YUNUS SURESİ 2

 


YUNUS SURESİ

 

Yunus suresi Mekke'de nazil olmuştur ve yüz dokuz âyettir.

Bu sure-i Celİle de diğer Mekki sureler gibi uluhiyet gerçeği ile kulluk meselesi arasındaki münasebetleri beyan etmekte, insanlara gerçek, rableri olan Allah tealayı tanıtmaktadır.

Sure-i Celile, Mekke'de bulunan putperestlerin, Resulullaha gelen vahiy gerçeği karşısındaki tutumlarını ele almakta, Kur'anın başka bir kaynaktan değil bizzat Allah teala tarafından gönderildiğini beyan etmektedir. Âyet-i kerimede bu hususta şöyle buyurulmaktadır:

"Bu Kur'an Allah'tandır. Allah'tan başkası tarafından uydurularak Allah'a nisbet edilmiş değildir. Fakat o, daha önceki semavi kitapları doğrulayan, onlar­da yazılı olan hakikatlan açıklayan bir kitaptır. Âlemlerin rabbi olan Allah'tan indirildiğinde asla şüphe yoktur.

Müşrikler Resulullah'tan, Kur'anın dışında bir mucize istiyorlar, Kurana inanmıyorlar ve onun doğruluğunu ispat etmek için başka harikan talep edi­yorlardı. Kur'an-i Kerim onlara bu hususta şöyle cevap veriyor:

"Andolsun ki sizden önce nice nesilleri, zulmettikleri zaman helak et­tik.peygamberi erimiz onlara apaçık delilleri getirdileri halde onlar inanmamış­lardı. İşte biz, zalimleri böyle cezalandırırız."

"Rabbinden ona bir mucize indirilse ne olur?" derler. Onlara de ki "Gaybi bilmek Allaha mahsustur. Doğrusu ben de sizinle birlikte beklemekteyim."

Allah teala, müşriklerin bu inatçı ve anlamsız davranışları karşısında üzü­len Resulullahi teselli ediyor ve üzülmemesi için buyuruyor ki: "Onların söyle­dikleri sözler seni üzmesin. Kuvvet ve kudret yalnızca Allahındır. O, her şeyi işitendir, bilendir."

Allah teala sure-i Celilede devamla, müşrikleri, dünyaya olan aldatıcı gü­venden sakındırıyor, uğrayacakları kayıptan dolayı onları korkutuyor ve onla-ra,bu dünya hayatının aslında bir imtihan yeri olduğunu, asıl hayatın âhirette yasanacağım beyan ediyor sonra da mmuhtelif kıyamet manzaralarını gözler önü­ne seriyor, daha sonra da inançlanndaki bu sakatlıktan dolayı başlarına gelecek felaketleri açıklıyor.

Yine sure-i celile, geçmişteki yalanlayıcılann akıbetlerinin ne olduğunu bildiriyor. Bazan o kavimlerin başlarına gelenler doğrudan haber veriliyor ba-zan da Peygamberlerin kissalanyla anlatılıyor.

Sure-i celile, vahyi yalanlayan müşriklere meydan okuyor ve eğer güçleri yetiyorsa Kur'anın surelerine benzer bir sure meydana getirmelerini teklif ede­rek onlan âciz bıkakıyor.

Hz. Musarun kisassma işaret ediliyor ve Firavun ve ordusunun Allalıın Peygamberini yakalayıp öldürmek için arkasından gittiklerini ve denizde boğu­lurken Musa'nın rabbine iman ettiklerini söylediklerini fakat bu imanlarının ka­bul edilmediğini beyan ediyor. Daha sonra, Allah teala'nın, Peygamberlerini ya­lanlayanlara gönderdiği çeşitli azaplar haber veriliyor ve sure-i celile şu yet-i kerime ile sona eriyor:

"Sana ne vahyediliyorsa onu tabi ol. Allah hükmünü verinceye kadar sab­ret, O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır."[1]

 

Rahman ve Rahim olan Allahın adıyla

 

1- Elif, Lâm, Râ, Bunlar, hikmet dolu kitabın âyetleridir.

Bunlar, Allahın, sağlamca yapıp kullarına açıkladığı, muhkem Kur'anın . âyetleridir.

Elif, Lâm, Râ ve benzeri Mukattaa harfleri hakkında Bakara Suresinin başında verilen izahata bakınız. Orada Elif, Lâm, Mim harfleri hakkında izahat verilmiştir. Burada ise Elif, Lâm, Râ harfleri vardır. Bu sebeple oradaki izahata ilaveten bu harfler hakkında da şunlar söylenmiştir.

Abdullah b. Abbas ve Dehhaktan, bu harflerin mânâlarının: "Ben AUa-hım, görürüm." anlamına geldiği rivayet edilmiştir.

Yine Abdullah b. Abbas, Salim b. Abdullah ve Âmir'den nakledilen diğer bir görüşe göre bu harfler, Allahın, er-Rahman sıfatının kısaltılmış şeklidir.

Katade'den nakledilen diğer bir görüşe ise bu harfler, Kur'an-ı Kerimin isimlerindendir. Ayet-i kerimede geçen "Kitap"tan maksadın, İncil veya Kur'an-dan önce inen kitaplar olduğu, Mücahit ve Katade tarafından söylenmişse de Taberi bundan maksadın Kur'an olduğunu söylemiştir. Çünkü Önceki kitaplar zikredilmemiştir. [2]

 

2- İçlerinden bir adama: "İnsanları uyar, iman edenleri, rablcrinin katında yüce derecelerle müjdele." diye vahyetmemizde, insanlar İçin şaşı­lacak bir şey mi var ki kâfirler: "Şüphesiz ki bu adam apaçık bir sihirbaz­dır." dediler?

İnsanlar bizim içlerinden biri olan Muhammedi seçip te ona, kendilerini uyarması, AİIahın azabıyla korkutması, Allaha ve Peygamberine iman edenleri, yapmış oldukları salih ameller karşılığında, kendileri için Allah katında güzel mükâfaatlar bulunduğunu müjdelemesini vahyetmemizde şaşılacak bir şey mi görüyorlar? Bu insanlar daha önce de onun gibi bir Ademoğluna vahiy gönder­diğimizi sanki bilmiyorlar mı?

Peygamber bu insanları müjdeleyip uyarınca AİIahın birliğini inkâr eden­ler "Şüphesiz ki o apaçık bir sihirbazdır, iddia ettiği şeyler asılsızdır." dediler.

Âyet-i kerime'de geçen ve "Onlar için rablerinin katında yüce dereceler vardır." şeklinde tercüme edilen cümlesi, mües­sirler tarafından farklı şekillerde izah edilmiştir.

a- Dehhak, Miicahid, Abdullah b. Abbas, Rebi' b. Enes ve İbn-i Zeyd, bu cümleyi şu şekilde izah etmişlerdir. "Yapmış oldukları salih ameller karşılığında onlar için rableri katında güzel bir rnükafaat vardır."

b- Ali b. Ebi Talha'nın, Abdullah b. Abbas'tan rivayet ettiğine göre bu cümlenin manası şöyledir: "Onların cennetlik oldukları, rableri katında levh-i mahfuzda mevcuttur."

c- Katade, Hasan-ı Basri ve Zeyd b. Esleme göre bu cümlenin manası ş'öyledir: "Onlara, rableri katında, Muhammed (s.a.v.) şefaatçi olacaktır.

Taberi bu görüşlerden birinci görüşün tercihe şayan olduğunu, bu ifade­nin manasının, "Onların, rableri katında salih amelleri vardır. Bu amelleri saye­sinde mükafaatîara erişeceklerdir." şeklinde olduğunu söylemiştir.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Allah teala Muhammed (s.a.v.)'i Peygam­ber olarak gönderince, Araplar onun Peygamberliğini inkâr ederek şöyle dedi­ler: "Alah,Muhammed gibi bir insanı Peygamber göndermekten münezzehtir." Onların bu sözü üzerine Alla teala işte bu âyet-i kerimeyi gönderdi. [3]

 

3- Şüphesiz ki rabbinîz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, daha son­ra kudretiyle arş'ı kuşatan Allah'tır. Bütün işleri nizama koyan O'dur. Hiçbir kimse onun izni olmadıkça şefaatçi olamaz. İşte bu, rabbiniz olan Allah'tır. Yalnız ona ibadet edin. Hiç düşünmez misiniz?

Şüphesiz ki sizin rabbiniz, gökleri ve yeri, hiçbir ortağı ve yadımcısı ol­maksızın, tek başına, altı günde yaratan sonra da arş'ı kuşatan AUahtır. Bütün iş­leri o sevk ve idare eder. Onun sevk ve idaresine hiç kimse karışamaz. Kıyamet gününde onun huzurunda, o izin vermedikçe hiçbir kimse başkasına şefaatçi olamaz. İşte rabbiniz olan Allah budur. Sadece ona kulluk edin. İşitmeyen, gör­meyen ve idraki olmayan varlıkları değil, sadece onu rab edinin. Hiç bunları dü­şünüp ibret almaz mısınız[4]

 

4- Hepinizin dönüşü Allahdır. Bu, AİIahın, hak olan vaadidir. Allah, varlıkları yoktan yaratmıştır. İman edip salih amel işleyenleri, adaletle mükâfaatlndırmak için, bütün yaratılanları, yok olduktan sonra tekrar dı-riltcccktir. Kâfirlere ise, inkârlarının cezası olarak, cehennemde kaynar içecekler ve can yakıcı bir azap vardır.

Kıyamet gününde hepinizin dönüşü rabbinizedir. Allah, bunu size bir gerçek olarak vaadetmiştir. Rabbiniz, bütün varlıkları henüz hiçbiri ortada yok­ken varetmiştir. Sonra onlan öldürüp yok edecek ve tekrar diriltecektir ki, em­rettiği amelleri, İşleyen müminleri adaletli birşekilde mükâfaatlandirsın ve onla­ra âhirette, yaptıklarının karşılığını versin. AUahın varlığını ve birliğim inkar edenlere gelince onlar için cehennemde kaynar içecekler ve yine bu inkarları se­bebiyle can yakıcı bir azap vardır.

Allah teala, bu âyet-i Kerimede, yarattıkları, öldükten sonra tekrar diril-temesinin hikmetini beyan etmekte ve bu hikmetin, herkese, yaptığının karşılı­ğını vermek olduğun açıklamaktadır.

Âyet-i kerîmede, cehennemliklerin, kaynar sular içecekleri beyan edil­mektedir. Bu hususta başka bir âyet-i kerimede de şöyle Duyurulmuştur: "Şüp­hesiz biz, zalimlere, çevrelerini surlarıyla kuşatan korkunç, bir ateş hazırlamışız-dır.Susuzluktan dolayı yardım istediklerinde onlara erimiş maden^ibi bîr su ve­rilir ki yüzleri haşlar, O, ne kötü bir içecektir. O, cehennem ne kötü bir yerdir. [5]

Ebu Ümame el-Bâhilî, Resulullahin,

"Her zorba inatçıya irinli sudan içirilecektir. O, suyu yutkunur fakat bir türlü yutamaz. [6] âyetinin izahında şöyle buyurduğunu riayet etmiştir. "Su o ki­şinin ağzına yaklaştırılır. O bunu sevmez. Ancak su ona yaklaştınldığında yüzü­nü kavurur ve başının derisi sıyrılıp düşer. Onu içtiğinde ise su onun barsaklan-nı parçalar. Onlar onun arkasından dökülür. Bu hususta Allah teala: "Cehen­nemde ebedi kalanlara kaynar sular içirilecek o da onların barsaklanni param­parça yapacaktır. [7]buyurmaktadır[8]

 

5- Güneşi ışıklı ayı nurlu kılan, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için ay'a menziller takdir eden Allah'tır. O, bunları, şüphesiz yerli yerince yaratmıştır. Allah, bilen bir topluluk için, âyetleri geniş olarak açıklar.

Güneşe aydınlatma, ay'a nurlandırma gücünü veren, yılların sayısını ve günlerin hesabım bilmeniz için ay'a, eksiltip çoğaltmayacağı mesafeler takdir eden, o rabbinizdir. Rabbiniz, ay ile güneşi hoşun değil, yerli yerince yaratmış­tır O, âyet ve delilleri, Allanın varlık ve birliğini düşünen bir topluluk için açıklar. [9]

 

6- Şüphesiz ki gece ve gündüzün, birbiri ardınca gelmesinde, Allahın, göklerde ve yerde yarattıklarında, Alahtan korkan bir topluluk için deliller vardır.

Şüphesiz ki gece ile gündüzün, biri gidip diğeri gelerek, birbirlerini taki-betmelerinde ve Allanın, göklerde ve yerde yarattığı çeşitli varlıklarda, Allahın tehdit ve cezalandırmasından korkan bir topluluk için, Allahın varlığını ve birli­ğini gösteren deliller vardır.

Allah teala bu âyet-i kerimede, varlığını ve kudretini gösteren delileri zikretmiştir ki böylece kullan, Allah'tan başka rableri olmadığını, her şeyin ya­ratıcısının kendisi olduğunu bilsinler ve Allaha ortak koşanlara karşı bu delilleri de ileri sürsünler. Çünkü insan gafildir, uyarılmaya muhtaçtır. Bu sebeple diğer bir âyet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır.

"Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, insanlar bunların yanından yüz eçirip geçerler de irbret almazlar. [10]

 

7-8- Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olup onunla rahat edenler ve âyetlerimizden gafil olanlar, işte onların yaptıkla­rından dolayı, varacakları yer ateştir.

Ahirette rnükâfaat ve ceza görmeyi yalanlayıp huzurumuza çıkmaktan korkmayanlar, kahireti bırakıp sadece bu dünya hayatına razı olanlar ve dünya­nın, aldatıcısı süs ve güzelliklerine gönül bağlayanlar.bizim birliğimizi gösteren delil ve alametlerden gafil olup, bunlardan öğüt almaktan yüz çevirenler, işte bunların ahirette varıp kalacakları yer, dünyada işlemiş oldukları günahlar yü­zünden cehennem ateşidir.

Bu âyet-i kerime, kıyamet gününde Al I ahırı huzuruna çıkmayı inkâr eden, dünya hayatıyla yetinip ona kalbden bağlı olanların, hahirette hayatlarının perişan olacağını bildirmekte, bizlerin de böyle olmamamız için ikaz etmekte­dir.

Bu hususta başka âyetlerde de şöyle buyurulmuştur: "Kim, dünya hayatı­nı ve onun zinetlerini isterse bizonlara, dünyada yaptıklarının tam karşılığını veririz. Onların orada bir şeyleri de eksiltilmez. Bunlara ahirette de cehennem ateşinden başka birşey yoktur. Yaptıkları orada boşa çıkmıştır. Zaten işledikleri

bâtıldır. [11]

 

9- Şüphesiz ki iman edip salih ameller işleyenleri, rablcri,ımanları se­bebiyle doğru yola iletir. "Naîm" cennetlerinde onların altlarından ırmak­lar akar.

Şüphesiz ki Allaha ve âhiret gününe iman edip salih amel işleyenleri, rab-leri, imanları sebebiyle cennete sevkeder. Bu müminlerin, Allanın, kendilerine nimet verdiği cennetlerde Önlerinden ırmaklar akar.

Bu âyet-i kerime'de, ahirette mes'ud olacak müminlerin halleri bildiril­mektedir. Bunlar, imanları sayesinde kendilerini kurtarmış olacaklardır. Allanın bir lütfü olarak ta çeşitli nimetlerle doldurulmuş cennetlere yerleştirileceklerdir. [12]

 

10- Onların orada duaları: "Ey Allahımız, seni noksan sıfatlarından tenzih ederiz." dir. Oradaki selamlaşmaları da "Selam" sözdür. Duaları­nın sonu ise "Alemlerin rabbi olan Allaha hamdolsun."dur.

Cennet ehlinin, oradaki duaları: "Ey rabbimiz seni, sana yakışmayan şeylerden tenzih ederiz."dir. Birbirleriyle selamlaşmaları ise: "Selam olsun sana, yani, sen, cehennemliklerin uğradıkları kötü akıbetten selamette o." demeleridir.

İbn-i Cüreyc diyor ki: "Bize anlatıldığına göre, cennetliklerin üzerin­den, arzuladıktan bir kuş uçunca onlar: "Sübhaneke Allahümme" derler, işte onların duaları budur. Onların bu duaları üzerine bir Melek', arzuladıklarım on­lara getirir ve onlara selam verir. Onlar da Meleğin selâmını alırlar. "Onların oradaki selamlaşmaları "SelanTdir. Cümlesi bunu ifade etmektedir. Onu yedik­ten sonra da "Âlemlerin rabbi olan Allaha hamd ederler. Dualarının sonu ise "Âlimlerin rabbi olan Allaha hamd olsun" olsun" şeklindedir." Cümlesi de bunu ifade etmektedir. [13]

 

11- Eğer Allah, insanların^ hayırı acele istedikleri gibi onlara şerri de acele verseydi vadeleri bitmiş olurdu. Fakat biz, bizimle karşılaşmayı um­ma yanlan azgınlıklarında bırakırız da bocalayıp dururlar.

Eğer Allah, insanların mal ve canlarına zarar verecek olan beddualarım, hayır dileğinde bulundukları duaları gibi hemenkabul edecek olsaydı, ölüm der­hal kendilerini yakalar ve vadeleri biterek helak olurlardı. Fakat biz, Öldükten sonra dirilmeye ve huzurumuza çıkarak hesap vermeye iman etmeyenleri, az­gınlıklarında ve inatçılıklarında serbest bırakırız. Şaşkınlık içinde bocalayıp du­rurlar.

Allah teala bu âyet-i kerimede, kullarına karşı Iütufkâr olduğunu, kulla­rın birbirleri aleyhinde yaptıkları haksız beddualarını hemen kabul edip onları helak etmediğini,müminlere tevbe imkânı bırakıp kâfirlere de mühlet verdiğini beyan etmektedir. Bir mümin, ne kadar kızgın ve Öfkeli olursa olsun, kendisi, çocukları ve malları aleyhine bedduada bulunmamalıdır.

Mücahid diyor ki: "İnsanların beddua etmeleri.kızmaları durumunda, ço­cuklarına veya mallarına "Allahım, sen bunda hayır bırakma, sen buna lanet et." şeklindeki beddualandır.Eğer Allah, bu tür dualarını kabul etmiş olsaydı onlar yok olup giderlerdi. [14]

 

12- İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken veya otururken veya ayakta iken bize yalvarıp durur. Fakat ondan, uğradığı zararı kalda-rınca, sanki o, dokunan zararın kalkması için bize yalvarmamiş gibi yine yoluna devam eder. İşte böyle aşırı gidenlerin yaptıkları, kendilerine güzel gösterilir.

