Yunus suresi Mekke'de
nazil olmuştur ve yüz dokuz âyettir.
Bu sure-i Celİle de
diğer Mekki sureler gibi uluhiyet gerçeği ile kulluk meselesi arasındaki
münasebetleri beyan etmekte, insanlara gerçek, rableri olan Allah tealayı
tanıtmaktadır.
Sure-i Celile,
Mekke'de bulunan putperestlerin, Resulullaha gelen vahiy gerçeği karşısındaki
tutumlarını ele almakta, Kur'anın başka bir kaynaktan değil bizzat Allah teala
tarafından gönderildiğini beyan etmektedir. Âyet-i kerimede bu hususta şöyle
buyurulmaktadır:
"Bu Kur'an
Allah'tandır. Allah'tan başkası tarafından uydurularak Allah'a nisbet edilmiş
değildir. Fakat o, daha önceki semavi kitapları doğrulayan, onlarda yazılı
olan hakikatlan açıklayan bir kitaptır. Âlemlerin rabbi olan Allah'tan
indirildiğinde asla şüphe yoktur.
Müşrikler
Resulullah'tan, Kur'anın dışında bir mucize istiyorlar, Kurana inanmıyorlar ve
onun doğruluğunu ispat etmek için başka harikan talep ediyorlardı. Kur'an-i
Kerim onlara bu hususta şöyle cevap veriyor:
"Andolsun ki
sizden önce nice nesilleri, zulmettikleri zaman helak ettik.peygamberi erimiz
onlara apaçık delilleri getirdileri halde onlar inanmamışlardı. İşte biz, zalimleri
böyle cezalandırırız."
"Rabbinden ona
bir mucize indirilse ne olur?" derler. Onlara de ki "Gaybi bilmek
Allaha mahsustur. Doğrusu ben de sizinle birlikte beklemekteyim."
Allah teala,
müşriklerin bu inatçı ve anlamsız davranışları karşısında üzülen Resulullahi
teselli ediyor ve üzülmemesi için buyuruyor ki: "Onların söyledikleri
sözler seni üzmesin. Kuvvet ve kudret yalnızca Allahındır. O, her şeyi
işitendir, bilendir."
Allah teala sure-i
Celilede devamla, müşrikleri, dünyaya olan aldatıcı güvenden sakındırıyor,
uğrayacakları kayıptan dolayı onları korkutuyor ve onla-ra,bu dünya hayatının
aslında bir imtihan yeri olduğunu, asıl hayatın âhirette yasanacağım beyan
ediyor sonra da mmuhtelif kıyamet manzaralarını gözler önüne seriyor, daha
sonra da inançlanndaki bu sakatlıktan dolayı başlarına gelecek
felaketleri açıklıyor.
Yine sure-i celile,
geçmişteki yalanlayıcılann akıbetlerinin ne olduğunu bildiriyor. Bazan o
kavimlerin başlarına gelenler doğrudan haber veriliyor ba-zan da Peygamberlerin
kissalanyla anlatılıyor.
Sure-i celile, vahyi
yalanlayan müşriklere meydan okuyor ve eğer güçleri yetiyorsa Kur'anın
surelerine benzer bir sure meydana getirmelerini teklif ederek onlan âciz
bıkakıyor.
Hz. Musarun kisassma
işaret ediliyor ve Firavun ve ordusunun Allalıın Peygamberini yakalayıp
öldürmek için arkasından gittiklerini ve denizde boğulurken Musa'nın rabbine
iman ettiklerini söylediklerini fakat bu imanlarının kabul edilmediğini beyan
ediyor. Daha sonra, Allah teala'nın, Peygamberlerini yalanlayanlara gönderdiği
çeşitli azaplar haber veriliyor ve sure-i celile şu yet-i kerime ile sona
eriyor:
"Sana ne
vahyediliyorsa onu tabi ol. Allah hükmünü verinceye kadar sabret, O, hüküm
verenlerin en hayırlısıdır."[1]
Rahman ve Rahim olan
Allahın adıyla
1- Elif, Lâm,
Râ, Bunlar, hikmet dolu kitabın âyetleridir.
Bunlar, Allahın,
sağlamca yapıp kullarına açıkladığı, muhkem Kur'anın . âyetleridir.
Elif, Lâm, Râ ve
benzeri Mukattaa harfleri hakkında Bakara Suresinin başında verilen izahata
bakınız. Orada Elif, Lâm, Mim harfleri hakkında izahat verilmiştir. Burada ise
Elif, Lâm, Râ harfleri vardır. Bu sebeple oradaki izahata ilaveten bu harfler
hakkında da şunlar söylenmiştir.
Abdullah b. Abbas ve
Dehhaktan, bu harflerin mânâlarının: "Ben AUa-hım, görürüm." anlamına
geldiği rivayet edilmiştir.
Yine Abdullah b.
Abbas, Salim b. Abdullah ve Âmir'den nakledilen diğer bir görüşe göre bu
harfler, Allahın, er-Rahman sıfatının kısaltılmış şeklidir.
Katade'den nakledilen
diğer bir görüşe ise bu harfler, Kur'an-ı Kerimin isimlerindendir. Ayet-i
kerimede geçen "Kitap"tan maksadın, İncil veya Kur'an-dan önce inen
kitaplar olduğu, Mücahit ve Katade tarafından söylenmişse de Taberi bundan
maksadın Kur'an olduğunu söylemiştir. Çünkü Önceki kitaplar zikredilmemiştir. [2]
2-
İçlerinden bir adama: "İnsanları uyar, iman edenleri, rablcrinin katında
yüce derecelerle müjdele." diye vahyetmemizde, insanlar İçin şaşılacak
bir şey mi var ki kâfirler: "Şüphesiz ki bu adam apaçık bir sihirbazdır."
dediler?
İnsanlar bizim
içlerinden biri olan Muhammedi seçip te ona, kendilerini uyarması, AİIahın
azabıyla korkutması, Allaha ve Peygamberine iman edenleri, yapmış oldukları
salih ameller karşılığında, kendileri için Allah katında güzel mükâfaatlar
bulunduğunu müjdelemesini vahyetmemizde şaşılacak bir şey mi görüyorlar? Bu
insanlar daha önce de onun gibi bir Ademoğluna vahiy gönderdiğimizi sanki
bilmiyorlar mı?
Peygamber bu insanları
müjdeleyip uyarınca AİIahın birliğini inkâr edenler "Şüphesiz ki o apaçık
bir sihirbazdır, iddia ettiği şeyler asılsızdır." dediler.
Âyet-i kerime'de geçen
ve "Onlar için rablerinin katında yüce dereceler vardır." şeklinde
tercüme edilen cümlesi, müessirler tarafından farklı şekillerde izah
edilmiştir.
a- Dehhak,
Miicahid, Abdullah b. Abbas, Rebi' b. Enes ve İbn-i Zeyd, bu cümleyi şu şekilde
izah etmişlerdir. "Yapmış oldukları salih ameller karşılığında onlar için
rableri katında güzel bir rnükafaat vardır."
b- Ali b.
Ebi Talha'nın, Abdullah b. Abbas'tan rivayet ettiğine göre bu cümlenin manası
şöyledir: "Onların cennetlik oldukları, rableri katında levh-i mahfuzda
mevcuttur."
c- Katade,
Hasan-ı Basri ve Zeyd b. Esleme göre bu cümlenin manası ş'öyledir:
"Onlara, rableri katında, Muhammed (s.a.v.) şefaatçi olacaktır.
Taberi bu görüşlerden
birinci görüşün tercihe şayan olduğunu, bu ifadenin manasının, "Onların,
rableri katında salih amelleri vardır. Bu amelleri sayesinde mükafaatîara
erişeceklerdir." şeklinde olduğunu söylemiştir.
Abdullah b. Abbas
diyor ki: "Allah teala Muhammed (s.a.v.)'i Peygamber olarak gönderince,
Araplar onun Peygamberliğini inkâr ederek şöyle dediler: "Alah,Muhammed
gibi bir insanı Peygamber göndermekten münezzehtir." Onların bu sözü
üzerine Alla teala işte bu âyet-i kerimeyi gönderdi. [3]
3- Şüphesiz
ki rabbinîz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, daha sonra kudretiyle arş'ı
kuşatan Allah'tır. Bütün işleri nizama koyan O'dur. Hiçbir kimse onun izni
olmadıkça şefaatçi olamaz. İşte bu, rabbiniz olan Allah'tır. Yalnız ona ibadet
edin. Hiç düşünmez misiniz?
Şüphesiz ki sizin
rabbiniz, gökleri ve yeri, hiçbir ortağı ve yadımcısı olmaksızın, tek başına,
altı günde yaratan sonra da arş'ı kuşatan AUahtır. Bütün işleri o sevk ve
idare eder. Onun sevk ve idaresine hiç kimse karışamaz. Kıyamet gününde onun
huzurunda, o izin vermedikçe hiçbir kimse başkasına şefaatçi olamaz. İşte
rabbiniz olan Allah budur. Sadece ona kulluk edin. İşitmeyen, görmeyen ve
idraki olmayan varlıkları değil, sadece onu rab edinin. Hiç bunları düşünüp
ibret almaz mısınız[4]
4- Hepinizin
dönüşü Allahdır. Bu, AİIahın, hak olan vaadidir. Allah, varlıkları yoktan
yaratmıştır. İman edip salih amel işleyenleri, adaletle mükâfaatlndırmak için,
bütün yaratılanları, yok olduktan sonra tekrar dı-riltcccktir. Kâfirlere ise,
inkârlarının cezası olarak, cehennemde kaynar içecekler ve can yakıcı bir azap
vardır.
Kıyamet gününde
hepinizin dönüşü rabbinizedir. Allah, bunu size bir gerçek olarak vaadetmiştir.
Rabbiniz, bütün varlıkları henüz hiçbiri ortada yokken varetmiştir. Sonra
onlan öldürüp yok edecek ve tekrar diriltecektir ki, emrettiği amelleri, İşleyen
müminleri adaletli birşekilde mükâfaatlandirsın ve onlara âhirette,
yaptıklarının karşılığını versin. AUahın varlığını ve birliğim inkar edenlere
gelince onlar için cehennemde kaynar içecekler ve yine bu inkarları sebebiyle
can yakıcı bir azap vardır.
Allah teala, bu âyet-i
Kerimede, yarattıkları, öldükten sonra tekrar diril-temesinin hikmetini beyan
etmekte ve bu hikmetin, herkese, yaptığının karşılığını vermek olduğun
açıklamaktadır.
Âyet-i kerîmede,
cehennemliklerin, kaynar sular içecekleri beyan edilmektedir. Bu hususta başka
bir âyet-i kerimede de şöyle Duyurulmuştur: "Şüphesiz biz, zalimlere,
çevrelerini surlarıyla kuşatan korkunç, bir ateş hazırlamışız-dır.Susuzluktan
dolayı yardım istediklerinde onlara erimiş maden^ibi bîr su verilir ki yüzleri
haşlar, O, ne kötü bir içecektir. O, cehennem ne kötü bir yerdir. [5]
Ebu Ümame el-Bâhilî,
Resulullahin,
"Her zorba
inatçıya irinli sudan içirilecektir. O, suyu yutkunur fakat bir türlü yutamaz. [6]
âyetinin izahında şöyle buyurduğunu riayet etmiştir. "Su o kişinin ağzına
yaklaştırılır. O bunu sevmez. Ancak su ona yaklaştınldığında yüzünü kavurur ve
başının derisi sıyrılıp düşer. Onu içtiğinde ise su onun barsaklan-nı parçalar.
Onlar onun arkasından dökülür. Bu hususta Allah teala: "Cehennemde ebedi
kalanlara kaynar sular içirilecek o da onların barsaklanni paramparça
yapacaktır. [7]buyurmaktadır[8]
5- Güneşi
ışıklı ayı nurlu kılan, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için ay'a
menziller takdir eden Allah'tır. O, bunları, şüphesiz yerli yerince yaratmıştır.
Allah, bilen bir topluluk için, âyetleri geniş olarak açıklar.
Güneşe aydınlatma,
ay'a nurlandırma gücünü veren, yılların sayısını ve günlerin hesabım bilmeniz
için ay'a, eksiltip çoğaltmayacağı mesafeler takdir eden, o rabbinizdir.
Rabbiniz, ay ile güneşi hoşun değil, yerli yerince yaratmıştır O, âyet ve
delilleri, Allanın varlık ve birliğini düşünen bir topluluk için açıklar. [9]
6- Şüphesiz
ki gece ve gündüzün, birbiri ardınca gelmesinde, Allahın, göklerde ve yerde
yarattıklarında, Alahtan korkan bir topluluk için deliller vardır.
Şüphesiz ki gece ile
gündüzün, biri gidip diğeri gelerek, birbirlerini taki-betmelerinde ve Allanın,
göklerde ve yerde yarattığı çeşitli varlıklarda, Allahın tehdit ve
cezalandırmasından korkan bir topluluk için, Allahın varlığını ve birliğini
gösteren deliller vardır.
Allah teala bu âyet-i
kerimede, varlığını ve kudretini gösteren delileri zikretmiştir ki böylece
kullan, Allah'tan başka rableri olmadığını, her şeyin yaratıcısının kendisi
olduğunu bilsinler ve Allaha ortak koşanlara karşı bu delilleri
de ileri sürsünler. Çünkü insan gafildir,
uyarılmaya muhtaçtır. Bu sebeple diğer bir âyet-i kerimede şöyle
buyrulmaktadır.
"Göklerde ve
yerde nice deliller vardır ki, insanlar bunların yanından yüz eçirip geçerler
de irbret almazlar. [10]
7-8- Bizimle
karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olup onunla rahat edenler ve
âyetlerimizden gafil olanlar, işte onların yaptıklarından dolayı, varacakları
yer ateştir.
Ahirette rnükâfaat ve
ceza görmeyi yalanlayıp huzurumuza çıkmaktan korkmayanlar, kahireti bırakıp
sadece bu dünya hayatına razı olanlar ve dünyanın, aldatıcısı süs ve
güzelliklerine gönül bağlayanlar.bizim birliğimizi gösteren delil ve
alametlerden gafil olup, bunlardan öğüt almaktan yüz çevirenler, işte bunların
ahirette varıp kalacakları yer, dünyada işlemiş oldukları günahlar yüzünden
cehennem ateşidir.
Bu âyet-i kerime,
kıyamet gününde Al I ahırı huzuruna çıkmayı inkâr eden, dünya hayatıyla yetinip
ona kalbden bağlı olanların, hahirette hayatlarının perişan olacağını
bildirmekte, bizlerin de böyle olmamamız için ikaz etmektedir.
Bu hususta başka
âyetlerde de şöyle buyurulmuştur: "Kim, dünya hayatını ve onun
zinetlerini isterse bizonlara, dünyada yaptıklarının tam karşılığını veririz.
Onların orada bir şeyleri de eksiltilmez. Bunlara ahirette de cehennem
ateşinden başka birşey yoktur. Yaptıkları orada boşa çıkmıştır. Zaten
işledikleri
bâtıldır. [11]
9- Şüphesiz
ki iman edip salih ameller işleyenleri, rablcri,ımanları sebebiyle doğru yola
iletir. "Naîm" cennetlerinde onların altlarından ırmaklar akar.
Şüphesiz ki Allaha ve
âhiret gününe iman edip salih amel işleyenleri, rab-leri, imanları sebebiyle
cennete sevkeder. Bu müminlerin, Allanın, kendilerine nimet verdiği cennetlerde
Önlerinden ırmaklar akar.
Bu âyet-i kerime'de,
ahirette mes'ud olacak müminlerin halleri bildirilmektedir. Bunlar, imanları
sayesinde kendilerini kurtarmış olacaklardır. Allanın bir lütfü olarak ta
çeşitli nimetlerle doldurulmuş cennetlere yerleştirileceklerdir. [12]
10- Onların
orada duaları: "Ey Allahımız, seni noksan sıfatlarından tenzih
ederiz." dir. Oradaki selamlaşmaları da "Selam" sözdür. Dualarının
sonu ise "Alemlerin rabbi olan Allaha hamdolsun."dur.
Cennet ehlinin,
oradaki duaları: "Ey rabbimiz seni, sana yakışmayan şeylerden tenzih ederiz."dir.
Birbirleriyle selamlaşmaları ise: "Selam olsun sana, yani, sen,
cehennemliklerin uğradıkları kötü akıbetten selamette o." demeleridir.
İbn-i Cüreyc diyor ki:
"Bize anlatıldığına göre, cennetliklerin üzerinden, arzuladıktan bir kuş
uçunca onlar: "Sübhaneke Allahümme" derler, işte onların duaları
budur. Onların bu duaları üzerine bir Melek', arzuladıklarım onlara getirir ve
onlara selam verir. Onlar da Meleğin selâmını alırlar. "Onların oradaki
selamlaşmaları "SelanTdir. Cümlesi bunu ifade etmektedir. Onu yedikten
sonra da "Âlemlerin rabbi olan Allaha hamd ederler. Dualarının sonu ise
"Âlimlerin rabbi olan Allaha hamd olsun" olsun"
şeklindedir." Cümlesi de bunu ifade etmektedir. [13]
11- Eğer
Allah, insanların^ hayırı acele istedikleri gibi onlara şerri de acele verseydi
vadeleri bitmiş olurdu. Fakat biz, bizimle karşılaşmayı umma yanlan
azgınlıklarında bırakırız da bocalayıp dururlar.
Eğer Allah, insanların
mal ve canlarına zarar verecek olan beddualarım, hayır dileğinde bulundukları duaları gibi hemenkabul
edecek olsaydı, ölüm derhal kendilerini yakalar ve vadeleri biterek helak
olurlardı. Fakat biz, Öldükten sonra dirilmeye ve huzurumuza çıkarak hesap
vermeye iman etmeyenleri, azgınlıklarında ve inatçılıklarında serbest
bırakırız. Şaşkınlık içinde bocalayıp dururlar.
Allah teala bu âyet-i
kerimede, kullarına karşı Iütufkâr olduğunu, kulların birbirleri aleyhinde
yaptıkları haksız beddualarını hemen kabul edip onları helak
etmediğini,müminlere tevbe imkânı bırakıp kâfirlere de mühlet verdiğini beyan
etmektedir. Bir mümin, ne kadar kızgın ve Öfkeli olursa olsun, kendisi,
çocukları ve malları aleyhine bedduada bulunmamalıdır.
Mücahid diyor ki:
"İnsanların beddua etmeleri.kızmaları durumunda, çocuklarına veya
mallarına "Allahım, sen bunda hayır bırakma, sen buna lanet et."
şeklindeki beddualandır.Eğer Allah, bu tür dualarını kabul etmiş olsaydı onlar
yok olup giderlerdi. [14]
12- İnsana
bir zarar dokunduğunda, yan yatarken veya otururken veya ayakta iken bize
yalvarıp durur. Fakat ondan, uğradığı zararı kalda-rınca, sanki o, dokunan
zararın kalkması için bize yalvarmamiş gibi yine yoluna devam eder. İşte böyle
aşırı gidenlerin yaptıkları, kendilerine güzel gösterilir.
