle ise ELLAH sana yeter. O işiten ve bilendir. 138-- ELLAH’ın boyası ile boyanın. Boyası ELLAH’ın boyası olandan daha güzel olan kimdir? Siz ancak ELLAH’a kulluk edin. 139-- Deki: ELLAH hakkında bizimle mücadelemi ediyorsunuz? Oysa o bizimde Rabbimiz dir. Sizinde Rabbiniz dir. Bizim amellerimiz bize sizinkilerde size aittir. Biz ona teslim olanlarız. 140-- Siz: Hakikaten İbrâhim, İsmâil, İshâk Yâkûb, yahudi ve nasara mı olduklarını söylüyorsunuz? Deki: siz mi daha iyi biliyorsunuz? ELLAH’mı? ELLAH tarafından yanında olan şehadeti gizleyenden daha zalim kim olabilir? ELLAH sizin yaptıklarınızdan gafil değildir. 141-- Onlar bir ümmetti gelip geçtiler. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınızda size aittir. Siz onlarınkinden hesaba çekilmezsiniz.

M E R A M I:

İmdi İmân sahibi şayet Risâlet'e ve Halifesine teslim olmayıp, tağutun ruhsatı ile ELLAH’a mümin olduğuna inanıyorsa, bu inancı onu asla hidayete irca etmez. Böylece yahudi ve nasaralardan biri olur. Buna rağmen bizim gibi Müslümanlar olun ki, hidayete eresiniz tebliğini de, emri maruf, nehyi münker cümlesinden olarak yapar. Öyle ise böylesi hüsrandan korunmamız için, tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olmayalım. Olduğumuz takdirde: Bizim gibi müslüman olun ki, kurtula bilesiniz demekten başka elde bir ilim kalmaz.

Ama Risâlet'e ve Halifesine bi’at verip teslim olduğumuz da, diğer insanlara deriz: Hayır, biz ne yahudi nede hıristiyan oluruz ve biz tağutun şemsiyesi altında olan müminlerden de olmayız. tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olanları da kabul etmeyiz çünkü bunlar müşriktirler. Bu nedenle biz hanif olarak ve hanif olmak için Risâlet'e ve Halifesine bi’at verip teslim olmuşuz. Evet, cemaati islam kurulduğunda ilk verilecek olan bildiri budur. Hem bu bildiri alenen verilmiş olmasa bile manen verilmiş olur. Öyle ise imamsız, bi’atsız tağutun emrine Müminler sürüsü olarak böyle bir bildiri vermiş gibi kendilerini Mümin, Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe bilenler yalancıdırlar. Çünkü yahudi ve nasaraların emrindeler. Halife’i Resul ve bi’at olmadığı müddet Nasranîlerin şerrinden ELLAH koruyucu olmaz. Çünkü mümin ismi ile imamsız ve bi’atsız olanlar yahudi ve nasaralardan daha zalimdirler. Evet, ELLAH zalime yardım etmez. Ama daha zalim olana da hiç etmez.

Hak namına, yahudi ve nasaralardan daha fena olan müminlerin aralarında din, İmân, bağı ve kardeşliği olmaz. Ama vatandaş kardeşliği olur. Ki, yahudi ve nasaralar da böylece vatan ve ulus kardeşidirler. Öyle ise islam kardeşi olabilmek için hicret farzdır. Yani beşeri hükümlerden ilahi hükümlere, tağuttan Halife’i Resule kaçmak farzdır. Bu farz yerine getirilmediği takdirde, Resulullah'ın Risâleti hakkında ve Kur'ân'ın Kelamullah oluşu hakkında şüphe doğdu demektir. Şüphe, tereddüt içinde kalındı demektir. Bu hal uzun sürerse belki üç günden fazla sürerse imandan geri dönüldü demektir. Yani cahiliye hayatına dönülüp kabul edildi demektir.

Çünkü ELLAH’ı Semiğ ve Âlim bilenler ona ve Resulüne İmân eder. Hemen Halife’i Resule biat etmek için hicret edip teslim olur. İşte bu müminlerin üzerinde ELLAH’ın boyası her yönden görünür. Öyle ise günümüz müminlerinin üzerine ELLAH’ın boyasından görünen boya var mıdır? Yoktur. Zira ELLAH’ın boyasını süren, ELLAH’ın Resulü ve Halifesidir ki, bunlardan gayrı ELLAH’ın boyasını sürmeye yetkili ve etkili birileri yoktur. Madem yoktur, dini islam namına müminlerin üzerine görünen boyaları tağut ve tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid Mürid ve Talebe olanlar sürüyor. Çünkü Halife’i Resul ortalıkta yok. Olmayınca yahudi ve nasaraların kontrolü altında boya sürenlenler çok. Bu zalimlerin sürdüğü boyalar şüphe yok şeytan'ın ve şeytan'ın talimi ile kendilerinin boyalarını islam diye sürüyorlar.

Evet, kendi boyalarını sürüyorlar ki, Risâletin eşiği önünde duran müminlerle ve Halife’i Resul ile tartışıyorlar. Çünkü bunların boyası ile tartışanların boyası ayrıdır da ondan tartışma zuhur ediyor. Ne var ki, tevhid, ihlâs, İmân hususunda Risâlet boyası ile boyanmış olanlarla mücadele olmaz ve olmamalıdır. Çünkü herkesin işlediği kendine aittir.

İmdi İmân ismi ve resmi altında tağutun boyasını üzerine, kalbine taşıyanlar, şüphesiz dini İslamı, yahudi ve nasaraların Din'lerine benzetmiş olurlar. Böylece Resuller arasında ayırım yapmış olurlar. Oysa bütün Resuller islam üzere gelmişler ve İslamı tebliğ etmişler. Çünkü islam dini Hz. Âdemden başlayan evrensel olan tek Din'dir. Böylece yahudi ve hıristiyanlara da, tek olan islam dini tebliğ edilmiştir. Onlar kabul etmeyince, tebliğ edilen islam dini üzerlerine özelleşerek yahudi ve hıristiyanlık olarak kendini göstermiştir. Arkadan islam dini, kemale ermiş ve kemale ermek için bütün insanların üzerine tam kâmil olarak Muhammed Mustafa ve Kur'ân ile tekrar gönderildi. Ve kemale erip meyvesini döktü.

İmdi İslamı kabul edenler, kabul etmeyenler yada kabul ettikten sonra onu yahudi ve nasaralar gibi kuşa çevirenler birer ümmetti ve gelip geçtiler. Kazandıkları şeyleri de beraberlerinde alıp gittiler. Biz onlardan, onlar bizden mes’ul değildirler ama biz onlardan ibret alma hususunda mesulüz.  Ki, ehli Kur'ân olarak, ehli kitab olanlar gibi Resulullah'a, Halifesine ve Kur'ân'a asi, münkirler olmayalım diye. Onlar gibi olmanın en açık nişanı şudur: Tağuta itaat ederek düzeninin selametine mahsuben, ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olmaktır. İşte bu zalimler tağutun boyasını, ELLAH’ın boyası olarak takdim ediyorlar. Bu nedenle en zalim bunlardır.

V E  İ Z A H I:

tağutun boyasını ELLAH’ın boyası olarak takdim edenler, İbrâhim'in yürüttüğü tevhid mücadelesini yürütemeyip, yürütemezler. ELLAH’ın teslim olun çağrısına teslim olamazlar. Haliyle şirkten, müşrik olmaktan kendilerini kurtaramazlar. İşte bu Müminler, yahudi ve nasaraların: Yahudi ve hıristiyan olun ki, hidayete erebilesiniz şeklinde olan Dâvetlerine icabet edenlerden olmuşlardır. Böyle olanlar zinhar İbrâhim'in dinine hanifler olarak tabii olamaz. Ama müşrik olarak: Ben İbrâhim'in, Muhammed in dininden olduğunu der.

Çünkü tağutun ruhsatı ile tağutun aleyhine yapılan ve hak namına olan Dâvetler tıpkı: Yahudi ve hıristiyan olun ki hidayete erebilesiniz demekten başka bir değer taşımaz. Çünkü böyle diyen yahudiler ve nasaralar, böyle dedikleri için Resulullah'a tabii olmadı. Öyle ise günümüz müminleri ki Tağuta tâbidirler, Dâvetleri de yahudilere, nasranilere benzer oldu. Böylece gönderilen tüm resuller kitabları ile beraber inkâr edilmiş oldu. Halife’i Resulün yokluğu ile Tağuta uymak --Laiklik-- adına kabul gördü. Kabul edilen bu --Laiklik-- kimsenin dinine ve imanına zarar veremez oldu.

Kim ELLAH’ı işiten, bilen olduğuna inanarak onu vekil edinirse, ELLAH’ın boyası ile boyanmış olur. Boyası ELLAH'tan olandan daha güzel kimdir? Öyle ise ancak onu vekil edinerek ona kulluk edelim. Evet, mümin demek Resullerin inandığı gibi inanan demektir. Müslüman, yine Resullerin ELLAH’a teslim oldukları gibi teslim olan demektir. Ne var ki, ELLAH’a teslim olabilmek için, Eshabı Resulün Resulullah'a teslim olduğu gibi Resule ve Halifesine teslim olmak imanın, İmân olma şartıdır. Bu şart yerine geldiğinde mümin müslüman olur. Müslüman olan da ehli İmân ve ehli tevhid olur. Aksi halde tağutu imam, reis edinme zorunda kalır. Böylece her şeyini yitirir mümin. Öyle ise bu âyette zikredilen boya, Risâletin Resulullah'ın boyasıdır. Bu boya imanı kalpte, dilde ve cevahiri azalara nakşeden bir boyadır. Ki, ELLAH: Risâlet ve Resulümün boyasından daha güzel boyası olan kimdir? Sorusunu soruyor. Çünkü ELLAH’ın Resulüne ve Halifesine uyan ancak ve sadece ELLAH’a ibadet etmeye yol bulur. Ama tağutun boyası ile boyanana gelince yani ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olanlara gelince, bunlar sadece ELLAH’a ibadet etmeye yol bulamaz, ondan başka her şeye ibadet etmeye yolları açılır.

Yani Evet, ELLAH’a ibadet etmek için tağuttan izin almaya mecburdur. İşte sadece bu mecburiyet, mümini sadece ELLAH’a ibadet etmeye manidir. Oysa maniler bir, üç, beş, değil onlarcadır. Hem şunu da kaydedelim: Risâletin dışında olan idareciler yani ELLAH’a kafa tutan tağut, senden emirlerinin yerine gelmesini ister. Yani boyası senin üzerinde olup görünmesini ister. Böylece sen onun reklâm tahtası olmanı, o senden ister. Haliyle ortada Halife’i Resul olmayınca, sen onun reklâm tahtası olursun. Böylece görünmeyen tahtaların ELLAH’ın reklâm edilmesine yani ELLAH’ın boyasına kalır. Ve Böylece bir yönün yeşil öbür yönün kırmızı olur. Böyle olan ve böyle görünen mümin sadece ELLAH’a ibadet etmeyi nasıl başarabilir? Bu soruya şöyle bir temsil ile cevap verelim: Evinin yolunu bilmeyecek kadar küçük bir çocuk, anne ve babası ile uzak bir tarlaya gitmiş olsa, akşamleyin baba, çocuğunu anne ile tarlada bırakarak evine dönse, anne de az sonra çocuğun babası ile gittiğine kanaat getirerek, evine dönse, böylece çocuk oyununun başında akşamlayıp anne! Baba! Diye feryat ederse ki, elbette eder.

Şimdi bu temsilin, bu âyetin izahı ile ne ilgisinin olduğunu soranlara deriz: Şayet o çocuk ya babası ile ya annesi ile tarlaya gitse idi akşam da orda kalmayacaktı. Çünkü sahibi, koruyucusu tek olacaktı. Yani boyası bir renk olacaktı. Öyle ise iki sahibi olanın sahibi yoktur. Ve iki renk boya sürülenin rengi yoktur. Çünkü üzerine kırmızı renk taşıyana yeşiller sahip çıkmaz, yeşil renk taşıyana da kırmızılar sahip çıkmaz. Haliyle bu kişi sahipsiz, vekilsiz olarak ortada münafık olarak kalır. Öyle ise yardıma, vekile muhtaç olan insan, iki boyadan birini silmeye mecbur olacaktır. Ve öyle ise kendisine kimin yardım edeceğine inanırsa, yani kime güvenirse onun boyasını üzerine bırakacaktır. Şimdi Evet, düşünme zamanı geldi: ELLAH’ın boyasını mı üzerine bıraksın? Yoksa tağutun boyasını mı? Hangisine daha çok güvenirse hiç şüphesiz onun boyasını üzerine bırakacaktır ve bıraksın.

 Deki: ELLAH hakkında bizimle mücadelemi ediyorsunuz? ELLAH’ın bu sorusuna üzerinden ELLAH’ın boyasını silip tağutun boyasını bırakanlar Evet, demiş olur. Yani ELLAH ile mücadele, ELLAH hakkında mücadele etmiş olur. tağutun boyasını silip ELLAH’ın boyasını bırakanlarda yani Risâlet'e ve Halifesine teslim olanlar da, tağut ile yahudi nasaralarla mücadele etmiş olur. Böylece mücadele etmiş olduğuna isyan etmiş olur. Mücadele etmediğine de teslim olmuş olur. Bu konuyu biraz daha açalım şöyle ki: Hiçbir konuda insanlar, ELLAH ile mücadeleye hiçbir zaman girmiş değillerdir. Ama insanlar, her zaman ve her konuda, ELLAH’ın gönderdiği Resullerle mücadele etmişlerdir ve hala etmekteler. Resulullah ile yapılan mücadeleyi de, ELLAH zatı ve sıfatları ile yapılmış olarak kabul etmiştir. Ki, bu âyet bizlere bu gerçeği açıklamaktadır ve açıklıyor. Çünkü Evet, padişahın tayin ettiği elçi ile mücadele etmek elbette ki, onu tayin eden padişah ile mücadele etmek olduğunda hiçbir şüphe yoktur. Çünkü elçi kendiliğinden gelmedi ve kendiliğinden konuşmuyor.

Öyleyse padişah ELLAH olursa ve elçisi de Resullerin sonuncusu Muhammed Mustafa olursa ve bu Resulün Risâleti Kıyâmete dek baki ise, lazımdır ki, bütün insanlar İmân etsin ve lazımdır ki, İmân edenler, İmân etmiş oldukları Resulün Halifesine bi’at verip itaat ederek teslim olsunlar ki, inkârı farz olan tağut ve yahudi nasaralar inkâr ve red edinmiş olsun. Da, Risâletin boyasını üzerinde taşıyanlardan olsun ve olabilelim. İmdi bugün bu ümmet Risâletin boyasını üzerine taşıyor mu acaba? Buna elbette ki her insan olup da imandan zerre nasibi olan Hayır, der. Öyle ise durumumuz: Dini İslamı ve Resulullah'ı kendimize uydurup, kendi boyamız ile onları boyamamızdan ileri geçmez. Böylece Kur'ân'ı heva ve hevesimize uydurmaktan gayrı dinimiz olmaz. Çünkü Risâletin boyası ile boyanmamızı ELLAH emretmiştir. ELLAH’ın bu emri yerine gelmediğinde, yahudi ve nasaralar gibi, Resulleri kendi emirleri altına alma durumuna düşülür ki, imamı ve bi’atı olmayıp tağutun şemsiyesi altına sinen Müminler bu duruma düşmüşlerdir. Yani Resulullah da bizim gibi mümindir, bizim gibi müslimdir diyenlerden olmuşlardır.

İmdi bu vahim duruma düşenler, geçmiş Resulleri kendi din'lerinden, ırklarından bilirler. ELLAH da bu zalimlere sorar: Siz mi daha iyi biliyorsunuz yoksa biz mi? Şayet iyisini bilen ELLAH ise, onun boyası olan Resulünün ve Teşrisinin boyası ile boyanmamız izahtan vareste kalır. Ama ELLAH bilmez biz biliriz diyenler olursa ki, olmuştur, işte bu zalimler istediklerinin boyasını sürsünler üzerlerine. Zaten ELLAH'tan maada ne varsa hepsinin boyası bu zalimlerin üzerine gözükmektedir. 

Dönelim bu boyaları sürenlere, çünkü herkes boya süremez. Boyacılık sanattır. Öyleyse bu batıl boyaları süren ustalar kimlerdir? Bunlar Âlim ismini Alem edinen zalimlerdir. Zira okumayana Kitabullah'ı bilmeyene kimse bir şey sormaz. Hem bildiklerini de, kimse ciddiye almaz. Nitekim bu meramlı izahlar ciddiye alınmayacaklardır. Çünkü diploma ve icazetname yoktur. Doğruyu diplomalarda arayan zalimlerden ELLAH asla gafil değildir. Evet, şu duruma düşen müminden ELLAH gafil olur mu?  Asla gafil olmaz. Şöyle ki: Mekke de Resulullah'a İmân ettiğini söylemiş, ama Ebu Cahilin memuriyetinden, itaatinden ayrılmamış. Verilen görevleri harfiyen yerine getirmiş. Şimdi bunun mümin olduğunu Resulullah kabul eder mi? Elbette etmez. Çünkü İmân eden herkes işkence altında zülüm görürken ve Habeşistan’a kaçarken ve her şeylerini terk edip İmân ve canlarını alıp Medine’ye hicret ederken, mümin olduğunu iddia eden bu insan Ebu Cehilin gölgesinde atiyeleri ile sefa süren bu müminin, mümin olması ve imanını ELLAH ve Resulünün kabul etmesi mümkün müdür? Tevbe edip hicret etmesi hariç mümkün değildir. Lâkin bunları mümkün kılan, tağutun itaati altında olan zalim âlimlerdir. Öyle ise ELLAH bu zalimlerin şerrinden koruyarak hakkı gösterir ve batılı gösterir inşâ ELLAH. Âmin.

İmdi ELLAH’ın dinini yanlış anlayıp yanlış anlatanlarla, doğru anlayıp doğru anlatanlar bir ümmettiler gelip geçtiler. Onların imanlarından, imamlarından, amellerinden yaşayanlar sorumlu değildir. Ne var ki, onlar bizlere yanlış din, İmân, islam, tevhid ve cemaat anlayışı bırakmışsalar,  sorumludurlar. Ama bizim vebalimiz bize onlarınki onlara ait olmak üzere sorumludurlar. Öyle ise: Biz atalarımızın dinindeniz diyenlerden olmamamız için buyurun asrı saadet devrine dönelim. Evet, üç kişide isek bunu yapalım. Ki, ELLAH’a Resulüne Kur'ân'a ve Beytullah'a dönenlerden olabilelim okuyalım:         

سَيَقُولُ السُّفَهَاءُ مِنَ النَّاسِ مَاوَلّيهُمْ عَنْ قِبْلَتِهِمُ الَّتى كَانُوا عَلَيْهَا قُلْ لِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ يَهْدى مَنْ يَشَاءُ اِلى صِرَاطٍ مُسْتَقيمٍ (142) وَكَذلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهيدًا وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتى كُنْتَ عَلَيْهَا اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّنْ يَنْقَلِبُ عَلى عَقِبَيْهِ وَاِنْ كَانَتْ لَكَبيرَةً اِلَّا عَلَى الَّذينَ هَدَى اللّهُ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُضيعَ ايمَانَكُمْ اِنَّ اللّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُفٌ رَحيمٌ (143) قَدْ نَرى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِى السَّمَاءِ فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضيهَا فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ وَاِنَّ الَّذينَ اُوتُواالْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ (144) وَلَئِنْ اَتَيْتَ الَّذينَ اُوتُوا الْكِتَابَ بِكُلِّ ايَةٍ مَاتَبِعُوا قِبْلَتَكَ وَمَا اَنْتَ بِتَابِعٍ قِبْلَتَهُمْ وَمَا بَعْضُهُمْ بِتَابِعٍ قِبْلَةَ بَعْضٍ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَاءَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَاجَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ اِنَّكَ اِذًا لَمِنَ الظَّالِمينَ (145) اَلَّذينَ اتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَاءَهُمْ وَاِنَّ فَريقًا مِنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ (146) اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرينَ (147) وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ هُوَ مُوَلّيهَا فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِ اَيْنَ مَاتَكُونُوا يَاْتِ بِكُمُ اللّهُ جَميعًا اِنَّ اللّهَ عَلى كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ (148) وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاِنَّهُ لَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ (149) وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَاكُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَيْكُمْ حُجَّةٌ اِلَّا الَّذينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنى وَلِاُتِمَّ نِعْمَتى عَلَيْكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ (150) كَمَا اَرْسَلْنَا فيكُمْ رَسُولًا مِنْكُمْ يَتْلُوا عَلَيْكُمْ ايَاتِنَا وَيُزَكّيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُمْ مَالَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ (151) فَاذْكُرُونى اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوالى وَلَا تَكْفُرُونِ (152)

M E A L İ:

142-- İnsanlardan bir takım beyinsizler: Onları kıblelerinden çeviren nedir derler? Deki: Maşrık de ELLAH’ın Mağrib de. O dilediğini doğru yola iletir. 143-- Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık ki tüm insanlığa şahitler olasınız. Bu Resulümde sizin üzerinize tam bir şahit ola. Senin evvelce yönünü döndüğün kıble’i, o Resule uyanları, ayağının iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayırmak için kıble yaptık. Gerçi bu büyük bir hadisedir. Ama hidayete erenler için değil. ELLAH elbette imanınızı zayi etmeyecektir. Çünkü ELLAH Rauf ve Rahîm'dir. 144-- Sen yüzünü semaya çevirip durduğunu biz muhakkak görüyoruz. Şimdi seni hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. Haydi, yüzünü mescidi haramdan yana çevir. Hem nerde bulunursanız bulunun yüzünüzü o tarafa çevirin. Şüphesiz kendilerine kitab verilenler bunun Rablerinden bir hak olduğunu bilirler. ELLAH onların yaptıklarından gafil değildir. 145-- Yemin olsun sen kendilerine kitab verilmiş olanlara. Türlü deliller getirsen de onlar senin kıblene tabii olmazlar. Sen de onların kıblesine uyucu değilsin zaten. Onlar kimi kimisinin kıblesine de uyucu değillerdir. Yemin olsun sen, sana gelen bunca ilimden sonra, onların heveslerine --Yani kıblelerine-- uyacak olursan bu takdirde şüphe yok zalimlerden olursun. 146-- Kendilerine kitab verdiklerimiz, onu öz evlatları gibi tanır öyle iken içlerinden bir kısmı bilir oldukları halde hakkı gizlerler. 147-- Hak Rabbinden gelmiştir o halde sakın şüphe edenlerden olma. 148-- Herkesin yüzünü döndüğü bir yönü vardır. Öyle ise sizde hayırda yarışın, koşun nerde olursanız olun ELLAH hepinizi getirir, toplar. Çünkü ELLAH her şeye kadiri mutlak olandır. 149-- Hangi yerden çıkarsan yüzünü mescidi harama çevir şüphe yok bu Rabbinden bir haktır. ELLAH işlediklerinizden gafil değildir.   150--Hangi yerden çıkarsan çıkın yüzünü mescidi harama çevir sizde ne yana olursanız olun yüzünüzü o yana çevirin. Ta ki içlerinde zalim olanlardan başka, insanların aleyhinize bir hücceti bulunmasın. Artık onlardan korkmayın benden korkun ki, üzerinize olan nimetimi tamamlayayım hem de siz hidayeti ummaktasınız. 151-- Nitekim size içinizden Resul gönderdim o size ayetlerimi okuyor --sizi tezkiye ediyor-- kitabı ve hikmeti öğretiyor bilmediklerinizi bildiriyor.      152-- Öyle ise siz beni zikredin ki bende sizi zikredeyim. Birde bana şükredin, nankörlük etmeyin.

   M E R A M I:

tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olmak sureti ile en zalim durumuna düşenlerin kıblesi Beytullah değildir. yahudi ve nasaraların kıblesi, ne ise bunların da kıblesi odur oysa ELLAH bu son ümmeti onların kıblelerine dönmekten mutlak nehyetmiştir. Yani ELLAH bu ümmete beşeri hükümlere dönmeyi      --İLAYEVMUL KIYAM-- nehyetmiştir. Öyleyse tağutun ruhsatı ile din adına bir şeyler edenler iki kıbleli, iki dinli ve iki ilahlıdırlar. Çünkü bidayette onların kıbleleri terk edilince onların düşmanlıkları islamın üzerine bir kat daha fazla arttı. Sebebi ise: Onların kıblelerine dönen islam ümmetinin üzerine, kıbleleri vasıtası ile kendilerini hâkim bilip, daha doğru yolda olduklarını derk ediyorlardı. Ama kıblenin tahvili ile kendilerinin hiçbir din üzere olmadıkları ortaya çıkınca, düşmanlıkları sayısızca arttı. Çünkü onlar da, günümüz müminleri gibi laikler di. Laik demek, ELLAH’ı da idare etmeye yönetip yönlendirmeye yönelmek demektir. Ama tam muvaffak olacaklarını sandıkları bir zamanda, gebererek giderler. Kahrolsunlar...

ELLAH’ın kahrına uğramış bu kudurganların, ruhsatı ile Mümin, Müslim, Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanlar vasat ümmet olan Muhammed’in ümmetinden değillerdir. Da, sağda solda oynayan ümmetlerin kuyruklarıdırlar. Çünkü kıbleleri onlardır. Onların kıblelerine dönen zalim müminlerin, mümin olduklarına dair Resulullah asla şehadette bulunmaz. Çünkü Resulullah: Kendine, Halifesine, Teşriisine ve Kıblesine dönenlerin imanına şahitlik eder. İki ökçesi üzerine geri dönüp yahudi ve nasaralara iltihak edenlerin de kâfir, müşrik olduğuna şehadet eder. Böylece müminlerin olsun, kâfirlerin olsun zerre hakları kaybolmaz.

Çünkü ELLAH aramızdan birini seçerek bizlere emirlerini söyleyen elçi olarak ve Rabbimizin temsilcisi olarak göndermiştir. Ki, ona uyalım, onun döndüğü kıbleye dönelim ve onun Teşriisi ile hükmedelim ve onun Teşriisi ile hükmeden imama uyalım diye... Öyle ise yahudi ve nasaraların hükümleri ile hükmetmek ve hükmedenlere  --LEBBEYK-- demek ve ruhsatı ile arzu ettiğin şeyi elde etmek iki ökçe üzerine imandan küfre dönmektir. Hayır, küfre dönmek değildir diyen zalimlerden ELLAH gafil değildir.

Gafil olmadığı içindir ki, yemin vererek ELLAH şöyle buyuruyor: Kendisine hak gelip İmân nasip olduktan sonra, kim yahudi ve nasaraların hükümlerine dönerse ve dönenlere birrıza tabi olursa onların kıblelerine yani onların dinine dönmüş olur. Lâkin kendilerinden habersiz olarak araların da senin dinin, benim dinim, senin tarikatın, benim tarikatım diyerek din kavgası yürütüp dururlar. Oysa bunların cümlesi yahudi ve nasaraların emrinde ve yolundalar. Çünkü Halife’i Resulleri ve bi'atleri yoktur. İlla vardır, lâkin ELLAH’a isyan eden Tağuta bi'atleri vardır.

Bu yola giren ve dini, imanı böyle anlayan ve anlatan bu zalimlerin Resulullah’ın Risâleti hakkında ve Kur'ân'ın Kelamullah olduğu hakkında zerre şüpheleri yoktur. Öyle ki, Resulullah'ı evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar. Çünkü Kur'ân her ayeti ile onun Risâletine şahittir. Öyle ise Resulullah ve Kur'ân hakkında şüpheye düşmüş gibi davrananlar, esasta şüpheye düşmedikleri için öyle davranmaktalar. Yani Tağuta, yahudi ve nasaralara itaat etmek için ve itaat ettikleri için ve ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe oldukları için ve olmak için öyle davranmaktalar.

İşte böylece Risâleti hakkında şüphe etmenin muhal olduğu Resulullah’ın hakkında şüphe edenlerden oluyorlar. Çünkü imamları Halifetullah ve Teşriileri Şeriatullah değildir. İşte bu çıkmaz yola giren müminlere ELLAH şöyle sesleniyor: Size Rabbinizden hak gelmiştir. Öyle ise yahudi ve nasaralara uyarak ve tağutun ruhsatı ile arzu ettiklerinize ulaşarak, size gelen hak, hakkında şüpheye düşenlerden olmayın.

Bilin ki, her şeyin ve herkesin bir yolu, yönü vardır. Öyle ise ELLAH ve Resulünün de bir yolu, bir yönü vardır. Öyle ise mümin olduğunu diyenler ha şimdi ELLAH’ın yoluna ve tayin ettiği yöne dönsün; Dönmek için Risâlet'e ve Halifesine uysun ve uymak için yahudi ve nasaraların yollarını ve hükümlerini ve hüküm bazları olan valilerini terk etsin! Onları aradan, akıldan ve kalpten çıkarsın. İşte böyle etmek hayırların cümlesine koşmaktır. Huzurullah'a açık alın ile çıkmaktır. Kadir olan Rabbimizden muvaffak olmamızı dileriz. ÂMİN.

Evet, muvaffak olmamızı isteyelim ki, her yerden ve her yönden her iş için ayağa kalkıp yürüdüğümüz de, mescidi haramdan yana dönmüş olalım. Çünkü bu dönüş, kulları üzerine ELLAH’ın Hâlık olma hakkıdır. Yani ELLAH kendisine, Resulüne ve Teşriisine dönülmesi için insanları yaratmıştır. Öyle ise ELLAH’ın dönün dediği yere dönmeyenler mümin değillerdir.

ELLAH’ın biricik olan Hâlıklık hakkını Risâlet'e, Halifesine ve Teşriisine dönüp, tağutu inkâr ederek ödenmese, mescidi haram'dan yana dönülmemiş olacağından, mümin olmak asla mümkün olamaz. Ki, ELLAH peş peşe şöyle buyurmaktadır: --FEVELLİ VECHEKE ŞETREL MESCİDÜL HARAM-- Böylece ELLAH (c.c) Zatı pakına eş koşulmaması için Beytine, Halifesine ve Teşriisine uymayı ders vermektedir. ELLAH’ın bu emrine göre: Onun Resulüne, Halifesine ve Teşriisine uymadan Beytine dönmek Beytine dönmek olmadığını ve keza Halifesine, Teşriisine dönüp de Beytine dönmeyenlerin de, Halifesine, Teşriisine dönmüş olamayacağını bildirmektedir. Demek ELLAH’a kulluk, Risâletullah yani Resulullah yani Halifetullah, Teşriiullah ve Beytullah yolu ile olur. ÂMİN. 

Nitekim ELLAH ona Hamd olsun içimizden birine Risâlet verip ayetlerini okuyarak yeryüzü insanlarına kitabını ve hikmetini talim etti. Resulullah'ın mektebine gidenler şirki, küfrü, fıskı ve zülmü öğrendi. Böylece bu kötü sıfatlardan tevhide, ikrara, İhlâsa, güzel huya ve adalete geçtiler. İşte bunlar Kur'ân'ın hikmetidir. ELLAH bu güzel ahlakları Risâlet yolu ile müminlere lütfetmiştir.

Öyle ise ELLAH’ın bu nimetlerine nankör olmayıp şükredebilmemiz için, hep daima ELLAH’ı zikredelim. Yani daima onun bizi gördüğünü bilelim. Da, ona ittika, İmân, ihlâs ve muhabbet üzere olalım. Onun sevdiklerini sevelim. Yani Resulullah’ı ve Halifesini ve Halifesine bi’at veren müminleri sevelim. Bu çerçevenin dışında kalanları sevmeyelim. Hele, hele tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid, Muharrir, Muallim ve Talebe olanları hiç ama hiç sevmeyelim. Çünkü bunlar, bu halleri ile batılı hak göstermekteler. Ve ELLAH’ı değil tağutu zikrettirmekteler. Böylece ELLAH’ın bizleri hatırlamasına engel oluyorlar. Çünkü bu zalimler müminleri ELLAH’ın nimetlerine nankör ediyor. İşte bu nedenle bunları sevmek, ELLAH’ı sevmemektir.

       V E  İ Z A H I:

İzahımıza başlarken öncelikle --KIBLE-- nedir? Sorusunu sorarak dersimize başlayalım, Kıble: Ön, önder demektir; Uyduğumuz, sevdiğimiz, korktuğumuz ve bu nedenlerle öne geçirdiğimiz demektir. Öyle ise kıblenin taşıdığı manaya göre, yönetip yönlendiren yönettiklerinin kıblesidir. İyi de Beytullah,  taştan sarılmış bir bina olduğuna göre imam yani kıble nasıl olur?

Bu soruya cevap olarak bilelim ki: İnsan Âraz ve cevher ismini alan iki nesneden yaratılmıştır. Bu iki nesneden biri, âraz ismini alan vücudumuzdur, dünyadır ve dünyanın umuru ve hususudur. Başka bir deyimle mâsıvadır. Cevhere gelince ismi --Ruhtur-- Bu ruhun saklandığı bedene insan denir. İnsan elle tutulur, gözle görüldüğü için önüne elle tutulan gözle görülen bir kıble lâzım olmaktadır ki, bu dünyada yolunu, yönünü yitirip kaybolmasın diye. Ama ruh elle tutulan, gözle görülen olmadığı için, önüne elle tutulan, gözle görülen bir kıbleye ihtiyacı yoktur. Evet, ruhun kıblesi şeş cihetten münezzehtir. Çünkü cevherin varlığında ve var olması için cihetlerden ââli ve müberra'dır. Şunu demek istiyorum: Ruh, menşe itibarı ile Ruhullah’tır. Bu nedenle yönler, kıbleler ruh için değildir. Ama ruh, Ruhullah olmasına rağmen yöne, öne, kıbleye muhtaç olan bedenin içine hapsedilmiştir. Ama biz bedenimize hapsolan ruhu görmüyoruz. Lâkin bedenimizin en ince noktasını görüyoruz ve biliyoruz. Böylece hastalandığında tedavi ediyoruz. Zaten biz insanlar bu dünyada gördüğümüz, sevdiğimiz, muhafaza altına aldığımız bu bedendir.

Bu bedenin şeş cihet yönü vardır. Lâkin altı köşeli kutuyu küre olarak ele alırsak, bu sefer insanın yönleri altıdan sayısız oluveriyor. Bu sayısız yönlerin peşine gidilse, hiçbir yere varılamaz. Sadece şaşırıp kalınır. Belki gidiyorum zannı ile olduğun yere dolaşıp durursun.

İşte bu nedenle sayısız olan yönlerim benim ön yönüm olan aklımın, irademin eline verilmiştir. Öyle ise bu ağır yükü taşıyabilmesi için akla da bir kıble lazımdır ki, eline verilenleri ve emanet olarak eline verilen ruhu sahibine ulaştırabilsin. Çünkü benim bu ön yönüm yani aklım, iradem ve hürriyetim ile kimi ve neyi kıble edinip uyarsam, aklımın, irademin eline verilen tüm yönlerim de iyi yada kötü bedenimin yani aklımın yöneldiğine yöneliyorlar ve itiraz etmeden itaat ediyorlar.

Öyle ise, öncü yönüm olan akıl ve irademin eline verilenleri ki, bunların içinde cevher olan ruhta vardır. Tüm bu emanetleri yerli yerine yerleştirmesi ve sahibine vermesi için akla, kıble, imam, rehber elbette lazımdır. İşte ELLAH’a isyan yada itaat etmek için yol bu noktadan ikileşiyor. Çünkü bu noktadan akıl irade’i ve hürriyeti alıp şeytanı kıble edinirse eline verilen emanetlerin hepsine ihanet etmiş oluyor. İmdi bu merhalede şeytan'ın işe karışmadığını varsayıp desek: Biz şeytan'a değil aklımızı kıble ediniyoruz desek bile akıl bu yolun çıkış, duruş yerlerini bilemez. Zira akıl bu noktada tamamen acizdir. Çölde her şeyini yitirip yolunu, yönünü şaşıran bir yolcu gibidir akıl.

İmdi bu çölde, bu yolcuya rehber ne derece lâzım ise akıl’a da o derece rehber, imam yani kıble lazımdır. Öyle ise aklın kıblesi kimdir ve kim olabilir? Evet, aklın kıblesi, imamı, rehberi Resulullah’tır. Öyle ise akıl Resulullah'ı kıble edinirse akıldır. Hem akıl bu noktada kıblesini seçmede hem hürdür hem de çok mahirdir. Ki, akıl bu noktada kendine mutlaka bir kıble seçiyor. Hiçbir akıl yani hiçbir insan bu sahada kıblesiz değildir. Çünkü her insan mutlaka bir emir'in emrindedir ve bir düzenin içindedir. Hem de her insan kıblesini yani emirini ve düzenini var gücü ile savunmaktadır. Hem belki de, savunduğu imam, savunana beni savun demiş değildir. Hem belki de savunulan imam, savunucusunu tanımaz. Demek akıl, bu noktada kendisine imam seçmek içindir ve seçtiği imamını savunmak içindir.

İmdi kıble kelimesinin bu kısa mukaddimesinden sonra, onları kıblelerinden çeviren şeyin ne olduğunu soranlara deriz: Mescidül aksa beynennas ve beynel umur bir kıble değildi. Yahudilik ve hıristiyanlık kaaffetellinnas olmadığı gibi, mescidi aksa da kaffetellinnasül kıble olamazdı ve olmadı. Kaaffetellinnas olan Resul ve Kur'ân İbrâhim’in tevhid dini üzere gelince, hali ile onun tevhid dinine nişan olarak bina ettiği Beytullah'a dönmek İslamı geçmiş dinlerin üzerine hatem etmekti. Böylece geçmiş din'leri sona erdirmekti. Risâletin sona ermesini tüm insanlara duyurmaktı. İbrâhim'in tevhid dinine yeryüzü insanlarını Kıyâmete dek dâvet etmekti. Tevrat ve İncilin tahrif edildiklerini, yahudi ve nasaraların hiçbir din üzere olmadıklarını fiilen ibraz etmek olup ümmeti Muhammed’i bitamamıha onlardan ayırmak olup ayırmıştır tahvili kıble.

Çünkü bu ümmet vasat bir ümmettir. Vasat demek dengeyi sağlayan, adaletle hükmeden demektir. Yani terazinin ortasında doğruyu gösteren dil demektir. Öyle ise iki kefenin hâkimi nasıl ki, ortada duran dil olmuş ise, vasat sıfatını alan bu ümmet, bu Resul ve bu Kur'ân hâkim oldukları ve hâkim olmak için gönderilmiş oldukları izaha yer bırakmıyor. Evet, ELLAH: Sizi hâkim bir ümmet olarak gönderdik ki, insanlar arasında adil davranıp doğru şehadette bulunasınız. Evet, vasat kelimesi ile bu manaları Rabbimiz bize izah ediyor. Öyle ise hâkim olan dine, Resule ve Şeriata dönerek uyalım ki, yarın mahşerde imanımız hakkında, şehadette bulunsunlar. Zira yarın mahşerde Resulü Kibriya imanımıza şehadette bulunmazsa imanımız kabul görmez. Kabul görmeyince de, vasat olma yani sağda, solda olup yolunu kaybeden insanlara şahit olma hakkını yitirmiş oluruz. Yani biz de sağda, solda kalan kâfir ve müşrikler gibi oluruz. Öyle ise kitabım Kur'ân'dır diyen ey Müminler! Gelin o kitabı hayateynin rehberi edinelim. MUHAMMED RESULULLAH'dır diyen ey müslümanlar! Gelin onun farzları taşıyan cemaat sünnetini imam, bi’at kuralı ile üç kişi de isek ihya edelim. Bu iki çağrıya verilen cevap --LA-- yani Hayır, olursa, işte iki ökçe üzerine imandan, islamdan küfre ve isyana dönmek olur. Lâkin bu yolla küfre düşenler, küfre düşmüş kâfir olduklarını elbette bilmezler. Gerçi bilmeleri lazımdır. Çünkü imam ve bi'atleri yoktur. Bununla beraber Tağuta yeminleri, itaatleri ve sevgileri vardır.

Demek, ELLAH’ın gönderdiği Resule ve Halifesine dönmek, itaat etmek zor bir iştir. Öyle ise bu meramlı olan izahları da kabul etmek zordur. Ama Tağuta itaat etmeyi ve imamsız, bi’at sız durmayı şirk ve küfür bilenler için zor değillerdir. Çünkü o zalimlerden ayrılmak için mümin olan yüzünü daima Rabbine çevirerek, ondan yardım isteyerek bir yolunu arar. ELLAH'tan isteyeni ELLAH’ boş çevirmeyeceğine göre, ELLAH’ın razı olduğu kıbleye, yola, yöne döner. Yani ona:        --Haydi yüzünü mescidi haramdan yana çevir-- denilir. Böylece imanın emri olan ayrılık gerçekleşir. Yahudi ve nasaralardan kesin kez teberri edilir. İmanın emri olan bu teberri gerçekleşmeden Tağuta itaat etmekten ve mevduatına uymaktan mümin kendini geri alamaz. Böylece ne yapalım deyip ömrünü zillet içinde geçirmeye mecbur kalır mümin! Bu hale düşen müminlerin Beytullah'a dönmeleri ile dönmemeleri arasında ilahi bir fark yoktur. Velev ki, günde beş kez ona dönseler bile velev ki, her sene hac etseler bile. Çünkü kitabullah hâkimiyetinden terhis edilmiştir. Çünkü Resulullah imam, örnek olma sıfatından düşürülmüştür. Ve çünkü makamı Risâlet'e tağut ve tağutun vesayetiyle yahudi ve nasaralar oturtulmuştur.

Bu nedenle bu gün islamın müminleri, kırk küsur parça olup, her parça, Risâlet makamına bir Hubel’i oturtup kıble edinmişlerdir. Bu vahim hale, dinarları ile besledikleri zalim âlimlerde: Uygundur, uygundur demiş olup demekteler. Oysa ELLAH (c.c) İslamı ve müminlerini kesin kez ayırdıktan sonra bu karmaşa niye zuhur etti acaba? Hem öyle ki: Akide de, amel de, giyim de, yeme de, içme de, yatma da, oturma da ve toplumu yönlendirip, yönetme de, yönetip yönlendirmenin esasını teşkil eden: Kısas, miras, talâk, nikâh ve ELLAH’ın nimetlerini tasarruf etmede ve cem etmede onlara niye ittiba edildi? Demek bunlar zalimdirler. Çünkü ELLAH’ın ayırdığını birleştirdiler. Bunlardan daha zalimi de var: Onlar, bu halleri fetvaları ile dinleştiren Âlim ismi ile tanınan zalimlerdir. Bu iki zalimin ortasında kalan sürüler de, zalim olmaktan kurtulamazlar. Ancak hicret ederse, bi’at a, imama dönerse kurtulur. Ne var ki, bu vahametin içine kendini hak yolda, Din'de, imanda bilenlere bin bir delil getirilse, yine bildiklerinden vazgeçipte İbrâhim'in ve Muhammed’in kıblesine dönmezler. Dönmeyince elbette ki, Resulullah’ta bu zalimlerin mümin olduklarına şehadette bulunmaz. Hem bu zalimler kendi aralarına da, çeşitli yollara, çeşitli dinlere, çeşitli mezheplere, çeşitli tarıklara bölünmüşlerdir. Öyle ise islama, imana ulaştıktan sonra, yukarıda Beyân olunan zalimlere ittiba edenlerin, sevenlerin yardımcıları yoktur. Çünkü bunlar da onlar gibi zalim olmuşlardır. Okuyalım:         --Andolsun sen, sana gelen bunca ilimden sonra, onların hükümlerine ve düzenlerine ve adetlerine uyacak olursan, şüphesiz sen de zalimlerden olursun.--

İmdi ELLAH şiddetle nehyettiği Habibinin işlemediği işi işleyenler zalim olmaz mı? Öyle ise mümin olanlar bu zalimlerin uyduğu kıbleye yani imama, düzene uymamalıdır. Çünkü uyanlar için hüküm şudur: Sana gelen bunca ilimden sonra onların kıblelerine yani hükümlerine ve düzenlerine dönersen andolsun zalim olursun. İşte onlara uyanların hakkında ELLAH’ın hükmü budur. Öyle ise bu âyetler nüzul edip bunları okuyan Resule İmân ettikten sonra, böylece ELLAH’a ait olan hâkimiyeti, ELLAH namına iilaa ettikten sonra, imtina etmek ve imtina ederek yahudi ve nasaraların düzen ve hükümlerine sarılmak, yemin verip hutbeler irad etmek, vaazlar düzmek sadece zalim olmaktır. Çünkü bu davranışlar, ELLAH’ın dinini onların hükümlerine ve düzenlerine yama etmektir, çatlaklarına sıva etmektir.

Kendi evladından daha açık olarak Resulullah'ın Risâletini tanıyan mümin niye böyle zulme dalsın? Demek bildikleri halde, bile bile makam, maaş ve kadın sevgisinden dolayı hakkı gizliyorlar. Nitekim yahudi ve nasaralar da Resulullah'ı öz evlatları gibi tanımalarına rağmen aynı maksat ile aynı yola girdiler. Bu zulümler mazide niye oldu? Halde olmaya niye devam etmekteler ve istikbalde olmaya niye devam edecekler? Şunun için: Risâlet, Tevhid yani hâkimiyetin şartsız olarak kime ait olduğunu açıklamak kral, sultan, reis ve başkanların sonu olacağından, sarayın terasalarında dolaşan zalim Âlim'ler bildiklerini gizleme, tanıdıklarını inkâr etme yoluna giriyorlar ve girdiler. Yada yukarda unvanları yazılan emirlerin müsaade ettikleri kadar övmeye, sevmeye çalışıyorlar. Çünkü ancak servetlerine servet böyle katarak göbekler üzerine fındık kırıyorlar. Bu hal, geçmişte de böyle oldu. Gördüğümüz gibi şimdi de olmakta.

Bu zalim Âlim'ler, yahudi ve hıristiyanların ulemaları gibi davranmalarına rağmen, kendilerinin âlim olduklarını her fırsatta söyleyip duyulmayı şeref bilen bu şerefsizler, acaba bu tutumları ile gayrı müslimler öz evlatları gibi tanıdıkları Resulullah'ı inkâr ettikleri gibi İmân etmiş oldukları Resulullah'ın Risâletini inkâr ettiklerinin farkındalar mı? Kelamullah'ın her ayetini doğru bildikleri halde makamlarına, hanlarına, servet ve samanlarına zevkle sahip olabilmeleri için, yahudi ve nasaraların emri altına olmayı şeref sayan şerefsiz emirlerine elbette ki: Siz ne yapıyorsunuz? Diyemezler. Bunu diyememeleri Resulullah'ı ve Kitabullah'ı bilmemelerinden ve inanmamalarından değildir. Sadece pinpon oynamaya zemini hazır tutmalarındandır. Evet, bunlar Muhammed’in Resulullah olduğuna zerre şüpheleri yoktur. Getirip işlemiş olduğuna da şüphe edenlerden değillerdir. Sadece kendilerine verilen bunca ilimden sonra Resulullah’tan ayrılmışlardır. Böylece ELLAH'tan, Kur'ân'dan ve Beytullah'a dönmekten ayrılmışlardır. Sürüleri de peşlerine takarak ayırmışlardır. Çünkü bugün yahudi ve nasaraların hüküm ve düzenleri altına imanın olamayacağına inanan kalmamıştır. İşte bu inanç, bu ümmete zalim olan âlimlerden bir hediyedir. Ki, kendileri yahudi ve hıristiyanların hüküm ve düzenleri altına olmalarına rağmen Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olduklarına inanmaktalar. Keşke nas beynin de yahudi ve nasara bilinseydiler?

Çünkü yahudi ve nasara bilinmedikleri için onlara inanıldı da, insanlara şirk, tevhid gibi tanıtıldı. Zulüm adalet oldu. Küfür, İmân oldu. Böylece ELLAH'tan gelen hak hakkında şüphe edenler çoğalmış oldu. Oysa ELLAH: --Hak, Rabbinden gelmiştir o halde sakın şüphe edenlerden olma.-- İkazını yapıyor. Öyleyse sebebi ne olursa olsun Hilafet'ten, Kur'ân'dan uzaklaşanlar, hak hakkında, yani ELLAH ve Resulü hakkında, şüpheye düşenlerden olur. Böylece şüpheye düşürenlerden olur. Öyleyse bu şüpheci zalimlerden yani tağutun idaresi altında ruhsatı ile ELLAH’ın rızası kazanılır diyen zalimlerden uzaklaşalım. Da, Halife’i Resulün etrafında vahdet olalım. Ki, mescidi haramdan yana dönebilenlerden olalım. Hem bilelim ki: Gayrı islami düzenin içinde, hicret ve cihattan gayrı, hiçbir amel, niyet ve söz kabul görmeyecektir. Bu söze inanmamak Kur'ân'ı ve Risâleti kendi hevasına uydurmaktır. Zira Kur'ân'ı kendi hevasına uyduranları görüyoruz ki, ELLAH'tan gayrı ilâhları vardır ve Muhammed'den ayrı imamları vardır ve islamdan gayrı düzenleri vardır. Böylece Beytullah'tan başka kıbleleri vardır. Bu nedenlerden dolayı hak hususunda şüpheye düşmüşlerdir.

Çünkü Resulullah'ı kıble edinemeyen, mutlaka tağutu, yahudi ve nasaraları kıble edinecektir. Böylece neyi yapmaları halinde, onların ruhsatı ile yapmaya mecbur kalacaklardır. Mümin olarak böylesi mecburiyetin altında kalan, haşre, hesaba inanmayanlardan olur. Çünkü Resulullah'ı kıble edinememesi tağutu kıble edinmesindendir. Okuyalım: -- Herkesin yüzünü döndüğü bir yönü, yolu, kıblesi, imamı ve kitabı vardır. Öyleyse siz hayırda yarışın.-- Yani siz veçhinizi Resulullah'a çevirin. Çünkü Hayır, namına, İmân namına Risâletin düşmanı olan Tağuta yönelmek hayra ermek olmaz. Hayra ermek ancak Resulullah’tan ve Halifesinden yana dönmekle mümkün olur. Evet, hakkı, hayrı taharri etmek ancak böyle mümkün olur. Çünkü ELLAH’ın gönderdiği din, hak budur. Bu hakka ulaşmak ancak ELLAH’ın uyun dediğine uymakla mümkün olur. Nitekim ELLAH bu hususu tekidle şöyle Beyân ediyor: Hangi yerden çıkarsanız çıkın yüzünüzü mescidi harama yani Risâlet'e, Halifesine ve Teşriiullaha çevirin. Çünkü bu ELLAH’ın kulları üzerine bir hakkıdır. Öyleyse ELLAH’ın hakkını vermeden, şirkten kurtulup tevhide ermek muhaldir. Çünkü ELLAH’a verilmesi icap eden hakkını, ELLAH’a vermeyip gayrine vermişsin de onun için tevhide ermen muhal oldu. Tevhide ermen ki, muhal oldu yahudi ve nasaraların oyuncağı oldun işte. ELLAH bilmez, onlar bilir dedin işte. Böylece zalim oldun işte. Onlara uyan zalimlerin üzerine ELLAH nimetini itmam etmez. Yani izzet, cennet vermez. Çünkü bu zalimler, ELLAH’ın: Beytullah'tan yana dönün emrini sadece namazda dönmeye hamlettiler. Öyleyse bu Müminler, ELLAH’ın affını ummamaları, ummalarından hayırlıdır. Ki, ELLAH şöyle buyuruyor: Hâkimiyetimi iilaa etmek için Resulüme ve Kitabıma uyanlar benden af, rıza umabilirler.

Öyleyse ELLAH’ın uyun dediğine uymadan, ELLAH’ın affını ummak, şeytan'ın insana saldığı boş bir gümandır. Ki, ELLAH bu hususu şöyle Beyân ediyor: Ben size içinizden bir elçi gönderdim. O size ayetlerimi okuyor. Sizi tezkiye ediyor. Kitabı ve hikmeti öğretiyor. Bilmediklerinizi bildiriyor. Artık sebebi ne olursa olsun ELLAH’ın bize gönderdiği bu Rahmetellil Âlemin olan Resulüne uymamak ve Halifesini çirkin görmek mümkün olmamalıdır. Şayet bu vahim hal mümkün oldu ise ki, mümkün oldu, bu imkânı kendine mümkün kılanlar ELLAH’ın affını, tevbeleri hariç beklemesinler. Ama imama, bi’ata ve Şeriatullah'a dönerlerse beklesinler.

İmdi âlemlere rahmet olan bu Resule İmân etmeyen ve İmân ettikten sonra, Risâlet'e ve Halifesine uymayan, uymak için tağutun iznini alan Kıbletullah olan bu son Resulden yüzünü dönmüş olur. Haliyle imandan düşmüş olur. İmandan düşenler Kur'ân'ı rafa kaldırır. Kur'ân'ın yerine hükümleri havi olan kitablar yazar. Öyleyse bu ümmet Resulullah'ı ret edenlerden olmuştur. Çünkü itaati tağuta dır ve çünkü Halifeleri yoktur. Bu vahim halin durumu şudur: İkrardan sonra inkâr ve islamdan sonra isyan. Yapılan bu inkâr ve isyanın da yorumu şudur: ELLAH’ı tek olarak İlâh, Rab, Razık ve Hafız kabul etmemek. Bunun da yorumu şudur: ELLAH’ın, ha şimdi okuyacağımız ayetine ters cevap vermektir. Okuyoruz: --Siz beni zikredin ki, bende sizi zikredeyim. Birde bana şükredin nankörlük etmeyin.-- Emri fermanına cevaben: Biz sadece sana güvenemeyiz. Çünkü bizim her ihtiyacımızı sen temin edemezsin. Hem, bizim ihtiyaçlarımızı temin eden sadece sen değilsin ki? Senden başka bize Rızık verenlerimiz var demektir. ELLAH’ı tek olarak İlâh kabul etmemenin yorumu işte böyledir.

Çünkü ELLAH’ı tek olarak kabul etmek, onu zikretmek ve ona şükredip nankör olmamak ancak Risâlet'e tabi, Halife’i Resule ittiba etmekle sabit olur. Aksi halde ELLAH’ı unutmak ve ELLAH’a nankör olup nimetlerine şükretmemek devam eder. Yahudi ve nasaralardan medet ummak devam eder. Böylece o zalimler de, bir hakkı işliyorlarmış gibi, ortalarda kibirli kibirli boy gösterirler. İşte bu ortamda, İmân sukut etmiştir. Haliyle zikirler, şükürler Tağuta yönelik olmuştur. Ki, olur.

Şimdi bu izahlardan kalbi daralarak yerine oturamayanlara derim: Bizim gayemiz, hak ile batılı tefrik ve şirk ile tevhidi talim etmektir. Lâkin hedefe ulaştıran ELLAH’tır. O ELLAH, Nûh’un gemisini hayırlı menzile indirdiği gibi, bizi de inşâ ELLAH hayırlı bir menzile indirir. Zira hayırlı menzillere indiren ancak odur. Öyleyse yol gösterenlerin en güzelini gösteren ey ELLAH’ım! Biz âciz kulunu da hayırlı bir menzile indir! ÂMİN deyip sabredelim ve sabretmemiz için okuyalım:

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اسْتَعينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلوةِ اِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرينَ (153) وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ فى سَبيلِ اللّهِ اَمْوَاتٌ بَلْ اَحْيَاءٌ وَلكِنْ لَاتَشْعُرُونَ (154) وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَىْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرينَ (155) اَلَّذينَ اِذَا اَصَابَتْهُمْ مُصيبَةٌ قَالُوا اِنَّا لِلّهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ (156) اُولئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَاُولئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ (157)

M E A L İ:

153-- Ey Müminler sabırla, bir de namazla yardım isteyin. Şüphesiz ELLAH sabredenlerle beraberdir. 154-- ELLAH yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Bilakis onlar diridir. Ama siz göremezsiniz. 155-- Andolsun sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden yana kesat ile imtihan edeceğiz. Sabredenlere müjdele. 156-- Onlar kendilerine bir musibet geldi mi: Biz ELLAH içiniz ve ona dönücüleriz derler. 157-- İşte onların Rableri katında Rahmet ve Mağfiretleri vardır.

M E R A M I:

Okuduğumuz bu âyetlerin birinci ayetinden ELLAH’ı zikretmenin namaz olduğu ve ELLAH’a şükür da, kader de yazılanın kaza edilmesi anında sabretmek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Lâkin namaz ile ELLAH’ı zikredenlerin ve musibete uğradığı zaman sabredenlerin ELLAH'tan gayrı İlâhı ve Resulünden gayrı Emir makamında Amiri ve Kur'ân'dan gayrı Teşriileri ihtiva eden kitabı olmamalıdır. Olduğu takdirde, ELLAH’ı zikir olan namaz tağutu zikir için kullanılmış olur. Sabretmek de Tağuta itaat etmede sabretmek olur. İşte ELLAH böylesi musallileri ve böylesi sabirinleri sevmez. Ama tağutun musibetine, müşkiline sabrettikleri için, tağut ve yahudi nasaralar bunları sever. Ki, bunlar için aydın Müminler der. Zaten işte bu nedenledir ki, ELLAH bunları sevmez.

Sabır ve namazları yani itaatleri sebebiyle tağutun, yahudi ve nasaraların muhibbi olanlar, ELLAH’ın emrinde, yolunda görünmeleri, ölmeleri, ELLAH’ın yolunda olmaları ve ölmeleri değildir. Çünkü bunların Risâlet'e Halef olan imamları yoktur. Bu nedenle hayatları ve mematları yahudi ve nasaraların ölüleri ve hayatları gibidir. Ama Halife’i Resule bi’at kaydı ile islam cemaatinin bir ferdi olan mümin için, öldü sözü yabancı olup yalandır. Çünkü bu çerçevenin içinde ölen mümin esasta diriliyor.

Ne var ki tepede olan göz, ölenin öldüğünü ve yaşayanın yaşadığını görür. İmdi tepede olan gözün şehadeti ile yani gayba İmân ve itimat etmemek suretiyle hükümler veren müminlere, yani maddeden gayrı gözü bir şey görmeyen müminlere ELLAH, imtihan için verdiği, vereceği musibeti, kıtlığı ve hastalığı ELLAH’ın meşiyetinden bilmez. Da,  ELLAH’ın halk ettiği sebeplerden bilir. Böylece sebebi müsebbib makamına oturtup onu ilâh edinmiş olur.

Sebebi, müsebbib makamına oturtup onu İlâh edinenler, ELLAH'tan imtihan için kendilerine gelen musibetlere sabredemezler. Lâkin Halife’i Resulün emri altında olan müminlere musibet isabet ettiğinde der: Biz muhakkak ELLAH’ın askerleri olup onun Resulünün ve Halifesinin emrindeyiz. Ondan geldik, ona döneceğiz. İmdi, musibeti anında böyle diyen mümin sabirinlerden yazılır. Belki, musibet zede oldukları dahi anlaşılmaz. Çünkü dünyanın imtihan için yaratıldığını bilir. Öyle ise böyle bilen ve böyle olan müminlerden olmamız için, Rabbimiz olan ELLAH'tan yardım isteyelim. ÂMİN.

Ama imamımız ve bi'atimiz olarak ondan yardım isteyelim. İmamsız, bi’at sız olarak biz müminiz diyerekten ondan yardım istemeyelim. Çünkü ELLAH ona Hamd olsun ki, o bütün insanlara ve insanların emrine, hizmetine verdiği canlılara yardım edendir. Ki, ELLAH bu yardımını kimseden dua beklemeden Rahman olduğu için yapar.

V E  İ Z A H I:

ELLAH, imamlı ve bi’atlı olan müslüman kullarına namaz kılmayı ve sabretmeyi tavsiye ediyor. Çünkü bu Müslümanlar ELLAH tarafından ayrı bir iş için görevlendirilmiş olduklarını görüyoruz. O iş de şudur: Müslüman kullarının yolunu, yönünü, kıblesini, kitabını ve imamını değiştirmiştir. Böylece bu cemaati, imamı ve bi’atı olmayan ve beşeri hükümlerle yönetip yönetilenlerden tamamen bir daha buluşmamak üzere ayırmıştır ELLAH... Ayırdığı bu cemaate namazı ve sabrı emrederek tavsiye etmiştir ELLAH... Böylece ELLAH, namazı ve sabretmeyi ve hükümleri ile hükmetmeyi ve hükmedenlere itaat etme işini bu Müslüman'lara yüklemiştir. Hemen ardından şu tehlikeye dikkat çekmiştir: Bi namaz olanlar ve namazı tağutun emri olan memurunun ardında eda edenler sizi yolunuzdan çevirmesin. Yani ehli namaz olarak onlara itaat etmenizi, namazınızı kontrolleri altına almalarını temine muvaffak olmasınlar diyerek müslüman kullarını uyandırmaktadır. ELLAH’ın bu tavsiyesine göre: Namaz, mümini kâfirden nasıl ayırıyorsa, o ayrılığı onlarla her sahada sürdürmek lazımdır. Bu ayrılık da, ancak islam cemaatinin tahakkuku ile olur.

Bunun dışında olan zalimlerin söyledikleri ile ve yaptıklarıyla, islam, İmân tahakkuk etmez. Kitabımız var deyip kitabsızın, namazımız var deyip bi namaz olanın, imanımız var deyip imansızın, dinimiz var deyip dinsizin peşlerinden gitmekle yukarda var bildiklerimizin hepsini bir --LA-- kılıcı ile yok etmiş oluruz. Öyleyse namaz ve sabır ile ELLAH'tan yardım istemeye kalktığımızda, neyi istediğimizi çok iyi tespit etmek lazımdır. Ki, bunlarla dünya'yı ve tağutun istikrarını istemiş olmayalım ELLAH'tan. Çünkü tağutun ruhsatı ile ibadet ve cihat olur diyenler ve edenler, ELLAH'tan tağutun selametini istiyorlar. Ama bilmezler.

Evet, bilmedikleri içindir ki, laik tağuti hegemonyaların selameti için ölenlere şehit diyorlar. ELLAH yoluna yani islam düzeni için ölene de öldü diyorlar. Oysa tağutun hâkimiyetini tanımayıp ölenler için, öldükleri an bir daha ölmemek üzere dirilmek vardır.  Ki, şehitler için bu diriliş hudutsuz hürriyettir. İmdi bu âyet ile ELLAH mümin, müslim kullarını savaşa teşvik ettiğini söylemek doğru olmasına rağmen, esasen savaşa teşvik etmek olmayıp, tağutun yolunda savaşanların ve ruhsatı ile ELLAH'a yönelenlerin ölü olduklarını ve öldüklerinde cehenneme gideceklerini bildirmektedir ELLAH bu ayeti ile.

Bu âyetin peşinden üç ayeti ile de ELLAH şöyle sesleniyor mümin ve müslim kullarına: Siz İmân mı ettiniz? Müslüman'lar oldunuz öylemi? Malınız ile canınız ile Halifeyi Resulümün emri altına girdiniz öylemi? Ve namazı adet varı kılmadığınızı söylüyorsunuz?

Öyleyse bu sözlerinizde sadık olup olmadığınızı sırasına göre bazen mallarınızla, bazen canlarınızla, bazen sıhhatinizle, bazen evlat ve mahsullerinizle ve bazen de bu işler böyle ne olur korkusuyla imtihan edeceğim. De, İmân edenlerle etmeyenler belli olacak. Öbür sahtekâr müminlerin de ödünü çatlatacağım. Ama: Biz ELLAH içiniz, ondan geldik, ona döneceğiz diyenleri müjdele... Çünkü bunların bildikleri tek şey vardır. Oda şudur: ELLAH ELLAH ELLAH... İşte bunlar için Rableri katında Rıza vardır. Çünkü hidayete erenler bunlardır. Hem, bunları ELLAH hallerine göre iptilaya uğratır. Çünkü büyük tabanlı gemiler kaldırdığı yük, tabanı ile orantılı olduğu gibi, bunlarda ihlâs ve aşklarına göre iptilaya uğratılırlar. Yani malları, canları, mahsulleri, evladu iyalleri, komşu ve çevresi ile iptilaya uğratılırlar. Ama dağ gibi olup sarsılmazlar.    Ah vah etmeyip şükrederler. Öyle ki rıza halleri her azalarından kendini gösterir. Böylece imtihanı kazanıp mağfirete ererler.

Öyle ki günah yangın yarasının iyileşmesiyle geride bıraktığı ize benzer. Ama bu müminlerin günahlarından, üzerlerine kalan izlerin, üzerine bir Rahmet yağar, böylece hiç günah işlememişler gibi üzerlerinde olan günah izlerinden, üzerlerinde eser kalmaz. İşte bu ELLAH’ın islam cemaati üzerine olan bir lütfüdür. İmdi ELLAH’ın lütfüne eren bu Müslüman'larla Sefa ile Merve ye yönelerek okuyalım:

اِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَائِرِ اللّهِ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ اَوِاعْتَمَرَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ اَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَا وَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَاِنَّ اللّهَ شَاكِرٌ عَليمٌ (158) اِنَّ الَّذينَ يَكْتُمُونَ مَا اَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدى مِنْ بَعْدِ مَابَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِى الْكِتَابِ اُولئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللّهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَ (159) اِلَّا الَّذينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَاُولئِكَ اَتُوبُ عَلَيْهِمْ وَاَنَا التَّوَّابُ الرَّحيمُ (160) اِنَّ الَّذينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ اُولئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللّهِ وَالْمَلئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَعينَ (161) خَالِدينَ فيهَا لَايُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَاهُمْ يُنْظَرُونَ (162) وَاِلهُكُمْ اِلهٌ وَاحِدٌ لَا اِلهَ اِلَّا هُوَ الرَّحْمنُ الرَّحيمُ (163)

M E A L İ:

158-- Şüphesiz Sefa ile Merve ELLAH’ın şeairindendir. Kim ki Hac ve Umre niyeti ile Beytullahı ziyaret ve tavaf ederse, bu tavafı ikisi ile birlikte yapmasında sakınca yoktur. Kim gönüllü olarak bir Hayır, işlerse şüphe yok ELLAH Şakir ve Alim'dir. 159-- İndirdiğimiz o açık ayetlerimizi ve hidayet yollarını kitab da Beyân ettikten sonra gizleyenlere muhakkak ki, ELLAH lanet eder. Lanet etme şanından olan herkes de lanet eder. 160-- Ancak tevbe edenler, ıslah edenler ve Beyân edenler müstesna. Ki, ben onların tevbesini kabul ederim. Zira tevbeyi kabul eden ve esirgeyen biziz. 161-- Gerçekten küfredip de, kâfir olarak ölenlerin üzerine ELLAH’ın, Meleklerin ve tüm insanların laneti vardır. 162-- Orda ebedi kalırlar. Onların azabı ne hafifletilir nede yüzlerine bakılır. 163-- Hepinizin İlâhı bir tek olan ELLAH’tır. ELLAH'tan gayrı hiçbir İlâh yoktur. O hem Rahman hem de Rahîm'dir.

M E R A M I:

Hak ve batıla nam ve nişan olan Sefa ve Merve, islam cemaatinin bi’atlı üyesi olmayanlar için, yani tağutun vatandaşı olanlar için iki nişan olamaz ve değildir. Öyle ise bunların orda sağyetmeleri ilahilik namına hiçbir değer taşımaz. Çünkü hikmet, hakkı hak, batılı batıl bilmektir. Öyle ise hak ile batılı bilmeyenlerin ELLAH’a şakir olması muhaldir. Demek imamsız, bi’atsız ve Teşriiullah sız yaşayan lafsı Müminler için, Hac ve Umre yoktur. Çünkü bunların dini ve imanı, yahudi ve nasaraların din ve imanları gibi kralların, reislerin, başkanların, sultanların emirleri altındadırlar. Bu zalimlerin emri altında olan din ve İmân, din ve İmân olmaz. Nitekim yahudi ve nasaralar ehli kitab olan Müminler değil miydiler? Demek Risâlet'e ve Halifesine ve Şeriatullah'a uymayıp, tağutun hükümlerine uydukları için ELLAH’ın lanetine uğradılar. Öyleyse onlar gibi olanlarda onların uğradığı lanete uğramışlardır. Onların uğradığı lanete uğrayanın hacc ve umresi olur mu? Olursa ELLAH kabul eder mi? Etmez. Çünkü hakkı batıl, batılı hak bildiler ve bildirdiler.