İnsana bir zorluk, bir sıkıntı isabet ettiği zaman, yatarken olsun otururken olsun, ayakta iken olsun, o sıkıntı ve zorluğun giderilmesi için bizden yardım dileyip durur. Fakat biz onun başına gelen sıkıntıyı kaldırdığımızda,insan o için­de bulunduğu hali unutur veya unutmaya çalışır. Mevlasına şükretmeyi terk e-der, tekrar sapıklığa ve Allaha ortak koşmaya döner. Sıkıntısı kaldırılan insana, tekrar inkâra dönmek süslü gösterildiği gibi, Allaha karşı yalan uydurmada ileri gidenlere de yaptıkları günahları süslü gösterilir.

Allah teala bu âyet-i kerimede, İnsanoğlunun hem çok sabırsız hem de arsız olduğunu beyan etmektedir. Öylekİ, insanoğluna bir sıkıntı ve bir darlık geldiğinde ne durumda olursa olsun derhal Aİlaha yalvararak o sıkıntının kendi­sinden uzaklaştırılmasını ister. Ona hiç sabretmez. Bununla beraber Allah, sı­kıntıyı kendisinden giderip aydınlığa çıkardığı zaman o sıkıntılı olan eski halini hemen unutur ve tekrar İsyana döner. [15]

 

13- Şüphesiz biz, sizden önce birçok nesilleri, Peygamberleri kendile­rine apaçık delililerle geldikleri halde, zulmettikleri için helak ettik. Zaten onlar, iman edecek değildi. İşte biz, suçlu birkavmi böyle cezalandırırız.

Ey müşrikler, biz sizden önce de inkâr eden, Allanın emirlerine karşı ge­len ve Peygamberlerini yalanlayan nice kavimleri heiak ettik. Halbuki Peygam­berleri onlara, kendilerinin hak Peygamber olduklarını gösteren apaçık/deli 11er-ye alâmetler getirmişlerdi. Bu helak edilen kavimler ise, kendilerini hakka davet eden Peygamberlere iman edecek durumda değillerdi. Peygamberlerini yalan-layn, geçmişteki zalim kavimleri helak ettiğimiz gibi, Peygamberim Muhamme­di yalanlayan siz suçluları da şayet vaz geçip tevbe etmezseniz öylece helak ederiz. [16]

 

14- Sonra da sizi, onların ardından, ne yapacağınızı görmek için yer­yüzünde haliflcr kıldık. Ey insanlar, biz o geçmişteki kavimleri helak ettikten sonra sizleri onlann yerine getirdik ki bakalım siz ne yapacaksınız. Onlann izini takİbedip cezalan­dırılmayı mı hak edeceksiniz yoksa onlar gibi davranmayıp hak yolda devam ederek sevaba mı erişeceksiniz.

Allah teala bizleri yeryüzünde başıboş olarak yaratmamış, bizleri, ken­disini tanımamız ve tanımayanlara da tanıtmamız için halife yani vekil yapmış­tır. Bizim yaptıklarımızı ve yapmadıklarımızı kontrol etmektedir. Sonuçta bizi cezalandıracak veya mükâfaat! andıracaktır.

Bu hususta Peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

"Şüphesiz ki dünya tatlıdır, yeşildir.- Allah sizleri orada halifler kılmıştır. Ne yaptığınıza bakmaktadır. Dünyadan kaçının, kadınlardan kaçının. Zira, İsrai-loğullannın ilk fitnesi kadınlardan kopmuştur. [17]

Katade, Ömer b. el-Hattab (r.a)'ın, bu âyetin izahında şunları söylediğini rivayet etmiştir. Hz. Ömer demiştir ki: "Rabbimiz doğru söyledi. O, bizleri, an­cak amellerimizin nasıl olacağını görmek için yeryüzünde halifeler kıldı. Siz, Allah gece gündüz, gizli ve açık iyi ameller gösterin."

Abdurrahman b. Ebi Leyla diyor ki; "Bir gün Avf b. Mâlik (r.a.), Ebube-kir (r.a.)'a dedi ki: "Ben rüyamda gördüm ki, gökten bir ip sarkıtıldı ve Resulul-lah yukarı çekildi. Tekrar sarkıtıldı, Ebubekir yukarı çekildi. Sonra insanlar, minberin etrafında (boylarını) ölçüştüler. Ömer diğer insanlardan üç zir'a uzun geldi," Bunun üzerine Ömer, Avf b. Malik'e müdahale ederek "Bırak rüyanı, bi­zim ona ihtiyacımız yoktur." dedi. Daha sonra Ömer Halife olunca dedi ki: "Ey Avf, şimdi rüyanı anlat" Avf dedi ki "Senin rüyama ihtiyacın varmi? Sen o za­man beni azarlamamış miydin?" Ömer dedi ki: "Vay haline* ben korkmuştum ki, sen Resulullahm halifesine, ölüm haberini bildiriyorysun." Bunun üzerine Avf b. Malik, Ömere rüyasını anlattı. Ömerin, diğer insanlardan üç zira uzun ol­masına gelince, şunları söyledi: "Bu zir'alardan biri, onun halife olmasıdır. İkincisi, Allah hakkında, kınayanın kınamasından korkmamasıdır. Üçüncü ise şehit olmasıdır." Bunun üzerine Ömer dedi ki: "Allah teala buyuruyor ki: "Sonra da sizi, onların ardından, ne yapacağını görmek için yeryüzünde halifeler kıldık. Ey anasının yavrusu Ömer, sen halife kılındın, ne yapacağına iyi bak. Allah hak­kında, kınayanın kınamasından korkmamam, meselesine gelince, bu Allanın di­lediği bir şeydir. Benim şehit olacağını beyen eden sözüne gelince, Ömer ner-den şehit olacaktır. Çünkü müslUmanlar onu kuşatıp muhafaza altına almışlar­dır. Ancak Allah, dilediğini yapmaya kadirdir." [18]

 

15- Apaçık âyetlerimiz onlara okununca, bizimle karşılaşmayı um-mayanlar, Peygambere şöyle dediler: "Bize bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir." Ey Muhammcd, onlara şöyle de: "Onu kendiliğimden değişterme yetkisine sahip değilim. Ben de ancak bana vahyolunana tabi oluyorum. Eğer ben, rabbimc karşı gelirsen şüphesiz ki büyük günün aza­bından korkarım."

Müşriklere Kur'anm apaçık ve hakkı gösteren âyetleri okunduğu zaman, öldükten sonra dirilmeye inanmayan ve huzurumuza çıkacaklarını beklemeyen­ler, Peygamberimize şöyle derler: "Ey Muhammed, sen bu Kur'andan başka bir-Kur'an getir. Veya bunu değiştir. Bildirdiği bir kısım helali arı haram, haramları da helal yap."

Ey Muhamed onlara de ki: "Kur'am değiştirmek benim elimde değildir. Onu değiştirmek, emri geri çevirilemeyen Al lalım elindedir. Ben de ancak rab-bim tarafından bana vahy edileni ere uymaktayım. Şayet ben rabbimin emrine karşı çıkacak ve bana gelen vahyi değiştirecek olursam, şüphesiz ki ben, dehşeti büyük olankıyamet günün azabından korkarım.

Âyet-i kerimede kıyamet günü zikredilirken "Büyük gün" ifadesi geç­mektedir Evet, kıyamet gününün dehşeti büyüktür. Nitekim bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyrulmaktadır: "Ey insanlar rabbinizden korkun. Çünkü kiyametin sarsıntısı büyük bir şeydir." "Onu gördüğünüz zaman her emzikli kadın emzirdiği çocuğundan geçer. Hamile kadın çocuğunu düşürür. Sen insanları sar­hoş görürsün. Aslında onlar sarhoş değildirler. Fakat Allanın azabı şiddetli-di"[19]

 

16- Ey Muhammcd, de ki: "Eğer Allah dileseydi Kur'anı size oku­mazdım. Allah da onu size bildirmezdi. Ben o, Kur'an gcnıcdcn önce yıllar­ca aranızda bulundum. Hiç aklınızı kullanamaz mısınız?

Ey Muhammed, onlara de ki: "Eğer Allah dileseydi ben size bu Kur'anı okumazdım. O da size bunu bildirmiş olmazdı. Ben, bana vahiy gelmeden önce kırk yıl sizin içinizde kaldım. O süre içinde böyle bir iddiada bulundum um? Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz? Şayet ben böyle bir şeyi uyduracak olsay­dım bunu daha önce yapardım.

Âyet-i kerime, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'in, hak Pey­gamber olduğunu beyan etmektedir. Zira o, müşriklerin arasında kırk yıl yaşa­mıştır. Hayatının bu bölümünde davranışlarıyla, aklı ve güvenirliliği ile hep seç­kin bir şahsiyet olarak tanınmıştır. Kırk yaşından sonra, böyle mümtaz bir şahsi­yetin, kendiliğinden kitap uydurup ve bunu, Allah tarafından gönderildiğini söylemesi mümkün müdür? Bunun böyle olduğun iddia etmek akıl işi değildir.

Ebu Süfyan b Harb, henüz Müslüman olmadan önce, Bizans imparatoru Meraki i yüs ile karşılaşıp Resulullah (s.a.v.) hakkında konuşurken, Herakliyüs Ebu Süfyana: "O kişi bu iddiada bulunmadan önce siz onu hiç yalanla itham et­miş miydiniz?" diye sorunca Ebu Süfyan "Hayır" demiş Herakliyüs de "Ben sa­na," o kişi bu iddiada bulunmadan önce siz onu hiç yalancılıkla itham etmiş iniydiniz?" dedim. Sen "Hayır" dedin. Bundan anladım ki, insanlara karşı yalan söylemeyen bu şahıs, Allaha karşı da yalan söylemez." demiştir[20]

 

17- Allaha yalan iftira eden veya âyetlerini yalanlayandan daha za­lim kim olabilir? Şüphesiz ki suçlular, hiçbir zaman kurtuluşa eremezler.

Kendisi Peygamber olmadığı halde: "Ben, Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamberim." diyerek Alîaha iftirada bulunandan ve Allanın âyetlerini ya­lanlayandan daha zalim, daha şerli kim olabilir? Şüphesiz ki dünyadayken, inkarcılıkta bulunmak suretiyle en büyük suçu işleyen kimse asla kurtuluşa eremez. [21]

 

18- Onlar, Allahi bırakıp kendilerine zarar veya fayda veremeyen şeylere tapar ve "Bunlar, Allah katında şefaatçilerimizdir." dcrlcr.Ey Mu­hammed, de ki: "Göklerde ve yerde Allanın bilmediği bir şeyi mi ona ha­ber veriyorsunuz?" Allah, onların ortak koştuklarından yücedir, beridir.

Müşrikler, Allahı bırakıp, kendilerine herhangi bir zarar veya menfaat vermekten âciz olan şeylere taparlar ve onlara: "Biz bunlara: Allah katında bize şefaatçi olmaları için tapıyoruz." derler.

Ey Muhammed, sen de onlara de ki: "Siz Allaha, göklerde ve yerde bu­lunmayan bir şeye mi haber veriyorsunuz?" Allah, müşriklerin ortak koşmala­rından münezzehtir, yücedir. [22]

 

19- İnsanlar, sadece tek bir ümmet idiler. Sonra ihtilafa düştüler. Eğer rabbinin geçmişteki bir sözü olmasaydı, ihtilaf ettikleri hususlarda aralarında hüküm verilmiş olurdu.

İnsanlar, aynı dine mensup tek bir ümmetti. Fakat dinleri hususunda ihti­lafa düştüler. Böylece yollan ayrıldı. Eğer rabbinin "Bir topluluğun eceli gelme­den helak edilmeyecektir." şeklindeki sözü olmasaydı, ihtilaf ettikleri hususlar­da, onların aralannda hükmünü verir» hak yolda olanları kurtarır, bâtıl yolda olanları ise helak ederdi.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Âdem aleyhisselam ile Nuh aleyhisselam arasında on ümmet geçti. Bunların hepsi müslümandı. Sonra insanlar arasında ihtilaf çıktı. Bazı insanlar Allahı bırakıp putlara ve heykellere tapar oldular. Al­lah, bunlara âyetleriyle, mucizeleriyle birlikte Peygamberler gönderdi ki "Helak olan da açıkça delili gördükten sonra helak olsun yaşayanlar da açıkça delili gördükten sonra yaşasın." [23]

 

20- Kâfiler: "Rabbindcn Muhammedc bir mucize indİrilsc ya" der­ler. De ki: "Gaybı bilmek ancak A Ihı ha aittir. Bekleyin, ben de sizinle bera­ber bekleyenlerdenim."

Allaha ortak koşan kâfirler: "Muhammede rabbi tarafından bir mucize in-dirilse ya. Böylece biz onun, söylediklerinde haklı olduğunu anlarız." derler. Ey Muhammed sen onlara cevaben de ki: "Böyle bir mucizenin gönderilip gönde­rilmemesi Alan aitttir. Onun gelip gelmeyeceğini ben bilmem. Çünkü gaybı an­cak Allah bilir. Sizden veya bizden haksız olanlar için Allahm göndereceği âcil azabı bekleyin. Ben de onu bekleyenlerdenim." [24]

 

21- İnsanlara bir zarar dokunduktan sonra, rahmetimizi tattırdığı­mızda hemen âyetlerimiz hakkında bir hileye baş vururlar. Ey Muhammed, de ki: "Allanın, tuzağı boşa çıkarması daha sür'atlidir. "Şüphesiz ki elçilerimiz, yaptığına hileleri yazmaktadır.

İnsanlara, felaketten sonra bir iyilik ve saadet, sıkıntıdan sonra da bir ge­nişlik ve ferahlık gelince, âyetlerimizle alay edip onlan yalanlamaya çalışırlar. Ey Muhammed, âyetlerimizle alay eden bu müşriklere de ki: "Allanın, sizin hi­lelerinize vereceği ceza, sizin hiİdelerinizden daha şiddetli, Allanın sizi tuzağa düşürmesi daha beterdir." Şüphesiz ki bizim, Meleklerden olan elçilerimiz, yap­tığınız amelleri ve âyetlerimizi alaya almanızı yazıp zaptetmektedirler. Buna göre cezalandırılacaksınız.

Âyet-i kerime, mücrimlere ve zalimlere, Allah tealanın mühlet verdiği­ni, zalimlerin de buna aldanarak kendilerine azap edilmeyeceğini zannettikleri­ni, Allahm tayin ettiği mühlet bitince onlan aniden yaklayacağını ifade etmekte­dir.

Bu hususta Peygamber efendimiz bir Iladis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

"Şüphesiz ki Allah, zalime mühlet verir.Bir de onu yakalayınca artık bir daha bırakmaz." [25]

 

22- Sizi karada ve denizde yürüten Allah'tır. Bulunduğunuz gemi, içindekileri tatlı bir rüzgarla muntazam götürürken ve yolcular da neşeli iken bir fırtına çıkarak onlara her taraftan dalgalar gelip, çepeçevre kuşa­tıldıklarını anlayınca, dini sadece Allaha tahsis ederek ona şöyle dua eder­ler. "Yemin olsun kî sen bizi bu durumdan kurtarırsan şükrcdcnlerdcn oluruz."

Ey insanlar, sizleri karada ve denizde çeşitli vasıtalarla yürüten Allah'tır. Eğer Allah bunları sizin emrinize vermemiş olsaydı, karada, denizde ve havada yolculuk yapmanız güç olurdu. Sizler, gemide bulunduğunuz zaman, gemi taşı­dığı yolcuları güzel bir rüzgarla alıp götürürken size bu duruma çok sevinirsi­niz. Fakat fırtınalar gelipsizleri her taraftan dalgalar kuşatınca ve helak olacağı­nızı anlayınca, samimi olarak Allaha kulluk edip ona yalvarırsınız ve şöyle der­siniz: "Ey Allahım, yemin olsun ki eğer bizi buradan kurtaracak olursan mutla­ka sana şükredenl erden oluruz"

Bu âyet-i kerime, insanların daraldıklarında hemen Aliaha yönelip ona yalvardıklanni, sıkışık zamanlarında ona iltica ettiklerini beyan etmektedir. Hal­buki kul rabbine hem geniş hem de sıkıntılı zamanlarında yalvrapı iltica etmeli, bu sığınmayı sadece sıkıntılı zamanlarında yapmamalıdır.

Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde, Abdullah b. Abbas'a hitaben buyurmuştur ki:

"Sen geniş zamanında Allahı tanı ki, sıkıntı halinde de Allah seni tanı­sın[26]

 

23- Allah onları kurtarınca, hemen yeryüzünde haksız yere azgınlık ederler. Ey insanlar, azgınlığınız ancak kendinizedir. İstediğiniz şey, dünya hayatının gcçimlliğidir. Sonra dönüşünüz bizdedir.Yaptıklarınızı size ha­ber vereceğiz.

Allah, sıkıntı içinde kendisine yavaranlan kurtarınca daha önceki yalvar­malarını unuturlar. Allahı inkâr ederek ve günahlar işleyerek yeryüzünde boz­gunculuğa girişirler. Ey insanlar, sizin bozgunculuğunuzun cezası sizedir. Bu bozgunculuğu ancak dünyada yaşadığınız müddetçe yapabilirsiniz. Sonra bize döneceksiniz. Biz sizi başıboş bırakmayacağız. Yaptıklarınızı size bildirip ona göre sizi hesaba çekeceğiz. Herkese layık olduğu ceza veya mükâfaatı verece­ğiz.

Allah teala bu âyet-i kerimede, insanoğlunun kararsız ve tutarsız oldu­ğunu sık sık yön değiştirdiğini, daralınca hemen Allaha sığınmasına rağmen se­lamete kavuşunca da Önceki halini unutup şımardığını, fakat bütün bunlara rağ­men onun, başıboş bırakılmayacağını, yaptıklarından veya yapması gerekeni yapmadıklarından hesaba çekileceğini beyan etmektedir.

Allah teala, insanoğlunun bu halini başka bir âyet-i kerimede de tasvir ederek buyuruyor ki: "Denizde herhangi bir tehlikeye maruz kaldığınızda, Al-lahtan başka yardımını istediğiniz bütün putlara hatırınızdan silinir gider. Allah sizi tehlikeden kurtarıp karaya çıkarınca da yüz çevirirsiniz. Zaten insanoğlu nankördür. [27]

 

24- Dünya hayatı ancak gökten indirdiğimiz şu suya benzer. O su, in­sanların ve hayvanların yediği, birbirine girmiş yeryüzü bitkilerinin mey­dana gelmesine sebep olur. Yeryüzü, ziynetini alıp o bitkilerle süslendiği zaman ve yeryüzü halkı da bunları elde etmeye kadir olduklarını zannettitikleri bir sırada, gece veya gündüz, emrimiz gelir de orasını, birgün önce hiç yokmuş gibi kökünden biçilmiş bir hale getiririz. İşte biz âyetleri, düşü­nen bir topluluk için böyle açıklarız.