İnsana bir zorluk, bir
sıkıntı isabet ettiği zaman, yatarken olsun otururken olsun, ayakta iken olsun,
o sıkıntı ve zorluğun giderilmesi için bizden yardım
dileyip durur. Fakat biz onun başına
gelen sıkıntıyı kaldırdığımızda,insan o içinde bulunduğu hali unutur veya
unutmaya çalışır. Mevlasına şükretmeyi terk e-der, tekrar sapıklığa ve Allaha
ortak koşmaya döner. Sıkıntısı kaldırılan insana, tekrar inkâra dönmek süslü
gösterildiği gibi, Allaha karşı yalan uydurmada ileri gidenlere de yaptıkları
günahları süslü gösterilir.
Allah teala bu âyet-i
kerimede, İnsanoğlunun hem çok sabırsız hem de arsız olduğunu beyan etmektedir.
Öylekİ, insanoğluna bir sıkıntı ve bir darlık geldiğinde ne durumda olursa
olsun derhal Aİlaha yalvararak o sıkıntının kendisinden uzaklaştırılmasını
ister. Ona hiç sabretmez. Bununla beraber Allah, sıkıntıyı kendisinden giderip
aydınlığa çıkardığı zaman o sıkıntılı olan eski halini hemen unutur ve tekrar
İsyana döner. [15]
13- Şüphesiz
biz, sizden önce birçok nesilleri, Peygamberleri kendilerine apaçık
delililerle geldikleri halde, zulmettikleri için helak ettik. Zaten onlar, iman
edecek değildi. İşte biz, suçlu birkavmi böyle cezalandırırız.
Ey müşrikler, biz
sizden önce de inkâr eden, Allanın emirlerine karşı gelen ve Peygamberlerini
yalanlayan nice kavimleri heiak ettik. Halbuki Peygamberleri onlara,
kendilerinin hak Peygamber olduklarını gösteren apaçık/deli 11er-ye alâmetler
getirmişlerdi. Bu helak edilen kavimler ise, kendilerini hakka davet eden
Peygamberlere iman edecek durumda değillerdi. Peygamberlerini yalan-layn,
geçmişteki zalim kavimleri helak ettiğimiz gibi, Peygamberim Muhammedi
yalanlayan siz suçluları da şayet vaz geçip tevbe etmezseniz öylece helak
ederiz. [16]
14- Sonra da
sizi, onların ardından, ne yapacağınızı görmek için yeryüzünde haliflcr
kıldık. Ey insanlar, biz o
geçmişteki kavimleri helak ettikten sonra sizleri onlann yerine getirdik ki
bakalım siz ne yapacaksınız. Onlann izini takİbedip cezalandırılmayı mı hak
edeceksiniz yoksa onlar gibi davranmayıp hak yolda devam ederek sevaba mı
erişeceksiniz.
Allah teala bizleri
yeryüzünde başıboş olarak yaratmamış, bizleri, kendisini tanımamız ve
tanımayanlara da tanıtmamız için halife yani vekil yapmıştır. Bizim
yaptıklarımızı ve yapmadıklarımızı kontrol etmektedir. Sonuçta bizi
cezalandıracak veya mükâfaat! andıracaktır.
Bu hususta Peygamber
efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
"Şüphesiz ki
dünya tatlıdır, yeşildir.- Allah sizleri orada halifler kılmıştır. Ne
yaptığınıza bakmaktadır. Dünyadan kaçının, kadınlardan kaçının. Zira,
İsrai-loğullannın ilk fitnesi kadınlardan kopmuştur. [17]
Katade, Ömer b. el-Hattab
(r.a)'ın, bu âyetin izahında şunları söylediğini rivayet etmiştir. Hz. Ömer
demiştir ki: "Rabbimiz doğru söyledi. O, bizleri, ancak amellerimizin
nasıl olacağını görmek için yeryüzünde halifeler kıldı. Siz, Allah gece gündüz,
gizli ve açık iyi ameller gösterin."
Abdurrahman b. Ebi
Leyla diyor ki; "Bir gün Avf b. Mâlik (r.a.), Ebube-kir (r.a.)'a dedi ki:
"Ben rüyamda gördüm ki, gökten bir ip sarkıtıldı ve Resulul-lah yukarı
çekildi. Tekrar sarkıtıldı, Ebubekir yukarı çekildi. Sonra insanlar, minberin
etrafında (boylarını) ölçüştüler. Ömer diğer insanlardan üç zir'a uzun
geldi," Bunun üzerine Ömer, Avf b. Malik'e müdahale ederek "Bırak
rüyanı, bizim ona ihtiyacımız yoktur." dedi. Daha sonra Ömer Halife
olunca dedi ki: "Ey Avf, şimdi rüyanı anlat" Avf dedi ki "Senin
rüyama ihtiyacın varmi? Sen o zaman beni azarlamamış miydin?" Ömer dedi
ki: "Vay haline* ben korkmuştum ki, sen Resulullahm halifesine, ölüm
haberini bildiriyorysun." Bunun üzerine Avf b. Malik, Ömere rüyasını
anlattı. Ömerin, diğer insanlardan üç zira uzun olmasına gelince, şunları
söyledi: "Bu zir'alardan biri, onun halife olmasıdır. İkincisi, Allah
hakkında, kınayanın kınamasından korkmamasıdır. Üçüncü ise şehit
olmasıdır." Bunun üzerine Ömer dedi ki: "Allah teala buyuruyor ki:
"Sonra da sizi, onların ardından, ne yapacağını görmek için yeryüzünde
halifeler kıldık. Ey anasının yavrusu Ömer, sen halife kılındın, ne yapacağına
iyi bak. Allah hakkında, kınayanın kınamasından korkmamam, meselesine gelince,
bu Allanın dilediği bir şeydir. Benim şehit olacağını beyen eden sözüne
gelince, Ömer ner-den şehit olacaktır. Çünkü müslUmanlar onu kuşatıp muhafaza
altına almışlardır. Ancak Allah, dilediğini yapmaya kadirdir." [18]
15- Apaçık
âyetlerimiz onlara okununca, bizimle karşılaşmayı um-mayanlar, Peygambere şöyle
dediler: "Bize bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir." Ey
Muhammcd, onlara şöyle de: "Onu kendiliğimden değişterme yetkisine sahip
değilim. Ben de ancak bana vahyolunana tabi oluyorum. Eğer ben, rabbimc karşı
gelirsen şüphesiz ki büyük günün azabından korkarım."
Müşriklere Kur'anm
apaçık ve hakkı gösteren âyetleri okunduğu zaman, öldükten sonra dirilmeye
inanmayan ve huzurumuza çıkacaklarını beklemeyenler, Peygamberimize şöyle
derler: "Ey Muhammed, sen bu Kur'andan başka bir-Kur'an getir. Veya bunu
değiştir. Bildirdiği bir kısım helali arı haram, haramları da helal yap."
Ey Muhamed onlara de
ki: "Kur'am değiştirmek benim elimde değildir. Onu değiştirmek, emri geri
çevirilemeyen Al lalım elindedir. Ben de ancak rab-bim tarafından bana vahy
edileni ere uymaktayım. Şayet ben rabbimin emrine karşı çıkacak ve bana gelen
vahyi değiştirecek olursam, şüphesiz ki ben, dehşeti büyük olankıyamet günün
azabından korkarım.
Âyet-i kerimede
kıyamet günü zikredilirken "Büyük gün" ifadesi geçmektedir Evet,
kıyamet gününün dehşeti büyüktür. Nitekim bu hususta diğer âyetlerde de şöyle
buyrulmaktadır: "Ey insanlar rabbinizden korkun. Çünkü kiyametin
sarsıntısı büyük bir şeydir." "Onu gördüğünüz zaman her emzikli kadın
emzirdiği çocuğundan geçer. Hamile kadın çocuğunu düşürür. Sen insanları sarhoş
görürsün. Aslında onlar sarhoş değildirler. Fakat Allanın azabı
şiddetli-di"[19]
16- Ey
Muhammcd, de ki: "Eğer Allah dileseydi Kur'anı size okumazdım. Allah da
onu size bildirmezdi. Ben o, Kur'an gcnıcdcn önce yıllarca aranızda bulundum.
Hiç aklınızı kullanamaz mısınız?
Ey Muhammed, onlara de
ki: "Eğer Allah dileseydi ben size bu Kur'anı okumazdım. O da size bunu
bildirmiş olmazdı. Ben, bana vahiy gelmeden önce kırk yıl sizin içinizde
kaldım. O süre içinde böyle bir iddiada bulundum um? Hiç aklınızı kullanmıyor
musunuz? Şayet ben böyle bir şeyi uyduracak olsaydım bunu daha önce yapardım.
Âyet-i kerime,
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'in, hak Peygamber olduğunu beyan
etmektedir. Zira o, müşriklerin arasında kırk yıl yaşamıştır. Hayatının bu
bölümünde davranışlarıyla, aklı ve güvenirliliği ile hep seçkin bir şahsiyet
olarak tanınmıştır. Kırk yaşından sonra, böyle mümtaz bir şahsiyetin,
kendiliğinden kitap uydurup ve bunu, Allah tarafından gönderildiğini söylemesi
mümkün müdür? Bunun böyle olduğun iddia etmek akıl işi değildir.
Ebu Süfyan b Harb,
henüz Müslüman olmadan önce, Bizans imparatoru Meraki i yüs ile karşılaşıp
Resulullah (s.a.v.) hakkında konuşurken, Herakliyüs Ebu Süfyana: "O kişi
bu iddiada bulunmadan önce siz onu hiç yalanla itham etmiş miydiniz?"
diye sorunca Ebu Süfyan "Hayır" demiş Herakliyüs de "Ben sana,"
o kişi bu iddiada bulunmadan önce siz onu hiç yalancılıkla itham etmiş
iniydiniz?" dedim. Sen "Hayır" dedin. Bundan anladım ki, insanlara
karşı yalan söylemeyen bu şahıs, Allaha karşı da yalan söylemez." demiştir[20]
17- Allaha
yalan iftira eden veya âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir?
Şüphesiz ki suçlular, hiçbir zaman kurtuluşa eremezler.
Kendisi Peygamber
olmadığı halde: "Ben, Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamberim."
diyerek Alîaha iftirada bulunandan ve Allanın âyetlerini yalanlayandan daha
zalim, daha şerli kim olabilir? Şüphesiz ki dünyadayken, inkarcılıkta bulunmak
suretiyle en büyük suçu işleyen kimse asla kurtuluşa eremez. [21]
18- Onlar,
Allahi bırakıp kendilerine zarar veya fayda veremeyen şeylere tapar ve
"Bunlar, Allah katında şefaatçilerimizdir." dcrlcr.Ey Muhammed, de
ki: "Göklerde ve yerde Allanın bilmediği bir şeyi mi ona haber
veriyorsunuz?" Allah, onların ortak koştuklarından yücedir, beridir.
Müşrikler, Allahı
bırakıp, kendilerine herhangi bir zarar veya menfaat vermekten âciz olan
şeylere taparlar ve onlara: "Biz bunlara: Allah katında bize şefaatçi
olmaları için tapıyoruz." derler.
Ey Muhammed, sen de
onlara de ki: "Siz Allaha, göklerde ve yerde bulunmayan bir şeye mi haber
veriyorsunuz?" Allah, müşriklerin ortak koşmalarından münezzehtir,
yücedir. [22]
19-
İnsanlar, sadece tek bir ümmet idiler. Sonra ihtilafa düştüler. Eğer rabbinin
geçmişteki bir sözü olmasaydı, ihtilaf ettikleri hususlarda aralarında hüküm
verilmiş olurdu.
İnsanlar, aynı dine
mensup tek bir ümmetti. Fakat dinleri hususunda ihtilafa düştüler. Böylece
yollan ayrıldı. Eğer rabbinin "Bir topluluğun eceli gelmeden helak
edilmeyecektir." şeklindeki sözü olmasaydı, ihtilaf ettikleri hususlarda,
onların aralannda hükmünü verir» hak yolda olanları kurtarır, bâtıl yolda
olanları ise helak ederdi.
Abdullah b. Abbas
diyor ki: "Âdem aleyhisselam ile Nuh aleyhisselam arasında on ümmet geçti.
Bunların hepsi müslümandı. Sonra insanlar arasında ihtilaf çıktı. Bazı insanlar
Allahı bırakıp putlara ve heykellere tapar oldular. Allah, bunlara
âyetleriyle, mucizeleriyle birlikte Peygamberler gönderdi ki "Helak olan
da açıkça delili gördükten sonra helak olsun yaşayanlar da açıkça delili
gördükten sonra yaşasın." [23]
20- Kâfiler:
"Rabbindcn Muhammedc bir mucize indİrilsc ya" derler. De ki:
"Gaybı bilmek ancak A Ihı ha aittir. Bekleyin, ben de sizinle beraber
bekleyenlerdenim."
Allaha ortak koşan kâfirler:
"Muhammede rabbi tarafından bir mucize in-dirilse ya. Böylece biz onun,
söylediklerinde haklı olduğunu anlarız." derler. Ey Muhammed sen onlara
cevaben de ki: "Böyle bir mucizenin gönderilip gönderilmemesi Alan
aitttir. Onun gelip gelmeyeceğini ben bilmem. Çünkü gaybı ancak Allah bilir.
Sizden veya bizden haksız olanlar için Allahm göndereceği âcil azabı bekleyin.
Ben de onu bekleyenlerdenim." [24]
21-
İnsanlara bir zarar dokunduktan sonra, rahmetimizi tattırdığımızda hemen
âyetlerimiz hakkında bir hileye baş vururlar. Ey Muhammed, de ki:
"Allanın, tuzağı boşa çıkarması daha sür'atlidir. "Şüphesiz ki
elçilerimiz, yaptığına hileleri yazmaktadır.
İnsanlara, felaketten
sonra bir iyilik ve saadet, sıkıntıdan sonra da bir genişlik ve ferahlık
gelince, âyetlerimizle alay edip onlan yalanlamaya çalışırlar. Ey Muhammed,
âyetlerimizle alay eden bu müşriklere de ki: "Allanın, sizin hilelerinize
vereceği ceza, sizin hiİdelerinizden daha şiddetli, Allanın sizi tuzağa
düşürmesi daha beterdir." Şüphesiz ki bizim, Meleklerden olan elçilerimiz,
yaptığınız amelleri ve âyetlerimizi alaya almanızı yazıp zaptetmektedirler.
Buna göre cezalandırılacaksınız.
Âyet-i kerime,
mücrimlere ve zalimlere, Allah tealanın mühlet verdiğini, zalimlerin de buna
aldanarak kendilerine azap edilmeyeceğini zannettiklerini, Allahm tayin ettiği
mühlet bitince onlan aniden yaklayacağını ifade etmektedir.
Bu hususta Peygamber
efendimiz bir Iladis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:
"Şüphesiz ki
Allah, zalime mühlet verir.Bir de onu yakalayınca artık bir daha bırakmaz." [25]
22- Sizi
karada ve denizde yürüten Allah'tır. Bulunduğunuz gemi, içindekileri tatlı bir
rüzgarla muntazam götürürken ve yolcular da neşeli
iken bir fırtına çıkarak onlara her
taraftan dalgalar gelip, çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca, dini sadece
Allaha tahsis ederek ona şöyle dua ederler. "Yemin olsun kî sen bizi bu
durumdan kurtarırsan şükrcdcnlerdcn oluruz."
Ey insanlar, sizleri
karada ve denizde çeşitli vasıtalarla yürüten Allah'tır. Eğer Allah bunları
sizin emrinize vermemiş olsaydı, karada, denizde ve havada yolculuk yapmanız
güç olurdu. Sizler, gemide bulunduğunuz zaman, gemi taşıdığı yolcuları güzel
bir rüzgarla alıp götürürken size bu duruma çok sevinirsiniz. Fakat fırtınalar
gelipsizleri her taraftan dalgalar kuşatınca ve helak olacağınızı anlayınca,
samimi olarak Allaha kulluk edip ona yalvarırsınız ve şöyle dersiniz: "Ey
Allahım, yemin olsun ki eğer bizi buradan kurtaracak olursan mutlaka sana
şükredenl erden oluruz"
Bu âyet-i kerime,
insanların daraldıklarında hemen Aliaha yönelip ona yalvardıklanni, sıkışık
zamanlarında ona iltica ettiklerini beyan etmektedir. Halbuki kul rabbine hem
geniş hem de sıkıntılı zamanlarında yalvrapı iltica etmeli, bu sığınmayı sadece
sıkıntılı zamanlarında yapmamalıdır.
Peygamber efendimiz
bir Hadis-i Şerifinde, Abdullah b. Abbas'a hitaben buyurmuştur ki:
"Sen geniş
zamanında Allahı tanı ki, sıkıntı halinde de Allah seni tanısın[26]
23- Allah
onları kurtarınca, hemen yeryüzünde haksız yere azgınlık ederler. Ey insanlar,
azgınlığınız ancak kendinizedir. İstediğiniz şey, dünya
hayatının gcçimlliğidir. Sonra dönüşünüz
bizdedir.Yaptıklarınızı size haber vereceğiz.
Allah, sıkıntı içinde
kendisine yavaranlan kurtarınca daha önceki yalvarmalarını unuturlar. Allahı
inkâr ederek ve günahlar işleyerek yeryüzünde bozgunculuğa girişirler. Ey
insanlar, sizin bozgunculuğunuzun cezası sizedir. Bu bozgunculuğu ancak dünyada
yaşadığınız müddetçe yapabilirsiniz. Sonra bize döneceksiniz. Biz sizi başıboş
bırakmayacağız. Yaptıklarınızı size bildirip ona göre sizi hesaba çekeceğiz.
Herkese layık olduğu ceza veya mükâfaatı vereceğiz.
Allah teala bu âyet-i
kerimede, insanoğlunun kararsız ve tutarsız olduğunu sık sık yön
değiştirdiğini, daralınca hemen Allaha sığınmasına rağmen selamete kavuşunca
da Önceki halini unutup şımardığını, fakat bütün bunlara rağmen onun, başıboş
bırakılmayacağını, yaptıklarından veya yapması gerekeni yapmadıklarından hesaba
çekileceğini beyan etmektedir.
Allah teala,
insanoğlunun bu halini başka bir âyet-i kerimede de tasvir ederek buyuruyor ki:
"Denizde herhangi bir tehlikeye maruz kaldığınızda, Al-lahtan başka
yardımını istediğiniz bütün putlara hatırınızdan silinir gider. Allah sizi
tehlikeden kurtarıp karaya çıkarınca da yüz çevirirsiniz. Zaten insanoğlu
nankördür. [27]
24- Dünya
hayatı ancak gökten indirdiğimiz şu suya benzer. O su, insanların ve
hayvanların yediği, birbirine girmiş yeryüzü bitkilerinin meydana gelmesine
sebep olur. Yeryüzü, ziynetini alıp o bitkilerle süslendiği zaman ve yeryüzü
halkı da bunları elde etmeye kadir olduklarını zannettitikleri bir sırada, gece
veya gündüz, emrimiz gelir de orasını, birgün önce hiç yokmuş gibi kökünden
biçilmiş bir hale getiririz. İşte biz âyetleri, düşünen bir topluluk için
böyle açıklarız.
