Mukâtil B. Süleyman El-Horasânî

 

Çeviren: M. Beşir Eryarsoy/ İsaiah Golfeld

 

İşaret Yayınları

 

 

Önsöz. 6

AHKAM AYETLERİ TEFSİRİ 8

Mukâtil B. Süleyman El-Horasânî'den Helâl Ve Haramın Tefsiri 8

Îmânın Tefsiri 8

Namaz Bahisleri 9

Farz Olan Beş Vakît Namazın  Vakitlerinde Kılınması 10

Farz İle Beraber Nafile Namaz. 10

Abdest 12

Mestler Üzerine Meshetmek. 12

Su İle İstincâ. 12

Cünüblükten Dolayı Gusletmek. 13

Toprakla Teyemmüm, 13

Gusül Ve Abdest Yerine Geçer 13

Namaza Kalktıkları Vakit 14

Müminlerin Emirinin Müminlere Yapmalarını Emrettiklerinin Açıklaması Yüce. 14

Namaza Başlamak Ve. 15

Namazda İstiâzede Bulunmak. 15

Namazda Kur'ân Okumak. 15

İmamın Arkasında Kur'ân Okumak. 15

Namazda Rükû Ve Sücûd. 16

Namazın Sonunda Dua. 16

Ve Dilekte Bulunmak. 16

Namazın Kısaltılması 16

Korku Namazı 16

Cuma Namazı 17

Beş Vakit Namazın Cemaatle Kılınması 17

Kuşluk Namazı 17

Temettü' Haccı 17

Kıble Ve Beytu'l-Makdis'in. 18

Kıble Olmasının Neshedilmesî 18

Mescidler Ve Onlarda Allah'ı Anmak. 19

Ezan. 19

Mescidlere Giderken Giyilmesi Emredilmiş Elbiseler 19

Sabah Namazında Kunut/Dua. 20

Münafıklara, Mallarının Ve Evlatlarının Kendilerini Namazdan Alıkoymamalarını Emretmesi ' 20

Farz Zekât 20

Buğday, Hurma Ve Üzümün Zekâtı 21

Farz Sadakanın/Zekâtın (Sarf) Yerlerî 21

Yüce Allah'ın Namaz Kılan Ve. 22

Ecrini Allah'tan Umarak Zekât Veren. 22

Müminler İçin Hazırladığı Mükâfaat 22

Zekât Hususunda Cimrilik Eden, 22

Onu Farz Görmeyen Kimseler Ve Böyleleri İçin Hazırlanan (Ceza)Lar 22

Farz Zekât İle Birlikte Nafile Salaka. 23

Ecrini Allah'tan Beklemesi Hâlinde  Müminîn Verdiği Sadakanın. 23

Kat Kat Artırılması 23

Verdiği Sadakayı Başa Kakan. 23

Kimsenin Durumu Ve. 23

Başa Kakmanın Sadakayı Boşa Çıkarması 23

Sıla-Î Rahim [Akrabalık Bağını Gözetmek) 25

Anne-Babaya, Akrabaya, Komşuya. 26

Ve Kölelere İyilik. 26

Harcamada İktisatlı Davranmak. 27

Kendisine Daha Fazla Verilsindiye. 27

Bağışta Bulunan Kimsenin Durumu. 27

Sadaka İle Birlikte Borç Vermek. 28

Oruç Bahisleri Ve İlk Oruç Şeklinin Neşredilmesi 28

Farz Ve Tatavvu Oruç . 30

Kadr Gecesi 30

İtikâp. 30

Hilâllerin Durumu. 31

Mukâtil B. Süleyman. 31

Mescîd-Î Haramtn Bina Edilmesi, 31

Cemrelere Taş Atmanın Ve. 31

Telbiyenin Başlaması 31

Haccetmek Kime Vâcibtir?. 31

Yüce Allah'ın Hacc Ve Umrenin. 32

Allah İçin Tamamlanmasını Emretmesi,  Mîkatlar Ve Telbiye. 32

Umreden Önce Hacc İçin. 32

İhrama Girmek Ve. 32

İhramlının Sakınması Gereken Hususlar 32

El-Beytu'l-Atîkve Oraya Varan Hacının Onu Nasıl Tavaf Edeceği 33

Safa Ve Merve. 34

Arafat 34

Meş'ar-I Haram.. 34

Kurban Kesim Günleri Olan Mina Günleri Tavaf Ve. 35

Cemrelere Taş Atmak. 35

Allah'ın Şe'âirine Tazim.. 35

Ve Kurban Kesme İşi 35

Mina'da İlk İki Günde Acele Eden İle Kurban Kesiminden Sonra : İki Gün Daha Kalanlar 36

İhramlı İken Av Hayvanı Öldürmenin Cezası 36

Hacc Veya Umre İçin İhrama. 37

Giren Kişinin Engellenmesi 37

Hacc İbâdetinin Sona Ermesi 38

Mezâlime Dâir Konular 39

Allah'ın Haram Kıldığı Canı 39

Haksız Yere Öldürmek Ve. 39

Bu İşi Yapanın Cezası 39

Müslüman Olduktan Sonra Şirk Koşan, Şirk İçindeyken Adam Öldüren ;  Ve Hakkı Olmayan Malı Alan Kimsenin Durumu  40

Bir Mümini Öldürdükten Sonra Şirke Girip Müşriklere Katılan. 40

Ve Onlarla Birlikte İkâmet Eden   Kimsenin Durumu. 40

Müslümanlarla Birlikte Onların. 41

Yurdunda İken Bir Mitmini Kasden. 41

Öldürenin Durumu, Kısas Ve Kısasın. 41

Affedilmesi 41

Malların Zulümle Yenilmesinin Haram Kılınması 42

Vasilere, Yetimlerin Mallarında ,Yapmaları Emredilen Uygulama. 43

Allah'ın Müminlere, Amâ Ve Topal İle Akrabalarının Evlerinde Yemek Yeme Ruhsatı 43

Ölçü-Tartının Eksiksiz Yapılmasının. 44

Emredilmesi Ve Eksik Ölçüp Tartanlara. 44

Hazırlanan Azab. 44

Ölçü Ve Tartıyı Eksik Yapanlar İçin Hazırlanan Azab. 44

Ölenin Malının Üçte-Bîrinden Mirasçı Olmayanlara Vasiyette Bulunması 44

Mirasçılara, Ölenin Mirasçı Olmayan Akrabalarına Da Bir Şeyler Vermeleri Emri 45

Mirasın Paylaştırılması Bahisleri 46

Ana-Babanın Çocuklarından Alacakları Miras. 46

Erkeğin Karısına Mirasçı Olması 46

Kadının Kocasına Mirasçı Olması 46

Baba-Bir Kardeşleri , Bulunmayan Kardeşlerin  Analarından Alacakları Miras. 47

Ana-Baba-Bir Yahut Baba-Bir Erkek Ve Kızkardeşlerîn Mirası 47

«Ulü'l-Erham"In Mâhiyeti Ve Kendileriyle Kardeşlik. 47

Akdi Yapılan Kimselerin. 47

Miras Paylarının Neşredilmesi 47

Faizin Haram Kılınması 48

Suht 48

İçkinin (Helâlliğinin) Neshedilip. 48

Büyük Günahlar Ve Bunlardan Kaçınanlar İçin Allah'ın Hazırladığı (Mükâfaat) 50

Beş Vakit Namazın Keffâret Olduğu  Küçük Günahlar 50

Tevbe Zamanı Ve Yüce Allah'ın   Tevbekârlara Hazırladıkları 51

Haram Yoldan Gerçekleştirebilmesine Rağmen Allah Korkusuyla Şehvetinden Vazgeçen Kimse İçin Allah'ın Hazırladıkları 51

Neseb Ve Sıhriyet Sebebiyle Evlenîlmesi Haram Olanlar 52

Oğulların Eşlerinin Babalara, Babaların Eşlerinin De Oğullara Haram Kılınması 52

Kadınları Zorla Evlendirmeyi, 53

Miras Olarak Devralmanın. 53

Haram Kılınması 53

Dörtten Fazla Hür Kadınla. 53

Evlenmenin Haram Kılınması 53

Muta Nikâhının Haram Kılınması 53

Ehl-İ Kitab Ve Müşrik Araktan. 54

Zinakâr Cariyeleri 54

Nikahlamanın Haram Olduğu. 54

Ehl-İ Kitab'tan Olmayan Müşrik Kadınları Nikahlamanın Haram Kılınması 54

Müslümanlara Bekar Erkek Ve Kadınları Evlendirmekle Emrolunmaları 54

Hür Erkeklere, Dört Hür Kadınla Evlenmenin Helâl Kılınması 55

Ehl-İ Kîtab'tan Hür Kadınlarla Evlenmenin Helâl Kılınması 55

Hür Kadınla Evlenecek İmkânı 56

Olmayan Hür Erkeklerin. 56

Cariyelerle Evlenmesinin Helâl Kılınması 56

Müslümanların Çımayı, Elbise Ve Yemeği Kendilerine Haram Kılmaktan Nehyedilmeleri 57

Hayızlıyken Kadınlardan. 57

Uzak Durulmasının Emredilmesi 57

Ve Temizlendiklerinde Onlara. 57

Nasıl Yaklaşılacağı 57

Kocalara, Kadınlarla Geçinme Emri 58

Nüşûz Eden Eşe Karşı 58

Kocaya Yapması Emredilen Şey. 58

Kocanın Karısına Nüşûzu Ve. 59

" Yapmaları Emredilen Sulh. 59

Talâk Bahisleri 60

İddet İçerisinde Bir Talâk Vermek  Ve İddet İçerisinde Dönmek. 60

Boşamada Kadınlara   Zarar Vermenin Yasaklanması 60

Kocasının Bir Veya İki Kere Boşadığı Kadının -İddetîn Bitiminden Sonra- Kocasına Dönmesinin Velî Tarafından  Engellenmesinin Yasaklanması 61

Üç Talâk. 62

Kadının İddetî Ve İddet Esnasında ' Süknâhakkı 63

Boşanan Hür Kadınların Süknâ Hakkı 63

Îddet Bekleyen Kadına. 64

Üstü Kapalı İfadelerle. 64

Evlenme Teklifinde Bulunmaya. 64

Ruhsat Verilmesi 64

Mehîri Tesbit Edilmiş Ve. 64

Edilmemiş Kadınların Durumu. 64

Hul' 65

İla' 66

Karısını Veya Cariyesini Kendine Haram Kılanın Durumu. 67

Zıhâr 67

Muhayyerlik: Erkeğin Karısını Muhayyer Bırakması Ve İşini Kendi Eline Vermesi 68

Süt Emzirenlerin Nafakası Ve Ananın Diğer Süt Emzirenlere Göre Çocuğunu Emzirmekte Daha Çok Hak Sahibi Olması 68

Erkek Ve Karısı Arasında Li'ân. 69

Rahman, Rahîm Allah'ın Adıyla. 69

(Zina Bahisleri) 69

Zina, Zina Dolayısıyla Hürler İçin  Öngörülen Hadd İle Kazf Haddi 69

Zina Eden Kölelerin Cezası Zina Ve Başka Bir İşi Yapmaya  Zorlananların Durumu. 70

Muhsan Kadınlara Zina İsnad Etmekve Bunun Haddi 71

Nebinin, Pisliklerden Arınmış Sıddîka Eşlerine İftira Edenler Ve Müminlerin Bu Hususta Riâyet Etmeleri İstenen Âdâb Ve Onlara Verilen Öğüt 71

Hırsızlık Haddi Ve Hırsızın Günahı 74

Hatâen Öldürülen Kimsenin Diyeti 74

Antlaşmalıların (Yemin) Keffâreti 74

Söz Ve Yeminde İstisna : 75

Yerine Getirilmesi Gereken Adaklar 75

Borcun, Yazıcılar Tarafından Allah'ın Kendilerine Öğretmesine Mukâbil-Yazılması Ve Şâhidler 75

Yapılması Emredilen Mükâtebe. 77

Müslümanların Evlerine Girerken İzin İstemeye Dâir Allah'ın Emri 77

Müslümanlara, Kendi Ve Akraba Çocukları İle Kölelerinin, Odalarına Girmek İçin Üç Vakitte İzin İstemelerinin Emredilmesi 77

Selam Ve Müslümanıarın Birbirlerine ' Selâm Verip Almaları 78

Selâmın Manası 78

Mümin Erkek Ve Kadınlara, Bakışlarını Kısmalarının Ve  İffetlerini Haramdan. 78

Korumalarının Emredîlmesi 78

Hür Kadınlara Başörtü Üzerinden Cilbabın -Ki Bu Kınadır- Emredilmesi 78

Evlenme Ümidi Kalmamış Yaşlı Kadınlara Cilbablarını Üzerlerine Almamaları Hususunda İzin Verilmesi 79

Mümin Erkek Ve Kadınların  Birbirleriyle Alay Etmelerinin  Yasaklanması 79

Mümin Erkek Ve Kadınlara Zan Ve Gıybetten Kaçınmalarının Emredilmesi 79

Müslümanların Müşrikler Ve Gayrısıyla Yaptıkları Antlaşmalara Riâyet Etmelerinin Emredilmesi 79

Müslümanlarla Müşrikler Arasındakiahîdlerden Bozulması Emredilenler 80

(Haram Ve Helâl Yiyecekler) Leşin, Kanın Ve Domuz Etinin Haram Olması 80

Boğazlananlardan Müslümanlara Helâl Kılınanlar 81

Ehl-İ Kitab'ln Kestiklerinden  Müslümanlara Helâl Kılınanlar 81

Avcı Hayvanların Avladıklarından Müslümanlara Helâl Kılınanlar 82

Müslümanlara, Nebiye Salât Etmelerinin Emredilmesi 82

Müminlere, Allah'ı Dille  Çok Zikretmelerinin Emredilmesi 82

Müminlere Hayr İçin Duanın Emredilmesi, Şer İçin Duanın Nehyedilmesi 82

Müslümanlara Güzel Edeblerle Amel Etmek, Bağışlamak Ve Cennet İçin Amelde Bulunmak Hususunda Ellerini Çabuk  Tutmalarına Dâir Verilmiş Emirler 83

Müminlerin Amelleri Ve Allah'ın Amelleri Sebebiyle Onlara Hazırladıkları 83

Amelde Riyanın Müzminlere Yasaklanması 85

Hayır Veya Şer Bir Çığır Açıp Da Kendisine Uyulan Kimsenin Durumu. 85

Müminlerin, -Ne Kadar Az Olursa Olsun-Hayra Teşvik Edilmeleri, -Ne Kadar Az Olursa Olsun-Şerden Korkutulmaları 86

Bineğe Bindiklerinde Müminlere Söylemeleri Öğretilenler 86

Cihad Bahisleri 86

Müminlerden Mücâhid Olanlar Oturanlardan Allah Nezdinde Üstündür 87

Allah Yolunda Cihad Ederken Öldüren Ve Öldürülenin Âhîretteki Mükâfaatı Aynıdır 87

Allah Yolunda Cihad Ederken Şehid Olanların Ruhları 88

Allah Yolunda Ribât 88

Allah'ın Müşriklerle Savaşmadaağır Yükümlülüklerden Sonra Müslümanlara Ruhsat Vermesi 88

Harb Ehli Müşriklerden Alınan Feyin Paylaştırılması 89

Ganimetten Çalanın Günahı 89

Müslümanların, Cizye Vermeyi Kabul Edinceye Kadar Ehl-Î Kitabla   'Savaşmalarının Emredilmesi 90

Müslümanlara, Müminlerden Bâğî Olanlarla Savaşmalarının Emredilmesi 90

Musibet Karşısında İstircâ'da Bulunmak. 90

Muhkem Âyetler Ve Bakaranın  Sonunda İnzal Edilenler 90

Hayrı Ve Şerhiyle Kaderin Nihâî Olarak Yazılmış Olduğu. 91

Allah'ın Nebiye, Ölen Münafıklar Üzerine Namaz Kılmasını Yasaklaması 91

Masrufu Emredip Münkerdennehyetmek Ve Bu Esnada Karşılaşılacak ; Eziyetlere Sabretmek. 92

Bazı Davranış Ve Vasıflarıyla ' Anılan Kimselerin İsimleri 92

Kitab Burada Sona Erdi, Hamd Âlemlerin Rabbi Allah'adır 95

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Önsöz

 

Bildiğim kadarıyla dünyada tek nüsha olan ve İngilte­re Yazma Eserler Kütübhânesi'nde "or. 06333 no"da ka­yıtlı bulunan bu fıkhî tefsir yazması,[1] David Fıtz tarafın­dan 15.4.1902 tarihinde British Museunı'a kazandırıl­mış,[2] fakat -göründüğü kadarıyla- oryantalistlerin gö­zünden kaçmış, yahut da dikkatlerini çekmemiştir. Bri­tish Museum Arabça Yazmalar Katalogu'nda böyle bir eser gözükmediği gibi, Brockelman da GAL adlı eserinde bunun numarasını yanlış vermiştir.[3] Prof. Dr. Fuad Sez­gin ise GAS adlı eserinde bu kaynaktan yararlanma im­kânını biraz daha kolaylaştırmış bulunmaktadır.[4]

Tefsîru Hamsi Mieti Ayetin mine'l-Qur'âni'l-Kerîm [Kur'ân-ı Kerîm'den Beşyüz Âyetin Tefsiri] adlı bu eser 103 varak olup her sahifede 17 satır bulunmaktadır. Bu nüshayı, iri harflerle istinsah eden Muhammed b. Harun el-Cuneynî, 4 Cumâde'1-Ulâ 792 hicrî'de yazımını tamamla­mıştır.[5] Başında tefsir kelimesi bulunan başlıkların büyük çoğunluğu kırmızı mürekkeble yazıldığı gibi, bundan son­raki bir ya da iki kelime de kırmızı mürekkeble yazılmış­tır. Aynı şekilde Kur'ân âyetinden önceki qavl kelimesi de kırmızı mürekkeble yazılmıştır. Müstensih lehak (gösteri­len yere ilave) rumuzu ile atlanmış birtakım kelimeleri de sahife kenarlarına kaydetmiştir. Müstensihin hattından farklı bir hat ile bazı konular için matlab başlığıyla göste­rilen birtakım konular için kenarda, cüz'î bazı başlıklar da eklenmiş bulunmaktadır. [6]Yazma nüshada herhangi bir başlık (ve paragraf başı) bulunmamakta, fakat lugavî olmamakla birlikte zaman zaman bazı dairevî rumuzlarla birtakım duraklara işaret edilmektedir. Müstensih, bazan Kur'ân âyetlerini iktibas ederken, bazan da birtakım keli­meleri yazmamak suretiyle hata etmiştir. Eserde bulunan gramer hatalarının sorumluluğu müstensihe ait gibi görü­nüyor. Eserin imlasında fetha, damme ve kesre gibi hareke tercihlerinde belli bir istikrar göstermemektedir. Müsten­sih, elif-i maksureyi [7] bilmezden gelerek bunu memdud elif [8] olarak yazdığı gibi, ortadaki ve sondaki hemzeyi de görmezden gelmiştir. Ben ise bu eserin tahkikini yapar­ken, alışılagelmiş imlanın dışına çıktığı pek çok yerde onun yazdığı şekli muhafaza ettim; bununla birlikte mu­hakkik rolünü aşarak kitabın üslubunu tashih etmeye kalkışmış olmamak için buna sadece işaret etmekle yetin­dim. Kitabın metni çerçevesinde bir harf, bir kelime ya da bir mülahaza eklemek zorunda kaldığım hallerde bunu köşeli parantez arasında kaydettim.[9]

Kitabın adının, yazma nüshanın birinci sahifesinde kaydedilmesinin yamsıra, kitabın isnadının ardından ge­len birinci bab başlığından sonraki ifadeler de kitabın Mukâtil b. Süleyman'dan nakledildiği kanaatini pekiştir­mektedir.[10] Yani bu eser; ilim adamlarının, Öğrencilerinin ya da onlara uyanların, müellifin öğrettiklerinden oldu­ğunu bildiklerine, sandıklarına ya da iddia ettiklerine uy­gun bir tür te'lif olduğu anlamına gelir. Fakat İbnu'n-Ne-dim (v. 386 H.) [11] Tefsîru Hamsi Mieti Âyetin mine'l-Qur'âni'l-Kerîm [Beşyüz Ayetin Tefsiri] adlı eseri Mukâtil b. Süleyman'a ait olarak göstermektedir.[12] Bu durum ise kitabın, miladî X. asnn sona erişinden çok önce te'lif edil­miş olduğunu ve isnadın sonlarında isimleri verilen üç ilim adamının, sadece kitabın râvileri olup onun müellif­leri arasında yer almadıklarını gösterir. Bu bir bakıma böyledir. Diğer bir açıdan bakılacak olursa şunu söyleye­biliriz: İbnu'n-Nedim, bir âlime tâbi olanların teliflerini, bizzat o âlimin te'liflerindenmiş gibi değerlendirmiştir. Böyle bir durum ise İbnu'n-Nedim döneminde alışılagel­miş bir husustur.[13]

Tefsîru Hamsi Mieti Âyetin mine'l-Qur'âni'l-Kerîm'in [Kur'ân-ı Kerîm'den Beşyüz Âyetin Tefsirinin] başında bulunan rivayet zinciri, miladî XI. asrın ilk yarısına [hicrî 391-441 yılma] kadar ulaşmaktadır.

Rivayet zincirindeki zatlara gelince: Kitabın son râvi-si olup ismi belirtilmeyen şahıs -ki tercihen, Kadı Ebû Bekr b. Muhammed b. Akîl b. Zeyd eş-Şehrezûrî-[14] Kadı Ebû 'Abdullah Muhammed b. 'Ali b. Zâdelec'ten [15] rivayet

etmektedir. O da Ebû Muhammed 'Abdu'l-Hâlık b. el-Hasen'den [16] (v. 351 ya da 357-358 H.) rivayette bulunmakta­dır. O da Kadı Ebû Muhammed 'Abdullah [Ubeydullah] b. Sâbit'ten [17] (309 H.), o da babası Sabit b. Ya'kûb'tan (243 H.), o da Ebû Salih el-Huzeyl b. Habîb ed-Dendânî'den ri­vayet etmektedir. ed-Dendânî de et-Tefsiru'l-Kebîri, Mu-kâtil b. Süleyman'dan rivayet etmiştir. Mukâtil, hicrî 150 yılında vefat etmiştir.[18]

Tefsîru Hamsi Mieti Âyetin mine'l-Qur'âni'l-Kerîm [Kur'ân-ı Kerîm'den Beşyüz Âyetin Tefsiri] kitabının sene­di, Mukâtil'in Tefsiri'nin senedine benzemektedir. Ubey­dullah b. Sabit bu kitabın sözü edilen son muharriri rolü­nü temsil etmektedir. O Mukâtil'den nakledilen birtakım Hadisler ve daha başka hususlarla birlikte, kendi çağdaş­larından bazılarının birtakım lugavî açıklamalarını da eklemiştir. Böylelikle biz onun [Ubeydullah b. Sâbit'in] fıkhı meselelerdeki görüşünün, oi.unki [Mukâtil'inki] gibi olduğunu kabul edebiliriz. Mukâtil'in Tefsiri'nin isnadı, bu konuyla ilgili olarak gayet açıktır. Orada şunları soylemektedir: 'Abdu'l-Hâlık b. Hasen .edi ki: "Ben Ubeydul-lah b. Sâbit'in kitabının arka tffafmda şunları gör­düm..."[19] Böylelikle bizler Mukâtü'n Tefsirine .son şekli­ni veren 'Abdullah b. Sabit'in, Tefsîu Hamsi Mieti Ayetin mine'l-Çur'âni'l-Kerîm [Kur'ân-ı Keîm'den Beşyüz Âyetin Tefsiri kitabını da te'lif ettiği gömünü tercih edebiliriz. el-Eşbâh ve'n-Nezâir adlı eserini deonun te'lif ettiği ihti­mali kuvvetli görünmektedir.[20] 'AHu'l-Hâlık'm kitabı,[21] 'Ubeydullah'm te'lifî olan ve et-Tefs'ru'l-Kebîr/Mukâtil'in Tefsiri denen eserden başkası değildir. Bu da 'Abdu'1-Hâ-lık'm ders olarak okuttuğu ve rivâjît ettiği kitabtır. Ter­cih edilen görüş şu ki: Senedte zkredilen 'Abdu'1-Hâ-lık'tan sonrakiler sadece Tefsîru Htmsi Mieti Âyetin mi­ne'l-Çur'âni'l-Kerîm [Kur'ân-ı Kerîn'den Beşyüz Âyetin Tefsiri] adlı eserin râvilerinden ibarıttirler.[22]

Kuşku yok ki, bu kitab [Tefsîru Hamsi Mieti Âyetin mine'l-Çur'âni'l-Kerîm] belli bir mezhebin fikhî telifidir. Bu kadılık yapmış birisinin te'lif ettiği ve yine kadılar ta­rafından rivayet edilmiş bir fıkıh kitabıdır. Bunların bazı­ları hakkında elimizde bilgi bulunmamaktadır. Bu kita­bın senedinde adı geçen ilim adamlarının dinî ve siyasî bakımdan neye müntesib olduklarına dair sorulacak su­ale Mukâtil'in tefsirinin senedleri henüz açıklıkla cevab verememektedir. Görüldüğü kadarıyla gerçek kaynaklan örtmeyi hedefleyen tedlis yöntemini ve el-Eşbâh ve'n-Ne­zâir adlı eserinde de izlediği yolu, Tefsîru Hamsi Mieti Âyetin mine'l-Qur'âni'l-Kerîm\n [Kur'ân-ı Kerim'den Beş-yüz Âyetin Tefsirinin] rivayetinde de izlemiştir. Hatta Sa­lebinin, el-Keşf ve'l-Beyân adlı eserinde sözü edilen bütün senedlerde bu böyledir.[23] Mukâtil'den nakledilen bu üç eserin ve eserde gözetilen fılıhî sistemin, Mukâtil Tb. Sü­leyman'ın öğretilerini takib eden kesimleri açığa çıkarta­cak şekilde incelemelerinin yapılacağını ümit ederiz.

Tefsîru Hamsi Mieti Âyetin mine'l-Qur'âni'l-Kerîm [Kur'ân-ı Kerimden Beşyüz /yetin Tefsiri] adlı eser, Mu-kâtil'in Tefsirinin bir özetidir Nitekim dipnotlarda işaret olunan Topkapı III. Ahmed Hütübhânesi'nde bulunan [24] no'da kayıtlı 1 ve 2. ciltleriyleyapılacak bir mukayese bu­nu ortaya çıkaracaktır. Mukstü'in elinizdeki bu eseriyle, et-Tefsiru'l-Kebîr'i arasındaki ilişki, özel yazma üsîubla-nnda bile açıkça görülmektedir. Fakat et-Tefsiru'l-Kebîr, bazı âyetlerin tefsirinin bulunmadığı eski bir nüshadan istinsah edilmiştir. Nitekim nüstensih de bunu ifade et­miş bulunmaktadır.24 Bundan dolayı görüldüğü kadarıyla Tefsîru Hamsi Mieti Ayetiz mine'l-Qur'âni'l-K.erîm [Kur'ân-ı Kerîm'den Beşyüz Âyetin Tefsiri] adlı eser bazı hallerde bazı karışıklıkları bulunan Mukâtil'in Tefsiri'nin nüshasını tamamlayabilmektedir. Müellifin, bu eserinde çoğunlukla et-Tefsiru'l-Kebîr'i özetlemiş olmasına rağmen bu böyledir. Eserimizin senedinde yer alan isimler listesi, açıkça şunu ortaya koymaktadır ki: Birçok sened, miladî 10. asırda [hicri 288-390'da] te'lif edilmiş eserlerin sened-leri ile ilgili derinlemesine açıklamalarda bulunan büyük Hadis tenkidçilerinin öngördükleri şartlarla uyum arzet-memektedir. Bu da bizim Tefsîru Hamsi Mieti Ayetin mi-ne'l-Qur'âni'l-Kerîm [Kur'ân-ı Kerimden Beşyüz Ayetin Tefsiri] adlı eserin, miladî 900 [hicrî 288-89] dolaylarında te'lif edilmiş olduğu kanaatimizi desteklemektedir. Aksi takdirde bu eserin senedleri, Hadis tenkidi nazariyesinin gereklerine daha uygun bir konumda olurdu. Buna ek olarak biz, Tefsîru Hamsi Mieti Ayetin mine'l-Qur'âni'l-Kerîm [Kur'ân-ı Kerîm'den Beşyüz Ayetin Tefsiri] adlı eserde ashâb ve tabiînin görüşleriyle, Peygamber'in Ha­dislerini birbirinden ayırdedebilmekteyiz. Nitekim ilgili notlarda buna işaret etmiş bulunuyoruz. Bu ise, eserin ol­dukça eski olduğuna dâir kanaatimi desteklemektedir. Şayet böyle olmasaydı, eserdeki Hadislerin çoğunluğu­nun Peygambere ait olması gerekirdi.[25]

Ben burada bu eseri tahkik etme fırsatını sunduğu için Bar-Ilan Üniversitesi'ne teşekkürlerimi sunmak isterim.[26]

 

AHKAM AYETLERİ TEFSİRİ

 

Rahman, Rahîm Allah'ın Adıyla

Rabbim! Kolaylaştır, yardım et ve afiyette hayr ile sonlandır.

Bize Kadı Ebû 'Abdullah Muhammed b. Ali b. Zâdelec haber verdi dedi ki: Bize 'Abdu'l-Hâlık b. el-Hasen tahdis etti dedi ki: Bize 'Abdullah b. Sabit babasından, o el-Hu-zeyl b. Habîb'ten, o da Mukâtil b. Süleyman'dan (r.a) tah­dis etti ki: [27]

 

Mukâtil B. Süleyman El-Horasânî'den Helâl Ve Haramın Tefsiri

 

Mukâtil dedi ki: Cehennemin köprüsü üzerinde kulla­rın sorgulanacağı dokuz geçit noktası vardır: Birincisinde kul, azîz ve celîl Allah'a îmândan sorguya çekilir. Eğer bunu ihlâsla ve eksiksiz olarak cevabi andırır sa, ikincisi­ne geçer ve namazdan sorguya çekilir. Eğer namazı ek­siksiz yerine getirdiği anlaşılırsa, üçüncüsüne geçer ve zekâttan sorguya çekilir. Eğer zekâtı eksiksiz yerine ge­tirdiği görülürse, dördüncüsüne geçer ve oruçtan sorguya çekilir. Eğer orucu eksiksiz yerine getirdiği görülürse, be­şincisine geçer ve hacctan sorguya çekilir. Eğer haccı ek­siksiz yerine getirdiği ortaya çıkarsa, altıncısına geçer ve i umreden sorguya çekilir. Eğer umreyi de eksiksiz yerine | getirdiği görülürse, yedincisine geçer ve başkalarına yap-i tığı zulümlerden sorguya çekilir. Eğer kimseye zulmetme- i diği anlaşılırsa cennete gider.                                         

İşte şanı yüce Allah'ın şu buyruğu bunu anlatmaktadır.

Kuşkusuz Rabbin gözetlemektedir {yani, melekler kulları gözetlemektedir; onları cehennem köprüsü üzerinde bu yedi geçitte durdurup bu yedi hususta sorguya çekerler —ve îmân olmaksızın ameller ka­bul edilmez-}. (Fecr/14) [28]

 

Îmânın Tefsiri

 

Mukâtil dedi: Kur'ân'dakilere îmân eden bir kimse Al­lah'ın (azze ve celle) bütün emirlerine îmân etmiş olur.

îmân, Bakara sûresinde, Allah'ın (sübhânehu ve te-âlâ) şu buyruğunda zikredilmektedir:

Elif-lâm-mîm. Şu kitab {yani, bu Kur'ân} -ki onda [29] {yani, onun Allah'tan indirildiğinde} rayb {(yani, şek/kuşku)} yoktur-. {O Kur'ân} hudâdır {yani, da-lâli beyândır} muttakiler (yani, şirkten korunan kimseler} için. Onlar ki, gayba {yani, Kur'ân gaybı-na; onun Allah Teâlâ'dan Muhammed'e indirildiği­ne} îmân ederler {ve onun helâlini helâl, haramını haram bilirler; içindekiler gereğince amel eder­ler}.1 (Bakara/1-3)

Kur'ân'da, îmân esaslarının bir kısmı da Yüce Allah'ın şu buyruğunda dile getirilmektedir:

Fakat birr, Allah'a (yani, Allah'ın biricikliğine},! Ahiret Günü'ne {[yani], öldükten sonra dirilişe ve amellerin karşılıklarının görüleceğine}, meleklere {yani, meleklerin hak olduğuna}, kitaba {yani, Yü­ce Allah'ın indirdiği bütün kitablarm hak olduğuna), nebilere iyani, nebilerin tümünün hak olduğu-' na) îmân edenin {yani, tasdik edenin} yaptığıdır. (Bakara/177)

İşte bütün bunlar îmânın esasını teşkil eden hususlar

arasında yer alırlar.

Mukâtil 'Abdullah b. Bureyde'den rivayetle şöyle di­yor: Cebrâîl, Nebî'ye (s.a) bir bedevi suretinde gelerek -ki Nebî onu tanımadı— sordu:

— Ey Muhammedi îmân nedir? Nebî (s.a) şöyle cevab verdi:

— Allah'a, Ahiret Gününe, meleklere, kitab(lar)a, ne­bilere, ölümden sonra dirilişe, hayrı ve şerriyle kadere îmân etmendir.

(Bedevî suretindeki adam) sordu:

— Bunu yapacak olursam ben mü'min olur muyum? Nebî cevab verdi:

— Evet.

Bedevî suretindeki adam dedi:

—Doğru söyledin.                    

Bedevi suretindeki adam tekrar sordu:             

— Peki islâm nedir?

Nebî cevab verdi:                                                 

— Allah müstesna ilah olmadığına, Muhammed'in Al­lah'ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı eksiksiz kılman, zekâtı vermen, Ramazan ayında oruç tutman ve Beyt'i haccetmendir.

Bedevi suretindeki adam sordu:

— Bunu yapacak olursam ben müslim olur muyum?     Nebî cevab verdi:

—Evet.

Bedevî suretindeki adam dedi:                              

— Doğru söyledin.

Bedevî suretindeki adam tekrar sordu:

— Peki ihsan nedir? Nebî cevab verdi:

— Allah'a (azze ve celle) ittika etmendir, O'nu görü­yormuş gibi.[30] Zira sen O'nu görmüyorsan da O seni görü­yor.

Bedevî suretindeki adam Nebî'nin (s.a) yanından ayrı­lıp gidince dedi:

— O adamı yanıma geri getirin!"

Ancak onu bulamadılar. O vakit onun kim olduğunu anladı ve buyurdu ki:                                  

— Bu Cebrâîl idi, size dîninizi öğretmeye geldi.         :

'Dedi:2 Bize Mukâtil Sabit el-Bunânî'den, o 'Abdu'r-Rahmân b. Ebî Leylâ'dan, o Ka'b b. Ucre'den, o da Ne­bî'den (s.a) Yüce Allah'ın, Kim bir Kasene ile gelirse ona, ondan bir hayır vardır (Neml/89) buyruğu hakkında ha­ber verip dedi:

el-Hasene, "tevhîd"tir.                        

Mukâtil dedi:

Ona bir hayır vardır {yani, "o kimseye ondan bir hayır verilir. Hayrın tamamı tevhîdten gelir" de­mektir}. (Neml/89)

Yüce Allah bir başka âyette de şöyle buyurmaktadır:

Tayyib kelime {yani, tevhîd} O'na yükselir; onu da sâlih amel yükseltir. (Fâtır/10)

Maksat tevhîd'tir,[31] "ameller onun sayesinde kabul edi­lir" demektir. Bundan dolayı ameller zikredilmektedir. [32]

 

Namaz Bahisleri

 

Namazları vakitlerinde kılmaya özen göstermek:

Dedi:[33] Dedi:[34] Mukâtil bize, Bişr b. Teyn el-Medenî'-den, o da Nebî'den (s.a) haber verip dedi:

Namaz dînin direğidir. Kim namazı terkĞderse dî­ni yıkar.                                  

Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Namazları koruyun {yani, farz namazları vakitle­rinde kılın} ve orta namazı da {yani, 'asr namazım da}! (Bakara/238)

Mukâtil Ebî İshâk'tan, o el-Hâris'ten, o 'Ali'den, o da Nebî'den (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet etti:

Cebrâîl (a.s) bana haber verdi ki, orta namaz {'asr namazı), Allah'ın nebisi Süleyman'ın, (güneş) per­denin arkasında gizleninceye kadar kıl(a)madığı namazdır.

Dedi:

Sabr u salât ile istiâne edin {yani, âhireti taleb hususunda farzlar ve beş vakit namaz üzerinde -orılan vakitlerinde kılmak suretiyle- sabr ile yardım dileyin}[35] (Bakara/153)

Bu sûrede, bunun bir benzeri daha yer almaktadır:[36]

Kuşkusuz ki Allah sabırlılarla beraberdir. (Baka­ra/153)

Mukâtil (dedi): Beş vakit namazdan ilk farz kılman namaz salâtu'l-ûlâ'dır. Bu sebeple buna "salâtu'1-ûlâ" adı verilmiştir. Çünkü ilk olarak farz kılınan namaz odur.

Dedi: Cebrâîl, —Nebî (s.a) henüz Mekke'de iken— güne­şin zevale erdiği bir vakitte geldi ve Nebî'ye salâtu'l-ûlâ'yı [öğle namazını] dört rek'ât olarak kıldırdı; Müslümanlar Nebî'ye, Nebî de Cebrail'e uyuyorlardı. Sonra ikindi vak­tinde geldi ve o'na ikindi namazını da dört rek'ât olarak kıldırdı; Müslümanlar Nebî'ye, Nebî de Cebrail'e uyuyor­du. Sonra güneşin battığı vakit geldi ve o'na akşam na­mazını üç rek'ât olarak kıldırdı. Sonra gündüzün beyazlı­ğı (yani, şafağı} kaybolduğunda ve gece karanlığı bastır­dığında gelerek o'na yatsıyı dört rek'ât olarak kıldırdı. Sonra tan yeri ağardıktan sonra geldi ve o'na sabah na­mazını iki rek'ât olarak kıldırdı.[37]

Dedi:[38] Bize Mukâtil el-Kâhilî ve el-A'meş'ten, o Hay-seme b. 'Abdu'r-Rahmân'dan, o da Ömer b. el-Hattâb'tan (r.a) şöyle tahdis etti: "Yatsı namazının vakti, akşam na­mazından sonra başlar, gece yarısına kadar devam eder. Öğle namazının vakti de güneşin zevalinden sonra baş­lar."

Dedi: Bize Mukâtil Sa'îd b. Salih'ten, o Sa'îd b. el-Mu-seyyeb'ten, o Ebî Hureyre'den (r.a), o da Nebî'den (s.a) şöyle tahdis etti:[39]

Ümmetim sabah namazını ilk aydınlanma vaktin­de kılıp, yatsı namazını da yıldızlar gökte birbirine girecek kadar çoğalmadan önce kılmaya devam ettikleri sürece hayır içinde kalmaya devam edeceklerdir. [40]

 

Farz Olan Beş Vakît Namazın  Vakitlerinde Kılınması

 

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Salâtı ikame et [namazı vaktinde ve eksiksiz kılgüneşin dülûkundan...

Bize Mukâtil 'Atâ'dan, o İbn 'Abbâs'tan, o Ömer b. el-Hattâb'tan (r.a), o da Nebî'den (s.a) tahdis edip dedi:

Güneşin dülûku, "güneşin semânın ortasından zevâli/kayması" demektir.

Mukâtil dedi: Bu sözleriyle salâtu'l-ûlâ'yı [öğle nama­zını] ve ikindi namazını kasd etmektedir.gecenin ğasagına (yani, gecenin karanlığına! kadar (ki bununla da, akşam ve yatsı namazlarını kasdetmektedir}, qur'âne'l-fecr'i de {yani, sabah  namazını da}; kuşkusuz gur'âne'l-fecr {yani, sabah namazı}, meşhûd olmuştur {yani, bu namazda gece ve gündüz melekleri hazır bulunurlar}.[41] (îsrâ/78)

Allah Hûd sûresinde şöyle buyurmaktadır: Namaz kıl; gündüzün taraflarından ikisinde {yani, :       sabah namazını, öğle namazını ve ikindi namazını kıl} ve geceden zülefte [gecenin birbirine yakın saatlerinde] {yani, akşam ve yatsı namazlarını kıl}! (Hûd/114)[42]

Yine Allah buyurmaktadır ki:

(O halde teşbih Allah'a [namaz kılın]); (akşam ettiğiniz vakit), sabah ettiğiniz vakit {yani, sabah na­mazını kılın},'aşiyyen [ikindileyin] (yani, ikindi namazını kılın}, öğle ettiğiniz vakit {yani, öğle nama­zını kılın}. (Rûm/17-18)

Mukâtil Ebî 'Amr'dan, o Ebî 'Iyâd'tan, o İbn 'Ab­bâs'tan şanı yüce Allah'ın, O halde teşbih Allah'a akşam ettiğiniz vakit, sabah ettiğiniz vakit, (.....) 'aşiyyen [ikindi­leyin] ve Öğle ettiğiniz vakit (Rûm/17-18) buyrukları hak­kında şöyle dediğini rivayet etti: "Bu buyruklarla, özellik­le farz kılınmış beş vakit namaz kasdedilmektedir." [43]

 

Farz İle Beraber Nafile Namaz

 

Yüce Allah buyurmaktadır ki:

Rabbinin ismini zikret (yani, Rabbinin ismini na­mazda ihlâs ile zikret}; bukraten {yani, sabah vak-[- tinde sabah namazım kılaraki ve asîlen {yani 'ışâ vaktinde öğle ve ikindi namazlarını kılarak};, gece­den de O'na secde et ve O'nu teşbih et iyani, O'nun için namaz kıl: akşam ve yatsı namazlarını kıl}! (İnsan/25-26)

Sonra, Yüce Allah nafile namazları kasdederek buyu­ruyor ki:

Uzun gece de O'nu teşbih et {yani, geceleyin de Al­lah için uzun boylu nafile namaz kıl}![44] (İnsân/26)

(Mukâtil b. Süleyman) dedi: Nebî (s.a) buyurdu ki:

Üç husus benim için farz, sizin için nafiledir: Gece kıyamı [gece kalkıp namaz kılmak], vitr ve misvak kullanmak.

Rabbini hamd ile teşbih et (yani, Rabbinin emri için namaz kıl}; güneşin doğmasından önce {yani, sabahleyin sabah namazını kıl} ve (güneşin) batmasından önce {yani, ikindüeyin ikindi namazını kıl}! (Kaf/39)

Geceden de O'nu teşbih et {yani, O'nun için akşam ve yatsı namazlarını kıl}![45] (Tâ-Hâ/130)

Daha sonra tatavvuyu [nafileyi] söz konusu ederek buyuruyor ki:

Ve secdelerin arkaları sıra[46] da îyani, akşam na­mazının (farzının) ardından da iki rek'ât} (namaz kıl)! (Katf40)

Bu iki rek'ât namazın kılınma vakti, şafak batıncaya kadar devam eden süredir.[47]                                        

Yüce Allah Tür sûresinde şöyle buyurmaktadır:

Rabbini (yani, emirlerini yerine getirmek suretiyle Rabbini} hamd ile teşbih et; kalktığın {yani, farz namazlarını kılmak üzere kalktığın} vakit ve geceden de O'nu teşbih et {yani, akşam ve yatsı namazlarını kılmak suretiyle O'nu teşbih et}! (Tûr/48)

Sonra, nafile namazı zikrederek buyuruyor ki:

Yıldızların arkaları sıra da[48] O'nu teşbih et {yani, -O sabah namazın(m farzm)dan önceki iki rek'âtı kıl}! (Tûr/49)

Bunun vakti, fecrin doğuşundan/tan yerinin ağarma­sından sonradır.[49] Bu iki rek'âtm birincisinde, Kâfırûn sûresi bir defa, ikincisinde de İhlâs sûresi üç defa okunur. Bundan sonra farzı kılana kadar konuşmak mekruhtur.

Mukâtil Ebî îshâk'tan, o el-Hâris'ten, o 'Ali'den (r.a); Yüce Allah'ın, Secdelerin arkaları sıra da... (Kaf/40) buy­ruğu hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Akşam namazından sonraki iki rek'ât ne kadar güzeldir. Yıldız­ların arkaları sıra da... (Tûr/49) buyruğundan maksat, tan yerinin ağarmasından önceki iki rek'âttır."

Mukâtil'in 'Abdu'l-Kerîm'den, onun 'Abdullah b. 'Ab-du'r-Rahmân'dan, onun da 'Abdu'r-Rahnıân'dan rivayeti­ne göre Nebî (s.a), vitir namazının ilk rek'âtmda A'lâ sû­resini, ikincisinde Kâfırûn sûresini, üçüncüsünde de İh­lâs sûresini okurdu.[50]

Mukâtil'in Nâfi'den, onun İbn Ömer'den, onun da Ne-bî'den (s.a) rivayet ettiğine göre Nebî vitir namazının, ilk iki rek'âtı ile üçüncü rek'âtmm arasını ayırırdı.

Mukâtil dedi: 'Ubeyy'in Mushafmda kunutta okuna­cak dua da yazılmıştır. Şöyle ki:

Allahım! Bize yardım et ve bizi affet! Bütün hayrı övgüyle Senden bilir, Sana karşı nankörlük etmeyiz. Sana karşı gelenleri görevlerinden alır ve onları terkederiz.

Allahım! Yalnız Sana ibâdet eder, Senin için namaz kılar, Sana secde ederiz. Sana doğru koşarız, Senin için amel ederiz, azabından korkar, rahmetini ümit ederiz. Kuşkusuz ki azabın kâfirlere erişir.

Mukâtil dedi: Sonra, vitirde sabah namazından önce istenildiği gibi dua edilebilir. Sabah namazı kıhndmıı vi­tir kılınmaz.

(Mukâtil) dedi: Geceleyin kılman en faziletli nafile na­maz, gece yansından gecenin sonuna kadarki vakitte kılı­nan namazlardır. Gündüz kılman en faziletli nafile na­maz ise, öğle ile ikindi arasında kılman nafile namazlar­dır.

(Mukâtil) dedi: Şanı Yüce Allah buyuruyor ki:

«O ki, tezekkür etmeyi veya şükretmeyi irâde edenler  için gece ve gündüzü halef yapmıştır {yani, geceyi gündüze, gündüzü de geceye halef/ardıl yapmıştır. Öyleyse, gündüz bir haceti veya meşguliyeti olan kimse, gece ibâdet etsin; gece bir haceti veya meş­guliyeti olan kimse de gündüz ibâdet etsin}.[51]  (Furkân/62)

Burada kasdedilen, Yüce Allah'ın anılması ve nafile namazlardır. Nafile namaz kılanın yanında namaz kılan kimse, kıraati cehri yapmamalıdır [açıktan okumamalı­dır]; ki namaz kılan kişi kıraati karıştırıp şaşırmasın.

Dedi: Dedi:[52] Nafile namazı oturarak veya binek üze­rinde kılmakta bir sakınca yoktur. Bu sırada yüzü nereye dönerse dönsün imada bulunur. Doğuya dönmüş halde ol­masında da bir sakınca yoktur,

Dedi: İbn Ömer vitir namazını kılmak için (bineğin­den) inerdi. [53]

 

Abdest

 

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ey îmân edenler! Namaza kalkacağınız {yani, abdest-siz olup namaz kılmayı irâde ettiğiniz} zaman... (Mâide/6)

Nasıl yapacaklarını onlara öğretmek üzere buyuruyor ki:

...yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın ve başlarınızı nıesh edin {yani, suyu başlarınıza sürün}... (Mâide/6)

Dedi:[54] îbn Mes'ûd dedi ki: "Başın bir defa meshedil-iriiesi yeterlidir."

...ve aşık kemiklerine/topuklara kadar ayaklarını­zı da! (Mâide/6)

Buyrukta takdim vardır; yani, ve aşık kemiklerine/to­puklara kadar ayaklarınızı da yıkayın! -(demektir).

İşte bu, su ile abdestin farzıdır. Yüce Allah'ın kitabın­da sözünü ettiği bu hususlardan herhangi birisini terke-den kimse, yıkamadığı yeri yıkar ve yeniden abdest almaz. Eğer namaz kıldıktan sonra bunu hatırlayacak olur­sa, yıkamadığı yeri yıkaması ve namazı tekrar kılması gerekir.

Mukâtil Sa'îd b. Ebî Hureyb'ten, [55] o Câbir b. 'Abdul­lah el-Ensârî'den (r.a), o da Nebî'den (s.a) şöyle buyurdu­ğunu rivayet etti:

Bana Cibrîl (a.s) haber verdi ki, azîz ve celîl olan

Rabbim bana fenîk'i (yani, sakalın etrafını yıkamamı} emretti.[56]

Mukâtil Katâde'den, o Enes b. Mâlik'ten, o da Ne­bî'den (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:        

Ateşten dolayı topukların vay hâline {yani, abdest alırken topuklarını yıkamayan kimselerin vay haline}!

Dedi:[57] Bize Mukâtil Ebî îshâk'tan, o Habbe el-TJre-nî'den, o 'Ali b. Ebî Tâlib'ten (r.a) tahdis etti: 'Ali b. Ebî Tâlib, üç defa mazmaza yaptı [ağzını çalkaladı!, üç defa istinşak yaptı [burnuna su çekip temizledi], üç defa yüzü­nü, üç defa kollarını yıkadı. Sonra başına mesh etti, son­ra da ayaklarına su dökerek onları üç defa yıkadı. Sonra ayağa kalkıp, kapta kalan suyu içerek dedi ki: "Ben Rasûlullah'm (s.a) böyle abdest aldığını ve böyle su içtiğini gördüm."

Mukâtil dedi: Suyun, abdest azalarına ulaşması duru­munda, abdest azalarım üçten fazla veya az yıkamanın herhangi bir sakıncası yoktur. Ancak mest giyilmiş ise, onlar meshedilir.  [58]                                    

 

Mestler Üzerine Meshetmek        

 

Mukâtil Cerîr b. Yezîd'ten, o da Cerîr b. 'Abdullah el-Becelî'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Nebî'yi (s.a), Mâide sûresinin inişinden sonra mestleri üzerine meshederken gördüm."

Dedi: Cerîr, onun [Mâide sûresinin] inişinden sonra Müslüman olmuştur.

Mukâtil Ebî İshâk'tan, o 'Ali b. Rabfa'dan, o 'AH b. Ebî Tâlib'ten (r.a), o da Nebî'den fs.a) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

Mestler üzerine meshetme süresi; yolcu için üç gün, üç gece; mukim için bir gün, bir gecedir.

 Mukâtil el-Kâhilî'den, o Ebî Tarık'tan, o da 'Ali b. Ebî Tâlib'ten (r.a) şöyle rivayet etmiştir: "O, önce küçük ab-destini bozdu, sonra abdest aldı ve nalinleri üzerine mes-hettikten sonra da namaz kıldı." [59]

 

 Su İle İstincâ                                                  

 

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:                       

Onun içinde öyle kimseler vardır ki: çok temizlen­meyi severler. (Tevbe/108)

Ensâr, emrolunmadıkları halde su ile istincâ yapıyorlardı. Şam yüce Allah bu âyetle onları övünce, Nebî (s.a) onların -ki onlardan bir kısmı Medine yakınlarındaki Kubâ' mescidinde bulunuyordu- yanlarına gitti ve sordu:

— Ey Ensâr topluluğu! Azîz ve celîl olan Allah temiz­lenmek hususunda sizi övdü. Ne yapıyorsunuz?

Onlar cevab verdiler:

— Bizler küçük ve büyük abdest yerlerini su ile yıkı­yoruz.

Bunun üzerine Rasûlullah kendilerine şu âyeti okudu:

Onun içinde {yani, Kubâ' mescidinde} öyle kimseler vardır ki: çok temizlenmeyi {yani, su ile istincâ yapmayı} severler, Allah da temizlenenleri sever.[60] (Tevbe/108)

-.  Bundan sonra Nebî (s.a) de, Müslümanlar da böyle yaptı.

Dedi: Daha önce kullanılmamış üç taş ile temizlendik­ten sonra (su ile yıkamak) farz değildir. Bunlar da maz-maza ve istinşak gibi Sünnettir. Bunu yapmayan kimse­nin de namazı olur. Fakat yıkamak daha efdaldir.

Dedi: Yellenen ya da uyuyan kimsenin su ile istincâ etme yükümlülüğü yoktur.

Mukâtil 'Atâ'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: "İbrahim'in (s.a) fıtratı itibariyle sahip olduğu ve bizim için sünnet olan on haslet vardır. Bunların beşi başta, be­şi de bedenin diğer bölümlerindedir. Baştaki sünnetler; mazmaza, istinşak, misvak kullanmak, bıyıkları kes­mek/kısaltmak ve saçı ortadan ayırmaktır. Bedenin diğer yerlerindeki sünnetler ise; istincâ, etek traşı olmak, sün­net olmak, koltuk altlarındaki kılları/tüyleri yolmak ve tırnakları kesmektir." [61]

 

Cünüblükten Dolayı Gusletmek   

 

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:       

Eğer cünüb iseniz {yani, cünüb olmuş iseniz) temizlenin (yani, su ile yıkanıp temizlenin}! (Mâ-ide/6)

Azız ve celîl olan Allah Nisa sûresinde de şöyle buyur­maktadır:

Sarhoşken..., bir de cünübken {yani, cünüb olduğunuz haldej -yolcu olmanız müstesna-gusledinceye kadar namaza yaklaşmayın! (Nisâ/43)

Bu, sağlıklı olup su bulabilen kimseler içindir. Yolcu olmanız müstesna buyruğu ise, yolda olup su bulamayan kimseler hakkındadır. Bu kimselerin teyemmüm etmeleri yeterlidir.[62]

Mukâtil el-Kâhilî'den, o Sâlim'den, o Kureyb'ten, o îbn Mes'ûd'tan, o da Nebî'nin (s.a) eşi Meymûne'den şöyle dediğini nakletmektedir: "Nebî (s.a) gusletmeye ellerini! yıkamakla başlar, ardından sağ eliyle sol eline su döker ve bununla avret yerini yıkadıktan sonra sol elini yere! sürterdi. Sonra her iki elini de yıkar, namaz abdesti gibi abdest alırdı; ancak ayaklarını yıkamazdı. Daha sonraj başına, arkasından da vücûduna su dökerdi. Sonra buj lunduğu yerden bir kenara çekilip ayaklarını da yıkardı."

Mukâtil dedi: Kadın da cünüblük ve ay hâli sebebiyle bu şekilde gusleder. Su, saçların dibine ve vücûdun tama-j mına ulaştığı takdirde gusül yeterli olur. Yıkamaya da! sağ azalarından başlar.                                                  j

Mukâtil Câbir el-Cu'fî'den, o Âmir eş-Şâbî'den, o da 'Abdullah b. 'Abbâs'tan dedi ki: "Dört şey cünüb olmaz [cünüblük dolayısıyla pislenmez]: Elbise, beden, su ve yer." [63]

 

Toprakla Teyemmüm,

Gusül Ve Abdest Yerine Geçer

 

Mâide ve Nisa sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmak­tadır:

Şayet hasta {yani, yaralı} olur {yani, sizden yaralı -ki çiçek ve irinli yaralar da diğer yaralar gibi­dir[64] olduğu halde cünüb olan kişi, su bulunmasına rağmen gusletmekten ötürü telef olacağından korkarsa, toprakla teyemmüm etsin} veya yolculukta bulunur (yani, sağlıklı olmakla birlikte yolculukta bulunuyorsanız} yahut ayak yolundan gelir, ya da kadınlara dokunur da su bulamazsanız, o vakit tayyib bir sa'îdi kasdedinItemiz-helâl bir toprağa yönelin. Onunla [o tayyib satd ile]yüzleri­nizi ve ellerinizi meshedin! (Mâide/6)

Bu buyruk ile -su bulabilseler bile- hastaları ve su bulamayan sağlıklı kimseleri kasdetmektedir. Bunlara diyor ki: Onunla [o tayyib satd ile]yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin!

Tayyib bir sa'îdi kasd edinltayyib bir satde yönelin iba-resindeki sa'îd'ten kasıt yer,29 tayyib'ten kasıt ise helâl'dir.

Teyemmümün yapılış şekli de [toprağa yönelip yüzün ve ellerin meshedilmesi de] şöyledir: Birinci defa yere vu­rulan avuçlarla yüz iki defa meshedilir, ikinci defa yere vurulup silkelenen avuçlarla da dirseklere kadar kollar meshedilir.

Abdest yerine de, gusül yerine de alman teyemmüm böyle yapılır.

Devamla Yüce Allah buyuruyor ki:

Allah size güçlük çıkarmayı irâde etmez {yani, dinde işi aleyhinize daraltmak istemez. O, teyem-;

Bir önceki nottan daha az önemli olmayan bir husus da şudur: .    Mukâtil'in kendisinden önceki âlimlerin yorumlarını çok güzel  bir şekilde sunup özetlemesi, onun kaynaklarını gölgede bırakmaktadır. Onun sa'îdi, yer ile tefsir etmesi, söylediklerimize .S.   bir örnek teşkil eder. Bkz. Taberî'nin, Câmi'u'l-Beyân, V/69-70'de zikrettiği açıklamalar.

müme ruhsat vermekle dinde bir genişlik kılmış­tır}. Aksine sizi temizlemeyi {yani, hadesten ve cü-nüblükten temizlemeyi} ve üzerinizdeki nimetini tamamlamayı irâde eder. {Böylelikle bu ruhsat, O'nun nimetlerinden birisi olmaktadır}. Ta ki şük-redesiniz.[65] (Mâide/6)

Mukâtil Bişr b. Teym'den, o da Ebû Zerr'den şöyle ri­vayet etti: Rabî'a'ya mensub bir adam Rasûlullah'a (s.a) gelerek dedi ki:

—  Ey Allah'ın Rasûlü! Bizler bir ay dışında su bula­mıyoruz. Beraberimizde de aile halkımız bulunuyor.  Bunun üzerine Nebî (s.a) şöyle buyurdu

— Teiniz toprak... isterse iki sene kadar sürsün...    

Mukâtil dedi: Bir kimsenin hanımı ile cima ettikten sonra teyemmüm edip namaz kılmasında bir sakınca yok­tur.

Yine Mukâtil dedi: Abdestle yapılan ibâdetler, teyem­müm ile de yapılır. Fakat su kullanma imkânı bulunduğu takdirde abdest alınması gerekir. Eğer kişi cünüb ise gus­letmesi gerekir, ama teyemmüm ile kılmış olduğu namaz­lar tamamdır. [66]

 

Namaza Kalktıkları Vakit                        

Müminlerin Emirinin Müminlere Yapmalarını Emrettiklerinin Açıklaması Yüce

 

Allah şöyle buyurmaktadır:

Gönülden gelerek saygı ve itaat ile Allah'ın huzu­runda durun {yani, Allah'a itaatle namaza durun. -Çünkü değişik din müntesibleri namazlarında is  yankârlar olarak ayakta dururlar. Yüce Allah "( mü'minlere namazlarında Kendisine itaatkârlar olarak durmalarını emretmektedir-}.31 (Baka­ra/238)

 I/39a: Gönülden gelerek, saygı ve itaat ile Allah'ın huzurunda ayakta durun (yani, namaz kılarken böyle durun, itaatle bu işi yapın}. Bunun bir benzeri de, Ve o itaat edenlerdendi (Tab­ rîm/12) buyruğundadır. Yine Yüce Allah'ın şu buyruğu da bu­nu andırmaktadır: Gerçekten İbrahim başlı başına bir ümmet- ti. Allah'a itaatkârdı (Nahl/120). Yine Yüce Allah'ın şu buyru­ğu da bunun gibidir: İtaatkâr olan kadınlar... (Nisâ/34 ve Teğâ-

Afikebût sûresinde de şöyle buyurmaktadır:  '

Sana vahyolunan kitabı oku. Namazı dosdoğru kıl. Çünkü namaz insanı hayâsızlıktan ve münker-den alıkor {yani, isyankârlığı gerektiren ve uygun  olmayan işlerden uzaklaştırır). (Ankebût/45)

Şunu demek istiyor: İnsan namazda olduğu sürece o hayâsızlıkları ve münkeri işlemez. Onlardan uzak durur. Namazı bitirinceye kadar bunları yapmaz.

"" ...Allah'ı zikretmek ise elbette en büyüktür {yani, sen namaz kıldmmı O'nu zikretmiş olursun. O da seni hayırla zikreder. Allah'ın seni hayırla anması, hiç kuşkusuz senin O'nu namaz ile anısından da­ha hayırlıdır). Allah ne yaptığınızı {yani, namazda iken ne yaptığınızı) bilir.[67] (Ankebût/45)

Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

 Mü'minler gerçekten felah bulmuşlardır. Onlar ki namazlarında huşu içindedirler. (Mü'minûn/1-2)

Namazlarında alçakgönüllü olanlar ve sağmı-solunu tanımayanlar, Allah'a huşûundan dolayı sağa-sola bak­mayanlar demektir.[68]

Ahzâb süresindeki, Allah'a alçakgönüllülükle boyun  eğen erkekler ile Allah'a alçak gönüllülükle boyun eğen

 kadınlar [ve 'l-hâşitne ve '1-hâşVât] (Ahzâb/35) buyruğu da   böyledir. [69]

 

Namaza Başlamak Ve

Namazda İstiâzede[70] Bulunmak

 

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Kur'ân okuyacağın zaman {yani, namazda Kur'ân okuyacağın zaman) [71] o racım [kovulmuşIlanetlenmiş] şeytandan Allah 'a sığın![72] (Nahl/98) Mukâtil dedi: Şeytanın dürtmesinden, üflemesin-den/üfürmesinden Allah'a sığınır, sonra açıktan Fatiha-tu'1-Kitab'ı [Fatiha sûresini] okur. [73]

 

Namazda Kur'ân Okumak[74]           

 

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Rabbini içinden {yani, namazda Kur'ân okuyarak}, yalvararak {yani, rahmetinde huzur bulmuş ola­rak} ve korkarak (yani, O'nun azabından çekine­rek! yüksek olmayan bir sesle {yani, Kur'ân'ı yük­sekten daha düşük bir sesle okuyarak} sabah-ak-şam an ve gafillerden olma![75] (A'râf/205)

Kasıt, namazda Kur'ân okumaktır.

Müzzemmil sûresinde de Yüce Allah şöyle buyurmak­tadır:

Artık Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyun {yani, namazda Kur'ân'dan kolayınıza geldiği kadarını okuyun —ve böylece herhangi bir miktar tesbit et­memektedir—}[76] (Müzzemmil/20)

Dedi: Bize Nebî'den (s.a) Yüce Allah'ın, Andolsun ki Biz sana tekrarlanan yediyi verdik (Hicr/87) buyruğu hakkında, "O, Fâtihatu'I-Kitab'tır" dediğini tahdis etti.[77]

Mukâtil dedi: Tek başına namaz kılan yahut imamlık yapan kimse, önce Fâtihatu'l-Kitab'ı [Fatiha sûresi'ni] okumakla başlasın, ardından onunla birlikte ilk iki rek'âtta Kur'ân'dan bir miktar okusun. Son iki rek'âtta ise sadece Fâtihatu'l-Kitab'ı okusun.

Mukâtil 'Atâ'dan, o Ömer b. el-Hattâb'tan (Allah on­lardan razı olsun) dedi ki: "Fâtihatu'l-Kitab [Fatiha sûre­si] ile birlikte bir miktar Kur'ân okunmayan hiçbir namaz geçerli olmaz. Fâtihatu'l-Kitab ile birlikte üç âyet okuyan bir kimsenin rükûa varması helâl olur."

Mukâtil 'Atâ'dan, o da Ebû Hureyre'den dedi ki: "Farz olan namazda tek başına Fatiha sûresi'ni okumak yeterli­dir."

Mukâtil 'Amr b. Şu'ayb'tan, o babasından, o dedesin­den, o da Nebî'den (s.a) dedi ki:

Fâtihatu'l-Kitab'ın [Fatiha sûresi'nin] okunmadığı bir namaz eksiktir. Evet o eksiktir.[78]

Mukâtil Muhammed b. Sîrîn'den dedi ki: "Fâtihatu'l-Kitab'ı [Fatiha sûresi'ni] okumayı unutup da başkasını okuyan bir kimsenin namazı tamamdır, fakat sehv secde­si yapması gerekir. Namazın iki rek'âtmda Kur'ân oku­mak yeterlidir. Fakat namazın bir rek'âtmda Kur'ân oku­mak yeterli olmaz." [79]

 

İmamın Arkasında Kur'ân Okumak

 

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:                             

Kur'ân okunduğu {yani, namazda Kur'ân okundu­ğu) zaman onu dinleyin ve susun ki merhamet olu-nasınız. (A'râi/204)

Dedi: Nebî (s.a) sabah namazında (56. sûre olan) Va­kıa sûresini okudu. Onun arkasında (namaza durmuş olan) bir adam da açıktan Nebî'nin (s.a) okuduğu gibi okudu. Nebî (s.a) namazı bitirince, "Hanginiz bu sûreyi okurken benimle çekişti" diye sordu. Bunun üzerine, Kur'ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki merha­met olunasınız (A'râf/204) âyeti indi.

Mukâtil 'Atâ'dan, o da Ömer b. el-Hattâb'tan -Alla­h'ın rızası ve selâmı üzerine olsun- naklen dedi ki:    Kur'ân okumadan namaz olmaz. Ona soruldu;

— İmamla birlikte olsa da mı? O cevab verdi:

— Evet, eğer vesvâsı terkedersek.

Hz. Ömer bununla [vesvâs terketmek ile], (nisyan ve gaflet içinde olmayıp) kendi kendine okuması gerektiğini kasdetmektedir.

Mukâtil 'Atâ'dan şöyle rivayet etmektedir: Ben Ebû Hureyre'ye (r.a) sordum:

— İmamın arkasında (Kur'ân) okuyalım mı? Şöyle cevab verdi:                                      

— Ey acemî! Kendi kendine oku!

Mukâtil dedi: Sabah, akşam ve yatsı namazlarında imama uyan kimse, her rek'âtta içinden Fâtiha'yı okusun ve gücü yeterse imamdan önce bitirsin. Şayet öğle ve ikindi namazında ise ilk iki rek'âtta Fatiha ile bir sûre, son iki rek'âtta da sadece Fatiha okusun; tıpkı kendi ba­şına kılması hâlinde olduğu gibi. İmamın arkasında Kur'ân okumayı unutan yahut onu kaçıran kimse için ise, imamın okuması yeterlidir. [80]

 

Namazda Rükû Ve Sücûd                  

 

Şanı yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ey îmân edenler! Rükû ve secde edin {yani, namaz­da rükû ve secde edin) ve Rabbinize ibâdet edin (yani, Rabbinizi birleyin. -O size tevhidi ve namazı emretmektedir-} ve hayr işleyin {ki onu size O emretmiştir} ki kurtuluşa eresiniz {yani, kurtuluşa ermek için böyle yapın. Kim bunları yaparsa kurtuluşa erer}.[81] (Hacc/77)

Mukâtil Nebî'nin (s.a), rükûda iken subhâne rabbiye'l-azîm deyip, üç defa hamdettiğini, sücûdda iken de üç defa subhâne rabbiye'l-a'lâ dediğini rivayet etmektedir. [82]

 

Namazın Sonunda Dua

Ve Dilekte Bulunmak                           

 

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

O halde boş kaldırımı hemen yorul {yani, namazda Kur'ân okumayı, rükûu, sücûdu yap, son teşehhüdün ardından —selâmdan önce— dua ederek yorul ve O'na dilekte bulunmaya yönel)![83] (İnşirah/7) [84]

 

Namazın Kısaltılması                 

 

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Arzda sefere (yani, yeryüzünde yolculuğa} çıktığınız zaman [85]küfredenlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız, namazdan kısaltmanızda (yani, akşam ve sabah namazları dışındaki namazlardan kısaltmanızda -çünkü bunlar kısaltılmazlar—}üzerinize bir cünah {yani, bir harec/darlık-sıkıntı} yoktur. Kuşkusuz kâfirler sizin apaçık düşmanınız  dır. (Nisâ/101) [86]

 

Korku Namazı

 

Usfan'da korku namazı kılınmıştı. Nisa sûresinde Yü­ce Allah, Nebîsi'ne hitaben buyuruyor ki:

Sen onlarla beraber bulunup da onlara namaz { ni, korku namazı} kıldırdığında, içlerinden bir kıs­mı seninle birlikte namaza dursun, silahlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar {yani, Nebî ile birlikte bir ?' rek'ât namaz kılmakta olan kesim} secdeye vardık­larında, diğerleri arkanızda bulunsunlar {yani, onlar kardeşlerinin yerine düşmana karşı saf tutsunlar}. Sonra namaz kılmamış olan diğer kısım seninle beraber namaz kılsınlar. Hem tedbirli olsunlar, hem de silahlarını yanlarına alsınlar. (Nisâ/102) Nebî (s.a), ashabından bir kesime bir rükû, iki secde ile bir rek'ât namaz kıldırdı. Daha sonra bunlar gidip ko-nuşmaksızm düşmana karşı saf tuttular. Diğer kesim gel­di, Nebî (s.a) bunlara da bir rükû, iki secde (ile bir rek'ât namaz) kıldırdı. Sonra selâm verdi. Her iki kesim de kal­karak bir rükû ve iki secde ile (ayrı ayrı birer rekât na­maz) kıldılar, Böylelikle Nebî (s.a) ve ashabı iki rükû, dört sücûd ile (iki rekât namaz) kılmış oldular. Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Artık namazı {yani, korku namazını) bitirdiğiniz zaman ayakta iken, otururken ve yanlarınız üzere iken Allah 'ı zikredin {yani, dil ile anın}. Nihayet it­minana erdiğinizde {yani, kendi şehirlerinizde gü­venliğe kavuştuğunuzda} salâtı ikame edin {yani, namazı tam kılın}. Çünkü namaz mü'minler üzeri­ne vakitleri belli {yani, vakitleri bilinen} bir farz [87](Niâ/103)

İşte imamların da günümüzde böylece yapmaları gerekir.

Dedi: Korku halinin bundan daha ileri derecede oldu­ğu durumlar için şanı Yüce Allah Bakara sûresinde şöyle buyurmaktadır:

Şayet korkarsanız {yani, düşmandan korkarsanız}, yaya veya süvari olarak kılın {yani, ister yürürken, ister binekleriniz üzerinde giderken –yüzünüz hangi tarafa dönük olursa olsun— iki rek'ât kılın; is  binek ya da başka bir şey üzerinde olup da yere secde etme imkanı bulamayan kimse başıyla imâda [işarette] bulunur, secde için rükûdan daha çok eğilir, alnmı herhangi bir yere koyması da şart değildir. Düşmandan yana} güvene kavuştuğunuz vakit de, bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği içiniöğretmeşine mukabil Allah'ı anın {yani, Allah için beş vakit namaz kılın}![88](Bakara/239) [89]

 

Cuma Namazı     

 

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ey îmân edenler! Cuma günü namaz için {yani, öğle namazı için} nida edildiği vakit Allah'ın zikrine ko­şun {yani, imam ile birlikte farz olan iki rek'ât na­maz kılmaya gidin -ki bu, vâcib bir farizadır-} ve alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu {yani, namaz kılmak} sizin için daha hayırlıdır {yani, ahş-veriş-. ten daha hayırlıdır!. Artık o namaz {yani, Cuma na­mazı} kılındımı yeryüzüne dağdın {yani, dağılabilirsiniz: bu, alış-verişin yasaklanmasından sonra alış­veriş için bir ruhsattır} ve Allah'ın lütfundan {yani, O'nun rızkından} arayın {yani, arayabilirsiniz: böylelikle namazdan sonra rızık aramayı onlara helâl kılmaktadır. İsteyen ticaret için çıkar gider, isteyen de gitmez} ve Allah'ı çokça zikredin {yani, Allah'ı >   dil ile çokça anini, ta ki felaha eresiniz {yani, umdu­ğunuzu elde edesiniz}.[90] (Cuma/9-10) [91]

 

Beş Vakit Namazın Cemaatle Kılınması   

 

Yüce Allah buyurmaktadır ki:                                

O seni kalktığın vakit görüyor {yani, ey Nebî, tek başına namaz kılmak üzere kalktığın vakit O seni görüyor} (Şu'arâ/218)

Ardından cemaatle namaz kılmışını söz konusu ede­rek buyuruyor ki: ve secde edenler arasındaki dolaşmanı da {yani, cemaatle namaz kılanlarla birlikte rükû ve secde etmeni, kıyamda durmanı da görüyor}. (Şu'arâ/219)

İşte Yüce Allah'ın, Secde edenler arasındaki dolaşma­nı da... buyruğu bunu anlatmaktadır. [92]

 

Kuşluk Namazı                                 

 

Kuşluk namazı farz değildir. Yüce Allah şöyle buyur­maktadır:                                                               

Biz dağları o'nun maiyyetinde musahhar kılmış­tık; teşbih ederlerdi {yani, dağlar da Dâvûd ile bir­likte Allah'ı anarlardı} akşamleyin ve işrak/kuşluk vakti {yani, gündüzün ilk saatlerinde}. (Sad/18)

Mukâtil'in rivayetine göre İbn 'Abbâs şöyle demiştir: "Ben, Biz dağları o'nun maiyyetinde musahhar kılmıştık; teşbih ederlerdi akşamleyin ve kuşluk vakti âyeti dikkati­mi çekinceye kadar kuşluk namazının faziletinin farkına varmamıştım." [93]

 

Temettü' Haccı                        

 

Yüce Allah buyuruyor ki:                                       

Emniyete erdiğiniz {yani, düşmanın veya hastalı­ğın Beyt-i Haram'a ulaşmanızı engellemesinden   yana emin olduğunuz} vakit, kim hacc zamanına kadar umreden faydalanmak isterse {yani, kim Şevval, Zilkade ve Zilhicce'nin ilk on gününde umreye başlar ve aynı sene hacc yapacak olursa kurbandan kolayına geleni kessin {yani, kolayına j ,       gelen bir kurbanı kessin. Bu da kurban bayramı­nın birinci [Zilhicce'nin onuncu] günü keseceği bir koyundur. Deve ya da inek kesmek daha faziletli­dir. Bu kurbandan kendisi de yiyebilir, başkasına da yedirebilir}. Fakat bulamayan {yani, kesecek bir kurban bulamayan} kimse, hacc günlerinde üç, döndüğünüz vakit de yedi gün olmak üzere tam on gün oruç tutsun {yani, Zilhicce'nin on gü­nünün başlangıcından, Arefe gününe kadar üç  gün oruç tutsun. Mina'dan ailesinin yanına vardığı vakit de yedi gün oruç tutsun. Arzu eden v.       yolda da oruç tutabilir. Bu günleri arka arkaya tutabileceği gibi, aralıklı da tutabilir}. Bu (yani, temettü' haccı yapıp da kurban kesmek veya oruç tutmak}, ailesi Mescid-i Haram'da oturmayanlar *?   içindir (yani, evi Harem bölgesi içinde bulunma­yan kimseler içindir. Evi Harem bölgesinde bulunup da temettü' haccı yapanlar için kurban kes­me ya da oruç tutma yükümlülüğü yoktur. Mut'a AO.'f).   [temettü' haccı], ancak Şevval ve Zilkade ayların­da ya da Zilhicce'nin ilk on gününde yapılabilir}. (Bakara/196) [94]

 

Kıble Ve Beytu'l-Makdis'in      

Kıble Olmasının Neshedilmesî

 

Rasûlullah (s.a) Medine'ye hicret edince Yüce Allah o'na Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kılmasını emretti. Çünkü Yahudilerin kıblesine doğru namaz kıldığı takdir­de Yahudiler, Tevrat'ta o'nun niteliklerine dair buldukla­rı bilgiler dolayısıyla o'nu yalanlamayacaklardı. Bu se-beble Nebî (s.a) ile ashabı Medine'ye hicret ettiklerinden itibaren onyedi ay kadar Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldılar.

