Abdullah İbn Mes’ûd

ve
Tefsir İlimdeki Yeri

Dr. Hüseyin Küçükkalay
 


ÖNSÖZ

    1. BÖLÜM  - ABDULLAH İBN MES'ÜD HAYATI, İLMİ ve ŞAHSİYETİ
        A. HAYATI
            1 - Cahiliye Devri
            2 - İslâm Devri
                a) Hazreti Peygamber Devri
                b) Hülefa-i Raşidin Devri
        B. İLMÎ
            1 - İlminin Kaynakları
                a) Hazreti Peygamberle İttisali
                b) Muhiti Ve Sahabi Hocaları
            2- Kur'an Bilgisi
                a) Kur'an Nüshası Ve Tertibi
                b) Diğer Bazı Hususiyetleri
                c) Kur'an Nüshası İle İlgili Tenkitler
                d) Abdullah b. Mes'ûd'un nüshası ve Şîa
            3- Sünnet Ve Hadis Bilgisi
            4- Fikh Bilgisi
            5- Sair İlimlerdeki Bilgisi
                a) Kıraat Bilgisi
                b. Abdullah B. Mes'ûd'un Kıraatinden Örnekler
                c) Lügat Bilgisi
                d) Kelâm Bilgisi
            6 -Talebesi
                a) Tefsir İlminde Yetiştirdiği Talebesi
                b) Kıraat İlminde Yetiştirdiği Talebesinden Bazıları
                c) Fıkh İlminde Yetiştirdiği Talebesinden Basıları
        C. ŞAHSİYETİ
            1- Cahiliye Devrinde İbn Mes'ûd
            2-İslâmın Yetiştirdiği İbn Mes'ûd
                a) Fazileti Ve Takvası
                b) Hikmetli Sözleri, Hayata Ait Bazı Görüşleri Ve Tavsiyeleri
            3 - Başkaları Nazarında İhn Mes'ûd : Zemler Ve Medihlef

    2. BÖLÜM - İBN MES'ÜD ve TEFSİRDEKİ YERİ
        A. Sahabe Devrinde Tefsirle İlgili Meselelere Umumi Bir Bakış
            1-Tefsirin Kaynakları
                a) Kur'an
                b) Hz. Peygamber
                c) İctîhad ve İstinbat (Re'y)
                d) Semavî Kitaplar Ve Ehli Kitaba Müracaat
            2- Tefsir Medreseleri
                a) Mekke Medresesi
                b) Medine Medresesi
                c) Irak Medresesi
        B - İbn Mes'üd Ve Irak Tefsir Medresesinin Teşekkülü
            1- Irak Tefsir Medresesinin Teşekkülünde İbnmes'ûd'un Rolü
            2- Îbn Mes'ûd'un Medreseye Getirdiği Yenilikler
            3- Irak Tefsir Medresesini Diğerlerinden Ayıran Hususiyetler
            4- İbn Mes'ûd'un Tefsir Öğretimindeki Usûlü
        C - İbn Mes'ûd'un Tefsirdeki Metodu
            1- Nakle Dayanan Tefsir (Et-Tefsiru Bi'1-Me'sur)
                a) Kur'an İle Tefsir
                b) Sünnet İle Tefsir
                c) Israiliyyat İle Tefsir
            2- Akla Dayanan Tefsir (Re'y Tefsiri)
            3 - Çeşitli Kur'ân Ayetleriyle İlgili Görüşleri
                a) Müteşabih
                b) Esbabü'n-nüzûl
                c) Bazı Ayetleri Değişik Vecifalerle Tefsiri

    3. BÖLÜM - İBN MES'ÜD TEFSİRİNİN ÇEŞİTLİ İLİMLER YÖNÜNDEN HUSUSİYETLERİ
        A- Fıkh İlmi
            1-Fıkh İlminin Kaynakları
                a) Kitabullah
                b) Sünnet
                c, d) İcma' ve Kıyas
            2- Hüküm İstinbat! Yönünden Kur'an Tefsiri
        B-Lügat İlmi
            1-Ayetleritı Lügat Yönünden Tefsiri

    NETİCE
    BİBLİYOGRAFYA
    DİPNOTLAR
 


ABDULLAH İBN MES'ÛD ve TEFSİR İLMİNDEKİ YERİ

ÖNSÖZ

Abdullah b. Mes'ûd, tefsir sahasında Abdullah b. Abbas'dan sonra ilk şahsiyet olarak karşımıza çıkar. Böyle, önemli bir kimsenin hayatı ve tefsir ilmindeki yeri, bu güne kadar ele alınıp incelenmiş değildir. Bu bakımdan, konunun işlenmesi ve sahabenin büyüklerinden olan Abdullah'ın tekirle ilgili görüşlerinin açığa çıkarılmasının bize bu sahada yen,i bilgiler vereceği muhakkaktır.
Çalışmalarımızda, Abdullah b. Mes'ûd'un, ayeti kerimelerin tefsiri hakkındaki görüşlerini -tesbit etmek için Taberî tefsirini esas kabul ettik. Bu sebeple de mezkûr tefsiri başından sonuna kadar inceliyerek Abdullah b. Mes-ûd'la ilgili bütün tefsir rivayetlerini çıkardık. Bu tefsiri esas kabul edişimizin birçok sebepleri vardır. Her şeyden önee Taberî tefsiri, nakli tefsirle il gilenenlerin müracaat edecekleri en geniş kaynak sayıhr.Bu bakımdan Taberî, büyük değer kazanmıştır. Ayrıca Taberî'nin rivayetler arasında tercihler yaparak bir kısmım diğerleri üzerine takdim etmesi, tefsirini daha önemli bir seviyeye yükseltmiştir. Bunlarla beraber i'rab ve istinbatlara da yer ren Taberî, bu tefsiriyle birçoklarını gerilerde bırakmış bulunmakta dır. tefsir, müslümanlar arasında olduğu gibi batılı ilim adamları arasında da takdir görmüştür. Hattâ Alman, müsteşriklerinden Theodor Nöldeke, bu tefsirin bazı kısımlarını görünce 1860 senesinde, «Eğer bu tefsir elimizde olsaydı sonradan yapılan tefsirlerin hiçbirine ihtiyaç duymazdık» demiştir. Şu halde en -Nevevî'nin de belirttiği gibi, Taberî tefsiri saviyesinde bir tefsir yapılmış değildir. Bizim, daha başka çeşitli meziyetlere de sahip bulunan Taberî tefsirini esas ittihaz etmemiz işte bunlardan ileri gelmektedir.
Çalışmalarım esnasında benden her türlü yardımlarını esirgemiyen muhterem hocam Prof. M. Tayyib Okiç, Doç. Dr. Tâl'ât Koçyiğit Doç Dr. İsmail Cerrahoğlu ve Bağdat Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Öğrenci iken tefsir hocamız olan Mısırlı Muhammed Hüseyin ez - Zehebî'ye teşekkürü bir borç bilirim.
Hüseyin Küçükkalay
Tefsir Asistanı
Mustafa ve Abdullah Mes'ûd Küpükkalaya.
Dr. H. Küçükkalay 29-3-1971 Konya
Bu eser, Prof. M. Tayyib Okiç, Doç. Dr. Tal'at Koçyiğit, Doç.Dr. İsmail Cerrahoglu, "Merhum,, Doç. Dr. Yaşar Kutluay'dan kurulu jüri tarafından 17-5- 1969 da doktora tezi olarak kabul edilmiştir.1

1. BÖLÜM

ABDULLAH İBN MES'ÜD HAYATI, İLMİ ve ŞAHSİYETİ

A. HAYATI

1 - Cahiliye Devri :