Ey insanlar,
ziynetlerine ve mallarına aldanıp kendisiyle övündüğünüz bu dünya hayatı,
gökten indirdiğimiz şu yağmura benzer ki, onunla yeryüzünde sarmaş dolaş olan
çeşitli bitkiler biter. Onlardan insanlar ve hayvanlar yerler. Bir zaman gelip
yeryüzü bu bitkilerle tam bezenip süslenince ve yeryüzü sakinleri de bunları
hasat edip toplayacaklarını sanınca bizim, gece veya gündüzleyin o mahsullerin
helak edilmesine dair emrimiz gelir. Biz onları sanki birgün önce hiç
yokmuşçasına köklerinden kuruturuz. İşte biz, süslenip bezendikten sonra bu
yeryüzünü helak ettiğimiz gibi bu dünyayı da sonunda helak edeceğiz. Bundan
ibret alın. İşte biz, âyetlerimizi, düşünen bir topluluk için böyle açıklarız.
Allah teala bu âyet-i
kerimede, yeryüzünde bulunan çeşitli bitkilerin gerek birtakım âfetlerle gerekse
değişen mevsimler sonunda yok olup gittiklerini ve dünyanın da birgün yok olup
gideceğini, bu itibarla insanların, geçici dünya hayatına aldanıp ebedi olan
âhiret hayatı için çalışmayı ihmal etmemeleri gerektiğini beyan etmektedir. Bu
hususta diğer âyet-j_kerimelerde de şöyle buyurulu-yor: "Sen onlarla dünya
hayatının misalini ver. Geçici dünya hayatı, tıpkı şuna benzer: Biz gökten
yağmur indiririz, yeryüzündeki bitkiler onunla karışıp yemyeşil kesilir. En
sonunda da kuruyup rüzgarın savurduğu çerçöp haline gelir.AI-lan, herşeye
muktedirdir. [28] "Görmez misin?
Allah, gökten su indirip onu, yer altındaki kaynaklara katar sonra, onunla
çeşitli renklerde bitkiler çıkarır. Sonra o bitkileri kurur, sararıp
solduklarını görürsün. Sonra da Allah onları çerçöp haline getirir. Şüphesiz
ki bunda, akıl sahipleri için ibret vardı. [29]"Bilin
ki dünya hayatı sadece bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir övünme
vesilesi, mal ve evlatların çoğalmasından ibarettir. Bu, bir yağmura benzer ki,
bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra o bitki kurmaya yüz tutar, bir
de bakarsanız ki sapsan kesilmiş, daha sonra da çer çöp haline gelir. Âhirette
ise şiddetli bir azap, Allanın bağışlaması ve rızası vardır. Dünya hayatı
aldatıcı bir geçimlikten başka birşey değildir. [30]
25- Allah
kullarını, emniyet ve huzur yurdu olan cennetine davet eder ve dilediğini doğru
yola sevkeder.
Ey insanlar,sizler
dünyayı ve onun zilletlerini istemeyin. Çünkü onlar, Allanın beyan ettiği gibi,
dünyadaki bitkiler gibi, sonunda yok olacaklardır. Fakat sizler, devamlı kalan
âhireti İsteyin. Ve onun için amel işleyin. Allaha itaat etmeye koyulun. Zira
Allah sizleri, dostları için hazırladığı cennetlerine çağırmaktadır. Sizler,
cennetlere girdiğiniz takdirde sıkıntı ve kederlerden kurtulmuş olacaksınız.
Orada bulunan nimetlerin yok olmayacağından emin olacaksınız. Allah,
kullarından dilediğini, doğru yol olan İslama muvaffak kılar o da müslü-man
olur. Böylece rabbinin rızasına ulaşır.
Dünyanın geçici oluşu,
âhiretin ebediliğine ve Allah teulanın, kullarını, âhirete yönelmeye davet
ettiği hususunu izah eden bir hadis-i şerifle Ebudderda, Resulullahın şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir.
"Güneşin doğduğu
hiçbir gün yoktur ki, o günün iki tarafında (sabahında, akşamında) insan ve
cinlerin dışında bütün yeryüzü sakinlerinin işittiği şu çağı-nyı yapan iki
melek gönderilmiş olmasın "Ey insanlar rabbinize yönelin. Az ve yeterli
olan dünya malı, çok ve meşgul eden mal'dan daha hayırlıdır. [31]Ebudderda
işte bu hususta Allah teala'nın, Kur'an-ı Kerimde "Allah, kullarını emniyet
ve huzur yurdu olan cennetine davet edr." âyetini indirdiğini söylemiştir.
Cabirb. Abdullah da
şunu rivayet etmektedir:
"Birgün
Resulullah çıkıp yanımza geldi ve buyurdu ki: "Ben rüyada gürdüm ki,
Cebrail başucumda, Mikail de ayaklarımın yanında. Onlardan biri diğerine diyor
ki: "Sen buna misali anlat." Oda dedi ki: "Dinle, kulağın
dinlemiş olsun. Düşün, kalbin düşünmüş olsun. Senin ve ümmetinin misali, bir
külliye yaptıran Krala benzer Kral, küüüyede bir ev yaptırır. Orada bir sofra
kurar. Sonra elçisini gönderip insanları yemeğe davet eder. Onlardan bazıları
davete icabet eder, bazıları da etmezler. Bu misalde, davet eden Kral,
Allahtır. Külliye îslam-dır. Ondaki ev, cennettir. Ey Muhammed, sen de davet
eden o elçisin. Kim, senin davetini kabul ederse İslama girer, kim de İslama
girerse cennete girer ve kim de cennete girerse oradaki nimetlerden yer. [32]
Taberi buna benzer bir
hadis-i şerifi, Ebu Kılabeden de rivayet etmiştir. [33]
26- iyilik
edenlere en güzel mükâfaat ve daha fazlası vardır. Onların yüzlerinde keder ve
zilletten eser yoktur, işte bunlar cennetliklerdir ve orada devamlı
kalacaklardır.
Dünyada Allaha kulluk
ederek güzel amel işleyenlere âhirette güzel bir mükâfaata vardır. O da
cennettir. Bundan daha fazlası da vardır ki o da Allanın affı ve onun cemalini
görmektir. Kıyamet gününde bu insanların yüzlerini tozlar bürümeyecek,
yüzlerinde bir zillet eseri görülmeyecektir. İşte onlar, Cennetliklerdir. Ve
orada ebedi olarak kalacaklardır.
Âyet-i kerime'de geçen
ve "En güzel mükâfaat ve daha fazlası" diye ter-cüm edilen ifadesi,
müfessirler tarafından farklı şekillerde izah edilmiştir.
a- Ebubekir
es-Sıddıyk, Âmir b. Sâd, Huzeyfetül Yeman, Ebu İshak, Ebu Musa, Abdurrahman b.
Ebi Leyla, Hasan-ı Basri, Abdurrahman b. Mehdi, Sü-heyb-i Rumî, Katade, Kâ'b b.
Ucre ve Ubey b. Ka'b'a göre bu âyette geçen ve "En güzel mükâfaat"
diye tercüme edilen ifadesinden maksat cennet'tir. Ve "Daha fazlası"
diye tercüme edilen ifadesinden maksat ise, Allanın yüzünü görmektir.
Bu hususta, Süheyb-i Rûmî,
Resulullah'tan şu hadis-i şerifi rivayet etmektedir:
"Cennettekiler
cennete girdikten sonra Allah teala onlara şöyle diyecektir: "Size daha
bir şey artırmamı istermiş iniz?" Cennettekiler: "Yüzlerimizi ak
etmedin mi? Bizi cennete koymadın mı? ve bizi cehennem atşinden kurtarmadın mı?
derler. Bundan sonra Allah teala üzerinden perdeyi kaldırır. Cennetlikler,
rablerine bakmaktan daha büyük bir nimetin kendilerine verilmediğini
anarlar." Resulullah (s.a.v.) sözünü bitirdikten sonra işte bu âyet-i
kerimeyi okudu. [34]
Taberi bu hadisin
benzerini, Ebu Musa el-Eş'arî, Abdurrahman b. Mehdi, Kâb b. Ucre ve Ubey b.
Ka'bdan da rivayet edilmiştir.
b- Hz
Ali'den rivayet edilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen "Daha
fazlası" ifadesinden maksat, tek inci'den oluşan ve dört kapısı bulunan
bir oda'dir. Müminlere, cennette bütün mükâfaatlara ilaveten böyle bir orda da
verilecektir. Âyet-i kerime bunu beyan etmektedir.
c- Abdullah
b. Abbas, Alkame b. Kays ve Hasan-ı Basri'den nakledilen diğer bir görüşe göre
burada zikredilen ve "En güzel mükâfaat" diye tercüme edilen ifadesinden maksat, kulun, yaptığı iyiliklere
karşı aynı iyiliklerle mükâfaatlandınlmasidır. "Daha fazlası"ndan
maksat ise yapılan iyiliklere karşı daha fazla mükâfaatlann verilmesidir.
Abdullah b. Abbas, bu
hususu izah ederek şu âyeti okumuştur: "Kim, bir iyilik ortaya koyarsa ona
o iyiliğin on katı vardır. Kim de bir kötülük işlerse sadece o kötülüğün
misliyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar." [35]
d- Mücahide
göre ise burada zikredilen "En güzel mükafaaf'dan maksat, yapılan iyiliğe
karşılık aynı derecede mükâfaat verilmesidir. "Daha fazlası"ndan
maksat ise, Allattın affı ve nzasıdir.
e- İbn-i
Zeyd'e göre ise burada zikredilen "Engüzel mükâfaat'dan maksat, cennettir.
"Deha fazlasf'ndan maksat ise dünyada verilen nimetler'dir. Aliah,bu
nimetlerden dolayı, kıyamet gününde kulundan hesap sormayacaktır. İbn-i Zeyd,
bu izahtan sonra şu âyeti okumuştur: "... İbrahimi dünyada
mükâfaatlandırdık. Şüphesiz o, âhirette de saiihierdendir.
Taberi, bu hususlta
şunları söylemenin daha isabetli olacağını söylemiştir. "Allah teala,
iyilikte bulunan kullarına, iyilik yapmaları ve itaatte bulunmalarına
karşılık, cenneti vereceğini, yüzlerini ak edeceğini vaadetmiş buna ilaveten
daha başka şeyler de vereceğini vaadetmiştir. Fazla olarak vereceği bu şey,
cennete koyduktan sonra kendisini görme lütfunda bulunma da olabilir, inci'den
meydana gelen bir oda'nın verilmesi de olabilir, onun af ve rızası da
olabilir.Bü-tün bunlar, Allah teala'nın, cennetlilere vereceği fazladan
mükâfaat!ardır. Bunların hespi de olabilir. Allah teala, âyeti, umumi olarak
zikretmiş yukarıda adı geçen hususlardan herhangi birine tahsis etmemiştir. Bu
itibarla, Allah teala'nın, lütfuyla zikredilen bu fazladan nimetlerin tümünü
iyilikte bulunan mümin kullarına vermesi, uzak bir ihtimal değil aksine
hepsinin birden verilmesi ümit edilmektedir. [36]
27- Kötü
amel işleyenlerin cezaları ise kötülükleri kadardır. Onların yüzlerinizi zillet
bürüyecek ve kendilerini Allahın azabından koruyucak kimse de bulunmayacak tır.
Yüzler ini,san ki gecenin karanlığından bir parça kaplamıştır. İşte bunlar,
cehenemliktirler. Orada devamlı kalacaklardır.
Dünyada kötü amel
işleyenlerin Shiretteki cezalan da yaptıklarının karşılığı kadardır. Onlan
zillet bürüyecek, kendilerini Allahın azabından koruyacak birisi de
bulunmayacaktır. Sanki onların yüzünü, karanlık gecenin bir parçası bürümüş
olacaktır.İşte cehennemlik olanlar bu tür insanlardır. Onlar, cehennemde ebedi
olarak kalacaklardır.
Bu âyet-i kerime, kötü
amel işleyenlerin, kıyamet günündeki kütü durumlarını tasvir etmektedir.
Kur'an-ı kerimde buna benzer âyetler pek çotur.Bu âyetlerden bazılarında şöyle
buyuru I maktadır: "O gün bazı yüzler ağaracak, bazı yüzler kararacaktır.
Yüzleri kararanlara şöyle denecektir: "İman ettikten sonra inkâr mı
ettiniz? O halde inkârınızdan dolayı tadın azabı." "Yüzleri ağaranlar
ise, Allahın rahmetindedirler. Onlan sana hak olarak okuyoruz. Allah, âlemlere
zultmetmek istemez. [37] O gün parlayan, gülen ve
sevinen yüzler vardıre" "O gün tozlanmış ve karanlık bürümüş yüzler
de vardır." İşte bunlar, kafirler ve facirlerdir." [38]
28- Kıyamet
günü, bütün insanları bir araya toplarız. Sonra Allaha ortak koşanlara şöyle
deriz "Siz ve Allaha ortak koştuklarınız yerinizden kımıldamayın."
Sonra müşriklerle ortak koştuklarını birbirinden ayırırız. Ortak koştukları
şeyler, kendilerine tapanlara şöyle derler: "Siz bize tapmıyordunuz."
Biz, kıyamet gününde,
insanları, cinleri ve bütün yeryüzü sakinlerini bir araya getireceğiz, onlardan
hiçbirini bırakmayacağız. Sonra, herhangi bir şeyi Allaha ortak koşanlara:
"Siz de ortak koştuğunuz şeyler de olduğunuz yerde kalın."
diyeceğiz. Bunları birbirlerinden ayınp hesaba çekeceğiz. Ortak koşanların:
"Biz bunlara tapıyorduk." demeleri üzerine, ortak koşulan varlıklar:
"Hayır, yalan söylüyorsunuz, siz bize tapmıyordunuz," diyeceklerdir.
Allah teala bu âyet-i
kerimede, Allaha ortak koşanmüşriklerle ortak koşulan tağutlar arasında
kıyamette meydana gelecek olan tartışmayı zikrediyor. O gün onların birbirlerinden
kaçacaklarını beyan ediyor. Nitekim diğer âyet-i kerimelerde de şöyle
buyuruluyor: "İşte o zaman, tâbi olunanlar, kendilerine tâbi olanlardan
uzaklaşacaklar, azabı görecekler ve aralarındaki bağlar kopacaktır."
"Tâbi olanlar şöyle derler: "Keşke bizim için tekrar dünyaya dönüş
olsa da, onların, bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsak."
îte böylece Allah, amellerini bir pişmanlık kaynağı olarak kendilerine
gösterecektir. Ve onlar, cehennem ateşinden çıkacak ta değillerdir. [39]
29- Bizimle
aranızda Allanın şahit olması yeter. Bize taptığınızdan da hiç haberimiz
yoktu."
Allaha ortak koşulan
şeyle, yine şöyle diyeceklerdir: "Ey müşrikler .bi-zimle sizin aranızda
şahit olarak Allah yeter. Doğrusu sizin bize taptığınızı ne biliyor ne de
hissediyorduk;
Mücahit! bu âyetin
tefsirinde şöyle diyor: "Kıyamet gününde müşriklerin önüne, Allah'tan
başka taptıkları tanrıları getirilip dikilir ve müşriklere: "İşte
Allah'tan başka taptığınız şeyler." denilir. Kendilerine tapınılan putlar
ve benzeri şeyler ise: "Vallahi bizler duymuyor ve görmüyorduk. Sizin
bize taptığınızı da bilmiyorduk." derler. Müşkirler ise: "Hayır biz
size ibadet ediyorduk." derler. Put vb. şeyler de cevaben derler ki:
"Bizimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter." [40]
30- Orada
herkes, daha önce yaptıklarından dolayı imtihan verir. Hak olan mevlaları
Allaha döndürülürler. Uydurdukları şeyler de kendilerinden kaybolur.
Kıyamet gününde
herkes, daha önce işlediği hayır ve serden haberdar olacaktır. İnsanlar
rablerinin huzuruna çıkarılacaklardır. Müşriklerin, Allah ile birlikte ilah
edindikleri ve Allaha denk tuttukları şeyler, o sıkıntılı hallerinde
kendileriden kaçıp kaybolacaklanr. Rableri de kendilerini, yaptıklarına göre cezalandıracak
veya mükâfaatlandıracaktır.
Bu âyet-i kerime,
insanalnn bu dünyadaki davranışlarından âhirette haberdar edileceklerini ve
ondan sonra da yaptıklarının karşılığını göreceklerini beyan etmektedir. Bu
hususta diğer âyetlerde de şöyle buyuruluyor: "O gün insana yaptığı ve
yapmadığı herşey haber verilir." Daha doğrusu insan, özürlerini ortaya
koysa bile, kendi yaptığını gözüyle görür. [41]"Biz,
her insanın amelini kendi boynuna taktık. Kıyamet gününde onun için bir kitap
çıkaracağız. O, kitabını açık bulacak." "Ogün insana: "Kitabım
oku, bugün hesap görme bakımından sen kendine yetersin." denilir[42]
31- Ey
Muhamrned, de ki: "Size, gökten ve yerden rızık veren kimdir? Size, kulak
ve gözllcri bahşeden kimdir. Ölüden diriyi çıkaran diriden de ölüyü çıkaran
kimdir? Bütün işleri düzene koyan kimdir? "Allah'tır." diyeceklerdir.
De ki: "O halde Allah'tan korkmaz mısınız?"
Ey Muhammed, sen o
müşriklere de ki: "Gökten yağmuru yağdırıp, yeryüzünde sizin için çeşitli
nzıkları ortaya çıkaran kimdir? Duyma ve görme organlarınızın ve diğer bütün
azalarınızın asıl sahibi kimdir? Bunlann gerçek sahibi olan Allah,bunlan bazan
zayıflatıp bazan güçlendirir, bazan da tamamen sizden alır. İşitmez ve görmez
olursunuz. Meni ve yumurta gibi cansız olan şeylerden canlı varlıkları
çıkaran, canlı varlıklardan da cansız varlıkları çıkaran kimdir? Bütün kâinatı
yaratan ve oradaki bütün işleri sevk ve idare eden kimdir?
Müşrikler
"Bunları yapan, Allahtır." demek zorunda kalacaklardır. Ey Muhammed,
sen onlara de ki: "Siz, Allahı inkâr etmenizden ve onu bırakarak
size herhangi bir menfaat ve zarar
veremeyecek olan varlıklara tapmanızdan dolayı, Allahın cezalandırmasından
kormaz mısınız?
Evet, bütün varlıkları
nzıklandıran Allah'tır. Bunun için göklerden yağmur yağdırır, sulan yeryüzüne
emdirerek çeşitli bitkileri meydana getirir. Bu hususta diğer âyet-i
kerimelerde de şöyle buyurulmaktadır: "İnsan, yediğine bir baksın."
"Biz, bol bol su indirdik." "Sonra yeryüzüne güzelce
yaydık." "Orada taneler, üzüm, hayvan yemi, zeytin, hurma ağacı, ağaçları
birbirine girmiş bahçeler, meyveler ve otlar yarattık. [43]
32- İşte bu,
hak olan rabbİniz Allah'tır. Hakkın dışında sapıklıktan başka ne vardır?
Öyleyse haktan nasıl döndürülürsünüz?
İşte bütün bunları
yapan, gerçek rabbiniz olan Allah'tır. Gerçeğin dışında sapıklıktan başka ne
vardır? Gerçek rabbiniz olan Allahı bırakıp onun dışında olan varlıkları rabler
edinmeniz, sapıklıktan başka nedir? Durum böyle iken, niçin haktan
döndürülüyor ve sapkılığın batıklıklarma düşürülüyorsunuz? [44]
33- Böylece,
fâsiklann iman etmeyeceklerine dair rabbinin hükmü hak oldu.