Müslümanlardan bir grup bir yolculuğa çıkmıştı. Bu­lutlu bir günde namaz vakti girdi. Kıbleyi tesbit edemedi­ler: kimisi doğuya doğru, kimisi batıya doğru namaz kıl­dı. Daha sonra kıbleye doğru namaz kılmadıkları anlaşıl­dı. Medine'ye geldiklerinde durumu Nebî'ye (s.a) sordu­lar. Bunun üzerine şu âyet nazil oldu:

Doğu da. batı da Allah'ındır. Dolayısıyla nereye dönerseniz Allah'ın vechi (yani, siz namaz kılar­ken yüzlerinizi hangi tarafa döndürürseniz, AIlah'ın vechi} oradadır. Kuşku yok ki Allah vâsidir, alimdir.[95] (Bakara/115)

Nebi (s.a) -ataları İbrahim ve İsmail'in (ikisine de se­lâm olsun) kıblesini kasdederek- Cebrail'e (a.s) dedi ki:

— Azız ve celîl olan Rabbimin beni Yahudilerin kıble­sinden başka tarafa döndürmesini çok arzu ediyorum.

Cebrâîl (a.s) de şöyle karşılık verdi:

— Ben de senin gibi bir kulum, bunu Rabbinden dile!

Cebrâîl (a.s) yükseldi, Nebî de dileği gerçekleşir ümi­diyle semâya doğru bakmaya koyuldu ve nihayet Cebrâîl istediği buyruğu getirdi. Böylece Beytu'l-Makdis'in kıble olma hükmü bu âyetle neshedildi.

Yüzünün semâda aranıp durduğunu {yani, semâ­ya doğru uzun uzun baktığını} görüyoruz. Onun için andolsun seni hoşnut olacağın kıbleye {yani Kabe'ye} döndüreceğiz {çünkü Rasûlullah, Beytu'l-Makdis yerine Kabe'nin kıble olmasını çok arzu ediyordu}. Artık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Siz de nerede bulunursanız {namazda} yüzle-,;      rinizi ona çevirin (yani, ona doğru döndürün}! (Ba­kara/144)

Kabe, Beytu'l-Makdis yerine kıble yapılınca, Yahudi­ler kıble hususunda Müslümanlarla tartıştılar ve Beytu'l-Makdis'in Kabe'den üstün olduğunu iddia ettiler. Yüce Allah onları yalanladı ve Âl-i İmrân süresindeki şu buy­rukları indirdi:

Kuşkusuz insanlar için vaz'olunan ilk ev {yani, Müslümanlar için kurulan ilk mescid} Bekke'de {Mekke'ye "Bekke" denmesi, tavaf esnasında in­sanların kalabalık oluşturmaları sebebiyledir. Beytu'I-Makdis ise Mekke'deki evden/Kâbe'den kırk yıl sonra yapılmıştır. "Bekke" iki dağın arası­dır, "Mekke" ise Harem bölgesinin tamamının adıdır} bulunan, âlemlere {yani, mü'minlerej mübarek {yani, hacc ve umre yapan, orada namaz kılan kimselerin günahlarına bir mağfiret, bir bereket) ve hidâyet olan {yani, Kabe'ye doğru namaz kılan i:        kimseler için dalâletten hidâyete erişmeye vesile olan} evdir. (Âl-i İmrân/96)

Kıble'nin Beytu'I-Makdis'ten Kabe'ye doğru döndürül­mesinden sonra oraya doğru namaz kılmak sapıklıktır. Sonra Yüce Allah buyurmaktadır ki:

Orada (yani, Mescid-i Haram'da} apaçık âyetler {yani, apaçık belgeler/alametler} ve İbrahim'in makamı {yani, İbrahim'in (a.s) izi| vardır. (Âl-i İmrân/97)

Yüce Allah, Bakara sûresinde şöyle buyurmaktadır:

Siz de İbrahim'in makamından bir namazgah edinin {yani, onun yakınında namaz kılın}![96] (Bakara/125)

İmam, makamın arkasında ve Kabe'ye yönelmiş ola­rak ayakta durur, insanlar da onun etrafında saf tutarlar.  

Şanı yüce Allah şöyle buyuruyor:      De ki: "Rabbin adaleti emretti. Her secde yerinde {yani, her kilise, havra ya da başka bir yerde} yüz­lerinizi doğrultun {yani, Kabe'ye doğru namaz kı­lın} ve O'na {yani, Allah'a} -dîni yalnız O'na hâlis kılarak {yani, O'nu tevhîd ederek}— ibâdet edin!" (A'râf/29)

Allah Teâlâ bu buyruğuyla onlara namazı ve tevhidi emretmektedir.

Mukâtil dedi: Kabe, Mescid-i Haram ahalisi için bir kıbledir. Mescid de, Harem ahalisi için bir kıbledir. Ha­rem bölgesi ise, bütün yeryüzündekiler için bir kıbledir.

Mukâtil Bişr b. Teym'den, o da 'Abdullah b. Ömer'den şöyle rivayet etmektedir: "Batıyı sağına, doğuyu soluna aldığın takdirde orası, ikisi arasında doğuda bulunanlar için bir kıbledir."

Mukâtil Ebû İshâk'tan, o el-Hâris'ten, o da 'Ali b. Ebî Tâlib'ten (a.s) şöyle rivayet etmiştir: "Namazda önünden geçen hiçbir şey namazını kesmez. Fakat elinden geldiği kadar onu geri çevirmeye bak."

Mukâtil dedi: Namaz kılan kimsenin Önünden her­hangi bir şeyin geçmesi —eğer önünde bir sütre bulunmu-_ 3forsa- mekruhtur. Fakat hiçbir şey de namazı kes­mez/bozmaz. Bu sebeble, namaz kıldığınız takdirde deve semerinin arka tarafındaki çıkıntı uzunluğunda ve ip ka­lınlığında bir sopa dahi olsa, onu dikine saplayarak sütre edinin.

Mukâtil İsmail'den, o Ebû Umeyye'den, o Ebû Hurey-re'den, o da Nebî'den (s.a) şöyle rivayet etti:

Sizden herhangi bir kimse bir sütre bulamayacak olursa, önüne bir ip koysun. Artık öhünden ğeçenlerin ona zararı olmaz.  [97]                            

 

Mescidler Ve Onlarda Allah'ı Anmak 

 

Yüce Allah buyuruyor ki:                                  

O evlerde ki, Allah izin vermiştir, onların yükseltil­mesine !bu buyrukta takdim vardır. Allah rriescidlerin bina edilmesini emretmiştir! ve içlerinde adı­nın {yani, Allah'ın adının} anılmasına {yani, onlarda Allah'ın tevhîd edilmesine}. Onlarda sabah-akşam O'nu teşbih ederler {yani, sabah-akşam o mescidlerde O'nun için namaz kılarlar. Yüce Allah mescidlerin yükseltilip imar edilmesini emir buyurduktan sonra bu işi yapanların niteliklerini şöylece dile getirmektedir): (Onlar) kendilerini ti­caretin ve alış-verişin Allah'ı anmaktan, namaz ,       kılmaktan {yani, farz olan namazı kılmaktan}, zekâtı vermekten alıkoymadığı yiğitlerdir. Onlar [ kalblerin ve gözlerin dehşetten döneceği bir günden ' ?''' ' korkarlar. (Nûr/36-37)

Mukâtil 'Amr b. Şu'ayb'tan, o babasından, o dedesin­den, o da Nebî'den (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet et­mektedir:

Kim riyakârlık ve başkaları duysun gibi bir mak­sat gütmeksizin, bir kekliğin yuvası kadar dahi ol­sa bir mescid yaparsa, Allah da o kimse için cen­nette ondan daha geniş bir ev yapar. [98]

 

Ezan                                        

 

Yüce Allah şöyle buyuruyor:            

Ey îmân edenler! Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğunda {yani, müezzin ezan okuduğun­da}.[99] (Cuma/9)

Dedi: İslâm'ın ilk dönemlerinde Müslümanlar namaz için nasıl ezan okunacağını bilmiyorlardı.

Mukâtil 'Amr b. Murre'den, o 'Abdu'r-Rahmân b. Ebî Leyla'dan şöyle rivayet etmektedir: '"Abdullah b. Zeyd el-Ensârî rüyasında, üzerinde yeşil renkli iki elbise bulu­nan bir adamın Medine'de mescidin duvarı üzerinde dur­duğunu görmüş. Bu adam kalkıp şöyle demiş: Allahu ek-ber, Allahu ekber -ikişer defa-, eşhedu en lâ ilahe illallah —iki defa—, eşhedu enne Muhammeden Rasûlullah —iki defa-, hayye ale's-salah —iki defa-, hayye ale'l-felah —iki defa-, Allahu ekber -bîr defa—, lâ ilahe illallah -bir de­fa—." Ardından kısa bir süre oturduktan sonra kalkıp şöyle demiş: Allahu ekber —iki defa—, eşhedu en lâ ilahe illallah, eşhedu enne Muhammeden Rasûlullah, hayye ale's-salah, hayye ale'l-felah. Sonra, kadkâmeti's-salah -iki defa-, sonra Allahu ekber -bir [iki] defa-, lâ ilahe il­lallah —bir defa-. Durum Nebî'ye arzedildiğinde, Nebî (s.a), "Sen bunu Bilal'e öğret!" buyurmuş. O da bunu Bi-lal'e öğretmiş ve bundan sonra Bilal bu şekilde ezan oku­maya başlamış."

Mukâtil dedi: Ezan okuyandan başkasının kamet ge­tirmemesi gerekir. Ezan okurken de, kamet getirirken de konuşulmaz. Abdestsiz (kamet getirmekte)[100] sakınca yok­tur. Kadınların ezan ve kamet yükümlülükleri bulunma­maktadır.

Mukâtil Dahhak'tan, o da İim Mes'ûd'tan şöyle riva­yet etmektedir: "Yolculukta erkekler için kamet yeterli­dir." [101]

 

Mescidlere Giderken Giyilmesi Emredilmiş Elbiseler

 

Cahiliye dönemi insanları Beyt-i Haram'ı çıplak tavaf ederlerdi. Erkekler gündüzün, kadınlar da geceleyin ta­vaf eder ve "Biz günah işlerken giydiğimiz elbiselerle Beyt-i Haram'ı tavaf etmeyiz" derlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah buyurdu ki:

Ey Âdemoğulları! Her mescidde ziynetinizi alın fyani, Mescid-i Haramın yakınında iken de, Hris-tiyanların kilisesi ve Yahudilerin havrası yakmında da elbiselerinizi giyin ve çıplak durmayın}!

 (A'râf/31)

Mukâtil, namazda yeterli olacak elbise ile ilgili olarak Muhammed b. Sîrîn'den, o da Ebû Hüreyre'den (r.a) şöyle rivayet etti: "Bir adam Nebî'ye (s.a), tek parça elbiseyle namaz kılan kimsenin durumu hakkında sordu. Nebî (s.a) de, "Herkesin ikişer (alt ve üst olmak üzere) elbisesi var mı ki?" buyurdu."

Mukâtil ve 'Atâ dedi ki: "(Tek elbise), eğer kesif (kalın ve dokuması sıkı) ise yeterlidir." [102]

 

Sabah Namazında Kunut/Dua

 

Yüce Allah buyurmaktadır ki:

O işten sana hiçbir şey düşmez. (Âl-i İmrân/128)

Dedi: "Medine'de bulunan muhacirlerin yoksulların­dan bazı kimseler Useyya ve Zekvân kabilesine karşı sa­vaşmak için gönüllü olarak cihada çıktılar (Useyya ve Zekvân, Süleym oğullarına mensub iki koldur) ve hepsi öldürüldü —ki yetmiş kişi idiler-; Nebî (s.a) buna çok üzüldü. Sabah namazında kırk gün süreyle okuduğu ku-nut duasında Useyya ve Zekvân'a beddua etti. Bunun üzerine, O işten sana hiçbir şey düşmez. (Allah) ya tevbe-lerini kabul eder, ya da zâlim olduklarından dolayı onla­ra azab eder [103] (Âl-i İmrân/128) buyruğu nazil oldu. Böyle­ce Nebî, beddua etmekten menolundu. O da bundan son­ra kunut yapmadı."

Dedi: 'Ali b. Ebî Tâlib (a.s) kırk gün süreyle Muavi-ye'ye —Allah'ın rahmeti üzerine olsun- kunut okudu, sonra da, "Rasûlullah'm (s.aj yaptığından fazlasım yapmam" dedi.                              

Dedi; İbn Abbâs da kunut okuyordu. [104]

 

Münafıklara, Mallarının Ve Evlatlarının Kendilerini Namazdan Alıkoymamalarını Emretmesi '   

 

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

Ey îmân edenler! (yani, -dedi: Bu (sadece dilleriyle îmân eden münafıklar hakkında indi:— ey sadece dil ile îmân ettiklerini ikrar edenler}. Mallarınız ve evlatlarınız sizi Allah'ı anmaktan {yani, farz olan namazı kılmaktan} alıkoymasın. Kim bunu yaparsa {yani, namazı terkederse}, işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Münâfikûn/9)

Münafıkların namazları hakkında Yüce Allah Nisa sûresinde şöyle buyurmaktadır:

Namaza kalktıkları vakit de üşene üşene kalkarlar {yani, ağırdan alarak, istemeyerek kılarlar} insan­lara {namaz için kalkmak suretiyle, kıldıkları na­mazla} gösteriş yaparlar {yani, insanlar kendileri­ni görürse namaz kılarlar, görmezse kılmazlar} ve Allah'ı ancak pek az anarlar {yani, riyakârlık ol­sun ve başkaları duysun diye namaz kılarlar, onu da az miktarda kılarlar; görülmedikleri bir yerde iseler namaz kılmazlar}.[105] (Nisâ/142)                       

Bunun bir benzeri de Tevbe sûresindedir (54. âyet).

Yüce Allah bir başka âyet-i kerîmede de şöyle buyur­maktadır:

Vay haline o namaz kılanların {yani, münafıkların —ardından Yüce Allah onları şöyle nitelendirmek­tedir-}. Onlar ki, namazlarından gaflet içindedir­ler {yani, namaz vakti geçene kadar başka şeylerle oyalanırlar}. Onlar ki, riyakârlık {yani, namaz kı­larken insanlara riyakârlık} yaparlar (yani, insan­lar kendilerini görürse namaz kılarlar, tenhada " yalnız kaldıklarında ise namaz kılmazlar} ve ma­unu {yani, zekâtı} engellerler.[106] (Maun/4-7) [107]   

 

Farz Zekât     

 

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:         

Salâtı ikame edin ve zekâtı (yani, mallarınızın zekâtını} verin ve Allah'a karz-ı hasen takdim edin {yani, gönül hoşluğu ile ve ecrini O'ndan bekleyerek borç verin}. Nefisleriniz için önden ne hayr {ya­ni, farz yahut nafile ne tür sadaka} gönderirseniz, onu {yani, onun mükâfaatım}, Allah yanında daha hayırlı {yani, Allah'ın nezdindeki sevabının verdi­ğimizden daha üstün} ve ecir bakımından daha büyük olarak bulacaksınız. Allah'a istiğfar edin {yani, günahlarınız için Allah'tan mağfiret dile­yin} .. Doğrusu Allah gafurdur, rahimdir. (Müzzem-mil/20)

Dedi: Bu Mekke'de idi. Bununla beş vakit namaz ile belirli bir miktar söz konusu olmaksızın -zekât farz kılın­mış oldu. Nebî (s.a) Medine'ye hicret edince zekâtın mik­tarı belirlendi.

Medine'de Bakara süresindeki şu buyruklar indi:

Salâtı ikame edin, zekâtı {yani, farz olan zekâtı} verin. Nefisleriniz için Önden ne hayır {yani, sada­ka olarak ne mal} takdim ederseniz, Allah yanında onu {yani, onun sevabım, ecrini) bulursunuz. Şüp- ' yl|!ı      hesiz Allah yaptıklarınıza haşirdir. (Bakara/110) .   Ayrıca Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

O halde gücünüz {yani, takatiniz} yettiğince Al­lah'a ittika edin, dinleyin {yani, O'nun Öğütlerini!, ;     itaat edin {yani, O'nun emirlerine}. Kendiniz için  hayır olmak üzere infak edin {yani, Allah'ın hakkını ödeyerek mallarınızdan infak edin}. Kim nefsi nin cimriliğinden korunursa, işte onlar felaha erenlerdir {yani, kim Allah'ın malındaki hakkını verecek olursa o umduğunu elde eder. Malının zev-kâtını veren de, nefsinin cimriliğinden korunmuş olur}. (Teğâbün/16) [108]

 

 Buğday, Hurma Ve Üzümün Zekâtı 

 

Yüce Allah buyurmaktadır ki:

Çardaklı ve çardaksız o bağları {yani, asma gibi .    çardaklı ve ona benzer çardakları bulunan bağları} tatlan muhtelif hurmaları, ekinleri... vücûda geti­ren O'dur.[109] (.....) Hasadı günü/hasad edildiği vakit hakkını da verin {yani, ekinlerin ve meyvelerin zekâtını da, hasad edilip ölçüldükleri vakit verin}!

(En'âm/141)

Bu âyet Mekke'de inmiştir. Müslümanlar, tahıl ve mahsullerin zekâtını —belli bir miktar tayini söz konusu olmaksızın- veriyorlardı. Daha sonra Medine'de zekât hükmü nazil oldu ve belli bir miktar olmadan zekât ver­me neshedildi. Yüce Allah zekâtın durumunu açıkladı. Buna göre, yağmur ya da tabiî bir su ile sulanan ekinler­den, -aynı türden 300 sa' olmak şartıyla- onda-bir zekât alınır; 300 sa'dan aşağı olana zekât düşmez. Daha çok olursa her 10 sa'da 1 sa' zekât alınır. Bu hüküm, ırmakla­rın ya da yağmurun suladığı ekinler içindir. Şayet kanal­larla yahut kovalarla ya da hayvan sırtında çekilen sular­la sulanacak olursa, öşrün yansı (yirmide-bir) zekât ola­rak alınır. Bize bunu Mukâtil 'Amr b. Şu'ayb'tan, o baba­sından, o dedesinden, o da Nebî'den (o'na ve âline salât ve selâm olsun) tahdis etti. [110]

 

Farz Sadakanın/Zekâtın (Sarf) Yerlerî

 

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Sadakalar (yani, malların sadakaları/zekâtı} an­cak fakirler {yani, insanlardan istemeyen Müslü­man fakirler), miskinler {yani, insanlardan iste­yenler}, onu toplamakla görevlendirilenler {yani, sadaka/zekât toplamakla görevlendirilmiş memur­lar -kendi özel ihtiyaçlarını bırakarak bu işle uğ­raştıkları kadarıyla onlara sadakadan/zekâttan verilir—}, kalpleri ısındırılmak istenenler... (Tev-1     be/60)

Bunlar [kalbleri ısındırılmak istenenler], Arab'tan oniki kişi olup İslâm'a kerhen giren Ebû Süfyan b. Harb, Süheyl b. 'Artır, Uyeyne b. Hısn el-Fezarî ve bunların ar­kadaşları idi. Bu gibi kimselere İslâm'a ısmdinlmaları için zekâttan bir miktar verilirdi. Günümüzde kalbleri İs­lâm'a ısmdınlanlarm hakkı sona ermiş bulunmaktadır. Ancak sözü edilen o şahısların konumunda olanlar müs­tesnadır. Böyleleri Müslüman olurlarsa, İslâm'a davetçi olmaları için ve bu yolla kalblerinin ısmdırıhnası için on­lara zekâttan bir pay verilir.

köleler {yani, efendileriyle azat olmak üzere yazı­lı anlaşma yapmış kölelerf, borçlular {yani, fesat söz konusu olmaksızın mali bir borç altına girmiş olanlar}, Allah yolundakiler {yani, Allah yolunda gaza edenler -bunların ihtiyaçları toplanan zekât­tan karşılanır-} ve yolda kalmışlar {yani, ileri de- . recede ihtiyaç sahibi olup bir yerden bir yere giden yolcular} içindir; Allah'tan bir farz olarak {yani, sadaka/zekât, bunların hakkıdır, bunlara verilir Allah {sadaka/zekât almaya ehil olanları! çok iyi  bilendir, hakimdir {yani, paylaştırma hususunda hikmetlidir}. (Tevbe/60)

Mukâtil dedi: Farz olan zekâttan, sözü geçen bu sekiz sınıfın dışındakilere pay verilmez. Zekât alma hakkına sahip olan sınıflara, zekâtın eşit olarak dağıtılması ge­rekmez. Bu sekiz smıftan sadece zekât memurları bulun­sa, zekâtın tamamı bu sınıfa verilebilir. Mescid inşası, ke­fen ve hacc için zekâttan verilmez.  

Mukâtil dedi: 'Atâ b. Ebî Rebah dedi ki: "Farz olan ze­kâttan, elli dirhemi olan kimseye bir şey verilmeyeceği gi­bi, fakir ve yoksullardan hiç kimseye de elli dirhemden fazlası verilmez. Kişi, babaya ve evladına da zekât vere­mez. Şayet sadaka nafile ise, babanın evlada, evladın da babaya vermesinde sakınca yoktur." [111]

 

Yüce Allah'ın Namaz Kılan Ve

Ecrini Allah'tan Umarak Zekât Veren

Müminler İçin Hazırladığı Mükâfaat

 

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

Onlar ki, gayba îmân ederler, salâtı ikâme ederler {yani, tam bir abdest ile rükûunu-sücûdunu eksik­siz ve vakitlerinde namazı dosdoğru kılarlar} ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler {yani, farz olan zekâtı verirler}. (.....) İşte bunlar, Rabb'lerinden bir hidâyet üzeredirler ve iş­te bunlar, felaha erenlerdir. [112](Bakara/2-5)

 Bunun bir benzeri de Lokman sûresinde (4-5. âyetler) yer almaktadır.                                                        

 Yüce Allah buyuruyor ki:                                    

Gerçek mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalbleri titrer... Onlar ki, salâtı ikame eder, kendilerine rızık olarak verdiklerimiz­den infak ederler {yani, zekâtı verirler), işte bunlar {yani, bu âyetlerde sözü edilen kimseler} gerçek mü'minlerdir. Onlar için Rabb'leri yanında derece­ler (yani, fazilet ve üstünlükler}, mağfiret (yani, günahları için bağışlama} ve rızk-ı kerîm {yani, cennette pek güzel bir rızık} vardır. (Enfâl/2-5) [113]

 

Zekât Hususunda Cimrilik Eden,                  

Onu Farz Görmeyen Kimseler Ve Böyleleri İçin Hazırlanan (Ceza)Lar       

 

Yüce Allah buyurtnaktadır ki:

Ey îmân edenler {yani, ey sadece dilleriyle îmân ettiklerini söyleyen münafıklar}! Mallarınız ve ev­latlarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın... Si­ze rızık olarak verdiklerimizden infak edin, her bi­rinize ölüm gelmezden ve "Rabbim! Beni yakın {çünkü dünyadan çıkıp gitmek pek yakındır} bir tâ*;1 süreye kadar te'hir etsen de sadaka {yani, zekât} versem ve sâlihlerden {yani, mü'minlerden} olsam {ve mü'minlerin yaptıklarını ben de malımla yap­sam}" demeden evvel. Zira eceli!süresi geldiğinde Allah hiçbir kimseyi geri bırakmaz. Allah yaptıkla­rınızdan haberdardır. (Münâfîkûn/9-11) Muhammed sûresinde de şöyle buyuruyor:                

işte siz şanlarsınız: Allah yolunda infak etmeye ça­ğırılıyor sunuz da yine içinizden kimisi cimrilik {yani, infak etmek hususunda cimrilik} ediyor. Oy­sa kim cimrilik ederse, kendi aleyhine cimrilik eder, Allah ganidir {yani, sizin mallarınıza ihtiyacı yoktur}, muhtaç {yani, Allah'ın nezdinde bulunan , hayır ve rahmete muhtaç} olanlar sizlersiniz. Şa­yet yüz çevirirseniz {yani, Allah'a itaatten ve O'nun emirlerini yerine getirmekten yüzçevirirseniz}, ye-: rinize başka bir kavmi getirir, sonra onlar sizin gibi olmazlar {yani, sizden daha çok Allah'a itaatkâr olurlarl. (Muhammed/38)

Al-i İmrân sûresinde de şöyle buyurmaktadır:     

ly Allah'ın lütuf ve kereminden Syani, Kendisinden  bir bağış olmak üzere} kendilerine verdiği şeylerde cimrilik {yani, zekât verme hususunda cimrilik} gösterenler, onu (yani, cimriliği} haklarında hayırlı ik sanmasınlar. Bilakis o, onlar için bir serdir. Kıyâmet günü boyunlarına bir halka olarak geçirilecek­tir. (ÂH İmrân/180)

Bu da şöyle olacaktır. Onlardan herhangi birisinin cimrilik ettiği malı, kıyamet gününde -zehirinin fazlalı­ğından ötürü— başında tüy bulunmayan, çenesi kuvvetli erkek bir yılana dönüşecek ve bu yılan onun boynuna do­lanarak onu sokup duracak. Kollarıyla kendisini koru­mak isteyecek, fakat yılan onun kolunu yakalayacaktır. İnsanlar arasında hüküm verileceği ve cehennem ateşine sürüklenip zincirlere vurulacağı zamana kadar bu yılan onunla birlikte olacaktır.

Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır {yani, sizden zekât hususunda cimrilik edenler bilmelidir ki, O (1, hem malınıza, hem de göklerde ve yerde bulunanlara mirasçı olacaktır. Hepsi ölecek ve geriye sadece azız ve celîl olan Rabbiniz kalacaktır). Allah bü- tün yaptıklarınızdan haberdardır. (Al-i İmrân/180)

, Yahudiler hakkında inmiştir.

Yine şöyle buyurmaktadır:        

Altın ve gümüşü yığıp da (yani, zekâtını vermeyip de —yerin üstündeki ya da altındaki malından Al­lah'ın hakkı olan zekâtı vermeyen bir kimse malı­nı yığmış (kenz yapmış) olur-} onu {yani, yığıp bi­riktirdiği malları} Allah yolunda {yani, Yüce Al­lah'a itaat uğrunda} infak etmeyenlere gelince, onlora {âhirette} acıklı {yani, çok can yakıcı} bir aza­bı müjdele. O gün bunlar îyani, yığılıp biriktirilenmallar}, cehennem ateşinde kızdırılacak, o kimsele­rin alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlana­cak. "İşte bu, kendiniz için toplayıp sakladıkları­nız, öyleyse sakladığınız şeyleri(n acısını) tadın denilecek. (Tevbe/34-35) [114]

 

Farz Zekât İle Birlikte Nafile Salaka

 

Nebî (s.a) ile Müslümanlar umre yapmak üzere Mek­ke'ye gitmişlerdi. Söz konusu bu gidiş Hudeybiye yılından sonra, Mekke'nin fethinden önce Yüce Allah'ın o'na Mek­ke'ye girme imkânı verdiği sene idi. Evleri Medine etra­fında bulunan bazı bedeviler, "Bizim yol azığımız yok, bi­ze kimse yiyecek de vermiyor" dediler. Bunun üzerine Yü­ce Allah sadaka vermeyi emretti:

Allah yolunda infak edin de {yani, Allah'a itaat uğrunda mallarınızın bir kısmını harcayın da} ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın {yani, sadaka vermeyecek olursanız, kendinizi tehlikeye atar helak olursunuz. Sadaka vermekten kaçınmak, helak olmanın ta kendisidir} ve ihsan edin {yani, Allah uğrunda nafakayı güzelce verini. Muhakkak Allah ihsan edenleri sever {yani, Allah, uğrunda nafakayı güzel bir şekilde verenleri sever} (Baka­ra/195)                                         

Bazıları dediler ki:

— Ey Allah'ın Rasûlü! Allah'a yemin olsun ki, yiyecek bir şey bulamıyoruz. Neyi sadaka olarak verelim?

Bunun üzerine Nebî (s.a) şöyle buyurdu:

— Yüzünüzü ateşten koruyacak bir hurmanın yarısı ile dahi olsa (sadaka verin)! [115]

 

Ecrini Allah'tan Beklemesi Hâlinde  Müminîn Verdiği Sadakanın         

Kat Kat Artırılması

 

Mukâtil, İbn 'Abbâs'a nisbet ederek Yüce Allâlı'ın şu buyruğu ile ilgili açıklamalarını zikretmektedir:

Allah'a karz-ı hasen verecek {yani, gönül hoşluğu ile ecrini Allah'tan umarak sadaka verecek) olan kimdir ki, Allah da o verdiğini ona kat kat arttır-sın. (Bakara/245)

İbn 'Abbâs dedi ki: "Maksat, iki milyondur." Yüce Allah şöyle buyuruyor:

Eğer Allah'a karz-ı hasen {yani, ecrini Allah'tan umarak gönül hoşluğuyla nafile sadaka} verirse­niz, onu size kat kat arttırır {yani, bire-on'dan başlayarak yediyüz kat ve daha fazlasıyla karşılık verir} ve günahlarınızı {yani, o sadaka sebebiyle günahlarınızı} bağışlar. Allah şekûrdur {yani, ecrini umarak sadaka veren kimselere sadakalarının karşılığını kat kat fazlasıyla verendir}, halimdir. Gaybı {yani, insanların kalblerinde bulunanı ve

Ş;f her türlü gizliyi} ve şehâdeti {yani, açıktan söyle­nenleri} bilir. Azizdir {yani, mülkünde azizdir: güç­lüdür, Kendisine karşı konulamayandırl, hakimdir {yani, enirinde hikmetleri sonsuz olandır}. [116](Teğâ-bün/17-18)

Yine şöyle buyurmaktadır:

Mallarını Allah yolunda {yani, Allah'a itaat uğrunda} infak edenlerin meseli, yedi başak veren ve her başağında yüz tane bulunan bir tohuma ben-,    2er. Allah dilediğine kat kat {yani, yediyüzden iki milyon katma kadar} verir. Allah vâsidir {yani, bu kadar fazlasını verendir}, alimdir {yani, neler in­fak ettiklerini çok iyi bilendir). Mallarını Allah yolunda infak edip de sonra verdiklerinin arkasın­dan başa kakmayan ve eziyet etmeyenlerin {yani, yaptıkları infaklan başa kakmak suretiyle eziyet etmeyen kimselerin} Rabb'leri yanında mükâfaatlan vardır. Onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmezlerde. (Bakara/261-262)

Ayet-i kerîme Hz. Osman'ın (r.a), Tebuk Gazvesi do­layısıyla yaptığı harcamalar hakkında inmiştir. O, sava­şa giden Müslümanları yüzbin (dirhem vererek) teçhiz etmişti. Ayrıca Medine'de Rûme diye bilinen kuyusunu da Müslümanlara vakfetmişti. Âyet aynı zamanda 'Ab-du'r-Rahmân b. Avf (r.a) hakkında da inmiştir. O da dörtbin dirhem tasaddukta bulunmuştu. Bu dirhemlerin her biri bir miskal idi, bu da onun malının yansım teşkil ediyordu.

Güzel bir söz (yani, Müslümanın kardeşine hayır dua ederek güzel söz söylemesi} ve bağışlama[117] {yani, onu bağışlayıp hiçbir şey vermemek} arka-. sından eziyet gelen iyani, başa kakılan) bir sada­kadan hayırlıdır. Allah ganîdir {yani, sizin verece­ğiniz sadakaya muhtaç değildir}, halimdir (yani, verdiği sadakayı başa kakan ve sadaka sebebiyle eziyette bulunan kimseyi cezalandırmakta acele etmeyendir}. (Bakara/263)  [118]                               

 

Verdiği Sadakayı Başa Kakan

Kimsenin Durumu Ve

Başa Kakmanın Sadakayı Boşa Çıkarması  

 

Yüce Allah buyurmaktadır ki:

Ey îmân edenler! Malını sırf insanlara gösteriş olsun diye infak eden, Allah'a {yani, Allah'ın tevhidi­ne) ve âhiret gününe îmân etmeyen {yani, amellerin karşılıklarının verileceği ölümden sonra diriliş gününü tasdik etmeyen} kimse gibi sadakalarınızı başa kakmak ve eziyet etmekle boşa çıkarmayın {yani, verdiği sadakayı başa kakmak, sadaka verdiği kimseye eziyet etmektir. Başa kakmak, veri­len sadakanın ecrini yok eder}. (Bakara/264)

İşte Yüce Allah buna, îmân etmeyen kişiyi Örnek gös­termektedir. Bu şekilde îmân etmeyen bir kimse müşrik­tir. O malını imansız olarak infak etmiş demektir. Onun şirk koşması sadakasını boşa çıkarttığı gibi, başa kak­mak da mü'minin sadakasını boşa çıkartır.

Daha sonra Yüce Allah buna bir başka misal vererek şöyle buyurmaktadır:

Onun meseli, şu meseldeki gibidir: Üzerinde azıcık toprak bulunan bir kaya, derken sağanak halinde   (yani, çok ve şiddetli} bir yağmur inmiş de onu {yani, o kayayı} çırılçıplak edivermiş {yani, yağmur :p, t-hi sonunda kaya çırılçıplak olmuş, üzerinde hiç toprak kalmamış. —İşte îmân olmaksızın ya da insan­lara gösteriş olmak üzere malını harcayan müşri-ğin durumu da böyledir. Mü'min de sadaka verdiği kimseye, sadakası dolayısıyla minnet edecek olur­sa bu duruma düşer Onlar kazandıkları hiçbir şeyi ele geçiremezler (yani, infak ettiklerinin seva­bından kıyamet günü'nde hiçbir şey alamayacak-,    tıl A lardır. Tıpkı şiddetli yağan yağmurun kaya üzerin-;.v, j>:: de topraktan eser bırakmaması gibi}. Allah kâfirler topluluğuna hidâyet vermez. (Bakara/264)

Sonra Yüce Allah, rızasını umarak verdiği sadakayı başa kakmayan mü'minin yaptığı infakın durumunu söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:

Allah'ın rızasını arayarak {yani, Allah rızası için} ve nefislerinden bir sebat {yani, kalblerinden bir _ tasdik} ile mallarını infak edenlerin meseli, yüksek bir tepede bulunan {yani, içinde ırmakların aktığı . düz ve yüksekçe bir yerde bulunan} ve kendisine   bol bol yağmur isabet ettiği için de mahsulünü iki kat-veren {yani, ağaçları iki kat meyve yüklenen}  bir bahçeye benzer. Ona sağanak yağmur isabet et­mese de bir çisinti düşer {yani, bol yağmur yağmasa da, az bir yağmur düşer. —İşte Allah için başa kakmadan ve eziyet etmeden infak edilen mal az ya da çok artış gösterir. Tıpkı bol ya da az miktar­daki yağmurun böyle bir bahçenin mahsulünü art-jı      tırmasına benzer-}. Allah yaptıklarınıza basîrdir[119] {yani, infak ettiklerinizi görendir} (Baka-ra/265) 'Yine Yüce Allah buyuruyor ki:

Ey îmân edenler! Kazandıklarınızın en güzellerin­den {yani, altın, gümüş ve benzeri mallardan, bun­ların helâl ve temiz olanlarından} ve sizin için yer­den çıkardığımız şeylerden {yani, meyve, tahıl ve üzüm gibi mahsullerden} infak edin. Göz yummak-^ sızın alıcısı olmayacağınız aşağılık şeyleri seçerek vermeye yeltenmeyin (yani, kötü şeyleri vermeye kalkışmayın}. (Bakara/267)

Nebî (s.a) insanlara sadaka vermelerini emretti. Bir adam bayağısından bir salkım kuru hurma getirdi ve bu­nu diğer hurmalarla birlikte mescide bıraktı. Nebî (s.a), "Bunu kim getirdi?" diye sordu. "Bilmiyoruz" dediler. Ne­bî, bu salkımın -herkes tarafından görülmesi için- bir ye­re asılmasını emretti. Onu görenler, "Bu adam ne kötü bir iş yaptı" demeye başladı. İşte Yüce Allah'm, Göz yum-maksızın alıcısı olmayacağınız aşağılık şeyleri seçerek buyruğu bunu anlatmaktadır: yani, hurma ve benzeri adi ve bayağı şeyleri seçerek ve sadakalar arasına katarak vermeye yeltenmeyin. Bununla anlatılmak istenen şudur: Sizden birinizin bir diğeri üzerinde bir hakkı olsa kimse hakkından daha aşağı ve bayağı olanı kabul etmez. Daha sonra Yüce Allah, Göz yummaksızın alıcısı olmayacağınız buyurmaktadır ki bu da, hakkından kısmen vazgeçme, böylelikle bilerek ve bağışlamak suretiyle hakkından da­ha azmi kabul etme haline dikkat çekmektedir.

Bilin ki Allah gerçekten ganîdir {yani, sizin mallarmıza muhtaç değildir}, hamîdtir {yani, egemen­liği ve saltanatı itibariyle yarattıkları arasında çok hamdedüendir}. (Bakara/267)

Dedi: Sonra Allah onlara sadaka vermeleri halinde mallarının yerini tutacak şeyler vereceğini ve onlara mağfirette bulunacağını va'dederek şöyle buyurmaktadır:

Şeytan sizi fakirlikle {yani, sadaka verdiğiniz tak­dirde fakir düşmekle} korkutur {"mallarınızı tasad-duk ederseniz fakir düşersiniz" diye tehdit eder) ve size fahşayı {yani, çeşitli ma'siyetler işlemeyi} emreder. Allah ise size Kendinden bir mağfiret {yani, sadaka vermeniz halinde günahlarınız için bağışla­ma} ve bir lütuf {yani, sadakalarınızın yerini tuta­cak şeyler vermeyi! va'dediyor. (Bakara/268)

Bunun bir benzeri de Teğâbün sûresindedir (bkz. Teğâbün/17)

..Allah vâsidir (bu lütfü sebebiyle ihsanı bol olandır), alimdir {yani, infak ettiğiniz şeyleri hakkıyla bilendir}. (Bakara/268)

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

Sadakalarınızı açıktan {yani, alenî olarak} verirse­niz, o ne güzeldir. Şayet onları gizler de {yani, baş­kalarından saklayıp kimse görmeden} fakirlere öyle verirseniz {yani, sadakalarınızı fakirlere gizlice verirseniz} bu {yani, gizli vermek}, sizin için daha hayırlıdır (yani, açıktan vermekten daha hayırlı­dır. -Bununla birlikte, verdiğiniz sadaka gizli de olsa, açık da olsa makbuldür-}. Seyyielerinizden' örteriz {yani, gizli ve açık sadakalarınız sebebiyle günahlarınızı bağışlarız}. Allah her ne yaparsanız haberdardır.[120] (Bakara/271)

Yüce Allah buyurmaktadır ki:

Artık kim verir îyani, Allah'ın hakkını yerine getirmek üzere verir} ve ittika eder {yani, Allah'tan ittika eder}... (Leyl/5)

 (Mukâtiî) dedi: Âyet Ebû Bekr es-Sıddîk -Allah'ın se­lâmı ona- hakkında inmiştir. O, Mekke'de müşriklerin şirke döndürmek için işkence yaptıkları dokuz Müslüma-m satın almış ve onları azat etmişti (Allah ondan razı ol­sun). Onlardan biri de Bilal (r.a) idi.

...hüsnâ'yı doğrularsa {yani, Yüce Allah'ın âhirette kendisine, verdiği sadakadan daha hayırlı olan cenneti vereceği va'dini doğrularsa) Biz ona kolay olanı kolaylaştırırız {yani, ona tekrar Allah'ın hak­kını yerine getirmek üzere vermesini kolaylaştırı­rız}. (Leyl/6-7)

...Amma kim cimrilik eder ve kendisini müstağni görür... (Leyl/8)

Bu da Ebû Süfyan b. Harb hakkında inmiştir. O malı konusunda cimrilik edip Allah'ın hakkını edâ etmek için malını harcamadı ve Allah'tan müstağni olduğu duygusu­na kapıldı.

...ve hüsnâ'yı yalanlarsa {yani, Yüce Allah'ın va'di olan sadakasından daha hayırlı mal vereceği va'dini -çünkü o vakit âhirete îmân etmiyordu- tasdik etmeyip yalanlarsa), ona da en zor olanı kolaylaştırırız {yani, hayır yapmak ona ağır ve zor gelir, hayır yapma gücünü kendisinde bulamaz). Yuvarlandığı zaman {yani, ölüp de cehenneme yuvarlanacağı vakit, dünyada iken cimrilik ettiği) malıkendisine fayda vermez. (Leyl/9-11)         

Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:                  

Yine sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "Afv'ı" (yani, mallarınızdan/ihtiyaçtan artanı). ıV'       (Bakara/219-220)

Dedi: Bu zekâtın farz kılınmasından önce idi. Miktarı belli bir mala sahip olan kimse malının üçte-birini alıko­yar, üçte-ikisini tasadduk ederdi. Ekin ve mahsul sahibi kimse de bir yıl yetecek kadarını alıkoyar, artanını tasad­duk ederdi. Meslek sahibi olan kimse ise günlük ihtiyacı­nı alır, artanını sadaka olarak dağıtırdı. Daha sonra ze­kât âyeti (bkz. Tevbe/103) bunu neshetti.

..Allah âyetlerini size böyle beyan ediyor ki düşü-nesiniz: dünya ve âhiret hakkında {yani, dünya iş­leri üzerinde düşünesiniz de "Dünya sınama yur­dudur ve fanidir" diyesiniz. Âhiret üzerinde de dü­şünesiniz de "Âhiret rnükâfaat yurdudur ve ebedî­dir-" deyip onun üstünlüğünü anlayarak kalıcı olan için amel edesiniz). (Bakara/219-220)

Yine Yüce Allah buyuruyor ki:

Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: "Hayrdan ne infak ederseniz anne ve babanın, ak­rabaların {daha sonra Tevbe süresindeki nafaka âyeti (Tevbe/60) bunu neshetti. Anne ve babaya ze­kât vermeyi neshederken, fakir olmaları hâlinde akrabalara zekât verme hükmünü bıraktı) yetim-.    lerin, yoksulların ve yolda kalmışlarındır. Şüphe-"":'-.     siz her ne hayır işlerseniz Allah onu çok iyi bilen­dir." (Bakaia/215)

Mukâtil'in merfu olara rivayet ettiğine göre, Rasûlul-lah (s.a) şöyle buyurmuştur:

Sadakanın, zengin ve gücü kuvveti yerinde bir kimseye verilmesi uygun değildir {maksat gücü, kuvveti yerinde sağlıklı kimsedir). Aynı şekilde sa­daka Muhammed'e de, Muhammed'in âline de ve­rilmez.

Mukâtil dedi: Varlıklı ve güçlü-kuvvetli bir kimsenin insanlardan istemesi doğru değildir. Bununla birlikte böylelerine sadaka veren bir kimseye, "Sâile, at üzerinde sana gelse dahi bir şeyler ver!" sözü gereğince ecir verilir.

Mukâtil dedi: Sadakasını akrabalarına veren bir kim­se için -fakir olmaları şartını öngörmeyen kimselere gö    re— iki ecir söz konusudur. Bir ecir akrabalık bağını gö­zettiği için, bir ecir de sadaka verdiği içindir. [121]

 

Sıla-Î Rahim [Akrabalık Bağını Gözetmek)

 

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ey insanlar! Sizi tek bir nefsten {yani, sadece Âdem'in nefsinden} halkeden ve ondan {yani, Adem'in nefsinden} da eşini {yani, Adem'in eğe kemiğinden de Havva'yı} halkeden, o ikisinden de t;         (yani, Âdem ve Havva'dan da} birçok erkek ve kadin {yani, bin ümmet} üreten {yani, yaratan} Rabbinize ittika edin. Kendisi adına birbirinizden dirvi   lekte bulunduğunuz (yani, biriniz diğerinizden Allah için hakları ve ihtiyaçlarının karşılanmasını istediğiniz} Allah'a ittika edin ve akrabalık bağını gözetin {yani, akrabalık bağlarını kesmeyin, aksi­ne o bağı gözetin}. Şüphesiz Allah üzerinizde tam bir gözetleyiddir iyani, amellerinizi görüp gözeten­dir}. (Nisâ/1)

Mukâtil 'Atâ'dan, o da ibn 'Abbâs'tan şöyle rivayet et­ti: Makâm-ı İbrahim'de îbrânice yazılı bir kitabe bulun­du, üzerinde şu yazı vardı: "Ben Allahım, Bekke'nin sahi­biyim. Rahmi yarattım ve ona, Benim isimlerimden bir isim türetip verdim. Rahmi/akrabalığı bitiştireni [gözete­ni] Ben de bitiştiririm. Onu koparanı Ben de kopartırım,"

Mukâtil dedi: Akrabalar arasında hakkı en büyük olan anne-babadır.

Yüce Allah buyurmaktadır ki:

Rabbin şöyle hükmetti ((Mukâtil) dedi: Dahhak di yordu ki: İbn Mes'ûd bunu, "vasiyet/tavsiye etti" diye okuyordu): O'ndan başkasına İbâdet etmeyin.  (yani, Allah'tan başkasına ibâdet etmeyin}, anne ve babaya iyi davranın {yani, onlara gereken iyiliği yapın}. Eğer onlardan fyani, anne-babadan} biri  veya ikisi yanında ihtiyarlığa ererse {onlara iyilik­te bulun ve} sakın onlara öf deme {yani, bayağı sözler söyleme. Mesela yaşlandıkları vakit onların hizmetinde bulunur yahut onları temizlemekle uğ­raşırken, "Bunların sıkıntılarından beni kurtar Al­lahım!" deme}, onları azarlama {yani, onlara kaba ve ağır sözler söyleme}; onlara tatlı ve güzel (yani, yumuşak bir şekilde} söz söyle. Merhametinden do­layı onlara alçak gönüllülük kanadını indir fyani, onlara şefkat ve merhamet duyarak yumuşak dav­ran} ve {bakımları dolayısıyla onlardan ötürü sıkıntı çektiğinde} de ki: "Rabbim! Onlar beni kü­çükken nasıl terbiye ettilerse (yani, küçükken be­nim sıkıntılarıma nasıl katlandılarsa}, Sen de on­lara öyle rahmet et!"[122] (İsrâ/23-24)

{Şayet anne-baba müşrik iseler}, Rabbim! Onlara merhamet et! deme, fakat onlara iyi davran ve Yüce Al­lah'ın Lokman sûresinde bildirdiği gibi hareket et:

Bana ve ana-babana şükret. Dönüş yalnız Banadır. Eğer onlar bilmediğin şeyi {yani, Benim ortağım olduğunu} Bana ortak koşman için seni zorlarlarsa, onlara itaat etme {yani, şirk hususunda itaat etme}! Bununla beraber dünyada onlarla iyi geçin {burada maksat, iyilikte bulunmak ve akrabalık bağını gözetmektir). (Lokmân/14-15)           

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

Rabbiniz içinizdekini en iyi bilendir {yani, sizin iyi olup olmadığınızı en iyi bilendir}. Eğer siz sâlih olursanız, şüphesiz ki O, yönelenlere {yani, günah­ları terkedip emrettiği hususlarda Allah'a itaate yönelenlere} karşı gafurdur.[123] (İsrâ/25)

Mukâtil, (s.a) merfu olarak Nebî'den şöyle dediğini nakletmektedir:

Anne-babasım öfkelendiren kimse, azîz ve celîl olan Allah'ı Öfkelendirmiş olur. Onları sıkıştıran ve daraltan Allah'ı sıkıştırmış olur. Onlar, malindan bir şeyler çıkarıp vermeni isterlerse çıkarıp ver.

Mukâtil dedi: Onları kölelikten kurtaran müstesna, kimse onlara yaptıklarının karşılığını Ödeyemez.

Dedi: Kendileri hayatta iken anne-babasma asi olup da ölümlerinden sonra borçlarım ödeyen yahut yerlerine hacc yapan ya da sadaka vermek suretiyle onlara iyilikte bulunan kimse, onlara karşı iyi davranmış sayılır. Hayat­ta iken anne-babasma iyilikte bulunup, ölümlerinden sonra onlara kötü davranan kişi de onlara kötü davran­mış sayılır.

Mukâtil dedi: Allah için harcamak istediğin bir dina­rın var ise onu annene ver, eğer bir dinarın daha varsa onu da babana ver. Üçüncü bir dinarın varsa —fakir olma­ları halinde— onu ailene, dördüncü dinarın varsa akraba­larına, beşinci dinarın varsa Allah yolunda harca. [124]

 

Anne-Babaya, Akrabaya, Komşuya

Ve Kölelere İyilik     

 

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:       

Allah'a ibâdet edin {yani, Allah'ı tevhîd edin/birle­yin}, O'na hiçbir şeyi (yani, yarattıklarından hiçbir şeyi} ortak koşmayın. Ana-babaya {iyilik yapın, haklarını gözetin}, akrabaya {iyilik yapın, onların hakkını gözetin}, yetimlere, yoksullara {tasadduk edin, iyilik yapın}, yakın komşuya {yani, aranızda akrabalık bağı bulunan komşuya iyilik yapın),... ;       (Nisâ/36)

Bunların üç hakkı vardır: A) Akrabalık hakkı, B) Komşuluk hakkı, C) Müslümanlık hakkı.

...uzak komşuya {yani, akrabanız olmayan komşu­larınıza iyilik yapın},... (Nisâ/36)

Bu komşunun da iki hakkı vardır: A) Komşuluk hak­kı, B) Müslümanlık hakkı.

Tek bir hakkı olan bir komşu daha vardır ki o da, din­daş olmayan komşudur, bunun da sadece komşuluk hakkı vardır.

...yanınızdaki arkadaşa {yani, yolculuk ya da ikamet halindeki arkadaşınıza iyilik edin}, yolda kalmışa {yani, size misafir gelen yolcuya iyilik edin,—ki ona iyilik yapmak gerekir. Onun misafir olma hakkı üç gündür, bundan sonrası ise sadakadır—}, ellerinizin altında bulunanlara {yani, hizmetçile­rinize} iyilik edin. (Nisâ/36)

Böylelikle Yüce Allah bütün bunlara iyilikle davran­mayı emretmiş bulunmaktadır. Mukâtil Şurahbil'den, o Câbir'den, o da Nebî'den (s.a) şöyle buyurduğunu naklet­mektedir:

Cebrâîl (a.s) bana komşuyu o kadar çok tavsiye etti ki, evladın babasından miras aldığı gibi, onu da mirasçı yapacak zannettim.

Mukâtil dedi: "Ma'ruf bir şekilde iyilikte bulunmak ve ona eziyet vermekten uzak durmak komşunun hakların­dandır."

Mukâtil dedi: Nebi (s.a), vefatı yaklaştığında, "Size namaza ve elinizin altındaki kölelere dikkat etmenizi tavsiye ederim" dedikten sonra, "Ey dereceleri yükselten, ey arşın sahibi! Tebliğ ettim mi?" dedi. Dünyadan ayrılın­caya kadar, başka bir söz söylemedi.

Mukâtil dedi: Allah'a ve efendisine itaat eden bir köle için iki ecir vardır.

Mukâtil dedi: Seninle bağını kopardığı halde bağını bitiştirmen, seni mahrum ettiği halde ona bir şeyler ver­men akrabalık haklarındandır.

Şanı Yüce Allah buyurmaktadır ki:

Akrabaya hakkını ver iyani, akrabalık hakkını gözet}, yoksula da {yani, isteyene de -ona sadaka &;:       vermesini emretmektedir-}, yolda kalmışa da {yani, sizde konaklayan misafire de iyilikte bulun}.

Ama saçıp savurma (yani, hak olmayan yolda her­hangi bir şey harcama). (İsrâ/26)

Dedi: Suffa ashabının fakir olanları Rasûlullah'a (s.a) geliyor, o'ndan bir şeyler istiyorlar, fakat o onlara verecek bir şey bulamadığı için, onlara iltifat etmeyip susuyordu. Şanı Yüce Allah onlara karşı nasıl davranacağını öğret­mek üzere buyurdu ki:

Şayet Rabbinden umduğun bir rahmeti aramak için {yani, Rabbinden geleceğini ümit ettiğin bir rı-zık beklentisi içinde olup} onlardan sarf-ı nazar et­mek mecburiyetinde kalırsan {yani, verecek bir şey bulamadığın için utancından ve merhametinden dolayı, senden istekte bulunan kimselerden sarf-ı nazar etmek zorunda kalırsan), onlara (yani, sen­den bir şeyler isteyen kimselere} yumuşak bir söz söyle İyani, onlara güzel va'dte bulunarak, "İnşâallah elime bir şeyler geçince size veririm" deyip, uygun sözler söyle}! (İsrâ/28)

Şanı Yüce Allah, Nebî'ye (s.a) hitaben şöyle buyur­maktadır:

O halde, sakın yetime kahretme {yani, sakın onun yüzüne karşı kahredici bir tutum takınma}, isteye­ni azarlama, fakat Rabbinin nimetini tahdis et![125] , (Duhâ/9-11) [126]

 

Harcamada İktisatlı Davranmak

 

Yüce Allah, Nebî'ye (s.a) hitaben buyurmaktadır ki:

Elini boynuna bağlanmış kılma (bu, şanı Yüce Al­lah'ın verdiği bir misaldir: yani, Allah'ın hakkını yerine getirmek için gerekli harcamalarda eli sıkı davranarak hiçbir şey harcamayıp elini açma gücü bulunmayan, eli boynuna bağlı kimse gibi olma), onu büsbütün de açma; yoksa kınanır {yani, hem insanlar tarafından kınanırsın, hem kendi kendini kınarsın}, yaptığına pişman olur kalırsın {yani, malsız-mülksüz, hüsrana uğramış, çaresiz bir hale " düşersin}. (İsrâ/29)

Şanı Yüce Allah Furkân sûresinde, harcamalarında iktisatlı davranan kimselerden övgü ile söz etmektedir:

Onlar ki mallarını infak ettiklerinde {yani, Allah'a itaat yolunda harcadıklarında, yersiz harcamalarda bulunarak} israf da etmezler, {nafakayı keserek, hiçbir şey harcamayarak} cimrilik de etmezler; ikisi arası {yani, infak ve harcamalarda orta yolu tutarak israf ile cimrilik arasında} orta bir yol tutar­lar. (Furkân/67) [127]

 

Kendisine Daha Fazla Verilsindiye            

Bağışta Bulunan Kimsenin Durumu 

 

Yüce Allah şöyle buyuruyor:              

Daha fazlasını umarak minnet etme {yani, bağışından daha fazlası sana verilsin diye bağışta bulunma}! (Müddessir/6)

Rûm sûresinde de Yüce Allah buyurmaktadır ki:

insanların mallarında nemâlansın diye verdiğiniz  ribâ {yani, insanların mallarında lehinize bir artış olsun diye yaptığınız bağış, bu yolla insanların mallarından daha fazla alma amacını güderek verdiğiniz şey), Allah yanında nemâlanmaz {yani, verdiğiniz şey Allah nezdinde kat kat artış göster­mez, temizleyici olmaz. Bununla birlikte bundan dolayı bir günah da söz konusu değildir}. Fakat Al­lah'ın rızasını arayarak {yani, O'nun için ve C 'nun rızası uğrunda} verdiğiniz zekâta [yani, herhangi bir sadakaya} gelince, işte kat kat arttıranlar on­lardır {yani, bunların verdikleri, bire yediyüz ve daha fazla miktarda artış gösterir}.[128] (Rûm/39)

Dedi: Bize Mukâtil Zeyd el-Ammî'den, o Enes b. Mâ-lik'ten, o da Nebî'den (s.a) şöyle buyurduğunu nakletti:

Azız ve celîl olan Allah yolunda bir kardeşe bir lokma yedirmeyi, bir dirhem sadaka vermekten daha çok severim. Bu kardeşe bir dirhem vermeyi, yirmi dirhem tasadduk etmekten daha çok seve­rim. Ona yirmi dirhem vermeyi ise bir köle azat etmekten daha çok severim.

Mukâtil dedi: Kim bir arkadaşına, onunla arkadaşlık bağını gözetmek üzere bir hediye verecek olursa bundan dolayı ona ecir verilir ve onun sevabı reddolunmaz.

Dedi: Nebî (s.a) buyurdu ki:

Ey Allah'ın kulları! Birbirinizle hediyeleşiniz. Çünkü hediye sevgiyi sağlamlaştırır, kini giderir.

inir Dedi: Nebî (s.a) buyurdu ki:

Bana bir paça dahi hediye edilecek olsa, onu kabul . ederim. Bir paça (yemeği) için davet edilecek olsam o daveti kabul ederim. [129]

 

Sadaka İle Birlikte Borç Vermek

 

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Sadakayı veya ma'rûfu {yani, sadaka vermeyi yahut borç vermeyi —bu(radaki ma rû/* lafzı) Yüce Al­lah'ın, Fakir olan ise ma'rûfa göre yesin (Nisâ/6) buyruğuna benzemektedir; ki bu da "borç vermek" anlamındadır—} yahut insanların arasını düzeltmeyi emredenlerinki hariç, onların gizli gizli görüşüp konuşmalarının bir çoğunda hayır yoktur. Kim Allah'ın rızasını gözeterek böyle yaparsa fyani, sadaka verir, borç verir ve insanların arasını düzeltirşe}, Biz ona büyük bir mükâfaat vereceğiz (yani, cennette vereceğiz}. (Nisâ/114)

Bir diğer kıraate göre, verecektir şeklindedir. Bununla cennette ona pek büyük bir mükâfaat verileceği kasdedil-mektedir.

Dedi: Bize Mukâtil Ebû İshâk'tan, o Alkame b. Kays'tan, o da 'Abdullah b. Mes'ûd'tan şöyle rivayet etti: "Bin dirhemi iki defa borç verip sonra onu geri alarak on­lardan yararlanmayı, o miktarı bir defada sadaka ver­mekten daha çok severim."                                                ,

Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Al-i İnırân/174) [130]

 

Rahmân-Rahîm Allah'ın Adıyla

Oruç Bahisleri Ve İlk Oruç Şeklinin Neşredilmesi

 

Yüce AllaL buyuruyor ki:

Ey îmân edenler! Oruç sizden, öncekilere {yani, kendilerine İncil'in indirildiği isa'nın ümmetine} yazıldığı {yani, farz kılındığı} gibi size de yazıldı {yani, farz kılındı; —çünkü Müslümanlar Ramazan ayından önce Aşure Günü oruç tutuyorlardı. Bunun üzerine, "size de yazıldı" buyruğu indi-} -itti-ka etmeniz için- (yani, yatsı namazından ve uyku­dan uyandıktan sonra yemekten, içmekten ve ci-madan sakınmanız için} sayılı günler[131] {yani, Ra­mazan ayının günleri}. Sizden hasta veya yolcu olan kimse (oruç tutamazsa, tutamadığı) günler sayısınca başka günlerde oruç tutsun. (Baka-.".. ,-îra/lS3-184)

Şanı yüce Allah İslâm'ın ilk dönemlerinde bize şunu farz kılmıştı: Ramazan ayında güneş battığında, oruçlu olmayana helâl olan şeyler, oruçluya da helâl oluyordu. ; Fakat, gündüz oruç tutup da yatsıyı kılan yahut yatsıyı kılmadan Önce uyuyan kimseye -yatsıdan sabaha kadar-haram olan şeyler haram oluyordu. İşte bizden önceki îsâ (a.s) ümmetine de oruç bu şekilde farz kılınmıştı. Bu şe­kildeki oruç Müslümanlara ağır geldi.[132]

Dedi: Ömer b. el-Hattâb -Allah'ın selâmı, rahmeti ve rızası ona olsun- yatsı namazını kıldıktan sonra -Yüce Allah'ın bu hususta bir ruhsat vermesi için- hanımı ile cima etti. Sonra pişman olup ağladı. Sabah olunca Ne-bfnin (s.a) yanma giderek şöyle dedi:

— Ey Allah'ın Rasûlü! Böyle bir hatadan dolayı kendi adıma sana Özür beyan ediyorum. Namazdan sonra hanı­mımla cima ettim. Benim için bir ruhsat var mı?

Nebî (s.a) şöyle buyurdu:

— Bunu yapmamalıydın ey Ömer!

Ömer (r.a) üzüntülü bir şekilde geri döndü. Nebi (s.a) akşam vakti Ensâr'dan Sırma b. Enes b. Adî b. en-Nec-car'm oruçtan bitkin düşmüş olduğunu görerek sordu:

— Ey Ebû Kays! Neyin var, niçin çok bitkin bir şekil­de akşamı ettin?

Sırma dedi ki:

— Ey Allah'ın Rasûlü! Dün, gündüz boyunca bahçem­de çalıştım. Akşam olunca eşimin yanına gittim. Eş;m ba­na sıcak bir şeyler yedirmek istedi, fakat gecikti, ben de yattım. Beni uyandırdığında, artık yemek yemek bana haram olmuştu. Oruçtan da çok bitkin düşmüştüm.

Bu sırada Müslümanlardan bazı kimseler de yatsı na­mazından ve uyuduktan sonra neler yaptıklarını itiraf ederek, "Çıkış yolu nedir, nasıl tevbe edebiliriz?" dediler. Bunun üzerine onlar hakkında şu buyruk indi:

Kullarım sana Beni sorarlarsa, muhakkak ki Ben pek yakınım {yani, Benim onlara, -dualarını kabul etme hususunda- pek yakın olduğumu bildir}. Ba­na dua ettiğinde dua edenin duasına icabet ede­rim. O halde onlar da {Bana itaat etmek suretiyle} çağrıma icabet etsinler ve Bana îmân etsinler {ya­ni, Benim onlara pek yakın olduğuma, dualarına icabet ettiğime inansınlar}. Umulur ki onlar rüşde erişirler (yani, böylece hidâyet bulurlar). (Baka­ra/186)

Ardından, Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak {yani, onlarla cima etmek} size helâl kılındı... (Baka­ra/187) âyetiyle, namazdan ve gece uyuduktan sonra -bizden öncekilerin üzerine yazılan— Ramazan ayında haram olan şeyler Müslümanlar için neshedildi.[133] Ömer (r.a) yaptığını yaptıktan sonra Müslümanlara ruhsat ve­rildi.

Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak {yani, onlarla cima etmek} size helâl kılındı. Onlar sizin için bir elbise {yani, onlar sizin için bir sükûn kaynağıl, siz de onlar için bir elbisesiniz {yani, siz de onlar için bir sükûn kaynağısınız}. Allah nefislerinize karşı hainlik ettiğinizi {yani, sizin -Ömer'in ve onun gibi yapanların- yatsı namazından sonra eşleriyle cima etmek suretiyle hainlik ettiğinizi} bildiği için tevbenizi kabul etti {yani, sizi cezalan­dırmaktan vazgeçti), sizi affetti {yani, size sitem etmeyerek öylece bıraktı}. Artık onlara yaklaşın {yani, geceleyin onlarla cima edebilirsiniz} ve Al­lah'ın sizin için yazdığını {yani, nasib ettiği evlat­ları! isteyin! (Bakara/187)

Dedi: Sırma b. Enes hakkında da şu buyruklar indi:

...Fecrin beyaz ipliği siyah ipliğinden tarafınızdan seçilinceye kadar yeyin-için {yani, gündüzün aydın­lığı gecenin karanlığından ayırdedilebüecek halde görülünceye kadar -ki gecenin tamamı bu hususta bir ruhsattır- yeyip içebilirsiniz; -"fecr"den kasıt ise, "doğu tarafında enine görülen aydmlık"tır-}, sonra orucu geceye kadar tamamlayın![134] (Baka­ra/187)

Dedi: Orucun emredildiği ilk sıralarda Müslümanlar muhayyer bırakılmışlardı; dileyen oruç tutar, dileyen oruç tutabildiği ve yolcu da olmadığı halde oruç tutmaz, buna karşılık fidye verirdi, yani tutmadığı her gün için bir yoksula yarım sa' buğday verirdi.

Ona [oruca] takat getirenler ise, bir miskin doyu­mu fidye uersinler.Bununla beraber kim fazladan hayır yaparsa {yani, kim her gün için bir yerine iki  ya da üç yoksul doyurursa), bu, onun için daha ha­yırlıdır {yani, tek bir yoksul doyurmaktan daha hayırlıdır}. Ancak, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır {yani, yoksullara yemek yedirmekten daha hayırlıdır), eğer bilirseniz. (Bakara/183-184)

İşte orucun ilk şekli böyleydi. Daha sonra Yüce Allah muhayyerliği kaldırarak, ona Syani, oruç tutmaya) takat getirenler ise, bir miskin doyumu fidye versinler buyruğu­nu neshetti. Bunu da şu âyet neshetti:

O Ramazan ayı ki, Kur'ân onda indirildi; {yani, Kur'ân yedinci semâda bulunan Levh-i Mahfuzdan Ramazan ayında bulunan Kadr Gecesi'nde dünya semâsına indirildi; —ardından Yüce Allah Kur'ân hakkında buyurdu ki:-} insanları hidâyete (yani, dalâletten kurtarıp hidâyete} erdirmek, doğru yolu {yani, helâli-haramı} ve hak ile bâtılı ayırdeden öl­çüyü bildirmek üzere {yani, Kur'ân, insanları din ile ilgili kuşku ve şaşkınlıklardan kurtarmak üze­re indirilmiştir}. Öyleyse sizden her kim bu aya eri­şirse {yani, kim aile halkı arasında olup Ramazan ayına kavuşursa}, onu oruçlu geçirsin {bu buyrukla Yüce Allah aile halkı arasında olan (yolcu olma­yan) kimsenin Ramazan ayma erişip de oruç tutabilecek durumda olması halinde oruç tutmasını farz kılmaktadır}; kim de hasta veya yolcu olursa ' (ve bu nedenle oruç tutamazsa; hasta iyileştiğinde, yolcu da evine döndüğünde oruç tutamadığı} o günler sayısınca diğer günlerde [oruç tutsun: diler­di  se peşpeşe, dilerse ayrı ayrı günlerde tutsun}. Allah size kolaylık diler [yani, hasta ve yolcuya oruç tutmama ruhsatını vermek suretiyle dîninizde size kolaylık sağlamıştır},güçlük dilemez [yani, dinde size darlık/zorluk vermek istemez -hasta ve '  yolcuya oruç açma ruhsatı vermemiş olsaydı, zorluk olurdu-}; ta ki o sayılı günleri tamamlayasınız [yani, Ramazan ayının sayılan belli günlerini tamamlayasınız} da, sizi hidâyete iletmesine karşılık Allah'ı yüceltesiniz [yani, tazim edesiniz} ve şükredeşiniz [135] yani, din hususunda sizleri doğruya ilet­me nimetine mukabil Rabbinize şükredesiniz}. (Bakara/185)

Dedi: Mukâtil bize Nâfî'den, o İbn Ömer'den, o da Ne-DÎ'den (s.a) şöyle rivayet etti:

Ayların kimi 30, kimi 29 gün çeker. Öyleyse siz hilâli görünce oruç tutun, hilâli görünce de orucu bırakın!

Dedi: Bize Mukâtil Muhammed b. el-Münkedir'den, o Câbir b. 'Abdullah'tan, o da Nebî'den (s.a) tahdis edip de­di ki: Hilâli görünce oruca başlayın, hilâli görünce de orucu bırakın. Eğer hava bulutlu olur da hilâli gö­remezsiniz, (ayı) otuz güne tamamlayın. Şüphesiz ki sizin bayram gününüz, oruç açtığınız gündür. Kurban bayramı gününüz de kurban kestiğiniz gündür.

Dedi: Bize Mukâtil 'Amr b. Şu'ayb'tan, o babasından, o da dedesinden şöyle rivayet etti: "Nebî'yi (s.a) yolculuk­ta oruç tutarken de, oruç tutmazken de gördük."

Mukâtil el-Alâ b. Hâris'ten, o Mekhul'den, o Ebu'd-Derdâ'dan dedi ki: "Oruç tutarsan ecir alırsın, oruç tut­mazsan mazeret sahibisin."

Mukâtil 'Amr b. Şu'ayb'tan, o babasından, o dedesin­den, o da Nebî'den (s.a) -Ramazan ayında kasdî olarak hanımı ile cima eden bir kimse hakkında— şunları söyle­diğini nakletti:

(Ramazan ayında kasdî olarak eşiyle cima eden , kimse) bir köle azat eder, bulamazsa bir deve ya ,. da inek kurban eder ve o günün orucunu kaza if.u.)   eder. Bunu da bulamazsa peşpeşe iki ay oruç tu­tar. Eğer buna da güç yetiremezse, altmış yoksulu doyurur ve o günün orucunu kaza eder.

Dedi: Mukâtil'in bize 'Atâ'dan, onun tbn 'Abbâs'tan, onun Nâfi'den,[136] onun da İbn Ömer'den rivayet ettiğine göre, o, gebe ya da emzikli kadının, çocuğunun zarar gö­receğinden veya hastalanacağından korkması halinde oruç tutmayıp, buna karşılık fidye: "her gün için bir yoksula yarım sa' buğday" verebileceği, ayrıca orucunu kaza etmeyeceği hükmünü verdi.

Mukâtil'in Ebû 'Ubeyde'den, onun da Enes b. Mâ-lik'ten rivayet ettiğine göre, Enes b. Mâlik, vefat ettiği yıl, yaşlılıktan dolayı oruç tutmadı, kazasını da yapma­dı.

Sücûda dâir hadis: Dedi: Bize Mukâtil 'Atâ'dan, o'  Umm ed-Derdâ'dan, o da Ebu'd-Derdâ'dan şöyle tahdis etti: "Üç husus nübüvvet işlerindendir: İftarı yapmakta acele etmek, secdeyi geciktirmek ve namazda sağ eli sol ,  elin üzerine koymak." [137]

 

Farz Ve Tatavvu Oruç .

 

Yüce Allah Ahzâb sûresinde şöyle buyurmaktadır:

Sâimler {yani, oruç tutan erkekler! ve sâimeler {yani, oruç tutan kadınlar}. (Ahzâb/35)

Dedi: Ramazan ayıyla birlikte her aydan da üçer gün -ki bu günler, her ayın el-eyyamu'l-bîd [beyaz, aydınlık günler] diye bilinen 13, 14 ve 15. günleridir- oruç tutan kimse, bu âyetin kapsamına girer.

Dedi: Nebî (s.a) buyurdu ki:                                 .

Bu günleri oruçlu geçiren, senenin tümünü oruç tutmuş gibidir.

Dedi: Bize Mukâtil Sa'îd b. Ebî Sa'îd'ten, o el-Berâ' b: Azib'ten naklen dedi: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki:

Kim Ramazan ayını ve Şevval ayından altı günü oruçlu geçirirse, o sene boyunca oruç tutmuş gibi olur. [138]

 

Kadr Gecesi                            

 

Yüce Allah buyuruyor ki:

Doğrusu Biz onu (yani, Kur'ân'ı} Kadr Gece'sinde {yani, yedinci semâdaki Levh-i Mahfuz'dan dünya semâsına Kadr Gecesi'ndel indirdik. (Kadr/1) Bu geceye Kadr Gecesi denilmesinin sebebi, Yüce Al­lah'ın bu gecede, gelecek sene aynı vakte kadar olacak şeyleri takdir etmesindendir. İşte Yüce Allah'ın, O gecede hikmetli her iş ayrılır (Duhân/4) buyruğu bunu anlatmak­tadır.

Daha sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:             ;

Kadr Gecesi'ni sana ne bildirdi? (Kadr/2) Bu, o gecenin azametine dikkat çekmek içindir. Sonra bu gecenin durumunu haber vererek Yüce Rab-bimiz şöyle buyurmaktadır:

Kadr Gecesi bin aydan daha hayırlıdır (yani, Kadr Gecesi'ndeki bir amel, -içinde Kadr Gecesi bulun­mayan- bin aydaki amelden daha hayırlıdır). On­da melekler ve ruh, Rabb'lerinin izni ile her bir iş için iner de iner iyani, diğer meleklerle birlikte Cebrail Yüce Allah'ın o sene boyunca meydana ge­leceğine hükmettiği her emri indirirler. Yedinci se­mâdan o gece dünya semâsına inerler). O, tan yeri ağarıncaya kadar selâmdır iyani, güneşin batışın­dan, tan yerinin ağaracağı vakte kadar, gecenin tamamı selâm, bereket ve hayırdır). (Kadr/2-5) O gece Cebrail (a.s), beraberinde meleklerle birlikte yeryüzüne inerek mü'min erkek ve kadınları sorar; ancak içki içenleri sormazlar.