Ebû Abdirrahman Abdullah b. Mes'ûd2 b. Gafil b. Habib b. Şemh b. Fe'r b. Mahzûm b. Sahile b. Kâhel b. el-Haris b. Temîm b. Sa'd b.^ Hüzeyl b. Müdrike. Müdrike, Hz. Peygamberin de on dördüncü dedesijdir. Ebû Abdirrahman künyesi Abdullah b- Mes'ûd:a Hz. Peygamber tarafından verilmiştir.
Bu büyük sahabinin îslamdan önceki yaşayışı ve hayatı hakkında, ne yazık ki çok az bilgiye sahip bulunuyoruz. Bu hal birçok ashabda da aynı şekilde göze çarpmaktadır. Bilhassa bunlar arasından gerek siyasî ve gerekse daha başka yönleriyle tanınmamış olanların hayatları adeta karanlıklara, gömülmüş erişilmesi güç hatta bazan imkansız bir mazidir. İşte bu kimsçle?-den biri de Hz. Peygamberin gece ve gündüz yamndan ayrılmamış fea her türlü hizmeti yapmak İçin elinden gelen gayreti göstermiş olan ( Ö. 32/652 )
Bu büyük insanın Îslamdan önceki hayat safhaları tam lumumuz olmadığına- göre diyebiliriz ki Abdullah b. Mes'ûd'un hayatö lüman olduktan sonra başlamıştır. Çünkü Abdullah b. Mes'ûd'un babası çok fakir kimselerdi. Bu bakımdan Abdullah b. Mes'ûd ca rinde bazı kimseler gibi maddî yönden bir şöhrete sahip olamadı.
Babası Mes'ûd b. Gafil, Abdullah b. el-Haris b. Zühre'nin halifi olarak bulunuyordu.3 Babasının bu tutumu yüzünden Abdullah b. Mes'ûd da cahiliye devrinde Zühre oğulları peymanlısı olarak tanınmıştır. 4 Durum ne olursa olsun şurasını kat'i olarak ifade edebiliriz ki Abdullah b. Mes'ûd ilk sahabe zümresine dahildir. 5Biraderi Ukbe ve Annesi Ümmü Abd de aynı durumdadırlar.
Abdullah b. Mes'ûd'un kesin olarak ne zaman doğduğu hakkında bir bilgi elde edemedik. Onun doğumu da mazinin karanlıklarında kendini gizlemiş bulunmaktadır.
Ashab arasında «Abdullah» ismini taşıyan birçok kimseler vardı. Bu hususu ele alan İbnü's-Salah'ın (Ö. 643/1245) ifadesine göre (220) ye baliğ olmuş iken 6«Abadile» kelimesinin yalnız Abdullah b. Abbas (Ö. 68/687), Abdullah b. Ömer (ö. 71/690), Abdullah b. ez-Zübeyr (ö. 73/692) ve Abdullah b. Amr b. el-As'a (Ö. 65/684) inhisar ettirilmiş olması tamamen is-tılahidir 7Abdullah b. Mes'ûd ise ıstılahi anlamıyla «Abadile» den değildir. Çünkü bu ıstılah Abdullah b. Mes'ûd'un vefatından sonra meydana gelmiş bulunmaktadır. Ahmed b. Hanbel'e (Ö. 241/855) Abadile'nin kimler olduğu sorulduğu zaman Abdullah b. Abbas, Abullah b. Ömer, Abdullah b. ez-Zübeyr ve Abdullah b. Amr b. el-As'ı saymıştır. 8 Kendisine «Peki, ya Abdullah b. Mes'ûd» denilince onun Abadile'den olmadığım ifade etmiştir. 9 Bu nevi ıstılahlara müteaddit ilimlerde raslanır. Meselâ nahv ilmiyle uğraşanların malumu olduğu gibi bu ilimde «el-Kitab» denildiği zaman İmamü'n-nühat lakabını haklı olarak kazanmış bulunan Siybeveyh'in (Ö. 180/796) Kitabu Siybeveyh (el-Kitab) ismiyle bilinen meşhur eseri kas-dedilir. Tıpkı fıkh usûlünde «el-Kitab» denildiği zaman Allah'ın (C.G.) Ra-sülüllah'a indirmiş olduğu Kur'an'ın muradedildiği gibi. Böyle bir ıstılahı fıkh ilminde de görüyoruz. Meselâ Hanefi Fukahasına ait fıkhî bir ibarede cümlesini görmüş olsak bu ibaredeki «el-Kitab» lafzından meşhur Kudûrî metninin kasdedilmiş olduğunu anlarız.
Abdullah ismi, selef nezdinde bazı şehirlere nazaran muayyen kişilere itlak edilirdi. Bu kimseleri şu şekilde sıralayabiliriz . 10
Mekke'de Abdullah denilirse Abdullah b. ez-Zübeyr,
Medine'de b. Ömer,
Kûfe'de b. Mes'ûd,
Basra'da b. Abbas,
Horasan'da b. el-Mubarak, (Ö.736/797)
Mısır'da b. Amr b. el-As kasdedilir.
Görüldüğü gibi Abdullah b. Mes'ûd bu tasnife girmekte ve Abadile ismini alanlarla beraber bulundurulmaktadır. Bununla beraber el-Cevherî (Ö. 393/1002) Abadile'yi üç kimse olarak tanıtmış ve Abdullah b. ez-Zübeyr'i saymamıştır.11

2 - İslâm Devri :

a) Hazreti Peygamber Devri :

