Mekke'de inmiştir, 5
âyettir.
Mesed sûresi Mekke'de inmiştir. Buna "Leheb" ve "Tebbet"
sûresi de denir. Bu sûre, Allah ve Rasûlünün düşmanı Ebû Leheb'in helakinden bahseder.
Ebû Leheb Hz. Peygamber'(s.a.v.)e aşın düşmanlık yapar; onun davetini
sabote etmek ve insanların ona iman etmelerine engel olmak için işini gücünü
bırakır, onun peşine düşerdi. Sûre onu, âhirette
gireceği ve kızaracağı tutuşturulmuş bir ateşle tehdit eder. Eşinin de onunla
beraber ateşe gireceğini anlatır ve onun şiddetli Özel bir ateşle
cezalandırılacağını bildirir. Bu azap, daha şiddetli ve herkesin ibret alacağı
şekilde cezalandırmak için, onun boynuna dolanan bir iptir ki, onunla cehenneme
doğru çekilecektir. [1]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1, 2, 3, 4, 5.
Ebû Leheb'in iki eli
kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi. O, alevli bir ateşe
girecek. Odun taşıyıcı olarak ve boynunda hurma lifinden bükümlüş
bir ip olduğu halde karısı da (ateşe girecek.)
Helak olsun. Helak
olmak, hüsrana uğrayıp boşa gitmek demektir, "Firavun'un tuzağı tamamen
boşa çıktı"[2] âyetinde de bu mânâda
kullanılmıştır. Şâir de,
Yaptıkları yok olup
boşa gitsin, demiştir. Zâte leheb,
alevli demektir. Cîdihâ, gerdanı demektir. İmru'u'I-Kays şöyle der:
Nice gerdan vardır ki,
ceylan boynu gibidir, çirkin değildir.[3]
Mesed, lif demektir. Vahidî şöyle der: Arap dilinde mesed, iplik demektir. Bir kimse ipliği güzelce büktüğünde
denir. Geniş zaman mastarı gelir. Lif veya hurma yaprağından bükülen her şeye mesed denir.[4]
a. Ibn Abbâs'm şöyle dediği rivayet
edilmiştir:
"En yakın
akrabalarını uyar"[5]
mealindeki âyet inince Hz. Peygamber (s.a.v) Safa
tepesine çıkarak Kureyş kabilelerine, "Ey Fihroğülları! Ey Adî oğulları! diye seslendi, neticede
toplandılar. Bu toplantıya katılamayanlar, bu haberin ne olduğuna bakması için
adam gönderiyordu. Böylece Kureyş toplanmış oldu.
Amcası Ebû Leheb de geldi.
"Ne var?'" dediler. Hz. Peygamber (a.s.)
buyurdu ki: "Ne dersiniz? Şu vadide atlılar var. Size saldıracak"
diye haber versem bana inanır mısınız?" "Evet" dediler.
"Senin yalan söylediğini hiç görmedik" Hz.
Peygamber (a.s): "Ben, ancak şiddetli bir azap gelip çatmadan evvel sizi
uyaran biriyim"[6]
buyurdu. Ebû Leheb: Bugün
hemen helak ol, Ey Muhammedi Bizi bunun için mi topladm?"
dedi. Bunun üzerine Yüce Allah sûresini indirdi.[7]
b. Târik
el-Muhâribî'nin şöyle dediği rivayet olunur: Ben, Zu'1-Mecâz panayırında iken,
genç bir delikanlıyla karşılaştım. "Ey İnsanlar! Lâilâhe
illallah deyin, kurtulun" diyordu. Bir de baktım ki, arkasından bir adam
onu taşlıyor, bacaklarını ve topukların kanatıyordu. Adam da şöyle diyordu:
"Ey İnsanlar! Muhakkak bu yalancıdır, inanmayın" Ben, "Kim
bu?" diye sordum. Dediler ki: "Bu Muhammed'dir, peygamber olduğunu
iddia ediyor. Şu da amcası Ebû Leheb'tir.
Onun yalancı olduğunu iddia ediyor."[8]
1. O bedbaht
Ebû Leheb'in iki eli
kuruyup yok olsun. Hüsrana uğrasın, ameli boşa gitsin, oöj
Kurudu da. Zaten yok olmuş ve hüsrana uğramıştır. Birincisi yani fiili beddua,
ikincisi yani haber cümlesidir. Nitekim, "dU
Allah onu yok etsin. Zaten yok oldu" denilir. Tefsirciler şöyle der: Tebab, helake götüren hüsrandır. "Erden maksat da,
sahibidir. Bu, Arab'ın âdetine göre söylenmiş bir
İfadedir. Arap, bir şeyin bir kısmını söyleyerek tümünü ve tamamım kasteder. Ebû Leheb, Hz.