Dedi: Her senenin Ramazan ayında Kadr Gecesi var­dır. Şayet ay 29 gün çekerse Ramazan ayının 23. gecesi Kadr Gecesi'dir. O geceyi, geriye kalan yedi gecede araştı­rın. Eğer geriye kalan yedi gecenin ilkinden sonra, altı gecede kıyam [teravih] kılınacak olursa, inşâallah o (yılın Kadr Gecesi 23.) gecedir. [139]

 

İtikâp

 

Bakara sûresinde Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır; Mescidlerde itikâfa girdiğiniz zaman, (geceleri de) kadınlarınıza yaklaşmayın! (Bakara/187) Çünkü onlardan biri Nebî (s.a) döneminde itikâfa gi­rer, geceleyin tuvalet için mescidten dışarı çıkar ve hanı-mıyla cima eder, sonra gusleder ve mescide geri dönerdi. İşte bunun üzerine şu buyruk nazil oldu:

Mescidlerde itikâfa girdiğiniz zaman, (gündüzlerin yanısıra geceleri de) kadınlarınıza yaklaşmayın {yani, sız mescidlerde itikâfta iken/itikâfınız de­vam ettiği sürece gece ya da gündüz kadınlarınızla cima etmeyin!. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır {yani, itikâfta iken gece ya da gündüz cinsî münâsebette bulunmak, Allah'ın sınırlarını aşmaktır/Allah'a is­yandır). Sakın onlara yaklaşmayın! Allah insanla­ra âyetlerini (yani, itikâfa dâir sözü geçen hüküm­lerimi beyan ediyor ki ittika etsinler (yani, itikâfta iken, eşleriyle -gece ya da gündüz— cinsî münâse­betten kaçınarak isyandan korunsunlar}. (Baka­ra/187)

Dedi: Mukâtil bize, nafile olarak itikâfa giren kimse­nin durumu ile ilgili olarak şunları söyledi: Eğer geceleyin hanımının yanma dönme şartını koşarsa, onun lehine bu şart geçerlidir. Böyle bir şart koştuğu takdirde arzu ederse geceleyin hanımıyla cima edebilir. İtikâf ancak beş vakit namazın cemaatle kılındığı bir mescidte olur.

Mukâtil, 'Atâ'nm şöyle dediğini nakletti: "(İtikâfa gi­ren kimse) ne ahş-veriş, ne de dünya için herhangi bir iş yapar."

Dedi: Bize Mukâtil 'Atâ'dan, o da îbn 'Abbâs'tan şöyle dediğini nakletti: "Oruçsuz itikâf olmaz." [140]

 

Hilâllerin Durumu

 

Dedi: Bakara/189 âyeti, Mu'âz b. Cebel -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- ve Sa'lebe b. Ganeme hakkında nazil olmuştur. Her ikisi de Ensâr'dandır. Mu'âz, "Ey Al­lah'ın Nebisi! Hilâller ne diye ip gibi incecik başlıyor, sonra artıyor, gittikçe dolgunlaşıyor ve sonunda dolunay oluyor. Daha sonra tekrar eksilmeye başlıyor ve ilk hali­ne dönüyor?" diye sordu. Bunun üzerine şu buyruklar nazil oldu:

Sana hilâlleri soruyorlar. De ki: "Onlar, insanlar için vakit ölçüleridir {yani, insanlar hilâller vasıta­sıyla borçlarının vâdesinin ne zaman dolacağını, kadınlarının iddetini hesab ederler. Ne zaman oruca başlayacaklarını, ne zaman bayram yapacakla­rını ve belli bir süresi olan aralarındaki süreli antlaşmalarm vaktini ve bu vaktin ne zaman sona ereceğini tesbit ederler} ve hacc için de" {yani, hacc vakitlerinin bilinmesi için de vakit ölçüleridir -zira hilâller, bütün bunlar için vakit ölçüleridir (Bakara/189)  [141]                                                     '

 

Mukâtil B. Süleyman 

Mescîd-Î Haramtn Bina Edilmesi, 

Cemrelere Taş Atmanın Ve

Telbiyenin Başlaması

 

Bakara sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Hani İbrahim, ve ismail o Ev 'in temellerini yükseltiyorlardı. (Bakara/127)

Şöyle ki: Yüce Allah Nûh (a.s) kavmini suda boğunca, Âdem (a.s) dönemindeki Beyt-i Haramı semâya yükseltti. İşte Beytu'l-Ma'mûr da budur. Beyt, semâdan inmişti. Yüce Allah yeri yaratmadan önce Beyt'in yeri suyun üze­rinden bir tepecik gibi idi. Beyt (semâya) yükseltilince Yüce Allah İbrahim'e (a.s), "O Ev'in temeli üzerinde bir ev inşâ et!" diye vahyetti. Bir bulut gelerek onun üzerin­de durdu. İbrahim ve İsmail de Beyt-i Haram'ı o temel üzerine bina ettiler. Bu evi beş ayrı dağdan: Tûr-ı Si­na'dan, Tûr-ı Zeytûn'dan, Lübnan Dağından ve Cudi Da-ğı'ndan; temellerini ise Hira'dan inşâ ettiler.

Dedi: İbrâhîm (a.s) Hacer-i Esved'i, Ebû Kubeys da­ğından çıkardı. Orada bir çeşit emânet gibi bırakılmıştı. Beyt'in inşasını bitirdiklerinde şöyle dua ettiler:

Rabbimiz! Bizden kabul buyur. Kuşkusuz Sen işi­tensin, bilensin. (Bakara/127) Sonra dediler ki:

Bize menâsikimizi göster {yani, öğret}! (Baka­ra/128)

; Dedi: Bunun üzerine Cebrâîl, İbrahim'i (ikisine de se­lâm olsun) alıp Arefe Günü Arafat'a gitti. Orada o'na vak­fe yaptırdı. Sonra o'nu Mina'ya götürdü. Cemrelerin bu­lunduğu yerde o'na İblis göründü. Cebrâîl (a.s) o'na, şey­tana iki küçük taş atmasını ve her atışın ardında da tekbir getirmesini emretti. Böylece cemrelere taş atma baş­lamış oldu.

Hacc sûresinde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Ve insanlar arasında haccı ilan et! Hem yaya {ya­ni, Beyt'e yürüyerek}, hem de uzak yoldan gelecek iyani, her bir uzak yerden gelecek} yorgun argın develer üstünde gelsinler. (Hacc/27)

İbrâhîm (a.s) Beyt'i inşâ etme işini bitirince Yüce Al­lah kendisine insanlar arasında haccı ilan etmesini em­retti. İbrâhîm, Ebû Kubeys dağına çıktı. Bu, dibinde Safa tepesinin bulunduğu dağdır. Orada, "Ey insanlar! Azîz ve celîl olan Rabbinizin çağrısına icabet edin! O size Beyt'i haccetmenizi emrediyor" diye seslendi. İbrahim'in bu ses­lenişini, yeryüzünde bulunan her mü'min işitti. İşte telbi-ye (lebbeyk... demek) İbrahim'in (a.s) bu seslenişi sebe­biyle Yüce Allah'ın çağrısını kabul etmeyi ifade eder.

Böylelikle İbrahim'in (a.s) seslenişinden itibaren tel-biye ("lebbeyk..." demek) başlamış oldu. [142]

 

Haccetmek Kime Vâcibtir?

 

Al-i İmrân sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Onun yoluna gücü yetenlerin (yani, oraya ulaşabi­leceklerin} o Ev'i haccetmesi, Allah'ın insanlar (yani, mü'minler} üzerindeki hakkıdır. Artık kim küfrederse {yani, kim haccı farz olarak görmezse çünkü başka din mensupları haccm kendilerine farz olmadığı kanaatinde dirler. Haccı farz olarak görmeyen kimse ise kâfir olur-kuşkusuz Allah alemlere {yani, Ehl-i Kitab'a} muhtaç değildir. (Al-iİmrân/97) '

Soruldu:

— Ey Allah'ın Rasûlü! Onun yoluna gücü yetmek1 nedir?                                                           

Cevab verdi:             

— Azık ve binektirDedi: Bize Mukâtil tahdis edip dedi: Haccedebilecek kadar mâlî bir imkân bulup da mazereti olmadığı halde haccetmeyi, malı elinden gidinceye kadar geciktiren kim­senin üzerinde hacc borcu kalır. Ancak ölene kadar hac­cetme imkânı bulamayan kimseye hacc vacib olmaz. Kö­lelere ve çocuklara da hacc yükümlülüğü yoktur.

Dedi: Kendi adına bir defa hacceden kimsenin, ölmüş birisi adına yaptığı hacc, ölü adına yerini bulur ve yine ona haccetmiş olarak yazılır.

Dedi: Bize Mukâtil'in 'Atâ'dan naklettiğine göre, Nebî (s.a) bir adamın bir başka kimse adına telbiye getirdiğini duydu. Ona, "Şayet kendi adına haccetmişsen (yapabilir­sin). Aksi takdirde önce kendi adına haccet, sonra da fi­lan adına haccet" buyurdu. [143]

 

Yüce Allah'ın Hacc Ve Umrenin                 

Allah İçin Tamamlanmasını Emretmesi,  Mîkatlar Ve Telbiye

 

Bakara sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Haca da, umreyi de Allah için tamamlayın {yani,

bunları mîkat yerlerinden başlayarak, başka hiçbir maksat karıştırmaksızın ve ihrama aykırı şeyler işlemeksizin yalnız O'nun için tamamlayın}.

Çünkü Arab müşrikleri ihrama girerken Allah'a ortak koşuyorlardı. Bu sebeble Yüce Allah Müslümanlara, "Haccı da, umreyi de Allah için tamam­layın!" buyurdu. Hacc ve umre iki farzdır. Sonra Yüce Allah Öncelikle onları korkutarak buyurdu ki: Allah'a ittika edin {yani, uygun olmayan şeyle­ri bu ibâdette helâl bellemeyin (işlemeye kalkış­mayın) ve bilin ki gerçekten Allah'ın ikabı {yani, cezası/cezalandırması} pek çetindir {yani, cezalan­dırdığı takdirde pek çetindir}. (Bakara/196) Hacc sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

O rics olan eusândan ictinâb edin {yani, günahın ta kendisi olan putlardan, putlara ibâdetten kaçı­nın} ve zûr sözden (yani, yalan sözden, ki o da,  şirktir} ictinâb edin! (Hacc/30)

Şöyle" ki: 'Hums' diye bilinen Kureyş, Kinâne, Huzâa ve Âmir b. Sa'saa soyundan gelenler câhiliye döneminde ihrama girdiklerinde Allah'a ortak koşuyorlar ve Lebbeyk Allahumme lebbeyk, lebbeyk lâ şerike lek illâ şerikun huve lek temlikuhu ve mâ-melek [buyur Allahım buyur, buyur Senin ortağın yoktur. Senin olan, kendisine de, mâlik ol­duğu şeylere de mâlik olduğun bir ortağın müstesna] di­yorlardı. İşte bu sebeble Yüce Allah, Ve zûr sözden {yani, şirkten} ictinâb edin! buyurmaktadır.

O'na şirk koşmaksızın Allah için hanifler olun {yani, hacc, umre ve daha başka ibâdetlerde sadece Allah'ı tevhîd ile ihlâs sahihleri olun}. (Hacc/31) Sonra şirkin büyüklüğüne dikkat çekerek şöyle bu­yurmaktadır:

Kim Allah'a şirk koşarsa öyle olur ki: sanki gökyüzünden düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor yahut rüzgâr kendisini uzak bir yere sürüklüyor. (Hacc/31)

Bu, müşriğin Yüce Allah'tan ne kadar uzak olduğunu ortaya koyan bir meseldir.   [144]                    

 

Umreden Önce Hacc İçin       

İhrama Girmek Ve                 

İhramlının Sakınması Gereken Hususlar

 

Bakara sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Hacc malum aylardır. (Bakara/197)

Dedi: Bize Mukâtil 'Atâ'dan, o da İbn Abbas'tan tah-dis edip dedi: "Malum aylardan maksat, Şevval, Zilkade ve Zilhiccenin ilk on günüdür."

Diyor ki: Kim hacc için ihrama girecek olursa, bilmen aylarda girsin. Kim de bunların dışındaki aylarda hacc niyetiyle ihrama girecek olursa, Sünneti isabet ettirme­miş olur ve bu ihrama girişini umre olarak niyetlensin.

...Her kim onlarda iyani, malum/bilinen aylarda} haccı kendine farz ederse {yani, ihrama girerse},. (Bakara/197)

Malum/bilinen aylarda ihrama girmek suretiyle haccı kendisine farz kılan kimse, uygun vakti isabet ettirmiş olur. Bunun için gusletmeli ve ihramlıkl arını giymelidir. Sonra farz bir namazın akabinde yahut da bineğinin sır­tına kurulduğunda kıbleye doğru hacc için telbiye getir­melidir. Telbiye getirdimi ihrama girmiş olur.

...artık haccda refes yoktur {yani, cima etmek yok-'r-'      turj. (Bakara/197)

Kim ihramlı iken hanımı ile cima ederse haccı bâtıl olur. Cima dışında hiçbir şey haccı iptal etmez. Cima ede­nin, bir hediye kurbanı kesmesi ve gelecek sene bir daha haccetmesi gerekir.

Sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

...füsûk {yani, sövmek/sövüşmek) yoktur, cidal {ya­ni, kızacak kadar tartışmak} yoktur. (Bakara/197)

Kendisi ihramlı iken kızacak kadar, ihramlı olan ar­kadaşını da kızdıracak kadar tartışmasın. Böyle yapan kimse, bir yoksula yemek yedirmelidir. Çünkü Nebî (s.a) Veda Haccı'nda, "Beraberinde hediye kurbanı bulunma­yan kimse ihramdan çıksın ve umreye niyetlensin" dedi­ğinde, "Biz hacc niyetiyle ihrama girdik, telbiye getirdik" dediler. İşte sözü edilen tartışmaları bu idi.

Sonra Yüce Allah şöyle buyuruyor:

...Ne hayır işlerseniz {yani, Allah'ın size yasaklamış olduğu kadına yaklaşmak, sövmek/sövüşmek , ve tartışmak gibi fiilleri terk ederseniz} Allah onu bilir {ve size bunun karşılığını verir}. Ve azık edinin {yani, yanınıza yiyecek alın}! (Bakara/197) Çünkü Yemenliler ve başkaları, yanlarına azık alma­dan hacc yolculuğuna çıkıyorlar ve zulmen diğer yolcular­dan bir şeyler alıyorlardı. Bunun üzerine, "Bir de azık edinin" buyruğu indi.

...Kuşkusuz ki azığın en hayırlısı takvadır {yani, başka insanlara yüz suyu dökmekten sakınmaktır; yani, takva, başka şeylerden daha hayırlı bir azık­tır. Dolayısıyla yolda yanlarından geçtiğiniz kimselere zulmetmeyin} ve Bana ittika edin ey akıl sahipleri {yani, ey akıl ve fikir sahipleri ittika edin ve Bana karşı gelmeyin}! (Bakara/197) Dedi: Bu âyet nazil olunca Nebî (s.a) onlara azık edin­meyi emretti. Onlar dediler:

— Azık edinecek bir şey bulamıyoruz.         

Bunun üzerine Nebî buyurdu ki:    

— İnsanlara muhtaç olmaktan ve onlara zulmetmek­ten sizi alıkoyacak kadar azık edinin. Edineceğiniz en ha­yırlı azık da takvadır.

„   Mâide sûresinde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ihramlı iken avlanmayı helâl saymamak şartıyla (yani, ihramlı iken karadaki av hayvanlarım öl­dürmeyi helâl saymamak şartıyla), size okunacak olanlar {yani, Mâide/3 âyetinde haram oldukları belirtilen leş, kan ve domuz eti...} hariç, en'âm be-hâimi {yani, deve, inek, koyun ve keçi, ihramlı olanlar için de ihramsız olanlar için de) helâl kılın­dı. (Mâide/1)

Kim böyle bir av hayvanım Öldürürse ceza olarak öl­dürdüğünün benzerini tasadduk eder. Yine, ihramlı olan kimsenin Harem bölgesi ağaçlarından canlı bir ağacı kes­mesi, veps [alaçehre] yahut za'ferân kokularını sürmesi yahut hoş kokusu olan bir elbise giymesi, yahut tüylerini yolması yahut hoş kokuya el sürmesi haramdır. Her kim üç ya daha fazla tüy yolar yahut başını traş eder ya da sözü geçen işlerden birisini yaparsa, onun üç gün oruç tutması yahut altı yoksula yemek yedirmesi yahut Müs­lümanlar için kesilip dağıtılmak üzere bir koyun kurban ederek fidye Ödemesi gerekir. Kişinin, beraberinde Harem bölgesine getirdiği deveye binmesi ve ona yük vurması helâldir. Eğer ona gerdanlık takar yahut alâmet koyarsa o zaman bu işi yapmasın.

Yüce Allah'ın Hacc süresindeki şu buyruğuna gelince: Onlarda {yani, o develerde} sizin için belirli bir süreye {yani, o develere gerdanlık takılmasına yahut alâmet konulmasına ya da ona "hedy" adının veril­mesine} kadar faydalar {yani, sırtlarına binmek ve sütlerini içmek itibariyle faydalar} vardır. (Hacc/33)

Onlara gerdanlık takar yahut alâmet koyar ya da "hedy" adını verirse, çaresiz kalan kimse dışındakileri sırtına bindirmez. Kendisi ise ma'rûf bir şekilde ona bine­bilir ve yavrusundan artan sütü içebilir. Sütünü sağarken onu yormaz. Çünkü bu bedenlerini zayıf düşürür.

...Sonra onların varacakları yer {yani, onlara ger­danlık takılacak yer} Beyt-i Atîk'tir {yani, kesile­cekleri yer, Harem bölgesidir}. (Hacc/33) [145]

 

El-Beytu'l-Atîkve Oraya Varan Hacının Onu Nasıl Tavaf Edeceği

 

Bakara sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Hani Biz o Beyt'i insanlar için bir dönüş ve güven ., yeri kılmıştık iyani, onu, bir türlü duyamadıkları ,., ve tekrar tekrar gelmek istedikleri ve emniyete erdikleri bir yer kılmıştık}. (Bakara/125)

Câhiliye döneminde orası, oraya giren kimseler için bir güven yeri ve bir sığınak idi. Dedi: Bugün de bir kim­se kendisine hadd uygulanmasını gerektiren bir günah işleyip sonra Harem'e sığınırsa orada güvenliğe kavuşur, fakat Mekke emirinin insanlara bir hutbe irad ederek şöyle demesi gerekir: "Şüphesiz filan oğlu filan bir suç iş­lemiştir. Onu barındırmayın, ona su vermeyin, onunla alış-veriş yapmayın, oturup kalkmayın!" Ayrıca onu göze­tim altında bulunduracak kimseler de görevlendirir. Ha­rem bölgesinin dışına çıktımı, kendisine uygulanmasını helâl hale getirdiği hadd ona uygulanır. Ancak, Harem bölgesi içerisinde suç işleyene, orada hadd uygulanır.

Nebî (s.a) buyurdu ki:

Mekke azız ve celîl olan Allah'ın haram kılmasıyla haramdır. Benden önce hiç kimseye olmadığı gibi, benden sonra da kimseye helâl olmayacaktır. Bana da günün bir anında helâl kılınmıştır.

Nebî bununla Mekke'nin fethedildiği günü kasdet-mektedir.

...Siz de Makam-ı İbrahim'den bir namazgah edinin {yani, İbrahim'in makamının yanında namaz kıhn}! (Bakara/125)

Yüce Allah bu buyrukla, Makâm-ı İbrahim'in yanında namaz kılmayı emretmiş, fakat oraya el sürmeyi ya da onu öpmeyi emretmemiştir.

...İbrahim ve ismail'e de, "Evimi tavaf edenler {ya­ni, Mekke ahalisinden olmayıp da hacc ve umreye gelen ve Beyt'in etrafında dolaşan Müslümanlar}, 'âkifler {yani, Mekke ahalisinden olmayıp da orada ikâmet edenler), rükû ve sücûd edenler {yani, na­mazlarında rükû ve sücud edenler} için temizleyin"  (yani, putlardan arındırın: Beyt'in içinde-etrafmda put bırakmayın} diye emir vermiştik. (Bakara/125)

Bunun bir benzeri de Hacc sûresinde (26. âyet) yer al­maktadır. [146]

 

Safa Ve Merve

 

Bakara sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Muhakkak Safa ile Merve Allah'ın şe'âirindendir {yani, her ikisi de Yüce Allah'ın aralarında tavafı [sa'y etmeyi] emrettiği hacc menâsiki ile ilgili işlerdendir}. (Bakara/158) 118

Dedi: Hums diye bilinen Kureyş, Kinâne, Huzâ'a ve Âmir b. Sa'sa'a oğulları, "Safa ile Merve Allah'ın şiarla­rından [alâmetlerinden] değildir" dediler.

Dedi: Câhiliye döneminde Safa ve Merve üzerinde bi­rer put vardı. Bu sebeple onlar, "İkisi arasında tavafı [sa'y etmeyi] terk etmekte bizim için bir sakınca yoktur. O halde ikisi arasında tavaf etmeyin!" dediler. Bunun üzerine, Muhakkak Safa ile Merve Allah'ın şe'âirindendir jyani, her ikisi de Yüce Allah'ın aralarında tavafı (sa'y et­meyi) emretmiş olduğu hacc menâsiki ile ilgili işlerden­dir} buyruğu indi.

Yüce Allah Mâide sûresinde de şöyle buyurmaktadır:

Hürmetsizlik etmeyin: Allah'ın şe'âirine {yani, Allah'm hacc menâsiki olarak bildirdiği herhangi bir şeyi terketmek, terketmeyi helâl saymak sûretiy-v      le).(Mâide/2)

Her kim Beyt'i hacceder veya umre yaparsa, onları güzelce tavaf etmesinde ona bir cünah (yani, bir vebal} yoktur. Kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse {yani, farz olanın dışında fazla tavaf ederse}  şüphesiz Allah şükredenlerin {yani, işledikleri  amellerin} ecrini verendir. Her şeyi {yani, amelleri­nizi} hakkıyla bilendir. (Bakara/158) Dedi: Şanı yüce ve mübarek olan Rahmân'm halili İb­rahim (a.s), Safa ile Merve arasında tavaf [sa'y] yapmış­tır. [147]

 

Arafat

 

Bakara sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:; Arafat'tan ifaza ettinizmi... (Bakara/198)    

Şöyle ki: Hacceden bir kimse arefe günü Arafat'a gide­cek olursa gusleder, öğle ve ikindi namazlarım öğle vak­tinde -dilerse imamla birlikte, dilerse tek başına- kılar. İnsanlarla birlikte vakfe yapar. Yüce Allah'ı çokça anıp över. Nebî'ye (s.a) bol bol salât ve selâm getirir. Hem ken­disi, hem diğer mü'minler için olabildiğince dua eder. Şa­yet beraberinde hediye kurbanı varsa onu kurban eder.

Siz de insanların {yani, Rabia ve Yemen halkının) ifaza ettiği yerden {yani, Arafat'tan} ifaza edin! (Bakara/199)

s' diye bilinen Kureyş, Kinâne, Huzâ'a ve Amir b. Sa'sa'a oğulları Harem bölgesi ahalisi idiler. Câhiliye döneminde Meş'ar-ı Haram'da vakfe yapar, Harem'in dı­şına çıkmaz ve Arafat'ta vakfe yapmazlardı. Yüce Allah onlara, Arafat'ta vakfe yapmalarını ve diğer insanlar gibi oradan geri dönmelerini emir buyurdu. İşte bundan dola­yı Yüce Allah, Siz de insanların ifaza ettiği yerden {yani, Arafat'tan} ifaza edin! buyurdu.

...Allah'tan {günahlarınız için} mağfiret dileyin.

Muhakkak Allah {mü'minlerin günahlarını) çokça mağfiret edendir, {onlara karşı} çok merhametlidir. (Bakara/199) [148]                                         

 

 Meş'ar-I Haram                                        

 

Bakara sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Arfat'tan ifaza ettinizmi, Meş'ar-ı Haram yanın­da {yani, Cem'de: Müzdelife'de) Allah'ı zikredin {yani, o gece ve sabah ettiğinizde Meş'ar-ı Ha­ram'da Allah'ı anın}! (Bakara/198)

Âdem ile Havva -ikisine de selâm olsun- cennetten yere indirildiklerinde orada bir araya geldiler. Orası Müz-delife diye bilinir. İnsanlar Arafat'tan ayrıldıklarında ora­ya gelirler. Buna göre insanlar Cem'de/Müzdelife'de ko­nakladıkları vakit, akşam ile yatsı namazını cemeder-ler/birlikte kılarlar.

...Sizi hidâyete {yani, dîn ile ilgili hususlarda hidâyete) iletmesine mukabil O'nu anini. Daha evvel iyani, O sizi dînine iletmeden evvel) gerçekten da- { lâlette olanlardandınız. (Bakara/198)                    

Dedi: Bize Mukâtil 'Atâ'dan tahdis edip dedi: "Ara­fat'ta vakfe yaptıktan sonra Cem'de [Müzdelife'de] insan­larla bir arada bulunmayan kimsenin bir koyun kesmesi gerekir. Bununla birlikte haccı tamam olmuştur."

Dedi: Cem'de [Müzdelife'de] insanlara yetişip, onlarla birlikte bir an dahi vakfe yapan kimseye keffâret düşmez. Dedi: îmamdn tayin ettiği hacc emin) Cem'de sabahı ederek, hacılarla beraber sabah namazını kılar, kısa bir süre Allah'ı zikredip Ondan ihtiyaçlarını ister ve telbiye getirerek vakfede bulunurlar. Daha sonra imam ve bera­berindeki hacılar güneş doğmadan önce Cem/[Müzdeli-fe]den ayrılırlar. Ağır ağır yürür, telbiye getirir, şanı yüce ve mübarek olan Allah'ı Mina'ya vanncaya kadar anma­ya devam ederler. [149]

 

Kurban Kesim Günleri Olan Mina Günleri Tavaf Ve                              

Cemrelere Taş Atmak                             

 

Hacc sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ve insanlar arasında haccı ilan et... Kendilerine ait 1   birtakım menfaatlere şâhid olsunlar {yani, yaptıklan ibâdetler sebebiyle âhiretteki mükâfaatlar içinhazır bulunsunlar}. Belirli günlerde {yani, kurban kesme gününde ve kurban kesmenin uygun olduğu ondan sonraki iki günde: toplam üç günde} Allah'ın kendilerine rıztk olarak verdiği en'âmbehimesi {ya­ni, deve, sığır, koyun ve keçi) üzerine Allah'ın adını anfarak kes)sınlar. (Kestiğiniz) o (hayva)nlardan yeyin ve bâise {yani, ed-darîr/ez-zemin: kötürüm ve köre}, fakire {yani, hiçbir şeyi bulunmayana} yedirin. Sonra kirlerini gidersinler {yani, başlarını traşetsinler, kurbanlarını kessinler ve cemrelere taş atsmlar}, adaklarını yerine getirsinler {yani, hacc yahut umre ibâdetinde kendilerine farz kılınmasına sebeb oldukları hediye kurbanlıkları ya da başka adaklarını yerine getirsinler, kurban kesme günü ...        (Zilhicce'nin onuncu günü) kurbanlarını kestikleri vakit adaklarını yerine getirmiş olurlar} ve Beyt-i Atik'i tavaf etsinler. (Hacc/27-29)

Dedi: 'Atık, câhiliye döneminde tahrib edilmekten, ya­hut oranın ahalisinin öldürülmekten ya da esir alınmak­tan kurtulması demektir.

Dedi: Bize Mukâtil tahdis edip dedi: Hacı, Kurban ..' bayramının birinci günü [nahr günü] Mina'ya gelecek olursa, sadece Akabe cemresine vadinin iç tarafından ye­di küçük taş atsın. Her taşı atarken de telbiyeyi kesip tekbir getirsin. Bu cemrenin yanında durmasın. "Alla-hım! Bunu kabul edilen bir hacc, (günahımı) bağışlanan bir günah, sa'yımı [amelimi] mükâfaat ile karşılanan bir amel kıl!" diye dua etsin. Daha sonra kurbanını kesip traş olsun. Dedi: Yüce Allah'ın, Rabbinizden rızık istemenizde si­ze bir günah yoktur (Bakara/198) buyruğu ile, hacc mev­siminde ticaret günlerinde rızık aramakta bir sakınca bu­lunmadığı kasdedilmektedir. [150]

 

Allah'ın Şe'âirine Tazim

Ve Kurban Kesme İşi

 

Hacc sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Kim Allah'ın şe'âirine {yani, kurbanlık develere} tazim ederse {yani, onların en iri ve en semizlerini seçerse}, kuşkusuz ki o, kalblerin takvâsındandır {yani, ihlâsmdandır}

Deve kesmek, sığır kesmekten daha faziletlidir. Sığır kesmek ise, koyun-keçi kesmekten daha faziletlidir. Bu­nunla birlikte koyun-keçi kesmek de yeterlidir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:                           

Kurbanlık develeri de {dedi: Sığırlar da bunun kapsamına girer} size Allah'ın şeririnden {yani, menâsik/hacc ibâdeti işlerinden} kıldık. Onlarda sizin için kayır vardır {yani, onları kesmekte, sizin için âhirette bir mükâfaat, dünyada da bir fayda vardır}. (Hacc/36)

Bunlara "budn" adının veriliş sebebi, gerdanlık takıl­ması, alâmetler konulması ve böylelikle Mekke'ye götü­rülmeleridir. Mekke'de kesilen hedy'e [hediye kurbanlığa] ise gerdanlık takılmaz ve alâmet/işaret konulmaz.

...Onlar (yani, develer}, savâff {yani, sol ön ayakla­rı bağlı olduğu halde üç ayakları üzerinde kıbleye yönelik olarak ayakta} iken üzerlerine Allah'ın adını anın {ve Öyle boğazlayın}. (Hacc/36)

Bu Yüce Allah'ın öğrettiği bir iştir. Bununla birlikte arzu eden onları, yatırıp kesebilir.

..Artık yanları üzere düşünce {yani, boğazı kesil­dikten sonra yanı üzere yere yıkılıp da canı çıkın­ca}, onlardan yeyin, kanaatliye de {yani, kendisine verilenlere kanaat edip razı olana: sâilej, mu'terr'e de {yani, ister gibi görünüp fakat sözlü olarak bu­nu ifade etmeyene de} yedirin! (Hacc/36) Dedi: Bu da Yüce Allah'ın öğrettiği bir usûldür. İste­yen bu kurbanlıkların etinden yer, istemeyen yemez. Di­leyen bunları ailesinin yanma götürünceye kadar bırakır, dileyen bunlardan (başkalarına) yedirir.

...Böylece onları, size musahhar kıldık {yani, size boyun eğdirdik), umulur ki şükredensiniz {yani, Rabbinizin nimetlerine şükretmeniz için/şükrede-siniz diye onları size boyun eğdirdik}. (Hacc/36) Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Onların [kurbanların] etleri de, kanları da Allah'a ulaşmaz. (Hacc/37)

Câhiliye döneminde Arab kâfirleri Zemzem yakınında develeri kestilermi, kanlarını Kabe tarafına doğru serper, "Allahım! Bizden kabul buyur" derlerdi. Müslümanlar da aynı işi yapmak isteyince, "Onların etleri de, kanları da Allah'a ulaşmaz" buyruğu indi.

pakat O'na sizden olan takva ulaşır {yani, siz Benim için kesecek olursanız, şüphesiz ki bu sizin 'Bana karşı bir takvânızdır. Allah'a ulaşan ve Al-   . H^> i.V/ lah'ın kendisine yükselttiği takvadır}. Bu şekilde Yc-v:, onları {yani, kurbanlık develeri} size musahhar kıldı ki: size {dîni hususunda} hidâyet verdiği Allah'ı büyükleyesiniz. Ve muhsinleri (yani, bu âyetlerde sözü geçen işleri yapanları} müjdele {yani, cennet ile müjdele}! (Hacc/37)

Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Kendilerine rızık olarak verdiğimiz en'âm behimesi İyani, boğazlanacak hayvanlar} üzerine Allah'ın adını ansınlar diye her ümmet için bir mensek kıl­dık {yani, kan akıtmayı meşru kıldık}, ilahınız bir tek ilahtır {yani, Rabbiniz bir ve tektir, O'nun orta­ğı yoktur}. O halde O'na teslim olun {yani, tevhîd ve ihlâsla O'na yönelin}! Muhbitleri {yani, ihlâslı-ları} {cennet ile} müjdele! (Hacc/34)

Daha sonra Yüce Allah onları nitelendirerek buyuru­yor ki:

Onlar ki Allah anılınca kalbleri titrer {yani, kor­kar} ve kendilerine (Allah'ın emrinden} isabet ede­ne karşı sabreder, salâtı ikâme eder ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden {yani, verdiğimiz mallardan} infak ederler {yani, Allah'a itaat uğ­runda harcarlar}. (Hacc/35)

Yüce Allah bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır:

Bu (böyledir). Kim Allah'ın hürmetlerine {yani, hacc ibâdeti ile ilgili hususlara} tazim ederse, bu, Rabbi katında {yani, âhirette} kendisi için hayırlı­dır. (Hacc/30) [151]

 

Mina'da İlk İki Günde Acele Eden İle Kurban Kesiminden Sonra : İki Gün Daha Kalanlar

 

Bakara sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Bir de sayılı günlerde {yani, kurban kesme günü (Zilhicce'nin onuncu günü)nden sonraki üç günde Mina'da Eyyamu't-Teşrîk günlerinde namazların akabinde ve başka vakitlerde cemrelere taş attığı­nızda) Allah'ı zikredin. (Bakara/203)

Dedi: Ömer b. Hattab (r.a) Mina'da çadırında iken Al­lah'ı tekbir eder ve sesini yükseltirdi. Mina mescidinde ve Mina'da bulunanlar da onun sesini işiterek tekbir getirir­lerdi. Mina tekbir sesleriyle sarsılırdı.

...Kim iki günde acele ederse {yani, kim nahr gününden iki gün sonra üç cemreye taş atmasının  akabinde ve güneş batmadan önce acele ederse!, ona günah yoktur {dedi: İbn Me'sûd dedi ki: Ona ı günah yoktur, günahları bağışlanmış olur demektir}. Kim de geriye kalırsa {yani, teşrik günlerinin ', üçüncüsünde cemrelere taş atmcaya kadar kalır,  sonra da diğer hacılarla birlikte ayrılırsa} ona da ''  günah yoktur (Dedi: İbn Me'sûd dedi ki: Ona da  günah yoktur, onun da günahları bağışlanmış olur demektir). Bu, ittika edenler {yani, ihramda iken 'av hayvanı öldürmekten sakınanlar) içindir. Allah'a ittika edin {ihramlı iken av hayvanını öldürmeyi mubah görmemeleri için onları korkutmaktadır) ve bilin ki muhakkak O'nun huzurunda toplanacaksınız {yani, âhirette O'nun huzurunda topla­nacaksınız, O da size amellerinizin karşılığını ve­recektir). (Bakara/203)

Dedi: Kim ilk iki günde acele edip erken ayrılmak is­terse Nahr gününden [Zilhicce'nin onuncu, Kurban Bay­ramının birinci gününden] iki gün sonra üç cemreye taş atsın. Sonra da güneşin batımından önce aynisin. (Şayet

ayrılmayacak olursa)[152] üçüncü gün cemrelere taş atma­dıkça aynlamaz. Taş attıktan sonra sair insanlarla birlik­te Mina'dan aynlır. [153]

 

İhramlı İken Av Hayvanı Öldürmenin Cezası

 

Mâide sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ey îmân edenler! İhramlı iken {yani, hacc veya umre için ihrama girmiş iken] avı {yani, kara avı- öldürmeyin, içinizden kim onu kasden {yani, öldürmek kasdıyla) Öldürürse, cezası {yani, avı öldürmenin cezası), öldürdüğü hayvanın benzeridir buna, sizden iki âdil kimse {yani, Müslünıanlardan dînin inceliklerini bilen güvenilir iki adam) hükmeder- Kabe'ye {yani, Mekke'ye -Harem'in tümü Mekke'dir-} ulaştırılacak bir kurbanlıktır. Yahut {Öldürülen avın keffâreti), yoksullara {yani Harem bölgesindeki yoksullara) yemek yedirme Şeklinde bir keffarettir {yani, o avın kıymeti kadar Mekke'deki fiyatlarla yiyecek satın alıp yoksullara tasadduk etmektir: her yoksula yanmşar sa' buğ­day vermektir! veya bunun dengi {yani, yedirilecek yemeğin dengi} oruç tutmaktır {yani, her yarım sa' karşılığında yoksullar sayısınca bir gün oruç tuta­maktır —bu orucu isterse Mekke'de, isterse başka yerde tutar-}, ta ki ettiğinin vebalini (yani, güna­hının cezasını} tatsın. Allah geçmiştekileri affet-mistir {yani, haram kılınmadan evvel geçmişte av ai? hayvanı öldürenlere keffaret yoktur}. Fakat kim İ( bir daha i av hayvanının öldürülmesinin yasaklan­masından sonra yaparsa, Allah {keffâretin dışında cezalandırmak suretiyle de} ondan onun intikamı­nı alır. Zira Allah azizdir {yani, mülkünde Kendi­sine karşı konuşamayandır), intikam alandır {ya­ni, Kendisine karşı gelip isyan edenlerden intikam alandır). (Mâide/95)

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ey îmân edenler! Allah gaybta jgıyaben Kendisinden korkanları {yani, görmediği halde Allah'tan  korkup da ihramh iken avlanmayanları} ayırdet-mek için {yani, görmek için) avdan, ellerinizin {ya­ni, silahsız olarak elle yakalanabilen küçük av hayvanları ve yavrularından) mızraklarınızın {ya­ni, ok ve mızrakla ele geçirilebilecek büyük av hayvanlarından) erişebileceği bir şeyle {yani, Özel olarak bir kısım kara avı ile —çünkü haram olan kara avıdır-} sizi muhakkak deneyecektir. Artık kim bundan sonra {yani, bu yasaktan sonra kasdî olarak av hayvanı Öldürmek suretiyle} aşırı gider­se, onun için pek acıklı bir azap {yani, canı yana­cak şekilde dövülme) vardır. {Ayrıca keffaret ile birlikte elbiseleri de müsadere edilir). (Mâide/94)

Daha sonra Yüce Allah, ihramlı olan kimselere helâl olan avı açıklayarak şöyle buyurmaktadır:

Deniz avı {yani, balık -dedi: suda yavrulayıp baş-;.     ka bir yerde yaşayamayan kuşlar da aynı şekilde ihramlı olan kimselere helâldir-} ve onu yemek {yani, tuzlu bahk} size {yani, ikâmet edene} de, yol­cuya da bir fayda olmak üzere helâl kılındı. İhramda bulunduğunuz sürece kara avı size haram kılındı. Sonunda {âhirette} huzuruna toplanacağı­nız {ve size amellerinizin karşılığım verecek olan)

Allah'a ittika edin! (Mâide/96)

Dedi: Bize Mukâtil'in 'Atâ'dan naklettiğine göre, ih­ramlı bir kimse yabanî bir eşeği ya da bir deve kuşunu öl­dürecek olursa, ceza olarak Mekke'deki yoksullara ver­mek üzere bir deve keser.

Mukâtil'in Dahhak'tan, onun da Ali'den (r.a) nakletti­ğine göre, boynuzlu geyik, dağ keçisi ve benzeri hayvanla­rı avlayan kimsenin bir inek kesmesi gerekir.

Dedi: îhramlıyken ceylan avlayan kimsenin, bir yaşı­nı bitirmiş bir koyun kesmesi gerekir.

Dedi: Bize Mukâtil 'Atâ'dan, o da İbn Abbas'tan nak­len dedi ki: "Güvercin ve benzerlerinde bir koyun kesilir."

Dedi: 'Atâ, yabanî eşeğin ya da deve kuşu yavrusunun avlanmasının cezasının, benzeri (yaşta) bir deve yavrusu olduğunu söylemiştir.

Dedi: Geyik, dağ keçisi ve benzeri hayvanların yavru­larını avlamanın cezası, benzer yaştaki bir inek yavrusu-dur.

Dedi: Kuşların yavrularını yahut güvercin yavrusunu avlamanın cezası ise onun gibi bir koyun yavrusudur.

Mukâtil'in Ebu'z-Zübeyr'den, onun da Câbir'den riva­yet ettiğine göre Ömer b. Hattab (r.a), "tarla faresinin av­lanması halinde dört aylık bir keçi oğlağı, keler avlanıl-ması halinde sütten kesilip yeyip-içmeye başlamış bir oğ­lak verilir" diye hükmetmiştir.

Mukâtil 'Atâ'dan, o Câbir'den, o da Nebî'den (s.a) şöy­le buyurduğunu rivayet etmektedir:                    

Deve kuşu yumurtası karşılığında, bir gün oruç tutulur yahut bir yoksula yemek yedirilir.

Dedi: Bize Mukâtil 'Atâ'dan, o da İbn Abbas'tan nak­len dedi ki: "Güvercin ve benzeri kuşların yumurtaları karşılığında, eğer yavru varsa bir dirhem, şayet yoksa ya­rım dirhem Mekke yoksullarına sadaka verilir."

Mukâtil 'Atâ'dan şöyle dediğini nakletmektedir: "He­diye kurbanı, keffaret, avlanmaya karşılık ceza, fidye ya­hut da Müslümanlar için yapılmış bir adak ölecek olursa, yükümlü kişinin bunların bedelini vermesi gerekir. Şayet yolda sakatlanır ve Harem bölgesine girmeden önce onu kesecek olursa, kendisi ondan yiyebilir, başkasına da ye-direbilir. Çünkü bunu yoksullara dağıtmakla yükümlü­dür. Şayet Beyte [Kabe'ye] girmeden önce Harem bölge­sinde onu kesip yoksullara yedirirse, sorumluluğunu ye­rine getirmiş olur. Çünkü Harem'in tamamı Mekke de­mektir."

Şevval yahut Zilkade ayında Mekke'ye gelirse, arzu ettiği takdirde Nahr gününden önce Mekke'de bunları kesebilir. Sonra da kestiği (ceza ya da adak kurbanını) yoksullara tasadduk eder ve ondan bir şey yemez. Zilhic-ce'nin ilk on gününde hediye kurbanı ile birlikte Mek­ke'ye gelen bir kimse Nahr günü gelmeden önce kurbanı­nı kesmez. O gün kurbanını Mina'da keser ve yoksullara dağıtır.

Dedi: Yüce Allah için adanan, fakat yoksulların söz konusu edilmediği hediye kurbanı ile nafile hediye kurba- m, haccetmekten herhangi bir sebeble alıkonulmuş kimsenin hediye kurbanı ile hacc ve umre için kesilen hediye kurbanı Nahr günü kesilmelidir. Ondan sahibi de yiyebi­lir, fakat çoğunluğunu yoksullara yedirmelidir. Kaybolan ya da Harem bölgesine girmeden önce yolda sakatlanan nafile hediye kurbanını (Harem dışında) kesebilir. Sonra da ayakkabısını onun kanma batırır ve hediye kurbanı olduğunun bilinmesi için sağ böğrüne yapıştırır. Kendisi de, yol arkadaşları da ondan yemez, yenilmesini de em­retmez. Onlardan sonra gelenler ondan yiyebilirler. Fakat onun bedelini kesme yükümlülüğü yoktur. Ondan yiyecek olursa yediğinin bedelini ödemesi gerekir. [154]

 

Hacc Veya Umre İçin İhrama                           

Giren Kişinin Engellenmesi

 

Bakara sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Eğer ihsara tutulmuşsanız {yani, hacc ya da umre için ihrama girmişken bir tarafınız kırılmışsa, hastalık ya da düşman sizi Mescid-i Haram'a ulaş­maktan alıkoymuşsa), kolayınıza gelen kurbandan {yani, bir koyun} gönderin. (Bakara/196)

Dedi: Bize bunu Mukâtil Muhammed b. 'Ali'den, o 'Atâ'dan, o da İbn 'Abbas'tan rivayet etti. Mukâtil dedi: İhramlı olan bir kimse alıkonulacak olursa, olduğu yerde ihramını çıkarmadan Mekke'ye bir koyun, bir sığır, bir deve ya da kurbanlığın bedelini göndersin, bu bedelle Mekke'de onun adına kurban satın alınır. Kendisi ihram­da kalmaya devam eder.

Yüce Allah buyuruyor ki:

...Kurban yerine {yani, Mekke'de kesileceği yerel varıncaya kadar başlarınızı traş etmeyin (yani, ihsara tutulmuş [Hareme gitmekten alıkonulmuş] kimse başını traş etmesin ve ihramlı olan kimse­nin sakınması gereken her işten sakınsın}. (Baka­ra/196)

Eğer bu kişi hacc için ihrama girmiş ise Nahr günü [Zilhicce'nin 10., Kurban bayramı'nın 1. günü] Mekke'de hediye kurbanı onun adına kesilir ve böylelikle muhsar olan kişi bulunduğu yerde ihramdan çıkar. Ertesi sene de haccetmesi gerekir. Şayet umre niyetiyle ihrama girmiş ise, hediye kurbanını beraberinde gönderdiği kimse ile kurbanın kesileceği vakit üzerinde anlaşır. Hediye kurba­nım götüren kişi Mekke'ye ulaştığı gün Harem bölgesinde onu keser ve muhsar olan kişi de bulunduğu yerde ih­ramdan çıkar.

..Artık içinizden {ihsara tutulup da} hasta olan veya başında bir eziyet bulunan kimseye, oruçtan {yani, dilerse peşpeşe, dilerse ayrı ayrı olmak üze­re üç gün oruçtan}, sadakadan iyani, her yoksula  yarım sa' buğday olmak üzere altı yoksula sadakadan} yahut kurbandan {yani, Mekke yoksulları için keseceği kurbandan} (biriyle) fidye gerekir (Bakara/196)

Kendisi bu kurbandan bir şey yemez. Arzu ederse bir * deve ya da bir inek kesebilir. Bu hususta muhayyerdir.

Dedi: Ayet, Ensar'dan Ka'b b. Ucre hakkında inmiştir. O Hudeybiye senesinde Nebî (s.a) ve ashabı ile birlikte umre yapmak üzere ihrama girmişti. Müşrikler onların Beyte ulaşmalarını engellediler. Nebî (s.a), (Ka'b'ın) başı­nın ön taraflarında pek çok bit bulunduğunu görünce sordury'.

— Başındaki şu haşereler seni rahatsız ediyor mu? Ka'b cevab verdi:

— Evet ey Allah'ın Rasûlü

Bunun üzerine Nebî (s.a) ona dedi:

— Başını traş et ve fidye ver.

O da başını traş etti ve bir inek kesti Dedi: Bir koyun kesmesi de yeterli idi.        

Mukâtil, hacc için ihrama girmiş fakat hediye kurbanı da, onun bedelini de bulamayan kimse hakkında dedi ki: Bu durumdaki kişi Zilhicce'nin ilk on gününün içerisinde üç gün oruç tutar. Arzu ederse bulunduğu yerde on gün girmeden önce de oruç tutabilir, sonra ihramdan çıkar. Geri kalan yedi günü de teşrik günlerinden sonra tutar. Bunları dilerse peşpeşe, dilerse ayrı ayrı tutabilir. Hediye . kurbanı kesmesi ve gelecek sene de haccetmesi gerekir. Şayet ertesi sene hediye kurbanı bulamazsa, hediye kur­banının değeri kadar buğday ya da hacc ile birlikte oruç tutması gerekir.

Mukâtil dedi: 'Atâ haccetmek isteyip, alıkonulan kim­se hakkında şöyle derdi: "Arzu ederse Beyti tavaf edince­ye kadar ihramda kalmaya devam eder yahut da onun adına Mekke'de hediye kurbanı kesilir."

Dedi: Bize Mukâtil 'Atâ'dan, hacc için ihrama girmiş kimse hakkında şöyle dediğini nakletmektedir: "Şayet hacc olmazsa umre yapar, aksi takdirde onun ihramdan çıkacağı yer alıkonulduğu yerdir."

Dedi: Eğer alıkonulacak olursa, keffâret verme yü­kümlülüğü yoktur ve beraberinde hediye kurbanı bulunması hâli dışında ihramdan çıkar. Fakat, hediye kurbanı, (kurban edileceği) yere ulaşmadıkça ihramdan çıkamaz.

Dedi: Âişe (r.anha), ez-Zübeyr b. Avvam'a (r.a) istisna yapmasını ve imkân bulursa haccetmesini, alıkonulacak olursa, onu umreye çevirmeye niyet etmesini söylemiştir. [155]

 

Hacc İbâdetinin Sona Ermesi

 

Bakara sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Menâsikinizi (yani, haccta yapmanız gereken işle­rinizi/ibâdetlerinizi} tamamladığınızda, babaları­nızı andığınız gibi... (Bakara/200)

Dedi: Arab müşrikleri teşrîk günlerinden sonra hacc işlerini ve Mina mescidi ile Arafat arasında yapılacakları bitirdikten sonra her biri ayrılmadan önce babasından güzel bir şekilde söz eder, onun iyiliklerini ve câhüiye dö­neminde yaptıklarını anlatır, ona hayırla dua ederdi. İşte Yüce Allah bu sebeble, "Babalarınızı andığınız gibi... Al­lah'ı anın!" buyurmaktadır.

..Allah'ı anın {yani, evlatların babalarını anması gibi anın -çünkü bütün bu iyilikleri kendilerinden övgüyle söz ettiğiniz babalarınıza yapan bizzat Benim-}. Hatta daha kuvvetli bir anışla {yani, Yüce Allah'ı, evlatların babalarım anısından daha güçlü bir şekilde anın}. İnsanlardan bazıları, "Rabbimiz bize dünyada ver!" derler. (Bakara/200) " Onlar hacc işlerini bitirdiklerinde, "Allahım! Bize çok ,; mal, çok evlat, çok hayvan ver. Bize uzun ömür ver, bol yağmur ihsan et, meraları yeşert, yolculuklarımızda bi­zimle beraber ol, düşmanlarımda karşı bize zafer ver!" diyorlar, âhiretleri adına Rabb'lerinden bir şey istemiyor­lardı. İşte bunun üzerine onlar hakkında, İnsanlardan bazıları, 'Rabbimiz! Bize dünyada {yani, sözünü ettikleri bu şeyleri} ver!' derler buyuruldu.

...Ahirette (yani, cennette} ise onun hiçbir nasibi yoktur. (Bakara/200)

İşte Arab müşriklerinin durumu bu idi. Dedi: Bunlar Müslüman olup haccedince Rabb'lerin­den hem dünya, hem âhiret için dileklerde bulundular.

...Bazıları {yani, Müslümanlar} da, "Rabbimiz! Bi­ze dünyada da güzellik {yani, bol rızık} ver, ahiret­te de güzellik ver {yani, cennette bizi mükâfaatlan-dır} ve bizi o ateş azabından koru!" derler. İşte on­ların kazandıklarından (yani, onların dünyada iş­ledikleri güzel amellerinden ahirette} bir payları vardır. Allah hesabı pek çabuk görendir. (Baka-ra/201-202)

İbn Abbas, "İşçi veya kiralık olarak tutularak Mek­ke'ye götürülen kimse haccedecek olursa, onun haccı ta­mamdır" dedi, ardından da, İşte onların kazandıkların­dan bir payı vardır. Allah hesabı çabuk görendir (Baka­ra/202) âyetini okudu.

Dedi: Hacc ya da umre yapan bir kimsenin yapacağı son iş, Beyt'i tavaf etmek olmalıdır. Mekke'den ayrıldımı şunları söylesin: "Dönüyoruz, inşâallah tevbe ederek, Rabbimize ibâdet edenler ve hamdedenler olarak."

Helâl bir maldan Allah için ihlâsla hacceden ve Müs­lümanların, elinden-dilinden esenlikte kaldıkları kimse, günahları bağışlanmış olarak geri döner.   [156]           

 

Mezâlime Dâir Konular  

 

Mukâtil dedi ki: Zulüm üç türlüdür:          

1) Bağışlanan zulüm,                        

2) Bağışlanmayan zulüm,                     

3) Hakkında Yüce Allah'ın hüküm vereceği zulüm.

Bağışlanan zulüm, kulun kendisi ile azîz ve celîl olan Allah arasındaki günah ile alakalı olandır.

Bağışlanmayacak olan zulüm, şirktir. Çünkü Yüce Al­lah, Doğrusu Allah Kendisine şirk koşulmasını {yani, şirk üzere ölen kimsenin şirkini} mağfiret etmez (Nisâ/48) buyurmaktadır.

Hakkında Yüce Allah'ın hüküm vereceği zulme gelin­ce, bu da kulların kendi aralarındaki zulümlerdir. Bunla­rın en büyüğü ise, haksız yere bir mü'mini öldürmek ve onun malını yemektir. [157]

 

Allah'ın Haram Kıldığı Canı                    

Haksız Yere Öldürmek Ve                         

Bu İşi Yapanın Cezası

 

En'âm sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın... imlag'tan {yani, fakirlik haşyetiyle/endişesiyle} çocuklannızı öldürmeyin... (En'âm/151)

Yine Yüce Allah îsrâ sûresinde şöyle buyurmaktadır:

Onları öldürmek gerçekten büyük bir hatadır. (İs-,;,iV,;r râ/31)

Fevâhişin {yani, zinanın} açığına da, gizlisine de yaklaşmayın! Allah'ın haram kıldığı canı {yani, Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı mü'min canı} hak ile olması dışında {yani, kısas yoluyla ve öldü­rülmesi gerekmesi hâli dışında} öldürmeyin. İşte akledesiniz diye size bunları emretti, fEn'âm/151)

Bu işleri yapanların cezası ise Furkân sûresinde söz konusu edilmektedir:

Onlar ki, Allah ile birlikte diğer bir ilaha çağır­mazlar (yani, Allah'tan gayrısma ibâdet etmezler}, hak ile olması dışında, Allah'ın öldürülmesini ha­ram kıldığı bir nefsi (yani, mü'min bir kimseyi} öl­dürmezler ve zina etmezler. Kim bunları {yani, bu üç günahın tümünü} işlerse, esâm {yani, cehen­nemdeki bir vadi} ile karşılaşır. Kıyamet Gününde onun azabı katlanır ve onda ebediyyen hor ve hakir bir halde kalır. (Furkân/68-69)

Dedi: Bu âyet Mekke kâfirleri hakkında inmiştir. Hic­retten sonra Mut'am b. Adiyy b. Nevfel'in kölesi Vahşi, Nebî'ye (s.a) -yazarak-, "Ben hem şirk koştum, hem zina ettim, hem adam öldürdüm" -Vahşi aynı zamanda Uhud gününde Hamza b. Abdi'l-Muttalib'i de öldürmüştü- "be­nim tevbem kabul edilir mi?" diye sordu. Bu âyet onun hakkında nazil oldu ve böylelikle tevbe etmemiz isten­di}.[158]

..Ancak {şirkten} dönen, îmân eden {yani, Allah'ın tevhidini tasdik eden} ve sâlih amel işleyenler müstesna, işte Allah bunların günahlarını sevaba değiştirir {yani, şirki İslâm, öldürmeyi ondan vazgeçmek, zinayı iffet ile değiştirir). Allah gafurdur (yani, onlara İslâm'da bağışlayıcıdır}, rahimdir {yani, onlara İslâm'da merhametlidir}. (Fur-kân/70)

Dedi: Vahşi Müslüman oldu ve Nebî'nin (s.a) yanma Medine'ye hicret etti. Mekke'deki kâfirler, "Biz de Vah-şi'nin işlediklerini işlemiştik. Onun tevbesi kabul edildi, bizim hakkımızda ise herhangi bir şey nazil olmadı" dedi­ler. Bunun üzerine Mekke kâfirleri hakkında şu buyruk­lar indi:

Ey nefisleri aleyhine {yani, şirk koşmak, adam öldürmek ve zina etmek suretiyle büyük günahların tümünü işleyerek} haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar {yani, tevbe eden kimseler için bu üç büyük günahı da affeder). Muhakkak ki O, gafurdur {yani, büyük günahlara karşı da bağışlayıcıdır}, rahimdir {yani, Müslüman olduklarından ötürü onlara karşı da merhametlidir). (Zümer/53)

İşte bu, adam öldürmüş ve müşrik iken bu işleri yap­mış bir müşrikin durumu. Eğer müşrik olarak ölürse ce­henneme girer. Şayet Müslüman olursa, müşrik iken yap­tıklarından ötürü sorgulanmaz. Dünyada da, âhirette de ancak Müslüman olduktan sonra şirk koşan kimse mu­aheze edilir. [159]

 

Müslüman Olduktan Sonra Şirk Koşan, Şirk İçindeyken Adam Öldüren ;  Ve Hakkı Olmayan Malı Alan Kimsenin Durumu

 

Mâide sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne harbetmeye kalkışan­ların {yani, Müslüman olduktan sonra küfre giren­lerin}... (Mâide/33)

Ki Uraynalılardan bir grup İslâm'a girmiş ve Medi­ne'ye hicret etmişlerdi. Bir hastalığa yakalandılar. Ne­biden (s.a) zekat develerinin bulunduğu yere giderek de­velerin sütlerinden ve sidiklerinden içmek için izin istedi­ler. Nebî (s.a) de kendilerine izin verdi. Sağlıklarına ka­vuşunca İslâm'dan dönerek çobanları öldürdüler ve deve­leri alıp gittiler. Bunun üzerine, Allah'a ve O'nun Rasû­lü'ne harbetmeye kalkışanların... âyeti nazil oldu.

...ve arzda fesad çıkarmaya çalışanların {yani, yer­yüzünde adam öldürmek, haksız yere malları al­mak şeklinde ma'siyetler işleyenlerin) cezası, an­cak öldürülmeleri yahut asılmaları yahut ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi (yani, sağ el ile sol ellerinin kesilmesi -imam bunlardan birisi­ni seçmekte muhayyerdir-} yahut arzdan nefyedil-meleridir iyani, Müslümanlara ait topraklardan kaçmcaya kadar takip edilmeleri ve kovalanıp sü­rülmeleridir}. Bu {yani, bu ceza}, onlara dünyada bir horluktur, Âhirette ise onlara pek büyük bir azap vardır. (Mâide/33)

Nebî (s\a) onların/Ur aynalıların peşinden takipçiler gönderdi. Bazılarını yakaladılar ve onlara hadd tatbik edildi, daha sonra Yüce Allah istisnada bulundu:

..Ancak üzerlerine kadir olmadan {yani, onları ya­kalayıp onlara haddi uygulamadan) önce tevbe {ya­ni, şirkten tevbe} edenler müstesnadırlar. Bilin ki Allah gafurdur {yani, müşrik iken yaptıklarına karşı bağışlayıcıdır), rahimdir {yani, tevbe etmelerinden sonra onlara karşı merhametlidir}. (Mâ-ide/34)

Yüce Allah demiş oluyor ki: "Bunlar arasından kim yakalanmadan önce Müslüman olarak gelirse, onu ceza­landırmaya imkân kalmaz. Çünkü İslâm müşrik iken yaptığı işleri ortadan kaldırmış olur ve çünkü şirk bun­lardan daha büyük bir iştir."

Dedi: Günümüzde hâkim, İslâm'dan dönüp haksız ye­re adam öldüren ve başkalarının malını alan, sonra da Müslüman olmadan ele geçirilen kimsenin öldürülüp asıl­ması şeklinde hüküm verir. Eğer adam Öldürmekle birlik­te haksızca mal almamışsa, sadece öldürülür. Sadece mal almış kimseyi öldürmemişse, sağ eli ile sol eli çaprazlama kesilir. Eğer onlara güç yetirilemezse, Müslümanların top­raklarından sürülünceye kadar takip edilirler. Müşrik iken birisini öldürmüş kişi ele geçirilecek olursa, ona da bu cezalar uygulanır. Şayet tevbe ederek gelirse, ona kısas uygulanmaz. Fakat Müslüman iken adam öldürmüş, son­ra irtidad edip müşriklere katılmış, sonra tevbe edip Müs­lümanlara geri dönmüş olan kimseye kısas uygulanır.

Yüce Allah, ihlâsh olması halinde bu durumdaki kişi­nin tevbesini kabul eder. Şayet Müslümanlar tarafından yakalanıncaya kadar müşriklerle birlikte müşrik olarak kalmaya devam ederse, ele geçirildiği takdirde dünyadaki cezası Ölümdür, âhiretteki cezası ise cehennem ateşidir. [160]

 

Bir Mümini Öldürdükten Sonra Şirke Girip Müşriklere Katılan          

 Ve Onlarla Birlikte İkâmet Eden   Kimsenin Durumu

 

Nisa sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:     

Kim bir mümini kasden öldürürse cezası cehen-, nemdir. (Nisâ/93)

Dedi: Bu âyet, Mıqyas b. Hubâbe [161] el-Kinanî el-Leysî hakkında inmiştir. Çünkü o ve kardeşi Hişam b. Dubar be[162] İslâm'a girmişler ve Medine'de bulunuyorlardı. Mıq-yas kardeşinin Ensar'dan olan Adiyy b. en-Neccar oğulla-i rı arasında öldürülmüş olarak buldu. Nebî'ye (s.a) gitti, durumu bildirdi. Allah'ın Nebisi (s.a), Kureyş'ten Fihr oğullarına mensup birisini Mıqyas ile en-Neccar oğulları­na gönderdi. Evleri Küba'da idi. Onlara, "Mıqyas'm kar­deşini öldüreni eğer biliyorsanız Mıqyas'a teslim edin. Aksi takdirde ona kardeşinin diyetini ödeyin" dedi. Onlar da Mikyas'a kardeşinin diyeti olarak yüz deve verdiler, Mıqyas ve Fihr oğullarından olan beraberindeki kişi Kü­ba'dan Medine'ye hareket ettiklerinde -iki yer arasında bir saatlik mesafe vardır- Mıqyas, Rasûlullah'ın (s.a) el­çisi olan Fihr oğullarına mensub kişi üzerine hücum ede­rek onu Öldürdü ve İslâm'dan irtidad etti. Develerden bi­risine bindi, diğerlerini de önüne katıp götürdü. Kâfir ola­rak Mekke'ye sığındı. O sırada şu şiiri söylüyordu:

Ona [kardeşime] karşı Fihrliyi öldürdüm, kardeşi­min diyetini de Üstün kişiler olan Neccar oğullarının ileri gelenle­ri yüklendi.

Hem intikamımı aldım, hem de yaslanarak uzan­dım, Ve böylelikle putlara ilk geri dönen ben oldum.

Dedi: Mıqyas b. Subabe'nin, kardeşinin diyetini alma­sından, adam öldürmesinden, İslâm'dan irtidad edip kâfir olarak Mekke'ye dönmesinden sonra Medine'de şu âyet nazil oldu:

Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası, {kâfir ol­ması sebebiyle} orada ebediyyen kalmak üzere ce­hennemdir. Allah ona gazab etmiş, lanet etmiş ve ona pek büyük bir azab {yani, İslâm'dan döndüğü için ona kesintisiz ve şiddetli bir azab} hazırlamış­tır. (Nisâ/93)

Nitekim Yüce Allah Nisa süresindeki şu buyruğu ile miras hükümlerini kabul etmeyenlere böyle bir ceza vazetmiştir:

Kim de Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne isyan eder (ya­ni, Allah'ın mirasla ilgili hükümlerini inkâr eder -ki bunlar kadınların ve küçük çocukların miras­tan pay sahibi olduklarını kabul etmeyen müna­fıklardır-} O'nun sınırlarını aşarsa {yani, beyan buyurduğu miras hükümlerinin dışına çıkarsa}, onu da orada ebedî kalmak üzere bir ateşe sokar {yani, miras hükümlerini inkar etmesi sebebiyle cehennemde ebediyyen kalır}, hem onun için mü-hîn bir azap da vardır. (Nisâ/14)

Müslüman iken başkasını Öldüren, sonra şirk koşup kâfirlere katılan kimse hakkında da Yüce Allah Hacc sû­resinde şöyle buyurmaktadır:

Kim orada zulümle, ilhadla bir (kötülük) irâde ederse... (Hacc/25)

Dedi: Âyet Kureyşli 'Abdullah b. Enes b. Hatal hak­kında inmiştir. Şöyle ki: Nebî (s.a) onu biri muhacirlerden, diğeri Ensar'dan olan iki kişi ile birlikte göndermiş­ti. Bunlar neseblerini ileri sürerek övünmeye koyuldular. 'Abdullah b. Enes öfkelendi, Ensar'a nıensub olan zatı öl­dürdü. Sonra da İslâm'dan irtidad edip kâfir olarak Mek­ke'ye sığındı. Bunun üzerine Allah Teâlâ buyurdu ki:

Kim orada {yani, Harem bölgesindel zulümle, il-hadla bir (kötülük) irâde ederse (yani, İslâm'dan irtidad ile ilhadı isterse: daha önce Müslümanken, Harem bölgesine müşrik olarak girerse}, Biz ona pek elim bir azab {yani, çok acıtıcı bir azab: kılıçla Öldürülme azabı} tattırırız. (Hacc/25)

Mekke fethedildiği gün Nebî (s.a), 'Abdullah b. Enes ile Mıqyas b. Dubâbe'nin fSubâbe'nin] öldürülmelerini emretti. Her ikisi de müşrik olarak öldürüldü. İşte Müs­lüman olduktan sonra adam öldürenin, sonra şirk koşa­rak Müslümanlar tarafından ele geçirilinceye kadar müş­rikler arasında ikâmet edenin durumu budur. Bu kimse­nin dünyadaki cezası ölümdür, âhiretteki cezası ise ce­hennem ateşidir. Müslüman iken kasden birini Öldürenin ve Müslümanların yurdunda Müslümanlarla birlikte Müslüman olarak ikâmet edenin hükmü ise başkadır. [163]

 

Müslümanlarla Birlikte Onların

Yurdunda İken Bir Mitmini Kasden      

Öldürenin Durumu, Kısas Ve Kısasın

Affedilmesi

 

İsrâ sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Allah'ın haram kıldığı canı hak ile olmadıkça öl­dürmeyin! (İsra/33)

Nebî (s.a) buyurdu ki:               

—  Ben insanlarla, lâ ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Onlar bu sözü söyledilermi, kanları bana haram olur. Onun hakkı ile olması müstes­na, hesablan da Allah'a aittir.

Sordular:

— Ey Allah'ın Rasûlü! Hakkı nedir? f   Buyurdu ki:

—  Cana karşılık can, evli iken zina etmek ve İs­lâm'dan irtidad edip îmân ettikten sonra dîninden çıkıp cemaatten ayrılmak.

Sonra Yüce Allah şöyle devam etti:'ki-

Kim zulmen katledilirse {yani, Müslümanlardan kim haksız yere Öİdürülürse} Biz onun {yani, maktulün! velisi için bir sultan kıldık {yani, öldürülenin velisini, katile karşı yetkili kıldık; dilerse öldürür, dilerse affeder ve diyet alır}. {Bu hususta yetki imama/halifeye ait değildir}. O halde o da {yani, maktulün velisi de} Öldürmede haddi aşmasın {ya-.; ni, katilden başkasını, başka bir yakınını öldür­mek suretiyle haddi aşmasın}. Zira o yardıma mazhar olmuştur {yani, Allah, yüce kitabında kısas hususunda işi maktulün velisine havale etmiştirf. (İsrâ/33)

Kısasa kısas ve kısastan vazgeçip affetmek ise Bakara sûresinde Yüce Allah'ın şu buyruğunda açıklanmaktadır:

Ey îmân edenler! Katledilenler {yani, kasden Öldürülenler) hakkında üzerinize kısas yazıldı. Hüre karşılık hür... (Bakara/178)  

Dedi: Arablardan iki kabile İslâm'dan az önce câhiliye döneminde birbirleriyle savaştılar. Aralarında öldürülen­ler, yaralananlar oldu. O kadar ki köleler ve kadınlar da­hi öldürüldü. Müslüman oluncaya kadar birbirlerinden (intikam) almadılar. İki kabileden birisi sayı ve mal bakı­mından diğerinden daha ileri idi. Bunlar, "Bizden köle karşılığında onlardan hür birisini, kadın karşılığında da onlardan bir köleyi öldürmedikçe razı olmayız" dediler. Bunun üzerine Allah haklarında, "Hüre karşılık hür, kö­leye karşılık köle, dişiye karşılık dişi" buyurdu ve böyle­likle kan hususunda aralarında eşitlik olduğunu belirte­rek onlara adaleti emretti. Onlar da buna razı oldular.

...köleye karşılık köle, dişiye karşılık dişi. (Baka­ra/178)

Daha sonra, cana can âyeti bunu neshetti:

Cana can {yani, hür Müslüman erkek hür Müslü­man erkeğe, hür Müslüman kadın hür Müslüman kadına —öldürme kasden ise- karşılıktır}, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş yaralar da birbirine kısas yapılır. (Mâide/45)

Mukâtil 'Amr b. Şu'ayb'tan, o babasından, o dedesin­den, o da Nebî'den (s.a) şöyle buyurduğunu nakletmekte­dir:

Kâfir karşılığında mü'min öldürülmez.

Sonra Yüce Allah'ın, {Kasden olması halinde}, öldürü­lenler hakkında üzerinize kısas yazıldı (Bakara/178) hük­mü tekrar geldi. Yüce Allah'ın, Fakat kime kardeşi tara­fından bir şey affolunursa (Bakara/178) buyruğunda maktulün velisi ile katil dînde kardeş olarak değerlendi­rildi ve ona "kâfir" adı verilmedi.  

Diyor ki: Eğer maktulün velisi, dînde kardeşi olan kâ-tüı affedip diyet almaya razı olacak olursa, ma1 ruf üzere istesin {yani, maktulün velisi diyeti yumuşak bir üslupla istesin}. (Katil de} ona güzellikle ödesin {yani, katil diyeti kendi malından maktulün velilerine zorluk çıkarmadan ve eziyet vermeden ödesin}. Bu {yani, katili affetmek ve diyet almak}, Rabbınizden bir hafifletmedir. (Bakara/178) Dedi: Yüce Allah'ın Tevrat ehli hakkındaki hükmü kasden öldüren kimsenin öldürülmesi ve affedilmemesi' ondan diyet alınmaması şeklinde idi. Hataen öldüren de öldürülürdü; ancak hatâen öldürülenin velisi affedebilir­di, incil ehli hakkındaki hükümde affetmek söz konusuy­du, kısas yoluyla öldürmek yoktu, diyet de alınmıyordu Muhammed'in (s.a) ümmetine ruhsat verdi. Kasden öldü rülenin velisi dilerse katili öldürür, dilerse affeder dilerse diyet ahr. Bu bakımdan Yüce Allah buyurmuştur ki:

Bu, Rabbinizden bir hafifletme {yani, kasden öl-1 .( dürmede af ve diyet bir hafifletme} ve rahmettir %'*'[ iyam> birbirinize merhamet etmeniz içindir} Kim '?' ' bundan sonra haddi aşarsa {yani, kim diyet aldık­tan sonra katili öldürürse} onun için elim bir azap vardır (yanı, çok can yakıcı bir azab vardır- diyeti •şSfsJi: almasına rağmen katili öldüren kimse affedilmez :         ondan diyet kabul edilmez}. (Bakara/178)

Nebî (s.a) buyurdu ki:

Diyeti aldıktan sonra katili öldüren affedilmez

Çünkü Yüce Allah onun için elîm bir azab tesbit etmiştir.

Ey lübb sahipleri {yani, ey aklı bulunan ve kısası düşünerek kısas korkusu ile öldürmekten alıkonulan kimseler} kısasta sizin için hayat vardır {yani kısas birbirinizi öldürmenizi engeller}. Umulur ki\ ittika edersiniz {yani, kısas olunmak korkusuyla! kan dökmekten ittika etmeniz için)... (Bakara/179); [164]

 

Malların Zulümle Yenilmesinin Haram Kılınması

 

Bakara sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Aranızda mallarınızı bâtıl yollarla (yani, zulüm ve haksızlıkla} yemeyin. (Bakara/188)

İmru'1-Kays b. Abis Kindi ile 'Addâs b. EşvâJ el-Had-ramı [165] arasında bir arazi konusunda anlaşmazlık çıktı. İmru'1-Kays'tan hak talebinde bulunan Addâs'm bir delili yoktu. Îmru'1-Kays yemin etmek istedi. Nebî (s.a) ona, Kuşkusuz ki Allah'a olan ahidlerini ve yeminlerini az bir pahaya değiştirenler, işte onlar için âhirette hiçbir nasip yoktur (Âl-i İmrân/77) âyetini sonuna kadar okudu. İm-ru'1-Kays bu âyeti işitince yemin etmekten vazgeçti ve Addâs ile davalaşmayı bıraktı, arazisi hususunda onun istediğini kabul etti. Bunun üzerine onun hakkında, Ara­nızda mallarınızı bâtıl yollarla yemeyin ve bilip dururken {yani, haksızca bir iddiada bulunduğunuzu bildiğiniz hal­de} insanların mallarından bir kısmını günah ile yemek amacıyla onları hâkimlere vermeyin {yani, sizden herhan­gi biri, haksız ve bâtıl bir iddiada bulunduğunu bilerek kardeşinin malını kendisine helâl kılması için hâkime bir dava götürmesin}! (Bakara/188) âyeti nazil oldu.

Dedi: Nebî (s.a) buyurdu ki:

Arkadaşına göre delilini daha iyi ortaya koyan iki davacı hakkında, sizden biri gibiyim. Bu sebeble haksız olduğu halde kendisi lehine hükmettiğim kimse, -haksız olduğunu bile bile Müslüman kar­deşinin malını alırsa- cehennem ateşinden bir parça ile karşı karşıya demektir. Sakın onu yeme­sin.