Ey insanlar, ziynetlerine ve mallarına aldanıp kendisiyle övündüğünüz bu dünya hayatı, gökten indirdiğimiz şu yağmura benzer ki, onunla yeryüzünde sarmaş dolaş olan çeşitli bitkiler biter. Onlardan insanlar ve hayvanlar yerler. Bir zaman gelip yeryüzü bu bitkilerle tam bezenip süslenince ve yeryüzü sakin­leri de bunları hasat edip toplayacaklarını sanınca bizim, gece veya gündüzleyin o mahsullerin helak edilmesine dair emrimiz gelir. Biz onları sanki birgün önce hiç yokmuşçasına köklerinden kuruturuz. İşte biz, süslenip bezendikten sonra bu yeryüzünü helak ettiğimiz gibi bu dünyayı da sonunda helak edeceğiz. Bun­dan ibret alın. İşte biz, âyetlerimizi, düşünen bir topluluk için böyle açıklarız.

Allah teala bu âyet-i kerimede, yeryüzünde bulunan çeşitli bitkilerin ge­rek birtakım âfetlerle gerekse değişen mevsimler sonunda yok olup gittiklerini ve dünyanın da birgün yok olup gideceğini, bu itibarla insanların, geçici dünya hayatına aldanıp ebedi olan âhiret hayatı için çalışmayı ihmal etmemeleri gerek­tiğini beyan etmektedir. Bu hususta diğer âyet-j_kerimelerde de şöyle buyurulu-yor: "Sen onlarla dünya hayatının misalini ver. Geçici dünya hayatı, tıpkı şuna benzer: Biz gökten yağmur indiririz, yeryüzündeki bitkiler onunla karışıp yem­yeşil kesilir. En sonunda da kuruyup rüzgarın savurduğu çerçöp haline gelir.AI-lan, herşeye muktedirdir. [28] "Görmez misin? Allah, gökten su indirip onu, yer altındaki kaynaklara katar sonra, onunla çeşitli renklerde bitkiler çıkarır. Sonra o bitkileri kurur, sararıp solduklarını görürsün. Sonra da Allah onları çerçöp ha­line getirir. Şüphesiz ki bunda, akıl sahipleri için ibret vardı. [29]"Bilin ki dün­ya hayatı sadece bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir övünme vesilesi, mal ve evlatların çoğalmasından ibarettir. Bu, bir yağmura benzer ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra o bitki kurmaya yüz tutar, bir de bakarsanız ki sapsan kesilmiş, daha sonra da çer çöp haline gelir. Âhirette ise şiddetli bir azap, Allanın bağışlaması ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka birşey değildir. [30]

 

25- Allah kullarını, emniyet ve huzur yurdu olan cennetine davet eder ve dilediğini doğru yola sevkeder.

Ey insanlar,sizler dünyayı ve onun zilletlerini istemeyin. Çünkü onlar, Allanın beyan ettiği gibi, dünyadaki bitkiler gibi, sonunda yok olacaklardır. Fa­kat sizler, devamlı kalan âhireti İsteyin. Ve onun için amel işleyin. Allaha itaat etmeye koyulun. Zira Allah sizleri, dostları için hazırladığı cennetlerine çağır­maktadır. Sizler, cennetlere girdiğiniz takdirde sıkıntı ve kederlerden kurtulmuş olacaksınız. Orada bulunan nimetlerin yok olmayacağından emin olacaksınız. Allah, kullarından dilediğini, doğru yol olan İslama muvaffak kılar o da müslü-man olur. Böylece rabbinin rızasına ulaşır.

Dünyanın geçici oluşu, âhiretin ebediliğine ve Allah teulanın, kullarını, âhirete yönelmeye davet ettiği hususunu izah eden bir hadis-i şerifle Ebudderda, Resulullahın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.

"Güneşin doğduğu hiçbir gün yoktur ki, o günün iki tarafında (sabahında, akşamında) insan ve cinlerin dışında bütün yeryüzü sakinlerinin işittiği şu çağı-nyı yapan iki melek gönderilmiş olmasın "Ey insanlar rabbinize yönelin. Az ve yeterli olan dünya malı, çok ve meşgul eden mal'dan daha hayırlıdır. [31]Ebud­derda işte bu hususta Allah teala'nın, Kur'an-ı Kerimde "Allah, kullarını emni­yet ve huzur yurdu olan cennetine davet edr." âyetini indirdiğini söylemiştir.

Cabirb. Abdullah da şunu rivayet etmektedir:

"Birgün Resulullah çıkıp yanımza geldi ve buyurdu ki: "Ben rüyada gür­düm ki, Cebrail başucumda, Mikail de ayaklarımın yanında. Onlardan biri diğe­rine diyor ki: "Sen buna misali anlat." Oda dedi ki: "Dinle, kulağın dinlemiş ol­sun. Düşün, kalbin düşünmüş olsun. Senin ve ümmetinin misali, bir külliye yap­tıran Krala benzer Kral, küüüyede bir ev yaptırır. Orada bir sofra kurar. Sonra elçisini gönderip insanları yemeğe davet eder. Onlardan bazıları davete icabet eder, bazıları da etmezler. Bu misalde, davet eden Kral, Allahtır. Külliye îslam-dır. Ondaki ev, cennettir. Ey Muhammed, sen de davet eden o elçisin. Kim, se­nin davetini kabul ederse İslama girer, kim de İslama girerse cennete girer ve kim de cennete girerse oradaki nimetlerden yer. [32]

Taberi buna benzer bir hadis-i şerifi, Ebu Kılabeden de rivayet etmiştir. [33]

 

26- iyilik edenlere en güzel mükâfaat ve daha fazlası vardır. Onların yüzlerinde keder ve zilletten eser yoktur, işte bunlar cennetliklerdir ve ora­da devamlı kalacaklardır.

Dünyada Allaha kulluk ederek güzel amel işleyenlere âhirette güzel bir mükâfaata vardır. O da cennettir. Bundan daha fazlası da vardır ki o da Allanın affı ve onun cemalini görmektir. Kıyamet gününde bu insanların yüzlerini tozlar bürümeyecek, yüzlerinde bir zillet eseri görülmeyecektir. İşte onlar, Cennetlik­lerdir. Ve orada ebedi olarak kalacaklardır.

Âyet-i kerime'de geçen ve "En güzel mükâfaat ve daha fazlası" diye ter-cüm edilen ifadesi, müfessirler tarafından farklı şekillerde izah edilmiştir.

a- Ebubekir es-Sıddıyk, Âmir b. Sâd, Huzeyfetül Yeman, Ebu İshak, Ebu Musa, Abdurrahman b. Ebi Leyla, Hasan-ı Basri, Abdurrahman b. Mehdi, Sü-heyb-i Rumî, Katade, Kâ'b b. Ucre ve Ubey b. Ka'b'a göre bu âyette geçen ve "En güzel mükâfaat" diye tercüme edilen ifadesinden maksat cennet'tir. Ve "Daha fazlası" diye tercüme edilen ifadesinden maksat ise, Allanın yüzünü görmektir.

Bu hususta, Süheyb-i Rûmî, Resulullah'tan şu hadis-i şerifi rivayet et­mektedir:

"Cennettekiler cennete girdikten sonra Allah teala onlara şöyle diyecek­tir: "Size daha bir şey artırmamı istermiş iniz?" Cennettekiler: "Yüzlerimizi ak etmedin mi? Bizi cennete koymadın mı? ve bizi cehennem atşinden kurtarmadın mı? derler. Bundan sonra Allah teala üzerinden perdeyi kaldırır. Cennetlikler, rablerine bakmaktan daha büyük bir nimetin kendilerine verilmediğini anarlar." Resulullah (s.a.v.) sözünü bitirdikten sonra işte bu âyet-i kerimeyi okudu. [34]

Taberi bu hadisin benzerini, Ebu Musa el-Eş'arî, Abdurrahman b. Mehdi, Kâb b. Ucre ve Ubey b. Ka'bdan da rivayet edilmiştir.

b- Hz Ali'den rivayet edilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen "Da­ha fazlası" ifadesinden maksat, tek inci'den oluşan ve dört kapısı bulunan bir oda'dir. Müminlere, cennette bütün mükâfaatlara ilaveten böyle bir orda da veri­lecektir. Âyet-i kerime bunu beyan etmektedir.

c- Abdullah b. Abbas, Alkame b. Kays ve Hasan-ı Basri'den nakledilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen ve "En güzel mükâfaat" diye tercüme edilen  ifadesinden maksat, kulun, yaptığı iyiliklere karşı aynı iyiliklerle mükâfaatlandınlmasidır. "Daha fazlası"ndan maksat ise yapılan iyi­liklere karşı daha fazla mükâfaatlann verilmesidir.

Abdullah b. Abbas, bu hususu izah ederek şu âyeti okumuştur: "Kim, bir iyilik ortaya koyarsa ona o iyiliğin on katı vardır. Kim de bir kötülük işlerse sa­dece o kötülüğün misliyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar." [35]

d- Mücahide göre ise burada zikredilen "En güzel mükafaaf'dan maksat, yapılan iyiliğe karşılık aynı derecede mükâfaat verilmesidir. "Daha fazlası"ndan maksat ise, Allattın affı ve nzasıdir.

e- İbn-i Zeyd'e göre ise burada zikredilen "Engüzel mükâfaat'dan maksat, cennettir. "Deha fazlasf'ndan maksat ise dünyada verilen nimetler'dir. Aliah,bu nimetlerden dolayı, kıyamet gününde kulundan hesap sormayacaktır. İbn-i Zeyd, bu izahtan sonra şu âyeti okumuştur: "... İbrahimi dünyada mükâfaatlandırdık. Şüphesiz o, âhirette de saiihierdendir.

Taberi, bu hususlta şunları söylemenin daha isabetli olacağını söylemiş­tir. "Allah teala, iyilikte bulunan kullarına, iyilik yapmaları ve itaatte bulunma­larına karşılık, cenneti vereceğini, yüzlerini ak edeceğini vaadetmiş buna ilave­ten daha başka şeyler de vereceğini vaadetmiştir. Fazla olarak vereceği bu şey, cennete koyduktan sonra kendisini görme lütfunda bulunma da olabilir, inci'den meydana gelen bir oda'nın verilmesi de olabilir, onun af ve rızası da olabilir.Bü-tün bunlar, Allah teala'nın, cennetlilere vereceği fazladan mükâfaat!ardır. Bun­ların hespi de olabilir. Allah teala, âyeti, umumi olarak zikretmiş yukarıda adı geçen hususlardan herhangi birine tahsis etmemiştir. Bu itibarla, Allah teala'nın, lütfuyla zikredilen bu fazladan nimetlerin tümünü iyilikte bulunan mümin kul­larına vermesi, uzak bir ihtimal değil aksine hepsinin birden verilmesi ümit edil­mektedir. [36]

 

27- Kötü amel işleyenlerin cezaları ise kötülükleri kadardır. Onların yüzlerinizi zillet bürüyecek ve kendilerini Allahın azabından koruyucak kimse de bulunmayacak tır. Yüzler ini,san ki gecenin karanlığından bir parça kaplamıştır. İşte bunlar, cehenemliktirler. Orada devamlı kalacaklardır.

Dünyada kötü amel işleyenlerin Shiretteki cezalan da yaptıklarının karşı­lığı kadardır. Onlan zillet bürüyecek, kendilerini Allahın azabından koruyacak birisi de bulunmayacaktır. Sanki onların yüzünü, karanlık gecenin bir parçası bürümüş olacaktır.İşte cehennemlik olanlar bu tür insanlardır. Onlar, cehennem­de ebedi olarak kalacaklardır.

Bu âyet-i kerime, kötü amel işleyenlerin, kıyamet günündeki kütü du­rumlarını tasvir etmektedir. Kur'an-ı kerimde buna benzer âyetler pek çotur.Bu âyetlerden bazılarında şöyle buyuru I maktadır: "O gün bazı yüzler ağaracak, bazı yüzler kararacaktır. Yüzleri kararanlara şöyle denecektir: "İman ettikten sonra inkâr mı ettiniz? O halde inkârınızdan dolayı tadın azabı." "Yüzleri ağaranlar ise, Allahın rahmetindedirler. Onlan sana hak olarak okuyoruz. Allah, âlemlere zultmetmek istemez. [37] O gün parlayan, gülen ve sevinen yüzler vardıre" "O gün tozlanmış ve karanlık bürümüş yüzler de vardır." İşte bunlar, kafirler ve facirlerdir." [38]

 

28- Kıyamet günü, bütün insanları bir araya toplarız. Sonra Allaha ortak koşanlara şöyle deriz "Siz ve Allaha ortak koştuklarınız yerinizden kımıldamayın." Sonra müşriklerle ortak koştuklarını birbirinden ayırırız. Ortak koştukları şeyler, kendilerine tapanlara şöyle derler: "Siz bize tap­mıyordunuz."

Biz, kıyamet gününde, insanları, cinleri ve bütün yeryüzü sakinlerini bir araya getireceğiz, onlardan hiçbirini bırakmayacağız. Sonra, herhangi bir şeyi Allaha ortak koşanlara: "Siz de ortak koştuğunuz şeyler de olduğunuz yerde ka­lın." diyeceğiz. Bunları birbirlerinden ayınp hesaba çekeceğiz. Ortak koşanla­rın: "Biz bunlara tapıyorduk." demeleri üzerine, ortak koşulan varlıklar: "Hayır, yalan söylüyorsunuz, siz bize tapmıyordunuz," diyeceklerdir.

Allah teala bu âyet-i kerimede, Allaha ortak koşanmüşriklerle ortak ko­şulan tağutlar arasında kıyamette meydana gelecek olan tartışmayı zikrediyor. O gün onların birbirlerinden kaçacaklarını beyan ediyor. Nitekim diğer âyet-i keri­melerde de şöyle buyuruluyor: "İşte o zaman, tâbi olunanlar, kendilerine tâbi olanlardan uzaklaşacaklar, azabı görecekler ve aralarındaki bağlar kopacaktır." "Tâbi olanlar şöyle derler: "Keşke bizim için tekrar dünyaya dönüş olsa da, on­ların, bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsak." îte böylece Allah, amellerini bir pişmanlık kaynağı olarak kendilerine gösterecektir. Ve onlar, ce­hennem ateşinden çıkacak ta değillerdir. [39]

 

29- Bizimle aranızda Allanın şahit olması yeter. Bize taptığınızdan da hiç haberimiz yoktu."

Allaha ortak koşulan şeyle, yine şöyle diyeceklerdir: "Ey müşrikler .bi-zimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Doğrusu sizin bize taptığınızı ne biliyor ne de hissediyorduk;

Mücahit! bu âyetin tefsirinde şöyle diyor: "Kıyamet gününde müşrikle­rin önüne, Allah'tan başka taptıkları tanrıları getirilip dikilir ve müşriklere: "İşte Allah'tan başka taptığınız şeyler." denilir. Kendilerine tapınılan putlar ve benze­ri şeyler ise: "Vallahi bizler duymuyor ve görmüyorduk. Sizin bize taptığınızı da bilmiyorduk." derler. Müşkirler ise: "Hayır biz size ibadet ediyorduk." derler. Put vb. şeyler de cevaben derler ki: "Bizimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter." [40]

 

30- Orada herkes, daha önce yaptıklarından dolayı imtihan verir. Hak olan mevlaları Allaha döndürülürler. Uydurdukları şeyler de kendile­rinden kaybolur.

Kıyamet gününde herkes, daha önce işlediği hayır ve serden haberdar olacaktır. İnsanlar rablerinin huzuruna çıkarılacaklardır. Müşriklerin, Allah ile birlikte ilah edindikleri ve Allaha denk tuttukları şeyler, o sıkıntılı hallerinde kendileriden kaçıp kaybolacaklanr. Rableri de kendilerini, yaptıklarına göre ce­zalandıracak veya mükâfaatlandıracaktır.

Bu âyet-i kerime, insanalnn bu dünyadaki davranışlarından âhirette ha­berdar edileceklerini ve ondan sonra da yaptıklarının karşılığını göreceklerini beyan etmektedir. Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyuruluyor: "O gün in­sana yaptığı ve yapmadığı herşey haber verilir." Daha doğrusu insan, özürlerini ortaya koysa bile, kendi yaptığını gözüyle görür. [41]"Biz, her insanın amelini kendi boynuna taktık. Kıyamet gününde onun için bir kitap çıkaracağız. O, kita­bını açık bulacak." "Ogün insana: "Kitabım oku, bugün hesap görme bakımın­dan sen kendine yetersin." denilir[42]

 

31- Ey Muhamrned, de ki: "Size, gökten ve yerden rızık veren kim­dir? Size, kulak ve gözllcri bahşeden kimdir. Ölüden diriyi çıkaran diriden de ölüyü çıkaran kimdir? Bütün işleri düzene koyan kimdir? "Allah'tır." diyeceklerdir. De ki: "O halde Allah'tan korkmaz mısınız?"

Ey Muhammed, sen o müşriklere de ki: "Gökten yağmuru yağdırıp, yer­yüzünde sizin için çeşitli nzıkları ortaya çıkaran kimdir? Duyma ve görme or­ganlarınızın ve diğer bütün azalarınızın asıl sahibi kimdir? Bunlann gerçek sa­hibi olan Allah,bunlan bazan zayıflatıp bazan güçlendirir, bazan da tamamen sizden alır. İşitmez ve görmez olursunuz. Meni ve yumurta gibi cansız olan şey­lerden canlı varlıkları çıkaran, canlı varlıklardan da cansız varlıkları çıkaran kimdir? Bütün kâinatı yaratan ve oradaki bütün işleri sevk ve idare eden kim­dir?

Müşrikler "Bunları yapan, Allahtır." demek zorunda kalacaklardır. Ey Muhammed, sen onlara de ki: "Siz, Allahı inkâr etmenizden ve onu bırakarak size herhangi bir menfaat ve zarar veremeyecek olan varlıklara tapmanızdan do­layı, Allahın cezalandırmasından kormaz mısınız?

Evet, bütün varlıkları nzıklandıran Allah'tır. Bunun için göklerden yağ­mur yağdırır, sulan yeryüzüne emdirerek çeşitli bitkileri meydana getirir. Bu hususta diğer âyet-i kerimelerde de şöyle buyurulmaktadır: "İnsan, yediğine bir baksın." "Biz, bol bol su indirdik." "Sonra yeryüzüne güzelce yaydık." "Orada taneler, üzüm, hayvan yemi, zeytin, hurma ağacı, ağaçları birbirine girmiş bah­çeler, meyveler ve otlar yarattık. [43]

 

32- İşte bu, hak olan rabbİniz Allah'tır. Hakkın dışında sapıklıktan başka ne vardır? Öyleyse haktan nasıl döndürülürsünüz?

İşte bütün bunları yapan, gerçek rabbiniz olan Allah'tır. Gerçeğin dışında sapıklıktan başka ne vardır? Gerçek rabbiniz olan Allahı bırakıp onun dışında olan varlıkları rabler edinmeniz, sapıklıktan başka nedir? Durum böyle iken, ni­çin haktan döndürülüyor ve sapkılığın batıklıklarma düşürülüyorsunuz? [44]

 

33- Böylece, fâsiklann iman etmeyeceklerine dair rabbinin hükmü hak oldu.