Peygamber (a.s)'in amcası Abduluzza b. Abdulmuttalib'tir. Karısı Avrâ
"Ümmü Cemil" Ebû Süfyân'ın kız kardeşidir. İkisi de Hz.
Peygamber (a.s.)' e karşı aşırı düşman idi. Ebû Leheb'in karısı, kocası ve kendisi hakkında i-nenleri
işitince Rasulullah (s.a.v)'a geldi. Rasulullah (s.a.v.) Kabe'nin yanında Mescidde
oturuyordu. Yanında Ebûbekir (r.a.) vardı. Kadın,
elinde bir taş parçası olduğu halde geldi. Peygamber (a.s)'e yaklaşınca, Allah,
Rasulullah (s.a.v)'ı görmesine mâni oldu. sadece Ebûbekir (r.a.)'i gördü. Dedi ki: "Ey Ebûbekir! Arkadaşının beni hicvettiğini haber aldım.
Vallahi, onu bulursam, bu taşla onun ağzına vuracağım." Sonra şu beyti
mırıldanmaya başladı:
Yerilmişe isyan ettik,
emrine karşı çıktık, dinini terkettik.
Sonra dönüp gitti. Hz. Ebûbekir (r.a.): "Ey
Allah'ın Rasûlü! Seni görmedi mi dersin." dedi. Rasulullah (s.a.v): "Beni görmedi. Allah beni ona
göstermedi" dedi. Kureyşliler,
"Muhammed" yerine Müzemmem "Yerilmiş"
diyerek Peygamber (a.s)'e söverdi. Rasulullah (s.a.v)
şöyle derdi: "Allah'ın, Kureyş'in bana eziyet
etmesine nasıl mâni olduğuna şaşmıyor musunuz? Ben Muhammed "övülmüş"
olduğum halde, onlar bana Müzemmem
"yerilmiş" diyerek bana sövüp hicvediyorlardı."[9] Hâzin
şöyle der: "Eğer, Allah onu niçin künyesiyle zikretti. Halbuki künye 41e
hitap etmekte şeref ve değer verme ifadesi vardır" dersen, buna birkaç
şekilde cevap veririz: Birincisi, o, ismi ile değil künyesi ile meşhurdu. İsmi
ile zikretseydi, bilinmezdi. İkincisi, adı Abduluzzâ
idi, bunda şirk olduğu için, bunu bırakıp künyesi ile zikretti. Çünkü 'Uzzâ bir puttur. Kulluk, puta izafe edilmez. Üçüncüsü, o
cehennemlikti. Varacağı yer cehennemdi. Cehennem ise alevlidir. Bu hali, bu
şekilde künyelenmesine uygun olmuştur. Dolayisı ile, künyesi ile anılmaya layık olmuştur.[10]
2. Ne
biriktirdiği mal, ne de kazandığı makam ve izzeti ona fayda sağladı. İbn Abbâs şöyle der: Kazandığı
şeyler" demek, "çocukları"dır. Çünkü çocuk, kişinin kazandığı
şeylerdendir. Rivayete göre, Hz. Peygamber (s.a.v)
kavmini imana çağırınca Ebû Leheb
şöyle dedi: "Eğer kardeşim oğlunun söyledikleri doğru ise, çoluk çocuğumu
ve malımı fidye olarak verip kendimi azaptan kurtarırım". Bunun üzerine bu
sûre indi.[11] Âlûsî
şöyle der: Ebû Leheb'in Utbe, Muattib ve Uteybe adında üç oğlu vardı. İlk ikisi feth
günü müslüman olmuş; Huneyn
ve Tâif savaşlarında bulunmuşlardır. Uteybe ise, müslüman olmadı. Rasulullah (s.a.v)'ın kızı Ümmü Gülsüm onunla, diğer kızı Rukiyye
de onun kardeşi Utbe'yle evliydi. Bu sûre, inince, Ebû Leheb oğullarına:
"Muhammed'in kızlarını boşamazsanız, başlarımız birbirimize haramdır"
dedi. Bunun üzerine oğulları, Rasulullah (s.a.v)'m
kızlarını boşadılar. Uteybe, babası ile birlikte
Suriye'ye gitmek istediğinde, "Mutlaka gidip Muhammed'e eziyet edeceğim"
dedi ve ona gelerek: «Ey Muhammed! Ben
"Battığı zaman yıldıza andolsun..."[12] ve
"Sonra ona yaklaştı ve sarktı"[13]
sözlerini inkâr ediyorum» dedi. Sonra Peygamber (a.s.)'in önüne tükürdü ve kızı
Ümmü Gülsüm'ü boşadı. Hz. Peygamber (a.s) ona kızarak: "Ey Allah'ım! Onun
basma köpeklerinden birini musallat et" diye beddua etti. Daha sonra Uteybe'yi aslan parçalamıştır. Ebû
Leheb de, Bedir savaşından yedi gün sonra, taun gibi
salgın karakızıl denilen bir hastalıktan Öldü. Ölüsü
üç gün öylece kalmış ve kokmuştur. Ayıplanacaklarından korktukları için bir
çukur kazıp, ağaçla iterek oraya atmışlar, sonra da üzerine taş atarak
örtmüşlerdir. Hâdise, Kur'ân-ı Kerim'in haber verdiği
gibi olmuştur.[14]
3.