Bu müşrikler, haktan
ayrılıp sapıklığa düştükleri gibi, rabbinin itaatından ayrılıp isyana düşen ve
onu inkâr eden fasıklar hakkındaki ezeli i İmindeki hükmü de haktır. Bu hükmü
de şudur: "Fasıklar, Allahın birliğini, peygamberinin-peygamberliğini
tasdit etmeyeceklerdir." [45]
34- Ey
Muhammed de ki: "Allaha ortak koştuklarınız arasında, yaratılanları ilk
defa var edecek, öldükten sonra da tekrar diriltecek biri var mıdır? De kî:
"Ancak Allah, yaratılanları ilk defa var eder. Yok olduktan sonra da
tekrar diriltir. Öyleyse nasıl döndürülüyorsunuz?
Ey Muhammed, sen,
Allaha ortak koşanlara de ki: "Sizin Allaha ortak koştuğunuz put ve
tağutlann içinde, herhangi birşeyi yoktan var decek, sonra onu yok edip aym
şekilde tekrar var «decek herhangi biri varmı? Ey Muhammed, sen onlara de ki:
"Herhangibir şeyi yoktan var edip sonra onu yok ederek-terrar aynen iade
edebilecek güce sahib olan, sadece Allah'tır.O halde hak yoldan nasıl
çeviriliyor ve onu terkediyorsunuz?
Bu âyet-i kerime
müşriklere meydan okumaktadır. Çünkü Alîaha ortak koşulan şeylerin, herhangi
bir şeyi yaratabilmeleri yahut onlan yok edip tekrar iade edebilmeleri mümkün
değildir. Böyle bir iddiada bulunmak akıl işi de değildir. [46]
35- Onlara
şöyle de: "Allaha ortak koştuklarınızın arasında, insanları hakka
sevkedecek var mıdır? De ki: "Ancak Allah hakka sevkeder. Hakkı gösteren
mî yoksa kimseyi doğru yola sevkedemeyen, kendisi bile ancak başkalarının
hidayeti ile doğru yolu bulabilen mi kendisine uyulmaya daha layıktır? Ne
oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz?
Ey Muhammed, Allaha
ortak koşan müşriklere ve putperestlere de ki: "Sizin tanrı ve
putlarınızın içinde, sapık olanı doğru yola ileten, şaşkınlık içinde olana
gerçeği gösteren herhangi "bîri var mı? Onlara de ki: "Sapık olanı
hakka ileten, şaşkına yol gösteren, ancak Allah'tır. İmdi: Sapıkları hakka
yöneltenle, başka birisi kendisi hidayete ulaştırmadıkça o yolu bulamayandan
hangisine tâbi olmak daha
doğrudur? Ne oluyor sizlere? Nasıl oluyor da Allah ile, yarattığı şeylerin eşit
olduklarına hüküm veriyorsunuz? Niçin sadece AHaha kulluk etmekten
kaçınıyorsunuz? [47]
36- Onların
çoğu ancak zanna uyarlar. Zan ise haktan hiçbirşcy ifade etmez. Şüphesiz ki
Allah, onların yaptıklarını çok iyi bilendir.
Bu müşriklerin çoğu,
aslı olmayan birtakım zanlara tabi olular. Şüphesiz ki zan, kesin bilgi
karşısında hiçbir hüküm ifade etmez. Allah, bu müşriklerin yaptıklarım çok iyi
bilendir ve onlara denetlemektedir.
Âyet-i kerime,
müşriklerin, gerek Aİlaha dair olan itikadlannın gerekse putlar hakkındaki
inançlarının, herhangibir delile dayanmadığmusadece atalarından işittikeri
birtakım zan ve kanaatler olduğunu, zanlarm ise hiçbir zaman, kesin hüküm ifade
etmediğini, bu itibarla inançlalnnın temelsiz olduğunu ifade etmektedir. [48]
37- Bu Kur'an,
Allah'tan başkası tarafından uydurularak AHaha nis-bet edilmiş değildir. Fakat
o, daha önceki kitapları doğrulayan, onlarda ya-zıiı olan hakikatleri açıklayan
bir kitaptır. Âlemlerin rabbi olan Allah'tan indirildiğinde asla şüphe yoktur.
Bu Kur'anı herhanginirinin
uydurması imkânsızdır. Çünkü hiçbir kimsenin bunu uydurmaya gücü yetmez. O
halde bu, Allah kelamıdır. Kendinden önce gelen Tevrat ve İncil gibi kitapları
tasdik eden ve Allahın müminlere farz kıldığı hükümleri açıklayan bir
kitaptır. Bunun, âlemlerin rabbi olan Allah tarafından gönderildiğinden asla
şüphe edilemez.
Kur'an-ı kerimin,
Allah tarafından gönderildiğinin en büyük delili, bunun bir benzerinin, hatta
bir suresinin dahi benzerinin, hiçbir kimse tarafından şimdiye kadar
yapılamamasıdır. Kur'an-ı Kerimin gerek lehine gerekse aleyhine binlerce kitap
yazılmasına rağmen, ne onu savunanların yazdıkları ne de aleyhinde
bulunanların yazdıkları Kur'ana benzemektedir. Kur'an-ı Kerim'in surelerine
benzeri bir sure yapmaya çalışan Müseylime gibi birçok kâfirler, Kur'anın
karşısında âciz kalmışlar ve yazdıkları yazılarla gülünç hale düşmüşlerdir. [49]
38- Yoksa o
müşrikler; " Kur'anı Muhammcd uyydurdu." diye mi iddia ediyorlar?
Onlara de ki: "İddianızda samimi iseniz, Allah'tan başka gücünüzün yettiği
herkesi yardımınıza çağırın da onun surelerinden bir benzerini meydana
getirsin."
Yoksa bu müşrikler:
"Muhammed bu Kur'anı kendisi uydurdu." mu diyorlar? Onlara de ki;
"Benim bunu uydurduğu mu zannediyorsanız, siz de bunun surelerine
benzeterek bir sure uydurup getirin de görelim. Ayrıca, iddianızda samimi
iseniz, Allah'tan başka bütün yardımcılarınızla da yardımlasın.
Bu âyet-i kerime,
Kur'an-ı kerim'in, Allah tarafından gönderilmiş bir kitap olduğunu kabul
etmeyen kâfir ve müşriklere karşı meydan okumakta ve onlara: "Eğer uydurma
olduğunu iddia ediyorsanız, siz de bunun surelerinden herhangi birine benzer
bir sure uydurun da ondan sonra ortaya çıkın." demektir.
Allah teala Kur'an-ı
kerimde çeşitli âyetlerde, kâfirlerden, o Kur'anın bir benzerini meydana
getirmelerini isteyerek onları, iddialarım ispata çağırmaktadır. Bu âyetlerde
şöyle Duyuruluyor: "Ey Muhammed, de ki: "Yemin olsun ki, insanlar ve
cinler, Kurana benzer bir kitap uydurmak için bir araya gelseler de, hiçbir
zman onun benzerini meydana getiremeyeceklerdir. Hatta, birbirlerine yardımcı
olsalar bile. [50]"Yoksa onlar,
"Kur1 anı Muhammed uydurdu"mu diyorlar? Ey Muhammed, de ki:
"Size de Kur'anın benzeri, on uydurma sure meydana getirin bakalım."
Eğer iddianızda doğruysanız, Allahtan başka, yardımını isteyebileceklerinizi de
çağırın. [51] "Kulumuz Muhammede
indirdiğimizden şüphe ediyorsanız, onun benzeri bir sure meydana getirin. Eğer
iddianızda samimi iseniz, Allah'tan başka şahitlerinizi de çağınn."
"Eğer bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız- o halde kâfiler için
hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar o!an, cehennem ateşinden sakının." [52]Bütün
bunlardan, kâfirlerin, Kur'ân-ı kerimin bir benzerini meydana getirmekten âciz
oldukları ve onun tam bir benzerini değil bir suresinin hatta birâyetinin daha
benzerini meydana getiremeyecekleri anlaşılmaktadır. [53]
39- Daha
doğrusu onlar, ilmini kavrayamadıkları ve henüz açıklaması kendilerine
gelmemiş olan birşeyi yalanladılar. Onlardan öncekiler de böyle
yalanlamışlardı. Zalimlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bir bak.
O müşrikler, henüz ne
olduğunu bilmedikleri Allanın cezalandırmasını yalanlarlar. Bu ceza henüz
kendilerine gelip çatmamıştır. O azap gelince onun ne olduğunu anlayacaklardır.
Bunlardan önceki ümmetler de, hak ettikleri ilahî azap kendilerine gelip
çatmadan önce onu yalanlıyorlardı.Ey Muhammed,sen bu zalimlerin akıbetlerinin
nasıl olduğuna bir bak. Bazılarını şiddetli bir sarsıntıyla, bazılarını yere
geçirerek, bazılarını da suda boğarak nasıl helak ettik. Senin kavmin de
inkârından vaz geçip hakka yönelmedikçe onların akıbetine uğrayacaktır. [54]
40- Onlardan
bir kısmı Kur'ana inanacak bir kısmı ise inanmayacaktır. Rabbin, fesatçıları
çok iyi bilir.
Ey Muhammed, senin,
kendilerine Peygamber olarak gönderildiğin bu insanların bir kısmı Kur'ana
iman edecek, sana tabi olacaktır. Bazıları ise bu Kur'ana iman etmeyecek, kâfir
olarak ölüp kâfir olarak dirilecektir. Rabbin olan Allah, Kur'anı yalanlayan
bozguncuların kimler olduğunu çok iyi bilmektedir. O, kimin sapıklığa lâyık
olduğunu bildiği için onu sapünr.Kimin de hidayete layık olduğunu bildiği için
onu hidayete erdirir. [55]
41- Ey
Muhammed, seni yalanlarlarsa, onlara de ki: "Benim yaptığım bana, sizin
yaptığınız da sizedir. Siz, benim yaptıklarımdan uzaksınız, ben de sizin yaptıklarınızdan
uzağım."
Ey Muhammed, eğer bu
müşrikler seni ve dinini yalanlayacak olurlarsa sen onlarda de ki: "Benim
dinim ve amelim bana ait, sizin dininiz ve ameliniz de size aittir. Sizler,
benim yaptığım amellerden dolayı hesaba çekilecek değilsiniz. Ben de sizin
yaptıklarınızdan hesaba çekilecek değilim. Herkes kendi yaptığından
sorumludur."
Bir kısım âlimler bu
âyet-i kerime'nin, cihadı emreden âyetlerle neshe-dildiğini
söylememektedirler.tbn-i Zeyd, bunlardandır. [56]
42- Onlardan
bir kısmı seni dinler. Hiç sen, sağırlara işittircbilirmi-sin? Hele
sağırlıkları yanında bir de akıllarını kullanmazlarsa?
Ey Muhammed, bu
müşriklerden bazıları, okuduğun kuranı, senin güzel sözlerini, kalblere ve
bedenlere şifa olan hadislerini dinlerler. Bu, onların doğru yola gelmeleri
için kâfidir. Fakat onlan doğru yola getirmek senin elinde değildir, Allahın
iznine bağlıdır. Çünkü sen, manen sağır olanlara, sözlerini işittire-mezsin.
İşte onlar bu sebeple iman edemezler.
Bu âyet-i Kerime,
insanların, kendi istekleriyle kimseyi hidayete erdiremeyeceklerini,
hidayetin, Allahm elinde olduğunu, tebliğden netice alınmadığı takdirde
tebliğde bulunanın üzülmemesi gerektiğini ve hakkı söylemekten de geri durması
icabettiğini ifade etmektedir. [57]
43- Onlardan
bir kimi da sana bakıp dururlar. Hiç sen, körlere doğru yolu gösterebilir
misin? Hele körlükleri yanında bir de basiretsiz olurlarsa.
Ey Muharamed, bu
müşriklerden bazıları senin ortaya koyduğun delillerini, peygamberlik
alametlerini senin vakarını ve iyi ahlakını, güzel görünümünü görürler. Bunlar,
senin Peygamber olduğunu gösteren delillerdir. Fakat bunlar, müminlerin sana
baktığı gibi takdir gözüyle değil, tahkir gözüyle bakarlar Bu itibarla onlar,
gerçeği göremeyen körlerdir. Sen, körlere doğru yolu nasıl göstereceksin? Hele
bunlar bir de basiretsiz olurlarsa.
Bu âyet-i Kerime,
Peygamber efendimizin Peygamberliğini inkâr eden ve onu yalanlayan kavmine
karşi onu teselli etmekte ve kavmine İslamı tebliğ etmesine rağmen onların iman
etmelerine üzülmemesini, zira hidayetin, ancak Allahm elinde olduğunu
bildirmektedir. [58]
44- Allah insanlara asla zulmetmez. Fakat insanlar
kendi kendilerine zulmederler.
Şüphesiz ki Allah,
yarattıklarından herhangibirine, günah işlemediği halde ceza vererek
zulmetmez. Fakat insanlar, Allanın gazabını icabettiren günahları işleyerek
kendi kendilerine zulmetmiş olurlar. Allah teala bu âyet-i keri-me'den iman
etmeyenlerin bu hallerinin kendi suçlarından kaynaklandığını beyan etmektedir.
Bu hususta bir Hadis-i
Kudside şöyle buyuruluyor:
"Ey kullarım ben
zulmü hem kendime hem de kullarıma haram kıl-dim.Siz de birbirinize
zulmetmeyin... [59]
45- Onları
bir araya toplayacağımız gün, dünyada sanki gündüzün bir anı kadar kalmış
olduklarını sanacaklar. Aralarında tanışacaklar. Allanın huzuruna çıkacaklarını
yalanlayanlar o gün hüsrandadırlar. Çünkü doğru yolda değillerdi.
Kıyamet gününde
kabirlerinden kalkıp, Allanın onları bir araya topladığı zaman dünya hayatını
çok kısa bulacaklar, onu gündüzün bir bölümü kadar sanacaklardır. Onlar,
mahşer meydanında birbirleriyle tanışacaklar, fakat birbirlerine zarar gelir
korkusuyla yine birbirlerinden kaçacaklardır. Şüphesiz ki Allanın huzuruna
çıkacaklarını yalanlayanlar, hüsrana uğrayarak helak olmuş olacaklardır. Çünkü
onlar, dünyada iken doğru yolda değillerdi.
Kur'an-ı Kerimin
birçok âyetinde, âhirette, dünya hayatının çok az bir süre olarak bulunacağı
beyan edilmektedir. Bu âyetlerde şöyle buyuruluyor: "ey Muhammed, sen de
"Azim ve sebat" sahibi Peygamberlerin sabrettiği gibi sabret.
Kâfirler için acele azap isteme, Onlar, kendilerine vaadolunan günün dehşetini
gördükleri zaman, dünyada sadece gündüzün bir anı kadar kaldıklarını sanacaklardır.
Bu, apaçık bir tebliğdir. Dinden ayrılan bir topluluktan başka kim helak
edilir? [60]"Onlar kıyameti
gördükleri gün, dünyada ancak bir akşam ve bir kuşluk vakti kadar kaldıklarını
sanarlar. [61]Onlar aralarında" Siz
dünya hayatında ancak on gün kadar bir şey kaldınız." diye
fısıldaşılarlar." "Biz onların ne söylediklerini çok iyi biliriz. O
gün onlarm en akıllıları "Siz ancak dünyada birgün kadar birşey
kaldmız."der. [62]"Kıyamet koptuğu gün,
günahkârlar, dünyada kısa bir bir zamanda fazla kalmadıklarına yemin ederler.
Onlar, dünyada da haktan böyle döndürülüyorlardı. [63]
46- Onlara
vaaldcttiğimiz azabın bir kısmını, ya sana hayattayken gösteririz veya
göstermeden önce seni vefat ettiririz. Fakat değişen birşey olmaz. Çünkü
onların dönüşü bizedir. Sonra Allah, yaptıklarına da şahittir.
Ey Muhammed, biz, ya
sen hayattayken, o müşriklere vaadettiğimiz azaplardan birkısmmi onlara vererek
sana gösteririz. Böylece onlara ne yaptığımızı bizzat dünyadayken müşahade
etmiş olursun. Yahut ta onlara vaadettiğimiz azap, başlarına gelmeden önce
seni vefat ettiririz. Bu hal onlan şımartmasın. Çünkü onlar âhirette mutlaka
huzurumuza çıkacak ve yaptıklarının cezasını göreceklerdir. Kötü amellerinden
herhangi birini inkâr etmeleri mümkün değildir. Zira Allah, yaptıklarına
şahittir. [64]
47- Her
ümmetin bir Peygamberi vardır. Peygamberleri geldiğine aralarında mutlak bir
adaletle hükmolunur. Onlara asla zulmedilmez.
Geçmiş her ümmetin,
insanları Allahin dinine ve ona itaatta davet eden bir Peygamberi olmuştur.
Âhirette o ümmeterin Peygamberleri hesap görme yerine gelince, ümmetin
fertleri arasında adaletle hükmedilecek, onlara herhangi bir haksızlık
yapılmayacaktır.
Ahlirette her ümmet,
Allahin huzuruna Peygamberleriyle birlikte çıkacak, onların yapmış olduğu
ameller ve kendilerini koruyan Melekler, o ümmetlerin dünyada yaptıklarına
dair şahitlik edeceklerdir. Neticede aralarında hüküm verilecek, herkese layık
olduğu ceza veya mükâfaat verilecek, hiçbir kimseye zulmedilmeyecektîr. [65]
48-
"Eğer doğru söylüyorsanız bu vaadedilcn ne zamandır?" derler.
Müşrikler: "Eğer
doğru söylüyorsanız, bize vaadettiğiniz kıymetin kopması ne zaman olacaktır?"
derler.
Kıyametin kopacağına
inanmayan kâfir ve müşrikler: "Eğer böyle bir şey varsa hemen olsun veya
zamanı tayin edilsin." şeklinde isteklerde bulunmuşlardır. Bu husus,
Kur'an-ı Kerim'in çeşitli âyetlerinde zikredilmiştir. Mesela şu âyette
buyruluyor ki: "Kıyamet gününe iman etmeyenler, kıyametin acele olarak
kopmasını isterler. îman edenler ise ondan korkarlar ve onun bir gerçek
olduğunu bilirler. Şunu iyi bilin ki, kıyamet hakkında münakaşa edenler derin
bir sapıklık [66]
49- De kî:
"Allarım dilediğinin dışında benîm, kendime ne bir zarar ne de bir fayda
sağlamaya gücüm yeter. Her ümmetin bîr eceli vardır. Ecelleri geldiğinde, onu
ne biran geciktirebilirler ne de öne alabilirler?
Ey Muhammed
kendilerine vaaedilen azabın acele gelmesini isteyenler ve kıyametin ne zaman
kopacağını soranlara de ki: "Onun ne zaman kopacağını Allah bilir. Onu
koparacak olan da Allahtir.Ben, Allanın izni olmadıkça bizzat kendime bile bir
zarar veya menfaat sağlayacak güce sahip değilim. Kıyametin kopacağını
kendiliğimden nasıl bilir de onu haber verebilirim? Ancak şunu bilin ki, her
ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an ertelenirler ne de bir an
öne alınırlar.
Bu hususta diğer
âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Eğer Allah, insanları zulümleri
yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat
Allah onlan, belli bir vakte kadar erteler. Vadeleri geldiğinde, onu ne bir an
erteleyebilirler ne de bir an öne alabilirler.