Abdullah'ın müslüman oluşu garip bir tesadüfle vuku bulmuştur. Rivayetlere göre Hz. Peygamber ile Ebû Bekr (Ö. 13/634) müşriklerden kaçtıkları bir sırada12 Abdullah b. Mes'ûd'a raslarlar. O zaman Abdullah, Ukbe b. Ebî Muayt'm (Ö. 2/624) koyunlarını otlatmakta meşguldü. 13Hz. Peygamber koyunlarının başında onların idaresiyle uğraşan Abdullah b. Mes'ûd'a yaklaşır ve içecek bir miktar südü bulunup bulunmadığını sorar. Bu sual karşısında Abdullah b. Mes'ûd südünün bulunduğunu, fakat emanetçi olduğu için veremiyeceğini bildirir. Bunun üzerine Hz. Peygamber henüz süt vermemiş bir koyun bulunup bulunmadığını sorar. Abdullah b. Mes'ûd arzu edildiği şekilde bir koyun getirir. Hz. Peygamber koyunun memesini mesheder ve neticesinde bir mu'cize olmak üzere hiç süt vermemiş olan bu koyunun memelerinden süt iner. Bu süt bazı rivayetlere göre ortası çukur bir taşa 14bazı rivayetlere göre de normal şekilde bir kaba sağılmıştır. 15Fakat bu kabın nev'i belli değildir. Bununla beraber bu, olsa olsa koyun otlatmakda bulunan bir insanın taşıyabileceği bir kapdır.
Bu sütten, önce Ebû Bekr, daha sonra da Hz. Peygamber içer 16Bundan sonra Hz. Peygamber hayvanın memesine yumul demiş ve me derhal eski haline dönüvermiştir. Bu açık ve bariz mu'cize karşısında kend den geçmiş olan Abdullah, b. Mes'ûd, böyle bir kimsenin ancak hak lunda olabileceğine inanmış ve Hz. Peygambere «Bundan bana da öğr demişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber ellerini Abdullah b. Mes'ûd'un şma koyarak dedi. İşte bu hal Abdullah b. Mes'ûd'un müs man olmasına sebep olmuştu. 17 Bununla beraber Abdullah b. Mes'ûd' müslüman olmasında bu hadiseyi bir sebep olarak görmeyenler de varc Şu halde Abdullah'ın müslüman oluşu en az iki ayrı vakte isnat olunm; tadır. Bu hususta ileri sürülen ikinci görüş ise Abdullah'ın Müslüman olu nu, Hz. Peygamberin Arkam b. Ebi'l-Arkam'm (Ö. 55/675) evine gelmes den önceki bir zamana dayamaktadır. 18 Abdullah'ın bizzat kendi ; zindan duyulmuştur ki Abdullah b. Mes'ûd altıncı müslüman olduğunu selemistir. 19 Şu halde Abdullah b. Mes'ûd'un müslüman olduğu tarih h; kında iki ayrı rivayet ortaya çıkmaktadır. Bunlardan biri yukarda da ter edilen süt hadisesidir. İkincisi ise bu süt hadisesiyle uzak yakın hiçbir alâk yoktur. Süt hadisesiyle ilgili olmayan rivayete bakılacak olursa Abdullah Mes'ûd, Said b. Zeyd (Ö. 51/671) ve eşi Fatıme bintü'l-Hattab'm müslüm oldukları zaman müslüman olmuştur (19). Ömer ise (Ö. 23/643) bu zama larda henüz müslüman olmuş değildi. 20
mi bilmiyorduk?» dedik. Abbas «Evet, sizler bunu bilmiyorsunuz. Bu kimse benim kardı min oğlu Muhammed b. Abdillah'dır. Yanındaki genç Ali b. Ebî Talib (Ö: 40/661) ve : din da Hatice'dir. (Ö: H. Ö. 3/620) Allah'a yemin ederim ki yer yüzünde Allah'a bu di ibadet eden bu üçünden başka kimse yoktur» dedi.21
Abdullah b. Mes'ûd'un geçim sebebiyle koyunlarını otlattığı Ukbe b. Ebî Muayt ilk zamanlarda Hz. Peygambere hakarete teşebbüs edenler ve bil-fi'l hakaret edenler arasında yer alır. Ukbe, tanınmış Übey b. Halef ile hoş geçinirdi. Araları da oldukça iyiydi. Ayrıca Ukbe bir zamanlar Hz. Peygamberi dinlemiş ve ondan islâm dinine dair bazı şeyler de duymuştu. Durumdan haberdar olan Übey, Ukbe'nin Hz. Peygambere karşı göstermiş olduğu bu yakınlığa çok sinirlendi.
Bu sebeple derhal Ukbe'ye gelerek «Muhammed ile oturup onu dinlediğin bana kadar geldi. Şimdi gidip onun yüzüne tüküreceksin ve bir daha da onunla beraber olmayacaksın. Aksi halde yüzüm yüzüne haram olsun» dedi. Ukbe Halefin dediğini yaptı. Fakat ağzından çıkan tükürük kendi yüzüne döndü. İşte bunlar hakkında o gün (her) zalim nedametle iki elini ısırıp, ne olurdu ben o Peygamberin maiyetinde (Allah,a) bir yol edineyim,diyecekt ir. ayeti 22 nazil oldu. 23
Abdullah'ın yanında çalıştığı Ukbe'nin Hz. Peygambere daha başka kötü davranışları olduğunu da görüyoruz. Hatta bir defasında namaz kılmakta olan Hz. Peygamberin omuzlarına bir deve eşi atmıştı. Fakat kızı Fatıme (Ö. 11/632) gelip onu kaldırdı. Daha sonra da Hz. Peygamber Kureyş'den bazı kimselerin helâle olmaları için dua etti. 24Bu kimseler arasında Ukbe b. Ebî Muayt da bulunuyordu. 25
Yine Ukbe'nin, Kureyş'in bir elçisi olarak Medine'ye gittiğini görüyoruz. Hadise Ebû Ga'fer et-Taberî'nin (Ö. 310/922) ifadesine göre şöyledir. «Kureyş en-Nadr b. el-Haris ve Ukbe'yi Medine'de bulunan bazı Yahudi alimlerine gönderirler ve onlardan Hz. Peygamberin bazı vasıflarını da söyleyerek bilgi almalarını isterler. Kendileriyle görüştükleri Yahudi alimleri bunlara bazı sorular öğretip onların Hz. Peygamberden sorulmasını söylerler. Netice itibariyle bunlar Hz. Peygamberden sorulur ve bu münasebetle de el-Kehf sûresi nazil olur26
Bütün bunlardan anlaşılan tek şey Abdullah b. Mes'ûd'un yanında lıştığı Ukbe'nin Hz. Peygamber için en büyük bir düşman olduğudur. Ancak Abdullah b. Mes'ûd müslüman olur olmaz Ukbe'nin yanından dert ayrılmıştır. Yine et-Taberî'nin JJ ile naklettiği rivayetine bakılacak olur. 27 ayeti 28Allah ye peygamberi bir işe hüküm etti zaman gerek mü'min olan bir erkek, gerek mü'min olan bir kadın (için oı aykırı olacak) işlerinde kendilerine muhayyerlik yoktur. Kim Allah'a Resulüne isyan ederse muhakkak ki o apaçık bir sapıklıkla yolunu sapıtmış - Ukbe'nin kızı Ummü Külsüm hakkında nazil olmuştur. Bilindiği gibi Ür mü Külsüm müslüman olmuştu. 29Ukbe'nin oğlu Velid'in, (Ö. 61/680) c Hz. Peygamber tarafından zekât toplamak için görevlendirilmiş olduğur müşahâde ediyoruz. Ancak Velid, gittiği yerde öldürüleceğini zannedere geri dönüp gelmişti. Bunun üzerine
Ey iman edenler, eğer bir fasik size bir haber getirirse onu tahkik edij (Yoksa) bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza peşiman kimseh olursunuz ayeti 30nazil olmuştur. 31 Ukbe daha sonra Bedr günü t sir olarak getirilmiş ve Hz. Peygamberin emri üzerine öldürülmüştür 32Ukbe hakkında nazil olan ayetlerden biri de sana buğze den (yokmu) zürriyetsiz olan şübhesiz odur. ayetidi. 33 Çünkü Ukbe H: Peygamber hakkında münasebetsiz lâflar eder ve «Çocuğu olmayacak, nes kesik» derdi34Ukbe'nin Hz. Peygambere karşı en üzücü davranışı, elle rini Hz. Peygamberin omuzlarına koyarak elbisesini bükmek suretiyle adet, boğacakmış gibi hareket etmiş olmasıdır. Fakat o esnada Ebû Bekr yetişmi ve Ukbe'yi iterek Hz. Peygamberi elinden kurtarmıştır. 35Ebû Talib'n (Ö. H. Ö. 3/620) vefat etmek üzere olduğu bir anda yanına bir heyet git misti. Bu heyet, Ebû Talib'in Hz. Peygambere nasihat etmek suretiyle da vasmdan vazgeçmesini istemesi için ricada bulunacaktı. Giden bu heyet ara smda Ukbe b. Ebî Muayt da vardı.36
Böylece yukarda bir dereceye kadar şahsiyetinden bahsetmiş olduğumuz Ukbe'nin yanında çalışan Abdullah b. Mes'ûd müslüman olur olmaz yepyeni bir hüviyetle ve altıncı müslüman olarak karşımıza çıkıyor. Abdullah müslüman olduktan sonra daima Hz. Peygamberin yanında olmaya başlamıştı. Onun yanma gelir, ayakkabılarını giydirir, bir yere gitmek istedikleri zaman daima önünde yürür, yıkanırken onu gizler ve uyuyunca da uyandırırdı 37Oturulması gereken bir yere geldiği zaman Hz. Peygamberin ayakkabılarını çıkarır ve koltuğunun altına alırdı. Bu Abdullah b. Mes'ûdun adeti idi. Hülasa olarak ifade etmek gerekirse diyebiliriz ki Abdullah b. Mes'ûd Hz. Peygamberin yolculuğa çıkınca ihtiyaç duyacağı bazı eşyanın (yatağının, taharetle ilgili şeylerin, yastığının) taşınmasına vesile o-lurdu. Yolda olmadıkları zaman ise temas ettiğimiz gibi Hz. Peygamberin ayakkabılarını giydirir, bir yere gitmek istediği zaman en ıssız yerlerde bile olsa önünde yürür, uyuyunca uyandırır ve yıkanırken de onu gizlerdi.