Tutuşturulmuş, gürül gürül yanan kızgın ateşe yanı
cehennem ateşine girecektir. [15]
4. Odun
taşıyıcı olarak karısı Avrâ "Ümmü
Cemîl" de onunla beraber cehennem ateşine girecektir. Avrâ,
insanlar arasında laf taşır, kin ve düşmanlık ateşini tutuştururdu. Ebussuûd şöyle der: Peygambere eziyet vermek için bir
tutam diken alır ve geceleyin onu Hz. Peygamber
(s.a.v)'in yoluna yayardı.[16] İbn Abbâs şöyle der: İnsanların
arasını bozmak için laf taşırdı.[17]
5. Boynunda,
iyice bükülmüş hurma lifinden bir ip olduğu halde ateşe girer, Kıyamet günü bu
iple azap edilir. Mücâhid, "O, demirden bir
tasmadır" der. İbnu'l-Müseyyeb
de şöyle der: Onun mücevherden yapılmış kıymetli bir gerdanlığı vardı. Dedi
ki: Lât ve Uzzâ'ya yemin
olsun ki, bunları Muhammed'e düşmanlık yolunda harcayacağım. Bu sebeple Yüce
Allah da, o gerdanlık yerine, boynuna ateşten bir ip taktı. [18]
Bu mübarek sûre birçok
edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. "Ebû Leheb'in iki eli, helak
olsun" âyetinde mecâz-ı mürsel vardır. Yüce
Allah cüz'ü zikredip küllü kastetmiştir. "Ebû Leheb helâk olsun" demektir.
2. ile eli
arasında cinas vardır. Birincisi künye, ikincisi ateşin sıfatıdır.
3. Künyesi
küçümseme ve hakaret ifade eder. Maksat, ona değer vermek değil, bilakis Ebû Cehil künyesinde olduğu gibi, onu teşhir etmektir.
4. "Odun
(hammalı), taşıyıcısı" terkibinde, istiâre-i
latife vardır. Bu terkip, "laf taşımak" için müsteâr olarak
kullanılmıştır. Bu, meşhur bir istiaredir. Şâir şöyle der: Kabile arasında laf
getirip götürmedi.
5. âyetinde
terkibi, yerme ve kınamayı ona tahsis eden bir fiille mensup kılınmıştır. "Özellikle, laf taşıyıcısını
kınarım" demektir.
6. Âyet
sonlarına riayet için fasıla harfleri birbirine uygun düşmüştür. Bu da
güzelleştirici edebî sanatlardandır.
Yüce Allah'ın yardımı
ile "Mesed Sûresi"nin tefsîri bitti. [19]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/465.
[2] Mü'rain sûresi, 40/37
[3] Kurtubî, 20/241
[4] Tefsîr-i kebîr, 31/173
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/466.
[5] Şuâra sûresi, 26/214
[6] Sebe' sûresi, 34/46
[7] Rûhu'l-meânî,
30/260
[8] Kurtubî, 20/236
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/467.
[9] Buhârî, Menâkıb,
17; Nesâî, Talâk 25. Kurtubî,
20/234; Âlûsî, 30/264;
[10] Hâzin, 4/317
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/467-468.
[11] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/690
[12] Necm sûresi, 53/1
[13] Necm sûresi, 53/8
[14] Rûhu'l-meânî,
30/262
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/468-469.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/469.
[16] Ebussuûd, 5/291
[17] Âlûsî, 30/263
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/469.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/469.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/469-470.