Şam yüce Allah, Nahl sûresinde şöyle buyurmaktadır: Allah'ın ahdini az bir pahaya satmayın {yani, basit bir dünyalığa değişmeyin}. Eğer bilirseniz Allah yanındaki {sevab} sizin için {yanınızdaki mallardanf daha hayırlıdır; çünkü sizin yanınızdaki tükenir {yani, elinizdeki mallar yok olur gider}, Al­lah'ın yanındakiler ise kalıcıdır {yani, Allah'ın yanındaki: âhiretteki sevab süreklidir ve sahiplerinin elinden gitmez}, sabredenlerin {yani, Allah'ın remirleri üzerinde direnerek sabredenlerin} ecrini, yaptıklarının (yani, dünyada yaptıklarının} en güzeliyle vereceğiz {ve kötülüklerini affedeceğiz}. (Nahl/95-96)

Dedi: Bize Mukâtil Alkame b. Mezid'ten, [166] o Mesruk b. Ecdâ'dan, o İbn Mes'ûd'tan, o da Nebi'den (s.a) şöyle buyurduğunu nakletmektedir:

Kim bir Müslümamn malını, o yolla kesip almak ? amacıyla yalan yere yemin edecek olursa, Yüce Allah kendisine gazab etmiş olarak O'nun huzuruna çıkar. [167]

 

Vasilere, Yetimlerin Mallarında ,Yapmaları Emredilen Uygulama

 

Gatafanlılardan bir adamın yanında yetim olan yeğe­nine ait çok miktarda bir mal vardı. Yetim buluğa erince malını amcasından istedi. Malını vermek istememesi üze­rine amcasını Nebî'ye (s.a) şikâyet etti. Bunun üzerine, yetimlerin vasilerine hitaben şu buyruk nazil oldu:

{Velayetiniz altındaki} yetimlere mallarını verin! Tayyibi habis ile değişmeyin {yani, helâl olan mal­larınızı haram mallarla değişmeyin: mallarınızı saçıp savurmayın-, helâl olan mallarınızı bırakarak onların size haram olan mallarını yemeyin}. Onla­rın mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin (ya­ni, hepsini birbirine karıştırarak kendi mallarınızla birlikte onların mallarını da yemeyin}. Muhak­kak ki o, büyük bir hûb- {yani, ism/günah} olur. (Nisâ/2)

Nebî ona bu âyeti okuyunca adam, "Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne itaat ettik. Büyük hûb'tan Allah'a sığınırız" de­di ve yetime malını verdi. Genç yetim de malını Allah yo­lunda infak etti. Durum Nebî'ye (s..a) ulaştığında şöyle buyurdu:

— Ecir sabit oldu, fakat günah kaldı Ashâb sordu:

—.Ey Allah'ın Rasûlü! Ecrin nasıl sabit olduğunu an­ladık. Peki günah nasıl kaldı?

Nebî (s.a) buyurdu ki:

— Genç çocuk için ecir sabit oldu, günahı ise babasına kaldı.  

{Ey yetimlerin vasileri!} Yetimleri {yani, yetimlerin akıllarını) nikâh çağına {yani, ergenlik yaşına} er­dikleri zamana kadar deneyin. Şayet onlarda bir rüşd görürseniz {yani, onların dîne bağlılıklarında bir güzellik görür, mallarını da koruduklarını/ko­ruyabileceklerini anlarsanız} mallarını kendilerine teslim edin {yani, büyüdüklerinde yetimlere malla­rını verin}. Büyüyecekler de mallarını alacaklar diye onların mallarını saçıp savurarak tez elden yemeyin {yani, yetim ergenlik yaşına gelir de malıalır korkusu ile onun malını haksız bir şekilde alelacele yemeye kalkışmayın}... {Ey yetimlerin vasileri}! Mallarını kendilerine {yani, ergenlik çagına ulaşan yetimlere} teslim ettiğiniz zaman da, onlara karşı, {mallarını kendilerine teslim ettiğini­ze dâir} şahid bulundurun, Hesab Borucu {yani, şahid) olarak Allah yeter. (Nisâ/6)

Sizinle onlar arasındaki bu duruma hiç kimse Al­lah'tan daha iyi şâhid olamaz. Bununla birlikte ergenlik yaşma ulaşmadan rüşdü görülecek olsa dahi yetime mal-lannı vermeyin!

En'ânı sûresinde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Bir de yetimin malına rüşdüne erinceye {yani, on-sekiz yaşına gelinceye} kadar en güzel olandan {yani, yetimin malını kârlı bir şekilde çoğaltma dişmda} başka bir şekilde yaklaşmayın! (En'âm/152)

Benzeri bir buyruk da İsrâ sûresinde (34. âyet) bulun­maktadır.

Yüce Allah Nisa sûresinde şöyle buyurmaktadır:

Kuşku yok ki zulümle {yani, haksız yere helâhnîş gibi} yetimlerin mallarını yiyenler, karınlarına an­cak bir ateş yemiş olurlar. Onlar yakında alevli bir ateşe gireceklerdir. (Nisâ/10)

Dedi: Bu âyet nazil olunca Müslümanlar yetimlerin odalarını ve onlara ait malları bir kenara ayırdılar. Bu hem onlara, hem de yetimlere ağır geldi. Bunun üzerine Nebî'ye (s.a) dediler ki: "Biz yetimleri ve mallarını ayır­dık, fakat hepimiz yetime ayrı bir ev ve onun ihtiyaç du­yacağı şeyleri ayıracak imkâna sahip değiliz. Acaba mes­ken, yiyecek, hizmetçi ve benzeri hususlarda bir arada ol­mamız uygun olur mu? Bununla birlikte onlardan bize bir şey geçecek olursa, mutlaka onlara daha üstünü ula­şacaktır." Bunun üzerine yetimlerin mallarını kendi mal­larıyla karıştırmalarına ruhsat verildi, fakat onların mal­larından Bakara sûresinde bir istisnada bulunularak şöy­le buyuruldu:

Şayet onlarla (mesken, yiyecek-içecek, hizmetçi, binek ve benzeri hususlarda) bir arada yaşarsanız, onlar sizin kardeşlerinizdir. (Bakara/220)

Dedi: Allah Teâlâ bu buyrukta -fesad olmamak şartıy­la- yetimlerin mallarıyla kendi mallarım karıştırmaları­na izin vermekle birlikte, yetimlerin mallarını haksızca yemeye müsaade etmemiştir. Ayrıca, yanında yetime ait değerlendirdiği mal bulunan kimseye de şöyle hitab et­miştir:

İhtiyacı olmayan, tenezzül {yani, yetimlerin malla­rından hiçbir şey almayarak tenezzül} etmesin, muhtaç olan da örfe göre yesin {yani, temel ihti­yaçlarını karşılayacak kadar borç alsın. Eli rahatlaymca borcunu geri ödesin. Ölene kadar ödeyebilme imkânı olmazsa günahı yoktur}. (Nisâ/6)

İşte böylece yetimlerin mallarından bundan fazlasını yemeye ruhsat verilmemiştir. [168]

 

Allah'ın Müminlere, Amâ Ve Topal İle Akrabalarının Evlerinde Yemek Yeme Ruhsatı

 

Şöyle ki: Ey îmân edenler! Mallarınızı aranızda bâtıl yollarla yemeyin! (Nisâ/29) âyeti nazil olunca Ensarîler dediler ki: "Medine'de, yiyecekten daha değerli hiçbir mal yoktur." Onlar a'mâlarla birlikte yemek yemekten çekini­yorlar ve "O, yemeği görmüyor" diyorlardı. Topal ile bir­likte de yemek yemekten çekiniyor ve "Sağlıklı olan ye­meğin bulunduğu yere ondan daha çabuk gidebilir, o ise kalabalık arasına sıkışamaz'7 diyorlardı. Hasta ile birlikte yemekten de çekiniyorlar ve, "O, sağlıklı kimse gibi ye­mek yiyemez" diyorlardı. Aynı şekilde akrabalarının evle­rinde de yemek yemekten çekmiyorlardı. Bunun üzerine şu buyruk indi:

A'mâya (yani, gözü görmeyenle birlikte yemek yi­yenlere} bir harec yoktur. Topala {yani, topalla bir­likte yemek yiyenlere} bir harec yoktur. Hastaya [yani, hastayla birlikte yemek yiyenlere} bir harec "'"  ~   yoktur. Kendi evlerinizden, babalarınızın evlerin-\ den, analarınızın evlerinden, kardeşlerinizin evle­rinden, kızkardeşlerinizin evlerinden, amcalarını­zın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayıları­nızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden, anah­tarlarını elinizde bulundurduğun evlerden {yani, kasa anahtarlarınızın yanlarında bulunduğu köle­lerin evlerinden} ve dostlarınızın evlerinden yemek yemenizde bir harec yoktur: gerek topluca, gerek ayrı ayrı yemenizde de vebal yoktur. (Nûr/61)

Çünkü onlar yolculuğa çıktıkları vakit yemeklerini bir arada bulunduruyorlardı. Aralarından biri yanlarında de­ğilse onu bekler ve günah olur korkusuyla o dönünceye kadar yemek yemezlerdi. Bazıları da beraberlerinde ye­mek yiyecek kimse bulunmadıkça tek başlarına yemek yemezlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah, Topluca {yani, ka­labalık olmanız halinde hep birlikte} veya ayrı ayrı {yani, dağınık vaziyette) yemenizde de vebal yoktur {yani, sizden herhangi bir kimse mevcut değilse, ötekiler paylarını ye­sin; bunda bir sakınca yoktur} buyurdu. [169]

 

Ölçü-Tartının Eksiksiz Yapılmasının

Emredilmesi Ve Eksik Ölçüp Tartanlara

Hazırlanan Azab

 

Yüce Allah En'âm sûresinde şöyle buyurmaktadır:

Ölçüyü ve tartıyı {adaletle) tam ve doğru yapın. Biz kimseye gücünün yettiğinden {yani, takat getirebil­diğinden} başkasını teklif etmeyiz. (En'âm/152)

İsrâ sûresinde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

{Başkasına} ölçtüğünüzde tam ölçün ve dosdoğru kıstas {yani, mizan/terazi} ile tartın {âyette geçen kıstas kelimesi, Rumca'da mizan/terazi demektir}. Şu {yani, ölçü ve tartıyı tam yapmak} hem hayırlı, hem de te'vîl {yani, akıbet} itibarı ile daha güzel­dir. (İsrâ/35)

Rahman sûresinde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Tartıyı adaletle dosdoğru yapın ve tartıyı eksik yapmayın {yani, tartarken eksik tartmayın}. (Rah-mân/9)  [170]            

 

Ölçü Ve Tartıyı Eksik Yapanlar İçin Hazırlanan Azab                                            

 

Yüce Allah buyuruyor ki:                      

Ölçü ve tartıyı eksik yapanlara ueyl {yani, Ölçü ve tartıda hakkı gözetmeyenlerin vay hâline}! (Mu-taffifîn/1)

Sonra Yüce Allah böylelerinin niteliklerini belirterek ' buyuruyor ki:

Onlar ki, insanlardan ölçtükleri (yani, insanlardan ölçü ile bir şey satın aldıkları} zaman, tam Ölçerler/tartarlar (yani, kendilerinin lehine, onların aleyhine tam ölçerler/tartarlar}, ama onlara [yani, başkalarına} ölçtükleri yahut tarttıkları {yani, sattıkları} vakit ise eksiltirler {yani, ölçüyü ve tartıyı eksik yaparlar}. (Mutaffifîn/2-3)

Arkasından Yüce Allah onları korkutarak buyurmak-'tadır ki:

Bunlar, tekrar {yani, ölümden sonra tekrar} diriltileceklerini zannetmiyorlar mı {yani, Ölçü ve tartıyı eksik yapan kimseler diriltileceklerine ve Yüce Allah'ın kendilerini cezalandıracağına inanmıyorlarmı}? (Mutaffifîn/4)

Sonra Yüce Allah Ölümden sonra diriliş günü hakkın­da haber vererek buyuruyor ki:

O gün insanlar rabbi'l-âlemîn için kıyam edecekler {yani, onlar, miktarı üçyüz yıl olan bir gün ayakta duracaklar. Aynı gün mü'min için en kısa sürede kıldığı namaz kadar kısa olacaktır}. (Mutaffîfîn/5-6)

Yüce Allah burada eksik Ölçüp tartanın günahını söz konusu etmeden, cezasını söz konusu ederek, Ölçü ve tartiyi eksik yapanlara veyl buyurdu, sonra da günahlarını! zikretti.                                                                         

Dedi: Ölçü ve tartıyı eksik yapanlar Kıyamet Gil-f nü'nde ateşten ve demirden tabutlar içerisine yerleştirilir}! ve cehennemin dibine atılırlar.                                        

Dedi: Bize Mukâtil tahdis edip dedi: Birine zulmedipde ölmeden önce telafi etmeyen kimsenin Kıyamet Günü'nde iyilikleri alınır ve zulmettiği kişiye verilir. Şayet hasenatı kalmazsa, "zulmettiği kimsenin günahları alınır, zalimin günahlarına eklenir. İşte zalimin durumu budur. [171]

 

Ölenin Malının Üçte-Bîrinden Mirasçı Olmayanlara Vasiyette Bulunması

 

Bakara sûresinde Yüce Allah şöyle buyuruyor:

Birinize ölüm gelip çattığı zaman bir hayr {yani, Ölümünü meteakib bir mal} bırakacaksa, annesi, babası ve yakın akrabası için ma'rûfbir şekilde va­siyette bulunmak {yani, vasiyet hususunda annesine-babasma, akrabalarına göre bir üstünlük sağlamak ve mirasçı olmayan akrabalara ma'rûf bir şekilde vasiyette bulunmak} muttakiler üzerine bir hak {yani, farz} olarak yazıldı. (Bakara/180)         

Yüce Allah, böyle bir vasiyetin, miraslardan ödenmesi i gereken bir hak olduğunu beyan etmektedir. Bu âyet, mii! rasın paylaştırılması ile ilgili hükümler inmeden önce nâJ j zil olmuştu. Miras hükümleri nazil olunca anne-babaya j vasiyet neshedilmiş oldu. Bunu, Nisâ/11-12 âyetleri nes^ netti. [172] Miras hükümleriyle anne-babaya belli bir pay aynldı. Miras alamayan akrabaya ise, malın-üçte birinden vasiyet etme hükmü baki kaldı.

Artık kim bunu {yani, ölenin vasiyetini} işitmesi­nin ardından onu değiştirirse (yani, ölenden bu vasiyeti duyup da vasiyetini —âdil olması halinde—yerine getirmezse), günahı ancak onu değiştirenlerin {yani, vasinin} üzerinedir {ve ölen kişi bu işten uzaktır}. Muhakkak Allah her şeyi {yani, ölünün vasiyetini) işitendir, {onu} bilendir. (Bakara/181)

Sonra vasilere hitaben buyuruyor ki:

Kim vasiyet edenin Eyani, ölenin} mûs'a {yani, kas-dî olarak vasiyetinde haksızlığa} yahut günaha meyletmesinden {yani, hata yapıp adaleti gözetme­diğinden} korkar {yani, bilir} de aralarını düzeltir se iyanh vasî, vasiyette bulunanın ölümünden sonra mirasçıların arasını adaletle düzeltir, mirası Allah'ın kitabına göre paylaştırıp ölenin zulmünü bir kenara bırakırsa}, ona bir günah yoktur {yani, bundan dolayı vasî günahkâr olmaz}. Kuşkusuz ki Allah gafurdur {yani, mirasçıların arasını düzelttiği için vasiye karşı bağışlayıcıdır}, rahimdir {ya­ni, ona karşı merhametlidir}. (Bakara/182)

Böylece Yüce Allah, vasiye, ölenin vasiyetindeki zul­me muhalif uygulama yapmasına müsaade etmiş olmak­tadır.

Şanı yüce Allah Nisa sûresinde, ölenin vasiyeti sıra- . smda hazır bulunan kimseler hakkında şöyle buyurmak­tadır:

Arkalarında kendileri hakkında endişe edecekleri {yani, telef olmaktan korkacakları} âciz ve güçsüz çocuklar bırakacak olanlar titresinler. (Nisâ/9)

ölüm halinde bulunan bir kişinin ziyaretine giden ona "Falana ve filana vasiyet et, kendin için Önden hayır gönder, sadaka ver!" der ve sözlerini, malını mirasçıların­dan başkalarına sadaka olarak bırakmcaya kadar sürdü­rürdü. Bazı hallerde ölenin âciz ve güçsüz mirasçıları da olabiliyordu. İşte Yüce Allah, ölenin vasiyeti sırasında hazır bulunan kimselere bu şekilde davranmayı yasakla­dı ve ...titresinler buyurdu. Bununla da, ölüm döşeğinde bulunan kimseye, çocukları' dışındakilere vasiyette bu­lunmasını söyleyen kişi kasdedilmektedir. Bu durumdaki kişi, ölünün geride bıraktığı çoluk-çocuğun fakir kalma­sından korkmalıdır. Nasıl kendisi, ölümünün ardından âciz ve zayıf bir vaziyette kalacak çocukları için endişe ediyorsa, ölüm döşeğinde bulunan kimsenin çocukları için de endişe etmeli ve ona, malını mirasçıları dışındakilere vasiyet etmesini söylememelidir. İşte Yüce Allah'ın şu buyruğu bunu ifade etmektedir:

Arkalarında {yani, ölümlerinden sonra} hakların­da endişe edecekleri âciz ve güçsüz çocuklar bıra­kacak olanlar, {kendi âciz ve güçsüz çocukları için korktukları gibi, Ölenin âciz ve güçsüz çocukları için de korksunlar} da Allah'a ittika etsinler ve {yanında oturdukları Ölmek üzere olan kişiye) se-dîd söz söylesinler {yani, ona vasiyetinde adaletli davranmasını, zulmetmemesini söylesinler}! (Ni­sâ/9)

Bunun bir benzeri de Bakara (âyet: 266) sûresindedir.

Mukâtil dedi ki: Ölümü sırasında vasiyetinde adaletle hareket eden bir kimse, malını Allah yolunda harcamış gibidir.

Dedi: Bize Mukâtil'in Sa'd b. Ebî Vakkas'tan tahdis ettiğine göre, Sa'd b. Ebî Vakkas Nebî'ye (s.a) sordu:

— Malımın ne kadarını vasiyet edeyim? Nebî cevab verdi:

— Üçte-birini, üçte-bir de çoktur ya. Zira aile efradını varlıklı olarak bırakman, onları avuç açacak halde bırak­mandan daha hayırlıdır.

Dedi: Bize Mukâtil 'Atâ'dan, o da İbn 'Abbas'tan tah­dis edip dedi: "Malı olup da, mirasçı olmayan fakir akra­basına vasiyette bulunmadan ölen kimse, amelini bir ma'siyet ile sonlandırmış olur."

Mukâtil Hammad'tan, o da İbrahim'den dedi ki: "Öle­nin malından, önce kefen masrafları, sonra borçları çıkar­tılır, sonra vasiyeti yerine getirilir, sonra da miras paylaş­tırılır. Kefen malın tümünden alınır."

Mukâtil dedi: Ölümü yaklaşan kimse malının üçte-bi­rini dilediği şekilde vasiyet edebilir, belli bir şekli yoktur.

Yine dedi: Eğer mal çok, mirasçılar az ise malının üç­te-birini vasiyet etmesinde bir sakınca yoktur. Şayet mal az, mirasçılar çok ise malının beşte-birini vasiyet etsin.

Ebû Bekr es-Sıddîk (r.aj dedi ki: "Ganimetlerden beş-te-bir (devlet hakkı) alınır. Ben de beşte-biri vasiyet edi­yorum. Mirasçıya ise vasiyet caiz olmaz." [173]

 

Mirasçılara, Ölenin Mirasçı Olmayan Akrabalarına Da Bir Şeyler Vermeleri Emri

 

Nisa sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Paylaştırma sırasında {yani, miras taksim olunurken} yakınlık sahipleri (bu ibaredeki kısmet [pay­laştırma] kelimesi öne alınarak takdim yapılmış­tır. Bu şu demektir: Yakınlık sahipleri paylaştırma sırasında hazır bulunacak olurlarsa... "Yakınlık sahipleri"nden kasıt da ölenin mirasçı olmayan ya­kınlarıdır}, yetimler ve yoksullar hazır bulunurlar­sa, onları ondan rızıklandırın İyani, mirasçı olma­yanlara mirastan bir şeyler verin} (verilecek mik­tar belirlenmemiştir. Onlara miras paylaştırılma­dan önce bir şeyler verilir, sonra miras paylaştırı­lır! ve onlara ma'rûf bir söz söyleyin (yani, onlara güzel va'dlerde bulunun: şayet mirasçılar küçük iseler mirasçıların velisi, Ölenin mirasçı olmayan yakınlarına, yetim ve yoksullara şöyle der: Bunların yaşları küçüktür. Akıllan olgunlaşıp ergenlik yaşma varırlarsa, kendilerine, hakkınızı gözetme­lerini ve size karşı Rabb'lerinin tavsiyelerine uy­malarını söyleriz. Şayet bundan önce ölür ve biz onlara mirasçı olursak, biz size hakkınızı öderiz. İşte "ma'rûf söz" budur}. (Nisâ/8) [174]

 

Mirasın Paylaştırılması Bahisleri

 

Câhiliye dönemi insanları kadınlara ve küçük çocuk­lara mirastan pay vermezler, mirası sadece eli silah tutan erkekler arasında paylaştırırlardı. Fakat Allah Teâlâ bu­nun yerine, şu hükmü getirdi:

Ana-baba ile yakın akrabanın bıraktıklarından (ya ni, bıraktıkları maldan: mirastan} erkekler için bir pay, ana-baba ile yakın akrabanın bıraktıklarından (yani, bıraktıkları maldan: mirastan}, kadınlar için de bir pay var; azından da, çoğundan da farz kılınmış (yani, miktarı belli} birer pay. (Nisâ/7)

Daha sonra Yüce Allah bundan sonraki âyette mira­sın nasıl paylaştırılacağını açıklayarak şöyle buyurdu:

Evlatlarınız hakkında Allah size şunu tavsiye edi­yor: Erkeğe iki kız payı. Eğer kızlar {yani, miras bı­rakanın kızları} ikiden fazla iseler {yani, erkek kardeşleri bulunmuyor ve kendileri de ikiden fazla iseler}, mirasın üçte-ikisi onlarındır, {kalanı da asabeye aittir}. Şayet kız tek ise, mirasın yarısı onundur, {kalanı da asabeye aittir}. (Nisâ/11) [175]

 

Ana-Babanın Çocuklarından Alacakları Miras

 

Daha sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Çocuğu {yani, Ölenin çocuğu: oğlu ya da erkek kar­deşleri olmayıp birden fazla kızı} varsa, ana-baba-sının her birine, mirasın {yani, ölenin bıraktığı mi­rasın) altıda-biri verilir. {Şayet çocuk tek bir kız ise, malın yarısı, yani, altıda-üçü kızın, altıda-biri annenin olur. Geriye kalan üçte-bir ise babaya ait olur, çünkü o asabedir}. Fakat jölenin erkek ya da   kız) çocuğu yok da sadece ana-babası kendisine mirasçı oluyorsa, {mirasın} üçte-biri anasına ait, {geri kalanı ise babasına aittir}. Şayet kardeşleri {yani, Ölenin bir, iki ve daha fazla erkek kardeşi yahut iki kızkardeşi ya da bir erkek ve bir kızkardeşi} varsa, o vakit altıda-biri annesinin, {geriye kalan ise babasının olur. Erkek kardeşlerinin ise, baba hayatta olduğu takdirde bir payları olmaz, fakat onların varlığı annesinin üçte-bir payını hacbetmiş [altıda-bire indirmiş] olur}. Bu {yani, bu hüküm}, yaptığı {yani, Ölenin yaptığı} vasiyetten veya borçlarından sonradır {yani, mirasın mirasçı­lar arasında paylaştırılması, ölenin borcunun ödenmesinden yahut mirasçı olmayan kimselere üçte-bire kadar yapmış olduğu vasiyetin —ki mi­rasçıya vasiyet caizdir—78 yerine getirilmesinden sonradır}... Bütün bunlar {yani, söz konusu edilen miras hükümleri}, Allah'tan bir farizadır. Kuşku­suz ki Allah alimdir, hakimdir {miras paylaşımı ile ilgili hükümleri O koyar}. (Nisâ/11) [176]

 

Erkeğin Karısına Mirasçı Olması

 

Yüce Allah buyuruyor ki:

{Ey kocalar! Ölen hanımlarınızın} çocukları yoksa {yani, yanındayken vefat ettiği kocasından, ya da önceki koca veya kocalarından çocukları yoksa},

hanımlarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizin­dir. Şayet çocukları {yani, erkek ya da kız çocukla­rı} varsa, bıraktıklarının dörtte-biri sizindir [yani, ölen kadının bıraktığı mirasın dörtte-birini kocası alır}. (Bu hükümler), ettikleri vasiyetten yahut borçtan sonra (tatbik edilir). (Nisâ/12)

Geriye bıraktıkları maldan, önce borcu ödenir, sonra vasiyeti yerine getirilir. Fakat âyette bir takdim yapıl­mıştır.

 Bu ibaredeki, ve yecuzu lafzında vav'dan sonraki lâ, muhteme­len yazma nüshada yoktur, ya da bir baskı hatası sözkonusu-dur. Nitekim aşağıda gelecek olan "baba-bir kardeşleri bulun­mayan kardeşlerin annelerinden mirasları" başlığının sonun­da, Mukâtil, Tefsiri'nde aynı âyete dâir açıklamalarda bulu­nurken "Hiçbir mirasçıya da vasiyette bulunmaz" demektedir. (Çeviren) [177]

 

 Kadının Kocasına Mirasçı Olması  

 

Daha sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Eğer çocuğunuz yoksa {yani, kadının ölen kocası­nın, kendisinden ya da bir başka hanımından ço­cuğu yoksa} bıraktığınızın dörtte-biri onlarındır {yani, kocanın geriye bıraktığı mirasın dörtte-biri karışma aittir}. {Ey erkekler/kocalar!} Şayet çocu­ğunuz {yani, erkek ya da kız çocuğunuz} varsa, ge­riye bıraktığınızın {yani, kocanın bıraktığı mira­sın} sekizde-biri onlarındır {yani, karısmındır/ka-rılarmındır}. Ettiğiniz vasiyet ve borçtan sonra. (Nisâ/12)

Esasen, kalan mirastan, önce ölenin borcu ödenir, ar­dından vasiyeti yerine getirilir, sonra da miras paylaştırı­lır. [178]

 

Baba-Bir Kardeşleri , Bulunmayan Kardeşlerin  Analarından Alacakları Miras

 

Yüce Allah buyuruyor ki:

Eğer bir erkek veya kadına çocuğu ve babası olmadığı [kelâle olduğu] halde mirasçı olunuyor da...

 (Nisâ/12)

Bu buyrukta bir takdim olup mana şöyledir: "Şayet bir erkek yahut bir kadın kelâle olan birisine mirasçı olu­yor ise..."

Kelâle, "çocuğu ve babası bulunmaksızın vefat eden kimse"ye denir. ana-bir) erkek veya kızkardeşi varsa, bunların ;      her birine altıda-bir düşer. Şayet bundan {yani, ,birden} daha çok iseler {yani, ikiden ona kadar ve­ya daha fazla iseler} o zaman {ana-bir kardeş ol­maları sebebiyle hepsi eşit şekilde mirasın} üçte-birine ortak olurlar. Bunlar, zarar verme kasdı ol­maksızın {yani, mirasçılara zarar vermeyecek olan vasiyeti yerine getirilir. Dolayısıyla, üzerinde bu­lunmayan bir hakkı ikrar etmemesi ve mirasçılara zarar vermek için malının üçte-birinden fazlasını vasiyet etmemesi gerekir} ettiği vasiyet ve borçtan sonra. Bütün bunlar Allah'tan bir tavsiyedir. Allah alimdir, halimdir. İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır {yani, Allah'ın mirasın paylaştırılması ile ilgili ön­gördüğü uygulama ve emirleridir}. Kim Allah 'a ve O'nun Rasûlü'ne itaat ederse (yani, mirası Yüce Allah'ın emrettiği şekilde paylaştırırsa}, onu orada ebediyyen kalmak üzere {yani, ölmemek üzere} al­tından ırmaklar akan bahçelere sokar. İşte azîm fevz {yani, sevab ve nıükâfaat} budur. Kim de Al­lah'a ve Rasûlü'ne {mirasın paylaştırılması husu­sunda} isyan eder {yani, mirası emredildiği gibi paylaştırmaz} ve O'nun sınırlarını aşarsa {yani, mirasın paylaştırılması hususunda O'nun emrine muhalefet ederse}, onu da orada ebedî kalmak üzere bir ateşe sokar {münafıklar, kadın ve küçük çocukların mirasta pay sahibi olduklarını kabul etmiyorlardı}. Üstelik onun için mühîn bir azap da vardır. (Nisâ/12-14) [179]

 

Ana-Baba-Bir Yahut Baba-Bir Erkek Ve Kızkardeşlerîn Mirası

 

Yüce Allah buyuruyor ki:

Senden fetva istiyorlar. De ki: "Allah size kelâle {yani, çocuğu, babası (ve anası) olmaksızın Ölen kimse} hakkında şöytt fetva veriyor: Eğer çocuğu bulunmayıp da kızkardeşi {yani, ana-baba-bir ya­hut baba-bir kızkardeşi} bulun-/n bir erkek Ölürse, bıraktığının yarısı {yani, ölenin bıraktığı mirasın yarısı} kızkardeşine kalır, {geri kalan ise asabeye aittir). Eğer onun [ölen kızkardeşinin] çocuğu (ve ana-babası) yoksa o [erkek kardeş] kızkardeşine mirasçı olur {yani, bu kızkardeş erkek kardeşten Önce ölürse, erkek kardeşi onun mirasının tama- alır}. Bunun {yani, ölen erkeğin} çocuğu yok da iki kızkardeşi {yani, ana-baba-bir, yahut baba- bir iki kızkardeşi ya da daha fazla ana-baba-bir yahut baba-bir kızkardeşleri} varsa, bunlar, erkek  kardeşin bıraktığının üçte-ikisini alırlar. Şayet . (ölen erkeğin mirasçıları) erkek ve kızkardeşlerden t{yani, ana-baba-bir yahut baba-bir erkek ve kızkardeşlerden} oluşuyor ise, o zaman erkeğe iki dişi-xi     nin payı vardır. Allah şaşırmayasınız diye size be­yan ediyor {yani, miras paylaşımında hata etmeyesiniz diye size bildirİ3'or}. Allah her şeyi {yani, miras paylaşımını da, başka şeyleri de} çok iyi bilendin (Nisâ/176) [180]

 

«Ulü'l-Erham"In Mâhiyeti Ve Kendileriyle Kardeşlik          

Akdi Yapılan Kimselerin                  

Miras Paylarının Neşredilmesi

 

Nisa sûresiide Yüce Allah şöyle buyurmaktadır.

Ana-babanın ve yakın akrabanın geriye bıraktıkla­rından {yani, bıraktıkları mirastan} her biri için mevâli {yani, amca çocukları ve asabeler} kıldık.

Ve akd ile yeminlerinizin bağladığı kimselerin tere­kelerinden vârislere de tahsis ettik. Onlara da na-siblerini verin. (Nisâ/33)

Şöyk ki: Câhiliye döneminde ve İslâm'ın ilk yıllarında bir kimse bir kimsenin yiğitliğini beğendiğinde onunla akitleşir ve "Sen bana mirasçısın, ben de mirasçıyım" der­di. Onlardan hayatta kalana, ölenin malından hayatta kalan için şart koşulan miktar verilirdi. Miras paylaşımı ile ilgili hükümle- nazil oldu, fakat bu tür akit ehli söz konusu edilmedi. Bir adam Nebî'ye (s.a) gelerek dedi ki: "Ey Allah'ın Nebisi! Miras paylaşımı ile ilgili hükümler indi, fakat akit söz konusu edilmedi. Ben bir kişi ile akit-leşmiştim ve o Öldü." Bunun üzerine, Ve akd ile yeminleri­nizin bağladığı kimselerin terekelerinden vârislere de tah­sis ettik. Onlara da nasiplerini verin. Kuşkusuz Allah her şeye şahid olandır (Nisâ/33) âyeti nâzü oldu. Fakat adam Enfâl süresindeki şu âyet ininceye kadar payını almadı:

Akrabalar Allah'ın kitabında birbirlerine {yani, miras hususunda birbirlerine} daha evlâdır. Kuş­kusuz Allah her şeyi hakkıyla bilendir. (Enfâl/75)

Böylece bu âyet-i kerîme, akit, antlaşma ve hicret se­bebiyle mirasçı ohnay neshetti.[181] Bundan böyle bu pay, zevi'l-erham'a verildi. Buna göre baba ve evlat, kardeş ve kızkardeşten, kardeş yeğenden, kardeşin oğlu, amcadan, amca ve amca oğlu dayı ve dayı oğlundan daha yakmd r. Dayının, halanın, teyzenin, Zeyd b. Sâbit'e göre mirastan payları yoktur. Ömer b. Hattab (r.a) eğer başka bir miras­çı yoksa halaya malın üçte-ikisini, teyzeye üçte-birini ve­rirdi.

Dedi: Ali (r.a) ile İbn Mes'ûd ise, mirastan (payların dağıtımından sonra) bir şey artacak olursa artan miktarı, karı-kocanm dışında kalan zevi'l-erham'a payları oranın­da dağıtırdı. [182]

 

Faizin Haram Kılınması

 

 Âl-i İmrân sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ey îmân edenler! Ribayı kat kat katlayarak yeme­yin. (Âl-i İmrân/130)

Câhiliye döneminde, birinde alacağı olan kimse, Öde­me vakti geldimi, gidip alacağını isterdi. Ödeme zorluğu içinde olan borçlu da ona, "Alacağım ertelemene karşılık sana fazladan bir şeyler vereyim" der, bunun üzerinde anlaşırlardı. İşte kat kat ribâ [faiz] budur. Yüce Allah on­lara öğüt vererek faiz hususunda buyurdu ki:

..Allah'a ittika edin {yani, faiz yemeyin} ki felah bulaşınız. (Âl-i İmrân/130)

Sonra onlan korkutarak şöyle buyurdu:

...Kâfirler için hazırlanmış olan ateşten de ittika edin ve Allah'a ve Rasûl'e {yani, faizin haram kıhnması hususunda Allah'a ve Rasûl'e} itaat edin ki rahmete nail olasınız {da azab olunmayasınız}.

(Âl-iîmrân/131-132)

Bakara sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ribâ yiyenler {yani, faiz yemeyi helâl kabul edenler}, {Kıyamet Günü} ancak şeytanın çarptığı kimse {dün­yada çarpılmış kimsenin hâli, Kıyamet Günü'nde fâiz yiyenlerin alâmeti olacaktır} gibi kalkar. Bu {yani, başlarına gelen bu iş} onların, "Alış-veriş de ancak ribâ gibidir" demelerindendir. (Bakar'a/27'5)

Burada söz konusu edilen durum, alacaklının, ödeme vakti gelen alacağını istediğinde, borçlunun alacaklıya, "Borcumu ertelemene karşılık, fazladan birşey vereyim" diyerek, ribâ karşılığında borcun ertelenmesidir. Onlara, "Bu ribâdır [faizdir]" denildiğinde, "Alış-verişteki artırma ile borcun ödeme vakti gelince yapılan artırma arasında bir fark yoktur" derlerdi. İşte Yüce Allah'ın, Bu onların, "Alış-veriş de ancak ribâ gibidir" demelerindendir buyru­ğu bunu anlatmaktadır.

Yüce Allah onların bu sözlerinin yalan olduğunu be­lirterek buyurdu ki:

Halbuki Allah alış-verişi helâl, ribâyı haram kıl­mıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt {ya­ni, faizin haram oluşu ile ilgili Kur'ân'daki beyan) gelir de ribâdan vazgeçerse, artık geçmiş kendisi­nindir (zira bu, haram kılınmadan önce olup bit­miştir} ve işi de Allah'a aittir {yani, haram kılın­masının ve onu terketmesinin ardından, dilerse onu bu işten korur, dilerse korumaz). Kim döner {yani, faize ve haram kılınana döner} ; az alırsa {ve "Alış-veriş de faiz gibidir" diyerek faizi helâl kabul ederse), onlar da cehennemlik olup orada ebedî kalacaklar (yani, ölmeyecekler}. Allah ribâyı yok eder {yani, mahveder), sadakaları ise nema-landırır {yani, kat kat artırır) Allah küffarın ve esimin hiçbirini sevmez. (Bakara/275-276) [183]

 

Suht

 

Mâide sûresinde şanı yüce Allah şöyle buyurmaktadır.

OnZar {yani, Yahudiler} boyuna haram [suht] yerler 167 {yani, hüküm hususunda rüşvet alırlar -ki bu, Müslümanlara helâl değildir-). (Mâide/42)

Hacc sûresinde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Şunlar ki, hem küfrettiler, hem de Allah yolundan ve Mescid-i Haram dan [yani, Mekke'den} menedi-yorlar. Oysa ki Biz onu mukîm iyani, Mekke'de ikâmet eden Mekkeliler ile} ve misafiriyani, Mes­cid-i Haram halkından olmayıp dışardan gelenler} için müsavi {yani, hacc günlerinde eşiti olmak üzere insanlar için yaptık {yani, Mekkeliler ile dışardan gelen tüm insanlar Mekke'de tek bir şeriata "y '      tâbidir. Mekke evlerinin, ücretle kiralanması bir suht'tur [haramdır]}. (Hacc/25) [184]

 

İçkinin (Helâlliğinin) Neshedilip

 

NahI sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Hurmalıkların ve üzümlüklerin meyvelerinden de hem içki çıkarırsınız {yani, hurma ve üzümden çıkan sarhoşluk verici içki ve nebîz elde edersiniz}, hem de güzel bir rızik {yani, onlardan meyveler, yanısıra da sıkılarak elde edilen ve sarhoşluk ver meyen içecekler} elde edersiniz. (Nahl/67)              :

Dedi: Bu âyet nazil olduğunda içki [hamr] helâl idi.

Daha sonra, Yüce Allah'ın Bakara süresindeki şu buy­rukları nazil oldu:

Sana hamrı {(yani, bütün çeşitleriyle içkiyi/sar­hoşluk veren içecekleri)} ve meysiri {yani, bütün ,V»       çeşitleriyle kumarı) soruyorlar. (Bakara/219)

Câhiliye döneminde bir kimse, "Kesilip paylaştırıla­cak deve katılımcıları nerde?" der ve bunun üzerine bir grup kalkıp aralarında ortaklaşa bir deve satın alırlar, her kişinin de bir payı olurdu. Sonra kura çekerler, kura­yı kazanan kişiler bedel ödemeye katılmazlardı. Nihayet sonuncuları kalır ve devenin bedelinin tamamını öderdi. Üstelik etten de bir pay almazdı. Diğerleri deveyi arala­rında eşit olarak paylaşırlardı.

Dedi: Buna "meysir" adını vermelerinin sebebi, onla­rın "Devenin bedelini (Ödemeyi) kolaylaştırın [yessirû]" demelerinden ötürüdür.

De ki: "O ikisinde de hem büyük bir günah {çünkü içki içmek ve kumar oynamak sonucunda namazın ve Allah'ın anılmasının terki söz konusudur}, hem de insanlar için bazı faydalar {yani, alınan bir lez­zet, ticaret yoluyla bir kâr ve kumar oynayan kim­seye düşen bir pay} vardır. Ama günahları {yani, h ,    haram kılınışlarından sonra günahları} faydalarından {yani, haram kılınışlarından önceki faydalarmdan} daha büyüktür." (Bakara/219)

Yüce Allah içki ve kumarı bu şekilde yermekle birlik­te, henüz onları haram kılmadı.

Dedi: Müslümanlar faydalarını umarak içki içmeye devam ettiler. O sırada helâl idi. Nebî'nin (s.a) ashabın­dan birisi bir ziyafet hazırlayarak ashâbtan birtakım kimseleri davet etti ve onlara içki sundu. Nihayet içki on­ları etkilemeye başladı. Namaz vakti -ki akşam namazı idi- gelince, en iyilerinden birisi olan 'Ali b. Ebî Tâlib na­maz kıldırmak üzere öne geçti. Kâfîrûn sûresini okudu. Başında da, sonunda da yanlışlık yaptı. Bunun üzerine, namaz vakitlerinde içki içmeyi nesheden ve bir öncekinden daha ağır bir hüküm ihtiva eden Nisa süresindeki şu buyruk nazil oldu[185]

Ey îmân edenler! Namaza yaklaşmayın sarhoşken {yani, içkiden dolayı sarhoş iseniz namaza yaklaş­mayın} ne söylediğinizi {yani, namazda ne okudu­ğunuzu} bitinceye kadar! (Nisâ/43)

Bunun üzerine Ömer b. Hattab (r.a) dedi ki: "Kuşku­suz Yüce Allah içkinin haramlığı hususunda hüküm koy­maktadır. Kanaatimce onu büsbütün haram edecektir."

Bundan böyle sabah namazından sonra içki içiyor, sonra uyuyorlar, öğle namazına kadar sarhoşlukları geçi­yordu. Daha sonra yatsıyı kılana kadar içmiyorlardı. Son­ra içip yatıyorlardı. Sabah olduğunda sarhoşlukları geç­miş oluyordu. Ensar'dan bir adam bir ziyafet hazırladı ve Sa'd b. Ebî Vakkas'ı (r.a) davet etti. Bir deve başı kızart­mıştı. Yemek yeyip içki içtiler -Dedi: Bu da içkinin haram kılınışından önce idi- ve sarhoş oldular. Ardından neseb-leriyle övünmeye koyuldular, şiirler okudular. Ensarî de­venin çene kemiğini alıp Sa'd'm başına indirdi. Sa'd'm ba­şından akan kanlar yüzüne indi. Sa'd, Nebî'ye (s.a) gidip Ensarîyi şikâyet etti. Bunun üzerine içkiyi haram kılan buyruk nazil oldu. Bu durum, Ahzâb gazvesinden sonra olmuştu. Böylece içkinin helâl olduğunu ifade eden tüm âyetler neshedildi. Bunları, Mâide sûresinde bulunan Yü­ce Allah'ın şu buyruğu neshetti:

Ey îmân edenler! Hamr {yani, bütün çeşitleriyle içki/sarhoşluk veren içecekler} kumar, dikili taşlar {Arab müşriklerinin diktiği ve tapınıp kendileri için kurban kestikleri taşlar) ve fal okları {yani, câhiliye döneminin işlerini kendilerine göre pay­laştırdıkları belirli oklar} şeytanın amelinden birer ricstir {yani, içki, kumar, dikili taşlar ve fal OKiarı, günah olan pis işlerdendir}... (Mâide/90)

Bu okların birisi üzerinde, "Rabbim bana emretti"; di­ğeri üzerinde ise, "Rabbim bana yasakladı" ifadesi vardı. Bir iş yapmak istediklerinde bunları çekiyorlar, "Rabbim bana emretti" yazılı ok çıkarsa, tasarladıkları işi yapıyor, "Rabbim bana yasakladı" yazılı ok çıkarsa, yapmak iste­dikleri işi yapmıyorlardı.

...Artık bunlardan kaçının {yani, bunlar haram­dır}... (Mâide/90)

Nitekim Yüce Allah (bir başka yerde benzer tabirler­le), O halde rics olan evsândan {yani, putlara ibâdetten} ictinâb edin (Hacc/30)81 buyurarak, putlara ibâdeti ha­ram kıldığı gibi, burada da içkiyi haram kılmaktadır.

...ki felaha eresiniz. Muhakkak şeytan içki ve ku­marla aranıza düşmanlık ve kin sokmayı {nitekim, Ensarî, içki yüzünden Sa'd b. Ebî Vakkas'm başını yarmıştıi, sizi Allah'ı anmaktan: namazdan alı­koymayı irâde eder. Artık vazgeçtiniz değil mi?(Mâ-ide/90-91)

"Artık vazgeçtiniz değil mi?" cümlesi, haram kılmanın ardından yapılan bir tehdittir. Bunun üzerine onlar da, "Rabbimiz, vazgeçtik" dediler. Nebi (s.a) de, "Kimin ya­nında içki varsa, onu satmasın ve içmesin" buyurdu.

 Hamişte, 'İçkinin helâl olduğunu ifade eden her âyet bu âyet ile neshe dilmiştir" başlığı yer almaktadır.

Allah'a itaat edin, Rasûl'e de itaat edin {yani, içki, kumar, dikili taşlar ve fal oklarının haram kılınışı  hususunda Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne itaat edin}.

Eğer yüz çevirirseniz {yani, Allah'a ve O'nun Rasû­lü'ne itaatten yüzçevirirseniz} bilin ki, Rasûlümüze [yani, Muhammed'e} düşen, açıkça tebliğden {yani, içkinin, kumarın, dikili taşların ve fal okla­rının haram olduğunu açıklamaktan/açıkça bildirmekten} ibarettir. (Mâide,'j2)

Dedi: Bize Mukâtil Ebû 'Ubeyde'den, o Enes b. Mâ-lik'ten naklen dedi ki: "Hamrı [içkiyi] haram kılan hü­küm indiğinde Medine'de hamr diye bir şey yoktu. Onlar "fadih" denilen bir şey içiyorlardı."

Dedi: Biz testileri çıkardık ve yola döktük, kimi de testisini kırdı.

Dedi: Yine Mukâtil bize 'Abdullah b. Bureyde'den, o babasından, o da Nebî'den (s.a) şöyle dediğini tahdis etti:

Azız ve celîl olan Allah bizzat hamrı ve sarhoşluk "  veren her içkiyi haram kıldı.

içkinin haram kılınması ile ilgili âyet nazil olunca, Yahudi Huyey b. Ahtab, Nebî'nin (s.a) ashabından bazıla­rına sordu:

— Peki sizden içki içen ve ölüp gidenlerin hâli ne ola­cak?

Onlar da bu durumu Rasûlullah'a (s.a) aktararak de­diler ki:

—  Kardeşlerimiz içki içtikleri halde öldüler ve öldü­rüldüler; (şimdi onların hâli ne olacak?11                           

Bunun üzerine Yüce Allah şöyle buyurdu: 

îmân edip sâlih ameller işleyenlere, bundan böyle ittika ettikleri {yani, m a'siy etlerden ve haram kılı­nışından sonra içki içmekten sakındıkları) ve îmânlarında Syani, tasdiklerinde} sebat ile sâlih ameller işlemeye devam ettikleri, sonra ittika ve îmânlarında rusuh buldukları, sonra ihsan ettikle­ri {ve içki içmedikleri} takdirde, taı tıklarından {yani, haram kılmışından önce içtikleri içkiden} ötürü bir cünah {yani, harec} yoktur. Böyle hareket eden kimse, ihsan edici olur}. Allah muhsinleri se­ver. (Mâide/93)

Nebî (s.a) buyurdu ki:

Bana, "Sen de onlardansın [muhsinlerdensin]" de­nildi.

Mukâtil Muhammed b. Münkedir'den, o Câbir b. 'Ab­dullah el-Ensarî'den, o da Nebî'den (s.a) şöyle buyurduğu­nu nakletti:

Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır. [186]

 

Büyük Günahlar Ve Bunlardan Kaçınanlar İçin Allah'ın Hazırladığı (Mükâfaat)

 

Necm sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Onlar ki, günahın büyüklerinden {yani, işleyen için âhirette Allah'ın ateşi gerekli kıldığı her gü­nahtan} ve fevâhişten {yani, dünyada hadd gerekti­ren her günahtan! ictinâb ederler. (Necm/32)

Bunun bir benzeri de Şûra sûresindedir (37. âyet). Sonra Yüce Allah "küçük kusurlar hariç" buyurmaktadır ki, maksat, iki sınır arasında bulunan: şanı yüce Al­lah'ın âhirette cehennem ateşini vâcib kılmadığı, dünya­da da iki haddin gerekmediği günahlardır.[187]

Gerçekten Rabbin mağfireti geniş olandır (yani, Yüce Allah iki sınır arasında kalan bu tür günah­ları bağışlayıcıdır. Beş vakit namaz bu günahlara keffârettir}. (Necm/32)

Şam yüce Allah Nisa sûresinde şöyle buyurmaktadır:

Size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, , küçük günahlarınızı örteriz {yani, dünyada iki haddi, âhirette de cehennem ateşini gerektirme­yen büyük günahlarınız dışındaki küçük günahla­rınızı sileriz} ve sizi şerefli bir mekana {yani, güzel bir yere: cennete) sokarız. (Nisâ/31)

Dedi: Beş vakit namaz, küçük günahlara keffârettir. [188]

 

Beş Vakit Namazın Keffâret Olduğu  Küçük Günahlar                                               

 

Bunun açıklaması, Hûd sûresinde yer alan şu buyruk­ta geçmektedir:

Gündüzün iki tarafında (yani, sabah, öğle ve ikin­di vakitlerinde} ve geceden züleflerde (yani, akşam ve yatsı vakitlerinde) salâtı ikâme et. Çünkü iyilikler {yani, beş vakit namaz} kötülükleri {yani, kebâirden aşağı olan küçük günahları} giderir {yani, örter} Şu, zahirler için bir zikirdir. (Hûd/114)

Dedi: Bize Mukâtil'in Dahhak'tan, onun da İbn Mes'ûd'tan rivayet ettiğine göre, büyük günahlar, Nisa sûresinin başından, Size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız sizin (küçük) günahlarınızı örteriz ve sizi şe­refli bir mekâna sokarız (Nisâ/31) âyetine kadar yasakla­dığı şeylerdir.

Dedi: İbn Abbas dedi ki: "Büyük günahlar Nûr sûresi­nin başından, Ey îmân edenler! Allah'a topluca tevbe edin ki felah bulaşınız (Nûr/31) âyetine kadar yasaklanan gü­nahlardır."

Mukâtil dedi ki: Büyük günahlar haksızca dökülen kanlar, haksız yollarla alınan mallar, namus ile ilgili gü­nahlar, haram içkiler ve ana-babaya itaatsizliktir. Ölüm kendisine gelip çatmadan önce büyük günahlardan tevbe eden kimse cennete girer. Tevbe etme zamanı ise, Nisa sûresinde (bkz. 17-18. âyetler) belirtilmiştir. [189]

 

Tevbe Zamanı Ve Yüce Allah'ın   Tevbekârlara Hazırladıkları

 

Nisa sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Allah'ın tevbelerini kabul edeceği {yani, günahları­nı bağışlayacağı} kimseler, cahillikle bir kötülük iş­leyip {ki mü'minin işlediği her günah bir cahillik­tir} de sonra çarçabuk {yani, ölüm gelip çatmadan} tevbe edenlerdir. İşte Allah'ın tevbelerini kabul ede­ceği {yani, günahlarını bağışlayacağı} kimseler bunlardır. Allah alimdir, hakimdir. (Nisâ/17)

Dedi: Bu âyet-i kerîme mü'minler hakkında inmiştir.

Sonra Yüce Allah kâfirleri söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır'       

Yoksa kötülükler işleyip işleyip de {yani, şirk koşup koşup daî nihayet onlardan birine ölüm gelip çattı­ğında iyani, dünyadan çıkmadan, ölüm meleğini gördüğü ölüm anında} "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyen kimselere tevbe yok {yani, böylelerinin tevbesi kabul edilmez, günahları bağışlanmaz}. (Nisâ/18)

Nitekim boğulurken îmân ve tevbe eden Fir'avn'm îmânı ve tevbesi kabul edilmemişti. O, "Ben de İsrâîloğul-lan'nm îmân ettiği Allah'tan başka ilah olmadığına îmân ettim ve ben Müslümanlardanım" demişti, fakat onun bu îmânı kabul olunmamıştı. ve kâfir olarak ölenlere de tevbe yok {yani, Allah böylelerinin de tevbesini kabul etmez, günahlarını bağışlamaz}. Biz onlar için {yani, şirk içindeyken ölüm gelip çattığında tevbe eden ve kâfir olarak Ölen kimseler için) elim bir azap hazırlamışızdır.  (Nisâ/18)

Tahrîm sûresinde de mü'minlerin durumlarını söz ko­nusu ederek Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ey îmân edenler! Allah'a nasuh bir tevbe ile {yani, bütün günahlarınızdan samimi bir tevbeyle: pişmanlık duyarak ve bir daha o günaha dönmemeye ; azmederek} tevbe edin! Olur ki {Allah hakkında kullanılan ıasâ [olur ki] kelimesi, vücub ifade eder, yani Yüce Allah bu kabil buyruklarında va'dte bulun­maktadır} Rabbiniz kötülüklerinizi (yani, tevbe etti­ğiniz takdirde bütün günahlarınızı} örter, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. (Tahrîm/8)

Birinin malını haksızca almanın tevbesi, onu geri iade etmek ve pişman olmaktır.

Nûr sûresinde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ey îmân edenler! Topluca Allah'a tevbe edin {yani, sûrenin başından, bu âyete kadar sayılan Allah'ın nehyettiği zenblerden/günahlardan tevbe edin} ki felaha eresiniz. (Nûr/31)

Âl-i İmrân sûresinde de şöyle buyurmaktadır:

Ve onlar ki, bir fahişe {yani, zina} işledikleri yahut nefislerine zulmettikleri {yani, zinadan hafif olan Öpmek, dokunmak, bakmak gibi günah fiilleri yap­tıkları} vakit Allah'ı {ve O'nun huzuruna çıkacaklarını} hatırlayarak hemen günahları için bağışlanma dilerler. -Zaten günahları Allah'tan başkakim bağışlar ki {yani, O'ndan başka günahları ba­ğışlayacak yoktur}- Hem onlar yaptıklarında {ya­ni, işledikleri ma'siyetler üzerinde} bile bile {yani, onun ma'siyet olduğunu bilerekj ısrar etmezler {yani, ma'siyet olduğunu bildiği halde o işi yapma-,   ya devam etmezler, aksine hemen vazgeçip tevbe ederler}. îşte bunların {yani, günahlarından tevbe edenlerin} mükâfaatı, Rabb'lerinden bir mağfiret {yani, günahları için bağışlanma} ve altından ırmaklar akan cennetlerdir ki orada ebediyyen kalacaklar {yani, o cennetlerde ebediyyen kalacak ve Ölmeyeceklerdir). Amel işleyenlerin {yani, günah­lardan tevbe edenlerin} ecri {yani, mükâfaatı olan cennet} ne güzeldir. (Al-i İmrân/135-136)

Yüce Allah Nisa sûresinde de şöyle buyurmaktadır:

Kim bir kötülük {yani, bir günah} işler yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı gafur, rahim bulur. (Nisâ/110)   

Dedi: İbn Mes'ûd dedi ki: "Bu âyet [Nisâ/110] ile Âl . İmrân süresindeki, Ve onlar bir fahişe işledikleri... (Âl-İmrân/135) âyeti karşılığında kırmızı tüylü develere sa hib olmak beni asla sevindirmezdi."

Bakara sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Kuşkusuz Allah çok tevbe edenleri {yani, günahlarından dönenleri} ve çok temizlenenleri sever. (Ba­kara/222)

Mukâtil dedi ki: Allah çok tevbe edenleri sever ve sev­diği kimselere de azab etmez.

Dedi: Yine Mukâtil bize İbn Abbas'tan tahdis edip de­di: "Üç kişinin dışında herkesin tevbesi makbuldür: İblis (küfrün başı); kardeşinin katili Âdem'in oğlu Kabil (hata­nın başı) ve bir nebiyi öldüren kimse."

Dedi: Tevbe kapısı, batı tarafında kırk senelik bir me­safe genişliğinde açık durmaktadır. Güneş o kapıdan do­ğuncaya kadar o kapı kapanmayacaktır. [190]

 

Haram Yoldan Gerçekleştirebilmesine Rağ­men Allah Korkusuyla Şehvetinden Vazge­çen Kimse İçin Allah'ın Hazırladıkları

 

Rahman sûresinde Yüce Rabbimiz buyuruyor ki:

Rabbinin makamından korkana {yani, dünyada Allah korkusuyla, âhirette azız ve celîl olan Rabbi­nin huzurunda hesab vermek için durmaktan korktuğu için haram yolla elde edebileceği şehve­tinden dünyada iken vazgeçen kimse için! iki cen­net vardır. (Rahmân/46)

Nebi (s.a) buyurdu ki: "İki cennetin ne olduğunu bili­yor musunuz? Bunlar çok güzel bostanlar içerisinde bulu­nan iki bostandır. Her bostan yüz yıllık mesafededir. Her birinin ortasında bir ev, her evde de nur üstüne nur var­dır. Nimetlerle ve yeşilliklerle dolu sallanan dalları olan ağaçların bulunmadığı hiçbir bahçe yoktur. Bunun yeri de sabit, dalı da sabit, ağaçları da sabittir."

Nâziât sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Rabbinin makamından {yani, Rabbinin huzurunda hesab vermek üzere durmaktanl korkup nefsini hevâdan nehyedene {yani, yalnızken işleyebileceği  bir haramı nefsinin arzusuna rağmen Allah kor­kusuyla terkedene} gelince, hiç kuşku yok ki onun me'vâsı cennettir {yani, onun varacağı-barmacağı yer cennettir}. (Nâziât/40-41)

İşte bu âyetler, gerçekleştirme ya da işİPme güç ve im kanına sahib olmasına, kendisini de kimsenin görmeme sme rağmen, Allah korkusuyla haram arzusunu gerçek leştırmekten ya da ma'siyet işlemekten vazgeçen kimse ler hakkındadır. [191]

 

Neseb Ve Sıhriyet Sebebiyle Evlenîlmesi Haram Olanlar

 

Nisa sûresinde Yüce Allah şöyle  buyurmaktadır:

Size şunlarla evlenmek haram kılındı-Anneleriniz (ve annelerinizin annesi ve geriye doğru diğer ni        neleriniz}, kızlarınız {ve ne kadar aşağıya inerse femsin onların kızları}, halalarınız {fakat hala kızı ..         helâldir}, teyzeleriniz (fakat teyze kızı helâldir} er kek kardeşlerinizin kızları {ve ne ka^ar aşağıya inerse insin onların kızları}, kızkardeşlerinizin kız-lan {ve ne kadar aşağıya inerse insin onların kız­ları}, sizi emziren süt anneleriniz {dedi: Bir kadın 'bir erkek çocuğu, iki yaşma girmeden önce bir ke­re dahi emzirecek olsa, o kadın o çocuğa haram olur. Dedi: Alı b. Ebî Tâlib (a.s) dedi ki- «Sütten ?       kesilmeden sonra, süt e.nme yoktur"}, süt hemşirelerıniz {yanı, süt annelerinizden doğmuş ve başka larmdan doğma emzirdikleri süt kızkardeşleriniz} (Nisâ/23)

Aynı zamanda küçük çocuğun süt emmesi dolayısıyla kızlar haram olurlar.

Dedi: Bize Mukâtil tahdis edip ded". ki: Süt annenin erkek çocuklarının, süt emen erkek çocuğun kızkardeşle nyle evlenmelerinde bir sakınca yoktur, çünkü araların­da neseb yoktur. Şayet süt annenin kendi kocasından erkek çocukları varsa, başkasından doğma süt emzirdiği kız çocuğunun süt annenin erkek çocuklarından herhangi birisinin, süt emzirdiği kızla evlenmeleri caiz değildirj Çünkü bu onların ana-bir kızkardeşleri demektir.           

Dedi: Süt annenin kocası dört kadınla evlense ve yüz tane de cariyesi bulunsa, bunların da kız çocukları olsa bu kız çocuklarının onun hanımıirn emzirdiği erkekle ev­lenmeleri helâl olmaz. Çünkü erkek çocuğun süt anneden emdiği süt, onun/babanın tarafmdandır.[192]

Dedi: Bize Mukâtil el-Hakem b. Uteybe'den (asılda, Umâre şeklindedir), o İbrahim'den, o Ömer b. el-Hat-tab'tan, o da Rasûlullah'tan naklen dedi ki:

Neseb yoluyla (kendileriyle evlenilmesi) haram olan, süt yoluyla da haram olur.

Dedi: Bize Hammad'tan, o İbrâhîm Nehaî'den, o Alka-me b. Kays'tan, o da İbn Mes'ûd'tan dedi ki: "Et ve kemik yapan iki yıllık süre içerisindeki emmekten dolayı ha-ramlık söz konusudur. Sütten kesildikten sonra emmekte haramlık söz konusu değildir. İki yıl içerisinde ise bir em­me dahi haram kılar."

Eşlerinizin anaları {nitrikleri belirtilmeyerek müphem bırakılmıştır. Dolayısıyla hammıy'a ister gerdeğe girmiş olsun, ister girmemiş olsun, onun annedi kendisine haram olur}, kendileriyle zifafa girdiğiniz eşlerinizden olup himayenizde bulunan üvey kızlarınız {yani, hanımlarınızın başka kocalardan olma kızları) -eğer analarıyla zifafa girmemişseniz {yani, onlarla cima etmemiş seniz} onlarla evlenmenizde bir vebal yoktur- {yani, eğer başka kocalardan olma üvey kızlarınızın anneleriyle ger­değe girmemiş iseniz, o kızlarla evlenmenizde si­zin için bir vebal yoktur. Şayet, analarıyla gerdeğe girerseniz, üvey kızlarınızla evlenmek haram olur. Fakat kocanın babasının yahut oğlunun, hanımı­nın annesi ve üvey kızı ile evlenmesinde bir sakın­ca yoktur}... (Nisâ/23) [193]

 

Oğulların Eşlerinin Babalara, Babaların Eşlerinin De Oğullara Haram Kılınması

 

Yüce Allah buyuruyor ki:

(Size şunlarla evlenmek haram kılındı): öz oğul­larınızın hanımları... {yani, babaların, oğullarının  hanımlarıister onlarla gerdeğe girmiş, ister girmemiş olsunlar- ile evlenmeleri haramdır}. (Nisâ/23)

Maksat, kişinin sulbünden olan oğlunun hanımı olup, evlatlığının hanımı değildir. Çünkü Nebî (s.a), Zeyd b. Hârise'yi evlat edinmişti. Zeyd onun sulbünden değildi. Boşadıktan sonra Zeyd'in hanımı ile evlenmişti. Yahudi­lerle münafıklar bunu ayıpladı. Bundan dolayı Allah Te-âlâ, "Öz oğullarınızın" buyurmuştur.

Yüce Allah babaların zevcelerini oğullara haram kıla­rak şöyle buyurmaktadır:

Babalarınızın nikahladığı {yani, evlendiği} kadın­ları nikahlamayın {yani, onlarla evlenmeyin}. An­cak geçmiş olan müstesna {yani, haram hükmü inmeden önce geçmiş olanlar müstesna}. Şüphe yok ki o, bir fahişe {yani, bir ma'siyet} idi, iğrençti {yani, Allah'ın buğzettiği bir işti} ve kötü bir yoldu {yani, kötü bir meslekti/âdetti}. (Nisâ/22)

Buna göre kişinin hanımı oğluna -baba onunla gerde­ğe girsin girmesin- haramdır.

Size şunlarla evlenmek haram kılındı): ...iki kız-kardeşi birlikte almanız {yani, iki kızkardeşi nikâ­hınız altında bulundurmanız}. Ancak geçmiş olan müstesna {yani, haram hükmünden önce geçmiş olanlar müstesna}. Kuşkusuz Allah gafurdur ra­himdir {yani, haram hükmü verilmeden önceki uy­gulamalara karşı, Allah bağışlayıcı ve merhamet­lidir}. (Nisâ/23)

"Geçmiş olan müstesna" denilen her hususu, câhiliye dönemi insanları yapıyorlardı.

Dedi: Bir kişinin, mülkiyeti altında bulunan ve kardeş olan iki câriye ile ilişkide bulunması helâl değildir. Onlar­dan birisini bir başkasıyla evlendirmesi icab eder. [194]

 

Kadınları Zorla Evlendirmeyi,Miras Olarak Devralmanın Haram Kılınması

 

Câhiliye dönemi insanlarından ve islâm'ın ilk yılla­rında En&ar'dan bazıları, mirasçısı oldukları ölen adamın geriye bıraktığı kadının üzerine bir örtü atar ve böylece —ölenin ödediği mehrin misliyle- onunla evlenme ya da onu evlendirme hakkına -kadının arzusu hilafına- sahib olurdu. Şayet kadın, mirasçı tarafından üzerine bir Örtü atılmadan önce akrabalarının yanına gidecek olursa, iste­diğini tercih edebiliyordu. Bu durumda olan bazı kadınlar Nebî'ye (s.a) gelerek, "Ey Allah'ın Rasûlü!" dediler, "Ne bizim yanımıza geliniyor, ne bize nafaka verilip ihtiyaçlarımız karşılanıyor, ne de başkasıyla evlenmek üzere ser­best bırakılıyoruz." Bunun üzerine Yüce Allah şu âyeti inzal buyurdu:

Ey îmân edenler! Kadınlara zorla {yani, onlar iste­medikleri halde) mirasçı olmanız {yani, istemedik­leri halde onlarla evlenmeniz veya onları evlendirmeniz} size helâl olmadığı gibi... (Nisâ/19)

Böylece, arzularının hilâfına kadınlarla evlenmek ya da onları evlendirmek haram kılındı. [195]

 

Dörtten Fazla Hür Kadınla Evlenmenin Haram Kılınması          

 

Yüce Allah buyuruyor ki:

Muhsan [evli-hür] kadınlar da size haram kılındı, sahib olduğunuz cariyeler müstesna. (Nisâ/24)

Yüce Allah anneler, kızlar, kızkardeşler ve âyetin so­nuna kadar sözü edilen kimselerin yanısıra, muhsan {ya­ni, hür! kadınlarla evlenmeyi de haram kıldı. Aynı şekil­de, neseb ve sihri akrabalık yoluyla haram olan her hür kadın da haramdır. Sonra Yüce Allah muhsan kadınlar­dan istisnada bulunarak, Sağ ellerinizin mâlik oldukları müstesna (NisâV24) buyurdu, ki bu da, Nisa sûresinin baş taraflarında belirtilen dört hür kadındır:

Size helâl olan /hoşunuza giden kadınlardan iki­şer, üçer, dörder nikahlayın. (Nisâ/3)...işte bunlar, Allah'ın size yazdıklarıdır {yani, dört kadını helâl kılmakla Allah'ın size farzlarıdır). Bunların hâricindekileri ise, iffetinizi koruyup {açıktan açığa} zina etmeksizin, {gücünüzün yettiği kadarı ile} mallarınızla istemeniz {yani, cariyeleri satın almanız} size helâl kılındı. (Nisâ/24) [196]

 

Muta Nikâhının Haram Kılınması

 

Nisa sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

O halde hangilerinden istifâde ettinizse, ücretlerini  verin! (Nisâ/24)

Dedi: Kasdedilen, İslâm'ın ilk dönemlerinde uygulan­makta olan mut'a nikâhıdır. RasûluUah (s.a) bunu üç gün helâl etmiş, sonra da haram kılmıştı.

Dedi: İslâm'ın ilk dönemlerinde erkek kadına gider ve ona, "Seninle şu kadar gün ve şu kadar ücret karşılığında mut'a yapacağım" deyip, günleri ve süreyi tesbit ederdi. Söz konusu süre tamamlanınca, erkek belirlenen ücreti ona öderdi. İşte Yüce Allah'ın, O halde hangilerinden {ya­ni, hür kadınların hangilerinden belli bir süreye kadar} istifâde ettinizse, ücretlerini {yani, tesbit ettiğiniz ücretle­rini} verin! buyruğu bunu ifade etmektedir. Erkek kadı­na, üzerinde ittifak ettikleri ücreti verdimi, boşamaya ge­rek olmaksızın ondan ayrılırdı. Daha sonra Yüce Allah bir başka şart söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:

Onun miktarını tayin ettikten sonra, rızalaştığınız-da da size bir cünah yoktur. (Nisâ/24)

Şöyle ki: Aralarında tesbit ettikleri süre tamamlandı-mı, erkek üzerinde anlaştıkları ücreti verir, ardından da, "Bana günleri artır, ben de senin ücretini artırayım" der­di. Kadın da arzu ederse, nikâhın süresini uzatırlardı. İş­te Yüce Allah'ın, Onun miktarını tayin ettikten sonra, rı-zalaştığınızda da size bir cünah yoktur buyruğu bunu anatmaktadır. Belirlenen süre tamamlandımı, eşler ayrılır­lardı. Kendisiyle mut'a yapılan kadın için ne boşama, ne iddet, ne de miras söz konusu olurdu. Daha sonra mut'a nikâhı, talâk, iddet (bkz. Mâide/201) ve miras âyeti ile (bkz. Nisâ/12) neshedildi. Böylelikle Yüce Allah boşanan kadın için iddet ve -eşlerden biri öldüğü takdirde de- mi­ras tesbit etti. Bugün kim mut'a nikâhı yaparsa, bilsin ki o, Yüce Allah'ın ve O'nun Rasûlü'nün fs.a) haram kıldığı bir iştir. [197]

 

Ehl-İ Kitab Ve Müşrik Araktan               

Zinakâr Cariyeleri                           

Nikahlamanın Haram Olduğu

 

Muhacirler Medine'ye geldiklerinde sıkıntı ve darlık içinde bulunuyor idiler; Medine'de o gün için malları, ya­kınları yoktu. Ehl-i Kitab'tan bazı kadınlar ile Ensar'ın bazı müşrik cariyeleri ücret karşılığında fuhuş yapıyor­lardı. Bu kadınlar, zinakâr oldukları bilinsin diye kapıla­rına bir alamet koyarlardı. Bunlar Medine'nin en zengin­leri idiler. Muhacirlerin fakirlerinden bazıları Nebî'ye (s.a), "Bunlarla evlenmemiz uygun olur mu? Böylece onla-rm kazançlarından istifâde ederiz. İhtiyacımız kalmadı­ğında da onları bırakırız" dediler. Bunun üzerine, Yüce Allah -onlarla evlenmenin haram olduğuna dâir- şu âye­ti inzal buyurdu:

Zina eden erkek, zina eden bir kadından yahut müşrik bir kadından başkasını nikahlamaz {yani, Ehl-i Kitab'tan zinakâr bir erkek, (Ehl-i Kitab zi­nakâr bir kadından) [198] ya da müşrik Arab câriyeden başkasını nikahlamaz}. Zina eden kadını da (yani, Ehl-i Kitab'tan zinakâr bir kadını ve müşrik Arab cariyelerden birini de} zina eden bir erkek ve­ya müşrik bir erkekten başkası nikahlamaz. Bu {yani, açıktan açığa zina eden kadınlarla evlen­mek}, müzminlere haram kılınmıştır. (Nûr/3) [199]

 

Ehl-İ Kitab'tan Olmayan Müşrik Kadınları Nikahlamanın Haram Kılınması

 

Bakara sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Müşrik kadınları {yani, Ehl-i Kitab'tan olmayan müşrik kadınları} îmân {yani, Allah'ın birliğini tasdik} edinceye kadar nikahlamayın [yani, onlar­la evlenmeyin}. Mü'min bir câriye {yani, Müslü­man bir erkek için, Allah'ın birliğini tasdik eden bir câriye ile evlenmek}, müşrik {yani, Ehl-i Ki­tab'tan olmayan müşrik} bir kadından {yani, böyle bir kadınla evlenmekten! -o kadın hoşunuza gitse bile- elbette daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere {ya-/ ni, Ehl-i Kitab olsun veya olmasın müşrik erkekle­re} de -îmân {yani, Allah'ın birliğini tasdik} edin­ceye kadar- nikahlamayın {yani, mü'min kadınları nikahlamayın}. Mü'min bir köle, müşrik bir erkekten -o hoşunuza gitse bile- elbette daha hayırlıdır. Onlar sizi ateşe çağırırlar. (Bakara/221)

Müslüman kadının, Ehl-i Kitab'tan olsun, başkaların­dan olsun müşrik bir erkekle evlenmesi helâl değildir. Müslüman bir erkeğin de Ehl-i Kitab olmayan müşrik bir kadınla evlenmesi helâl değildir. Fakat Ehl-i Kitab'tan hür ve iffetli kadınlarla evlenmekte bir beis yoktur.

Dedi: Kölenin, hanımefendisi ile evlenmesi helâl de­ğildir; fakat başkasına ait bir köle ile evlenmesinde bir sakınca yoktur. [200]

 

Müslümanlara Bekar Erkek Ve Kadınları Evlendirmekle Emrolunmaları

 

Nûr sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

İçinizden dulları {yani, eşleri olmayan hür erkek ve kadınları! ve kölelerinizden-câriyelerinizden sâ-lih olanları {yani, mü'min köle ve cariyelerinizi de) evlendirin! (Nûr/32)

Ardından, daha önce ele alınmış hürleri tekrar söz ko­nusu ederek şöyle buyurmaktadır:

Eğer onlar (yani, hürleri fakir iseler Allah onlara fazlından genişlik verir. Ve Allah vâsidir, alimdir. ,

(Nûr/32)

Dedi: Ömer b. el-Hattab (r.a) dedi ki: Yüce Allah'ın ki­tabında, Eğer onlar fakir iseler Allah onlara fazlından ge­nişlik verir buyruğundan sonra, evlenmekle zenginlik arayan kimse gibisini görmedim.[201]

Bize Mukâtü 'Amr b. Şu'ayb'tan, o babasından, o da : dedesinden tahdis edip dedi: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki:

Yüce Allah'ın helâl kıldıkları arasında nikâhtan daha çok sevdiği, talâktan daha çok hoşlanmad ğı bir şey yoktur.

Mukâtü dedi: Kölenin câriye edinmesi helâl değildir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Onlar ki, ferclerini muhafaza ederler. Eşlerine ya­hut sağ ellerinin mâlik olduklarına karşı müstes­na. Çünkü onlar bundan dolayı kınanmazlar.  (Mü'minûn/5-6)

Kölenin sağ elinin bir şeye sahib olması söz konusu değildir. Çünkü kölenin kendisi de, malı da efendisine aittir. Bir kadının ise, iki erkeğe helâl olması, zâten söz konusu olamaz. Ayrıca kölenin, dört kadın ile evlenmesi de helâl değildir. O ancak iki câriye veya iki hür kadın yahut da biri cîriye, diğeri hür iki kadın ile evlenebilir.