İşte bunlar ELLAH’a, Resulüne ve Teşrisine münkir olanlardır. Şöyle ki: Risâletin emrinden, itaatinden ve eşiğinin önünden ayrılıp tağutun yahudi ve nasaraların emrine, itaatinde olarak eşiğinin önüne toplanmışlardır. Bu işlemleri sebebiyle, hakkı batıl, batılı hak diyenlerden olmuşlardır. Böylece ELLAH’ın, Meleklerin ve tüm insanların lanetine uğramışlardır. Hem de Sefa ve Merve de sağyeder oldukları halde ve Beytullahı tavaf ettikleri halde.

Hakkı batıl, batılı hak demek ve der gibi davranmakla, ELLAH’ın lanetine uğrayan insanlar için İmân ve tevbe yolu açıktır. Yani hakkı hak ve batılı batıl bilmeleri, söylemeleri için, akılları başlarında, iradeleri ellerinde olup tağutun emrinden ve eşiğinin önünden ayrılmaları için irade ve hürriyet sahibidirler. Artık tağutun emrinden firar edip Risâletin emrine gelirse onun bu tevbesini ELLAH kabul eder. Ki, bu insanlar böylece İmân edip nefsini ıslah ederek hakkı Beyân etmiş olur. Ve Rahman olan ELLAH’ın Rızasına ermiş olur.

Hakkı izhar etmemekle ELLAH’ın Rızasına eremeyenlerin sıfatı, unvanı, dini ne olursa olsun müşrik, kâfir ve zalim olmamaktan kendini beri olamaz. Haliyle öylede ölür. Hakkı Beyân ve izhar edemeden ölenler ELLAH’ın, Meleklerin ve tüm insanların lanetini alarak gider.

Çünkü bu dünyada ömürlerini şirk ve küfür içinde geçirmişlerdi. tağutun emrinde ve sarayının önünde ömür tüketmişlerdir, ELLAH'ın Rahmeti olan Resulünü, Kitabını ELLAH’ın vermiş olduğu hür iradeleri ile ellerinin tersi ile itmişlerdir. Böylece ELLAH’ın lanetini Rahmet sanmışlardı. Yani imamsız, bi’atsız ve Şeriatullah sız yaşamanın imana zarar vermez olduğunu demişlerdi. İşte bunlar, cehennemlik olup orda yüzlerine bakanlar olmamak üzere ebedi olarak kalırlar. Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olmaları ve bilinmeleri kendilerine asla müfid olmaz.

Çünkü Rahman olan ELLAH ile beraber İlahlar, Rabler, Razıklar, Hâlıklar ve Hafızlar edinmişlerdi. Çünkü Resulullah'ın ve Halifesinin yerine tağutlara itaat etmişlerdi. Oysa ELLAH'tan gayrı İlâh, Rab, Razık, Hafız yoktu ve Resulünden Halifesinden başka itaat edilecek emir yoktu. Maalesef olmamasına rağmen bulmuşlar ve ömürlerini onların emri altında tüketmişler. İmân etmek, tevbe etmek akıllarına hiç gelmemiş. Çünkü ELLAH'tan gayrı İlâh yoktur demekle bunlar yok olmuyor. Aksine yeryüzü ELLAH'tan maada İlahlarla dolu olup gittikçede artıyorlar ama yeryüzünde bunlara rağmen olmayan, sadece ve sadece makamı Hilafet ve Halifesidir.

      V E  İ Z A H I:

Esasında, temelinde cevher taşıyan her şeyin ve üzerine sorumluluk olan teşkilatın, namını ifade eden kısa tarifleri olur. Öyleyse Kur'ân nedir? Sualine deriz: --Kur'ân, mücmel bir kelimenin mufassal Beyânıdır-- Yani --LA İLAHE İLLELLAH-- kelimesinin izahı bu Kur'ân'dır.  

Şimdi şe'airullah olan yani ELLAH’ın nişaneleri olan Sefa ile Merve tepesinden Beytullah'a nazar ederek diyelim: İslam Dinini padişaha teşbih edersek, bu padişahın tacı hac olduğunu görürüz. İmdi islamın tacı olan hacc hususunda, Sefa ile Merve tepelerinden kapının açılması, orda zahir olan iki tepenin kerameti olamaz. Ancak her gıda kendine has bir lezzet, kuvvet bünyesinde taşıdığı gibi, bu iki tepe de, görünüşünden başka bünyesinde kuvvet taşımaktadır. Şöyle ki: ELLAH’ın vahdaniyetine iki delil olan bu iki tepe gibi Şeriatullah ve sünnette, ELLAH’ın vahdaniyetine iki delildirler. Risâlet ve Risâlet karşıtı olanlar da ELLAH’ın vahdaniyetine iki delildir. İmdi burda Beyân olunan bu delillerden hareketle: Sefa --kabul eden-- Merve       --red eden-- olduğunu deriz. Çünkü şe’airullah bu iki aşırı uç da, kendini göstermektedir. Öyleyse bu iki tepenin arasına koşmanın manası, izhar olunması icap edeni pervasızca izhar etmek ve gizlenmesi icap edeni de, usulü ile gizlemenin talimidir. Hem batıldan hakka koşmanın, terlemenin var olduğunun talimidir. Öyle ise yapılan bu talime göre, kim tevhid den gayrı ismi olmayan islam düzeni için, Halife’i Resule, imanının gereği olarak ihlâs ile yardıma koşarsa, şüphesiz ELLAH’ın lütfettiği islam nimetine şükretmiş olur. ELLAH (c.c) bu müslim kullarından razı olur.

Lâkin islamın dışında kalan düzenlerde, şe’airullah olan hak ve batıl kelimelerine ve icraatına bakanlar olmaz yani ELLAH’ın Resulüne, kitabına kulak asanlar olmaz. Böylece gayrı İslami beldelerden, islamın başkenti olan Beytullah'a yüzünü dönen olmaz. Hali ile Sefa ile Merve arasında kuru ter dökmekten gayrı kimsenin eline bir şey geçmez. İmdi Rabbul Âleminin evinin etrafına tavaf edip, iki tepe arasında kuru ter dökmekle, ELLAH’a ibadet ettiğine inananların, bu inanış, bu anlayış ve amellerine şakir olan ELLAH teşekkür etmez. Çünkü bu amelleri yerine getirenlerin, Risâlet makamında Resulullah'ı temsil eden imamları yoktur. Da, aynı makama tağutu yani Ebu Cehilin Halifesini oturtarak, ruhsatı ile Hacc, Umre etmek, Cum'a, bayram namazı kılmak şe’airullah tan değildir. Ama illa şe’airullah'dan dır lâkin red eden şe’airullah'dan dır.

Çünkü Beytullah, tevhide vahdet olmak için işaretlenmiş bir mescidi kübra'dır. ELLAH’a İmân eden ve Resulullah'ın izinden yürüyen Halifesine bi’at veren müminlerin meclisleri olup, kıbleleridir. Öyle ise beşeri hükümlerle yönetip yönetilenlerin meclisi ve kıblesi olamaz. Hem o zalimler Beytullahı bu fonksiyonu ile de kabul etmemişlerdir. Bu fonksiyonu ile Beytullahı kabul etmeyenler, haremde de olsa, uzakta da olsa, ELLAH’a ve Resulüne tuğyan eden yahudi ve nasaraların emirleri altına olan Amirlere uyan müminlerin, Beytullah da bulunmaları ve idaresini eline almaları kesinlikle haramdır. Bu haramı irtikâp ederek idareyi eline alanlar ve o yöne dönüp namaz kılanlar gasıptırlar. İşte böylesi gasıpların ruhsatı ile Hacc edenler, Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olanlar da imanlarında kaziptirler. Çünkü müşriktirler. Her müşrik olanda mutlaka şe’airi islamın iki nişanı olan Sefa ile Merve'nin kabzettiklerini --Bast ve bast ettiklerini kabzederler.-- Ki, işte bunlar ELLAH’ın lanetine uğramış olan insanlardır. Çünkü Halife’i Resulullah'ın itaatinden çıkanlar, şüphe yok Kur'ân ile hükmetmezler.  Böylece meclisullahtan ayrılıp, meclisi millete meclisi mebusana dönerler. Ama müşrik, kâfir ve zalim olarak dönerler haliyle dönmüş oldukları meclisin hükümleri ile ELLAH’ın Hükümlerine irtica deyip atarlar.

İşte bu gibi meclislere, uzaktan yakından, kadın, erkek yardımcı olan her insan şayet islamın mümini olarak yardım yapanlar, ELLAH’ın, Meleklerin ve bütün insanların lanetine çarpılırlar. Çünkü mümin olarak ELLAH’ın lanet ettiğine lanet etmedikleri için lanete uğradılar. Hem ELLAH’ın lanet ettiğine lanet etmeyenin imanında zaaf vardır. İmân, zaaf kaldırmayacağına göre demek imanı yoktur. Elbette yoktur. Zira Kitabullah'ı yürürlükten kaldırmak sureti ile onda olan hükümleri gizleyen ve unutturan ve ayatu beyyinat'ı hafife alan yada acımasız deyip tenkit edenler, bu nedenlerle onu hâkim mevkiinden alaşağı edenlerin üzerine ELLAH’ın laneti olmaz mı? Hem bu zalimlerin ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olanlara da ELLAH’ın laneti olmaz mı? İşte bu lanetlilere, imanın manasını anlayan her müminin de lanet etmesi ve buğz etmesi farzdır.

Ancak tevbe edenler, ıslah edenler ve Beyân edenler müstesna, çünkü bunlar ELLAH'ın rızasına kitabı ve Resulü ile erenlerdir. De, kitabı ve Hilafet'i ılga eden lanetlilerden değillerdir. Öyleyse burda zikredilen tevbenin mahiyeti, İmân etmektir, İmân'dır. Zira tevbe adı ile dile gelen bu imanı eden, ıslah etmeye, Beyân etmeye ELLAH’a söz verenlerden olur. Böylece Halife’i Resulden ve Teşriiullahtan ayrılmaz ayrılanlara lanet eder, buğz eder. İşte bu insanlardan teşekkül eden cemiyet, ELLAH’ın lanetine uğramaktan istisna edilmiştir. Ama diğerleri, Evet, bu diğerleri nasıl görünürse görünsün ve nasıl bilinirse bilinsinler diğerleri olmaktan, yani ELLAH’ın lanetine uğramaktan kendilerini kurtaramazlar. Böylece ELLAH’ın lanetine uğrayan bu zalimler hak namına şirk’i, küfrü ve zulmü Beyân ederler. İşte ettikleri bu Beyân.  ELLAH’ın lanetine uğramış olduklarının Beyânıdır. Ki, ELLAH bunların hakkın da şöyle buyuruyor: Gerçekten küfredip de, tevbe etmeden kâfir olarak ölenlerin üzerine ELLAH’ın, Meleklerin ve tüm insanların laneti vardır. Okuduğumuz bu âyette ifade olunan gerçek küfür şudur: Kâfir olarak ölmek. Kâfir olarak ölmek de, İmân etmemek ve İmân edememektir. Tevbe etmemek ve tevbe edememektir. Islah etmemek ve ıslah edememektir. Yani hak ile batılı tanımamaktır.

Evet, işte bunların tek bir adı vardır: Küfredip kâfir olarak ölmek. Kâfir olarak ölenlere de, ELLAH’ın, Meleklerin ve tüm insanların laneti vardır. İmdi insanların laneti nasıl olur? Diye soranlara deriz:

      A-- Mümin olanın böylesi zalimlere buğz etmesi imanın üç basamağının bir basamağı olup, müminlerin kâfirler üzerine asgari lanetidir.  

      B-- Gayrı islami olan yahudi ve nasaraların da laneti şudur: O zalimlerin islam dinine mensup olanların üzerlerine söz sahibi olmaları, islamın müminlerine ettikleri en büyük lanettir.

Evet, bu Beyânımızı anlayan anladı. Anlamayanlar için tekrar deriz: Tevbe etmeden yani imamsız, bi’atsız ve Teşriiullah sız olarak tağutun şemsiyesinin altına imanın emridir diye sinenler ve o şekilde ölenlere, dünyada o zalimlerin, âhiret'te de ELLAH’ın laneti vardır. ELLAH’ın, Meleklerin ve tüm insanların lanetini alarak ölenler için, hafifletilmeyen ve yüzlerine bakılmayan ebedi azap vardır. Nerede mi? Cehennemde... Hem cehennemde, feryadu figan yoktur. Çünkü feryadu figan derde derman cümlesindendir. Öyleyse bizler Rabbimiz ELLAH’a sığınalım. Da, ondan tevbe edip hidayeti bulmamızı, hakkı Beyân etmemizi ve hakkı ikame etmemizi ve hakkı batıldan ayırmamızı dileyelim. ÂMİN.

Çünkü Ulûhiyyet sıfatı yalnız ELLAH’a aittir. Mâsıvanın Rab ve İlâhı, Hafız ve Razığı ancak ELLAH’tır. Çünkü ELLAH'tan başka İlâh yoktur. Ulûhiyyet, Rububiyyet sıfatına sahip olmayanında Rahman ve Rahîm olması muhalden öte abestir. Oysa insanlar bu dünyada Rahmansız bir nefes alamaz ve haliyle yaşayamaz. Âhiret'te de insanlar, Rahimsiz yol bulup cennete giremez.

Madem hak budur ve hakkın Beyânı böyledir, öyleyse Ulûhiyyet dava edenlerin Teşriilerine boyunlar eğilerek kulluklar niye ediliyor? Öyleyse kulluğun kime has olduğunu kâinata atfı nazar ederek anlamaya çalışalım. Okuyoruz:

اِنَّ فى خَلْقِ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتى تَجْرى فِى الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَا اَنْزَلَ اللّهُ مِنَ السَّمَاءِ مِنْ مَاءٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ وَتَصْريفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاءِ وَالْاَرْضِ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ (164) وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللّهِ اَنْدَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّهِ وَالَّذينَ امَنُوا اَشَدُّ حُبًّا لِلّهِ وَلَوْ يَرَى الَّذينَ ظَلَمُوا اِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ اَنَّ الْقُوَّةَ لِلّهِ جَميعًا وَاَنَّ اللّهَ شَديدُ الْعَذَابِ (165) اِذْ تَبَرَّاَ الَّذينَ اتُّبِعُوا مِنَ الَّذينَ اتَّبَعُوا وَرَاَوُا الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الْاَسْبَابُ (166) وَقَالَ الَّذينَ اتَّبَعُوا لَوْ اَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّاَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّؤُا مِنَّا كَذلِكَ يُريهِمُ اللّهُ اَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْ وَمَا هُمْ بِخَارِجينَ مِنَ النَّارِ (167)

M E A L İ:

164-- Şüphe yok göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün peş peşe gelişinde, insanlara faydalı şeyleri taşıyan o gemilerde, ELLAH’ın inzal edip ölümünden sonra yeryüzünü ihya eden o su da, her cins hayvanları yaymasında, rüzgârların değiştirilmesinde ve gök ile yer arasında musahhar edilen o bulutta aklını kullanan kavim için nice âyetler vardır. 165-- İnsanlardan öyleleri vardır ki, ELLAH'tan gayrilerini ona emsal edinir. Ve ELLAH’ı sever gibi onları severler. Müminlerde ise, ELLAH’ın sevgisi daha fazladır. Zalimler azabı gördüklerinde, bütün kuvvetin ELLAH’ın olduğunu ve ELLAH’ın cidden pek çetin bir azabın sahibi olduğunu bileceklerdir. 166-- O zaman metbular, tabilerinden hızla uzaklaşacaklar. Ama kaçamayıp azabı görmüş olacaklardır. Böylece aralarında olan bağlar kopmuş olacaktır. 167-- Tabiler: Bizim için bir dönüş olsaydı da, bizden uzaklaştıkları gibi, bizde onlardan uzaklaşsaydık. Böylece onların bütün yaptıklarını ELLAH hasretler içinde onlara gösterecektir.

M E R A M I:

Rabbimiz ELLAH (c.c) Yüz altmış dördüncü ayeti ile biz insanlara ihsan ettiği nimetlerini sayarken azamet ve kibriyasını gösteriyor: Bu sayılanları ELLAH'tan başka birileri yaratarak vazifelerine müdavim ile idare edebilen var mı? Bu soruya elbette ki, vardır diyen bir insan, dünyanın içinde bulunmaz. Ne var ki, ELLAH'ın ibretimize arz ettiği hilkatinden ders alıp, ELLAH'tan gayrı İlâh edinmemeye yönelmez de, ELLAH’ın hilkatine tabiattır der.  Böylece yoluna devam eder. İmdi tabiattan gayrı bilgisi olmayanın, tağuttan, yahudi ve nasaralardan gayrı ilâhı olmaz ve beşeri hükümlerden gayrı Teşriisi olmaz. Ve kadından başka kıblesi, dinardan başka dini olmaz. Evet, olmaz ki, Rabbimiz:

İnsanlardan öyleleri vardır ki, ELLAH'tan gayrisini ELLAH’a emsal, denk, eş, ortak edinirler buyurmaktadır. Ve ELLAH’a yakıştırdıkları o İlahları, ELLAH'tan daha çok sevdiklerini bildirmektedir. Öyleyse Rabbimizin çok açık olan bu Beyânına göre: Mümin olarak kim tağutun ruhsatları ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olursa, olmaya çalışırsa ELLAH'tan daha çok ruhsat vereni sevmiş olur. Böylece seven, sevdiğini darıltmaya, kızdırmaya vesile olan davranışlardan ve sözlerden sakınır. Ama Risâlet'e ve Halifesine bi’at verip teslim olanların sevgisi ELLAH’a, Resulüne ve mümin kardeşlerinedir.

Çünkü şirkin tevbesi hariç zerresini ELLAH’ın kabul edip af etmeyeceğini bilirler. Ki, hemen o zalimlere buğz ederler. Ruhsatına başvurmazlar. Başvuranları onlardan sayarlar. Böylece yarın mahşerde o zalimler bunlardan uzaklaşmadan bunlar şimdi onlardan uzaklaşırlar. Çünkü beşeri düzen ve hükümleri kabul üzere ölen ve kabul üzere ölene tabi olan ve ruhsatını alan zinhar İmân üzere ölmez. Çünkü ELLAH ile beraber gayrı bir ilâh edinmiştir de ondan dolayı İmân üzere ölmez.

Öyleyse bu zalimlerden şimdi Evet, şimdi ayrılmalıyız. Şayet şimdi ayrılmasak yarın mahşerde onlarla beraber haşr olacağımız hususuna hiç şüphe yoktur. Şüphe olmayınca tağut ile ve tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanlarla beraber haşr olan mümin der: Keşke tekrar dünya'ya dönsek de burada bize bir faide temin etmeyen bu zalimleri terk edip Halife’i Resule dönseydik. Ama dönüş olmayacağına göre, sadece pişmanlık ateşi ilelebet yakacaktır insanı.

V E  İ Z A H I:

İzahımıza yüz altmış dördüncü ayeti esas alarak başlıyoruz şöyle ki: Beşeri hükümlerle hükmetmek sureti ile Ulûhiyyet davasını üstlenenlere ve bu zalimlere itaat etmekle teslim olanlara soruyorum: Siz bu halinizle İmân ehli misiniz? Öyleyse şu sorulara cevap verin: Gökleri ve yeri kim yarattı? Gece ile günü var edip ardı sıra deveran ettiren kimdir? Denizden, karadan insanları rızıklandıran kimdir? Ölümünden sonra yeryüzünü su ile dirilten, Cüşü huruşa getiren kimdir? Her cins canlıyı karada, havada, denizde, toprak altında, ağacın içinde ve rahimlerde yaratıp rızıklandıran kimdir? Rüzgârları yelpaze gibi çevirerek estiren kimdir? Şu üzerimizde dolaşan bulutu orda var edip dolaştıran kimdir? Herhalde bu sorulara ister istemez: ELLAH’tır diyorsunuz ve dersiniz. Bizde sizi tasdik ederek Evet, ELLAH’tır diyoruz. Öyle ise o ELLAH’ın son Resulü olan Muhammed Mustafa ya niye İmân etmiyorsunuz?  Muhammed Mustafa ya İmân eden ey Müminler! Madem İmân etmişsiniz ELLAH’ın hükümleri ile niye hükmetmiyorsunuz? Ve niye ELLAH’ın hükümleri ile hükmetmeyen müşrik, kâfir ve mürtedlere uyup itaat ediyorsunuz? Bu halinizle ELLAH’a mı kulluk ediyorsunuz? Onlara mı kulluk ediyorsunuz?

İşte bu soruları düşünen insanlar derhal: --LA İLAHE İLLELLAH MUHAMMED RESULULLAH-- Der ve hemen Rab, Razık, Hafız, Hâlık ve İlâh olarak ELLAH’ı, din ve yol olarak İslamı, kitab yani Teşrii olarak Kur'ân'ı, yönetip yönlendirici olarak Halife’i Resulü kabul eder ve kabul ettiklerinin karşısına olup duran zalimleri inkâr eder. Ama bu inkâr işi sözle ve niyet ile olup yerine gelmez. Öyle ise Resulü Kibriyanın Halifesine hemen bi’at etmek lazımdır. Böylece islam cemaatine iltihak etmek lazımdır. Böyle bir cemaat yoksa ki, yoktur öyle ise üç kişi ile de olsa ihya edip teşkil etmek lazımdır. Ama bu lazımları yerine getirirken tağutun ruhsatı ve teftişini red ederek tağutlardan beri olup kaçmak lazımdır. Hem tağutun ruhsatından kaçmanın önemi öbür lazımlardan daha önemlidir.

Çünkü tağutun ruhsatı ile işlenen, söylenen ve yapılan hangi cinsten olursa olsun işleyicisini ve söyleyicisini müşrik eder. Müşrik olduktan sonra, ELLAH’ın Rızası için ve ELLAH’a mukarreb olmak için inanmak, söylemek ve işlemek sadece cahilliktir.  Boşa kürek çekmektir, boşa!

Öyleyse cahillik nedir? Cahilliğin ne olduğunu anlatmak çok zordur. Çünkü sorulan bir şey olursa, cevabı da bir şey olur. Ama cahillik şey olmadığı için, cevabı da kendisi gibi şey olmuyor. Yani Evet, her şey bir şeydir ama cahillik hiçbir şey değildir. Buna rağmen dillerde cahilliğin bi tarifi vardır. Kitablarda yazılan bi şekli de vardır. Ki, o kitablarda yazılıp dillere gelenlerin en kısa ve en açık olan tarifi: Şüphesiz okuması, yazması olmayan cahildir şeklinde yapılmıştır.

Cahilliği anlatmak için yapılan bu tarif yüzeysel olarak doğru olmasına rağmen, içe doğru bakıldığında yapılan bu tarif tamamen yanlış olup, tam bir cahil olanın, cahillik hakkında yaptığı tariftir. Çünkü ELLAH’a ve Resulüne en çok düşman olanlar, ilmi yüzeysellikte zirveye çıkanlar olmuştur. Hem zahiren ilim ehli bilindikleri için, düşmanlıklarını dostluk gibi yansıtmışlardır. Böylece avamınnas da: Bunlar ilim ehlidir diye izlerini izlemişlerdir. Netice, Evet, netice: Esasında islam ve tevhid olmayan, esasında Risâlet ve Halifesi olmayan bir islam dini meydana geldi. İşte bu gaflar okuyup yazan bu cahil ilim ehlinin cehaletinden meydana geldi. Çünkü bu cahiller âlim diye adım, adım izlendiler. Böylece islam dini adına bizlere ulaşan dinin temelinde şirk yatmaktadır. Ve bizlere ulaşan bu dinin temelinde,  tağutu Risâlet makamına oturtup, Risâlet'e imanın emri ile yapılan itaat, makamı Risâlet'e oturtulan Tağuta yapılmaktadır. İşte bu yanlışlar, cahilliğin yanlış tarifinden zuhur etti. Eğer cahillik okuyup yazmakla eşlendirilmeseydi, bu yanlışlıklar zahir olmayacaktı. Çünkü Müminler bu âlimdir diye herkesin peşine takılmayacaktı. Hali ile dıştan âlim görünen bu cahillere kapılmayalım diye temkinli olacaktılar.

Neticede, kabul edilen islam, İmân ve tevhid anlayışı, heyulası ve karmaşası meydana gelmeyecekti. İmdi bu açık izahımızdan dolayı beni kınıyorsunuz. Lâkin sabredin ve dinleyin: İçinde olduğumuz bu mümin toplumun iki kişi arasında vaki olan her hangi bir hadise için, ELLAH’ın hükümlerinden bir teki dahi aranmazken, kendini Âlim, Âbid, Şeyh ve ilmi rusüh bilip tevhid de, İmân da, islam da başrollerde oynadığını zan edip zan ettirenden daha cahil kim olabilir? Olamadığına göre tanıyalım o cahilleri: İnsanlardan öyleleri vardır ki, ELLAH'tan gayrisini ona emsal edinip, onu ELLAH'tan daha çok sever.

Evet, ELLAH’a Hamd Olsun ki, biz acizlerine âlim diye bilinen, tanınan o cahilleri tanıttı. Çünkü bunlar, ELLAH’ın hükümlerini lağveden, yada kendi çıkarına saltanatına ve veliahdına harç edeni ilâh edinenlerdir. Rab, Razık ve Hafız edinenlerdir. Böylece bunları ELLAH’a emsal edinenlerdir. ELLAH'tan daha çok bunları sevenlerdir. Hali ile seven sevdiğinden korkar ve itaat da eder. Öyle ise bu zalimleri bizlere tanıtan ELLAH’a Hamd olsun ki, meğer bunlar âlim değil cahillermiş.

Bu cahillerden şu insanlar, zahiren okumuş olmasalar da beridirler: İmân ettikten hemen sonra tağutu inkâr eden ve ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanlara buğz eden ve böylece onlara arkasını çevirip imam, bi’at kuralı ile cemaatini kuran ve kuranlara hicret edip katılan beridir. İşte bu müminlerin, bu yaptıklarından dolayı ELLAH sevgisi kalplerinde çoğalır. Öbürlerinin ise tağutun sevgisi kalplerinde çoğalır.

Ama ne yazık ki, okuryazar olan cahil âlimlerin, islam'dır, İmân'dır, ihlâs dır, tevhid‘tir diye sunmuş oldukları din, fert ve cemiyet olarak, tağutun açtığı endad yolunun kendilerinin İmân ve islamlarına bir zararı olmadığına inanarak aynı ve nakdi emirleri altına ELLAH’ın emirlerini yaptıklarına tamamen inandılar. Yani tağuttan bize ne der gibi ve diyerek laiklik ten önce laikliği kabul ettiler. Oysa ELLAH'a zerre yada küre emsal edilirse, yani ELLAH’ın hükümlerine karışırsa, yani tağut Hilafet makamına oturtulursa, artık böyle eden müminlerden ELLAH’ın İmân ve ibadet namına kabul edeceği hiçbir şey yoktur. Çünkü yapılanlar, Risâlet makamına oturan tağutun ruhsatı ile yapılıyor ve yapılacaklar. İşte böylesi müminlerin İmân ve amelleri gaflet ve dalalettir. Ki, bunlar yarın mahşerde ah edip derler: Bizim için dünya'ya tekrar bi dönüş olsaydı da, bizi orda dinimiz adına şaşırtan zalimleri çiğnesek. Çünkü bize: Size âhiret'te şefaat edeceğiz diyerek bizleri peşlerine taktılar. Oysa şimdi bizi bırakıp kaçtılar. İşte gayrı islami şemsiyenin altında, tağutun ruhsatı ile ELLAH’a kulluk edenler yani Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanlar, mümin müslim olduğuna inananlar kendilerini yarsız, yardımsız bırakan metbuları için yukarıda Beyân olunduğu gibi onları çiğnemeye yol ararlar. Lâkin bu son pişmanlık bir işe yarayacak değildir. Sadece onların bütün yaptıklarının hüsran olduğunu ELLAH hasretler içinde kendilerine gösterecektir o kadar.

Ve dünyada o metbulara beslenen sevgi, itimat, nazlanmalar, dalkavukluklar, yaltanmalar, yağcılıklar, zürnalcilikler kâmilen kesilip yok olacaklar. Böylece ELLAH'tan gayrı Veli kalmayacak ve ELLAH’ın ipinden gayrı ipler kesilip gidecek. Çünkü bu dünyada da ELLAH'tan gayrı veli yoktur ve ELLAH’ın ipinden gayrı kesilmeyen ip yoktur.

Öyleyse yahudi ve nasaraların valisi olan tağutun mevduatına yemin verip uyacağını tüm dünya'ya duyurup, badehu yeminine ve imzasına muhalif yemin verdikleri otoriterin aleyhinde konuşmak şüphesiz o zalimlerin âlicenaplıklarına sığınmaktır. Zalimin âlicenaplığına sığınarak islamın lehine ve küfrün, kâfirin aleyhine konuşmak, insanı ehseni takvim den alıp esfeli safiline gömer. Ki, artık imandan, izzetten eser bırakmaz bu zevata. Öyleyse yemin vererek, tüzük yazarak ELLAH’ın lanetine uğrayan bu zevata yazıklar olsun. Evet, yazıklar olsun ki, bu zevat pişmanlık sözlerine yarın mahşerde şöyle devam edecekler: Demek bizde mümin olarak onların din'lerini, ilahlarını kabul etmiştik de bizim haberimiz yoktu. Meğer sünneti Resulullah ve Sünnetullah yolundan islama talip olmamışız da yahudi ve nasaraların sünnetleri ile islama hadim ve talip olmuşuz. Böylece meğer onların şemsiyesinin altına girip laik demokrasilerine hizmet etmişiz de haberimiz yoktu. Ki, orda yaptıklarımız şimdi burada bize müfid olmadı derler. Öyleyse böylesi inanışlardan ve böylesi davranışlardan, böyle davrananlardan ELLAH’a (c.c) sığınalım. Pişmanlık veren imandan, amelden eylemden, sözden ELLAH’a sığınalım. Da şeytan'ın tezyini ile tağutun mevduatına uymayalım. Ki, onların huzurunu ve rahatını kaçırmayalım. Çünkü onların mevduatı ile onlardan ruhsat alarak ancak onların huzurunu kaçırırız. Çünkü zalime önce bi’at verip cihad etmek islama, imana ve dine fayda değil zarar getirir. Çünkü önce bi’at verip sonra cihad edenler müşrik olup şirki, Din ve Tevhid olarak pazarlamış oluyorlar. İşte böylesi zalimlere ELLAH ne müsaade eder nede yardım eder. Çünkü ELLAH en çok içinde şirk olan sözden, amelden, eylemden ve niyetten gadaplanır. Ki, demişler: Küfür payidar olur. Ama zulüm yani şirk payidar olmaz. Zira şirk en büyük zülümdür. Okuyalım:

يَا اَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِى الْاَرْضِ حَلَالًا طَيِّبًا وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبينٌ (168) اِنَّمَا يَاْمُرُكُمْ بِالسُّوءِ وَالْفَحْشَاءِ وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّهِ مَا لَاتَعْلَمُونَ (169) وَاِذَا قيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَا اَنْزَلَ اللّهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ ابَاءَنَا اَوَلَوْ كَانَ ابَاؤُهُمْ لَايَعْقِلُونَ شَيًْا وَلَا يَهْتَدُونَ (170) وَمَثَلُ الَّذينَ كَفَرُوا كَمَثَلِ الَّذى يَنْعِقُ بِمَا لَايَسْمَعُ اِلَّادُعَاءً وَنِدَاءً صُمٌّ بُكْمٌ عُمْىٌ فَهُمْ لَايَعْقِلُونَ (171) يَااَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَارَزَقْنَاكُمْ وَاشْكُرُوا لِلّهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ (172) اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْزيرِ وَمَا اُهِلَّ بِه لِغَيْرِ اللّهِ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَلَا اِثْمَ عَلَيْهِ اِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَحيمٌ (173) اِنَّ الَّذينَ يَكْتُمُونَ مَا اَنْزَلَ اللّهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِه ثَمَنًا قَليلًا اُولئِكَ مَا يَاْكُلُونَ فى بُطُونِهِمْ اِلَّا النَّارَ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّهُ يَوْمَ الْقِيمَةِ وَلَا يُزَكّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَليمٌ (174) اُولئِكَ الَّذينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدى وَالْعَذَابَ بِالْمَغْفِرَةِ فَمَا اَصْبَرَهُمْ عَلَى النَّارِ (175) ذلِكَ بِاَنَّ اللّهَ نَزَّلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَاِنَّ الَّذينَ اخْتَلَفُوا فِى الْكِتَابِ لَفى شِقَاقٍ بَعيدٍ (176)

M E A L İ:

168-- Ey insanlar! Yeryüzünde temiz ve helal olanı yiyin. Şeytan'ın adımlarına uymayın. Şeytan size apaçık bir düşmandır. 169-- Size sadece kötülüğü, hayâsızlığı ve ELLAH'a karşı bilmeyeceğiniz şeyi söylemenizi emreder. 170-- Onlara: ELLAH'ın indirdiğine uyun söyleyince onlar: Hayır, biz atalarımızdan gördüğümüze uyarız derler. Ya ataları akledip doğruyu bulamamış idiyseler? 171--  Küfredenlerin misali: Bağırıp, çağırıp başka bir şey duymayıp haykırıp duran gibidir. Onlar sağırdırlar, kördürler ve dilsizdirler, artık duymazlar. 172--  Ey İmân edenler! Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temizlerinden yiyin. ELLAH'a da şükredin, şayet ona kulluk ediyorsanız? 173-- O size ölüyü, kanı, domuz etini, birde ELLAH'tan başkası adına kesilenleri kesinlikle haram kılmıştır. Ancak her kim muhtaç kalırsa bunlardan haddi tecavüz edip de bağı olmamak şartıyla yiyen günaha girmez. Çünkü ELLAH Gafur ve Rahîm'dir. 174-- ELLAH’ın indirdiğinden bir şey gizleyipte, mukabilinde az bir şey satın alanlar, işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey koymazlar. Kıyâmet günü ELLAH onlarla konuşmaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için elem verici bir azap vardır. 175--  Onlar hidayetin karşıtı olan dalaleti satın aldılar. Mağfiretin karşıtı azabı satın aldılar. Ateşe karşı nede sabirinlerdenmişler. 176-- Bu azabın sebebi şudur: Şüphesiz ki, ELLAH kitabı hak olarak indirmiştir. O, kitabda ihtilafa düşenler şüphe yok çok uzak bir şikak içindeler.

M E R A M I:

İmdi yukarıda, zülüm payidar olmaz demiştik. Çünkü zülüm, en büyük şirktir. Evet, en büyük şirk inancı ve ameli içine dalanlar, yeryüzüne helal ve temiz olan nimetleri helal olarak yemiş olmaz. Böylece helal olarak yiyilmiş olmayanlar temizde olsa necistirler. Çünkü temizlik önce maneviyatta olmalıdır ki, maddenin temiz olanları helal olabilsin. Öyle ise gayrı islami düzen ve hükümlerin altında helal ve temiz olan bir nesne yoktur. Çünkü insan ELLAH’a, Resulüne ve Teşriisine en sert düşman olan şeytan'a uymuştur. müminlere gelince, bunlarda şeytan'ın Halifesi olan Tağuta uyduğu için, helaller haram, temizler necis oldu. Ne var ki, İmân ve tevbe yolu açıktır.

İmân etmeyen kâfirlere, tevbe etmeyen müminlere yani imamı ve bi’atı olmayan müminlere tağutun emri: Fahiş olarak marufu nehyettirmek ve münkeri emrettirmektir. Böylece münkeri yaptırıp,  marufu yaptırmaz. Bu gayesine tağut ererse hemen İmân merkezi olan kalpte ELLAH’ın zatı ve sıfatları hakkında şüphe tohumu ekmeye yönelir. Netice insan, İmân namına, imanın selameti için küfrün tahtına oturur. Öyle ise böylesi örümcek ağına takılmamak için, Risâlet'e ve Halifesine dönmekten gayrı çare yoktur.

 Ne var ki, bu zalimlere: ELLAH’ın Kitabına ve Resulüne uyun denilince derler: Biz atamızın, şeyhimizin yolundan ayrılmayız. Oysa ataları yani uydukları kimseler, ELLAH’ın dinini tahrip, tahrif edenlerdir. Böylece Hilafet'i ve Şeriatullah'ı lağv edenlerdir.

Mümin ismi ve resmi altında, atalarının yolundan küfre düşüp kâfir olanların hali: Anlamayan ve dinlemeyen ve konuşmayan ve görmeyenin, bir şeyler bildiğini bildirmek için, bağırıp, çağıranın hali gibidir ki, söylediği asla anlaşılmaz. Böylece bunun bir şeyler bilici olduğunu kimseler inanmaz. Yani Evet, Risâlet'e ve Halifesine uymadan yapılan İmân, işlenen ameller işleyicisinin imanını yansıtmaz. Çünkü imamı ve bi’atı olmayan bu kişinin mutlak surette Tağuta bi’atı vardır da ondan. Öyle ise bu gibi müminlerin, Âlimlerin, Âbidlerin, Şeyhlerin tebliğ ve tezkirleri ELLAH için olmayıp tağut içindir. Çünkü bunların yaptıkları tezkir ve tebliğler körlerin, sağırların ve dilsizlerin yaptıkları tebliğ ve tezkir gibidir. Öyleyse bu zalimlere hakkı Beyân etmek mümkün değildir.

Çünkü bunlar, ey İmân edenler! Hitabını duymaz.   Hatibini görmez.   Böylece ELLAH’ın temiz dediklerini necis olanlardan ayıramaz. Helal ile haramı tefrik edemeyen hali ile ELLAH’ı benzerlerinden ayırıp tevhid, tenzih ve tekbir edemez. Edemeyince ilmi, ameli ve imanı iptal olur.

İşte hiç ama hiç şüphe yok, bunların kestikleri ve kestirdikleri                       --Lİ ĞAYRİLLAH-- Olur. Yani bunların kestikleri ve kestirdikleri yenmez. Yenmez derken mümin olan bunların kestiğini yemez diyorum. Bunlar gibi mümin olanlar elbette ki, bunların kestiğini yer. Hem bunlar için kan, leş ve domuz da memnu değildir. Çünkü ELLAH'tan gayrisinin şanını ELLAH’ın dini ile yükseltendirler. Ki, bunlar için haram sözünü kullanmak haramdır. Ama ELLAH’ın şanını Risâlet yolundan yükseltenlere şunlar haramdır: Kesilmeden ölen, akan kan, domuz eti ve ELLAH'tan gayrısı adına kesilenler haramdır. Bunların yenmezliklerine neden olan, neden çok açıktır ki, şöyle: Bu dört şeyin üçü pistir. Geri kalan biri ise ELLAH’ın hâkimiyeti olan Teşriisinin hükümeti altında kesilmediği için --liğeyrillah-- dır. Yani ELLAH’ın gayrısı adına kesilmiştir. Yani ELLAH’ın emri ve nimeti ile tağutun şanı yükseltilmiştir. Mülk ve nimet ELLAH’ın olduğu için, tağutun şanını, ELLAH'ın Nimetleriyle yükselten insanlara ELLAH helal etmiyor hakkını. Haksız mı? Hâşâ...  

Haramların esasını teşkil eden bu dört şey, yukarıda meramı yazıldığı gibi iken, tağutun emrine dinar karşılığı memur olanlar, fetva isminin sahibi oldukları için derler: --BİSMİ ELLAHU EKBER-- diyenin kestiği yenir. Elbette ki böyle diyeceklerdir. Zira din namına dinini satıp mukabilin de, karınlarını ateş ile doldurmuşlardır. Ateşin harareti onları böyle yüzeysel fetvalar vermeye itmiştir. Böylece karınlarında yanan ateşin söneceğini zan ediyorlar. Ama ateşi söndürmek için içtikleri su tuzlu olduğu için, ateşleri sönmeyip habire ateş içiyorlar. Derken tağutun kapısında belalarını buldular. İşte bu zalimleri ELLAH pisliğe gömmüştür. Bunları temize çıkarmayacaktır. Çünkü büyük olan azap bunlar içindir. 

Çünkü bunlar hidayete karşı dalaleti, Risâlet'e ve Halifesine karşı tağutu satın alarak, cennete karşı cehennemi de satın almayı becermişler. Çünkü bunlar ELLAH’ın Beyânı ile ateşe karşı sabırlı ve dayanıklı imişler. Hem bunları önüne alarak izlerini izleyenler de, peşlerinden gidenlerde ateşe karşı sabredip dayanacaklardır. Çünkü bunlara cehennemde yaşama ve sabretme sıfatı arız olmuştur. Niçin mi? Şunun için:

ELLAH kitabını ve Resulünü hak olarak, hak için ve hakkı ikame ve batılı yani tağutu yani beşeri hüküm ve düzenlerini izale etmek için göndermiştir. Bu gayeden gayrı bir gaye için gönderilmeyen Resulün ve Kur'ân'ın ve Hilafet'in üzerine ihtilaf ederek kalplere şüphe tohumlarını ekenler ve bu şikakcıların ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanlara elbette ki, cehennemde sabretme sıfatı arız olur. Çünkü bu zalimler, ELLAH’ın gönderdiği hükümler beynennas sulhu temin edemez diye bir şüpheyi yayarak, Dini İslamı başka mecralara çekerek yaymışlardır. Âlim olan zalimlerde, bu zalimlere memuriyetleri ile yardım etmişlerdir. Böylece ehli şikak olup, izlerini izleyenleri de şüpheye alıp Tağuta itaat etmeyi Din'den sayıp Vâcıb göstermişlerdir. Vâcıb gösterilen bu şemsiyenin altında Tağuta itaati Vâcıb bilenleri de çeşitli tarikler adına peşlerine alıp aha cennet demişlerdir.

V E  İ Z A H I:

İmdi izahı üzere olduğumuz bu Bakara sûre'si medeni olmasına rağmen, --EYYUHENNAS-- hitabı ile gayrı müslimlere de sesleniyor ama şu manada sesleniyor: Ey gayrı müslimler! Sizde insan olup benim kullarımsınız. Öyle ise yeryüzünde temiz ve helal yemeniz için, islam dinine, kitabına ve Resulüne İmân edin. Çünkü helal rızık, ancak islam düzeninde vardır haberini ELLAH o gayrı müslim olan kullarına böylece verdi.

Gayrı müslimlere verilen bu haber ile müslimlere de şu ikazı yapmaktadır: Ey Müminler! Gayrı İslami olan düzenler ve hükümler şeytan'ın adımları olup, şeytan'ın hüküm ve düzenleridir. Şeytan'ın düzeni içinde, helal ve temiz olan bir hardal tanesi bile yoktur. Öyle ise şayet mümin olmak ve mümin kalmak istiyorsanız İslami düzeninizi yani Hilafet'i, Şeriatı ve Risâleti muhafaza edin. Muhafaza edilmeye layık islami düzeniniz yoksa hemen üç kişilik de olsa islam cemaatinizi ihya ile ELLAH’ın emrine ve hükümlerine dönün. Dönmek için önce İmân sonra hicret, badehu bi’at ile cemaat... Bu cemaat olmadan helal bulup yiyemezsiniz. Çünkü şeytan'ın, tağutun, yahudi ve nasaraların emrinde olup peşindesiniz.

Peşinde olduğunuz bu zalimler sizi ELLAH’a değil kendilerine kulluk ettirmek için ELLAH, Resulü ve Teşriisi hakkında bilemeyeceğiniz şeyleri bilirmişsiniz gibi söylettirirler. Öyle ise azgın ve açık olan bu düşmanlardan ve hempalarından teberri etmeden ELLAH’a kulluk etmeye yol bulamazsınız. Çünkü ELLAH’a giden yolu kurmuş oldukları düzenlerle kapatmışlardır. Artı, kurmuş oldukları düzenleri, kendilerine raam ettikleri zalim âlimlerle din diye satmışlardır. Böylece marufu neyh ederler, münkeri emrederler. Hayâ, edep, iffet kalkar. Yatak sahnesi sokakta sergilenir. Hem de ilim, medeniyet adına kabul görür. Evet, Tağuta Dinullahı temsilen memur olunduğunda bu rezaletlerde böyle olur çünkü fetva bazlar ortada. Ki, Evet, böylece ELLAH’a karşı bilmediğiniz şeyleri biliyorsunuz gibi konuşursunuz. Haliyle öte yandan Kitabullah'ı ve Resulullah'ı red etmişsiniz. Da, Atalar dinine girdiğinizi bilememişsiniz. Atalar dininde olanlar, din tebliğinde zinhar bulunmasınlar.

Çünkü ev yapmadan iskâna el vermeyen bir evde olsa o evden çıkmamalı ve çıkın dememeli. Öyleyse tağutun evinde yaşamaya mecbur olan Müminler, hiçbir kimseye: Gelin ELLAH’ın indirdiklerine uyun deme hakkına sahip değillerdir. Çünkü ortada ev yoktur. Kişiyi evinden koparıp sahrada aç ve açıkta bırakacaksan, bırak çürükte olsa, batılda olsa eski evinde kalsın. Ama Dar’ül islam olursa ki, olması farzdır, bu takdirde Dar’ül küfür de iskân eden müminlere yada gayrı müminlere: Buyurun gelin ELLAH’ın evine demeye hak kazanılmış olur. Böylece anlaşıldı ki, ev ikidir. Cemaat da ikidir. Birbirlerinden ayrı, birbirlerine karşı iki sistem olan iki düşmandır bunlar.

Öyleyse bu iki düşman birleşip hak batıla, batıl hakka karışırsa ve kâfir ile mümin kardeşiz derse şüphe yok onlar bunlar olacak ve bunlar onlardan olmaya can atacak. Ama ne onlar bunlar olacak, nede bunlar onlar olacak. Böylece mümin olanlar ortada kalacak. Öyle ise tağutun hegemonyası altında perakende zimmî olarak kalan Müminler, ELLAH’ın indirdiğine uyun demeden önce, imamlarını bulup islam cemaatlerini kurmalıdırlar. Böylece –Biz-- kimliğini kazanarak onlara gidip: Gelin ELLAH’ın indirdiklerine teslim olun deriz. Kabul etmeyip atamızdan ayrılmayız diyenlerine de, atalarının rezaletlerini gösteririz. Ama biz, biz olmadan yani onların şemsiyesi altında isek, bu takdirde biz müminleri, ELLAH’ın indirdiklerine uymaya dâvet eden birileri lâzım olmuştur.

Şayet lâzım olan o birisi zuhur ederse, onun karşısına geçip de: Biz atamızın dinini bırakmayız diyenlerden zinhar olmayalım. Çünkü atasının dininde olanların misali çok çirkindir. Ki, ELLAH bunların kör, sağır ve dilsiz olduklarını resmediyor.  Dilsiz, kör ve sağır olduklarını Beyân ediyor. Öyle ise, dilsiz, sağır ve kör olmak istemeyenler atasının dininden vazgeçip ELLAH’ın dini olan islam dinine, Risâlet'e ve Halifesine uyarak girsin. Aksi halde Körlerin, sağırların ve dilsizlerin çıkardıkları gürültüden gayrı imanları olmaz. Bunun sebebi: tağutun şemsiyesi altında, tağutun taksimatı ile ellerine geçeni helal bilmelerindendir. tağutun akdettiği nikâhı meşru saymalarındandır. Bu nedenle tevhid ve sünnet sözünü gürültü telakki ederler. Hem haklıdırlar. Çünkü tağutun kuralı ve hâkimiyeti ile kendilerine isabet eden nimetleri helal bilenler, bu nimetlere karşı ELLAH’a şükretmiş olduğuna da inanmış olur.

Eh yediğin helal olursa ve nikâhın meşru olursa, bu nimetlere yaptığın şükürde ELLAH’a raam olursa, artık sünnet, tevhid, Risâlet, hilafet namına tağuti düzene düşman olmanın elbette ki ilahi ve meşru değeri olmaz. Meşru bir değeri olmayanın geride, gürültüsünden gayrı bir şeyi kalmaz. Böylece şimdi mealen okuyacağımız âyet hükümsüz ve manasız kalır. Okuyoruz: --Ey İmân edenler! Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temizlerinden yiyin. ELLAH’a şükredin. Şayet ona kulluk ediyorsanız--

Bu âyetin sonunda gelen: --İN KÜNTÜM İYYAHU TAĞBUDUN-- De ki, ibadet şudur: Şayet sadece ELLAH’a itaat ediyorsanız, bu takdirde ELLAH’a şükretmiş olursunuz. Ve bünyesinde pislik taşımayan ELLAH’ın nimetlerini helal olarak yersiniz.

Öyleyse sadece ELLAH’a itaat edemiyorsak ki, sadece ELLAH’a itaat edebilmek için, sadece onun Resulüne, Halifesine uymak, teslim olmak sadece ELLAH’a ibadet ve şükretmenin tek şartıdır. Bu şart olmadan mümin körlükten, sağırlıktan, dilsiz olmaktan kendini kurtaramaz. Çünkü gayrı islami düzende temiz olan bir nesne yoktur. Öyle ise bu zalim düzende ELLAH’a şükretmekte yoktur. Çünkü bu düzenin ilâhı ELLAH değildir. Kıstası da Kur'ân değildir. Böylece emiri de Halife’i Resul değildir. Bunun için yapılan şükür ve ibadet ELLAH’a raacı değildir. Ama islami düzende mümin şükür kelimesini telaffuz etmese bile şükredenlere itaati olduğu için, şükredenlerden olur. Hem fiili olarak çalmasa ve açıkça haramiyeti belli olanlara yanaşmasa haram yemek istese bile haram bulup yiyemez. Çünkü içinde olup itaat ettiği düzenin İlâhı ELLAH tır. Kıstası Kur'ân'dır. Emiri Halife’i Resuldür. Bu nedenle haram bulup yemesi zor olur. Nitekim aşağıda mealen okuyacağımız âyet biz müminlere bu müjdeyi alenen vermektedir. Okuyoruz: --ELLAH size ölüyü, kanı, domuz etini bir de ELLAH'tan gayrısı adına kesileni kesinlikle haram kılmıştır. Ancak bunlardan her kim yemeye mecbur kalırsa haddi tecavüz edip bağı olmamak şartıyla günaha girmiş olmaz. ELLAH şüphesiz Gafur ve Rahîm'dir.-- Bu Mübârek âyetin hakkında vereceğimiz meşruat, laik tağuti düzenlerin şemsiyesi altına yaşayan insanlar için değildir. Hem mümin olmaları da fikrimizi değiştirmez. Çünkü laik tağutun şemsiyesi altında olan insanlara ELLAH’ın nimetleri, beşeri kaide ve kurallarla bölüşüldüğü için, değil burada Beyân edilen dört şey bütün şeyler insanlara haramdır. Öyle ki çalışıp yeseler de, çalıp yeseler de şeylerin haram olma hükmü kalkmaz. Ancak çalarsa ayıplanır ve cezalanır. Çalışırsa ceza almadığı gibi, iyi insan olduğu da söylenir. Ne var ki, insanlar, bir insanın yada insanların hakkında iyi yada kötü demesiyle o şey yada o şeyler iyi yada kötü ELLAH’ın nezdinde olmaz. Ama iyilikler ve kötülükler ELLAH’ın kitabına ve Resulünün fiili sünnetine bakılarak tespit edilirse, ELLAH’da yapılan bu tespiti yanlışları ile birlikte kabul eder. Öyleyse gayrı islami ad ve usullerle işlenenler uhreviyat için bir menfaat temin etmez. Çünkü bu yolla yapılanlar şirktir. Yapanı da müşriktir. İmdi bu mukaddimemizden sonra --Liğeyrillah-- ın izahına kurban kelimesiyle başlayalım şöyle ki:

Habil hâkimiyetin kayıtsız şartsız ELLAH’a ait olduğunu bilerek, çevredekilere de bildirmek için, ELLAH’a bir kurban takdim etti. Kurbanı kabul edilerek, ELLAH Habil gibi inanmışlara Kıyâmete dek şu mesajı verdi: Evet, hâkimiyet bana aittir. Hem benim hükmüm mutlak adil ve Rahîm'dir. Öyleyse ey Habil! Hükmüme olan teslimini gösteren kurbanını kabul ettim. Bakiyesi sana ve senin imanında olanlara helaldir. Afiyet olsun.

Habil'in kardeşi Kabil’e gelince, Kabil’de: Hâkimiyetin yani hükmün bilakaydu şart ELLAH ın olamayacağını ve olmamasını bilerek, çevredekilere de bildirmek üzere Kabil de, Habil gibi ELLAH’a bir kurban takdim etti. Ama kabul edilmedi. Çünkü hüküm ancak ELLAH'a aittir. Bu nedenle Kabil’in kurbanı red edilmesiyle, Kıyâmete dek: Hâkimiyet millete aittir diyenlerin ve böyle diyenlerin ve edenlerin ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanların kurbanı, dini ve imanı yoktur. Nitekim ELLAH Kabil’in kurbanını şu ifadelerle red etti.

Ey Kabil ve Kabil gibi hâkimiyeti kendinde görerek millete onu peşkeş çekenler! Siz kul olduğunuzu, Merzûk olduğunuzu, mahkum olduğunuzu ve mahfuz olduğunuzu unutarak İlâh, Rab, Razık ve Hafız olmaya yöneldiniz. Ki, hükümler icad edip düzenler kuruyorsunuz. Resul Risâlet ve Hilafet tanımıyorsunuz. Öyleyse ey Kabil! Senin ve senin İmân anlayışında olanların kurbanlarını red ediyorum ve imanlarını iptal etmemle asi, mücrim olduklarını ilan etmek üzere kurbanını yakıyorum. Çünkü senin kestiğin kurbanın bakiyesi yenmez. Meğerki tevbe edip Risâlet'e ve Halifesine dönesiniz.

Dönmediğiniz takdirde ve dönmeyenlere: Benim mülkümde, benin hâkimiyetimi tescil etmek için yaratmış olduğum hayvanı, kendi hâkimiyetini tescil etmek için kesmiş olur. Ki, bu kurbanlar ve bunların kestikleri --Liğeyrillah-- olduğu için yenmez. Ama onu yiyenler şüphe yok batılı hak ve Kabil’i haklı göstermişlerden ola ve olur.

İmdi burda ifade edilenler, şüphesiz karıştırmadığı kafa bırakmaz. Kafaları karıştıkları için her mümin olan, artı her ilim sıfatı taşıyanlar Dinullah namına itiraz eder ve edecekler. Aslında itirazları tevhidi olmayıp, tağutun şemsiyesi altına, emrinde İmân olur, İmân yaşar deyip bilmelerinden itirazları şüyuu bulur ve bulacak. Öyleyse ispat ve delil, onlar bizden istemeden biz onlara delilimizi sunalım. İşte delil: Biz delil olarak, muterizlere --EL MAİDE--  süresinin üç, dört ve beşinci ayetlerini göstererek diyoruz: Orda üç kez zikredilen                --BUGÜN-- kelimesi vardır:

Birinci bugünün yer aldığı âyette ELLAH: Artık bugün sizden ümitlerini kestiler. Sizden bugün korkuya, yeise kapıldılar. Böylece sizin bir güç olduğunuzu onlar bugünden sonra kabul ettiler. İkinci bugünün yer aldığı âyette ise ELLAH: Bugün sizin dininizi ikmal ettim. Din olarak islamı, kitab olarak Kur'ân'ı, imam olarak Resulümü ve Halifesini ıhtı yar ettim. Ki, nimetimi üzerinize böylece tamamladım. Üçüncü bugünün yer aldığı âyette de ELLAH: Bugün size temiz ve pak olanların tamamı helal kılındı buyurmaktadır. İmdi ELLAH’ın bu ayetlerinden yola çıkarak, sadece ELLAH’a kulluk etmekten onur ve zevk duyan müminlere diyorum: Ey Müminler! Burda üç kez işlenen bugün kelimesinin ilk ikisinin altına tahakkuk edenler, tahakkuk etmeseydi, üçüncü bugünün altına helal kılınanlar, helal kılınacak mıydılar? Bu soruya Evet, helal kılınacaktılar diye bilir misiniz? Diyemezsiniz: Çünkü zayıf, eksik, âciz, olup her saha’i idare edip kontrolü altına alamayan Din'den ve müminlerinden kâfirler ümitlerini kesip yeise kapılmazlar. O zalimler yeise kapılmadıkların da, imanı, islamı ve müminleri kontrolleri altına alırlar.

Öyleyse onların kontrolü ve teminatları altına faaliyette olan dinin, imanın tamam hür olduğunu kim, hangi erbabı ilim, hangi mümin, yada hangi gayrı mümin söyleyebilir? Hiçbir beşer bu seviyede gelen dinin ve müminlerinin hür olduğunu diyemediği içindir ki, ELLAH: Şunlar hariç, tüm nimetlerim size bugün helal oldu buyuruyor. Çünkü O gün kâfirlerin yeise kapılmaları ile islam dini tamam oldu. Demek islam dini hâkimiyetini ibraz etmeden, ELLAH’ın nimetleri müminlerine helal olmuyor. Bu şuna da benzer: Zorlu mücadeleden sonra galip gelen pehlivan için, ona yediği helal olsun denir. ELLAH’ın: Bugün size her şey helal oldu ve olsun müjdesi tıpkı böyledir. Çünkü mümin ELLAH’ın askeri olup onun emrindedir. Öyle ise mümin olup da, ELLAH’ın, Resulünün ve Halifesinin emrine olmayıp tağutun ve nasaraların emrine olanlar elbette ki, Müminler değillerdir. İşte böylesi müminlere ELLAH’ın nimetlerinin zerresi helal olmazken nerde kaldı kurbanı kabul görsün? Nerde kaldı kestiği yensin ve nerde kaldı akdettiği nikâh zinayı önlesin. Çünkü helaliyet şarta bağlıdır. Şarta bağlı olan helâlın şartı kalkınca helaliyet da, şartı ile beraber kalkar. Ama geride tadı, zinası, sefası ve maddi gücü kalır. İbadet olmaktan çıkarlar. Çünkü irademizle ELLAH’a, Resulüne ve Halifesine düşman olmuşuz da ondan ibadet hali hareketlerimizden kalktı. Lâkin irade’i kül sahasında Sünnetullah yerine gelir.

Yani Teşrii sahada sorumlu oluruz. Ama tekvini sahada, ELLAH’a muhtaç, isyankâr oluruz. Çünkü ne yemek yemeden olur, nede evlenmeden. Hem yeriz, hem evleniriz. Lâkin müşrikler, kâfirler defterine yazılırız. Ama umuru dünya, Risâletin emrin de emriyle Kitabullah ile idare olunursa şakirlerden oluruz. Ama idare beşeri hükümlerle sağlanırsa, nankörlerden olup kalırız. İmdi ben müminim diyen, BİSMİ ELLAHU EKBER diyerek kestiğinin niye yenmez olduğu inşa ELLAH anlaşılmış oldu. Olsun, biz yine izahımıza devam edelim.

ELLAH Risâlet yolundan Resul ve kitab göndermesi ile insanları imana inandırıp salı vermek olmayıp Risâletin emrine vahdet olup Kur'ân hükümlerini infaz etmektir. Böylece tağutu ve hükümlerini yürürlükten kaldırmaktır. Asıl olan bu gayeye vasıl olamayan Müminler, inkıtasız beşeri hükümlere ve sahiplerine ve hadimlerine buğz etmesi lazımdır. Aksi halde imanın isminden ve resminden gayrı elde bir şey kalmaz. Çünkü ELLAH için yapılan buğz, er yada geç sahiplerini bir arada getirip cemaatleştirir. Öyle ki üç kişide olsalar cemaatlerini imam, bi’at kuralı ile kurarlar. Ki, bunların kestiği de yenir. Çünkü hayalen de olsa islam cemaati namına cemaatleri vardır. Bu cemaatin dışında kalanlar mutlaka tağutun tezkircisi, duacısı olup memuru olacaktır. Âlimi, Âbidi, Şeyhi, Müridi, Mücahidi ve Talebesi olacaktır. Ama işte bunların da kestiği yenmeyecektir. akd ettikleri nikâh zinayı önleyemeyecektir. Velev ki, kerameti zahir olsa bile kestiği yenmez ve akdettiği nikâh zinayı önlemez. Çünkü aynı anda iki büyüğe itaat ettiği için müşriktir. Öyle ise gayrı müslimin biri İmân etse, ettiği imanın gereği namaz kılsa, hacc etse, zekât verse ama gayrı islami olan hükümetine karşı sevgi ve itaat hususun da kendine bir fütur gelmese, aksine İmân ettiği için daha sadıkane hükümetine ve hükümlerine uyup uygulayan olsa, bunun BİSMİLLAHİ ELLAHU EKBER deyip kestiği yenir mi? İşte bu müminin kestiği yenmez diyoruz. Ama siz belki diyorsunuz: Öyle olsa bile böyle yazmazsan olmaz mı? Şimdi aşağıda izahına geçeceğimiz üç ayete göre böyle yazmazsak olmaz. İşte okuyalım.

ELLAH’ın indirdiğinden bir şeyi gizleyip de, mukabilinde az bir şey satın alanlar,  işte onlar karınlarına ateş doldurmuş olurlar. Bunlarla ELLAH Kıyâmet günü konuşmaz. Temize çıkarmaz. Onlar için büyük azap vardır. Çünkü onlar Hidayeti bırakıp dalaleti, mağfireti itip azabı satın almışlardır. Her halde ateşe karşı sabırlı oldukları için böyle yapmışlardır. Oysa ELLAH kitabını hak olarak indirmişti. Ama bunlar kitabın hakkında ihtilaf edip sonunda: Acaba! Diyerek şüpheye düştüler. Böylece --AZABUN AZİM’-- i hak ettiler.

Evet, okuduğumuz bu ayetlere göre öyle yazmasak olmaz olduğunu her halde anlayanlardan oldunuz. Öyleyse devam edelim: İslam milleti olduğunu bilen müminlerin kestiği yenmez bir hale düşer de, önüne olan âlim ve şeyhler, içinde düştükleri şirk çukurundan müminleri tevhide dâvet etmez ve edemez olursa, ELLAH’ın indirdiklerinden bir şeyi değil ELLAH’ın kitabının tamamını gizlemiş olurlar. Ama elbette tağutun ruhsat verdiği saha ve konularda fikir Beyânında bulunurlar. Hem de oldukları yerde kariyer sahibi oldukları için Beyân ettikleri fikirler kabul görür. Öyleyse veyiller bunların olsun, Evet, olsun.

Çünkü din namına, tağuttan makam maaş alarak ELLAH’ın hükümlerini ve hâkimiyetini satanlara hüsranlar olsun, Evet, olsun. Çünkü bu zalimleri dinleyen avam Müminler diyorlar: Görmüyor musun filan şeyhi, filan âlimi, filan müftüyü, vaazı diyerek şirklerine tevhid elbisesi dikiyorlar giydiriyorlar. İşte bu zalim âlimlerle ve bunları izleyen izleyicilerle ELLAH konuşmaz. Amellerine terazi tutmaz. Çünkü ha şimdi ELLAH’ın kitabı ile konuşmuyorlar, yani ELLAH'tan darılmışlar. Ki, ELLAH da mahşerde bunlarla konuşmayacak. Çünkü ELLAH’ın yerine edinmiş oldukları ilahlarla konuşuyorlar. Yani onların emirlerini infaz ediyorlar. Bütün bunları dinar için yapıyorlar ama dinar alamayıp ateş alıp butunlarını doldurdular.

Hem şöyle insaf ile bir düşünelim: Bir toplum ki, kestiği yenmez. Akdettiği nikâh meşru olmaz, ter akıtarak kazandığı helal olmaz. Öyleyse bu toplumun ilim namına önderleri zevk ve sefaya kapılmışlardır. Ki, senesi gelmeden modelini taşıyan araba almıştır. Evini beğenmeyip köşk ve villa yapmıştır. İşte böylece ELLAH’ın indirdiğini gayrı meşru ilan edip yürürlükten kaldırmıştır. Ki, Tağuta yahudiye ve nasaralara kul ve köle olmuştur.  Evet, şunlar cehennem ehlidir: Kitabı hak olarak indiren ELLAH, o kitabda şüpheye düşüp ihtilaf edenleri cehennemlik kılmıştır. Çünkü indirilen kitab yüz dört kitabı havi olarak bir bütündür. Hepsi haktır ve hepsi hakkın, tevhidin Beyânı olup, hâkimiyetin ELLAH’a ait olduğunun şeşcihed izahıdır.

Öyleyse ELLAH'tan gayrı olan Hâkimlerin ruhsatı ile Kur'ân'ı anlamak ve anlatmak muhaldir. Üstelik Kur'ân'ı, anladım ve onu anlatacağım deyip anlatanlar, tağutun memuru olup ruhsatı ile anlatıyorsa artık Kur'ân'ı anlayıp anlatmak imkânsız oldu demektir. Çünkü elde ruhbanlıktan gayrı bir yol kalmadığı için, Kur'ân'ın hakkında şüpheye düşmek normaldir. İslam düzeni ile toplum idare edilmez demek normal olup böyle diyenler haklıdır. Çünkü toplum ahkâmı havi olan kitaba muhtaçtır. Evet, işte bunun için bu ruhbanlara iki kat azap vaad edildi. Çünkü bunlar bildiklerini gizleyip, din'lerini çok az bir fiyata satmışlardır. Öte yandan insanların önüne ilim sıfatı taşıyarak geçmişlerdir. İşte bu zalimlerin tarifini ELLAH şöyle yapıyor: Onlar Kur'ân hakkında ihtilafa düştüler. Böylece onlar, Kur'ân, Risâlet, Hilafet, bi’at, hicret ve cihat hususunda, çok uzak bir şikak içinde düştüler. Ne var ki, ELLAH’ın bu Beyânını kendileri kabul etmez. Oysa suçlarını kabul etselerdi ELLAH’ın nezdinde çok daha makbul olurdu. Çünkü kendini suçlu bilen, suçunu izale etmeye çalışır.

Ama maalesef kendilerini suçlu bilmedikleri için, Kur'ân'ı tevhid ve hâkimiyet yolunda anlatanlara: Din tahripçileri, fitneci deyip fetva ve makaleler,  risaleler yazdılar. Hala vazifelerine müdavimler. Ki, tağut bu alçaklarla düzeni adına iftihar etmektedir. Öte yandan namaz kılarlar. Demek Beytullah'a döne döne, namaz kıla kıla, namaz kıldıra kıldıra ELLAH'tan uzaklaşıp uzaklaştırıyorlar. ELLAH ıslah etsin. ÂMİN.