Abdullah b. Mes'ûd gayet kısa boylu, fazlasiyle zayıf, çok güzel kokular kullanan ve en güzel elbiseler giyen bir kimse idi. 38 Hatta karanlık bir gecede güzel kokusundan onu herkes tanırdı. 39Saçları omuzlarına: dökülmüştü, oldukça uzun sayılırdı. Bazıları köprücük kemiğine kadar uzamış olduğunu söylemektedir. 40 Namaza durunca da bunları kulaklarının arkasına atar ve ondan sonra namazını kılardı. 41 Bacakları çok ince idi. 42 Hz. Peygamber Abdullah b. Mes'ûd'un cennetlik olduğunu müjdelemişti. 43 Teni çok esmerdi. 44 Son derece mütevazı olan Abdullah b. Mes'ûd'un kullandığı yüzük bir demir parçasından yapılmıştı.45
Temas edildiği gibi Abdullah b. Mes'ûd Ömer'den önce müslüman olmuştur. Bu hususu Abdullah'ın kendi ifadesinden de anlıyoruz. Abdullah t Mes'ûd diyor ki: «Ömer müslüman olmadan önce Ka'be yanında nama kılamıyorduk. Ömer müslüman olunca Kureyş müşriklerine karşı geldi. Boy lece hem kendi ve hemde biz Ka'be yanında namaz kılmaya başladık.» Yi ne Abdullah b. Mes'ûd şöyle demektedir: «Ömer'in müslüman oluşu feth hicreti zafer ve halifeliği de rahmetdir. Ömer müslüman oluncaya kadar bi: Ka'be yanında namaz kılamıyorduk46
Müracaat ettiğimiz kaynaklardan Abdullah b. Mes'ûd'un iki hanımı oldu ğunu tesbit ettik. 47Hanımlarından biri Rayta, 48diğeri ise Zeyneb'dir 49Zeyneb müslüman olmuş ve Hz. Peygambere bey'at ettiktei sonra kendisinden hadis bile rivayet etmişti. 50Zeyneb'in baz el işleriyle uğraştığı ve Abullah b. Mes'ûd'a yardımcı olduğu bilinmektedir Kendisinin rivayet ettiği bir hadiste özetle şöyle deniliyor: «Rasûlüllah bizt bir konuşma yaptı ve dedi ki: «Kadınlar, ziynetlerinizden de olsa sadaka ve riniz. Çünkü kıyamet gününde cehennem halkının çoğunu siz teşkil ediyor sunuz.» Abdullah b. Mes'ûd eli bol bir insan değildi. Ona, Rasûlüllah'a biı sor, kocama ve elim altında bulunan yetimlere sarfedeceğim para sadaka olur mu? dedim. Fakat Abdullah, Rasûlüllah'm mehabetini taşıdığından bana «Sen git ve sor» dedi. Rasûlüllah'm kapısına kadar gittim. Kapıda Zeynel: isminde ve benim durumumda olan Ensarlı bir kadın daha vardı. Bizi Bilâl (Ö. 20/640) karşıladı. Bilâl'e, istediklerimizi Resûlüllah'a sormasını söyledik. Bilâl içeri girdi ve kapıda Zeyneb, var dedi. Resûlüllah, hangi Zeyneb olduğunu sordu. Bilâl, Abdullah'ın hanımı ve Ensardan bir Zeyneb, kocalarına ve baktıkları yetimlere vermekte oldukları nafakadan soruyorlar, dedi. O zaman Rasülûllah yanıma geldi ve «Sizler için iki ecr vardır. Biri akrabalık, ikincisi de sadaka ecridir dedi. 51
Hatta sarfettiğiniz (mehr)i isteyin, (Kâfirler de size hicret eden mü'rnin kadınlara) harcadıkları (mehr)i istesinlerayetinde 52Abdullah b. Mes'ûd'un hanımı Zeyneb'in de muradedilmiş olduğu ilerî sürülmektedir.53
Abdullah b. Mes'ûd'un üç erkek evladına raslıyabiliyoru. 54 Bunlar Abdurrahman, Utbe ve Ebû Ubeyde'dir. Küçüklüklerinde de son derece güzel olan bu üç çocuk55 ilim ve irfan yuvasında yetişmişler ve nesilleri de aynı şekilde devanı etmiştir. Abdurrahman'm çocuklarından Kasım, bir müddet dedesinin yapmış olduğu Küfe kadılığında bulunmuştur. 56Abdurrahman'm ikinci oğlu Ma'n'm oğlu Kasım da (Ö. 175/791) bir müddet Küfe kadılığı yapmıştır. 57Kasım, fıkh, hadis ve şiir gibi ilim dallarında bir hayli şöhrete sahip bulunuyordu. 58
îkinci oğlu Utbe ise onun da nesli bir ilim ve irfan yuvası halinde devam etmiştir. Ebu'l-Ahvas diyor ki: «Bir. gün Abdullah b. Ales'ûd'un yanına gelmiştik. Yanında nurlar gibi güzel üç erkek çocuk vardı. Güzelliklerinden şaşa kalmıştık. Abdullah b. Mes'ûd « Her halde onlarla beni gıpta ediyorsunuz» dedi. Biz «Evet, bir mü'min bunlarla gıpta edilir» dedik. Abdullah b. Mes'ûd küçücük evinin tavanına başım kaldırıp orada yuva yapmış ve yumurtalarını bırakmış olan bir kuşa başını çevirerek «Vallahi, dedi, şu kuşun yuvasının düşüp yumurtalarının kırılmasmdansa bu üç çocuğumu gömüp topraklarından elimi silkmiş olmam bence daha iyidir» 59
Bu hadise aynı zamanda Abdullah b. Mes'ûd'un mahlukata karşı şefkat ve merhametinin derecesini de göstermektedir.
Abdullah b. Mes'ûd'un Ebû Avn künyesiyle tanınan Utbe (Ö. 44/664) isimli bir kardeşi vardı. 60Utbe'nin baba bir ana ayrı kardeş olduğu söylenmişse de ana baba bir kardeş olduğu daha doğrudur. 61İlk müslümanlar arasında bulunan Utbe, Habeşistan'a yapılmış olan ikinci hicrette bulunmuş ve Uhûd savaşma da diğer müslümanlar gibi iştirak etmiştir. 62
Hz. Peygamberden rivayeti yoktu63 Ömer'in hilâfetinde ve Medine vefat etmiş, namazını da bizzat Ömer kıldırmıştır. Utbe'nin Abdullah isiı bir oğlu vardı ki Abdü'l-Melik b. Mervan (Ö. 86/705) in halifeliği zan nında Küfe şehrinde vefat etti. Fıkh ilminde büyük bir şöhrete sahip bu! nuyordu. Abdullah'ın da Ubeydullah (Ö. 98/716) adında bir oğlu1 var ez- Zührî'nin (Ö. 124/742) kendisinden rivayetlerde bulunduğu söylenme tedir. Abdullah'ın ikinci oğlu Avn'dir (Ö. 115/733). Çok zahid ve alim kimse idi. Bir müddet el-Mürcie fırkasının fikirlerini benimsemiş, fakat da sonra bu kanaatinden dönmüştür. Şu beyitler bu hususa işaret etmektedi:
Avn b. Abdillah halife Ömer b. Abdi'1-Aziz (Ö. 101/720) tarafmd; çok sevilirdi. Hatta zamanın meşhur şairlerinden Cerir b. Atıyye (Ö. 110/72 buna işaret ederek şu beyitleri söylemiştir:
Ömer b. Abdi'l-Aziz'in Avn'e gösterdiği yakınlık onun takva ve iln derecesinden ileri gelmekteydi.
Abdullah b. Mes'ûd'un kardeşi vefat edince gözleri yaşla dolmuştu. Ki dişine «Ağlıyormusun yoksa» denildiği zaman şöyle cevap verdi: «Bu, A lah'ın (c.c.) yarattığı ve insan oğlunun da malik olamıyacağı bir rahmett64 Utbe'den gelen çeşitli rivayetler vardır. 65
Abdullah b. Mes'ûd'un köle olarak hizmetkârları da vardı Bunlarda ilki Umeyr'dir. 66Ancak, Abdullah b, Mes'ûd Umeyr'i azat etmiştir67 Abdullah'ın, Umeyr ile bazı yolculuklarda beraber bulunduğu rivayet edi. mektedir. 68 Ayrıca Abdullah b. Mes'ûd Umeyr'i azad etmeden öne ona «Kim bir köle azad ederse o kölenin malı azad edenindir» şeklinde bi hadis duyduğunu söylemiş ve Umeyr'in malı olup olmadığını sormuştu69 Umeyr'in Abdullah b. Mes'ûd'dan rivayetleri vardır.
Abdullah b. Mes'ûd'un hizmetkârlarından biri de Nüfey'dir. 70 Bu kimesenin de Abdullah b. Mes'ûd'dan rivayetleri olmuştur. Bu rivayetlerden birinde Nüfey', Abdullah b. Mes'ûd'un en güzel kokular sürünen ve en güzel elbiseler giyen bir kimse olduğunu söylemektedir.71
Zühre oğulları peymanlısı olarak tanınan Abdullah b. Mes'ûd da Habeşistan'a hicret edenler arasında bulunuyordu. 72Habeşistan'a yapılan her iki hicrete de iştirak eden Abdullah b. Mes'ûd'un yalnız ikinci hicrete katılmış olduğunu ileri süren rivayetlerin sıhhatli olduğunu sanmıyoruz.
O zaman ashab, Habeşistan kiralı tarafından izzet ve ikramla karşılanmışlardı. Fakat çok kısa bir müddet sonra Kureyş'in iman ettiği haberi Ha-beşistanda bulunan müslümanlara kadar ulaşmış bulunuyordu. Habeşistan kiralının himayesinde bulunan müslümanlar Kureyş'i müslüman oldular ve Hz. Peygamberin nübüvvet ve risalesini tasdik ettiler zanniyle avdete karar vererek geri dönmüşlerdi. Fakat Kureyş hakkında çıkan bu lıaber doğru değildi. îşte bu sebeble Habeşistandan dönen müslümanlar arasında Abdullah b. Mes'ûd da bulunuyordu.
Abdullah b. Mes'ûd'un her iki defasında da Habeşistan'a hicret etmiş olduğu rivayeti daha kuvvetli bir şekilde kendini göstermektedir. Hatta el-Belâzürî (ö. 279/892) bu hususta şöyle diyor. 73 Bu meselede bizim fikrimiz de Abdullah b. Mes'ûd'un Habeşistan'a ikinci defa hicret etmiş olduğu merkezindedir. Müslümanların Habeşistan'dan dönüşlerini, Hz. Peygamberin, putları şefaatleri umulur şeyler olarak zikretmiş olmasına bağlıyan rivayet taraftarlarının fikirleri doğru değildi. 74 Hususan üsülcüler bunu asla kabul etmezler.