[67]"Hiçbir
ümmet, ecelini ne öne alabilir, ne de erteleyebilir. [68]"Allah,
eceli gelen canı, hiçbir zaman mühlet verip geri almaz. Allah, yaptıklarınızdan
haberdardır. [69]
50- De ki:
"Söyleyin bana, AHahın azabı size gece veya gündüz gelirse ne yaparsınız?
Suçlular bunda niye acele ediyorlar?"
Ey Muhammed, sen bu
müşriklere de ki: "Şayet Allahın azabı sizlere geceleyin veya gündüzleyin
gelir de kıyamet koparsa haliniz ne olur? Allahı ve Peygamberini inkâr eden
suçlular acaba bu konuda niçin acele ediyorlar? Allahın azabına uğrayacak
olanlar onlardır. Onlar, bu azabı kendilerinden uzaklaştıracak güce sahip
midirler? [70]
51- Azap
başınıza geldikten sonra mı ona inanıyorsunuz? Onlara "Şimdi mi
inanıyorsunuz?" Halbuki onu acele istiyordunuz." denir.
Ahirette, artık iman
etseniz bile, size o imanın fayda vermediği bir yerde azap gelip size çattıktan
sonra mı uyanacak ve iman edeceksiniz? O zaman sizlere şöyle denecektir:
"Şimdi mi iman ediyorsunuz? Halbuki daha önce bununla alay ediyor, size
gelip çatacağını yalanlıyordunuz." [71]
52- Sonra da
(kıyamet gününde) zalimlere "Ebedî azabı tadın,sizler sadece
yaptıklarınızla cezalandırılıyorsunuz?" denir.
Kıyamet gününde
zalimlere: "Şimdi, Allahın, sonu gelmeyen azabını tadın. Sizler dünyada
hayattayken işlediğiniz günahların cezası dışında başka bir azabı
tatmıyorsunuz. O halde sızlanmayın, yaptığınızın karşılığını çekin."
denir.
Bu konuda diğer âyet-i
kerimelerde de şöyle buyurulmaktadın "O gün onlar cehennem ateşine sürülüp
itileceklerdir." O, gün onlara şöyle denecektir: "Dünyada
yalanladığınız cehennem ateşi işte budur." "Bu bir sihir midir. Yoksa
hâlâ görmüyors musunuz?" Girin cehenneme. Sabredin veya sabretmeyin.sizin
için değişen bir şey olmayacaktır. Siz, sadece yaptıklarınızın cezasını
göreceksiniz.'[72]
53- "Bu
anlattığın gerçek midir?" diye sana sorarlar. De ki: "Evet, rabbime
yemin ederim ki, o haktır .Siz, Allahı âciz bırakamazsınız.
Ey Muhammed, müşrikler
sana: "Bize vaadettiğin azap gerçek midir? diye sorarlar. Onlara de ki;
"Evet, rabbime yemin olsun ki bu gerçektir. Sizler, rabbinizin azabından
kaçıp kurtulamaz ve onu âciz bırakamazsınız. Çünkü sizler onun mülkünde ve
onun tasarrufunda bulunuyorsunuz. O, sizi tekrar diriltmekten âciz değildir.
Allah teala bu âyet-i
kerimede Peygamberine, kıyameti inkâr edenlere karşı rabbine yemin ederek cevap
vermesini ve kıyamet ve azabın kendilerine mutlaka geleceğini söylemesini
emretmektedir. Kur*an-ı kerimde bu konuya temas eden başka âyetler de vardır.
Bu âyetlerde de buyuruluyor ki: "Kâfirler, "Kıyamet saati bize
gelmeyecektir." dediler. Ey Muhammed, sen onlara şöyle de "Hayır,
gaybı bilen rabbime yemin olsun ki, kıyamet saati size mutlaka gelecektir.
Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey onun ilmi dışında değildir. Bundan
daha küçük ve daha büyük hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta yazılmış
olmasın. [73]"Kâfirler, öldükten
sonra hiç dirilmeyeceklerini iddia ederler.Ey Muhammed de ki: "Hayır,
rabbime yemin ederim ki, öldükten sonra mutlaka dirileceksiniz. Sonra da
yaptıklarınız size bildirilecektir. Bu Allaha çok kolaydır. [74]
54- Nefsine
zulmeden herkes, yeryüzünde ne varsa kendinin olsa, azaptan kurtulmak için onu
feda ederdi. Azabı görünce, pişmanlıklarını gizlemeye çalışırlar. Zulme
uğratılmaksızın aralarında adaletle hükmolu-nur.
Allahtan başkasına
taparak ve Alîaha itaati terederek kendisine zulmeden her kişi, yeryüzünde
bulunan herşeye sahip olacak olsa, Allahın azabını gözleriyle görünce, mutlaka
o şeyleri verip azaptan kurtulmak ister. Onlann ileri gelenleri, kendilerini
kuşatan azabı görünce pişmanlıklarını gizlemeye çalışacaklardır. Fakat ileri
gelenlerle onlara tabi olanlar arasında adaletle hüküm verilecek, hiçbir
kimse, başkasının günahından dolayı cezalandırılarak zulme uğratılmayacaktır. [75]
55- İyi
bilinmelidir ki göklerde ve yerde bulunanlar ancak Allahın-dır. Yine iyi
bilinmelidir ki, Allahın vaadi haktır. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.
Göklerde ve yerde ne
varsa hepsi Allahın mülküdür, Hiçbir kimsenin onlarda bir hakkı yoktur. O
halde kâfirler neye sahiptirler ki, Allahın azabından kurtulmak için onu fidye
versinler? Allanın, müşriklere ve inkarcılara vaadettiği azabı ise kesindir.
Onda şüphe yoktur. Fakat onlann çoğu, işin gerçeğini bilmezler. Bu sebeple
Allahın azabını yalanlarlar. [76]
56- Dirilten
ve öldüren O'dur. Dönüşünüz de yine O'nadir.
Hayat veren ve öldüren
Allah'tır. Canlıların, öldükten sonra tekrar dirilip başvuracakları merci de
o'dur. İşte o zaman-Allanın cezalandırmasını yalanlayanlar, yalanladıkları
şeyin gerçek olduğunu göreceklerdir. [77]
57- Ey iman
cdenler,size, rabbinizden bir öğüt gelmiştir. O, kalblerdeki hastalıklar için
bir şifa, iman edenler için bir hidayet ve rahmettir.
Ey insanlar, size,
rabbiniz katından Kur'an geldi. O, sizin için bir Öğüttür. Sizleri, Allanın
cezalandırmasıyia uyarır ve Allahın azabından korkutur. O Kur'an kalbinizde
bulunan cehalet ve şüphe hastalıklarına karşı sizin için bir şifadır. O,
müminler için, helali haramdan ayırdeden bir doğru yol rehberi ve Allahın,
yarattıklarına gönderdiği bir rahmettir. Bu rahmetiyle kullarını sapıklıktan
çıkanr. Doğruluğa sevkeder ve onlan helak olmaktan kurtarır.
Evet, Kur'an-ı kerim
müminler içinbir şifadır. Allah, onun vasıtasıyla cahillerin cehaletini giderip
onlan cehalet ve inkânn karanlıklarından kurtarır. İlmin ve îmanın aydınlığına
çıkanr. Kalblerinde bulunan şüpheleri ve Şeytanın vesveselerini giderir.
Kâfirler ise Kuran-i
Kerim'in bu aydınlatıcı nurundan ve manevi hastalıkları tedavisinden
mahrumdurlar. Onlar buna inanmadıklanndan ve emir ve tavsiyelerini
tutmadıklarından Kuran onlara şifa vermez. Nuruyla onlan aydınlatmaz^ Bu
hususta diğer âyetlerde de şöyle Duyurulmaktadır: "Biz Kur'anı iman
edenler için bir şifa ve rahmet kaynağı olarak indiriyoruz. Kur'an, zalimlerin
ise ancak zaranm artmr. [78]
58- Ey
Muhammed, de ki: "Allahın lütfü ve rahmeti sebebiyle işte bunlarla
sevinsinler. O, biriktirdiklerinden daha hayırlıdır.
Ey Muhammed,
müşriklere de, onlar, Allahın bir lütfü ve merhameti olan Islâmla ve Kur'anla
sevinsinler. Bu, onlar için, biriktirmiş oldukları dünyanın geçi mallarından ve
hazinelerinden daha hayırlıdır. Ayette zikredilen lütuftan maksat, İslâm'dır.
Rahmet'ten maksat ise Kur'andır. Hilal b. Yesaf, Katade Ha-san-ı Basri ve îbn-i
Abbas âyetti bu şekilde izah etmişlerdir. Diğer bazılarına göre ise lütuf
Kur"an, rahmet ise îslamdır.
Eyfa b. Abdullah diyor
ki: "Ömer (r.a.), Hilafeti döneminde Irak'ın harcı (vergisi) kendisine
gelince, azadlı kölesiyle birlikte çıkıp, vergi malı olarak gelen develeri
saymaya başladılar. Develerin, hesaplanandan daha fazla olduğunu gördüler.
Bunun üzerine Ömer: "Yüce olan Allaha hamdolsun." dedi. Azadlı kölesi
ise: "Vallahi bu, Allahın lütfü ve merhametindedir." dedi. Bunun
üzerine Ömer: "Hata ettin. Bu, Allah tealanın: "De ki: "Allahın
lütfü ve merhametiyle sevinsinler..." âyetinde sözü edilen lütuf ve
merhamet değil bu âyetin sonunda zikredilen "... O, biriktirdikleri
mâllardan daha hayırlıdır." ifadesindeki mallardandır." dedi. [79]
59- De ki:
"Söyleyin bana, Allahın size verdiği rızkın, niçin bir kısmını helal bir
kısmını haram saydınız? De ki "Bu hususta Allah mı size izin verdi? Yoksa
Allaha iftira mı ediyorsunuz?
Ey Muhammed, de ki:
"Ey insanlar söyleyin bana, Allahın sizler için n-zık olarak yarattığı
şeylerden bir kısmını, kendi yanlış kana ati arinize göre helal, diğerlerini
ise haram sayıyorsunuz. Kulaklarını yanp serbest bıraktığınız develerin
yenmesini haram sayıyorsunuz, helal kılınan şeyleri kendinize haram kılmanız
için Allah mı size izin verdi yoksa bunlları size, kendiliğinizden yapıp
"Allah böyle emretti." diyerek Allaha yalan mı isnad ediyorsunuz?
Cahiliye döneminde
Araplar, normalde Allahın helal kıldığı bazı şeyleri birtakım mânâsız Örf ve
âdetlerine uyarak kendilerine haram kılarlardı. Mesela bazı develeri bazı
sebeplerle serbest bırakır, onlara binmez, sütünü sağmaz ve onları kendilerine
haram kılarlardı. İslâm gelince bu tür anlamsız örfleri kaldırdı. Allahın,
kullarına helal kıldığı şeyleri, kimsenin haram kılamayacağım hükme bağladı.
Allahın helal kıldığı
şeyleri kulların, kendi düşüncelerine göre haram kılmalarının yanlış olduğunu
ve böyle davranışların mânâsız olduğunu ifade bakı mından şu Hadis-i şerif i
zikretmek mümkündür: Bu hususta Mâlik b. Nadle diyor ki:
"Bir gün,
kıyafetim perişan bir halde Resulullah'ın huzuruna gittim. Re-sulullah bana
dedi ki:"
- Senin malın var mı?
- Evet
- Ne cins malın var?
- Her cins mal. Deve,
köle, at, koyun.
- Allah sana bir mal
verdiğinde o malın eserini senin üzerinde görmek ister. Resulullah sözlerine
devamla buyurdu ki:
- Sen, kavminin
develeri sağlam olarak doğurduklarında eline usturayı ahp onların kulaklarını
kesip "Bunlar bahirelerdir." veya kulaklarını yahut derilerini yanp
"Bunlar sadmelerdir." diyor ve onları kendine ve ehline haram kılıyor
musun?
- Evet.
- Allah teala'nın sana
verdiği bu şeyler helaldir. Allanın bileği senin bileğinden daha güçlü ve onun
usturası senin usturandan daha keskindir.
-Ey Allanın Resulü,
ben bir adama gitsem de o bana ikram etmese ve beni misafir etmese o bana
gelince ben ona aynen bana davrandığı gibi mi davranayım? Yoksa onu misafir
edeyim mi?
- Misafir et"
buyurdu[80]
Görüldüğü gibi
Resulullah (s.a.v.) Allahın helal kıldığı develeri, cahiliye âdetlerine uyarak
kendilerine haram kılan Mâlik b. Nadle'yi bu kötü âdetten men ediyor ve Allahın
helal kıldığı şeyleri kimsenin haram kılamayacağmı beyan ediyor. Bu bir
misaldir. Benzer olaylar da bunun gibidir. [81]
60- Allaha
iftira edenler, kıyamet günü hakkında ne düşünürler? Şüphesiz ki Allah,
insanlara karşı lütuf sahibidir. Fakat insanların çoğu şükretmezler.
Allahın helal
kıldığını haram, haram kıldığını da helal sayarak Allaha karşı yalan
uyduranlar, kıyamet gününde, Allahın, kentlilerine ne yapacağını tahmin
ederler? Bütün iftiralarına rağmen, Allahın kendilerini affedeceğini mi
zannederler? Hayır, Allah onları affetmeyecek.bilakis alev alev yanan cehennemine
sokacaktır. Çünkü onlar bunu haketm işi erdir. Şüphesiz ki Allah, kullarım
hemen cezalandırmayıp, onlara yaptıklarından vaz geçme imkânı vererek insanlara
büyük lütüfta bulunur. Fakat insanların çoğu, bu nimetlere karşı Allaha
şükretmezler. [82]
61- Ey
Muhammed, her ne durumda olursan ol, Kur'andan ne okursan oku, sen ve ümmetin,
her ne iş yaparsanız yapın, onu yapmaya giriştiğinizde biz ona mutlaka şahit
oluruz. Yerde ve gökte zerre kadar bîr şey dahi rabbinden gizli değildir.
Bundan daha küçük ve daha büyük hiçbirşey yoktur ki, apaçık bir kitapta mevcut
olmasın.
Ey Muhammed, hangi işi
yaparsan yap, Allahın kitabından ne okursan oku, ey müminler sizler de ne amel
işlerseniz işleyin, sizler o işe başladığınız zaman biz sizin yaptıklarınızı ve
halinizi görmekteyiz. Biz onları bilmekte ve hesaplamaktayız. Ey Muhammed, bil
ki, yerde ve gökte olan hiçbirşey, rabbinden gizli değildir. O şey, zerre
miktarı dahi olsa. İster zerreden daha küçük isterse daha büyük olsun herşey,
Allah katında, levh-i mahfuzda kayıtlıdır.
Evet, Allah teala,
büyük küçük herşeyi bütün teferruatıyla bilmektedir. Nitekim diğer bir âyet-i
Kerime'de de şöyle buyurulmaktadır: "Gaybın anahtarları Aîlahın
kalındadır. Onları ancak o bilir. O, karada ve denizde olanları bilir. Düşen
hiçbir yaparak dahi yoktur ki, Allah onu bilmesin. Yerin kalınlıklarında olan
her tane, kuru ve yaş herşey, mutlaka apaçık bir kitapta kayıtlıdır[83]
62- İyi
bilin ki, Allahın dostlarına korku yoktur. Onlar üzülmezler de.
Ey insanlar iyi bilin
ki, Allahın dostlarına ve sevgili kullarına âhirette hiçbir korku yoktur.
Onlar, dünyada iken elde edemedikleri şeylere de üzülecek değillerdir.
Âyet-i Kerime'de
zikredilen "Allahın dostlarından (velilerden) kimlerin kastedildiği
hususunda çeşitli görüşler zikredilmiştir.
Abdullah b. Abbas,
Said b. Cübeyr, Müseyyeb, b. Hazen, Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Ebi Hüzeyl,
âyette zikredilen "Allahın dostlann'dan maksadın, görüldüklerinde
simalarından, Allahı hatırlatan kullar olduklarını söylemişlerdir.
Ömer b. el- Hattab,
Ebu Hureyre ve Ebu Mâlik el-Eş'arî ise âyette zikredilen "Allahın
dostlan'ndan maksadın, aralarında maddi bir çıkar ve akrabalık bağı olmadan
birbirlerini Allah için seven kimselerdir.
Bu hususta Peygamber
efendimiz (s.a.v.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
"Ey insanlar,
dinleyin, düşünün ve bilin ki Aziz ve Celil olan Allahın Öyle kullan vardır ki
onlar ne Peygamber ne de şehittirler. Fakat Peygamberler ve şehitler, onların,
Allah yanındaki derece ve yakınlıklarına gıpta ederler."
Resulullah'ın bu sözü
üzerine uzaktan .bir Bedevi gelip eliyle resulullaha t işaret ederek şöyle
dedi: "Ey Allahın Resulü, insanlardan öyleleri vardır ki, onlar ne
Peygamberdirler ne de şehittirler. Bununla beraber onların, Allah katındaki
derece ve yakınlıklarına Peygamberler ve şehitler gıpta ederler. Bu insanları
bize anlat."
Bu Bedevi'nin sözü
üzerine Resulullah'ın yüzünde sevinç belirtileri görüldü ve şöyle buyurdu:
"Onlar, tanınmayan insanlardan ve bilinmeyen kabilelerde bir kısım
insaniardırki, onları birbirlerine akrabalık bağı yaklaştırmaz. Fakat onlar,
Allah için birbirlerini severler bunda samimi olurlar. Kıyamet gününden Allah
onlara nurdan minberler kuracak onları orada oturtacaktır. Onlann yüzlerini ve
elbiselerini nurdan kılacaktır. Kıyamet gününde insanlar korku içindeyken onlar
korkmayacaklardır. îşte onlar, Allahın dostlarıdırlar. Onlara korku yoktur,
onlar, üzülmezler de." [84]
Taberiye göre ise
AUahin dostlarından maksat, bundan sonra gelen âyetin belirttiği gibi, AUaha
iman eden ve ondan korkan müminlerdir. [85]
63- Onlar,
iman eden ve Allah'tan korkanlardır.
Allahın dostları olan
Veliler o kimselerdir ki, Allahı; Peygamberini ve Peygamberinin Allah katından
getirdiğini tasdik ederler. Allahın emirlerini yerine getirerek ve yasakladığı
şeylerden de kaçınarak ondan korkarlar. [86]
64- Onlara
dünya hayatında da âhirette de müjde vardır. Allahın sözleri asla değişmez.
İşte büyük kurtuluş budur. Allahın dostlarına, daha dünyada iken, Allanın rahmet ve rızasına
erecekleri, rüyalarında ve canlan alınırken Melekler tarafından müjdelenir.
Cennette ise Allanın rahmeti ve rızasıyla müj İd elenirler. Allah, verdiği
vaadden asla dönmez, îşte büyük kurtuluş budur.
Âyet-i kerime'de,
Allahın dostlarına dünya ve âhirette verileceği beyan edilen müjde'den neyin
kastedildiği hususunda çeşitli görüşler zikredilmiştir.
a- Bazılarına
göre dünyada verilen müjdeden maksat salih rüya (doğru çıkan rüya)dır. Bu
hususta Resulüllah'tan şu hadisler rivayet edilmiştir. Ebu dder-da diyor ki:
"Onlara dünya
hayatında müjde vardır." âyetinin mânâsını Resulullah'tan sordum,
Resulullah da buyurdu ki: "Bu âyet ind iri liginden beri onun mânâsım bana
senden başka hiçbir kimse sormamıştı. Dünya hayatında verilen müjdeden maksat,
Müslümanın gördüğü veya ona gösterilen salih riiyadır.(O rüya ile yerilen müj
dedir) [87] (O rüyada, Allahın
rahmetine ereceği kendsine müjdelenir.)