İmdi bu babın sonunu getiren bu üç âyet hakkında, daha birçok şeylerin izah edilmesi kendini gösteriyor. Ama bu İşaaratül Furkan da, rumuz olarak takip edilen yola sadık kalarak derim: Çok söz usanç verir. Sözün azı ve özü şu kimselere mutlaka fayda verir. Kalbi selim, aklı hâkim ve nefsi mahkûm olup şehvetini meşru yoldan teskin edenlere fayda verir. Ama nefsi hâkim, aklı mahkûm, kalbi kör olup şehvetini hudut tanımadan teskin edenlere, sözün azı da çoğu da fayda vermez. Öyle ise okuyalım:

لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلكِنَّ الْبِرَّ مَنْ امَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الْاخِرِ وَالْمَلئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّنَ وَاتَى الْمَالَ عَلى حُبِّه ذَوِى الْقُرْبى وَالْيَتَامى وَالْمَسَاكينَ وَابْنَ السَّبيلِ وَالسَّائِلينَ وَفِى الرِّقَابِ وَاَقَامَ الصَّلوةَ وَاتَى الزَّكوةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُوا وَالصَّابِرينَ فِى الْبَاْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ وَحينَ الْبَاْسِ اُولئِكَ الَّذينَ صَدَقُوا وَاُولئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ (177) يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِى الْقَتْلى اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثى بِالْاُنْثى فَمَنْ عُفِىَ لَهُ مِنْ اَخيهِ شَىْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍ ذلِكَ تَخْفيفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌ فَمَنِ اعْتَدى بَعْدَ ذلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَليمٌ (178) وَلَكُمْ فِى الْقِصَاصِ حَيوةٌ يَا اُولِى الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ (179) كُتِبَ عَلَيْكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ اِنْ تَرَكَ خَيْرًا اَلْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَبينَ بِالْمَعْرُوفِ حَقًّا عَلَى الْمُتَّقينَ (180) فَمَنْ بَدَّلَهُ بَعْدَ مَا سَمِعَهُ فَاِنَّمَا اِثْمُهُ عَلَى الَّذينَ يُبَدِّلُونَهُ اِنَّ اللّهَ سَميعٌ عَليمٌ (181) فَمَنْ خَافَ مِنْ مُوصٍ جَنَفًا اَوْ اِثْمًا فَاَصْلَحَ بَيْنَهُمْ فَلَا اِثْمَ عَلَيْهِ اِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَحيمٌ (182)

M E A L İ:

177--  Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz --BİRR-- değildir. Ama Birr: ELLAH’a Âhiret gününe, Meleklere, Kitablara, Resullere İmân eden, malını seve seve yakınlarına, yetimlere, miskinlere, yoksullara, dilencilere, kölelere ve esirleri kurtarmak için fidye veren, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, ahitlerini yerine getirenler, darlıkta, hastalıkta, savaşta sabredip sebat gösterenlerindir. İşte sadık ve muttaki olanlar bunlardır. 178-- Ey İmân edenler maktuller hakkında size kısas farz kılındı. Hür’e hür, köleye köle, dişiye dişi ile fakat kimin leyine, maktulün varisi bir şeyi affederse, maruf olan hükme ittiba etmeli, ona güzellikle ödemelidir. Bu Rabbiniz tarafından bir hafifletilme olup rahmettir. Artık kim bundan sonra haddi tecavüz ederse, onun için şiddetli bir azap vardır. 179-- Kısasta, sizin için faideler, hayat vardır. Akıl sahibi olanlar düşünür ve kısas kanunu ile sulhu temin eder. 180-- Sizden birinize ölüm çattığında, Anaya, Babaya, yakın akrabaya maruf üzere vasiyet farz kılındı. Maruf üzere vasiyette bulunmak, müttakilerin üzerine bir haktır.  181-- Artık kim ki, bunu işittikten sonra değiştirirse, günahı değiştirene ait olur. Şüphesiz ELLAH işiten ve bilendir. 182-- Bununla birlikte kim vasiyet edenin, haksızlığa düşeceğinden endişe ederse, aralarını bulmada, bulan kimse için günah yoktur. Şüphe yok ELLAH Gafur ve Rahîm'dir.

M E R A M I:

Meramı üzere olduğumuz, yüz yetmiş yedinci âyetten istifade ile deriz: ELLAH’a, Resulüne, Halifesine ve Şeriatullah'a bi’at kaydı ile dönmeyen müminin, Beytullah'a namaz ile dönmesi yada namazı terk edip yani imanı terk edip doğu ve batıya dönmesi, uyması arasında, İndellah bir fark yoktur. Çünkü fark: Risâlet'e ve Halifesine dönmek için, İmân etmede ve Beytullah'a dönüp namaz kılmadadır. Böyle olan ve eden müminin azalarından imanın ilmi ve ameli parlar. Öyle ki, malını ELLAH’ın belirttiği yerlerde infak eder. Çünkü ELLAH’a Âhiret gününe, Resullere, Kadere inanmıştır. Başkalarına gelince Evet, sadece başkalarıdır o kadar.

Çünkü bu gayrılar, ELLAH’ın farz kıldığı kısas kanununa uymazlar ve uymayanlara itaat etmeyi imandan bilip, ruhsatları ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olmayı öne alırlar. Böylece hayatı, ölüme çeviren zalimlerin kulları olurlar. Haliyle imanın zerresi dahi ellerinden gider. Çünkü imanın zerresi olmaz. Sadece tamamı olur.

Öyleyse imandan fariğ kalanların yaptığı ve yapacağı vasiyet İndellah bir değer taşımaz. Çünkü tağutun kulu olduğu için, ELLAH’ın mülkünde tasarruf etme hakkını yitirmiştir. Hem Hak namına, Hak için şehadet hakkını da yitirmiştir. Zira bu âyetler Halife’i Resulün şemsiyesi altında İmân ve bi’at ile olanların üzerine okunuyorlar.

Vasiyeti dinleyip, aynısı ile söyleme ve uygulama hakkı da, aynı şemsiyenin altına, aynı şartları yerine getiren müslümanlara aittir.

Hem vasiyet edenin ettiği vasiyet, maruf üzere olmamışsa, onu düzeltmek yine aynı şemsiyenin altında, aynı şartlarla müslüman olan müminlere aittir. Çünkü münker görüldüğü yerden kaldırılması vaciptir. Bu nedenle münker dinlenmez ve emredenine itaat edilmez.

V E  İ Z A H I:

Doğu ve batıdan yana dönen yüzden maksat kalptir. Ki, üzerinde olduğumuz bu surenin yüz on beşinci ayetinde ELLAH şöyle buyuruyor: Maşrık da ve mağrib de ELLAH’ın dır. Her ne yöne dönerseniz dönün veçhi ilahi oradadır. Müjdesini veren ELLAH bu,    --LEYSEL BİRRE-- Ayetinde de, doğu ve batıya dönmenizle İmân edip takvaya, İhlâsa ve tevhide muvaffak olamazsınız buyurmaktadır. Acaba bu iki âyetin arasında bir çelişkimi vardır? Hâşâ asla tenakuz yoktur. Zira Mülk sûre’sinin üçüncü ayetinde ELLAH şöyle buyuruyor: Başını semaya çevir de bak, orada çatlak, çelişki, eksik görebilir misin? Görmek için tekrar tekrar çevir de bak, bir eksik, çelişki, çatlak görmeden yorgun, argın geri dönersin.

ELLAH’ın semaya bakın demesi, Kur'ân'a ve ayetlere bakın demektir. Bakınca onda bir eksik bulamayacaksınız demektir. Hem Kur'ân mahlûkatın özellikle insanın tercümanıdır. Evet, insan, kendinde bir eksiklik görüyor mu acaba? Öyle ise --LEYSEL   BİRRE-- Ayetinin gölgesine oturarak doğu ile batıya nazar edelim: Ehli İmân olarak namazımızda, Beytullah'a dönmekle İmân, ihlâs ve tevhid kemale ermez. Çünkü namazında Beytullah'a dönen, namazın haricin de şayet, Beytullah'a yani ELLAH’ın hükümlerine, Resulünün ve Halifesinin önderliğine arkasını dönenlere uyarsa, severse ve ruhsatı ile Memuru, Âlimi, Şeyhi, Müridi, Mücahidi ve Talebesi olursa, işte bunlar, doğuya ve batıya dönmüş olmalarına rağmen kendilerini mümin sananlardır ve namazda Beytullah'a dönmeleri ile de kendilerini mümin satanlardır. Çünkü Beytullah'a karşı dönüp kılınan namaz yahudi ve nasaralara uymayı düzenlerine, hükümlerine dönmeyi red eder.

Öyleyse günümüzde Beytullah'a yüzünü dönerek namaz kılanlar müşriktir. Çünkü Beytullah’ın remzi olan Halife’i Resul bugün yeryüzünde yoktur. Olmayınca o makam da oturan Tağuta ve yahudiye ve nasaraya uyulacağından, uyulduğundan dolayı onlar kıble edinilmiş olur ve kılınan namazlar da onların düzenlerinin suhuletini sağlar. Öyle ki: Talâk, nikâh, kısas, miras, hükümlerini onlara bırakırlar. Cumalarını, cemaatlerini, rüyetlerini, cenaze ve bayramlarını onların iznine ve tespitine havale ederler. Öyleyse böyle olup, böyle edenlerin mümin olmadıkları bir yana bunların mümin olduğunu, müşrik olmadıklarını söyleyenler de mümin olmayıp müşriktirler.

Çünkü müminin ELLAH'tan gayrı İlâhı, Rabbi, Razığı, Hafızı olmaz. Ve Resulünden, Halifesinden, Teşriisinden gayrı da imamı, kitabı olmaz. Olduğu takdirde doğuya ve batıya dönenlerden olur. Haliyle müşrik olur. Evet, mümin odur ki: Meleklere inanır. Çünkü Meleklerden olan Cebrail (a.s.) Kur'ân'ı, Resulullah'ın kalbinin üstüne yerleştirdi. Öyle ise Meleklere inanmayan Kur'ân'ın Kelamullah olduğuna inanmış olmaz. Kur'ân Kelamullah olmasa, islam düzeni de, beşeri düzenlerden biri olur. Ki, artık islam düşmanları cehennemi hak etmez. Evet, mümin o dur ki: Semâvi kitablara inanır. Lâkin semâvi kitablara inanması için, tüm semâvi kitabları kendinde cem eden Kur'ân'a teslim olur. Haliyle Kur'ân'dan gayrı temel yasa ihtiva eden kitabı olmaz. Olursa imandan çıkıp şirke girmiş olunur.

Mümin o dur ki: Resullere inanır. Ama tüm Resullere inanması için, Hatemin Nebi ve Resul olan Muhammed Mustafa ya inanması ve Halifesine,  Şeriatına dönüp teslim olması vaciptir. Aksi halde bütün Resuller, kitablar ve Melekler inkâr edilmiş olur. Öyleyse günümüzde bu umdelere inanan mümin yoktur. Çünkü Halife’i Resul yok ve Kur'ân Teşrii olmaktan terhis edilmiştir. Böylece ELLAH’ın Ulûhiyyeti, Rububiyyeti, Razıkıyeti ve Hafızıyeti red edilmiş olup, Tağuta, yahudiye ve nasaralara aynı sıfatlar verilerek ELLAH’ın yerine oturtulmuşlardır. Ki, Evet, Bugün yeryüzü bu heyulalarla dolmuştur. İşte bu hal imana ve islama ara vermektir. Oysa İmân devamlılığı emredip zerrece bir kesikliğe tahammülü yoktur. Çünkü bu makamda, İmân ve islam çok kıskanç olup haristir. Ki, Resullere İmân, Risâlet'e İmân Resulullah'ın ölümünü red edip, Halifesi ile hayatta olduğunu ve olacağını bildirip, Beyân etmiştir. Öyle ise Halife’i Resulün olmayışı, Resulullah'ın fiilen ölümünü, zimmen de intaç edip, izhar etmiştir. Çünkü Selefin Halefi olduğu müddet Selef ölmez. Ama Halef olmadığı an Selef ölür. Çünkü Halef makamında olan evlat, özellikle erkek evladı olmayan hanelerin az sonra yerinde yellerin estiğini ve ısırganların boy gösterdiğini görmekteyiz.

Öyleyse biz Müminler, şayet Resulullah'a İmân etmiş isek, hemen onun yerine, onu temsilen bir Halifesini şeklen de olsa dikip bi'atimizi tazelemeliyiz. Ama imanı ve bi’atı olanlar için böyle yapsınlar demiyorum. Lâkin böyle bir cemaatin nerede olduğunu bilemiyorum?  Benim bilmem önemli değil. Dünyanın neresinde böyle bir mümin topluluğu varsa, onlar imamlarına ve bi’atlerine sadık olsun. Çünkü pratik de müminin imamı ve bi’atı olmazsa, teorik olarak Kitablara, Resullere, Meleklere, Âhiret gününe, ELLAH’ın vahdaniyetine inanmak, mümini tağutun itaatinden, yahudi ve nasaraların yolundan, emrinden beri almaz. Almayınca, yapılan bütün Ubûdiyyetler ELLAH için olmaz. Yani bu ibadetleri ELLAH kabul etmez. İlla eder, ayrılıp cemaat olursalar kabul eder.

Çünkü ELLAH: İnsanlar için, islam dinini göndermiştir. Bu dinin imamı Muhammed Mustafa'dır, Kitabı Kur'ân'dır. Öyle ise göndermiş olduğu Resulü, kitabı ve dini için insanlar daima ELLAH’a şükretmelidirler. Ki, ELLAH gönderdiği Resulü, kitabı ve islam dini ile insanlardan düzen kurma, idare etme ve idare olunma sıkıntısını ve mesuliyetini kaldırmıştır. Çünkü bu ağır yükün altına dağlarlar dahi girememiştir. Ama insanların hemen hepsi Risâlete tabi olmamak suretiyle bu ağır yükün altına girerek ezilip helak olmuşlardır. Lâkin helak olanların farkına kimseler varmadan, helak olmak için, yani hâkim ve hükümet olmak için sırada, yarış etmekteler. Oysa ELLAH, kendinden başka İlâh olmadığına ve Resulünden gayrı uyulmaya layık bir imam olmadığı inancına insanları dâvet etmekte olup dâvet etmiştir. Dâvetini kabul eden müminlerin üzerine kısası farz kılmıştır. Ki, mümin kulları sulhu temin edip huzur içinde yaşasınlar ve zulme uğrayanlar hakkını alsınlar diye... Evet, zulme, haksızlığa uğrayan mazlum insanların hakkı alınsın diye, eş değerde ceza’i emreden kısası ELLAH farz kılmıştır. Ama ELLAH’ın kısas farzını ancak ELLAH’a, âhiret gününe, Meleklere, Kitablara, Resullere İmân edenler yerine getirir. Öyleyse demek, Halife’i Resul ELLAH’ın bu emrini ancak yerine getirir. Demek ki, Halife’i Resul olmasa haliyle bi’at ile cemaati islamda olmayacağına göre, ELLAH’ın bu Mübârek emri yerine gelmeyecektir. Haliyle yerini başka hükümler ve emirler alacaktır ve almıştır. Ki, bunları yazma zarureti hâsıl oldu.

Öyleyse tağuti ülkede yaşayan Müminler dikkatli olmalıdır ve: Biz ne yapalım? Bize ne? Hiçbir zaman diyemezler. Böyle diyenler imanının istiklalini çoktan Tağuta bıraktı demektir. Onun hükümlerine razı oldu demektir. Oysa bu sahalarda rıza gösteren imanını önceden yitirmeden rıza göstermiş olamaz. Çünkü imanın selameti kısas kanunundadır.  Çünkü kısasta var olan hayatın içine imanda dâhildir. Zira hayatın esasını teşkil eden İmân'dır. İmân hayatın esasını teşkil ettiğine Yakinen inanmamız için, asırlar boyu devam eden kan davalarına bakalım da ibret alalım. Şöyle ki:

Dışarıdan bakılınca tağut ve hükümleri hâkim gözükmekte. Ama öte yanda durmadan kan akmakta. Oysa ELLAH’ın hükmü, emri toplumu huzursuz eden en ufak bir çatışmayı başladığı yerde bitiriyor. Çünkü ateş yanmaya başladığı yerde ve zamanda söndürülürse, hem kolay söndürülür hem de felaket önlenir. Bunun için yanmaya başlayan ateşi, ELLAH kısas selahiyeti ile söndürün buyurmaktadır. Şöyle ki: zulme uğrayana yada varisine: Kısas mı, diyet mi yoksa af mı diye sorulur. Varisin cevabına göre hâkim, hükmünü infaz eder. Evet, burada görüldüğü gibi hâkim sadece ELLAH’ın hükmünü infaza memurdur. Çünkü hüküm sahibi ELLAH’tır. Varisin isteği üzere bitirilen davayı tekrar irdeleyene dünya ve âhiret'te büyük azap verileceğini ELLAH haber vermektedir.

Çünkü insanı tecavüzden polis, zaptiye men edemez. Zira onlarda insandır. Onları kimler bekleyecek? Hayvanlar mı? Onları hayvanlardan bekleyen olmadığı için, insanlardan peşlerine hafiyeler takarak ve hafiyeleri, hafiyelerle kontrol ederek düzen dedikleri düzensizliği ayakta tutmak, ne büyük zülüm ve huzursuzluktur. Öyleyse insanı her türlü fenalıktan koruyan ELLAH korkusunu ve sevgisini İmân ile birlikte kalbe koyalım ve ELLAH’ın emrine, düzenine dönelim. Böylece hem dünya'yı, hem de âhiret'i kazanalım. Çünkü hikmetin başı ELLAH korkusudur. Ama bu ELLAH korkusu ve sevgisi alışıla gelen bir söz, gelenek olmamalıdır. Da, Risâletin emri ile emri altında olarak ELLAH’ın hükümlerini infaz etmede ve infazı kabul etmede ondan korkulmalıdır.

Öyleyse tağuti hükümleri infaz edenler ve infazı makul, adil görenler, biz ELLAH'tan korkarız deseler de, ELLAH'tan korkar üzere hareket etseler de ELLAH’ın ve Resulünün en azgın düşmanı olmaktan kendilerini beri alamazlar. Çünkü ELLAH'tan korkmaya giden yol, Resulullah'ın açmış olduğu islam yoludur. Öyle ise bu yolun dışına çıkıp ELLAH'tan korkmayı unutturanlar ve mukabilinde kendilerini, düzenlerini sevdirmeye çalışanlar ve muvaffak olamadıkları yerde korkutanlardan ve korkutarak yada sevindirerek peşlerine aldıklarından inanın ki, daha azgın zalim yoktur. Ve daha büyük müşrik yoktur. Çünkü ELLAH’ın hükümleri Kur'ân'a göre ve Resulullah'ın sünneti ile infaz edilseydiler, bugün yahudi ve nasaralar iki milyara varan müminlerin üzerine hâkim durumuna gelemezdiler. Çünkü ELLAH: Kısasta sizin için hayat var buyuruyor. Ve müminleri sadece kendisinden korkmaya dâvet ediyor.

Şimdi kısasta var olan hayatı görelim: Yukarıda anlatmıştık, ilahi nizam olayı başlarken yerinde bitiriyor. İşte kısasta olan hayat budur. Kısasın yerini alan ceza usulü ise, hayatı ölüme ve çekilmez hale sürüklüyor. Şöyle ki: Katil yapacağını yaparak kaçıyor. Badehu teslim oluyor ve cezasını görmek adına hayattan tecrid ediliyor. Az zaman sonra tecrid hali bitiyor. Belki de bir zalimin düğün gününde yada yaş gününde af ediliyor. Belki kaçıyor, belki kaçırılıyor. İşte bu haller maktulün varisini asla tatmin etmiyor. Tatmin olmayan varis hakkını almak üzere affa uğrayanı katlediyor. Bu sefer bütün haklar, affa uğradığı için katl olunanın varislerinin üzerine bir hak olarak geçiyor.  Derken hak olmayan, hayat olmayan bu zülüm, bu ölüm bir oyana bir buyana geçiyor. Böylece ortada tıpkı ateşlenen eşeklerin peşine, böğürerek düşen eşeklerin sahnesi geliyor.

Öte yanda hâkim gibi görünen taği, bağı, otoriter de, yakaladığını güya terbiye olsun diye hapse atıyor. Ama sahne dışarıda aynen kuduran eşeklerin sahnesi gibi bütün hızı ile devam ediyor. İşte bu sahnenin karşısında sırıtana hükümet, adalet ve hukuk deniliyor. Ama dediklerine ve ettiklerine kendileri de inanmış değillerdir. Ama kendilerinden korkulsun diye çaba harcamaktalar. Oysa: Bizden korkmayın ELLAH'tan korkun diyebilseydiler yani ELLAH’ın emrini infaz eden memur olsaydılar, ELLAH'tan ittika olacaktı ve kendileri de muhabbete layık olacaktılar. Böylece hayat normale dönüp yaşamaya değecekti. Ardından ELLAH’ın Rızası da kazanılacaktı. Oysa şimdi bütün bu güzellikler, kısas kanunu terk edilip cezaya dönüldüğü için yitirildi. ELLAH’ın hükmü ile hükmedilmediği için ve ELLAH’ın yerine İlâh olunduğu ve bulunduğu için hayat cehenneme döndü. Öyleyse bu zalimlerin ruhsatı ile bu zalimlerin selameti için Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olarak bu zalimlere ve düzenlerine meşruiyet yansıtanlardan daha zalim olur mu? Çünkü kısas, miras, nikâh, talâk ve vasiyet kanunları iptal edildiği halde bunlar ELLAH’ın dinini temsil ettiklerini söylüyorlar.    Söyledikleri doğrumu?

İmdi vasiyet konusu, miras ve kısas konuları ile hem fikirdir. Çünkü mal, canın parçasıdır. Bu nedenle mal katle sebep olmaktadır. Ki, vasiyet etmek, ölüm gelmeden önce farz kılındı. Lâkin miras kanunu, neyi vasiyete muhayyer bırakmışsa, vasiyet onun üzerine olur. Çünkü mirası ELLAH varislerine bizzat taksim etmiştir. Onun taksimini mahlûku bozamaz Evet, bozmamalıdır. Bozarsa Hududullah çiğnenmiş olur. Ki, bu takdirde farzlar iptal olur. Farzın iptali ise imanın iptalidir. Öyleyse şimdilerde, babaların yaptığı vasiyet, vasiyet değillerdir. Çünkü bunlar ELLAH’ın taksimine müdahale etmektir. Çünkü malın bi tamamını yada yarısını belki üçte birini bir cins evlada vermek vasiyet değildir. Hem baba olan mal sahibi, hayatta iken hiçbir miktar ile malını evlatları arasında paylaşamaz. Çünkü ELLAH tarafından taksimi olan bir şeyin, kul tarafından taksimi olmaz. Yani baba ölmeden, malını ne kendisi ne başkası taksim edemez. Yani taksim ettim ve kavilik verdim diyemez. Çünkü baba ölmeden miras varise düşmez. Düşmeyince, yapılan muamele ne kadar adil olursa olsun ya zülümdür yada satıştır. Öyle ise baba ölünce varsa malı, varislerine otomatikman mal olur. Madem olur öyleyse baba ölmeden malını ne kendisi ne başkası taksim etmemelidir. Ettiği takdirde, ELLAH’ın hududunu çiğnemiş olur. Öyle ise mümin ancak ELLAH’ın koyduğu taksimi der ve ELLAH’ın çizdiği hudutları tespit etmeye çalışır.

Ama elbette ki, bu izahlar, Risâlet şemsiyesi altında olan Müminler için bir Beyândır. Hem bu kurallara ancak Halife’i Resul işlerlik kazandırır. Hilafet ve Şeriat ılga edilmişse ki, içinde olduğumuz düzende bunlar ılga edilmişlerdir. Haliyle bu ilgacılara uyup birrıza itaat edenlerde mürted olmuşlardır. Öyleyse tağuti laik beldede mümin kalmışsa, mutlaka ama mutlaka bir imamın Riyasetinde, cem olup, edebildikleri şer’i hükümleri uygulamalıdırlar. Çünkü diyarı küfrün içinde yaşamaya mahkûm olan müminlerin ilk yapacağı işlerin en ilki bu cemaatleşme işidir. Ki, bu iş imanın hemen peşinde protokol de yerini alan işlerdendir. Öyleyse bu iş olmadan kim ne yaparsa yapsın imanın emri olan ELLAH’ın emri yerine gelmiş olmaz. Ancak tağutun düzeni selamet bulur. Öyleyse Rabbimizin emrini okuyalım: --Artık kim ki, bunu işittikten sonra değiştirirse, günahı değiştirene aittir. ELLAH işiten ve bilendir.-- Yani Kitabullah'a uyarak yapılan vasiyeti değiştiren şahitler ve hâkimler günaha girerler. Çünkü ELLAH vasiyet eden kulunun vasiyetini bilmiştir ve işitmiştir. Ki, Böylece Risâlet düzeninde, ölülerin olsun, dirilerin olsun, bütün hakları ELLAH’ın teminatı altına alınmışlardır. Bununla beraber, kim vasiyet edenin haksızlığa meylinden endişe ederse aralarını bulmada bulan kişi için bir günah yoktur. Yani ELLAH’ın emrine, kitabına, dinine ve resulüne uymayan işler, sözler, niyetler merduttur. Merdut olan her şeyin düzeltilmesi, düzeltebilenlerin üzerine farz'dır.

Çünkü her müminin taşıması lâzım olan esas gaye, Hududullah'ı muhafaza etme gayesi olmalıdır. Gayreti olmalıdır. Ki, her an ELLAH’a döneceğine inanan müminin gaye ve gayreti böyle olur. Zira hüküm sadece ELLAH’a aittir. Ki, insanları imana dâvet ediyor ve İmân edenleri oruç tutmaya dâvet ediyor. Okuyalım:

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنوُا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ (183) اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَريضًا اَوْ عَلى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَ وَعَلَى الَّذينَ يُطيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكينٍ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَهُ وَاَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ (184) شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذى اُنْزِلَ فيهِ الْقُرْانُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدى وَالْفُرْقَانِ فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ وَمَنْ كَانَ مَريضًا اَوْ عَلى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَ يُريدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُريدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّهَ عَلى مَا هَديكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (185) وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَادى عَنّى فَاِنّى قَريبٌ اُجيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجيبُوا لى وَلْيُؤْمِنُوا بى لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ (186) اُحِلَّ لَكُمْ لَيْلَةَ الصِّيَامِ الرَّفَثُ اِلى نِسَائِكُمْ هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ وَاَنْتُمْ لِبَاسٌ  لَهُنَّ عَلِمَ اللّهُ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَخْتَانُونَ اَنْفُسَكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ وَعَفَا عَنْكُمْ فَالْنَ بَاشِرُوهُنَّ وَابْتَغُوا مَا كَتَبَ اللّهُ لَكُمْ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا حَتّى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الْاَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الْاَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِ ثُمَّ اَتِمُّوا الصِّيَامَ اِلَى الَّيْلِ وَلَا تُبَاشِرُوهُنَّ وَاَنْتُمْ عَاكِفُونَ فِى الْمَسَاجِدِ تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ فَلَا تَقْرَبُوهَا كَذلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ ايَاتِه لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ (187) وَلَاتَاْكُلُوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ وَتُدْلوُا بِهَا اِلَىالْحُكَّامِ لِتَاْكُلُوا فَريقًا مِنْ اَمْوَالِ النَّاسِ بِالْاِثْمِ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ (188)

M E A L İ:

183-- Ey İmân edenler, sizden öncekilere oruç farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Ta ki, korunabilesiniz. 184-- Sizden her kim ki, o sayılı günlerde hasta yada seferde olursa, tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde tutar. Gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. Bununla beraber kim gönüllü olarak Hayır, işlerse, bu kendisi için hayırlı olur. Orucu tutmanız sizin için daha hayırlıdır.  185-- Ramazan ayı, öyle bir aydır ki, insanlara doğru yolu gösteren, hak ile batılın arasını ayıran Furkan olan Kur'ân o ayda indirilmiştir. Sizden kim o aya erişirse, o ayda oruç tutsun. Kim hasta yada seferde olursa diğer günlerde o miktar tamamlasın. ELLAH sizin için kolaylık diler zorluk dilemez. O sayıyı tamamlamanız size hidayetini ihsan etmesindendir. ELLAH’ı tekbir etmeniz içindir. Umulur ki, şükredersiniz?  186--  Ve kullarım beni sana sorarlar: Şüphesiz ben onlara çok yakın olanım. Bana dua edenin dua sına icabet ederim. Öyleyse onlarda benim Dâvetime icabet etsinler. Bana İmân etsinler. Ta ki, hidayete erebilsinler. 187-- Sizin için oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız helal kılındı. Onlar sizin için, siz onlar için libassınız. Nefislerinize hainlik edeceğinizi ELLAH bildi de, tevbenizi kabul etti. Sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın. Ve ELLAH’ın sizin için yazdığını isteyin de fecrin siyah ipliği beyaz ipliğinden seçilinceye dek yiyin için, sonra geceye dek orucu tamamlayın. Mescidlerde itikâf da bulunduğunuz da, kadınlarınıza yaklaşmayın. Bu ELLAH’ın hudududur. Sakın hududu aşmayın. İşte ELLAH ayetlerini size böyle açıklar. Ta ki sakınanlardan olabilesiniz. 188-- Mallarınızı aranızda batıl sebeplerle yemeyin. Ve insanların mallarından bir kısmını, siz bildiğiniz halde haksız yolla yemek için onları düşürmeyin.

M E R A M I:

Oruç, ELLAH’a, Resulüne ve Halifesine teslim olmayı kolaylaştırsın diye farz kılınmıştır. Ki, orucun farz kılınışına sebep olan tek neden budur. Öyleyse Risâlet makamı ve Halifesi ve Şeriatullah icra’i hükümde olmasa, bunların yerine tağut ve hükümleri olursa, şüphe yok bu şemsiye altına tutulan oruçlar, bunlar için tutulmuş olur. Çünkü oruç tutanlar bunlara teslim olarak oruç tutuyor. Böylece tutulan oruçlar bu zalimlere teslim olmayı kolaylaştırıyor. Öyle ise oruç, bu vartaya düşen insanların üzerine farz değildir. İlla farzdır: Şayet mümin olarak o zalimlere asgari buğz ediyorsa ve buğz etmek için oruç tutuyorsa farzdır.

Oruç tutmayı hak eden müminlerin üzerine, orucun günleri sayılıdır. Sayılı günlerin içinde hasta olanlar ve sefere çıkanlar için kaza etmek ve fidye vermek üzere oruç tutmamalarında bir günah yoktur. Ama oruç tutabilenler için, oruç tutması daha hayırlıdır. Lâkin tağutun şemsiyesi altında ne hazerde, ne seferde tutulan oruçlar hayrı kesir olmaz. Çünkü oruç geçmiş ümmetlerin üzerine farz kılındığında, amirleri tağut değildi. Keza bizim üzerimize de, Resulullah'ın şemsiyesi altında olan yani Şeriatullah'ın hükümeti altında olan Eshabın üzerine farz kılındı oruç.

Öyleyse, üzerlerine oruç farz kılınan müminlerin yolu, terk edilmesi ile onların yollarının selameti için farz kılınan oruç, onların yollarını terk edenlerin üzerinden düşmüş olur.

İmdi İmân isminin remizlerinden, alamet ve alemlerinden olan orucu tutmakla, namazı kılmakla, zekâtı vermekle mümin ELLAH’ı değil de tağutu ilâh edinenlerden oluyorsa, yapılan bu amellerden yapanına fayda değil ancak zarar gelir. Çünkü ELLAH’ın hâkimiyeti için yapılması emredilenler tağutun hâkimiyeti için yapılmış oldular da ondan dolayı zarara uğranıldı. Nitekim bunlar ELLAH’ın hâkimiyeti için, hâkimiyeti altında yapılmış olsaydı, tağutun hâkimiyeti mahvolacaktı. Çünkü bu ameller tağutun hâkimiyetini mahvetmek içindir. tağutu mahvetmek için bu ameller işlenmiyorsa, demektir ki, bu amellerin sahipleri ELLAH’ı çok hem de pek çok uzakta biliyorlar.  Oysa ELLAH yakınların en yakınıdır. ELLAH’ı yakın bilmeyenler şüphe yok Tağuta, yahudiye ve nasraniye yaklaşacaktır. Böylece işlenen amellerde bunlar için olacaktır. Ve olmuşlardır.

İşte böylesi müminlerin ELLAH önlerini açmaz. Kolaylık göstermez. Her kolay gibi gösterdikleri de mutlaka istidracı olur. Çünkü ELLAH’ın Resulü ve Halifesi ortada yok. Ortada olan Tağut ve tağutun hükümleridir.

ELLAH’ın hududunu aşıp gayrı hudutların içine girenler, Şüphe yok insanların malını batıl yolla, batıl sebeplerle, batıl hükümlerle yerler. Çünkü helali muhafaza eden ELLAH’ın hududu kaldırılmış olup, haramı saklayan, yayan, emreden hududun içine girilmiş olup amirine itaat olunmuştur. Artık içinde helal olmayan hududun içinde olan Müminler, ELLAH’ın hükümleri ile hükmetmez ve hükmetmeyenlere hükmettikleri kurallar dâhilinde itaat eder. Çünkü hükümsüz, ilahsız yaşanmazda ondan. Ama elbette bu Müminler ELLAH'tan gayrı ilâh olmuşlar ve bulmuşlardır.

V E İ Z A H İ:

Burada orucun farziyetini ve Ayını Beyân eden dört âyetin ardında: --VELA TEKULUU-- Hayır, yemeyin emri ile başlayan bu âyet, orucun farziyetini kabul edip oruç tutan müminlerin hangi yoldan ne sebeple gelen malı niye yememelerini Beyân ettiği için, izahımıza bu âyetten başlıyoruz: Orucun farz olduğunu kabul eden, kabul ettiği için oruç tutan Müminler, kendilerine isabet edecek olan nasiplerini batıl yollarla, yani tağutun ölçüsü ve tasarrufu ile helal kabul edip yemezler. Çünkü onların tasarrufu ile malın helal olacağına ve hükmün adil olacağına inanmazlar. Ama islam mahkemelerinde haklarını ararlar. Haksız olduklarını bildiklerinde, haklı olmak için iltimas edip hâkime rüşvet vermezler. Avukat tutmazlar. Çünkü avukat rüşvet vermektir. Bu nedenle müminin avukatı ELLAH’tır. ELLAH’ı vekil tutmak için de: --HESBUNELLAHU VE NİĞMEL VEKİL-- demek yeterlidir. İşte oruç böyle olan müminlerin üzerine farzdır. Belki Evet, Müminler böyle olsunlar diye üzerlerine oruç farz kılınmıştır. Nitekim ELLAH: Öncekilere oruç farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Ki, korunabilesiniz. Dersini verip, orucun beşeri hükümlerden ve hâkimlerinden korunmak için farz kılındığını Beyân etmiş oldu böylece... Öyle ise tekrarında fayda olur mülahazası ile söylüyorum: Beşeri hüküm ve hâkimlerinin itaatinde birrıza olup da oruç tutanlar abesle uğraşmış oluyorlar. Çünkü müşriğin orucu, namazı, Hacc'ı, zekâtı, kurbanı olmaz. Zira kestiği yenmez.

--VELA TEKULUU!-- Mallarınızı aranızda batıl sebeplerle yemeyin. Emrini veren bu âyetin direk gayesi Müminler olduğu için, müminlere demiş olur: ELLAH’ın hükümleri ile hükmeden hâkimlerinize yanlış şehadette bulunarak onları yanlışa sevk etmeyin! Onları düşürmeyin! Onlardan itaatinizi ve yardımınızı esirgemeyin! Çünkü ELLAH zulmün her çeşidini oruç ile ve orucun tutulduğu ayda inen Furkan olan Kur'ân ile kaldırmıştır, kapamıştır. Siz beşeri hükümlerin kapısını açarsanız, bu takdir de aranızda dolaşan malları faizle, işretle, fuhuşla ve oyunla yemeye yönelirsiniz. İşte bu ortamda oruç tutmanın ilahi bir değeri ve hikmeti kalmaz. Çünkü oruç, sahibini korumuş olmaz. Oysa Rabbimiz: Oruç ile korunasınız diye, size orucu farz kıldım buyuruyor.

 Öyleyse oruç ile nasıl korunulur? Sorusu akla geliyor. Şöyle: Kale içten feth edildiğine göre, insanı içten feth etmek için oruç farz kılındı. Hem orucun farziyeti ile kısasın ve vasiyetin peş peşe farz olmalarının anlamı, bunlar birbirlerini tamamlayan farzlardır. Şöyle ki; Vukuata sebep olan birinci neden maldır. Malın tahrik ettiği emmareyi nefistir. Ki, cinayeti işleyen insan nefsinden emir alır. Öyle ise nefsin tezkiye edilmesi farzdır. Zira tezkiye edilmiş nefis, hiçbir zaman cinayet gibi bir günahın işlenmesine müsaade etmez. Evet, etmez ki, bu hususta Aleyhisselâtü Vesselam efendimiz: Oruçlu iken size sataşan olursa, ona: Ben oruçluyum deyin.

Demek ki, oruç ile nefsi tezkiye edip itaat altına almak vardır. Zira oruç nefsi tezkiye eder. Sabrı öğretir. Hem oruç, bitamamıha sabrı öğreten mekteptir. Oruç, malı israf etmez, oruç kanaati öğretir, oruçlunun kanı hemen beynine vurmaz. İşte bu meziyetleri taşıyan insan, kolay, kolay katil gibi bir cürümün altına girmez. Bina aleyh katil olmayınca kısas gerekmez. İşte bunun için Ramazan ayında oruç tutmak islamın beş temel esasının bir temeli olmuştur. Böylece mümin olan herkes Ramazan ayını oruç ile geçirmesi farz kılınmıştır.

İmdi farz kılınan orucun neden ve niçin farz kılındığının üzerine durulmadan, orucun sıhhatinin üzerinde uzunca durulmuştur. Öyle ki: Bir okka tuz yiyenin orucu gitmez ama bir tuz’a dilini sürenin orucu gider demekle vakitlerini ve ilimlerini harcadılar ve harcıyorlar. İşte bu davranışlar orucu bir gelenek ve perhiz haline yöneltti. Oysa oruç tutan mümin, tüm vakitlerini nasıl ve niçin harcayacağını ve kime uyacağını, kime uymayacağını, kimin emrini kabul edip, kimin emirlerini red edeceğini bilmesi oruçlunun bilgisi olmasından öte, bir hali olmalıdır. Ama fıkıh kitabları bunları işlemedikleri için, sanki reislerin, sultanların, başkanların ve kralların saltanatları için ulûhiyyetlerine mahsuben yazılmışlardır. Hem günümüzde tutulan oruçlar o zalimlere mahsub oluyorlar. Çünkü Halife’i Resul yok.

Öyleyse âcizane olarak deriz: Hegemonyayı tağutun şemsiyesi altında birrıza değil de, esir olarak yakalanmış olduğunu bilen Müminler, bir imamın riyasetinde, bi’at ile şeklen de, zimmen de olsa cemaatleşip oruç, namaz vs. Yapabildiklerince yapmalıdırlar. Bunun aksi olursa, yani her şeyin amirliğine tağut birrıza kabul edilirse, bu takdirde orucun zahmeti sahibine kalır, hâsılatı düzenin istikrarına mahsub olur. Nitekim tağuti düzenlerin hepsi ramazan ayına sahip çıkıyormuşlar gibi davranıyorlar. Sanki ELLAH’ın şu emrini dinliyorlar: Ramazan ayı öyle bir aydır k, insanlara hidayeti gösteren, hak ile batılın arasını ayıran, Furkan olan Kur'ân o ayda indirilmiştir. Evet, ELLAH’ın bu ayetine sanki kulak veriyorlarmışcasına ve sanki Kur'ân ile hükmediyorlarmışcasına ve hakkı batıldan ayırıyormuşlarçasına kuyruklarını iki bacaklarının arasına sıkıştırıyorlar. Böylece Kur'ân'ın indirildiği ayda, Kur'ân'a hürmet ediyorlarmış gibi bir hal sergiliyorlar.  

Neyse uzatmayalım da, biz Müminler o ayda oruç tutalım. Çünkü Furkan olan Kur'ân o ayda indirilmiştir. Ama Ramazanda, Kur'ân indirildiği için oruç tutup da, Kur'ân'ın hükümlerini tanımamak ve tanımayan Tağuta birrıza uyum sağlamak, ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olmak oruç tutmamaktır. Kur'ân'a İmân etmemektir. Kur'ân'a İmân etmeyenler için ELLAH çok uzaktadır. Hatta bunlar için ELLAH yoktur. Demek ELLAH bu zalimler için değil, mümin kulları için çok yakın olduğunu, kendisine dua edenin duasına icabet ettiğini haber verdikten hemen sonra: Öyleyse benim Dâvetime yani Resulüme, Kitabıma uysunlar, tuğyan etmesinler ve tağilerden sakınsınlar ki, hidayetime ersinler buyurmaktadır. ELLAH bu buyruğu ile mümin kullarına şu tavsiyede bulunuyor: Siz niye tuğyan edeceksiniz? Ve siz neden tuğyan eden Tağuta, yahudi ve nasaralara tabi olacaksınız? Zira onlar size çok uzaktalar. Oysa sizin Rabbiniz olan ELLAH, size öyle yakın ki, siz bilmeden yarın muhtaç olacağınız şeyi bugün den dünden hazırlamaktadır. Öyle ise Dâveti olan Resulüne, kitabına dönün, uyun. Kitabına dönüp uymanız için üç günden ziyade imamsız ve bi’at sız kalmayın. Çünkü üç günden ziyade imamsız, bi'atsız olup ölenler, cahiliye üzere ölür. Bu nedenle Kur'ân'da medeni olan âyetlerin hepsi cemaat olmaya amirdirler. Çünkü cemaatin üzerine nüzul etmişlerdir. Ki, --TİLKE HUDUDULLAH-- Emri ile cemaati islamından, hudutlarının korunmasını istedi ELLAH (c.c)... Çünkü ELLAH’ın hududunu ancak islam hükümeti muhafaza eder. Hem muhafazadan sorumlu bu cemaattir. Ferdi müminlere gelince, bu cemaat olmadan imanlarını dahi kabr’e iletemezler.

Nitekim içinde bulunduğumuz müşrik–laik düzende, Hududullah'ı muhafazada belirgin tek bir rolümüz yoktur. Öyle ki, bu zalim düzenlerde ELLAH’ın düzeni olan islam, çoğu kez eğlenceye konu olmasına rağmen, sürüler haline gelen müminlerden etkileyici bir ses görülmüyor. Çünkü sürüden çobanı mesuldür. Çoban olmayınca, tek canavar sürüyü perişan eder. Yani Halife’i Resul olmayınca müminlerin hali perişan olur ve perişan olmaktır. Öyleyse Kur'ân'ın muhatabı Halife’i Resuldür ve Halife’i Resule itaat etmesi farz olan cemaati islam'dır. Bunlar yoksa ki, yoktur öyle ise yeryüzünde islam dini ve cemaati yoktur.

İmân akdi ile imama itaat etme sorumluluğunu kucaklamış olan Müminler, şayet ELLAH’a ve Resulüne itaat etmeyen Tağuta itaati birrıza yada rızık endişesinden dolayı, yada ELLAH’a daha iyi kulluk ederim ettiririm den dolayı itaat ederse, memuru olursa Evet, böyle olup da yapanlar ELLAH’a, Resulüne, Furkan’a, Ramazan ayına, Hacca, Oruca, Zekâta ve Namaz'a isyan etmiş olur. Bu asilerin ismi, resmi müslüman da olsa hüküm değişmez. Ama bu sûre ve âyetleri medeni olduğu için, anlaşılmaları zor oluyor. Çünkü içinde olduğumuz yer ve düzen mekki'dir. Lâkin islam hükümet olsaydı ve olduğu yerde bu izahlar ebced gibi kolay olurdu.

Çünkü islam toplumunda bu âyetler motor oldukları için, makinist olmayan da sesini duyar. Hatta çevrede olanlarda sesini duyar. Ama tağuti toplumda bu âyetler, sessiz sedasız Tağuta hizmet etmiş olur. Hem, müminleri gayrı islamın valileri rahatlıkla idare etmeleri, hükümet ismine bir İmân borcu olarak itaat etmelerindendir. Demek halkı mümin olan tağuti laik hükümetler, imanı ters yorumlayan müminlerin cehaletlerinden, hatta İmân ismi ile imansızlıklarından istifade ederek hükümran olmaktalar. İkincisi ise ki, bu ikincisi birincinin önünde olup şudur: İlim, irfan kariyerini taşıyanlar din'lerini çok az bir fiyata, Tağuta satmış olmalarından Müminler zimmî olarak yaşamak zorunda kaldı.

Oysa beşeri hükümlerin hâkim olduğu toplum, islamın hukukuna göre Dar’ül harp'tir. Öyle ise Dar’ül islamın hayrına badi olanlar, Dar’ül harp'te kullanılmaz. Öyle ise derhal Müminler, cemaatleşerek islamı kendi aralarında yaşayıp yaşatmaları lazımdır. Lazımların en lazımı olan, bu lâzım yerine gelmeden başka lazımlar için uğraşmak boşunadır. Çünkü her şey tağutileşir. Okuyalım:

يَسَْلُونَكَ عَنِ الْاَهِلَّةِ قُلْ هِىَ مَوَاقيتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّ وَلَيْسَ الْبِرُّ بِاَنْ تَاْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ ظُهُورِهَا وَلكِنَّ الْبِرَّ مَنِ اتَّقى وَاْتُواالْبُيُوتَ مِنْ اَبْوَابِهَا وَاتَّقُوا اللّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ (189) وَقَاتِلُوا فى سَبيلِ اللّهِ الَّذينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلَاتَعْتَدُوا اِنَّ اللّهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَدينَ (190) وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَاَخْرِجُوهُمْ مِنْ حَيْثُ اَخْرَجُوكُمْ وَالْفِتْنَةُ اَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِ وَلَا تُقَاتِلُوهُمْ عِنْدَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ حَتّى يُقَاتِلُوكُمْ فيهِ فَاِنْ قَاتَلُوكُمْ فَاقْتُلُوهُمْ كَذلِكَ جَزَاءُ الْكَافِرينَ (191) فَاِنِ انْتَهَوْا فَاِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَحيمٌ (192) وَقَاتِلُوهُمْ حَتّى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدّينُ لِلّهِ فَاِنِ انْتَهَوْا فَلَا عُدْوَانَ اِلَّا عَلَى الظَّالِمينَ (193) اَلشَّهْرُ الْحَرَامُ بِالشَّهْرِ الْحَرَامِ وَالْحُرُمَاتُ قِصَاصٌ فَمَنِ اعْتَدى عَلَيْكُمْ فَاعْتَدُوا عَلَيْهِ بِمِثْلِ مَا اعْتَدى عَلَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللّهَ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ مَعَ الْمُتَّقينَ (194) وَاَنْفِقُوا فى سَبيلِ اللّهِ وَلَاتُلْقُوا بِاَيْديكُمْ اِلَى التَّهْلُكَةِ وَاَحْسِنُوا اِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنينَ (195)

M E A L İ:

189-- Sana hilallerden soruyorlar de ki: Onlar insanların faydası ve hac için alamettirler. Birr, evlere arka kapılardan girmek değildir. Ancak birr, muttaki olanınkidir. Evlere kapılarından girin. ELLAH'tan korkun ta ki, felaha erebilesiniz?  190--  Size savaş açanlarla, ELLAH yolunda sizde savaşın. Ancak haddi tecavüz etmeyin. Muhakkak ELLAH haddi tecavüz edenleri sevmez. 191--  Ve onları yakaladığınız yerde öldürün. Onları, sizi çıkardıkları yerden çıkarın. Fitne katilden beterdir, onlar sizinle savaşmadıkça, sizde onlarla mescidi haramda savaşmayın.  Ancak onlar sizinle savaşırlarsa, sizde onları öldürün işte kâfirlerin cezası budur. 192-- Bununla beraber vaz geçerlerse, şüphe yok ELLAH Gafur ve Rahîm'dir. 193-- Fitne kalmayıp din yalnız ELLAH’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Bununla beraber vaz geçerseler, artık zalimlerden başkası için husumet yoktur.              194-- Haram ay, haram aya bedeldir. Hürmetler karşılıklıdır. Bunun için kim sizin üzerinize saldırırsa, sizde onların ki kadar saldırın. ELLAH'tan korkun. Ve bilin ki, ELLAH takva sahipleri ile beraberdir. 195-- ELLAH yolunda infak edin. Zira kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. İhsan edin, zira ELLAH Muhsinleri sever.

       M E R A M I:

ELLAH’ın hükümleri ile hükmetmeyenler için, Hükümleri ile muhakeme olmayanlar için hilali rüyet etmek yoktur. Zira hilali rüyet Hududullah'tır. ELLAH’ın hududunu aşanlar elbette ki, evlere arka kapılardan girecekler. Böylece ELLAH’ın kapısını bırakıp ELLAH’a gitmek için kapı açanların imanı olmayacaktır. Hacc'ı, dini, ilmi olmayacaktır. Hem bunların cihadı, ibadeti ELLAH için olmayacaktır.

Çünkü ELLAH mümin kullarına şu emri ferman etmiştir: Sizinle savaşanlarla sizde ELLAH’ın hükümleri ile hükmetmek için ve hükmolunuyorsa devamını temin etmek için savaşın emrini emretmiştir. Ama ifrattan sakının demiştir. Yani islamın hudutları tebarüz edip tanındıktan sonra, bu kâfirdir diye savaş yoktur.

Lâkin ELLAH’ın hükümleri ve hudutları gayrı müslimlerce ılga ve inkâr edildiklerinde, onların yakalanıp öldürülmeleri Ruhsatullah'tır. Ama ELLAH’ın bu emirlerini yerine getirecek olan Halifesidir. Öyle ise Halife’i Resul olmayınca bu emirler amirsiz olup muattal olur. Ve savaş fitneden eşeddir derler. Oysa fitne, ELLAH’ın hükümlerini tanımamak olup, tanınan hükümlerin sahibini ELLAH’a eş etmektir fitne. İşte fitnenin eşeddi ve en büyüğü budur.

Buna rağmen ELLAH gafur ve Rahîm'dir. Öyle ise Resulullah'a ve Halifesine asi ve münkir olanlar, isyan ve küfürlerinden tevbe edip Risâlet'e ve Halifesine muti olup uyarlarsa Rahîm olan ELLAH’ın affına mazhar olurlar.

Öyle ise tevbeye yanaşmayanlar, ELLAH’ın nezdi pakında fitnedirler. Yani harbi olup ölümü hak edendirler. Çünkü bunlar öldürülmeden ELLAH’ın hükümlerine yer kalmaz ve ulûhiyyetlerini ELLAH ile beraber devam ettirirler. Ki, bu hal fitnedir fitne ise katilden eşeddir. Hem bu zalimler hükümsüz kılınmadan --DİN-- Yani hâkimiyet bilakaydu şart ELLAH’ın olup ELLAH’a kalmaz. Ama kayıtlı ve şartlı olarak ELLAH’ın hâkimiyeti kabul görür. Ne var ki, ELLAH kayıtlı şartlı olarak tanınan hâkimiyetini zatı kibriyasına hâkimiyet olarak kabul etmez. Vaktaki, kayıtsız, şartsız hâkimiyet ELLAH’ın olur ve tanınır, husumet de, üzerlerinden kalkar. Ve hâkimiyeti kayıtsız şartsız ELLAH’a tanımayanların üzerine husumet yoğunlaşır. Çünkü kimsenin dinine bakılmaksızın hürmetler karşılıklıdır. Öyle ise ELLAH’a, Resulüne ve Halifesine saygı duymayanlara, saygı duymak imanı iptal eder. Madem eder, islama saygı duymayanlara, savaşanlara misli ile mukabele etmek İmân akdi ile ELLAH’a söz verilmiştir. ELLAH’a verilen bu sözün içinde yurtta sulh, cihanda sulh parolası yoktur. Da, Hâkimiyetin kayıtsız şartsız ELLAH’ın olduğuna dair tebliğ name vardır. Bu tebliğ nameyi tebliğ edenler muttaki olur gayrileri de ELLAH'tan gayrı her şeyden korkan olur. Yani bunlarda muttaki olurlar ama sadece ELLAH'tan korkmazlar. Velev ki, Mümin, Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe de olsalar.

Çünkü bunlarda, Halife’i Resul olmadan ELLAH’a kulluk olur saplantısına saplanmışlardır. İşte bunlar ve bunların sürükledikleri sürüler, kendilerini kendi elleri ile tehlikeye, zillete, şirk’e, küfre atmaktalar. Öte yandan sulhu yurtta ve cihanda temin ettiklerini de söylemekteler. Oysa sulh nerede? Dünya nerede? Hem sulhu temin etseler, acaba temin ettikleri sulh ELLAH’ın sulh dediği ahlak ve kural ile mi temin ediliyor? Öyleyse bunların sulh dedikleri şey ELLAH’ın nezdinde savaş sebebidir.

V E  İ Z A H I:

İzahımıza yüz seksen dokuzuncu âyetten başlamak üzere deriz: Ay’ın her gün bir şekil alma halinin nedenini bizlere Beyân ile beraber: Evlere arka kapılardan girmenin --BİRR-- Yani İmân olamayacağına yani hilalin rüyet edilerek vaktin tespitine amirdir. Öyle ise hilal rüyet edilmeden tespit edilen vakti esas alarak oruca girilmez,  çıkılmaz ve hac ibadeti yerine gelmez. Ki, ELLAH: Evlere arka kapıdan girmeyin buyuruyor. Şayet İmân etmişseniz hilali rüyet etmeye ve hilali rüyet eden Resulüme ve Halifesine uymaya mecbursunuz. Çünkü eve girmek için açılan cümle kapı budur. Çünkü benim yanımda ayların sayısı on ikidir. Bu dosdoğru bir hesaptır. Öyleyse bu hesabı, ayın hilal halini rüyet etmeden bozmaya kimsenin hakkı yoktur.

Evet, kimsenin hakkı yoktur ama ELLAH’ın bu hududu hesaplarla ihlal ediliyor. Hem doğru da olmuyorlar. Doğru olsalar bile ELLAH’ın emrine ve Resulünün sünnetine muhalefet olduğu için yanlıştırlar. müminleri aldatmak olup Tağuta, yahudiye ve nasaralara sadık olunduğunun Beyânıdırlar.  Takvimde elbette ki, faideler vardır. Ama ELLAH’ın ve Resulünün uyun, bakın dediği hedeflere, hudutlara mani olmamalıdırlar. Yani ibadet hususunda ona uyulmamalı. Ne var ki, bu işleri yapanlar, uyanlar kendi zanlarınca bir hizmet yapıyorlar ve yaptıklarını ihsan telakki ediyorlar. Oysa bunlar, kendilerini ve yaptıklarını ne zan ederse etsinler, açıkça şeytan'ın emrinde olarak yahudi ve nasaralara hizmet etmekteler. Bu zalimler yahudi ve nasaralara itaat boyutunu o raddeye getirdiler ki, bugün islamın sene başı olan ayın ismini, mümin olduğunu söyleyenlerin yüzde doksan beşi bilmiyor. İşte bu veballerin hepsi, toplumu ilim kariyerleri ile idare eden zalimlere aittir. Ki, bunlar fetvaları ile müminleri mürted yöneticilere teslim etmişlerdir.

Hem bu Bel’amiler, yahudi ve nasaraların Noel yortularında, camilere, onların yılbaşlarını tebrik mahiyetinde olacak ki, takvim asıyorlar. Biz ELLAH’a yeminle söylüyoruz: Tebrik mahiyetini taşıyan bu takvimin takılı olduğu yerde namaz olmaz. Ve kravat takılı olan gerdanın sahibine selâm verilmez. Zira Resulullah o takvimi Beytullah'a asar mıydı? Ve junnarın yerini alan boyun bağını sarar mıydı ve sardırır mıydı? Asla. Çünkü bunlar yahudi ve nasaraların imanlarını yansıtan alametlerdir. Oysa --BİRR-- Yani İmân ancak Resulullah'a ve Halifesine uyarak Kur'ân'a uymakla olur. Öyleyse Tağuta uymakla, hükümlerini uygulamakla, uygulamak için yemin vermekle İmân olmaz. Çünkü bu haller evlere arka kapılardan girmektir. Oysa imanın, İmân olabilme şartı ELLAH’a, Resulüne, Halifesine Kur'ân'ın açtığı yoldan uymaya bağlıdır. Öyle ise ELLAH'tan korkan ey Müminler! ELLAH’ın Resulü olan Muhammed Mustafa'nın getirdiğine, uyduğuna ve uyguladığına dönelim. De, ELLAH’ın alametlerini bırakıp, tağutun alametlerine dönmeyelim. Çünkü onların alametleri kendi ulûhiyyetlerini gösteren alametlerdir.

Biz ise dinimizin, imanımızın cümle kapısı olan Risâlet, Hilafet ve Şeriat kapısından girelim. Böylece arka kapılardan girmeyenlerden olup ELLAH’a İmân edenlerden olalım. Böylece bir cemaat olup, bize savaş açanlarla savaşalım. Çünkü ELLAH’ın hükümlerine savaş açan bu zalimler, cümle kapıdan girmeyip bacadan, pencereden evlere girdikleri için, yani yahudi ve nasaralara uyarak kendilerini mümin bildikleri için, ELLAH bunları hiç ama hiç sevmez. ELLAH’ın sevmediklerini sevmek imandan küfre dönmektir.  Küfre dönenlere birrıza itaat edenlerde onlardandır. Ki, Daima Şeriatullah ile savaş halindeler. Çünkü hâkimiyetleri savaşlarının devamına bağlıdır. Öyle ise imanın selameti ve hâkimiyeti, haddi tecavüz etmemek şartı ile bu zalimlerle savaşmaya bağlıdır. Öyle ise birrıza o zalimlere uyup itaat etmemek farzdır. Lâkin bu farzı savaşmadan yerine getirenler için savaş farz olmaz.

Çünkü savaş, müminleri çıkarıldıkları yere tekrar dönmek için farzdır. Çünkü fitne, katilden beterdir, eşeddir. Ki, ELLAH Mescidi Haramdan dahi çıkarılmış olsanız, oraya geri dönmeniz için, Mescidi Haramın içinde dahi savaşmaya ELLAH ruhsat vermiştir. Çünkü o yerleri işgal edenler, ELLAH’ın hükümlerini de kaldıracaklarından dolayı fitnedirler. Öyleyse bu fitneyi ve fitnecileri katletmek, ELLAH’ın hükümlerini ılga etmekten çok daha ehvendir. Zira mülk, kul ve hüküm ELLAH’ın dır. Öyle ise ELLAH’ın hükümleri hâkim olup düşmanlarca tanındıklarında, savaş biter. Çünkü Din ve hüküm hâkim olduğu yerde hâkimiyet kayıtsız şartsız ELLAH’ın olurda onun için savaş biter. Ama islamın hükümlerine düşmanlık etmek için pusuya yatanların olacağından dolayı husumet yani savaş hali bunların üzerinde daima hazırlıklı olur. Hem bu emri veren ELLAH müminlerle beraberdir. Ki, ihsan ettiği nimetlerden, ELLAH yolunda infak edin emrini vermektedir. Ki, şayet siz pusuya yatanlar için malınızla, canınızla hazır olmazsanız, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmış olursunuz buyurmaktadır. Öyle ise kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye, imanınızı tehlikeye atmamanız için malınızla, canınızla Halife’i Resulün emrinde hep daima ELLAH’ın murakebesi altında olduğunuzu, ELLAH’ın sizi gördüğünü bilerek durun. İtaat etmede kusur etmeyin.

İmdi ELLAH’ın bu emirleri mutlak olduğu için, gayrı islami fikirlere, hükümlere ve amirlerine birrıza itaat edenler, şayet mümin iseler imanları yaşamaz. Da, İmân sözünü yalanlamak için, bende müminin diyenlerden olur. Öyleyse İmân sözünü yalanlamak için imanı telaffuz edenlerin ELLAH hac ve umrelerini kabul eder mi? Etmez. Okuyalım:

وَاَتِمُّوا الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ لِلّهِ فَاِنْ اُحْصِرْتُمْ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْىِ وَلَا تَحْلِقُوا رُؤُسَكُمْ حَتّى يَبْلُغَ الْهَدْىُ مَحِلَّهُ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَريضًا اَوْ بِه اَذًى مِنْ رَاْسِه فَفِدْيَةٌ مِنْ صِيَامٍ اَوْ صَدَقَةٍ اَوْ نُسُكٍ فَاِذَا اَمِنْتُمْ فَمَنْ تَمَتَّعَ بِالْعُمْرَةِ اِلَى الْحَجِّ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْىِ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلثَةِ اَيَّامٍ فِى الْحَجِّ وَسَبْعَةٍ اِذَا رَجَعْتُمْ تِلْكَ عَشَرَةٌ كَامِلَةٌ ذلِكَ لِمَنْ لَمْ يَكُنْ اَهْلُهُ حَاضِرِى الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاتَّقُوا اللّهَ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ شَديدُ الْعِقَابِ (196)

M E A L İ:

196-- ELLAH için Hacc'ı da, umreyi de tamam edin fakat alıkonulursanız, kurbandan kolayınıza geleni gönderin. Kurban yerine gelinceye kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Artık içinizden her kim hasta olursa yada bir sıkıntıya kalırsa, ona oruç'tan, sadaka'dan, kurban'dan fidye Vâcıb olur. Emin olduğunuzda, kim hac zamanına kadar umre ile faydalanırsa, kolayına gelen bir kurban kesmesi icap eder. Ancak bulamazsa, hac günlerinde üç gün, döndüğünde yedi gün oruç Vâcıb olur ki, mecmuu on gündür. Bu, ailesi mescidi haramda bulunmayanlar içindir. ELLAH'tan korkun. Bilin ki, azabı çok şiddetlidir.

M E R A M I:

İmdi yahudi ve nasaraların hükümleri ile sulhu temin etmeye çalışanlar, şüphesiz islamın sulh usulünü kaldırmış olur. Çünkü islamın sulhunu, hâkimiyetini kaldırmadan, hükümlerini yürütemezler. Öyleyse ELLAH’ın hükümlerini kaldırıp hâkimiyetlerini yürüten bu zalimlerin ruhsatı ile Hac ve Umre olmaz. Çünkü bu zalimlerin ruhsatı ile yani hâkimiyetlerini tescil babında Hac ve Umre etmekten Müminler neyh olunmuşlardır. Ki, bunlar için Hac, umre, Cum'a, bayram ve kurban yoktur. Öyleyse bu zalim şemsiyenin altında kalan Müminler için, ruhsatı tağuttan uzak olarak ne amel işleyebilirlerse, ELLAH’a mukarreb olmak için ellerine o kalmıştır. Hem bu Müminler, kurban yerine gelene dek, yani ELLAH’ın hükümleri yerine gelene dek, bir matem olsun diye saçlarını kısaltmazlar. Yani islamiyeti yansıtan kılık kıyafeti üzerlerinde taşımazlar. Ama hâkimiyet ELLAH’a, Resulüne ve müminlere tevdi edildikten sonra artık yapılacak olanlar kolaylaşır. Şöyle ki: Hastalar için, bir sıkıntıya kalanlar için zorluk yoktur. Haline göre kurban keser, oruç tutar, tevbe eder, her ne yaparsa günaha kefaret ve imana hizmet olur. Çünkü bu müminin İlâhı ELLAH tır. İtaatleri Halife’i Resuledir ve Teşrileri Kur'ân'dır.

V E  İ Z A H I:

İşte bu Mübârek Müminler için hac bilinen aylardır. Hac, bilinen ayda olur. Hac kelimesi en süratli koşma ile ELLAH ın emrine koşun manasına gelmektedir. Ama koşmak ve koşun demek olan hac havadan, karadan, denizden, ovadan, dağdan ve çölden koşun demek olmayıp, ELLAH ın emrine, Resulünün hizmetine koşun demektir. Öyleyse hac yapmak için, Yukarıda sayılan yer ve yönlerden koşmaya başlamadan önce batıldan-hakka, şirkten-tevhide, yani imamı müslimine, Şeriatullah'a koşup biat şartı ile teslim olmak lazımdır. Evet, bu koşmalar ELLAH ın emri ve Resulünün sünneti olmasına rağmen, dünyanın öbür ucundan kalkıp bu koşmalar hakkında şöyle diyenler olur: Canım ELLAH’a, Resulüne, Kur'ân'a koşmadan yani İmân etmeden denizden, havadan ve karadan hac için zaten koşmak olmaz ki?

Evet, dünyanın öbür ucunda olan bu mümin haklıdır. Çünkü böyle söyleyen o mümin, dünyanın bu ucunda olan bu müminlerin ne durumda olduklarını bilmediğinden olacak ki, öyle söylemiştir. Öyleyse biz dünyanın bu ucundan o mümin kardeşimize durumumuzu bildirelim: Bizi dinliyor musun? Bizi dinle! Şöyle ki: Biz Müminler olarak, İmân etmiş olduğumuz Kur'ân, itaat etmiş olduğumuz hükümetlerce --LAİK-- ismi ile icra makamından terhis edilmiştir. Yerine yahudi ve nasaraların hükümleri oturtulmuştur. Ve haliyle üzerimizde bu hükümler icra ediliyor. Bu icranın altında olan Müminler --LA İLAHE İLLELLAH-- cümlesine itiraz edip. Hayır, ELLAH'tan başka ilâh vardır demiş olacaklar ki, --LAİK-- ismiyle ELLAH ın hükümleri itirazcısı olmadan kaldırıldı. Böylece artık bu yörenin müminleri, ELLAH’a denk ilâhlar bulup edinmişlerdir. Haliyle ELLAH'tan başka ilâh yoktur cümlesine münkir olmuşlardır. Haliyle ELLAH ilâh olarak kabul görmeyince onun resulü de burada kabul görmüyor. Ama inkâr ettiklerini lisanen ikrar ederler. Lâkin ELLAH’ın hükümlerini icra mevkiinde kabul etmezler. ELLAH ın Resulünü uyulmaya layık görmezler. Kur'ân'ı temel espri olarak almazlar.

Şimdi, dünyanın öbür ucunda olan ey mümin kardeşim! Genel olarak halimizin özü, özeti bu ve böyledir. İşte biz bu halimizle, zalimlerden izin alarak hac için koşuyoruz. Acaba bu koşma ile yapılan hac ELLAH ın emrine uyuyor mu ve ELLAH ın emrini yerine getirmiş oluyor muyuz? Sen bize bu hususta bir cevap verebilir misin? Sen bize bir cevap veremediğin içindir ki, biz: Dağdan, bayırdan koşmadan önce ELLAH’a, Resulüne, Kur'ân'a koşmak lazımdır dedik. Hem biz, bizim durumumuza göre böyle dedik. Sizin durumunuzu biz bilmeyiz. İnşâ ELLAH siz: --Ve etimul hacce ve umrete lillah-- emrine hazırlanmış müminlersiniz. Çünkü bu emir islam hükümetine ve fertlerine emirdir. Ki, --Fein uhsırtum femesteysere minel hedyi-- Kolaylığı ile karşılanıyorlar. Yani tağutun kontrolünden, ruhsatından uzak ve tağutun hükümranlığına zerre katkısı olmayan hangi sözü söylerseniz ve hangi ameli işlerseniz ve hangi şeyi infak ederseniz edin ELLAH’a kurban olur. Yani sizi ELLAH’a yaklaştırır.

İmdi izahımızı böyle meramca niye yapıyoruz? Şunun için yapıyoruz: Bu fasılda yerini alan âyetler, islamın beş esasından bir esasını taç makamında teşkil eden hac ibadetini ve menasıkını Halifetullahın Riyaseti altında Beyân etmektedirler. Öyle ise Halife’i Resulün olmayışı, bizleri Hacc'ın zahiri menasıkını izah etmekten men etti. Hem onlarca kitab da her mezhebe göre Hacc'ın zahiri menasıkı işlenmiştir. Bu nedenle biz: --Kurbandan kolayınıza geleni gönderin.-- Nazmı celilin üzerinde duracağız, Şöyle ki:

Kayışı rölanti kasnağına atmaya yetkili kim ise, o kayışı avare kasnağına istediği an ve zaman atar. Ama kendine hizmet olacağını ve sevgiye mazhar olacağını sezdiği yerde ve iş de kayışı o kasnaktan çıkarır. Yani kendine fikirlerine zarar geldiğini hissettiğinde, sesi duyulan ama bir şey üretmeyen avare kasnağına kayışı alır. Ki, dışarıdan bakan fabrika mal üretiyor sanır. Böylece insanların o fabrikanın idarecilerine hürmeti, sevgisi olur. İşte fabrika mal üretiyor gösterip de, fabrikayı mal üretmez hale sokan zalimin emri ile emri altında olarak hac edenlerin Hacc'ı ELLAH için olmaz ve kurbanını ELLAH kabul etmez. Öyle ise müminin birinci şiarı, imanının emri olarak yapmış olduğu amellerini ve infaklarını rölantiye alıp kendi hâkimiyetine mahsub edeni çok iyi tanımalıdır. Çünkü bu zalimi tanımak ELLAH’a kurban sunmaktır. Öyle ise bu zalimi tanımadan kurban ismi ile belli hayvanlardan birini kesmek kurban olmaz. Kurban olmayınca hac da olmaz. Hac olmayınca İmân olmaz. Çünkü Hacc'ı, imanı ve kurbanı iptal eden şirktir. Çünkü hac, Halifetullahın Riyaseti altında yapılan ve yapılması emredilen bir cumhuru vahdettir. ELLAH’a vahdeti temin için Müminler hac edemiyorsa, yani vahdet, tağutun etrafında vahdeti sağlıyorsa, bu takdirde Müminler hac etmeyip, islam cemaatinin teşkiline çalışmaları yani imam bulup bi’at etmeleri müminlerin Hacc'ı ve kurbanı olur.