Dedi: Bize Mukâtü 'Amr b. Şu'ayb'tan, o babasından, o da dedesinden Nebî'nin şöyle buyurduğunu rivayet etti:

Veli olmaksızın nikâh olmaz. Veliden maksat, baba tarafından yakın akrabalardır.

Mukâtü dedi: Eğer kadının velisi yoksa, sultan (İslâm devletinin yetkilileri) velisi olmayanın velisidir.

Dedi: Nebî (s.a) buyurdu ki:

Dört kişi hazır olmadan nikâh olmaz: Koca, velî ve iki şâhid.

Dedi: Bize Mukâtü ez-Zührî'den, o Ebû Seleme'den, o da Ebû Hureyre'den şöyle rivayet etti: "Bir adam, isteme­diği halde kızını evlendirdi. Nebî (s.a), onları birbirinden ayırdı."

Dedi: Bize Mukâtü Abdullah b. Zekvan'dan, o Sa'îd b. el-Müsey\eb'ten, o da Nebî'den (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet etti

Babaları olsun veya olmasın, evlilikleri hususunda kadınların görüşlerini alın. Dul bir kadın, görüşü alınmadan nikâhlanamaz, bakire kız da izni alın­madan nikâhlanamaz.

Dedi: Bakirenm izni susmasıdır.

Dedi: Ayrıca bize Mukâtil 'Amr b. Şu'ayb'tan, o baba­sından, o da dedesinden Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet etti:

Bir kadın halası ve teyzesi ile birlikte aynı nikâh altında tutulmaz. [202]

 

Hür Erkeklere, Dört Hür Kadınla Evlenmenin Helâl Kılınması

 

Şanı yüce Allah'ın, Kuşku yok ki yetimlerin mallarını zulm ile yiyenler, karınlarına ancak ateş yemiş olurlar (Nisâ/10) buyruğu nazil olunca Müslümanlar, yetimlerin evlerinden ve onlara ait olan mallardan -günaha düşmek korkusuyla- uzak durdular. Fakat hepsinin, yetime ayrı bir mesken ve gerekli şeyleri ayırma imkânı yoktu. Bu da hem onlar, hem yetimler için bir zorluk teşkil etti. Ne­biye (s.a) mesken, yiyecek ve benzeri hususlarda yetim­lerle bir arada olmanın durumunu sordular. Bunun üzeri­ne, Bir de sana yetimleri {yani, onlarla bir arada bulun­mayı} sorarlar. De ki: "Onları ıslâh etmek hayırlıdır. Şayet onlarla bir arada yaşarsanız, onlar sizin kardeşleriniz-dir" (Bakara/220) buyruğu nazil oldu ve onlarla bir arada oturup kalkmaya izin verdi.

Bu sefer yetimlerle bir arada olmaları hâlinde, nelerin sakıncalı olmadığım sordular, fakat günahı bundan daha büyük bir işle ilgili soru sormadılar. Çünkü onlardan ki­milerinin nikâhı altında adaletli davranmadıkları hür sekiz, hatta on kadın bulunabiliyordu. Bunun üzerine, Nisa süresindeki şu âyet nazil oldu:

Eğer yetimler hakkında kist yapamamaktan {ve bunun günahından} korkarsanız, (nikâh hususun­da adil olun, kadınlar arasında da adaletli davra­nın ve} size helâl olan I hoşunuza giden kadınlar-'-: dan ikişer, üçer, dörder nikahlayın {yani, ikişer, üçer, dörder evlenin -böylece dörtten fazlasının helâl olmadığını bildirdi-}. Şayet adalet {yani, iki, üç ve dört kadın arasında, günleri paylaştırma ve nafaka hususunda adalet} yapamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir tane (nikahlayın) {yani, evlenecek kişi bir kadın ile evlensin ve böylece gü­naha girmekten kurtulsun} yahut sağ ellerinizin mâlik olduklarını (nikahlayın) {yani, eğer tek ka­dına da iyi davranamayacağınızdan korkarsanız, câriye edinin}. Şu, sapmamanız için en yakındır {yani, bu, haktan uzaklaşmamanız için daha uy­gundur}. (Nisâ/3)

Dedi: Bize Mukatil, Abdu'l-Hamid b. Vâsü'dan, o Şehr b. Havşeb'ten, o da Ebû Hureyre'den rivayetle dedi ki: "Kimin dört ya da bundan aşağı sayıda hanımı bulunur da aralarında adalet yapmayacak olursa, Kıyamet Gü-nü'nde bir yanı eğik olarak gelir. Tıpkı dünyada iken on­lardan birini diğerlerine tercih ettiği gibi."

Bize Mukâtil'in el-Hakem [203] ile İbrahim'den rivayet ettiğine göre, nikâhı altında bir Müslüman, bir Yahudi, bir de Hristiyan kadın bulunan bir kişi hakkında şöyle dediler: "Günleri paylaştırmakta aralarında eşit davran­ması gerekir, fakat ölürse miras Müslüman hanımına ait olur. Çünkü Müslüman erkek ile Ehl-i Kitab kadın ara­sında veraset olmadığı gibi, Müslüman erkek ile câriye arasında da veraset olmaz."

Dedi: Bize Mukâtil ed-Dahhak'tan, o da 'Ali'den (r.a) rivayetle dedi ki: "Hür-Müslüman bir erkeğin hür kadın üzerine câriye ile evlenmesi helâldir. Câriye üzerine hür kadın ile evlenmesinde de bir sakınca yoktur. Ancak hür kadına iki gün, cariyeye de bir gün ayırır. Nafaka husu­sunda da böyledir."

Mukâtil'in bir adamdan, onun Sa'îd b. el-Müsey-yeb'ten, onun da Ebû Hureyre'den rivayet ettiğine göre Nebî'ye soruldu:

— Dörtten fazla kadınla evlenen, sonra kendisi de ha­nımları da Müslüman olan bir müşriğin durumu nedir?

Nebî şöyle cevab verdi:                              

— O kişi, kadınlardan dört tanesini seçer. [204]

 

Ehl-İ Kîtab'tan Hür Kadınlarla Evlenmenin Helâl Kılınması

 

Mâide sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Bugün size tayyibât helâl kılındı. Kendilerine Ki­tab verilenlerin taamı {yani, kestikleri de} size he­lâl, sizin taamınız da onlara helâldir. Mü'min ka­dınlardan muhsan olanlar ile sizden önce Kitab verilenlerden muhsan kadınlar da -iffetinizi koru­manız {yani, hayasızlıktan uzak durmanız}, zina etmemeniz {yani, açıktan açığa zina etmemeniz}, gizli dost edinmemeniz {yani, gizlice zina etmek üzere dost edinmemeniz} ve mehirlerini vermeniz şartıyla- size helâldir {yani, bu şartlarla, hür olan Yahudi ve Hristiyan kadınların iffetli olanlarıyla evlenmeniz helâldir}. Kim îmânı {yani, Müslüman­ların kendileriyle evlendikleri Ehl-i Kitab kadınla­rı arasından kim tevhidi} inkar ederse, ameli boşa gitmiş olur ve o, âhirette zarara uğrayanlardandır. (Mâide/5)

Bununla kasdedilen Ehl-i Kitab kadınlarıdır. Çünkü onlar şöyle demişlerdi: "Allah bizim amellerimizden razı olmamış olsaydı, bizim Müslümanlarla evlenmemizi helâl kılmazdı."

Dedi: Bize Mukâtil Hammad b. el-Hakem'den, o da İb-râhîm'den rivayetle dedi ki: "Hür-Müslüman bir erkeğin, hür-Müslüman kadın üzerine, Yahudi ya da Hristiyan bir kadınla evlenmesinde bir sakınca olmadığı gibi, Ehl-i Ki­tab olan hür dört kadınla evlenmesinde de, onlardan câri­ye edinmesinde de bir sakınca yoktur."

Kölenin Ehl-i Kitab'tan bir câriye ile evlenmesi mek­ruhtur; çünkü onun çocuğu da köle olur. Şayet evlenir ve ondan çocuğu olursa, hoşuna gitsin ya da gitmesin efendi­sinden satın alınır ve kıymetini ödeyinceye kadar efendisi adına çalıştırılır, sonra da hürriyetine kavuşur. [205]

 

Hür Kadınla Evlenecek İmkânı                  

Olmayan Hür Erkeklerin                   

Cariyelerle Evlenmesinin Helâl Kılınması

 

Nisa sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

içinizden muhsan kadınları nikâhlamaya güç yetiremeyenler {yani, hür-mü'min erkeklerinizden, hürmü'min kadınlarla evlenecek maddî imkâna sahib olmayanlar}, mü'min cariyelerinizden alsın. (Nisâ/25)

Bu ifade gereğince hür-mü'min erkeğin, Ehl-i Ki-'tab'tan bir câriye ile evlenmesi helâl değildir.

Sonra Yüce Allah mü'min cariyelere öncelik tanıması­nın sebebini açıklamak üzere buyuruyor ki:

...Allah îmânınızı çok iyi bilir. Siz birbirinizdensiniz {yani, bu adam Ötekinin câriyesiyle, öteki adam da diğerinin câriyesiyle evlensin}. Onun için, zinadan kaçınan {yani, açıkça zina işleme­yen}, gizli dost edinmeyen {yani, gizlice zina ede­cekleri dostlar edinmeyen), namuslu (yani, iffetle­rini koruyan) kadınlar olmaları halinde onları {yani, cariyeleri) ehllerinin {yani, sahihlerinin} iz­niyle nikahlayın. Mehirlerini de macrûf (yani, kar­şılıklı rıza ile belirlendiği şekilde} kendilerine ve­rin! Şu (yani, cariyelerle evlenmek}, içinizden günaha girmekten (yani, dîninde günaha girmekten -ki o da zinadır-} haşyet duyanlar içindir. Bunun­la birlikte, sabretmeniz {yani, cariyelerle evlenme­meniz} sizin için daha hayırlıdır. Allah gafurdur (yani, câriye ile evlenenlere karşı bağışlayıcıdır), rahimdir {yani, hür bir kadını nikahlayacak imkâ­nı bulamayan kimselere cariyelerle evlenme ruh­satım vermekle merhamet göstermiştir -ancak ,  imkânı olan kimselerin cariyelerle evlenmesi helâl  değildir- Allah size açıkça {yani, helâli-haramı açıkça} bildirmeyi, sizi sizden öncekilerin sünnetlerine iletmeyi (yani, size sizden önceki mü'minlerin uiıi \ anneleri, kızları ve ilgili âyetin (Nisâ/23) sonuna kadar belirtilenleri haram kıldığına dâir şerli hü­kümleri öğretmeyi! ve tevbelerinizi {yani, haram hükmü inmeden önce onları nikahlamanız dolayı­sıyla ettiğiniz tevbeleri) kabul etmeyi irâde ediyor. Allah alimdir, hakimdir. Allah size dönmeyi irâde ederken, şehvetlerine uyanlar {yani, Yahudiler) ise, sizin büyük bir meyille meyletmenizi {yani, hür bir kadınla evlenebilme imkânı bulamayan kimseler için cariyelerle evlenme ruhsatı hususunda sap­manızı} irâde ediyorlar {zira Yahudiler, baba-bir kızkardeşin kızını nikahlamanın helâl olduğunu ileri sürmüşlerdir. İşte, "Sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi isterler" buyruğu ile kasdedilen budur}. Zaten insan zayıf yaratılmıştır {yani, cinsel duygu­larına karşı direnemez ve onlardan uzak kalmakta zorlanır}. (Nisâ/25-28)

İşte bu sebebten ötürü Yüce Allah, zinaya düşmesin­ler diye cariyelerle evlenmeyi onlara helâl kılmıştır.

Hür bir kadınla da, câriye ile de evlenecek imkânı bu­lunmayan kimse ise sabredip Yüce Allah'ın Nûr sûresin­de belirttiği gibi hareket etmelidir:

Nikâha gücü olmayanlar {yani, evlenecek maddî imkânı bulamayanlar) da, Allah fazlından kendi-_ terine {helâl yoldan} bir genişlik verinceye kadar if­fetlerini (yani, zinadan uzak durarak iffetlerini} korusunlar! (Nûr/33)

Dedi: Bize Mukâtil ed-Dahhak ve 'Atâ'dan, onlar da Ibn Abbas'tan, bir kadın ile zina edip, sonra da onunla evlenmek isteyen bir kişi hakkında şöyle dediğini rivayet ettiler: "Onların evlenmeleri helâldir; fakat onun öncesi zina, sonrası nikâhtır. Her ikisinin de tevbe etmeleri, zina edip de evlenmeyen ve zinalarından dolayı tevbe eden­lerin tevbelerinden daha hayırlıdır. Ardmdan_da, Ey îmân edenler! Allah'a topluca tevbe edin ki felah bulaşı­nız (Nûr/31) âyetini okudu."

Dedi: Bize Mukâtil Abdullah b. Zekvan'dan, o Sa'îd b. el-Müseyyeb'ten, o da Ebû Bekr es-Sıddîk'tan (r.a) şöyle rivayet etti: "Ona, Kureyşli Zeyneb bt. Erkanı ile zina eden Kureyşli Matar b. el-Esved getirildi. Her ikisi de muhsan değillerdi. Onlara hadd vurdu, sonra da onları evlendirdi."

Dedi: Yine bize Mukâtil Katâde'den, o Süleyman b. Yesâr'dan, o da İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etti: "Bir adam nikâhı altındaki cariyeyi boşarsa, câriye ondan bâin talâkla boşanmış olur. Sonra onu satın alacak olur­sa, -sahibi olması sebebiyle- onunla cima edebilir."

Dedi: Yine bize 'Atâ'dan, onun da İbn Abbas'tan nak­lettiğine göre Nebî (s.a) şöyle buyurmuştur:

Bir câriye ile nikâhlı olan kimse, onu iki talâk ile boşadıktan sonra câriye hürriyetine kavuşturulur da iddeti içerisinde onunla evlenirse, ona helâl olur ve onun yanında tek bir talâk hakkı ile kalır.

Şayet onunla evlenmeden önce iddeti bitecek olursa, bir başkasıyla evlenmedikçe ona helâl olmaz. [206]

 

Müslümanların Çımayı, Elbise Ve Yemeği Kendilerine Haram Kılmaktan Nehyedilmeleri

 

Rasûlulîah'ın (s.a) ashabından on kişi Osman b. Maz'ûn el-Cumahî'nin (r.a) evinde bir araya geldiler. Ara­larında 'Ali b. Ebî Tâlib, Ebû Bekr, Ömer, 'Abdullah b. Mes'ûd (r.a) da vardı. Kıyameti hatırladılar. Korktular, ağladılar Bu sebeble güzel yiyecekleri ve kadınları kendi­lerine haram kıldılar. Hatta erkeklik organlarını kesme­ye, kıl elbiseler giyip ruhbanlığa yönelmeye yahut da yer­yüzünde seyahat etmeye karar verdiler. Bu durum Ne-bî'ye (s.a) ulaştığında Osman'ın (r.a) evine geldi. O sırada onlar dağılmış bulunuyorlardı. Nebî (s.a) Osman'ın hanı­mına sordu:

— Osman ve arkadaşlarına dair bana ulaşanlar doğru mu?

Kadın, Nebî'ye (s.a) yalan söylemekten yahut da koca­sının hâlini açığa vurmaktan hoşlanmadı da dedi ki:

— Sana haber veren Osman ise doğru söylemiştir. Nebî (s.a) buyurdu ki:

— Geldiğinde kocana de ki: 'Ben oruç tuttuğum gibi, yeyip içerim de; namaz kıldığım gibi, uyurum da; kadın­lara da yaklaşırım. Benim sünnetimden yüz çeviren ben­den değildir.

Osman (r.a) geri döndüğünde hanımı kendisine Ne-bî'nin (s.a) sözlerini aktardı. Osman dedi ki:

— Demek ki bizim sözlerimiz Nebî'ye (s.a) ulaştı ve o bunlardan hoşlanmadı. Öyleyse Nebî'nin hoşlanmadığı şeyi terkedin!

Sonra Nebî'nin (s.a) yanına gittiler. Bunun üzerine, Mâide süresindeki şu buyruklar nazil oldu:    .

Ey îmân edenler! Allah'ın size helâl kıldığı tayyi-bâtı {yani, yiyecekleri, içecekleri, giyecekleri ve ci-mayı} haram kılmayın ve haddi {yani, erkeklik or­ganlarınızı kesecek kadar ileri gidip O'nun helâl kıldıklarını haram sayarak haddi} aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez. Allah'ın size ver­diği rızıktan helâl ve tayyib olarak yeyin ve Kendi­sine mü'minler olduğunuz Allah'a ittika edin (böy­lelikle kendilerine, O'na îmân ettiklerini haber vermektedir}. (Mâide/87-88)

Onlar da verdikleri kararı terkettiler ve Nebî'nin (s.a) sünnetine tâbi oldular. [207]

 

Hayızlıyken Kadınlardan               

Uzak Durulmasının Emredilmesi 

Ve Temizlendiklerinde Onlara               

Nasıl Yaklaşılacağı                                

 

Yüce Allah buyuruyor ki:

Sana ay hâlini soruyorlar. De ki: "O {yani, ay hâli) bir ezadır. Onun için ay halindeyken kadınlardan {yani, onlarla cima etmekten} itizal edin {çünkü bu haldelerken onlarla cima etmek haramdır!, tâ te­mizleninceye (yani, gusledinceyel kadar onlara yaklaşmayın {yani, onlarla cima etmeyin}. Temiz­lendikleri {yani, guslettikleri! vakit, Allah'ın size emrettiği yerden (yani, ay hâlinde iken size yasak olan fercten} onlara varın. Gerçekten Allah tevbe edenleri sever ve temizlenenleri {yani, hadesten, cü-nüblükten temizlenenleri} sever. (Bakara/222)

Dedi: Bu âyet nazil olunca Müslümanlar ay halindey­ken kadınları bulundukları evlerden başka bir yere çıkar­dılar. Durum Nebî'ye (s.a) ulaşınca şöyle buyurdu:

Size sadece ferclerinden uzak kalmanız emrolun-du.

Yahudiler Müslümanlara, "Kadınlarla cima, ancak sırtüstü yatmaları hâlinde helâl olur. Biz -Tevrat'ı kasde-derek— Allah'ın kitabında, kadınlarla sırtüstü olması dı­şında cima etmenin Allah nezdinde bir pislik olduğunu görüyoruz" dediler. Müslümanlar, Yahudilerin kendileri­ne söylediklerini Nebî'ye bildirince, Yüce Allah'ın şu buy­ruğu nazil oldu:

Kadınlarınız {yani, kadınlarınızın fercleri} sizin için bir harstır (yani, çocuk için bir tarladır}, O halde harsınıza {yani, çocuğun ekim yeri olan ka­dınların ferclerine} dilediğiniz gibi varın {yani, fercten olmak şartıyla, nasıl isterseniz öyle yakla­şın: ister yatarak, ister oturarak, ister diz çökmüş vaziyette, ister ayakta, ister arkadan, ister on-î den... nasıl arzu ederseniz kadınlarınızla öyle cima , edin} ve kendiniz için bir takdimde bulunun (bu-, nunla, çocuklar kasdedümektedir} ve Allah'a itti-, ka edin (önce onlara, "Hayızlıyken kadınlara yak­laşmayın" buyurarak öğüt vermekte, ardından da onları korkutarak şöyle buyurmaktadır:} ve bilin ki, muhakkak siz O'na mülâhi olacaksınız (O da size amellerinizin karşılığını verecektir}. Mümin­leri (yani, Allah'ın emir. ^rini, yasaklarını ve cen­neti tasdik edenleri} müjdele! (Bakara/222-223) Bize Mukâtil Katâde'den, o Enes b. Mâlik'ten, o da Rasûlullah'tan (s.a) şöyle buyurduğunu nakletti:

Kendisi hayattayken, ergenlik yaşına ulaşmadan üç çocuğu ölen kimse için onlar cehennem ateşine karşı bir perde olurlar.

Dedi: Nebî'den (s.a) bize şöyle buyurduğu ulaşmıştır: Her kim üç kız çocuğuna, yahut da o kadar sayıda hür kadına, yahut da iki kişiye bakacak ve ihtiyaçlarını karşılayacak olursa Allah onu cehennem ateşinden korur.                            

Dedi: Bize Mukâtil 'Amr b. Şu'ayb'tan, o babasından, o dedesinden, o da Nebî'den (s.a) şöyle rivayet etti:

Kadınlara dübürden yaklaşmak, küçük lûtîliktir. Mukâtil dedi: Zinakârm haddi ile lûtînin haddi aynı­dır; fakat lûtînin günahı -Allah nezdinde- daha büyüktür. Mukâtil 'Amr b. Şu'ayb'tan, o babasından, o da dede­sinden rivayet ettiğine göre Nebî (s.a) şöyle buyurmuştur: Her kim kan gelmekte iken hayızlı kadınla cima ederse, yarım dinar sadaka versin.

Dedi: Mukâtil, on günden fazla kan gören istihâzeli kadın hakkında dedi ki: Hayız günleri kadar bekler, -bu sürenin sonu ise on günün tamamlanmasıdır— sonra her gün Öğle namazı vaktinde bir defa gusleder ve bez bağlar, sonra namaz kılar. Her vakit namaz için ayrı abdest alır, kocası da ona yaklaşır.

Doğum yapıp kırk günden fazla kan gören kadın hak­kında da dedi ki: Ömer (r.a) şöyle dedi: "Kırk gün tamam­landığı halde kan gelmeye devam ederse o, istihâze kanı sayılır. Bu durumda kadın gusledip bez tutunduktan son­ra namaz kılabilir, kocası da ona yaklaşabilir."

Dedi: Mukâtil dedi: Böyle bir kadın istihâze kam gö­ren kadın durumundadır. Her gün öğle namazı vaktinde gusleder, sonra bez tutunur ve her vakit namaz için ayrı bir abdest alır. [208]

 

Kocalara, Kadınlarla Geçinme Emri

 

Nisa sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Onlarla ma'rûf üzere {yani, kadınlarla en güzel şe-kildei geçinin, şayet onlardan hoşlanmadınızsa, olabilir ki Allah hoşunuza gitmeyen bir şeyde bir­çok hayır takdir etmiştir. (Nisâ/19)

Şöyle kî: Kişi bazan hanımından hoşlanmadığı halde onu nikâhı altında tutar, arkasından Yüce Allah ona, o kadından bir çocuk ihsan eder ve daha önce hoşlanmadığı o kadma karşı bir sevgi yaratır yahut da adam o kadını boşar, başkası onunla evlenir ve evlenen o erkek, o kadın­dan pek çok hayır görebilir.

Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Allah'ın sizin için bir kıyam kıldığı mallarınızı ,  Yüce Allah'ın sizin geçiminizi ayakta tuta- cak bir unsur kıldığı mallarınızı} sefihlere {yani, câhillere: malın nasıl kullanılmasını gerektiğini bilmeyen kadınlara, küçük çocuklara! vermeyin! Bununla birlikte onları ondan mıhlandırın {yani, o maldan onlara bir şeyler verin}, giydirin ve onla­ra ma'rûf bir söz söyleyin (yani, "Sana şunu yapacağım, bunu yapacağım, ilerde malını sana teslim 'edeceğim, artık malını kendin çekip çevireceksintüründen güzel va'dlerde bulunun}! (Nisâ/5)

Bunun {sefih lafzının kullanıldığı) benzeri bir âyet de Bakara sûresinde yer almaktadır:

Şayet borçlu bir sefih (.....) ise... (Bakara/282)

Bize Mukâtil ed-Dahhak'tan, o da İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etti: "Kadınlar sefihlerin de sefihidir."

Yüce Allah Bakara sûresinde şöyle buyurmaktadır:

Onların lehlerinde de aleyhlerindeki ma'rûf hakka benzer bir hak vardır {yani, kocaların kadınları üzerindeki hakları ne ise, kadınların da kocaları üzerinde hakları odur}. Yalnız erkekler için kadın­lar üzerinde bir derece {yani, bir fazilet/üstünlük} vardır. (Bakara/228)

Dedi: Kadının kocası üzerindeki haklarından bazısı: Koca yediğinden ona yedirmelidir, giydiğinden ona giydir-melidir ve onu dövmemelidir.

Dedi: Erkeğin kadın üzerindeki haklarından bazısı: Nefsinde ya da malında kocasına ihanet etmemelidir; le­ğeni, mendili, kandili ona götürmelidir, ma'rûf herhangi bir hususta ona karşı gelmemelidir, onun izni olmaksızın nafile namaz kılmamak, nafile oruç tutmamalı, eima iste­ğini reddetmemeli, ondan izinsiz koca evinden çıkmama­lıdır; eğer çıkarsa, evine dönünceye kadar melekler ona lanet eder. [209]

 

Nüşûz Eden Eşe Karşı                      

Kocaya Yapması Emredilen Şey

 

Nebî (s.a) döneminde, nakiblerden biri olan Sa'd, ha­nımına bir tokat attı. Kadın ailesinin yanma gitti, babası da Nebî'ye (s.a) giderek dedi ki:

— Ben ona değerli kızımı nikahladım, o kalkmış ona tokat vuruyor.                   

Bunun üzerine Nebî (s.a) dedi:

— Kocasına kısas uygulasın.

Kadın kocasına kısas uygulamak üzere gitti. Sonra Nebî (s.a) dedi ki:

— Geri  lönün! Cebrâîl (a.s) bana geldi ve şu âyet na­zil oldu:

Erkekler kadınlar üzerine yöneticidirler; çünkü Allah onların bazılarını, bazılarına üstün kılmıştır" yani, kocanın karısı üzerinde hakkı vardır}, bir de erkekler mallarından infak etmektedirler iyani, koca karısına mehir verir, onun ihtiyaçlarını karşı­lar; bu sebeble karısını te'dib etme ve onun bazı tasarruflarını engelleme hususunda ona hâkim konumdadır}. (Nisâ/34)

O nedenledir ki, koca ile karısı arasında can ve yara­lama dışında kısas olmaz.

Daha sonra Yüce Allah kadınların niteliklerini söz ko­tlusu ederek şöyle buyurmaktadır:

Onun için sâlih {yani, dînde sâlih} kadınlar itaatkârdırlar (yani, hem Allah'a, hem kocalarına itaatkârdırlar}, Allah'ın muhafaza ettiği cihetle {yani, Allah'ın kendilerini koruması sayesinde} kendileri de gıyaben {yani, kocaları yokken namuslarını ve kocalarının mallarını} muhafaza ederler. (Nisâ/34)

Devamla Yüce Allah buyuruyor ki:

Nüşûzlanndan korktuğunuz {yani, isyankârlıklarını bildiğiniz} kadınlara öğüt verin {yani, onlara Allah'ı hatırlatın. Şayet öğüdü kabul etmeyecek olurlarsa), yataklarında yalnız bırakın {yani, on­larla cima etmeyin; bunun da faydası olmazsa} on­ları dövün {yani, iz bırakı" ayacak ve ağır gelmeye­cek şekilde dövün}. Eğer siz. itaat ederlerse, artık aleyhlerine bir yol {yani, bahane) a ^amayın {yani, takati yetmeyecek şekilde sizi sevmekle hanımla­rınızı yükümlü tutmayın}! Kuşku yok ki Allah yü­cedir, büyüktür. (Nisâ/34)

Bunun üzerine Nebî (s.a) şöyle buyurdu:

Biz bir şey yapmayı irâde ettik, Allah bir başka şey irâde etti. Allah'ın irâde ettiği daha hayırlıdır.

Sonra Yüce Allah, karı-koca arasında hakemlik yapa­cak iki şahsı söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:

Eğer o ikisinin arasının açılmasından korkarsanız {yani, karı-koca arasının açık olduğunu biliyor, fa­kat nüşûzun erkek tarafından mı yoksa kadın ta­rafından mı olduğunu bilmiyorsanız} o vakit, bir hakem (yani, adaletli bir kişi} erkeğin ehlinden, bir hakem {yani, adaletli bir kişi} de kadının ehlinden gönderin. Bunlar {yani, hakemler} da ıslâhı {yani, karı ile kocanın arasını düzeltmeyi! irâde ederler­se, Allah o ikisinin arasını bulur {yani, hakemlerin her biri diğerine karşı samimi olursa, Allah karı ile koca arasını düzeltir}. {Şayet karı-koca birbirle­riyle anlaşamaz ve ayrılmanın dînlerinde kendile­ri için hayırlı olduğunu görürlerse, hakemler onla­rın rızalarını alarak onları ayırırlar}. Şüphesiz ki Allah alimdir, habîrdir {yani, hakemlerin, onların iyiliklerini istediklerini bilendir, iyiliklerine çalış­tıklarından haberdar olandır}. (Nisâ/35)

Hakemler karı-kocaya Öğüt verme yolunu tesbit eder­ler ve zâlim olanla konuşurlar. Bu da şöyle olur: Erkek tarafından gelen hakem, koca ile başbaşa görüşür ve ona derki:

— Bana asıl niyetini söyle; çünkü ben, sen istemeden ne sizi ayırabilirim, ne de bir araya getirebilirim.

Şayet serkeşlik ve zalimlik eden erkek ise, hakeme derki:                                                                                                         

—  Beni ondan ayır, benim ona ihtiyacım yok. Mehir olmasaydı onu boşardım. O bakımdan bir miktar mal karşılığında onu razı et.                                             

Eğer serkeşlik eden kendisi değilse, hakeme der ki: ;

— Sen onu razı etmek için malımdan istediğin kadari-nı verebilirsin. Beni ondan ayırma.

Kadın tarafından gelen hakem de kadm ile başbaşa görüşür ve ona şöyle der:

— Bana gerçek niyetini söyle.

Eğer serkeşlik eden, kocasına karşı gelen kadın ise, hakeme der ki:

—  Sen ona malımdan ne isterse ver ve beni ondan ayır.

Serkeşlik eden kadm değilse, hakeme der ki:

—  Bizi birbirimizden ayırma, fakat nafakadan bir miktarını geri vermesini iste ve bana iyilikte bulunması­nı söyle.

Sonra hakemler bir araya gelirler. Eğer erkek ile ka­dının arasını düzeltmek isterlerse, her hakem diğerine şöyle der:

— Sen bana doğruyu söyle, ben de sana doğruyu söy­leyeceğim.

Her biri arkadaşına doğruyu söylerse, serkeşliğin hangi taraftan olduğu anlaşılmış olur. Eğer serkeşlik er­kek tarafından ise her iki hakem de ona, şöye tavsiyede bulunurlar:

— Allah'tan kork, serkeşlik eden, haksızlık eden sen­sin. Yüce Allah'ın emrine dön. 

Böylece ona adaletle hareket etmesini emrederler. Şa­yet serkeşlik eden kadın ise her ikisi de kadına şu tavsi­yede bulunurlar:

— Serkeşlik eden, kocana zulmeden sensin; kocana itaate dönene kadar senin onun üzerinde nafaka hakkın yoktur.

Böylece ona adaletle hareket etmesini emrederler. Böylelikle belki Yüce Allah onlar sayesinde işlerini düze­ne koyar. İşte Yüce Allah'ın, Bunlar da ıslâhı irâde eder­lerse, Allah o ikisinin arasını bulur buyruğu bunu anlat­maktadır. [210]

 

Kocanın Karısına Nüşûzu Ve             

" Yapmaları Emredilen Sulh             

 

Nisa sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Şayet bir kadın korkarsa {yani, bilirse), kocasının nüşûzundan (yani, kocasının başkasını kendisine "' tercih ettiğini bilirse), yahut kendisinden yüz çe­virmesinden {yani, kendisinden yüz çevirdiğini bi­lirse},... (Nisâ/128)

Ki bu, yaşı ilerlemiş bir hanımı bulunan erkeğin on­dan daha genç bir kadın ile evlenmesi ve paylaştırmada genç kadını ona tercih etmesi, büyük kumanın ise bunu kabul etmemesi halinde söz konusudur. Yüce Allah bu durumda ne şekilde hareket edeceklerini öğretmek üzere buyuruyor ki:

sulh ile aralarını düzeltmelerinde kendileri için " bir cünah yoktur {yani, mal ile aralarında barış p,       yapabilirler}. (Nisâ/128)

'   Böylece büyük olan kuma, kocanın kendisinden daha genç olan yeni karısıyla daha fazla vakit geçirmesini gö­nül hoşluğu ile kabul eder.

Sulh, daha hayırlıdır {yani, boşanmak ve günah olan başka şeylerden barış daha hayırlıdır}. Zaten nefisler de şuhha hazırdır İyani, nefislerde mala karşı bir düşkünlük vardır: dolayısıyla yaşlı kadın mala düşkünlüğü sebebiyle payından vazgeçmeye razı olabilir}. Eğer ihsan eder {yani, güzel davra­nır} ve ittika ederseniz {yani, haksızlık yapmaktan sakınırsanız}, kuşku yok ki Allah yaptıklarınızdan {yani, kadınlar hakkında iyi davranmak ya da zulüm türünden yaptıklarınızdan} haberdardır. Ne kadar isteseniz de kadınlar arasında {yani, kalbî sevgi açısından onlar arasında} adalet yapamazsınız (yani, onları eşit oranda sevemezsiniz}. Bari, {sevdiğiniz ve beğendiğiniz kadına, gün paylaşımı ve nafaka hususunda} büsbütün meyledip de {yani, beğendiğiniz genç kadına yönelip de} ötekini askı-Ait. daymış gibi {yani, Ötekini terkedip dul mu evli mi belli olmayan bir halde} bırakmayın (adaletli olun}. Eğer (yaptıklarınızla, hal ve hareketinizle arayı} düzeltir ve ittika ederseniz {yani, zulmetnıekten, birine büsbütün meyletmekten sakınırsa nız} kuşku yok ki Allah gafurdur {yani, sevdiğiniz :        kadına meyletmenize karşı bağışlayıcıdır}, rahlmdir (yani, sulh yapma ruhsatı vermekle, tevbenizi kabul etmekle merhametlidir). Eğer {yaşlı kuma sulhu kabul etmeyip kendisi ile genç eş arasında eşitlik sağlamasını ister de, eşler} ayrılırlarsa {yani, koca onu boşarsa}, Allah her birini {yani, kocayi da, boşadığı kadını da} genişliğinden {yani, lütfundan ihsan etmek suretiyle} müstağni kılar. Allah vâsidir (yani, lütfuyla rızıkta her ikisini de ku­fi1.! satacak kadar geniş olandır}, hakimdir (yani, on-5, larm ayrılmaları hükmünde hikmetli olandır). (Nisâ/128-130)

Dedi: Bu buyruklar, Ensar'dan olan Râfî b. Hadîc ile hanımı Havle bt. Muhammed b. Mesleme hakkında in­miştir. Fakat hükmü geneldir. [211]

 

Talâk Bahisleri                       

 

Dedi: Bize Mukâtil Katade'den, o Şehr b. Havşeb'den, o da Ebu'd-Derdâ'dan tahdis edip dedi: "Üç husus var ki, bunların şakası ile ciddisi arasında fark yoktur: talâk, ni­kâh ve köle azad etmek." [212]

 

İddet İçerisinde Bir Talâk Vermek  Ve İddet İçerisinde Dönmek

 

Talâk sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ey Nebî {yani, ey Nebi ve o'nun ümmeti!) Kadtnlan boşadığınız zaman, iddetlerine doğru {yani, hayızdan temizlendikten sonra ve onlarlacima etmeden önce bir defa boşayın} ve iddeti sa­yın ve rabbiniz Allah'a ittika edin {yani, size verdiği emirlerde O'na karşı gelmeyin). Apaçık bir fa­hişe işlemedikçe onları evlerinden çıkarmayın, on­lar da çıkmasınlar {yani, kocanın dönmesinin mümkün olduğu iddet müddeti zarfında, kendilik-'        lerinden evden çıkmasınlar}. İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır {yani, Allah'ın sünneti ve emridir: ka­dın iddeti içinde hayızdan temiz iken ve cima etmeden boşanır). Kim. Allah'ın sınırlarını aşarsa{yani, O'nun sünnetini ve emrini çiğneyerek, iddetin başlayacağı şeklin dışında bir halde iken bo-şarsa}, kendine zulmetmiş olur. Bilemezsin, belki Allah onun arkasından {yani, erkeğin hanımına dönüşünden sonra} bir iş peyda ediverin İddetleri-nin sonuna geldiklerinde {yani, üçüncü defa hayız gördükten sonra ve fakat yıkanmadan önce iddet-lerinin sona erdiği vakit) [213]ya ma'rûf ile onları tu­tun {yani, üçüncü ay hâlinden yıkanmadan önce iddetin bitmesine yakın, iddet içerisindeyken ilk mehir ile onlara dönecek olursanız, Allah'a itaat sınırları içerisinde onları tutun} yahut ma'rûf ile onlardan ayrılın {yani, onlara zarar vermeyin, id-detlerini bitirinceye kadar onlara ilişmeyin, Al­lah'a itaat sınırları içerisinde onlardan ayrılın) ve aranızdan adalet sahibi iki kişiyi de şâhid tutun {yani, boşamaya da, ric'ate de Müslüman, mü'min iki kişiyi şâhid tutun). {Ey şâhidler! Siz de) şâhid-ligi Allah için dosdoğru yapın {yani, tıpkı sizin le­hinize yapılıyormuşçasma şâhidliği yerine geti­rin}, işte bu {yani, söz konusu edilen boşama ve ric'at), Allah'a ve âhiret gününe (yani, amellerin karşılığının verileceği ölümden sonra dirilişe) îmân edenlere verilen bir öğüttür {o halde mü'min-ler, azîz ve celîl olan Allah'ın emrettiği gibi hare­ket etsin). (Talâk/1-2) [214]

 

Boşamada Kadınlara   Zarar Vermenin Yasaklanması

 

Bakara sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Kadınları boşadınız {yani, birinci defa boşadınız} da iddetlerinin bitmesi yaklaştımı {yani, üçüncü ay hâlinden gusletmeden iddetin sonuna geldiler-mı) artık onları ya ma'rûfile tutun {yani, ya iddet-leri içerisinde onlara dönerek Yüce Allah'ın emret­tiği şekilde onları güzellikle tutun} veya maruf ile bırakın {yani, iddetleri bittiğinde mehirlerini ek­siksiz ödemek, mut'a (yararlanacakları bir şeyler) vermek suretiyle onlara güzel muamele ederek bı­rakın}. Sakın zulmetmek için onları zararlarına tutmayın. (Bakara/231)

Şöyle ki: Koca, karısını bir defa boşar, iddetinin sonu­na geldi^ude, sırf zarar vermek kasdıyla ona ric'at eder; böylece onu başkasıyla evlenmekten ahkoyar yahut on­dan bir fidye koparmayı arzulardı. Şanı yüce Allah bunu

yasaklayarak şöyle buyurdu:

Yoksa zulmetmek için onları zararlarına tutmayın! Kim bunu yaparsa {yani, boşama esnasında kadın­lara zarar verirse}, kendisine {günah kazanmak su­retiyle} zulmetmiş olun Allah'ın âyetlerini {yani, Allah'ın Kitab-ı Kerîm'inde kadınları iyilikle tutma yahut güzellikle salma hususundaki emirlerini} şa-ka/eğlence edinmeyin (yani, alay konusu ve oyuncak edinmeyin}. Allah'ın üzerinizdeki nimetini {yani, islâm'ı} ve size kendisi ile öğüt vermek üzere kitab {yani, Kur'ân} ve hikmetten (yani, Kur'ân'daki emir ve nehiyleri ihtiva eden öğütlerden} indirdik­lerini hatırlayın {yani, iyice belleyin} ve Allah'a ittika edin (yani, size verdiği emirler hususunda  O'na karşı gelmeyin}. (Sonra onları sakındırarak şöyle buyurmaktadır:} ve bilin ki, kuşkusuz Allah her şeyi {yani, bütün amellerinizi} bilir {ve amellerinizin karşılığını verir}. (Bakara/231)

Dedi: Bize Mukâtil tahdis edip dedi: Boşamanın en uygunu, kocanın hanımını hayızdan kesilip yıkandıktan sonra onunla cima etmeden bir defa boşamasıdır. Eğer koca arzu ederse, iddet içerisinde ilk mehir ile ona geri dönebilir ve döndüğüne dair de şâhid tutması gerekir. Şa­yet şâhid tutmadan önce onunla cima ederse, ona ric'at etmiş olur, ama yine de şâhid tutması gerekir. Eğer ona dönmek istemezse -kadın onun evinde kalmakla birlikte-onunla cima etmez. İddeti bittimi tek bir talâk ile ondan bâin olur ve artık kadın başka erkekle evlenebilir. Onu boşayan koca da, dilerse o kadına tekrar talib olabilir; an­laşırlarsa, iki talâk hakkı olmak üzere yeni bir mehir ve yeni bir nikâh ile evlenebilirler.

Dedi: Koca, temas etmediği hanımını ne zaman ister­se bir defa boşayabilir ve kadının iddet bekleme yüküm­lülüğü yoktur. Koca, gebe olan hanımını da dilediği vakit bir defa boşayabilir, onun için de muayyen bir iddet yü­kümlülüğü yoktur; (iddeti doğurnıasıyla sona erer). Koca, hayızdan kesilmiş karısıyla -onunla gerdeğe girmiş ise-bir ay cima etmez, sonra onu bir defa boşar. Hayız görme yaşına gelmemiş ve kendisiyle gerdeğe girilmemiş kadı­nın durumu da böyledir. Hayızdan kesilmiş olan ve hayız görme yaşında olmayan boşanmış kadınlar, iddetleri sü­resince oturmakta oldukları evlerden çıkarılmaz. Gebe kadın da doğum yapıncaya kadar oturmakta olduğu ev­den çıkarılmaz ve bunların, şâhid tutmak, iddet süresin­de kocalarının onlara dönmeleri hususunda tâbi oldukları hükümler, hayız gören kadının tâbi olduğu hükümler gi­bidir. Şayet iddet süresi içinde eşlerden birisi ölürse, di­ğeri ona mirasçı olur.

Dedi: Bize Mukâtil'in Hammad'tan, onun İbrâhî n'-den, onun da İbn Mes'ûd'tan rivayet ettiğine göre o, ham-mıyla gerdeğe giren ve onsekiz ay sonra onu bir defa bo-şayan Alkame b. Kays'ın, iddet süresi içerisindeyken Ölen hanımından miras alabileceğini hükme bağlamış ve de­mişti ki: "Ey Alkame! Onun .mirasım al; Yüce Allah onu sana saklamış oldu."

Dedi: Hür-Müslüman erkek ile Yahudi, Hristiyan ka­dın ve câriye arasında mirasçıhk olmaz. Hür kadın ile kö­le olan kocası arasında da mirasçıhk olmaz. [215]

 

Kocasının Bir Veya İki Kere Boşadığı Kadının -İddetîn Bitiminden Sonra- Kocasına Dönmesinin Velî Tarafından  Engellenmesinin Yasaklanması    

 

Yüce Allah Bakara sûresinde şöyle buyurmaktadır:    "

Kadınları boşadınız da ecellerini {yani, iddetlerini bitirdilermi, kocalarıyla nikâhlanmalarına engel olmayın. (Bakara/232)

Dedi; Âyet Ma'kil b. Yesâr el-Müzenî ile Ebu'l-Kidah [216] hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: Ebu'l-Kidah b. Âsim el-Ensarî, Makil'in kızkardeşi Cemi bt. Yesâr el-Müzenî ile evlenmiş, sonra onu bir talâk ile boşamıştı, -iddeti içerisinde dönmediği için de- ondan bâin olmuştu. Bu yüz­den, yeni bir mehir ile ona geri dönmek istemişti. Fakat kardeşi Ma'kil b. Yesâr onun kocasına geri dönmesine en­gel oldu ve ona, "Eğer böyle yaparsan, ebediyyen seninle konuşmayacağım" dedi. Kocasına da, "Sana kızkardeşimi nikahladım, sana ikram ettim, seni kendi yakınlarıma tercih ettim, sense onu boşadın ve .ona haksızlık ettin. Al­lah'a yemin ederim onu bir daha seninle evlendirmem" dedi. Bunun üzerine şanı yüce Allah, Nikâhlanmalarına engel olmayın buyurdu, ki muhatab Ma'kil olup, kızkar-deşiyle kocasının tekrar evlenmesine mani olmaması is­tenmektedir.

Kadınları boşadınız da ecellerini {yani, iddetlerini} bitirdilermi, -meşru şekilde {yani, yeni bir mehirve nikâh ile} anlaştıkları takdirde- kocalarıyla nikanlanmalarına {yani, kocalarına dönmelerine} engel olmayın. İşte bu {yani, kadının kocasına geri dönme hakkı ve bu hakkı engellememe emri}, içinizden Allah'a ve âhiret gününe îmân edenlere ve­rilen bir öğüttür {yani, Yüce Allah'ın bir ve tek ol­duğunu, ölümden sonra dirilişte amellerin karşılı­ğının verileceğini tasdik edenlere böyle öğüt verilir -o halde Yüce Allah'ın kendilerine verdiği emri ye-<y        rine getirsinler; âyette sözü edilen buyruklara göre hareket etsinler-). Bu (yani, eşlerinize geri dönmeniz}, sizin için daha hayırlı {yani, ayrı kalmaktan daha hayırlı} ve daha temizdir {yani, kalblerinizin kuşkuya düşmemesi açısından daha temizdir). Allah bilir {yanrf onların birbirlerini sevip is­tediğini bilir}, siz ise bilmezsiniz {yani, onların bu durumlarını bilmezsiniz}. (Bakara/232)

Bu âyet nazil olunca Nebî (s.a) Ma'kil'e şöyle dedi:.

— Eğer Allah'a ve âhiret gününe îmân ediyorsâû,;] kardeşini kocasıyla tekrar evlenmekten engellemek Makil de şöyle karşılıt verdi:                  

— Ben Allah'a ve âhiret gününe îmân ediyorum, onu kocası ile nikahladığıma da seni şâhid tutuyorum. [217]  

 

Üç Talâk

 

Bakara sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Boşanan kadınlar kendi kendilerim üç kur' gözet­lerler. Eğer Allah'a ve âhiret gününe îmân etmiş­lerse, Allah'ın rahimlerinde yarattığını {yani, ka-nnlarmdaki çocuklarını} gizlemeleri onlara helâl değildir. Eğer barışmak isterlerse kocaları onları geri almaya (yani, hamilelikleri süresi içerisinde kocaları onlara ric'at etmeye} daha çok hak sahibi­dirler. (Bakara/228)

Dedi: Bu İslâm'ın ilk dönemlerinde idi. Hamile hanı­mını boşayan erkek, iddeti içerisinde ric'at etmeye ve onu almaya, başkalarından daha çok hak sahibi idi. Sonra, Kocaları onları geri almaya daha çok hak sahibidirler (yani, üç talâk ile boşadıktan sonra hamilelik süresi içeri­sinde kocası, karısına ric'at edip onu geri almaya daha fazla hak sahibidir) buyruğu neshedildi.

Bunu, bir sonraki şu âyet-i kerîme neshetmiştir:

Talâk iki defadır. Sonra ya iyilikle tutmalı veya güzellikle satmalıdır {yani, zarar vermeksizin onu üçüncü defa boşamalı ve emrolunduğu şekilde mehri ve mut'ayı eksiksiz Ödemelidir}. (Bakara/229)

Yüce Allah ardından şöyle buyurmaktadır Eğer erkek onu boşarsa {yani, üçüncü defa boşarsa(, ondan sonra fyani, bu üçüncü boşamadan ve iddetin bitiminden sonra) başka bir koca ile ni-kâhlanmadıkça {yani, herhangi bir hile söz konu­su olmadan başka bir erkekle evlenip cima etme­den} ona helâl olmaz. Bu {yani, yeni koca} da onu boşarsa, Allah'ın sınırlarına iyani, Allah'ın kendi­lerine vermiş olduğu emirlere} dosdoğru uyacaklarını zannederlerse {yani, buna kesin inanırlarsa} evvelkilerin birbirlerine dönmelerinde {yani, yeni koca tarafından da boşanan ve iddeti biten kadı­nın, yeni bir mehir ve yeni bir nikâh ile evvelki kocasıyla evlenmesinde} üzerlerine {yani, ilk koca ile sonraki koca tarafından da boşanmış kadının üzerine} bir vebal yoktur. İşte bunlar {yani, boşa­ma ve birbirlerine dönme hususunda karı-kocanm durumu ile ilgili açıklamalar}, Allah'ın hududu­dur, onları, bilen bir topluluk için beyan ediyor. (Bakara/230)

Dedi: Kim hanımını -hamile olsun ya da olmasın- üç defa boşayacak olursa, ondan bâin olarak ayrılmış olur; kendisinden başka bir erkek ile nikahlanıp onunla gerde­ğe girmedikçe kendisine helâl olmaz.

Dedi: Bize Mukâtil, hanımını sünnete uygun olarak boşayan kimse ile ilgili olarak dedi ki: Kadın hayızdan te­mizlenip guslettimi, onunla cima etmeden onu bir defa boşar ve bu süre içinde onunla cima etmez. Sonra bir defa daha hayız görüp guslettimi, onu ikinci defa boşar ve yine -evinde olduğu ve nafakasını karşıladığı halde- bu süre içerisinde onunla cima etmez. Üçüncü ay hâline kc dar. Karısı kendisine haram olur ve üçüncü ay hâline

ona helâl olmaz.[218] Hayızdan kesilmiş kadına gelince, er­kek bir ay onunla cima etmez. Sonra her ay başında -ci­ma etmeksizin- ona bir talâk verir. Bu esnada kadın onun evinde kalır ve erkek onun nafakasını sağlar. Üçün­cü talâkı verdimi, kadın ona haram olur. Kadın bundan sonra bir ay iddet beklemedikçe, başka bir erkekle evlen­mesi helâl olmaz. Hayız görmeyen ve kendisi ile gerdeğe girilmeyen kadının boşanma şekli de böyledir.

Dedi: Yine bize Mukâtil İbn Abbas'tan naklen dedi ki: "Hanımını bir defada üç talâk ile boşayan bir kimse, onunla ister gerdeğe girmiş, ister girmemiş olsun; kadın ister gebe olsun, ister olmasın ondan bâin talâk ile boşan­mış olur, ve ayrıca o kişi, bir defada üç talâkla boşadığı için azîz ve celîl olan Rabbine de isyan etmiş olur. Bu du­rumda erkek kadının mehrini öder ve başka bir erkek ile nikahlanıp gerdeğe girmedikçe ve onun tarafından da bo-şanmadikça tekrar ona helâl olmaz."

Dedi: Yine bize Mukâtil 'Atâ ve ez-Zührî'den, onlar da Osman b. AİFan'dan (r.a), hanımını hastalığı sırasında üç talâk ile boşamış kimse hakkında şöyle dediğini nakletti­ler: "Kadın iddet beklemekte iken koca ölürse kadın ona mirasçı olur."

Dedi: Yine bize MukâtU'in, Hammad b. el-Hakem'den, onun da İbrahim'den naklettiğine göre, Yahudi ve Hristi-yan kadının boşanması, tıpkı Müslüman hür kadının bo­şanması gibidir, iddetleri de aynı şekildedir.[219]

Dedi: Yine bize Mukâtil tahdis edip dedi ki: Kölenin nikâhı altındaki hür kadın üç kere boşanır. Hür veya köle erkeğin nikâhı altındaki câriye ise iki defa boşanır.

Dedi: Bize Mukâtü'in 'Atâ'dan, onun da İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre, bir adam kendisine gelerek dedi ki:

— Ömer ile konuşuyorduk, "Kızınla evleneceğim gün üç talâk ile boş olsun" dedim.

O da dedi ki:

— Sen onunla evlenebilirsin, o senin için helâldir. Yü­ce Allah'ın, Ey îmân edenler! Mü'min kadınları nikahla­yıp sonra kendilerine dokunmadan onları boşarsanız... (Ahzâb/49) âyetini bilmiyor musun? Yüce Allah burada önce nikâhı, sonra talâkı söz konusu etti."

Mukâtil Dahhak'tan ve Habîb b. Ebî Sabit'ten, o da Ali b. Ebî Tâlib'ten (r.a) naklen dedi ki: "Talâk ancak ni­kâhtan sonra olur, köle de ancak mülkiyet altına alındık­tan sonra azad edilebilir."

Mukâtil 'Amr b. Şu'ayb'tan, o babasından, o dedesin­den, o da Nebî'den (s.a) bunun bir benzerini rivayet et­miştir. [220]

 

Kadının İddetî Ve İddet Esnasında ' Süknâhakkı

 

Bakara sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Boşanan kadınlar kendi kendilerini üç kur' (yani, üç ay hâli} gözetlerler. (Bakara/228)

Boşanan kadınların iddeti bu şekilde idi. Ancak Yüce Aİİah, kocasının kendisi ile gerdeğe girmeden boşadığı kadını bundan i: tisnâ ederek Ahzâb sûresinde şöyle bu­yurmaktadır:                            

Ey îmân edenler! Mümin kadınları nikahlayıp sonra kendilerine dokunmadan (yani, onlarla cima etmeden} onları boşarsanız, sizin için onlar aleyhi­ne sayacağınız bir iddet yoktur. (Ahzâb/49) Bu durumdaki bir kadının iddet bekleme yükümlülü­ğü yoktur. Arzu ettiği takdirde boşandığı gün evlenebilir. Hayız görmeyen ve kocasının kendisiyle gerdeğe girdik­ten sonra boşadığı kadın da üç kur' [üç ay hâli] bekleme­den istisna edilmiştir.

Talâk sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Hayızdan kesilmiş (yani, yaşlı olduklarından dolayi artık hayız görmeyen) ve (yaşlarının küçüklüğü sebebiyle henüz} hayız görmeyen kadınlarınıza gelinçe, -şüphelendinizse- onların iddeti üç aydır.  (Talâk/4)

Görüldüğü gibi, hayız görme yaşma gelmemiş ve ken­disi ile gerdeğe girildikten sonra kocası tarafından boşan­mış kadının durumu da aynı şekildedir: onun da iddeti üç aydır. Şayet üç ay geçmeden önce hayız görmeye başlar­sa, hayızı esas alarak iddet bekler ve ay hesa -1 ile iddet beklemeyi terke der.

Yüce Allah, hamile kadının iddetini de, üç ay hâli bek­lemekten istisna etmektedir:

Hamile olanların iddetleri ise yüklerini bırakmala­rıdır {yani, hamile kadının iddet süresi, doğurmasiyi a sona erer. Doğum yapar yapmaz evlenmesi helâl olur}. (Talâk/4)

Dedi: Üç kur5 [ay hâli] beklemek, kocasının kendisi ile gerdeğe girip boşadığı hamile olmayan ve hayız gören kadin için söz konusudur. Hür-Yahudi ve Hristiyan kadın ile Müslüman erkeğin evlenmiş olması halinde de durum böyledir. Müslüman cariyenin iddeti, şayet hür ya da kö­lenin nikâhı altında ise iki hayızdır. Şayet hayız görmeye­cek yaşta ise, bir ay iddet bekler. Câriye olarak satın alın­ması halinde de durum böyledir. [221]

 

Boşanan Hür Kadınların Süknâ Hakkı

 

Talâk sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

O kadınları, gücünüz yettiğince {yani, nafaka ve mesken açısından gücünüz çerçevesinde} oturdu­ğunuz yerin bir kısmında iskân edin {yani, bir ya da iki talâk ile boşadığınız kadına mesken tayin edin}. {Dedi: Üç talâk ile boşanan kadının iddeti süresi içerisinde -hamile olması hali dışında—mesken ve nafaka hakkı yoktur}. (.....) Eğer onlar hamile ise {yani, boşadığınız kadınlar hamile ise} doğuruncaya kadar nafakalarını verin. (Talâk/6)

Kocası tarafından boşanmış kadın hakkında da Baka­ra sûresinde şöyle buyurmaktadır:

İçinizden geride eşler bırakarak vefat edecek olan­lar -eşleri için- {yani, hanımları için}, senesine ka­dar çıkarılmayarak faydalanma vasiyet etsinler, {Bu İslâm'ın ilk dönemlerinde idi. Kocası vefat eden kadının, kocasının evinde süknâ ve nafaka hakkı bulunur, mirasçılar onu evden çıkaramaz­lardı}. Şayet çıkarlarsaiyani, sei,    dolmadan ken­diliklerinden çıkar ve akrabalarının yanma giderlerse} artık kendileri hakkında yaptıkları ma'rûf hareketten {yani, süslenmelerinden, erkeklere göTünmelerinden ve koca aramalarından} dolayı size 'vebal yoktur. (Bakara/240) oîm Sonra kadınlar için öngörülen bir sene süreyle nafa­ka, mirastan alması öngörülen "dörtte-bir"lik pay ile nes-hedildi. Bu da kocanın çocuğunun olmaması halinde söz konusudur. Şayet kocanın çocuğu varsa, o takdirde ka­dınlara "sekizde-bir" verilir (bkz. Nisâ/12). Böylelikle on­ların bir sene boyunca süknâ hakları ve iddet beklemele­ri, Bakara sûresinde yer alan şu âyet tarafından neshe-düdi:

İçinizden vefat edenlerin {yani, vefat eden erkekle­rin} geride bıraktıkları eşler, kendi kendilerini dört ay on gün gözetlerler (yani, kocası vefat etmiş her kadın -kocası onunla zifafa girmiş olsun ya da ol­masın— kocasının öldüğü günden itibaren dört ay -  on gün iddet bekler}. Kocasının evde Ölmesi ile :  uzak diyarlarda ölmesi arasında fark yoktur. Ka­dın —iddeti içerisinde- kocasının evinden ayrılıp başka bir yere yerleşmez; o evden başkasında da gecelemez. Nafakası da, mirastaki payından veri­lir J. Bekleme sürelerini bitirdilermi {yani, dört ay on gün sona erdimi}, artık kendi haklarında yap­tıkları ma'rûf hareketten {yani, süslenmelerinden, erkeklere görünmelerinden ve koca beklemelerin­den} dolayı size bir günah yoktur. (Bakara/234)

Dedi: Hamile iken kocası ölen kadınlar, dört ay on gün iddet beklemekten istisna tutulmuştur. O bakımdan Allah Talâk sûresinde şöyle buyurmaktadır:

Yüklü {yani, hamile} olanların iddetleri ise, yüklerini bırakmalarıdır {yani, çocuklarını doğurmalarıdır; hatta kocasının öldüğü gün doğum yapacak olursa, o günden itibaren evlenmesi helâl olur}. (Talâk/4)

Dedi: Bize Mukâtil TJbeyy b. Ka'b'tan tahdis edip de­di: "Talâk sûresi Bakara sûresinden sonra indi."

Mukâtil dedi: Şayet hilkati belirli bir düşük yaparsa yine evlenmesi helâl olur.

Dedi: Bize Mukâtil Hammad'tan naklen, efendisi ölen Umm Veled [efendisinden çocuğu olan câriye] hakkında dedi ki: "Bu üç ay hâli iddet bekler."

Dedi: Umm veled satılmaz, hibe edilmez. Efendisi öl­düğü takdirde de hür olur.

Bize Mukâtil, Katâde'den, o da Osman b. Affan'dan (r.a) tahdis edip dedi ki: "Kocası vefat eden kadın, kocası ile birlikte yaşadığı evden başka bir yerde gecelemez" [ya­ni, kocasının kendisi ile birlikte olduğu evden iddeti bite­ne kadar ayrılmaz}.

Mukâtil Nâfi'den, o da İbn Ömer'den benzeri bir riva­yet nakletmiştir.

Mukâtil 'Abdu'l-Kerîm'den, o da el-Habîr'den buna benzer bir söz nakletmiştir.[222]

Dedi: İbrahim de İbn Mes'ûd'tan naklen dedi ki: "Eğer kadın yolculukta ise, su bulunan en yakın yere gider ve orada iddet bekler, sonra da döneceği yere döner." [223]

 

Îddet Bekleyen Kadına                               

Üstü Kapalı İfadelerle

Evlenme Teklifinde Bulunmaya         

Ruhsat Verilmesi

 

Bakara sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadir.

Kadınlara üstü kapalı talip olmanızdan {yani, er­keğin iddet bekleyen kadına, "Ben seni beğeniyo­rum, sen varken başkasını düşünmem" kabilinden sözler söylemesinden) veya içinizde saklamanız­dan dolayı size bir günah yoktur {yani, onlarla ev­lenmeyi düşünmekle birlikte, iddetleri süresi içeri­sinde bunu kalblerinizde tutmanızdan Ötürü size vebal yoktur}. Allah onları {yani, iddet bekleyen kadınları} muhakkak hatırlayacağınızı biliyor. Fa­kat ma'rûf bir söz söylemeniz {yani, iddet bekler­ken kadına güzel va'dlerde bulunmanız: "Sana ik­ramda bulunmak ve sevdiklerimin bana verilmesi hoşuma gider" demeniz} müstesna, ke .^ileriyle bir , gizliye va'dleşmeyin {yani, "Ben nefsimde seninle evlendim; sadece senin iddetinin bitmesini bekli­yorum" diyerek onunla cima etmeyin}. (Bakara/235)

'Sonra Yüce Allah şöyle devam etmektedir:

iddet sona erinceye kadar nikâhın akdine azmetmeyin {yani, iddet içerisinde onları nikahlamayın} ve bilin ki, doğrusu Allah nefsinizdekini {yani, kalplerinizde onlar hakkında neler gizlediğinizi} bilir. Öyleyse ondan sakının {yani, iddet içerisinde sizin için helâl olmayan işleri yapmayın} ve bilin ki, muhakkak Allah gafurdur (yani, kusurları bağışlar}, halimdir {yani, ceza vermekte acele etmez}. (Bakara/235) [224]

 

Mehîri Tesbit Edilmiş Ve

Edilmemiş Kadınların Durumu             

 

Nisa sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Kadınlara mehirlerini hoşnutlukla verin {yani, ey erkekler, aldığınız kadınların mehirlerini farz ola­rak verin}. Bununla beraber gönül hoşluğu ile size onun bir kısmını bağışlarlarsa {yani, kadınlar, me-hirlerinin bir kısmını kocalarına helâl ederlerse} onu da afiyetle {yani, helâl ve temiz olarak} yeyinl (Nisâ/4)

Yüce Allah bir başka âyette şöyle buyurmaktadır:

Bir eşi bırakıp da yerine başka bir eş almak ister­seniz {yani, siz erkekler hanımınızı boşayıp bir başka hanımla evlenmek isterseniz}, öncekine {ya­ni, boşamak istediğiniz kadına) kıntar {altın me-hir: 1200 dinar} vermiş olsanız bile ondan hiçbir şey almayın {yani, koca bu durumdaki eşini boşa­mak istediğinde, fidye ile kendisinden kurtulmak maksadıyla onu dövmeye kalkışmasın}. Onu {yani, mehrin bir kısmını}, bühtan ederek {yani, zulmede­rek} ve apaçık bir günah yüklenerek alır mısınız? Üstelik birbirinize karışmış {yani, cima etmiş} ve onlar sizden galiz (yani, ağır} bir mîsak almışken! (Nisâ/20-21)

Böylece, mehirden bir şey almanın büyük bir günah olduğuna işaret edilmektedir.

Burada galiz mîsak [ağır söz] ile kasdedilen, onları ya ma'rûf {yani, iyilik} ile tutun yahut ma'rûf {yani, iyilik} ile bırakın (Talâk/2) âyetinde belirtilen Yüce Allah'ın emrini erkeklerin itiraf ve kabul etmiş olmalarıdır.

Dedi: Ömer b. el-Hattab (r.a) dedi ki: "Hanımının mehrini ya da çalıştırdığı işçisinin ücretini eksik Ödemek büyük günahlardandır."           

Kocası tarafından kendisine dokunulmadan boşanan kadının mehri, Bakara sûresinde şöyle beyan edilmekte­dir:

Kadınları, kendilerine el sürmeden {yani, cima et-meden| veya mehir tayin etmeden boşamanızda üzerinize bir cünah {yani, bir harec} yoktur. Ancak onlara mut'a verin; eli geniş olan genişliği ölçüşün­ce, eli dar olan da imkânı ölçüşünce ma'rûf ile bir mut'a versin {yani, belirli bir miktarı olmamakla birlikte, herkes kendi durumuna göre vâcib olarak onları faydalandırsın}. Bu, ihsan edenler üzerine bir borçtur. (Bakara/236)

Bu da şöyle olur: Erkek, velisinin ve şâhidlerin huzu­runda kadının rızası ile kendisine mehir tayin edilmeden onunla nikahlanır ve sonra cima etmeden onu boşarsa, kadının mehir hakkı olmadığı gibi, iddet bekleme yüküm­lülüğü de yoktur. Fakat ma'rûf bir şekilde mut'a hakkına sahiptir. Ancak mut'anm belirlenmiş bir miktarı yoktur; mut'ayı tesbitte koca muhayyerdir.

Dedi: Bu âyet, Hanîfe oğullarından bir kadın ile evle­nip de ona dokunmayan bir Ensarî hakkında inmiştir. Nebi (s.a) kendisine sormuş:

— Onu boşadın mı?     Adam cevab vermiş:  

—  Evet, fakat nafakasını karşılayacak gücüni yok. Nebî (s.a), tekrar sormuş:                           

— Onu herhangi birşey ile faydalandırdın mı?

Adam cevab vermiş:                                

— Hayır.                                    

Bınun üzerine Nebî (s.a) buyurmuş ki:          

— Sarığınla dahi olsa onu faydalandır. Aslında onun fazla bir değeri yoktur, fakat ben bir sünneti ihya etmek istedim.

Sonra Nebî (s.a) ona iki elbise vermiş, o da, evlenmiş ve evlendiği kadına bu iki elbisenin birisini mehir olarak vermiş.

Mukâtil dedi ki: Mehri tesbit edilmeden kendisiyle gerdeğe girilen kadına mehr-i misil verilir. Onunla gerde­ğe girmeden önce kocası ölürse, dört ay on gün iddet bek­ler, kendi konumundaki kadınların mehrini hak eder, mi­rastan da payını alır. Eğer kendisi ile gerdeğe girmeden kadın ölürse, erkek onun mirasçısı olur, kadın ise mehrin tamamını hakeder.

Sonra Yüce Allah, mehri tesbit edilen, fakat kendisi ile gerdeğe girilmeden kocası tarafından boşanan kadının mehrini söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:

Eğer onları, kendilerine el sürmeden (yani, onlarla cima etmeden) boşar da mehir tayin etmiş bulu­nursanız, tayin ettiğinizin yarısını verin {yani, be-,!?; lirlenen mehrin yarısını ödemeniz gerekir}. Sonra Yüce Allah istisnada bulunarak buyuruyor ki: Me­ğer ki kendileri affetsinler {yani, kadın, belirlenen mehrin, hakkı olan yarısını almaktan vazgeçsin, kocasına bıraksın} veya nikâhın düğümü elinde bulunan affetsin {yani, erkek, belirlenen mehrin yarısına hak kazanmış olan kadına mehrin tama­mını versin}. Sizin affetmeniz (yani, kocanın mehrin tamamını vermesi, ya da kadının mehir hakkı­nı hiç almaması} ise takvaya daha yakındır {yani, ecirlerini daha da büyültür}. Aranızdaki fazlı {yani, erkek ile kadın arasındaki haklardan feragati} unutmayın {yani, bırakmayın, terketmeyin: kadı­nın, hakkı olan mehrin yarısını erkeğe bırakması daha faziletli, ecir bakımından daha üstündür. Er­keğin ise, mehrin tamamını kadına vermesi daha faziletli ve ecir bakımından daha üstündür. Şayet ikisi de bunu yapmak istemezlerse, şanı yüce Al­lah'ın bildirdiği üzere, belirlenen mehrin yansının ödenmesi gerekir}. Allah amellerinize {yani, bu âyette sözü edilen şekilde yaptıklarınıza} basîrdir. (Bakara/237)

'Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Boşanan kadınların {yani, kocalarının kendileriyle gerdeğe girip de boşadıklan kadınların} da ma'rûf bir şekilde istifâde hakları vardır (yani, erkek mut'a verip vermeme hususunda muhayyer değil­dir;[225] zira kadın, belirlenen mehrin tamamını ha-keder, ayrıca hakkı da vardır: erkeğin onu fayda­landırması da gerekir}. Bu {yani, erkeklerin, mal­ları oranında kadınları istifâde ettirmeleri} mutta-kiler üzerine bir borçtur. İşte Allah akledesiniz diye size âyetlerini {yani, faydalandırma ile ilgili emri­ni} böyle beyan ediyor. (Bakara/241-242)

Dedi: Bize Mukâtil Nâfi'den, o da İbn Ömer'den, meh-rini tesbit edip temas etmeden önce hanımını boşayan kimse hakkında tahdis edip dedi ki: "Kadın mehrin yarı­sını hakeder. Mehrin yarısını aldıktan sonra onun mut'a [faydalandırma] hakkı yoktur."

Dedi: Bize Mukâtil 'Atâ'dan, o 'Ubeyd b. TJmeyr'den, o da Ömer b. el-Hattab (r.a) ile 'Ali b. Ebî Tâlib'ten (a.s) tahdis edip dedi ki: "Kim kapıyı kapatıp perdeleri indirir­se, mehrin tamamını ödemesi gerekir." [226]

 

Hul'                                                                      

 

Bakara sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Onlara verdiklerinizden bir şey almanız size helâl olmaz {yani, erkeğin, boşadığı kadına verdiği me-hirden birşey alması helâl değildir}. (Bakara/229)

Dedi: Hul' yapan kadın, kocanın istememesine rağ­men kocasından bir şeyler karşılığında boşanan kadın de­mektir. İşte bundan dolayı Yüce Allah, istisnada buluna­rak buyurdu ki:

Erkekle kadının Allah'ın çizdiği sınırları {yani, Yüce Allah'ın kendilerine vermiş olduğu emirleri} koruyamayacaklarından korkmaları müstesna. (Bakara/229)

Bu, kocasından nefret eden kadının fitneye düşmesi ve kocası hakkında Allah'a âsi olmasından korkması; ko­cama da itaatsizlik etmesi hâlinde karısına haksızlık edeceğinden korkması hâlidir.

Yüce Allah şöyle devam etmektedir:

Eğer siz {yani, tarafların hakemleri olan kişiler} de onların {yani, karı ile kocanın} Allah'ın sınırlarını {yani, Allah'ın kendileri hakkındaki emirlerinij koruyamayacaklarından korkarsanız {ve kadın kocasına serkeşlik ederse}, kadının ayrılmak için bir şeyler vermesinde her ikisi {yani, karı ve koca} için de cünah yoktur {yani, kadının mehrinden vazgeçmesi ya da bundan daha fazla bir miktar karşılığında kocasından ayrılmasında bir beis yoktur. Bu durumda koca karısının vereceği fidyeyi kabul eder ve ayrılırlar}. (Bakara/229)

Dedi: Buyruk Sabit b. Kays b. Süleyman [227] el-Ensarî ile -'Abdullah b. 'Ubeyy'in kızı olan- hanımı hakkında in­miştir. Sabit b. Kays ona mehir olarak bir bahçe vermişti, o da bahçeyi iade etmek suretiyle hul' ile ondan ayrıldı. Bu da İslâm tarihindeki ilk hul' uygulamasıydı.

Yüce Allah devamla şöyle buyurmaktadır: İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır {yani, bu durumdakiler için emir ve nehiyleridir}, onları aşmayın!

Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa {yani, kim Allah'ın emir ve nehiylerine muhalefet ederse!, işte onlar zâlimlerdir {yani, kendi nefislerine zulmeden kimselerdir). (Bakara/229)

Yüce Allah Nisa sûresinde de şöyle buyurmaktadır:

Verdiğinizin bir kısmını {yani, eşlerinize verdiğiniz mehrin bir kısmını} kurtarmak için onları sıkıştır-ıf-*       manız {yani, zarar vermek kasdıyla onları engelle­menizi helâl olmaz. (Nisâ/19)

Bu, kendisiyle yaşama istek ve arzusu duymadığı halde hanımını sıkıştırarak, ondan fidye almaya çalışan kimseler hakkındadır. Şanı yüce Allah bunu yasaklamak­tadır.

Sonra Yüce Allah, kocasına serkeşlik eden kadını bundan istisna ederek şöyle buyurmaktadır:

Apaçık bir fahişe işlemeleri {yani, açıkça isyan et­meleri ve başkaldırıda bulunmaları} müstesna.

(Nisâ/19)

Açıkça isyan etmeleri ve başkıldırmaları hâlinde, ko­canın, bu durumdaki kadından fidye alarak huT yapması helâl olur.

Dedi: Bize Mukâtil ed-Dahhak'tan tahdis edip dedi: "Erkeğin kendisi ile hul' yapması halinde hanımından, verdiği mehirden fazlasını da alması helâldir. Bu miktar tarafların rızası ile tesbit edilir." Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Kadının ayrılmak için bir şeyler vermesinde her ikisi için de cünah yoktur. (Bakara/229)

Dedi: Bize Mukâtil tahdis edip dedi: Koca razı olma­dıkça, hul' caiz olmaz. Koca, kendisiyle birlikte yaşamak­tan hoşlanmayan hanımının hul' yapmasına rıza gösterir­se, kadının iki şâhid tutarak, "Ben kocamla birlikte ol­mak istemiyorum. Malımdan şunlar şunlar karşılığında ondan ayrılmak istiyorum" demesi, kocanın da, "Ben de kabul ediyorum" demesi hâlinde, hanımı ondan bir talâk ile bâin olur ve kadın va'dettiği malı erkeğe verir. Eğer kocası kadın ile gerdeğe girmiş ise, tam iddet bekler; ger­değe girmemişse, iddet yükümlülüğü yoktur. Eğer kadın hamile ya da boşandığı erkekten olan çocuğunu emzir­mekte ise ve hul' esnasında da "Çocuğumun babasını nafakadan ibra ediyorum" derse, erkek nafakadan ibra olur [nafaka yükümlülüğü kalkar], Hul' sırasında tarafların koştukları şartlar geçerlidir. Ancak kadının, kocasının kendisine zarar verdiğine dair delil ortaya koyması halin­de kadına mehrin verilmesine hükmedilir. Bu durumda hul'un caiz olduğu da söylenmiştir. Hul' yapmaya zorla­nan kadından alman her şey haramdır.