Bu müşrikler, haktan ayrılıp sapıklığa düştükleri gibi, rabbinin itaatından ayrılıp isyana düşen ve onu inkâr eden fasıklar hakkındaki ezeli i İmindeki hük­mü de haktır. Bu hükmü de şudur: "Fasıklar, Allahın birliğini, peygamberinin-peygamberliğini tasdit etmeyeceklerdir." [45]

 

34- Ey Muhammed de ki: "Allaha ortak koştuklarınız arasında, ya­ratılanları ilk defa var edecek, öldükten sonra da tekrar diriltecek biri var mıdır? De kî: "Ancak Allah, yaratılanları ilk defa var eder. Yok olduktan sonra da tekrar diriltir. Öyleyse nasıl döndürülüyorsunuz?

Ey Muhammed, sen, Allaha ortak koşanlara de ki: "Sizin Allaha ortak koştuğunuz put ve tağutlann içinde, herhangi birşeyi yoktan var decek, sonra onu yok edip aym şekilde tekrar var «decek herhangi biri varmı? Ey Muham­med, sen onlara de ki: "Herhangibir şeyi yoktan var edip sonra onu yok ederek-terrar aynen iade edebilecek güce sahib olan, sadece Allah'tır.O halde hak yol­dan nasıl çeviriliyor ve onu terkediyorsunuz?

Bu âyet-i kerime müşriklere meydan okumaktadır. Çünkü Alîaha ortak koşulan şeylerin, herhangi bir şeyi yaratabilmeleri yahut onlan yok edip tekrar iade edebilmeleri mümkün değildir. Böyle bir iddiada bulunmak akıl işi de de­ğildir. [46]

 

35- Onlara şöyle de: "Allaha ortak koştuklarınızın arasında, insanla­rı hakka sevkedecek var mıdır? De ki: "Ancak Allah hakka sevkeder. Hak­kı gösteren mî yoksa kimseyi doğru yola sevkedemeyen, kendisi bile ancak başkalarının hidayeti ile doğru yolu bulabilen mi kendisine uyulmaya daha layıktır? Ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz?

Ey Muhammed, Allaha ortak koşan müşriklere ve putperestlere de ki: "Sizin tanrı ve putlarınızın içinde, sapık olanı doğru yola ileten, şaşkınlık içinde olana gerçeği gösteren herhangi "bîri var mı? Onlara de ki: "Sapık olanı hakka ileten, şaşkına yol gösteren, ancak Allah'tır. İmdi: Sapıkları hakka yöneltenle, başka birisi kendisi hidayete ulaştırmadıkça o yolu bulamayandan hangisine tâbi olmak daha doğrudur? Ne oluyor sizlere? Nasıl oluyor da Allah ile, yarattı­ğı şeylerin eşit olduklarına hüküm veriyorsunuz? Niçin sadece AHaha kulluk et­mekten kaçınıyorsunuz? [47]

 

36- Onların çoğu ancak zanna uyarlar. Zan ise haktan hiçbirşcy ifa­de etmez. Şüphesiz ki Allah, onların yaptıklarını çok iyi bilendir.

Bu müşriklerin çoğu, aslı olmayan birtakım zanlara tabi olular. Şüphesiz ki zan, kesin bilgi karşısında hiçbir hüküm ifade etmez. Allah, bu müşriklerin yaptıklarım çok iyi bilendir ve onlara denetlemektedir.

Âyet-i kerime, müşriklerin, gerek Aİlaha dair olan itikadlannın gerekse putlar hakkındaki inançlarının, herhangibir delile dayanmadığmusadece atala­rından işittikeri birtakım zan ve kanaatler olduğunu, zanlarm ise hiçbir zaman, kesin hüküm ifade etmediğini, bu itibarla inançlalnnın temelsiz olduğunu ifade etmektedir. [48]

 

37- Bu Kur'an, Allah'tan başkası tarafından uydurularak AHaha nis-bet edilmiş değildir. Fakat o, daha önceki kitapları doğrulayan, onlarda ya-zıiı olan hakikatleri açıklayan bir kitaptır. Âlemlerin rabbi olan Allah'tan indirildiğinde asla şüphe yoktur.

Bu Kur'anı herhanginirinin uydurması imkânsızdır. Çünkü hiçbir kimse­nin bunu uydurmaya gücü yetmez. O halde bu, Allah kelamıdır. Kendinden ön­ce gelen Tevrat ve İncil gibi kitapları tasdik eden ve Allahın müminlere farz kıl­dığı hükümleri açıklayan bir kitaptır. Bunun, âlemlerin rabbi olan Allah tarafın­dan gönderildiğinden asla şüphe edilemez.

Kur'an-ı kerimin, Allah tarafından gönderildiğinin en büyük delili, bu­nun bir benzerinin, hatta bir suresinin dahi benzerinin, hiçbir kimse tarafından şimdiye kadar yapılamamasıdır. Kur'an-ı Kerimin gerek lehine gerekse aleyhine binlerce kitap yazılmasına rağmen, ne onu savunanların yazdıkları ne de aley­hinde bulunanların yazdıkları Kur'ana benzemektedir. Kur'an-ı Kerim'in surele­rine benzeri bir sure yapmaya çalışan Müseylime gibi birçok kâfirler, Kur'anın karşısında âciz kalmışlar ve yazdıkları yazılarla gülünç hale düşmüşlerdir. [49]

 

38- Yoksa o müşrikler; " Kur'anı Muhammcd uyydurdu." diye mi iddia ediyorlar? Onlara de ki: "İddianızda samimi iseniz, Allah'tan başka gücünüzün yettiği herkesi yardımınıza çağırın da onun surelerinden bir benzerini meydana getirsin."

Yoksa bu müşrikler: "Muhammed bu Kur'anı kendisi uydurdu." mu di­yorlar? Onlara de ki; "Benim bunu uydurduğu mu zannediyorsanız, siz de bu­nun surelerine benzeterek bir sure uydurup getirin de görelim. Ayrıca, iddianız­da samimi iseniz, Allah'tan başka bütün yardımcılarınızla da yardımlasın.

Bu âyet-i kerime, Kur'an-ı kerim'in, Allah tarafından gönderilmiş bir kitap olduğunu kabul etmeyen kâfir ve müşriklere karşı meydan okumakta ve onlara: "Eğer uydurma olduğunu iddia ediyorsanız, siz de bunun surelerinden herhangi birine benzer bir sure uydurun da ondan sonra ortaya çıkın." demektir.

Allah teala Kur'an-ı kerimde çeşitli âyetlerde, kâfirlerden, o Kur'anın bir benzerini meydana getirmelerini isteyerek onları, iddialarım ispata çağırmakta­dır. Bu âyetlerde şöyle Duyuruluyor: "Ey Muhammed, de ki: "Yemin olsun ki, insanlar ve cinler, Kurana benzer bir kitap uydurmak için bir araya gelseler de, hiçbir zman onun benzerini meydana getiremeyeceklerdir. Hatta, birbirlerine yardımcı olsalar bile. [50]"Yoksa onlar, "Kur1 anı Muhammed uydurdu"mu di­yorlar? Ey Muhammed, de ki: "Size de Kur'anın benzeri, on uydurma sure mey­dana getirin bakalım." Eğer iddianızda doğruysanız, Allahtan başka, yardımını isteyebileceklerinizi de çağırın. [51] "Kulumuz Muhammede indirdiğimizden şüphe ediyorsanız, onun benzeri bir sure meydana getirin. Eğer iddianızda samimi iseniz, Allah'tan başka şahitlerinizi de çağınn." "Eğer bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız- o halde kâfiler için hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar o!an, cehennem ateşinden sakının." [52]Bütün bunlardan, kâfirlerin, Kur'ân-ı kerimin bir benzerini meydana ge­tirmekten âciz oldukları ve onun tam bir benzerini değil bir suresinin hatta birâyetinin daha benzerini meydana getiremeyecekleri anlaşılmaktadır. [53]

 

39- Daha doğrusu onlar, ilmini kavrayamadıkları ve henüz açıkla­ması kendilerine gelmemiş olan birşeyi yalanladılar. Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı. Zalimlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bir bak.

O müşrikler, henüz ne olduğunu bilmedikleri Allanın cezalandırmasını yalanlarlar. Bu ceza henüz kendilerine gelip çatmamıştır. O azap gelince onun ne olduğunu anlayacaklardır. Bunlardan önceki ümmetler de, hak ettikleri ilahî azap kendilerine gelip çatmadan önce onu yalanlıyorlardı.Ey Muhammed,sen bu zalimlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bir bak. Bazılarını şiddetli bir sarsın­tıyla, bazılarını yere geçirerek, bazılarını da suda boğarak nasıl helak ettik. Se­nin kavmin de inkârından vaz geçip hakka yönelmedikçe onların akıbetine uğra­yacaktır. [54]

 

40- Onlardan bir kısmı Kur'ana inanacak bir kısmı ise inanmaya­caktır. Rabbin, fesatçıları çok iyi bilir.

Ey Muhammed, senin, kendilerine Peygamber olarak gönderildiğin bu in­sanların bir kısmı Kur'ana iman edecek, sana tabi olacaktır. Bazıları ise bu Kur'ana iman etmeyecek, kâfir olarak ölüp kâfir olarak dirilecektir. Rabbin olan Allah, Kur'anı yalanlayan bozguncuların kimler olduğunu çok iyi bilmektedir. O, kimin sapıklığa lâyık olduğunu bildiği için onu sapünr.Kimin de hidayete la­yık olduğunu bildiği için onu hidayete erdirir. [55]

 

41- Ey Muhammed, seni yalanlarlarsa, onlara de ki: "Benim yaptı­ğım bana, sizin yaptığınız da sizedir. Siz, benim yaptıklarımdan uzaksınız, ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım."

Ey Muhammed, eğer bu müşrikler seni ve dinini yalanlayacak olurlarsa sen onlarda de ki: "Benim dinim ve amelim bana ait, sizin dininiz ve ameliniz de size aittir. Sizler, benim yaptığım amellerden dolayı hesaba çekilecek değil­siniz. Ben de sizin yaptıklarınızdan hesaba çekilecek değilim. Herkes kendi yaptığından sorumludur."

Bir kısım âlimler bu âyet-i kerime'nin, cihadı emreden âyetlerle neshe-dildiğini söylememektedirler.tbn-i Zeyd, bunlardandır. [56]

 

42- Onlardan bir kısmı seni dinler. Hiç sen, sağırlara işittircbilirmi-sin? Hele sağırlıkları yanında bir de akıllarını kullanmazlarsa?

Ey Muhammed, bu müşriklerden bazıları, okuduğun kuranı, senin güzel sözlerini, kalblere ve bedenlere şifa olan hadislerini dinlerler. Bu, onların doğru yola gelmeleri için kâfidir. Fakat onlan doğru yola getirmek senin elinde değil­dir, Allahın iznine bağlıdır. Çünkü sen, manen sağır olanlara, sözlerini işittire-mezsin. İşte onlar bu sebeple iman edemezler.

Bu âyet-i Kerime, insanların, kendi istekleriyle kimseyi hidayete erdire­meyeceklerini, hidayetin, Allahm elinde olduğunu, tebliğden netice alınmadığı takdirde tebliğde bulunanın üzülmemesi gerektiğini ve hakkı söylemekten de geri durması icabettiğini ifade etmektedir. [57]

 

43- Onlardan bir kimi da sana bakıp dururlar. Hiç sen, körlere doğ­ru yolu gösterebilir misin? Hele körlükleri yanında bir de basiretsiz olur­larsa.

Ey Muharamed, bu müşriklerden bazıları senin ortaya koyduğun delilleri­ni, peygamberlik alametlerini senin vakarını ve iyi ahlakını, güzel görünümünü görürler. Bunlar, senin Peygamber olduğunu gösteren delillerdir. Fakat bunlar, müminlerin sana baktığı gibi takdir gözüyle değil, tahkir gözüyle bakarlar Bu itibarla onlar, gerçeği göremeyen körlerdir. Sen, körlere doğru yolu nasıl göste­receksin? Hele bunlar bir de basiretsiz olurlarsa.

Bu âyet-i Kerime, Peygamber efendimizin Peygamberliğini inkâr eden ve onu yalanlayan kavmine karşi onu teselli etmekte ve kavmine İslamı tebliğ etmesine rağmen onların iman etmelerine üzülmemesini, zira hidayetin, ancak Allahm elinde olduğunu bildirmektedir. [58]

 

44-  Allah insanlara asla zulmetmez. Fakat insanlar kendi kendileri­ne zulmederler.

Şüphesiz ki Allah, yarattıklarından herhangibirine, günah işlemediği hal­de ceza vererek zulmetmez. Fakat insanlar, Allanın gazabını icabettiren günah­ları işleyerek kendi kendilerine zulmetmiş olurlar. Allah teala bu âyet-i keri-me'den iman etmeyenlerin bu hallerinin kendi suçlarından kaynaklandığını be­yan etmektedir.

Bu hususta bir Hadis-i Kudside şöyle buyuruluyor:

"Ey kullarım ben zulmü hem kendime hem de kullarıma haram kıl-dim.Siz de birbirinize zulmetmeyin... [59]

 

45- Onları bir araya toplayacağımız gün, dünyada sanki gündüzün bir anı kadar kalmış olduklarını sanacaklar. Aralarında tanışacaklar. Alla­nın huzuruna çıkacaklarını yalanlayanlar o gün hüsrandadırlar. Çünkü doğru yolda değillerdi.

Kıyamet gününde kabirlerinden kalkıp, Allanın onları bir araya topladığı zaman dünya hayatını çok kısa bulacaklar, onu gündüzün bir bölümü kadar sa­nacaklardır. Onlar, mahşer meydanında birbirleriyle tanışacaklar, fakat birbirle­rine zarar gelir korkusuyla yine birbirlerinden kaçacaklardır. Şüphesiz ki Alla­nın huzuruna çıkacaklarını yalanlayanlar, hüsrana uğrayarak helak olmuş ola­caklardır. Çünkü onlar, dünyada iken doğru yolda değillerdi.

Kur'an-ı Kerimin birçok âyetinde, âhirette, dünya hayatının çok az bir süre olarak bulunacağı beyan edilmektedir. Bu âyetlerde şöyle buyuruluyor: "ey Muhammed, sen de "Azim ve sebat" sahibi Peygamberlerin sabrettiği gibi sab­ret. Kâfirler için acele azap isteme, Onlar, kendilerine vaadolunan günün dehşe­tini gördükleri zaman, dünyada sadece gündüzün bir anı kadar kaldıklarını sana­caklardır. Bu, apaçık bir tebliğdir. Dinden ayrılan bir topluluktan başka kim he­lak edilir? [60]"Onlar kıyameti gördükleri gün, dünyada ancak bir akşam ve bir kuşluk vakti kadar kaldıklarını sanarlar. [61]Onlar aralarında" Siz dünya ha­yatında ancak on gün kadar bir şey kaldınız." diye fısıldaşılarlar." "Biz onların ne söylediklerini çok iyi biliriz. O gün onlarm en akıllıları "Siz ancak dünyada birgün kadar birşey kaldmız."der. [62]"Kıyamet koptuğu gün, günahkârlar, dünyada kısa bir bir zamanda fazla kalmadıklarına yemin ederler. Onlar, dünya­da da haktan böyle döndürülüyorlardı. [63]

 

46- Onlara vaaldcttiğimiz azabın bir kısmını, ya sana hayattayken gösteririz veya göstermeden önce seni vefat ettiririz. Fakat değişen birşey olmaz. Çünkü onların dönüşü bizedir. Sonra Allah, yaptıklarına da şahit­tir.

Ey Muhammed, biz, ya sen hayattayken, o müşriklere vaadettiğimiz azaplardan birkısmmi onlara vererek sana gösteririz. Böylece onlara ne yaptığı­mızı bizzat dünyadayken müşahade etmiş olursun. Yahut ta onlara vaadettiği­miz azap, başlarına gelmeden önce seni vefat ettiririz. Bu hal onlan şımartma­sın. Çünkü onlar âhirette mutlaka huzurumuza çıkacak ve yaptıklarının cezasını göreceklerdir. Kötü amellerinden herhangi birini inkâr etmeleri mümkün değil­dir. Zira Allah, yaptıklarına şahittir. [64]

 

47- Her ümmetin bir Peygamberi vardır. Peygamberleri geldiğine aralarında mutlak bir adaletle hükmolunur. Onlara asla zulmedilmez.

Geçmiş her ümmetin, insanları Allahin dinine ve ona itaatta davet eden bir Peygamberi olmuştur. Âhirette o ümmeterin Peygamberleri hesap görme ye­rine gelince, ümmetin fertleri arasında adaletle hükmedilecek, onlara herhangi bir haksızlık yapılmayacaktır.

Ahlirette her ümmet, Allahin huzuruna Peygamberleriyle birlikte çıka­cak, onların yapmış olduğu ameller ve kendilerini koruyan Melekler, o ümmet­lerin dünyada yaptıklarına dair şahitlik edeceklerdir. Neticede aralarında hüküm verilecek, herkese layık olduğu ceza veya mükâfaat verilecek, hiçbir kimseye zulmedilmeyecektîr. [65]

 

48- "Eğer doğru söylüyorsanız bu vaadedilcn ne zamandır?" derler.

Müşrikler: "Eğer doğru söylüyorsanız, bize vaadettiğiniz kıymetin kop­ması ne zaman olacaktır?" derler.

Kıyametin kopacağına inanmayan kâfir ve müşrikler: "Eğer böyle bir şey varsa hemen olsun veya zamanı tayin edilsin." şeklinde isteklerde bulun­muşlardır. Bu husus, Kur'an-ı Kerim'in çeşitli âyetlerinde zikredilmiştir. Mesela şu âyette buyruluyor ki: "Kıyamet gününe iman etmeyenler, kıyametin acele olarak kopmasını isterler. îman edenler ise ondan korkarlar ve onun bir gerçek olduğunu bilirler. Şunu iyi bilin ki, kıyamet hakkında münakaşa edenler derin bir sapıklık [66]

 

49- De kî: "Allarım dilediğinin dışında benîm, kendime ne bir zarar ne de bir fayda sağlamaya gücüm yeter. Her ümmetin bîr eceli vardır. Ecelleri geldiğinde, onu ne biran geciktirebilirler ne de öne alabilirler?

Ey Muhammed kendilerine vaaedilen azabın acele gelmesini isteyenler ve kıyametin ne zaman kopacağını soranlara de ki: "Onun ne zaman kopacağını Allah bilir. Onu koparacak olan da Allahtir.Ben, Allanın izni olmadıkça bizzat kendime bile bir zarar veya menfaat sağlayacak güce sahip değilim. Kıyametin kopacağını kendiliğimden nasıl bilir de onu haber verebilirim? Ancak şunu bilin ki, her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an ertelenirler ne de bir an öne alınırlar.

Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Eğer Allah, in­sanları zulümleri yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bı­rakmazdı. Fakat Allah onlan, belli bir vakte kadar erteler. Vadeleri geldiğinde, onu ne bir an erteleyebilirler ne de bir an öne alabilirler. [67]"Hiçbir ümmet, ecelini ne öne alabilir, ne de erteleyebilir. [68]"Allah, eceli gelen canı, hiçbir zaman mühlet verip geri almaz. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. [69]

 

50- De ki: "Söyleyin bana, AHahın azabı size gece veya gündüz gelir­se ne yaparsınız? Suçlular bunda niye acele ediyorlar?"