Hz. Peygamber o sözünden melekleri kasdetmiştir. Ayrıca Hz. Peygamberin bunu söylemesi müşriklerin tutumunu hayretle karşılamış ve onların haline şaşmış olmasına ma'tufdur. 75
Abdullah b. Mes'ûd'un Habeşistan'dan dönüşü Medine devrine raslamak tadır.76Habeşistaııda bulunduğu bir sırada, Abdullah b. Mes'ûd'un he hangi bir sebepten dolayı suçlandırıldığı ve buna binâen iki dinar kada rüşvet verdiğini ifade eden rivayeti kabul etmemiz imkan dahilinde değild. 77Bu, olsa olsa her hangi bir yasağı bilmeyerek işlemiş olmaktan dolay kendisinden kesilmiş bir ceza olabilir.
Kureyş'in iman etmiş olduğunu zannederek Habeşistandan dönen bi: hayli müslüman vardı. 78 Abdullah b. Mes'ûd'la beraber bu uzun dönü yolculuğuna Osman b. Affan (Ö.35/656) ve eşi Rukayye (Ö.2/624), Ebî Huzeyfe (Ö. 12/633) ve eşi ile Ebû Seleme b. Abdi'1-Esed de (Ö.3/624; iştirak etmişlerdi. 79Habeşistan'a gidenler arasında Abdullah b. Mes'ûd' un kardeşi Utbe b. Mes'ûd da bulunuyordu. 80Utbe, Ga'fer b. Ebî Ta lip (Ö. 8/629) gelinceye kadar orada kalmıştır. Başka bir rivayete göre dahî önce dönmüştür. 81Abdullah'ın kardeşi Utbe'nin de fıkh ilminde büyü! değeri olduğunu söyleyen ez-Zührî, «Ne yazık ki uzun yaşamadı» diyor 82Aynı şekilde ez-Zührî, gerek suhbet ve gerekse hicret hususlarında Ut be'nin Abdullah'dan geride olmadığını söylemektedir. 83
Müşriklerin eziyetleri bir hayli artmış bulunuyordu. Öyle ki müslüman-larm artık tehammül ve takatları kalmıyor gibiydi. Bu sebeple, Medine'ye hicretle emrolundular. İlk olarak Mekke'yi terkedenler arasında Mus'ab b. Umeyr (Ö.3/625), Ammar b. Yâsir (Ö.37/657), Sa'd b. Ebî Vakkas (Ö, 55/675), Abdullah b. Mes'ûd ve Bilâl bulunuyordu. Daha sonra da Ömeı yirmi kadar yakmiyle hicret etmişti. Bundan sonra Müslümanlar birbirleri peşinden Medine'ye hicret ettiler. 84Mekke'de ise Hz. Peygamber. Ebû Bekr ve Ali'den başka kimse kalmamıştı. Elimizde mevcut rivayetlere göre Abdullah b. Mes'ûd Medine'ye hicret edince Muaz b. Cebel'e (Ö.-18/639) inmiştir. 85Bu durum, Abdullah b. Mes'ûd ile Muaz b. Cebel arasında kuvvetli bir dostluğun olduğunu göstermektedir. Bununla beraber bir başka rivayette Abdullah'ın Sa'd b. Hayseme'nin (Ö.2/624) evine inmiş
olduğu söylenmektedir.86 Burada Hz. Peygamber Abdullah b. Mes'ûd ile ez-Zübeyr b. el-Avvam (Ö.36/656) ve Muaz b. Cebel aralarında muahat. yanî kardeşlik ilan etmişti. 87 Ancak Abdullah b. Mes'ûd ile Muaz b. Cebel arasındaki yakın alâkanın neden ve niçinlerini izah eden bir yer göremedik. Bundan başka Hz. Peygamber Ebû Bekr ve Ömer, Osman ve Abdurrahman b. Avf (ö. 32/652) Hamza, (Ö. 3/625) ve Zeyd b. Harise (Ö. 8/629) arasında da kardeşlik kurmuştu. 88
Bazı kayıtlardan Abdullah b. Mes'ûd'un Samda da bulunduğunu öğreniyoruz. 89Ancak bazıları Abdullah'ın Samda bir had tatbik etmiş olduğuna temas etmekle beraber orada ne maksat ve gaye sebebiyle bulunduğuna dair bir bilgi vermemiştir. Fakat Üsdü-1-ğabe ve el-İsabe'de zikr edilen rivayetlere bakılacak olursa Abdullah b. Mes'ûd Şam'a Yernıuk savaşma-katılmak için gitmiştir. 90Abdullah'ın bu savaştaki görevinin harpte elde edilen ganimet ve bunlarla ilgili işlerin tanzimi olduğu da zikr edilmektedir. Ayrıca Hıms'da bir kimseye içki içmiş olmasından dolayı had ikame ettiren Abdullah b. Mes'ûd'un bu şehirde de bir müddet kaldığını anlamış bulunuyoruz. 91Şayet İbn Sa'd'in (Ö. 230/844) rivayetine bakılacak olursa Ö-mer, Abdullah b. Mes'ûd'u Küfe şehrine Hıms'dan yollamıştır. 92
Elimizdeki rivayetlere göre Abdullah b. Mes'ûd bütün savaşlarda bulunmuş ve tehallüf etmemiştir. 93
Bir gün Abdullah b. Mes'ûd Rasûlüllah'm emriyle bir ağaca çıkmıştı. Ağaca tırmandığı anda ayaklarının inceliğine bakan ashab gülmeye başladılar. Rasûlüllah «Ne gülüyorsunuz, kıyamet günü Abdullah'ın bir ayağıhud dağından daha ağırdır» dedi. 94Bu ve benzeri hadiselerden anlaşılıyor ki Abdullah b. Mes'ûd bünye itibariyle çok zayıf, çok kısa boylu ve küçük yapılı idi. Fakat bu zahiri görünüş onun Hz. Peygamber tarafın dan sevilmesine ve yukarıdaki iltifata mazhar olmasına asla mani değildi.
Biz bu muhtasarda Abdullah b. Mes'ûd'un katıldığı bütün savaşları ele alarak birer birer üzerinde duracak değiliz. Bununla beraber Abdullah b. Mes'ûd'un unutulmaz bir hatırası olan önemli bir hadiseye de burada temas etmeden geçmiyeceğiz. Bu büyük ve önemli hadise Abdullah b. Mes'ûd'un, Hz. Peygamberin en büyük ve baş düşmanı olan Ebû Cehl'i (Ö.2/624) öldürmüş olduğudur.95Rivayetlerin hangisine bakılırsa bakılsın Abdullah b. Mes'ûd Bedr savaşında küçük ve zayıf bünyesine rağmen elinden gelen bütün gayreti göstermiştir. Şimdi bu hâdiseyi kısa olarak ele alalım. Bedr savaşı son bulunca Hz. Peygamber ölüler arasında Ebû Gehl'in de a-ranmasmı emretmişti. 96Ayrıca Hz. Peygamber, Ebû Cehl'i sima bakımından tamyamazlarsa diz kapağındaki bir yara izine de dikkat etmelerini tenbih etmişti. Bu iz Hz. Peygamber henüz küçük yaşlarda iken Abdullah b. Cüd'an'm sofrasında beraber bulunduğu Ebû Cehl'i itmesinden meydana gelen yaradan kalmıştı. Abdullah b. Mes'ûd diyor ki: «Onu ölüler arasında son nefeslerini alıp verirken buldum ve ayağımı boynuna bastım. 97O da bir gün Mekke'de beni yakalamış ve canımı acıtmıştı.
Ona, «Allah düşmanı, Allah seni bedbaht ve rezil etti,» dedim ve sakalından çektim. Bunun üzerine Ebû Cehl «Neden, rezil etsin, efendisini öldüren ilk insan ve kavm sizler değilsiniz.» dedi. Daha sonra da, «Ey küçük koyun çobanı, çok çetin ve sarp bir yere çıkmışsın, söyle bakalım zafer kimindir?» diye ilâve etti. Ben «Allah ve Rasûlünün» dedim. Bundan sonra da başını kesip Hz. Peygambere getirdim. Bazı rivayetlerde ise Abdullah b. Mes'ûd'un, Ebû Gehl'in başında bulunan harp başlığım çıkararak, «Ebû Cehl artık seni öldüreceğim.» dediği ve bunun üzerine de Ebû Cehl' in, «Efendisini öldüren ilk köle sen değilsin, öldür bakalım,» dediğine temas edilmektedir.98 Ebû Cehl'in başım ayaklan altında gören Hz. Peygamber «Allah aşkına Abdullah,- onu sen mi öldürdün?» demiş ve bu ümmetin Fir'avn'ı sayılan Ebû Cehl'in öldürülmüş olmasından dolayı Allah'a ham-detmiştir. Bazı rivayetlerde Abdullah b. Mes'ûd'un «Onun boynunu kendi kılıcımla kesmek istedim fakat eline isabet ettirmiştim. Bu sebeple kılıcı elinden düşüverdi. Ebû Cehl'in kendi kılıcını alarak artık öldürünceye kadar vurdum,» dediği nakledilmektedir. 99 Bundan sonra Hz. Peygamber'in, «Bu ümmetin Fir'avn'ı budur.» dediği Ebû Cehl, Bedr kuyusuna atılmış ve ebedi olarak ahiret azabına duçar bırakılmıştır. Hz. Peygamber, Ebû Cehl' in kılıcım da bu münasebetle Abdullah b. Mes'ûd'a vermiştir. 100 Muhtelif rivayetlerde temas edildiğine göre Ebû Cehl'in öldürülmesine Muaz b. Amr el-Cemuh ve Muavviz b. Afra'da iştirak etmişlerdir. Abdullah b. Mes'-ûd ise Ebû Cehl'in yanına bu iki kahraman kimsenin üzerine saldırıp yaralamasından sonra gelmiştir. Sonunda da temas edildiği gibi başını keserek Hz. Peygamber'e götürmüştür. 101
Müslümanlar için çetin bir savaş olan Bedr muharebesinin çok önemi vardı. Çünkü bu savaş bir nevi ölüm kalım savaşı idi. Savaş gecesinde müslümanların ellerinde olmadan derin bir uyku arzusu hissettikleri : görülüyordu. Başlan önlerine düşerek uyuyanlar bile oluyordu. Hatta Rifaa b. Rafi' (Ö.41/661) ihtilâm bile otmuş gecenin sonuna doğru yıkanmıştı. Yine aynı gece Hz. Peygamber Ammar b. Yasir ve AbuJlah b. Mes'ûd'u düşman hakkında bilgi toplamak için keşif kolu vazifesiyle görevlendirmişti. Abdullah b. Mes'ûd ve Ammar'dan teşekkül etmiş olan bu keşif kolu düşmanın ta içlerine kadar sokularak onların son durumlarını öğrenmiş ve döndüğü zaman Hz. Pevgambere düşmanın çok sıkı bir yağmur altında olduğunu haber vermişti.102