Zira öyle bir düzen ki, mümini ELLAH’ın emirlerini yapmaktan, söylemekten men eder. Ama dinar için sana hac yaptırır ve yapanları korur. Buna rağmen kendileri ELLAH’ın hükümleriyle hükmetmezler. İşte böyle bir kumanda altında olarak hac etmek, ELLAH tarafından farz kılınan Resulü tarafından yapılan hac ile uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur. Ama benzerliği vardır. Zahiren hac yapılıyor görünümü verip de gerçeği ile alakası olmayan haclar, dünya istikbarının yapmış oldukları seyahatlerden, turistik gezilerden bir santim ileri geçmez. Bu fikrimizi red edenleri aşağıdaki âyet ile ikna etmeye çalışacağız. Okuyalım:

  وَلَا جِدَالَ  اَلْحَجُّ اَشْهُرٌ مَعْلُومَاتٌ فَمَنْ فَرَضَ فيهِنَّ الْحَجَّ فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ

وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللّهُ وَتَزَوَّدُوا فَاِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوى وَاتَّقُونِ فِى الْحَجِّ                                                                                 

 (197)  يَا اُولِى الْاَلْبَابِ                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                 

M E A L İ:

197--  Hac malum olan aylardır. Her kim o ayda kendine Hacc'ı farz ederse, artık hac da kadına yakın olmak, günah işlemek, cedelleşmek yoktur. Ne Hayır, işlerseniz ELLAH onu bilir. Bir de azık edinin, Şüphe yok azığın en hayırlısı takvadır. Ey aklı tam olanlar! Benden korkun.

M E R A M I:

Hac ayında kendisine farz olan Hacc'ı yapan için, azık olarak üç şeyi temin etmesi lazımdır.

A--  Yol emniyeti

B--  Sıhhat emniyeti

C--  Zaruri ihtiyaçların temini için nakit.

        Bunlar olmadan farz yerine gelmez. Buna rağmen azığın hayırlısının takva olduğunu söylüyor ELLAH... Takva ELLAH'tan korkmak olduğu için, benden korkun buyuruyor. Öyleyse hac yapan müminin ELLAH'tan başka İlâhı, Resulünden ve Halifesinden başka imamı, emiri, Kur'ân'dan başka kitabı yani Kur'ân'dan başka idareye hâkim olan hükümler olmayacaktır. Olursa ve hac yapan mümin de bu idareden ruhsat alıp giderse, şüphe yok bu gidiş takva ve İttekullah olmayıp ittekuttağut olur. Ve muhabbetittağut olur.

      V E  İ Z A H I:
Yukarıda yazılan meramdan gocunan ey Müminler! Dinleyin: Azığın en hayırlısının takva olduğunu burada hususen belirtilmesinin ihtaren manası şudur: Zahiren dinarı biriktirmek, vasıtayı temin etmek ve sıhhate kavuşmak Hacc'ı müminin üzerine farz kılmaz. Evet, farz kılmaz, ama siz kabul etmediniz. Niye kabul etmediniz? Zira biz diyoruz ki: tağutun memuru, muini, muhibbi olup hâkimiyetini kabullenerek biriktirilen dinarlarla yapılan hac, mebrür ve meşkûr bir hac olmaz. Çünkü ELLAH’ın Ulûhiyyetinden zuhur eden hükümleri red eden zalimin bu tasarrufuna alkış tutanın imanı olmaz ki, dinar, sıhhat ve vasıta Hacc'ı kendisine farz kılsın?

Hem islam düzeninin hâkim olmadığı bir toplumun çarklarından, helal mal imal edilmez ki, mümin helal mal ile hac yapsın. Hem helal mal sadece hac için olmayıp, tüm ibadetlerin hayat damarlarını teşkil eden bir esastır. Bu Beyânımıza itiraz edemeyen muteriz ayağa kalkar ve der:

Eliyle, bedeniyle ve teriyle çalışıp yaptığı imalatın bütün canlılara faydası olanın kazancı niye haram olsun? Der ve bu çıkışı, birçok insanlar tarafından kabul görür. Lâkin biz bu sualden yana olmayıp şöyle deriz: Bilelim ki, her şeyi yoktan var eden ELLAH’tır. Öyleyse her şey ELLAH’ın dır. Her şey ELLAH’ın mülküdür. Öyleyse mülkünün tek sahibi olup tek tasarruf hakkına sahip olan yalnız ELLAH’tır. Madem ELLAH’tır, Öyleyse bu gerçeğin gölgesinde: Çalışıp ter akıtanın kazancı niye haram olsun? Sorusunu soranlara deriz ki:

ELLAH’ın kulu, işçisi, memuru, kölesi olup ELLAH’ın emriyle, emri altında olarak onun mülkünde, onun verdiği işte, vazifede olup çalışırken, hem de ELLAH’ın yarattığı bu Sünnetullah'ın yerine gelmesi için, insan yine Sünnetullah gereği mecbur iken ELLAH’a karşı ayaklanıp isyan ederek, onun mülkünde, onun kulu değilmişsin gibi, onun emirlerinden ve uymamız için gönderdiği Resulünden ayrılıp ELLAH’ın mülkünü, ELLAH’ın kullarına, ELLAH olmuşsun gibi tasarruf etmeye kalktın. Haliyle onun işçilerini yani ELLAH’ın kullarını kendi emrine aldın. Yani ELLAH’ın mülkünü ve kullarını kendi emrinin altına aldın ve ELLAH’ı mülkünden ve kullarının üzerine idareci olmaktan uzaklaştırdın. Oysa o her şeyi kendine mal ve memluk olsun diye yarattığına göre demek sen, onun mülkünü işgal ettin, gasp ettin. Hem de onun kullarını ona karşı savaş nizamına soktun ve savaş ediyorsun. ELLAH ile yaptığın bu savaşı kazandın. Kazanınca haliyle onun hazineleri sana ganimet kaldı. Sende bu ganimetlerden, seninle beraber ELLAH’a karşı savaşan kullarına yaptıkları hizmetlerine orantılı olarak veriyorsun. İmdi bu yolla, yani ELLAH’ı, Resulünü kovup mülkünü gasp ederek kazandığın, sence sana helal midir? Ve seni ELLAH’a karşı galip getiren askerlerine dağıttığın ulufeler, maaşlar onlara helal midir?   Olamaz. Çünkü dağıtılan mal gasp edilmiş bir maldır. Gasp edilmiş olmasa bile ağalık hakkı olmayan birine, ağalık hakkı tanıyıp asker oldukları için, mukabilinde aldıkları para kendilerine her şüpheden uzak olarak haramdır. Çünkü küfrü hâkim kılmak için ve çalışıp küfrü hâkim kılanın kazandığı helal olmaz. Evet, ELLAH’ın hükümlerini red ederek ve red etmek için onun Resulüne uymamak suretiyle, gayrı ilâhlar edinerek ve edinilen gayrı ilâhların halifelerine uyarak kazanılanlar helal olmaz. Helal olmayınca bu mallar hac için, ibadet için azık olmaz. Çünkü haramdırlar.

Azık ancak, ELLAH’ın hükmü ile hükmetmek için, onun Resulüne ve Halifesine ittiba edilerek kazanılandır. Evet, azık ancak:  --FEMEN YEKFURBİTTAĞUT VE YUMİNBİLLAH-- tır. İşte, azığın hayırlısı takvadır.  Nazmı cemilin öz ve açık manası budur.   Bu nedenle hac da fusuk, cedel, refes yoktur. Hac da sadece Hacc'ın emirine itaat vardır. Öyleyse emir ELLAH’a itaat edenlerden değilse, sadece emirine itaat etmekle görevli olan bu hacının Hacc'ı, ELLAH’a ulaşmaz. Çünkü Tağuta münkir olmadan yapılanlar, söylenilenler, inanılanlar, tağutun hükümranlığının açıkça tescili olur. Bu takdirde fusuk cedel ve refes etmemeninde bir manası kalmaz. Çünkü temin edilen huzur tağutun istikrarına istikrar katar. Böyle derken biz fusuke, cedele ve refese teşvik etmiyoruz. Ama tağutun istikrarına istikrar katar diyerek yasak edilişlerinin nedenlerine işaret etmek istiyoruz.

Çünkü islam, Resulullah'ın yoluna gönülden ittiba, itaat ve teslim olan bir imamın varlığı ile vardır. İmam, yani Halife’i Resul olmayınca islam olmaz. İslam olmayınca, onun beş temel esasından birini teşkil eden hac da yoktur. Bu hususu bu âyetin şu son cümlesi çok net izhar etmektedir. Şöyle ki: --VETTEKUNİ YA ULİL ELBAAB-- yani ey aklı, imanı ve ilmi tam olanlar! Sadece beni, Resulümü ve Halifesini dinleyin ve uyun. Bunların dışında kalanların ağızlarından ELLAH’ın emridir diye söylediklerini dinlemeyin. Hele hele yahudi ve nasaraların halefleri olan tağut, dinimi icra hususunda görevlendirdiği kişileri, ELLAH, Resulü adına ve aşkına hiç ama hiç dinlemeyin. De, Rabbinize dönün. Okuyalım:

لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَبْتَغُوا فَضْلًا مِنْ رَبِّكُمْ فَاِذَا اَفَضْتُمْ مِنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُوا اللّهَ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِ وَاذْكُرُوهُ كَمَا هَديكُمْ وَاِنْ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلِه لَمِنَ الضَّالّينَ (198) ثُمَّ اَفيضُوا مِنْ حَيْثُ اَفَاضَ النَّاسُ وَاسْتَغْفِرُوا اللّهَ اِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَحيمٌ (199) فَاِذَا قَضَيْتُمْ مَنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُوا اللّهَ كَذِكْرِكُمْ ابَاءَكُمْ اَوْ اَشَدَّ  ذِكْرًا فَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَا اتِنَا فِى الدُّنْيَا وَمَالَهُ فِى الْاخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ (200) وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَا اتِنَا فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِى الْاخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ (201) اُولئِكَ لَهُمْ نَصيبٌ مِمَّا كَسَبُوا وَاللّهُ سَريعُ الْحِسَابِ (202) وَاذْكُرُوا اللّهَ فى اَيَّامٍ مَعْدُودَاتٍ فَمَنْ تَعَجَّلَ فى يَوْمَيْنِ فَلَا اِثْمَ عَلَيْهِ وَمَنْ تَاَخَّرَ فَلَا اِثْمَ عَلَيْهِ لِمَنِ اتَّقى وَاتَّقُوا اللّهَ وَاعْلَمُوا اَنَّكُمْ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ (203)

M E A L İ:

198-- Rabbinizden rızık istemenizde bir günah yoktur. Arafat’tan döndüğünüzde maşharil haramın yanında, ELLAH’ı zikredin. O sizi hidayete ulaştırdığı gibi, sizde onu zikredin. Her ne kadar bundan evvel sapıklardan idiyseniz de. 199-- Sonra insanların döndüğü yerden sizde dönün. Ve ELLAH'tan mağfiret isteyin. Şüphe yok ELLAH gafur ve Rahîm'dir. 200-- Hacca ait ibadetinizi tamamlayınca atalarınızı andığınız gibi, hatta daha kuvvetli olarak ELLAH’ı zikredin. Ama insanlardan öyleleri vardır ki: bize nasibimizi dünyada ver derler. Bunun için âhiret'te nasibi yoktur. 201-- Kimi de: Ey rabbimiz! Bize dünyada iyilik ver. Âhiret'te de iyilik ver. Bizi ateş azabından uzak eyle der. 202-- İşte bunların kazandıklarından nasipleri vardır. ELLAH hesabı çok çabuk görendir. 203-- Birde sayılı günlerde ELLAH’ı zikredin. Kim iki günde acele ederse, üzerine günah yoktur. Kim de geri kalırsa ona da günah yoktur. Bu takva sahibi olanlar içindir. ELLAH'tan korkun ve bilin ki: Siz, şüphe yok ELLAH’a haşr olunacaksınız.

M E R A M I:

Takva azığı ile hac eden için, ELLAH’ın fazlından fazilet, zenginliğinden zenginlik istemekte hiçbir sakınca yoktur.  Ama tağutun fezaili altına olarak ruhsatı ile hac ederek ELLAH'tan istemede günah vardır. Hem de şirk günahı vardır. Bu günahı irtikab edenler Arafat tan müşrik olarak dönerler. Hali ile Meşharul Haram da ELLAH’ı değil atasını, tağutu zikredenlerden olur. Ki, bu da, ELLAH'tan isteyip tağutun ve atasının düzenini ââli etmek olur. Öyle ise: Halifesiz, bi’at sız olarak tağutun riyaseti ile yapılan hac ve hac da yapılan zikirler, islamdan önce meşharul haramda abau ecdat için yapılan zikirlerden ileri geçmez. Şaşırmayalım? Zira: Onlarda o makamda ELLAH diyorlardı. Ama gayrı islami düzenlerine mahsup olduğunu ELLAH biz müminlerine bu ayeti ile haber verip, onlar gibi olmamamızda yardımcı olmaktadır. Ama maalesef ataları zikir olan ve gayrı islami düzenler için ELLAH'tan yardım isteme devri olan cahiliye hortlamıştır.

Çünkü cahiliye umdeleri, sistemleri, hüküm ve düzenleri günümüzde tamamen rakipsiz olarak hâkimiyeti eline almıştır. Ki, bu hal her sene için farz kılınan Hacc'ın talimgâhından şöyle ders verilmektedir: Sonra insanların döndüğü yerden, yani Resulullah'ın ve Eshabının döndüğü yerden sizde dönün emrini vermektedir. Her sene fiilen verilen bu dersi anlamayanlar, Risâlet'e ve Halifesine dönmeyi istemedikleri için bu Dersullahı anlamıyorlar. Düzenleri ve saltanatları için yahudileri, nasranileri terk etmemek için bu dersi anlamıyorlar ve anlatmıyorlar. Çünkü bu dersi anlamak ve anlatmak yahudileri, nasranileri ve valileri olan tağutu inkâr etmeye, inkâr ettirmeye amirdir.

Din'de amir makamına oturan bu kural yerine gelmese, orada, burada ve her yerde din adına olup bitenler cahiliye devrinde din adına olup bitenler gibi olur belki daha da fena olur. Çünkü onların eline tahrif edilmemiş sağlam bir kural yoktu. Ama sağlam bir kural ile onlara uyulduğu için onlardan daha sapık bir duruma düşülmüştür. Örneğin: Günümüzde yapılan hac, bin bir başlı ejderhaları ayakta tutmaktan öte hiçbir işe yaramıyorlar. Öyle ise bu zalimleri ayakta tutan hacdan, cumadan, bayramdan âhiret için sevap bekleyenler cahillerden, ahmaklardan gayrı ne olabilirler? Çünkü.

Böylesi cahillerin: Ey Rabbimiz! Bize dünyada ve âhiret de iyilik ver. Bizi ateş azabından koru demeleri ile istediklerini ELLAH'tan istemiş olmazlar. Yahudilerden, nasaralardan ve bozmaları olan tağuttan istemiş olurlar. Neticede, ELLAH bunlara da bir nasip verir elbette. Çünkü ELLAH (c.c): Seriul Hisab'dır.

Yani ELLAH, zatı pakını ve sıfatı saltanatını o sayılı günlerde kim andığını yani kim ELLAH’ı rakipsiz İlâh, Rab, Razık ve Hafız kabul ettiğini bilmez olur mu hiç? Bunların gayrilerini de bilir O. Zira iki günde acele edeni ve teenni edeni bilmez olur mu o? ELLAH’ın huzuruna haşr olmaya itiraz edeni de bilir o. Zira o ELLAH tağutu hoşnut ederek kendi lanetine uğrayanları bilir. Madem ELLAH her şeyi, herkesi bilir, Öyle ise bu zalimler kendilerini ne bilirlerse bilsinler ve kendilerini ne satarlarsa satsınlar, bir şey değişmez.

V E  İ Z A H I:

ELLAH bu yüz doksan sekizinci ayeti ile kendi evine misafir olanlara, akıl almayacak şekilde, yaklaşarak nazlıyor. Ve nazladığı misafir kullarına şöyle sesleniyor: Ey misafir kullarım! Bir sıkıntınız olursa, onu zinhar kimseye açmayın. Bana arz edin. Özellikle rızık hususunu bana arz edin, benden isteyin. Sıkıntınızın telafisi için benden istemede çekinmeyin, utanmayın ayakkabınızın bağını dahi benden isteyin. Zira bu istek benim yanımda hata sayılmaz. Ancak benden istemeyip başkalarından istemeye kalkarsanız edebe mugayir hareketle günaha girersiniz. Şunun gibi: Sizin evinize gelen misafiriniz, ihtiyaç hissettikleri bir şey hakkında, özellikle açlığını giderme olan rızık hususunda, evinde senin misafirin olmasına rağmen, bir başka hane sahibine giderek: Ben açım, beni doyur demesi ve doymuş yada doymamış olarak senin evine dönüp oturması ne derece saygısızlık, edepsizlik ve adaba mugayir ise, yeryüzünün neresinde olursa olsun, ama özellikle Beytullah’ın hareminde bir mümin olarak ihtiyaçları ELLAH gibi temin ediyor görünümünde olanlardan ihtiyacını gidermeye yönelen, ELLAH’a karşı o derece adaba mugayir davranmış olur. İşte mümin bu temsilde olduğu gibi, ihtiyaçlarını başkalarından gidermeye kalktığında ve giderilen ihtiyaçlarını onlardan bildiği için, imanlarının ve zikirlerinin bir anlamı kalmaz. Çünkü artık islam dini gelmiş, müminlerde bu gelen din ile hidayeti bulmuş olarak, islam dini gelmemiş gibi davrananların elbette ki, İmân ve amelleri kabule mazhar olmaz. Öyleyse İmân ve islamın vuzuhundan sonra sapanlar yani islam düzeninden sonra tuğyan edip tekrar cahiliye düzenlerine avdet edenler, avdet edenlerin ruhsatı ile ELLAH’a imanları gereği yönelenler, Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanlar Zikrullah'tan Meşharul Haramdan, Haremden ve Beytullah'tan men olunmuşlardır. Çünkü bunlar Rabbul âleminden rızık isteyenlerden değillerdir. Kimden ruhsat ve diploma almışlarsa onlardan rızık isteyenlerden olmuşlardır. Zira: Benim milletim, benim devletim, benim vatanım ve benim hükümetim demekteler. Öyleyse bu zalimlerin bu vahim halden dönmeleri, ilim namına bildiklerini çöpe atıp, yeniden İmân ederek islamı ve tevhidi öğrenmeye başlamaları farzdır.

Bu farzın esası şudur: --Ke’enne hum bunyanun mersus-- emri gereği, Halifeyi Resulün etrafında vahdet olmalıdırlar. Badehu ilme ibadete, zikrullah'a yönelmelidirler. Evet, zikredilen İmân ve tevbe, işte bu asrımızda böyle olursa İmân ve tevbe olur. Bu tevbeyi yapanlar Resulullah'ın ve Eshabın ELLAH’a döndükleri yerden, ELLAH’a dönmüş olurlar. Zira islamdan önce kendilerini Mümin, Muvahhid, Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe bilenler, kendilerini yönetip yönlendirenlerin hâkimiyetlerinin devamları için Arafat'ta, Mina'da meşharul haramda, Müzdelife'de ve beytullah'ta onlar için methiyeler düzerlerdi ve onlara yani idarecilerine bağlılık yemini verirlerdi. Vaktaki Resulullah Kitabullah ile islam nizamını, islam düzenini getirdi, İmân eden her mümin hemen bu noktadan döndü. Yani Müminler bu kez, bu yerlerde evvelce bağlı oldukları düzenlere, hükümlere ve hâkimlerine isyanlarını, inkârlarını var güçleriyle haykırıp Âlemlerin Rabbine, Resulüne ve Kıyâmete dek gelecek olan Halifelerine bağlılıklarını yani bi'atlerini tüm güçleri ile bütün dünya milletlerine duyurdular. Ki, artık bu gün size, şu dört nesne hariç mütebakiler helal kılındı müjdesini aldılar.

Öyleyse tağutun şemsiyesi altında olup da, İmân iddiası ile yapılan ameller merduttur. Ancak bu amellerin sahipleri Resulullah'ın ve Eshabının haykırdığı gibi haykırırsa makbuldürler. Böyle yapmayan ve etmeyenler mümin olamazlar. Çünkü tağuta itaati ve memuriyeti terk etmeden ELLAH’a, Resulüne ve Kur'ân'a İmân ve ittiba sıhhat bulmaz. Yani atalar dini terk edilmiş olmaz. Olmayınca ha şimdi mealen okuyacağımız ayete uyulmuş olmaz. Okuyalım:         --Hacca ait olan menasıkınızı yerine getirdikten sonra, atalarınızı zikrettiğiniz ve tekbir ettiğiniz gibi, hatta daha kuvvetli bir ton ile ELLAH’ı zikredin, tekbir edin. Ama insanlardan öyleleri vardır ki, bize nasibimizi dünyada ver derler. Bunun için onların âhiret'te nasipleri yoktur.-- Yani tağutun ruhsatı ile ELLAH’a yönelmekle ELLAH tekbir ve tevhid edilmez.

ELLAH tevhid ve tekbir edilmeyince, ELLAH’a şöyle denilmiş olur: Sen bize nasibimizi dünyada ver zira biz dünya insanlarının emrinde olup, dünya'yı talep etmekteyiz. Her işimiz dünya içindir. Bizi boş çevirme... İmanı ile ELLAH’a böyle diyormuş gibi davranan, yani tağutun ruhsatı ile ELLAH’a yönelen ne işlerse işlesin, ne konuşursa konuşsun bunlar dünya için olur. Şan ve şöhret için olur. Riya ve uçup için olur. Aba’u ecdat için olur. Millet, milliyet için olur. Irk, dil ve renk için olur. Vatan için olur. İşte bunların âhiret'te zerre nasipleri olmaz.

Öyleyse: İflaslardan korunmak için, hac yapan mümin, muhakkak ve mutlak Tağut, Belam, Mescidi Dirar, Mescidi Takva, Dar’ül Harp, Dar’ül İslam, Put, Cahiliye, İlâh, Rab, Hâkimiyet, Risâlet, Hilafet ve bi’at kelimelerinin ifade ettiği manaları en asgari özet olarak bilmesi lâzım olanların en lazımıdır. Çünkü lâzım olan bu lâzım yerine gelmeden mümin imanını, imamını, dostunu, düşmanı ve arkadaşını seçemez. Arkadaşını seçemeyince, hac dönüşü, yani imandan sonra ELLAH’ı zikredemez, tevhid edemez, tekbir edemez. Böylece cahiliyeden. Cahillerden, tağuttan ve tağutilerden ayrılamaz. Çünkü ayrılmayı dini bir vecibe bilmez. Bilmeyince bütün amelleri dünya'yı cem etmek için olur. Böylece tağutun istikrarına kalbolur. Yani tağutu tevhid ve tek bir edenlerden olur. Ki, bu da müminlerin döndüğü yerden dönmeyip atalarının dinine sarılmak olur. Niye böyle? Çünkü bunlar dünya'yı istedikleri için âhiret'ten hiçbir nasıpları yoktur ve olmaz.

Ama kim de: Ey Rabbimiz! Bize dünyada iyilik, âhiret'te de iyilik ver derse ve bizi ateş azabından koru derse şüphe yok bunlarda umduklarına ulaşırlar. Çünkü İmân edip Risâlet'e ve Halifesine tâbidirler. Böylece ELLAH'tan başka Ulûhiyyet, Rububiyyet, Razıkıyet ve Hafızıyet dava edenleri ve bağlılarını yani kullarını tanıyıp onlardan tevbe makamında teberri etmeyi başarırlar ve başarmışlardır. Böylece bu Müminler, gayrı islami, laik demokrasi kurum ve kuruluşlarla ELLAH’a etmiş oldukları kulluktan vaz geçip ELLAH’ın Resulünün ve Halifesinin yanına yerlerini alırlar. Yani bütün güçleri ile ve zamanlarıyla ELLAH’ı tek bir ve tevhid ederler. Böylece evvel ki cahiliye hallerinden utanır hale düşerler. Cahiliyeden kendilerine, hakkı gönderip kurtaran ELLAH’a gözlerinden yaşlar akarak şükrederler. Ve İslamsız, imamsız, bi'atsız tağutun kumandası altında cennete gideceklerine artık inanmazlar. Da, Kendilerine hakkı ve tevhidi ilham ve ilkah eden ELLAH’a şükrederler. ELHEMDULİLLAH

İşte bunların kazandıklarından nasıpları vardır. Ama acele edilmeye... Zira ELLAH hesabı çok çabuk görendir. Öyleyse dünyanın çok çabuk geçtiğini, geçeceğini bilenler, ömrünü dünya için yıpratmasın. Da Âhiret'ini, ELLAH’ın uyun, sevin dediklerine uyarak kazanmaya çalışsın. En sonunda zerrenin hesabını ELLAH’a vereceğini bilsin. Hükmünü bu ölçüye göre verip, idareyi buna göre yapsın. Ve bu ölçüye göre itaat edeceği yeri ve isyan edeceği yeri kararlaştırsın. Ki, ELLAH’ı zikredenlerden olsun. Çünkü ELLAH’ı zikir, onun sevdiklerini sevmek, sevmediklerini sevmemektir. Bu yolla ELLAH’ı zikreden zakirlerin etrafını Melekler kuşatır. Çünkü bu zakirler, sayılı günlerde yani bütün ömürlerinde ELLAH’ı zikredip iki günde acele edenlerdir. Yada acele etmeyip teenni ile hareket edenlerdir. Zira muttakiler düşüp kalkacakları yeri ELLAH’ın yardımı ile bilirler.

 İmdi insanın hayatı sayılı günlerdir. Bu dünyada günü sayısız olan bir mahlûk yoktur. Öyleyse günlerimizi kime, niçin ve nasıl sarf ettiğimizi iyi hesap etmeliyiz. Ki, gayrı islami şemsiyenin altına olanlar, söylenenler ELLAH için olmaz. Ancak şeytan için, tağut için, yahudi ve nasara için olur.

Öyleyse bu noktada acele edilmesi yada edilmemesi olan, iki gün hakkında deriz: Bu iki gün, müminin tüm hayatını ihata eden iki gündür. Şöyle ki: Mûsâ (a.s.)’a ELLAH: Ey Mûsâ! Niye acele ile koşarak geldin? Mûsâ da: Ey Rabbim! Razı olasın diye cevabını verdi. Demek ELLAH’ın rızasını celb maksadıyla yapılanlar ama Risâlet yolunda ve Risâletin şemsiyesi altına yapılanlar hatada olsa günahı intaç etmiyor. Çünkü niyet hakkı ve hayrı ikame etmektir. Hakkı ve hayrı ikame etmek için da, teenni etmede bir günah yoktur. Çünkü hata yapmamak için titiz olan müminin sehven işlediği hata affa uğrar. Ama Risâletin şemsiyesi dışında yapılanlar ELLAH'tan korkmamayı dâvet ettiği için, ELLAH'tan korkmamaya yol açtığı için, haliyle bu müminin yada bu toplumun hasene namına işlemiş olduklarına terazi tutulmaz. Çünkü hikmetin başı ELLAH korkusudur. Ve islamın temeli Risâlet'e ve Halifesine tabi olmaktır. Nitekim şimdi aşağıda okuyacağımız âyetler, Risâlet'e uymadan İmân olamayacağını Beyân etmekteler. Okuyalım:

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُعْجِبُكَ قَوْلُهُ فِى الْحَيوةِ الدُّنْيَا وَيُشْهِدُ اللّهَ عَلى مَا فى قَلْبِه وَهُوَ اَلَدُّ الْخِصَامِ (204) وَاِذَا تَوَلّى سَعى فِى الْاَرْضِ لِيُفْسِدَ فيهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَ وَاللّهُ لَا يُحِبُّ الْفَسَادَ (205) وَاِذَا قيلَ لَهُ اتَّقِ اللّهَ اَخَذَتْهُ الْعِزَّةُ بِالْاِثْمِ فَحَسْبُهُ جَهَنَّمُ وَلَبِئْسَ الْمِهَادُ (206) وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْرى نَفْسَهُ ابْتِغَاءَ مَرْضَاتِ اللّهِ وَاللّهُ رَؤُفٌ بِالْعِبَادِ (207) يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا ادْخُلُوا فِى السِّلْمِ كَافَّةً وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبينٌ (208) فَاِنْ زَلَلْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْكُمُ الْبَيِّنَاتُ فَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ عَزيزٌ حَكيمٌ (209) هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا اَنْ يَاْتِيَهُمُ اللّهُ فى ظُلَلٍ مِنَ الْغَمَامِ وَالْمَلئِكَةُ وَقُضِىَ الْاَمْرُ وَاِلَى اللّهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ (210) سَلْ بَنى اِسْرَائلَ كَمْ اتَيْنَاهُمْ مِنْ ايَةٍ بَيِّنَةٍ وَمَنْ يُبَدِّلْ نِعْمَةَ اللّهِ مِنْ بَعْدِ مَاجَاءَتْهُ فَاِنَّ اللّهَ شَديدُ الْعِقَابِ (211) زُيِّنَ لِلَّذينَ كَفَرُوا الْحَيوةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذينَ امَنُوا وَالَّذينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيمَةِ وَاللّهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ (212) كَانَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّهُ النَّبِيّنَ مُبَشِّرينَ وَمُنْذِرينَ وَاَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ فيمَا اخْتَلَفُوا فيهِ وَمَااخْتَلَفَ فيهِ اِلَّا الَّذينَ اُوتُوهُ مِنْ بَعْدِ مَاجَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ فَهَدَى اللّهُ الَّذينَ امَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا فيهِ مِنَ الْحَقِّ بِاِذْنِه وَاللّهُ يَهْدى مَنْ يَشَاءُ اِلى صِرَاطٍ مُسْتَقيمٍ (213) اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَاْتِكُمْ مَثَلُ الَّذينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ مَسَّتْهُمُ الْبَاْسَاءُ وَالضَّرَّاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذينَ امَنُوا مَعَهُ مَتى نَصْرُ اللّهِ اَلَا اِنَّ نَصْرَ اللّهِ قَريبٌ (214) يَسَْلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَ قُلْ مَا اَنْفَقْتُمْ مِنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَبينَ وَالْيَتَامى وَالْمَسَاكينِ وَابْنِ السَّبيلِ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّهَ بِه عَليمٌ (215)

M E A L İ:

204-- İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatına dair olan sözleri senin hoşuna gider. Ve kalbinde olana ELLAH’ı şahit tutar. Hâlbuki o bir düşmandır. 205-- Zira o yanından ayrılınca yeryüzünde fesat çıkarmaya, nesli ve harsı kökünden kurutmaya çalışır. ELLAH fesadı sevmez. 206-- Ona ELLAH'tan kork denilince, kendisini günahı ile birlikte izzeti nefsi yakalar. İşte cehennem ona yeter. O ne kötü bir döşektir. 207--  İnsanlardan öylesi de vardır ki, ELLAH’ın rızası için nefsini feda eder, satar. Ve ELLAH kullarına çok Rauf tur. 208--  Ey Müminler! Hep birlik sulha ve selamete girin. Şeytan'ın adımlarını izlemeyin. Çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır. 209-- Size bunca deliller geldikten sonra, yine şaşırıp kayarsanız, bilin ki ELLAH aziz ve hâkim olandır. 210-- Onlar, buluttan gölgeler içinde, ELLAH’ın meleklerle birlikte kendilerine gelmesini mi bekliyorlar? Oysa işler bitmiş olup bütün işler ELLAH’a yönelmiştir. 211-- Sor israil oğullarına, onlara ne çok açık âyetler verdik. Kim kendisine geldikten sonra ELLAH’ın nimetini değiştirirse, ona ELLAH’ın azabı çok şiddetli olur. 212-- Kâfirlere dünya hayatı süslü göründü. Ki, onlar müminlerin bazıları ile eğleniyorlar, hâlbuki muttakiler Kıyâmet günü onların fevkindedir. ELLAH dilediğine hesapsız rızık verir.           213-- İnsanlar tek bir ümmet ti. Sonra ELLAH beşir ve nezir olan resul gönderdi. Onlarla beraber ihtilafa düştükleri konularda, aralarına hükmetsinler diye, doğruyu taşıyan kitabı hak olarak indirdik. Kendilerine açık deliller geldikten sonra, aralarında olan ihtirastan dolayı ihtilafa düştüler, oysa ihtilafa düşenler kitabın muhatabından başkası değillerdi. Ama ELLAH kendi iradesi ile müminleri ihtilafa düştükleri hakka ulaştırdı. Çünkü ELLAH dilediğini sıratı müstakime irşad ve hidayet eder.  214--  Yoksa siz, sizden evvelkilerin hali sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle sıkıntı, yoksulluk geldi de, öyle sarsıldılar ki, nebi ve beraberinde olan Müminler: ELLAH’ın yardımı ne zaman? Diyordular. Ayık olun ve uyanın ELLAH’ın yardımı pek yakındır. 215-- Neyi infak edelim diye sana soruyorlar. Deki: Hayırdan vereceğiniz şey ana, baba, akraban, yetimin, yoksulun ve yolcuların hakkıdır. Her ne Hayır, işlerseniz şüphe yok ELLAH onu bilir.

M E R A M I:

İki yüz dördüncü âyette, dili ile kalbi bir olmayan insan, ELLAH’ın ve resulünün yaman düşmanı olduklarını görüyoruz. Ne var ki Müminler ve Halife’i Resul ELLAH’ın, Resulünün düşmanı olan bu zalimleri bilmez. Çünkü konuşmaları ve icraatları kendilerinin dost ve samimi bir mümin gösterir. Kalp ELLAH’ın bilgisinde olduğu için, bu zalimler önemli makamlara da atanırlar.

Arzu ettikleri yere geldiklerinde, sözleri ve dostları değişir. Evvelki dostlarını bir kalem silmek isterler. Ki, Hakkı, Şeriatı ve Tevhidi ve Hilafet'i kaldırıp fesadı, zulmü, şirki yaymak isterler. Hatta Evet, fesat, şirk, zülüm bu zalimlerin ikiyüzlü olmasıyla bütün dünya küresini ihata etmiştir. Ki, ELLAH’ın nimetleri çoğalmasına rağmen insanlar doymaz olmuştur. Çünkü bereket, merhamet, saygı, edep kalkmıştır. İşte ELLAH dünya'yı bu hale sokan müfsidleri ve bu müfsidlerin ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanları sevmez. Madem sevmez, mümin olan bu zalimlere iki kez ısırılmamalıdır. Da, mümin sözden ziyade işe, amelden ziyade ihlâsa, edebe, hayâya, terbiyeye ve tevazu ya bakmalıdır. 

Çünkü bu meziyetler imanın dışa vuran meyveleridir. Bu meyveleri vermeyen İmân, İmân olamaz. Öyle ise mümin olan da bu zalimlere kanmaz. Ama mümin olmayanlar ELLAH'ın yaman düşmanı olan zalimlerin emri altına girmek için, ruhsatını talep ederek arzusuna ulaşır. Böylece ruhsatını aldığı kişinin dininden olur. Ne var ki, onların din'lerinden olduklarını onlara anlatmak, deveye hendek atlatmaktan ve sütü tekrar memeye geri vermekten daha zordur. Ki, bu meramlar kabul görmüyor. Sadece ilim, makam kariyerlerine kibirlenip gururla salına salına aykırı alıyorlar. Öyle ise bunları ancak cehennem terbiye eder. Çünkü cehennem bu kibirlilerden daha kibirlidir.

Müminlere gelince ELLAH, Resulü, Halifesi ve Şeriatı için, nefsini, malını ve evladını feda eder. Beşer hali bir itaatsizlik yaptığında ona: Böyle yapma söylenince, onu gurur, kibir yakalamaz. Da, mürşidine teşekkür eder. İşte ELLAH’ın rahmeti, affı bu müminlerin üzerinedir.

Öyleyse ELLAH’ın --FISSILM-- Olan ipine dönmek için, dönerek İmân edelim. Da, tağuttan ve hükümlerinden hicret edelim, cemaati islama bi’at şartı ile teslim olalım. Da,   tevhid'de vahdeti sağlayalım. Zira bunları yapmadığımızda şeytan'ın, yahudinin ve nasaranın adımlarını izleyerek onlara tabi oluruz ve itaat ederiz. Oysa şeytan ve adamları müminlerin yaman düşmanlarıdırlar. Öyleyse düşmana asker, memur, hami, hadim olmayalım. Ki, müşrik, kâfir ve mürted olmayalım.

ELLAH’ın düşmanı olan zalimlere, ELLAH’ın dostum dediği Müminler, imam ve bi’atsızlık sebebi ile bu zalimlere uyarsa yani düzen ve hükümlerini alıp infaz ederse ve mümin o hükümleri infaz eden bu zalimlere birrıza tabi olursa ve ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olursa, hiç şüphesiz şirkte vahdet temin edilmiş olur. Oysa bunlar hakkında hüküm, mahşerde ELLAH’a aittir. 

Çünkü bunlar imandan sonra küfre dönen, islamdan sonra isyan eden amire ve düzeninin yardımına koşanlardır. Ki, bu koşmanın manası şudur: Bulutların içinden ELLAH Melekleri ile beraber gelip Resulullah'ın nübüvveti hakkında şahit olmalarını ve islamın ELLAH’ın dini ve düzeni olduğuna dair şahitlik etmelerini istemektir. Ve: Biz ELLAH’ı görmeden tekrar islama girmeyiz demektir. Oysa istenen bu mucizenin tahakkuku halinde varlık son bulur.

Çünkü zaten ELLAH'tan başka İlâh olmadığına ve ELLAH’ın Ulûhiyyetinin kabul olunması için, onun Resulü olacağına dair bulutta ve içinden yeryüzüne süzülen yağmurda yeterli mucize ve şehadet vardır. Zira o su ile yeryüzü cüşü huruşa geliyor. Öyle ise bu âyetleri görmemezlikten gelerek tekrar âyet istemek imandan, islamdan ve bi’atten imtina etmektir. Hem yahudi ve nasraniler gibi olmaktır. Oysa yahudi ve nasraniler ELLAH’ın ayetlerini gizleyerek son Resulünün Risâletini inkâr ettikleri için kâfir ismi ile müsemma oldular. Öyle ise bu azgın zalimlere tabi olanların ve tabi olanın ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanların azapları cidden pek şiddetlidir. Ki, israil'e sor demek israilin durumuna bakında, onların durumuna düşmeyin demektir. Onlar gibi sizde ELLAH'ın açık ayetlerini gizlemeyin demektir. Ve onlar gibi kâfir, müşrik, münafık, mürted ve zalim olmayın demektir.

Öyleyse israil'e sorup ders almazsak onlar gibi olmak kaçınılmaz olur. Ve Risâlet'e asi münkir oluruz. Olmadık mı? Madem olmadık ELLAH’ın Şeriatı ve Halifesi nerede? Demek bu ümmet onlardan çok daha fazla azgın ve zalim oldu. Hem onlar gibi olduğumuzdan olacak ki: Dünya hayatı içimizde süslendi. Hem öyle süslendi ki, damarlar yağdan tıkandığı halde doymaz olduk ve doyan müminlerle eğlenir olduk. Oysa eğlene durduğumuz Müminler âhiret'in efendileridir. Onlarla eğlenen aydınlar da cehennemin efendileridir. Çünkü tağutun emrinde kendilerini adam bilmişlerdir.

Zaten ELLAH cehennemin efendileri ile cennetin sakinleri belli olsun diye Resul ve kitab gönderdi. Gönderdiği kitabın muhtevası ELLAH'tan başka ilâh olmayın ve ilâh bulmayın dır. Ve Resulüne ve Halifesine tabi olun muhtevasındadır bu Kur'ân. Kur'ân tüm âyetleri ile bu muhteviyatta olduğu için olacak ki, insanlar hemen ikiye ayrıldı. Böylece ELLAH’ı İlâh, Resulullah'ı imam kabul etmeyenler, insanların çok denecek kadar çoğunluğunu aldılar. Ne var ki, ELLAH yardım etmese idi kimse ulaşmak istediğine muvaffak olamazdı. Çünkü sağyu gayret edene vermek, ELLAH’a aittir. Sağy etmek, istemek insana aittir. İnsan, istek ve ihtiyaç yönünden ELLAH’a muhtaç bir millet iken iki ümmet olma yolunu tuttu. Hem de başardı ama cehennemin efendilerine yol gösteren şeytan'a uydu. Ve şeytan'a uyan yahudi ve nasaralara uydu.

Böylece Risâleti ve Halifesini tepti. Ama ELLAH’ı, Resulünü ve Halifesini tepmeyip irşad olanlar, zinhar fahırlanıp kurtulduklarını sanmasınlar. Çünkü imanları hususunda imtihan edilmek üzere şiddetli sıkıntı ve sarsıntılar geçireceklerdir. Öyle ki, ezilip yok olmak üzere iken hep bir ağızdan diyecekler: Ey Rabbimiz! Bize vaad ettiğin yardımını gönder zira sen vaadinde hülf edici değilsin. Bizi koru ve bize zafer ver. Ne var ki, ELLAH yardımın yerini, zamanını bildiği için belki anında yardım eder. Belki yüz sene sonra, belki hiç yardım etmez. Buna rağmen ELLAH’ın yardımı müminlerinin üzerine mutlak vardır ve yakındır. Zira bu haller geçmiş ümmetlerin başına gelmiştir. Onlarda sabırları ve cihatları sayesinde ELLAH’ın yardımını almışlardır.

Çünkü ELLAH'tan başka İlahları, Risâletten başka imamları yoktu onların. Hem onlar ELLAH’ın emri olan infaklarını Risâletin başkanlığı altında ELLAH’ın gösterdiği yerlere yapardılar. Ve bedeni, mali tüm musibetlere sabrederdiler çünkü dayanakları ELLAH idi, ilâhları ELLAH idi ve imamları ELLAH’ın Resulü yada ELLAH’ın resulünün halifesi idi ve teşriileri, ELLAH’ın hükümleri idi. Öyle ise böyle bir şemsiyenin altında olmayanın yapmış olduğu infaklar, ELLAH’ın emri olup rızasını celb etmez. Çünkü infak başka şeydir. Evet, infak, islamın üçüncü direğidir. Belki infak islamın birinci direğidir. Hem infak, müminlerin imanını saklamaya vesiledir. Çünkü imanın ilmini, sevgisini tam idrak etmeden muhtaç düşen mümin, ihtiyacına mukabil imanından imtina edebilir. Ve bunun tersi olup imanda edebilir. Yani ihtiyacını kim karşılarsa onun dininden olur bu insan. İşte bu nedenle islamda infak farzdır.

V E  İ Z A H I:

Bilelim ki, islamın hâkimiyeti münafık'ları teşhir ettirir. Ama samimi İmân ve bi’at sahibi olduklarına dair güven verici sözler sarf ederler. Kalpte olanı bilmek ELLAH’a mahsus olduğu için, Halife’i Resulün ve müminlerin güvenini çoğu kez temin ederler. Oysa bunların kalbi, Risâlet'e ve Halifesine karşı yani islama ve tevhide karşı düşmanlıklarla doludur. Fırsat buldukları an islamın yani Halife’i Resulün aleyhine ve tağutun yani beşeri düzenlerin lehine olmadık ve asla olamayacak olan şeyleri sayıp dökerler. Haliyle, müellefetul kulub sınıfında olan müminleri yanlarına çekerler. Çünkü Halife’i Resulü bilgisiz, beceriksiz derler. Öyle ki: Yanlış siyaset uygulandığı için, devir islamın ve müminlerin aleyhine işlediğini işlerler. Belki, gök gürültüsünü bile a ha! Görmüyor musunuz derler. İşte münafıklar bu tür şeyleri her fırsatta münasip bir lisan ile ifade ederek kalpleri fesada verirler. Ama ELLAH fesadı sevmez. Böylece bu zalimlerden intikamını alacağını Beyân etmektedir.

Evet, sözü güzel ve kalbi hasta olanlar, yani güzel sözüne, ameli uymayanlar islam düzeninin mikroplarıdırlar. müminlerin, Resulullah'ın ve ELLAH’ın düşmanlarıdırlar. Nesli, harsı yok etmeye çalışandırlar. Yani islam kardeşliği yerine ırkı, rengi, dili koyandırlar. Bu zalimlerin tek gayesi yahudi ve nasaralara uyumu harfiyen sağlamaktır. Nitekim bu gün müminleri parça, parça ederek birbirlerine düşman ederek harsı ve nesli kökten koparanlar bu nifak zihniyetidir. İşte bu zalimlere: ELLAH'tan kork denilince, kendilerini izzeti nefisleri hemen yakalayıverir. Yani biz ELLAH'tan korkmuyor muyuz?  Sen bize akıl mı veriyorsun? Demek isterler. Çünkü günahları yer ile gök arasını ihata etmiştir. Öyleyse bunların yeri, yerlerin en kötüsü olan cehennemdir. Ama ELLAH’a, Resulüne ve Halifesine ELLAH’ın kitabı gereği teslim olup bu yolda nefsini feda edenler için ELLAH Rauf ve Rahîm'dir. Çünkü bu Müminler, ELLAH'tan korkun diyenlere teşekkür ederler. Gururlanmayıp tevazu ederler. Çünkü günahları ELLAH’ın affına uğramıştır da onun için izzeti nefisleri ıslah olmuştur. Artık Halife’i Resule itaat etmede bir ağırlık hissetmezler. Levm edicilerin, levminden de aldırmazlar. İşte bu haller nefsi cennet karşılığı satmaktır. Sulha, selamete girip şeytan'ın adımlarını terk etmektir. Böylece Resule, Risâlet'e ve Halifesine bi’at verip teslim olmaktır. Ki, bi’at verip teslim olmak İmân için atılması farz olan ilk adımdır. Atılması farz olan bu adıma ikinci İmân desek yerinde olur. Çünkü bu adım ELLAH’ın şu emridir:

--Ey İmân edenler! İmân edin.-- Yani mümin fıssılm ipine tutup sarılmasa İmân etmiş olamaz. Öyle ise İmân etmiş olduğuna İmân eden her mümin ve mümine'nin Halife’i Resule bi’atı olmalıdır. Böylece islam cemaatinin bir ferdi olmalıdır. Ki, şeytan'dan, tağuttan, yahudi ve nasaraların hâkimiyetlerinden korunabilsin. Aksi halde onlara bağlılık yemini verdikten sonra, ELLAH’a ibadet etmeye yönelir. Ki, bu yönelişi de, ELLAH kabul etmez. Öyleyse imam ve bi’atin dışında kalan mümin, İmân dairesinin dışında kalır. İmân dairesinin dışında kalanlar, imam ve bi’at kuralı ile islama dönmedikçe kabirlerine İmân iletemezler. Zira ELLAH’ın ve Resulünün düşmanlarına itaat ederek, hüküm ve düzenlerinin suhuleti için, mevduatlarına muvâzi olan hükümlerin kontrol ve ruhsatı altında, ELLAH’a kulluk ediyorum demekle, Resulullah'ın emanet olarak bizlere bıraktığı İmân kabr’e gitmez. Ama şeytan'a, tağuta, yahudi ve nasranilere yapılan İmân sahibi ile beraber kabr’e gider. İmdi bu şekilde izah ettiğimden dolayı bana kızmayın da, dinleyin: --Size bunca deliller geldikten sonra, yine şaşırıp kayarsanız, bilin ki, ELLAH Hâkim ve Aziz olandır.-- Yani ELLAH : İslama İman ettikten sonra yahudi ve nasaraların hüküm ve düzenleri altına durmaktan tevbe ederek çıkmadan ve çıktıktan sonra Risalete ve Halifesine Bey’at kuralı ile dönmeden ölen müminin amelinden, İmanından ve kulluğundan ELLAH müstağnidir. ELLAH’ın Aziziyetini ve Hâkimiyetini kabul etmeyenlerden ELLAH daha Aziz ve daha Hakim'dir.

Zira ELLAH bu ümmete, bunca Resul ve kitab gönderip, fiilen müminlerini üstün ve düşmanlarını zelil ettikten sonra şeytan'a, tağuta, yahudi ve nasaralara sineklerin, örümcek ağına takılıp kaldığı gibi, takılıp kalırsak ve bu ağların sahiplerinin yemi olarak dururken, mümin olduğumuzu söylemek, bilmek, ELLAH’ın bütün Resullerini ve kitablarını inkâr etmektir. ELLAH’ın Hâkim ve Aziz olmadığını ve olmayacağını bilmek ve bildirmektir. Hem ELLAH’ı buluttan gölgeler içinde Meleklerle beraber kendilerine gelmesini, gelip islamın pak ve Resulullah'ın hak olduğunu demesini istemektir. Oysa istenilen her delil gönderilmiş olup işler olup bitmiştir.

Şöyle ki: ELLAH’ın zatı akdesi hiçbir zaman, hiçbir iş için nüzul etmez. Lâkin zatına ayna olan sıfatlarından zuhur eden fiiller her iş ve her yerde kendini gösterir. Bu cümleden olarak ELLAH, Resul göndermiştir. Resulüne kelam sıfatını izhar eden kitab göndermiştir. Artık ezelde takdir olunanlar böylece bitivermiştir. Aziz olan ELLAH, Aziziyetini, Hâkimiyetini tebliğ etmiştir. Çünkü son dini olan islamı, son Resulü olan Muhammed Mustafa’yı ve son kitabı olan Kur'ân'ı göndermiştir. Öyle ise bu Resule ve kitaba uymayan İmân dairesinden dışarı çıkmıştır. Hem dışarı çıkan bu zalim idareden ruhsat alıp Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanlarda İmân dairesinden dışarı çıkmıştır. Belki ELLAH’ı bulutun içinde aramaya kalkmıştır. Çünkü açık düşman olan şeytan'a ve halifelerine uyup, uyum sağlayacaklarına dair yemin vermişlerdir, tüzük yazmışlardır. İnanmıyorsanız: Buyurun dosya dolaplarına imzalarını ve yeminlerini görün. Nitekim yahudi ve nasaralar da geçmişte bunlar gibi yaparak Risâlet'e uyduklarını sanmışlardı.

Meğer bu halleriyle Risâlet'e uyamadılar da uyduklarını sandılar. İşte bütün bu zannedilenler: Biz ELLAH’ı görmeden onun Resulüne İmân edip tabi olmayız demektir. Bu fikre inanmayanların inanmalarını temin babında, ELLAH israil oğullarına sormamızı emrediyor: Onlara biz ne kadar açık âyetler gönderdik diyor. Ve ekliyor: Kim kendisine geleni gizlerse ve değiştirirse ona ELLAH’ın azabı çok şiddetlidir diyor... Kim bu diyen? ELLAH ( c.c ). Öyle ise ELLAH’ın Resulü ve kitabı ve dini olan islam belli olduktan sonra, İmân etmemek ve İmân ettikten sonra ELLAH’ın Resulüne uyup hükmetmemek ELLAH’ı ve nimetlerini inkârdır. Böylesi münkirlerden ruhsat alıp ELLAH’a ve Resulüne yönelmek, ruhsat sahibini ELLAH’a eş etmek olduğu için, ELLAH’ın lanetine uğramaktır. Çünkü yahudiler de aynı yolu izledikleri için ELLAH’ın lanetine uğradılar. Ne var ki, ne bunlar, ne onlar ELLAH’ın lanetine uğramış olduklarına inanmış değillerdir. Çünkü ELLAH’ın nimetlerini kendilerinin mahareti bilmek üzere, har vurup harman savurmaktalar. Artı kerametler göz kamaştırmakta... Öyle ki, altı aylık yolu bir günde kat ediyorlar. Ve aynı mesafeden konuşup birbirlerini görüyorlar. Ve bir düğmeye basmakla insanların onda birini yok etme imkânına, tekniğine sahiptirler. Artık Resule, Halifesine ve ELLAH’ın hükümlerine uymanın zamanımı ki?

Oysa her zamandan çok İmân edip ELLAH’ın hükümleri ile hükmetmenin zamanı şimdi olup, gelecekte daima zamanı olacaktır. Ne var ki, kâfirlere yani Risâlet'e İmân edip ELLAH’ın hükümleri ile hükmetmeyenlere dünya hayatı süslü göründü. Ki, Dünya hayatını süslü görmeyip, Risâlet'e ve Halifesine uymayı, ELLAH’ın hükümleri ile hükmedin diyen müminleri irtica, yobaz deyip eğleniyorlar. Din'leri bunları geri bıraktı diyorlar. Oysa ELLAH dilediğine hesapsız rızık ve üstünlük verir. Öyle ise kimse serveti ile makamı ile övünmesin. Zira veren ELLAH’tır.

Ama kâfirler, önlerine süslenip arzı endam eden dünya ile gelin, güvey oldular. Böylece İmân edemediler ve İmân edenleri de ELLAH’ın hükümlerini irtica görmeye başladı. Çünkü İmân etmemeye ve teslim olmamaya, dünya ve ziynet birinci engeldir. Zira bütün hataların anası dünya sevgisidir. Bu nedenle, dünya insanı İmân etmeye mani olmasından daha çok, İmân ettikten sonra mümini, tekrar küfre alması için daha mahirdir. Ki, müminlerin birçokları, imandan sonra şirk yolundan küfre düştüklerini bilmemeleri çok mahir ve çok tehlikeli bir dünya oyunudur. Nitekim İsraillileri ve nasranileri İmân etmeye engel olan dünya muhabbeti idi, keza imandan sonra ELLAH’ın hükümleri ile hükmetmemeleri de dünya sevgisinden idi. Bu nedenle Resulleri katledip Tevrat'ı tahrif ettiler. Ki, malı istedikleri gibi tasarruf ile icmal edebilsinler. İşte bu zalimler ve uyduları bu nedenle kendileri gibi olmayanlarla eğlenirler. Oysa: Tuğyandan Risâlet'e, Şirkten Tevhide, dünya hayatından âhiret hayatına çağırandan daha güzel sözlü kim olabilir? Hem bu güzel sözlüler, ELLAH’ın gösterdiği yoldan dünya'yı kullanırlar. Ama dünya'ya tapmazlar. Kadınlar kıbleleri olmaz ve dinar din'leri olmaz. Bunun için âhiret'te bunların derecelerine ulaşılmaz olur.

Ama dünyanın ziynetine takılanlar, imanın en azı olan buğzu fillahı dahi, tağuta ve hempalarına layık görmezler. Çünkü nimetleri onlardan bilirler de o nedenle, onlara buğz etmeyip, müminleri hakir görüp düşmanlık ederler. Böylece bir ümmet olan insanlığı, dünya sevgisi vasıtası ile bin bir ümmete çevirirler ve çevirmişlerdir. Yani dünya sevgilerinden dolayı, ELLAH’ın gönderdiği Resule, kitaba uymadılar. Ama elbette ki âhiret hayatını isteyen insanlardan İmân edip uyanlar oldu. Evet, oldu ki, ihtilaf da doğdu. Oysa İmân etmeyenlere de, İmân etmeleri için dâvet olunmuştur. Ama Dâvete dünyalarını sevdikleri için katılmamışlardır. Lâkin ELLAH’ın yardımı ile müminlere de engel olamadılar. Çünkü ELLAH dilediğini, dilediklerini Sıratı Müstakime irşad ve hidayet eder.

İmdi bilelim ki, insanlar bir baba, bir anadandır. Böylece insanlar bir Ehlibeyt'tirler. Ki, vahdetlerini bozacak bir neden yoktur. Ha var olan tefrikalar nereden mi zuhur ediyor? Şundan: Aralarında ayrılığa neden olacak hiçbir sorun olmayan aile ocağına ELLAH içlerinden birini Risâlet mührü ile mühürleyip kitabı Kur'ân'ı da ona yükleyerek gönderdi. Ki, aralarına vaki ihtilafları halletsinler yani Resule, kitaba İmân ederek uyarak halletsinler diye. Ne var ki, ELLAH’ın Resul ve kitab göndermesi ihtilafa yol açtı. Ki, bu çizgide ilk ihtilaf Habil ile Kabil in arasına zuhur etti. Demek ELLAH hükümlerini havi Resul, kitab göndermese idi ihtilafa düşmeyeceklerdi. Çünkü Kabil, kendine muhalif olan birini karşısında bulmayacaktı. Böylece Kabilin etmek istediği bir hakmış gibi rakipsiz yerine gelecekti.

İmdi insanlar gürültüsüz yaşamaları için böylesi daha iyi mi olurdu diyorsunuz? Ama bu takdirde zalimler hâkim, zulümler kanun olacaktı. Mazlumlar da, zalimlerin saraylarına süs ve eğlence olacaktı. Ve zalimler mazlumların üzerine bir hakmış gibi imparatorluklar kuracaktı. Haa! Evet, Şimdi insanların arasında durum bu ise ki, budur. Öyle ise ELLAH’ın hükümleri ile aralarında hükmolunmadığından bu zalim durum meydana gelmiştir. Çünkü ELLAH, mazlumların hakkını zalimlerden almak için, Resul ve hükümlerini havi Kur'ân göndermiştir. Ama zalimler ELLAH’ın hükümlerini kabul etmeyip Resulüne karşı çıktılar. Zorbalıklarını hak bilip, yeryüzünü mazlumların kanları ile işlenir hale getirdiler. Ki, hala artan bir hızla zulüm ve kan fırtınası mazlumunun üzerine devam ediyor. Bu fırtınanın dinmesi için, denizdeki mahlûkat gibi dilsiz olmak lâzım geliyor. Yani herkes tuttuğunu yesin ve niye yedin diyen olmasa bu kan fırtınası dinecektir. Ama ELLAH’ın Halifesi olarak yaratılan bu insanları, ELLAH dilsiz olup zalimlere yem olması için yaratmadı. Bu nedenle nutuk ve akıl sahibi yarattı. Ki, Zaten zalimler ELLAH’ın nutuk ve akıl nimetini kullanarak zulümlerini payidar ediyorlar. Yani ELLAH’ın gönderdiği Resule ve kitaba uymuyorlar. Böylece uyanlarla Kıyâmete dek ihtilaf zahir oluyor.

Demek ki, zan ile verilen hükümler, yapılan işler isabet kaydetse bile doğru olmadığı için, ELLAH Resul ve Furkan gönderdi. Ama Resule ve Kur'ân'a karşı ihtilaflar ve ihtilafçılar zuhur etti. Böylece bir ümmet olan insanlık, ümmetler, milletler ve uluslar oldu. Hali ile bu karmaşanın içine her insan kendinin imamı ve kendinin cemaati oldu. Ki, herkes yolunu, düzenini iyi göstermek için namlarına putlar diktiler. Uğurlarına her millet bir mücadele metodu sergiledi. İşte bu zalimlere ELLAH, Resul ve kitab göndermiştir. Ki, aralarını onunla sulh etsinler için Ama heyhat ELLAH’ın gönderdiği Resule ve kitaba karşı artan bir hız ile tuğyan edip düşmanlıklarını açıkça bile perva yürütüyorlar.

Bu çok yönlü düşmanların, düşmanlıklarına rağmen, ELLAH Resulünü ve izinden giden müminleri himayesi altına alıp hidayetine irşad etmiştir. Ve irşad edecektir. Çünkü --HAK-- gelmiştir. Evet, gelmiştir ki, ihtilaflar olmuştur ve olmaktalar. Ki, hak ve batıl yandaşını, sırdaşını, fikirdaşını ve arkadaşını bulsun için. Arkadaşını bulup savunma hattı kurulsun için. Zira mücadele hattı belli olmasa hak, batılın içine, eline düşer ve yok olur. Ama herkes hak namına bir şeyler uydurur. Hak namına uydurulanlar ELLAH’ın dinini zinhar temsil etmez. Okuyalım:

Yoksa siz, evvelkilerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Evet, biz öyle sandık. Zira günümüz müminleri tağutun şemsiyesi altında olup, şemsiyenin istikrar ve istikbali için dermeyan olunan mevduata sadık kalacağına yemin verip, ruhsat alarak ELLAH’ın dini adına Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olmak için sırada dizilmişler Ki, evvelkilerin başına gelen sıkıntı, yoksulluk ve sarsılmalar başlarına gelmesin diye ruhsat için sıraya girdiler. Çünkü geçmiş müminlerin başına gelenlere, onlar sabrettikleri gibi bunlar sabredemezler. Çünkü ELLAH'ın: Ayık olun, uyanın! Zira ELLAH’ın yardımı pek yakındır vadine inanmazlar. Evet, hakikaten inanmazlar ki, bugün mümin dünyası, yahudi ve nasaraların kölesi, emirberi olmuştur.

--EM HASİBTÜM-- Yoksa hesap etmediniz mi? Siz ne zannettiniz? Anlamadan, dinlemeden, ne yaptığınızı ve ne yapacağınızı hesap etmeden mücerred, bizde İmân ettik demekle, hemen cennete mi girivereceğinizi zannettiniz? Zannınız bu ise, siz mümin değilsiniz. Çünkü sizden öncekilerin imanlarından dolayı başlarına gelenler, sizin başınıza henüz daha gelmiş değildir. Ama onların başına, İmân edip Resulüme tabi oldukları için gelenler, sizde şayet İmân ehli olup Resulüme ve Halifesine tabi iseniz başınıza gelecektir. Şayet onların başına gelenler sizin başınıza gelmediyse ve gelmeyecekse, bu takdirde demek siz onlar gibi mümin değilsiniz de onların başına gelen sizin başınıza gelmedi ve gelmeyecek. Zira ELLAH hiçbir mümin kuluna özel muamele etmez. Çünkü İmân ve islamın hedefi, malı, canı pazarlayıp ELLAH’ın hükümlerini hâkim etmektir.

Öyleyse bu uğurda ne kadar sıkıntılar gelirse gelsin, netice itibarı ile bir hiçtirler. Çünkü zorlukların neticesinde ELLAH'ın yardımı ile biz, biz oluyoruz. Onlarda, onlar oluyor. Zira Müminler biz olup, onları, onlar etmeden mümin olamazlar. Çünkü onlar imanın, ELLAH’ın ve Resulünün düşmanlarıdır. Ki, bu düşmanlıkları sebebi ile yeryüzünde iki cemaat olmuş insanlar. Bu iki cemaatten, Risâlet ve Halifesinden yana olan Müminlere ELLAH yardım ediyor ve edecektir. Diğerlerine gelince, elbette ki, onlara da ELLAH’ın yardımı vardır. Ama rızasını kazansınlar diye değil de lanetini kazansınlar diye vardır. ELLAH’ın lanetini kazansınlar diye, ELLAH’ın yardımına ve bol nimetine mazhar olan bu zalimlere tabi olan mümin emirlere de, ELLAH’ın yardımı lanetini kazansınlar diye vardır. Hem bunların ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanlara da, keza ELLAH’ın yardımını, lanetini rahmeti sanıp kazansınlar diye vardır. Çünkü tağut, inkâr edilmeden ELLAH’a İmân ve Resulüne ittiba gerçekleşmez. Zira ELLAH ile beraber tağut bir kalpte sığmaz. Yani aynı anda hem ELLAH’a, hem tağuta itaat etmek bir kalbe sığmaz. Sığmadığı için yani ELLAH kendisine eş kabul etmediği için, ELLAH kahır olmasına rağmen, o kalbi terk edip sahayı rakipsiz, şeytan'a ve tağuta bırakır. Böylece bu zalimler hâkimiyetlerini sağlarlar. Ta ki hesap günü olan mahşer gününe kadar. O gün geldiğinde: --LİMENİL MÜLKÜL YEVM-- hitabı ile ELLAH kahre layık olanları kahreder.

O gün kahre layık olanlar şunlardır: Yahudi ve nasaralar, yani son dine ve Resule İmân etmeyen bütün insanlar ve bunlara tabi olanlar ve tabi olanlara birrıza ayak uyduranlar ve ayak uyduranlardan ruhsat alıp ELLAH’ın emridir diye ELLAH’ın emrini yaptığına inananlar o gün kahrolmaya layık kimselerdir. Çünkü bu zalimler, geçmiş müminlerin sıkıntıları başlarına gelmesin diye bu yola girmişlerdir. Bu nedenle tağuttan ruhsat alıp yahudi ve nasaralara uymuşlardır. Böylece sanki şöyle diyenlerden oldular: İmân bende, cami şurda, din başka dünya idaresi başka. Böyle dedikleri için imanları oldu laşka.

İmanı laşka olan müminlerin ELLAH imanlarını imtihana tabi tutup, geçmiş müminlerin başlarına gelen sıkıntıları ve sarsıntıları vermez. Oysa hiçbir mümin imanı hususunda, denenmeden cennete gidemez. Öyle ise imanı hususunda imtihana tabi tutulmayan mümin değildir ki, imtihandan affedildi. Nitekim yahudi ve nasaraları, ELLAH imanları hususunda son din islam geldikten sonra, hiçbir zaman imtihan etmiş değildir. Çünkü imtihana değen imanları yoktur. Zira çürük olan bir nesne teraziye vurulmaz.

Öyleyse ELLAH’ın hükümlerinin yerini alan hükümlere ve Halife’i Resulün yerini alan hâkimlere, sâdakât yemini, imzası verip memuru olanlar Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanlar için,  dünya ve âhiret'te imtihan yoktur. Ama imtihansız, hesapsız cehenneme gitmek vardır. Öyleyse hemen tevbe etsinler de, ELLAH’ın yardımı ne zaman gelecek? Diyene dek imanlarına sahip olsunlar. Ve cennete gitsinler. Hem de hesapsız olarak, ebedi kalmak üzere... Cennete giden bu yola, tevbe ile dönüp girmeyenlere ELLAH’ın şu müjdesi var: Dinsizliği din, köleliği efendilik, şirki tevhid, küfrü İmân bilmek ve kadınları kıble edinmek müjdesi vardır. Bu zalimler için ELLAH’ın bu müjdesi Mübârek olsun. Zira bu zalimler neyi infak edeceklerini bilmezler ve sormazlar. Oysa islami düzende infak farz olup mutlaktır. Ama her infakta mutlak sevap yoktur. Çünkü her fiil yerini ve sahibini bulursa şükre değer. Mütebakileri israf olur. Riya olur. Ki, bu nedenle --Hayırdan neyi infak ederseniz-- O, şükre değerdir buyuruyor Rabbimiz. Her şeyden önce hayrı taharri edebilirseniz, hayrı bulup hayra infak edebilirseniz artık gerisi kolaydır. Öyle ki, bir yarım hurma da infak etseniz, yada bir tatlı söz söylerseniz Rabbinizin rızasını kazanırsınız. Ama hayrı bulmadan, tanımadan, hayırdır diye şerre yaptığınız infaklar, yerle gök arasını doldurmuş olsa bile bunlar şükre şayan olmaz. Belki Evet, küfre şayan olurlar. Öyleyse tağutun şemsiyesi altına ELLAH’ın rızası için infak olmaz. Ama ELLAH’ın rızasına giden yol için infak olur. Öyleyse bu âyet, infak edin emrinden ziyade hayrı tanıtmaya ve taharri etmeye amirdir.