Dedi: Bize Mukâtil tahdis edip dedi: Hul' ikinci bir bo­şama olup, bundan sonra boşayan erkek de kadının talih­leri arasında yer alabilir. Kadının, iddeti içerisinde onun­la evlenmeyi arzu etmesi halinde, yeni bir mehir ve yeni bir nikâh ile caizdir. Bu durumda, bir talâk hakkı ile ye­niden karısı olur. İddeti bitmedikçe başka bir erkek ile ni-kâhlanması helâl değildir. İddeti bittikten sonra dilediği kimse ile evlenebilir. Kocasını mehirden ibra eden kadı­nın iddeti de aynı şekildedir. [228]

 

İla'

 

Bakara sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Kadınlarından îlâ' {yani, kadınlarıyla cinsî münasebette bulunmamaya yemin} edenler {yani, kocaIar} için, dört ay beklemek vardır {yani, cima etmeden en fazla dört ay durabilir}. Şayet dönerlerse (yani, koca yemininden vazgeçip dört ay bitmeden önce hanımıyla cima ederse, o onun hanımıdır}.

Kuşkusuz Allah gafurdur, rahimdir {yani, îlâ' [cinsî münasebette bulunmama yemini] dolayısıyla bağışlayıcıdır, merhametlidir -çünkü henüz yemin keffâreti inzal edilmemişti-}. (Bakara/226)

Sonra Mâide sûresinde yemin keffâreti ile ilgili buy­ruk nazil oldu (bkz. Mâide/89). Buna göre, hanımına îlâ' yapıp da dört aydan önce onunla cima eden kimse, îlâ'nın keffâretini yerine getirir ve evlilikleri devam eder.

Eğer boşamaya karar verirlerse {yani, boşamayı gerçekleştirmek üzere koca, îlâ' yaptığı günden itibaren dört ay süreyle hanımıyla cima etmeyecek olursa, bir talâk ile hanımı ondan bâir olur}, şüphesiz Allah semidir, alimdir {yani, öpün hanımına yaptığı îlâ'yı işitendir, bilendir}. (Bakara/227)

Dedi: Bize Mukâtil el-Hakem'den, o Ebû Ma'şer'den, o da İbn Abbas'tan tahdis edip dedi: "Cima etmek, îlâ'dan dönmek demektir. Boşamaya karar vermek de —onunla gerdeğe girmiş ise- dört ay ona yakl aşmamaktır. Bundan sonra, erkek de kadına evlilik teklif edecekler arasında bulunabilir. Şayet kadm da arzu ederse, iddeti içerisinde yeni bir mehir ve yeni bir nikâh ile onunla evlenebilir. İd­deti bitmedikçe ondan başkasıyla evlenmesi helâl değil­dir. Ancak, iddeti sona erdikten sonra dilediğiyle evlene­bilir." [229]

 

Karısını Veya Cariyesini Kendine Haram Kılanın Durumu

 

Ömer b. el-Hattab'm kızı ve Nebinin de eşi olan Haf-sa, Nebî'nin yanında olması gereken bir günde babasını ziyarete gitmişti. Babasının yanından döndüğünde Ne­biyi kendi odasında, Nebî'nin oğlu İbrâhîm'in anası Kıbtî câriye Mâriye ile birlikte gördü. Mâriye çıkıncaya kadar içeriye girmedi. Hafsa Nebî'ye dedi ki:

— Kiminle birlikte olduğunu gördüm ve çok kıskan­dım.

Nebi (s.a) Hafsa'nm kıskandığını ve üzüldüğünü gö­rünce ona şöyle dedi:

— Bu durumumu gizle, Âişe'ye bildirme; ebediyyen ona yaklaşmayacağım.

Ancak Hafsa, -kendisiyle iyi geçindiği- Aişe'ye duru­mu bildirdi. Âişe Nebî'nin (s.a) üzerine o kadar ısrarla gitti ki, sonunda Nebî, Mâriye'ye yaklaşmayacağına dâir yemin etti ve onu kendisine haram kıldı. Bunun üzerine Yüce Allah şöyle buyurdu:

Ey Nebi! Eşlerinin (yani, Âişe'nin} hoşnutluğunu

arayarak Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi (yani,

Mâriye ile cima etmeyi} niçin haram edersin?! Allah gafurdur, rahimdir {yani, ey Nebî, ettiğin yemine karşı Allah bağışlayıcı ve onun için kefâret hükmü getirmekle merhametlidir). Allah size yeminlerinizi çözme {yani, yeminleriniz dolayısıyla keffâret verme) yolunu göstermiştir. (Tahrîm/1-2)

Söz konusu bu keffâretin miktarı ise Mâide sûresinde geçmektedir:

Bunun (yani, yaptığınız yeminin} keffâreti, ailenize yedirdiğinizin orta hallisinden on fakiri doyurmak veya onları giydirmek veya bir köle azad etmektir. (Mâide/89)

Dedi: Nebî (s.a), Mâriye'yi kendisine haram kılması sebebiyle bir köle azad edip onunla cima etti ve ondan Ib-râhîm (a.s) doğdu.

Mukâtil dedi ki: Karısına ya da cariyesine, "Sen bana haramsın" diyen bir kimse, yemini dolayısıyla keffâret versin. Hatta bununla talâkı niyet etmiş olsa dahi bu, an­cak keffâret verilecek bir yemindir.

Dedi: Bize Mukâtü'in 'Atâ'dan, onun da İbn 'Abbas; Ebû Bekr ve Âişe'den ve yine Mukâtil'in 'Abdu'I-Kerînı'den, onun Mücahid'ten, onun da İbn Tavûs'tan rivayet et­tiğine göre, hanımına, "Sen bana haramsın" diyen kişi için bir yemin keffâreti söz konusudur. [230]

 

Zıhâr

 

Zıhâr ve îlâ', câhiliye dönemindeki boşama şekillerden idi. Allah, îlâ' için dört aylık bir süre belirledi, zıhâr için­se keffâret hükmünü indirdi. Yüce Allah buyurdu ki:

Kadınlarına zıhâr yapıp {yani, erkeğin, "Sen bana anamın sırtı gibisin" diyerek hanımını kendisine haram kılıp} sonra dediklerim geri alacak olanlar (yani, eşlerini kendilerine haram kılmaktan piş man olup kendilerine haram kıldıkları cimaya dönmek isteyenler}, eşleri ile temas etmezden evvel   (yani, hanımı ile cima etmeden önce} bir köle azad . etmelidirler {yani, Müslüman ya da Ehl-i Kitab'tan küçük veya büyük bir canı kölelikten kurtar­malıdırlar}. Kim de bulamazsa {yani, köle azad edecek imkânı olmayan kimse de}, -ikisi temas et-meden {yani, cima etmeden} evvel- aralıksız iki ay oruç tutsun. Kim güç yetiremezse {yani, oruç tut­maya güç yetiremezse}, altmış miskini doyursun {yani, her yoksula yarımşar sa' buğday yahut bir sa' arpa, hurma ya da üzüm versin}. Bunlar, Al­lah'a ve O'nun Rasûlü'ne îmân edesiniz {yani, Allah'ı ve O'nun Rasûlü'nü tasdik edesiniz} diyedir ve bunlar (yani, köle azad etmek veya aralıksız iki ay oruç tutmak veya altmış yoksulu doyurmak şeklindeki zıhâr keffâretiyle ilgili emirler ve bu husustaki sünnetullah} Allah'ın koyduğu sınırlardır. (Mücâdele/3-4)

Dedi: Bize Mukâtil tahdis edip dedi: Kişi hanımına, "Sen benim için anam, yahut kızkardeşim, yahut teyzem ya da kızım gibisin" diyerek eşini, neseben ya da sıhren nikâhı kendisine ebediyyen haram olan birisine benzete­cek olursa, bu bir zıhârdır. Fakat, "Sen benim için anam gibisin" yerine, "Sen anam gibisin" derse, bu zıhâr ol­maz.

Dedi: Zıhâr keffâreti için oruç tutmaya başlayan, fa­kat hastalık dolayısıyla devam edemeyen kimse, iyileştik­ten sonra geriye kalan orucu tutmaya devam eder. Fakat mazeretsiz olarak oruca ara veren kimse, oruca yeniden/ baştan başlamalıdır. Altmış gün oruç tutmayı tamamla­madan önce en büyük [el-kübrâ] (cima) ile cima edemez.[231] Altmış günü tamamlamadan önce köle azad edecek bollu­ğa erişen kimse, orucu bırakıp bir köle azad etmelidir. Altmış gün oruç tutan kimse için, köle azad etme sorum­luluğu yoktur.

Dedi: Bize Mukâtil 'Amr b. Şu'ayb'tan, o Sa'îd b. el-Müseyyeb'ten, o da Ömer b. el-Hattab'tan -bir defada dört hanımına birden zıhâr yapan kişi hakkında- tahdis edip dedi: "Tek keffâret ile yükümlüdür."

Mukâtil dedi ki: Eğer ayrı ayrı zıhâr yapacak olursa, her biri için ayrı bir keffâret gerekir. Şayet bir yemini için keffârette bulunmadan önce defalarca yemin edecek olur­sa, bütün yeminleri için tek bir keffâret yeterlidir..Zıhâr talâk değildir. [232]

 

Muhayyerlik: Erkeğin Karısını Muhayyer Bırakması Ve İşini Kendi Eline Vermesi

 

Ahzâb sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ey Nebi! Eşlerine de ki: "Eğer dünya [şimdiki I en yakın] hayat'ı ve onun ziynetini istiyorsanız, gelin size bağışta bulunayım ve sizi güzellikle sahvereyim. Yok eğer Allah'ı, O'nun Rasûlü'nü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, muhakkak Allah içinizden ' güzel davrananlara büyük bir mükâfaat hazırla­mıştır." (Ahzâb/28-29)

Dedi: Yüce Allah, Nebîsi'ne bu âyet ile eşlerini mu­hayyer bırakmasını emretti ve onlar -Himyerli kadın dı-şında- Allah'ı, O'nun Rasûlü'nü ve âhiret yurdunu tercih ettiler.

Dedi: Nebi (s.a), hanımlarını muhayyer bırakınca Aişe dedi:

— Biz Allah'ı, O'nun Rasûlü'nü ve âhiret yurdunu se­çiyoruz.

Nebî'nin (s.a) diğer hanımları da onun yolundan gitti. Hz. Âişe dedi ki:

— Nebî (s.a) bizi muhayyer bıraktı, biz de o'nu tercih ettik. Nebî bunu talâk olarak görmedi.

Dedi: Bize Mukâtil Âişe, Ömer b. el-Hattab ve İbn Mes'ûd'tan şöyle dediklerini nakletti: "Bir kimse hanımı­nı muhayyer bırakır, hanımı da kocasını değil de kendini tercih ederse, kadın, bir talâk ile boşanmış olur. İddet içe­risinde birinci mehir ile ona dönebilme hakkına sahiptir. Şayet kadın kocasını tercih edecek olursa bu talâk değil­dir.

Dedi: Aynı şekilde erkek, yetkiyi hanımına verir veya onu muhayyer bırakır, hanım da bir tercihte bulunmadan o meclisten ayrıhrsa, yetki tekrar kocaya geri döner ve kadının elinde bir yetki kalmaz. [233]

 

Süt Emzirenlerin Nafakası Ve Ananın Diğer Süt Emzirenlere Göre Çocuğunu Emzirmekte Daha Çok Hak Sahibi Olması

 

Bakara sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Anneler {yani, boşanan çocuklu anneler}, çocuklarını iki bütün yıl emzirirler {yani, bu durumdaki ka­dın, kendi çocuğunu emzirmeye, başkalarından daha fazla hak sahibidir}. Bu {yani, bu süre}, emzir­meyi tamamlamayı irâde edenler içindir {yani, bu iki yıl, böyle bir isteği olanlar için söz konusudur; yoksa iki yıl emzirmek farz değildir. Arzu eden, iki yıldan az veya fazla emzirebilir). (Bakara/233)

Sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Onların {yani, boşanan çocuklu anaların) yiyecek ve giyeceği ma'rûf bir şekilde çocuğun babasına aittir. Kimse gücünden fazlasıyla yükümlü tutulmaz {yani, süt emziren annenin nafakası hususun­da erkek, güç yetireceğinden fazlasıyla yükümlü ; tutulmaz}. Zarara sokulmasın, yavrusu dolayısıyla bir ana {yani, erkek boşadığı kadından, onun rızası hilafına çocuğunu almak suretiyle anayı zarara ' sokmasın} ve yavrusu dolayısıyla bir baba {yani, boşanan kadın, kızgınlığından Ötürü çocuğu baba-ii sına bırakmak suretiyle babayı zarara sokmasın}! Mirasçıya düşen de bunun gibidir {yani, hayattaıhfji olan babanın sağlamakla yükümlü olduğu yiyecek ve giyeceği, babanın ölümünden sonra yetimin mirasçıları sağlamakla yükümlüdür. Mirasçı, çocuğu ;         dolayısıyla anneye zarar vermeye kalkışmamalı­dır. Yetimin herhangi bir malı yoksa, mirasçı, baba konumundadır}. (Bakara/233)

Sonra Yüce Allah anne-babayı tekrar söz konusu ede­rek şöyle buyurmaktadır:

Eğer her ikisi {yani, ana ile baba} rıza ve danışma  ile kesmek {yani, ittifak ederek çocuğu iki seneden 'önce sütten kesmek} isterlerse, {çocuğu iki seneden 7  önce sütten kesme kararında birinin diğerine zarar verme gayesini gütmemesi şartıyla} ikisinin üzerine de bir cünah yoktur. {Ana, süt anaların kabul ettiği yiyecek ve giyeceğe razı olursa, çocuğunu emzirmekte daha fazla hak sahibidir. Fakat ana, süt  anaların kabul ettiği nafakaya razı olmaz da} çocuklarınızı siz {yani, babalar} emzirtmeyi irâde ederseniz (yani, süt anaya emzirtmek isterseniz}, verdiğinizi {yani, süt anaya verdiğiniz ücreti}  ma'rûf ile {yani, süt emzirme hususundaki Allah'ın emirlerine uygun şekilde} teslim etmeniz şartıyla yine üzerinize bir cünah yoktur {yani, babanın, ço­cuğuna bir süt anne tutmasında, ona -giyecek ve yiyecek masrafı söz konusu olmaksızın- ücretini vermesi şartıyla bir vebal yoktur}. Allah'a ittika edin îyani, O'na karşı gelmeyin}. (Bakara/233)

Sonra Yüce Allah onları sakındırarak şöyle buyur­maktadır:

...Ve bilin ki Allah yaptıklarınıza baslrdir. (Baka­ra/233),?:,, Bunun bir benzeri de Talâk sûresinde yer almaktadır: Eğer onlar (yani, boşadığınız çocuklu analar} sizin '{yani, babalar} için emzirirlerse, ücretlerini verin {yani, ey erkekler, gücünüz oranında kadının yiyecek ve giyeceğini karşılayın} ve aranızda {yani, erkek ile kadın, kendi aralarında} ma'rûf ile {yaninafaka hususunda güzel bir şekilde} davranın. Eğer anlaşmada güçlükle karşılaşırsanız {yani, ana, süt anaların istediğinden fazlasını isteyip, baba da onun istediğini vermeyip ittifak edemezlerse}, onun {yani, babanın} hesabına başka bir kadın emzirsin. Bolluk içinde olan bolluğuna uygun na-faka versin {yani, süt anaya bol nafaka versin}, rızkı daraltılan da, Allah'ın kendisine verdiğinden v ,;.       infak etsin. Allah hiçbir kimseye, {süt analara verilmesi gereken nafaka hususunda}, verdiğinden başkasını yüklemez. Allah bir güçlüğün arkasından {yani, darlıktan sonra} bir kolaylık {yani, ge­nişlik} yapar. (Talâk/6-7)

Dedi: Bize Mukâtil Dahhak'tan, o İbn Abbas'tan tah-dis edip dedi: "Çocuğun, annesinin memesinden başkasını kabul etmemesi halinde, anne çocuğuna emzirmeye -ço­cuğun babası, nafaka verecek mala sahib olmasa bile-mecbur edilir. Bu durumda, anne, kendi malından ona harcar."

Dedi: Bize Mukâtil'in ez-Zührî'den, onun Sa'îd b. el-Müseyyeb'ten, onun da Ömer b, el-Hattab'tan (r.a) nak­lettiğine göre, Ömer, Asım'm annesi olan hanımını boşa­dı. Ondan küçük bir çocuğu da vardı. Ömer (r.a) çocuğu ondan almak istedi ve Halife Ebû Bekr'in (r.a) huzurunda davalaştılar. Âsim in annesi şöyle dedi:

__Ey Allah Rasûlü'nün halifesi! Bu benim çocuğum, onu karnımda ben taşıdım.

Ömer (r.a) de şöyle karşılık verdi:

— O benim çocuğum, benim sulbümden.

Ebû Bekr de —çocuğun annesinde kalmasına hükme­derek- dedi ki:

— Ey Ömer! Çocuk için annesinin kokusu ve yatağı senden daha iyidir. Çocuk büyüyüp de ikinizden birini se­çinceye kadar bu böyle olsun.

Dedi: Ebû Bekr (r.a) vefat edip de Ömer (r.a) halife olunca, bir adam boşadığı hanımı ile Ömer'in (r.a) huzu­runa geldi ve çocukları için davalaştılar. Kadın dedi:

—  Karnım onun için bir kap, kucağım onun için bir çadır, göğsüm onun için bir çeşme, o [babası] onu [çocuğu] şehvet üzere taşıdığı halde, ben onu zorlukla taşıdım.

Ömer şöyle karşılık verdi:                                         

— Doğru söyledin Ardından da, çocuğun anasına verilmesine hükmetti.

İşte Ömer böyle idi.

Mukâtil Muhammed b. Şîrîn'den, o da Şureyh'ten şöy­le dediğini nakletti: "Anne, anne-anne, hala ve teyze, ço­cuğa bakmakta babadan daha fazla hak sahibidirler. Çünkü hepsi de anne hükmündedirler."

Mukâtil dedi ki: Ana çocuğunu emzirmeye razı olduğu takdirde -çocuk yetişip ana veya babasından birisini se­çecek yaşa gelene kadar- çocuğunu almaya daha fazla hak sahibidir. Ana evlenmedikçe ya da çocuk anne sütüne muhtaç olmaktan kurtulmadıkça bu böyledir. [234]

 

Erkek Ve Karısı Arasında Li'ân

 

Nûr sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Eşlerine atan {yani, karılarını zina isnad eden}, kendilerinden başka şâhidleri de olmayanların {yani, hanımının zina ettiğine dâir kendisinden başka şahidi bulunmayan ve bunu mahkemeye da­va olarak götüren kocaların! her birinin şehâdeti dört şehâdettir: Billahi kendisi muhakkak doğru öyleyenlerdendir. (Nûr/6-7)

Dedi: Koca, ikindi namazından sonra mescidte kalkıp Allah adına dört defa yemin ederek şöyle der: "Kendisin­den başka ilah olmayan Allah adına şâhidlik ederim ki, -hanımını kasdederek- filan kadın zinakârdır ve gerçek­ten ben bu sözümle doğruyu söylüyorum."

...Beşincisi de: Eğer kâziblerden {yani, zina isna­dında yalan söyleyenlerden! ise, Allah'ın laneti onun üzerine. (Nûr/6-7)

Ardından Yüce Allah, kocası tarafından zina isnad edilen kadının durumunu beyan sadedinde buyuruyor ki:

Kadından azabı, dört kere şöyle şehâdet etmesi de­feder: "Billahi o {yani, kocam} muhakkak yalancı       lardandır" (yani, Hâkim bundan sonra kadına hadd uygulamaz}. (Nûr/8)

' Bunun yapılma şekli şöyledir: Kadın kocasının durdu­ğu yerde durur ve dört defa şöyle der: "Kendisinden baş­ka ilah olmayan Allah adına şâhidlik ederim ki, ben zina etmedim ve hiç kuşkusuz kocam bu sözünde yalancıdır."

Beşincisi de: Eğer o (yani, kocanı}, sâdıklardan (yani, zina isnadında doğru söyleyenlerden} ise, Allah'ın gazabı onun üzerine. (Nûr/9)

Ardından da Yüce Allah lütuf ve rahmetini hatırlata­rak buyuruyor ki:

Ya olmasaydı üzerinizde Allah'ın lütfü ve O'nun rahmeti {yani, O'nun nimeti üzerinizde olmasaydı, kimin yalan söylediğini izhar ederdi! ve Allah'ın gerçekten tevvâb {yani, tevbe edenlerin tevbelerini kabul eden} ve hakim {yani, lanetleşme hükmünde hikmeti sonsuz olan} olması?! (Nûr/10) [235]

 

Rahman, Rahîm Allah'ın Adıyla

(Zina Bahisleri)

Zina, Zina Dolayısıyla Hürler İçin  Öngörülen Hadd İle Kazf Haddi

 

İsrâ sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Zinaya yaklaşmayın. Doğrusu o bir fahişedir {yani, ma'siyettir) ve kötü bir sebildir {yani, kötıü bir meslektir}. (İsrâ/32)

A'râf sûresinde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadıır: 'De ki: "Kuşkusuz Rabbim fevâhişi {yani, zinıayiondan açık olanı {yani, onun alenî işlenenimi! bâtın olanı {yani, onun gizlice işlenenini) havram kılmıştır." (A'rM/33)

Arab müşrikleri, açıktan zina işlememekle birîükte, gizlice yapılmasında bir sakınca görmezlerdi.

Bunun bir benzeri de En'âm sûresindedir (151. âyet). M  Nisa sûresinde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Kadınlarınızdan {yani, evli-dul Müslüman katdınlardan} fahişe {yani, ma'siyet -ki bu da zinadiır-!

işleyenlere karşı içinizden {yani, hür Müslümıanlardan} dört şâhid getirin. Şayet şehâdet {onlaann zina ettiklerine dâir şâhidlik} ederlerse, onları evlerde tutun {yani, onları hapishanelerde hapsedin);

' tâ olum onları alıncaya {yani, kadın bu haldeyken ölünceye} yahut Allah onlar için bir sebîl kılıncaya {yani, hapishaneden çıkış ve hadd {yani} [236] recm [237] ile bir çıkış yolu gösterinceye} kadar. (Nisâ/15)

Dedi: Bu uygulama, İslâm'ın ilk dönemlerinde idi: Adil dört Müslümanm, zina ettiğine şâhidlik ettikleri ka­dın hapsedilirdi. Şayet kocası varsa verdiği mehri geri alır, fakat boşamaksızın ona nafaka verirdi. O kadına hadd uygulanmazdı. Kocası onunla cima etmez, fakat onu hapiste tutardı.

Sonra Yüce Allah muhsan olmayan/evlenmemiş kim­seleri söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:

Sizden {yani, Müslümanlardan} onu irtikâb edpnlerin (yani, bekâr/evlenmemiş olup da o fahişeyi iş­leyenlerin: zina edenlerin} her ikisine de eziyet' edin {yani, yaptıkları çirkin işi dile getirip ayıplayarak onlara dil ile eziyet edin. Bunlara sadece eziyet edilir, hapsedilmezler; çünkü bunlar be­kâr/evlenmemiş kimselerdir). Eğer, teube edip {ya­ni, yaptıkları hayasızlıktan tevbe edip/vazgeçip) hallerini (yani, amellerini) düzeltirlerse, onları bı­rakın {yani, tevbe ettikten sonra onları rahatsız edecek sözler söylemeyin!. Kuşkusuz Allah tevvâb-tır, rahimdir. (Nisâ/16)

Bu uygulama, İslâm'ın ilk dönemlerinde hem bekâr­lar/evlenmemiş kimseler, hem de evliler için geçerliydi.

Sonra zina haddi ile ilgili hüküm nazil oldu ve zina eden­ler hakkında hapis ve sözlü eziyet neshedildi. Bunu da Nûr sûresinde yer alan şu âyet-i kerîme neshetti. [238] Zâniye ve zâninin her birine yüzer celde vurun {ya­ni, evlenmemiş olduğu halde zina eden kadın ile  zina eden erkeğin her birine, adaletli, hür ve Müslüman dört kişi şâhidlik ettiği takdirde yüzer celde vurun}. Allah'a ve âhiret gününe îmân etmiş kimseler iseniz {yani, —hâkim'e hitaben— eğer Allah'ın  tevhidini tasdik eden ve amellerin karşılıklarının ; görüleceği ölümden sonra dirilişi doğrulayan kim-'A'    seler iseniz}, Allah'ın dîninde {yani, Allah'ın zina 4v   eden kimse ile ilgili verdiği hükmü tatbik husu­sunda} bunlara acıyacağınız (yani, celde vurmakta acıyacağınız ve dolayısıyla da haddleri uygulamayacak derecede şefkatli hareket edeceğiniz} tutmasın {yani, haddleri dosdoğru ve tastamam uygulaMü'minlerden bir topluluk da {yani, iki ya da daha fazla erkek de} azablarına (yani, onlara uy-(v/,.   gulanacak hadde/hadd cezasına} şâhid olsunlar {yani, hazır bulunsunlar}. (Nûr/2)

Dedi: Zina haddine dâir âyet nazil olunca, Nebî (s.a) buyurdu ki:

Allahu ekber! Çıkış yolu gelmiş bulunuyor: Bekâr ba­kire ile zina ederse, yüz celde ve bir yıl sürgün, evli evli ile zina ederse taş ile recm vardır.

Mukâtil dedi ki: Bekâr evli ile zina ederse, bekâra yüz celde ile bir yıl sürgün; evli olana da recm cezası vardır. [239]

 

Zina Eden Kölelerin Cezası Zina Ve Başka Bir İşi Yapmaya  Zorlananların Durumu

 

Nisa sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Şayet onlar {yani, cariyeler} evlendikten {veya Müslüman olduktan) sonra bir fahişe işlerlerse {yani, zina ederlerse}, onlara {yani, cariyelere}, muhsan olanlara (yani, hür kadınlara} verilen ce­zanın {yani, yüz celde cezasının} yansı verilir {ya­ni, cariyelere elli celde vurulur}. (Nisâ/25)

Zina eden köleye de celde vurulur. Celde cezasının tatbiki de efendiye aittir. Köle ve cariyeye —evli bile olsa­lar- recm cezası uygulanmaz.

Bir Müslümamn, kazanç için cariyesini zinaya zorla­ması helâl değildir; eğer zorlarsa, günahı efendiye aittir. İşte Nûr sûresinde yer alan şu buyrukta kasdedilen bu­dur:

Kendilerini korumak isterken, dünya [büfen yakın] hayat'ın arazını {yani, onların zinadan elde edecekleri kazançları} irâde ederek cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları zorlarsa, kuşku yokki Allah zorlanmalarının ardından gafurdur, rahîmdir {onlar için günah yoktur}. (Nûr/33)

Düşmanları tarafından esir alınan ve bir günah işle­meye yahut bir yemine zorlanan ya da sultanın yakalayıp —kendisi ile Allah arasında kalan ve kimseye zulüm ihti­va etmeyen- bir günaha zorladığı kimse için, sözü edilen­leri yapmakta ruhsat vardır; bundan dolayı ona günah yoktur. Ancak şirk müstesnadır; çünkü şirk hususunda ruhsat yoktur.  

Dedi: Nahl süresindeki şu âyet-i kerîme bu hususta ftâzil olmuştur:

Kalbi îmân ile mutmain olduğu halde zorlanan müstesna, kim îmânının ardından Allah'a küfre­der ve küfre göğsünü açarsa... (Nahl/106)

Bu âyet, Müslümanlardan bazı kimseler hakkında in­miştir. Mekke kâfirleri bunlara işkence ediyordu. Nihayet kalbleri îmân ile mutmain olduğu halde İslâm'dan döndü­ler. Bu sebeble ruhsat, onlara özeldi. Bundan sonra Nebî (s.a) şöyle buyurdu:

Yakılsanız da, işkenceye uğraşanız da Allah'a şirk koşmayın![240]

Müşriklerin yakalayıp şirk koşmak ile öldürülmek arasında muhayyer bıraktıkları kimse, öldürülmeyi ter­cih ederse, cennette nebilerle ve şehidlerle birlikte olur. Eğer şirk koşar ve bu hâl üzere ölürse cehennemdedir.

Dedi: Nebî (s.a) Bakara sûresinde yer alan, Rabbimiz! Unuttuk yahut hata yaptıksa, bizi muaheze etme. Rabbi­miz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize ağır yükler yükleme (Bakara/286) âyetini sonuna kadar okuyunca, Cebrail, "Evet bunlar kabul edildi" dedi. Böylelikle bu ümmetin üzerinden hatâen, unutarak ve bilmeyerek ya­pılan işlerin günahı kaldırıldı.

Dedi: Buna göre bir iyilik işleyene, on ve daha fazla katı iyilik yazılır. Bir iyilik yapmak isteyip de yapamaya­na bir iyilik yazılır. Bir kötülük işleyene bir kötülük yazı­lır. Bir kötülük işlenek isteyip de işlemeyene ise kötülük yazılmaz. [241]

 

Muhsan Kadınlara Zina İsnad Etmekve Bunun Haddi

 

Nûr sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Muhsanâta (yani, Müslüman, hür kadınlara} atan­lara {yani, zina isnad edenlere} sonra da dört şâ-hid Syani, hür ve Müslüman erkeklerden onların avretlerini o vaziyette gördüklerine şehâdet ede­cek dört kişi} getiremeyenlere, {ey hâkimler) seksener celde vurun ve onların {yani, muhsanâta zina isnad edenlerin} şâhidliklerini {yani, hadd uygulandıktan sonra da onların şâhidliklerini} ebediyyen kabul etmeyin! Onlar (yani, o iftirayı atanlar) fâsıklann {yani, o iftira sebebiyle isyankârların} takendileridir. (Nûr/4)

Sonra Yüce Allah istisnada bulunarak şöyle buyur­maktadır:

Ancak bunun {yani, zina iftirasının} ardından tev-be edenler ve ıslâh olanlar {yani, amellerini düzel-W'     tenler} müstesna. Kuşkusuz Allah gafurdur, ra­himdir (yani, tevbenin ardından Allah günahları bağışlar ve merhamet eder). (Nûr/4-5)

Muhsanâta zina iftirası atanların şâhidlikleri, —hadd vurulduktan sonra da- ebediyyen kabul edilmez. [242]

 

Nebinin, Pisliklerden Arınmış Sıddîka Eşlerine İftira Edenler Ve Müminlerin Bu Hususta Riâyet Etmeleri İstenen Âdâb Ve Onlara Verilen Öğüt

 

Dedi: Nebî (s.a), beraberinde eşi ve nıü'minlerin annesi -Ebû Bekr es-Sıddîk'ın kızı- Âişe de olduğu halde ga­zaya çıktı. Nebî fs.a) ile birlikte Süleym oğullarından Saf-van b. Muattal adındaki yol arkadaşı da vardı. Nebî (s.a) geceleyin yola devam ettiğinde, Safvan sabaha kadar ko­nak yerinde bekler, Mü., lümanlarm geride bıraktıklarını karargaha götürür, sahibine teslim ederdi. Bir gece yola devam edileceği ilan edildi, Aişe de deveye binip hevdeci-ne girdi. Sonra bir ziynet eşyasını konak yerinde bırak­mış olduğunu hatırladı ve onu almak üzere indi. Deveyi yeden kişi bunu farketmediği için deveyi kaldırıp ordu ile birlikte yola koyuldu. Aişe gerdanlığını bulup döndüğün­de, ordunun gitmiş olduğunu gördü. Ağlayarak ordunun arkasından gitmeye başladı. Konaklama yerinde bulunan Safvan sabah olunca Nebî'nin peşinden yola koyuldu. Derken yüzünü kapatmış ağlayan Âişe'yi gördü ve sordu:

— Kimsin? Şu cevabı aldr

— Âişe'yim,

Bunun üzerine istircâda bulundu {innâ lillâh... dedi) ve devesinden inerek tekrar sordu:

— Bu ne hal, ey mü'minlerin annesi?

Onun durumu anlatması üzerine Âişe'yi devesine bin­dirdi.

Nebî fs.a) ve ashabı konakladıklarında Âişe'yi aradılar, fakat bulamadılar. Allah'ın dilediği kadar bir süre öylece kaldıktan sonra Safvan -Allah'ın rahmeti üzerine olsun-Âişe'yi devesine bindirmiş olduğu halde çıkageldi. Bunun üzerine 'Abdullah b. 'Ubeyy -ki münafık idi-, Hassan b. Sabit, Mıstah b. Usâse, Esed oğullarından Hamne bt. Cahş ona iftira ettiler. Münafık 'Abdullah b. 'Ubeyy dedi ki:

— Âişe Safvan'dan, Safvan da Âişe'den kurtulamadı.

Herkes bunu diline doladı. Hatta bazıları, "Şöyle şöyle oldu", bazıları "Şunu şunu duydum" dedi, bazıları üstü kapalı ifadeler kullandı, bazıları da bu durumdan hoşlan­dı. Bunun üzerine Allah, peşpeşe onsekiz âyet"[243] inzal bu­yurarak zina isnad edenlerin yalancı olduklarım bildirip Âişe'yi temize çıkardı ve münafıkları te'dib etti. Nazil olan buyruklardan biri şudur:

îfk ile gelenler {yani, yalan söyleyenler} sizden bir topluluktur {yani, 'Abdullah b. 'Ubeyy —ki münafık idi-, Hassan b. Sabit, Mıstah b. Usâse ve Hamne bt. Cahş'tır}. Bunu hakkınızda bir şer sanmayın, aksine o sizin için bir hayırdır (yani, ey Âişe ve Safvan, hakkınızda söylenen bu yalanı kendiniz ,  için bir kötülük sanmayın, siz bundan dolayı ecir alacaksınız}. (Nûr/11)

Sonra şöyle buyurmaktadır:

Onlardan {yani, Âişe hakkında kötü sözlere dalan­lardan! her birine, o günahtan kazandığı vardır  (yani, bu hususta konuştuğu ileri-geri söz kadar günah kazanmıştır}. Aralarından onun büyüğünü   söyleyene (yani, en büyük ma'siyeti gerektiren sözü söyleyen münafık 'Abdullah b. 'Ubeyy'e —ki "Âişe ondan kurtulamadığı gibi, o da ondan kurtulamamiştır" demişti-! ise, büyük bir azab vardır. (Nûr/11)

İşte bu, bütün Müslümanlar için bir ibrettir. Günah gerektiren bir duruma söz, fiil yahut üstü kapalı ifadelerle destek veren ya da bundan hoşnut olan kimseler de, o günaha ortak olurlar. Aralarından onun büyüğünü söyle­yen ise, bizzat bu iftiranın başını çekmek suretiyle günah işleyen, Allah nezdinde günahı en büyük olan o münafık­tır. Bu günah sebebiyle asıl sorgulanacak olan odur.

Dedi: Müslümanlardan sâdır olan günahı görüp, on­dan hoşlanmadığını ortaya koyan kimse, ayıplayan kimse gibidir. Ayıplayıp razı olan bir kimse ise, ona tanık olan gibidir.

Sonra Yüce Allah Âişe hakkında dedikoduya dalanla­ra öğüt vererek şöyle buyurmaktadır:

Onu (yani, Safvan'ı ileri sürerek Âişe'ye yapılan zina iftirasını} işittikleri vakit mü'nıin erkekler ve kadınlar (bu kadınlardan biri de Hanine bt. Cahş idi} kendi kendilerine güzel bir zanda bulunup {yani, birbirleri hakkında güzel zan besleyerek, zinaetmediklerini kabul edip}, "Bu, apaçık bir ifktir"demeli değil miydi {yani, "Bu zina iftirası, apaçık bir yalandır" demeliydiler!. (Nûr/12)

Ona {yani, attıkları zina iftirasına}, dört şâhid getirmeli değil miydiler? Madem ki şâhid getiremediler, o halde onlar Allah indinde {söyledikleri o sözlerinde: Aişe'ye iftiralarında} yalancıların ta kendileridir. (Nûr/13)

Sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Eğer dünya ve âhirette Allah'ın lütuf ve rahmeti  üzerinizde olmasaydı,[244] içine daldığınızda {yani, dilinize doladığınız o iftiradan ötürü} size mutlaka azîm bir azap dokunurdu {yani, size dünya ve âhi­rette büyük bir ceza isabet ederdi}. (Nûr/14)

O sıradaki dillerinizle onu {yani, Âişe hakkındaki dedi-koduları} telakki ediyordunuz (yani, onları dinliyor, aktarıyor, onlara dalıyordunuz: kiminiz ben "Filanın şöyle dediğini duydum", kiminiz "Ben filandan dinledim" diyordu} ve ağızlarınızla, hak­kında hiçbir bilginiz olmayan {yani, dilinize dola­dığınız iftiranın gerçek olup olmadığını bilmeden} bir şeyi {yani, Aişe'ye edilen iftirayı) söylüyordu­nuz {dillerinizle söylüyordunuz}. Onu kolay /önem­siz bir şey sanıyordunuz. Halbuki o Allah indinde azimdir {yani, günahı çok büyüktür}. (Nûr/15)

Sonra Yüce Allah, Aişe'ye iftirayı dillerine dolayanla-öğüt vererek şöyle buyurmaktadır:

 Onu {yani, o iftirayı} işittiğinizde, "Bunu söylemek bize yakışmaz {yani, gözlerimiz görmemişken, bu  iftirayı dilimize dolamanıalıyız}. Sen sübhansın  îyani, Seni tenzih ederiz Rabbimiz}. Bu azîm bir bühtandır" demeli değil miydiniz {yani, niçin Ensar'dan Sa'd b. Muaz'm dediği gibi "Bu, büyük bir ''iftiradır" demediniz}? (Nûr/16)

Şöyle ki: Sa'd b. Muaz, Âişe hakkındaki ileri-geri ko­nuşmaları duyunca, "Seni tenzih ederiz (Rabbimiz), bu pek büyük bir bühtandır" demişti.

Bühtan, "olmadık bir şeyi söyleyerek karşısındakini dehşete düşüren söz" demektir.

Sonra Âişe hakkında ileri-geri konuşanlara öğüt ver­meye devam ederek şöyle buyurmaktadır:

Eğer mü'min iseniz, bunun misline {yani, böyle bir iftiraya} ebediyyen dönmeyesiniz diye Allah size öğüt veriyor ve Allah sizin için âyetleri (yani, sözü edilen öğütleri) beyan ediyor. Allah alimdir, ha­kimdir. Kuşkusuz îmân edenler içinde {yani, Âişe ile Safvan hakkında} fahişenin yayılmasını {yani, zina işlenip ortalığa yayılmasını ve hayasızca söz­lerin ortaya çıkmamasını} sevenler için, dünya ve âhirette elim {yani, çok can yakıcı} bir azab vardır. {'Abdullah b. TJbeyy'in dünyadaki azabı celde idi; âhiretteki azabı ise cehennem ateşi olacaktır}. Al­lah bilir, siz bilmezsiniz. Eğer Allah'ın lütuf ve rahmeti üzerinizde olmasaydı ve hakikaten Allah . ra'ûf, rahim olmasaydı {yani, size karşı rikkatli ve merhametli olmasaydı, sizi, Âişe hakkında söyle­dikleriniz dolayısıyla cezalandıracaktı, ama O ağızdan ağıza dolaştırdığınız iftiranın günahı do­layısıyla sizi cezalandırmadı, affetti}. (Nûr/17-20)

Sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ey îmân edenler! Şeytanın adımlarını {yani, Âi-şe'ye iftira hususundaki adımlarını} izlemeyin. Kim şeytanın adımlarını izlerse, kuşkusuz o, fah-şâyı {yani, ma'siyeti} ve münkeri {yani, Âişe hak­kındaki gibi, tanınmayan/kabul edilmeyen şeyleri söylemeyi} emreder. Eğer Allah'ın lütuf ve rahmeti {yani, nimeti} üzerinizde olmasaydı, sizden hiç kimse ebediyyen temize çıkamazdı {yani, ıslâh olup

ü'-îh hâlini düzeltemezdi}. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır {yani, dilediğinin hâlini ıslâh eder düzel­tir}. Allah semidir, alimdir. (Nûr/21)

Yüce Allah masumiyetini bildiren buyrukları indirerek Âişe'yi temize çıkartıp, ona zina isnad edenlerin ya-lancı-iftiracı olduklarım ortaya koyunca, Ebû Bekr, Âişe hakkındaki iftiranın yayılmasında rol oynayanlardan Mıstah b. Usâse'yi bundan böyle asla görüp gözetmeyece­ğine yemin etti. Oysa Mıstah, hem Muhacir, hem de Ebû Bekr'in kızkardeşinin oğlu idi. Üstelik onun himayesinde büyümüş fakir bir yetimdi. Onu görüp gözetmeyeceğine dâir yemin edince, Ebû Bekr hakkında şu buyruk nazil oldu:

Sizden fazl {yani, zenginlik} ve genişlik {yani zıkta genişlik} sahibi olanlar {yani, Ebû Bekr es- Sıddîk}, yakınlık sahihlerine {Ebû Bekr'in kızkar-'deşinin oğlu olan Mıstah b. Usâse'ye} miskinlere {çünkü Mıstah aynı zamanda fakirdi} ve Allah yolunda muhacir olanlara {yani, Allah yolunda hic­ret edenlere: ki Mıstah, aynı zamanda muhacirler­dendi} infak etmemeye yemin etmesinler, affetsinler {yani, yeminin gereğini yerine getirmeye kalkış­masınlar} ve aldırmasınlar {yani, Mıstah'ın kusur­larını görmesinler}. Allah'ın size mağfiret etmesini sevmez misiniz {yani, ey Ebû Bekr, Allah'ın seni 'bağışlamasını sevmez misin}?! Allah gafurdur {ya­ni, günahları çok bağışlayandır}, rahimdir {yani, mü'minlere karşı merhametlidir}. (Nûr/22)

Bunun üzerine Nebi (s.a) Ebû Bekr'e şöyle dedi:

— Allah'ın sana mağfiret etmesini sevmez misin?! Ebû Bekr cevab verdi:                                  

— Elbette severim ey Allah'ın Rasûlü.           

Nebi dedi:                                                   

— Öyleyse affet ve aldırma!"               

Ebû Bekr de şu karşılığı verdi:

— Affettim ve aldırmadım. Bundan böyle yapabilece­ğim hiçbir iyiliği ondan esirgemeyeceğim.

Sonra Yüce Allah, Âişe'yi söz konusu ederek şöyle bu­yurmaktadır:

Doğrusu, muhsanâta {yani, namuslu-iffetli kadınlara}, gafilâta {yani, fevâhişten habersiz kadmlara: Âişe'ye}, mü'minâta {yani, tasdik eden kadınlara} atanlara {yani, zina iftirası atanlara} lanet vardır: dünyada {yani, seksen celde vardır} ve âhirette /4         {yani, 'Abdullah b. 'Ubeyy'e ateşle azab vardır, çünkü o bir münafıktır—}. Onlar için azîm bir azab da vardır. (Nûr/23)

Dedi: Nebî (s.a) 'Abdullah b. TJbeyy'e, Hassan b. Sâ-bit'e, Mıstah b. Usâse'ye ve Hamne bt. Cahş'a -Âişe'ye zi­na iftirası atmaları dolayısıyla- seksener celde vurulma­sını emretti. Sonra hepsi tevbe ettiler; münafıkların başı 'Abdullah b. 'Ubeyy müstesna. O, münafık olarak öldü ve şu âyet onun hakkında nazil oldu:

Onlardan ölen hiçbir kimsenin üzerine asla namaz kılma ve kabrinin başında da durma! Doğrusu on­lar Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne küfrettiler ve fâsık olarak öldüler. (Tevbe/84)

Sonra Âişe'ye yapılan zina iftirasının kıyametteki du­rumunu söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:

O gün {yani, âhiret günü} dilleri, elleri ve ayakları yaptıklarına şehâdet edecektir. O gün {yani, âhiret :        günü} Allah onlara hak dînlerini tastamam vere­cektir (yani, hesaplarını, zulmetmeksizin adaletli bir şekilde görecektir}. Allah'ın apaçık hakk {yani, ':«{;  adalet} olduğunu bileceklerdir. (Nûr/24-25)    

Sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Habisât, habisler için {yani, kötü söz: zina iftirası ve benzerleri, kötü erkek ve kadınlara yakışır: ona/Âişe'ye zina iftirasını kötüler atar}, habisler de habisât içindir {yani, kötü erkek ve kadınlara da kötü söz yakışır: zina iftirasını kötüler atarlar}. (Nûr/26)

- Sonra Yüce Allah şöyle devam etmektedir;

Tayyibât, tayyibler için {yani, güzel söz iyi erkek ve kadınlara yakışır: onlar güzel söz söyler}, tayyibler de tayyibât içindir {yani, iyi erkek ve kadınlara da güzel söz yakışır: onlar güzel söz söylerler}. (Nûr/26)

Sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

İşte onlar {yani, iyi erkek ve kadınlar}, onların söy-;     lediklerinden müberrâdırlar {yani, Âişe'ye zina if­tirası atanların söyledikleri o kötü sözlerden uzaktırlar}. Onlar {yani, onların günahları} için bir mağfiret ve bir rızk-ı kerîm iyani, cennette güzel bir rızık} vardır. (Nûr/26)

Yüce Allah Aişe'nin masumiyetine dâir bu buyrukları indirince, Nebî (s.a) onu bağrına bastı. Ve o -selâm ona-cennetteki eşlerindendir.

Mukâtil dedi ki: Bana Bişr b. Teym'in tahdis ettiğine göre, bir nebiye yahut da bir nebinin karısına zina iftirası atan kimseye iki hadd uygulanır.

Mukâtil dedi ki: Nitekim Ahzâb sûresinde şu buyruk­lar inmiştir:                       

Ey Nebî'nin kadınları! Sizden kim apaçık bir fâhişe işlerse, ona azab iki kattır ve şu, Allah'a göre kolaydır. Sizden kim de Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne itaat eder ve sâlih amel işlerse, ona da ecrini iki kere veririz. (Ahzâb/30-31)

Dedi: Yüce Allah onların hem mükâfaatlarını, hem de azablarını iki kat öngörmüştür. Onlara iftira edenlere de, iki defa hadd cezası takdir buyurmuştur.

Dedi: Bize Mukâtil Nebî'den (s.a) şöyle tahdis edip de­di:

— Âlemlerin kadınlarından dördü size yeter: Meryem bt. îmrân, Fir'avn'm karısı Âsiye, Hatice bt. Huveylid ve Fâtıma bt. Muhammed.

Ensar'dan bir adam sordu:

—  Ey Allah'ın Rasûlü! Peki ya Âişe'nin durumu ne­dir?

Nebî (s.a) buyurdu ki:

— Âişe'nin bu dört kadından sonra şâir cennet kadın­larına olan üstünlüğü, tiridin diğer yemeklere olan üs­tünlüğü gibidir. [245]

 

Hırsızlık Haddi Ve Hırsızın Günahı        

 

Mâide sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Sarık ve sârıkaya {yani, hırsızlık yapan erkek ve hırsızlık yapan kadının çaldıkları, yarım dinar ve ya daha fazla olur da durum hâkime arzedilirse}, kazandıklarına {yani, işledikleri ma'siyete} karşılık -Allah'tan bir nekâl (yani, ukubet! olmak üze­re- sağ ellerini kesin. Allah azizdir {yani, intikam,'  almaya gücü yetendir}, hakimdir {yani, hırsızlık  yapan erkek ve kadın için belirlediği cezada hik­met sahibidir). Fakat kim zulmünün {yani, yaptığı  hırsızlığın} arkasından tevbe eder ve ıslâh olursa ,{yani, amelini ıslâh ederse}, Allah elbette onun tev-:-H    besini kabul eder {yani, günahını bağışlar}. Çünkü Allah gafurdur {yani, tevbeden önce yapılanları  v    bağışlayandır}, rahimdir {yani, tevbe edenler için    merhametlidir}. (Mâide/38-39) [246]

 

Hatâen Öldürülen Kimsenin Diyeti     

 

 sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Bir mü'minin bir mü'mini öldürmesi -hatâen olması müstesna- olacak şey değildir {yani, mü'mini öldürmek mü'mine yakışmaz/uygun düşmez}. (Nisâ/92)

İbn Abbas b. Ebî Rebia, Âmir b. Lüey oğullarından Haris b. Yezid'i —ki o sırada müşrikti- öldürmek üzere ye­min etti. Fakat sonra Haris Müslüman oldu, Abbas ise onun Müslüman olduğunu bilmediği için Medine'de karşı­laştığında onu öldürdü.

Yüce Allah, bir mü'mini hatâen öldürenin yükümlülü­ğünü açıklamak üzere şöyle buyurdu:

Kim bir mü'mini hatâen öldürürse, mü'min {yani, Allah dışında ilah olmadığını tasdik edip beş vakit namaz kılan} bir köle azad etmesi ve onun ehline (yani, öldürülen kimsenin velilerine} teslim edile­cek {yani, Öldürenin âkilesi tarafından teslim edi­lecek} bir diyet vermesi gerekir. (Nisâ/92)

Sonra Yüce Allah istisnada bulunarak buyuruyor ki:

Onların tasadduk etmeleri müstesnadır {yani, Öl-;îs,dürülenin velilerinin, diyeti katile sadaka olarak bağışlamaları müstesnadır}. (Nisâ/92)

Bu, onların daha büyük ecir almalarına sebeb olur. Azad edilecek kölenin bedeli ise, katilin malından ödenir. Arkasından Yüce Allah buyuruyor ki:

Şayet o {yani, öldürülen kişi} -mü'min olmakla be­raber- size düşman {yani, ehl-i harbten} olan bir ,    :     kavimden ise, katilin mü'min bir köle azad etmesi gerekir. (Nisâ/92)

Dedi: Bu âyet, Mirdâs b. Amr hakkında inmiştir. Mir-dâs Müslüman olmuş, kavmi ise harb ehli kâfir kimseler idi.

Sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Şayet o {yani, öldürülen kişi), kendileriyle aranız­da bir antlaşma {ve bir ateşkes} bulunan bir ka­vimden ise, o vakit onun ehline {yani, Öldürülenin Arab müşriklerinden olup da kendileriyle antlaşma yapılmış kavmine) teslim edilecek bir diyet vermek ve mü'min bir köle azad etmek gerekir. (Nisâ/92)

Nebî'nin (s.a) antlaşma yaptığı Arab kabilelerinden bir kişiyi, antlaşma süresi içerisinde öldüren Müslüman, maktulün yakınlarına diyetini öderdi. İşte bu âyet bunu anlatmaktadır.

Kim bulamazsa (yani, kim azad edecek köle bulamazsaf, Allah'tan bir tevbe {yani, hatâen Öldürmeye karşılık keffâret ve diyeti teşrî kılması hasebiy­di, le Allah'ın bu ümmete bir bağışı) olmak üzere iki :İ!>!' ay aralıksız oruç tutmalıdır. Allah alimdir, hakîm, dir {yani, O'nun, hatâen öldürmeye karşılık keffâ­ret öngörmesi hikmetinin bir tecellisidir}. (Ni­sâ/92)

Sonra, kendileriyle antlaşma ve ateşkes yapılmış olan müşrik Arablardan öldürülenlerin diyeti -Tevbe süresin­deki şu âyetle- neshedildi:[247]

Artık o müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün! (Tevbe/5)

Nebî (s.a) buyurdu ki:                                   

İki millet [dîn] ehli birbirinden miras almaz. [248]   

 

Antlaşmalıların (Yemin)[249] Keffâreti

 

Bazıları, akrabalık bağını koparmaya yahut ma'siyeti gerektiren bir hususa dâir yemin eder, "Benim yeminime bağlı kalmaktan başka birşey yapmam helâl olmaz" der­di. Bunun üzerine şu buyruklar indi:

Yeminleriniz için Allah'ı hedef I siper yapmayın {yani, ma'siyet olan bir işe yemin ederek Allah'ın emrini yerine getirme hususunda Allah'ı engel yapmayın}: birre Syani, akrabalık bağını gözetme­ye), ittika etmeye ve insanların arasını düzeltmeye. Allah semidir {yani, ha kında yemin ettiğiniz her şeyi işitendir), alimdir {yani, bunu lûçin yaptığını­zı bilendir}. (Bakara/224)

Bazıları, kendilerini barıştırmaya çalışan kişiye, ba­rışla alakalı konuşmaması için yemin verdirirlerdi. (Yüce Allah) buyurdu ki: Akrabalık bağını gözetmeniz, Allah'a karşı ittika etmeniz, insanların arasını düzeltmeniz sizin için ma'siyeti gerektiren bir yemine bağlı kalmaktan da­ha hayırlıdır. Yemin keffâreti inmeden önce durum bu idi.

Allah sizi yeminlerinizde lağv ile muaheze etmez (yani, doğru olduğu zannıyla ettiğiniz yeminlerin doğru çıkmaması halinde Allah sizi sorumlu tut­maz ve bu yemin sebebiyle keffâret vermeniz ge­rekmez}. Fakat {Allah) kalblerinizin kazandığıyla {yani, kalblerinizin kasdettiği günah sebebiyle) muaheze eder {yani, \alan yere ve kasdı olarak yaptığınız yeminlerden ötürü sorumlu tutar). Al­lah gafurdur {yani, yanılarak yapılan yeminleri bağışlayandır}, halimdir (yani, yeminlerdeki lağv'den dolayı keffâret öngörmemekle halimdir}. (Bakara/225)

Sonra Yüce Allah Mâide sûresinde keffâretle ilgili şu buyruğu indirdi:

Allah sizi yeminlerinizde lağv {yani, doğru olduğu zannıyla edilen, fakat doğru çıkmayan yemin} ile        muaheze etmez {yani, böyle bir yeminden dolayı keffâret ve günah yoktur}, fakat akdettiğiniz {ya­ni, kalbinizin yalan olduğunu bildiği: yala a yere yaptığınız} yeminlerle muaheze eder. Bunun da keffâreti {yani, yalan yere yapılan yeminin keffâ­reti}, ailenize yedirdiğinizin vasatından {yani, or­ta hallisinden} on miskini doyurmak {yani, sizin yediğinizden daha aşağı da, daha üstün de olma­malı: eğer buğday verilecekse, yarımşar sa', arpa ve hurma verilecek yarımşar sâ'[250] verilmesi ge­rekir} yahut onları giydirmek {yani, on yoksulu giydirmek: her yoksula bir aba \ :ya vücudunu örtecek bir elbise verilmesi gerekir} yahut bir azad etmektir (yani, küçük ya da büyük olabilece­ği gibi, Ehl-i Kitab'tan da olabilir: hepsi caizdir -keffâret verecek kişi yedirme, giydirme ya da köle azad etme şıklarından birini seçebilir-}. Fa­kat kim bulamazsa {yani, üç keffâret şıkkından herhangi birini yerine getirmeye güç yetiremez-sel, üç gün oruç tutsun (îbn Mes'ûd'un kıraatinde, mütetâbtfat [aralıksız] lafzı da vardır}, işte şu (ya­ni, söz konusu edilen keffâret şıkları}, yemin jya-i  ni, kasden yemin} ettiğiniz vakit yeminlerinizin keffâretidir. Yeminlerinizi muhafaza edin {yani, kasden yalan yere yemin etmeye kalkışmayın). Allah âyetlerini {yani, keffâret ile ilgili zikredilen hususları} size böylece beyan ediyor ki şükredesiniz. (Mâide/89)

Mukâtil dedi ki: Kur'ân'da geçen her ev [veya, yahut, ya da], muhayyerlik; yani Allah'ın, kullarını o hususta muhayyer bıraktığını ifade eder. On yoksulu doyurmak veya giydirmek veya bir köle azad etmek hükmü, bu tür­dendir. Yemin keffâreti dolayısıyla bir ya da iki gün oruç tutan, sonra yemek yedirecek imkânı bulan kimse, tuttu­ğu orucu nafile kabul edip yemek yedirmelidir. [251]

 

Söz Ve Yeminde İstisna :

 

Kehf sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Hiçbir şey hakkında, -Allah 'in meşiyetine bağlama­dan- "Ben bunu yarın mutlaka yaparım" deme {yani, "ben bu işi yarın yapacağım" diyecek olursan, istisnâ yaparak "inşâallah" de}. Unuttuğun zaman Rabbini ah {yani, yemin ettiğinde istisnada bulunmayı unutur da yeminini bozmadan hatırlayacak olursan istisna yap ve "inşâallah" de}. (Kehf/23) [252]

 

Yerine Getirilmesi Gereken Adaklar

 

insan sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Onlar nezirlerini yerine getirirler ve şerri yaygın bir günden korkarlar. (İnsan/7)

Yerine getirilmesi gereken nezir [adak], erkek ya da kadının, "Allah bana nzık olarak bir miktar mal verirse, bu sene hacca gideceğim", yahut "Allah bana bir oğul ih­san ederse, şu kadar oruç tutacağım, şu kadar namaz kı­lacağım" yahut "Filan kişi yolculuğundan dönerse", ya­hut "Filan kişi hastalığından iyileşirse, şu kadar kimse­ye yemek yedireceğim" şeklindeki nezirleridir. -Adak, Yüce Allah'a itaat olan bir iş olmalıdır.- Yüce Allah ona istediği şeyi ihsan ettiğinde, bu, yerine getirilmesi gere­ken bir adak olur. "Allah için şunu şunu yerine getirmek borcum olsun" demesi nezirdir. "Haccetmek yahut oruç tutmak yahut bir işi yapmak yahut buna benzer bir şey borcum olsun" deyip, "Şöyle şöyle olursa, yemin olsun mutlaka şunu şunu yapacağım" dememişse, bu adak de­ğil, (gereği yapılmadığı takdirde) keffâret gerektiren bir yemindir. [253]        

 

Borcun, Yazıcılar Tarafından Allah'ın Kendilerine Öğretmesine Mukâbil-Yazılması Ve Şâhidler

 

Bakara sûresinde, belli bir vâde ve belli bir ölçekle ödemek şartıyla selem yapmak hakkmda Yüce Allah'ın şu buyrukları indi:

Ey îmân edenler! Belirlenmiş bir vadeye kadar borçlaştığınız vakit onu yazın. Aranızda iyani, sa­tıcı ile alıcı arasında} yazı bilen biri adaletle yazsın (yani, yazacak olan kişi, ikisi arasında adaletli ol­sun: ne borçlunun borcunu artırsın, ne de alacaklı­nın hakkını eksiltsin}. Yazı bilen, Allah'ın kendisi­ne öğretmesine (yani, yazı yazmayı öğretmesine} mukabil yazmaktan kaçınmasın. (Bakara/282) ... Ayet belli ölçüyle, belli bir vadeye kadar yapılan se­lem alış-verişi hakkında inmiştir.

Üzerinde hak olan da yazdırsın {yani, borçlu da üzerindeki hakkı olduğu gibi yazıcıya söyleyip yaz­dırsın} ve {borçlu}, rabbi Allah'a ittika etsin de on­dan bir şey eksiltmesin {yani, alacaklının hakkın­dan bir şeyi eksik söylemesin}. Eğer üzerinde hak olan {yani, borçlu olan) sefih (yani, cahil: yazdırmayı bilmeyen} veya zayıf {yani, aciz yahut dilsiz, yahut ahmak} veya yazdırmaya gücü yetmiyor (yani, üzerindeki borcu yazdırmayı beceremiyor} ise, onun velisi {yani, hak sahibinin velisi onun hakkı­nı} adaletle yazdırsın {yani, alacaklı herhangi bir şey arttırmasın}. (Bakara/282) Sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ve {hakkınıza} erkeklerinizden {yani, hür ve Müs­lüman erkeklerden} iki şahidi şâhid tutun. Eğer iki erkek bulunmazsa, razı olacağınız şâhidlerden bir erkekle iki kadın olsun, ki biri dalâlete düşerse diğeri hatırlatsın {yani, şâhidliği bellemiş olan digerine hatırlatsın). Şâhidler de çağırıldıkları tak­dirde kaçınmasınlar {yani, alış-veriş sırasında . kardeşinin hakkına şâhidlik etmek üzere çağmldığı vakit erkek ve kadın -boş iseler- şâhidlikten kaçınmasınlar}. Küçük veya büyük {yani, hak az yahut çokf olsun onu vadesine kadar yazmaktan üşenmeyin; {çünkü vade ve mal miktarları yazıyla daha iyi tesbit edilmiş olur}. Bu (yani, yazışma}, Allah katında adalete daha uygun {yani, daha adil}, şehâdet için daha sağlam {yani, daha doğru} ve kuşkuya düşmemenize {yani, yazışma yapılması 'hak, vade ve şâhidlik hususunda kuşkuya düşmemenize) de daha yakındır. (Bakara/282)

Sonra Yüce Allah istisnada bulunarak ve ruhsat vere­rek buyurdu ki:

Aranızda devredeceğiniz {yani, peşin: elden ele alıp vereceğiniz} bir ticaret olması müstesna. O za­man onu {yani, peşin: elden ele yaptığınız ticareti} yazmamanızda sizin için bir cünah {yani, günah} yoktur. Alış-veriş yaptığınız vakit de şâhid tutun {yani, her durumda hakkınıza dâir şâhid bulundu­run). (Bakara/282)

Mukâtil dedi ki: Şâhid tutmadığı için hakkı kaybolan kimseye, bundan dolayı ecir yoktur.

Sonra Yüce Allah buyurdu ki:

Yazana da, şahide de zarar verilmesin {yani, siz­den herhangi bir kimse, yazıcı ya da şahide gidip Önemli ihtiyaçları bulunduğu bir sırada alış-verişi yazmaya ya da ona şâhidlik yapmaya çağırarak onları kendi ihtiyaçlarını görmekten alıkoyup "Al­lah yazmanızı ve şâhidlik etmenizi emretti" diye­rek onlara -başkalarını bulabilme imkânı varken— zarar vermeye kalkışmasın. Onları ihtiyaçlarını . •- , görmeleri için bıraksın, başka şâhidler arasın}. Eğer yaparsanız (yani, yazıcıya ve şahide zarar ve­rir, size yasak kılman işleri işlerseniz}, bu size dokunacak bir fısk {yani, günah} olur. (Bakara/282)

Sonra Yüce Allah onları korkutarak şöyle buyurmak­tadır:

Allah'a ittika edin {yani, yazıcı ve şâhidler husu­sunda O'na isyan/itaatsizlik etmeyin}. Allah size öğretiyor, Allah her şeyi (yani, amellerinizi} çok iyi bilendir. (Bakara/282)

Sonra Yüce Allah borcu yazma imkânı bulamayan yol­cuyu söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:

Eğer seferde olur da kâtib {dedi: ed-Dahhak bunu küttâben [kâtibler] diye okuyordu} bulamazsanız {yani, yolculukta olur da borcu yazamayacak olur­sanız}, o vakit kabzedilmiş rehinler {yani, alacaklı borçludan rehin alsın}. Eğer biriniz diğerine güve­nirse îyani, alacaklı borçluya güvenir de ondan re­hin almazsa}, kendisine güvenilen kişi üzerindeki emâneti tediye etsin ve rabbi Allah'a ittika etsin {yani, üzerindeki hakkı hak sahibine tastamam ödesin). (Bakara/283)

Sonra Yüce Allah şâhidlere hitaben buyuruyor ki:

Şâhidliği {yani, hâkimin huzurunda şâhidliği} gizlemeyin (yani, bir hak hususunda şâhid tutulan kimse şâhidliği hâkimin huzurunda dosdoğru yap-

Kim onu {yani, şâhidliği} gizlerse {yani, şâhidlikte bulunmak üzere çağırıldığında şâhidlik etmezse}, muhakkak onun kalbi günahkârdır. Allah yaptıklarınızı {yani, şâhidliği gizlediğinizi ya da dosdoğru yerine getirdiğinizi} çok iyi bilendir. (Bakara/283)

..Yüce Allah Nisa sûresinde de şöyle buyurmaktadır:

Ey îmân edenler! Allah için şehâdeti kist ile gözetin {yani, adaleti dosdoğru yerine getirin}; kendini­zin {yani, sizin üzerinizde bulunan hakkı/borcu} yahut ana-babanızın ve yakınlarınızın aleyhine olsun {yani, anne-bab anızın ve akrabalarınızın üze rinde bulunan hakkı/borcu dahi, aleyhlerine şâ­hidlik ederek ikrar edin}; gerek zengin olsun, gerek fakir. Çünkü Allah o ikisine evladır {yani, Allah zengine de fakire de başkasından daha yakındır}. Onun için hevâya {yani, şâhidlik konusunda nefsin arzusuna} tâbi olmayın ki adaletten udûl etmeyesi-niz {yani, haktan sapmayasmız}. Eğer dilinizi eğip büker {yani, şehâdette lisan ile tahrif eder; şâhidli­ği geçersiz kılmak için şâhidliği dosdoğru yapma­yacak olur} veya yüz çevirirseniz {yani, hakka dâir şâhidliği yapmayı kabul etmeyecek olursanız}, kuşkusuz Allah yaptıklarınızdan haberdardır {ya­ni, şâhidliği gizlemenizden ve onu yerine getirme­menizden haberdardır}. (Nisâ/135)

Yüce Allah En'âm sûresinde de şöyle buyurmaktadır:

Söz söylediğiniz vakit akrabanız dahi olsa adaletli olun {yani, akrabanızın aleyhine dahi olsa gerçeği söyleyin}. (En'âm/52)

Dedi: Ödeme zorluğu çeken borçluya süre tanıyan ala­caklıya her gün için bir sadaka yazılır.

Bakara sûresinde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Eğer borçlu darda ise, bir kolaylığa intizar edin {yani, ödeme imkânı bulunmayan borçluya, kolay­lıkla ödeyebileceği zamana kadar süre tanıyın}. Fakat, eğer bilirseniz, tasadduk etmeniz sizin için daha hayırlıdır {yani, ödeme zorluğu içindeki borçluya, alacaklının alacağını sadaka olarak ba­ğışlaması kendisi için daha büyük bir ecire vesile olur}. (Bakara/280)

Bununla birlikte, alacağını sadaka olarak bağışlama­yan kimse de günah kazanmış olmaz; ancak, Ödeme zor­luğu çeken borçluyu hapsettirmek günahtır: zira Yüce Al­lah, Bir kolaylığa intizar edin buyurmaktadır. Borcunu ödeyebilecek imkânı bulunmasına rağmen ödemeyen kimse de zalim olarak yazılır. [254]

 

Yapılması Emredilen Mükâtebe                

 

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Köle ve cariyelerinizden mükâtebe isteyenlerle {ya­ni, sizinle azadlık sözleşmesi yapmak isteyen köle ve cariyelerle}, -eğer onlarda bir hayır görürseniz-{yani, onların azadlık bedelini ödeyebilecek du­rumda olduklarını tesbit ederseniz}, mükâtebe yapın (yani, azadlık sözleşmesi yapın} ve onlara Allah'ın malından -ki size vermiştir— verin! (Nûr/33)

îbn Abbas Yüce Allah'ın, Onlara Allah'ın malından -ki size vermiştir- verin buyruğu hakkında şunları söyle­mektedir: "Yüce Allah mü'minlere, kölelerden mükâtebe yapmış olanlara yardımcı olmalarını emretmektedir."

Ali b. Ebî Tâlib dedi ki: "Yüce Allah efendiye, mükâte­be değerinin dortte-birini bağışlamasını emir buyurmuş­tur." İşte bu Yüce Allah'ın öğrettiğidir; farz olmamakla bir­likte böyle hareket etmenin ecri vardır. [255]

 

Müslümanların Evlerine Girerken İzin İstemeye Dâir Allah'ın Emri

 

Nûr sûresinde Yüce Allah şöyle Duyurmaktadır:

Ey îmân edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, ehlinden izin alıp selâm vermeden {yani, kendi evlerinizin dışındaki evlere, halkına/sahiblerine selâm verip onlardan izin almadan -ifadede takdim îj-iy/î     vardır: önce selâm verilir, sonra izin alınır-} girmeyin! Bu {yani, selâm vermek ve izin istemek), sizin için daha hayırlıdır {yani, izinsiz girmeniz­den daha faziletlidir. Çünkü böylelikle günaha gir­mezsiniz ve ev halkı da gerekli tedbirleri alırlar). Umulur ki tezekkür edersiniz {yani, selâm verip izin istemenin sizin için hayırlı olduğunu bilir de öğüt alıp Allah'ın emrini yerine getirirsiniz). Eğer 'onlarda kimseyi bulamazsanız, {girmek için} size izin verilinceye kadar onlara girmeyin. Eğer size, "Dönün!" denilirse, dönüp gidin {yani, beklemeyin, insanların kapıları önünde oturmayın). Bu sizin için daha temizdir {yani, geri dönmek sizin için orada dikilmekten ya da kapılarının Önünde oturmaktan hayırlıdır}. Allah {sözü geçen hususlarda} yaptıklarınızı çok iyi bilir. (Nûr/27-28)

Sonra Allah, yolcular için yapılmış ve içinde sakinleri bulunmayan yol üstündeki evlere [han vb.lerine] izinsiz girmeye ruhsat verdi:

Meskûn olmayan ve içinde bir faydalanma salahiyetiniz olan evlere {yani, yol üzerinde bulunan ve yolculara ait eşyaların: sıcak ve soğuktan koruyacak eşyaların bulunduğu evlere}, {izin almadan ve selâm vermeden} girmenizde bir cünah yoktur. Allah açıkladığınızı ve gizlediğinizi bilir. (Nûr/29) [256]

 

Müslümanlara, Kendi Ve Akraba Çocukları İle Kölelerinin, Odalarına Girmek İçin Üç Vakitte İzin İstemelerinin Emredilmesi

 

Nûr sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ey îmân edenler! Sağ ellerinizin mâlik olduğu kimseler {yani, köle ve cariyeler} ve içinizden henüz baliğ olmayanlar {yani, hür olup ergenlik yasına gelmemiş çocuklar} sizden izin istesinler {yani, odalarınıza girmek için sizden izin istesinler} üç vakitte: salâtu'l-fecrden {yani, sabah nanıazmdan! önce, örtüsüz olabileceğiniz öğle sıcağı vaktinde (yani, gün ortasında} ve yatsı namazından sonra! (Nûr/58)

Bu üç vakitte Müslümanların bulundukları odalara çocuklarının, küçük yaştaki akrabalarının, büyük yaştaki kölelerinin izin almaksızın girmemesi gerekir.

Yüce Allah şöyle devam etmektedir:            

Bunlar sizin Örtüsüz olabileceğiniz üç vakittir {yani, bunlar sizin olup bitenin farkında olmayacağı­nız vakitlerdir: Erkek bu vakitlerde, hammıyla başbaşa kalır}. (Nûr/58)

Bu vakitlerin dışında Yüce Allah onlara ruhsat vere­rek şöyle buyurmaktadır:

Bunların dışında {yani, elbisesiz bulunabileceğiniz bu üç vaktin dışındaki vakitlerde} birbirinizin ya­nına girip çıkmanızda size {yani, hane sahiplerine} ve onlara {yani, çocuklara, köle ve cariyelere} bir cünah fyani, harec/darlık} yoktur. Böylece Allah si­ze âyetleri beyan ediyor {yani, söz konusu edilen el-;; bisesiz olabileceğiniz üç vakitte çocuklar ve kölele­rin izin istemesiyle ilgili âyetlerini bildiriyor}. Al­lah alimdir, hakimdir (yani, bu âyetlerde sözü edi­len hükümler hikmetinin bir gereğidir}. (Nûr/58)

Sonra Yüce Allah, hür çocukları söz konusu edip köle ve cariyeleri oldukları hal üzere bırakarak şöyle buyur­maktadır:

Sizden olan çocuklar {yan.., hür olanlardan sizin ya da akrabanızın küçük olan çocukları} baliğ olduklarında {yani, ihtilâm olduklarında} kendilerinden Öncekilerin {yani, kişinin kendisinin yahut akrabasının büyük çocuklarının} izin istedikleri gibi izin istesinler {yani, hem sözü geçen üç vakitte, hem de bunların dışında kalan gece-gündüz tüm vakitlerde babalarının yanına girmek istediklerinde izin istesinler}. Böylece Allah size âyetlerini beyan ediyor {yani, bu âyetlerle hükümlerini bildiriyor}. Allah alimdir, hakimdir {yani, izin istemeyle

ilgili hükmünde hikmetlidir}. (Nûr/59) [257]

 

Selam Ve Müslümanıarın Birbirlerine ' Selâm Verip Almaları                                 

 

Nûr sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Evlere {yani, Müslümanların evlerine} girdiğiniz vakit, nefislerinize selâm verin {yani, aynı dîne mensub kimseler olarak birbirinize selâm verin}; Allah indinden bir selâm {yani, bir tahiyye}, mübarek {yani, selâm verenin güzel bir bereket ile ecir aldığı} ve tayyib {yani, güzel}! Böylece Allah size âyetleri {yani, sözü geçen hususları} beyan edi­yor ki akledesiniz. (Nûr/61) [258]

 

Selâmın Manası

 

Nisa sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Bir selâmla selârnlandığınızda, ondan daha güzeli ile selâmlayın {yani, kardeşiniz size "es-selâmu aleyke" diye selâm verecek olursa, siz o selâmı"ve's-selâmu aleyke ve rahmetullâhi ve berekâtuhu" diye alın} veya onu iade edin {yani, size verilen selâmı aynıyla karşılayın}. Kuşkusuz Allah her şey {yani, tahiyyenin ve gayrisinin} üzerine hasibtir {yani, şehidtir/tanıktır}. (Nisâ/86) [259]

 

Mümin Erkek Ve Kadınlara, Bakışlarını Kısmalarının Ve  İffetlerini Haramdan             

Korumalarının Emredîlmesi               

 

Nûr sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Mü'min erkeklere söyle: Bakışlarından kıssınlar îyani, mü'min erkekler bakışlarını bakmaları helâl olmayan her şeye karşı korusunlar} ferclerini mu­hafaza etsinler {yani, ırzlarını fevâhişten korusun­lar}. Şu {yani, bakışı ve ırzı korumak} onlar için daha temizdir {yani, daha hayırlıdır}. Kuşkusuz Al­lah yaptıklarına habîrdir. Mü'min kadınlara da söyle: Bakışlarını kıssınlar {yani, mü'min kadınla­ra da bakışlarını bakmaları helâl olmayan her şeye karşı korusunlar} ve ferclerini muhafaza etsinler {yani, ırzlarını fevâhişten korusunlar}. (Nûr/30-31)

Yüce Allah Mümtehine sûresinde mü'min kadınlara hırsızlığı, zina ve iftirayı yasaklayarak şöyle buyurmak­tadır:

Ey Nebi! Mü'min kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi or­tak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etme­mek, çocuklarını öldürmemek, elleri ve ayakları  arasında bir bühtan uydurup getirmemek {yani, kocasından olmayan bir çocuğu getirip "Bu sendendir" dememek} ve hiçbir ma'rûfta {yani, Allah'a itaati gerektiren hiçbir hususta: Nebî'nin kadınlara yasakladığı ağıt yakmak, elbiseleri parçalamak, ikamet halinde ya da üç günden fazla mesafedeki v.'.k.'k.   yolculukta yanında bir mahrem bulunmadıkça ya­bancı birisiyle başbaşa kalmak gibi hususlarda} -   sana isyan etmemek üzere sana bey'at etmeye geldiklerinde bey'atlerini kabul et ve onlar için Al­lah'a istiğfar et! Kuşkusuz ki Allah gafurdur, ra­himdin (Mümtehine/12) [260]

 

Hür Kadınlara Başörtü Üzerinden Cilbabın -Ki Bu Kınadır- Emredilmesi   

 

Ahzâb sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:  

Ey Nebî! Eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlanna söyle: Cilbablarından {yani, kına' ve başör­tülerinden} üzerlerini örtsünler. (Ahzâb/59)

Bu sebeble yabancı birinin, Müslüman bir kadını, ba­şım ve gerdanını kendisiyle örttüğü kmâ' ve başörtüsü ol­maksızın görmesi helâl değildir.