b) Hülefa-i Raşidin Devri:

Hz. Peygamberin ahirete irtihal etmesinden sonra Abdullah b. Mes'ûd'un hayatı Hülefai Raşidin devrine girmiş oluyordu. Ömer tarafından ilk olarak Küfe şehrine tayin edildikten sonra Abdullah b. Mes'ûd'un orada iki vazife ifa etmiş olduğunu görüyoruz. Bunlardan ilki kadılık ve ifta görevi, ikincisi de beytü'1-ma] memurluğudur. Malum olduğu üzere beytü'1-mal müessesesi Ömer zamanında ihdas edilmiştir. Hz. Peygamber zamanında toplanan son miktar (800,000) dirheme baliğ olmuştu. Bu, Bahreyn haracı idi. O zaman bu para halk arasında dağıtılmıştı. Hicretin on altıncı senesinde Ebû Hüreyre (Ö: 59/679) Bahreyn'e tayin edilmiş ve arazi vergisi olarak da (500,000) dirhem toplayıp Ömer'e göndermişti. Ömer derhal istişare meclisini toplayarak bu paranın ne yapılması gerektiğini görüştü. Ali, bu malın bir an önce dağıtılması taraftarıydı. Osman ise bu görüşe katılmadı. Söz alan bir başka sahabî Bizanslılarda hazine ve muhasebe daireleri gördüğünü açıkladı. Bütün bunları dinleyen Ömer, bu fikri beğendi. Böylece Medine'de ilk olarak beytü'1-mal müessesesi kurulmuş oluyordu. Bundan sonra belli başlı şehirlerde bu genel merkezin şubeleri açıldı. Böylece Abdullah b. Mes'ûd beytü'1-mal müessesesinin teşkilinden kısa bir süre sonra yeni vazifesine başlamış oluyordu. Bu tarihe kadar ise Abdullah b. Mes'ûd Kur'aıı okutuyor ve fetvalar veriyordu. Daha sonra Abdullah kadılık görevinden alınarak hazinedarlık görevine geçirilince yerine hakikaten vazifesinin ehli olan Kadı Şüreyh (Ö. 78/697) tayin edilmişti.
Abdullah b. Mes'ûd kadılığı sırasında bir hayli başarılı çalışmalar yapmış ve isabetli hükümler vererek bu görevi layık olduğu veçhile ifa etmiştir. 103
Şu halde Ömer, Abdullah'ı ilk olarak umumi kadaya bakması için tayin etmişti. Bir müddet ek görev olarak beytü'l-mal'e de baktıktan sonra umumi kadayı adı geçen Şüreyh'e devretmişti.
Yukarda Abdullah b. Mes'ûd'un kadılığı sırasında bir hayli başarılı çalışmalar ve isabetle hükümler verdiğine temas etmiştik. Bir misâl olarak şu hadiseyi ele alabiliriz. Şöyle ki: Bir kimse Kûfe'de atını sulamak için sabahın erken saatlerinde kalkmıştı. Hanefi oğulları mescidinin yanından geçerken oradan gelen seslere kulak verdi. Oradakilerin, peygamberlik iddia edenlerden Müseylime'nin (Ö. 12/633) peygamber olduğunu söylediklerini duydu. Doğru Abdullah'a gelerek hadiseyi anlattı. Bu haberi alan Abdullah derhal emniyet kuvvetleri vasıtasiyle oradakileri getirtti. İçlerinden Abdullah b. en-Nev-vaha isimli kimsenin boynunun vurulmasını emrettikten sonra diğerlerinin tövbe etmelerini istedi. Daha sonra da onları serbest bıraktı.104
O zaman ashabın ileri gelenlerinden Ammar b. Yâsir de Kûfe'ye vali olarak tayin edilmiş bulunuyordu. 105Gerek Abdullah b. Mes'ûd'u ve gerekse Ammar b. Yâsir'i tayin münâsebetiyle Ömer'in Irak halkına yazdığı mektup şöyle idi. 106
O zaman valiler (600) dirhem, kadılar ise (100) dirkem maaş alıyorlardı. 107Bütün bunlarla beraber Abdullah b. Mes'ûd'un Irak'daki görevine ne zaman başlamış olduğunu kat'i olarak tesbit etme imkanını bulamadık. Şurasını kesin olarak ifade edebiliriz ki Abdullah'ın Ömer tarafından Kûfe'ye gönderilişi Hz. Peygamberin ahirete irtihal etmesinden sonra olmuştur. 108Çünkü Abdullah b. Mes'ûd Hz. Peygamberin ahirete irtihalinden sonra ashap arasında çıkan bazı ehemmiyetsiz ihtilafları, bize o hadiseleri bizzat görmüş bir insan sıfatiyle anlatmaktadır 109Bu davranış bize Abdullah b. Mes'ûd'un, Hz. Peygamberin teçhiz ve tekfininde bulunmuş olduğunu gösterir.
Ömer şehit edildikten sonra Abdullah kısa bir süre için Medine'ye gelip gitmiştir. Zira Osman halife olunca Abdullah b. Mes'ûd'un Medine'den Kûfe'ye gittiği ve orada şeklinde bir konuşma yaptığı rivayet edilmektedir.110 Şu halde Ömer'in şehit edilmiş olduğunu duyan Abdullah bir müddet kalmak üzere Medine'ye geldi ve daha sonra Osman'ın emri üzerine eski görevinin başına döndü.
Beytü'1-mal memuru Abdullah b. Mes'ûd ile vali Ammar b. Yâsir ara smda ehemmiyetsiz bir münâkaşa zuhur eder. Ammar, Abdullah'a kırıcı bir kaç söz söyler. Abdullah b. Mes'ûd ise bu sözleri sabırla karşılar. Ne var k bu münâkaşa olduğu gibi Ömer'e duyulur. Bundan dolayı sinirlenen Ömer derhal Ammar'ın işine son verir ve yerine el-Muğira b. Şu'be'yi (Ö'50/670 tayin eder. 111 İdaresi bir hayli güç olan Küfe şehrine Osman Ömer'in tavsiyesi üzerine Sa'd b. Ebî Vakkas'ı vali tayin etmişti. İlk zaman lar İbn Mes'ûd ile Sa'd'in araları iyiydi. Fakat bir ara Sa'd b. Ebî Vak kas, Abdullah b. Mes'ûd'dan beytü'l -mal'e ait bir miktar borç para almışt Verilen paranın ödeme zamanı gelince Sa'd parayı ödeyemedi. Abdullah is paranın mutlaka tahsil edilmesini istiyordu. Bu sebeple bazı dostlarının ker dişine yardımcı olmasını istedi. Sa'd b. Ebî Vakkas da aynı şekilde dostlar: nm yardımını etrafında toplamış bulunuyordu. Halk bu sebeple ikiye ayrıld Hem Sa'c?i ve hem de Abdullah b. Mes'ûd'u suçlayanlar oluyordu. Bu di rum Osman'a ulaştığı zaman O da Ömer gibi Abdullah b. Mes'ûd tarafıt dan oldu ve Sa'd b. Ebî Vakkas'ı valilikten azletti. Yerine de el-Velid 1 Ukbe'yi tayin etti. 112Bu azl ve tayin işinin yirmi altıncı Hicrî yılır rasiadığı ifade olunmaktadır. 113
İslâm Ans. mütercimleri Abdullah b. Mes'ûd hakkında şu ibareyi naletmektedirlcr: «Medineli herhangi bir takva sahibi gibi Abdullah'ın idare işlerine isti'dadı yok idi 114Biz bu sözün Abdullah b. Mes'ûd'a yöneltilmiş bir iftira olduğunda asla şüphe etmiyoruz. Zira Abdullah'ın idare işlerine hakikaten isti'dadı olmasaydı Ömer onu Kûfe'ye devletin en hassas bir vazifesi olan malî işleri yürütmeye tayin edermiydi? Bundan başka Osman'ın da Abdullah b. Mes'ûd'u eski vazifesinin başında bırakmış olması Abdullah'ın, tayin edildiği görevde başarılı olduğunu göstermektedir. Bu bakımdan bir kısım müsteşriklerin, Medineli her hangi bir takva sahibi gibi Abdullah b. Mes'ûd'u idarî işlerde başarısızlıkla itham etmeleri iftiradır.
Abdullah b. Mes'ûd'un, gerek Ammar b. Yâsir ve gerekse Sa'd b. Ebî Vakkas ile bazı anlaşmazlıklarına bakılarak onun idaresiz ve geçimsiz bir kimse olduğu kanaatine varılamaz. Çünkü bu nevi şeyler her zaman vukuu muhtemel ve önemsiz hadiselerdendir.
Netice itibariyle bu hadiselerde, Ömer'in Ammar b. Yâsir'i, Osman'ın da Sa'd b. Ebî Vakkas'ı valilikten azletmiş olmaları, Abdullah b. Mes'ûd'un değerini ve kendisine verilen kıymeti ortaya koymaktadır. Şu halde Abdullah, ashabın en kıymetlilerindendir. Ayrıca Ömer, Ammar b. Yâsir'i azlettikten sonra Abdullah'a karşı hürmetsizlik etmiş olmasından dolayı onu hırpalamış ve tenkit etmişti. Çünkü Abdullah b. Mes'ûd,her zaman saygı gösterilmesi gereken bir insandı ve öyle olarak kalacaktı.
Osman halife olduğu zaman Abdullah b. Mes'ûd Kûfe'de Kur'an okutuyor, hadis rivayet ediyor ve'1-hasıl ilim ve irfan dağıtıyordu. 115 Ömer'in şehit edilmesinden sonra Abdullah kısa bir süre için Medine'ye gelmiş ve Osman'ın tasvibi üzerine eski vazifesine tekrar dönmüştü. Osman'ın halife oluşu (3) Muharrem (23) Hicri yılma rasladığma göre, 116Abdullah b. Mes'ûd Osman'ın memuru olarak bu tarihten itibaren işe başlamış oluyordu. Yukarda Abdullah b. Mes'ûd'un Kûfe'ye gelince Osman'la ilgili bir konuşmasını nakletmiştik. Oradaki konuşmasını Medine'den gelerek yaptığı ifade ediliyordu. Bu duruma göre biraz önce de söylendiği gibi Abdullah Ömer'in şahit edilmesinden sonra Medine'ye kısa bir süre için gelip tekrar gitmiştir.
Abdullah b. Mes'ûd'un Küfe'den ne maksatla ayrılarak Medine'ye gelmiş olduğu meselesi muhtelif sebeplere bağlanmaktadır. Bazı rivayetlerde Abdullah b. Mes'ûd Küfe'de iken Osman'ın Ebû Zerr'i (Ö.32/652) Rabeze'-ye sürgün olarak gönderdiğini duymuş ve çok üzülmüştü. Daha r.onra min- berelen yaptığı bir konuşmada (Öyle olduktan) sonra sizler yine onlarsınız ki (İşte) kendilerinizi öldürüyor, içinizden bir fırkayı yurtlarından çıkarıyor, aleyhlerinde günah ile düşmanlıkla birleşip yardımlaşıyorsunuz - ayetini 117okuyarak bu sürgün hadisesine temas etti. Durum Osman'a bildirildiği zaman Abdullah b. Mes'ûd'u Küfe'den getirterek vefat edinceye kadar maaşını vermedi. Hatta - bizim inanmadığımız-bir rivayette siyah bir köleye emrederek Hz. Peygamberin mescidine giren Abdullah'ı ittirip kaktırmak suretiyle hakaret ettiği bile söylenmektedir. 118
Biz Abdullah b. Mes'ûd ile Osman arasında ehemmiyetsiz bir kırgınlığın çok kısa bir müddet hüküm sürdüğünü biliyoruz. Ancak Osman'ın bu kadar ileri giderek Abdullah'a hakaret ettirmiş olduğunu ileri süren rivayetleri de nazarı itibara almıyoruz. Meselâ ölüm döşeğinde elan Abdullah'ı, Osman'ın ziyaret etmiş olması bu kırgınlığın önemli olmadığının en büyük delilidir.
Bazı rivayetlerde Abdullah b. Mes'ûd'un Küfe'den hac maksadiyle ayrılmış olduğu ileri sürülmektedir. 119 Müteaddit rivayetlerle desteklenen kırgınlık hadisesi sebebiyle Abdullah b. Mes'ûd'un Medine'ye gelişi, Osman'ın emri üzerine vukubulmuştur. Abdullah b. Mes'ûd'un işine son verildiği de kendisine Medine'ye geldikten sonra tebliğ edilmiş olmalıdır.