Öyleyse Hayır, nedir? Hiç şüphesiz hayr, ELLAH'tan gayrı İlâh, Rab, Razık ve Hafız edinmemektir. Ve Resulünden, Halifesinden gayrı imam, amir edinmemektir. Çünkü ancak böyle edenler tağuttan, yahudilerden ve nasaralardan teberri edip kurtulmuş olur. Ki, bunlardan teberri etmeden hayrı bulmak muhaldir. Madem muhaldir, ELLAH’ın rızasını yapılan infak ile kazanmak da muhaldir. Ama Risâlet yolu bu hallerden beri ve müberra'dır. Yeter ki müminin kalbinde ihlâs, tevhid ve ELLAH’ın rızası yatmış ola. Nitekim. Okuyalım:

كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْ وَعَسى اَنْ تَكْرَهُوا شَيًْا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَعَسى اَنْ تُحِبُّوا شَيًْا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ (216) يَسَْلُونَكَ عَنِ الشَّهْرِ الْحَرَامِ قِتَالٍ فيهِ قُلْ قِتَالٌ فيهِ كَبيرٌ وَصَدٌّ عَنْ سَبيلِ اللّهِ وَكُفْرٌ بِه وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاِخْرَاجُ اَهْلِه مِنْهُ اَكْبَرُ عِنْدَ اللّهِ وَالْفِتْنَةُ اَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِ وَلَا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتّى يَرُدُّوكُمْ عَنْ دينِكُمْ اِنِ اسْتَطَاعُوا وَمَنْ يَرْتَدِدْ مِنْكُمْ عَنْ دينِه فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَاُولئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِى الدُّنْيَا وَالْاخِرَةِ وَاُولئِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فيهَا خَالِدُونَ (217) اِنَّ الَّذينَ امَنُوا وَالَّذينَ هَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فى سَبيلِ اللّهِ اُولئِكَ يَرْجُونَ رَحْمَتَ اللّهِ وَاللّهُ غَفُورٌ رَحيمٌ (218)

M E A L İ:

216-- Hoşunuza gitmediği halde savaş üzerinize farz kılındı. Hoşunuza gitmeyen bir şey, belki de sizin hakkınızda hayırlı olur. Ve sevdiğiniz bir şey hakkınızda şerli olur. ELLAH bilir siz bilmezsiniz.   217-- Sana haram olan ayı ve o ayda savaşmayı soruyorlar, de ki: O ayda savaşmak büyük günahtır. Ama insanları ELLAH’ın yolundan men etmek ve ELLAH’a münkir olmak, mescidi harama girmelerine engel olmak, onun ehlini oradan çıkarmak, ELLAH’ın nezdinde daha büyük bir günahtır. Fitne katilden beterdir. Kâfirlerin güçleri yetse sizi dininizden döndürünceye dek sizinle savaşırlardı. Sizden her kim dininden dönüp de kâfir olarak ölürse, amelleri dünya ve âhiret'te boşa gitmiş olur. Böylece cehennemde ebedi kalırlar. 218-- Şüphe yok İmân edenler, hicret edenler ve ELLAH yolunda savaşanlar, işte bunlar ELLAH’ın rahmetini umabilirler ELLAH Gafur ve Rahîm'dir.

M E R A M I:

İmanın ilmine vakıf olmayanlar, biz bilmeyiz ELLAH bilir diyerek ELLAH’a, Resulullah'a ve Halifesine teslim olmayı beceremezler. Hali ile imandan düşerler. Öyle ise savaş hoşa gitmiyor diye terk edilmez. Özürsüz olarak savaşı yani cihadı terk edenler dinini ve imanını terk etmiş olur.

Kıtal nefsin hoşuna gitmiyor diye ondan iğraz edilirse, yurt ve cihan sulhunu temin için, gönderilen islam dininin düşmanlarına yardım edilmiş olur. Badehu ELLAH’ın mescidleri harab olur. Öyleyse ELLAH’ın hükümlerinin hâkimiyeti ve mescidlerinin mamuriyeti için, Halife’i Resulün emri ile emri altında olarak farz kılınan savaştan imtina edilmemeli. Çünkü fitne yani beşeri hükümlerin hâkimiyeti fitnenin alasıdır. Ki, kıtal bu fitneyi ortadan kaldırmak için farz kılınmıştır. Zira mülk ve kul ELLAH’ın dır, öyleyse hüküm de onundur. Ama onundur demekle, Hüküm onun olmayacağına göre imanı olan Müminlere vazife düşüyor. Zira zalimler hükümlerini hâkim ettiklerinde müminleri, imanları adına kendilerine hizmet ettirirler. Hizmet eden müminlerde o zalimin ruhsatı ile ELLAH’a yönelip cennete gideceğini zannederler. Böylece savaş, ELLAH yolu için değil, tağutun yolu için olmaya başlar.

Yukarıda Beyân edilen fitnenin içine bir mümin düşerse, tağut ve hükümlerinin altına kalırsa hicret etmesi farz olur. Badehu cihad etmesi farz olur. Öyleyse hicret, cihad'dır ve cihad hicret'tir. Yani bunların ikisi bir şeydir. Bunların biri, ikisidir. Yani hicret etmeden cihad olmaz. Çünkü omuz omuza durarak cihad olmaz. Zira cihad edeceğin taraftan, ruhsat alma mecburiyeti altındasın. Bu mecburiyeti gidermeden: Ben cihad ediyorum, ilmimle ikna ve irşad ediyorum demek, islamdan önce olan altı asırlık cahiliye döneminde din, İmân namına yapılanlara dönmektir. Öyleyse yeniden bir Resul gelse ona karşı ilk inkârcı ve düşman olacak olanlar, ruhsatı tağut ile ELLAH’a yöneldiğine inanan bu cahiller olacaktır. Yeniden bir Resul gelmeyeceğine göre, bu izahların azılı düşmanı olacaklardır. Çünkü bu izahlar, yetim Muhammed’in kavgasını dillendirmektedir. Öyle ise Yetim Muhammed’in yolu için tağutun kazanını yalayanlar elbette ki, düşman olacaklardır.

V E İ Z A H I:

Kim ki, İmân etmez, haliyle o Kitabullah'ın dili ile kâfirdir. Kim de, Resulullah'ın, yani Muhammed Mustafa’nın Resulullah olduğuna İmân ederde, onun yolunda, onun Halifesine bi’atı olmayıp tağuta birrıza sevgi ve itaati olursa, işte bunlar sünneti Resulullah'ın dilinde mürteddirler. İmdi sebebi ne olursa olsun tağutun şemsiyesi altında kalıp rıza gösterenler, yani tağuti idarenin ruhsatı ile ELLAH’a kulluk etmeye yönelenler, müşriktirler. Ki, ELLAH bunların hakkında şöyle buyuruyor: Her kim dönerse, yani hoşa gitmeyen hicret ve cihad'dan imtina ederse, kâfir olarak ölür. İşte kâfir olarak ölenler, dünya ve âhiret'te hüsrana uğrarlar. Cehennemde ebedi kalırlar.

İmdi, Risâlet yolu ile gelmiş olan ve devamı da yine Resulullah'ın Halifesinin imameti ile sabit olan islam dini, yani islam hükümeti.       --VELLAHU YAĞLEMU VE ENTUM LA TAĞLEMUNE-- Ayetinin emri, Beyânı ve ilmi altındadır. Öyle ise Halife’i İslam, bizde biliriz şeklinde ELLAH’ın hükümlerine müdahale ederse, yani hoşuna gitmeyen şeylerden kaçınıp, hoşuna giden şeylere yol arayıp yaklaşırsa ELLAH’a asi olur. Çünkü islam hükümetinde, söz bilakaydu şart ELLAH’a ve Resulüne aittir. İşte her insanın buna İmân etmesi lazımdır. Hem İmân, Hâkimiyetin,  sözün ELLAH’a ve Resulüne ait olduğuna İmân etmektir. Badehu: --VELLAHU YAĞLEMU VE ENTÜM LA TAĞLEMUNE-- Ayetinin emri cemili ve cemali üzere teslim olmaktır. Teslim olup ELLAH’ın emirlerini imam, cemaat hep birlik yerine getirmektir. Ama yerine getirmek için hicret etmektir. Yani tağutun taraftarı olan herkesten ayrılıp islam cemaatini teşkil etmeleri farzdır. Velev ki, ayrıldıkları insanlar Mümin, Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid ve Talebe de olsalar yine farzdır. Çünkü bu sıfatları üzerlerinde taşıyanlar, tağutun ruhsatı ile taşımaktalar.

Bu nedenle hicret edip cemaati İslamlarını teşkil eden Müslümanların üzerine cihad farz kılınmıştır. Ama savaş farz kılındı diye hep savaşacak değiller. Lâkin teşkil olunan islam cemaatine sataşanlar olursa, onlarla SATAŞTIKLARI KADAR SAVAŞACAKLARDIR. Böylece cemaatlerini korumuş olacaklardır. Bunun dışında hiçbir insan ile savaşmaları meşru olmaz. İşte âyet, okuyalım: --Sana haram olan ayı ve o ayda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük günahtır.-- Ne var ki, müminleri ELLAH’ın yolundan yani islam cemaatinden ve hükümlerinden men etmek, ELLAH’a isyan ve ELLAH’ı inkâr olduğu için, bu zalimler Beytullah’ın içinde dahi olsalar öldürülürler. Yani öldürülmeleri mubahtır. Zira fitne yani ELLAH’ın hükümlerini kerih görüp onları mer’iyetten kaldırmaya çalışanlar ve kaldıranların fitnesinin yanında savaş fitnesi saman çöpü kadar bir fitne olmaz. Bu nedenle beşeri hüküm ve düzenlerin fitnesi katilden, yani savaştan eşeddir. Öyle ise ELLAH’ın hâkimiyetini kabul edip üç kişi de olsa, bu üç kişi ayrılıp ELLAH’ın hâkimiyeti için, sünnete ittiba eden cemaatlerini teşkil etseler ve teşkil ettikleri bu üç kişilik cemaatin iptali için, bütün insanlar ayağa kalksa, Evet, ayağa kalkan bu insanları katletmek şu üç kişilik cemaati islamı iptal etmekten çok daha, ama çok daha ehven bir fitnedir. Hatta fitne olmayıp, fitneyi kaldırmak olduğu için ehvendir, makuldür ve ELLAH’ın emridir.

İşte: --FİTNE KATİLDEN BETERDİR.-- Ayetinin Ulûhiyyet, Rububiyyet, Hafızıyet ve Razıkıyet adına izahı budur. Bu gaye ve anlayıştan cüda olan ve cüda edilen Müminlere, mümin gözü ile bakmak ELLAH’ın dinini iptal etmektir. Ve mürted olup ölmektir. Öyle ise izahımıza yeniden başlayalım şöyle ki: Sizden her kim dininden dönüp de tevbe etmeden ölürse, yani üç kişilikte olsa bir islami cemaatin bey’atlı üyesi olmadan ölürse İmân ve amelleri kayda değmez olur. Öyle ise tağuti düzende olması muhtemel müminlerin, Risâlet'e ittiba’en yapabildiklerince bir imamın etrafında bi’at şartı ile cemaatleşmeleri imanın farz olan emridir. Bu farz yerine gelmeden, tağutun şemsiyesi altına, kontrolü ile İmân namına işlenip söylenenler merduttur. Çünkü bu hal tağuta itaat etmenin İmân ile bir ilgisi yok diyenin bu sözünü fiili olarak kabul etmektir. İmandan vaz geçip tağuta teslim olmaktır.   Ama kabul etmeyenler için mealen okuyoruz: --Şüphe yok İmân edenler, hicret edenler ve ELLAH’ın yolunda savaşanlar, ELLAH’ın Rahmetini umabilirler. Zira ELLAH Gafur ve Rahîm'dir.--

 Evet, okuduğumuz bu âyetten bil istifade İmân nedir? Sorusu önümüze çıktı: İMÂN, mümini alıp ELLAH’a, Resulüne ve Halifesine şartsız olarak intisab eder. Bağlayıp asker eder. Çünkü gayrı islamın müminleri de, imanları gereği düzenlerine ve amirlerine itaat edip şartsız teslim oluyorlar. Böylece yasalarını, hâkimiyetlerini, putlarını, sülale ve hanedanlarını ve hâkimiyet milletindir safsatalarını koruyorlar. Korumak için savaş ediyorlar. Öyle ise cemaati islamın müminleri, ELLAH’ın hükümleri ve düzeni için, aynısını onlar kadar yapmasalar ELLAH’a İmân etmiş olamazlar. Zira onlar hâkimiyet milletindir parolasını bayraklaştırıp savaşırlarken, hâkimiyet ELLAH’ın dır parolasını Âbideleştirip savaşmak farzı ekber olup, mâsıvanın hilkat gayesidir. Yani ELLAH mâsıvai bu iki cemaatin birbirleri ile savaşmaları için yaratmıştır. Ki, bu nedenle ELLAH insanları fıtratlarında, hâkimiyet hususunda, haris ve bilgili ve kavga yapar üzere yaratmıştır. Evet, bu kavga fıtrattır. Öyle ise ELLAH’ın hâkimiyeti için kavga edelim. Etmez isek mutlaka bir zalimin emri ile kavga edeceksin. Öyle ise ELLAH’ın hâkimiyeti için hicret ve cihad edile... Hicret ve cihad ELLAH’ın hâkimiyeti için edilmiyorsa, demektir ki, insanların eline, emrine verilen mâsıva, insanlar tarafından yaradılış gayesinden alınıp, yaradılış gayesine münafi olan arzu ve isteklerle, ELLAH’a karşı, emrine karşı büyük bir silah olarak kullanılmaktadır. Ve kullanılıyor.

Öyle ise ELLAH’ın emri ile ve ELLAH’ın yarattığı nimetlerle hilkatin gayesine uygun hicret ve cihad ile ELLAH’ın hâkimiyetini hâkim kılanlar, hâkim kılmak için hicret ve cihad edenler yani Evet, İmân edenler ki, İmân bu gaye için emredilmiş olup, bu gaye için İmân edenler, ELLAH’ın affını, yardımını umabilirler. Bunlar için Gafur ve Rahîm olan ELLAH, bunların dışında kalanlar için de, Azizu zuntikam'dır. Ama ELLAH af etmeyi sever. İntikam sahibi olmasına rağmen intikam almayı tehir eder. Ki, insanlara yarattığı zararlı şeyleri Beyân ediyor. Okuyalım:

يَسَْلُونَكَ عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ قُلْ فيهِمَا اِثْمٌ كَبيرٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَاِثْمُهُمَا اَكْبَرُ مِنْ نَفْعِهِمَا وَيَسَْلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَ قُلِ الْعَفْوَ كَذلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمُ الْايَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ (219)

M E A L İ:

219-- Sana içki ve kumardan soruyorlar, de ki: İkisinde hem büyük günah hem de insanlar için faideler vardır. Günahları faidelerinden daha büyüktür. Sana ne infak edeceklerini de soruyorlar, de ki: Affı, bağışlamayı ve ihtiyaçtan arta kalanını infak edin. ELLAH size ayetlerini işte böyle açıklıyor. Umulur ki, dünya ve âhiret hususunda iyice düşünürsünüz?  

       M E R A M I:

ELLAH’ın affı ve rahmeti zararı karından büyük olanları terk edenlerin üzerindedir. Ama bu islamın şemsiyesinin altında olanlar içindir. tağutun şemsiyesi altında, tağuta itaati simgeleyen ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olanların tevbeleri hariç ELLAH’ın rahmetinden, affından nasipleri yoktur. Çünkü şirk içinde olup müşriktirler. Oysa İmân şirkin zıddı olup, şirki iptaldir. Çünkü İmân Tevhid'dir. Tevhid olan İmân, şayet şirki iptal etmediyse yani tağutu inkâr etmediyse İmân olmaz. Evet, İmân, şirki inkâr ve iptal ettikten sonradır ki, ELLAH’ın emirleri olan islam yoluna yürümek kolaylaşır. Şöyle ki: ELLAH insana verdiği akıl sayesinde, insan kendine ve cemiyetine zararı olan şeyleri terk eder. Malı varsa fazlasını infak eder, malı yoksa affı ve sulhu infak eder. Sevgiyi, tatlı sözü infak eder, işte ELLAH bu ayetlerini şirkten korunan mümin kullarına böyle Beyân ediyor.

 

V E İ Z A H İ:

Bilelim ki, imanın gereği hicrettir, hicretin gereği cihattır, cihadın gereği islam cemaatini teşkil etmektir. Cemaati islami teşkil etmenin gereği de, ELLAH’ın hükümleriyle hükmetmektir. Ki, ELLAH’ın hükümleriyle hükmetmeyen bir milleti ELLAH kendi hükümleriyle hükmetsinler diye gönderdiği Resulü ile imana dâvet verdirip, Dâveti kabul edenleri hicrete yol verip, hicret edenlerle yerlileri barıştırıp kardeş ettikten sonra, tamam artık benim hükümlerimle hükmedebilirsiniz dercesine zararı, karından büyük olan her şeyin terk edilmesinin zaruretine işaretle, affın ve bağışlamanın, hoş görmenin lüzumuna işaret etti. Çünkü ELLAH Sübhan'dır. Sübhaniyetin manası: Sübhan olmayanları, Yani kusur işlemeye, kusur işlememekten daha çok meyyal olan insanları acıyarak korumak ve kurtarmak olduğu için, Sübhan olan ELLAH, içki ve oyunların faydalarından daha çok zararlarını Beyân eden bu âyette, bir nefes arası ile başlangıcına ters gibi görünen infak konusunu Beyân etmek üzere, affın infak edilmesinin emredilmesi, biz müminleri çok, hem de pek çok düşünmeye Dâvettir. Şöyle ki: İnfak kelimesi, faydalandırmadan, yardım edip kurtarmaktan, azat etmekten ve affedip yaşatmaktan türemiş bir kelimedir. Öyleyse bu infak kelimesinin tazammun ettiği bu sıfatlar, ancak ELLAH’a hastır.  Öyleyse infak eden ancak ve sadece ELLAH tır.

Mademki, infak eden ancak ve sadece ELLAH'tır, öyle ise İmân eden ve imanın gereği olan hicreti eden ve hicretin gereği olan islam cemaatini bi’at tahtı altına teşkil eden ve teşkil olunan cemaatin imamına teslim olan mümin, müptela olduğu içkinin, kumarın ve bütün haramların zararlarını kabul edip vaz geçer. Haramiyetini kabul ederek vaz geçmeyenlerde kâfir olmaz. Çünkü bindiği gemi islamın gemisidir. İmamı Halife’i Resuldür. Uyduğu, uyguladığı ve kabul ettiği Teşrii ise Kur'ân'dır.

Öyle ise gemisi islam olmayanların ve imamı, Halife’i Resul olmayanların ve Teşriisi Kur'ân olmayanların içki içmeleri, kumar oynamaları günah olmaz. Çünkü siyah sahife de, siyah nokta görünmez. Böylece siyah sahifeyi lekelemez. Yani şirk içinde olanın günahı olmaz. Çünkü en büyük günah şirktir. Şirk de: Gayrı islami geminin içine olup kaptanının ruhsatı ile ELLAH’a, rızası için yönelmektir. İşte bu müşriklerin üzerinden ELLAH’ın kalemi, sevap ve günahları yazma hususunda kaldırılmıştır. Ta ki o batıl geminin için de mağara eshabı gibi, üç kişi ile de olsa cemaatlerini teşkil edene dek, kalem üzerlerinden kaldırılmıştır.

Nitekim yahudi ve nasaraların üzerinden de kalem bu nedenle kaldırılmıştır. Onların işreti, kumarı, zinası, adam öldürmeleri ve hırsızlıkları yazılmaz. Çünkü onlar islam dinini tamamlamaya gelen son Resule İmân edip tabi olmadılar, İmân edenlerde, o İmân etmeyenlere uydukları için, üzerlerinden kalem kaldırılmıştır. Hem bu amirlerin ruhsatı ile ELLAH’a yönelen mümin isimli ve resimlilerin de üzerlerinden kalem kaldırılmıştır. Çünkü imam için tutulmayan kalem, cemaat için hiç tutulmaz. Ki, ELLAH: --İNNEMA YEHŞELLAHE MİN İBADİHİL ÜLEMA-- Buyurmaktadır. Artık:    --LEALLEKÜM TETEFEKKERÜN-- Okuyalım:

فِى الدُّنْيَا وَالْاخِرَةِ وَيَسَْلُونَكَ عَنِ الْيَتَامى قُلْ اِصْلَاحٌ لَهُمْ خَيْرٌ وَاِنْ تُخَالِطُوهُمْ فَاِخْوَانُكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ الْمُفْسِدَ مِنَ الْمُصْلِحِ وَلَوْ شَاءَ اللّهُ لَاَعْنَتَكُمْ اِنَّ اللّهَ عَزيزٌ حَكيمٌ (220)

M E A L İ:

220-- Bir de sana yetimlerden soruyorlar, deki onlar için ıslahta bulunmak hayırlıdır. Şayet kendileri ile birlik yaşarsanız, onlar sizin kardeşlerinizdir. ELLAH bozguncularla, sulh edenleri bilir. ELLAH dileseydi sizi zahmete sokardı. Şüphe yok ELLAH Hakim'dir, Aziz'dir.

M E R A M I:

Şirkten müberra ile ELLAH’a İmân eden Müminlere, ELLAH yetimler hakkında şu dersi veriyor: Ey Müminler! Yetimlere sahip çıkın, onları ıslah edin, mallarını koruyun. ELLAH’ın bu emri daha çok Halife’i Resulü bağlar. Çünkü yetimler islam toplumunun üyeleri olup müminlerin kardeşleridirler. Kardeşin ıslahı ve malının korunması vaciptir. Ama bu vacibiyet yetimi ıslah edebilenin üzerinedir. Zira ELLAH mutlak Hâkim ve Galip olandır.

V E  İ Z A H I:

Örfe göre, velisi olmayana yetim denir. Ama islam hükümetinde yetimin velisi ELLAH olduğu için, Risâlet düzeninde yetim yok demektir. Ama zahirde kimsesiz kimseler vardır ve olacaktır. Ki, ELLAH onlar için bu ayeti gönderdi ve haklarına hükmolunan adabı tavsiye ediyor. Müminlere edilen bu tavsiyenin birinci muhatabı Halife’i Resuldür. Birinci muhatap Halife’i Resul olarak bütün Müminlere ELLAH buyuruyor: Yetimi bir sihirli değnek zannedip ondan ve malından kaçınmak takva değildir. Takva, onların dünyaları için ve âhiretleri için lazımlarını temin etmektir. Onların lazımlarını teminatınızın altına almamanız, onların dünyalarına ve âhiretlerine zarar getirir. Çünkü âhiret, dünya ve lazımı olmadan kazanılamaz. Dünya ise, âhiret'siz zahmetten başka bir şey olmaz. Öyleyse vasat bir ümmet olan siz ümmeti Muhammed olarak, yetimleri terk etmek anlamına gelen, sahipsiz sokaklarda bırakmayın. Büsbütün de üzerlerine egemen olmayın. Zira siz kardeşlersiniz. Öyleyse kardeşleriniz olan yetimlerin haklarını koruyun. Âhiretiniz için onların din'lerini, terbiyelerini gözetin. Dünyanız için o yetimlerin âhiretlerini koruyun. Yani onlara din'lerini öğretin. Şayet onlara din ve dünyalarını öğretip göstermezseniz, badehu onlar karşınıza bir anarşi, terbiyesiz, itaatsız olarak çıkıverirlerde başınıza bela olup islam düzeninizi, ağaç kurdu gibi içten kemirip kuruturlar. Badehu Huzurullah'a çıktığınızda, ELLAH size ıslah ve ifsad edenin ve islam düzenini yıkanın kimler olduğunun haberini verir. Çüklü emir dinlemeyip bozguncu olmanız, ELLAH’ın hüküm sahibi olmasına bir mani teşkil etmez. Sadece siz, islam düzenini ılga etmiş, yıkmış olduğunuzdan terörist ve anarşist olarak yakalanıp müşrik, mürted ve münafık cezası görürsünüz. Hem mümin kadınları nikâhlama hakkını da yitirirsiniz. Okuyalım:

وَلَا تَنْكِحُوا الْمُشْرِكَاتِ حَتّى يُؤْمِنَّ وَلَاَمَةٌ مُؤْمِنَةٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكَةٍ وَلَوْ اَعْجَبَتْكُمْ وَلَا تُنْكِحُوا الْمُشْرِكينَ حَتّى يُؤْمِنُوا وَلَعَبْدٌ مُؤْمِنٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكٍ وَلَوْ أَعْجَبَكُمْ اُولئِكَ يَدْعُونَ اِلَى النَّارِ وَاللّهُ يَدْعُوا اِلَى الْجَنَّةِ وَالْمَغْفِرَةِ بِاِذْنِه وَيُبَيِّنُ ايَاتِه لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ (221)

M E A L İ:

221--  İmân edinceye dek müşrik kadınları nikâhlamayın. Mümin bir cariye, müşrik bir kadından daha iyidir. Müşrik kadınların güzelliği hoşunuza gitse de. Mümin kadınları da, müşrik erkeklerle nikâhlamayın. İmân eden bir köle müşrik ama hür olan bir erkekten elbette ki hayırlıdır. Şecaati hoşunuza gitse de bu böyledir. Çünkü hür olup da müşrik olanlar ateşe dâvet ederler. ELLAH ise cennete ve mağfirete dâvet ediyor. Düşünesiniz diye ELLAH insanlara ayetlerini böyle Beyân ediyor. Ona Hamd olsun...

M E R A M I:

Mutlak galib olan ELLAH’ın, hükmü de galib olmalıdır. Yani beşeri sistemleri kabul edip yürütenlerle, islam düzeninin müminleri zinhar nikâh yapmamalıdırlar. Çünkü onlar müşriktir. Ama İmân edip islam hükümetine hicret ederseler, İmân hususunda samimiyetleri denendikten sonra onlarla nikâh meşrulaşır. Bu kuralın dışına çıkarak güzelliğinden dolayı, yada şecaatinden, makamından, cesaretinden dolayı onlarla nikâh akdi yapmak haramdır. Bunun yerine imanı, imamı olan bir cariye almak helal olup hayırlıdır. Hür ve mümin bir kadın için de, mümin bir köle ile nikâh etmesi hayırlı olup ELLAH’ın emridir. Ne var ki, ELLAH’ın bu emirleri islamın ve Halife’i Resulün varlığı ile hayata hâkim olabilirler. Zaten dermeyan edilen bu kurallar, varlığı mutlak farz olan cemaate ve fertlerine aittir.

V E  İ Z A H I:

Bir milleti yöneten hükümler beşeri ise, hiç şüphe yok o toplum müşrik bir toplumdur. Böyle bir toplum, münkir olan toplumdan farklı bir toplumdur. Müşrik toplumun münkir olan toplumdan farkı şudur: Müşrik toplum, Muhammed Mustafa’nın Risâletine, Kur'ân'ın Kelamullah olduğuna inanmıştır ve inanır. Ama bu inanç bir gelenek haline inkılab ederek yani mücerred olarak inanmayı İmân bilerek, inandığı ELLAH’ın hükümlerine ve Resulüne uymazlar. Da, ELLAH’ın hükümlerinin yerine hükümler icad edip korlar. Milleti bu icad ettikleri hükümlerle yönetip yönlendirirler. Öte yandan kendilerini mümin, müslüman bilirler. Çünkü imanın ilk kapısı olan Kelime’i Şahadeti söylemişler ve söylerler de.

İşte müşrik bunlardır. Zira ELLAH'tan başka İlâh olmadığına, Muhammed Mustafa onun kulu ve Resulü olduğuna ve Kur'ân'ın Kelamullah olduğuna inandıktan sonra ELLAH’ı ve Resulünü hükümetten uzaklaştırırlar ve uzaklaştırmak için: Biz senden daha iyi kanun yaparız derler ve dedikleri gibi yapanlar Müşriktir. Ve bu müşrikleri birrıza kabul edip itaat eden sürülerde müşriktirler. Evet, Şirki ve müşriği burada en net ve en kısa yoldan izah ettik. Öyle ise Beyân olunan bu müşriklerle, hüküm ve hükümetleri islam olanlar akdi nikâh edemezler. Çünkü hüküm ve hükümeti beşeri olanlar metbusu ve tabisi ile müşriktirler. Öyle ise bu müşrik toplumun içinde olması muhtemel Müminler, bir araya gelip, imam, bi’at kuralı ile cemaat olmayınca şirk yolundan tevhidi yola, tevhidi, inanca tevhidi ibadete giremezler.

İmdi şirk ve müşrik hususunda bu izahı tespit ettikten sonra, geride, söylenmiş bir ikrar imanı, bir şehadet kelimesi elde kurtarıcı bir simit olarak kalıyor. Yani: --LA İLAHE İLLELLAH MUHAMMED RESULULLAH-- diyor bu Müminler. Zaten bu cümleyi söyledikleri için müşrik oluyorlar. Çünkü yapmış oldukları imanı dünya umuruna kullanmayıp, dünya umurunda yahudi ve nasaraların imanlarından zuhur eden hükümleri ve düzenleri kullanıyorlar. Öyleyse biz şimdi üzerine olduğumuz âyetin izahına dönelim, şöyle ki:

ELLAH bu ayeti ile Halife’i Resulüne, zinhar mümin erkeklerle, mümin kadınları, gayrı islami olan düzenlerle ve hükümlerle yönetilen erkek ve kadınlarla nikâhlama. Öyleyse Evet, Halife’i Resul iki tane olamayacağına göre, Hilafet düzeninin dışında kalan düzenler ve tabileri müşriktir. Öyleyse imanı, imamı ve bi’atı olan Müminler bunlarla aktı nikâh edemez. Yani kız verip kız alamaz. Ki, ELLAH bu ayeti ile de, erkeğe, kadına ve velilerine: Ey mümin erkekler ve ey mümin kadınlar! ELLAH’a ve Resulüne sizin gibi imanı olmayanlarla ve bi’at verip itaat ettiğiniz imamınıza, sizin gibi bi’at verip itaat etmeyenlerle nikâhlanmayın, emrini ELLAH vermiştir. Ama tekrar edelim: Bu emirler imanlı, imamlı ve bi’atlı olan mümin ve Mümineler içindir. Öyleyse erkek Müminler güzeldir diye müşrik kadını almaz. Da, mümin olup siyah bir cariyeyi alır. Mümin kadın da, şecaatinden, makamından dolayı müşrik bir erkeği alamaz da, mümin bir köleyi alır. Çünkü ELLAH’ın emri böyledir ve çünkü dünya fanidir.

Madem hüküm ELLAH’ın dır ve dünya fanidir, bizde şirki ve müşriği biraz daha irdeleyip açalım: Müşrik, aynı anda iki büyüğe itaat eden kimsedir. Yani bu müşrikler ELLAH’ın hükümlerine de inanırlar, tağutun hükümlerine de inanırlar ve uyarlar. Ne var ki, zamanımızda yaşayan bu müşrikler kendilerini müşrik değil, ehli Kur'ân, ehli İmân, ehli tevhid bilirler. Böylece tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olup kendilerini havvas makamına görürler ve gösterirler. Lâkin yahudi ve nasaraların da, ehli kitab olduklarını bir İmân sahibi olduklarını unuturlar. Eğer kitab ehli olup ta ELLAH’ın hükümler ile hükmetmemek İmân oluyorsa, yahudi ve nasaralar da müşrik, kâfir olmayıp mümin ve muvahhiddirler.

Ha Evet: Onların Amentülerinin yanlış olduğunu mu söylüyorsunuz? Öyleyse doğru Amentü sahibi olanlar, onlara niye tabi oldu? Onlara tabi olanlara yemin verip memurları niye oldular? Onların ruhsatı ile Âlim, Âbidi Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe niye oldular? Niye olmaya devam ediyorlar? Bütün bu gaflar, kâfir, müşrik, mürted olmaya yetmiyor mu? Ha! Amentüleri tevhittir de ondan mı müşrik olmuyorlar? Oysa imanın tevhid olabilmesi için, ELLAH’ın hükümleri ile hükmetmek ve hükmedene bi’at verip teslim olmak lazımdır. Zira akidesi teslis olanlar ELLAH’ın hükümlerini infaz etmemek için, akidelerini, yaptıkları amel ve icraatlarına muvâzi olan idareye uydurdular. Böylece onların içi, dışı, ameli ve imanı bir oldu. Yani hepsi teslis, hepsi şirk oldu. Ama akidesi tevhid olanların amelleri ve itaatleri şirk oldu. Böylece Amel İmana uymadı. Evet, böylece bunların içi başka, dışı başka oldu. Acaba hangisi hangisinden fena oldu? Okuyalım:

وَيَسَْلُونَكَ عَنِ الْمَحيضِ قُلْ هُوَ اَذًى فَاعْتَزِلُوا النِّسَاءَ فِى الْمَحيضِ وَلَاتَقْرَبُوهُنَّ حَتّى يَطْهُرْنَ فَاِذَا تَطَهَّرْنَ فَاْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ اَمَرَكُمُ اللّهُ اِنَّ اللّهَ يُحِبُّ التَّوَّا بينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرينَ (222) نِسَاؤُكُمْ حَرْثٌ لَكُمْ فَاْتُوا حَرْثَكُمْ اَنّى شِئْتُمْ وَقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ وَاتَّقُوا اللّهَ وَاعْلَمُوا اَنَّكُمْ مُلَاقُوهُ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنينَ (223)

M E A L İ:

222-- Sana haiz halinden soruyorlar. De ki: O bir ezadır. Onun için haiz halinde kadınlarınızdan ayrılın, temizleninceye dek onlara yaklaşmayın. İyice temizlendiklerinde ELLAH’ın size emretmiş olduğu yerden onlara yaklaşın. Şüphesiz ELLAH Tevbekarları ve temizlenenleri sever. 223--  Kadınlarınız sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi varın. Ve kendiniz için önceden iyi ameller gönderin. Bir de ELLAH'tan korkun ve bilin ki, şüphesiz ona kavuşacaksınız. Müminlere müjdele.

       M E R A M I:

ELLAH mümin erkek ve kadınlar için, haiz halinin bir eza yani sevilmeyen bir hal olduğunu bildiriyor. Bu halde olan kadına yaklaşılmamasını emrediyor. Öyle ise ELLAH mümin erkek ve mümin kadınlar için verdiği bu emir, müşrik erkek ve kadınları bağlamaz. Ama kendini bu emirlere bağlı bilen nice müşrik, münkir erkek ve kadınlar vardır.

Çünkü onlar için, kadın süs ve eğlenceden öte bir şey değildir. Oysa toprak bu dünya hayatı için ne ise kadında bu dünya hayatı için odur. Öyle ise dünya hayatının temel esası kadındır. Böyle olan kadın yoz bırakılmamalı ve yosma edilmemeli. Onsuz olamayacağına göre onu candan, maldan daha önce muhafaza etmeli. Ki, onlarda evimizin bekçisi, muhafızı olsun. ELLAH bu tavsiye ve emirleri imanı, imamı ve bi’atı olan islam cemaatine yapıyor. Müşrikleri ve Kâfirleri bağlamazlar.

V E  İ Z A H I:

Yirmi sene ilim namına okuyorum diye vaktini, nakdini ve sıhhatini harcarsın da, hayız, nikâh, nifas, talâk hususunda tek bir cümle öğrenmeyen talebe ve bunlardan bir cümle öğretmeyen hoca, neyin hocasıdır? Bu adama: Sen hoca oldun diyen kimdir? Bu zalimler, kimin adına kime ne öğretiyorlar? Hem bunlardan okuyanlar, kimin adına neyi öğrenmek istiyorlar.

Yirmi sene kendini müslüman bilen talebeye şeriat ve sünnet adına tek kelime öğretilmeden, sen okudun diye kendisine verilen belge ancak cehalet, şirk ve küfür belgesinden gayrı bir şey olamaz.

Artık gelinen bu nokta da, okuyan ve okutanların demeleri lâzım olan bir cümle kalmış olup oda şudur: Biz hoca ve talebeler olarak, islamın imanı ve kitabı ile hiç ama hiçbir ilgimiz yoktur. Evet, bunu zimmen söylediklerine göre alenen de söylemeleri insan oluşlarına mütenasip bir davranış olur. Zira böyle dediklerinde hayızlı ve nifaslı kadınlara yaklaşmaları günahı intaç etmez. Çünkü ELLAH’ın bu emirleri yani Şeriatullah Müminler içindir.

Bunu böyle bildikten sonra biz yolumuza devam edelim. Tarlamıza bir hayvanın girmesini istememiz şöyle dursun, ona bir hain gözün nazar etmesini dahi istemeyiz. Ama kadın tarlasına yabancı hayvanların girmesine, girip teşhir etmesine hiç aldırış edilmemektedir. Artı moda ve medeniyet namına bu tarlalar çiğnenip tahrip olmasından ve kimin tarlası olduğunun belli olmamasından zevkleniliyor. Ve: İşte bakın nerden nereye geldik diye övünüyorlar. Çünkü medenileştikleri için övünüyorlar. Hayır, ELLAH’a yemin olsun ki, sadece: Hınzırlaştılar. Ve erkek ile kadın bir elma misali bir bütün iken, ortadan ayrılıp iki eşit parça olarak parçalandılar.

Öyleyse kadınlarımıza dini ve dünyevi vazifelerini öğretelim. Eğer biz erkek Müminler olarak onlara öğretmediğimiz takdirde açılmayı, görünmeyi ve beğenilmeyi en çok arzu eden bir hilkatte yaratılan o kadınlar açılma, sırıtma ve kıvırtma yoluna girmekten kendilerini koruyamazlar. Ama sorumluları erkek ismini alan eşekler olur. Ve imandan düşerler. İmandan düşen adamlar, şüphesiz islam cemaatini de lağvederler. İslamın emirleri ve düzeni lağvedilince, haremlik ve selamlık da lağvedilmiş olur. Ki, bu takdirde, merada, yaylımda kısrak atlarla, aygır atların karışık yayılmasında bir sakınca görülmez olur.

Ne var ki, bu rezaletin rezilliği islama ve Müminlere mahsub olmaz ve mahsub edilemez. Ama imamlı ve bi’atlı olan islam cemaati, onlar gibi davranmaları halinde, şüphesiz rezalet islama ve mü'minlerine mahsub olur. Öyle ise mümin ve Mümineler hicret edip islam cemaatlerini teşkil etmelidirler. Badehu ELLAH’ın emri ve Resulünün sünnet üzere nikâhlanıp, birbirinden, tarladan istifade edildiği gibi istifade etmek için, kişi tarlasına girdiği gibi, birbirine katılıp istifadelenmelidirler.

Bir de yahudi ve nasaraların devlet düzeni gibi düzen ve hükümlerin altına mümin olarak yaşayan kadınların durumunu görelim: Gayrı islami düzenlerde kadın sadece bir üretim makinesidir. Ama erkeklerin plan ve programı altında, kanun ve düzenleri altında üretmeye mahkûm edildikleri için, haliyle hem çalışırlar hem de, erkeklerle iç içe durup erkekleri eğlendirirler. Bu esaret altında Havace’i asliyelerini temin etmeye çalışırlar. Evet, böylesi düzenlerde, kadınların sırtına Havace’i asliyeleri yükletilmiş olup, sırtlarından, terlerinden, iffetlerinden, nazlarından, zerafetlerinden devletin hazinesine gelir temin ederler. Böylece hem eğlence ihtiyaçları giderilir, hem dinar temin edilir, hem de anne oldukları için çocuklarını büyütürler.

Canım mademki, İmân etmemişler ve mademki, İmân ettiklerini dedikleri halde tağutun şemsiyesi altına ELLAH’a kulluk edebilir olduklarına inanmışlar, öyleyse kadın erkek, iç içe onların bütçeleri açık vermesin diye çalışsınlar. Varsınlar, memur olma yarışına girsinler; Varsınlar, türban bizim imanımızdır sloganı ile tağutun memuriyetine ve tedrisatına koşsunlar. Ne gam? Varsınlar, illa okuyacağız diye sokaklarda çığlık atsınlar. Ne gam? Çünkü Ebu Cahilin ilim diye pazarladığını öğrenmek için Resulullah'a sormaya tenezzül etmiyorlar. Acaba tesettürlü olarak bunları kabul etmeyen Ebu Cahilden önce Resulullah'a varıp: Ya Resulullah biz tesettürümüz ile Ebu Cahilin okuluna okuyalım mı? Diye sorsalar acaba Resulullah: Türban sizin imanınızdır o imanı alın başınıza gidin okuyun der mi?  Resulullah okuyun demez olduğu bir yana, ELLAH’ın emrini yapıyorsun diye seni okula almıyorlar der mi? ELLAH’ın emrini kabul etmiyorlar der mi? Hayır. Çünkü İmân etmeyen, ELLAH’ın emrini kabul etmeyişi normaldir. Zira ELLAH'ın emirleri bitamamıha Kur’ân’da dır. Kur'ân nerede onlar neredeler? Onların da uyduğu bir kitab, bir din vardır elbette. Mademki onların din'lerinden zuhur eden ilimler lazımdır ve imandan kıymetlidirler bu takdirde onların Din'lerine girmek elbette ki lazımdır. Çünkü başına İmân bezini alıp erkeklerin arasına oturmak, dolaşmak islam dininin içinde yoktur. Öyle ise bırakın İmân ve islam sözünü de onların İmân Âbidesini takının. Ki, imanınız da, yemininiz de yalancı olmayın. Okuyalım:    

وَلَاتَجْعَلُوا اللّهَ عُرْضَةً لِاَيْمَانِكُمْ اَنْ تَبَرُّوا وَتَتَّقُوا وَتُصْلِحُوا بَيْنَ  النَّاسِ وَاللّهُ سَميعٌ عَليمٌ (224) لَايُؤاخِذُكُمُ اللّهُ بِاللَّغْوِ فى اَيْمَانِكُمْ وَلكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ حَليمٌ (225)

M E A L İ:

224-- ELLAH’ı yeminlerinizle, iyilik etmenizde, fenalıktan sakınmanızda ve insanların arasını sulh etmenizde engel koymayın ELLAH Semii'dir, Alim'dir. 225-- Yeminlerinizdeki, lağv'dan dolayı ELLAH sizi mesul tutmaz. Ama kalbinizin kast ektikleri ile ve kesp ettikleri ile muaheze eder. ELLAH Gafurdur. Halim'dir.

M E R A M I:

Müşrik ve kâfirler kötülükleri ELLAH’ın emridir diye, yada ELLAH bu yaptıklarımıza zahib olmaz şeklinde yaptıkları için bu âyet, kâfir ve müşriklere ders vermeyip mümin ve müslüman olanlara ders vermektedir. Zira Kâfir ve müşriklerin ne yemini, ne de şehadetleri dinlenmez, kabul edilmez. Ama Halife’i Resul ve müminleri tarafından dinlenip kabul edilemez. Çünkü ELLAH ile beraber olmak üzere ilâhları vardır. Kur'ân ile beraber anayasaları vardır. Halife’i Resulün yerine, halife'i yahudi ve nasaraları vardır.

Öyleyse ELLAH İmân, imam ve bi’at sahiplerini yeminleri hususunda muaheze eder. Çünkü İmân, yalan konuşmamak üzere ELLAH’a verilen sözdür. Ama dil sürçmesi olan yeminleri ELLAH bağışlar. Çünkü bu yeminler, Halifetullahı ve hâkimleri ve müminleri aldatıp inandırmak maksadı ile yapılmadıkları için af kapsamına dâhildirler. Çünkü ELLAH imanlı, imamlı ve bi’atlı kulları için Halim ve Gafurdur.

      V E  İ Z A H I:

Yemin nedir? Yemin, kalbin karar verdiği şeyi izhar etmektir. Ayriyette yemin, izhar edilen şeyin doğru olduğunu tasdik etmektir. Öyleyse yemin bir bakıma tevbe'dir. Tevbe ise dinen, aklen ve örfen çirkin olanlardan imtina etmektir. Bu tevbe ve yemin, şüphesiz ELLAH için ve ELLAH’ın adına, ELLAH’ın adıyla olur. Böyle olan yemin, elbette ki, iyilik, salah hususunda olur. Çünkü aklen, örfen ve dinen mezmüm olan şeyler ELLAH'ın ismi ile işlenmezler. Yani, yemin olsun ki, ben ELLAH’ın nehy ettiği şu işi yapacağım demek, insan ismine ters düşmektedir. Çünkü ELLAH hayâsızlığı, fehşayı, zulmü emretmediğinden, bu gibi işlerde ve sözlerde şahit gösterilemez. Ancak şeytan ve yolunda olanlar yani yahudi, nasara ve bozmaları olan tağutlar şahit gösterilirler. Çünkü bu zalimler bütün münkerlerin amirleri olup emredicileridirler ve uyup uygulayıcılarıdırlar. ELLAH, Resulü ve Halifesi ise marufu emredicilerdir. Öyleyse marufa uymak ve dönmek için ELLAH’ın ismiyle yemin verilebilir. 

Buna göre, mümin olduğunu bilenler ve mümin oldukları bilinenler şayet marufu işlememeye ve münkeri marufun yerine ikame etmeye yemin verenler, yani laikliğin istikbal ve istikrarı için, yine laikliğin putunun adı ile yemin verenler derhal bu yeminlerinden ve amellerinden dönmelidirler. Gerçi laikliğin istikrarı için verilen yeminde, ELLAH’ın ismi zikredilmemiş ama işte ELLAH’ın gayrısı adına verilen doğru söz, ELLAH’ın adına verilen yalan sözden çok hem de pek çok daha mezmüm olup kebairdir. Çünkü ELLAH’ın adına verilen yemin yerine gelmediğinde keffareti üç gün oruç tutmaktır. Ama ELLAH’ın gayrısı adına verilen yemin, yerine gelsin yada gelmesin keffareti, yeniden İmân etmektir. Öyleyse ELLAH'tan başkası adına yemin verilmemeli ve verilirken de kalp ayrı, dil ayrı olmamalı. Zira kalpte olmayanı, kalpte varmış gibi ifade edeni ELLAH sevmez. Artı ELLAH’ın düşmanları da sevmez. Bu nedenle mümin hesaba çekilir.

Hesaba çekilmeyen yemin ise, lağıv cinsinden olan yemindir. Lağıv cinsinden olup sahibini hesaba tutmayan yeminin sahibi şüphesiz bir müslüman'dır. Yani Risâlet düzeninin emri ve kontrolü altındadır. Yani İmân etmiş, hicret etmiş ve biat verip islam cemaatinin bir ferdi olmuş olan bu müslüman, imanı ile yüklenmiş olduğu vecibelerine bir noksan etmeden, dil sürçmesi olan yemine benzer sözlerinden sorumlu tutulmaz. Çünkü bu sözlerde cemaati yolundan ve hâkimi hükmünden kaydırmak gibi bir niyeti yoktur. Ama kalbin kastettiği bu kötü niyet ile yapılanlar velev ki, yerine gelmiş olmasın, bu kişi mes’ul olur. Çünkü İmân ile kalpten ELLAH’a verilen söze uymamıştır bu mümin. İslama, mü'minlerine ve adaletine engel olmaya niyetlenmiştir bu mümin.

Evet, bu mektep Risâlet mektebidir. Bu dersler müslüman'a verilen derslerdir. Gayrı islami düzenlerde yaşayan Müminler, Risâlet mektebinin dışına kaldıkları için, bu dersleri idrak edemezler. Ve uyup uygulayamazlar. Hem bu cahillerin halleri çok vahimdir, şöyle ki: Tağuti düzenin suhuleti için, kalbinde samimiyet olmasa bile bir mümin olarak verilen yemin, yemin verenin müşrik olduğunu gün gibi izhar etmektedir. Ama kendileri bunu bilmez. Oysa verilen yemin, marufu neyh eden ve münkeri emredene uyulacağına dair verilmektedir. Yani ELLAH’ın yerine İlâh olan gayrı bir nesnenin adına yapılmaktadır bu yemin. Bu yemin, ELLAH adına ve adı ile yapılsa bile bu düzenlerde ELLAH’ın hükümleri infaz edilmediğinden, tağuti emirlerin infazı için ELLAH zikredilmiş olacağından ELLAH'ı, tağutun emrinin adil olduğuna şahit tutmak olur. Öyleyse bu hallerden ELLAH’a sığınalım. ELLAH’a sığınmamız için Risâlet'e dönelim. Risâlet'e dönmek için imam bulup bi’at edelim. Şimdi yemin edip hanımına yaklaşmayanların halini görelim. Okuyalım:

لِلَّذينَ يُؤْلُونَ مِنْ نِسَائِهِمْ تَرَبُّصُ اَرْبَعَةِ اَشْهُرٍ فَاِنْ فَاؤُ فَاِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَحيمٌ (226) وَاِنْ عَزَمُوا الطَّلَاقَ فَاِنَّ اللّهَ سَميعٌ عَليمٌ (227) وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلثَةَ قُرُوءٍ وَلَا يَحِلُّ لَهُنَّ اَنْ يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّهُ فى اَرْحَامِهِنَّ اِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الْاخِرِ وَبُعُولَتُهُنَّ اَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ فى ذلِكَ اِنْ اَرَادُوا اِصْلَاحًا وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذى عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌ وَاللّهُ عَزيزٌ حَكيمٌ (228) اَلطَّلَاقُ مَرَّتَانِ فَاِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ اَوْ تَسْريحٌ بِاِحْسَانٍ وَلَا يَحِلُّ لَكُمْ اَنْ تَاْخُذُوا مِمَّا اتَيْتُمُوهُنَّ شَيًْا اِلَّا اَنْ يَخَافَا اَلَّا يُقيمَا حُدُودَ اللّهِ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا يُقيمَا حُدُودَ اللّهِ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا فيمَا افْتَدَتْ بِه تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ فَلَا تَعْتَدُوهَا وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّهِ فَاُولئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ (229) فَاِنْ طَلَّقَهَا فَلَا تَحِلُّ لَهُ مِنْ بَعْدُ حَتّى تَنْكِحَ زَوْجًا غَيْرَهُ فَاِنْ طَلَّقَهَا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا اَنْ يَتَرَاجَعَا اِنْ ظَنَّا اَنْ يُقيمَا حُدُودَ اللّهِ وَتِلْكَ حُدُودُ اللّهِ يُبَيِّنُهَا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ (230) وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ اَوْ سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ وَلَا تُمْسِكُوهُنَّ ضِرَارًا لِتَعْتَدُوا وَمَنْ يَفْعَلْ ذلِكَ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ وَلَا تَتَّخِذُوا ايَاتِ اللّهِ هُزُوًا وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّهِ عَلَيْكُمْ وَمَا اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنَ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُكُمْ بِه وَاتَّقُوا اللّهَ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَليمٌ (231) وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ اَنْ يَنْكِحْنَ اَزْوَاجَهُنَّ اِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِ ذلِكَ يُوعَظُ بِه مَنْ كَانَ مِنْكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الْاخِرِ ذلِكُمْ اَزْكى لَكُمْ وَاَطْهَرُ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ (232) وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ اَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يُتِمَّ الرَّضَاعَةَ وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ لَا تُكَلَّفُ نَفْسٌ اِلَّا وُسْعَهَا لَا تُضَارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِه وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذلِكَ فَاِنْ اَرَادَا فِصَالًا عَنْ تَرَاضٍ مِنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا وَاِنْ اَرَدْتُمْ اَنْ تَسْتَرْضِعُوا اَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِذَا سَلَّمْتُمْ مَا اتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِ وَاتَّقُوا اللّهَ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصيرٌ (233) وَالَّذينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجًا يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ اَرْبَعَةَ اَشْهُرٍ وَعَشْرًا فَاِذَا بَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فيمَا فَعَلْنَ فى اَنْفُسِهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبيرٌ (234) وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فيمَا عَرَّضْتُمْ بِه مِنْ خِطْبَةِ النِّسَاءِ اَوْ اَكْنَنْتُمْ فى اَنْفُسِكُمْ عَلِمَ اللّهُ اَنَّكُمْ سَتَذْكُرُونَهُنَّ وَلكِنْ لَاتُوَاعِدُوهُنَّ سِرًّا اِلَّا اَنْ تَقُولُوا قَوْلًا مَعْرُوفًا وَلَا تَعْزِمُوا عُقْدَةَ النِّكَاحِ حَتّى يَبْلُغَ الْكِتَابُ اَجَلَهُ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا فى اَنْفُسِكُمْ فَاحْذَرُوهُ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ غَفُورٌ حَليمٌ (235) لَاجُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِنْ طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ مَالَمْ تَمَسُّوهُنَّ اَوْ تَفْرِضُوا لَهُنَّ فَريضَةً وَمَتِّعُوهُنَّ عَلَى الْمُوسِعِ قَدَرُهُ وَعَلَى الْمُقْتِرِ قَدَرُهُ مَتَاعًا بِالْمَعْرُوفِ حَقًّا عَلَى الْمُحْسِنينَ (236) وَاِنْ طَلَّقْتُمُوهُنَّ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَمَسُّوهُنَّ وَقَدْ فَرَضْتُمْ لَهُنَّ فَريضَةً فَنِصْفُ مَا فَرَضْتُمْ اِلَّا اَنْ يَعْفُونَ اَوْ يَعْفُوَا الَّذى بِيَدِه عُقْدَةُ النِّكَاحِ وَاَنْ تَعْفُوا اَقْرَبُ لِلتَّقْوى وَلَا تَنْسَوُا الْفَضْلَ بَيْنَكُمْ اِنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصيرٌ (237) حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلوةِ الْوُسْطى وَقُومُوا لِلّهِ قَانِتينَ (238) فَاِنْ خِفْتُمْ فَرِجَالًا اَوْ رُكْبَانًا فَاِذَا اَمِنْتُمْ فَاذْكُرُوا اللّهَ كَمَا عَلَّمَكُمْ مَالَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ (239) وَالَّذينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجًا وَصِيَّةً لِاَزْوَاجِهِمْ مَتَاعًا اِلَى الْحَوْلِ غَيْرَ اِخْرَاجٍ فَاِنْ خَرَجْنَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فى مَا فَعَلْنَ فى اَنْفُسِهِنَّ مِنْ مَعْرُوفٍ وَاللّهُ عَزيزٌ حَكيمٌ (240) وَلِلْمُطَلَّقَاتِ مَتَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ حَقًّا عَلَى الْمُتَّقينَ (241) كَذلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ ايَاتِه لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ (242)

M E A L İ:

226-- Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler için, dört ay beklemek vardır. Eğer yeminlerinden dönerlerse, şüphe yok ELLAH Gafur ve Rahîm'dir. 227-- Eğer talâk’a karar vermişlerse muhakkak ELLAH Semii'dir ve Alim'dir. 228-- Boşanmış kadınlar kendiliklerinden üç hayız müddeti beklerler. Eğer onlar ELLAH’a ve âhiret gününe inanmışlarsa, ELLAH’ın rahimlerinde yaratmış olduğunu gizlemeleri helal olmaz. Bu bekleme esnasında barışmak isterlerse kocaları onları geri almayadaha layıktırlar. Erkeklerin kadınlarının üzerinde maruf üzere hakları olduğu gibi, kadınlarında kocaları üzerinde hakları vardır. Ama erkekler bir dereceye kadar sahiptirler. ELLAH mutlak Aziz olan Hakim'dir. 229-- Talâk iki keredir. Onu ya iyilikle tutmak yada maruf üzere salmaktır. Ve onlara verdiğinizden bir şeyi almanız helal olmaz. Meğer erkek ile kadın Hududullah'ı muhafaza edemeyeceklerinden korkmuş olalar. Eğer sizde onların ELLAH’ın hududunu muhafaza edemeyeceklerinden şüphe ederseniz, o halde fidye vermelerinde bir vebal yoktur. Bunlar Hududullah'tır. Onları aşmayın. Kim ELLAH’ın hudutlarını aşarsa işte onlar zalimlerin taa kendileridir. 230-- Şayet erkek eşini bir daha boşarsa, ondan sonra kadın başka bir erkeğe varıp nikâhlanmayınca ona helal olmaz. Bununla beraber şayet bu kocası da, onu boşarsa ve tekrar Hududullah'ı ikame edeceklerine inanırlarsa, tekrar birbirlerine dönmelerinde her ikisi için de bir vebal yoktur. Bunlar ELLAH’ın hudutlarıdır. Bilen ve anlayan bir kavim için Beyân ediyoruz.        231-- Kadınları boşadığınızda, iddetlerinin sonlarına doğru onları ya iyilikle bırakın, yada iyilikle tutun. Sırf zulüm için zararlarına onları tutmayın. Kim böyle yaparsa kendisine yazık etmiş olur. ELLAH’ın ayetlerini oyuncak yerine koymayın. ELLAH’ın üzerinizde olan nimetini ve vaaz için gönderdiği kitabını ve hikmetini düşünün. ELLAH'tan korkun. Ve bilin ki, ELLAH her şeyi hakkıyla bilendir. 232-- Kadınları boşadığınız vakit, iddetleri bitiminde, aralarında maruf bir şekilde anlaştıkları takdirde, kocalarıyla tekrar evlenmelerine mani olmayın. İşte sizden ELLAH’a ve âhiret gününe inanmış olanlara, bununla ders veriliyor. Bu sizin için daha faydalı olup temizdir. ELLAH bilir! Siz bilmezsiniz! 233-- Anneler çocuklarını tamam iki yıl emzirirler. Bu, emzirmeyi tamamlamak isteyenler içindir. Onların yiyeceği, giyeceği maruf üzere, çocuk kendisinden olana aittir. Kimse gücünden fazlası ile mükellef tutulmaz. Ne anne çocuğu sebebiyle, nede baba çocuğu yüzünden zarara sokulmasın. Mirasçıya düşen de bunun gibidir. Eğer aralarında anlaşarak çocuğu memeden kesmeye karar vermişseler, ikisinin üzerine de bundan bir vebal yoktur. Çocuklarınızı emzirmek isterseniz, meşru şekilde verdiğinizi teslim etmek şartıyla yine size günah yoktur. ELLAH'tan korkun. Ve bilin ki yaptıklarınızı ELLAH hakkıyla görendir. 234-- Sizden ölenlerin geride bıraktığı kadınlar kendiliklerinden dört ay on gün beklerler. Bu müddeti bitirdiklerinde, onların kendileri için işledikleri maruf şeyden size günah yoktur. ELLAH işlediklerinizden hakkıyla haberdardır. 235-- Kadınları nikâhla isteyeceğinizi, tarız yoluyla bildirmenizden, yada böyle bir arzuyu gönlünüzde saklamanızdan dolayı size bir vebal yoktur. ELLAH bilmiştir ki, siz onları mutlak hatırlayacaksınız. Ama onlarla gizlice sözleşmeyin. Meşru bir sözle söylemeniz müstesna, iddet bitmeden nikâhı bağlamaya azmetmeyin. Ve bilin ki ELLAH gönüllerinizde olanı bilir. Artık ondan sakının. Ve yine bilin ki, ELLAH gafurdur, Halim'dir. 236-- Temas etmediğiniz yada bir mehir tayin etmediğiniz kadınları boşamışsanız, üstünüze vebal yoktur. Ama zengin olan halince darda olana, maruf bir faide ile faydalandırır. Bu ihsan edenler için bir borçtur. 237-- Şayet siz kendilerine temas etmeden önce, onları boşarda bir mehir tayin etmişseniz tayin ettiğiniz mehrin yarısı onlarındır. Meğer kendileri vaz geçmiş olalar. Hatta nikâh düğümü elinde olan bağışlamış ola... Bağışlamanız takvayadaha yakındır. Zira aranızda olan fazileti unutmayın. Şüphesiz yaptıklarınızı ELLAH hakkıyla görendir. 238-- Namazlara ve orta namaza devam edin. Ve ELLAH’ın huzurunda HUŞUU ile durun.  239-- Şayet korkarsanız yayan ve süvari olarak durun. Emin olduğunuz vakitte, size emirlerini nasıl gösterdi ise, sizde onu öylece zikredin. 240-- Sizden vefat edipte eşlerini geride bırakanlar, bir seneye kadar evlerinden çıkarılmayarak bir metaği vasiyet etmelidirler. Ama kendileri çıkarsalar, artık onların maruf üzere yapacaklarından siz mesul değilsiniz. ELLAH Hâkim ve Aziz'dir.  241-- Boşanan kadınlar için maruf şekilde bir metağ vardır. Bu muttakiler için bir vecibedir. 242-- İşte ELLAH aklınız ersin diye ayetlerini bu şekilde Beyân ediyor. Ona Hamd olsun...

M E R A M I:

Halim ve Gafur olan ELLAH, nikâh ile helalleşen, helali hakkında, nikâhı zedeleme yönünden de olsa dil sürçmesi de olsa söz söylenmemesini ders vermektedir. Ama beşer hali olarak helali ile yatmamaya bir söz sadır olursa, yani yemine benzer bir kast olup da badehu pişmanlık duyan için dört ay helalinden uzak durmak vardır. Badehu hanımına dönen için sevap vardır. Çünkü ELLAH sulhu temin edeni, sulhu sevdiği için sever.

Dört ay bekledikten sonra ayrılmak sözünün ısrarlısı olan erkek, neden ayrılmak istediğinin nedenlerini ibraz ettiği takdirde, ELLAH’ın hükümleri ile hükmeden hâkimin hükmü ile ayrılmalarında bir vebal yoktur.

Boşanan bu kadın mümin olduğu için, kendiliğinden ELLAH’ın emri olan, üç haiz müddeti bekler. Çünkü rahminde ELLAH’ın yarattığını gizlemesi ve nesebini karıştırması helal olmaz. Hem bekleme de olan kadını eski kocası almada herkesten önce layıktır. Evet, kadından bir dereceye dek üstün olan erkek, boşamaktan vaz geçmiş ise hanımını tekrar alabilir. Buna kimse mani olamaz. Ama kadını ne evli ne bekâr şeklinde alırsa büyük günaha girer. Çünkü kadının da erkeği üzerine hakkı vardır.

Öyleyse hem erkek hem kadın ELLAH’ın Teşriisine uyup Halife’i Resule itaat etsinler. Şayet mümin iseler tabi. Çünkü burada ELLAH’ın kesin hükümleri Beyân ediliyor. Şöyle ki: Talâk ikidir. Üçüncüsü ise onu mutlaka salıvermektir. Salıverilen kadına evvelce verilenlerin tamamı verilir. Ama ayrılmaya ısrar eden kadının kendisi ise, bu takdirde kadının fidye vermesi bir vecibedir. İşte bu hükümler imanı, imamı ve bi’atı olan müminlerin üzerine ELLAH’ın koyduğu hudutlarıdır. Kim ELLAH’ın hudutlarını ılga ederse, aşarsa ve ılga edip aşanlara birrıza teslim olup, idare ederse ve idare edilirse işte bunlar zalimlerdir. Bu zalimlerin en hası da şunlardır: ELLAH’ın hudutlarını çiğneyip geçenlerin ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Mürid ve Talebe olarak milleti peşlerine takıp cennete götürenlerdir.

Evet, talâk ikidir üçüncü talâk ile salıverilen kadını, salıveren tekrar almak istediği takdirde, salıverilen kadın başka bir erkeğe varıp boşanırsa, eski kocası onu tekrar alabilir ama bu izdivaç zinhar sözlü olmayacaktır. Evet, bunlar ELLAH’ın hudutlarıdır. Bu hudutlar imanı, imamı ve bi’atı olan Müminlere ders olup islam düzenini koruyan hudutlardır. Öyleyse islam ve Halife’i Resul olmayan toplumlarda talâk ne birdir, ne ikidir, ne üç tür. Sadece bir hiçtir. Talakın hiç oluşu, nikâhı da beraberinde alıp yok eder.

Evet, vaki olan birinci, ikinci talağın bekleme zamanı dolunca, kadın salıverilmeyip erkeği onu tekrar alabilir. Hem sulh ve af yolunu tutup onu tekrar almak hem evla hem de büyük sevaptır. Ama onun maddi ve manevi bütün haklarını vermek şartıyla sevaptır. Evde esir olacaksa salıvermek sevaptır. Şayet erkek üstünlüğünü bahane kullanarak kadını evde esir gibi bırakırsa, ELLAH’ın ayetlerini oyuncak yerine koymuş olur.

Evet, ELLAH imanı, imamı, bi’atı olan mü'minlerine böyle açık, anlaşılır olarak bu ayetlerini göndermiştir. Hüküm vermede, yol göstermede ELLAH'tan daha güzeli, daha âlimi olur mu? Ama bu hükümler bugün müminlerin üzerine hükümran değillerdir. Öyleyse bu hükümler ki, ELLAH’a ve âhiret gününe İmân edenlere gelmiştir, demek günümüz müminleri, mümin isimli ve resimli olmaktan öte mümin değillerdir. Öyleyse anneler çocuklarını bildiği kadar emzirsin, yada hiç emzirmesin ki, çocuklar büyümesin zira müşrik ebeveynden muvahhid ve mümin çocuk doğmaz.

Ama imanı, imamı ve bi’atı olan anne çocuğunu iki tam yıl emzirir. Bu emzirebilenler içindir. Emziren annenin bütün ihtiyacı babaya aittir. Ama gücü nispetinde aittir. Çocuğa vasi olana da düşen, bu hükümler gibidir. Öyleyse anlaşarak çocuk sütten de kesilebilir. Sütana'da tutulabilir. Ancak ücretini güzelce ödemek lazımdır. Evet, bütün bu emirlerin yerine gelebilmesi için bir şart lâzım o da: ELLAH'tan korkma şartıdır. Onun bizi gördüğünü İmân gözü ile görme şartıdır.

Çünkü her şeyin başı Mehafetullah'tır. Öyleyse muttaki mümin kadınların kocaları öldüğünde, dört ay on gün beklesinler. Bu iddet'in sonuna vardıklarında maruf şekilde ettiklerinden islami amirlerin üzerine vebal yoktur. Ancak Marufun dışına çıkılarak yaptıklarından ilgililer yani Halife’i Resul sorumludur.

İddet'i sona eren kadının hayali, erkeklerce hatırlanması o kadınlar için ELLAH'tan bir mevhibedir. Çünkü ekime hazırlanmış bir tarlanın muattal kalması fıtrata aykırıdır. Bunun için ELLAH onları hatırlatmasıyla zimmen meşru yoldan onlarla nikâhlanmayı emretmektedir. Böylece gizli buluşma olan zinayı kaldırmaktadır. Çünkü bu dullar için resmilerce resmi nikâh olmasa gayrı resmi buluşmalar illa zuhur eder. Bu da toplumu helak etmeye yeter. Ama bu hükümler imanı, imamı, bi’atı olan toplumlara aittir.

Maruf üzere sözleşilip, kendisiyle halvet olunmadan ayrılık icap ederse, hakkıdır diye ona mehir'den bir şey verilmez. Ne var ki, sözünden erkek caymışsa, ona halince bir şey vermesi cayılan söze karşılık keffaret olur. Ama bu hususta zorlama ve zorlanma yoktur.

Yine maruf üzere anlaşıp mehri tespit edilen kadına daha dokunmadan, sözleşmenin fes edilmesi icap ederse, bu takdirde tayin edilen mehrin yarısı kadına verilir. Mehrin yarısını hak eden kadın bu hakkından vaz geçerse, erkek borcundan kurtulmuş olur. Ama bunlar Halife’i Resulün tahtı Riyaseti altında olan muamelelerdir. Öyleyse Halifetullah idarenin başında olmazsa nikâh, talâk, kısas, miras hükümleri işlerlik kazanmaz. Velev ki işlerlik kazansa bile ELLAH’a itaat ve ubûdiyyet olmaz. Çünkü Halife’i Resulün makamında olma şartı her şartın evvelidir. Ki, üç gün bi’atsız kalıpta ölen kişi cahiliye üzere ölüyor. Ve böyle olup ölenlerin imanı, ameli vusta olmuyor. Çünkü İmân ve amellerin aşırılıktan korunup vusta olabilmesi için...