Nûr sûresinde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Kendiliğinden görünen kısmı (yani, yüz ve eller} hariç ziynetlerini göstermesinler {yüzün ziyneti sürme, ellerin ziyneti kmâ' ve yüzüktür. Yabancı bir kimsenin bunlar dışında kadının herhangi bir ziynetini görmesi helâl değildir}. Başörtülerini de yakaları üzerinde vursunlar I çatsınlar {yani, ger­danlarının ve göğüslerinin üzerinde birleştirip çat­sınlar da bunlardan birşey görünmesin}. Ziynetle­rini göstermesinler {yani, başörtüsü üzerindeki cil-babı -ki o, kmâ'dır— bırakmasınlar/terketmesin-ler}.(Nûr/31)

Sonra Yüce Allah, kocayı ve mahremi istisna ederek şöyle buyurmaktadır:

Eşleri, babaları, kocalarının babaları, oğulları {ya­ni, başka kocadan olma oğulları} kocalarının oğul­ları {yani, kocalarının başka kadından olan oğulla­rı}, kardeşleri, kardeşlerinin oğulları, kızkardeşle-rinin oğulları Ski bunlar mahremdirler, amca ve dayı da aynı şekildedir}, kendi kadınları {yani, mü'min kadınlar}, sağ ellerinin malik oldukları (yani, kadının kölesi -kocasının kölesi yanında cilbabsız bulunması helâl değildir-}, kadınlara meyli olmayan erkekler (yani, kadınlara bir ihtiyacı olmayan, kocamış erkeklikten düşmüş erkekler ve benzeri —bunların yanında cilbabsız olmasında bir sakınca yoktur-} ve kadınların avret yerlerine vâkıf bulunmayan erkek çocuklar {yani, küçüklükleri sebebiyle kadınların durumlarını anlayamayan çocuklar -âyette anılan erkeklerin ve kocalarının yanında kadınların cilbabsız durmalarında bir sakınca yoktur—} müstesna. Gizledikleri ziynetleri bi-linsin diye ayaklarını da vurmasınlar {yani, yanı­na giren yabancının bilmesi için ayaklarını hare­ket ettirmesinler}. (Nûr/31)

Kadınlar ses çıkartan halhallar takar; bulunduğu ye­re yabancı bir erkek girdimi ayaklarını hareket ettirip halhallarıyla ses çıkartırdı. Bu şekilde ayaklarını hareket ettirmeleri yasaklanmış olmaktadır[261]

 

Evlenme Ümidi Kalmamış Yaşlı Kadınlara Cilbablarını Üzerlerine Almamaları Hususunda İzin Verilmesi

 

Nûr sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:    

Nikah {yani, evlenme} ümidi kalmayan oturmuş kadınlara, ziynetlerini göstermemek şartıyla siyah­larını bırakmakta bir cünah yoktur {yani, yaşlıh tan Ötürü artık hayız görmeyen ve evlenme ümidi kalmayan kadının, yabancı erkeklerin yanında da başörtüsü üzerine alınan- kina'ı [cilbabı] bırakmasında bir sakınca yoktur}. Bununla beraber iffetli davranmaları {yani, mahrem olmayanların yanında başörtülerinin üzerindeki cilbabı terk etmemeleri giymeleri} onlar için daha hayırlıdır. Allah semidir, alimdir. (Nûr/60)  [262]                    

 

Mümin Erkek Ve Kadınların  Birbirleriyle Alay Etmelerinin  Yasaklanması

 

Hucurât sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ey îmân edenler! Bir kavim bir kavimle alay etmesin {yani, Müslüman bir kimse/erkek Müslüman kardeşine, "Sen geçim seviyesi düşük, soyu-sopuaşağılık birisisin" diyerek dünyevî meselelerde onu küçük düşürecek sözler söylemesin}. Onlar kendilerinden hayırlı {yani, Allah indinde hayırlı} olabilirler. Kadınlar da kadınlarla (alay etmesin).

Onlar kendilerinden hayırlı {yani, Allah indinde hayırlı} olabilirler. Nefislerinizi ayıplamayın {yani, biriniz diğerini ayıplamasın, dil uzatmasın, çünkü bu bir ma'siyettir} ve lakaplarla atışmayın {yani Müslüman bir kimse, Müslüman kardeşini îslâm'dan önceki sıfatıyla çağırarak "ey Yahudi, ey Hristiyan ya da ey Mecusi" demesin}. îmânın ardından fısk, ne kötü isimdir {yani, îmân eden bir kimseye böyle isim vermek ne kötüdür}. Kim tevbe etmezse {yani, söylediği kötü sözden dolayı tevbe etmezse}, işte onlar zalimlerdir. (Hucurât/11) [263]

 

Mümin Erkek Ve Kadınlara Zan Ve Gıybetten Kaçınmalarının Emredilmesi

 

Hucurât sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ey îmân edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Kuşkusuz zannın bazısı günahtır. (Hucurât/12)

Zann, "kişinin kardeşinden kötülük irâde etmediği bir söz duyması"dır. Eğer onu söylemez yahut bir fiil ile ilan

etmezse, bunda bir beis yoktur. Şayet bunu söylerse gü­nahkâr olur.

Sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Tecessüs de etmeyin {yani, Müslüman kardeşinizin kusurlarını da araştırmayın; çünkü bu bir ma'sir'y' yettir. Aksine Müslüman kardeşinizin kusurunu örtün). Kiminiz kiminizi gıybet de etmesin. (Hucurât/12)

Dedi: Gıybet, "Müslüman kardeşinin kusurlarını söy-lemen"dir. Onda olmayan bir şeyi söyleyecek olursan bu, bühtan/iftira olur.

Daha sonra Yüce Allah gıybetin örneğini vererek şöy­le buyurmaktadır:

Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemektenri hoşlanır mı (yani, gıyabında Müslünıanın gıybetini yapmak, onun ölmüş haliyle etini yemeye benzer}. Demek onu kerih gördünüz (yani, ölmüş bir kimsenin etini yemeyi kerih gördünüz}. {Öyleyse, ölü eti yemekten tiksindiğiniz gibi} Allah'a ittika edin (yani, gıybet hususundaki emrine riayet edin, kimsenin gıybetini yapmayın}. Çünkü Allah tev-vâbtır {yani, tevbe edenlerin tevbesini kabul eden­dir!, rahimdir (yani, böyle kimselere karşı merha­metlidir}. (Hucurât/12) [264]

 

Müslümanların Müşrikler Ve Gayrısıyla Yaptıkları Antlaşmalara Riâyet Etmelerinin Emredilmesi     

 

Mâide sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ey îmân edenler! Akitleri (yani, sizinle diğer in­sanlar [265] arasındaki ahitleri} ifa edin! (Mâide/1)

İsrâ sûresinde de Yüce Allah şöyle buyuruyor:

Ahdi {yani, sizinle diğer insanlar arasındaki ahdi) ifa edin! Çünkü ahidde sorumluluk vardır {yani, Allah ahdi bozanları sorguya çekecektir}. (İsrâ/34)

En'âm sûresinde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Allah'ın ahdini ifa edin {yani, sizinle diğer insan­lar arasındaki ahidlers riâyet edin}. (En'âm/152)    :

Nahl sûresinde de Yüce Allah buyurmaktadır ki:

Ahidleştiğiniz zaman Allah'ın ahdini (yani, sizinle diğer insanlar: müşrikler, harb ehli veya başkaları arasındaki ahitleri} ifa edin! Tekid ettikten (sağlam-laştırdıktan ve ağırlaştırdıktan) sonra yeminleri nakzetmeyin; Allah'ı üzerinize kefil {yani, antlaşma hususunda şâhid} yapmışken! Kuşkusuz Allah yap­tıklarınızı {yani, size emrettiği ahitlere bağlılık hu­susunda yaptıklarınızı} bilir. Bir ümmet, diğer üm­metten daha nemâlı {yani, bir kavim diğerinden da­ha kalabalık ve güçlü) olduğu için yeminlerinizi ara­nızda bir hile vesilesi edinerek o ipliğini kat kat kuv­vetle büktükten sonra sökmeye çalışan kadın gibi ol­mayın {yani, ahdi bozmakta, ipliğini r^ğlamca eğir-4 dikten sonra bozan kadına benzemeyin. İşte söz verdikten sonra sözünü bozanın durumu budur. Çoklu-h: ğunuz ve gücünüz sebebiyle, yaptığınız antlaşmayı bozmayı mubah görmeyin, hile ve aldatma yoluna gitmeyin}. Doğrusu Allah sizi onunla {yani, çoklukla} imtihan eder. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyi kıyamet günü elbette beyan edecektir. Eğer Allah dileseydi sizi {yani, müşriklerle Müslümanları} tek bir ümmet yapardı {yani, hepinizi İslâm dîninde toplardı}. Fakat 0 dilediğini dalâlete düşürür {yanimüşrikleri dîninden saptırır), dilediğini de hidâyete erdirir (yani, Müslümanları da hidâyete iletir}. Yaptıklarınızdan sorguya çekileceksiniz {yani, kıyamet gününde sorguya çekileceksiniz}. (Nahl/91-93)

Sonra Yüce P lah antlaşmalarını bozanlara başka bir , örnek vererek şöyle buyurmaktadır:

Yeminlerinizi (yani, ahid ve antlaşmalarınızı} ara­nızda hile vesilesi edinmeyin (yani, ahdi bozmayı  bu yolla mubah gösterecek şekilde hile ve aldatma yollarına sapmayın}. O takdirde sağlam basmışken ayak kayar {yani, kişinin ayağı sağlam basmışken nasıl kayıyor ise, ahdi bozan kimse de dîninden Öyle kayar} ve Allah yolundan saptığınız için kötülüğü {yani, cezayı) tadar ve azîm bir azabı hake-dersiniz. (Nahl/94)  [266]                         

 

Müslümanlarla Müşrikler Arasındakiahîdlerden Bozulması Emredilenler

 

Nebî (s.a) ve ashabı, umre [kaza umresini] yapmak üzere ihrama girip Mekke'ye yöneldiler; -bu, Mekke'nin fethinden önce, Hudeybiye sulhünden ise bir yıl sonra ol­muştu- Nebî ile Mekke kâfirleri Hudeybiye günü, bir antlaşma yapmışlardı; Mekkelilerin ertesi yıl Mekke'yi Nebî ve ashabı için üç gün süreyle boşaltacakları da ant­laşma hükümlerinden biriydi. Ertesi sene Nebî, müşriklerin bu şartı yerine getirmeyeceklerinden ve Mescid-i Ha­ramın yakınında kendileriyle savaşacaklarından korktu. Müslümanlar da Haram beldede ve Haram ayda savaş­maktan hoşlanmıyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah şu buyruğu inzal etti:

O halde kim size tecavüz ederse, {yani, müşrikler Harem bölgesinde sizinle savaşırlarsa}, siz de ona, size ettiği tecavüzün misliyle tecavüz edin {yani,  Harem'de onlarla savaşın}. (Bakara/194)

Ardından Yüce Allah mü'minleri sakındırarak buyu­ruyor ki:

Allah'a ittika edin {yani, Harem bölgesinde onlar­la savaşa başlayan siz olmayın} ve {eğer müşrikler savaşa başlayacak olurlarsa} bilin ki, Allah mutta-kilerle {yani, şirkten sakınanlarla} beraberdir {ya­ni, yardımıyla beraberdir}. (Bakara/194)

Böylece Yüce Allah mü'minlere, kendilerine yardımcı olacağını haber vermektedir. [267]

 

(Haram Ve Helâl Yiyecekler) Leşin, Kanın Ve Domuz Etinin Haram Olması

 

Mâide sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Size şunlar haram kılındı: Leş {yani, ölmüş olan her şeyin eti}, kan {yani, akıtılmış olan kan}, do­muz eti, Allah'ın gayrisi için boğazlanan {yani, Al­lah'tan başka ilahlar adına kesilmiş olanlar -Müslüman tarafından kesilmiş olsa dahi yenilmesi haramdır-}, boğulan {yani, ister en'âmdan olsun, ister başka hayvanlardan olsun boğulanlar haramdır}, vurulan {yani, sopa ya da başka bir şeyle vu­rularak öldürülenler}, yüksek bir yerden yuvarla­nan {yani, kuyuya yuvarlanıp yahut damdan dü­şüp ölenler}, süsülenler {yani, bir koyun tarafından veya başka bir hayvan tarafından süsülerek ölen­ler} yırtıcı bir hayvan tarafından parçalanmış olanlar {yani, en'âmdan ya da başka hayvanlardan yırtıcı hayvanlar tarafından avlananlar). (Mâide/3) Yüce Allah boğulanlar, vurulanlar, yüksek yerden yu­varlananlar, süsülenler ve yırtıcı hayvan tarafından par­çalananlar için istisnada bulunarak buyuruyor ki:

Bunlardan, canı çıkmadan yetişip kestikleriniz müstesna. (Mâide/3)                         

Sonra Yüce Allah şöyle devam etmektedir:           

Nusub {yani, câhiliyye dönemi Arablarının ibâdet etmek üzere diktikleri ve kendilerine hayvan kes­tikleri taşlar} üzerinde boğazlananlar ve ezlâm {ya­ni, müşrik Arablarm yapacakları işlerde kısmet aradıkları oklar) ile kısmet aramanız {müşrik Arab-lar, gazaya gitmek yahut yolculuğa çıkmak istedik­lerinde ok çekerlerdi. Bunlardan birinde, "Rabbim bana emretti", diğerinde ise "Rabbim bana nehyet-ti" yazılıydı. Bunlardan hangisi çıkarsa onu yapar­lardı}. Bütün bunlar fısktır {yani, bu âyette yasak­lananları işlemek bir ma'siyettir}. (Mâide/3) Sonra Yüce Allah şöyle buyuruyor:

Fakat kim son derece açlık içinde çaresiz kalır da günaha meyletmeksizin {yani, herhangi bir ma'si-yet işleme kasdı gütmeksizin} —{Yüce Allah Baka­ra sûresinde ise, Kim bunlardan yemeye mecbur kalır da, tecavüz etmeksizin {yani, helâl kabul et-1 î ı meksizin} ve haddi aşmaksızın {yani, mecbur kal­madığı halde yemeye kalkışmaksızm} (yerse), ona da günah yoktur (Bakara/173) buyuruyor}— onlar­dan yemeye mecbur olursa, elbette Allah gafurdur {yani, çaresizlik ve mecburiyetten dolayı haram olan eti yiyenlere karşı bağışlayıcıdır}, rahimdir {yani, böylelerine karşı merhametlidir}. (Mâide/3)

Bunun bir benzeri de En'âm (145. âyet) ile Nahl (115. âyet) sûrelerinde bulunmaktadır. [268]

 

Boğazlananlardan Müslümanlara Helâl Kılınanlar

 

Yüce Allah En'âm sûresinde buyurmaktadır ki:

Şayet O'nun âyetlerine mü'minler iseniz, üzerlerine Allah'ın adı anılanlardan y ey in. (En'âm/118)         :

Arab müşrikleri Rasûlullah'ın (s.a) ashabına, "Siz Al­lah'a ibâdet ettiğinizi, O'nun dîni üzere olduğunuzu ileri sürüyor, fakat Allah'ın sizin için öldürdüklerini —leşi kas-dediyorlar- yemiyor, onların haram olduğunu iddia edi­yorsunuz; buna mukabil kendi ellerinizle öldürdüklerini­zi -şer'î usûle göre kesilenleri kasdediyorlar- ise yiyor, onların helâl olduğunu iddia ediyorsunuz. Peki Allah'ın yaptığı mı daha güzel, sizin yaptığınız mı?" diyerek, leşin yenilmesi hususunda onlarla tartıştılar. Bunun üzerine Hacc süresindeki şu buyruk nazil oldu:

Her ümmet için bir mensek {yani, boğazlama/kesim şekli} yaptık, onlar onun nâsikidir {yani, onlar ona göre boğazlarlar/keserler}. O halde emirde {ya­ni, kesim işinde} seninle çekişmesinler. (Hacc/67)

 En'âm sûresinde de şu buyruk nazil oldu:

Şayet onun âyetlerine îyani, KuVân'ın âyetlerine} mü'minler {yani, Kur'ân'ın âyetlerini tasdik eden­ler} iseniz, üzerlerine Allah'ın adı anılanlardan {yani, üzerlerine Allah'ın adı anılarak kesilen hay­vanlardan) yeyin {yani, siz bir hayvan kesecek olursanız, üzerine Allah'ın adını anın ve onu böy­lece yeyin. Kuşkusuz bu helâldir}. (En'âm/118)

Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Üzerine Allah'ın adı anılanlardan {yani, üzerine Allah'ın adı anılarak kesilen hayvanların etlerin­den) yememenize sebep ne? Halbuki O size -yemeye mecbur kaldıklarınız müstesna {yani, mecbur kal­dığınızda leşi, kanı ve diğer haram kılınanları da yemek helâl} olmak üzere- neyi haram kıldığını ayrı ayrı beyan etmiştir. (En'âm/119)

Bununla, Mâide sûresinde (3. âyet) beyan ettiği leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilenler ve âye­tin sonuna kadar zikredilen diğerlerini kasdetmektedir.

Sonra Yüce Allah şöyle devam etmektedir:

Doğrusu bir çokları {yani, Arab müşriklerinden bir çoğu) bi-gayri Um [ilimsizI'Allah'tan gelen şaşmaz bir ilme dayanmaksızın] hevâlarıyla dalâlete düşürüyorlar {yani, kesim ve başka konularda sapı­yor ve insanları saptırıyorlar). Kuşkusuz Rabbin haddi aşanları çok iyi bilendir. (En'âm/119)       

Sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Üzerine Allah'ın adı anılmayanlardan {yani, leşlerden} yemeyin. Doğrusu o bir fısktır {yani, her. türlü leşi yemek bir ma'siyettir}. Gerçekten şeytanlar, sizinle {yani, Müslümanlarla) mücâdele etmeleri {yani, leş hususunda tartışmaları) için dostlarina {yani, müşriklere} vahyederler. (En'âm/120)

Çünkü müşrikler Müslümanlara, "Kendi ellerinizle öl­dürdüklerinizin helâl; fakat Allah'ın sizin için Öldürdük­lerinin haram olduğunu iddia ediyorsunuz" demişlerdi: İşte, müşriklerin Müslümanlarla tartışmaları bu idi. Ardından Yüce Allah şöyle devam etmektedir:

Eğer onlara (yani, müşriklere} itaat ederseniz {ya­ni, leşin helâl olduğunu kabul etmek suretiyle müşriklere itaat ederseniz} elbette siz de müşrikler '{yani, onlar/müşrikler gibi) olursunuz. (En'âm/121) [269]

 

 

Ehl-İ Kitab'ln Kestiklerinden  Müslümanlara Helâl Kılınanlar

 

Mâide sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Bugün tayyibât (yani, yenilmesi helâl olan ve uygun şekilde kesilen hayvanlar) size {yani, Müslümanlara} helâl kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin {yani, Yahudi ve Hristiyanların} taamı {yani, kestikleri) size {yani, Müslümanlara} helâldir. Si­zin taamınız da onlara helâldir. (Mâide/5) Müslümanlar Ehl-i Kitab'm kestikleri etleri yemekten ve hanımlarıyla evlenmekten uzak duruyorlardı. Yüce Al­lah onlara, kadınıyla-erkeğiyle, câriyesiyle-kölesiyle, -dînlerine girenler de dahil olmak üzere- Ehl-i Kitab'm kestiklerini Müslümanlara helâl kıldı. [270]

 

Avcı Hayvanların Avladıklarından Müslümanlara Helâl Kılınanlar

 

Adiy b. Hatem ve Zeyd b. el-Mühelhil, Nebî'ye, "Ey Al­lah'ın Rasûlü! Benî-Zureyh ile Âl-i Benî-Dehâne'nin köpekleri ceylan ve sığır avlıyorlar. Kimilerine yetişilip ke­siliyor. Allah ise leşi haram kılmış bulunuyor. Bunlardan bize helâl olanlar nelerdir?" diye sordular. Bunun üzerine şu buyruk nazil oldu:

Sana soruyorlar: Kendilerine neler helâl. De ki: "Size tayyibât helâl kılındı {yani, uygun şekilde kesilen hayvanlar size helâl ve temizdir}. Allah'ın , size öğrettiklerinden {yani, Allah'ın sizi edeblendirdiği gibi} öğrettiğiniz {yani, av peşine gitmek için eğittiğiniz} avcı hayvanların {yani, avlamaya alışmış köpeklerin} sizin için avladıklarından da ye-yin {yani, kendileri yemediği sürece, öldürmüş ol salar bile avladıklarını yeyin. -Şayet avdan yiye­cek olurlarsa yenilmez-) ve üzerine Allah'ın adını anın {yani, avcı hayvanları ava gönderdiğiniz va­kit Allah'ın adını anın}. (Mâide/4)

Arkasından Yüce Allah onları korkutarak buyuruyor

Ve Allah'a ittika edin {yani, üzerine Allah'ın adı anılmayanları helâl saymayın}. Muhakkak Allah hesabı pek çabuk görendir. (Mâide/4) [271]

 

Müslümanlara, Nebiye Salât Etmelerinin Emredilmesi                   

 

Ahzâb sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Kuşkusuz Allah ve O'nun melekleri Nebî'ye salât ederler {yani, Allah, Nebî'ye mağfiret eder, melek­ler de Nebî'ye istiğfar ederler/mağfiret dilerler}. Ey mü'minler! Siz de o'na teslimiyetle salât ve selâm edin. (Ahzâb/56) [272]

 

Müminlere, Allah'ı Dille  Çok Zikretmelerinin Emredilmesi

 

Yüce Allah Ahzâb sûresinde şöyle buyurmaktadır:

Ey îmân edenler! Allah'ı zikredin {yani, her hal ve durumda Allah'ı dil ile zikredin}, çok zikir ve sa-bah-akşam O'nu teşbih ed:n {yani, sabah-akşam Allah için namaz kılın}. (Ahzâb/41-42)

Sonra Yüce Allah, onlara olan nimetlerini haber vere­rek buyuruyor ki:

O ki sizi karanlıklardan nura {yani, şirkten îmâ­na} çıkarmak için size salât {yani, mağfiret) ediyor, O'nun melekleri de {yani, O'nun melekleri de size istiğfar ediyor}. Ve mü'minlere rahim bulunuyor. (Ahzâb/43)

Dedi: Kuşkusuz Allah ve O'nun melekleri Nebî'ye salât ederler (Ahzâb/56) âyeti nazil olunca Müslümanlar, "Peki bizim için ne var ey Allah'ın Rasûlü?" dediler. Bunun üze­rine bu buyruk nazil oldu.

 Kehf sûresinde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ama baki kalacak olan sâlih ameller {yani, teşbih, tahmid ve tekbir) ise Rabbinin indinde sevabça da hayırlıdır, emelce de (yani, ümit bakımından da} hayırlıdır, (Kehf/46)

Kişi, "Subhânallâh ve'1-hamdulillâh ve lâ ilahe illal­lah vallâhu ekber" derse, Yüce Allah'ı övmüş olur. Bu su­retle onun âhirette alacağı mükâfaat, müşriklerin putla­rını anıp övmeleri karşılığında alacaklarından hayırlıdır. Çünkü onların yaptıklarının karşılığı cehennem ateşidir. Allah'ı övenin ümidi de, beklentisi de onlarmkinden ha­yırlıdır.      

Yüce Allah Meryem sûresinde de şöyle buyurmakta­dır:

Baki kalacak olan sâlih ameller {yani, teşbih, tahmid, tehlil ve tekbir} ise Rabbinin indinde sevabça yani, müşriklerin ilahlarından övgüyle söz etme­leri karşılığında alacakları sevabtan} da hayırlıdır, akıbetçe {yani, onların varacakları yerden} de ha­yırlıdır {çünkü müşriklerin dönecekleri yer cehen-1 nem ateşidir}, (Meryem/76) [273]

 

Müminlere Hayr İçin Duanın Emredilmesi, Şer İçin Duanın Nehyedilmesi

 

A'râf sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Rabbinize tazarru ederek {yani,- boyun eğerek} ve gizlice {yani, âhiret ve dünya işleriniz hakkında alçak sesle ve sükûnetle] dua edin {ve haddi aşmayın}! Doğrusu O, haddi aşanları sevmez {yani, erkek veya kadın bir nıü'mine, "Allahmı onu rezil et, Allahım ona lanet et" gibi sözlerle beddua ederek haddi aşanları sevmez}. (A'râf/55)

Dedi; Bir nıü'mine lanet okuyarak beddua eden kim­senin duası yükselir. Şayet beddua ettiği kimse lanete la­yık ise, o lanet ona gider. Aksi takdirde lanet beddua eden kimseye döner. Eğer ikisi de lanete layık değil ise, o lanet gider bir Yahudi ya da bir Hristiyanı bulur.

Mukâtil dedi: Hayır dileyerek dua eden Müslümanm duası mutlaka kabul edilir: ya aynıyla gerçekleşir, ya da dünyada bazı belâlar ondan uzaklaştırılır. Ahirette de dua ettiği kadar hayırlara nail olur. Hayrın anahtarların­dan biri de duadır. [274]

 

Müslümanlara Güzel Edeblerle Amel Etmek, Bağışlamak Ve Cennet İçin Amelde Bulunmak Hususunda Ellerini Çabuk  Tutmalarına Dâir Verilmiş Emirler

 

Tahrîm sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ey îmân edenler! Kendinizi ve ehlinizi ateşten {ya­ni, güzel edeble kendinizi ve ailenizi ateşten! koru­yun. (Tahrîm/6)

Âl-i Imrân sûresinde de Yüce Allah buyurmaktadır ki: Rabbinizden bir mağfirete {yani, sâlih ameller işle       mek için yarışın ki bu, Rabbinizden günahlarınız için bir mağfirettir} ve cennete koşun, ki onun eni,  göklerle yer kadar {yani, onun eni, yedi gökle yedi yerin birleştirilmesi hâlinde ortaya çıkacak en ka­dar} olup muttakiler {yani, şirkten sakınanlar} için hazırlanmıştır. (Âl-i İmrân/133)

Arkasından Yüce Allah, onlarm/muttakilerin nitelik­lerini belirterek şöyle buyuruyor:

Onlar ki bolluk ve darlıkta {yani, rahat ve sıkıntılı zamanlarında} infak ederler, öfkelendiklerinde öf­kelerini yutarlar {yani, bir sebeble Öfkelendiklerin­de, ma'siyete düşme endişesiyle affedip öfkeleri ge­reğince davranmazlar} ve insanları affederler {ya­ni, kendilerine zulmedenleri affederler}. Allah da muhsinleri {yani, öfkelerini yutanları ve insanları affedenleri} sever. (Âl-i İmrân/134)

Dedi: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki:

Bunlar benim ümmetimde azdır, fakat geçmiş ümmetlerde çok idiler. [275]

 

Müminlerin Amelleri Ve Allah'ın Amelleri Sebebiyle Onlara Hazırladıkları

 

Mü'minûn sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Mü'minler {yani, Allah'ın tevhidini tasdik edenler} n  felah bulmuşlardır {yani, mutlu olmuşlardır (Mü'minûn/1)

Arkasından Yüce Allah onların amelltrmi nitelendire­rek şöyle buyurmaktadır:

Onlar ki salâtlarında huşûludurlar {yani, mütevazidirler: Allah için duydukları huşûdan dolayı sağmı-solunu farketmez, sağa-sola bakmazlar!; lağvden (yani, bâtıl ve yalandan} yüz çevirirler; zekâtı eda ederler {yani, mallarının zekâtını verirler). (Mü'minûn/2-4)

Bu, Yüce Allah'ın A'lâ sûresinde yer alan, Felah bul­muştur {yani, mutlu olmuştur} tezekki eden {yani, malın­dan veren/vererek arınan} ve Rabbinin adını anarak na­maz kılan (A'lâ/14-15) buyruğu gibidir.

Sonra Yüce Allah, muttakilerin vasıflarım zikretmeye devam ederek buyuruyor ki:

Onlar ki ferclerini muhafaza ederler {yani, ırzları­nı fevâhişten korurlar} -eşleri veya sağ ellerinin malik oldukları {yani, cariyeleri} müstesna. Çünkü bunlardan dolayı levmolunmazlar {yani, eşleri ve câriyeleriyle cima ettikleri için kınanmazlar}. Kim de bundan ötesini ararsa {yani, eşleri ve câriyeleri-;.        nin ardından kendisine helâl olmayan fevâhişi taleb ederse}, işte onlar haddi aşanlardır {yani, dînlerinde sının aşan kimseler olurlar}- emânetlerine (yani, kendilerinde bulunan ve insanlar arasında olan emânetlere} ve ahitlerine riâyet ederler {yani,

emâneti eksiksiz öderler, ahitlerine eksiksiz uyarlar}. (Mü'minûn/5-8)

Yüce Allah bir başka yerde de şöyle buyuruyor:

Onlar ki şehâdetlerini dosdoğru yerine getirirler îyani, hak ile yerine getirir, şâhidlik etmek üzere çağrılacak olurlarsa şehâdeti gizlemezler}. (Me'âric/33)

Yüce Allah muttakilerin vasıflarını beyan etmeye de­vam ederek buyuruyor ki:

Onlar ki salâtlarını muhafaza ederler. (Mü'mi-nûn/9)

Sonra Yüce Allah muttakilerin sevablarım/mükâfaat-larını söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:

İşte bunlar (yani, bu âyetlerde sözü edilen kimseler} cennetlerde ikram olunurlar {yani, orada ken­dilerine ikram olunur}. (Me'âric/35)

Yüce Allah Zâriyât sûresinde de şöyle buyuruyor:

Çünkü onlar bundan önce {yani, dünyada! rnuh-sinlerdi {yani, amellerini güzel yaparlardı}. (Zâri-yât/16)

Arkasından Yüce Allah onları şöyle nitelendirmektedir.

Geceden pek az uyurlardı {yani, o muhsinler gece­leri çok uz uyurlardı} ve seherlerde istiğfar ederler­di {yani, namaz kılarlardı: onlar gecenin ilk bölü­münde uyurlar, son bölümünde namaz kılarlardı}. (Zâriyât/17-18)

Buradaki "namaz"dan kasıt, "nafile namaz"dır. Yüce Allah'ın Al-i İmrân süresindeki, Seherlerde istiğfar eder­ler (yani, namaz kılarlar} (Âl-i İmrân/17) buyruğunda ol­duğu gibi.

Yüce Allah onları nitelendirmeye devamla buyuruyor ki:

Mallarında sâil [isteyen/ihtiyacını arzeden] ve mahrum için bir hakk vardı. (Zâriyât/19)

Furkân sûresinde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Rahmanın kulları yeryüzünde mülâyemet (yani, hüm} ile yürürler. Câhiller {yani, kâfirlerin sefîhleri} onlara laf attıklarında, "selâm" derler {yani, gü­zel bir şekilde karşılık verirler}. Onlar ki Rabb'lerine secde ve kıyam ederler {yani, geceleyin namaz kılarlar: bu vakitlerde secde eder, kıyamda durur­lar}. (Furkân/63-64)

Dedi: Mukâtil dedi ki: Yatsıdan sonra aralarını selâm ile ayırarak dört rekat namaz kılan ve arada konuşma­yan kimse için, Kadr gecesi gibi bir ecir vardır.

Ve (Rahmanın has kulları) onlar ki, "Rabbimiz eşlerimizden ve zürriyetimizden bize gözler aydınlığı ver {yani, amelleri ile Sana itaat edecek ve böyle­likle gözlerimizi aydınlatacak kimseler ver} ve bizi muttakilere imam yap" {yani, bizi hayırda kendile­rine uyulacak önderler kıl} derler. (Furkân/74)

Yüce Allah bunların mükâfaatlarım bildirmek üzere de şöyle buyurmaktadır:

işte bunların {yani, bu âyetlerde sözü geçenlerin} ' sabretmelerine {yani, Allah'ın emirleri üzerinde sabretmelerine} karşılık mükâfaatları {yani, âhiretteki mükâfaatları}, ğurfedir {yani, cennettir} ve onlar orada tahiyye ve selâm ile karşılanacaklar {yani, melekler onları esenlik dilekleri ve selâm ile karşılayacaklar}. Onlar orada hâlidtir {yani, onlar orada ölmeyecekler}. Ne güzel makarr (yani, cen­netteki karargâhları ne güzel}, ne güzel makam {yani, cennetteki ikâmet yerleri ne güzeldir}. (Fur-kân/75-76)

Ahzâb sûresinde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Doğrusu müslim ve müslimeler {yani, Müslüman­lardan ihlâslı erkekler ve ihlâslı kadınlar}, mü'min ve mü'mineler (yani, tasdik eden erkekler ve tas­dik eden kadınlar}, kânit ve kâniteler {yani, Al­lah'ın kendilerine verdiği emirlere itaat eden er­kekler ve Allah'ın kendilerine verdiği emirlere ita­at eden kadınlar}, sâdık ve sâdıkalar {yani, îmân­larında doğru olan erkekler ve îmânlarında doğru olan kadınlar}, sâbir ve sâbireler (yani, Allah'ın emri üzere sabreden erkekler ve Allah'ın emri üze­re sabreden kadınlar}... (Ahzâb/35)

...Sâdıklar {yani, îmânlarında doğru olanlar}, qâ-nitler {yani, itaat edenler, Allah'ın emirlerini yeri­ne getirenler) infak edenler {yani, mallarından Al­lah'ın hakkını verenler}... (Âl-i İmrân/17)

Yüce Allah Ahzâb sûresinde de şöyle buyurmaktadır:

Hâşller {yani, namazda Allah'ın huzurunda müte-vâzi olup sağım-solunu farketmeyen ve huşûun-dan dolayı sağa-sola bakmayan erkekler} ve hâşi-alar {yani, Allah'a karşı mütevâzi olan kadınlar}, tasadduk eden erkekler ve tasadduk eden kadınlar {yani, mallarından Allah'ın hakkını veren erkekler ve mallarından Allah'ın hakkını veren kadınlar}, sâim ve sâimeler... (Ahzâb/35)

Dedi: Ramazan ayı ile "aydınlık günler" diye bilmen (kamerî) her ayın üç günü [13, 14 ve 15. günleri] oruç tu­tan kimse bu buyrukta söz edilen sâim ve sâimelerdendir.

hafız ve hafızalar {yani, ferclerini fevâhişten ko­ruyan erkekler ve ferclerini fevâhişten koruyan ka­dınlar)... var ya, {sonra Yüce Allah bunların mükâ­faatlannı haber vermek üzere buyuruyor ki:} onlar için {yani, bu âyette sözü edilenler erkek ve kadın­lar için} bir mağfiret {yani, günahlan için bir bağış­lanma} ve azim bir ecir {yani, cennette çok büyük, pek bol bir mükâfaat} hazırlamıştır. (Ahzâb/35)

Tevbe sûresinde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Tevbe edenler {yani, z e nbl erinde n/gün ahi arın dan tevbe edenler}, ibâdet {yani, Allah'a ibâdet} eden­ler, harnd {yani, Allah'a hamd} edenler, sâihler {yani, oruç tutanlar}, rükû {yani, namazlarında rükû} edenler, sücûd {yani, namazlarında sücûd} edenler, ma'rûfu {yani, tevhîdi/tevhîd ile} emredenler, münkerden {yani, şirkten} nehyedenler ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar var ya, işte o mü'minleri müj­dele iyani, Allah'ın "Kuşkusuz Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını satın almıştır" (Tevbe/111) âyetinden bu âyete kadarki va'dlerini tasdik eden­leri cennet ile müjdele}. (Tevbe/12)

Yine Yüce Allah, İnsan sûresinde şöyle buyurmakta­dır:

Ona (yani, yemeğe/yiyeceğe} olan sevgilerine rağmen miskine {yani, Müslümanlardan olan yoksula fakire}, yetime {yani, Müslümanlardan olan yeti­me} ve esire {yani, müşriklerden olan esire} yemek yedirirler. {Sonra kılıç âyeti (Tevbe/5. âyet) bunu: müşriklerden olan esire yemek yedirmeyi neshet-ti}. "Biz size sadece Allah'ın vechi için yediriyoruz  iyani, Allah için yediriyoruz}... Çünkü biz Rabbi-  mizden korkarız, bir suratsız günde {yani, kıyamet 'gününde, ki o gün dehşetten yüzler asılacaktır}. (İnsan/8-10)

Yüce Allah onların mükâfaatlannı ve o gün emniyette olacaklarını beyan etmek üzere buyuruyor ki:

Allah da onları şu günün şerrinden korur ve onla­ra bir parlaklıkla bir sürür verir {yani, yüzlerine aydınlık, kalblerine ferahlık verir} ve sabırlarına mukabil {yani, Allah'ın emri üzere sabretmeleri sebebiyle} onların mükâfaatı cennet ve ipektir. (İnsan/11-12)

Bu âyetlerden başlayıp, İşte bu sizin mükâfaatınızdır, sayiniz meşkur oldu (İnsan/22) âyetine kadarki âyetlerde onların mükâfaatlan beyan edilmektedir.

Yüce Allah, Bakara sûresinde şöyle buyurmaktadır:

Birr Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaba, ne­bilere İyani, onların hak olduğuna} îmân edenle­rin... (Bakara/177)

Bunun ardından Yüce Allah, amelleri söz konusu ede­rek şöyle buyuruyor:

Ona {yani, mala} olan sevgisine rağmen malı yakınlık sahiblerine iyani, yakınlarına} yetimlere, miskinlere, yolda kalmışlara îyani, kendisine konuk olan misafirlere}, sâillere, kölelere verenlerin yani, mallarını kölelerin yanların}... (Bakara/177)               

Sonra Yüce Allah farzları söz konusu ederek buyuru­yor ki:

Salâtı ikame edenlerin {yani, farz olan namazı eksiksiz kılanların), zekâtı ita edenlerin {yani, farz olan zekatı verenlerin), ahidleşince ahidleriniyeri­ne getirenlerin {yani, kendileri aralarında ve diğer insanlarla elan antlaşmalarını veiuıe getirenle­rin), be'ste {yani, sıkıntı ve fakirlikte), darrâda {ya­ni, belâ ve şiddette) ve be's vaktinde {yani, savaş esnasında) sabredenlerin yaptığıdır. (Bakara/177)

Sonra Yüce Allah onları nitelendirerek şöyle buyur­maktadır:

Sadakat gösterenler işte bunlardır {yani, âyette sö­zü geçen işleri yapanlardır} ve muttakile'r de bun­lardır. (Bakara/177)

Ra'd sûresinde de şöyle buyurmaktadır:

Onlar ki Allah'ın ahdini yerine getirirler, misakı bozmazlar, Allah'ın bitiştirilmesini emrettiği şeyi  {yani, tüm nebilere ve kitaplara îmânı} bitiştirirler. Rabb'lerine huşu duyarlar {yani, Allah'ın bitiştiril­mesini emrettiği hususları koparmaktan yana huşû duyarlar} ve hesabın kötüsünden {yani, şiddetinden) korkarlar, Rabb'lerinin vechini isteyerek sab­rederler {yani, Allah'ın emri üzere sabrederler}, sa-fe: lâtı ikame ederler {yani, namazı eksiksiz edâ eder-&" ler}, kendilerine verdiğimiz rızıktan {yani, mallar-:a dan) gizli-açık infak ederler {yani, Allah'ın hakkım yerine getirir ve O'na itaat uğrunda harcarlar}, kötülüğü iyilikle savarlar {yani, kendilerine kötülük 'yapanlara iyilikle karşılık verirler}. (Ra'd/20-22)

Sonra Yüce Allah onlara hazırladığı mükâfaatı söz ko­nusu ederek şöyle buyurmaktadır:

İşte yurdun akıbeti {yani, cennet yurdu} bunlara­dır. (Ra'd/22)

Arkasından Yüce Allah bu yurdu nitelendirerek buyu­ruyor ki:

Adn cennetleri. Onlara girecekler; atalarından, eşlerinden, zürriyetlerinden sâlih olanlarla birlikte (yani, tevhide îmân edenlerle birlikte girecekler­dir}. (Ra'd/23)

Sonra şöyle devam etmektedir:

Melekler de her kapıdan üzerlerine girecek (ve diyeçekler ki): "Sabretmenize {yani, Allah'ın emri üzere sabretmenize! karşılık selâm size. Bakın yurdun {yani, cennet yurdunun) ukbâsı ne güzeldir!" (Ra'd/23-24)

Dedi: Melekler, dünya günlerinden bir günlük bir süre zarfında yanlarına, beraberlerinde onların bulundukları cennette bulunmayan ve Yüce Allah tarafından gönderil­miş, Adn cennetlerinden armağanlarla gireceklerdir. İşte Tevbe süresindeki, Allah'ın rızası ise hepsinden {yani, Yüce Allah'ın kendilerinden razı olduğunun bildirilmesi, onlar için armağanlardan ve selâmdan) daha büyüktür (Tevbe/72) buyruğu bunu anlatmaktadır. [276]

 

Amelde Riyanın Müzminlere Yasaklanması

 

Kehf sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Artık kim Rabbine kavuşmayı ümit ediyorsa (yani, âhirette ba'stan/dirilişten haşyet duyuyorsa} sâlih , bir amel işlesin {yani, Allah'a itaat etsin} ve Rabbi­ne ibâdetinde şirk koşmasın {yani, Rabbine ibâdet­te bir şirk koşmasın, yalnız O'nun için amel işlesin}. (KehCllO)

Dedi: Nebî (s.a) dedi ki:

— Rabbiniz buyuruyor ki: "Ben ortakların en hayırlı-sıyım. Kim Benim için yaptığı amelde, yarattıklarımdan birini Bana ortak koşarsa, yaptığı amelin tamamım ona bırakırım. Ben o kimseden, yalnız Benim için yaptığını kabul ederim."

Sonra Rasûlullah (s.a), şu âyeti okudu:

Kim Rabbine kavuşmayı ümit ediyorsa, sâlih bir amel işlesin ve Rabbine ibâdetinde şirk koşmasın! (Kehf/110) [277]

 

Hayır Veya Şer Bir Çığır Açıp Da Kendisine Uyulan Kimsenin Durumu

 

Kıyâme sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

O gün {yani, kıyamet günüi insana, önceki yaptıklan {yani, dünyada iken yaptığı hayır ya da ser­den yaptıkları} ve sonraki yaptıkları {yani, hayır ya da serden açtığı çığırın ve bu hususta ona uyanların yaptıklarının neticeleri} haber verilir {yani, âhirette ona bunların karşılığı verilir: açtığı ve ölümünden sonra kendisine uyulan çığır bir ha­yır ise, o hayrı işleyenlerin ecrinin bir benzeri ona da verilir ve o hayrı işleyenlerin ecrinden de birşey eksilmez; açtığı ve ölümünden sonra kendisine uyulan çığır bir şer ise, o şerri işleyenlerin günahlarımn bir benzeri ona da yüklenir ve o şerri işle­yenlerin günahlarından da birşey eksilmez!. (Kı-yâme/13)

i Yâ-Sîn sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Onların takdim ettiklerini {yani, dünyada iken iş­ledikleri hayrı ve şerrij ve eserlerini yazarız {yani, onların açtıkları ve ölümlerinden sonra başkaları­nın da izlediği çığırları ve neticelerini yazarız: aç-' ! tıklan çığırlar hayır ise, o hayrı işleyenlerin ecirle­ri gibi onlara da ecir verilir, diğerlerinin ecirlerin­den de birşey eksilmez; açtıkları çığırlar şer ise, o şerri işleyenlerin günahlarının bir benzeri de onla­ra yazılır ve ötekilerin günahlarından hiçbir şey eksilmez}. (Yâ-Sın/12) [278]

 

Müminlerin, -Ne Kadar Az Olursa Olsun-Hayra Teşvik Edilmeleri, -Ne Kadar Az Olursa Olsun-Şerden Korkutulmaları

 

Dedi: Ona olan sevgilerine rağmen miskine, yetime ve esire yemek yedirirler (İnsan/8) buyruğu nazil olduğunda Müslümanlar, Allah için verdikleri az birşey sebebiyle ecir kazanmadıkları düşüncesiyle, kapılarına gelen yok­sula bir hurma, bir ekmek parçası, bir ceviz ya da buna benzer bir şey vermeyi azımsıyor ve "Bu birşey değildir. Biz ancak sevdiğimiz şeyleri verecek olursak ecir kazanı­rız" diyerek onu geri çeviriyorlardı. Ayrıca bir yalandan, bir bakıştan, bir gıybetten ve benzeri şeylerden ötürü gü­nah kazanmadıklarını düşünüyor, "Allah büyük günahlar sebebiyle cehennem ile tehdit etmiştir" diyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah onları ne kadar az olursa olsun —zira onun artma ihtimali vardır- hayır işlemeye teşvik etti:

Kim zerre {yani, en küçük karınca} kadar bir hayır işlerse, onu görecektir {yani, kitabında görecektir), kim de zerre {yani, en küçük karınca) kadar bir şer işlerse onu {kitabında} görecektir; {o halde hayrı izlenecek bir yol haline getirin}. (Zilzâl/7-8)

Dedi: İyi ya da kötü herkes için bir kötülüğe karşılık bir kötülük yazılır, fakat bir iyiliğe karşılık on iyilik yazı­lır. Kıyamet günü Yüce Allah mü'minin her iyiliğine on katı ile mükâfaat verecek, her iyiliği karşılığında on kö­tülüğünü de silecek; iyilikleri kötülüklerine zerre kadar ağır basarsa cennete girecektir. İşte Yüce Allah'ın, Kuş­kusuz Allah zerre kadar zulmetmez. Bir kasene olursa {ve zerre kadar kötülüklerden fazla gelirse} onu kat kat arttı­rır ve lütfundan büyük bir mükâfaat verir (Nisâ/40) buy­ruğu bunu anlatmaktadır. Müşriğe gelince, (iyilikleri se­bebiyle) onun da kıyamet günü azabı hafifletilir, fakat ce­hennemden çıkamaz. [279]

 

Bineğe Bindiklerinde Müminlere Söylemeleri Öğretilenler

 

Zuhruf sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

O bütün zevçleri (yani, bütün sınıfları/türleri} hal-ketti ve sizin için {yani, Âdemoğullan için} gemiler­den ve en'âmdan (yani, deve ve bakar/sığır türün­den} bineceğiniz şeyleri yaptı... (Zuhruf/12)

Bir başka âyet-i kerîme'de de şöyle buyurmaktadır:

Hem binmeniz için, hem de ziynet olmak üzere atlan, katırları ve merkepleri (yarattı). (Nahl/8)    

Böylece Yüce Allah onlara nimetlerini hatırlatmakta, sonra şöyle devam etmektedir: ki onların {yani, binek hayvanlarının} sırtlarına kurulasınız. (Zuhruf/13)

Ardından Yüce Allah bu durumda neler söyleyecekle­rini öğretmek üzere buyuruyor ki:

Sonra onların üzerine yerleşince, Rabbinizin nime­tini anmalı {yani, onlara bindiğinizde "elhamdulillâh" demeli: Müslüman bineğe bindiğinde, bismillah demeli ve Rabbinin nimetini anıp kendisini Müslüman yaptığı, karada ve denizde kendisini taşıyacak vasıtalar lütfettiği için Rabbine hamdet-meli} {ve bineği yürüyünce de} demelisiniz ki: "Bunları {yani, bu binekleri} bize musahhar kılan (yani, bizim emrimize veren} eksikliklerden münezzehtir. Yoksa bizim bunlara gücümüz yetmezdi {yani, bunları kendi gücümüzle hizmetimize amade kılamazdık} ve biz muhakkak Rabbimize döneceğiz {yani, âhirette Rabbimize döneceğiz}. (Zuh->... ,   ruf/13-14)

Müslüman, bir gemiye bindiğinde Yüce Allah'ın nime­tini hatırlamalıdır. Dilerse Nuh'un (a.s) söylediği şu söz­leri de söyleyebilir:

Onun yürümesi da, durması da Allah 'm adıyladır, Kuşkusuz Rabbim gafur, rahimdir. (Hûd/41)

Kim bir bineğe binip de Yüce Allah'ın adını anmaya­cak olursa, şeytan ona gelir ve şöyle der: "Haydi şarkı söyle!" Eğer şarkı söylemeyecek olursa ona, "Temenniler­de bulun!" der. [280]

 

 

Rahmân, Rahîm Allah'ın Adıyla

Cihad Bahisleri

 

Yüce Allah Mekke'de Nebî (s.a) ve mü'minlere tevhîdi, namazı, -muayyen bir miktar tayin etmeden- zekâtı ve savaştan el çekmeyi emretmişti. Öteki farzları Medine'ye hicretten sonra inzal buyurdu ve onlara savaşmak için izin verdi. Yüce Allah Hacc sûresinde şöyle buyurmakta­dır:

: Kendileri ile savaşılanlara {yani, Nebî ve ashâbına) izin verildi -çünkü onlara zulmedildi- {yani, Mekkeliler onları yurtlarından çıkarmakla onlara zulmettiler). Allah onlara yardıma elbette kadir­dir. Onlar haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. (Hacc/39-40)

Savaşın farz kılınması bazı Müslümanlara ağır geldi. Efünun üzerine, şu âyet nazil oldu:

r(*h 4 Hoşunuza gitmediği halde {yani, sizin için meşakkat • bulunduğu halde} savaş size yazıldı (yani, size farz kılındı). Bazan hoşlanmadığınız birşey {yani, müş­riklerle savaşmak) hakkınızda hayırlı olabilir {yani, Allah o sayede size zafer, ganimet ve şehâdet ihsan eder}, sevdiğiniz birşey de {yani, cihada çıkmayıp oturmak da} hakkınızda şer olabilir {yani, akıbeti  kötü olur ve dolayısıyla zafer ve ganimet elde ede­mezsiniz). Allah bilir, siz bilmezsiniz. (Bakara/216)

Saff sûresinde de Yüce Allah Müslümanları cihada ji&şvik: etmektedir:

Gerçek şu ki Allah, Kendi yolunda {yani, Allah'a itaat uğrunda} kaynaşmış (yani, savaştaki safta birbirine kenetlenmiş) bina gibi saf bağlayarak savaşanları {yani, harb ehli müşriklerle savaşanları)

sever. (Safr74)

Bununla Yüce Allah mü'minlere, (savaşma şeklini) öğretmektedir.

Dedi: Nebî (s.a) müşriklerle, ashabını safî" halinde diz­meden savaşmazdı.

Bir başka âyet-i kerîme'de de şöyle buyurmaktadır:  

Ey îmân edenler! Sizi elim bir azabtan kurtaracak bir ticareti size göstereyim mi? (Saff/10)

Dedi: Bu âyet nazil olunca Müslümanlar, "Bizler bu ti­caretin ne olduğunu bilsek bu uğurda mallarımızı ve ya­kınlarımızı feda ederiz" dediler. Bunun üzerine Yüce Al­lah bu ticaretin ne olduğunu beyan etmek üzere buyurdu ki:

Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne îmân eder {yani, Allah'm tevhidini ve Muhammed'in nebî ve rasûl olduğunu tasdik eder}, mallarınız ve canlarınızla " Allah yolunda cihad edersiniz {yani, Allah'a itaat uğrunda düşman müşriklere karşı cihad edersiniz}. Eğer bilirseniz bunlar {yani, îmân ve cihad} vuf sizin için {başka şeylerden} daha hayırlıdır. Günahlarınızı mağfiret eder {yani, bunları yapacak . olursanız günahlarınızı bağışlar) ve sizi altından (yani, bahçelerdeki ağaçların altından) ırmaklar akan cennetlere {yani, bostanlara) ve adn cennetlezi'-û'M rindeki {Dedi: Adn cenneti, cennetlerin en yükseği ve en şereflilerinde ndir} hoş meskenlere koyar. Şu {yani, sözü edilen bu mükâfaat}, işte fevz-i azîm,itı odur. Diğeri de {yani, cennetin dışında bir diğeri de} -ki onu seversiniz-Allah'tan {düşmanlarınıza ı, karşı} bir nasr I zafer ve yakın bir fetihtir {yani, dünyada çabuk gelecek bir nasrdır/zaferdir}. Mu'minlere müjdele {yani, onlara dünyada nas-rı/zaferi, âhirette de cenneti müjdele}! (Saff/10-13)

Dedi: Bize Mukâtil 'Abdu'l-Kerîm'den, o Sa'îd b. el Müseyyeb'ten, o da Ömer b. el-Hattab'tan (r.a) tahdis edip dedi: "Gazveden önce hacc {yani, farz olan İslâm hac-cı} on gazveden daha faziletlidir ve bir hacctan {yani, farz olan İslâm haccmdan} sonra bir gazve on hacctan daha faziletlidir." [281]

 

Müminlerden Mücâhid Olanlar Oturanlardan Allah Nezdinde Üstündür

 

Nisa sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Mü'minlerden darar sahibi {yani, kötürüm} olma­dığı halde oturanlarla, Allah yolunda cihad eden-

; ler bir olmaz {yani, gazaya gitmeyip oturan mü'minler ile mücâhidler fazilet itibariyle eşit de­ğildir}... Allah cihad edenleri, oturanlardan aerece itibarı ile üstün kılmıştır {yani, cihad edenler otu­ranlardan daha faziletlidir!. Bununla beraber Al­lah hepsine {yani, cihad edene de, mazeret sahibi olup cihada çıkmayana da} husnâ'yı /en güzeli îya-ni, cenneti} va'detmiştir. Allah mücâhidleri {mazereti bulunmaksızın} oturanlardan pek büyük bir

minnetsiz faziletlerle), bir mağfiret ve rahmet. Allah gafurdur, rahimdir (yani, yetmiş derecö üstün kılmakla). (Nisâ/95-96[282]

 

Allah Yolunda Cihad Ederken Öldüren Ve Öldürülenin Âhîretteki Mükâfaatı Aynıdır

 

Tevbe sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Kuşkusuz Allah mü'minlerden canlarını ve malla­rını cennet karşılığında satın almıştır. Onlar Allah yolunda {yani, Allah'a itaat uğrunda) savaşırlar {yani, müşrik olan düşmanlarla savaşırlar); öldü­rür {yani, düşmanı öldürür} ve öldürülürler {yani, düşman tarafından öldürülürler}. (Bu va'd; Al­lah'ın) Tevrat'taki, İncil'deki ve Kur'ân'daki hak va'didir. Kim Allah'tan daha ziyâde ahdini yerine getirebilir {yani, hiç kimse Allah'tan daha çok ahdini yerine getiremez). O halde bu bey'atinize sevi­nin {yani, bu âyet-i kerîmede sözü edilen ahdi kabul etmekle Yüce Rabbinizle yaptığınız bey'ate sevinin) ve şu, {yani, Allah yolunda öldüren ve öldü­rülene cennette verilecek olan mükâfaat), işte fevz-iazîm odur. (Tevbe/111) Yüce Allah Nisa sûresinde şöyle buyurmaktadır:

Kim Allah yolunda {yani, Allah'a itaat uğrunda) V savaşıp {yani, müşriklerle savaşıp} da öldürülür (yani, düşman tarafından Öldürülür) yahut galib x gelirse {yani, müşriklerden olan düşmana galib ge-"jlirse}, ona pek büyük bir ecir {yani, cennette raükemmel bir mükâfaat} vereceğiz. (Nisâ/74) Böylece Müslüman olup da müşriklerle cihad sırasın­da öldüren yahut öldürüleni mükâfaatta ortak kılmakta­dır.   [283]                                                                       

 

Allah Yolunda Cihad Ederken Şehid Olanların Ruhları                              

 

Bakara sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Allah yolunda {yani, müşriklerle savaşırken Al­lah'a itaat uğrunda} öldürülenler için "Ölüler" de-< meyin {yani, onları ölü sanmayın}! Aksine onlar di­ridirler {yani, şehidlerin ruhları diridir}, fakat siz şuurunda değilsiniz. (Bakara/154)

Yüce Allah Al-i İmrân sûresinde de şöyle buyurmak­tadır:

Allah yolunda {yani, müşriklerle savaşırken Al­lah'a itaat uğrunda} öldürülenleri sakın Ölüler sanma. Aksine onlar {yani, şehidlerin ruhları} Rabb'leri indinde diridirler, rızıklanırlar. (Al-i İm-rân/169)

Dedi: Yüce Allah Bedir günü şehid düşenlerin ruhları­nı yeşil kuşların kursaklarına yerleştirdi. Onlar cennette diledikleri yere uçuyor ve konuyorlar, cennetin meyvele­rinden yiyor, sonra da arşın altındaki kandillere gelip sı­ğınıyorlardı. Yüce Allah onlara muttali olarak buyurdu ki:

— İstediğiniz daha başka şeyler varsa vereyim. Onlar karşılık verdiler:

— Rabbimiz! Cennette dilediğimiz gibi uçup dolaşmı­yor muyuz?  

İkinci defa onlara muttali olarak buyurdu:

— Benden daha başka şeyler istemiyor musunuz? Si-§e vereyim.

Onlar karşılık verdiler:

— Rabbimiz! Cennette istediğimiz yere uçup gitmiyor muyuz?!

Üçüncü defa onlara muttali olarak buyurdu: .     — Başka bir şey istemiyor musunuz? Size vereyim.

Onlar bu defa -içinde bulundukları nimetler ve hayır sebebiyle- şöyle dediler:

— Bizi tekrar dünyaya döndür de, yine Senin yolunda savaşalım.

İşte Yüce Allah'ın, Aksine onlar Rabb'leri katında diri­dirler, rızıklanırlar. Allah'ın lütfundan kendilerine verdi-ğiyle sevinç içindedirler ve arkalarından henüz kendilerine katılmayanlara... müjdelemek isterler (Al-i İmrân/169-171) buyruğu bunu anlatmaktadır.

Dedi: Onlar cennete girip oradaki lütuf ve bağışları görünce, "Keşke diğer kardeşlerimiz de, içinde bulundu­ğumuz bu lütuf ve ihsanları bilselerdi. O vakit savaşta şehid düşene kadar çarpışırlar ve bizim kavuştuğumuza onlar da kavuşurlardı" dediler. Bunun üzerine Şanı yüce Allah Nebî'ye onların durumlarını ve içinde bulundukları lütuf ve ihsanları haber verdi. Kendilerine de, "Ben Nebi­nize durumunuzu ve içinde bulunduğunuz hâli indirdi­ğim buyruklarla beyan ettim" diyerek bildirdi. Onlar da buna sevindiler. İşte Yüce Allah'ın, Ve arkalarından he­nüz kendilerine katılmayanlara... müjdelemek isterler buyruğu bunu anlatmaktadır.    

Sonra Yüce Allah şehidleri söz konusu ederek şöyle buyurm aktadır:

Onlara korku yoktur {yani, âhirette azabtan yana bir korku olmayacaktır} ve onlar mahzun olmaya­caklar {yani, ölüm sebebiyle mahzun olmayacaklar}. (Âl-i İmrân/169-170) [284]                                 

 

Allah Yolunda Ribât

 

Âl-i Imrân sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ey îmân edenler! Sabredin {yani, farzlar üzerinde sabredin}; sabırda yarışın {yani, Nebî ile birlikte savaş cephelerinde sabırda yarışın} ve ribâtta bulunun {yani, şirk olan dînlerini terkedip dîniniz olan islâm'a dönünceye kadar müşrik düşmanlarıniza karşı hazırlıklı olun} ve Allah'a ittika edin yani, Allah'ın size vermiş olduğu emirler hususunda Allah'a ittika edin} ki felaha eresiniz. (Âl-i İmrân/200) [285]

 

Allah'ın Müşriklerle Savaşmadaağır Yükümlülüklerden Sonra Müslümanlara Ruhsat Vermesi

 

Enfâl sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ey îmân edenler! Toplu bir halde kâfirlerle karşı­laştığınız zaman onlara arkanızı dönmeyin. Bir savaş taktiği (yani, müşriklere tekrar hücum et­mek amacıyla yer değiştirme} yahut başka bir birlige katılma (yani, firar söz konusu olmaksızın arkadaşlarına katılma} gayesi ile olması müstesna, kim o gün {yani, özellikle Bedir günü} onlara arka­sını dönerse {yani, Nebî ve ashabını bırakıp kaçarsa}, muhakkak o, Allah'ın gazabına uğramış {yani, Allah'tan gelecek bir azabı hakketmiş} olur ve va­racağı yer de cehennemdir. O ise ne kötü bir dönüş yeridir! (Enfâl/15-16)

Bu, özellikle Bedir günü için böyle idi. Şanı yüce Allah kâfirlerin köklerini kesmek için o gün Müslümanların yü­kümlülüklerini ağırlaştırmıştır. Bedir savaşı, Nebî'nin Mekkeli müşriklerle ilk savaşıdır.

Bir başka âyet-i kerînıe'de de şöyle buyurmaktadır:

Sizden sabırlı yirmi kişi ikiyüz kişiyi mağlûb eder ! (yani, mü'minlerden sabırlı yirmi kişi, müşrikler-

den ikiyüz kişiye karşı savaşabilir ve onları mağ­lûb eder}. Sizden yüz kişi, bin kişiyi mağlûb eder {yani, kafirlerden bin kişi ile savaşabilir ve onları mağlûb eder}. (Enfâl/65)

Yüce Allah Bedir günü —onların kuvvetlerini kırmaları için- Müslümanlardan bir kişiyi on müşriğe karşı savaş­makla yükümlü kıldı. Bedir günü müşrikler bozguna uğra­yıp kuvvetleri kırılınca, Müslümanların yükünü hafifletti:

Şimdi Allah sizden hafifletti {yani, Bedir savaşın­dan sonra yükünüzü hafifletti} ve bildi ki sizde bir zaaf var. O halde sizden sabırlı yüz kişi olursa iki­yüz kişiyi mağlûb eder {yani, ikiyüz müşrikle sava­şabilir ve onları mağlûb eder}, sizden bin kişi olur­sa -Allah'ın izni ile- ikibini mağlûb eder {yani, müşriklerden ikibin kişiyle savaşabilir ve onları mağlûb eder}. (Enfâl/66)

Bedir savaşından bir sene sonra Uhud günü Müslü­manların bozguna uğramaları üzerine Âl-i İmrân sûre­sinde şu buyruk nazil oldu:  

İki ordunun karşılaştığı gün {yani, Müslümanlar topluluğu ile müşrikler topluluğunun Uhud günü karşı karşıya gelip Nebî ile sebat gösteren 18 kişi dışında Müslümanların geri dönüp kaçtıkları gün}içinizden yüz çevirenleri {yani, bozguna uğrayarak savaştan kaçanları}, sadece yaptıkları bazı işler sebebiyle (yani, yerlerinden ayrılarak Nebî'ye karşı gelmeleri sebebiyle -çünkü Nebî Uhud günü okçu­lara, "Yerinizden asla ayrılmayın" dediği halde onlar yerlerinden ayrılmışlardı-} şeytan yoldan çıkarmak istedi. Bununla birlikte Allah kendilerinden affetti {yani, onları cezalandırmayıp hepsini toptan imha etmemekle affetti}. Kuşkusuz Allah gafurdur, halimdir.[286] (Âl-i İmrân/155)

Uhud günü bozguna uğrayıp kaçan kimselere -Bedir günü kaçanlar için öngördüğü üzere— ateş azabını takdir buyurmamıştır. İşte bu, ağır hükümden sonra bir ruhsat­tır.

Dedi: Müslümanlar Huneyn günü de bozguna uğradı­lar. Allah Teâlâ bunu şu buyruğunda dile getirmektedir:

Huneyn günü de size yardım etti. Hani çokluğunuz sizi böbürlendirmişti de size bir faydası olmamıştı; genişliğine rağmen yeryüzü başınıza dar gelmişti. Nihayet arkanızı dönmüştünüz {yani, Nebî ile be­raberindeki bir grup dışında kaçıp gitmiştiniz -Müslümanlardan kaçanlar Mekke'ye kadar var­mıştı, buna rağmen Allah onları cehennem azabıy-la tehdid etmemiştir. Bu da, Uhud savaşından sonra olmuştu-}. (Tevbe/25) [287]

 

Harb Ehli Müşriklerden Alınan Feyin Paylaştırılması

 

Enfâl sûresinde Yüce Allah ş'öyle buyurmaktadır:

Bilin ki ganimet olarak aldığınız bir şeyin {yani, müşriklerden aldığınız herhangi bir şeyin/ganime­tin} beşte-biri Allah'a, Rasûl'e, yakınlara {yani, Ne-bî'nin yakınlarına} yetimlere, miskinlere ve yolda  kalmışlara {yani, gelip sizde konaklayan misanrlerej aittir. Eğer Allah'a îmân etmişseniz;.. (Enfâl/41)

Rasûlullah (s.a) döneminde Müslümanlar bir ganimet aldıklarında onun beşte-birini ayırırlar ve bu beşte-bir dörde bölünür ve bundan bir hisse Allah'a, Rasûl'e ve Ne-bî'nin yakınlarına ayrılırdı. Allah'a ait olan kısım da Al­lah Rasûlü'ne ve o'nun akrabalarına ait idi. Böylece Ne-bî'nin payı da akrabalarından bir kişinin payı gibi olurdu. İkinci hisse yetimlere, üçüncü hisse miskinlere, dördüncü hisse yolda kalmışlara ayrılırdı. Geriye kalan bölüm ise Müslümanlar arasında paylaştırılırdı.

Nebî (s.a) vefat ettikten sonra Ebû Bekr, Nebî'nin ya­kınlarına ait olan payı Allah yolunda cihada gideceklerin masrafları için kullanmaya başladı. Ali b. Ebî Tâlib on­dan, Nebî'nin akrabalarına ayrılan payı vermesini iste­yince, Ebû Bekr dedi ki:

— Âişe'den, Nebî'nin şöyle dediğini işittim: "Nebî'ye mirasçı olunmaz."

Bunun üzerine Ali b. Ebî Tâlib Âişe'ye giderek sordu:-

— Sen Rasûlullah'm, "Nebî'ye mirasçı olunmaz" dedi­ğini duydun mu?

Âişe cevab verdi:  

— Evet.               

Bunun üzerine Ali b. Ebî Tâlib ona razı oldu. Ebû Bekr, Ömer ve Ali (Allah onlardan razı olsun) akrabalara ait olan payı Allah yolunda cihad edenlere harcamaya, yetimlerin, yoksulların ve yolcuların paylarını ise verme­ye devam ettiler. [288]

 

Ganimetten Çalanın Günahı

 

Âl-i İmrân sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Bir nebi için hainlik {yani, ganimetten birşey çalinak} olacak şey değil. Kim hainlik ederse {yani, Allah'ın Müslümanlara müşriklerden nasib ettiği ganimetten az ya da çok bir şeyleri hainlik ederek alırsa), kıyamet günü o hıyanet ettiği şeyle gelir {yani, kıyamet gününde o aldığını boynunda taşı-..) yarak gelecektir}. Sonra her nefse {yani, berr ve fâcir [iyi ya da kötü] her kişiye} kazandığı (yani, hayır ya da serden yaptığının karşılığı} ödenir ve on­lara-zulmedilmez {yani, amellerinde zulmedilmez}. (ÂH İmrân/161)

Sonra Yüce Allah şöyle devam etmektedir:

Hiç Allah'ın rızasına uyan {yani, hainlik ederek ganimetten çalmayan! kimse, Allah'ın gazabına uğrayan {yani, hainlik edip ganimetten çaldığmdan ötürü Allah'ın gazabına uğramayı hakkeden} kimse gibi olur mu {yani, bunlar bir olmaz/birbir­lerine eşit olmaz}. (Âl-i İmrân/162)

Arkasından Yüce Allah bunların varacakları yeri be­yan etmek üzere şöyle buyurmaktadır:

Onların {yani, hainlik edip ganimetten çalanların} barınağı cehennemdir. O ne kötü bir dönüş yeridir! (Âl-i İmrân/162)                         

Ardından da ganimetten çalmayanların varacakları yeri beyan etmek üzere buyuruyor ki:

Onlar Allah indinde derece derecedirler {yani, Al­lah nezdinde onların çeşitli üstünlük mertebeleri vardır}. Allah yaptıklarına basîrdir {yani, onlar­dan ganimetten çalanları da, çalmayanları da çok iyi görendir}. (Âl-i îmrân/163)   [289]                            

 

Müslümanların, Cizye Vermeyi Kabul Edinceye Kadar Ehl-Î Kitabla   'Savaşmalarının Emredilmesi

 

Tevbe sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Kendilerine kitab verilmiş olanlardan {yani, sizden önce: Muhammed'in Müslüman ümmetinden önce kendilerine kitab verilmiş olan Yahudi ve Hristiyanlardan} Allah'a {yani, Allah'ın vahdani­yetine/birliğine} ve âhiret gününe îmân etmeyen   {yani, tasdik etmeyen} Allah'ın ve O'nun Rasû-lü'nün haram kıldığını {yani, içki ve domuzu} haram saymayan ve hak dînini {yani, İslâm dînini ! çünkü İslâm dîni dışındaki bütün dînler bâtıldır-} dîn olarak kabul etmeyenlerle, kendi elleriyle " küçülmüşler olarak cizye verinceye kadar savaşın. (Tevbe/29) [290]

 

Müslümanlara, Müminlerden Bâğî Olanlarla Savaşmalarının Emredilmesi

 

Ensar'dan Evs ile Hazrec arasında Nebî (s.a) döne­minde taze hurma dallarıyla, ok, mızrak gibi şeylerin uç­ları ve benzer araçlarla bir kavga olmuştu. Yüce Allah buyurdu ki: 

Eğer mü'minlerden iki taife kıtal ederlerse, o ikisi­nin arasını düzeltin. Eğer onların biri diğerine kar­şı bağy ediyorsa {ve barışa yanaşmıyorsa}, bâğî olanla Allah'ın emrine {yani, Allah'ın emrettiği ba­rışa} donünceye kadar kıtal edin (yani, kılıç ve ben­zeri şeyleri kullanarak kıtal edin}. Eğer dönerse {yani, barışı kabul ederse}, o ikisinin arasını adalet­le düzeltin ve kist yapın {yani, adaletli olun}. Kuş­kusuz Allah muksitleri I kist yapanları (yani, insan­lar arasında adalet yapanları} sever. (Hucurât/9)

Sonra Yüce Allah şöyle devam etmektedir:

Mü'minler ancak kardeştirler. O halde kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'a ittika edin {yaniO'na isyan etmeyin}, umulur ki merhamet olunursunuz. (Hucurât/10) [291]

 

Musibet Karşısında İstircâ'da Bulunmak

 

Bakara sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Andolsun ki sizi {yani, mü'minleri}, biraz korku {yani, öldürülme korkusu}, biraz açlık, biraz mal­dan, candan ve üründen eksiklikle imtihan edeceğiz. Sabredenleri {yani, Allah'ın musibet kabilin­den olan takdirlerine karşı sabredenleri} müjdele {yani, cennetle müjdele}! (Bakara/155)

Sonra Yüce Allah onların niteliklerini belirterek şöyle buyurmaktadır:

Onlar ki kendilerine bir musibet isabet ettiğinde, Muhakkak biz Allah'ınız ve muhakkak biz O'na döneceğiz" derler, işte Rabb'lerinden salavât ve rahmet onlaradır. (Bakara/156-157)    

'Dedi: Teğâbün sûresinde şöyle Duyurulmaktadır:

Allah'ın izni olmadıkça hiçbir musibet {yani, cana belâ, mala darlık ve başka bir sıkıntı} isabet etmez. Kim Allah'a îmân ederse îyani, Allah'ın o musibeti kendi hakkında kaza ettiğini tasdik edip sabreder, ecrini umarsa), onun kalbine hidâyet verir {yani, onu istircâ'da bulunmaya: "innâ lillâh ve innâ iley-hi râciûn" demeye iletir}. (Teğâbün/11) İşte Yüce Allah bunlar hakkında şöyle buyurmakta­dır:

İşte Rabb'lerinden bir salavât (yani, mağfiret/ba­ğışlanma} ve rahmet {yani, azabtan kurtuluşlarım sağlayan bir rahmet} onlar {yani, musibet karşı­sında Yüce Allah'ın emri üzere sebat edenler) üze-rindedir ve işte hidâyete erenler {yani, musibet es­nasında istircâ'da bulunmaya iletilenler} onlardır. (Âl-i İmrân/157) [292]

 

Muhkem Âyetler Ve Bakaranın  Sonunda İnzal Edilenler              

 

Âl-i İmrân süresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: O ki sana kitabı {yani, Kur'ân'ı} indirmiştir. Onun bir kısım âyetleri muhkemdir. (Âl-i İmrân/7) Bunlar da En'âm sûresinin sonunda yer alan şu âyet­lerdir:

De ki: "Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın.