Ey Muhammed, sen bu müşriklere de ki: "Şayet Allahın azabı sizlere ge­celeyin veya gündüzleyin gelir de kıyamet koparsa haliniz ne olur? Allahı ve Peygamberini inkâr eden suçlular acaba bu konuda niçin acele ediyorlar? Alla­hın azabına uğrayacak olanlar onlardır. Onlar, bu azabı kendilerinden uzaklaştı­racak güce sahip midirler? [70]

 

51- Azap başınıza geldikten sonra mı ona inanıyorsunuz? Onlara "Şimdi mi inanıyorsunuz?" Halbuki onu acele istiyordunuz." denir.

Ahirette, artık iman etseniz bile, size o imanın fayda vermediği bir yerde azap gelip size çattıktan sonra mı uyanacak ve iman edeceksiniz? O zaman siz­lere şöyle denecektir: "Şimdi mi iman ediyorsunuz? Halbuki daha önce bununla alay ediyor, size gelip çatacağını yalanlıyordunuz." [71]

 

52- Sonra da (kıyamet gününde) zalimlere "Ebedî azabı tadın,sizler sadece yaptıklarınızla cezalandırılıyorsunuz?" denir.

Kıyamet gününde zalimlere: "Şimdi, Allahın, sonu gelmeyen azabını ta­dın. Sizler dünyada hayattayken işlediğiniz günahların cezası dışında başka bir azabı tatmıyorsunuz. O halde sızlanmayın, yaptığınızın karşılığını çekin." denir.

Bu konuda diğer âyet-i kerimelerde de şöyle buyurulmaktadın "O gün onlar cehennem ateşine sürülüp itileceklerdir." O, gün onlara şöyle denecektir: "Dünyada yalanladığınız cehennem ateşi işte budur." "Bu bir sihir midir. Yoksa hâlâ görmüyors musunuz?" Girin cehenneme. Sabredin veya sabretmeyin.sizin için değişen bir şey olmayacaktır. Siz, sadece yaptıklarınızın cezasını göreceksiniz.'[72]

 

53- "Bu anlattığın gerçek midir?" diye sana sorarlar. De ki: "Evet, rabbime yemin ederim ki, o haktır .Siz, Allahı âciz bırakamazsınız.

Ey Muhammed, müşrikler sana: "Bize vaadettiğin azap gerçek midir? di­ye sorarlar. Onlara de ki; "Evet, rabbime yemin olsun ki bu gerçektir. Sizler, rabbinizin azabından kaçıp kurtulamaz ve onu âciz bırakamazsınız. Çünkü siz­ler onun mülkünde ve onun tasarrufunda bulunuyorsunuz. O, sizi tekrar dirilt­mekten âciz değildir.

Allah teala bu âyet-i kerimede Peygamberine, kıyameti inkâr edenlere karşı rabbine yemin ederek cevap vermesini ve kıyamet ve azabın kendilerine mutlaka geleceğini söylemesini emretmektedir. Kur*an-ı kerimde bu konuya te­mas eden başka âyetler de vardır. Bu âyetlerde de buyuruluyor ki: "Kâfirler, "Kıyamet saati bize gelmeyecektir." dediler. Ey Muhammed, sen onlara şöyle de "Hayır, gaybı bilen rabbime yemin olsun ki, kıyamet saati size mutlaka gele­cektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey onun ilmi dışında değildir. Bun­dan daha küçük ve daha büyük hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta yazılmış olmasın. [73]"Kâfirler, öldükten sonra hiç dirilmeyeceklerini iddia ederler.Ey Muhammed de ki: "Hayır, rabbime yemin ederim ki, öldükten sonra mutlaka di­rileceksiniz. Sonra da yaptıklarınız size bildirilecektir. Bu Allaha çok kolaydır. [74]

 

54- Nefsine zulmeden herkes, yeryüzünde ne varsa kendinin olsa, azaptan kurtulmak için onu feda ederdi. Azabı görünce, pişmanlıklarını gizlemeye çalışırlar. Zulme uğratılmaksızın aralarında adaletle hükmolu-nur.

Allahtan başkasına taparak ve Alîaha itaati terederek kendisine zulmeden her kişi, yeryüzünde bulunan herşeye sahip olacak olsa, Allahın azabını gözle­riyle görünce, mutlaka o şeyleri verip azaptan kurtulmak ister. Onlann ileri ge­lenleri, kendilerini kuşatan azabı görünce pişmanlıklarını gizlemeye çalışacak­lardır. Fakat ileri gelenlerle onlara tabi olanlar arasında adaletle hüküm verile­cek, hiçbir kimse, başkasının günahından dolayı cezalandırılarak zulme uğratılmayacaktır. [75]

 

55- İyi bilinmelidir ki göklerde ve yerde bulunanlar ancak Allahın-dır. Yine iyi bilinmelidir ki, Allahın vaadi haktır. Fakat insanların çoğu bu­nu bilmezler.

Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allahın mülküdür, Hiçbir kimsenin on­larda bir hakkı yoktur. O halde kâfirler neye sahiptirler ki, Allahın azabından kurtulmak için onu fidye versinler? Allanın, müşriklere ve inkarcılara vaadettiği azabı ise kesindir. Onda şüphe yoktur. Fakat onlann çoğu, işin gerçeğini bil­mezler. Bu sebeple Allahın azabını yalanlarlar. [76]

 

56- Dirilten ve öldüren O'dur. Dönüşünüz de yine O'nadir.

Hayat veren ve öldüren Allah'tır. Canlıların, öldükten sonra tekrar dirilip başvuracakları merci de o'dur. İşte o zaman-Allanın cezalandırmasını yalanla­yanlar, yalanladıkları şeyin gerçek olduğunu göreceklerdir. [77]

 

57- Ey iman cdenler,size, rabbinizden bir öğüt gelmiştir. O, kalblerdeki hastalıklar için bir şifa, iman edenler için bir hidayet ve rahmettir.

Ey insanlar, size, rabbiniz katından Kur'an geldi. O, sizin için bir Öğüttür. Sizleri, Allanın cezalandırmasıyia uyarır ve Allahın azabından korkutur. O Kur'an kalbinizde bulunan cehalet ve şüphe hastalıklarına karşı sizin için bir şi­fadır. O, müminler için, helali haramdan ayırdeden bir doğru yol rehberi ve Al­lahın, yarattıklarına gönderdiği bir rahmettir. Bu rahmetiyle kullarını sapıklıktan çıkanr. Doğruluğa sevkeder ve onlan helak olmaktan kurtarır.

Evet, Kur'an-ı kerim müminler içinbir şifadır. Allah, onun vasıtasıyla cahillerin cehaletini giderip onlan cehalet ve inkânn karanlıklarından kurtarır. İlmin ve îmanın aydınlığına çıkanr. Kalblerinde bulunan şüpheleri ve Şeytanın vesveselerini giderir.

Kâfirler ise Kuran-i Kerim'in bu aydınlatıcı nurundan ve manevi hastalık­ları tedavisinden mahrumdurlar. Onlar buna inanmadıklanndan ve emir ve tav­siyelerini tutmadıklarından Kuran onlara şifa vermez. Nuruyla onlan aydınlat­maz^ Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle Duyurulmaktadır: "Biz Kur'anı iman edenler için bir şifa ve rahmet kaynağı olarak indiriyoruz. Kur'an, zalimlerin ise ancak zaranm artmr. [78]

 

58- Ey Muhammed, de ki: "Allahın lütfü ve rahmeti sebebiyle işte bunlarla sevinsinler. O, biriktirdiklerinden daha hayırlıdır.

Ey Muhammed, müşriklere de, onlar, Allahın bir lütfü ve merhameti olan Islâmla ve Kur'anla sevinsinler. Bu, onlar için, biriktirmiş oldukları dünyanın geçi mallarından ve hazinelerinden daha hayırlıdır. Ayette zikredilen lütuftan maksat, İslâm'dır. Rahmet'ten maksat ise Kur'andır. Hilal b. Yesaf, Katade Ha-san-ı Basri ve îbn-i Abbas âyetti bu şekilde izah etmişlerdir. Diğer bazılarına göre ise lütuf Kur"an, rahmet ise îslamdır.

Eyfa b. Abdullah diyor ki: "Ömer (r.a.), Hilafeti döneminde Irak'ın har­cı (vergisi) kendisine gelince, azadlı kölesiyle birlikte çıkıp, vergi malı olarak gelen develeri saymaya başladılar. Develerin, hesaplanandan daha fazla olduğu­nu gördüler. Bunun üzerine Ömer: "Yüce olan Allaha hamdolsun." dedi. Azadlı kölesi ise: "Vallahi bu, Allahın lütfü ve merhametindedir." dedi. Bunun üzerine Ömer: "Hata ettin. Bu, Allah tealanın: "De ki: "Allahın lütfü ve merhametiyle sevinsinler..." âyetinde sözü edilen lütuf ve merhamet değil bu âyetin sonunda zikredilen "... O, biriktirdikleri mâllardan daha hayırlıdır." ifadesindeki mallar­dandır." dedi. [79]

 

59- De ki: "Söyleyin bana, Allahın size verdiği rızkın, niçin bir kıs­mını helal bir kısmını haram saydınız? De ki "Bu hususta Allah mı size izin verdi? Yoksa Allaha iftira mı ediyorsunuz?

Ey Muhammed, de ki: "Ey insanlar söyleyin bana, Allahın sizler için n-zık olarak yarattığı şeylerden bir kısmını, kendi yanlış kana ati arinize göre helal, diğerlerini ise haram sayıyorsunuz. Kulaklarını yanp serbest bıraktığınız deve­lerin yenmesini haram sayıyorsunuz, helal kılınan şeyleri kendinize haram kıl­manız için Allah mı size izin verdi yoksa bunlları size, kendiliğinizden yapıp "Allah böyle emretti." diyerek Allaha yalan mı isnad ediyorsunuz?

Cahiliye döneminde Araplar, normalde Allahın helal kıldığı bazı şeyleri birtakım mânâsız Örf ve âdetlerine uyarak kendilerine haram kılarlardı. Mesela bazı develeri bazı sebeplerle serbest bırakır, onlara binmez, sütünü sağmaz ve onları kendilerine haram kılarlardı. İslâm gelince bu tür anlamsız örfleri kaldır­dı. Allahın, kullarına helal kıldığı şeyleri, kimsenin haram kılamayacağım hük­me bağladı.

Allahın helal kıldığı şeyleri kulların, kendi düşüncelerine göre haram kıl­malarının yanlış olduğunu ve böyle davranışların mânâsız olduğunu ifade bakı mından şu Hadis-i şerif i zikretmek mümkündür: Bu hususta Mâlik b. Nadle di­yor ki:

"Bir gün, kıyafetim perişan bir halde Resulullah'ın huzuruna gittim. Re-sulullah bana dedi ki:"

- Senin malın var mı?

- Evet

- Ne cins malın var?

- Her cins mal. Deve, köle, at, koyun.

- Allah sana bir mal verdiğinde o malın eserini senin üzerinde görmek ister. Resulullah sözlerine devamla buyurdu ki:

- Sen, kavminin develeri sağlam olarak doğurduklarında eline usturayı ahp onların kulaklarını kesip "Bunlar bahirelerdir." veya kulaklarını yahut deri­lerini yanp "Bunlar sadmelerdir." diyor ve onları kendine ve ehline haram kılı­yor musun?

- Evet.

- Allah teala'nın sana verdiği bu şeyler helaldir. Allanın bileği senin bile­ğinden daha güçlü ve onun usturası senin usturandan daha keskindir.

-Ey Allanın Resulü, ben bir adama gitsem de o bana ikram etmese ve beni misafir etmese o bana gelince ben ona aynen bana davrandığı gibi mi dav­ranayım? Yoksa onu misafir edeyim mi?

- Misafir et" buyurdu[80]

Görüldüğü gibi Resulullah (s.a.v.) Allahın helal kıldığı develeri, cahiliye âdetlerine uyarak kendilerine haram kılan Mâlik b. Nadle'yi bu kötü âdetten men ediyor ve Allahın helal kıldığı şeyleri kimsenin haram kılamayacağmı be­yan ediyor. Bu bir misaldir. Benzer olaylar da bunun gibidir. [81]

 

60- Allaha iftira edenler, kıyamet günü hakkında ne düşünürler? Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı lütuf sahibidir. Fakat insanların çoğu şükretmezler.

Allahın helal kıldığını haram, haram kıldığını da helal sayarak Allaha karşı yalan uyduranlar, kıyamet gününde, Allahın, kentlilerine ne yapacağını tahmin ederler? Bütün iftiralarına rağmen, Allahın kendilerini affedeceğini mi zannederler? Hayır, Allah onları affetmeyecek.bilakis alev alev yanan cehenne­mine sokacaktır. Çünkü onlar bunu haketm işi erdir. Şüphesiz ki Allah, kullarım hemen cezalandırmayıp, onlara yaptıklarından vaz geçme imkânı vererek insan­lara büyük lütüfta bulunur. Fakat insanların çoğu, bu nimetlere karşı Allaha şükretmezler. [82]

 

61- Ey Muhammed, her ne durumda olursan ol, Kur'andan ne okur­san oku, sen ve ümmetin, her ne iş yaparsanız yapın, onu yapmaya girişti­ğinizde biz ona mutlaka şahit oluruz. Yerde ve gökte zerre kadar bîr şey dahi rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçük ve daha büyük hiçbirşey yoktur ki, apaçık bir kitapta mevcut olmasın.

Ey Muhammed, hangi işi yaparsan yap, Allahın kitabından ne okursan oku, ey müminler sizler de ne amel işlerseniz işleyin, sizler o işe başladığınız zaman biz sizin yaptıklarınızı ve halinizi görmekteyiz. Biz onları bilmekte ve hesaplamaktayız. Ey Muhammed, bil ki, yerde ve gökte olan hiçbirşey, rabbin­den gizli değildir. O şey, zerre miktarı dahi olsa. İster zerreden daha küçük is­terse daha büyük olsun herşey, Allah katında, levh-i mahfuzda kayıtlıdır.

Evet, Allah teala, büyük küçük herşeyi bütün teferruatıyla bilmektedir. Nitekim diğer bir âyet-i Kerime'de de şöyle buyurulmaktadır: "Gaybın anahtar­ları Aîlahın kalındadır. Onları ancak o bilir. O, karada ve denizde olanları bilir. Düşen hiçbir yaparak dahi yoktur ki, Allah onu bilmesin. Yerin kalınlıklarında olan her tane, kuru ve yaş herşey, mutlaka apaçık bir kitapta kayıtlıdır[83]

 

62- İyi bilin ki, Allahın dostlarına korku yoktur. Onlar üzülmezler de.

Ey insanlar iyi bilin ki, Allahın dostlarına ve sevgili kullarına âhirette hiçbir korku yoktur. Onlar, dünyada iken elde edemedikleri şeylere de üzülecek değillerdir.

Âyet-i Kerime'de zikredilen "Allahın dostlarından (velilerden) kimlerin kastedildiği hususunda çeşitli görüşler zikredilmiştir.

Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr, Müseyyeb, b. Hazen, Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Ebi Hüzeyl, âyette zikredilen "Allahın dostlann'dan mak­sadın, görüldüklerinde simalarından, Allahı hatırlatan kullar olduklarını söyle­mişlerdir.

Ömer b. el- Hattab, Ebu Hureyre ve Ebu Mâlik el-Eş'arî ise âyette zikre­dilen "Allahın dostlan'ndan maksadın, aralarında maddi bir çıkar ve akrabalık bağı olmadan birbirlerini Allah için seven kimselerdir.

Bu hususta Peygamber efendimiz (s.a.v.)'in şöyle buyurduğu rivayet edil­mektedir:

"Ey insanlar, dinleyin, düşünün ve bilin ki Aziz ve Celil olan Allahın Öy­le kullan vardır ki onlar ne Peygamber ne de şehittirler. Fakat Peygamberler ve şehitler, onların, Allah yanındaki derece ve yakınlıklarına gıpta ederler."

Resulullah'ın bu sözü üzerine uzaktan .bir Bedevi gelip eliyle resulullaha t işaret ederek şöyle dedi: "Ey Allahın Resulü, insanlardan öyleleri vardır ki, on­lar ne Peygamberdirler ne de şehittirler. Bununla beraber onların, Allah katında­ki derece ve yakınlıklarına Peygamberler ve şehitler gıpta ederler. Bu insanları bize anlat."

Bu Bedevi'nin sözü üzerine Resulullah'ın yüzünde sevinç belirtileri gö­rüldü ve şöyle buyurdu: "Onlar, tanınmayan insanlardan ve bilinmeyen kabile­lerde bir kısım insaniardırki, onları birbirlerine akrabalık bağı yaklaştırmaz. Fa­kat onlar, Allah için birbirlerini severler bunda samimi olurlar. Kıyamet günün­den Allah onlara nurdan minberler kuracak onları orada oturtacaktır. Onlann yüzlerini ve elbiselerini nurdan kılacaktır. Kıyamet gününde insanlar korku içindeyken onlar korkmayacaklardır. îşte onlar, Allahın dostlarıdırlar. Onlara korku yoktur, onlar, üzülmezler de." [84]

Taberiye göre ise AUahin dostlarından maksat, bundan sonra gelen âyetin belirttiği gibi, AUaha iman eden ve ondan korkan müminlerdir. [85]

 

63- Onlar, iman eden ve Allah'tan korkanlardır.

Allahın dostları olan Veliler o kimselerdir ki, Allahı; Peygamberini ve Peygamberinin Allah katından getirdiğini tasdik ederler. Allahın emirlerini yeri­ne getirerek ve yasakladığı şeylerden de kaçınarak ondan korkarlar. [86]

 

64- Onlara dünya hayatında da âhirette de müjde vardır. Allahın sözleri asla değişmez. İşte büyük kurtuluş budur. Allahın dostlarına, daha dünyada iken, Allanın rahmet ve rızasına erecek­leri, rüyalarında ve canlan alınırken Melekler tarafından müjdelenir. Cennette ise Allanın rahmeti ve rızasıyla müj İd elenirler. Allah, verdiği vaadden asla dön­mez, îşte büyük kurtuluş budur.

Âyet-i kerime'de, Allahın dostlarına dünya ve âhirette verileceği beyan edilen müjde'den neyin kastedildiği hususunda çeşitli görüşler zikredilmiştir.

a- Bazılarına göre dünyada verilen müjdeden maksat salih rüya (doğru çı­kan rüya)dır. Bu hususta Resulüllah'tan şu hadisler rivayet edilmiştir. Ebu dder-da diyor ki:

"Onlara dünya hayatında müjde vardır." âyetinin mânâsını Resulullah'tan sordum, Resulullah da buyurdu ki: "Bu âyet ind iri liginden beri onun mânâsım bana senden başka hiçbir kimse sormamıştı. Dünya hayatında verilen müjdeden maksat, Müslümanın gördüğü veya ona gösterilen salih riiyadır.(O rüya ile yeri­len müj dedir) [87] (O rüyada, Allahın rahmetine ereceği kendsine müjdelenir.)