Halife’i Resulün emrinde bi’atlı bir cemaatin olması farzı ekber'dir. İşte bunların İmân ve amelleri salâtı vustadır. Bu cemaat olmadan ELLAH’ı tevhid etmek muhaldir. Öyleyse: --Hafiizü-- muhafaza edilecek bir şey varsa, Hilafet, bi’at ve cemaatidir. Çünkü bu cemaatin varlığı imanın ve namazın muhafazasıdır. Bu cemaatin şemsiyesi altına işlenenler ELLAH’a dua ve ELLAH’ı kunuttur. İmdi ELLAH’ı tevhid makamı olan, salâtı vusta makamına tağut oturup, müminlerce muhafaza edilirse, bu takdirde orta namazı, namazların içine aramak ve işte buldum demek normaldir. Oysa gayrı islami hüküm ve düzenlerin altına şu namaz orta namazdır demek Risâlet düzeninden inhiraf ile istifa etmek demektir.

Yukarıda salâtı vusta hakkında verilen meramın delili şudur: Talâk ve nikâhı Beyân eden âyetlerin içinden, hedefi aydınlatan mermi misali hedefi aydınlatmaktadır. Şöyle ki: ELLAH’ın hükümleriyle hükmetmezseniz ve bu zalimlere itaat edip ruhsatı ile ELLAH’a Ubûdiyyete yönelirseniz, namazınız orta namaz olmaz. Yani hem dünya'yı hem âhiretinizi teminat altına, idaresi altına alan bir namaz olmaz. Da, dünya'yı tağutun hükmüne bırakıp âhiret'e yöneldiğinizi zannedersiniz. Yani imanınızı ve namazınızı kendiniz    --Laiklik-- kuralına bağlamış olursunuz. Oysa ELLAH’ın hükümleriyle hükmetmemek suretiyle âhiret'e yönelmeniz ELLAH’ın dininin temeli olan İmân değildir. Çünkü bu imanda Ulûhiyyetimi, Rububiyyetimi, Hafızıyetimi ve Razıkıyetimi tevhid etmek yoktur. Olmayınca bana sıfatlarım yoluyla eş bulmuş oluyorsunuz. Ki, içinde şirk olan hiçbir şeyi kabul etmem. Çünkü ben şirkten maada günahları bağışlarım.

Evet, ELLAH şirki bağışlamadığı için, sefer dönüşü Resulullah ELLAH’ı şöyle zikrediyordu: Makamı Hilafet'e oturup ELLAH’ın hükümleriyle Müslim ve gayrı müslimlerin arasını sulh ediyordu. Vefat eden erkeğin geride bıraktığı eşleri, zevcin vefatından bir yıla kadar, evlerinde durmak için, durmak isteyenlere müsaade ediyordu. Ve maruf şekilde gidenlere vebal yoktur diyordu. Böylece ELLAH'tan başka İlâh edinmiyordu ve hikmeti olan hükümlerden gayrı hükümlerle hükmetmiyordu. İşte Resulullah, ELLAH’ı bu ve böylesi zikirlerle zikrederek salâtı vusta ya devam edip muhafaza ediyordu. İşte bu muamelenin adı, kunut yani tevhid’dir. müminlerin uyması farz olan imamı Resul işte budur. Ve bunun Halifesidir. Ki, ELLAH bu yolla tevhid edilir.

Bu yolla tevhid edilmeyen ELLAH, başka yolla tevhid edilmesi söz konusu olamaz, ancak teksir edilmesi söz konusu olur ve teksir edilir.

ELLAH tevhid edilmeyip teksir edildiği yerde, teksir eden kalpte durmaz. Çünkü amel imandan, İmân muamelattan, muamelat şeriatullah'tan ve mütevatır olan fiili sünnetten ayrılmaz. Ki, ayetlerini böyle açıklıyor ELLAH (c.c). Ona Hamd olsun.

V E  İ Z A H I:

İzahımızı iki yüz yirmi altıncı âyetin gölgesi altında başlarken deriz: ELLAH’ın ahkamına göre bu böyledir. Beşeri ahkamlara göre ne olduğu bilinmez. Zira yahudi ve nasaraların ahkâmlarında yemin, iddet, hayız, nikâh, talâk, mehir, kısas, miras fasılları yoktur. Çünkü onlar mahlûkların icadı. Mahlûk demek hududu, yolu, yeri belli olan demektir. Ve belli hudutların içinde halk olunmuş demektir. Halk olunmakla hayat bulan mahlûkların müşterek sıfatları vardır: Heyevanlar. Eh hayvanlardan biri hem cinsinin yada gayrı cinslerin hukukunu tanzim edemeyeceği açıktır. Hem hayvan demek: Maddeden, şehvetten, zevkten, hırs ve tamahtan gayrı bir şey bilmeyen demektir. Asıl itibarı ile hayvan maddeden de anlamaz. Sadece şehvet, hırs, zevk ve tamah uğruna kendini helak ve rezil eder o kadar. Yani gördüğü yeşil otu alayım derken kendini zirveden atar. Terkibi böyle olan insan, zina, nikâh, talâk, kısas, miras hakkında verdiği kararlar, doğru oldu, doğru olur değilir mi? Çünkü ayrılmaya karar veren eşin arasına kırılan potları söylenen, kahredici sözleri bilmez çünkü onları görmez, sözlerini işitmez. Ama ELLAH: Ben sizin her şeyinizi görüyorum, her sözünüzü işitiyorum, hatta kalbinizden geçenleri ve geçecek olanları biliyorum haberini bizlere haber vermektedir. Ki, artık emrime, Teşriime uyun zira benim Teşriim mutlaka doğrudur demektedir.

İmdi ey hukuku beşerin hami ve hadimleri! Ve ey despotları! Siz kullarınızı görüp kalplerinden geçenleri bilip sözlerini işitiyor musunuz?  Madem görmüyor ve işitmiyorsunuz onların hukukunu nasıl tanzim ediyorsunuz? Demek siz sahtekârsınız ve siz zalimsiniz. Siz mahlûk olmanıza rağmen Hâlık olmaya, Merzûk olmanıza rağmen Razık olmaya, mahfuz olmanıza rağmen muhafaza etmeye böylece İlâh, Rab olmaya yönelmişsiniz. İşte böylece tuğyan eden tağut oldunuz. Ve bu zalim tağutun mahkemesinde hak, adalet arayan müşrikler oldunuz. Ama ELLAH mutlak Aziz olan Hakim'dir. ELLAH'tan gayrı Aziz, Hâkim, Semii, Âlim, Gafur, Rahîm, Rahman, İlâh, Rab, Razık ve Hafız yoktur. Öyleyse onun hükmü ile hükmedenler onun Halifesi olur. Onun hükmü ile hükmetmeyenlerde şeytan'ın, yahudi ve nasaraların halifesi ve kulu olur.

İşte bu zalimler, boşanan kadına: Sen üç hayız müddeti bekleyeceksin diyemez ve demez. Çünkü söylediğinin takipçisi olamaz. Ama ELLAH: Bekleyeceksin! Yaptığını benden gizleyemezsin ha! Diyor. Eğer dediğimi yapmazsan seni cehennem de yakarım diyor. Böylece cennet aşkı ve cehennem korkusu ile kullarını terbiye ediyor ELLAH. Öyleyse bu zalimler, kimin adına, ne maksat ile kimlere hükmediyorlar? Eyvah Risâlet düzeninin dışına kalan insanlara yazık oldu. Eyvah yazık oldu ELLAH'ın hükmü ile hükmetmeyenlere ve böylesi hükümleri birrıza kabul edenlere yazık oldu. Çünkü bunlar dalaletin içinde olup zalim emirlerin emrindeler. Böylece dağların kaldıramayacağı yükün altına girdi ve ezildi insan. Şöyle ki: Kadını, kızı,   genci, ihtiyarı, fakiri, zengini,   akıllısı, delisi, hastası ve sıhhatlisi başına bela oldu. Başına bela olan bu sapıtmış tebaadan intikam almak üzere, hükümetlerde bu tebaanın başına her gün bir kanun yapmakla bela oldu. Böylece anarşi ve terör düzen oldu. Ama iyi oldu. Zira islam Kâinatın nizamıdır ve Resulullah da imamıdır. Bunlara uymayan belasını elbette bulacaktır ve bulmuştur. Çünkü islam nizamı, insanın kendisidir. Öyle ise insan kanı, insana enjekte edilsin, yoksa domuzların kanı insan için daha mı uygundur? Oysa gayrı mahluku kanlar insanları öldürür, delirtir ve canavarlaştırır. İşte tüm bunların vebali, ELLAH’ın hükümleri ile hükmetmeyen zalime ve kullarına aittir. Zira kim ELLAH’ın hükümleri ile hükmetmez ise ve yozlaştırırsa ve ılga ederse, o ve ona tabi olanlar, ELLAH’ın hududunu yıkmış olur. Ve yerine başka bir hududu, bir başka ilâhın adına dikmiş olarak ELLAH’a sanki şöyle demişlerden olur: Sen göklerin Rabbi isen, bende yerin ve elimin altında olanların Rabbiyim. ELLAH’a böyle diyen zalim, idaresi altında olanlara da şöyle demiş olur: İşte benim düzenim ve hükümlerim bunlardır. Ki, bunlar ELLAH’ın hükümlerinden çok daha iyi ve adildirler. Çünkü bizim hükümlerimizde, boşanan kadın için üç hayız bekleme gibi bir zorluk yoktur. Ve nikâhta da, mehir yoktur. Böylece talakta da, borç altına girmek yoktur. Öyleyse iğfal etmeye yol açıktır. Kandırın alın, doyun ve salıverin. İşte hükümlerimiz bunlardır. Bunlar fena mı?

Hem islam tutucudur. Hürriyetleri yok edicidir. Ama laik düzenimizde hürsünüz. Baksanıza çıplaksınız. Dişi olmanıza rağmen erkekleri sollamışsınız. Ey tabilerim! Biz de işret, kumar, zina ve faiz serbesttir. Ve yalan, hırsızlık, adam öldürmek de becerenler için geçerli bir sanattır. Ama beceremeyenler için bunlar yasaktır. Kim yasağımıza uymaz ise o cezalandırılır. İmdi ey tabilerim! Bu geniş hürriyete sahip olabilmeniz için, sizden tek isteğimiz şudur: İslamın Şeriatına, Halifesine karşı olacaksınız. Çünkü biz bin bir güçlüklerle devrim yapmışız, devrimimizi koruyacaksınız. Devrimi koruduktan sonra artık hürsünüz. Hem öyle hürsünüz ki: --Kahrolsun şeriat-- diye bağırabilirsiniz. Ama devrimimizi korumazsanız, bu hürriyetimizden müstefid olamazsınız. Aksine sizi kurulu laik düzenimize isyan suçundan yakalayıp var olan cezayı infaz ederiz haa! Derler. Hem sizler düzen ve hükümlerimize niye isyan edeceksiniz? Sizler müslüman değilmisiniz? Müslüman'ın Amentüsünde Kurulu düzene karşı isyan etmek var mı? Madem yoktur imanınızdan olmayın.

Evet, ELLAH’ın hudutlarını çiğneyip geçen bir millet, ELLAH’ın Teşrii hikmetini anlamaz. Anlamayınca anlatamaz. Çünkü ELLAH bu emirlerini öncelikle, infaz etmeye yetkili olan Halifesine okumaktadır. Zira bu hükümler, islam düzeninin anayasasıdır. Öyleyse bunlar infaz olunmaları için okunurlar. Zira anayasaları herkes, her gün onlarca okusa, okunmuş olmazlar. Ama infaz gücüne sahip olan onu bir kez okusa, bütün dünya onu okumuş olur. Bunun için ELLAH bu hükümlerini, İmân eden, hicret eden ve hicretin gereği olan Halife’i Resule bi’at verip itaat eden bir topluluğa Beyân etmektedir. Ki, bunlarla hükmetsinler diye. Öyleyse islam düzeninin dışına çıkanların içinde İmân ismini taşıyanları bu hükümler bağlamaz. Çünkü İlahları ELLAH değildir. Çünkü laik düzenler ELLAH’ın Ulûhiyyetini kabul etmemişlerdir. Ve bu nedenle Teşriisini ve Halifesini vurup kovmuşlardır.

Böylece ELLAH’ın ayetlerini oyuncak yerine koyup çocukların eline bırakmışlardır. Şayet bırakmış olmasalardı kadın, babasının ve kocasının evinden gayrı yerlerde tutulur muydu? Çünkü kadını, baba ve kocasının evinden gayrı yerlerde tutmak zülümdür. Çünkü bu yerlerde tutulan kadın ne evli ne bekâr durumuna düşmüş olur. İmdi yolda, parkta, fabrikada ve dairelerde ne evli, ne bekâr olarak ne evi, ne evi olmayarak, ne kocası, ne kocası değil şeklinde, kadını istihdam etmek lezülmün azim dir.

İşte beşeri düzenler bu zulmü işlemekle zalimdirler. Hâkim ve hadimleri tağut'tur. Ki, bu zalimler ELLAH’ın ayetlerini oyuncak edip nimetleri ELLAH'tan bilmeyenlerdirler. Kur'ân'ı ve onda olan hikmeti düşünmeyendirler.

İmdi izahına çalıştığımız İddet, Talâk, Nikâh, Hayız, emzirme hususunda, bidayeti islamdan, nihayeti islama kadar fakihler çok kitablar yazmışlardır. Ama içinde olduğumuz düzende o kitablara muhtaç olan bir mercii yoktur. Öyleyse ELLAH o kitablara bu ümmeti muhtaç eder duası ile bizler bu âyetlerin izahı namına, o kitablara müracaat etmenin, müminlerin üzerine bir farz olduğunun üzerinde durmaktayız. Başından buraya dek ve inşâ ELLAH sonuna dek:          --ELLAH bilir siz bilmezsiniz-- cümleyi hatimesinin üzerinde dolaşıyoruz. Ve bu cümlenin üzerinde ELLAH’ın izniyle durup, dolaşacağız. Böylece ELLAH’ın ilmine ve bildirmiş olduklarına sarılmayanlardan, müminleri, imanı kurtarmaya çalışacağız, inşâ ELLAH. Öyleyse ELLAH’ı Hâkim, Âlim bilen inanan her mümin, onun hükmünden ve ilminden uzaklaşmaz. Uzaklaşmayınca onun uyun dediğinden imtina etmez. Böylece sapanları, saptıranları tanıyıp onlardan iğraz eder. Ve iğraz eden Müminler bir araya gelip yeniden ELLAH’ın hükümlerinin etrafında imamlı ve bi’atlı bir cemaat olarak vahdet olur.

Çünkü hüküm verip, hükümran olmak, ol zatı alaya mahsustur ki: İstediği an ve zamanda, istediği nefsi, istediği işte, istediği şekilde canlı yada cansız istihdam etme hak, kudret ve salahiyetine sahip olmasına rağmen, icbar etmeyip emirleri hususunda insanları muhayyer bırakmış olup: İsterseniz bu emirlerimi kabul edip infaz edersiniz ve kabul etmediğinizde infaz etmemede serbestsiniz diyen zatı Kibriya'ya, hüküm vermek ve hükümran olmak mahsustur. Ve yine ol zatı alaya mahsustur ki, insanlara tanıdığı hürriyetin ve iradenin sonuna gelindiğinde asi, muti ne varsa huzuruna çıkmaya mahkûm etmiştir. İşte hüküm verip hükümran olmak bu zatı Kibriya'ya mahsustur. Bu nedenle buyurmuş: Ey Resulüm! Bırak onları yesinler, eğlensinler. Zira onlar döne dolaşa bize geleceklerdir. İşte hüküm ve hâkimiyet, böyle diyenin ve dediği gibi yapanın şanındandır.

Öyleyse kocası ölen kadınların iddetleri sonunda tekrar evlenmelerine onun tavsiyesi vardır. Çünkü kocası ölen kadınların kalbinde, eş hususunda gizli bir istek ve onları tanıyan erkeklerinde, kalplerinde gizli bir istemek olduğunu ELLAH bildiği için, ELLAH bu isteklere maruf yoldan hak ve hürriyet veriyor. ELLAH’ın vermiş olduğu bu hakkı kullanarak, kocası ölen kadınların sıhhati müsaitse yaşlarına bakılmadan tekrar nikâhlanmaları kınanamaz. Aksine tebrik edilir. Çünkü ELLAH’ın emrine uymuşlardır.

Çünkü kocası ölüp de, bağımsız ve bağlantısız kalan dulların heyulası, civar erkeklerin zihninde döner dolaşır. Civar erkeklerce o dulların böyle hatırlanması, o dullar için ilahi bir mevhibedir. Çünkü bu hatırlama onları nikâhlamaya bir vesiledir. Bunun için onları hatırlamak vebali intaç etmiyor. Vebal odur ki, iddet dolmadan, iddet dolsa bile kimse bilmeden şahitsiz, mehir siz ilişki kurmak, gizli dost ve metres edinmek cemiyeti kökten yıkan bir vebaldir. Öyleyse tağutun yönetimi altına kalan mümin ve Mümineler ELLAH’ın bu emirlerinin direk yada dolaylı olarak muhatabı olmadan İmân ile küfrün girdabına kısılıp kalmışlardır. Çünkü Risâlet nikâhını akdetme hakkına sahip olmayanların akdettikleri nikâhlar, mümin ve mümine'leri şahitsiz ve mehirsiz olan metres seviyesine itmektedir. Biz bu müminleri mevzuumuzun dışında bırakıyoruz. Çünkü bunların tağuti düzenlerde, vazife ve sorumlulukları başkadır.

Bu başkalığı anlayabilmemiz için, gayrı islami düzenin durumunu bilmemiz lazımdır. Şöyle ki: Gayrı islami laik düzende teaddüdü zevcin kapısı kapalı olduğundan metres, dost, arkadaş yolu ile zinanın kapısı ardına kadar açılmıştır. Böylece çukurlar düşüklerle dolmuştur. Ne var ki, kürtaj ve kaput ile zina örtülmeye çalışılmıştır. Ama aile yuvaları dağılmıştır. Çünkü kadınlar erkek, erkekler kadın olmuştur. Lâkin olamamışlar. Derken ahlak, iffet, edep ve hayâ tamam yok olmuştur. Böylece toplum kıvama gelen bir hayvan sürüsü halini almıştır. Da, bu hale gelen insanlara: Ayıptır, günahtır demek ayıp olmuştur. Günah olmuştur. İşte bütün bu haller mümin olup da imanının derdine düşenlere şu sinyali vermektedir: Kitabullah'a, imana ve islama, Mekke’de ilk başlanıldığı gibi başlayarak dönmek.

Evet, verilen tehlike sinyallerinden bu dersi alıp islama dönenler ancak, kadının kendine has olan yaradılışını ve faziletini anlar. Haliyle kadınlarda erkeğin değerini anlar. Böylece birbirlerinin haklarını hiçe sayıp ihlal etmezler. Çünkü ELLAH'ın kendilerini gördüğünü bilirler. Böylece imanlarını ve namazlarını: --Ve kuumu lillahi kanitin-- yolundan muhafaza ederler. Muhafaza etmek için ELLAH’ın hükümleriyle hükmederler ve hükmedenlere itaat ederler. Böyle etmedikleri takdirde vasat ümmet olma şerefini yitireceklerini ve orta namazı ebediyen bulamayacaklarını bilirler. Bilmeleri için ELLAH şöyle sesleniyor:

Ey cemaati islam! Namazlarınızı muhafaza edin. Bilhassa özellikle orta namazı muhafaza edin. Ve orta namaza devam edin. Ki, ELLAH’ı tevhid, kunut edebilesiniz. ELLAH’ı tevhid edebilmeniz için, ELLAH’ın beynel İmân hükme bağladığı hükümlerin dışına zinhar çıkmayın ve dışarı çıkanlara uyup itaat etmeyin. Onlardan ruhsat alarak bana zinhar Ubûdiyyet etmeye yönelmeyin. Şayet namaz kıldığınız halde böyle ederseniz namazınızı ve namazın himayesinde olan imanınızı muhafaza edemezsiniz. Çünkü imanı muhafaza eden orta namazdır. Orta namaz, tağutun ruhsatı ile eda olunan namaz değildir. Orta namaz, islamın emir makamında olmasıdır. Ve islamı, emir makamına getirmek için kılınan namazdır. Öyleyse orta namaz, tağutun izni ile eda edilen namaz değildir.

Evet, Rabbimiz ELLAH --HAFİİZUU-- muhafaza edin emri cemili ile cemaati islamına şöyle seslenmiş oluyor: Ey cemaati islam! Ayık olun! Sıkı durun! Gaflete dalmayın! Ki, üzerinize okunan emirlerimi koruyabilesiniz. Emirlerimi koruyabilmeniz için, hükümlerimi infaz edin. Çünkü dünya ve âhiret'in selameti, hükümlerimi icra ve infaz ile atbaşıdır.

Öyleyse Rabbinizden size gelen bu hükümleri, maneviyat ile yorumlayıp da, ruhban olup kalmayın. Nitekim yahudi ve nasaralar hükümlerimi sihirli değnek gibi anladılar ve anlattılar. Da, orta namazı hiç bulamadılar. Çünkü orta namaz hükümlerimi infaz etmek için Risâletin emrinde olmak idi. Oysa onlar Resullerimi katlettiler.

Siz ise onlar gibi olup da Hilafet'i ve Teşriimi kaldırmayın. Zira hayat denilen hayat, iki dünya'yı birleştirmekle kazanılır. Bu da ancak tağutilerden teberri etmekle olur. Zira --ve kumuu lillahi kanitin-- cihat için hicret etmeye amirdir. Şöyle ki: --Ve kumuu lillahi-- ELLAH için kıyam edin, ayağa kalkın. Ama ELLAH’ı kunut edici olarak ve kunut etmek için ayağa kalkın. Resulullah'a ve Halifesine uyarak ELLAH’ı vitr edin. Vitr etmek için daima her şeyinizle kaim olun.

Bu izahımızın doğru oluşunun ikinci delili şudur: --Ve in Hiftum-- Şayet, korkarsanız yayan ve süvariler olarak durun şeklinde varid olan bu âyet, salâtı vusta’ı Beyândır. Çünkü namazı muhafaza, Halife’i Resulü muhafaza ile mümkündür. Ki, ELLAH korkarsanız kaçın demiyor da, Halife’i Resulü muhafaza için mutlaka çarelere başvurun; Böylece yayan olarak başvurun, süvariler olarak başvurun. Da, illa ve illa Halife’i Resulümü muhafaza edin. Ki, vasat olan sizlerin namazı da vusta olsun.

Evet, bilelim ki, vasat demek terazinin iki kefesinin ortasında doğruyu gösteren dil demektir. Yani hâkim demektir. Öyle ise gayrı islami şemsiyenin altında olarak ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanlar salâtı vustayı hiçbir zaman bulamayacaklardır. Öyle ise imanlarını kaybedecekler ve kaybetmişlerdir. Ne var ki, tağutun ruhsatı ile ELLAH’a Ubûdiyyete yöneldiğine inanalar bu izahları anlamaz. Çünkü basiretleri dumura uğramıştır.

Ama kendilerine güvenleri pek büyüktür. Şöyle ki: Ebu Cahilin emri altına birrıza itaat ehli oldukları halde, Muhammed Mustafa’nın, tağuti düzene zarar vermeyen emir ve sünnetini, yine tağutun ruhsatı ve kontrolü altında icra edenler ve kendilerini örnek alıp icra edenlere Cenneti vaad ederler. Ama elbette ki, verdikleri cennet, ELLAH’ın cenneti değildir ve olamaz da. Ama şeytan'ın cennetini şüphesiz verirler. Zaten bundan olacak ki, orta namazı fazlaca aramaya yönelmişler. İslam hükümet olduğu bir zamanda orta namazı aramak yerinde olur. Ama islamın yerine isyan devlet olursa, Evet, bu ortamda orta namazı aramak beş vakit namazı yitirmek olur.

Nitekim ordu sefere çıktığın da, ilk önce konaklayacağı yeri düşünür ve bulur. Bulduğu yere konakladıktan sonradır ki, hemen karargâhı kumandan tespit ile çadır kurulur. Kurulan bu çadır ordunun bir ucunda da olsa orta yerde kurulmuş demektir. Evet, karargâh ordunun neresinde olursa olsun, velev ki, bir günlük, bir aylık uzakta olsun vusta olma vasfını kaybetmez. Öyle ise hususen orta namaza devam edinden murad, halife’i resulün emriyle, emri altında olarak, peşinde cemaat namazına devam edin ki, Rabbinizi tevhid edebilmiş olasınız demektir. Bu tavsiyeye göre, orta namaz, Halife’i Resule bi’at kuralı ile itaat etmektir.

Özellikle devamı istenen bu orta namaza yaya katılmak için bir korku olursa, bineği olanlar katılsın ve bineği olanlar için de bir korku zahir olursa, bu takdir de: --Feiza emintüm-- Emin olunduğu zaman iştirak olunur. Ama oldu ki, orta namaz olan cemaat namazına katılmak için, varid olan tehlike zail olmadı, bu takdirde ELLAH, Resulü vasıtası ile sizi öğrettiği gibi, tağuttan, yahudi ve nasaralardan uzak durarak ELLAH’ı zikredin, Namazınızı kılın demektir orta namaz. ELLAH mümin kullarına verdiği bu ders, izzetin, ELLAH’a, Resulüne ve Müminlere ait olduğu ve olması içindir gayrilerinde zilleti içindir.

Risâlet mektebinde verilen dersler böyle iken, tağutun hâkimiyeti altına, memurunun peşinde namaza kaim olup ELLAH’ı kunut ediyoruz diyenlerin, bilenlerin yüzüne atılan tükürüğe dahi yazık olur. Çünkü bu hal, ELLAH'tan, Resulünden ve müminlerden izzeti alıp, yahudi ve nasaralara ve valisi olan tağuta tevdi etmektir. Çünkü ELLAH orta namaza devamı emrederken, bizler bi namaz olanların emrinde kuyrukları durumundayız. ELLAH bizlere huşu ile namaz kılmayı emrederken, bizler tağutun emrine yemin verip sinenin peşinde ihlâs aramaktayız. Ne var ki, içine düşülen bu vahim hali anlamak, anlatmak cidden pek zordur. Çünkü ortada fiilen yapılan, görünen bir amel vardır, o da namazdır, hac'dır ki, bunlar İmân'dır. Bunlar zahir olduğu için içine düşülen vahim hali anlayamıyoruz.

Oysa bu gün yeryüzünde Halife’i Resul yoktur. Olmayınca, İmân, islam, cemaat, Cum'a, cihad ve hac olmaz olduğunu da bilen yoktur. Bu bilgisizlik içinde yapılanlar elbette ki, ELLAH için olmuyorlar. Ancak tağutu zikir ve düzenine şükür oluyorlar. Böylece bu amelleri işleyenlerde âhiret'i değil dünya'yı dilemiş oluyorlar. Oysa İmân ve ibadetin manası ELLAH'tan gayrı hâkimleri ve hükümlerini tanımamak olup, âhiret'i dilemektir. Öyle ise âhiret için İmân edip amel işleyen müminin dünya ve âhiret'i için Risâlet makamından, yani Halife’i Resulden gayrı uyup itaat ettiği bir makam ve kişi olmamalıdır.

Bu nedenle ELLAH mümin kulları olan, cemaati islamını vasat yoldan maruf üzere sağa, sola sapmadan yürütmek için ayetlerini böyle çok anlamlı ve açık olarak Beyân ediyor. Ona Hamd olsun...

ELLAH’a Hamd ettikten sonra, hemen Müminler topluluğu olduğunu bilenler, ELLAH’ın bu açık olan ayetlerini hiçe alıp, yerlerini gayrı islami hükümlerle doldurmak ve onlara lebbeyk diyerek itaat etmek, memurlarından olmak ve ruhsatı ile islam, İmân namına Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olmak ve artık tatmin olup ELLAH’ın dini olan islam namına tamam deyip huzur bulmak, aklın ermeyişine ve ELLAH’ın Risâlet yolu ile gönderdiği dinin, islamın, imanın ve tevhidin bilinmeyişine açık bir kanıttır. Ve aklın ermeyişine delildir. Çünkü bütün bunlar tevhid namına şirk'tirler. İşte bu müşrikler onlarca, binlerce de olsalar dünya muhabbeti nedeni ile ölümü sevmezler. Böylece ölümden kaçmak isterler. Okuyalım:

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَهُمْ اُلُوفٌ حَذَرَ الْمَوْتِ فَقَالَ لَهُمُ اللّهُ مُوتُوا ثُمَّ اَحْيَاهُمْ اِنَّ اللّهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ (243) وَقَاتِلُوا فى سَبيلِ اللّهِ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ سَميعٌ عَليمٌ (244) مَنْ ذَا الَّذى يُقْرِضُ اللّهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُ اَضْعَافًا كَثيرَةً وَاللّهُ يَقْبِضُ وَيَبْصُطُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (245)

M E A L İ:

243-- Binlerce oldukları halde ölüm korkusundan yurtlarından çıkanı görmedin mi? ELLAH onlara ölün dedi. Sonra onları diriltti. Şüphesiz ELLAH insanlara karşı fazl sahibidir. Ama insanların çoğu şükretmezler. 244-- ELLAH yolunda savaşın. Ve bilin ki ELLAH Semii'dir, Alim'dir.  245--  Kimdir o ki, ELLAH’a karşı güzel bir ikraz da bulunur da, ELLAH onu kat kat arttırmaz? Ve ELLAH daraltır, genişletir. Siz sadece ona döndürüleceksiniz.

M E R A M I:

ELLAH’a Hamd, Resulüne selamdan sonra --ELEMTERE-- Niye görmüyorsunuz? Suali ile görmemizi, dinlememizi emreden Rabbimizin ayetini görelim: Salâtı vustayı muhafaza eden bir cemaat iken, badehu muhafaza edemediklerinden dolayı ölüm korkusu kalplerine yerleşti. Öyle ki, kendilerini dahi savunamaz bir hale düştükleri için, aman ölmeyelim diye evlerini dahi terk ettiler. Fakat ölümden kaçamadılar. Kaçmak için gittikleri yerde ELLAH’ın emri ile hep öldüler. Ama tekrar ELLAH’ın emri ile dirildiler. Biz bu ayete meram olarak diyeceğim şu dur: Bütün ümmetlere gelen ELLAH’ın kitabları tahrifen hükümsüz hale geldikleri için, ELLAH bütün kitablarına havi olan bu Kur'ân'ı ve bütün Resullerini temsilen Muhammed Mustafa’yı gönderdi. Böylece ölüm korkusundan ölen insanlık tekrar dirildi.

Ama İmân edip dirilen Müminler, yahudi ve nasaralar gibi ölüm korkusuna kapılarak din'lerini terk ettiler. Böylece yahudi ve nasaralar öldüğü gibi bu ümmet de, öldü. Çünkü ELLAH’ı işitici ve bilici olduğuna güvenip de ona teslim olamadılar. Ve teslim olmadılar. Ki, Teşriisini ve Halifesini sürüp çıkardılar. Haliyle yahudi ve nasaralara ve valisi olan tağuta uydular.

İşte bu zalimlerin ELLAH hiçbir amellerini ve tasadduklarını güzeldir diye kabul etmez. Haliyle karşılık olarak da, maddi ve manevi hiçbir şey vermez. Ama salâtı vusta’ı muhafaza edenlerin yarım hurma olan infaklarını kat, kat ziyadesi ile geri öder.

V E  İ Z A H I:

Din'lerine düşman olanlara karşı, galip olacakları sayı ve kuvvete sahip olmalarına rağmen, yani binlerce olmalarına rağmen, sırf ölümden korkmalarından dolayı yurtlarını yani din'lerini terk edenler, esas da canlı ölüdürler. Ve esas da İmân etmemiş mümindirler. Ki, ELLAH akılları ersin ve imanı anlasınlar diye ayetlerini böyle açıklıyor bu Müminlere.

Öyleyse ELLAH’ın ayetlerini ve islam düzenini terk edenler, terk edip yahudi ve nasaralarla dost olanlar ve dost olan bu emirlere tabi olanlar, islamı ve sünnetini anlamadıklarından değil de, ELLAH’ın hüküm ve hükümranlığını dünya hayatında kabul etmediklerindendir. Bu nedenle ELLAH’ın açık olan bu ayetlerini yanlış tefsir ve tevil etmekteler. Hem bunu ölümden korktukları için yapmaktalar. Böylece yahudi ve nasaraların yurtlarına, kanunlarına hicret ettiler. Onların yurduna, hükümlerine hicret eden bu imansız Müminler, şimdi onların kölesi durumundalar. Öyle ki: Şimdi müsaade ettikleri kadar müsaade ettikleri zeminde ve müsaade ettikleri konuda cihad etmeye, emri maruf etmeye camilerde cennet ve cehennem isimleri üzerine vaaz etmeye razı oldular. Oldular ama ne ölümden kurtulabildiler ne de manevi ölüm olan zilletin perdesini yırtabildiler.

 Çünkü küfre, şirke rıza, ölümü ve zilleti yırtmaz aksine yırttığını diker. Öyle ise tefsirlerde bu âyetin hakkında Beyân edilen nüzul sebeplerini bırakalım da, yeni baştan Resulullah'ın başladığı yerden başlayalım. Yani yeniden: --LA İLAHE İLLELLAH MUHAMMED RESULULLAH-- Diyelim. Ve hemen Halifesini bulup bi’at edelim. Da, böylece bir islami cemaat olalım. Ki, İmân etmiş, hicret etmiş ve cihad etmiş olanlardan sayılalım. Böyle olup da imanını ELLAH’a ibraz edenler ölümden, açlıktan, hastalıktan korkmazlar. Çünkü böyle olan Eshabı Resul da, bu gibi şeylerden korkmamışlardı. Çünkü ölümün hak olup vaktinin ileri geri alınmaz olduğuna İmân edip, ELLAH’a, Resulüne teslim olmuşlardı. Ki, İmân ve gayesi budur.

Öyleyse içine düştüğümüz şirk ve küfür durumumuza istinaden, bu ayeti tevilen izah etmemize, günümüzün ilim erbabı ve cihad erleri müsaade ederler mi? Şöyle ki: Binlerce oldukları halde, ölüm korkusundan dolayı İmân etmiş oldukları Rablerinin emirlerini havi olan dinini, kitabını ve halifesini bitamamıha ılga edenlerin, kurmuş oldukları gayrı islami düzenlerin istikrarı ve istikbali için dermeyan ettikleri yola girerek ve hâkimiyetlerini kabul ederek, mevduatlarına ayak uydurup, ayak uydurmak için, putun huzuruna tam bir saygı vaziyetini takınarak sâdakât yemini vermek sureti ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanları gördün mü? Bunları görün! Zira bunlar sünneti Resule tamamen ters ve düşman olan bir sünnet ile Müminler olduklarını bilmekteler.

Ama binlerce olup inanmış oldukları halde bunlar, sırf ölüm korkusundan dolayı, Risâleti, Hilafet'i ve Şeriatı terk ettikleri için, ELLAH bunları kendilerinden binlerce az olanlara köle etti. Böylece bunları manen, ruhen ve kalben öldürdü. ELLAH'tan ümit kesilmez ama bunların tekrar dirilmeleri de beklenilmez. Çünkü bunlar kendilerini kemale ermiş eksiksiz mümin ve müslim bilmekteler. Kendini hasta bilmeyen ki, hekime gitmez, öyle ise bunların tekrar dirilmelerine de ihtiyaç olmaz.

Öyleyse biz ELLAH’ın fazlu keremine geçelim: ELLAH, inşâ ELLAH bu ümmeti diriltir de, tağutun ruhsatı ile kontrolü altında ELLAH’a kulluk olamayacağını, şirkten tevhide, küfürden imana dönülemeyeceğini anlar. Anlar da islam dini namına tağuta memur olmaz.  Ve memur olanların ardında, Cum'a, cenaze, bayram kılmayıp akdettikleri nikâhı ve fesh ettikleri talağı red ederler inşâ ELLAH. Red edip bir cemaat olarak, hem ELLAH’a, hem tağuta itaat edenlerin kestiklerini yememek esasından yola çıkarak islama dönmeyi nasip ve ilham eder inşâ ELLAH. Eğer ELLAH, bu ümmete imam, bi’at yolu ile tekrar dirilmeyi nasip etmezse, böyle İmân namına, yahudi ve nasaralar gibi imansız olarak ELLAH’a ulaşacaklardır. ELLAH’a İmân ile ulaşmalarına elbette ki cani gönülden ÂMİN deriz.

Lâkin koskoca bir --AMA-- Vardır ortada. Şöyle ki: ELLAH’ın rızasını celb ederiz niyeti ile teşkil olunan cemiyetler için, bu cemiyetlerin içine beş vakit namaz'da dâhil olmak üzere tağuttan ruhsat alınıyor. Badehu ruhsat verenler tel’in edilip lanetleniyorlar. Oysa lanetlenenler, cemiyet kurmak için, vaaz etmek için ve nutuk çekmen için sana izin vermezse, sen hakkı duyurup, tebliğ edip bir hayra ulaşamayacaksın? Öte yandan hayra ulaşman için, sana ruhsat vereni, izni ile yürütmüş olduğun faaliyetinde tel’in edip lanetleyeceksin. Zalim günahkâr olduğunu demek sureti ile hayrın tamamına sahip olduğunu demiş olacaksın? Acaba hakikat nokta’i nazarında, hak bumu dur? Ve ilim nokta’i nazarında ilim bu mudur? Hayra vesile olan, hayrı işlemiş gibi değil mi dir? Madem hayrı işlemiş gibidir niye lanetleniyorlar?

Şayet onlar ELLAH’ın lanetine uğramışsalar ki, uğramışlardır, öyleyse bunların müfredatları ile ELLAH’a gittiğinize, rızasına uygun işler yaptığınıza nasıl inanıyorsunuz? Madem inanıyorsunuz, demektir ki, işlemiş olduğunuz hayırlardan onlar da payını alacaktır. Çünkü hayra vesile olmuşlardır. Böylece hayrı işlemiş gibidirler. Örneğin: Baba olarak emrimde olan evladımı, komşumun hayırlı olan bir işine yardım için göndermem bana bir sevap getirmez mi? Ve işine yardım için, oğlumu gönderdiğim komşu, sadece oğluma teşekkür edip, bana düşman mı olur? Hayır, belki var olan düşmanlıklar dostluğa İnkılab eder. Çünkü iyiliğin karşılığı ancak iyiliktir. Bunun için oğlumun komşu da işlediği hayırsa, o hayırdan ELLAH bana da verir şer ise şer verir.

Verdiğimiz bu temsile biri çıkıp der: Sen ve oğlun hayra vesile olacaksınız. Çünkü siz müminsiniz. Vaazu nasihat etmek için ruhsatı alınanlar, mümin değiller ki, bunların kesp ettikleri sevaptan onlara isabet etsin? Zira önce İmân, sonra sevap diye itiraz eden olur. Zaten biz de böyle bir sual sorulsun diye konuyu habire irdelemekteyiz. Şöyle ki: İmân ve islamdan tamam uzak ve ELLAH’a, Resulüne, Halifesine, Teşriisine tamam düşman olan amirin emirleri ile emri altında olarak, hâkimiyetleri için dermeyan ettikleri kurallara sâdakât sözü vererek emri maruf, nehyi münker yapılamaz. Yapanlar, ELLAH’ın dini islamını o zalimlere peşkeş çekmiş olur. Çünkü onların koyduğu kurallar ve kurallarına muvâzi verdikleri ruhsatlar ki, Cum'a kılma, hac etme, miting ve sempozyum düzenleme ruhsatları parti, dernek, şirket, vakıf, gazete, dergi, sesli ve görüntülü yayın ruhsatları kurulu olan düzenlerini yıkmak ve yıktırmak için verilmiş değiller ki? Aksine düzenlerini yaşatıp yükseltmek için verilmişlerdir. Hem de âlicenaplıklarını, izzetli, kuvvetli olduklarını, hür ve hürriyeti seven, savunan olduklarını, tek kelime ile idare ettikleri gâvur, müslüman ne varsa hepsini kontrollerinden çıkarmamak için bu ruhsatlar verilmektedir. Hem açıktır ki, onlar kendi düzenlerinin selameti için, dermeyan etmiş oldukları kurallara uyum sağlayacağına dair kanun teminatı altına alınan yeminlerle, yemin verenlere, tüzük yazanlara ruhsat vermekteler.

Ve yine açıktır ki, üç kişi birlikte tağuta müracaatla: Biz sizin mevduatınızın dışına olarak, sünneti Resule uyarak ve uymak için, sizin izninizi ve teftişinizi kabul etmeyerek ELLAH ve Resulünün kontrolü altına bir cemiyet kurduk, şeklin de onlara haber verilse, acaba iyi yaptınız derler mi? Hayır, demezler. Demez oldukları bi yana böyle edenlere ceza verirler. Haa! Demek bizler Müminler olarak, o zalimlere yemin veririz. Verdiğimiz bu yeminimiz den imanımıza zerre bir zarar gelmez. Ama onlar kontrolleri dışında olan üç kişilik bir sünnet cemaatine gözlerini kapasalar, din'lerinden, imanlarından ve düzenlerinden vaz geçmiş olup atalarına ihanet etmiş olacaklarına inanacaklar. Bu nedenle üç kişilik islami cemaate tahammül etmeyecekler.

Öyleyse artık uyanalım da, ELLAH’a kulluk etmek için tağutun ruhsatına başvurmayalım. Ve onların ruhsatına başvuran ulema’i biissuular da din, İmân namına verdikleri vaazları dinlemeyelim. Zira din adına bunları dinlemek, yemin verdikleri amirlerine uyup itaat etmektir. Bu da, makamı Risâleti gasp eden tağuta, yahudiye ve nasaralara onay vermektir. Bi’at etmektir.

Şimdi Evet, Binlerce oldukları halde, ölüm korkusundan din'lerini, sünnetlerini, izzetlerini terk edenleri gördün mü? Görün onları. Ki, onlar ölümden firar ile hayatı ararken öldüler. Eğer tevbe edip Risâlet'e dönerseler ELLAH bunları diriltir. Zira şüphe yok, ELLAH mümin kullarına karşı fazl ve inayet sahibidir. Öyleyse ELLAH yolunda, Risâletin başkanlığında muharebe edin. Zira ELLAH Semiğ ve Âlim olandır.

Semii ve Âlim olan ELLAH’ın yolunda savaşmak ölümü öne almaz. Zira ölümden korkup kaçanların sonlarını yukarda gördük. Ki, ölümden kaçanlar, ölümden selamet bulamadıkları gibi, şimdi yahudi ve nasaralara kölelik etmekten de selamet bulamıyorlar. Çünkü islamın mücadele usulü de İslam'dır ve imanın mücadele usulü de İmân'dır. Yani islami olmayan savunma, taarruz ve tedris usulleri ile tebliğ usulleri ile İmân ve islamın esaretten hürriyete avdeti mümkün olmaz. Çünkü Sünnetullah değiştirilemez. Çünkü zehir ekip de panzehir biçilmez. Öyleyse gayrı islami düzenlerin indi, bindi kuralları ile islam inip binmez. Hem islam inip binmekten ââli ve münezzehtir. Çünkü islam --ELYEVME EKMELTÜLEKÜM DİNUKUM-- ayetinin verdiği habere göre ikmal olup tahtına oturmuştur. Artık oturduğu tahtından inmiş değil ve hiçbir zaman da inmeyecektir. Ancak ve sadece, islamdan inenler, kaçanlar yani Risâlet dışı ad ve usullerle ve tağutun ruhsatı ile islama yönelenler zillete, esarete, rezalete mahkûm olacaklardır.

Öyleyse nerede üç mümin tağutun esareti altında varsa hemen hiç vakit geçirmeden, ikisi birini imam seçip cemaatleşmeliler. Badehu ne yapabilirlerse, onu ELLAH’a ibadet olarak sunmalıdırlar. Ki, Rabbimiz şöyle buyuruyor: --Kimdir o ki, ELLAH’a karşı karzı hasen'de bulunurda, ELLAH onu kat, kat arttırmaz? ELLAH daraltır, genişletir Siz sadece ona rücu edeceksiniz.-- Evet, okuduğumuz bu âyet nak’ti ikraz etmekten ziyade, vakti, mesaiyi infak etmeye amirdir. Çünkü vaktin harcandığı yerde, nakit de kendiliğinden gelip harcanır. Çünkü nakit ihtiyacın olduğu yerdedir. İnsan nerede ise ihtiyaçları kendisiyle beraber olacağından, nakdi, nutku ve levazımı da yanında olacağından vakti infak etmek nak’ti infak etmekten evla oluyor.

Öyleyse Resulullah'ın izinde üç kişilik bir nüve cemaati de olsa ELLAH onu kat kat çoğaltır. Zira ELLAH bir taneye yedi başak ve her başağa yüz tane koyan böylece bir taneyi yedi yüze katlayandır. Öyleyse ELLAH mümin cemaatini dilerse katlar. Katlamaması, Katlayamadığından değildir. Sadece her şeyin zamanını, zeminini en iyi bilmesindendir. Ki, buyuruyor: Siz bilmezsiniz ELLAH bilir! Madem ELLAH bilir. Okuyalım:

اَلَمْ تَرَ اِلَى الْمَلَاِ مِنْ بَنى اِسْرَائلَ مِنْ بَعْدِ مُوسى اِذْ قَالُوا لِنَبِىٍّ لَهُمُ ابْعَثْ لَنَا مَلِكًا نُقَاتِلْ فى سَبيلِ اللّهِ قَالَ هَلْ عَسَيْتُمْ اِنْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ اَلَّاتُقَاتِلُوا قَالُوا وَمَالَنَا اَلَّا نُقَاتِلَ فى سَبيلِ اللّهِ وَقَدْ اُخْرِجْنَا مِنْ دِيَارِنَا وَاَبْنَائِنَا فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ تَوَلَّوْا اِلَّا قَليلًا مِنْهُمْ وَاللّهُ عَليمٌ بِالظَّالِمينَ (246) وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ اللّهَ قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوتَ مَلِكًا قَالُوا اَنّى يَكُونُ لَهُ الْمُلْكُ عَلَيْنَا وَنَحْنُ اَحَقُّ بِالْمُلْكِ مِنْهُ وَلَمْ يُؤْتَ سَعَةً مِنَ الْمَالِ قَالَ اِنَّ اللّهَ اصْطَفيهُ عَلَيْكُمْ وَزَادَهُ بَسْطَةً فِى الْعِلْمِ وَالْجِسْمِ وَاللّهُ يُؤْتى مُلْكَهُ مَنْ يَشَاءُ وَاللّهُ وَاسِعٌ عَليمٌ (247) وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ ايَةَ مُلْكِه اَنْ يَاْتِيَكُمُ التَّابُوتُ فيهِ سَكينَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌ مِمَّا تَرَكَ الُ مُوسى وَ الُ هرُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلئِكَةُ اِنَّ فى ذلِكَ لَايَةً لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنينَ (248) فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِ قَالَ اِنَّ اللّهَ مُبْتَليكُمْ بِنَهَرٍ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنّى وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَاِنَّهُ مِنّى اِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِه فَشَرِبُوا مِنْهُ اِلَّا قَليلًا مِنْهُمْ فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذينَ امَنُوا مَعَهُ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِه قَالَ الَّذينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا اللّهِ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَليلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثيرَةً بِاِذْنِ اللّهِ وَاللّهُ مَعَ الصَّابِرينَ (249) وَلَمَّا بَرَزُوا لِجَالُوتَ وَجُنُودِه قَالُوا رَبَّنَا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرينَ (250) فَهَزَمُوهُمْ بِاِذْنِ اللّهِ وَقَتَلَ دَاوُدُ جَالُوتَ وَاتيهُ اللّهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَهُ مِمَّا يَشَاءُ وَلَوْلَا دَفْعُ اللّهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَفَسَدَتِ الْاَرْضُ وَلكِنَّ اللّهَ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْعَالَمينَ (251)

M E A L İ:

246-- Mûsâ’dan sonra israil oğullarından şu cemaate bakmadın mı?  Onlar kendilerine gelen nebilerine müracaat ederek: bize bir hükümdar tayin et ki, ELLAH yolunda savaşalım. Nebi'leri: Ya üzerinize savaş farz kılınır da ondan imtina ederseniz? Onlar: Biz niye ELLAH yolunda savaşmayalım? Hem yurdumuzdan çıkarıldık hem de evlatlarımızdan ayrıldık. Fakat onların üzerine cihat farz edilince, içlerinden pek azı müstesna hep imtina ettiler. ELLAH o zalimleri çok iyi bilendir. 247-- Onlara Nebi'leri dedi ki: ELLAH size hükümdar olarak Talut’u gönderdi. Onlar: Biz hükümdarlığa ondan daha layıkken ve ona malca bolluk verilmemişken, nasıl olurda başımıza hükümdar olur? Nebi'leri: ELLAH onu sizin üzerinize seçmiştir. Ona ilim ve vücutça bir üstünlük vermiştir. Şüphe yok ELLAH mülkünü dilediğine verir. Ki, ELLAH Vâsi'dir, Alim'dir. 248-- Nebi'leri onlara dedi ki: Gerçekten onun hükümdarlığının alameti, size tabutun gelmesidir. Ki, onda rabbinizden bir sekine, Mûsâ ve Hârûn hanedanının terekesinden bir bakiye vardır. Onu melekler yüklenecektir. Şayet müminlerdenseniz bunda sizin için bir delil vardır. 249-- Talut, ordusu ile çıktığı vakit, dedi: ELLAH sizi bir nehir ile imtihan edecektir. Kim ondan içerse o benden değildir. Kim de ondan tatmasa o bendendir. Ama avuç ile tatmak müstesna. Derken onlardan birazı müstesna hepsi içiverdi. Talut ve beraberindeki Müminler ırmağı geçtiklerinde dediler: Bu gün bizim Calut ve ordusuna karşı takatimiz yoktur. Ama ELLAH’a mutlak kavuşacaklarına inanan müminlerde, dediler: Nice az olan topluluklar, nice çok olan orduları ELLAH’ın izni ile mağlup etmiştir. ELLAH sabredenlerle beraberdir. İşte bunlar: 250-- Calut ve ordusuna karşı durduklarında dediler: Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve ayaklarımıza sebat ver ve bizi şu kâfirler güruhuna karşı muzaffer eyle. 251-- ELLAH’ın izniyle onları hemen hezimete uğrattılar. Dâvûd da Calut’u öldürdü. ELLAH Dâvûd’a Mülk ve hikmet verdi. Dilemekte olduğu şeylerden de ona öğretti. Şayet ELLAH insanları birbirleriyle def etme sünneti olmasaydı, yeryüzü mutlaka ifsad olurdu. Ancak ELLAH Âlemlerin üzerine fazlu kerem sahibidir. Ona Hamd olsun.

M E R A M I:

Evet, ELLAH’a Hamd ettikten sonra bu kıssadan ders almaya çalışalım. Şöyle ki: Kavmi israil'den olan bu cemaat, bidayette salâtı vusta’ı muhafaza edenlerdendi. Ama sonradan Risâlet'e yani ELLAH’ın hükümlerine ihanet ettikleri için yurtlarından ve evlatlarından ayrı düştüler. Eski izzet ve devletlerine tekrar kavuşmak için çokça yollara başvurduysalar da olmadı. Netice kurtuluşun Risâlet'e dönmede olduğunu anladılar. Hemen Nebilerine başvurup ondan başlarına bir emir istediler. Nebi'leri de: ELLAH istediğinizi kabul eder, lâkin korkarım ona itaat etmezsiniz dedi.

ELLAH’ın emri ve Nebilerinin duası ile Talut onlara hükümdar tayin edilince, onu malca fakir bulup ona itaat etmediler. De, kendi zenginlerinden birisinin olmasını istediler. Bu isteklerinin üzerine Nebi'leri onlara: Talut’un ELLAH tarafından üzerinize tayin edildiğini açık mucizelerle Beyân etmesine rağmen azı müstesna itaat eden olmadı. Bi’at etmediler.

Talut kendisine bi’at eden müminlerle, salâtı vusta’ı muhafaza etmek için, çıktığın da, önlerine çıkan nehir ile ordusunu imtihan etmek üzere dedi: Bu ırmaktan doyunca içenler bi'atlerini nakzetmiş sayılırlar. Ama avucu ile az içenler müstesna. Derken çokları ırmağa camış gibi daldıklarından onu geçemediler. Az içip geçenlerin birçokları da, kendilerini savaşmaya hazır görmediler. Çünkü Calut’un ordusu kendilerinden çok fazla idi.

Netice azdan da az olan Müminler, imanlarına sahip çıkıp dediler: ELLAH’ın izni ile nice az cemaat, nice orduları hezimete uğratmıştır. ELLAH sabredenlerle beraberdir deyip savaş vaziyeti aldılar.

ELLAH’a tam güven ve teslim ile dediler: Ey Rabbimiz! Bize sabır ve sebat ver. Şu kâfirler güruhuna karşı bize zafer ver.

ELLAH’da dualarını kabul edip karşı orduyu hezimete uğrattılar. Öyle ki, Dâvûd (a.s.) Calut’u öldürdü. Çünkü bu Müminler dünya'dan çok, âhiret'lerine meyilli olarak, imanlarına, imamlarına ve bi’atlerine sahip çıktıkları için ELLAH’ın yardımına mazhar oldular. Ama bu meramların yazıldığı bu günlerde, yeryüzünde Resulullah'ın Halifesi olmadığından, Müminler gayrı müslimlerce ve bozmaları eliyle boy hedefi seçilmişlerdir. Feryatlarına ne dâhilden, ne hariçten kulak veren bir mercii kalmamıştır. Öyle ise ELLAH’ın yeryüzüne Resulünü göndermesi, onun kulları için en büyük rahmet, nimet olduğu bu günlerde daha Evet, daha açık anlaşılmıştır.

V E  İ Z A H I:

Okuduğumuz bu kıssanın, mihverini, mihengini teşkil eden: İmam, bi’at, cihad, itaat ve cemaat olduğunu apaçık olarak burada hem pratik hem de teorik olarak görmekteyiz.

Öyleyse bugün yeryüzünde Risâlet mührü ile bir Resul yoktur. Böyle bir Nebinin geleceğine dair zinhar beklentimiz de yoktur. Madem yoktur, Risâlet, Sünnet, Hilafet, Kur'ân ve Eshabı Resul biz müminlerin Nebisidir. Bunların Nebi, rehber olduğuna hiç ama hiçbir mümin itiraz edemez. Lâkin itiraz edilen ve itiraz edildikçe de, fikirlere ayrılık tohumu eken konu: --SÜNNET NEDİR?-- Konusudur. Sünnetin neresinden, ne şeyinden işe öncelikle başlama konusudur. Bu cümleden olarak hemen herkesin kabul ettiği: Misvak, çömelip yemek, sakal, Bunlar ve bunlar gibi daha nice sünnetler vardır ve sünnettirler.

Ama bu sünnetlerden önce farz olan bir sünnet vardır ki, o farz olan sünnet uygulanmadan uygulanan diğer sünnetler kabule mazhar olmaz.

Öyleyse bütün sünnetleri kabule mazhar eden sünnet nedir? Şudur: Teberri sünnetidir. Yani ELLAH'tan gayrı İlâh olmadığına inananlar, böylece beşeri hüküm ve düzenlere lanet edenler ayrılacaklardır. Hicret edeceklerdir. Çünkü Muhammed’in Resulullah olduğuna İmân eden her mümin mutlaka ama mutlaka,  Muhammed Mustafa’nın izinden yürüyen bir imama yani Halifesine bey’at ile tabi olacaktır. İşte bu farz olan sünnet, yerine gelirse ancak o zaman ELLAH tek olarak İlâh, Rab, Razık ve Hafız olarak kabul edilmiş olur. Ve gayrı ilâhlar, tağut, yahudi ve nasraniler inkâr edilmiş olur.

Nitekim Resulü Kibriya bu esasa işaretle: Ey ümmet ve Eshabım! Size iki şey bırakıyorum, onlara tutunduğunuz da, sizin için dalalet yoktur ki, o ikiden biri: Furkanul Beyân olan Kur'ân'dır. Diğeri: Benim sünnetimdir. Kim benim sünnetim üzere Kur'ân'a sarılırsa onlar için şaşırmak ve şaşırtmak yoktur.

İmdi günümüzün ve Kıyâmete dek gelecek olan günlerin Nebi ve Resulü olan bu iki rehbere uyup uyguladığımız da, bizlere şu emri verdiklerini açıkça görmekteyiz: Siz de kavmi israil gibi başınıza ELLAH'tan bir Talut isteyin. De, ona bi’at vererek sünneti Resulullah'ın bu en başta gelen farz makamında olan sünnetini ihya edin dediğini hem teorik olarak hem de pratik olarak bu kıssanın dilinden okuyoruz.

Ne var ki, bu ümmet ELLAH’ın ve Resulünün uyun dediğine uymuyor da, uymayın dediği kişi ve düzenlere uyuyor. Malı çok olanlara, kendilerinden ve düzenlerinden mal, makam, maaş aldıklarına uymaktalar. Ki, bu uymalar neticede, ELLAH’ın Vâsi ve Âlim olmadığı inancına yol açıyor. Müruru zaman ile de, bu inanç bir din gibi kabul görüyor. Böylece ben müminim diyenler sahtekâr, yalancı oluyor. Çünkü ben müminim demekle insan mümin olmaz. Sadece Müminler kalabalığı olur. Kalabalıklar ne işe yarar ki?

Hele bu kalabalıklar, dünya perest, esiri şehvet ve zevk olursa, Evet, bunlar hiç ama hiçbir işe yaramaz olurlar. İmdi bu sürüleri bu hale getiren nedir? Dünyadır. Zira nifak ağacının çekirdeği dünya ve ona olan aşırı muhabbet'tir. Bunun için Talut, ordusunun içinde muhtemel dünya perestleri, münafık'ları, dünya sevgisine temsilen bir ırmak ile imtihan edince hemen çoklarının içinde olan yalanlar görünü verdi. Bu hale göre, Halife’i Resule itaati, dünya'yı sevdiği kadar sevmeyen müminlerle hiçbir neticeye ulaşılamaz. Hem dünya denilen şu metağ esasta bir avuç suyadahi değmez. Öyle ise Risâlet'e ve Halifesine bir avuç su kadar değer vermeyenler elbette ki, münafıktırlar. Çünkü Risâlet yolunda, samimiyetle sebat etmek, imtihanlara tâbidir, zorluklara bağlıdır. Benliği, bilgiyi unutmaya racıdır. Çekirdek, kendini toprağa verip çürüdüğü gibi, Halife’i Resulün eline, emrine çürümek lazımdır ki, İmanın ağaç olup meyvesini versin.

Hem çekirdeğin toprağa teslim olma halini, ELLAH yaratmış olduğu bütün şeylerin üzerine derç etmiştir. Bunun için insan ve cinler hariç hiçbir şey ELLAH’a isyan edemez. Çünkü bunlara hür irade verilmemiştir. Evet, ELLAH insana hür irade verdi, ama verdiği hür iradesini, yine insanın hür iradesi ile geri istemektedir. Yani ELLAH insana Resulüne, Halifesine ve Teşriisine uymayı emretmektedir. Ki, bu mütabaat ELLAH’ın verdiği cüz’i iradeyi, onun yoluna, bir icbar olmadan, yani iradenle iradeni onun yoluna harcamaktır. Ve bu harcamak da, cüz’i iradeni sana veren irade’i kül sahibine tekrar teslim etmektir. Ki, böylece Müminler yenilmez ve sapıtmaz bir hal alıyorlar. Çünkü irade’i kül sahibi olan ELLAH ne şaşırır, ne yenilgiye uğratılır.

Bu muzafferi yet için, insanı ELLAH bu yerde kendine Halife kıldı. Ve kendi iradesinden insana irade verdi. İrade sahibi olan insan, bu neden ile Dâvete tabi kılındı. İnsan Risâlet'e ve Halifesine, tohum toprağa teslim olduğu gibi teslim olursa kurtulur. Aksi halde halife’i şeytan olur ve helak olur. Okuyalım:

تِلْكَ ايَاتُ اللّهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّ وَاِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلينَ (252) تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلى بَعْضٍ مِنْهُمْ مَنْ كَلَّمَ اللّهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍ وَاتَيْنَا عيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ وَلَوْ شَاءَ اللّهُ مَا اقْتَتَلَ الَّذينَ مِنْ بَعْدِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَ تْهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَلكِنِ اخْتَلَفُوا فَمِنْهُمْ مَنْ امَنَ وَمِنْهُمْ مَنْ كَفَرَ وَلَوْ شَاءَ اللّهُ مَا اقْتَتَلُوا وَلكِنَّ اللّهَ يَفْعَلُ مَا يُريدُ (253) يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَاْتِىَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ فيهِ وَلَا خُلَّةٌ وَلَا شَفَاعَةٌ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ (254)

M E A L İ:

252-- İşte bunlar ELLAH’ın ayetleridir. Onları sana hak olarak okuyoruz. Şüphe yok sen de gönderilen resullerdensin. 253-- İşte resullerim, biz onların bazısını bazısından üstün kıldık.  ELLAH onlardan kimi ile kelam etti. Kimini de derecelerle yükseltti. Meryem oğlu Îsâ ya beyyineler verdik. Onu Ruhul Kudüs ile destekledik. Eğer ELLAH dileseydi onların ardına olanlar, kendilerine o açık âyetler geldikten sonra, birbirlerini öldüremezdi. Ama ihtilafa düştüler. Böylece kimi İmân etti, kimi inkâr etti. ELLAH dileseydi, birbirlerini öldüremezlerdi, ancak ELLAH dilediğini yapar. 254-- Ey İmân edenler! Dostluğun, alış verişin ve şefaatin olamayacağı bir gün gelmeden önce size verdiklerimizden infak edin. Zalimler kâfirlerin taa kendileridir.

M E R A M I:

Ders alınması için gönderilen kıssalar ELLAH’ın âyetleri dir. ELLAH’ın ayetlerini okuyanda onun Resulü dür. Öyleyse hem âyetleri, hem de resulü haktır ve hakkın taa kendisidir. Ki, bu gün bu gerçeğe itiraz edip, Kur'ân Kelamullah, MUHAMMED RESULULLAH değildir diyen yoktur. Ama bu gün onun Halifesi de yeryüzünde yoktur. Olmayınca, MUHAMMED RESULULLAH’tır ve Kur'ân Kelamullahtır demenin insanlara tesiri yoktur. Bu açıdan bakıldığında, Muhammed’in Risâletine ve Kur'ân'ın Kitabullah oluşuna inanan bir tek insan yoktur.  

Hilafet ve bi’at açısından Muhammed’in Resulullah, Kur'ân'ın Kelamullah olduğuna inanan olmayınca, Resullerin bazısı bazısından üstün olduğuna inanan olmaz. Olmayınca ELLAH’ın Mûsâ ile kelam ettiğine, Meryem oğlu Îsâ’yı da Ruhul Kudüs ile desteklediğine inananlar olmaz. Olmayınca, insanlar birbirlerini öldürmeye yönelir. Çünkü inanıp inanmamada serbest kılınan insanların bir kısmı, gönderilen Resule inanmadı yahut inandığı halde ona tabi olmadı. Böylece inanıp tabi olanlarla savaş başladı. İşte bu savaş ELLAH’ın dilemesi ile oldu ve Kıyâmete dek olacaktır. Çünkü ELLAH dilediğini yapar. Ama ELLAH Resule asi ve münkir olmayı dilemez. Çünkü inanıp inanmamak ve teslim olup olmamak insanın hür iradesine taalluk eden haklardandır. Ki, insan neyi dileyip sağy ederse karşılığını alıyor. Çünkü ELLAH’ın dileği, insanın dilediğini tahakkuk ettirme istikametindedir. Ki, ELLAH dilemeyince hiçbir şey olmaz inancı, imanın esası olmuştur. Öyleyse bu çerçevede insana düşen, ELLAH’a, Resulüne İmân edip, Halife’i Resule bi’at verip teslim olmaktır. Bunu başara bilen insan, ELLAH’ın dilemesinden gayrı bir şeyi dilememiş olur. Ki, artık Kader'de yazılanlar kaza olunduğunda sabreder çünkü sabır imanın nısfıdır.

İmanı ile beraber sabrı taşıyan mümin şunları bilir: ELLAH dilemeyince kimselerden fayda ve zarar gelmez. Ve âhiret'te de ELLAH izin vermeyince bir şefii bulunamayacağını bilir. İşte bu bilgi, mümini Resulullah'a ve Halifesine teslim olmaya iter. Malı, canı bu yolda infak etmeye iter. Ve bu muamelenin dışına kalanlar için şiddetli azabın olduğuna inandırır. Bu inançta olup bu yolda infak etmeyenlerin zalim olduklarını ve her zaliminde kâfir olduğunu bilir.

V E  İ Z A H I:

ELLAH’ın lanetine uğramış olan şeytan, insanı arzu edilen ve arzu edilme istekler vasıtasıyla, ELLAH’a itaat etmekten, Resulüne uymaktan ayırıp selamet gibi görünen işlerle meşgul edip tağuta itaat etmeyi İmân gösteriyor. Böylece şeytan insanı, kendi halifelerine kul ediyor. Şeytan'ın böylesi imkân ve yetki sahibi olduğunu bilen ELLAH, insanlara bu lanetliye aldanmamaları için, Risâlet mührü ile işaretlenmiş olan Resulünü: İşte sende gönderilen Resullerdensin şehadeti ile gönderip, en açık ayetlerini ona vahy etti. Ve bu Resule ve bu ayetlere uymadan şeytan'dan, şeytan'ın halifesi olan tağuttan, yahudi ve nasaralardan emin olmanız muhaldir dedi. Okuyalım: --İşte bunlar ELLAH’ın ayetleridir. Bunları sana hak olarak okuyoruz. Ki, sen gönderilen Resullerin Hatimisin.-- Evet, Mademki, Muhammed Mustafa gönderilen Resullerin Hatimidir, öyleyse bütün beşeriyet İmân, amel, ahlak, muamelat, sulh ve harp nokta’i nazarında, Muhammed Mustafa’ya İmân edip Halifesine tabi olmaya, şeytan'dan kurtulması için mecburdur. Ki, yukarıda Talut ve Calut kıssasında da kurtuluş yolunun Risâlet'e uymak olduğunu görmüştük. Ve gördük ki: Risâlet mührü ile gelen Resullerin arasına ELLAH’a dâvet ve itaat etme yönünden bir fark yoktur. Bu nedenle biz Müminler, bu açıdan Resullerin arasına fark, üstünlük görmememizi Rabbimiz bize emretmiştir. Ama aralarında büyük farklar vardır. Şöyle ki: ELLAH kimi Resulü ile kelam etmiş. Kimi Resulünü derecelerle yükseltmiş. Bu cümleden olarak Îsâ (a.s.) da, Risâletini apaçık gösteren mucizeler, âyetler vermiş. Hem de onu Ruhul Kudüs ile destekledi. Buna rağmen bu ve bütün Resuller inkâr edildiler. Ardından tahkir, tehcir ve katl edildiler.

 Oysa ELLAH’ın Resulü olduklarını bildikleri halde, mevcut düzen ve kralına itaat etmekten vaz geçemedikleri için, onlara düşman oldular. ELLAH da, bu zalimleri birbirine katıp kırdırdı. Çünkü inkârı mümkün olmayan Resuller hakkında, ihtilaf edip dediler: Bu ELLAH’ın Resulü değildir. Kimileri de: Hayır, bu ELLAH’ın Resulüdür. Zira şu, şu mucizeler ELLAH’ın Resulü olduğuna delildir dediler. Ne var ki, böyle diyenler, böyle demeyenlerin hâkimiyetlerini terk edip hicret etmediler. De, tağutun şemsiyesi altın da ELLAH’a, Resulüne uyduklarını sandılar. Haliyle bu sanılar, şirklerinin üstüne cila olup, kendilerini muvahhid, mümin ve müslim zan ettiler. Ki, hala zannetmekteler. Ne var ki, ELLAH böylesi cilalı müşriklere yardım etmedi ve Kıyâmete dek de etmeyecektir.