Ubade b. es-Samit
demiştir ki:
"Ben,
Resulullah'tan, "Onlara dünya hayatında müjde vardır." âyetini sordum.
O da buyurdu ki: "O müjde, müminin kendisinin gördüğü veya kendisine
gösterilen salih [88]
Taberi, bu hadisin
benzerini, Ebu Hureyre ve Abdullah b. Amr b. el-Ass'dan da rivayet etmiştir.
Yine Ubade b.
es-Samit, Resulullahın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Müminin rüyası,
Peygamberliğin kırk altı bölümünden bir bölümü-dür. [89]
Ümmü Kürz el-Kâ'biyye
de demiştir ki:
"Ben, Resulullahın
şöyle buyurduğunu işittim.: "Artık peygamberlik sona erdi. Geriye
müjdeîeyici şeyler kaldı. [90] (müjldeliyici şeylerden
biri de rüyadır.)
Urve b Zü'beyr,
Mücahid, Abdullah b. Abbas Abdullah b. Mes'ud ve Atâ da bu âyette zikredilen
dünyadaki müjdeden maksadın salih rüya olduğunu söylemişlerdir.
Bu âyette zikredilen,
âhiretteki müjdeden maksat ise, Ebudderda, Ebu Hureyre ve Ubade b. es-Samit'ten
rivayed edilen hadislerin beyan ettiğine göre cennetir.
b- Zühri ve
Kataden nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette zikredi-lendünyadaki
müjdeden maksat, mümin kul'a ölümü ânında verilecek müjdedir. Taberi diyor ki:
"Bu âyetin tefsirinde söylenecek sözlerin en evlası şudur: "Allah
teala bu âyet-i kerimesinde, kendisinden korkan veli kullarına dünya hayatında
müjde olduğunu beyan etmiştir. Müslamanın gördüğü veya kendisine gösterilen
salih rüyalar, dünya hayatıdaki müjdelerdendir. Yine, mümin kulun canı çıkarken
Resulullahın beyan ettiği gibi, meleklerin onu, Allahın rahmetiyle
müjdelemeleri ve onun ruhuna "Çık ve Allahın rahmet ve rızasına git"
demeleri, dünya hayatındaki müjdelerdendir. Keza, Allah tealanın, mümin kuluna
kitabı ve Peygamberi
aracılığı ile bol sevaplar vaadetmesi, dünyadaki müjdelerdendir. Evet, bütün bu
müjdeler, Allahın, müminlere, dünya hayatında vereceği müjdelerdir. Allah
teala bu âyet-i kerimesinde, bu müjdelerden sadece birinin verileceğini
bildirmemiştir. Bu itibarla âyetin mânâsı geneldir. Âhiretteki müjdeden maksat
ise cennettir. [91]
65- Ey
Muhammed, kâfirlerin sözleri seni üzmesin. Çünkü bütün izzet ve galibiyet
Allaha aittir. O, herşeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir.
Ey Muhammed, Allaha
ortak koşan kâfirlerin, Allah hakkındaki bâtıl sözleri, put ve benzeri
şeylerin, Allahın ortakları olduğu iddialan seni üzmesin. Zira bütün izzet ve
şeref, ancak Allaha aittir. O, onların sözlerini çok iyi işiten ve içlerinde
taşıdıkları niyletlerini çok iyi bilendir. Allah, onları devamlı olarak
kontrolü altında bulundurmaktadır. Onları, yaptıklarından dolayı cezalandıracaktır. [92]
66- iyi
bilin ki göklerde ve yerde olan herşey Allaha aittir. Allah'tan başkasına
tapanlar, gerçekte ortak koştuklarına uymazlar. Sadece zanna uyarlar. Onlar
ancak yalan söylerler*
îyi bilin ki göklerde
ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allaha aittir. O halde Allahın mülkü ve
yarattığı olan putlar nasıl olur da ilah kabul edilirler? ibadet, varlıkları
yaratıp onları terbiye eden rabbe yapılır. Terbiye edilen yaratıklara değil.
Allaha ortak koşanlar, aslında ortak koştuktan şeylere, bir delile dayanarak,
samimi bir şekilde uymuş değillerdir. Onlar ancak tahminlerine uyarlar. Ve
onlar, yalancılardan başkası değillerdir.
Bu âyetin:
"Allah'tan başkasına tapanlar, gerçekte ortak koştuklarına uymazlar"
kısmını, soru cümlesi olarak: "Allahın ortaklan olduğunu söyleyenler, onu
bırakıp ta neye taparlar?" şeklinde izah edenler de vardır. [93]
67-
Dinlenmeniz için geceyi, aydınlatıcı olarak ta gündüzü yaratan Alah'tır.
Şüphesiz ki bunda, dinleyen bir topluluk için deliller vardır.
Sizin rabbiniz, geceyi
dinlenmeniz ve yorgunluğunuzu gidermeniz için yaratan, nzık temin etmeniz için
de gündüzü aydınlık kılandır. Şüphesiz ki bunda, bu delilleri dinleyip
düşünenlere alâmet ve ibretler vardır. İşte bütün bunları yapan, sizi ve ona
ortak koştuğunuz şeyleri yaratandır. Herhangi bir menfaat ve zarar veremeyen
varlıklar değillerdir. [94]
68-
Müşrikler: "Allah çocuk edindi." dediler. O, bundan münezzehtir.
Allahın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur.
Bu iddianızda hiçbir deliliniz de yoktur. Allaha karşı bilmediğiniz bir şeyi
mi söylüyorsunuz?
Ey Muhammed,
kavminden, Allaha ortak koşanlar: "Melekler Allahın kızlarıdır."
şeklindeki sözleriyle "Allah çocuk edindi." dediler. Allah, onların
iftiralarından uzaktır. Zira onun, yarattıklarından hiçbirşeye ihtiyacı yoktur
ki çocuk edinmeye de ihtiyacı olsun. Çünkü göklerde ve yerde ne varsa hepsinin
mülkü ona aittir. O halde kendisinin yarattığı bir mahluk, onun nasıl çocuğu
olabilir? Hiç, söylediğiniz sözün, yanlış olduğunu düşünmez misiniz? Sizin elinizde
bu iddianıza dair hiçbir deliliniz yoktur. Sizler, herhangi bir delil olmadan,
Allaha isnad edilmesi caiz olmayan şeyi ona karşı nasıl söylüyor ve iddia
ediyorsunuz?
Allah teala, başka
âyetlerde de, kendisine çocuk isnad edenleri şiddetle kınayarak şöyle buyuruyor:
"İman etmeyen bazı kimseler: "Rahman olan Allah çocuk edindi."
dediler." "Yemin olsun ki siz ortaya çok çirkin birşey getirip iftira
attınız." "Bu iftiranın korkunçluğundan nerdeyse gökler çatlayacak,
yer yarılacak, dağlar parçalanıp dağılacaktı." "Çünkü onlar, rahmen
olan Allaha çocuk isnad ettiler." "Oysa rahman olan Allahın çocuk
edinmesi asla şanına yakışmaz." "Göklerde ve yerde bulunan hiçbir
kimse yoktur ki, kıyamet günü rahmen olan Allahın huzuruna bir kul olarak
çıkmasın." "Şüphesiz Allah, onları ilmiyle kuşatmış, kendilerini ve
yaptıklarım bir bir saymıştır." "Kıyamet günü onların herbiri Allahın
huzuruna tek başına çıkacaktır." [95]
69- Ey
Muhammcd, de ki: "Allaha karşı yalan uyduranlar, asla kurtuluşa
ercmeyeceklerdir."
Ey Muhammed onlara de
ki: "Allaha karşı yalan uydurup, onun çocuğu olduğunu iddia edenler,
kurtuluşa eremeyecek ve dünyada ebedî olarak kalamayacaklardır. [96]
70- Onlar
için dünyada geçici bir hayat vardır. Sonra dönüşleri yine bizedir. Biz onlara,
inkârları sebebiyle şiddetli azabı tattıracağız.
Onların ecelleri gelip
çatmeaya kadar, dünya hayatında bir geçimlikleri vardır. Ömürleri bitince bize
döneceklerdir. Onların, Allahı ve Peygamberlerini yalanlamaları sebebiyle biz
onları cehenneme koyup o şiddetli azabı onlara tattıracağız. Dünyadaki
geçimlikleri onları aldatmasın. Bu onlara bir mühlet vermedir. Onları başıboş
bırakmak değildir. [97]
71- Onlara
Nuh'un kıssasını oku. O, bir zaman kavmine şöyle demişti: "Ey kavmim,
aranızda bulunmam ve Allahın âyetlerini hatırlatmam size ağır geliyorsa, bilin
ki ben, sadece Allaha güvenmekteyim. Siz de ortak-larnızla bir araya gelerek
yapacağınızı kararlaştırın. Sonra yapacağınız iş, sizi üzüntüye düşürmesin. Ve
nihayet bana hiç mühlet vermeden, hükmünüzü uygulayın.
Ey Muhammed, sen o
müşriklere, Nuh'un, kavmi ile olan hadisesini an-lat.Bir zaman Nuh, kavmine
şöyle demişti: "Eğer sizin aranızda bulunmam ve size, Allahın âyet ve
delillerini hatırlatarak nasihat etmem gücünüze gidiyorsa, bir karara varın. Bu
karara, Allaha ortak koştuğunuz şeyleri de çağırın. Böylece işiniz gizli
kalmasın, açığa çıksın. Sonra, içinizden geçirdiğiniz ve bana
yapma-kistediğiniz şeyi derhal uygulayın, geri koymayın.
Allah teala bu âyet-i
kerime'de, Nuh'un, Allahın yardımına güvendiğini, kâfirlerin hile ve
desiselerinden korkmadığını beyan ediyor, son Peygamberi Hz. Muhammed
(s.a.v.)'i de Nuh'un izini takibetmeye
tevsik etiyor. [98]
72- Eğer
yüzçcvirirscniz bilinki, ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim mükâfaatım
ancak Allaha aittir. Bana, Müslümanlardan olmam emredilmiştir.
Nuh, devamla dedi ki:
"Ey insanlar, şayet sizi davet ettiğim haktan yüz-çevirirserüz bana bir
zarar veremezsiniz. Zira ben sizden ne bir ücret ne de bir sevap istiyorum.
Benim mükâfatım ancak Allaha aittir.Ben, rabbımın emrine boyun eğen ve ona
itaat eden Müslümanlardan olmakla emrolundum. [99]
73- Buna
rağmen onu yalanladılar. Biz Nuh'u ve kendisiyle gemide bulunan müminleri
kurtardık. Onları yeryüzünde halifeler kıldık. Âyetlerimizi yalanlayanları ise
suda boğduk. Uyarılanların akıbeti nasıl olurmuş bir bak.
Bu âyet-i kerime, Hz.
Nuh'u yalanlayan kavminin, sonunda helak olduğunu, onu yalanlamaları sebebiyle
suda boğularak yok olduklarını beyan etmekte, onlara benzeyecek olan her
kavmin de akıbetlerinin felaket olacağına işaret etmektedir.
Nitekim âyet-i
kerime'nin sonundaki "Ey Muhammed, uyarılanların akıbeti nasıl olurmuş bir
bak." cümlesi bunu ifade etmektedir. [100]
74- Biz
Nuhtan sonra, kavimlerine birçok Peygamberler gönderdik. Onlara apaçık
delillerle geldiler. Onlar, daha önce yalanladıklarına iman edecek değillerdi.
Haddi aşanların kalblcrini işte böylece mühürleriz.
Biz Nuhtan sonra gelen
kavimlere de Peygamberler gönderdik. Peygamberleri onlara, Allanın elçileri
olduklarını gösteren ve söylediklerinin gerçek olduğunu ortaya koyan apaçık
mucize ve deliller getirdiler. Fakat Nuh'u yalanlayan insanlar Nuhtan sonra
gelen Peygamberlere iman edecek değillerdi. Zira Nuh kavminin yakalandığı şüphe
ve gurur hastalığı onlarda da vardı. İşte biz, Peygamberlerini yalanlayan böyle
kavimlerin kalblerîni, işledikleri günahlar sebebiyle mühürlediğimiz gibi,
rablerine karşı isyan edip emirlerini tanımayanların kalblerini de yine
isyanlarının cezası olarak mühürleriz de artık gerçeği anlayamaz olurlar. [101]
75-
Bunlardan sonra da Musa ve Harunu, Firavun ve topluluğuna mucizelerimizle
gönderdik. Fakat onlar kibirlendiler ve suçlu bir kavim oldular.
Nuhun arkasından
gönderdiğimiz Peygamberlerden sonra da Musa ve Harunu Mısır Kralı Firavuna ve
kavminin ileri gelenlerine, onların doğruluklarını gösteren delil ve
mucizelerle gönderdik. Fakat Firavun ve etrafındakiler, Musa ve Harun'un hak
yola davetlerini kabul etmeyi gururlarına yedirmediler. Böylece rablerini
inkâr ederek suçlu bir kavim oldular. [102]
76-
Tarafımızdan onlara hak gelince: "Şüphesiz ki bu apaçık bir sihirdir."
dediler.
Firavun ve kavmine,
tarafımızdan, Peygamberler vasıtasıyla apaçık muei-ze ve deliller gelince
onlar, hakka boyun eğme yerine, şımarıklıklarında devam ederek: "Şüphesiz
ki bu apaçık bir sihirdir." dediler. [103]
77- Musa onlara
şöyle dedi: "Allah katından size gelen bu gerçeğe dil mi uzatıyorsunuz?
Bu, sihir olabilir mi? Sihirbazlar asla muvaffak olamazlar."
Musa onlara şöyle
demişti: "Allah katından size gelen âyet ve alâmetlere sihir mi
diyorsunuz? Gördüğünüz bu mucize ve âyetler hiç sihir olabilirini? Zira
sihirbazlar asla başarılı olamazlar. [104]
78- Onlar da
Musaya: Atalarımızı üzerinde bulduğumuz dinden bizi çevirmek için ve yeryüzünde
büyüklük ikinizin olsun diye mi bize geldiniz Biz, ikinize de iman
etmiyoruz." dediler.
Firavun ve adamları
Musaya şöyle dediler: "Sen bizi, atalarımızın dininden çevirmek için mi
bize geldin? Böylece istiyorsunuz ki, yeryüzünde iktidar ve büyüklük ikinizin
elinde olsun. Biz, sizin Peygamber olduğunuza inanmıyoruz.
Kur'an-i kerimin birçok
yerinde, Hz. Musa ile Firavun arasında geçen kıssa çeşitli yönleriyle bazan
geniş bazan da kısa bir şekilde zikredilmektedir. Çünkü bu kıssa en manâlı
kıssalardan biridir. Firavun, saltanatına ve zulmüne son verecek birisinin
çıkacağından endişe ettiği için korku içerisindeydi. Nihayet korktuğu başına
geldi.
Firavun, Hz. Musayı
bizzat sarayında besledi. Musa olgunluk çağma varınca Firavun ve adamlarının
zulmüne karşı koydu. Neticede Mısın terkedip Kenan ilinde uzun bir süre yaşadı.
Tekrar Mısıra dönerken kendisine Peygamberlik verildi.
Hz, Musa bu befa
Firavunun karşısına Peygamber olarak çıktı ve onu Al-Iaha kulluk etmeye davet
etti. Firavun bunu gururuna yediremedi, fakat çeşitli hiyle ve tuzaklara
başvurmasına rağmen sonunda mağlup olarak suda boğuldu.
İşte bu surede de Hz.
Musa'nın Firavun ile olan kıssasının bir bölümü zikredilmektedir. [105]
79- Firavun
kavmine, "Bütün mahir sihirbazları bana getirin." dedi.
Firavun, Musa'nın
gösterdiği mucizeler karşısında âciz kalınca, bütün maharetli bazıların toplanıp
kendisine getirlemesini emretti. [106]
80- Sihirbazlar
gelince, Musa onlara "Ortaya koyacağınızı koyun." dedi.
Firavunun toplanmasını
istediği, ülkenin en meşhur sihirbazları bir araya toplanınca Musaya "Önce
sen mi maharetini ortaya koyacaksın yoksa biz mi koyalım?" diye sordular.
Musa da onlara "Ortaya koyacağınızı Önce siz koyun." dedi. [107]
81- Sihirlerini
ortaya koyunca Musa onlara şöyle dedi: "Bu yaptığınız sihirdir. Şüphesiz
ki Allah bunu bozacaktır. Muhakkak Allah, fesatçıların işini düzeltmez.
Sihirbazlar büyülerini
göstermik için ip ve sopalarını ortaya atınca Musa onlara şöyle dedi: "Ey
sihirbazlar, sizin bu yaptığınız, sihirden başka birşey değildir. Allah bunu
bozacaktır. Zira Allah, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak ve orada Allah'a isyan
edilmeyi devam ettirmek isteyenlerin yaptıklarını asla muvaffak kılmaz. Ve
onların yaptığı şeyleri boşa çıkarır.
Hz. Musa'nın âsâsı
yılan şekline dönüşdükten sonra sihirbbazlann ortaya koydukları şeyleri yutmuş
ve geriye hiçbir şey bırakmamıştır. [108]
82- Şüphesiz
ki Allah, suçlular istemese de hakkı, sözleriyle gerçekleştirir.
Şüphesiz ki Allah,
mücrimler istemese de hakki ispat eder ve emriyle onu bâtıla galip getirir. [109]
83- Firavun
ve ileri gelen adamlarının kötülüğünden korkarak, Firavunun kavminden Musaya
ancak az bir topluluk iman etti. Şüphesiz Firavun, yeryüzünde büyüklük
taslayan biriydi. Ve aşırı gidenlerdendi.
Musa'nın çeşitli
mucize ve deliller getimıesine rağmen, Firavunun kavminden veya
îsrailoğullarından Musa'ya Firavunun korkusundan dolayı pek az kişi iman etti.
Zira Firavun, yeryüzünde zorbaîaşan, inkâr ve sapıklıkta haddi aşanlardandı.
Ayet-i kerimede geçen
ifadesinin lafzi tercümesi "Kavminin soyundan olanlar" şeklindedir.
Müfessirler, Hz. Musa'ya iman ettikleri bildirilen bu soyların kimin soyları
olduğu hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.
a- Mücahid
ve A'meşe göre burada zikredilen insanlar israiloğullannın soylarıdır. Hz.
Musa, peygamber olarak İsrailoğullanna gönderildiğinde onun zamanında bulunan
İsrailoğullan ölmüşler, onlann soyundan gelen çocukları Hz. Musa'ya iman
etmişlerdir. Çünkü Hz. Musa'nın Peygamberlik dönemi çok uzun sürmüştür. Âyet-i
kerime bunu beyan etmektedir,
b- Abdullah
b.Abasa göre ise bu insanlar, Firavun kavminin soyundan gelen insanlardır.
Firavun kavmi Firavunun fitnesinden ve zulmünden kortukla-n için Musa'ya iman
edememişler ancak onlann soylarından gelen bazı kimseler Hz. Musa'ya iman
edebilmişlerdir. Firavunun karısı, Firavun ailesinin mutemedi, Firavunun
veznedarı ve veznedarın hanımı bunlardandı.