Biraz önce temas edilen ve Osman'ın siyah bir köle vasıtası ile Abdullah b. Mes'ûd'a hakaret ettirmiş olduğu hususuna gelince, böyle bir davranış Osman hakkında asla düşünülemez. Bilindiği gibi Osman'a tevcih edilmiş bir çok iftira vardır. 120Ancak bunların bir kısmı hakikaten iftira ve uydurma şeyler, bir kısmı ise normal davranışlar olmasına rağmen yanlış yolda te'vil ve tefsir edilmiş hadiselerdir.
Her şeyden önce Osman'ın siyah bir köle vasıtasiyle Abdullah b. Mes'ûd'a hakarette bulunduğu kafi olarak iftiradır. 121Bundan başka söylenmiş birçok şeyler aynı şekilde Osman aleyhine uydurulmuş yalanlardır. Hatırlanacağı gibi Osman, Abdullah b. Mes'ûd'u hastalığında ziyaret etmiş ve aralarındaki basit ve cüz'î bir kırgınlıktan dolayı kendisinden özür dilemiştir. 122 Abdullah b. Mes'ûd'u bu derece takdir eden bir kimse, bir kölesi vasıtasiyle ona hakaret ettirir mi? Hatta Osman Abdullah'a beytü'l-mal'dan olan alacağını da vermiş fakat Abdullah b. Mes'ûd bunu kabul etmemiştir. Osman tarafından Abdullah'ın alacağı kendisine verilmek istendiği zaman Abdullah'ın dediği de rivayet edilmektedir. 123
Seleme b. Sa'd diyor ki: «İbn Mes,ûd hasta iken yanma gitmiştim. Orada bulunan bazı kimseler Osman aleyhinde konuştular. Bunu duyan Abdullah b. Mes'ûd, «Durun, sakın yapmayın, onu öldürürseniz onun gibisini bulamazsınız,» dedi. 124 Bu hadise de Osman ile Abdullah b. Mes'ûd arasında hakiki manâsıyla bir dargınlık olmadığını ifade etmektedir.
Abdullah'ın, Osman'a kırılmış olduğu hususlardan biri de-temas edildiği gibi - Ebû Zerr'in Rabeze'ye sürülmüş olmasından ileri geliyordu. Fakat bir devlet reisi olarak böyle bir işi ilk defa Osman yapmış geğildi. Meselâ Ömer, Halid b. Velid'i (Ö. 21/642) ordudaki kumandanlık görevinden azletmişti.
Ebû Zerr son dereee takva ve fazilet sahibi bir insandı. Fakirlere acır ve çok merhamet ederdi. Bununla beraber inzivayı tercih eder mahiyette bir hayat idame ettirmek istiyordu. Devletin malî işleriyle ilgili bazı konuşmalarda bulunmuş olduğundan Osman, onun Rabeze'de yaşamasını münâsip görmüştü. Böylece Hz. Peygamberin daha önce Ebû Zer için mu'cize olarak haber vermiş olduğu akibet tecelli ediyordu. 125 Ebû Zerr'in Ra-beze'cleki halini gören Abdullah b. Mes'ûd kendini tutamıyarak hüngür hüngür ağlamaya başladı, Bazıları. Abdullah'ın, Ebû Zer vefat edip cenazesinin kendi tavsiyesi üzerine yol ortasına bırakılmış olduğu bir anda geldiğini ifade etmektedir 126Abdullah'ın, Ebû Zer ölmeden önce geldiğini söyliyen-ler de vardır. 127Hatta Abdullah b. Mes'ûd, burada Ebû Zerr'in vasiyetini bile dinlemiştir. 128Gözyaşları arasında Ebû Zerr'i defneden Abdullah b. Mes'ûd, daha sonsa yamndakilerle birlikte Medine'ye gelmiş ve orada ölmesine sebep olan hastalığa yakalanmıştır.
Osman'ın emriyle Abdullah b. Mes'ûd'un Kûfe'den gelişi çok isabetli olmuştu. Çünkü Abdullah'ın Osman tarafından çağrıldığını duyan bazı Kû-fe'liler Abdullah'ın aralarından ayrılmasına taraftar olmadılar ve ne pahasına olursa olsun orada kaldığı takdirde kendisini koruyacaklarına ve tam olarak destekliyeceklerine söz verdiler. Fakat Abdullah bu sözlere hiç ehemmiyet vermedi ve «Ona itaat etmem gerekir. Birçok fitneler olacak, bu fitnelerin benimle başlamasını asla istemem» diyerek doğru Medine'ye gitti . 129
Bütün bunlar muvacehesinde Mu'tezilî simalardan Nazzam'm (Ö. 231/-845) Abdullah'a isnat ederek onun, Osman'ı kötü sözlerle andığını söylemesi yalandan başka birşey değildir. 130
Yine görüyoruz ki Hz. Osman Abdullah b. Mes'ûd'u evlendirmek için bir teklifte bulunmuştur. Alkame'nin (Ö.62/681) rivayetine göre Alkame Mine'de Abdullah b. Mes'ûd'la birlikte bulunduğn bir sırada Hz. Osman Abdullah b. Mes'ûd'u bulur. Bir müddet yalnız kalırlar. O zaman Hz. Osman Abdullah b. Mes'ûd'a evlendirme teklifinde bulunur. 131Fakat Abdullah bu teklifi kabul etmez. Büıün bu hadiseler Abdullah b. Mes'ûd ile Hz. Osman arasındaki kırgınlığın bir önem taşımadığının delilidir. Eğer aralarında hakiki manasiyle bir kırgınlık olsaydı gayet samimiyet neticesinde konuşulabilecek bu gibi hadiseler aralarında cereyan etmezdi.
Bizim çok zayıf nazariyle baktığımız rivayetlerden birinde şu hadise anlatılmaktadır. Güya Abdullah, Huzeyfe (Ö. 36/656) ve Ebû Musa (Ö.44/665) mescidde oturup Hz. Osman aleyhinde konuşuyorlarmış. İçerde onları dinleyen kimselerden biri Allah aşkına, demiş, Osman sizleri tekrar vazifeniz başına iade etmiş olsa ve muntazamen aylıklarınızı verse yine böyle aleyhinde konuşurmuydunuz?» Onlar bu söze «Hayır» cevabını vermişler.132 Her şeyden önce biz bu kimselerin mescitte oturup da müslümanların halifesi a-leyhinde dedikodu edecek kimseler olduğuna inanmıyoruz. Şayet bu hadisenin doğruluğu cihetine gidilse bile Hz. Osman'ın davranışlarında bir haksızlık olmadığı meydana çıkmış olur.
Hz. Osman Abdullah b. Mes'ûd'dan özür dilediği zaman şeklinde mukabele etmiş olduğu rivayet ediliyorsa da 133Abdullah b. Mes'ûd'un şahsiyeti itibariyle böyle bir mukabelede bulunacağını tasavvur edemiyoruz.
Durum ne olursa olsun Abdullah, Hz. Osman'ın emriyle Kûfe'den ayrılmazdan önce tefsir, fıkh ve ilmi kıraat medreselerinin tam olarak temellerini atmış bulunuyordu. Hele Kûfe'den ayrılırken yapmış olduğu son konuşması 134hakikaten ilgi çekicidir. 135
Abdullah b. Mes'ûd'un hastalığının ne olduğunu kesin olarak tesbit etme imkanını bulamadık. Hastalığı esnasında Abdullah'ı ziyaret edenler arasında Osman b. Affan da bulunuyordu. Osman'la İbn Mes'ûd arasında şu şekilde bir konuşma geçti.
Osman: Şikâyetiniz nedir?
îbn Mes'ûd: Günahlarım.
Osman: Ne arzu ediyorsunuz?
İbn Mes'ûd: Rabbimin rahmetini.
Osman: Doktor getirme] erini emredeyim mi?
İbn Mes'ûd: Beni doktor hastaladı.
Osman: Beytü'l-maldaki olacağının eda edilmesini emredeyim mi?
İbn Mes'ûd: Artık ona ihtiyacım kalmadı.
Osman: Sizden sonra kızlarınıza, kalır.
İbn Ivies'ûd: Kızlarımın fakir düşmesinden mi korkuyorsun yoksa? Ben Rasûlüllahı'n el-Vakia süresini devamlı okuyanın fakir düşmeyeceğine dair hadisini duydum ve kızlarıma bu sûreyi okumalarını tavsiye ettim.136
Abdullah'ın vefatından sonra beytü'l-maldeki alacağı Osman tarafından Zübeyr'e gönderilmiş ve o da vereselerine vermiştir. Bazı rivayetlerde ise bizzat Zübeyr'in Osman'a giderek «Abdullah'ın alacaklarım bana ver, çünkü ailesi bu mala beytü'l-malden daha lâyıktır» dediği ve Osman'ın da onbeş bin veya yirmi bin yahut da yirmi beş bin dirhem verdiği ifade edilmektedir. 137
Abdullah b. Mes'ûd'un hastalığında yapmış olduğu vasiyeti şöyle idi. 138
Bundan başka Abdullah b. Mes'ûd iki yüz dirhemlik bir kefenle defnedilmesini ve kabrinin de Osman b. Maz'ûn'un (Ö.2/624) kabri yanında olmasını tavsiye etmişti. 139
Abdullah b. Mes'ûd Medine'de vefat etmiştir. Vefat tarihi Hicrî (32) milâdî (652) yılma Taslamaktadır. O zaman Abdullah b. Mes'ûd'un yaşı altmışın üzerinde bulunuyordu. 140 Halife ise temas edildiği gibi - Osman b. Affan'dı. Abdullah, kendi arzusu üzer ne el-Baki isimli kabristana
Ancak bazı ilim adamlarımız bu haberin sıhhatinde şüpheye düşmüşlerdir. Meselâ, Ahmed Muhammed Şâkir ve kardeşi Mahmud Muhammed Şâkir de bu kanâattedirler. Di-yorlarki Tahkik A.M. Şâkir, M.M. Şakir, Mısır 1374, 1/28-29, dipnot) «Bu haberin senedinde Ali b. Ebî Ali vardır. Ebû Leheb'in çocuklarından olan bu kimse, Buhari, Ahmed, İbn Ebî Hatim, Ebû Zür'a ve İbn Hıbban'm beyanlarına göre zayıftır. İkinci bir illet de senetde zikri geçen Zebîd b. el-Hars, Alkame'ye yetişenlerden değildir. defnedilmiştir. 141Namazını kimin kıldırmış olduğu meselesi ihtilaflıdır. Meselâ bazıları cenaze namazını Osman'ın kıldırdığım rivayet ederken 142bazıları da namazını Anımar b. Yâsir'in kıldırmış olduğunu söylemektedir. 143Namazını ez-Zübeyr'in kıldırmış olduğu da bazı rivayetlerde mevzu bahis edilmiştir. 144 Abdullah b. Mes'ûd gece defnedilmesini isterdi. Bu. vasiyetine binâen gece defnedilmiştir. 145
Vefatından önce bir kimse Abdullah b. Mes'ûd'u rüyasında görmüştü. Abdullah'a giderek bu rüyasını şöyle anlattı. «Dün sizi ve Rasûlüllah'ı rüyamda gördüm. Rasûlüllah yüksek bir minber üzerinde bulunuyordu. Siz ise ondan aşağıda bir yerde idiniz. Rasûlüllah size hitaben « İbn Mes'ûd,bana gel, benden sonra kadrin bilinmedi» dedi. Bunu duyan Abdullah b. Mes'ûd « Demek siz böyle bir rüya gördünüz» diyerek o kimsenin cenaze namazını kıldırmadan hiç bir yere ayrılmamasını rica etti. 146Fakat cenaze namazını Ammar, Zübcyr veya Osman'dan birinin kıldırdığını kabul ettikten sonra Abdullah'ın o kimse için «Cenaze namazımı kıldırmadan bir yere gitme» demiş olmasını bir vasiyet olarak kabul etmememiz gerekir. Çünkü bu, Abdullah b. Mes'ûd'un bir vasiyeti olsaydı her halde namazını o kimsenin kıldırmasına müsaade edilirdi. Ayrıca Abdullah b. Mes'ûd bu durumu başkalarına da anlatmış değildir.
Abdullah b. Mes'ûd'un vasiyetleri arasında hizmetkârlarından birinin beşyüz dirhemi edâ ettiği takdirde hür olacağı da vardı. 147 Nakit para olarak Abdullah (90) bin dirhem bırakmıştır. 148