Hem bu nasipsizler ısrarla mümin olduklarını diyenlerden olsalar bile... Mademki, Risâlet'e uymayıp, tağuta, yahudiye ve nasaralara itaat etmişler, uymuşlar, münkir, müşrik olmamak için var olan sebepler de üful etmiş. Böylece ister istemez müşrik ve kâfir olmuşlar. Müşrik ve kâfirlerin, ELLAH ihsan ve infaklarını kabul etmez. Çünkü bu zalimler kâfirlerin ta kendileridir. Hem ELLAH müminlerden, mallarını infak etmeden önce ruh, kalp ve beden ile Risâlet'e ve Halifesine canı gönülden teslim olmayı, iki yüz elli dördüncü ayetiyle Beyân etmektedir. Çünkü insan, kendini Halife’i Resule infak edebilirse, geride olan levazımatı da rahatlıkla infak eder. Çünkü mal insan içindir.

Öyleyse her şeyden önce insana, İmân etmesi farzdır. Badehu Halife’i Resule hicret edip bi’at etmesi farzdır. Badehu islam ve Müminler için ne gerekiyorsa, onu infak etmek farzdır. Öyleyse bu farzları şimdi aklımız başımızda iken, sıhhatimiz bedenimizde iken ve imanımız göğsümüzde dururken yapmalıyız. Zira bunları şimdi yapmazsak dostluğun, şefaatin ve alışverişin olmadığı bir günde yapmaya koyuluruz. Ama Evet, yapmaya koyuluruz o kadar. Çünkü yapamazsın. Çünkü dünyada zülüm etmişsin kendine, Risâlet'e değil, tağuta uymuşsun. Öyle ki, ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olmuşsun. Böylece zulmetmişsin kendine. --VEL KAFİRUNE HUMUZZALİMUN-- Okuyoruz:

اَللّهُ لَا اِلهَ اِلَّا هُوَ اَلْحَىُّ الْقَيُّومُ لَا تَاْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ لَهُ مَا فِى السَّموَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ مَنْ ذَا الَّذى يَشْفَعُ عِنْدَهُ اِلَّا بِاِذْنِه يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْديهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحيطُونَ بِشَىْءٍ مِنْ عِلْمِه اِلَّا بِمَا شَاءَ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضَ وَلَا يَؤُدُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِىُّ الْعَظيمُ (255) لَااِكْرَاهَ فِى الدّينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَىِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقى لَا انْفِصَامَ لَهَا وَاللّهُ سَميعٌ عَليمٌ (256) اَللّهُ وَلِىُّ الَّذينَ امَنُوا يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ وَالَّذينَ كَفَرُوا اَوْلِيَاؤُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِ اُولئِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فيهَا خَالِدُونَ (257)

M E A L İ:

255-- ELLAH, kendinden başka hiçbir ilâh yoktur. O Hay ve Kayyum dur. Onu uyku ve gaflet hali yakalamaz. Göklerde, yerde ne varsa hepsi onundur. Onun izni olmadan Şefaat eden yoktur. O, önlerde ve arkalarda olanları bilir. Dilediği kadarından başka, onun ilminden hiç kimse bir şey kavrayamaz. Kürsüsü gökleri, yeri ihata etmiştir. Onları koruyup gözetmek ona ağırlık ve meşguliyet vermez. O, öyle ulu ve öyle azametlidir. 256-- Din'de --ikrah-- yoktur. Gerçek o ki, hak ile batıl birbirinden ayrılmıştır. Artık kim tağutu inkâr edip ELLAH'a İmân ederse, kopması olmayan sağlam bir ipe tutunmuş olur. ELLAH Semii'dir, Alim'dir. 257-- ELLAH müminlerin velisidir. O ELLAH müminleri zulümattan nura çıkarır. Ama Resulullah'a İmân etmeyenleri ve halifesine tabi olmayanların velisi tağut'tur. Tağut onları nurdan alıp zulümata iletir. İşte bunlar ebedi olmak üzere cehennem ehlidirler.

M E R A M I:

Rabbimizin Beyânı ile her zalim kâfir'dir. Öyleyse zulmedip kâfir olmamak için: Hay ve Kayyum olan ELLAH’ı, uyumayan ELLAH’ı, her şeyi yoktan var eden ELLAH’ı, var ettiklerinin meliki olan ELLAH’ı, izni ile şefii'ler tayin eden ELLAH’ı, her şeyin önünü ve sonunu bilen ELLAH’ı, kürsüsü gökleri, yeri kuşatmış olan ELLAH’ı, halk ettiği şeyleri yönetip yönlendirmesi ve korunması kendine ağır gelmeyen ELLAH’ı ilâh edinmeli. Resulüne, Halifesine bi’at verip teslim olmalı. Böylece Ââli ve Azim olan ELLAH'tan gayrı olan İlahları inkâr etmeli. Aksi halde zalim olmaktan kurtuluş yoktur.

Zalim olmamak için ELLAH’ı, Beyân olunan şekilde İlâh edinmek: --FEMEN YEKFÜR BİTTAĞUT-- tağutu inkâr etmekten geçer. Yani ELLAH’a İmân,  tağutu inkâr etmektir. tağutu inkâr ile ELLAH’a İmân etmeyi başaramayanlar: Yaradılış ve ihtiyaç icabı, ELLAH’ı inkâr edip tağuta İmân etmeye mecburdur. Yani ELLAH'tan gayrı bir İlâh olmaya ve bulmaya mecbur olduğu için, Resulullah'a ve Halifesine de düşman olmaya mecburdur. Çünkü İmân edilen tağutun kulpuna, emrine tutunma mecburiyeti vardır. İşte bu mecburiyetleri ihata eden çerçevenin içinde, ELLAH’a İmân edip, Resulüne ve Halifesine uyup itaat etmede insan için, ELLAH tarafından bir icbar yoktur. Sadece hür irade ile tağutu inkâr edip, ELLAH’a İmân etmeyi, Resulüne, Halifesine uyup teslim olmayı, emir makamında bir tavsiye vardır. Yapılan bu tavsiye kabul edilsin diye icbar yoktur. Zorlama yoktur. Çünkü hür iradeleri ile İmân eden müminlerin yardımlarıyla ELLAH ve Resulü hâkimiyetlerini sağlamış olup, islam dini, kâmil ve akıl olduğunu ELLAH, Resulü ve Müminler ispat etmişlerdir. Öyleyse herkes hür iradesiyle İmân edip islamın ipine tutunsun. Zira bu atmosferde kimse İmân etmeye zorlanamaz. Çünkü zorlama ile yapılan İmân, İmân olmaz. Sadece ikrah olur. Ama hür iradesi ile İmân eden, hicret eden ve bi’at verip islam gemisinden vazife alanlar için, disiplin, vazife, itaat, kaide ve kural vardır. Zira islam dini rüştünü, hâkimiyetini bunlarla ispat etmiştir. Öyleyse Din'de ikrah yok tur’un manası: Zorlama ile yapılan imanın, İmân olmadığının ve olamayacağının açık olan izahıdır.

Ki, hür iradesi ile İmân edip islamın gemisine gelen müminin velisi ELLAH olup, onu zulümattan alıp nura iletiyor. Şayet bu mümin sopa ile zorlama ile İmân ettirilmiş olsaydı şüphe yok, kalpleri bilen ELLAH bunu zulümattan alıp nura iletip de ben senin velinim demez. Öyleyse İmân zorlama ile değil hür irade ile olur. Hür irade ile İmân edip hicret etmeyenin, Halife’i Resule bi’at verip teslim olmayanın velisi şüphe yok tağut olur. Tağut da dostlarını nurdan alıp, kendinin mekânı olan dipsiz kuyuya, zulümata iletir. Hür iradesi ile tağut ile beraber gidenlerin sıfatları şunlardır: Kâfir, müşrik, mürted, münafık, fasık ve zalim.

V E  İ Z A H I:

Âyet el Kürsü ismi ile bizlere ulaşan bu âyet hakkında tevhidi Beyân üzere izahımız şu dur: ELLAH diyen ey Müminler! ELLAH derken zinhar enfüs ve afakta ELLAH'tan gayrı bir İlâhınız olmasın. Yani ELLAH’ı tek olarak İlâh edinebilmemiz için Risâlet'e ve Halifesinin şemsiyesi altında ehli bey’at olalım ve tağutu inkâr edip ELLAH’a inanmışlardan olalım. Da, zulümattan nura çıkalım. Yani ELLAH’a yol bulup gidelim. Çünkü ELLAH’ın kürsüsü yeri ve semaları kuşatmıştır. Yani ELLAH’ın ilmi, rahmeti, yardımı her şeyi kuşatmıştır. Buna rağmen tağutun kürsüsü yoktur. Çünkü mahlûk olup, fani olanların ilimden payları yoktur. Kim ne edip, ne söylüyorsa ve ne yazıyorsa ona öğreten, yaptıran ve yazdıran ELLAH’tır. Öyleyse heva ve hevesimize uyarak hükümler vermeyelim ve böylesi zalimlere itaat etmeyelim. Zira bu zalimlere itaat edersek, onları ELLAH’ın yerine koymuş olup İlahlar edinmiş oluruz.

Evet, onları Risâlet makamına koyup tapmayalım diye, ELLAH bu Kürsü ayetini en ulvi ders olarak bizlere okudu ki, müşrik olmayalım, müşrikleri ve tağutu tanıyalım diye. Öyle ise tağutu ve müşrikleri tanıyalım: ELLAH, kendisinden başka hiçbir İlâh yoktur derken, ELLAH’ın zatından olan sıfatlarının tamamını kabul ettiğimizi açığa vurmuş oluyoruz. Öyle ise kabul etmiş olduğumuz sıfatların sıfatı nedir? İşte ELLAH sıfatlarını şöyle açıklıyor: İlâh olan, Hay ve Kayyum olmalıdır, öyle ise Hay ve Kayyum olmayan bir nesneyi İlâh edinenler müşriktir; İlâh olanı uyku ve uyuklama tutmaz, öyle ise uyku ve uyuklamaya yakalananları İlâh edinenler müşriktir;  İlâh olan her şeye sahip olmalıdır, öyle ise hiçbir şeyi olmayanı hatta canını dahi koruyamayanı İlâh edinenler müşriktir; İlâh olan, istediği an istediğini kurtaran ve yardımlar ve yardımcılar gönderen olmalıdır, öyle ise böyle bir tasarruf etmeye gücü olmayanı İlâh edinenler müşriktir; İlâh olan, geçmişi ve geleceği önleri ve arkaları bilir olmalıdır, öyle ise bir zarın arkasını göremeyeni İlâh edinenler müşriktir; İlâh olan, dilediği ilmi ve sanatı dilediğine ilham etmelidir, öyle ise ilham edemeyeni İlâh edinenler müşriktir; İlâh olanın, ilmi,  kürsüsü, kudreti, azameti, kibriyası, yeri ve semaları kuşatır olmalıdır, öyle ise öğretilmeden bilmeyeni, vermeden doymayanı, bu gün var gibi görünüp de yarın yok olanı, yok olup unutulanı, yani zerre kadar kürsüsü olamayanı İlâh edinenler müşriktir; İlâh olan, tasarrufu altına olan sahayı koruyup, kollamada bir yük hissetmemeli, öyle ise Risâletin dışına çıkarak, milleti idare etmeye yönelenlere, Semiğna ve eteğna diyenler müşrik ve mürteddirler. Çünkü bu İlahlar her gün bir başka ahkâm kesmek için kan ve ter dökmekteler.

Evet, İlâh olan, okuduğumuz gibi; Ulu, Azım sıfatlarla donanmış olmalıdır, öyle ise Ulu değil, bu sıfatların zerresi kendisinde bulunmayanı İlâh edinenler müşriktir. İşte Âyet el Kürsüyü okuduk ve müşrikleri tanıdık. Madem tanıdık demek müşrik olmayacağız ve müşriğe yani tağuta tabi olmayacağız. Da, hicret ile Resulullah ve Eshabı bunlardan teberri ettiği gibi teberri edeceğiz. Resulullah'ın sünneti üzere derlenip cemaatimizi kuracağız. Ne var ki, İmân etmişsek böyle yapacağız. Aksi halde İmân iddiasında bulunmayalım. Hayır, zinhar kendimizi mümin bilmeyelim de, müşrik olduğumuza şüphe etmeyelim. Çünkü ELLAH Şirk ile Tevhidi, Risâlet ile tağutu birbirinden ayırmıştır. Tatlı su ile tuzlu suyu da, birbirinden görünmeyen bir perde ile ayırmıştır. Ki, Resulünün emrinde olan Müminlere: Artık sizde o zalimlerden ayrılın demiştir. ELLAH’ın ayrılın emrini kabul edip hicret ile ayrılanlara ELLAH: --LA İKRAHE FİDDİNİ-- İle şu emri vermiştir: İslamın şemsiyesi altına toplanan siz ey Müminler! Toplandığınız bu şemsiyemin altına ikrah duyacağınız, zorluk göreceğiniz bir şey yoktur. Çünkü dinim olan islam, rüşt’ünü ispat etmiştir. Aklın kerih görüp kabul etmeyeceği bir kural yoktur bu islam dininde! Hem bu islam dininde amirler tarafından da zorlama yoktur. Evet, hakikaten islamın akide ve düzeninde, gayrı düzen ve akideler de görünen çatlaklar yoktur.

Artık aklı başında ve iradesi elinde olan insan, tağutu red edip, ELLAH’ın Ulûhiyyetini kabul ederse ve kabul etmek için Resulullah'ın Halifesine bi’at ederse, kopması olmayan sağlam bir kulpa tutunmuş olur. Evet, ELLAH, ondan başka hiçbir İlâh yok. Yani ELLAH’ın dininden, dünyasından, âhiretinden, devletinden, hükümetinden başka Din, Dünya, Âhiret, Devlet, Hükümet yoktur. Onun kitabından başka Teşriide yoktur. Çünkü ELLAH’ın kitabı Faruk'tur. Öyle ise elbette ki, bu Teşriide ikrah olmaz. Artık yahudi ve nasaraların ilim ve hükümlerine hiç ama hiçbir menfaat kalmamıştır. Madem kalmamıştır kim ayıbı, eksiği ve çirkini olmayan bu islam dinine ve imamı olan Halife’i resule bi’at verip, eksik ve çirkin olan tağutu ve düzenini terk ederse, ancak ELLAH’a İmân etmiş olur. Çünkü tağut inkâr ve iptal edilmeden ELLAH’a, Resulüne, Kitablara, Meleklere, Âhiret gününe ve kadere İmân sabit olmaz. İmân sabit olmayınca tutunduğun ip kopar ve sarıldığın halka eline gelir. Oysa ELLAH’a İmân, ancak kopması olmayan bir iptir. İşte bu ipe tutunmak ancak imana tutunmaktır.

İmdi yukarıda mekki dil ile verilen izahtan sonra medeni dil ile de --LA İKRAHE FİDDİNİ-- Ayetinin izahına çalışacağız inşâ ELLAH Şöyle ki: Din, yani insanları idare eden düzen, rüşt’ünü ispat edip tamam olduktan sonra Hak, Batıldan ayrılmış olur. Böylece Din, kendi hükümlerini hükümet etmiş olur. Din, hükümleri ile hükümet olduktan sonra beşeri hükümlerle hükümet etmek, hükümet edenlere dönmek ve dönenlere uymak, memuru olmak, artı Dinullah'ı temsilen memuru olmak müşrik olarak Dinullah'tan istifa etmektir. Oysa islam dini ve düzeni, İmân adına yüklendiği yükümlülükler açısından, kimseyi kaldıramayacağından sorumlu tutmaz. Çünkü bu Din'de, Müminler için, tiksindirici, zorlayıcı bir kural olmadığı gibi, zimmet ehlini de imana icbar eden ve icbar edin diye bir emri ve uygulaması yoktur.

Çünkü ELLAH Habibini Âlemlere Rahmet olarak göndermiştir. ELLAH gönderdiği bu rahmeti nedeniyle ki, ELLAH’ın gönderdiği bu rahmeti, tamamen akıl olup aklı tamamen hür ve serbest bırakmasıdır. Bu nedenle kimsenin gözünün küllenmesine ve aklını yaldızlı sözlerle çelmesine yol yoktur. Ama irade sahibi olan her insana açık, açık dâvet vardır. Var olan bu Dâvette, insanlara gelişini, duruşunu, gidişini, gideceği yeri bildirmiştir. Ki, insan hür aklı ile yaptığını, inandığını bilerek, görerek yapsın için tağutu tanısın, onu inkâr etsin için, İmân edip Risâlet'e ve Halifesine teslim olsun için ELLAH her şeyi açık açık Beyân etti. Ona Hamd olsun. Artık kim tağutu red edip ELLAH’a İmân ederek islam halkasına tutunursa, tuttuğu bu halka kesilip eline gelmez. Ama maalesef günümüz müminleri, islamın halkası olan Risâleti ve Halifesini ve Teşriisini bırakıp tağutun, yahudi ve nasaraların halkalarına, iplerine tutunmuşlardır. Öyle ki: tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olmaya yönelmişlerdir.

Bu nedenle --LA İKRAHE FİDDİNİ-- Ayetini dinsizliklerine din ederek diyorlar: Din'de zorlama yoktur. Oysa bu âyet, medeni olduğu için, Din'de zorlama olduğuna delildir. Şöyle ki: Şayet onların dediği gibi Din'de zorlama olmasa idi ELLAH’ın Resulü ve Eshabı evlerini, yurtlarını, evlatlarını, hanımlarını ve kurulu düzenlerini bırakıp hicret eder mi idiler? Çünkü bu yapılanlar kolay olup, yapılması da kolay olan şeyler değildir. İmân ettiği için, sene boyu işkenceye tabi tutulmak kolay ve kolaylaştıran şeyler değildir elbette... Mademki hicret, Cihad zordur ve imanı muhafaza etmek için zorlamadır, Din'de zorluk yoktur söyleyenler yalan demiyorsalar, yanlış söylüyorlar.

Ama Din'de zorlama yoktur sözü, zimmîler için ve İmân etmemesi ile islama zarar veremeyenler için söyleniyorsa tamam doğrudur. Çünkü ELLAH İmân edip hicret ile islam hükümetini teşkil eden müslüman kullarına şöyle ders veriyor: Mallarınızla, canlarınızla bütün zorluklara göğüs gererek, tamam olup hâkim kıldığınız islami düzenin şemsiyesi altına kalan ehli zimmeti hiçbir zaman ve hiçbir surette akidelerini ve amellerini dilinize dolayarak onları sizin dininizin Akâidine ve ibadetine icbar edemezsiniz. Zira artık onlar sızın hâkimiyetinizin altına olup size tâbidirler. Ve hem onlar sizin gibi de insandırlar. Dini İslam da rüşt’ünü ispat etmiştir. Böylece onlarda islamın hak ve adil olduğunu görmekteler. Madem görüyorlar, bir insan olarak hür iradeleri ile İmân etmeleri insan olmalarının şanındandır. Çünkü zorlama ile yapılan İmân, İmân olmaz.

Öyleyse o zimmiler İmân etsin yada etmesin malları, canları ve ırzları siz Müslümanların teminatı altınadır. ELLAH’ın vermiş olduğu bu derse göre: Din'de zorlama yok tur’un manası bu ve bu zimmîler için olup böyledir. Çünkü islam teminat veren, muhafaza eden bir güç haline gelmiştir. Öyle ise islam, teminat verme, muhafaza etme gücünü yitirirse bu takdirde islam ve Müminler, gayrı islami düzenlerin teminatı, koruması ve kontrolü altına kalır. Gayrı müslimlerin ve bozmaları olan valilerinin kontrolü altına kalan islam ve müminleri, şayet Din'de zorlama yoktur diyorsalar, bilsinler ki, ELLAH’ı, Resulünü ve Kur'ân'ı inkâr etmiş oldular. Zira yahudi ve nasaralar tüm zorluklara katlanarak durmadan, din olmayan din'leri için, her sahada faaliyetlerini yürütürken sen zimmî olduğun, esir olduğun ve köle olduğun halde islam dininde zorlama yoktur demenin manası, islamı terk edip gayrı islami düzenin altına sindiğini, sevdiğini gösterir.

Ama hâkim olan islamın şemsiyesi altına akidevi yönden icbar, zorlama yoktur. Çünkü icbar, inandıracağı şeyi, sevdireceği şeyi inkâr ettirmeye ve düşmanı çoğaltmaya yarar. Ama hür iradesi ile İmân edenler için ameli saha da zorlama vardır. Çünkü her mümin, imanı ile ELLAH’a köle olmayı kabullenmiş demektir. Öyle ise efendi kölesinin keyfine göre hareket etmez. Etmeyince kölesini zorlayıcı bazı emirleri olacaktır elbette.

İmdi bu temsil İmân ile yüklenmiş olunan vazifelere müdrik olunsun içindir. Âhiret bilinsin içindir. Ve ELLAH'tan gayrı ilâh edinilmesin için dir. Zira müminlerin ELLAH'tan gayrı velisi yoktur. Olmayınca müminleri ancak zulümattan nura ELLAH çıkarır. Ama Din'de zorlama yoktur deyip de Yahudi ve nasaraların hüküm ve hâkimiyetlerinin altına sinen Kâfirlerin, müşriklerin velisi ise tağut'tur ve tağutun vesayeti ile yahudi ve nasaralardır ki, bunlarda kendi dostlarını nurdan, haktan alıp zulümat olan batıla iletip cehenneme iletir. Ki, işte bu zalimler ve din'leri ve düzenleri tabandan tavana dek, amelden imana dek ikrahtırlar, kerihtirler, çirkindirler ve zorlayıcıdırlar. Çünkü İlahları ELLAH değildir. Anayasaları Kur'ân değildir. Emirleri Halife’i Resul değildir.

Gerçek bu ve böyle iken, günümüz tağut ve bozmalarına --LA İKRAHE FİDDİNİ-- Ayeti, dinsizliklerini din göstermeleri için fetva oldu ve fetva olarak kullanıyorlar bu ayeti... Oysa islam dini hâkim olduğunda, müminlerini zorlar, ama herkesi kaldırabildiği kadar zorlar. Öyle ise bu âyetin tefsiri hakkında: Din'de zorlama yok tur'un yerine, Din'de ikrah, Din'de sevilmeyen, tiksindiren ve akla, örfe ters olan bir inanç, bir kural yoktur denilse idi günümüz imansız müminlerin eline bu âyet fetva olarak geçmez idi. Ki, Şimdi bu fetva ile şunu demek istiyorlar: Din'de emretmek, düzen kurmak ve amir olmak yoktur. Oysa islam dini tüm den emirler ve hâkimler manzumesidir, zinciridir. Ki, bu zincir ELLAH’a çıkar. ELLAH’ın emirleri de zincirin halkalarından geçip tabana yayılır.

Artık insan olan herkes pek ala bilir ki, emredenin emrini alıp yerine koyanlar için bir zorluk vardır. Çünkü Amirin Emri bünyesinde zorluk taşımaktadır. Hem icbar taşımayan amir ve emirleri, gülünç, eğlence olur. Buna göre ELLAH’ın emirlerine havi olan islam düzeninde, zorlama yoktur değilir mi? Ama Din'de ikrah ve zorluk yoktur deyilir ki, Evet, Din'de ikrah ve zorluk yoktur. Çünkü ELLAH müminlerini kaldıramayacakları şeylerle hesaba çekmez ve ELLAH mü'minlerine zorluk dilemez. Ve dilememiştir. Ve hem müminin yardımcısı bizzat ELLAH’tır. Ki, ELLAH müminlerin velisi olarak,  alır zulümattan nura çıkarır.

Ama Din'de zorlama yoktur deyip de tağutu ilâh, hükümlerini din edinenleri, tağut nurdan alıp zulümata çıkarır. Yani haktan batıla, cennetten cehenneme iletir. Çünkü cehenneme iletilen bu mümin, kendini cehenneme ileteni, bu dünyada Din'de zorlama yoktur diyerek İlâh, Rab, Razık ve Hafız edinmişti. Şimdi ise tağut onu aldı cennetten cehenneme, nurdan zulümata iletti. Öyleyse tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanlar kendilerini ne sanırlarsa sansınlar, itaati altına memuru oldukları tağut, onları zulümat olan cehenneme iletmekle vazifelidir.

Öyleyse bu zalimlerden mümin imanını korumalıdır. Ve mümin, Risâlet'e, Halifesine isyan etmekten imanını korumalıdır. Şayet mümin, tağuta itaat etmekten imanını koruyup Risâlet'e ve Halifesine de isyan etmekten imanını koruyabilirse, hemen şimşek gibi zulümattan nura geçer, küfürden imana, şirkten tevhide geçer. Çünkü Halife’i Resul, bi’atlı olan müminleri ELLAH’ın izni ile cehennemden cennete iletmekle vazifelidir. Okuyalım:

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذى حَاجَّ اِبْرهيمَ فى رَبِّه اَنْ اتيهُ اللّهُ الْمُلْكَ اِذْ قَالَ اِبْرهيمُ رَبِّىَ الَّذى يُحْي وَيُميتُ قَالَ اَنَا اُحْي وَاُمِيتُ قَالَ اِبْرهيمُ فَاِنَّ اللّهَ يَاْتى بِالشَّمْسِ مِنَ الْمَشْرِقِ فَاْتِ بِهَا مِنَ الْمَغْرِبِ فَبُهِتَ الَّذى كَفَرَ وَاللّهُ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الظَّالِمينَ (258) اَوْ كَالَّذى مَرَّ عَلى قَرْيَةٍ وَهِىَ خَاوِيَةٌ عَلى عُرُوشِهَا قَالَ اَنّى يُحْي هذِهِ اللّهُ بَعْدَ مَوْتِهَا فَاَمَاتَهُ اللّهُ مِائَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُ قَالَ كَمْ لَبِثْتَ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ قَالَ بَلْ لَبِثْتَ مِائَةَ عَامٍ فَانْظُرْ اِلى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْ وَانْظُرْ اِلى حِمَارِكَ وَلِنَجْعَلَكَ ايَةً لِلنَّاسِ وَانْظُرْ اِلَى الْعِظَامِ كَيْفَ نُنْشِزُهَا ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْمًا فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُ قَالَ اَعْلَمُ اَنَّ اللّهَ عَلى كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ (259) وَاِذْ قَالَ اِبْرهيمُ رَبِّ اَرِنى كَيْفَ تُحْيِ الْمَوْتى قَالَ اَوَلَمْ تُؤْمِنْ قَالَ بَلى وَلكِنْ لِيَطْمَئِنَّ قَلْبى قَالَ فَخُذْ اَرْبَعَةً مِنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ اِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلى كُلِّ جَبَلٍ مِنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَاْتينَكَ سَعْيًا وَاعْلَمْ اَنَّ اللّهَ عَزيزٌ حَكيمٌ (260)

M E A L İ:

258-- ELLAH kendisine mülk verdiği için, İbrâhim ile Rabbi hakkında tartışanı gördün mü? İbrâhim ona: Benim Rabbim hem öldüren, hem diriltendir deyince, o: Bende diriltir ve öldürürüm demesin mi? İbrâhim: Benim Rabbim güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir deyince, o kâfir donup kaldı. Öyle ya ELLAH zalimler topluluğunu hidayete erdirmez ki!  259-- Altı üstüne gelmiş bir kasabaya uğrayanı gördün mü? ELLAH bunu ölümünden sonra nasıl diriltir? Dedi. Bunun üzerine ELLAH onu o yerde yüz sene ölü bıraktı. Sonra diriltip ona dedi: Ne kadar kaldın? Oda: Bir gün, bir günden daha da az kaldım dedi. Ona: Hayır, sen burada yüz yıl kaldın. Öyleyken yiyeceğine, içeceğine bak, henüz daha tefessüh etmemiş. Birde merkebine bak. Seni insanlara ibret kılacağız. Kemiklere bak, onları nasıl birleştirip yerli yerine koyuyoruz. Bu ihya hali ona açıkça gösterilince dedi: Artık ELLAH’ın her şeye kadir olduğunu biliyorum.   260-- Birde İbrâhim: Rabbim ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster demişti. Ona: Yoksa inanmıyor musun? O: Hayır, inanıyorum. Kalbim mutmain olsun dedi. Biz de ona: Dört çeşit kuş al, onları kendine alıştırarak iyice tanı. Badehu onların tiftik edilmiş etlerinden her dağın tepesine dağıt. Sonra onları çağır. Bak ki, onlar sana koşarak gelirler. Ve bil ki, ELLAH şüphesiz Aziz'dir, Hâkim'dir.

M E R A M I:

Son Resule İmân etmeyen insan ve İmân edip de ona ve Halifesine uymayan mümin, haliyle tağuta, imansız olarak uymaya mecburdur. Bu zalimlere uyup itaat etmeye mecbur olanlar, şüphesiz İbrâhim’in Rabbi hakkında İbrâhim ile tartışmaya namzet olup tartışandırlar. Çünkü Nemrud’un emrinde ve izindedirler. Öyleyse izinde oldukları imamın, imanı bunlara da aynen sirayet etmiştir ve edecektir.

Öyleyse bu zalimler ölen insanların ve yıkılıp harab olan beldelerin tekrar ihya olacağına da inanmazlar. Çünkü harab olan yerde yüz sene öldürülüp de badehu hayat bulan Nebinin izinde ve yolunda değillerdir. Madem değillerdir ona gösterilen ihya halini bunlar kabul etmezler. Yüz sene olduğu yerde duran suyun ve azığın bozulmamış olmasını, çürümemiş olmasını bunlar kabul etmezler. Niçin mi? ELLAH’ın her şeye kadir olduğunu kabul etmedikleri için, kabul etmezler. Birde ELLAH zalimler topluluğuna hidayet etmez de, onun için kabul etmezler.

Oysa kabul etmeleri için ve imanda şuhud makamına ulaşmak için, ELLAH Halili İbrâhim’in aynasından şu sahneyi tasvir ediyor: İbrâhim ölülerin dirilmesini görüp bizlere göstermek için, aldığı dört kuşu, kıyma makinesinde kıyıp elde kalan et, kemik ve tüy macununu uzak dağ zirvelerine birer tutam atıyor. Badehu: Haydi! ELLAH’ın izniyle bana gelin diyor. Ve kuşların ona gittiklerini ELLAH bizlere burada haber veriyor. Öyleyse eğer ELLAH’ın öldüren ve dirilten olduğuna imanımız varsa bu hadiseyi gözlerimizle görmüş gibi olduk. Öyleyse ELLAH’ın son Resulüne İmân etmekten çekinmeyelim ve Halifesine bi’at verip teslim olmaktan ürkmeyelim. Zira bu haberleri bizlere okuyan şüphe yok ELLAH’ın Resulüdür.

V E  İ Z A H I:

Bilelim ki, insan Rabbini, Razıkını, Hafızını ve İlahını bulmada muhayyerdir. Ama muhayyer olarak edindiği İlâh’a, Rabbe, Razığa ve Hafız’a İmân etmeye muhayyer olmayıp mecburdur. İtaat etmeye, sevmeye ve korumaya mecburdur. Öyleyse insan, ELLAH’ın Resulüne İmân etmezse ve İmân etmiş olduğu halde, tağuta ve düzenine birrıza itaat ederse, bu insan ve bu mümin, âhiret'e ve dirilmeye inanmamıştır. Velev ki, Amentüye inanmış olduğunu diyenlerden olsa bile. Zira Mademki, tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe oldu, âhiret'e de inanmayanlardan oldu. Ki, ELLAH:

Görmedin mi? O kimseyi ki, o İbrâhim’in Rabbi hususunda, İbrâhim ile mücadele ediyor. İmdi bu kimse İbrâhim ile İbrâhim’in Rabbi hususunda niye mücadele etti? Kendisine ELLAH mülk ve hükümdarlık verdiği için. Zira İbrâhim o kimseye: Sen heva ve hevesinle bu milleti idare etmen ELLAH’a isyandır diyordu ve sen ELLAH’ın hükümleriyle hükmedersen ancak o zaman ELLAH’a kulluk etmiş olursun diyordu. Evet, İbrâhim o kimseye bunları söylediği için, o kimse, âhiret hayatına inanmış olmasına rağmen, inanmamış gibi davranmak suretiyle, İbrâhim’in söylediklerine karşı çıkmak için, bende öldürür ve diriltirim dedi. Çünkü İbrâhim ona ölümü ve tekrar dirilmeyi hatırlatmakla onu kendi Risâletine İmân etmek için yumuşatmaya çalışıyordu ki, o kimse: Böyle bir şey yok dercesine bende öldürür ve diriltirim dedi.

O kimse böyle demesi ile hakikaten ölen insanı diriltirim demek istemedi. De, böyle demesi ile akıllı, yetkili, tedbirli, adil ve doğru olduğunu demiş oldu. Ki, İbrâhim: Madem o kadar güçlüsün, mahirsin haydi güneşi batıdan getir dedi. Haliyle bunun mümkün olmadığını bilen kâfir şaşıp kaldı. Şaşıp kaldı ve yenik düştü ama İbrâhim’e de İmân etmedi. Çünkü İmân hidayettir. ELLAH ise zalim kavme hidayet olan imanı nasip etmez. Bunun yerine dalalet yolunda olan imanı nasip eder. Öyleyse Nemrud’un izinden gidenlere birrıza tabi olanlara da ELLAH hidayet imanını nasip etmez. Etmeyince bunlarda haşre, hesaba inanmış olmalarına rağmen inanmamışlardan olurlar. İmdi bu dolaşık yoldan inanmamışlar sınıfına düşen bu nasipsizlere: ELLAH güneşi batıdan getirebilir mi? Diye bir soru sorulsa, hemen Evet,  getirir diye cevap verirler. Ama bu cevaba rağmen ELLAH’ı İlâh, Resulünü ve Halifesini imam ve Teşriisini anayasa olarak kabul etmezler. Kabul etmedikleri için, şayet havanın, suyun ve güneşin tasarrufu ellerinde olsa, kendilerinin kabul etmediklerini kabul eden müslümanlara güneşi perdeleyip suyu tutarlardı ve havayı hapsedip boğarlardı. Öyleyse Rabbimiz olan ELLAH namına o zalimlere ELLAH’ın lanetini dileyelim. Çünkü onlar gayrı islami düzenlerin hâkimiyetlerinden bil istifade Müminlere: Ben sizin Rabbinizim, bana secde edin, şükredin. Karşı gelmeyin öldürürüm haa! Der gibi hezeyanlar, tehditler savururlar. Ama kayıtsız şartsız kendilerine itaat edenlere de, sizi yaşatırım ve yaşayın şeklinde tebrikler yağdırırlar. İşte bu zalimlere ve ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanlara ELLAH hidayet vermez. Yani bunların imanı, İmân olup kabre gitmez. Çünkü ELLAH bu zalimlere mülkünde tasarruf etme hakkını verdi de, onlar aldıkları bu yetki ile ELLAH ile Resulü ve Halifesi ile ELLAH’ın hükümleri üzerine tartışma yolunu tuttular. Hem galip gelerek Hilafet'i, Şeriatı lağvedip Halife’i Resulü yad ellere sürdüler.

Badehu elleriyle zanlarına göre ve yahudi ve nasaralara uyarak hükümler mecmuaları yazıp tabilerine sundular. Tabiler de: Uygundur, uygundur diyerek kulluğa yakışanı sergilediler. Hem bu ikrarlarına sadık olmak için, ruhsatları ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olma yarışına yakalandılar. Şimdi ise bu yarışı kazananlar haylice çoktur.

İşte böylesi metbu ve tabilerin ellerinden gelseydi, havayı, suyu ve güneşi de elleri altına alıp, Ehli Risâlet olan müminlerin susuzluktan ciğerlerini yakarlardı.  Nitekim yezidiler evladı Resulü Kerbela’da susuz bıraktılar. Çünkü hâkimiyetlerini ELLAH’ın hâkimiyetinden üstün tuttular da ondan.

İmdi ehli Risâlet'e bu düşmanlık niye? Tekrar dirilmeye yakın bir imanın olmayışı ve altı üstüne gelen kasabalardan ibret almayışı ve hanedanların, hanelerin viran olmasından ve saltanat emaresi taşıyan sarayların küf bağlamasından ve sarmaşıkların bacayı sarmasından ibret almadıkları için Nemrud’a dost, ehli Risâlet'e düşman olmuşlardır. İşte bu zalimlerin gözleri önüne, iki yüz elli dokuzuncu âyette sergilenen ihya hadisesi, sergilense ELLAH’ın hükümlerine ve Resulullah'ın cemaat sünnetine dönerler mi acaba? Hayır, dönmezler.

Çünkü dermeyan etmiş oldukları düzenleri ve düzenlerini düzenleyen hükümlerinin devamı için, dolaylı yoldan âhiret'e inanmamaya amirdirler. Ki, ELLAH Risâlet'e, Risâlet dili ile İmanı ile Resullerin başlarından geçenleri Müminlere ve mümin olmak isteyenlere açık açık Beyân etti. Risâlet, insanların her iş, her söz, her niyetle imamı olduğu için, o imamın başına gelen, insanlar için olup ders ve vaazdırlar. Çünkü Resulullah'ın görmesi, işitmesi insanların görmesi, işitmesinden çok daha yakın ve inandırıcıdır ve inandırıcı olmalıdır.

Ki, Resullerin Risâletine ve bütün Resullerin Risâletine inanmak için son Resulün Risâletine ve Risâleti adına vermiş olduğu haberlere inanmadan ve inanıp Risâlet'e ve Halifesine bi’at verip teslim olmadan İmân ismini alan cevher sabit olmuyor. Öyleyse dünya hayatını ifsad edenler, Muhammed Mustafa’nın Risâletine direk olarak İmân etmeyenlerdir. Saniyen direk olarak İmân etmeyen bu yahudi ve nasaraların hüküm ve düzenlerine, mümin olmalarına rağmen uyup, teslim olanlardır. Hem bu zalimler İmân ve islam için onlardan daha şerli olmuşlardır. Zira bunların elleri ile Müminler aldatılıp Hilafet ve Şeriat lağv edilmiştir. Böylece dünya şirk ateşi ile ateşe verilmiş olup hala yanmaktadır. Çünkü bu zalimler ve tabileri şirk ateşine habire benzin dökmekteler. İşte bunlar metbu ve tabisi ile âhiret hayatının varlığına inanmayanlardır, hesaba, cennete ve cehenneme inanmayanlardır. Evet, gayb’a inanmayanlar işte bunlardır.

Ne var ki, ELLAH bu kullarını şuhud bir imana alması için, İbrâhim Resulullah'ın dilinden, yukarıda okuduğumuz iki yüz altmışıncı ayetini gönderdi. Artık gayb’a İmân edip, ELLAH’ın verdiği her haberin doğru olduğuna ve ELLAH’ın kudretinin sonsuz olduğuna inanmamak için ortada bir engel kalmadı. Hem onun Resulüne inanmamak için ortada bir engel kalmadı. Ama İmân edip mümin olduğunu söyleyen olsun, yada yahudi ve nasaralar olsun beşeri hükümlerle ve düzenlerle yönetip yönetilen insanlar, velev ki, nas beyninde Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe oldukları bilinmiş olsa bile bu kıssalardan ders alamazlar ve almazlar. Çünkü bunların imanları, ilimleri, amelleri, cihadları, zikirleri, fikirleri ELLAH ve Resulünün en azgın düşmanlarının ruhsatı iledir. İşte bu bağlılıktan dolayı bu ayetlere inanmazlar. Çünkü mutlak inanıcı olsalar, ruhsat almak şöyle dursun ruhsat verenlere lanet etmeye yol açılacaktır. Ve fitne olup düzen bozulacaktır. Onun için bunu yapmazlar. Yapmayınca da inanıcı sayılmazlar. Çünkü ELLAH’ın hükümleri ile hükmetmemek ve hükmetmeyenlere uymak, tabi olmak, itaat etmek, benzemek şüphe yok Akâidi âyetlerin inancını kalpten silip iptal eder. Lâkin imanı iptal olan insan mümin olduğunu der ve mümin olduğunu bilir. Ne var ki, bu bilgi kalpte imanı ihya etmez; Zira kişinin bakılmaz sözüne aynası işidir. Öyle ise İmân, iş aynasında görünürse İmân olur.

Lâkin iş aynasında görünen imanı, kin, hased, kibir ve ucub içten ifsad eder. Böylece iş aynasında görünen İmân resimden ibaret kalır. Hem müminde, bu huyların biri zaruretinden fazla varsa, öbürleri de o miktar var demektir. İmanı içten güve gibi yiyip bitiren bu dört sıfat, neticede, mümini ya zahiren ELLAH’a, Resulüne ve Halifesine isyan etmeye sevk eder, yada kalbi isyan olan nifak yolu ile mümini münafık eder. Öyle ise üzerine durduğumuz bu üç kıssadan dersimizi alalım da imana, ihlâsa, tevhide erelim. Yani mezmum olan dört huyumuzu ki, bu huylardan az yada çok herkes de vardır. Islah edelim. Çünkü bu huylar ıslah edilmeden hiçbir hayra erişilmez.

İmdi İbrâhim (a.s.) Dört kuş kestiğinden kıyaslanarak, dört huyun katledilme pahasına da olsa ıslah edilmeleri lazımdır dedik. Dedik ama bu dört huyun ıslahı nasıl olur? Ve nasıl olmalıdır? Sorusuna bizler cevap verme yetkisine sahip olmamamıza rağmen deriz ki: Hicret edip bi’at altına duran her müminin yirmi dört saatte şunlar virdi olmalıdır: Beş vakit namazı cemaat ile eda etmek. Ki, bu Resulullah'ın tevatür olan sünneti ile müminlerin üzerine yüklenen farz olan bir evrad'dır. Bu evradı yerine getirirken aradan belli bir miktar Kur'ân okumalıdır, ama anlayarak ve anlamak için okunmalıdır. Bunların arasında tezekkürü mevti bırakmamalıdır ve tefekkürü âlem etmelidir. Bu dört hali vird edinen insan, ihsan sahibi olur. Yani kendisi ELLAH’ı göremez, ama ELLAH’ın kendisini gördüğünü hisseder. Ki, İmân ve ibadetlerin hülasası bu ihsan makamıdır. Yani kulluk makamını elde etmektir. İşte bu kulluk makamına çıkan insan bu dört huyunu ıslah etmiş olur. Böylece yeri geldiğinde de onları kullanır. Şöyle ki: Kibirliye karşı kibirli olmak vaciptir. Hasud insana karşı vakur olmak vaciptir, riya ehline karşı küçültücü tekerlemeler atmak vaciptir. Bunların hiç birini edemez isen, vakarınla onların yanlarından ayrılman vaciptir. Öyle ise bu vacipleri yerine getirebilmemiz için. Okuyalım:

مَثَلُ الَّذينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ فى سَبيلِ اللّهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ فى كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍ وَاللّهُ يُضَاعِفُ لِمَنْ يَشَاءُ وَاللّهُ وَاسِعٌ عَليمٌ (261) اَلَّذينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ فى سَبيلِ اللّهِ ثُمَّ لَا يُتْبِعُونَ مَا اَنْفَقُوا مَنًّا وَلَا اَذًى لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ (262) قَوْلٌ مَعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌ مِنْ صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَا اَذًى وَاللّهُ غَنِىٌّ حَليمٌ (263) يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذى كَالَّذى يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الْاخِرِ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًا لَا يَقْدِرُونَ عَلى شَىْءٍ مِمَّا كَسَبُوا وَاللّهُ لَايَهْدِى الْقَوْمَ الْكَافِرينَ (264) وَمَثَلُ الَّذينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمُ ابْتِغَاءَ مَرْضَاتِ اللّهِ وَتَثْبيتًا مِنْ اَنْفُسِهِمْ كَمَثَلِ جَنَّةٍ بِرَبْوَةٍ اَصَابَهَا وَابِلٌ فَاتَتْ اُكُلَهَا ضِعْفَيْنِ فَاِنْ لَمْ يُصِبْهَا وَابِلٌ فَطَلٌّ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصيرٌ (265) اَيَوَدُّ اَحَدُكُمْ اَنْ تَكُونَ لَهُ جَنَّةٌ مِنْ نَخيلٍ وَاَعْنَابٍ تَجْرى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ لَهُ فيهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَاَصَابَهُ الْكِبَرُ وَلَهُ ذُرِّيَّةٌ ضُعَفَاءُ فَاَصَابَهَا اِعْصَارٌ فيهِ نَارٌ فَاحْتَرَقَتْ كَذلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمُ الْايَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ (266) يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اَنْفِقُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا كَسَبْتُمْ وَمِمَّا اَخْرَجْنَا لَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَلَا تَيَمَّمُوا الْخَبيثَ مِنْهُ تُنْفِقُونَ وَلَسْتُمْ بِاخِذيهِ اِلَّا اَنْ تُغْمِضُوا فيهِ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ غَنِىٌّ حَميدٌ (267) اَلشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَاْمُرُكُمْ بِالْفَحْشَاءِ وَاللّهُ يَعِدُكُمْ مَغْفِرَةً مِنْهُ وَفَضْلًا وَاللّهُ وَاسِعٌ عَليمٌ (268) يُؤْتِى الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَاءُ وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْرًا كَثيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّا اُولُوا الْاَلْبَابِ (269) وَمَا اَنْفَقْتُمْ مِنْ نَفَقَةٍ اَوْ نَذَرْتُمْ مِنْ نَذْرٍ فَاِنَّ اللّهَ يَعْلَمُهُ وَمَا لِلظَّالِمينَ مِنْ اَنْصَارٍ (270) اِنْ تُبْدُوا الصَّدَقَاتِ فَنِعِمَّا هِىَ وَاِنْ تُخْفُوهَا وَتُؤْتُوهَا الْفُقَرَاءَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَيُكَفِّرُ عَنْكُمْ مِنْ سَيَِّاتِكُمْ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبيرٌ (271) لَيْسَ عَلَيْكَ هُديهُمْ وَلكِنَّ اللّهَ يَهْدى مَنْ يَشَاءُ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَلِاَنْفُسِكُمْ وَمَا تُنْفِقُونَ اِلَّاابْتِغَاءَ وَجْهِ اللّهِ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ (272) لِلْفُقَرَاءِ الَّذينَ اُحْصِرُوا فى سَبيلِ اللّهِ لَا يَسْتَطيعُونَ ضَرْبًا فِى الْاَرْضِ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ اَغْنِيَاءَ مِنَ التَّعَفُّفِ تَعْرِفُهُمْ بِسيميهُمْ لَا يَسَْلُونَ النَّاسَ اِلْحَافًا وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّهَ بِه عَليمٌ (273) اَلَّذينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرًّا وَعَلَانِيَةً فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ (274)

M E A L İ:

261-- Mallarını ELLAH yolunda infak edenin durumu: Her başağında, yüz tane olan yedi başaklı bir sümbülün durumu gibidir. ELLAH dilediğine kat kat verir. ELLAH Vâsi'dir, Alim'dir. 262-- Mallarını ELLAH yolunda infak edip de sonra onu başa kakıp eziyet etmeyenlerin mükâfatları Rablerinin katındadır. Onlara korku ve mahzuniyet yoktur. 263--  Bir tatlı dil, birde af peşinden eza gelecek olan sadakadan evladır. Zira ELLAH Gaani'dir, Halim'dir. 264-- Ey İmân edenler ELLAH'a ve âhiret gününe inanmayıp, insanlara gösteriş etmek için malını infak eden kimse gibi sadakalarınızı başa kakmayın ve eza etmekle iptal etmeyin. Böyle yapanların hali, üzerine toprak bulunan kaya gibidir. Ona şiddetli bir yağmur isabet ettiğinde, onu kupkuru bir taş haline getirir. Onlar işlediklerinden bir şey elde edemezler. ELLAH kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.           265-- ELLAH'ın rızasını kazanmak ve kalpte olanı sağlamlaştırmak için, malını infak edenin hali, bir tepede olan bahçenin hali gibidir. Yağmur düşünce mahsulünü iki kat verir. Rahmet yağmasa bile bir çisentisi bulunur. ELLAH işlediklerinizi bilir. 266-- Sizden hiçbiriniz arzu eder mi ki, hurma ve üzümlerden bir bahçesi olsun ve altından ırmaklar aksın, her çeşit meyveleri bulunsun, kendisi ihtiyarlamış olup, çocukları muhtaç iken, bahçeleri bir kasırga ile yansın? Düşünesiniz diye ELLAH ayetlerini bu temsillerle açıklamaktadır. 267-- Ey İmân edenler! Kazandıklarınızın temizlerinden ve size yerden çıkardıklarımızdan infak edin. Kendiniz göz yummadan alıcısı olmadığınız bayağı şeyleri vermeye yeltenmeyin ve bilin ki, ELLAH Ganidir, Halim'dir. 268-- Şeytan sizi fakirlik ile korkutarak çirkin şeyleri iyi gösterir. ELLAH ise kendisinden bir mağfiret ve bolluk vaad eder. Ve ELLAH Vasi'dir, Alim'dir. 269-- ELLAH hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet vermiş ise, şüphe yok ki, ona pek çok hayr verilmiştir. Bunu ancak büyük akıl sahibi olanlar tezekkür edip anlar. 270-- Nafakadan ne harcadınız ise, nezirden ne adadınız ise şüphe yok onları ELLAH bilir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur. 271-- Sadakalarınızı aşikâre verseniz iyi olur. Gizli vermenizde yine sizin için iyi olur. ELLAH onunla günahlarınızın bir kısmını bağışlar. Her ne işlerseniz ELLAH ondan haberdardır. 272-- Onları hidayete erdirmek sana düşmez. Ancak ELLAH dilediğini hidayete erdirir. Hayr'dan ne infak ederseniz kendinizedir. Zaten yalnız ELLAH'ın rızasını kazanmak için infak edersiniz. Hayr'dan ne infak ederseniz karşılığı size ödenir. Ve siz haksızlığa uğratılmazsınız. 273--  Kendini ELLAH yoluna ihsar ile sebil eden fakirler vardır. Bunun için kendilerini açığa vurmazlar. Cahiller onları zengin zanneder. İffetlerinden dolayı hallerini bildirmezler. Ama onları tanıyan simalarından tanır. Bunlar insanlardan illa bir şey almaya ısrar etmezler. İşte Hayr'dan ne şeyi bunlara infak ederseniz onu ELLAH muhakkak bilir. 274-- Onlar ki, mallarını gizli ve aşikâre, gece ve gündüz infak eder. İşte onların ecri Rablerinin katındadır. Onlar için korku ve üzüntü yoktur.

M E R A M I:

Son Resulün Risâletine İmân eden insanın hicret edip islam cemaatinin imamı olan Halife’i Resule bi’at vererek, cemaati islamın bir üyesi olması farz'dır. Evet, bu farzı yerine getiren müslüman'a        --Ki, bu farzı yerine getirmeyen mümin, müslüman olamaz.-- Olamayınca da, mallarını ELLAH yolunda infak edemez. Çünkü içinde ve emrinde olduğu tağuti düzen, ELLAH yoluna malı sarf etmeye engel olur. Çünkü kendi yoluna malın harcanmasının yolunu açmıştır. Böylece bu yolda sarf edilen mallardan bire yedi yüz karşılık alınır ama ELLAH’ın lanetini almak için alınır. Çünkü bu yolda harcanan mallar ELLAH Rızası için harcanmış olmayıp, tağutun rızasına mahsuben gösteriş ve riya için harcanmış olup ELLAH’ın yolunu engellemek için harcanmışlardır.

Ama ELLAH'ın yolu için, Halife’i Resulün başkanlığında malını infak eden, bu ettiğinden zerrece imtiyaz peşinde olmaz. Verdiklerini hatırlamaz ve hatırlatarak başa kakmaz. Evet, kimseyi minneti altına almayı düşünmez. Çünkü ELLAH’ın Rızasını kazanmak, sadakaların infak edilmesine bu şekilde amirdir.

Hem tatlı ve maruf olan bir söz, başa kakılan sadakadan çok daha iyi olduğunu bildikleri için, verdiklerini unuturlar. Böylece gani olmak isterler. Ki, ELLAH’da Gani ve Halim'dir. Bu nedenle ELLAH mü'minlerine hitaben buyuruyor: Sadakalarınızı insanlara gösteriş için infak etmeyin! Zira böyle edenler ELLAH’a ve Âhiret gününe inanmadığı için böyle yapmış olur. Ki, böyle eden malı ile ELLAH’ın lanetini almış olur. Ki, ELLAH bu hali şöyle tasvir ediyor: Sadakalarını benim yolum için verip de gösteriş edenler ve tağutun yoluna vermek sureti ile benim yoluma engel olanların hali: Yağmur sebebi ile toprağı uçup geride cascavlak kalan kaya taşının hali gibidir. Yani böyle edenlerin imanı uçar, geriye cehennemin yakıtı olan taş gibi bir insan kalır.

Ama sadakasını desinler için vermediği gibi, acaba onu ELLAH kabul etti mi diye bir korku ve tevazu içinde olanlara gelince bunların misali de: Yüksek bir tepede olan bahçe gibidir. Ki, bu bahçeye yağmur yağmasa bile mutlaka bir çisentisi olup mahsulsüz kalmaz. Yani ELLAH bunların sadakalarını mutlak kabul edip imanlarını muhafazası altına alır.

Ama ELLAH yolunda olarak, ELLAH’ın yolu için infak edip de bir çisenti misali ELLAH’ın Rızasını celb edemeyenler ve tağutun yoluna infak edip de ELLAH’ın yolunu engelleyenler için ELLAH şu temsili veriyor: Sizden hanginiz? İhtiyar olmasına rağmen, çocuklarının nafakası da üzerinde iken, geçimlerini temin eden bahçeleri yanıp yok olsun? Böylece aç ve açıkta kalmayı sizden kim ister? Yani tağutun yoluna infak ederek yolumu engelleyenler ve benim yolum için gösterişe kapılarak verenler, altlarından ırmaklar akan cennet gibi bir bahçeyi ateşe vermiş olur. Ki, o cennete muhtaç olmayan hiçbir insan yoktur.

Öyleyse imanı, imamı ve bi’atı olan müslüman'lar, ELLAH’ın verdiği şeylerden onun yolu için, onun rızasına niyet ederek infak etsin. Bu niyet ve bu yolun dışında ELLAH’ın verdiklerinden zinhar kimseye bir zırnık vermesin. Ama ELLAH’ın kendisine vermediklerinden istediği yere, istediği kişiye, istediği kadar versin. Nitekim gayrı islami olan insanlar mallarını ELLAH'tan bilmedikleri için, onları vermekle ELLAH’ın Rızasını değil de, kendilerinin ulûhiyyetlerini kabul ettirmeye matufen verirler. Bu nedenle verdiklerini hiçbir zaman unutmayıp daima başa kakarlar. İşte bu gayelerinin tahakkuk etmeyeceği yerde bir iğne dahi vermezler. Neyse, bu zalimler burda işlenen âyetlerin muhatabı değillerdir.

Burada işlenen ayetlere muhatap olan müslümanlara şeytan şöyle der: Aman daha dikkatli ol! Verme, vereceksen işe yaramayanı ver. Zira düşün ki, sonra muhtaç kalırsın haa! Ama infak edilen şey ELLAH’ın değil de tağuti laik düzene hizmet oluyorsa, hâkimiyetini sağlıyorsa, şeytan hemen der: Ver hem de çok ver. Yap, yaptır. Hem millet duyar, hem de emir'in sana nişan verir. Haliyle ELLAH’ın Rızasını da kazanırsın der.

Şeytan'ın fısıltısına kapılan bu iki sınıf insan, zinhar ELLAH’ın Vâsi ve Âlim olduğuna inanamaz. İnanamayınca, ELLAH’ın Resulüne, Halifesine düşman olur. Ve düşman olmaya mecbur kalır. Çünkü ELLAH bu zalimlere hikmet vermez. ELLAH kime hikmet vermezse, ona hiçbir şey vermiş sayılmaz. Ama ELLAH, kime hikmet vermişse ona da, çok şeyler verdiğini burada Beyân etmektedir. İmdi hikmet nedir? Hikmet --FEMENYEKFÜR BİTTAĞUT VE YU’MİN BİLLÂH-- tır. Öyle ise tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve talebe olanların üzerine ELLAH’ın hikmetinden bir zerre yoktur. Ama şeytan'ın tezyinatı altında olan hikmetleri çoktur. Çünkü: --VEMA YEZZEKKERÜ İLLA ULUL ELBAB-- lar dan değillerdir. Öyle ise akılları eksiktir ki, tağutun ruhsatı ile olabildikleri kadar olup, şemsiyesinin altına sinmişler. Böylece infak edip hac ettiklerini sanmışlar. Zekât verip cemaat namazını eda ettiklerini sanmışlar. İşte bunlar, burada Beyân olunan hikmeti anlayamazlar. Da, gördükleri rüyaları ve şeytan'ın ilkah edip sarf ettikleri sözleri hikmet sanırlar.

İşte bunlar nafakadan neyi infak ederlerse etsinler ve nezirden neyi adasalar adasınlar, ELLAH bu ettiklerinin değerini, tağutu inkâr edip ELLAH’a yaptıkları imanın ölçüsü ile değerlendirir. Öyle ise tağutun ruhsatı ile yapılanlara ELLAH terazi tutmaz. Çünkü zalimlerin hiçbir yardımcıları yoktur. Biz bu zalimlerden ayrılarak hicret ederiz ve:

Hicret eden müslüman kardeşlerimizin, muhtaç olanlarına olmak üzere ve cemaati islamımızın levazımını temin üzere az yada çok, gizli yada aşikâre olarak imamımızın kontrolü ve tasarrufu altına olmak üzere infak ederiz. Ve infak edelim ki, ELLAH bunlarla günahlarımızın bir kısmını bağışlasın. Çünkü ELLAH her halimizden haberdardır.

Her halimizden haberdar olan ELLAH’ın bu emirlerini şayet, tağutun şemsiyesi altına, ruhsatı ile bir mümin olarak işlersek, bilelim ki, ELLAH’ın dini gibi bir din kurma yoluna girmişiz. Onun gibi İlâh olmuşuz. Oysa müminlerin üzerine, İlahınızı bulun, düzeninizi kurun ve Teşriinizi yapın diye bir yük ELLAH yüklememiştir. Bu hak, ELLAH’ın hakkı olup Resulullah'ın fiilen kurup yürütmüş olduğu cemaat, itaat, bi’at sünnetine bağlıdır. Bu bağ ile bağlı olan mümin cemaatin üzerine, ELLAH’ın Rahmeti vardır. Öyle ise bu çerçevede imanın adı: Risâlet'e ve Halifesine bi’at verip teslim olmaktır. Ki, işte bu Müminler, Hayr'dan ne infak ederseler, bire on geri ödenir. Çünkü infak, infak eden içindir. Zulmedip, zalime meyletmeden mümin zarara uğratılmaz.

İşte zarara uğratılmayan bu Müminler, sadakalarını fakirlik hallerini dışarı sızdırmayan fakirlere infak etmeyi öne alırlar. Öyle ise ELLAH'tan hayâsı sebebi ile kendini gizleyen bu fakirleri, Halife’i Resul tespit etmelidir. Hem bunlar simalarından belli olmaktadırlar.

Öyleyse infak da, bunları öne almak lazımdır. Zira gizli, aşikâre, gündüz, gece infak edenler için korku, mahzuniyet yoktur. Çünkü mükâfatları ELLAH’ın katında mahfuzdur. Mübârek olsun.

V E  İ Z A H I:

ELLAH’a ve âhiret gününe inanan her insan son Resule ve kitaba İmân eder. Badehu Halife’i Resulün emri altına girmek için hicret eder. Hali ile hicret ettiği düzenin düşmanları ile cihad eder. Ve cihad edebilmesi için malını, gerekirse canını infak eder. Ki, ELLAH bu üç şeyle her insanı imtihan eder ve edecektir. Nitekim İbrâhim (a.s.) mali ile canı ile ve yurdu ile imtihan edildi. Öyle ise insan İmân etmesinden, hicret etmesinden, infak etmesinden, cihad etmesinden sorumlu olup sorulacaktır. Niçin mi? Çünkü: ELLAH’ın emri olan bu dört şeyi, ELLAH için yapmayanlar mutlaka bu dört şeyi ELLAH'tan başkası için yapacaktır ve yapıyorlar ki, hesaba çekiliyorlar. Çünkü yapanlar ELLAH’ın kullarıdırlar. ELLAH’ın mülkünde olup onun nimetlerini yiyorlar. Öyle ise İmân, hicret, cihad ve infak onun son Resulünün ve Halifesinin başkanlığının altında olmak için yapılmalıdır. Zira bu çerçevenin dışına çıkıp yapılanlar, yapıldığı yerin hüküm ve düzenlerinin hâkimiyetine mahsup olur. Böylece --LA YEHDİL KAVMEL KÂFİRİNE-- Ayetine muhatap olur. Böylece mümin olarak infak, cihad, hicret ederken kâfir olarak defteri kapanır. Bu nedenle müminlerin, ELLAH’ı İlâh edinip Resulü ve Halifesi yolundan infak, cihad ve hicret ile ona sığınmaktan gayrı bir alternatifleri yoktur.

Çünkü bu yolun dışında olan insanlar, içinde oldukları düzenleri ile ve düzenlerinin yöneticileri ile kâfir oldukları, izahtan varestedir. Ki, ELLAH şeytan'ın ve emmare’i nefsin vasıtasıyla, ELLAH için yapılan infakların başa kakılmamasını temine çalışması infak emrinin mutlak farz oluşundandır. Çünkü Cihadullah olan cihad, iki şeyle olur. Biri ve birincisi mutlak maldır, eşyadır, araçtır, silahtır, alet ve edevattır. İkincisi candır. Ama mutlak değildir. Zira canımı vereceğim demekle onu veremezsin. Tutacağım demekle de tutamazsın. Ama mal, ELLAH’ın olmasına rağmen tasarrufu insana bırakılmıştır. İşte bu nedenle infak hususun da Rabbimiz çok açık ve cana yakın Beyânda bulunuyor. Ki, tasarrufu elinde bulunan mal sebebiyle ELLAH’ın yoluna zarar verip de cehenneme gitmesin diye... Hem malını önceden ELLAH’ın yolu için vermeyen, canını da ELLAH için vermeye yol bulamaz da, tağut için açılan yolda canını verir ve gümbürtüye gider. 

En ehsen surette yaratılan insan, gümbürtüye gitmesin diye ELLAH infak etmeyi farz kılmıştır. Ama başa kakmamayı, riya etmemeyi de emretmiştir. Öyle ki, ELLAH’a ve âhiret gününe inanamamakla eşlendirilmiştir bunlar. Ve Müminler için kayanın üzerine olup, kayayı örten ve kaya üstünü güzel bir bahçe gibi gösteren toprak ile kıyaslanmıştır bunlar. Çünkü bakınca yeşillik olan bir bahçe gibi görünür o kaya üstü. Ama dolu bir yağmurun önüne duramayıp, toprak kayanın üstünden kayınca, geride tam virane olan ve sırıtan cascavlak bir kaya kalır. Yani geride mümin isimli ama imanı olmayan bir insan kalır.

Ama ELLAH’ın emriyle, Risâletin şemsiyesi altında yapılan infak şayet riya ve desinler den uzak olup başa kakılmıyorsa dünya ve âhiret'te mahsulünü verir. Çünkü herkesin niyetini ve amelini ELLAH bilir. Evet, ELLAH’ın Rızasını celbeden amellerin, infakların durumunun, tasvirini ELLAH yüksek bir tepede olan bahçeye yansıtıyor. Ki, yağmur yağmasa bile bir çisentisi bulunur diyor. Yani İmân, ihlâs ve tevhid zayi olmaz diyor.

Ama imanda ihlâs olmayıp şirk olursa yani mümin halifeyi resulün şemsiyesi altında olmayıp tağutun şemsiyesi altına ruhsatı ile ELLAH’a yönelmek için Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe oluyorsa, böyle olanların durumunu da ELLAH: Yaşlı olup bakacağı kimseleri olmasına rağmen, bütün ihtiyacını temin ettiği bahçesine tam muhtaç olduğu ve mahsulü kemal bulup devşireceği hasat zamanında, bir kasırga ile yanmasına temsil ediyor. Yani imana en çok muhtaç olunduğu mahşer gününde bu insanların imanının yanacağının haberini vermiş oluyor. Ki, düşünelim de, imana en çok muhtaç olduğumuz bir zamanda imanımızın yanmaması için şimdiden tedbirimizi alalım diye... Yani son Resule İmân edelim diye, hicret edelim diye ve Halifeyi Resule bey’at edip itaat edelim diye... Böylece İmân bahçemizi yakmayalım diye.

İmân bahçemizi ateşten korumamız için, Rabbimiz şu dersi de vermektedir: Görmeden, anlamadan aldıklarınız müstesna, görüpte almadığınız nesneleri ELLAH’ın Rızası için ve kitabının hükümet olması için vermeniz, veriyorum demeniz dini islamın mehabetini tenzil etmek olduğunu bildirmektedir. ELLAH’ın dinine yakışmayan sözlerle, işlerle onun rızası talep edilmez olduğunu bildirmektedir. Ne var ki, şeytan ELLAH’ın bu emirlerine mani olmak için her kötülüğü iyi gösterir. Böylece müminin imanını kaydırıp geride cascavlak bir taş gibi bir insan bırakır.

Netice bu gibi müminlerle Halifeyi Resulü ve Şeriatullah'ı lağvettirir. Hem de iyi yaptıklarını, islama hizmet ettiklerini onlara dedirtir. Şeytan bu, başka ne yapabilir ki? Şeytan, müminleri ELLAH’ın dinine yardım etmekten men etmek için, Halife’i Resule muhalefet etmeyi, İmân namına körükler. Ve istikbal tehlikede der mümini infak etmemeye inandırır. Böylece cimrilik yolu ile imanı iptal eder. ELLAH’da, şeytan müminleri cimrilik yolu ile imandan mahrum etmesin diye, Müminlere bolluğu ve mağfireti vaad eder.

Öyleyse mümin olanlar bu iki vaad ediciden, hangisi vaadini yerine getirebilir olduğuna inanırsa, onun dediğini yapsın. Zaten iş işleyenler, bu iki vaad edicinin emrine uyarak işlerini işlemekteler. Ki, bu hususta üçüncü bir alternatif de yoktur. Ama ELLAH’ın Vâsi ve Âlim olduğu müminlerce hiç unutulmamalı, şeytan'ın da cahil ve düşman olduğu unutulmamalı ki, mümin zilletten kurtulup izzete ve hikmete yol bulabilsin öyle ise hikmet nedir? Hikmet: --Resul hikmeti mehafetullah– dır. Yani hikmetin başı ELLAH'tan korkmaktır. Öyle ise ELLAH, yalnız kendisinden korkmayı bizlere öğretir inşâ ELLAH. Zira ELLAH yalnız kendisinden korkmayı kime ve kimlere öğretirse, onlara çok şeyler öğretti ve çok hikmet verdi demektir.

Öyleyse hikmet, öncelikle Resullere verilmiştir. Saniyen son Resulün Risâletine İmân ederek Halifesine Bi’at verip teslim olan Sahâbeye verilmiştir. Çünkü bu Müslümanların kalbinde ELLAH korkusu fazladır. Fazla olmasa idi kendilerini şartsız olarak Halife’i Resule teslim etmezdiler. İşte hikmet tamam budur ve bu Müslümanların bu teslimleri tamam hikmettir. Öyle ise tağutun şemsiyesi altın da şemsiyesinin açık ve ayakta durması için, yemin tahtında hizmet verdikleri halde, kendilerine hikmet, keramet verildiğine inananların şeytan amellerini süsleyerek, hikmet ehli olduklarına dair ikna etmiştir. Bu nedenle kendilerinden emin olarak, uçurumun kenarında gördükleri millete nutuk çekerler, vaazlar ederler, makaleler yazarlar ve icraa edebilmeleri için ruhsat alıp şemsiye’i tağutun altında vahdeti temin için yuvalar kurarlar. Kendilerinden emin oldukları için da, söz dinlemezler. Böylece ELLAH’ın kahrını, ELLAH’ın lütfü bilirler.