Ubade b. es-Samit demiştir ki:

"Ben, Resulullah'tan, "Onlara dünya hayatında müjde vardır." âyetini sor­dum. O da buyurdu ki: "O müjde, müminin kendisinin gördüğü veya kendisine gösterilen salih  [88]

Taberi, bu hadisin benzerini, Ebu Hureyre ve Abdullah b. Amr b. el-Ass'dan da rivayet etmiştir.

Yine Ubade b. es-Samit, Resulullahın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Müminin rüyası, Peygamberliğin kırk altı bölümünden bir bölümü-dür. [89]

Ümmü Kürz el-Kâ'biyye de demiştir ki:

"Ben, Resulullahın şöyle buyurduğunu işittim.: "Artık peygamberlik sona erdi. Geriye müjdeîeyici şeyler kaldı. [90] (müjldeliyici şeylerden biri de rüya­dır.)

Urve b Zü'beyr, Mücahid, Abdullah b. Abbas Abdullah b. Mes'ud ve Atâ da bu âyette zikredilen dünyadaki müjdeden maksadın salih rüya olduğunu söy­lemişlerdir.

Bu âyette zikredilen, âhiretteki müjdeden maksat ise, Ebudderda, Ebu Hureyre ve Ubade b. es-Samit'ten rivayed edilen hadislerin beyan ettiğine göre cennetir.

b- Zühri ve Kataden nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette zikredi-lendünyadaki müjdeden maksat, mümin kul'a ölümü ânında verilecek müjdedir. Taberi diyor ki: "Bu âyetin tefsirinde söylenecek sözlerin en evlası şudur: "Allah teala bu âyet-i kerimesinde, kendisinden korkan veli kullarına dünya ha­yatında müjde olduğunu beyan etmiştir. Müslamanın gördüğü veya kendisine gösterilen salih rüyalar, dünya hayatıdaki müjdelerdendir. Yine, mümin kulun canı çıkarken Resulullahın beyan ettiği gibi, meleklerin onu, Allahın rahmetiyle müjdelemeleri ve onun ruhuna "Çık ve Allahın rahmet ve rızasına git" demeleri, dünya hayatındaki müjdelerdendir. Keza, Allah tealanın, mümin kuluna kitabı ve Peygamberi aracılığı ile bol sevaplar vaadetmesi, dünyadaki müjdelerdendir. Evet, bütün bu müjdeler, Allahın, müminlere, dünya hayatında vereceği müjde­lerdir. Allah teala bu âyet-i kerimesinde, bu müjdelerden sadece birinin verile­ceğini bildirmemiştir. Bu itibarla âyetin mânâsı geneldir. Âhiretteki müjdeden maksat ise cennettir. [91]

 

65- Ey Muhammed, kâfirlerin sözleri seni üzmesin. Çünkü bütün iz­zet ve galibiyet Allaha aittir. O, herşeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir.

Ey Muhammed, Allaha ortak koşan kâfirlerin, Allah hakkındaki bâtıl sözleri, put ve benzeri şeylerin, Allahın ortakları olduğu iddialan seni üzmesin. Zira bütün izzet ve şeref, ancak Allaha aittir. O, onların sözlerini çok iyi işiten ve içlerinde taşıdıkları niyletlerini çok iyi bilendir. Allah, onları devamlı olarak kontrolü altında bulundurmaktadır. Onları, yaptıklarından dolayı cezalandıra­caktır. [92]

 

66- iyi bilin ki göklerde ve yerde olan herşey Allaha aittir. Allah'tan başkasına tapanlar, gerçekte ortak koştuklarına uymazlar. Sadece zanna uyarlar. Onlar ancak yalan söylerler*

îyi bilin ki göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allaha aittir. O halde Allahın mülkü ve yarattığı olan putlar nasıl olur da ilah kabul edilirler? ibadet, varlıkları yaratıp onları terbiye eden rabbe yapılır. Terbiye edilen yara­tıklara değil. Allaha ortak koşanlar, aslında ortak koştuktan şeylere, bir delile dayanarak, samimi bir şekilde uymuş değillerdir. Onlar ancak tahminlerine uyarlar. Ve onlar, yalancılardan başkası değillerdir.

Bu âyetin: "Allah'tan başkasına tapanlar, gerçekte ortak koştuklarına uymazlar" kısmını, soru cümlesi olarak: "Allahın ortaklan olduğunu söyleyenler, onu bırakıp ta neye taparlar?" şeklinde izah edenler de vardır. [93]

 

67- Dinlenmeniz için geceyi, aydınlatıcı olarak ta gündüzü yaratan Alah'tır. Şüphesiz ki bunda, dinleyen bir topluluk için deliller vardır.

Sizin rabbiniz, geceyi dinlenmeniz ve yorgunluğunuzu gidermeniz için yaratan, nzık temin etmeniz için de gündüzü aydınlık kılandır. Şüphesiz ki bun­da, bu delilleri dinleyip düşünenlere alâmet ve ibretler vardır. İşte bütün bunları yapan, sizi ve ona ortak koştuğunuz şeyleri yaratandır. Herhangi bir menfaat ve zarar veremeyen varlıklar değillerdir. [94]

 

68- Müşrikler: "Allah çocuk edindi." dediler. O, bundan münezzeh­tir. Allahın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur. Bu iddianızda hiçbir deliliniz de yoktur. Allaha karşı bilmediği­niz bir şeyi mi söylüyorsunuz?

Ey Muhammed, kavminden, Allaha ortak koşanlar: "Melekler Allahın kızlarıdır." şeklindeki sözleriyle "Allah çocuk edindi." dediler. Allah, onların if­tiralarından uzaktır. Zira onun, yarattıklarından hiçbirşeye ihtiyacı yoktur ki ço­cuk edinmeye de ihtiyacı olsun. Çünkü göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkü ona aittir. O halde kendisinin yarattığı bir mahluk, onun nasıl çocuğu olabilir? Hiç, söylediğiniz sözün, yanlış olduğunu düşünmez misiniz? Sizin eli­nizde bu iddianıza dair hiçbir deliliniz yoktur. Sizler, herhangi bir delil olma­dan, Allaha isnad edilmesi caiz olmayan şeyi ona karşı nasıl söylüyor ve iddia ediyorsunuz?

Allah teala, başka âyetlerde de, kendisine çocuk isnad edenleri şiddetle kınayarak şöyle buyuruyor: "İman etmeyen bazı kimseler: "Rahman olan Allah çocuk edindi." dediler." "Yemin olsun ki siz ortaya çok çirkin birşey getirip ifti­ra attınız." "Bu iftiranın korkunçluğundan nerdeyse gökler çatlayacak, yer yarı­lacak, dağlar parçalanıp dağılacaktı." "Çünkü onlar, rahmen olan Allaha çocuk isnad ettiler." "Oysa rahman olan Allahın çocuk edinmesi asla şanına yakış­maz." "Göklerde ve yerde bulunan hiçbir kimse yoktur ki, kıyamet günü rahmen olan Allahın huzuruna bir kul olarak çıkmasın." "Şüphesiz Allah, onları ilmiyle kuşatmış, kendilerini ve yaptıklarım bir bir saymıştır." "Kıyamet günü onların herbiri Allahın huzuruna tek başına çıkacaktır." [95]

 

69- Ey Muhammcd, de ki: "Allaha karşı yalan uyduranlar, asla kur­tuluşa ercmeyeceklerdir."

Ey Muhammed onlara de ki: "Allaha karşı yalan uydurup, onun çocuğu olduğunu iddia edenler, kurtuluşa eremeyecek ve dünyada ebedî olarak kalama­yacaklardır. [96]

 

70- Onlar için dünyada geçici bir hayat vardır. Sonra dönüşleri yine bizedir. Biz onlara, inkârları sebebiyle şiddetli azabı tattıracağız.

Onların ecelleri gelip çatmeaya kadar, dünya hayatında bir geçimlikleri vardır. Ömürleri bitince bize döneceklerdir. Onların, Allahı ve Peygamberlerini yalanlamaları sebebiyle biz onları cehenneme koyup o şiddetli azabı onlara tat­tıracağız. Dünyadaki geçimlikleri onları aldatmasın. Bu onlara bir mühlet ver­medir. Onları başıboş bırakmak değildir. [97]

 

71- Onlara Nuh'un kıssasını oku. O, bir zaman kavmine şöyle demiş­ti: "Ey kavmim, aranızda bulunmam ve Allahın âyetlerini hatırlatmam si­ze ağır geliyorsa, bilin ki ben, sadece Allaha güvenmekteyim. Siz de ortak-larnızla bir araya gelerek yapacağınızı kararlaştırın. Sonra yapacağınız iş, sizi üzüntüye düşürmesin. Ve nihayet bana hiç mühlet vermeden, hükmü­nüzü uygulayın.

Ey Muhammed, sen o müşriklere, Nuh'un, kavmi ile olan hadisesini an-lat.Bir zaman Nuh, kavmine şöyle demişti: "Eğer sizin aranızda bulunmam ve size, Allahın âyet ve delillerini hatırlatarak nasihat etmem gücünüze gidiyorsa, bir karara varın. Bu karara, Allaha ortak koştuğunuz şeyleri de çağırın. Böylece işiniz gizli kalmasın, açığa çıksın. Sonra, içinizden geçirdiğiniz ve bana yapma-kistediğiniz şeyi derhal uygulayın, geri koymayın.

Allah teala bu âyet-i kerime'de, Nuh'un, Allahın yardımına güvendiğini, kâfirlerin hile ve desiselerinden korkmadığını beyan ediyor, son Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.)'i de Nuh'un izini takibetmeye  tevsik etiyor. [98]

 

72- Eğer yüzçcvirirscniz bilinki, ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim mükâfaatım ancak Allaha aittir. Bana, Müslümanlardan olmam emredilmiştir.

Nuh, devamla dedi ki: "Ey insanlar, şayet sizi davet ettiğim haktan yüz-çevirirserüz bana bir zarar veremezsiniz. Zira ben sizden ne bir ücret ne de bir sevap istiyorum. Benim mükâfatım ancak Allaha aittir.Ben, rabbımın emrine boyun eğen ve ona itaat eden Müslümanlardan olmakla emrolundum. [99]

 

73- Buna rağmen onu yalanladılar. Biz Nuh'u ve kendisiyle gemide bulunan müminleri kurtardık. Onları yeryüzünde halifeler kıldık. Âyetlerimizi yalanlayanları ise suda boğduk. Uyarılanların akıbeti nasıl olurmuş bir bak.

Bu âyet-i kerime, Hz. Nuh'u yalanlayan kavminin, sonunda helak oldu­ğunu, onu yalanlamaları sebebiyle suda boğularak yok olduklarını beyan etmek­te, onlara benzeyecek olan her kavmin de akıbetlerinin felaket olacağına işaret etmektedir.

Nitekim âyet-i kerime'nin sonundaki "Ey Muhammed, uyarılanların akıbeti nasıl olurmuş bir bak." cümlesi bunu ifade etmektedir. [100]

 

74- Biz Nuhtan sonra, kavimlerine birçok Peygamberler gönderdik. Onlara apaçık delillerle geldiler. Onlar, daha önce yalanladıklarına iman edecek değillerdi. Haddi aşanların kalblcrini işte böylece mühürleriz.

Biz Nuhtan sonra gelen kavimlere de Peygamberler gönderdik. Peygam­berleri onlara, Allanın elçileri olduklarını gösteren ve söylediklerinin gerçek ol­duğunu ortaya koyan apaçık mucize ve deliller getirdiler. Fakat Nuh'u yalanla­yan insanlar Nuhtan sonra gelen Peygamberlere iman edecek değillerdi. Zira Nuh kavminin yakalandığı şüphe ve gurur hastalığı onlarda da vardı. İşte biz, Peygamberlerini yalanlayan böyle kavimlerin kalblerîni, işledikleri günahlar se­bebiyle mühürlediğimiz gibi, rablerine karşı isyan edip emirlerini tanımayanla­rın kalblerini de yine isyanlarının cezası olarak mühürleriz de artık gerçeği anla­yamaz olurlar. [101]

 

75- Bunlardan sonra da Musa ve Harunu, Firavun ve topluluğuna mucizelerimizle gönderdik. Fakat onlar kibirlendiler ve suçlu bir kavim ol­dular.

Nuhun arkasından gönderdiğimiz Peygamberlerden sonra da Musa ve Harunu Mısır Kralı Firavuna ve kavminin ileri gelenlerine, onların doğrulukları­nı gösteren delil ve mucizelerle gönderdik. Fakat Firavun ve etrafındakiler, Mu­sa ve Harun'un hak yola davetlerini kabul etmeyi gururlarına yedirmediler. Böy­lece rablerini inkâr ederek suçlu bir kavim oldular. [102]

 

76- Tarafımızdan onlara hak gelince: "Şüphesiz ki bu apaçık bir si­hirdir." dediler.

Firavun ve kavmine, tarafımızdan, Peygamberler vasıtasıyla apaçık muei-ze ve deliller gelince onlar, hakka boyun eğme yerine, şımarıklıklarında devam ederek: "Şüphesiz ki bu apaçık bir sihirdir." dediler. [103]

 

77- Musa onlara şöyle dedi: "Allah katından size gelen bu gerçeğe dil mi uzatıyorsunuz? Bu, sihir olabilir mi? Sihirbazlar asla muvaffak olamaz­lar."

Musa onlara şöyle demişti: "Allah katından size gelen âyet ve alâmetlere sihir mi diyorsunuz? Gördüğünüz bu mucize ve âyetler hiç sihir olabilirini? Zira sihirbazlar asla başarılı olamazlar. [104]

 

78- Onlar da Musaya: Atalarımızı üzerinde bulduğumuz dinden bizi çevirmek için ve yeryüzünde büyüklük ikinizin olsun diye mi bize geldiniz Biz, ikinize de iman etmiyoruz." dediler.

Firavun ve adamları Musaya şöyle dediler: "Sen bizi, atalarımızın dinin­den çevirmek için mi bize geldin? Böylece istiyorsunuz ki, yeryüzünde iktidar ve büyüklük ikinizin elinde olsun. Biz, sizin Peygamber olduğunuza inanmıyo­ruz.

Kur'an-i kerimin birçok yerinde, Hz. Musa ile Firavun arasında geçen kıssa çeşitli yönleriyle bazan geniş bazan da kısa bir şekilde zikredilmektedir. Çünkü bu kıssa en manâlı kıssalardan biridir. Firavun, saltanatına ve zulmüne son verecek birisinin çıkacağından endişe ettiği için korku içerisindeydi. Niha­yet korktuğu başına geldi.

Firavun, Hz. Musayı bizzat sarayında besledi. Musa olgunluk çağma va­rınca Firavun ve adamlarının zulmüne karşı koydu. Neticede Mısın terkedip Kenan ilinde uzun bir süre yaşadı. Tekrar Mısıra dönerken kendisine Peygam­berlik verildi.

Hz, Musa bu befa Firavunun karşısına Peygamber olarak çıktı ve onu Al-Iaha kulluk etmeye davet etti. Firavun bunu gururuna yediremedi, fakat çeşitli hiyle ve tuzaklara başvurmasına rağmen sonunda mağlup olarak suda boğuldu.

İşte bu surede de Hz. Musa'nın Firavun ile olan kıssasının bir bölümü zikredilmektedir. [105]

 

79- Firavun kavmine, "Bütün mahir sihirbazları bana getirin." dedi.

Firavun, Musa'nın gösterdiği mucizeler karşısında âciz kalınca, bütün maharetli bazıların toplanıp kendisine getirlemesini emretti. [106]

 

80- Sihirbazlar gelince, Musa onlara "Ortaya koyacağınızı koyun." dedi.

Firavunun toplanmasını istediği, ülkenin en meşhur sihirbazları bir araya toplanınca Musaya "Önce sen mi maharetini ortaya koyacaksın yoksa biz mi koyalım?" diye sordular. Musa da onlara "Ortaya koyacağınızı Önce siz koyun." dedi. [107]

 

81- Sihirlerini ortaya koyunca Musa onlara şöyle dedi: "Bu yaptığı­nız sihirdir. Şüphesiz ki Allah bunu bozacaktır. Muhakkak Allah, fesatçıla­rın işini düzeltmez.

Sihirbazlar büyülerini göstermik için ip ve sopalarını ortaya atınca Musa onlara şöyle dedi: "Ey sihirbazlar, sizin bu yaptığınız, sihirden başka birşey de­ğildir. Allah bunu bozacaktır. Zira Allah, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak ve orada Allah'a isyan edilmeyi devam ettirmek isteyenlerin yaptıklarını asla mu­vaffak kılmaz. Ve onların yaptığı şeyleri boşa çıkarır.

Hz. Musa'nın âsâsı yılan şekline dönüşdükten sonra sihirbbazlann ortaya koydukları şeyleri yutmuş ve geriye hiçbir şey bırakmamıştır. [108]

 

82- Şüphesiz ki Allah, suçlular istemese de hakkı, sözleriyle gerçek­leştirir.

Şüphesiz ki Allah, mücrimler istemese de hakki ispat eder ve emriyle onu bâtıla galip getirir. [109]

 

83- Firavun ve ileri gelen adamlarının kötülüğünden korkarak, Fira­vunun kavminden Musaya ancak az bir topluluk iman etti. Şüphesiz Fira­vun, yeryüzünde büyüklük taslayan biriydi. Ve aşırı gidenlerdendi.

Musa'nın çeşitli mucize ve deliller getimıesine rağmen, Firavunun kav­minden veya îsrailoğullarından Musa'ya Firavunun korkusundan dolayı pek az kişi iman etti. Zira Firavun, yeryüzünde zorbaîaşan, inkâr ve sapıklıkta haddi aşanlardandı.

Ayet-i kerimede geçen ifadesinin lafzi tercümesi "Kavminin soyundan olanlar" şeklindedir. Müfessirler, Hz. Musa'ya iman ettik­leri bildirilen bu soyların kimin soyları olduğu hususunda farklı görüşler zikret­mişlerdir.

a- Mücahid ve A'meşe göre burada zikredilen insanlar israiloğullannın soylarıdır. Hz. Musa, peygamber olarak İsrailoğullanna gönderildiğinde onun zamanında bulunan İsrailoğullan ölmüşler, onlann soyundan gelen çocukları Hz. Musa'ya iman etmişlerdir. Çünkü Hz. Musa'nın Peygamberlik dönemi çok uzun sürmüştür. Âyet-i kerime bunu beyan etmektedir,

b- Abdullah b.Abasa göre ise bu insanlar, Firavun kavminin soyundan gelen insanlardır. Firavun kavmi Firavunun fitnesinden ve zulmünden kortukla-n için Musa'ya iman edememişler ancak onlann soylarından gelen bazı kimseler Hz. Musa'ya iman edebilmişlerdir. Firavunun karısı, Firavun ailesinin muteme­di, Firavunun veznedarı ve veznedarın hanımı bunlardandı.