Anaya-babaya iyilik edin, yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin -çünkü sizin de, onların da rızkını Biz veriyoruz- fevâhişin açığına da, gizlisine de yaklaşmayın, hak ile olmadıkça Allah'ın haram kıldığı canı Öldürmeyin -işte akledesiniz diye size bunları tavsiye etti-, rüşdüne erinceye kadar -en güzel surette olması müstesna- yetimin malına yaklaşmayın, ölçü ve tartıyı tam ve doğru yapın -Biz, kimseye gücünün yettiğinden başkasını yüklemeyiz-, söz söylediğiniz vakit akrabanız dahi ol­sa adaletli olun, Allah'ın ahdini yerine getirin, işte tezekkür edesiniz diye size bunları tavsiye etti.  {   (En'âm/151-152)

işte muhkem âyetler bunlardır. Bunlar, kitabların hiç birinde neshedilmemiştir. Bunlar Adem oğullarının tü­müne haram kılınmıştır. Bu sebeble onlar kitabın anası-dır/esasıdır. Bunlara "ummu'l-kitab" [kitabın anası/esası] denilmesi, levh-i mahfuzda ve bütün kitablarda yazılı ol­maları sebebiyledir.

Mâide sûresinde de şöyle buyurmaktadır:

Bugün sizin için dîninizi tamamladım. (Mâide/3) Çünkü Yüce Allah Mekke'de iken Müslümanlara, Al­lah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmeyi, Ölümden sonra dirilişe, cennete ve cehenneme îmân etmeyi, sabah ve akşam iki­şer rekat namaz kılmayı emretmişti. Sonra hicretten ön­ce beş vakit namaz, -belli bir miktar tayin edilmeksizin— zekât ve savaştan uzak durmak farz kılındı. Geriye kalan farzların tümü, Nebî'nin Medine'ye hicretinden sonra in­dirildi. Bu nedenle, Mekke'nin fethinden evvel Müslü­manlar Arab müşrikleriyle beraber haccederlerdi. Mek­ke'nin fethinden sonraki hacc mevsiminde de Müslüman­lar ve müşrikler Ebû Bekr es-Sıddîk'm başkanlığında bir­likte haccettiler. Bu hacc mevsiminde Ali b. Ebî Tâlib,

Tevbe sûresinin başından 9. âyetin sonuna kadarki bölü­müyle birlikte, Müşrikler ancak bir necistir. Onun için bu yıllarından sonra artık Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar (Tevbe/28) buyruğunu da okudu. Ertesi sene Nebî (s.a) Veda haccını yaparken, beraberinde hiçbir müşrik yoktu. Cumaya rastlayan arefe gününde, Bugün sizin için dîni­nizi tamamladım {yani, size verdiğim emir ve nehiyleri tamamladım} (Mâide/3) buyruğu nazil oldu. Bundan son­ra helâl ve harama dâir bir buyruk inmediği gibi, hadler ve farzlarla ilgili bir buyruk da inmedi. Bunun tek istis­nası, Senden fetva istiyorlar. De ki- "Kelâle hakkında Al­lah size fetva veriyor..." (Nisâ/176; ifadesinden, sûrenin sonuna kadarki âyettir.

Şanı yüce Allah buyuruyor ki:

Üzerinizdeki nimetimi {yani, beraberinizde hiçbir müşrik bulunmaksızın haccetmeyi emretmekle İs­lâm'ı} tamamladım ve size dîn olarak islâm'a rıza verdim (yani, İslâm'ı seçtim: Allah nezdinde İs­lâm'dan başka razı olunacak bir dîn yoktur}. (Mâ­ide/3).

Bundan sonra da Bakara süresindeki şu âyet nazil oldu.

Allah'a döndürüleceğiniz bir günden ittika edin. Sonra her nefse Syani, berr ve fâcir [iyi ya da kötü] 'her kişiye} kazandığı [yani, hayır ya da serden yaptığının karşılığı} verilecek ve onlara zulmedilmeyeçektir îyani, amellerinde zulmedilmeyecek: onların iyiliklerinden birşey eksiltilin ey eceği gibi, kötülük­lerine de bir ilave yapılmayacaktır). (Bakara/281)

Bu âyetin nüzulünden son  Nebî (s.a) dokuz gün da­ha yaşayıp Rebiu'l-Evvel ayının ikinci günü vefat' etti. Allah'ın salât ve selâmı o'na ve o'nun tertemiz ve hayırlı ehl-i beytine olsun. [293]

 

Hayrı Ve Şerhiyle Kaderin Nihâî Olarak Yazılmış Olduğu

 

Hadîd sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Arzda {yani, yağmur kıtlığı, bitki ve mahsullerin  azhğıyla yeryüzünde) ve nefislerinizde {yani, belâ,  haddlerin uygulanması ve diğer şeylerle kendiniz- de} meydana gelen bir musibet yoktur ki, Biz onu  fiile çıkarmazdan {yani, arzı ve nefsi yaratmaz­dan} önce bir kitabta {yani, levh-i mahfuzda} olma­sın. -Kuşkusuz ki şu {yani, bunların yazılması} Al­lah'a göre kolaydır- Şunun için ki: Kaybettiğinize  tasalanmayasınız {yani, yaratılmanızdan önce sağlık, esenlik ve bolluk gibi şeylerin hakkınızda  yazılmış olduğunu bilesiniz de üzülmeyesiniz) ve size verdiğine ferahlanmayasınız {yani, bunun  hakkınızda yazılmış olduğunu bilerek size vermiş 1 olduğu afiyet ve bolluğa güvenip şımarmayasmız}. Allah böbürlenip şımaranların hiç birini sevmez. (Hadîd/22-23) [294]

 

Allah'ın Nebiye, Ölen Münafıklar Üzerine Namaz Kılmasını Yasaklaması            

 

Tevbe sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Onlardan {yani, münafıklardan} ölen biri üzerine ebediyyen namaz kılma {yani, ölen münafıklardan hiç birinin cenaze namazını asla kılma}, onun kabri başında da durma! (Tevbe/84).

Daha sonra onların durumlarını haber vererek şöyle buyurmaktadır:

Çünkü onlar Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne küfrettiler {yani, Allah'ın vahdaniyetini inkâr ettiler ve Muhammed'in O'nun Rasûlü olduğunu kabul emediler} ve fâsık olarak öldüler {yani, Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne isyankârlar olarak Öldüler}. (Tevbe/84)

Dedi: Yüce Allah'ın Nebî'yi, münafık olarak ölenler üzerine namaz kılmaktan nehyetmesinin sebebi, onların küfür üzere ölmüş olmalarıdır. Tevhîd ehlinden olup da büyük günah işleyenlerden ölen kimsenin namazının Müslümanlar tarafından kılınması gerekir.

'Atâ b. Ebî Rebah dedi ki: "Siz dîninize mensub olan ve büyük günah işleyen kimselerin namazlarını kılmayıp, onları başka dîn mensublarına mı bırakacaksınız?!"

Dedi: Yine o şöyle demiştir: "Üç haslet, sünnetin as-lmdandır: Hak halife ile birlikte cihad etmek, her emir ile birlikte namaz kılmak ve ölen her kıble ehlinin cenaze namazını kılmak." [295]

 

Masrufu Emredip Münkerdennehyetmek Ve Bu Esnada Karşılaşılacak ; Eziyetlere Sabretmek

 

Lokman sûresinde şöyle buyurulmaktadır

Ey oğulcuğum! Allah'a şirk koşma! Doğrusu şirk büyük bir zulümdür. (Lokmân/13)

Ey oğulcuğum! Salâtı ikame et (yani, namazı eksiksiz kıl}, ma'rûfu {yani, tevhidi} emret, münkerden {yani, şirkten} nehyet ve sana isabet edene {ya­ni, ma'rûfu emr, münkerden nehy ederken karşıla­şacağın eziyet ve sıkıntılara} sabret. Doğrusu şu {yani, ma'rûfu emr, münkerden nehy ederken kar­şılaşacağın eziyet ve sıkıntılara sabretmek} azmo-lunacak işlerdendir {yani, Yüce Allah'ın emrettiği işlerin hakkı çerçevesindedir}. İnsanlara böbürlen­me (yani, büyüklenerek fakir kimselerden yüz çevirme}, yeryüzünde çalımla {yani, kibirlenerek ve büyüklük taslayarak azametle} yürüme. Kuşkusuz Allah böbürlenen ve şımaran {yani, Allah'ın nimetlerine şükretmeyen} kimseleri sevmez. (Lok-tı'ımân/17-18)

Yüce Allah İsrâ sûresinde de şöyle buyurmaktadır:

Yeryüzünde çalımla {yani, böbürlenerek azametle} yü­rüme! Doğrusu sen ne yeri yırtabilirsin, ne de boyca dağ­lara erişebilirsin. (Isrâ/37) Lokman da oğluna şöyle demişti:

Yürüyüşünde mutedil ol {yani, böbürlenme ve gerekmeyen yere bakma}, sesini alçalt (yani, başkalarmın bulunduğu yerde sesini alçalt}! Kuşkusuz seslerin en çirkini eşeklerin sesidir. (Lokmân/19)

Mâide sûresinde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Birr {yani, itaat) ve takva {yani, ma'siyeti terketmek} üzere yardımlasın. İsm {yani, ma'siyet} ve düşmanlık {yani, zulüm} üzere yardımlaşmayın ve Allah'a ittika edin! Kuşkusuz Allah'ın ikabı şid­detlidir. (Mâide/2)

Mukâtil dedi ki: Münkeri reddet; gücün yeterse fiilen, yoksa söz ile. Buna da gücün yetmezse, kalbin ile reddet.

Bu ise îmânın en zayıf halidir.  

Dedi: 'Abdullah b. Mes'ûd'a sordular:

—  Ma'rûfu emredip münkerden nehyetmeyen helak olur mu?              

 İbn Mes'ûd şöyle cevab verdi:                      

— Hayır, aksine ma'rûfu ma'rûf, münkeri münker ola­rak bilmeyen {yani, münkeri münker olarak bilip onu kalbiyle inkâr etmeyen) kimse helak olur.

O takdirde indimde {yani, benim yanımda} Özre er­miş olursun.[296] (Kehf/76) Bir isteyen istedi... (Me'âric/1) buyruğu, en-Nadr b. elHâris hakkında nazil olmuştur.

 Şer îyani, fakirlik} dokundumu sızlanıp feryâd u figan eder, hayır {yani, zenginlik} dokundumu cimrilik eder - (Me'âric/20-21) âyetleriyle, Ama insan, Rabbi kendisini i sınayıp da... (Fecr/15) buyruğundan itibaren sûrenin so-f nuna kadarki bölüm Umeyye b. Halef hakkında inmiştir.

Çünkü insan muhakkak azar; kendisini müstağni gör­mekle (Alak/6-7) âyetlerinden başlayıp sûrenin sonuna

kadarki bölüm Ebû Cehl hakkında nazil olmuştur. [297]

 

Rahman, Rahîm Allah'ın Adıyla                       

Bazı Davranış Ve Vasıflarıyla ' Anılan Kimselerin İsimleri

 

Her sağlam gemiyi zorla gasbeden (Kehf/79) kişinin adı, İbnu'l-Culendî'dır.

Öldürüldüğünden söz edilen çocuğun (Kehf/74) adı, Huseyn b. Kazerî'dir.

İki yetim çocuğun (Kehf/82) adları da, Asram ve Su-reym'dir.

Bize kardeşinden, o babasından tahdis edip dedi: Bize 'Abdu'I-Hamid b. Salih tahdis edip dedi: Bize İsmâîl b. Ebî Ziyad, Cuveybir'den, o Dahhak'tan, o da İbn *Ab-bas'tan [298] tahdis edip dedi: Bir adam İbn 'Abbas'a gelerek dedi ki:

— Ben helak oldum.                                             

İbn Abbas sordu:        

—  Yavaş ol, nasıl?   

Adam cevab verdi

—  Kur'ân lafizlarmdaki ihtilaflar sebebiyle kuşkuya düştüm. Eğer sen bana bunları açıklarsan ne a'lâ. Aksi takdirde önceki dînime dönerim.

İbn Abbas dedi:    

— İçinde bu kabilden ne varsa söyle! Bunun üzerine Adam dedi ki:

— Allah bir yerde, O gün aralarında ne soy-sob vardır, ne de soruşurlar (Mü'minûn/101) derken; bir başka yerde, O gün onlardan bazısı bazısına dönmüş soruşuyorlar (SâfFât/28 ve 50) diyor ki bunlar birbirleriyle tutarsızlık arzetmektedir.

Yine Allah bir yerde, Rabbimiz Allah hakkı için biz müşriklerden değildik (En'âm/23) derken; diğer bir yerde, İddia ettiğiniz ortaklarınız nerede? (En'âm/22) diyor ki bunlar arasında bir çelişki vardır.

Adam devam etti:

— Yine Allah bir yerde, Yaratılışça siz mi daha çetin­siniz, yoksa semâ mı? Onu bina etti, boyunu yükseltti, ni­zamına koydu, gecesini kararttı, gündüzünü çıkardı. Ar­dından arzı yayıp döşedi (Nâziat/27-30) derken; bir başka yerde, Siz yeri iki günde yaratana mı küfrediyor ve O'na ortaklar koşuyorsunuz1? O alemlerin Rabbidir. Ona I arza üstünden ağır baskılar yaptı... Sonra, duman halinde bu­lunan semâya yöneldi (Fussilet/9-11) diyor ki bunlar ara­sında da bir tutarsızlık vardır: Hangisi önce yaratıldı: gök mü, yer mi?

Adam sözüne devamla:

— Yine Allah, Allah semt idi, basîr idi (Nisâ/134), Al­lah gafur idi, rahîm idi (NisâY96) diyor. Bu geçmişte bir defa olup bitti mi?

Yine Allah, Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse ger­çekten onun İçin dar bir geçim vardır (Tâ-Hâ/124) diyor.

Halbuki biz, zikirden yüz çevirmekle birlikte geniş ve bol bir geçim içerisinde bulunanlar olduğunu görmekteyiz.

Adam misal vermeyi sürdürerek dedi:

— Yine Allah, Erkek olsun, kadın olsun kim mü'min olarak sâlih amel işlerse, kuşkusuz ona tayyib bir hayat yaşatırız (Nâhl/97) diyor. Oysa biz, mü'min olduğu halde dar ve sıkıntılı hayat yaşayan kimseler görüyoruz.

Adam sözünü sürdürdü:

— Yine Allah bir yerde, O gün insana ve cinne zenbin-den sorulmaz (Rahmân/39) derken; bir başka yerde, Rab-bine andolsunki onların hepsine yaptıklarından soracağız (Hicr/92-93) diyor.

Adam sözüne devamla:

— Allah'ın, Kim Benim hidâyetime uyarsa, o dalâlete düşmez ve bedbaht olmaz (Tâ-Hâ/123) buyruğundaki "hi-

dâyef'in mahiyeti nedir?

Adam şu soruyla sözünü tamamladı:

— Allah'ın, Fakat insan irâde eder: emamının fücuru­nu (Kıyâme/5) buyruğunda geçen "emam/önündeki" keli­mesiyle kasdedilen, Önündeki her bir şey midir?

Bunun üzerine İbn Abbas dedi ki:

— O gün aralarında ne soy-sob vardır, ne de soruşur­lar (Mü'minûn/101) buyruğunda sözü edilen durum, bay­gınlık nefhası sırasında olacaktır. Bu halde aralarında akrabalık bağı olmayacağı gibi, birbirlerine soru da sor­mayacaklardır. O gün onlardan bazısı bazısına dönmüş soruşuyorlar (Sâffât/28 ve 50) buyruğunda söz konusu edilen durum da, kıyamet [kabirden kalkışl vakası sıra­sında olacaktır. Onlar ayağa kalkacak ve birbirlerine ara­larındaki hakları sorup isteyeceklerdir.  

İbn Abbas sözüne devamla dedi:

— Rabbimiz Allah hakkı için biz müşriklerden değil­dik (En'âm/23) buyruğunda sözü edilen durum ise şudur: Yüce Allah, Müslümanları hesaba çekip de onların şirk gibi bağışlanmayacak büyük günahları olmadığı ortaya çıkınca, müşrikler birbirlerine, "Gelin biz de, günah ve ma'siyetler işledik, fakat şirk koşmadık diyelim" diyecek­ler. Yüce Allah Müslümanlardan sonra onlara yönelip, İd­dia ettiğiniz ortaklarınız nerede1? (En'âm/22) dediğinde, onlar Rabbimiz Allah hakkı için biz müşriklerden değil­dik (En'âm/23) diyecekler. Yüce Allah'ın, "Diller yalan söylediğine göre dillerine mühür vurun azaları konuşsun" buyurması üzerine azaları, dünyada yaptıklarını anlata­cak, işte o vakit, inkâr edenler ve Nebî'ye isyan edenler te­menni edecekler ki: Yerlebir edilselerdi de Allah'tan bir sö­zü gizlemeselerdi (Nisâ/42) buyruğunda belirtilen durum gerçekleşecek ve azaları Allah'tan hiçbir şey gizlemeye-cektir.

İbn Abbas izahını sürdürerek dedi:

—  Sözünü ettiğin gök ve yer ile ilgili âyetlere (Nâzi-at/27-30) gelince: Yüce Allah gökleri yerden, cenneti ce­hennemden, nuru karanlıktan, yeri dağlardan önce ya­ratmıştır. O'nun arzı dayayıp döşemesi ise, arzı yayması ve orada dağları, meraları, kumlukları, tepeleri ortaya çı­karmasıdır.

İbn Abbas sözlerini şöyle sürdürdü:

— Sözünü ettiğin, Allah semî idi, basîr idi (Nisâ/134), Allah gafur idi, rahim idi (Nisâ/96), Allah aziz idi, hakim idi (Nisâ/56) ve benzeri âyetlere gelince, Yüce Allah var­ken beraberinde hiçbir şey yoktu. O mahlukatı yaratınca onlara vahdaniyetine has olan isimlerini bildirdi. Bu ve benzeri âyetlerde kasdedilen şudur: Allah ezelde de ebed-te de semi/işiten idi, ezelde de ebedte de basîr/gören idi, ezelde de ebedte de azîz idi, ezelde de ebedte de rahim idi, Mahlukatı yaratmadan önce de, yarattıktan sonra da böyle idi.                                                                   

İbn Abbas açıklamasına devamla dedi ki:             

— Sözünü ettiğin, Kim de Benim zikrimden yüz çevi­rirse gerçekten onun için dar bir geçim vardır (Tâ-Hâ/124) buyruğuna gelince, eğer buradaki geçim, yiyecek, içecek ve giyecek kabilinden şeyler olsaydı, kâfire bir yudum su dahi verilmezdi. Dolayısıyla kasıt, hayır kapılarının ona daraltılmasıyla onun için haram bir geçimdir ve o hayır kapılarından hiç birine yol bulamaz. Mü'min hakkında ise, Erkek olsun, kadın olsun kim mü'min olarak sâlih amel işlerse, kuşkusuz ona tayyib bir hayat yaşatırız (Nahl/97) buyurulmaktadir ki, mü'mine hoş ve temiz bir rızık ve sâlih amel nasib ederiz demektir. İbn Abbas sözlerini şöyle sürdürdü:

— Rabbine andolsunki onların hepsine yaptıkların­dan soracağız (Hicr/92-93) âyetlerindeki "sormak"tan ka­sıt, kötü amelleri niçin işlediklerinin ve maksatlarının so-rulmasıdır. O gün insana ve cinne zenbinden sorulmaz (Rahmân/39) âyetine gelince, Allah kullarının bütün amellerini kayd u zabt etmiş olduğundan, insana ya da cine -Öğrenmek için- günahını sormayacaktır, çünkü za­ten bilmektedir.

İbn Abbas devamla:

— Kim Benim hidâyetime uyarsa, o dalâlete düşmez ve bedbaht olmaz (Tâ-Hâ/123) âyetindeki "hidâyet" ile, "Kur'ân-ı Kerîm" kasdedilmiştir. Onun helâlini helâl, haramını haram bilen kimseyi Yüce Allah dünyada dalâlete düşmekten, âhirette de bedbahtlıktan korur.

İbn Abbas son olarak da şöyle dedi:

— Fakat insan irâde eder: emamınm fücurunu (Kıyâ-me/5) âyetinde kasdedilen, insanın ma'siyetlere dalması, burnunun dikine gitmesi, kendisine emir verilmesini ve yasak konulmasını istememesi, günah işlemekte elini ça­buk tutması, tevbeyi ertelemesi ve nihayet en kötü du­rumda iken ecelin gelip onu yakalamasıdır.

Bunun üzerine adam kalkıp İbn Abbas'ın başım, elle­rini ve dizlerini öptü.

Bize kardeşinden, o babasından tahdis edip dedi: Bize Muhammed b. 'Abdu'r-Rahmân es-Sülemî tahdis edip de­di: Bize Ukbe tahdis edip dedi: Bize el-Evzaî tahdis edip dedi: Bize Hassan b. Atiyye Mekhul'den tahdis edip dedi: "Her kim, 'Kendisinden başka ilah olmayan, hayy ve kay-yum olan Allah'tan mağfiret diler ve O'na tevbe ederim' derse, savaştan kaçmış dahi olsa günahları bağışlanır."

Bize kardeşinden, o babasından tahdis edip dedi: Bize Muhammed b. 'Abdu'r-Rahmân tahdis edip dedi: Bize Uk­be tahdis edip dedi: Bize el-Evzaî tahdis edip dedi: Bana Hüseyn b. Harmele en-Nehdî tahdis edip dedi:

Ebû Bekr, Aişe'nin yanına girdi ve ona dedi ki:

—  Rasûlullah'ın gönlünün hoş olduğu bir zamanda o'ndan sana dua etmesini istesen, hiç kuşkusuz umduğu­nu elde edersin.

Bunun üzerine Aişe şunu anlattı:

—  Rasûlullah (s.a) oyuncaklarımla oynarken yanıma gelerek sordu:

— Ey Ebû Bekr'in kızı, ne yapıyorsun?

Ben cevab verdim: ! — Ey Allah'ın Rasûlü! Bunlar benim bebeklerimdir.  

Rasûlullah (s.a) güldü. Sonra ondan bana dua etmesi­ni istedim. Rasûlullah da şöyle dua etti:                    

— Allahım! Ebû Bekr'in kızı Âişe'nin geçmiş ve gele­cek günahlarını bağışla!

Benim çok sevinmem üzerine Rasûlullah (s.a) sordu:

— Ey Âişe bu seni sevindirdi mi? Cevab verdim:

— Evet.

Rasûlullah tekrar sordu:

— Hoşuna da gitti mi?                                     

Ben yine cevab verdim:                                  

—  Evet.                                                                                                                    

Ardından Nebî (s.a) buyurdu ki:

—  Nefsim elinde bulunana yemin ederim ki, benim üzerimden böyle bir gün geçmemiştir.

Bize kardeşinden tahdis edip dedi: Bana babam, tah­dis edip dedi: Bize Muhammed b. 'Abdu'r-Rahmân tahdis edip dedi: Bize Ukbe tahdis edip dedi: Bana el-Evzaî tah­dis edip dedi: Bana Yahya b. Ebî Kesir tahdis edip dedi: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki:

Sizden bir kimse bir kadını görüp de beğenecek olur­sa, hanımının yanma gitsin ve onunla cima etsin. Böyle yapması nefsinin isteğini geri çevirir.    

Bize kardeşinden tahdis edip dedi: Bize babam tahdis edip dedi: Bana Muhammed tahdis edip dedi: Bana Ukbe tahdis edip dedi: Bana el-Evzaî tahdis edip dedi: Bana Ebû Bekr tahdis edip dedi: Bana Mücâhid b. Cebr'in tah­dis ettiğine göre Ömer b. 'Abdu'1-Azîz kendisine, gemileri su almaya başlayan ve çıplak olarak karaya çıkan yolcu­ların nasıl namaz kılacaklarını sordu. Dedi: Dedim ki: "İmamları ortalarında bulunduğu halde tek saf hâlinde namaza dururlar, her biri sol eliyle de fercini -fercine do­kunmadan- kapatarak namazlarını kılarlar."

Kardeşinden dedi: Bana babam tahdis edip dedi: Ba­na Muhammed tahdis edip dedi: Bana Ukbe Evzaî'den tahdis edip dedi: Bana Yahya b. Ebî Kesir tahdis edip de­di: Bana Hazim el-Medenî tahdis edip dedi: Bana Ebû Hureyre tahdis edip dedi: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki:

— Kim namazı kılınıncaya kadar cenazenin ardından giderse, ona bir kîrat vardır. Kim de gömülünceye kadar peşinden giderse, ona da iki kîrat vardır.

— Ey Allah'ın Rasûlü! İki kîrat nedir?" diye sorulunca da şöyle cevab verdi:

— Onların en küçüğü Uhud gibidir.    [299]

 

Kitab Burada Sona Erdi, Hamd Âlemlerin Rabbi Allah'adır

 

Kitab burada sona erdi, hamd alemlerin rabbi Al­lah'adır. O'na tayyib ve mübarek zatının celaline ve salta­natının azametine yakışır şekilde pek çok hamdîer olsun. Efendimiz Muhammed'in, o'nun âlinin ve tayyib-tahir ashabının üzerine de Allah'ın pek çok salât u selâmı kıya­met gününe kadar kesintisiz devam etsin. Allah bütün ashâbtan razı olsun. Bu esere yapılan talikler, 792 yılının Cumade'l-Evvel ayının dördüne [Salı gününe] rastlamış bulunmaktadır. Allah akıbetini asırlar boyu güzel eyle­sin.

Bunu gerçekleştiren, kusurlarını itiraf eden, mukad­des Rabbinin affını ümit eden Allah'a muhtaç kul Mu­hammed b. Harun b. Muhammed el-Cüneynî'ye, anne-ba-basma ve Kendisine tevbe ve mağfiret için dua edenlere, bütün müslim-mü'min erkek ve kadınlara -hayatta olan­larıyla ölmüşleriyle- Allah mağfiret buyursun.

Kitab bitti, bizi yaratan Allah'a hamd ile,  Kuşkusuz O, ölümden sonra bizi diriltecektir. Kesin olarak biliyorum ki, el çürüyüp gidecektir '  Toprağın altında, fakat yazdıkları diri kalacaktır.[300]

 

 



[1] İngiltere Kütübhâne Müdürlüğü bu yazma eseri 27.4.1978 ta­rihli OMPB/GEM/IJ referanslı yazısı ile yayımlamama İzin verme lütfunda bulunmuştur.

[2] Bu kayıt birinci sahifeden önceki sahife üzerinde kaydedilmiş­tir. Bu yazma eser aşağıdaki şekilde kayıt altına alınmış bu­lunmaktadır: A.G. Ellis and E. Edwards. A. Destcriptive List of the Arabic Manuscripts Acquired by the Trustes of the British Museum Since 1894, London 1912, P.4.

[3] Bkz. Supplemend, 11/332.

[4] Bkz. 1/36-37.                             

[5] Bkz. s. 103a.

[6] Ancak bu yazmaya daha önceden sahib olan kimseler tarafın­dan yapılan bazı tamirler sırasında kenardaki bazı ek ve baş­lıklar silindiği gibi, yazmanın kenarındaki bazı ifadeler de kıs­men kesilmiştir.

[7]    Elif olarak yazılıp öylece medli olarak okunan harf. (Çeviren)

[8] Kelimenin sonunda elif sesi gibi uzatılarak okunan, fakat ye ile yazılan harf. (Çeviren)

[9] " Tefsîru Hamsi Mieti Âyetin mine'l-Qur'âni'l-Kerîm'in [Kur'ân-ı Kerîm'den Beşyüz Ayetin Tefsirinin] el yazması ile Mukâtil'in  et-Tefsiru'l-Kebîr adlı eserinin el yazmasının karşılaştırılması sonucunda müstensihin hata ettiğinin ortaya çıkması duru­munda metni düzeltme cihetine gittim. Nitekim bu husus dipnotlardaki açıklamalarımdan yahut da kitabın metnindeki kö-"" seli parantez içerisindeki ifadelerden açıkça anlaşılmaktadır.

[10] Bunun için aşağıdaki makaleme bakılabilir: Arabic and îslâ-mic Studies: Edited by J. Mansour, Bar-Ilan University (1978).-Burada Mukâtil'in hayatı ve İslâmî ve oryantalist bir eleştiri görülebilir. Aynı şekilde Prof. 'Abdullah Mahmûd Şehhâte'nin Mukâtil b. Süleyman, el-Eşbâh ve'n-Nezâir (Mısır 1975) adlı eserindeki girişine de bakınız.

[11] Miladî tarihler yerine, genellikle hicrî tarihler kullandık. (Çe­viren)

[12] Bkz. İbnu'n-Nedim, el-Fihrist, Müstenfed'in tahkiki, Laibzik, 187.1-1872, s. 179.

[13] The Tafsir of 'Abdallâh b. 'Abbâs in der İslâm (1980) adım taşı­yan makalemi bu konuyu incelemeye tahsis etmiş bulunuyo­rum.

[Muhakkikin, İbnu'n-Nedim ile ilgili olarak belirttiği bu kana­ate katılmaya imkân yoktur. Çünkü Îbnu'n-Nedim'in -Fih-rist'ini inceleyenlerin açıkça görecekleri gibi- bizzat müellifleri tarafından te'lif edilmiş eserleri ve müelliflerine nisbet edilip onlara uyanlar ve öğrencileri tarafından onlara nisbet edilen eserleri birbirinden titizlikle ve dikkatle ayırdığını görür ve bi­lirler. (Çeviren)]

[14] III. Ahmed 74/1-2'de kayıtlı Mukâtil'in Tefsiri'nin el yazması, s. 2b'ye bakınız. Bu aynı zamanda bu tahkik boyunca düşeceği­miz notlarda atıfta bulunacağımız yazmadır.

[15] Yazmamızda bu isim böylece zikredilmektedir. Mukâtil'in Tef­siri'nin yazma nüshasında ise Zârîc diye zikredilmektedir.

[16] İbn Ebi'r-Rû'be es-Sakatfdir. Bkz. el-Hatib el-Bağdadî, Târihu Bağdad (Mısır 1931, XI/124); İbnu'1-Imad, Şezerâtu'z-Zeheb (Mısır 1350, 111/19); Salebi, el-Keşfu ve'l-Beyân. İstanbul Üni­versitesi Kütübhânesi ISlla'da kayıtlı yazmada, vr. 2b'de belirtildiğine göre o kendi nüshasından Mukâtil'in Tefsirini rivâ-,, yet ediyordu. Ancak es-Salebî, 'Abdu'l-Hâhk'a ait herhangi bir kitabı bilmemektedir. Yine, İngiltere Yazma Eserler Kütübhâ­nesi, no: 19926'daki el-Keşfu ve'l-Beyârim özetinin girişine ba­kınız. Tercih edilen, 'Abdu'l-Hâlık'm naklettiği eserin Mukâ­til'in Tefsiri'nin bir nüshası olduğudur.

[17]  Bkz. İbn Asâkîr, Târihu Medineti Dımaşk (Dımaşk, Tarihsiz, V/312).

[18]  Bkz. el-Hatib el-Bağdadî, Târihu Bağdad (Mısır 1931, VII/143 ve DC/126-127).

[19] Bkz. Daha önce işaret edilen Mukâil'in Tefsiri'nin III. Ah-med'teki yazması ile ilgili not.

[20] Ebû Nasr, el-Eşbâh ve'n-Nezâir adlı serde kitabın râvisi gibi zikredilmektedir. Ebû Nasr Mansûr b'Abdu'l-Hamîd el-Bâver-dî -ya da el-Ebyurdî- olup bu aynı zananda Tefsîru Hamsi Mi­eti Ayetin mine'l-Qur'âni'l-Kerîm'i [Kjr'ân-ı Kerimden Beşyüz Ayetin Tefsirini] de rivayet etmektedi. Bkz. Zehebî, Mlzânu'l-İ'tidâl (Tahkik: el-Becavî, Mısır 1963^/173-175); İbn Hacer, Lisânu'l-Mîzân (Haydarabad 1929-19;!, VI/97). Ayrıca bkz. 3 no'lu not; aynı şekilde es-Sehmî, Tamu Cürcân (Haydarabad 1950, 127-128). Bu kaynaklardan Eiû Nasr'm,

Mukâtil'den doğrudan rivayette bulunduğunu öğrejmekteyiz.

[21] Bkz. 16 no'lu not.

[22] el-Eşbâh ve'n-Nezâir adlı eseri incelepn, tahkikini yapıp neş­reden Dr. 'Abdullah Mahmûd Şehhât'nin -sözü geçen eserin baş tarafındaki- notundan da anlaşıldğı üzere kitab hiçbir za­man onu rivayet edene nisbet edilmez Burada muhakkik, !Ab-du'I-Hâhk'tan sonrakilerin sadece Hadsi nakl ve rivayet ettik­lerini ifade ederken, tercih ettiğini belrttiği bu Tefsîru Hamsi

Mieti Âyetin mine'l-Qur'âni'l-Kerîm'in [Kur'ân-ı Kerim'den Beş­yüz Âyetin Tefsirinin] 'Abdullah b. Sâbit'in son şekli ile bu hal­de olduğunu ve Tefsîru Hamsi Mieti Âyetin mine'l-Qur'âni'l-Ke-rîm'i [Kur'ân-ı Kerimden Beşyüz Âyetin Tefsirini] de, el-Eşbâh ve'n-Nezâir'i de onun te'lif ettiğini söylemesi bir çelişkidir ve İslâm tarihinde görülen kitab-rivâyet geleneğine aykırıdır. Çünkü nakillerde ve rivayet geleneğinde kitabın müellif tara­fından yazılması ve yazdırılması ile ondan dinleyen kişi ya da kişilerin derlemesi halinde kullanılan tabirler ve ifadeler fark­lıdır.

[23] Bizzat es-Salebî vr. 2b ve 3a'da 13 no'lu dipnotta sözü edilen el-Keşf kitabının yazmasında şunları söylemektedir: Mukâtil b. Süleyman'ın Tefsiri. Bize İmam Ebû İshâk İbrahim b. Muhammed el-Mihricânî haber verdi. Bize Ebû Muhammed 'Ab-du'1-Hâhk b. el-Huseyn b. Muhammed es-Sakatî -İbn Ebi'r-Ru'be diye tanınır- kendi kitabından haber vererek dedi ki: Bize 'Ab­dullah b. Sabit b. Ya'kûb el-Mukrî Ebû Muhammed tahdis etti dedi ki: Bana babam tahdis etti dedi ki: Bana el-Huzeyl b. Habîb Ebû Salih ez-Zeydânî (asıl nüshada böylece) Mukâtil b. Süley­man'dan, o onikisi tabiînden olan otuz kişiden naklederek dedi.

Sa'lebî'nin rivayet yoluna gelii.ce: Bize Ebu'l-Kâsım el-Habîbî lafzen tahdis edip dedi ki: Bi;e Ebu'l-Kâsım 'Abdullah b. el-Me'mûn haber verip dedi: Bizt Ebû Yâsir 'Ammâr b. 'A.bdu'1-Mecîd tahdis edip dedi: Bize /hmed b. 'Abdullah tahdis edip dedi: Bize İshâk b. İbrahim es-Sa'lebî, Mukâtil b. Süley­man'dan tahdis etti.

Ebû 'Ismet'in rivayet yolu: Bizs Ebu'l-Kâsım el-Habîbî lafzen tahdis edip dedi: Bize Ahmed 3. 'Abdullah b. es-Sıddîk Merv şehrinde haber verip dedi: Bi;e Ebû Recâ' b. Muhanımıed b. Hamdûye haber verip dedi: Biz* Ahmed b. Cemâl, Ali b. el-Hu-" seyn b. Vâkid'ten tahdis etti, o Ebû 'Ismet'ten, o da Mukâtil b. Süleyman'dan.

[24]   Bkz. II, vr. 257a.

[25]  Bkz. J. Schact A. Revaluation of İslâmic Traditios JRAS s. 143-154.

[26] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 19-27.

[27] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 31.

[28] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 31-32.

[29] I/3b'de diyor ki: Şöyle ki: Nebî (s.a), Ka^b b. el-Eşref ile Ka'b b, Esîd'i İslâm'a davet edince şöyle dediler: "Allah Musa'dan son­ra bir kitab indirmedi." Bu sözleriyle o'nu yalanlıyorlardı. Bu­nun üzerine Yüce Allah şu âyetleri indirdi: Elif-lâm-mîm. Şu kitab {yani, Yahudilerin inkâr ettikleri bu kitab} -ki onda rayb yoktur- (yani, onun Allah tarafından geldiğinde ve Muham­med'e (s.a) bu kitabı O'nun indirdiğinde kuşku yoktur}. (Bu Kur'ân}, muttakiler lyani, şirk dalâletinden korunanlar} için hidâyettir. Sonra Yüce Allah onların/muttakilerin niteliklerini beyan sa-

dedinde buyuruyor ki: Onlar ki, gabya {yani, Kur'ân'm Al­lah'tan geldiğine ve onu Muhammed'e (s.a), O'nun indirdiğine) îmân ederler {buna bağlı olarak da onun helâlini helâl, haramı­nı haram bilirler ve içindekilerle amel ederler}.

[30] Diyenin kim olduğu belirtilmemişse, kitabın baş tarafında zik­redilen senedte Mukâtil'den bir önceki şahıs olan el-Huzeyl b. Habîb olma ihtimali yüksektir. (Çeviren)

[31] II/102a: Tayyîb kelime {yani, güzel ameli O'na yükselir {yani, tevhîd semâda Allah'a yükseliri; onu da sâlih amel yükseltir {yani, Allah'tan başka ilah olmadığına şehâdet getirmek, sâlih ameli semâda Allah'a yükseltir}.

[32] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 32-35.

[33] Kasıt, girişte açıkladığımız gibi 'Abdu'l-Hâlık b. el-Hasen'dir. 

[34] Tercihe değer olan görüş, bunun, Mukâtil'e ulaşan isnad silsileşinden iki kişinin hasr edilmesi suretiyle 'Abdullah b. Sabit olduğudur.

[35] I/25a'da şöyle denilmektedir: "Maksat, Kabe'ye doğru yönele­rek, belirtilen vakitlerinde kılman beş vakit namazdır. Zira Yahudiler, kıblelerini [Kudüs'e doğru namaz kılmayı] terket-meleri üzerine onları ayıplamişlardı."

[36] Bkz. Mukâtil b. Süleyman, el-Eşbâh ue'n-Nezâir, (tahkik: 'Ab­dullah Mahmûd Şehhâte, Kahire, 1975). Orada bu madde ta­mamıyla iktibas edilmiştir.

[37] Ancak meşhur Hadis kaynaklarındaki rivayet, "Cebrâîl geldi, bana imam oldu..." şeklindedir.

[38] Tercihe değer olan bunun Abdullah b. Sabit olduğudur.

[39] II/121a'da, "Bize Ebû Ca'fer tahdis edip dedi: Bize el-Huzeyl, Mukâtil'den tahdis etti" şeklindedir.

[40] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 35-38.

[41] I/218b'de diyor ki; Güneşin dülûku, "güneşin semanın ortasın­dan kaydığı vakit" demektir ki bununla, öğle ve ikindi namazı­nı kasdetmektedir. Gecenin ğasaqı ise, "şafak kaybolduğu vakit ortaya çıkan gece karanlığı" demektir ki bununla da akşam ve yatsı namazlarını kasdetmektedir. Qur'âne'l-fecr'den kasıt da, "sabah namazında okunan Kur'ân"dır. Doğrusu qur'âne'l-fecr, meşhûd olmuştur. Burada gece ve gündüz melekleri hazır bu­lunurlar. Böylelikle Yüce Allah bu âyet-i kerîme'de beş vaktin tamamım zikretmiştir.

[42] Diyen kimsenin, et-Tefsiru'l-Kebîr'in tamamının taranması ne­ticesinde Mukâtil b. Süleyman olduğu anlaşılmıştır.

[43] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 38-39.

[44] II/222a: Rabbinin ismini zikret; bukraten {yani, sabah erken namaz kıldığın vakit tekbir et ve O'nun haricinde ilah olmadı­ğına şehâdet et} ve 'asîlen (yani, akşam edip, akşam namazını kıldığın vakit O'nu tekbir et ve O'nun haricinde ilah olmadığı­na şâhidlik et}!

Çünkü bu, şirkten uzak olmanın ifadesidir. İşte Yüce Allah'ın, Rabbinin ismini {yani, O'nun haricinde ilah olmadığına şehâ­det etmek suretiyle} zikret! buyruğu bunu anlatmaktadır. 'Dedi: Rasûlullah (s.a) sabah namazım kılar, sonra üç defa tek­bir getirirdi. Akşam namazını kıldıktan sonra da üç defa tekbir getirirdi. Geceden de O'na secde et lyani, uyumadan önce O'nun için namaz kıl: yatsı namazını kıl); uzun gece de O'nu teşbih et {yani, geceleyin de O'nun için namaz kıl}!

Gece namazı Nebî'ye (s.a) farzdı: (Geceden de) kalk, sana mah­sus fazladan namaz kıl! (İsrâ/79)

[45] II/8a'da: Rabbini hamd ile teşbih et {yani, Rabbinin emriyle na­maz kıl}!

[46]  Yazma nüshada, Yıldızların arkalarında... (Tûr/49) şeklinde­dir.

[47] H/169a: Rabbini hamd ile teşbih et {yani, Rabbinin emriyle na­maz kıl}; güneşin doğmasından önce iyani, sabahleyin sabah namazını kıl} ve (güneşin) batmasından önce {yani, Öğle ve ikindi namazını kıl} ve geceden de O'nu teşbih et {yani, akşam ve yatsı namazlarını kıl} ve secdelerin arkaları sıra da O'nu teşbih et {yani, akşam namazınfm farzm)dan sonra da iki  rek'ât namaz kıl}!  Bunun vakti, şafak batıncaya kadar devam eden süredir. (Kaf/39-40)

[48] Asıl nüshada, Secdelerin arkaları sıra da... (Kaf/40) şeklinde­dir.

[49] II/183a-183b: Rabbini hamd ile teşbih et {yani, Rabbinin emriy-

le namaz kıl}; kalktığın vakit {yani, farz namazı kılmak üzere kalktığın zaman}! Geceden de O'nu teşbih et lyani, akşam ve yatsı namazlarını da kıl}, yıldızların arkaları sıra da îyani, sa­bah namazın(ın farzın)dan önce de iki rek'ât (nafile) namaz kıl}! (Tûr/48-49). Bunun vakti, tan yerinin ağarmasından son­radır.

[50] Kasdedilen kişi, 'Abdu'r-Rahmân b. Ebzâ'dır. Bkz. Ahmed, Müsned, III/406.

[51] II/46a-46b: O ki, tezekkür etmeyi (yani, Allah'ı zikretmeyi} veya (gece ve gündüz} şükretmeyi (yani, O'na ibâdet etmeyi} irade edenler için, gece ve gündüzü halef yapmıştır ive böylelikle gece uyuyan kimse için gündüzü gecenin yerine, gündüz bir haceti bulunup meşguliyeti olan için de gündüzü gecenin yerine ha­lef/ardıl}. (Furkân/62)

[52] Aynı kelime, mümasil/benzer olduğu için yanlışlıkla mı iki ke­re yazılmıştır?

[53] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 39-44.

[54] Girişte açıkladığımız üzere, diyen kişi, TJbeydullâh b. Sâbit'tir.

[55] Asıl yazmada Kerb şeklindedir.

[56] er-Rabi'in Müsned'inde Câbir b. Zeyd'ten şöyle dediği rivayet edilmektedir: 'Bana Rasûiullah'tan (s.a) şöyle buyurduğu ulaş­mıştır': "Cebrâîl (a.s) bana fenîk'imi yıkamamı emretti." Rabi' dedi ki: Fenike, bıyıklar arasındaki ince kıllara denilir." (er-Ra-bi! b. Habîb b. Ömer el-Ezdi, Müsnedu'r-Rabi' (Beyrut 1415, s. 66). (Çeviren)

[57] Tercihimiz, bunun [diyen kişinin], 'Abdullah b. Sabit olduğu- dur.

[58] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 44-46.

[59] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 46.

[60] I/160a: Onun içinde {yani, Kubâ' mescidinde! öyle kimseler vardır ki: çok temizlenmeyi severler {yani, hades/[pislik]lerden ve cünüb-lükten temizlenmeyi} severler. Allah da temizlenenleri sever.

[61] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 46-48.

[62] I/75a: Cünüb iken yolcu olmanız müstesna, gusledinceye kadar namaza yaklaşmayın! (Nisâ/43). Daha sonra su bulamayan yol­cuyu istisna ederek şöyle buyurmaktadır: Yolcu olmanız müs­tesna... eğer hasta yahut yolculukta iseniz... Bu buyruk 'Abdu'r-Rahmân b. Avf hakkında inmiştir. Yaralı iken cünüb olmuş ve gusletmek ona ağır gelmişti. Guslederse daha kötü olacağından yahut da yaralarının açılacağından ya da çiçek olmaktan kork­muştu. Şanı yüce Allah, Eğer hasta olursanız {yani, su bulunsa dahi, yaralı kimse teyemmüm edebiliri buyurmaktadır.

[63] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 48-49.

[64] Taberî'nin, Câmi'u'l-Beyân adlı eserinde kaydettiği tefsir se-nedlerinin tetkik edilmesi neticesinde şunu görürüz: Eski âlim­lerin çoğunluğu hicrî birinci asırda yaşamışlardır. Dahhak b. Müzâhim, Sa'îd b. Cubeyr, Mücâhid b. Cebr gibi. Kasdettiği-miz, Mukâtil'in yaşadığı çağdan önceki tabakadır. Bunlar "has­ta" ifadesini açıklarken bu tabirleri kullanırlar. Bu durum ise Mukâtil'in kaynaklarını araştırmanın ek bir fayda getirmeye­ceği sonucunu doğurur. Bkz. Câmi'u'l-Beyân, Beyrut, 1972, V/64-65.

[65] I/93a. Şayet hasta iseniz... âyeti 'Abdu'r-Rahmân b. Avf (r.a) hakkında inmiştir. Yahut size bir yara, çiçek hastalığı isabet eder ya da kapanmamış yaralarınız olup aileniz arasında mu­kim iken zarar görmekten ve ölümden korkacak olursanız, biri yüz için, diğeri de eller için olmak üzere temiz toprakla teyem­müm edin.

Veya yolcu olur yahut ayak yolundan gelir... âyeti ise, Aişe (r.a) hakkında inmiştir. Nebî (s.a) ile birlikte Benî-Enmar gazvesin-deyken gerdanlığını düşürmüştü. Benî-Enmar Kays-ı Aylan'ın bir koludur. Yahut (yolculukta iken} ayak yolundan gelir ya da kadınlara dokunur {yani, yolculukta iken kadınlarla cima eder} da su bulamazsanız, o vakit temiz toprağa yönelin; onun­la yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin!

Bununla, temiz toprağa iki defa vurmayı kasdetmektedir. Bu vu-ruşların birisi yüz, diğeri de dirseklere kadar eller-kollar içindir. Teyemmümde başların ve ayakların meshedilmesi emredilme-miştir. (Burada bazı ifadelerin düştüğüne dair Özel işaret bulun­makla birlikte sahife kenarında herhangi bir fazlalık yoktur). Allah size güçlük çıkarmayı irade etmez {yani, dîninizle ilgili  hususlarda size darlık vermek istemez. Çünkü size teyemmüm etme ruhsatını vermiş bulunmaktadır}. Aksine sizi temizlemeyi  {yani, dîniniz hususunda hadesten ve cünüblükten arındırmak) ' ve üzerinizdeki nimetini tamamlamayı irade eder {yani, yolcu- lukta ve ikamet halinde iken yaralı olmanız durumunda size  teyemmüm etme ruhsatı vermiş bulunmaktadır). Ta ki şükre-'; deşiniz iyani, size bu nimetleri veren Rabbinize şükredesiniz  ve böylece O'nu tevhîd edesiniz/birleyesiniz}.

[66] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 49-52.

[67] II/73b: Sana vahyolunan kitabı oku {yani, Ehl-i Kitaba sana in­dirilen Kur'ân'ı oku)! Namazı da dosdoğru kıl {yani, namazı eksiksiz edâ et)! Çünkü namaz insanı hayâsızlıktan {yani, ma'siyetlerden) ve münkerden lyani, uygun görülmeyen, kabul edilemeyen şeylerden) alıkor.

Şunu demek istiyor: İnsan azîz ve celîl olan Allah için namaz kılarken her türlü hayâsızlıktan ve münkerden uzak kalmış olur. Namazda kaldığı sürece bunları işlemez. Sonra Yüce Allalı şöyle buyurmaktadır: Allah'ı zikretmek {yani, namaz kılıp O'nu andığın takdirde Allah da seni hayırla anar. Allah'ın seni anısı, senin O'nu namaz­da anısından daha hayırlıdır). Allah {namazlarınızda} ne yaptı­ğınızı bilir. (Ankebût/45)

[68] II/28b: Mü'minler gerçekten felah bulmuşlardır (yani, mü'min-ler: Yüce Allah'ın tevhîdini [birliğini/biricikliğini] tasdik eden­ler mutlu olmuşlardır}.

; Daha sonra onların niteliklerini açıklayarak şöyle buyurmak­tadır;

.\ Onlar ki namazlarında huşu içindedirler {yani, alçak gönüllü­dürler: namaza durduklarında sağında kim var, solunda kim var bilmez, fark etmezler).

[69] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 52-54.

[70] Muhakkik, el-İstiâze yerine el~istifâde lafzını yazmıştır. Açık bir yanlış olduğundan dolayı tarafımızdan düzeltilmiştir. (Çe­viren)

[71] Yazmanın hamişinde namazda kelimesi bulunmaktadır ki I/207a'da da böyledir.

[72] I7207a'da: Rac'im şeytandan {yani, lanetlenmiş İblis'tenf.

[73] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 54.

[74] Bundan böyle başlıkların muhtevasında bulunan tefsir kelime­si ve bunun karşılığı olan açıklama kelimesi dikkate alınma­dan başlıklar kaydedilecektir. (Çeviren)

[75] I/140b-141a: Rabbini (namazda Kur'ân okuyarak} içinden yal­vararak {yani, zilletle boyun eğmiş olarak) ve korkarak {yani, O'nun azabından çekinerek} yüksek olmayan bir sesle {yani, açıktan daha aşağı bir sesle} sabah-akşam zikret ve gafillerden {yani, namazda kıraatten gaflet ederek gafillerden} olma! (A'râf/205)

[76] II/213b: Kur'ân'dan kolay geleni iyani, namazda iken size kolay geleni} okuyun! (Müzzemmil/20)

[77] I/3b. Mukâtil, tekrarlanan yedi'yi, "Fâtihatu'l-Kitab" diye tefsir eder. Göründüğü kadarıyla 'Ubeydullah b. Sabit Hadis ile ilgili

bu açıklamayı eklemiş ve Nebî'ye ref [isnâd] etmiş bulunmak­tadır.

[78] Asıl nüshada 'Amr b. Şı/be'dir. Kendisinden naklettiği râvi ise Muhammed b. 'Abdullah b. 'Amr b. el-Âs'tır.

[79] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 55-56.

[80] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 56-58.

[81] II/28a-28b: Ey imân edenler! {Namazda} rükû ve secde edin. Böylece onlara namazı emretmektedir. Sonra da şöyle buyur maktadır: Rabbinize ibâdet edin {yani, Rabbinizi birleyin)!

Hayr işleyin {yani, O'nun size emrettiği hayrı işleyin} ki kurtu­luşa eresiniz {yani, bunu yapan kurtuluşa erer).

[82] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 58.

[83] II/243b: fEy Muhammed!) O halde boş kaldınmı {yani, teşehhüd, kıraat, rükû ve sücûdtan sonra farz namazı bitirdinmi, oturmakta iken ve selâm vermeden önce boş kaldığında) hemen yorul ve yalnız Rabbine (dua ederek) yönel, {yani, sadece O'ndan dile)!

[84] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 58-59.

[85] I/83a: Mekke'nin iç taraflarındaki Benî-Enmar gazası kasdedilmektedir.

[86] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 59.

[87] I/83a-83b: Tefsir'deki ifadeler de aynen buradaki gibidir.

[88] I/39a: Şayet korkarsanız lyani, düşmandan korkarsanız}. O halde (namazı) yaya olarak {yani, yürürken} veya süvari olarak  (yani, binek üzerindeyken! kılın (yani, iki rek'ât namaz kılın.  Korku şiddetli ise, yüzün kıbleye dönük olması şart değildir.  Secde edilemeyecek durumda olunması halinde, baş ile imada  bulunulur ve secde için rükûdan daha fazla eğilinir. Alnın da bir yere konulması gerekmez}.

[89] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 59-61.

[90] Buraya kadar, muhakkikin bu husustaki metodunu göstermek, bu gibi notlarda karşılaştırma imkânı sağlamak ve Mukâtil'in et-Tefsiru'l-Kebîr'inden yaptığı nakiller yoluyla bu tefsir hak­kında fikir vermek amacıyla bu tür dipnotları da tercüme ettik. Ancak bundan böyle metindeki açıklamalardan pek farklı açıklamalar ihtiva etmeyen ve Mukâtil'in et-Tefsiru'l-Kebîr'inden yapılmış olan bu nakilleri, ek bir bilgi ya da farklı bir yaklaşım ,,  '  içermedikçe tercüme etmeyeceğiz. Böylelikle kitabın gereksiz yere kabarmasının da önü alınmış olacaktır. (Çeviren)

[91] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 61-62.

[92] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 62.

[93] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 62-63.

[94] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 63-64.

[95] I/20b: Allah vâsidir: çünkü bilmedikleri zamanda kıbleye yö­nelmemek hususunda onlara genişlik sağlamıştır. Alimdir: on­ların niyetlerini çok iyi "bilendir. (Bakara/115)

[96] I/21/b: Siz de ibrahim'in makamından bir namazgah edinin {yani, onun yakınında namaz kılın}! Makama el sürmeleri de, onu öpmeleri de emredilmemiştir. Çünkü Kabe'de 360 tane put vardı. Nebî {s.a) hepsini kırdı.

[97] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 64-68.

[98] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 68.

[99] II/196b: Ey îmân edenler! Cuma günü namaz için çağrıda bulu­nulduğunda {yani, namaz için seslenildiğinde}... Bu buyrukta­ki rain lafzı sıladır (fazladan ulama edatı olarak gelmiştir). İmamın minbere oturduğu zaman(ki sesleniş) kasde dilmekte­dir.

[100]  İfadelerin gerektirdiği bir ilave.

[101] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 68-70.

[102] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 70.

[103] I/61a: {Ey Muhammedi) O işten sana hiçbir şey düşmez. Ashâb-i Suffa'dan fakir yetmiş kişi yiyecek bir şey buldularmı karınlarını doyurur, artanını tasadduk ederlerdi. Sonra, ecrini Allah'tan umarak Süleym oğullarına mensub iki kabile olan Useyya ve Zekvân ile savaşmak üzere gazaya çıkıp savaştılar ve tamamı —ki yetmiş kişi idiler- öldürüldü. Öldürülmeleri Ne­bî'ye (s.a) ve ashabına ağır geldi ve Nebî (s.a) kırk gün süreyle sabah namazında onlara beddua etti. Bunun üzerine Yüce Al­lah buyurdu ki; O işten sana hiçbir şey düşmez. (Allah) ya tev-belerini kabul eder {ve dînine girmeleri için onlara hidâyet ve­rir} ya da {küfürleri sebebiylel zâlim olduklarından dolayı on­lara azab eder. (Âl-i İmrân/128)

[Bir-i Maune İle ilgili siyer kitablarında ve Hadis kaynakların­da anlatılanlar buradakiler den farklıdır. Bkz. İbn Hişam, es-Siretu'n-Nebeviyye, Beyrut, 1417 [1996], III/146 vd. (Çeviren)]

[104] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 71-72.

[105] I/87b: Namaza kalktıkları vakit üşenerek kalkarlar {yanı, mü­nafıklar ağırdan alır ve istemeyerek kalkarlar. Bunun kendile­rinin bir vazifesi olduğu kanaatinde değildirler}.

[106] II/253b: ...yani, insanlar onları görecek olurlarsa, namaz kılar­lar ve böylelikle insanlara karşı riyakârlık yaparlar.

Namazla­rını Allah için kılmazlar. Maunu da engellerler {yani, farz olan zekâtı da vermezler}.  Maun, Kureyş lehçesinde su demektir. "

[107] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 72-73.

[108] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 73-74.

[109] I/125a: Çardaklı {yani, asma ve benzeri çardaklı! ve çardaksız {yani, gövdeleri üzerinde yükselen} o bağları, tatları çeşitli {yani, kimisinin tadı güzel, kimisinin de daha aşağı olan! hurma­ları, ekinleri... vücûda getiren O'dur.

[110] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 74-75.

[111] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 75-77.

[112] I/3b: Onlar ki, gayba îmân ederler (yani, Kur'ân'a îmân ederler; onun Allah'tan geldiğine ve onu Muhammed'e indirenin O olduğuna îmân ederler, dolayısıyla da helâlini helâl, haramını haram bilirler, içindeki hükümler gereğince amel ederler}, na­mazı ikame ederler {yani, farz olan beş vakit namazı tastamam kılarlar; rükûunu, sücûdunu eksiksiz ve vaktinde edâ ederler} ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz {mallarjden infak ederler !'}*   {yani, farz olan zekâtı verirler}.

[113] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 77-78.

[114] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 78-80.

[115] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 80-81.

[116] II/199b: Halimdir {yani, günahlarınızı ve hatta sadakasının ec­rini Allah'tan ummayıp onu başa kakan kimseleri dahi bağışla­yıp cezalandırmayandir}. Gaybı iyani, her türlü gizliyi bilir; kalbte bulunan başa kakmayı, ecir umarak verme duygusunun azlığını} da, şehâdeti {yani, açığa vurulan her şeyi} de bilendir.

[117] I/44b-45a: ...bağışlama {yani, onun kusurlarını görmezlikten gelme}

[118] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 81-83.

[119] I/45a-45b: ...Ey îmân edenler... kazandıkları hiçbir şey ellerine geçmez {yani, onlar kıyamet günü, infak ettikleri şeylerin seva­bını alamazlar) (Bakara/264). Nitekim Yüce Allah şöyle buyur-%ı maktadır: Rabb'lerini inkâr edenlerin amellerinin durumu, fır-*'i:''  Unalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer. (Dün-.   yada) kazandıklarından hiçbir şey (kıyamet günü} ellerine geç-\-: mez (îbrâhîm/18). Nitekim sağanak halinde yağan yağmur da, üzerinde az bir toprak bulunan kaya üzerinde toprak namına iıj;'\ bîr şey bırakmaz. Allah kâfirler topluluğuna hidâyet vermez. (Bakara/264)

[120] I/46a: Şayet onları gizler de fakirlere öyle verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır {yani, açık vermekten daha hayırlıdır -mükâfaati da yetmiş kat fazladır—l. Seyyie / [kötülükjleriniz-den {yani, bütün kötülüklerinizi} örteriz {yani, gizli ve açık sa­dakalarınız sebebiyle örtüp bağışlarız!. (Bakara/271) Burada, min-seyyiâtikum ibaresindeki min [den] sıla/ulamadır; dolayısıyla min-seyyi'âtikum, "seyyielerinizi/bütün kötülükleri­nizi Örteriz" manasına gelir.

[121] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 83-90.

[122] I/213b-214a: Bize 'Ubeydullah tahdis edip dedi: Bana babam el-Hıızeyl'den tahdis etti, o Mukâtil'den, o Dahhak'tan, o da İbn Mes'ûd'tan dedi ki: "Mushafta, ve uassâ rabbuke [ve Rabbin vasiyet/tavsiye etti] şeklinde idi; vav sâd'a [aslında dâd] biti­şince, ve qadâ [ve Rabbin kadâ/hükm etti] )ve Rabbin ahdet­ti/emretti}" oldu.

[123] J/214a: Rabbiniz içinizdekini en iyi bilendir {yani, yaşlandıkla­rında anne-babaya iyilik gibi duygularınızı sizden daha iyi bi­lir}. Eğer sâlih iyani, onlardan çektiğiniz sıkıntıların mükâfa-atını bekleyen ya da beklemeyen kimseler) olursanız, kuşkusuz O, yönelenlere {yani, günahları terkedip, anne-babaya itaate yönelenlere} karşı gafurdur. (İsrâ/25)

[124] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 90-93.

[125] II/243a: Rabbinin nimetini tahdis et {yani, bu sûrede anılan hususlar ve Allah'ın sana yaptığı hayırlar sebebiyle Allah'a şükret)!

[126] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 93-95.

[127] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 95-96.

[128] II/79a: İnsanların mallarında nemâlansın {yani, insanların mallarında lehinize bir artış olsun} diye verdiğiniz ribâ {yani,  bağış}, -{bu buyruk Nebî'nin (s.a) ashabından varlıklı kimseler hakkında inmiştir}- Allah katında nemâlanmaz {yani, o bağış . ne kat kat artar, ne de arındırır, fakat bunda bir günah da yok- tur}. {Ardından Yüce Allah artış gösteren infakı açıklamak üze­re buyuruyor ki}: Fakat Allah'ın rızasını arayarak verdiğiniz  zekâta gelince {onun için kat kat mükâfaat söz konusudur}, işte  kat kat arttıranlar onlardır {yani, onlara bire karşılık on ve da­ha fazlası verilir}.

[129] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 96-98.

[130] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 98.

[131] I/28a: Eyyâmun ma'dûdât [sayılı günler]. Bu günlerin sayısı kırktan aşağıdır. Kırktan yukarı olduğu takdirae "ma'dû-dât/sayılı" diye nitelendirilemez.

[132] I/28b: Orucun ilk durumunda, kişi yatsıyı kıldimi, yahut yatsı­yı kılmadan uyudumu (gece uyansa bile), gündüz vakti oruçlu­ya haram olan yenıek-içmek ve cima, ona da haram oluyordu.

[133] Kenarda, "önceki ve neshedilen oruç tarzı" diye bir yan başlık kaydedilmiştir.

[134] I/28b-29a: Allah nefislerinize karşı hainlik ettiğinizi bildiği için buyruğundaki hâinlik'ten kasıt, "ma'siyeftir. Bunun bir benzeri de, Hainlik ettiler {yani, ma'siyet işleyerek kocalarına muhalefet ettiler) (Tahrîm/10) âyetidir. Bir başka yerde de Yüce Allah, Sen onların daima hainliklerini göreceksin {yani, onların dâima isyan içerisinde olduklarını gö­receksin) (Mâide/13) buyurmaktadır.

...Artık onlara yaklaşın {yani, hanımlarınızla gecenin tümünde helâl olan yerden yaklaşarak cima edebilirsiniz). Sırma b. Enes hakkında da şu buyrukları indirdi: Fecrin beyaz ipliği siyah ipliğinden sizce seçilinceye kadar yeyin-için îyanİ, sizin için sabah olduğu; gündüzün aydınlığı gecenin karanlı­ğından açıkça seçildiği zamana kadar yeyip içebilirsiniz). Beyaz iplik ta .iri, "doğu tarafında enine doğru görülen sabahın ilk aydınlığadır. Siyah iplik'ten kasıt da "gecenin karanlığadır.

[135] Elimizdeki yazmanın [23a] sahifesinin kenarında şu ibareler yer almaktadır: Yüce Allah'ın, Ona takat getirenler... buyruğu­nun, o Ramazan ayı ki... âyeti ile neshedileliğinin açıklanması.

[136] Metinde de aynen bu şekildedir. Buna göre, sahabeden olan İbn 'Abbas, tabiînden olan Nâfi'den rivayet etmiş olmaktadır.  (Çeviren)

[137] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 99-106.

[138] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 106.

[139] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 107-108.

[140] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 108-109.

[141] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 109.

[142] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 110-111.

[143] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 111-112.

[144] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 112-114.

[145] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 114-117.

[146] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 117-118.

[147] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 118-119.

[148] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 119-120.

[149] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 120-121.

[150] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 121-123.

[151] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 123-125.

[152] ' Bu fazlalık konu ile ilgili hükümlerin ve bu hususta az önce ge­çen Mukâtü'in açıklamalarının bir gereği olarak tarafımızdan eklenmiştir. (Çeviren)

[153] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 125-127.

[154] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 127-131.

[155] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 131-134.

[156] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 134-135.

[157] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 136.

[158] Festutibnâ [tevbe etmemiz istendi] lafzı, festetbebnâ [biz de bu işlerden vazgeçtik] şeklinde olabilir mi?           

[159] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 136-138.

[160] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 138-140.

[161] Doğrusu, Mıqyas b. Subâbe'dir. Mecmau'z-Zevâid, VI/168; İbn Hacer, Fetku'l-Bârî, VIII/11. Ayrıca bkz. Beyhakî, es-Sünenu'l-Kübrâ, VTTJ/205; Nesai, SüTien, VII/106 ve es-Sünenu'l-Kübrâ, 11/302; İbn Ebî Şeybe, Musannef, VII/399, 402-404 vs. (Çeviren)

[162] Doğrusu, Hişam b. Subâbe'dir. (Çeviren)  

[163] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 140-143.

[164] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 143-147.

[165] Doğrusu, 'Abdan b. Eşvâ' el-Hadramî olmalıdır. Bkz. el-Vâhidî, Esbâbu Nüzâli'l-Qur'ân; Suyûtî, ed-Durru'1-.Aensûr. (Çeviren)

[166] Alkame b. Mersed olma ihtimali yüksektir. Bkz. İbn Hacer, Tehzîbu't-Tehzîb. (Çeviren)                              

[167] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 147-148.

[168] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 149-152.

[169] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 152-153.

[170] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 153.

[171] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 154-155.

[172] Hamişte, "Anne-babaya vasiyeti bu âyet-i kerîmenin neshetme-i  si" diye bir başlık vardır.                                                         

[173] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 155-158.

[174] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 158-159.

[175] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 159-160.

[176] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 160-161.

[177] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 161.

[178] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 162.

[179] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 162-163.

[180] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 163-164.

[181] '"   Hamişte, "Akid sahihlerinin payları -belirtildiği gibi- miras âyeti ile neshedildi" diye bir başlık vardır.

[182] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 164-166.

[183] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 166-167.

[184] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 167-168.

[185] Hamişte, "Namaz vakitlerinde içki içmek neshedildi, onu bu âyet neshetti" başlığı yer almaktadır.

[186] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 168-173.

[187] İfade bu şekildedir. Ayrıca benzeri bir ifade biraz sonra gele­cektir. Görüldüğü kadarıyla maksat, dünyanın iki haddidir [sınırıdır].

[188] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 173-174.

[189] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 174-175.

[190] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 175-178.

[191] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 179-180.

[192] Asılda, "Süt kendisinin olan, dört -yahut da yüzbir- kadın ile  evlenirse" şeklindedir.   

[193] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 180-182.

[194] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 182-183.

[195] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 183-184.

[196] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 184-185.

[197] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 185-186.

[198] Metinde bulunmayan bu ibareyi, anlamın tamam olması için Tefsirden iktibas ettik. (Çeviren)   >,.,.,.

[199] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 186-187.

[200] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 187-188.

[201] II/31b: Ben nikahlanmak sureti ile zengin olmayı aramaktan  âciz olan kimseden daha âcizini görmedim.                         

[202] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 188-190.

[203] Tercih edilen, bunun, "Mukâtil'in el-Hakem'den, onun da İbra­him'den..." şeklinde olmasıdır.   

[204] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 190-192.

[205] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 192-193.

[206] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 193-196.

[207] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 196-198.

[208] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 198-200.

[209] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 200-202.

[210] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 202-206.

[211] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 206-208.

[212] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 208.

[213] Maksat, iddetlerinin sona erme zamanının yaklaşmasıdır; ger­çekten sona ermesi değldir. Çünkü iddetin sona ermesi demek olan ecel'in sona ermesinden sonra ricat [talak verilen kadına dönmek] mümkün değildir (el-Cessas, Ahkâmu'l~Qur'ân). Nite­kim biraz sonra Mukâtil de aynı anlamı dile getiren ifadeler h, kullanacaktır. (Çeviren)                         .

[214] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 208-209.

[215] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 210-212.

[216] Asıl nüshada Ebu'd-Derrac şeklindedir. İsmi bu şekilde, İbn Hacer'in, el-Isâbe'sinden ve Asım b. Adiy'in hal tercümesinden tesbit ettik.

[217] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 212-214.

[218] İtalik olarak verilen ibareyi, aynen tercüme ettik. Anlaşıldığı kadarıyla yazma nüshada bir karışıklık olmuştur. Doğru ibare­nin şöyle olması muhtemeldir: Üçüncü defa ay hâli olup guslet' timi, onu bir kere daha boşar ve başka bir erkekle evlenip bo-sanmadıkça ona helâl olmaz, (Çeviren)

[219] Asılda, "Hammad ve el-Hakem'den" şeklindedir.               

[220] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 214-217.

[221] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 217-219.

[222] Hamişte, "Doğrusu el-Hasen'den olmalıdır" şeklindedir.    

[223] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 219-221.

[224] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 221-222.

[225] "Erkek mut'a verip vermeme hususunda muhayyer değildir" anlamını verdiğimiz ibaredeki yuhayyeru kelimesinin yanlış yazıldığı veya yanlış okunduğu kanaatindeyiz. Çünkü bu fiil belirtilen manada alâ harf-i cerri ile kullanılmaz Dolayısıyla la yuhayyeru [muhayyer değildir] yerine, -hat benzerliğini de gözönünde bulundurduğumuzda- lâ yucberu [icbar edilmez] ol­ması daha uygundur, ki bu durumda mana şöyle olur- "Koca mut'a vermeye mecbur edilmez; çünkü kadına mehrin tamamı­nı vermesi gerekir. Bununla birlikte ona bir miktar mut'a ve­rir..." (Çeviren)

[226] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 222-227.

[227] I/37b'de, "Bin Şemmas" şeklindedir, ki doğrusu da budur. Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe, Mısır, 1328,1/195.

[228] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 227-230.

[229] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 230-231.

[230] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 231-233.

[231] İtalik olarak verdiğimiz ibarenin motamot tercümesi, aynen böyledir. Bilinen şekilde cima'yi kasdetmiş olması muhteniel-dir. (Çeviren)                 

[232] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 233-234.

[233] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 235-236.

[234] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 236-239.

[235] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 240-241.

[236] Bu kelime, Mukâtil'in Tefsirinde aynı âyetle ilgili açıklamala­rında yer almaktadır. (Çeviren)          

[237] Asılda, el-harec şeklindedir.            

[238] Hamişte, "Zina edenin haddi ve İslâm'ın ilk dönemlerindeki uygulamanın neshedilmesi bahsi" diye bir başlık yer almakta­dır.

[239] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 242-244.

[240] Ulaşabildiğimiz kaynakların hiç birinde Peygamber'e -zayıf hatta uydurma bile olsa- nisbet edilen böyle bir söz tesbit ede­medik. (Çeviren)               

[241] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 245-246.

[242] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 247.

[243] Doğrusu, onaltı âyettir. (Çeviren)  

[244] Burada silinmiş bir ibare bulunmaktadır. Muhtemelen silik olan tefsir kelimesidir.        

[245] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 247-256.

[246] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 256-257.

[247] parantez içindeki yemin lafzı, kitabın "içindekiler" bölümünde­ki ibareden hareketle eklenmiştir. (Çeviren)        

[248] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 257-259.

[249] Hamişte, "Kendileriyle antlaşma ve a+eşkes yapılmış Arab müşriklerinin diyetinin şu âyet ile neshedilmesi -doğrusunu en iyi bilen Allah'tır-" diye bir başlık bulunmaktadır.

[250] Doğrusu, birer sâ' olmasıdır. (Çeviren)

[251] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 259-261.

[252] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 262.

[253] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 262.

[254] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 263-267.

[255] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 267-268.

[256] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 268-269.

[257] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 269-270.

[258] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 271.

[259] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 271.

[260] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 271-272.

[261] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 272-274.

[262] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 274.

[263] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 275.

[264] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 275-276.

[265] 1/90b'de, "Sizinle müşrikler arasındaki ahidleri" şeklindedir.

[266] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 276-278.

[267] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 278-279.

[268] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 279-281.

[269] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 281-283.

[270] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 283.

[271] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 283-284.

[272] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 284.

[273] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 285-286.

[274] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 286.

[275] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 287.

[276] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 288-295.

[277] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 295-296.

[278] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 296-297.

[279] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 297-298.

[280] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 298-299.

[281] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 300-302.

[282] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 302-303.

[283] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 303-304.

[284] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 304-306.

[285] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 306.

[286] TerGümeye esas aldığımız baskıda rahim şeklindedir. Ancak doğrusu halım olmasıdır. (Çeviren)

[287] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 306-308.

[288] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 309-310.

[289] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 310-311.

[290] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 311.

[291] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 311-312.

[292] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 312-313.

[293] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 313-316.

[294] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 316.

[295] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 316-317.

[296] Buradan başlayıp az aşağıdaki başlığa kadar devam eden kıs­mın, bundan sonra gelecek olan başlığın bünyesinde olması da­ha uygundur. (Çeviren)

[297] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 317-319.

[298] Hâmiş'te, "Bir adamın İbn Abbas'a soru sorması ve verdiği ce­vab" şeklinde bir başlık açılmıştır.

[299] Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 320-327.

[300] Şiirin son beytinin bir satırı, kitabın kenarları düzeltilirken kesilmiştir.

Mukatil B. Süleyman, Ahkam Ayetleri Tefsiri, İşaret yayınları: 328.