Oysa hikmet, son Resulün Risâletine İmân etmek olup Halifesine hicret ile bi’at verip teslim olmaktır. Bunun dışında hikmete zemin olan hiçbir iş, söz, amel yoktur. Çünkü islam hükümetinin dışına kalan zeminler şeytan'ın emri altında olup, ilâhları yahudi ve nasaralardır. Zira bu zalimler şeytan'ın halifeleridirler.

Öyleyse gayrı islami zeminlerin içinde, ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanlara hikmetten bir şule aranmamalı. Zira hikmetin başı ki, ELLAH'tan korkmaktır, yani ELLAH'tan gayrı hiç kimseden korkmamaktır öyle ise müminim diyen, Âlim olduğuna inanan, Âlim bilinen, cihadı ün salan bir insan, tağut ve düzenine sığınarak ELLAH’a Ubûdiyyette bulunmaz. Ve bir kimseye: Sizde benim gibi olun diyemez. Ama oldu ki, etti ve dedi, öyle ise bunlara hikmetten bir eser aranmaz. Çünkü hikmet, islami düzende vardır ve aranır. Bunun için Kitabullah'ın bir ismi de              --HİKMET-- tir. Hikmet hâkim olursa onun hükümleri altında olanlara da hikmet olur. Zira yağmurun altına kalanlar ıslandığı gibi. Öyle ise hikmet yağmuru yağmasa, taşıma su ile o yağmur yağdırılıp da, arzu olunana ulaşılamaz.

Ve bilelim ki, insanı imandan ve mümini hikmetten ayıran dünya sevgisidir. Dünya sevgisi ölümü çirkin gösterip âhiret'i unutturur. Oysa dünya âhiret'in tarlasıdır, vasıtasıdır, meyvesidir ve misalidir. Evet, dünya şu misaldir: Kişi okur, ama okuduğuna değer vermeyebilir. Lâkin imtihanına çok değer verir. İşte dünya imtihan için açılan bir mektep dir. Öyleyse dünya hayatına çok değer vermek lazımdır. Ama ELLAH’ın ve Resulünün verdiği değerle değerlendirmemiz lazımdır. Ne var ki, bu değerlendirmeyi ancak akıl sahibi olanlar idrak eder. De, nafakadan, nafaka sahiplerine borcunu infak eder. Çünkü infak İmân nezri ile bir borç tur. Öyleyse islami düzende, nafakası olup da, nafakası olmayanlara vermemek, ELLAH ile yapılan İmân nezrini iptal eder. Böylece dünya ve âhiret'te yardımdan, yardımcılardan mahrum kalır.

Evet, mahrum kalır derken, meramımızı anlamayanlara tekrar hatırlatayım: tağuta birrıza itaat ederek ve tağuta birrıza itaat eden fakirlere infak, nezdi Bâri'de merduttur. Çünkü zalim ve Kâfirlerin hiç ama hiçbir yardımcıları yoktur. Hem sadaka, söze durmaktan alınmıştır. Ki, ELLAH’ın emri ile ELLAH’ın gösterdiği yerlere sadaka vermek imanında sadık olanın işidir. Hem ELLAH infak emri ile müslüman kulunu, sahiden teslim olup olmadığını denemesidir. Öyleyse bu emir öncelikle Halife’i Resul içindir. Çünkü Halife’i Resul gizli verilecek yerleri ve açıkça verilecek yerleri herkesten çok iyi bilendir. Hem müminlerin bi’atı ve itaati onadır. ELLAH’ın bu infak emri, umumi olmasına rağmen ikinci olarak zenginleredir. Zengin olup da muhtaç olanları aramayan zenginler, fakirin, fakirliği ile fakirleşmeyen zenginler, zalim olup günahları bağışlanmaz. Zira ELLAH her şeyi çok iyi bilendir. Öyleyse ELLAH affedip hidayete erdirecek olan kullarını bilir. Hem hidayete irşad etmek ELLAH'tan gayrisine gerekmez. Ki, ELLAH Habibine: Onları hidayete erdirmek sana gerekmez buyurmaktadır.

Çünkü hidayet, hikmettir. Hikmette, yukarda izahı yapıldığı yer ve kişilere verildiğini gördük. Öyleyse tağuti beldelerde, zimmî olduğunu anlayan Müminler kendi aralarında, infak etmekle sorumludurlar. Çünkü tağutun hegemonyası altında kendini dört dörtlük müslüman bilenlere, zimmî olmayıp kendini hür sananlara sadaka verilmez. Niçin mi? Mümin olmadıkları için. Evet, zira islamın hâkimiyeti altında kalan gayrı müslimlerin ödedikleri zimmet karşılığı malları, canları, ırzları ve din'leri teminat altına alınmıştır. Ama tağuti hegemonyanın altında kalan müminlerin, canları, malları, ırzları ve özellikle din'leri, zimmet ehlinin ödedikleri zimmetten fazla zimmet ödemelerine rağmen teminat altında değillerdir. Hem bu değerler, laik ilkelerle teminat altına alınmaz. Ancak teminat altına almaya çalışırken bu ilkeleri yok ederek teminat altına alabilir. İşte tağutilerce her şeyi yok olmasına rağmen kendini mümin bilenlere, elbette ki infak olunmaz.

İnfak hususun da bir çizgide on dört âyet ile şeş cihet meşruat veren ELLAH, yoktan var ettiği insanların derununda cimrilik olduğunu bildiği için, tedavi yolunu bu ayetlerle açtı. Şöyle ki tüm vakitlerimizi kapsayan gece ve gündüz de infak etmemizi emretti. Böylece cimrilikten kurtulmanın yolunu açtı. Cimrilik gibi mezmum bir hali, ELLAH insana niçin verdiğini mi soruyorsunuz? ELLAH verdiği malın, nimetin kadri bilinsin için. Çocuğun eline altın ile teneke bir değer taşımadığı için, nimet olan malda, insanların eline öyle olmasın için, ELLAH insanın derununda mala bir muhabbet yerleştirdi. Hem mal sevilmeseydi onu infak etmek ELLAH’ın rızasını kazanmazdı. Çünkü sevilmeyen şeyin yükü vardır. Yükünden kurtulduğu için, ELLAH’ın rızası şöyle dursun belki cezası olur. Zira sevilmeyen malı vermenle, atmanla karşı tarafı kirletmiş oldun. Demek mala muhabbet rahmettir. Ama aşırı muhabbet zillettir.

 Hem sokaklarda çocuk elindeki şeyle oynayıp da, onu elinden bir yere düşürdüğü gibi, mal sokaklarda kalmasın için, mala muhabbet etmeyi ELLAH verdi insana. Ama aşırısından müminleri sığındırdı Rahmana. Çünkü mala olan aşırı muhabbet faize iletir. Faiz de badehu: Alış verişte faiz gibidir kıyasını şirin gösterir, mala aşırı muhabbeti olan insana yapılan bu kıyas, cehennemi inkârdır. Okuyalım:

اَلَّذينَ يَاْكُلُونَ الرِّبوا لَا يَقُومُونَ اِلَّا كَمَا يَقُومُ الَّذى يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّ ذلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا اِنَّمَاالْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبوا وَاَحَلَّ اللّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبوا فَمَنْ جَاءَهُ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّه فَانْتَهى فَلَهُ مَا سَلَفَ وَاَمْرُهُ اِلَى اللّهِ وَمَنْ عَادَ فَاُولئِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فيهَا خَالِدُونَ (275) يَمْحَقُ اللّهُ الرِّبوا وَيُرْبِى الصَّدَقَاتِ وَاللّهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ اَثيمٍ (276) اِنَّ الَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَقَامُوا الصَّلوةَ وَاتَوُا الزَّكوةَ لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ (277) يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اتَّقُوا اللّهَ وَذَرُوا مَا بَقِىَ مِنَ الرِّبوا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنينَ (278) فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا فَاْذَنُوا بِحَرْبٍ مِنَ اللّهِ وَرَسُولِه وَاِنْ تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤُسُ اَمْوَالِكُمْ لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ (279) وَاِنْ كَانَ ذُو عُسْرَةٍ فَنَظِرَةٌ اِلى مَيْسَرَةٍ وَاَنْ تَصَدَّقُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ (280) وَاتَّقُوا يَوْمًا تُرْجَعُونَ فيهِ اِلَى اللّهِ ثُمَّ تُوَفّى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ (281)

M E A L İ:

275-- Riba'yı yiyenler, şeytan'ın çarptığı gibi kalkarlar. Bu onların: Alışveriş de riba gibidir demelerindendir. Oysa ELLAH alışverişi helal, Riba'yı haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir vaaz gelirde, faizden vaz geçerse, geçmiş olanları kendine aittir ve gelecekte ki hükmü ELLAH’a kalmıştır. Kim de tekrar faize devam ederse onlar cehennemin ehlidirler. Ve orada ebedi kalırlar.  276-- ELLAH Riba'yı mahveder ve sadakaları ziyade eder. ELLAH küfranı nimet olan herkesi sevmez.  277-- İmân edip Sâlih amel işleyenlerin, namazı kılıp zekâtı verenlerin, Rableri katında mükâfatları vardır. Onlar için korku ve mahzuniyet yoktur. 278-- Ey İmân edenler! ELLAH'tan korkun. Eğer müminlerdenseniz faizden kalanı bırakıp, faizden vaz geçin.  279-- Böyle yapmazsanız bunun, ELLAH’a ve Resulüne harp açmak olduğunu bilin. Şayet tevbe ederseniz sermayeniz sizindir. Böylece haksızlık eden ve haksızlığa uğrayan olmazsınız. 280-- Borçlu darda ise kolaylığa kadar beklemelidir. Bununla beraber şayet bilmek isterseniz, sadaka olarak bağışlamanız daha hayırlı olur. 281-- Hem öyle bir günden sakının ki, o gün ELLAH’a döndürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı eksiksiz ödenecek. Ve zerre kadar haksızlık edilmeyecek.

M E R A M I:

ELLAH’ı ve âhiret gününü inkâr olan faiz ve düzeni hâkim olup müminlerin gelirini, giderini yönetip yönlendirirse, artık bu çarkın altında kalan Müminler varsa, o Müminler ELLAH’ın bu ayetlerini hatırlayarak bir araya gelmeliler. Yani bu zalim düzene en azından buğz etmek için sünnete uyarak bir cemaat oluşturmalıdırlar. Çünkü her şeyin talimi ve dersi olduğu gibi buğz etmeninde talimi ve dersi vardır. Böylesi düzende, böylesi bir cemaat oluşturmayan faize ve faizciye onay vermiş olur. Ve kabrinden şeytan'ın çarptıklarının arasında olup mahşere gider.

Çünkü ELLAH faizi ve faizciyi lanetlemiş olup imha etmiştir. Zekâtı ise, bereketlendirmiştir. ELLAH’ın, zekâtı bereketlendirip, faizin bereketini kaldırmasına şükretmeyen insanları, ELLAH sevmez.

ELLAH’ın sevgisini celbeden Müminler şunlardır: İmân etmiş olduğu için faizden ve faizciden imtina etmek için, ELLAH’a rükû edeni, secde edeni, zekât düzenine dönüp, zekâtı vereni ELLAH sever. Ve bu paralelde olan herkesi ELLAH sever. Ama ELLAH faiz düzeninin amirinden ruhsat alıp da Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanları sevmez. Velev ki namaz kılıp, zekât verici de olsalar faizi lanetleyicide olsalar...

Öyleyse mümin sadece ELLAH'tan korkmalıdır. Ve ELLAH'tan korkması için Resulullah'ın sünnetine uyarak, ruhsat almamalıdır. Yani tağuttan ruhsat alıp da, ELLAH’a ubûdiyyete yönelmemelidir.

İmdi bu âyetlerin muhatabı olan Müminler şayet ELLAH’ın bu ayetlerine uyup, buğz cemaatini kurarak o zalimlere buğz etmezseler, ELLAH ve Resulü ile savaş halinde olduklarını lütfen bilmelidirler. Kendileri bunu bilmiyorlarsa, bari ELLAH bunlarla savaş ettiğini bilsinler. Evet, bunu böyle bilenlerin üç kişilik de olsa, islam cemaatlerini kurmaktan gayrı çıkar yolları olmaz. Zira ancak böyle edenler imanları ile zulmetmekten ve zalimin zulmü ile imanlarını yitirmekten beri olabilirler.

Çünkü bu Müminler, muhtaç olan mümin kardeşine faizden uzak, sırf ELLAH rızası için yardım yapar. Ve zamanı gelip ödenmediğinde müddeti uzatır. Daha olmasa sadaka olarak bırakır. Niye böyle? Çünkü böyle olup, böyle eden müminlerin metbusu ve tabisi yahudi ve nasaralara muhtaç olmaz.

Hem mümin, önünde olan o büyük günü düşündüğü için böyle yapar. Çünkü O ELLAH’ın huzuruna çıkılacağı bir gündür. Ve herkesin çalıştığının karşılığını alacağı bir gündür. Zulmün, iltimasın olmadığı ve olmayacağı bir gündür o gün...

V E  İ Z A H I:

Dünyayı tehdit ederek eli altına alan faiz başlı başına bir iktisadi sistemdir. Evet, faiz kendine has bir iktisadi ekoldür, düzendir. Ama Mûcidi şeytandır. Bu şeytani hegomanyadan ancak ve sadece müberra olan islami düzendir. Gayrı islami düzenlerin adları, renkleri ne olursa olsun hepsi faizcidir ve hepsi şeytan'ın izinde, emrinde olan bir tağut'tur. İşte bu düzenlerin amiri, memuru, mutisi şeytan'ın çarptıklarıdır. Ki, yarın mahşerde öyle çarpılmış olarak gelirler. Çünkü bu zalimler faizi alışverişin yerine koymuşlar. Ve alışveriş de tıpkı faiz gibidir demişler. Oysa almak ve karşılığında, karşılıklı rıza ile başka bir şeyi vermek, karşılıklı ihtiyaçları gidermek olup, yardımlaşmadır.

Şöyle ki: Ben ihtiyacım olan pirinci senden alırım, senin ihtiyacın olan buğdayı sana vermemle de senin ihtiyacını gidermiş olurum. Evet, ihtiyaçlar Beyân edildiği üzere giderildiği için, alışveriş fıtri bir farz olan muameledir. Ama faiz buğday verip pirinç almak olmayıp buğday almaktır. Buğday almak için, değer ölçü olarak buğdaya niye buğday vereyim ki? Haa! Aldığım buğday verdiğim buğdaydan daha üstün, faziletli olduğunu mu söylüyorsunuz? Oysa faziletlidir diye aldığım buğday, aynı emekle meydana gelmiş olup, aynı ihtiyacı aynı ayarla temin etmektedir. Faziletsizdir diye, bire iki verilen buğdaya gelince, bu da aynı emekle temin edilmiş olup, aynı ihtiyacı aynı ayarda gidermektedir. Öyle ise bu iki buğdayın arasına icra ettikleri fonksiyoner yönünden hiç ama hiç fark yoktur.

Madem yoktur, bunların fazilet yönünden arasını açanlar kimlerdir? Ve niçin açmışlardır? Hem bu iki buğdayın arasına değer bakımından takdir koyma hakkına sahip miler?  Elbette ki, değillerdir. Zira hak ve esas itibarı ile bire iki verilen buğdayların arasında fark ve fazilet yoktur. Evet, aralarında fark olmadığı için dir ki, böylesi muamelenin derununda, zulmün en büyüğü şu şekilde yatmaktadır:

Değersizdir diye bire iki verilen buğday, pazarlama seviyesine gelene dek, üzerine çalışıp ter akıtanları de, iki kişi kabul etmek lazımdır.  Ve faziletlidir diye iki alıp bir verilen buğdayın üzerine ter akıtıp çalışan da mübadele şartına göre bir kişi oluyor. Bu bir kişi, çalışıp elde ettiği buğdayı pazara getirip, iki kişinin çalışıp elde ettiği iki katı bir buğday alıyor. Böylece aldığı buğdaya çalışan iki işçinin birini bila ücret, bir sene kendine, tarlasına çalıştırmış oluyor. Hem de bu işçi dünyanın öbür ucunda çalışmış olsa bile dünyanın bu ucuna olup da, buğdayına (faziletlidir) damgasını vurduran ve vuran bu zalim, faziletlidir diye buğdayına vurdurduğu damganın haksız tesiri ile tanımadığı o insanı kendine köle ediyor. Hem de ücretsiz. Öyleyse bu muamele den daha büyük bir zulüm olur mu? İşte faiz bu nedenle şiddetle yasaklanmış olup, yasağa uymayanların ELLAH ve Resulü ile savaştığını ELLAH bizlere çok açık bir ifade ile bildirmiştir. Ona Hamd olsun. O bildirmeseydi, bizler bu ilimleri nereden bilip de zalimleri tanırdık?

İmdi ELLAH’ın yasakladığı faizin iki kısım olduğu ve burada izahı yapılan faiz, mallar arasında fazilet yönünden tahakkuk eden faizdir. Bu faiz, yüzdelik ile nam kazanan faizden daha eşed'dir. Şöyle ki: ELLAH ve Resulü ile savaşa kalkan tağuti hegomanyalar, kendi aralarına hak ölçüsü namına icad etmiş oldukları birimler, kendi aralarına eşit olmadığından, satın alınan mal için değeri düşük olan biriminden yani dinarından yüz binleri ödüyor. Dinarının değeri yüksek olan taraf da aynı mal’a beş on tane vermekle o malı alıyor.

Ama herkes bilir ve herkes bilmelidir ki, mal, emek ve ter karşılığı pazara gelenin ismi olup ismidir. Öyleyse değeri yüksek olan banknotlarla, ihtiyacını temin edenler, banknotu değersiz olan ülkelerin birçok insanlarını kendine bila ücret çalıştırmış oluyor. Çalıştırdığı insanların sayısına gelince açıktır, şöyle ki: Yüz bin banknot ile bir banknot alınan ülkeye, malını satan bu ülke yüz bin işçisini, mal sattığı yada mal aldığı ülkenin bir işçisine bila ücret köle ediyor.

Bir başka örnekte şudur: Çalışarak kazanılan şeyi tam değerinde almak veya satmak için, icad edilen dinar, lira, mark, dolar, riyal v.s isimlerle çalışana verilen şu uydurup, yutturulan şu banknotlardan hangisi öbüründen daha fazla bir değer taşıyorsa, banknotunun değeri az olan ülkelerden, bila ücret veya bila külfet olarak, banknotları arasında yüzdelik hesabına göre insanları kendine çalıştırmış olur. Şöyle ki: Dinarı faziletli olan bir ülkede, sekiz saat çalışan bir işçinin aldığı dinar ile dinarı düşük olan başka bir ülkeden yüz adet ekmek alabilir. Oysa dinarı düşük, faziletsiz olan bu ülkede üretilen bu ekmeğin isçiliği ve masrafı, dinarı faziletli olan ülkelerin ekmeği gibidir. Öyleyse Hakkı bulmak için yani haksızlık etmeyelim ve haksızlığa uğramayalım diye icad olunan banknotların değeri düşük olan yada düşük tutulan bu ülkede aynı işi, aynı işçi, ayni saatte yaptığı halde, ihtiyacını gidermesi için hakkındır diye eline verilen banknot ile banknotunun fazileti fazla olan ülkeden on adet ekmek almaya bile hakkı olmaz. İşte faiz ve faizci bunun için lanetlenmiştir. Ve işte bunun için islami düzeninin olmadığı yerde faiz olur. Ve faizin olduğu toplumda zulmün her çeşidi zirveyi bulur.

Çünkü: Bir günde bir işçinin emeği ile bir ekmek meydana gelir olduğunu kabul edersek, hak ölçüsü namına piyasada dolaşan değersiz ölçü aleti ile hakkını almaya mahkûm edilen bu ülkenin işçisinden      --Ki, işçi olmayan bir insan düşünülemez.-- Onlarca insan, pazardan gayrı bir şey olmayan bu dünya pazarında, banknotu yüksek olan ülkelerin, belki bir, belki iki insanının emrine, hizmetine veriliyor. Evet, onlarca insan bir yada iki insan için çalışırsa, elbette ki, bir yada iki insan, onlarca insanın üzerine ağa, efendi, bey, paşa olmaktan gayrı hiçbir hakları olmaz. Zira onlarca insan kan ter içinde çalışıp, bir ila iki insan şahane ve rahat geçinirse, elbette ki ağa olurlar.

İmdi bu zulümler niye? Altını, gümüşü hak ölçüsü olmaktan ayırıp, çöplere hak ölçme hakkını, hakları olmadan verenler kabul gördüğü için ve bu zalimlere uyulduğu için, itaat edildiği için bu zulümler zulüm olmaktan çıkıp adaletin yerini aldılar.

Şimdi bilelim ki, buraya dek fazilet yolu ile işlenen faizden konuştuk. Şimdi ise yüzdelik olan riba i nesime den konuşacağız, şöyle ki: Mal verip mal almayan, az verip çok almayıp, sadece ve sadece sayısı belli olan bir şeyini toprağa, artı sulak bir araziye atılan bir tohum gibi, insanın emek ve terinden teşekkül eden araziye ekiyor, ektikten sonra daha hiçbir çalışma yapmadan, mahsulünü mutlak olarak alıyor. Bu rahat kazancı nasıl mı elde ediyor diyorsunuz? Şöyle ki: Tohumunu ter tarlasının tam ortasına atan faizci mahsulünü, mevsim nasıl seyrederse etsin mutlak alacağını garanti ediyor.   Garanti etmek için, tarlasına on sekiz saat çalışanı, Faiz yolu ile somyasında hanımı ile cümbüş ederken görünmeyen faiz eli ile hizmetine istihdam edip, kendi tarlasında çalıştırıyor. Evet, yani yılan gibi ağır ağır hazmede hazmede sömürüyor yutuyor onu: Öyleyse bu konu falancalar filancaları sömürüyor deyip de geçilecek bir konu olamaz. Ama hadiseye yüzeysel olarak bakanlar böyle deyip geçebilir. Lâkin oynanan bu oyunun hakikati şudur: Esas itibarıyla tarlasında on sekiz saat çalışan işçi, tarlasında çalışmıyor. Da, orda görünüyor. Çünkü her işin neticesi önemli ve gaye olduğu için, tarlasında çalışana bakıldığında, tarlasında olmayıp hanımı ile cümbüş eden faizcinin tarlasında olduğu çok açık görünür. 

İmdi hak ve esas noktasından yola çıkarsak, yani, her insan tükettiği kadar üretmesinin farz olduğu gerçeğinden yola çıkarsak. Ki yola, bu yoldan çıkmaktan başka hakka çıkan yol yoktur. Öyleyse hiçbir şüpheye yer yok tarlasında çalışan işçi tarlası ile beraber faizcinin emrinde olup, ona hizmet ediyor. Onun kapıcısı olup onun kölesidir.

Dünyanın öbür ucunda on sekiz saat tarlasına çalışanı, kendi hizmetine alan bu faizci, ne cindir, ne şeytandır. Ancak gayrı islami düzenler bu zulümlerin şeytanı ve cinidir. Bu nedenle gayrı islami düzenlerin amirleri, memurları ve tabileri ehli tuğyan olup tağutturlar. Öyleyse ELLAH’a Hamd olsun ki, bu gibi oyun ve oyunculardan kullarını kurtarmak için, Habibini Kur'ân ile gönderip, Âdem ile temelini attığı islam dinini ikmal etmiştir. Ama heyhat, bu gün bir asra yaklaşık Müminler, islam dininden imtina etmiştir. Böylece faize ve faizciye yani yahudi ve nasaralara dönüp teslim olmuştur. Oysa faiz düzeni hırsız düzenidir. Hem faiz düzeni hırsızların piri olup hırsızdır. Çünkü hırsızların koşmak, korkmak ve yorulmak gibi külfetleri vardır. Ama bu faiz düzeni ile hırsızlık edenlerin öylesi külfetleri yoktur. Çünkü hak, adalet ve merhamet adına hırsızlık ediyorlar. Kahrolsunlar.  

Evet, kahra layık olan toplumlarda helal diye bir zırnık, bir mefhum yoktur; Meşru diye bir kural da yoktur. Ve helalin olmadığı yerde iffet, hayâ, edep de yoktur. Bunların olmadığı yerde İmân da yoktur. Lâkin İmân, islam diye dillerde dolaşan bazı sözler, işler olur. Ne var ki, bu olanlarla ELLAH’ın rızası değil de gadabı kazanılır. Çünkü herkes uydurulan bu din kaynaklı amel ve sözlerle çıkarını kolaylaştırır ve kendini Âlimleştirip, Şeyhleştirip pazarlar. Ama islama göre bu zalimler Harbi olup yeniden Dâvete tâbidirler. İmdi böylesi toplumlarda şayet mümin kalmışsa, en az buğz etmek için zeminlerini hazırlayarak birlikte buğz etmelidirler. Evet, imanın en azı olan bu buğzu fillahı yapamayanlar da ve yapmayıp tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve talebe olanlarda İmân aramak, şüphe yok imanın olmayışındandır. Çünkü Dar’ül harp olan toplumda, müminin vazifesi tağuttan ruhsat almak olmayıp, Risâlet'e dönmektir. Risâlet'e dönenler, şüphesiz ELLAH’ın izzeti ile şereflenir. ELLAH’ın izzeti ile şereflenenler sadece şereflenir. ÂMİN.

Çünkü riba düzenini ve riba ile temin edilenleri ELLAH mahveder. Çok çalıştırır, az verir. Az çalıştırıp çok verse bile kalpte var olması huzuru huzursuzluğa çevirir. Böylece mal, insana hizmet için yaratılmışken, bu sefer insanı faiz ile biriken mal’a hizmetçi eder. Evet, Neyi anlatıyoruz?  (YEMHEKULLAHURRİBA)’i anlatıyoruz. ELLAH faiz ile geleni ve getireni dünya ve âhiret'te mahveder diyoruz. Ama: (VE YURBİ SADAKA)  sadakaları artırır diyoruz. Yani, zekât ekonomisine dayanan geliri, kazancı ELLAH bereketlendirir. Kalp huzuru dünya ve âhiret selameti verir diyoruz. Çünkü düzen sadaka yani yardımlaşma düzenidir. Ama faiz düzeni yaralama, öldürme ve çalma düzenidir. Böylesi düzenlerde sadakalar temelden sarsılıp dünya ve âhiret'te verene, alana bir şey temin etmez. Nasıl ki, ELLAH islami düzende faizi eksiltip sadakaları ziyade ederse tağuti düzende de aynen sadakaları eksiltip faizi ziyade eder. Faiz ile gelen mal için da şükredilmez. Mamafih şükredilse bile ELLAH’a şükredilmeyip düzenin elebaşılarına şükredilir. Öyle ise bu zalimleri ELLAH sevmediği gibi mümin olanlarda sevmemelidir.  Öyle ki, bu zalimleri sevenleri de ve bu sevenleri sevenleri de, nihayetine kadar sevmemelidir. Çünkü bunlar zincirleme hep bir millettirler. Ki, bunlar Risâlet düzenine düşman olup tağuta ve düzenine sevda olandırlar. Velev ki, Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebelerden olsalar bile... Değilmi ki, tağutun ruhsatı ile böyle olmuşlar? Öyleyse tağutun şemsiyesi altına mümin olduğunu diyenler, üç kişi de iseler cemaatlerini teşkil etmeden İmân ile kabr’e gidemezler.

İmdi izahını yapmaya çalıştığımız bu âyetlerin, medeni olduğunu unutmayalım. Unutmayalım ki, namaz kılıp, zekât verenlerin, Sâlih amel işleyenlerin korkup, mahzun olmayacaklarına inanmış olalım. Yani namaz kılmak, zekât vermek, karşılığını almak, korkmamak ve mahzun olmamak ancak Risâlet düzeni için olup, bir rahmettir. İşte buna böyle inanalım. Ve tağutun şemsiyesi altına birrıza itaat ehli olarak namaz kılıp, zekât vermeler korkuyu gidermez ve mahzuniyeti sevince ircaa etmez olduğuna da inanalım. Çünkü İmân edip de bir türlü Sâlih amel işleyemeyenler, zekât veremeyenler ve namaz kılıp zekât vermelerine rağmen tağuta itaati sebebi ile namazı ve zekâtı kabul edilmeyenlerin Rableri katında hiçbir mükâfatları yoktur. Bunlar için daima korku ve mahzun olmak vardır. Öyleyse İmân ismini taşıyan Müminler olarak, şayet yönetilip, yönlendirildiğimiz düzen islam değilse, haliyle amirleri de müslüman olamazlar ve faizci olup faiz düzenini yürütme zorunda kalırlar. İşte böyle bir düzenin tasallutuna uğramış olan Müminler ELLAH’ı ve âhiret gününü inkâr etmemelerinin tek bir yolu vardır. O yolda şudur: Bir imamın başkanlığında şeklen ve hayalen de olsa cemaatlerini üç kişi de iseler teşkil etmektir. Bunu başaramayan Müminler ELLAH’a, Resulüne harp açan faizci zalim tağuta asker olup sayılmaktan İndellah kendilerini kurtaramazlar. Böylece bunlar da ELLAH ve Resulü ile savaş edenlerden olur. Çünkü amir, düzen ve cemaat aynıdır. Bu ayniyat altında tağuta yardım etmek ve itaat etmek vardır. Oysa tağuta bir saman çöpü olsun birrıza yardım edenlerin imanı sarsılır.     

Çünkü metbu, tabi olarak ELLAH ve Resulü ile savaş edenlerle aynı saf ve aynı mevzide olup da: Ben ELLAH ve Resulü ile savaş etmiyorum demek ve böyle diyenlere inanmak bir hamakattır. Cahilliktir. Öyleyse bunları hicretten başka hiçbir amelleri ELLAH ve Resulü ile savaş etmelerinden affetmez. Ancak hicret ederseler savaş etmeyenlerden olurlar. Çünkü karşı cepheden sana ateş açan bir topluluğun içine duran birisi sana fiilen kurşun sıkmasa bile acaba sen onun için: O benim dostumdur deyip de, aman kurşunum ona isabet etmesin der misin? Sen bunu demediğin halde ELLAH’a ve Resulüne savaş açanların kumandası altında, yeminli memuru ve askeri olarak ELLAH’a mümin olduğuna ve Resulüne ümmet olduğuna nasıl inanıyorsun? Nedir bu gaflet? Artık Müminler gafletten uyanmalıdır. Zira küfür, şirk ve cahillik olduğu gibi İmân da, ilim ve tevhid dir ve ikrardır. Öyleyse imanı ile tevhide eremeyen mümin hiç İmân etmeyen insanlardan ELLAH’ın dini için daha şerli olup daha tehlikelidir. Zira bu, mümin görünümü ile ELLAH’ın dinini tağyir etmektedir.

Böyle ismen ve resmen mümin olan bu müşrik ve bu münafıkların içinde ELLAH’ın rızası için karzı hasen edenler olmaz. Olanlarınınkini de ELLAH kabul etmez. Çünkü tağuti düzenin sükûnetine mahsub olur. Ki, tağuti düzenin sükûnetini temin edeni ve temin etmeye çalışanı ELLAH sevmez. Ama Risâlet düzeninin içinde muhtaç Müminlere, karzı hasen edenleri ELLAH sever. Çünkü hâsıl olan sükûnet ve muhabbet islama aittir de onun için infak edeni ELLAH sever. Borç vereni ELLAH sever, verdiği borcun vadesi dolup ödenmediğinde vadeyi uzatanı ELLAH’ın sevmesi Artar. İkinci kez vade dolup da borç ödenemiyorsa demektir ki, karşı müminin sıkıntısı bitmedi. Bu takdirde alacaklı alacağını sadaka olarak bırakırsa, ELLAH’ın muhabbeti de bu müminin üzerine o derece artar.

Çünkü ELLAH’ın bu tavsiyesini dinleyip yerine getiren mümin ELLAH’ın rızasına, cennetine ve likasına âşık olduğu için canın parçası olan malından vaz geçiyor. Şu halde padişahın tavsiyesi ve emri yerine gelebilmesi için, cenneti, cehennemi, rızası ve likası olmalıdır. Bu cinsten bir sermayesi olmayan amir kılıklı olanlar zaten böyle bir tavsiye edemezler. Zira hem böyle bir tavsiye etmeye hakları yok. Hem de böyle bir tavsiyelerini kale almazlar. Çünkü cennetleri, cehennemleri rızaları ve likaları yoktur. Hem gayrı islami düzende, mal’ın sahibi onu kazanandır. Ama islami düzende mal’ın sahibi ELLAH’tır. Ve insanın sahibi de ELLAH’tır. Ki ELLAH, sahibi olduğu mümin insana neyi, niçin, ne yapacağını öğretiyor. Zira bu, onun Ulûhiyyet hakkıdır.

ELLAH'tan gayrı bu hakka sahip olan hiçbir mahlûk yoktur. Lâkin bu hakka hakları olmamasına rağmen sahip olmak isteyenler var olup, sahip olanlar vardır. Bu nedenle tağuti hegomanyalar da, tavsiye etme hakkına sahip olmayan amirlerin emrinde olan mal sahipleri, mallarının tasarrufunda kendilerini kayıtsız şartsız hak sahipleri bildikleri için ve öylede yaptıkları için, insandan insana yardım etmek haksız bir hak olarak ortadan kalktı. Ki, yapılan yardım, yardıma muhtaç olanları faiz, senet ve ipoteklerle örümcek avını bağladığı gibi bağlayarak kendilerine yem, sermaye ve pazar ediyorlar. Ama pazar ettikleri bu insanlardan hanelerine kaydettikleri şeyleri alabilmek için, dipçik, tekme, sille ve zindan yolu ile alıyorlar. Çünkü cennetleri, cehennemleri, rızaları ve likaları yoktur. İşte böylesi zalimin ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanların ne denli zalim olduklarını büsbütün tağutun eğitimi altında şoke olup sersemleşmeyenler anlamalıdır.

Çünkü mümin olanlar ELLAH’a döneceğini hiç ama hiç unutmaz ve unutmamalıdır. ELLAH’a döneceğini hiç unutmayan mümin ilmin ve imanın zirvesinde sayılır. Öyleyse bu zirvede olan mümin, tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olmanın sakıncalarını bilir. Muhammed’in ümmetinden olamayacağını bilir. Lâkin tağutun ruhsatı ile ubûdiyyetullah'a yönelenlere bin bir dille anlatsan yine anlamazlar. Çünkü ELLAH’a döneceğine inanmayan düzenin amirine, düzenine birrıza sevgi ve itaatleri vardır. Bunun için ELLAH mümin kullarına bu iki yüz seksen birinci ayetiyle şöyle dikkat çekiyor:

Ey imanlı, imamlı ve bi’atlı olarak cemaat olan Müminler! Fidye, zekât, sadaka ve atiyelerinizi, amellerinizi, itaatinizi ELLAH’ın rızasını kazanmak için yapın. Başkalarına şık, şirin görünmek, yada onları bu vesilelerle kendinize raam etmek, hürmetlerini celb etmek maksadını gütmeyin. Zira metbunuz, tabiiniz, zengininiz, fakirinizin bize döneceğinizi unutmayın. Ki, bize döndüğünüzde, biz amirlere soracağız: Kime, kim için, kimin adına, ne maksat ile hükümlerinizi verdiniz? Tabiilere de: Kimden, kim için emirler aldıklarını ve ne maksat ile itaat ettiklerini? Zenginlere de: Malını kimin kuralı ile kazandığını ve kimin kuralı ile sarf ettiğini? Fakirlere de: Kimlere, niçin, ne maksat ile boyunlarını eğdiklerini? Soracağız. ELLAH’ın hükümleri ile Risâlet'e uyup hükmedenleri ve bu hâkimlere itaat edenleri, başka bir deyimle ELLAH için verenleri, ELLAH için alanları suallerden selamet bulacaktır. Mütebakileri âhiret gününe ve ELLAH’a inanmayanların safına, saf edeceğiz. Okuyalım:

يَااَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اِذَا تَدَايَنْتُمْ بِدَيْنٍ اِلى اَجَلٍ مُسَمًّى فَاكْتُبُوهُ وَلْيَكْتُبْ بَيْنَكُمْ كَاتِبٌ بِالْعَدْلِ وَلَا يَاْبَ كَاتِبٌ اَنْ يَكْتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ اللّهُ فَلْيَكْتُبْ وَلْيُمْلِلِ الَّذى عَلَيْهِ الْحَقُّ وَلْيَتَّقِ اللّهَ رَبَّهُ وَلَا يَبْخَسْ مِنْهُ شَيًْا فَاِنْ كَانَ الَّذى عَلَيْهِ الْحَقُّ سَفيهًا اَوْ ضَعيفًا اَوْ لَا يَسْتَطيعُ اَنْ يُمِلَّ هُوَ فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُ بِالْعَدْلِ وَاسْتَشْهِدُوا شَهيدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْ فَاِنْ لَمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَاَتَانِ مِمَّنْ تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَاءِ اَنْ تَضِلَّ اِحْد يهُمَا فَتُذَكِّرَ اِحْد يهُمَا الْاُخْرى وَلَا يَاْبَ الشُّهَدَاءُ اِذَا مَا دُعُوا وَلَا تَسَْمُوا اَنْ تَكْتُبُوهُ صَغيرًا اَوْ كَبيرًا اِلى اَجَلِه ذلِكُمْ اَقْسَطُ عِنْدَ اللّهِ وَاَقْوَمُ لِلشَّهَادَةِ وَاَدْنى اَلَّا تَرْتَابُوا اِلَّا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً حَاضِرَةً تُديرُونَهَا بَيْنَكُمْ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَلَّا تَكْتُبُوهَا وَاَشْهِدُوا اِذَا تَبَايَعْتُمْ وَلَا يُضَارَّ كَاتِبٌ وَلَا شَهيدٌ وَاِنْ تَفْعَلُوا فَاِنَّهُ فُسُوقٌ بِكُمْ وَاتَّقُوا اللّهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّهُ وَاللّهُ بِكُلِّ شَىْءٍ عَليمٌ (282) وَاِنْ كُنْتُمْ عَلى سَفَرٍ وَلَمْ تَجِدُوا كَاتِبًا فَرِهَانٌ مَقْبُوضَةٌ فَاِنْ اَمِنَ بَعْضُكُمْ بَعْضًا فَلْيُؤَدِّ الَّذِى اؤْتُمِنَ اَمَانَتَهُ وَلْيَتَّقِ اللّهَ رَبَّهُ وَلَا تَكْتُمُوا الشَّهَادَةَ وَمَنْ يَكْتُمْهَا فَاِنَّهُ اثِمٌ قَلْبُهُ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَليمٌ (283) لِلّهِ مَا فِى السَّموَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ وَاِنْ تُبْدُوا مَا فى اَنْفُسِكُمْ اَوْ تُخْفُوهُ يُحَاسِبْكُمْ بِهِ اللّهُ فَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَاءُ وَاللّهُ عَلى كُلِّ (284)  قَديرٌ   شَىْءٍ

M E A L İ:

282-- Ey Müminler! Vade ile bir şeyi borçlandığınızda onu yazın. Aranızda bir kâtip de doğru olarak yazsın. Yazan, ELLAH’ın öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin. Hak, kendi üzerine olan da yazdırsın. Rabbinden korksun da ondan bir şey eksiltmesin. Şayet borçlu küçük, sefil yada kendisi söyleyip yazdıracak durumda değilse, velisi dosdoğru yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şahit tutun. Eğer iki erkek bulunmazsa, şahitlerden razı olacağınız bir erkekle, biri unutunca diğeri hatırlatacağı iki kadın da olabilir. Şahitler çağrıldığında çekinmesinler. Borç büyük yada küçük ne olursa olsun onu yazmaktan üşenmeyin. Bu, ELLAH’ın nezdinde uygun olanıdır. Şahitlik için daha isabetli olup, şüpheden uzak kalmanıza daha yakındır. Ancak peşin olanları yazmanızda bir beis yoktur. Alış veriş yaptığınızda şahit tutun. Yazan ve şehadette bulunan da zarara uğratılmasın. Şayet zarar edecek olursanız, o zaman bu sizin aleyhinizde bir fısk olur. ELLAH'tan korkun. ELLAH sizi öğretiyor. Zira ELLAH bi külli şey’in Âlim olandır. 283-- Eğer seferde olup da yazmaya imkân bulamazsanız, alınan rehin yeterli olur. Ama birbirinize güvenirseniz, güvenilen kimse Rabbinden korksun da, borcunu ödesin. Birde şehadeti gizlemeyin. Onu kim gizlerse hakikat onun kalbi günah ile dolmuş olur. ELLAH yaptıklarınızı bilir. 284-- Göklerde, yerde olanlar ELLAH’ın dır. İçinizdekini açıklasanız da, gizleseniz de onunla ELLAH sizi hesaba çeker. Sonra dilediğini bağışlar. Dilediğine de azab eder. Zira ELLAH her şeye kadir olandır. Amenna ve seddekna...

M E R A M I:

Ey insanlar! Son Resule İmân edin. Son Resule İmân eden ey Müminler! Belli vakte kadar borç verdiğinizde onu yazın. Doğru kâtibe yazdırıp, doğru şehadette bulunun. İmdi Kur'ân'ı mecid'in en uzun süresinin en uzun ayetinde bu kısa meramı yeterli bulup geçiyoruz.

Kur'ân ile hükmetmeyen zalimlere düşmanlığımız ebedi kalmak üzere, yolumuza devam ediyoruz. Yolumuza devam ederken, okuduğumuz âyetlerin meali üzerine defa def eğilmemizi, okumamızı tavsiye ediyoruz.

Çünkü göklerde ve yerde ne varsa hepsi ELLAH’ın dır. Madem her şey onundur hüküm, hâkim ve şahit niçin onun olmasın? Her şey onun olmasına rağmen hüküm, hâkim ve şahit onun olmasa adaleti kim, kimin adına sağlayacaktır?

V E  İ Z A H I:

ELLAH (c.c) bu fasılda mümin kullarına yani son Resule İmân edenlere seslenerek: Borç verip, borç almaların olacağını ve olduğunda nasıl korunacağını, kendine, cennete ve cehenneme İmân temelinin üzerine oturtarak hükme bağlıyor. Ama burada gösterilen usul sadece nakit ile kayıtlı olmayıp, muamelata tabi olan tüm şeyleri kapsamaktadır.

Yapılan alış verişlerde, verilen nakitlerde kasten yada sehven bir yanlışlık olup da kimsenin hakkı zayi olmasın diye onu yazmayı emretmektedir ELLAH. Yazma imkânı olmadığında, rehin alınmasını ders vermektedir ELLAH. Karşılıklı güvenden dolayı rehin alınmıyorsa, güvenilen kişi, ELLAH'tan korksun da borcunu ödesin buyurmaktadır ELLAH.

Zaten ELLAH'tan ittika olmadan, borçlar yazılıp rehinler alınsa bile muhakemelerde şahitler dinlense bile haklar sahibini bulup, haksızlıklar önlenmez. Çünkü ELLAH’ın hükümleriyle hükmetmeyenler, ELLAH'tan korkmayanlardır. ELLAH'tan korkmayanlar, ELLAH’ın hükümleriyle hükmetseler bile ELLAH'tan korkmayan şahitler doğru şahitlik etseler bile verilen hükümler doğru olmayıp, doğruyu iptal etmek olur. Velev ki, hak sahibini bulsa bile.

Çünkü göklerde ve yerde olanlar ELLAH’ın dır. Öyleyse insanlarda ELLAH’ın dır. ELLAH’ın olan bu insan onun Resulüne ve kurallarına uymasa, doğru söyleyip, doğru yazamaz ve doğru hüküm veremez. Velev ki, doğru söyleyip, doğru söylese bile... Çünkü göklerde ve yerde olanlar ELLAH’ın dır. Bunun için, insan yanlış da etse bile ELLAH’ın kurallarını yerine getirme peşinde, azminde olmalıdır. Zira küçük bir iradeye sahip olan bir insan, iradesi ile tanzim ettiği kurallarına uymayanı cezalandırıyor. Velev ki, kendi kuralından daha iyisini yapıp, iş yapsa bile... Öyleyse insan her ne yaparsa ELLAH’ın Ulûhiyyeti ve Rububiyyeti için, onun kuralı ile onun adına ve aşkına yapmalıdır. Ki, kulluğu ELLAH için olsun.

Bu çerçevenin dışına çıkanlar, velev ki, müminlerden olsun ELLAH'tan gayrı Rabler, İlahlar edinerek emir ve kurallarını yerine getirmiş olur. Ve böylece bunlar müşrik olur. İmdi Kur'ân'ın bu en uzun sûre'si Bakara sûre'si olup, Bakara sûre’sinin de en uzun ayeti olan üzerinde durduğumuz bu iki yüz seksen ikinci ayettir. Biz bu uzun âyetin izahına, Furkan’a işaret ederek kısadan da kısa olarak çalışıyoruz: müminlerin arasında ihtiyacından, muhtacına dek dolaşan malların, dinarların ne gibi bir emniyetin altına olmasını ve itimat verenin kim olmasını Beyân edip tertip eden bu âyetin temel esas olmadığı bu günümüz de, insanların mallar üzerine yaptıkları muamelelerin ne vahim olduğu herkesin malumudur.

Şöyle ki: Bu âyetlerin yerine çoktan da çok teminat senetleri icad edilmiştir. Ne var ki, bunlardan hiç biri ELLAH'tan korkun emri ve tavsiyesi ile başlamamış olup, ELLAH kalplerde olanı bilir idraki ile sona ermediği için, cemiyete huzur, itimat namına bir şeyler temin edemediler. Sadece mevduat külfetini içinden çıkılmaz şekilde artırdılar. Çünkü muhakemesi, hâkimi ve şahidi, vereni, alanı, suçlusu, suçsuzu ELLAH’ı unutmuş. Zira girdiği yol, Risâlet yoluna tabandan tavana ters düşmüş. Bunun için alıcı, verici, sürücü, sorucu ve sorulan dünyanın malına tapmış. Sulh ediyor görülenler rüşvete inanmış. Çünkü şehvetler hâkim olmuş. Haliyle din, İmân mefhumu ortadan kalkmış olup iş bitmiş... Ama iş, insanların nezdinde bitmiş. ELLAH’ın nezdi Ulûhiyyetinde iş bitmemiş. Ki: Yerde ve göklerde olanlar benimdir diyor. Evet, her şey ve her canlı onun olduğu için O, yeryüzü insanlarından kendine Resul seçip onunla tesis ettiği islam hükümetinde, iki erkek bulunmasa, bir erkek ile iki kadın şahid olarak dinlenir diyor. Çünkü insanlar ELLAH’ın,  düzen ELLAH’ın ve hüküm ELLAH’ın olunca artık bu emre itiraz eden bir kimse olmaz.

Ama yahudi ve nasaraları örnek alıp onlara tabi olanlar onların kulları oldukları için, bir erkek yerine dinlenen iki kadın kuralını eşitliğe Evet, eşitliğe aykırıdır diyerek itiraz ederler. Böylece erkekle kadını eşit ederler. Ederler ama kadını mı büyütüp erkek ettikleri, yada kendileri küçülüp kadın seviyesine inmiş olduklarını kimse bilmez.

İşte bu zalimlerin, değil iki kadını bir erkeğin yerine dinlemesi, milyarlarca erkeği dahi islamın muhakemesinde bir mümine'nin yerine dinlenmez. Şaşırmayalım, zira yazılan bu hüküm doğrudur. Ama islam nizamına göre ve islam düzenine göre ve Hâkimiyetin, İzzetin ELLAH’a, Resulüne ve Müminlere ait olduğu kuralına göre doğrudur. Artık bu doğrunun dışına kalanlar hak, adalet namına dinlenmez. Bu nedenle ELLAH’ın Halifesi ancak ELLAH'tan gayrı İlâh edinmeyenleri dinler. Lâkin bunların içinde münafık olur, müşrikler olur. Ki, bu zalimler de yalan der. Çünkü bunlar da, ELLAH ile beraber ikinci bir İlâh edinenlerdir. Ama alenen bilinmedikleri için dinlenirler. Yalanları tespit edilince yetmiş sopa ile şehadetten ebediyen men edilirler.

Şunu izah etmeye çalışıyoruz: Halife’i Resule bi’at kuralı ile teslim olan bir mümine, son Resule imanı olmayan milyarlarca insandan ve İmân etmiş oldukları halde yahudi ve nasaraların emrinde olup, onların kuralları ile yönetip yönetilenlerden ELLAH’ın nezdi Ulûhiyyetin de çok daha şereflidir. Çünkü bu kadın, ELLAH’a kulluk etmektedir. Öbürlerin bir kısmı açıkça ELLAH’a kulluk etmiyorlar. Bir kısmı da hem ELLAH’a hem tağuta kulluk ediyor. İşte bunların bir kısmı alenen kâfirlerdir. Öbürleri de müşrikler olduğu için gizli kâfirlerdir.

Öyleyse külli şeylere kadir olan ELLAH’a kulluk eden bir kadın, hiçbir şeye hatta kendi canına dahi kadir ve sahip olamayanlara, kulluk edenlerden elbette ki, şereflidir. Zira öbürleri pistir. Tevbeden maada hiçbir su ve toprak ve deterjan onları temizlemez. Öyleyse bu insanların ELLAH nezdinde olan şehadetleri bir mümin olan kadının şehadetinin yerine kabule mazhar olmaz. Çünkü bu mümine, ELLAH’a ve Resulün Risâletine, bir daha Resul gelmeyeceği üzere İmân etmiştir. Okuyalım:

امَنَ الرَّسُولُ بِمَا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مِنْ رَبِّه وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ امَنَ بِاللّهِ وَمَلئِكَتِه وَكُتُبِه وَرُسُلِه لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْ رُسُلِه وَقَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَاِلَيْكَ الْمَصيرُ (285) لَا يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَااكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسينَا اَوْ اَخْطَاْنَا رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَا اِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذينَ مِنْ قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِه وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَناَ وَارْحَمْناَ اَنْتَ مَوْلينَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرينَ (286)

M E A L İ:

285-- Resul, Rabbi katından kendisine indirilene İmân etti. Müminlerde... Hepsi ELLAH’a, meleklere, Resullere ve kitablara İmân etti. Onun resullerinden hiç birisinin arasını tefrik etmezler. İşittik ve itaat ettik derler. Mağfiretini dileriz, Ey Rabbimiz ancak dönüş sanadır derler. 286-- ELLAH hiçbir mümine gücünün yetmeyeceği şeyi teklif etmez. Öyleyse hayırda kesp ettiği kendi leyinedir. Ve şerde ısrar ile kesp ettiği kendi aleyhinedir. Ey Rabbimiz! Unuttuk yada yanıldı isek bizi mes’ul tutma... Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yükler yükleme. Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediğini taşıtma. Af et bizi. Bağışla bizi. Sen bizim Mevla’mızsın. Kâfirler güruhuna karşı yardım eyle bize... ÂMİN. ÂMİN. ÂMİN.

      M E R A M I:

ELLAH'tan kendisine gelen Furkan’a İmân eden Resulullah'ın Risâletine İmân eden her mümin, şayet sahiden İmân etmiş ise, Resulullah'ın İmân etmiş olduğu kitab ile hükmetmesi, ettiği imanın aynası olacaktır ve İmân ettiğine delil olacaktır. Amir olup da bu Kur'ân ile hükmetmeyenler imanında kâzıb olacaktır ve bu kâzıblara mümin olarak itaat edenlerde şüphesiz kâzıb olup müşrik olacaktır. Haliyle ELLAH’a, Meleklere, Kitablara, Resullere, Kadere, Âhiret gününe münkirlerden olacaktır. Direk yada dolaylı olarak münkir olan herkes ELLAH’a: İşittik ama isyan ettik diyenler gibi demiş olacaktır. Çünkü bu iki yolun dışında başka yol yoktur.

Öyleyse bir insan olarak işitip de İmân etmemek niye? Ve bir mümin olarak ELLAH’ın hükümleriyle hükmetmemek niye? Ve ELLAH’ın hükümleriyle hükmetmeyenlere itaat, sevgi niye? Çünkü Müminler için böyle olmak, böyle etmek imanı açısından çok ağır bir yüktür. Çok ağır bir vebaldir. Oysa ELLAH, son Resule İmân eden mümin kullarına taşıyamayacağı yükü yüklememiştir, madem yüklememiştir, İmân ettiğine İmân eden metbu ve tabiiler ELLAH’ın hükümlerini kabul etmeme gibi ağır yükün altına niye giriyorlar? Madem giriyorlar ve girdiler öyleyse yaptıkları kendi aleyhlerine yazılıyor. Böylece unutması, yanılması af edilmiyor. Öyleyse ELLAH’a, Resulüne ve Halifesine imanın emri olarak teslim olan Müminler, bu sürenin sonu olan bu iki ayeti, yatarken, kalkarken okuyarak Rablerine daima niyazda bulunmalıdırlar. Kâfir, Müşrik, Münafık, Zalim ve Fasıklara karşı, el ele verip ELLAH'tan yardım istemeyi bir an dahi dillerinden bırakmamalıdırlar. ÂMİN:

       V E  İ Z A H I:

       --AMENERRESULU-- Resul İmân etti, ne şeye İmân etti?           --BİMAA ÜNZİLE İLEYH-- Kendisine inzal olunan kitaba ve kitabı kendisine indiren ELLAH'tan başka İlâh olmadığına İmân etti. Ve kendisinin de onun Resulü ve kulu olduğuna İmân etti. İmân ettikten sonra, kendisinin Resulullah olduğunu sokaklara çıkıp insanlara şöyle tebliğ etti: Ey nas! --La ilahe illallah-- deyin, yani ELLAH'tan başka ilâh edinmeyin dedi ve çünkü ELLAH'tan başka İlâh yoktur dedi. ELLAH'tan başka İlâh olanlar ve bulanlar bu Dâvetin karşısında şoke oldular. Çünkü ELLAH'tan başka ilâhları vardı ve o ilâhların düzenleri vardı ve düzenleri düzenleyen kuralları vardı. Böylece yeryüzünün tamamını idareleri altına almışlardı. Her idare, düzenlerini ilk kuran piranlarının resimlerini dikmişlerdi. Böylece yeryüzü ataları adına putlarla dolmuş idi.

İşte ilâhların ve putların çokluğundan dolayı baş eğip geçildiği bir zamanda, Muhammed Mustafa kendi Risâletine ve ELLAH'tan gayrı İlâh olmadığına şahit olarak var gücüyle dâvet veriyordu. Bu Dâvete kulak verip Muhammed’in Risâletine İmân edenler dediler: O ne diyorsa doğrudur. Mademki, ELLAH'tan başka hükmedip kanun koyucu yoktur diyor, bizde onun bu sözüne inanarak yoktur diyoruz. Öyleyse mevcut olan bu düzeni idarecileri ile birlikte red ediyoruz dediler ve böylece İmân edenlerden oldular: --VEL MU’MİNUNE-- müminlerde, o Resul ile birlikte tağutu inkâr ederek İmân ettiler. Ve Resulullah ile beraber hicret ettiler. Böylece ELLAH’a, Resullerine, Kitablarına, Meleklerine ve Âhiret gününe İmân edenlerden oldular. Ve ELLAH'tan başka İlâh yoktur diyen Resuller arasında bir fark aramadılar. Çünkü ELLAH’ın yanında, Resulleri arasında bir fark yoktur. Zira insan ki aynı insandır, davası da aynıdır. İstedikleri, istemedikleri aynıdır.

Evet, işte böyle inanıp hicret edenler, müslüman ismiyle islami bir hükümet oldular. ELLAH’ın Resulü ve Halifesi de imamları oldu. ELLAH’ın kitabı Kur'ân, anayasaları oldu. Müminler de: İşittik itaat ettik ve itaat edeceğiz dediler. Böylece ELLAH'tan gayrı olan ilâhları red ettiler. Ve ELLAH’ın: --ĞUFRANEKE RABBENA-- gufranına, mağfiretine erdiler. Başarabilenlere Mübârek olsun. Mübârek olan şey bunu başarabilmektir. Hem bunu başarmak kolaydır, çünkü ELLAH hiçbir mümin ve mümine'ye başaramayacağı yükü yüklemiş değildir. Yani her şeyi bilen ELLAH insanlara yapabildiklerini teklif etmiştir. Öyleyse ELLAH’ın emirlerini başaramayanlar yani kabul etmeyenler, kendilerine yapılan teklifin ağır oluşundan ve kabul edilmez oluşundan değildir. De, kurulu düzenlerine ve şehevi arzularına uymadıkları için kabul etmemişlerdir. Yani, ELLAH’ı ama sadece ELLAH’ı İlâh edinmemek için kabul etmemişlerdir. Ve ELLAH'ı sadece ELLAH’ı ilâh kabul edersek, içinde olduğumuz düzen ve amirleri, yani tağut, yani yahudi ve nasaralar bize maaş, makam, rütbe vermez demişlerdir. Böylece hem tağuta hem de ELLAH’a kulluk etme yolunu tutmuşlardır. İşte böylece: --LEHAMA KESEBET VE ALEYHA MEKTESEBET-- yani müminlerin leyh ve aleyhlerine yazılan şeyleri kendileri, kendi elleriyle kesp etmiş oldular. Ki, yarın ELLAH, elleriyle kesp ettikleri şeylerle kendilerine ait olan hükmünü verecektir. Öyleyse, kâfirlere karşı bize yüklenen sorumluluğumuzu bilerek ve onlara karşı ayaklarımızı dikerek ELLAH'tan: Ey Rabbimiz! Kâfir, müşrik ve zalim kavme karşı bize yardım eyle deyip isteyelim. Ama oldu ki, ELLAH'tan bunu istediğimiz halde, ELLAH bizleri Kâfirlerin hâkimiyeti altına terk etti ise, demektir ki ayaklarımızı ELLAH’ın hükümleri için dikmeden, bu duayı yapmışız ve yapmaktayız ki, ELLAH bizleri kâfir kullarının ayakları altına terk etti. Evet, şimdi bu zalim hegomanyanın emrinde olup, emriyle ELLAH’a kulluk olur ve kulluk ediyoruz olduğumuza inanarak:          --FENSURNA ALEL KAVMİL KÂFİRİN-- diyoruz. Diyoruz ama bu dua başımızda olan tağuta birrıza itaat ettiğimiz için, onun istikrarına, şemsiyesine ELLAH’ın yardım etmesini istemiş oluyoruz. Çünkü ayaklarımızı, bunlara bir zarar gelmesin diye etraflarına vahdet olup dikmişiz.

Öyleyse bu iki ayeti tekrar ele alıp diyelim: Müminler, ELLAH'tan İmân selameti ve küffara karşı yardım isterken, küffara niye dua etmiş olsun? Zira müminlerin önüne ELLAH’a ve ELLAH'tan kendisine verilene İmân eden bir Resulü Kibriya vardır. Ve bu Resule İmân eden, malı ile canı ile teslim olan ve uğruna her şeyini geride bırakıp Hicret eden ve Hicretten sonra İslami hükümetlerini teşkil eden bir cemaati Resul vardır. Böylece: --VEL MU’MİNUNE-- müminlerde o Resul ile birlikte İmân etti diyen ELLAH tarafından imanları kabul edilen bir Risâlet cemaati, Hükümeti ve devleti vardır. Ki, bu cemaat, ilayevmul kıyame, müminlerin önderi, örneği ve rehberidir. Bu cemaate uymadan, yani Resulullah'a ve Halifesine uymadan imanın, İmân olamayacağını ve tağutu inkâr etmeden ELLAH’a, Resulüne ve Halifesine teslimin gerçekleşemeyeceğini bu iki âyet açıkça bildirmektedir. Ama imanının kaygısına düşenler içindir bu açıklık.

İmanının kaygısına düşen mümin, bu iki ayeti okuduğunda, biiznillah tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olmanın küfür ve şirk olduğunu anlar. Ama: Desinler Âlim'dir, desinler Âbid'dir, desinler Şeyh'tir ve desinler Mücahid'dir diyerek, değil bu iki ayeti okumak, yüz dört kitabı da okusa ve tüm Resuller anlatsa, ELLAH’a yemin olsun ki, tevhidi şirkten tefrik edemezler. Mescidi takva ile mescidi dirar'ın arasını ayıramazlar. Dar’ül harp ile Dar’ül islamın hududunu çizemezler. Bel’am ile Âlimi fark edemezler. Ve itaati haram olan tağut ile itaati farz olan imam gözlerine girse tanımazlar. Oysa ELLAH şöyle buyuruyor:

Ey insanlar! Şayet siz son Resulüme İmân ederseniz ve İmân eden Müminler, şayet Risâlet'e ve Halifesine bi’at verip tabi olurlarsa, böylece hicret edip ayrılırlarsa ve tağutilerin saldırmaları halinde cihad ederlerse, biz o Müminlere evvel ki Müminlere Meleklerimle yardım ettiğim gibi yardım ederim. Ve döndüğünüzde, Nebilerle, Şehidlerle, Sıddıklarla Dar’üsselam da arkadaş olursunuz. Öyleyse onların imanı gibi İmân edin ve onların islamı gibi teslim olun. Ki, kusurlarınız bağışlansın. Çünkü eninde sonun da dönüş bizedir. Sizin hem vaktiniz az, hem nakdiniz yok. Ama af etmem için, tevbe kapısını açık saklıyorum. Tevbe eden yok mu?

Rabbimizin bu açık Beyânına ve Dâvetine uyarak: tağuta, yahudi ve nasaralara uymaktan imtina edelim. De, Risâlet'e ve Halifesine dönelim. Ki, ELLAH’a mümin olup islam olabilelim. Böyle etmeden ve asgari, o zalimlere buğz cemaatini kurmadan, gölgeleri altında olarak, kulluk namına yaptıklarımız, tevbemiz ve duamız ELLAH ile alay etmek olur, Alay!

İmdi her günün sonunda bu iki ayeti okuyup da o gece öleni şehid makamına irca eden hikmet, işte bu izahı edilenlerdir. Çünkü tağutun başkanlığın da İmân olmaz, ancak şirk olur, ELLAH’a isyan olur. Çünkü tağutun başkanlığı demek, ELLAH’ın yeryüzü hâkimiyetinin iptali demektir. Ve ELLAH’ı meclisten alıp konuşturmamak demektir. Öyle ise düşünmek isteyenler varsa bu konuları düşünsün.

Vel Hemdulillahi deyip bu surenin sonuna bizi götüren ELLAH’a Hamd olsun. Belki de af edilmeyecek kadar hata ve yanlışımız olmuştur. Ne var ki, affını istediğimiz zat, zatı Kibriya'dır. Zatında kibriya olan zat, zat denilmeyecek kadar zatı olmayanın, kibir haline bürünmek istemeden bürünenleri, hata etmek istemeden hata edenleri, zatında kibriya olan o ELLAH (c.c), Rahman ve Rahîm olduğu için ve zatından başka af eden bir varlık olmadığı için ve affetmeyi sevdiği için, affettiklerinin listesine dâhil olacağımı ve olacağımızı Rabbim olan ELLAH'tan ummakta olup umuyorum. ÂMİN.

Sûre’i Bakara, Kur'ân'ın ikinci sûre'si dir. Bundan geri yüz on iki sûre daha vardır. ELLAH’ın izni ve yardımı ile biz o surelere ulaşmaya çalışırken elbette ki, yine nisyan ile dolu bir insan olarak hatalar yapacağız. Ama yapacak olduğum hataların affını şimdiden en aza indirmem için Rabbimden yardım ve af istiyorum. Çünkü o Rabbim Rahman ve Rahîm olan ELLAH’tır. Bu dua ile İşaaratul Furkan ve Tevhidi Beyân yolunda, hayalimde canlanan yoluma devam edeceğim İnşâ ELLAH ÂMİN.

Hem bu niyet ve bu niyet ile girdiğim bu yolda nereye kadar gideceğimi ELLAH'tan gayrı kimse bilmez. Çünkü ELLAH'tan gayrı kimse, ELLAH’ın yardımı olmadan bi nefes alma imkânına sahip değildir. Öyleyse ondan, bizleri yüz on dördüncü sûre ile buluşmamı niyaz ediyorum. ÂMİN.

Bundan sonra derim: İnsan yürüdüğü yolda, yaptığı işte yorulur, yorulunca oturup nereden kalktığına ve nereden başladığına geri dönerek bakar. Öyle ise bizde bu yola hangi kapıdan girdiğimize bir göz atalım: Girdiğimiz bu yolun başında olan kapının, anahtar ile kilitli olduğunu ve bu kapıyı açmak için, üç anahtarın lâzım olduğunu görürüz.

Ve kilitli olan bu kapının başında üç anahtarın asılı olduğunu da görürüz. Bu anahtarlardan hemen elimize gelenin üzerine –MİİM– Yazılı olduğunu görürüz. Yani ELLAH’a varan yolun kapısını açmak için, Muhammed Mustafa’nın Risâletine İmân edip ona ve Halifesine uymak farzdır. Bu ilk farz yerine gelmeden bu kapı açılıp bu yola girilmez.

Evet, bu --MİİM-- anahatarı ile kapıyı açıp bu yola girdiğimiz de, önümüz de ikinci kapı olarak --LAAM-- kapısı çıkar. Bu kapıyı da üzerine --LAAM-- yazılı anahtar ile açmak lazımdır. Yani ELLAH'tan gayrı İlâh edinmemek lazımdır. Yani ELLAH’ın hükümlerinden gayrı hükümlere uyup itaat etmemek lazımdır. Evet, bu iki lâzım yerine geldiğinde yani iki kapı açıldığın da, üçüncü kapı olan uçsuz bucaksız olan uzay kapısı önümüze çıkıyor. Uzay kapısını, üzerine  --ELİF-- Yazılı anahtar ile açtığımız da, önümüze çıkan uzayda kaybolmamamız için, elimize bir pusula veriliyor. Yani uzayda kaybolmamamız için elimize ELLAH’ın emirlerini havi olan Kur'ân,  --LA İLAHE İLLELLAH-- Cümlesinin gölgesi ve teminatı altında Furkan sıfatı ile veriliyor. Elimize verilen kitabı okumaya başlarken        --ZALİKELKİTAB-- İşte bu kitab size verildi. Siz şayet bu kitaba, onu size okuyana ve Halifesine uyarak, uyarsanız bu uzayda kaybolmazsınız. Zira bu kapılardan geçip bu uzaya çıkanlar muttaki oldukları için ELLAH onları korur. Ve korumak için:                           --ZALİKELKİTAB-- Kitabı ellerine vermiştir.

Öyle ise ilk bu yola girdiğimiz yer: --HUDELLİL MUTTEKİNE-- Yeridir. Yani ELLAH, son Resule İmân eden mümini, Ulûhiyyeti kapısından alıp, Ubûdiyyet menziline indirdi. Öyle ise bu menzilin mana ve mahiyeti nedir? --ENTE MEVLANA FENSURNA ALEL KAVMİL KÂFİRİNE-- dir. Yani bizim bu uzayda, her şeyimiz sensin. Öyle ise her kötülükten ve kötülerden bizi koru; Bize düşman olan kâfirlere karşı yardım eyle ki, onlar sana ve teşriine ve Resulüne düşmandırlar.

 

 

 

 

 

 

 

Madem düşmandırlar son Resule İmân eden herkes, ELLAH’ın Ubûdiyyet menzilinden dışarı çıkmamalıdır. Çıktığı takdirde, yani gayrı islami düzenlere döndüğü takdir de ve bu zalim düzenlere dönen amirlere birrıza uyduğu takdirde, öyle ki, onlara uymak için onlardan ruhsat alıp Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olduğu takdirde ELLAH'a Ubûdiyyet menzilinden çıkıp şeytan'ın, tağutun, yahudi ve nasaraların ubûdiyyet menziline girer. Biz ise ELLAH’ın Ubûdiyyet menzilinde kalmamız için ÂMİN deriz. Ve ALİ İMRAN suresine geçeriz.       

 

VEL HEMDULİLLAHİ REBBİL ÂLEMİN

 

ÂMİN