Taberi âyet-i kerime'de, Musa'dan başka kimsenin zikredilmemesi sebe­biyle burada adı geçen soyların, Hz. Musanm kavmi İsrailoğullannın soyundan olduğunu söylemenin daha isabetli olacağım zikretmiştir.Bu izaha göre Firavu­nun korkusundan, İsrailoğullan Hz. Musa'ya iman edememişler ancak, peygam­berliği uzun sürdüğünden, onlann soylarından gelen insanlar, Hz. Musa'ya iman edebilmişlerdir. [110]

 

84- Musa kavmine: "Ey kavmim, eğer Allaha iman ediyorsanız ve teslim olmuş ssanız sadece ona güvenin." dedi.

Musa kavmine: "Ey kavmim, eğer Allahın birliğini kabul ediyor ve rabbi-niz olduğunu tasdik ediyor ve ona itaatla boyun eğmek istiyorsanız ona güvenin ve ona teslim olun." dedi. [111]

 

85-86- Müminler de: "Biz yalnız Allaha güvendik, ey rabbimiz, sen bizi zalim bir kavim için imtihan vesilesi kılma, bizi, merhametinle o kâfir topluluktan kurtar." dediler.

Musa kendisine iman edenleri Allaha güvenmeye davet edince onlar da: "Biz, yalnız Allaha güvendik, işimizi ona teslim ettik. Ey rabbimiz, tarafından bize bir azap göndererek zalim olan Firavun kavminden dolayı bizi imtihana ta­bi tutma sen, rahmetinle bizleri, kâfir olan Firavun topluluğunun elinden kur­tar." dediler.

Müfessirler, müminlerin, rablerinden, Firavun kavminin kendilerini, imtihan vesilesi yapmamasını neden dolayı istedikleri hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.

a- Ebu Miclez ve Ebu Duha'ya göre müminler, Allah teala'dan, Firavun kavmini kendilerine galip getirmemesini istemişlerdir ki, onlann, kendilerinden üstün oldukları anlaşılarak insanların yoldan çıkmasına sebep olmasınlar.

b- Mücahid ve İbn-i Zeyd'e göre ise müminler, Firavun kavminin kendi­lerine musallat olmamasını niyaz etmişlerdir ki, kendilerinin sapmalarına vesile olmasınlar. [112]

 

87- Musa ve kardeşine: "Kavminiz için Mısırda evler yapın, bu evle­ri de (kıbleye yönelen) namazgahlar yapın. Namazı dosdoğru kılın." diye vahyettik. Ayrıca Musa'ya "Müminleri müjdele" dedik.

Biz Musaya ve kardeşi Haruna: "Mısırda kavminize evler yapın. Evleri­nizi mescitler haline getirip oralarda namaz kılın, namazınızdan dolayı Firavu­nun zulmünden korkmayın. Ayrıca müminleri büyük sevaplarla ve gelecekteki büyük zaferlerle müjdeleyin." diye vahyettik.

Âyet-i kerimede geçen ve "Evlerinizi namazgahlar yapın." diye tercü­me edilen cümlesi müfessirler tarafından çeşitli şe-killerrde izah edilmiştir.

a- Abdullah b. Abbas,- İbrahim en-Nehai, Mücahid, Ebu Malik, Rebi' b. Enes, Dehhak ve İbn-i Zeyd, bu ifadeyi şu şekilde izah etmişlerdir: "Evlerinizi mescitler yapıp onlarda namaz kılın." İsrailoğullan, sadece havralarda namaz kılıyor ve oralarda namaz kılarken de Firavun ve kavminden korkuyorlardı. Bu­nun üzerine Allah teala onlara, evlerini namazgah edinip oralarda namaz kılma­larını emretti.

b- Abdullah b. Abbaş, Mücahid, Katade ve Dehhaktan nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadenin izahı şöyledir: "Mescitlerinizin yönünü Kâbeye doğ­ru yöneltin." İsrailoğullan, Firavunun işkencesinden şikayetçi olunca, Allah tea­la onlara, evlerini mescitler yapıp mescitlerinin yönlerini de Kâbeye doğru yö­neltmelerini emretmiştir.

c-  Said b. Cübeyre göre ise "bu ifadenin izahı şöyledir: "Siz evlerinizi bir­birlerine karşı vaziyette yapın.

Taberi, birinci görüşün tercihe şayan olduğunu, çünkü âyetin metninden ilk anlaşılan mananın bu olduğunu, Allah teala'nın kelamını en çok kullanılan ifadelere göre izah etmenin isabetli olduğunu söylemiştir. [113]

 

88- Musa şöyle dua etti: "Rabbimiz şüphesiz ki sen, Firavun ve ileri gelenlerine, dünya hayatında ziynet ve inallar verdin. Rabbimiz, neticede bunlar, yolundan saptırsınlar diye mî? Rabbimiz, onların mallarını yok et, kalblerini katılaştır ki onlar, can yakıcı azabı gözleriyle görmedikçe iman etmesinler."

Hz. Musa bu bedduayı, Firavun ve topluluğunun inkarlanndaki inatçı­lıklarına kızarak Allah nzası için yapmıştır. Zira, Hz. Musa, Firavun ve adamla­rından hayır beklemediğini, onların iman etmelerinde ümit kalmadığını anlamış» bunların, azgınlıklarında devam ettikleri takdirde İsrailoğullannı da saptıracak­larından korkmuş ve bu sebeple Firavun ve topluluğu aleyhine bedduada bulun­muştur.

Nitekim daha önce Hz. Nuh da kavmi aleyhine böyle bir bedduada bulun­muş Allah da kavminin iman etmeyenlerini tufan ile boğmuştur. Bu hususu be­yan eden âyetlerde buyunıluyor ki: "Nuh şöyle dedi: "Rabbim, kâfirlerden, yer­yüzünde dolaşan tek kiş. bırakma." "Eğer onları yeryüzünde bırakırsan kullarım saptırırlar ve ancak günahkâr ve kâfir çocuklar doğururlar. [114]

Âyeti kerimede geçen ve "Mallarını yok et" diye tercüme edilen badesi, Abdullah b. Kesir, Rebi b. Enes, Katade Süfyan es-Sevlri.Ebu Salih, Dehiıak ve İbn-i Zeyd tarafından, "Ey rabbimiz, sen onların mallarını başka şeylere çevir." şeklinde izah edilmiştir. Hz. Musa'nın bu duası üzerine, İsrailoğullannm şekerlerinin, ekinlerinin, altın ve gümüşlerinin ve diğer mallarının taş olduğu rivayet edilmiştir.

Mücahid ve Abdullah b. Abbas ise bu ifadeyi şu şekilde izah etmişlerdir. "Rabbimiz,sen onların mallarını yok et"

Âyet-i kerimede geçen ve "Kalblerini katılaştır." şeklinde tercüme edile­ne ifadesi Abdullah b. Abbas tarafından şöyle izah . edilmiştir. "Sen onların kalblerini mühürle de imana karşı yumuşamasını ar ve gönüllerini ona açmasınlar." Abdullah b. Abbas demiştir ki: "Allah teala, Hz. Musa'nın bu duasını kabul etti. Firavuna, boğulma ânına kadar iman nasip etme­di. Boğulma anındaki imanı ise ona fayda sağlamadı.

Âyeti- kerimede geçen ve "îman etmesinler" diye tercüme edilen cümlesi çeşitli gramer tahlilerine tabi tutulmuş ve her bir tahlil şekline göre bu cümleye, az da olsa farklı manalar verilmiştir.

a- Bazılarına göre bu cümle cümlesine atfedilmiştir.

Bu tahlile göre âyetin bu bölümünün manası şöyledir. "Rabbimiz, neticede bun­lar, insanları, yolundan saptırmasınlar ve can yakıcı azabı görmedikçe iman et­mesinler diye mi Firavun ve ileri gelenlerine, dünya hayatında zinet ve mallar verdin?"

b- Diğer bir kısım âlimlere göre cümlesi emrinin cevabıdır.Bu nedenle başına  harfi gelmiştir. Bu tahlile göre âyetin bu bölümünün manası şöyledir: "Rabbi­miz, onların mallarım yok et. Kalblerini katılaştır ki, onlar can yakıcı azabı gö­rünceye kadar iman etmesinler.

c- Başka bir kısım alimlere göre cümlesi, nehy-i hazır şeklinde istek cümlesidir. Bu tahlile göre ise âyetin bu bölümünün manası şöyledir: "Rabbimiz onların malarını yok et. Kalblerini kaülaştır, iman etmesin­ler." Taberi bu son izah şekiini tercih etmiştir. Zira âyetin bundan önceki bö-lümleride dilek mahiyetinde olduğundan bu kısmının da dilek anlamında olma­sı, âyetin akışına daha uygundur. [115]

 

89- Allah da: "İkinizin duası da kabul edildi. Doğru yolda yürümeye devam edin. (İşin içyüzünü) bilmeyenlerin yoluna uymayın." dedi.

Ey Musa senin ve kardeşin Hanımın, Firavun ve ileri geîen adamları aleyhine bedduanız kabul edilmiştir. İkiniz de emrimi yerine getirmeye devam edin. Göndereceğim ceza gelinceye kadar Firavun ve kavmini imana davet et­mekte kararlı olun. Hükmümün hemen gelmesini isteyen cahillerin yolunu tut­mayın. Zira benim vereceğim ceza derhal gelmese de vaadimden asla dönmem, o cezayı mutlaka veririm.

İbn-i Cüreyc diyor ki: "Firavun, aleyhine yapılan bedduadan sonra kırk yıl yaşamış ve sonunda denizde boğularak helak edilmiştir. Hz. Musa bedduada bulunurken Hz. Harun da "Amin" dediği için ayette "ikinizin duası da kabul edildi" Duyurulmuştur. [116]

 

90- İsrail oğulIarını denizden geçirdik. Firavun ve ordusu, onlara zul­metmek ve saldırmak maksadıyla peşlerine düşmüşlerdi. Firavun boğula­cağı anda: "İsrailoğullannın iman ettiğinden başka Hah olmadığına iman ettim ve ben Müslümanlardanım." dedi.

Biz, İsrailoğullan için denizi yardık, onları denizden geçirdik. Firavun ve ordusu ise, İsralioğullanna zulmetmek ve onlara saldırıda bulunmak için onların peşini takibetti. Denizde açılan yoldan geçerken deniz sulan kendisini kaplayıp boğulacağını kesin olarak anlayınca şöyle dedi: "İsrailoğullannın iman ettikleri ilah dışında hiçbir ilah olmadığına iman ettim. Ben, ona kul olmayı kabul eden ve boyun eğenlerdenim."

Firavun iman ettiğini söylemiş fakat bu sözü tam ölüm anında zorunlu olarak söylemiştir ki böyle bir anda iman kabul edilmez. Bu sebeple Fiavun imansız olarak ölmüştür.

Tam can çekişirken iman etmenin fayda vermediği ve bu halde iman eden kimsenin imansız olarak öleceği hususunda diğer âyetlerde de şöyle Duyu­rulmaktadır: "Onlar, azabımızın şiddetini gördükleri zaman "Biz sadece Allaha iman ettik. Ona ortak koştuğumuz şeyleri inkâr ettik." dediler." "Azabımızın şiddetini görünce imana gelmeleri onlara hiçbir fayda sağlamadı. Allahm, kulan hakkında ötedenberi uygulana gelen kanunu budur. İşte kâfirler o zaman hüsra­ [117]

Abdullah b. Şeddad, Firavun ve kavminin nasıl boğulduklanni izah ede­rek şunlan söylemiştir: "Adı aslında" İsrail" olan Yakup, oğullarıyla birlikte Mısırdaki oğlu Yusuf a gittikleri zaman, ailenin fertlerinin sayısı, yetmiş iki ki­şiydi. İsrailin (Yakubun) oğullan, Musa ile birlikte Mısırdan çıktıklan zaman ise sayılan altı yüz bin'e ulaşmıştı. Firavun onlara kavuşup onlar da Firavunu görünce Musa'ya şöyle demişlerdi. "Nereye gideceğiz? O bize kavuştu. Bundan önce de Firavundan işkenceler görüyorduk." Bunun üzerine Allah teala, Hz. Musaya, "Asanı denize vur" diye emretti. Deniz yarıldı. Her parçası büyük bir dağ gibi oldu. Denizin dibi kurudu. Allah onlara yeryüzünü açtı. Firavun da ya­ğız bir aygır'a binmiş onlan takibediyordu. Aynı renkte sekiz yüz bin at bulunu­yordu. Diğer renklerde olan binekler bu sayının dışındaydı. Cebrailin altında be­sili bir kısrak bulunuyordu. Orada ondan başka kısrak yoktu. Mikail de Firavun kavminin arkadan sürüyordu. Onlardan ayrılan herkesi tekrar onlara katıyordu. İsrailoğullannın son kişisi de denizi geçtikten sonra Cebrail, Firavuna yaklaştı. Firavunun aygın, kısrağın kokusunu aldı. O anda insiyatif Firavunun elinden çıktı. Cebrail "Haydi yürüyün, bu insanlar denize daha layık değiller." dedi. Bu­nun üzerine Firavun îsraitoğullannın peşinden denize daldı. Firavun kavminin ilk adamı denizden çıkmaya yeltenince deniz, üzerlerine kapandı. İşte o anda Fi­ravun "İsrailoğullannın iman ettiğinden başka İlah olmadığına iman ettim ve ben müslümanlardanım." dedi. Bunun üzerine ona: "Şimdi mi iman ediyorsun? Halbuki bundan önce isyan ettin ve fesat çıkaranlardandın." diye nida edildi.

Abdullah b.. Abbas, bu hususta Resulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Cebrail (a.s.) Firavunun, "Lailahe illallah" (Allahtan başka ilah yoktur) deyip Allahın da ona merhamet edeceğinden korktuğundan onun ağzına çamur doldurmuştur[118]Hadis-i şerifin diğer bir rivayeti şöyledir Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Allah, Firavunu suda boğunca o, "İsrailoğullannın iman ettiğinden baş­ka ilah olmadığına iman ettim ve ben müslümanlardanım." dedi. Cebrail de dedi ki "Ey Muhammed, benim, Allahın rahmeti, Firavuna erişir korkusuyla denizin çamurlarından alıp onun ağzına nasıl doldurduğunu bir görseydin! [119]

Taberu bu hadis-i şerifin benzerini Ebu Hureyre ve İbrahim et-Teymin-den de rivayet etmiştir. [120]

 

91- Şimdi mi iman ediyorsun? Halbuki bundan önce isyan ettin. Ve fesat çıkaranlardandın.

Şimdi mi Allaha kul olmayı kabul ediyor ve sadece onun ilah olduğuna iman ediyorsun? Halbuki sen, bundan önce Allaha isyan ediyor ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyordun. [121]

 

92- Ardından gelenlere bir ibret olman için bugün seni, cesedinle kurtarıp koruyacağız. Şüphesiz kî insanların çoğu, delillerimizden gafildirler.

Ey Firavun, bugün biz senin cesedini kurtarıyoruz ki senin helak olduğu­na inanmayanlar, helak olduğunu görsünler ve sen, daha sonra gelenlere bir ib­ret olasın. Ne yazık ki insanların çoğu, delil ve âyetlerimizden gafildirler. Onlan düşünüp ibret almazlar.

Abdullah b. Abbsa diyor ki: "İsrailoğullanndan bazıları, Firavunun ölüp ölmediğinden şüphe ettiler. Bunun üzerine Allah teala denize emretti, de­niz, Firavunun ölü cesedini dışan attı. Böylece İsrailoğullan onun öldüğünü gözleriyle gürdüler. [122]

 

93- Şüphesiz ki biz İs'railoğullarım güzel bir yerde yerleştirdik. Ve onları helal ve teiniz şeylerle rızıklandırdık. Kendilerine doğru bilgi gelin­ceye kadar ihtilaf etmemişlerdi, muhakkak ki rabbin, kıyamet gününde ih­tilaf ettikleri hususlarda aralarında hükmünü verecektir.

Biz, îsraüoğullannı Mısır ve Şam gibi güzel yerlere yerleştirdik. Biz on­ları helal azıklarla nzı ki andırdık. Onlar, Muhammedin Peygamberliği hakkın­da, Allanın indirmiş olduğu kitap geldikten sonra ihtilafa düştüler. Şüphesiz ki rabbin kıyamet gününde, ihtilaf ettikleri, Muhammedin Peygamberliği hakkında aralarında hüküm verecek, iman edenleri cennete, yalanlayanları da cehenneme koyacaktır. [123]

 

94- Ey Muhammed, eğer sana indirdiğimizden şüphe ediyorsan sen­den önce kitap okuyanlara sor. Şüphesiz ki sana, rabbin tarafından hak gelmiştir. O halde asla şüphe edenlerden olma.

Ey Muhammed, eğer sen, sana bildirdiğimiz şeylerin gerçekliği hususun­da şüphede isen, senin zamanına yetişen ehl-i kitabın takva sahibi olanlarına sor. Şüphesiz ki sana, Peygamber olduğuna dair kesinlik ifade eden gerçek ha­ber gelmiştir. Yahudi ve Hristiyanlar da senin sıfatlarını kitaplarında görmüşler­dir. Sakın sen, bu hususta şüphe edenlerden olma.

Katade diyor ki: "Resulullah (s.a.v.)'in bu âyetin sonunH»; "He şüpe ediyorum ne de bir kimseye sorma ihtiyacı hissederim." elediği rivayet edilmek­tedir.

Aslında Resulullah (s.a.v.) kendisinin Peygamer olduğunda ve kendisine Allah tarafından indirilen vahiy hususuda asla şüphe etmemektedir. Bu ifadenin böyle kullanılması Arapça'nın bir özelliğindendir. Buna bir misâl olmak üzere şunu söylemek mümkündür. Mesela bir kişi, oğlundan, bir işi kesinlikle yapma­masını isterse ona şöyle derdi: "Eğer sen benim oğlum isen şu işi kesinlikle yap­mayacaksın." Bu ifade baba çocuğunun, gerçek çocuğu olup olmadığı hususun­da şüphe etmiş değildir. Bu, ifadenin özel bir şeklidir ve tekid ifade eder ve "Şu işi kesinlikle yapmayacaksın." demektir. Buradaki ifade işte böyle bir özelliği olan ifadedir. [124]

 

95- Allahın âyetlerini yalanlayanlardan olma. Aksi halde hüsrana uğrayanlardan olursun.

Ey Muhammed, sakın Allahın delil ve âyetlerini yalanlayanlardan olma. Aksi takdirde âhiret hayatını kaybedenlerden olursun. Zira bunu yapan, Allahın rahmet ve rızasını verip karşılığında gazap ve cezasını almıştır. [125]

 

96-97- Üzerlerine rabbinin hükmü hak olanlar iman etmezler. Onla­ra her türlü delil gelse de can yakıcı azabı görmedikçe İman etmezler.

Ey Muhammed, senin rabbinin lanet ve gazabının hak edenlere bütün ib­ret ve Öğütler gelse de can yakıcı azabı bizzat gözleriyle görmedikçe iman et­mezler. Nitekim Firavun ye kavmi böyle olmuştur. Onlar tam boğulma anında iman etmeye kalkmışlardır. Amma bunun bir faydası olmamıştır.