Taberi âyet-i
kerime'de, Musa'dan başka kimsenin zikredilmemesi sebebiyle burada adı geçen
soyların, Hz. Musanm kavmi İsrailoğullannın soyundan olduğunu söylemenin daha
isabetli olacağım zikretmiştir.Bu izaha göre Firavunun korkusundan,
İsrailoğullan Hz. Musa'ya iman edememişler ancak, peygamberliği uzun
sürdüğünden, onlann soylarından gelen insanlar, Hz. Musa'ya iman
edebilmişlerdir. [110]
84- Musa
kavmine: "Ey kavmim, eğer Allaha iman ediyorsanız ve teslim olmuş ssanız
sadece ona güvenin." dedi.
Musa kavmine: "Ey
kavmim, eğer Allahın birliğini kabul ediyor ve rabbi-niz olduğunu tasdik ediyor
ve ona itaatla boyun eğmek istiyorsanız ona güvenin ve ona teslim olun."
dedi. [111]
85-86-
Müminler de: "Biz yalnız Allaha güvendik, ey rabbimiz, sen bizi zalim bir
kavim için imtihan vesilesi kılma, bizi, merhametinle o kâfir topluluktan
kurtar." dediler.
Musa kendisine iman
edenleri Allaha güvenmeye davet edince onlar da: "Biz, yalnız Allaha
güvendik, işimizi ona teslim ettik. Ey rabbimiz, tarafından bize bir azap
göndererek zalim olan Firavun kavminden dolayı bizi imtihana tabi tutma sen,
rahmetinle bizleri, kâfir olan Firavun topluluğunun elinden kurtar."
dediler.
Müfessirler,
müminlerin, rablerinden, Firavun kavminin kendilerini, imtihan vesilesi
yapmamasını neden dolayı istedikleri hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.
a- Ebu
Miclez ve Ebu Duha'ya göre müminler, Allah teala'dan, Firavun kavmini
kendilerine galip getirmemesini istemişlerdir ki, onlann, kendilerinden üstün
oldukları anlaşılarak insanların yoldan çıkmasına sebep olmasınlar.
b- Mücahid
ve İbn-i Zeyd'e göre ise müminler, Firavun kavminin kendilerine musallat
olmamasını niyaz etmişlerdir ki, kendilerinin sapmalarına vesile olmasınlar. [112]
87- Musa ve
kardeşine: "Kavminiz için Mısırda evler yapın, bu evleri de (kıbleye
yönelen) namazgahlar yapın. Namazı dosdoğru kılın." diye vahyettik. Ayrıca
Musa'ya "Müminleri müjdele" dedik.
Biz Musaya ve kardeşi
Haruna: "Mısırda kavminize evler yapın. Evlerinizi mescitler haline
getirip oralarda namaz kılın, namazınızdan dolayı Firavunun zulmünden
korkmayın. Ayrıca müminleri büyük sevaplarla ve gelecekteki büyük zaferlerle
müjdeleyin." diye vahyettik.
Âyet-i kerimede geçen
ve "Evlerinizi namazgahlar yapın." diye tercüme edilen cümlesi
müfessirler tarafından çeşitli şe-killerrde izah edilmiştir.
a- Abdullah
b. Abbas,- İbrahim en-Nehai, Mücahid, Ebu Malik, Rebi' b. Enes, Dehhak ve İbn-i
Zeyd, bu ifadeyi şu şekilde izah etmişlerdir: "Evlerinizi mescitler yapıp
onlarda namaz kılın." İsrailoğullan, sadece havralarda namaz kılıyor ve
oralarda namaz kılarken de Firavun ve kavminden korkuyorlardı. Bunun üzerine
Allah teala onlara, evlerini namazgah edinip oralarda namaz kılmalarını
emretti.
b- Abdullah
b. Abbaş, Mücahid, Katade ve Dehhaktan nakledilen diğer bir görüşe göre bu
ifadenin izahı şöyledir: "Mescitlerinizin yönünü Kâbeye doğru
yöneltin." İsrailoğullan, Firavunun işkencesinden şikayetçi olunca, Allah
teala onlara, evlerini mescitler yapıp mescitlerinin yönlerini de Kâbeye doğru
yöneltmelerini emretmiştir.
c- Said b. Cübeyre göre ise "bu ifadenin
izahı şöyledir: "Siz evlerinizi birbirlerine karşı vaziyette yapın.
Taberi, birinci
görüşün tercihe şayan olduğunu, çünkü âyetin metninden ilk anlaşılan mananın bu
olduğunu, Allah teala'nın kelamını en çok kullanılan ifadelere göre izah
etmenin isabetli olduğunu söylemiştir. [113]
88- Musa
şöyle dua etti: "Rabbimiz şüphesiz ki sen, Firavun ve ileri gelenlerine,
dünya hayatında ziynet ve inallar verdin. Rabbimiz, neticede bunlar, yolundan
saptırsınlar diye mî? Rabbimiz, onların mallarını yok et, kalblerini katılaştır
ki onlar, can yakıcı azabı gözleriyle görmedikçe iman etmesinler."
Hz. Musa bu bedduayı,
Firavun ve topluluğunun inkarlanndaki inatçılıklarına kızarak Allah nzası için
yapmıştır. Zira, Hz. Musa, Firavun ve adamlarından hayır beklemediğini,
onların iman etmelerinde ümit kalmadığını anlamış» bunların, azgınlıklarında
devam ettikleri takdirde İsrailoğullannı da saptıracaklarından korkmuş ve bu
sebeple Firavun ve topluluğu aleyhine bedduada bulunmuştur.
Nitekim daha önce Hz.
Nuh da kavmi aleyhine böyle bir bedduada bulunmuş Allah da kavminin iman
etmeyenlerini tufan ile boğmuştur. Bu hususu beyan eden âyetlerde buyunıluyor
ki: "Nuh şöyle dedi: "Rabbim, kâfirlerden, yeryüzünde dolaşan tek
kiş. bırakma." "Eğer onları yeryüzünde bırakırsan kullarım
saptırırlar ve ancak günahkâr ve kâfir çocuklar doğururlar. [114]
Âyeti kerimede geçen
ve "Mallarını yok et" diye tercüme edilen badesi, Abdullah b. Kesir,
Rebi b. Enes, Katade Süfyan es-Sevlri.Ebu Salih, Dehiıak ve İbn-i Zeyd tarafından,
"Ey rabbimiz, sen onların mallarını başka şeylere çevir." şeklinde
izah edilmiştir. Hz. Musa'nın bu duası üzerine, İsrailoğullannm şekerlerinin,
ekinlerinin, altın ve gümüşlerinin ve diğer mallarının taş olduğu rivayet
edilmiştir.
Mücahid ve Abdullah b.
Abbas ise bu ifadeyi şu şekilde izah etmişlerdir. "Rabbimiz,sen onların
mallarını yok et"
Âyet-i kerimede geçen
ve "Kalblerini katılaştır." şeklinde tercüme edilene ifadesi
Abdullah b. Abbas tarafından şöyle izah . edilmiştir. "Sen onların kalblerini
mühürle de imana karşı yumuşamasını ar ve gönüllerini ona açmasınlar."
Abdullah b. Abbas demiştir ki: "Allah teala, Hz. Musa'nın bu duasını kabul
etti. Firavuna, boğulma ânına kadar iman nasip etmedi. Boğulma anındaki imanı
ise ona fayda sağlamadı.
Âyeti- kerimede geçen
ve "îman etmesinler" diye tercüme edilen cümlesi çeşitli gramer
tahlilerine tabi tutulmuş ve her bir tahlil şekline göre bu cümleye, az da olsa
farklı manalar verilmiştir.
a-
Bazılarına göre bu cümle cümlesine atfedilmiştir.
Bu tahlile göre âyetin
bu bölümünün manası şöyledir. "Rabbimiz, neticede bunlar, insanları,
yolundan saptırmasınlar ve can yakıcı azabı görmedikçe iman etmesinler diye mi
Firavun ve ileri gelenlerine, dünya hayatında zinet ve mallar verdin?"
b- Diğer bir
kısım âlimlere göre cümlesi emrinin cevabıdır.Bu nedenle başına harfi
gelmiştir. Bu tahlile göre âyetin bu bölümünün manası şöyledir: "Rabbimiz,
onların mallarım yok et. Kalblerini katılaştır ki, onlar can yakıcı azabı görünceye
kadar iman etmesinler.
c- Başka bir
kısım alimlere göre cümlesi, nehy-i hazır şeklinde istek cümlesidir. Bu tahlile
göre ise âyetin bu bölümünün manası şöyledir: "Rabbimiz onların malarını
yok et. Kalblerini kaülaştır, iman etmesinler." Taberi bu son izah
şekiini tercih etmiştir. Zira âyetin bundan önceki bö-lümleride dilek
mahiyetinde olduğundan bu kısmının da dilek anlamında olması, âyetin akışına
daha uygundur. [115]
89- Allah
da: "İkinizin duası da kabul edildi. Doğru yolda yürümeye devam edin.
(İşin içyüzünü) bilmeyenlerin yoluna uymayın." dedi.
Ey Musa senin ve
kardeşin Hanımın, Firavun ve ileri geîen adamları aleyhine bedduanız kabul
edilmiştir. İkiniz de emrimi yerine getirmeye devam edin. Göndereceğim ceza
gelinceye kadar Firavun ve kavmini imana davet etmekte kararlı olun. Hükmümün
hemen gelmesini isteyen cahillerin yolunu tutmayın. Zira benim vereceğim ceza
derhal gelmese de vaadimden asla dönmem, o cezayı mutlaka veririm.
İbn-i Cüreyc diyor ki:
"Firavun, aleyhine yapılan bedduadan sonra kırk yıl yaşamış ve sonunda
denizde boğularak helak edilmiştir. Hz. Musa bedduada
bulunurken Hz. Harun da "Amin"
dediği için ayette "ikinizin duası da kabul edildi" Duyurulmuştur. [116]
90- İsrail oğulIarını
denizden geçirdik. Firavun ve ordusu, onlara zulmetmek ve saldırmak maksadıyla
peşlerine düşmüşlerdi. Firavun boğulacağı anda: "İsrailoğullannın iman
ettiğinden başka Hah olmadığına iman ettim ve ben Müslümanlardanım." dedi.
Biz, İsrailoğullan
için denizi yardık, onları denizden geçirdik. Firavun ve ordusu ise,
İsralioğullanna zulmetmek ve onlara saldırıda bulunmak için onların peşini
takibetti. Denizde açılan yoldan geçerken deniz sulan kendisini kaplayıp
boğulacağını kesin olarak anlayınca şöyle dedi: "İsrailoğullannın iman
ettikleri ilah dışında hiçbir ilah olmadığına iman ettim. Ben, ona kul olmayı
kabul eden ve boyun eğenlerdenim."
Firavun iman ettiğini
söylemiş fakat bu sözü tam ölüm anında zorunlu olarak söylemiştir ki böyle bir
anda iman kabul edilmez. Bu sebeple Fiavun imansız olarak ölmüştür.
Tam can çekişirken
iman etmenin fayda vermediği ve bu halde iman eden kimsenin imansız olarak
öleceği hususunda diğer âyetlerde de şöyle Duyurulmaktadır: "Onlar,
azabımızın şiddetini gördükleri zaman "Biz sadece Allaha iman ettik. Ona
ortak koştuğumuz şeyleri inkâr ettik." dediler." "Azabımızın
şiddetini görünce imana gelmeleri onlara hiçbir fayda sağlamadı. Allahm, kulan
hakkında ötedenberi uygulana gelen kanunu budur. İşte kâfirler o zaman hüsra [117]
Abdullah b. Şeddad,
Firavun ve kavminin nasıl boğulduklanni izah ederek şunlan söylemiştir:
"Adı aslında" İsrail" olan Yakup, oğullarıyla birlikte Mısırdaki
oğlu Yusuf a gittikleri zaman, ailenin fertlerinin sayısı, yetmiş iki kişiydi.
İsrailin (Yakubun) oğullan, Musa ile birlikte Mısırdan çıktıklan zaman ise
sayılan altı yüz bin'e ulaşmıştı. Firavun onlara kavuşup onlar da Firavunu
görünce Musa'ya şöyle demişlerdi.
"Nereye gideceğiz? O bize kavuştu. Bundan önce de Firavundan işkenceler
görüyorduk." Bunun üzerine Allah teala, Hz. Musaya, "Asanı denize
vur" diye emretti. Deniz yarıldı. Her parçası büyük bir dağ gibi oldu.
Denizin dibi kurudu. Allah onlara yeryüzünü açtı. Firavun da yağız bir aygır'a
binmiş onlan takibediyordu. Aynı renkte sekiz yüz bin at bulunuyordu. Diğer
renklerde olan binekler bu sayının dışındaydı. Cebrailin altında besili bir
kısrak bulunuyordu. Orada ondan başka kısrak yoktu. Mikail de Firavun kavminin
arkadan sürüyordu. Onlardan ayrılan herkesi tekrar onlara katıyordu.
İsrailoğullannın son kişisi de denizi geçtikten sonra Cebrail, Firavuna
yaklaştı. Firavunun aygın, kısrağın kokusunu aldı. O anda insiyatif Firavunun
elinden çıktı. Cebrail "Haydi yürüyün, bu insanlar denize daha layık
değiller." dedi. Bunun üzerine Firavun îsraitoğullannın peşinden denize
daldı. Firavun kavminin ilk adamı denizden çıkmaya yeltenince deniz, üzerlerine
kapandı. İşte o anda Firavun "İsrailoğullannın iman ettiğinden başka İlah
olmadığına iman ettim ve ben müslümanlardanım." dedi. Bunun üzerine ona:
"Şimdi mi iman ediyorsun? Halbuki bundan önce isyan ettin ve fesat
çıkaranlardandın." diye nida edildi.
Abdullah b.. Abbas, bu
hususta Resulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Cebrail (a.s.)
Firavunun, "Lailahe illallah" (Allahtan başka ilah yoktur) deyip
Allahın da ona merhamet edeceğinden korktuğundan onun ağzına çamur doldurmuştur[118]Hadis-i
şerifin diğer bir rivayeti şöyledir Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Allah, Firavunu
suda boğunca o, "İsrailoğullannın iman ettiğinden başka ilah olmadığına
iman ettim ve ben müslümanlardanım." dedi. Cebrail de dedi ki "Ey
Muhammed, benim, Allahın rahmeti, Firavuna erişir korkusuyla denizin
çamurlarından alıp onun ağzına nasıl doldurduğunu bir görseydin! [119]
Taberu bu hadis-i
şerifin benzerini Ebu Hureyre ve İbrahim et-Teymin-den de rivayet etmiştir. [120]
91- Şimdi mi
iman ediyorsun? Halbuki bundan önce isyan ettin. Ve fesat çıkaranlardandın.
Şimdi mi Allaha kul
olmayı kabul ediyor ve sadece onun ilah olduğuna iman ediyorsun? Halbuki sen,
bundan önce Allaha isyan ediyor ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyordun. [121]
92- Ardından
gelenlere bir ibret olman için bugün seni, cesedinle kurtarıp koruyacağız.
Şüphesiz kî insanların çoğu, delillerimizden gafildirler.
Ey Firavun, bugün biz
senin cesedini kurtarıyoruz ki senin helak olduğuna inanmayanlar, helak
olduğunu görsünler ve sen, daha sonra gelenlere bir ibret olasın. Ne yazık ki
insanların çoğu, delil ve âyetlerimizden gafildirler. Onlan düşünüp ibret
almazlar.
Abdullah b. Abbsa
diyor ki: "İsrailoğullanndan bazıları, Firavunun ölüp ölmediğinden şüphe
ettiler. Bunun üzerine Allah teala denize emretti, deniz, Firavunun ölü
cesedini dışan attı. Böylece İsrailoğullan onun öldüğünü gözleriyle gürdüler. [122]
93- Şüphesiz
ki biz İs'railoğullarım güzel bir yerde yerleştirdik. Ve onları helal ve teiniz
şeylerle rızıklandırdık. Kendilerine doğru bilgi gelinceye kadar ihtilaf
etmemişlerdi, muhakkak ki rabbin, kıyamet gününde ihtilaf ettikleri hususlarda
aralarında hükmünü verecektir.
Biz, îsraüoğullannı
Mısır ve Şam gibi güzel yerlere yerleştirdik. Biz onları helal azıklarla nzı
ki andırdık. Onlar, Muhammedin Peygamberliği hakkında, Allanın indirmiş olduğu
kitap geldikten sonra ihtilafa düştüler. Şüphesiz ki rabbin kıyamet gününde,
ihtilaf ettikleri, Muhammedin Peygamberliği hakkında aralarında hüküm verecek,
iman edenleri cennete, yalanlayanları da cehenneme koyacaktır. [123]
94- Ey
Muhammed, eğer sana indirdiğimizden şüphe ediyorsan senden önce kitap
okuyanlara sor. Şüphesiz ki sana, rabbin tarafından hak gelmiştir. O halde asla
şüphe edenlerden olma.
Ey Muhammed, eğer sen,
sana bildirdiğimiz şeylerin gerçekliği hususunda şüphede isen, senin zamanına
yetişen ehl-i kitabın takva sahibi olanlarına sor. Şüphesiz ki sana, Peygamber
olduğuna dair kesinlik ifade eden gerçek haber gelmiştir. Yahudi ve
Hristiyanlar da senin sıfatlarını kitaplarında görmüşlerdir. Sakın sen, bu
hususta şüphe edenlerden olma.
Katade diyor ki:
"Resulullah (s.a.v.)'in bu âyetin sonunH»; "He şüpe ediyorum ne de
bir kimseye sorma ihtiyacı hissederim." elediği rivayet edilmektedir.
Aslında Resulullah
(s.a.v.) kendisinin Peygamer olduğunda ve kendisine Allah tarafından indirilen
vahiy hususuda asla şüphe etmemektedir. Bu ifadenin böyle kullanılması
Arapça'nın bir özelliğindendir. Buna bir misâl olmak üzere şunu söylemek
mümkündür. Mesela bir kişi, oğlundan, bir işi kesinlikle yapmamasını isterse
ona şöyle derdi: "Eğer sen benim oğlum isen şu işi kesinlikle yapmayacaksın."
Bu ifade baba çocuğunun, gerçek çocuğu olup olmadığı hususunda şüphe etmiş
değildir. Bu, ifadenin özel bir şeklidir ve tekid ifade eder ve "Şu işi
kesinlikle yapmayacaksın." demektir. Buradaki ifade işte böyle bir
özelliği olan ifadedir. [124]
95- Allahın
âyetlerini yalanlayanlardan olma. Aksi halde hüsrana uğrayanlardan olursun.
Ey Muhammed, sakın
Allahın delil ve âyetlerini yalanlayanlardan olma. Aksi takdirde âhiret
hayatını kaybedenlerden olursun. Zira bunu yapan, Allahın rahmet ve rızasını
verip karşılığında gazap ve cezasını almıştır.
[125]
96-97-
Üzerlerine rabbinin hükmü hak olanlar iman etmezler. Onlara her türlü delil
gelse de can yakıcı azabı görmedikçe İman etmezler.
Ey Muhammed, senin
rabbinin lanet ve gazabının hak edenlere bütün ibret ve Öğütler gelse de can
yakıcı azabı bizzat gözleriyle görmedikçe iman etmezler. Nitekim Firavun ye
kavmi böyle olmuştur. Onlar tam boğulma anında iman etmeye kalkmışlardır. Amma
bunun bir faydası olmamıştır.
Bu âyet-i Kerime,
Resulullahı ve müminleri inatçı kâfirlerin iman etmemelerinden dolayı
üzülmemeleri için teselli etmekte ve maneviyat!annı bozmamalarını
Öğütlemektedir. [126]
98- Keşke
bir memleket halkı iman etseydi de, imanları kendilerine fayda verseydi.
Yunusun kavmi müstesna. Onlar iman edince, biz onları dünya hayatında
rüsvayhktan kurtardık ve onları belirli bir zamana kadar yaşattık.
Ey Muhammed, keşke
senden önce kendilerine Peygamber gönderdiğimiz ümmetlerden herhangi bir şehir
halkı bütünüyle iman etmiş olsalardı da imanları kendilerine fayda vermiş
olsaydı. Senden önce gönderdiğimiz Peygamberlerin kavimlerinin tamamı veya
çoğunluğu onları yalanladılar ve cezalarını da gördüler. Yunus Peygamberin
kavmi müstesna. Onlar hep birlikte iman ettiler. Biz de onlardan, dünya
hayatmdayken rüsvay edici azabı kaldırdık ve vadeleri yetinceye kadar onları
yalattık.
Bazı Müfessirler bu
âyet-i kerimeyi şu şekilde izah etmişlerdir:
Hiçbir memleket halkı
yoktur ki azap gelip kendilerine çattığında iman etmiş olsunlar da imanları
kendilerine fayda vermiş olsun. Yani, azap gelip çatınca yapılan iman fayda
vermez. Yunusun kavmi hariç. Bunlar, kendilerine azap gelip çatınca iman
etmişler ve imanları da kendilerine dünya hayatında fayda vermiştir. Bunlar iman
edince biz bunlardan dünya hayatında rüsvay edici azabı kaldırdık ve onları,
Ömürleri bitinceye kadar yaşattık.
Bu son izah şekli
Abdullah b. Abbas, Katade, İbn-i Mes'ud, Mücahid, Sa-id b. Cübeyyr ve benzeri
âlimler tarafından zikredilen izah şeklidir. Taberi de bu görüşü tercih
etmiştir.
Yunus aîeyhisleîam
kavmini, kendisine iman etmedikleri takdirde azaba uğrayacakları tehdidiyle
uyarmış sonra aralarından ayrılıp gitmiştir. Yunusun kavmi oîan Ninovalılar
(Musul) azap belirtilerini görünce pişman olarakiman etmişler. Allaha boyun
eğip yalvarmışlar, çoculanni, hayvanlarını da yanlarına alarak, Allah'tan
gelecek olan azabın kendilerinden uzaklaştınlması için kırk gün dua etmişler ve
bunun üzerine Allah teala onlara acmîîş ve gelecek olan azabı onlardan kaldırmıştır. [127]
99- Ey
Muhammed, eğer rabbin dileseydi yeryüzündckilerin hepsi iman ederdi. O halde
iman etsinler dîye insanları zorluyor musun?
Ey Muhammed, eğer
rabbin dilemiş olsaydı yeryüzündeki bütün insanlar, ister istemez iman etmiş
olurlardı. Fakat rabbin, hikmetinin gereği, herkesi iman edip etmemekte, kendi
iradesiyle başbaşa bıraktı. O halde sen onları zorla iman ettiremezsin. Senin
vazifen sadece tebliğ etmektir. [128]
100- Allanın
izni olmadıkça hiçbir nefis iman edemez. Allah, aklını kullanmayanlara
murdarlığı verir.
Alla izin vermedikçe
hiçbir kimse iman edemez. O halde ey Muhammed, kâfirlerin hidayete kavuşması
için kendini zorlama. Allah, kendi birliğini ve Peygamberinin hak olduğunu
gösteren delilleri düşünüp Öğüt almayan kimseleri gazabına ve azabına uğratır.
Mealde
"Murdarlık" diye tercüme edilen "Rics" kelimesini Taberi,
Allanın azabı ve gazıbı şeklinde almış ve âyeti ona göre izah etmiştir.
Abdullah b. Abbasın da bu görüşte olduğunu beyan etmiştir. [129]
101- Ey
Muhammed, de ki: "Bir bakın göklerde ve yerde ne var? İman etmeyen bir
kavme deliller ve uyarılar fayda vermez.
Ey Muhammed .kavminin
müşriklerine de ki: "Göklerde Allanın birliğini gösteren, güneş, ay, gece,
gündüz ve bulutlardan yağmurun yağması gibi nice şeyler ve olaylar var. Yeryüzünde de yine onun
birliğini ve kudretini gösteren, dağlar, ırmaklar, yarılıp bitkiler çıkaran
topraklar gibi nice deliller var. Eğer aklınızı kullanacak olursanız bunlarda
sizin için büyük ibretler vardır. Fakat bu çeşitli deliller, AH ahin
cezalandıracağını söyleyerek uyaran Peygamberlere iman etmemekte direnen bir
topluluğa ne fayda verecektir ki? [130]
102- O
inkarcılar, kendilerinden öncekilerin geçirdiği günlerin benzerinden başka bir
gün mü bekliyorlar? Ey Muhammed, onlara:"Öyleyse bekleyin, Ben de sizinle
birlikte beklemekteyim." de.
O müşrikler,
kendilerinden önce geçen Nuh, Âd ve Semud kavmi gibi, bizzat azabı görmekten
başka neyi bekliyorlar? Ey Muhamnıed, o müşriklere de ki: "Allanın
cezalandırmasını bekleyin ben de sizi nasıl cezalandırılacağınızı
beklemekteyim. [131]
103- Nihayet
biz Peygamberlerimizi ve bütün müminleri kurtarırız. Böylece iman edenleri
kurtarmak bize haktır.
Sonra biz daha önce
Peygamberlerimizi ve onlara iman edenleri kurtardığımız gibi, Peygamberimiz
Muhammed ve ona iman edenleri de kurtarırız. İman edenleri kurtarmamız bizim
için şüphe götürmeyen bir gerçektir. [132]
104- Ey
Muhammcd de ki: "Ey insanlar, benim dinimden şüphe etseniz de, bilmiş
olunuz ki, sizin, Allahtan başka taptıklarınıza ben asla ibadet etmem. Fakat
ben, sizi öldüren AUaha ibadet ederim. Ben, iman edenlerden olmakla
emrolundum.
Ey Muhammed, o
müşriklere de ki: "Eğer sizler, sizi davet ettiğim dinimden şüphe
ediyorsanız şunu iyi bilin ki ben, sizlerin, Alİahi bırakıp ta taptıklarınız
put ve tanrılara asla tapmam. Fakat ben, Ömrünüz bittiğinde sizi öldüren
Al-laha kulluk ederim. Rabbim bana, kendi katından gelenleri tasdik eden müminlerden
olmamı emretti.
Görüldüğü gibi Âyet-i
kerimede, Resuîullahın, müşriklere şunları söylemesi emrediliyor: "Siz
benim dinimden şüphe ediyorsanız da bu, size yakışmayan bir şeydir.Size
yaraşan, duyup işitmeyen, zarar ve menfaat vermeyen put ve heykellere
tapmanızda şüphe etmektir. Bu sebeple ben, sizin, Allah'tan başka
taptığınız" put ve ilahlara tapmam. Zira ben, herşeyi yaratan, her canlıyı
rıziklan-dıran, dirilten ve öldüren, faydalandıran ve zarar veren, yarattıkları
üzerinde kahredici bir güce sahib olan AUaha kulluk ediyorum. Siz ise,
başkalarına herhangi bir zarar veremedikleri gibi kendilerini en âciz
yaratıklara karşı dahi savunamayan put ve heykellere tapıyorsunuz. Benim dinim
mi şüphe edilmeye layık yoksa sizin dininiz mi? [133]
105- Hakka
eğilerek yüzünüzü dine çevir. Sakın Allaha ortak koşanlardan olma.
Yine rabbim bana dedi
ki: "Ey Resulüm sen, İslam dini üzerinde kararlı ol, Yahudiliğe ve
Hıristiyanlığa meyletme. Sakın sen, kulluğundan rabbine ortak koşanlardan
olma. [134]
106- Allahı
bırakıp sana fayda ve zarar veremeyecek şeylere ibadet etme. Eğer bunu yaparsan
o zaman sen de zalimlerden olursun.
Allahı bırakıp ta put
vb. zarar ve menfaat vermeyen şeylere kulluk etme. Şayet bunu yapacak olursan
kendini Allahın azabına atarak kendine zulmedenlerden olursun.
Bu âyet-i kerime'den,
bizzat Resululİahm, Allahı bırakıp ta başka bir şeye kulluk edebileceği
anlaşılmamalıdır. Bu ifadeden asıl maksat, Resulullahın şahsında diğer
insanları uyarmaktır. [135]
107- Allah,
seni bir zarara uğratırsa, onu senden kaldıracak ancak O'dur. Sana bir iyilik
tc dilerse lütfuna kimse mani olamaz. O, lütfunu kullarından dilediğine verir.
O, çok affeden ve çok merhamet edendir.
Ey Resulüm, şayet sana
Allah tarafından bir sıkıntı veya bir felaket dokunacak olursa onu senden,
Allaha ortak koşulan putlar değil ancak Allah kaldırır. Şayet Allah sana bir
hayır diler, herhangibir nimet verirse, Allahın lütfuna karşı gelecek te hiçbir
kimse yoktur. Allah, darlık ve genişlikleri, rahmet ve felaketleri,
kullarından dilediğine isabet ettirir. O, kullarından tevbe edip ona yönelenin
tevbesini çokça kabul eden ve kendisine iman edip itaat edenlere de çokça merhametli
davranandır.
Bu âyet-i kerime,
hayınn da şerrin de, faydanın da zararın da ancak Allah katarfından olduğunu,
bu hususta ona hiçbirşeyin ortak olmadığını, bu sebeple, ibadet edilmeye de
sadece onun layık olduğunu beyan etmektedir.
Bu hususta Abdullah b.
Abbas şu hadis-i Şerifi rivayet etmektedir: Abdullah b. Abbas diyor ki:
" Birgün
Resulullah'm terkisine binmiştim. Resulullah (s.a.v.) bana şöyle dedi: "Ey
genç sana bazı şeyler öğreteceğim. Sen, Alîahın emrini gözet ki Allah da seni
korusun. Allahın emrini gözet ki, onu yanında bulasın. Birşey istediğinde
Allah'tan iste. Bir yardım dilediğinde Allah'tan dile. Ve şunu iyi bil ki bütün
ümmet bir araya gelip sana herhangi bir fayda sağlamaya çalışsa Allahın, senin
için takdir ettiğinin dışında sana hiçbir fayda sağlayamazlar. Yine bütün ümmet
sana herhangi bir zarar vermek için bir araya gelecek olsalar, Allahın, senin
için takdir ettiği dışında sana herhangi bir zarar veremezler. Artık kalem
kaldırılmış ' sahifeler durulmuştur[136]
108- Ey Muhammed,
de ki: "Ey insanlar, size rabbiniz tarafından hak geldi. Kim doğru yola
giderse kendi lehine doğru yola gitmiş olur.Kim de saparsa kendi aleyhine
sapmış olur. Ben, üzerinize vekil değilim.
Ey Muhammed de ki:
"Ey insanlar, size, hak olan Kur'an geldi.Onda hidayet ve açıklamalar
vardır. Kim hak yolu tutar, dosdoğru giderse, ancak kendi lehine hareket etmiş
olur. Kim de Allah katından gelen hak din'den ve kitaptan sapacak olursa,
kendisine zarar vermiş olur. Ben, sizi düzeltmek için üzerinize gönderilmiş bir
zorba değilim. Ben, ancak tebliğ eden bir Peygamberim. [137]
109- Sana
vahyedilene uy. Allahın hükmü gelinceye
kadar sabret. Allah, üküm verenlerin en hayirhsıdır.
Ey Muhammed, Allahın
sana vahyettiği şeylere uy. Bu yolda sana dokunan eziyet ve sıkıntılara karşı
Allahın, seninle seni inkâr edenler arasında hüküm vermesine kadar sabret.
Allah, kullan arasında en hayırlı hüküm verendir Çünkü o, adaletle hüküm verir,
hakkı ortaya çıkarır. Allah, Resulü ile onunla .ayrılığa düşenler arasında
Bedir savaşında hükmünü verdi ve onları kılıçlarla öldürttü. Peygamberine, sağ
kalanlarına karşı da, iman etmelerine kadar aynı şekilde davranmasını emretti.
İbn- Zeyd demiştir ki:
"Bu âyet-i kerimme, müşriklere karşı cihad etmeyi ve onlara sert
davranmayı emreden, Enfal suresinin yetmiş üçüncü âyeti ve Tev-be suresinin yüz
yirmi üçüncü âyeti gibi âyetlerle neshedümiştir. Zira, Alla teala artık
müşriklere karşı cihad etme hükmünü vermiş Resulullahm sabretmesi meselesini
sona erdirmiştir. [138]
[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/391-392.
[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/393.
[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/394.
[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/395.
[5] Kehf suresi, 17/29
[6] ibrahim suresi, 14/16-17
[7] Muhammed suresi, 47/15
[8] Tirmizi, K. el-Cehennem bab: 4 Hadis No: 2583
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/395-396.
[9] Allah teala,bu âyet-i kerimede, güneş ile ayın
yaratılmalarındakİ sır ve hikmetleri beyan ederek güneş ve ayın, gündüz ve gece
birer aydınlatma aracı olduğunu, zamanın hesap-lanabilmesi için birer vasıta
yapıldıklarını, bunların gelişigüzel değil, Allahın emriyle, yerli Ebu Cafer
Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/397.
yerince hareket
ettiklerini beyan etmektedir.
Bu konuyla ilgili
olarak Kur'an-ı kerimde birçok ayetler bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şu
âyetlerdir:
"Ay'a menziller takdir
ettik. Nihayet o, eski hurma salkımının eğri sapma döner." "Ne
güneşin ay'a erişmesi gerekir, ne de gece gündüzü geçer. Hcrbiri bir yörüngede
yüzmektedir. "(36/35-40) "Güneş de ay'da mutlaka bir hesaba göre
hareket eder."(55/5).
[10] Yusuf suresi, 12/105
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/397-398.
[11] Hud suresi, 11/15-16
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/398.
[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/399.
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/399.
[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/400.
[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/400-401.
[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/401.
[17] Müslim, K. ez-Zikr,bab: 99, Hadis No: 2742 / Timizi,
K. el- Filen, bab: 26 Hadis No:219, îbn-i Mace, K. el-Fiten, bab: 19, Hadis No:
3998
[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/401-403.
[19] Hac suresi âyet, 1,2
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/403-4054.
[20] Buîıart- K. eİ-Bcd'İI vahy bab: 6
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/404.
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/405.
[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/405.
[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/406.
[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/406.
[25] Buhari K. Tefsir el-Kur'an, sure, 11 bab:5 /Müslim, K.
el-Bİrr bab: 61 Hadis No: 2583
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/406-407.
[26] Ahmed b Hanbel, Müsned, C: 1, S: 307
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi
Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/407-408.
[27] İsra suresi, âyet, 67
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/408-409.
[28] Kehf suresi, 18/45
[29] Zummer suresi, 39/21
[30] Hadid suresi, 57/21
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/409-410.
[31] Ahmed b Ilanbel, Müsned, C: 5, S: 197
[32] Tirmizi, K. el-Edeb, bab: 76 Hadis No: 2860
[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/411-412.
[34] Müslim, K. el- İman, bab: 297, Hadis No: 181 /
Tirmizİ, K. Tefsir el~Kur'an, Sure: 10, bab: 1 Hadis No: 3105
[35] Ankubet suresi, 29/27
[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/412-414.
[37] Âl-i imran suresi, âyet, 106-107
[38] Abese suresi, Syet, 38-42
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/415.
[39] Bakara suresi, âyet, 166-167
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/415-416.
[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/416.
[41] Kıyamet suresi, âyet, 13-15
[42] isra suresi, âyet, 13-14
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi
Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/416-417.
[43] Abese suresi, âyet; 24-33
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/417-418.
[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/418.
[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/418.
[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/419.
[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/419-420.
[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/420.
[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/420-421.
[50] îsra suresi, âyet; 88
[51] HÛd, suresi, âyet, 13
[52] Bakara suresi, âyet, 23-24
[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/421-422.
[54] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/422.
[55] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/422.
[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/423.
[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/423.
[58] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/424.
[59] Müslim, K. el-Birr, bab: 55, Hadis No: 2577
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/424.
[60] Ahkaf suresi, âyet, 35
[61] Naziat suresi, âyet, 46
[62] Tâhâ suresi, âyet, 103-104
[63] Rüm suresi, âyet; 55
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/425.
[64] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/426.
[65] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/426.
[66] Şûrâ suresi, âyet, 18
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/427.
[67] Nahl suresi, âyet 16/61
[68] Hicr suresi, âyet 15/5
[69] MünafıkÛn suresi âyet, 63/11
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/427.
[70] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/428.
[71] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/428.
[72] Tûr suresi, âyet; 13-16
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/428-429.
[73] Sebe' suresi, âyet; 24-33
[74] Teğabün suresi, âyet; 7
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/429.
[75] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/430.
[76] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/430.
[77] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/430-431.
[78] îsra suresi, âyet; 17/82
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/431.
[79] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/431-432.
[80] Ahmed b. Hanbel. Müsned, C: 3, S: 473
[81] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/432-434.
[82] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/434.
[83] Enam suresi, 6/59
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/435.
[84] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C:5, S: 343
[85] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/435-437.
[86] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/437.
[87] Tirmizi K. er-Rü'ya bab: 3, Hadis No: 2275
[88] Tirmizi K. Tefsir el-Kur'an. sure 10, bab: 2, Hadis
No: 3106
[89] Darimi K. er-Rü'ya bab: 2
[90] Darimi, K. er-Rü'ya bab: 3
[91] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/437-440.
[92] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/440.
[93] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/440-441.
[94] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/441.
[95] Meryem sûresi, âyet; 88-95
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/441-442.
[96] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/442.
[97] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/442.
[98] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/443.
[99] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/443.
[100] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/444.
[101] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/444.
[102] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/445.
[103] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/445.
[104] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/445.
[105] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/446.
[106] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/446.
[107] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/447.
[108] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/447.
[109] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/447.
[110] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/448.
[111] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/449.
[112] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/449.
[113] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/450.
[114] Nuh suresi, 71/26-27
[115] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/451-452.
[116] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/452-453.
[117] Mümin suresi, 40/84-85
[118] Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an sure, 10 bab: 4, Hadis
No: 3108
[119] Tirmizi, K. Tefsir eİ-K>fan sure 10, bab: 3 Hadis
No: 3107
[120] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/453-455.
[121] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/455.
[122] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/455.
[123] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/456.
[124] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/456-457.
[125] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/457.
[126] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/457.
[127] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/458.
[128] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/459.
[129] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/459.
[130] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/459-460.
[131] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/460.
[132] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/460.
[133] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/461.
[134] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/461.
[135] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/462.
[136] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 1 S: 293
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/462-463.
[137] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/463.
[138] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/463-464.