Bu âyet-i Kerime, Resulullahı ve müminleri inatçı kâfirlerin iman et­memelerinden dolayı üzülmemeleri için teselli etmekte ve maneviyat!annı boz­mamalarını Öğütlemektedir. [126]

 

98- Keşke bir memleket halkı iman etseydi de, imanları kendilerine fayda verseydi. Yunusun kavmi müstesna. Onlar iman edince, biz onları dünya hayatında rüsvayhktan kurtardık ve onları belirli bir zamana kadar yaşattık.

Ey Muhammed, keşke senden önce kendilerine Peygamber gönderdiği­miz ümmetlerden herhangi bir şehir halkı bütünüyle iman etmiş olsalardı da imanları kendilerine fayda vermiş olsaydı. Senden önce gönderdiğimiz Pey­gamberlerin kavimlerinin tamamı veya çoğunluğu onları yalanladılar ve cezala­rını da gördüler. Yunus Peygamberin kavmi müstesna. Onlar hep birlikte iman ettiler. Biz de onlardan, dünya hayatmdayken rüsvay edici azabı kaldırdık ve vadeleri yetinceye kadar onları yalattık.

Bazı Müfessirler bu âyet-i kerimeyi şu şekilde izah etmişlerdir:

Hiçbir memleket halkı yoktur ki azap gelip kendilerine çattığında iman etmiş olsunlar da imanları kendilerine fayda vermiş olsun. Yani, azap gelip ça­tınca yapılan iman fayda vermez. Yunusun kavmi hariç. Bunlar, kendilerine azap gelip çatınca iman etmişler ve imanları da kendilerine dünya hayatında fayda vermiştir. Bunlar iman edince biz bunlardan dünya hayatında rüsvay edici azabı kaldırdık ve onları, Ömürleri bitinceye kadar yaşattık.

Bu son izah şekli Abdullah b. Abbas, Katade, İbn-i Mes'ud, Mücahid, Sa-id b. Cübeyyr ve benzeri âlimler tarafından zikredilen izah şeklidir. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.

Yunus aîeyhisleîam kavmini, kendisine iman etmedikleri takdirde azaba uğrayacakları tehdidiyle uyarmış sonra aralarından ayrılıp gitmiştir. Yunusun kavmi oîan Ninovalılar (Musul) azap belirtilerini görünce pişman olarakiman etmişler. Allaha boyun eğip yalvarmışlar, çoculanni, hayvanlarını da yanlarına alarak, Allah'tan gelecek olan azabın kendilerinden uzaklaştınlması için kırk gün dua etmişler ve bunun üzerine Allah teala onlara acmîîş ve gelecek olan azabı onlardan kaldırmıştır. [127]

 

99- Ey Muhammed, eğer rabbin dileseydi yeryüzündckilerin hepsi iman ederdi. O halde iman etsinler dîye insanları zorluyor musun?

Ey Muhammed, eğer rabbin dilemiş olsaydı yeryüzündeki bütün insanlar, ister istemez iman etmiş olurlardı. Fakat rabbin, hikmetinin gereği, herkesi iman edip etmemekte, kendi iradesiyle başbaşa bıraktı. O halde sen onları zorla iman ettiremezsin. Senin vazifen sadece tebliğ etmektir. [128]

 

100- Allanın izni olmadıkça hiçbir nefis iman edemez. Allah, aklını kullanmayanlara murdarlığı verir.

Alla izin vermedikçe hiçbir kimse iman edemez. O halde ey Muhammed, kâfirlerin hidayete kavuşması için kendini zorlama. Allah, kendi birliğini ve Peygamberinin hak olduğunu gösteren delilleri düşünüp Öğüt almayan kimseleri gazabına ve azabına uğratır.

Mealde "Murdarlık" diye tercüme edilen "Rics" kelimesini Taberi, Al­lanın azabı ve gazıbı şeklinde almış ve âyeti ona göre izah etmiştir. Abdullah b. Abbasın da bu görüşte olduğunu beyan etmiştir. [129]

 

101- Ey Muhammed, de ki: "Bir bakın göklerde ve yerde ne var? İman etmeyen bir kavme deliller ve uyarılar fayda vermez.

Ey Muhammed .kavminin müşriklerine de ki: "Göklerde Allanın birliğini gösteren, güneş, ay, gece, gündüz ve bulutlardan yağmurun yağması gibi nice şeyler ve olaylar var. Yeryüzünde de yine onun birliğini ve kudretini gösteren, dağlar, ırmaklar, yarılıp bitkiler çıkaran topraklar gibi nice deliller var. Eğer ak­lınızı kullanacak olursanız bunlarda sizin için büyük ibretler vardır. Fakat bu çeşitli deliller, AH ahin cezalandıracağını söyleyerek uyaran Peygamberlere iman etmemekte direnen bir topluluğa ne fayda verecektir ki? [130]

 

102- O inkarcılar, kendilerinden öncekilerin geçirdiği günlerin ben­zerinden başka bir gün mü bekliyorlar? Ey Muhammed, onlara:"Öyleyse bekleyin, Ben de sizinle birlikte beklemekteyim." de.

O müşrikler, kendilerinden önce geçen Nuh, Âd ve Semud kavmi gibi, bizzat azabı görmekten başka neyi bekliyorlar? Ey Muhamnıed, o müşriklere de ki: "Allanın cezalandırmasını bekleyin ben de sizi nasıl cezalandırılacağınızı beklemekteyim. [131]

 

103- Nihayet biz Peygamberlerimizi ve bütün müminleri kurtarırız. Böylece iman edenleri kurtarmak bize haktır.

Sonra biz daha önce Peygamberlerimizi ve onlara iman edenleri kurtardı­ğımız gibi, Peygamberimiz Muhammed ve ona iman edenleri de kurtarırız. İman edenleri kurtarmamız bizim için şüphe götürmeyen bir gerçektir. [132]

 

104- Ey Muhammcd de ki: "Ey insanlar, benim dinimden şüphe etse­niz de, bilmiş olunuz ki, sizin, Allahtan başka taptıklarınıza ben asla ibadet etmem. Fakat ben, sizi öldüren AUaha ibadet ederim. Ben, iman edenler­den olmakla emrolundum.

Ey Muhammed, o müşriklere de ki: "Eğer sizler, sizi davet ettiğim dinim­den şüphe ediyorsanız şunu iyi bilin ki ben, sizlerin, Alİahi bırakıp ta taptıkları­nız put ve tanrılara asla tapmam. Fakat ben, Ömrünüz bittiğinde sizi öldüren Al-laha kulluk ederim. Rabbim bana, kendi katından gelenleri tasdik eden mümin­lerden olmamı emretti.

Görüldüğü gibi Âyet-i kerimede, Resuîullahın, müşriklere şunları söy­lemesi emrediliyor: "Siz benim dinimden şüphe ediyorsanız da bu, size yakış­mayan bir şeydir.Size yaraşan, duyup işitmeyen, zarar ve menfaat vermeyen put ve heykellere tapmanızda şüphe etmektir. Bu sebeple ben, sizin, Allah'tan başka taptığınız" put ve ilahlara tapmam. Zira ben, herşeyi yaratan, her canlıyı rıziklan-dıran, dirilten ve öldüren, faydalandıran ve zarar veren, yarattıkları üzerinde kahredici bir güce sahib olan AUaha kulluk ediyorum. Siz ise, başkalarına her­hangi bir zarar veremedikleri gibi kendilerini en âciz yaratıklara karşı dahi savu­namayan put ve heykellere tapıyorsunuz. Benim dinim mi şüphe edilmeye layık yoksa sizin dininiz mi? [133]

 

105- Hakka eğilerek yüzünüzü dine çevir. Sakın Allaha ortak koşan­lardan olma.

Yine rabbim bana dedi ki: "Ey Resulüm sen, İslam dini üzerinde kararlı ol, Yahudiliğe ve Hıristiyanlığa meyletme. Sakın sen, kulluğundan rabbine or­tak koşanlardan olma. [134]

 

106- Allahı bırakıp sana fayda ve zarar veremeyecek şeylere ibadet etme. Eğer bunu yaparsan o zaman sen de zalimlerden olursun.

Allahı bırakıp ta put vb. zarar ve menfaat vermeyen şeylere kulluk etme. Şayet bunu yapacak olursan kendini Allahın azabına atarak kendine zulmeden­lerden olursun.

Bu âyet-i kerime'den, bizzat Resululİahm, Allahı bırakıp ta başka bir şeye kulluk edebileceği anlaşılmamalıdır. Bu ifadeden asıl maksat, Resulullahın şahsında diğer insanları uyarmaktır. [135]

 

107- Allah, seni bir zarara uğratırsa, onu senden kaldıracak ancak O'dur. Sana bir iyilik tc dilerse lütfuna kimse mani olamaz. O, lütfunu kul­larından dilediğine verir. O, çok affeden ve çok merhamet edendir.

Ey Resulüm, şayet sana Allah tarafından bir sıkıntı veya bir felaket doku­nacak olursa onu senden, Allaha ortak koşulan putlar değil ancak Allah kaldırır. Şayet Allah sana bir hayır diler, herhangibir nimet verirse, Allahın lütfuna karşı gelecek te hiçbir kimse yoktur. Allah, darlık ve genişlikleri, rahmet ve felaketle­ri, kullarından dilediğine isabet ettirir. O, kullarından tevbe edip ona yönelenin tevbesini çokça kabul eden ve kendisine iman edip itaat edenlere de çokça mer­hametli davranandır.       

Bu âyet-i kerime, hayınn da şerrin de, faydanın da zararın da ancak Al­lah katarfından olduğunu, bu hususta ona hiçbirşeyin ortak olmadığını, bu se­beple, ibadet edilmeye de sadece onun layık olduğunu beyan etmektedir.

Bu hususta Abdullah b. Abbas şu hadis-i Şerifi rivayet etmektedir: Ab­dullah b. Abbas diyor ki:

" Birgün Resulullah'm terkisine binmiştim. Resulullah (s.a.v.) bana şöyle dedi: "Ey genç sana bazı şeyler öğreteceğim. Sen, Alîahın emrini gözet ki Allah da seni korusun. Allahın emrini gözet ki, onu yanında bulasın. Birşey istediğin­de Allah'tan iste. Bir yardım dilediğinde Allah'tan dile. Ve şunu iyi bil ki bütün ümmet bir araya gelip sana herhangi bir fayda sağlamaya çalışsa Allahın, senin için takdir ettiğinin dışında sana hiçbir fayda sağlayamazlar. Yine bütün ümmet sana herhangi bir zarar vermek için bir araya gelecek olsalar, Allahın, senin için takdir ettiği dışında sana herhangi bir zarar veremezler. Artık kalem kaldırılmış ' sahifeler durulmuştur[136]

 

108- Ey Muhammed, de ki: "Ey insanlar, size rabbiniz tarafından hak geldi. Kim doğru yola giderse kendi lehine doğru yola gitmiş olur.Kim de saparsa kendi aleyhine sapmış olur. Ben, üzerinize vekil değilim.

Ey Muhammed de ki: "Ey insanlar, size, hak olan Kur'an geldi.Onda hi­dayet ve açıklamalar vardır. Kim hak yolu tutar, dosdoğru giderse, ancak kendi lehine hareket etmiş olur. Kim de Allah katından gelen hak din'den ve kitaptan sapacak olursa, kendisine zarar vermiş olur. Ben, sizi düzeltmek için üzerinize gönderilmiş bir zorba değilim. Ben, ancak tebliğ eden bir Peygamberim. [137]

 

109- Sana vahyedilene uy. Allahın hükmü gelinceye  kadar sabret. Allah, üküm verenlerin en hayirhsıdır.

Ey Muhammed, Allahın sana vahyettiği şeylere uy. Bu yolda sana doku­nan eziyet ve sıkıntılara karşı Allahın, seninle seni inkâr edenler arasında hü­küm vermesine kadar sabret. Allah, kullan arasında en hayırlı hüküm verendir Çünkü o, adaletle hüküm verir, hakkı ortaya çıkarır. Allah, Resulü ile onunla .ayrılığa düşenler arasında Bedir savaşında hükmünü verdi ve onları kılıçlarla öl­dürttü. Peygamberine, sağ kalanlarına karşı da, iman etmelerine kadar aynı şe­kilde davranmasını emretti.

İbn- Zeyd demiştir ki: "Bu âyet-i kerimme, müşriklere karşı cihad etmeyi ve onlara sert davranmayı emreden, Enfal suresinin yetmiş üçüncü âyeti ve Tev-be suresinin yüz yirmi üçüncü âyeti gibi âyetlerle neshedümiştir. Zira, Alla teala artık müşriklere karşı cihad etme hükmünü vermiş Resulullahm sabretmesi me­selesini sona erdirmiştir. [138]

 



[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/391-392.

[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/393.

[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/394.

[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/395.

[5] Kehf suresi, 17/29

[6] ibrahim suresi, 14/16-17

[7] Muhammed suresi, 47/15

[8] Tirmizi, K. el-Cehennem bab: 4 Hadis No: 2583

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/395-396.

[9] Allah teala,bu âyet-i kerimede, güneş ile ayın yaratılmalarındakİ sır ve hikmetleri beyan ederek güneş ve ayın, gündüz ve gece birer aydınlatma aracı olduğunu, zamanın hesap-lanabilmesi için birer vasıta yapıldıklarını, bunların gelişigüzel değil, Allahın emriyle, yerli Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/397.

yerince hareket ettiklerini beyan etmektedir.

Bu konuyla ilgili olarak Kur'an-ı kerimde birçok ayetler bulunmaktadır. Bunlardan bazı­ları şu âyetlerdir:

"Ay'a menziller takdir ettik. Nihayet o, eski hurma salkımının eğri sapma döner." "Ne güneşin ay'a erişmesi gerekir, ne de gece gündüzü geçer. Hcrbiri bir yörüngede yüz­mektedir. "(36/35-40) "Güneş de ay'da mutlaka bir hesaba göre hareket eder."(55/5).

[10] Yusuf suresi, 12/105

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/397-398.

[11] Hud suresi, 11/15-16

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/398.

[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/399.

[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/399.

[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/400.

[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/400-401.

[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/401.

[17] Müslim, K. ez-Zikr,bab: 99, Hadis No: 2742 / Timizi, K. el- Filen, bab: 26 Hadis No:219, îbn-i Mace, K. el-Fiten, bab: 19, Hadis No: 3998

[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/401-403.

[19] Hac suresi âyet, 1,2

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/403-4054.

[20] Buîıart- K. eİ-Bcd'İI vahy bab: 6

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/404.

[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/405.

[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/405.

[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/406.

[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/406.

[25] Buhari K. Tefsir el-Kur'an, sure, 11 bab:5 /Müslim, K. el-Bİrr bab: 61 Hadis No: 2583

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/406-407.

[26] Ahmed b Hanbel, Müsned, C: 1, S: 307

 Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/407-408.

[27] İsra suresi, âyet, 67

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/408-409.

[28] Kehf suresi, 18/45

[29] Zummer suresi, 39/21

[30] Hadid suresi, 57/21

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/409-410.

[31] Ahmed b Ilanbel, Müsned, C: 5, S: 197

[32] Tirmizi, K. el-Edeb, bab: 76 Hadis No: 2860

[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/411-412.

[34] Müslim, K. el- İman, bab: 297, Hadis No: 181 / Tirmizİ, K. Tefsir el~Kur'an, Sure: 10, bab: 1 Hadis No: 3105

[35] Ankubet suresi, 29/27

[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/412-414.

[37] Âl-i imran suresi, âyet, 106-107

[38] Abese suresi, Syet, 38-42

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/415.

[39] Bakara suresi, âyet, 166-167

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/415-416.

[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/416.

[41] Kıyamet suresi, âyet, 13-15

[42] isra suresi, âyet, 13-14

 Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/416-417.

[43] Abese suresi, âyet; 24-33

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/417-418.

[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/418.

[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/418.

[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/419.

[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/419-420.

[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/420.

[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/420-421.

[50] îsra suresi, âyet; 88

[51] HÛd, suresi, âyet, 13

[52] Bakara suresi, âyet, 23-24

[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/421-422.

[54] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/422.

[55] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/422.

[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/423.

[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/423.

[58] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/424.

[59] Müslim, K. el-Birr, bab: 55, Hadis No: 2577

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/424.

[60] Ahkaf suresi, âyet, 35

[61] Naziat suresi, âyet, 46

[62] Tâhâ suresi, âyet, 103-104

[63] Rüm suresi, âyet; 55

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/425.

[64] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/426.

[65] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/426.

[66] Şûrâ suresi, âyet, 18            

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/427.

[67] Nahl suresi, âyet 16/61

[68] Hicr suresi, âyet 15/5

[69] MünafıkÛn suresi âyet, 63/11

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/427.

[70] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/428.

[71] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/428.

[72] Tûr suresi, âyet; 13-16

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/428-429.

[73] Sebe' suresi, âyet; 24-33

[74] Teğabün suresi, âyet; 7

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/429.

[75] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/430.

[76] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/430.

[77] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/430-431.

[78] îsra suresi, âyet; 17/82

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/431.

[79] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/431-432.

[80] Ahmed b. Hanbel. Müsned, C: 3, S: 473

[81] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/432-434.

[82] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/434.

[83] Enam suresi, 6/59

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/435.

[84] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C:5, S: 343

[85] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/435-437.

[86] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/437.

[87] Tirmizi K. er-Rü'ya bab: 3, Hadis No: 2275

[88] Tirmizi K. Tefsir el-Kur'an. sure 10, bab: 2, Hadis No: 3106

[89] Darimi K. er-Rü'ya bab: 2    

[90] Darimi, K. er-Rü'ya bab: 3

[91] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/437-440.

[92] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/440.

[93] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/440-441.

[94] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/441.

[95] Meryem sûresi, âyet; 88-95

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/441-442.

[96] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/442.

[97] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/442.

[98] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/443.

[99] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/443.

[100] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/444.

[101] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/444.

[102] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/445.

[103] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/445.

[104] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/445.

[105] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/446.

[106] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/446.

[107] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/447.

[108] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/447.

[109] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/447.

[110] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/448.

[111] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/449.

[112] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/449.

[113] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/450.

[114] Nuh suresi, 71/26-27

[115] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/451-452.

[116] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/452-453.

[117] Mümin suresi, 40/84-85

[118] Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an sure, 10 bab: 4, Hadis No: 3108

[119] Tirmizi, K. Tefsir eİ-K>fan sure 10, bab: 3 Hadis No: 3107

[120] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/453-455.

[121] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/455.

[122] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/455.

[123] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/456.

[124] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/456-457.

[125] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/457.

[126] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/457.

[127] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/458.

[128] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/459.

[129] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/459.

[130] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/459-460.

[131] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/460.

[132] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/460.

[133] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/461.

[134] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/461.

[135] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/462.

[136] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 1 S: 293

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/462-463.

[137] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/463.

[138] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/463-464.