B. İLMÎ

1 - İlminin Kaynakları:

a) Hazret! Peygamberle İttisali

Abdullah b. Mes'ûd Hz. Peygamberin en yakınlarından ve sadık hizmetkârlarından biri idi. Hususan Hz. Peygamberin, Abdullaa ve kardeşi, için Medine camisinin hemen yanında bir yer tahsis etmiş olması 149onun Hz. Peygamberle her an beraber olmasına yardımcı oluyurdu. Ebû Musa el-Eş'arî demiştir ki: «Kardeşim ve ben Yemen'den geldikten sonra bir müddet Abdullah b. Mes'ûd ve annesinin Rasûlüllah'm evine çok girip çıkmalarını görmüş olmamızdan onları ehli beytten addederdik. 150 Bu yakın münâsebetin birçok sebepleri vardı. Bunlardan biri be Abdullah'ın Hz.. Peygamberin sadık bir hizmetkârı olmasından ileri geliyordu.
Abdullah b. Mes'ûd birçok hususlarda Hz. Peygambere benzerdi. Hele-dinî davranışında takip etmiş olduğu yolun hey'e ti mecmuası Hz. Peygambere çok benzemekteydi. Huzeyfe b. el-Yenıanî'ye «Rasûlüllah'm seyri sülû-küne en yakın olan bir kimse tanıtın da kendisinden (istediklerimizi) alalım» denilmişti. Huzeyfe «Bütün bu hususlarda Rasûlüllah'a en yakın olarak. İbn Ümmi Abd'den başkasını bilmiyorum» cevabını verdi151 Abdullah
b. Mes'ûd'a da talebesinden Alkame çok benzerdi. 152Hatta bu hususta «Alkame'yi gördükten sonra Abdullah'ı görmeye lüzum yoktur» denilmiştir. 153
Hz. Peygamber ara sıra Abdullah b. Mes'ûd'dan Kur'an dinlerdi. Yine birgün Abdullah Hz. Peygamberin yanında "Her ümmetden birer şahid, onların üzerine de (Habibim) bir şahid olarak seni getirdiğimiz zaman nice olur» mealindeki ayeti154 Hz. Peygamberin isteği üzerine okumuş 155bunu dinleyen Hz. Peygamberin gözlerinden yaşlar boşanıvermişti.
Abdullah b. Mes'ûd'un bizzat kendi ifadesine gere bir gün Hz. Peygamberle bir mağarada iken156 Andolsun (Allah'ın emirlerini hamilen) bir biri ardınca gönderilen meleklere-ayeti 157nazil olmuştur. 158Bu ve benzeri hadiseler gösteriyor ki Abdullah b. Mes'ûd Hz. Peygamberin en yakınları arasında yer almaktadır. Onunla olan ittisali de bir çok sahabeye nisbetle daha çoktur.
Bedr muharebesi neticelenip alman esirler hakkında Ebû Bekr, ömer, Abdullah b. Ravaha (Ö.8/629) ve Abbas fikir beyan ettikıen sonra Hz. Peygamberin, esirlerden her birinin ya fida veya öldürülmek suretiyle muamele göreceklerini açıklaması üzerine Abdullah b. Mes'ûd, «Süheyl b. Beyda' (Ö.9/630) müstesnadır, çünkü ben onun islâmı andığını duydum» demişti. Hz. Peygamber çok kısa bir an tevakkuf ettikten sonra Abdullah'ın dediği gibi «Süheyl b. Beyda' müstesnadır» dedi. 159
Abdullah b. Mes'ûd çoğu zaman uyumakta olan Hz. Peygamberin yanında bulunurdu. Yine bir gün Hz. Pevgamber bir hasır üzerinde uyumuş ve sert olan hazır yanlarına izler yapmıştı. Uyandığı zaman Abdullah,o izleri gidermeye çalıştı ve «Ya Rasûlallah, müsaade etseniz de şu hasır üzerine bir şeyler sersek« dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber «Dünyadan bana ne, ben dünyaya nisbetle ağaç altında gölgelenen daha sonra da onu bırakıp giden bir atlı gibiyim» dedi. 160Uyurken bile Hz. Peygamberin yanından ayrılmayan Abdullah b. Mes'ûd'un Rasülûllah'a olan ittisal ve kurbiyet derecesini tayin, etmek çok zor olmasa gerek. Bunlardan başka Abdullah b. Mes'-ûd her istediği zaman Hz. Peygamberin yanma [girebiliyordu. Abdullah'a verilen bu umumi izin Hz. Peygamberin hadisinden 161anlaşılmaktadır. Hatta bir defasında Hz. Peygamber Abdullah b. Mes'ûd'dan taharat için bir kaç tane taş bile istemişti. 162Bütün bunlar Abdullah b. Mes'ûd'un Hz. Pezgamber ile gece gündüz beraber olduğunu ve onunla devamlı olarak ittisal halinde bulunduğunu göstermektedir.163

b) Muhiti Ve Sahabi Hocaları:

Şunu kabul etmemiz gerekir ki Abdullah b. Mes'ûd Hz. Peygamberin ahirete irtihal etmesinden sonra ashabtan bazılariyle yakın temaslar kurarak onlardan istifade yoluna gitmiştir. Fakat bu istifade şeklini bu günkü anla-miyle veya Abdullah b. Mes'ûd'la talebesi arasında mevcut olan münâsebete uydurarak, bir talebe-hoca münâsebeti demek mümkün değildir. Çünkü Abdullah elde etmiş olduğunun pek çoğunu bizzat Hz. Peygamberden öğrenmiştir. Bu sebeple Hz. Peygamberin kendisinden yetmiş sûre öğrendiğini defalarca tekrar etmiştir. 164Geri kalan sûreleri ise ashabla yapmış olduğu müzâkereler sonunda elde etmiş olabilir. Ancak bize göre Abdullah b. Mes'ûd, yetmiş sûre dışmdakileri de Hz. Peygamberden öğrenmiş, fakat bu sûrelerin dabt ve itkamnı Hz. Peygamberin vefatından sonra ashabın bazılarından müzâkere yoluyla elde etmiştir. 165Bir rivayette Abdullah b. Mes'ûd geri kalan sûreleri ahsabdan öğrendiğini beyan ediyorsa da 166biz bunu, temas ettiğimiz gibi dabt ve itkana hamlediyoruz.
Abdullah bazı meselelerde ashabla istişarelerde bulunurdu. Bunu kabul etmemiz gerekir. Fakat bu istişarelerin bir talebelik ve hocalık mertebesinde mütalaa edilmesine imkan yoktur. Meselâ Abdullah b. Mes'ûd ilk zamanlar, kızına duhul vaki olmadık bir annenin aynı kimseye haram olmayacağını ve bu anne ile, kızma akd yapan kimsenin evlenmesinin sahih olduğunu söylerdi. 167Fakat Kûfe'den hac maksadiyle Medine'ye geldiği zaman bu meseleyi ashabla istişare edip konuşmuş ve bu fikrinden rucu etmiştir. Böylece mücerred akd yapılan bir kızın annesinin, duhûl vaki olmasa bile bu akd sebebiyle haram olacağını benimsemiştir. 168Görülüyorki Abdullah bazı meselelerde ashabla istişarelerde bulunmuştur. Bizim bu duruma bugünkü anlamiyle talebel ik ve hocalık gibi bir isim vermemize imkan yoktur.169

2- Kur'an Bilgisi:

a) Kur'an Nüshası Ve Tertibi:

Abdullah'ın mushafı ile Osman tarafından şehirlere gönderilen mushaflar arasında çok cüz'î denecek farklar göze çarpar. Bunlardan ilki sûrelerin tertibi meselesidir. Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasmdaki tertip aşağıda zikredeceğimiz şekildedir. 170
Şu hale göre Abdullah b. Mes'ûd'un nüshası Fatiha ve Muavvizeteyn ile beraber tam yüz on üç (113) sûreye ulaşmaktadır. Übeyy'in (Ö. 21/642) nüshasında ise kunut duaları da beraber olarak yüz on altı (116) sûre bulunmaktadır. Abdullah'a göre Kur'anı Kerim'in ayetleri 6218 dir.171Malum olduğu gibi Übey, kunut dualarının Kur'anı kerimden olmadığını bildiği halde tesbit etmiştir.172
Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasında adı geçen üç sûrenin yazılı olmadığına dair elimizde kat'î delillerimiz yoktur. ez-Zerkeşî (Ö. 794/1392) Muavvizeteyn'in olmadığını 173beyan ve izah ederken başkaları daha da başka ve değişik rivayetler üzerinde durmuşlardır. Eğer bu sûrelerin yazılmadığı kat'i olarak bilinseydi İslam alimleri arasında bu ihtilaflar zuhur etmezdi.
Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasında bazı sûrelerin tertip yönünden imam nüshaya aykırı olduğuna da temas eden el-Bürhan sahibi ez-Zerkeşî diyor ki: «Her ne kadar Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasında en-Nisa' sûresi Âli Imran sûresi üzerine tekaddüm etmiş bulunuyorsa da bu tertip işi Allah (G. C.)ın vacip kıldığı bir şey olmadığından bir mesele değildir. Zira bu tertip ashabı kiramın içtihadına raci bir husustur. Bu bakımdan da her mushafm kendine göre bir tertibi, vardır. 174 Bu hususla ilgili olarak Mukaddimetü Kitabi'l-Mebânî sahibi, Kur'an'ı kerimde asla bir tahrif ve tebdil yapılmadığına temasla Abdullah b. Mes'ûd'un nüshası hakkında özetle şöyle diyor. «Kur'a-nın ayetleri ziyade ve noksandan, tahrif ve tebdilden kat'i olarak mahfuzdur. Abdullah b. Mes'ûd ve Hz. Ali'ye nisbet edilen mushaflarda, elimizdekilere muhalif olarak bizzat bazı sûrelerin tertibi ile bir kısım ayetlerin tertibinden başka bir ihtilaf yoktur. Bu mushaflardaki ayetler bütün harf ve kelimeleriyle okuduğumuz ayetlerdir. Ancak çok cüz'i ve değiştirilmesiyle manâda fazla bir ayrılık olmayan bazı yerler bundan istisna edilebilir. 175 Daha sonra müellif bu cüz'i değişikliği izah ve beyan edebilmek için misâller zikretmektedir. 176Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasında olduğu gibi bazı mütekaddi-mîn Kur'an'm yüz on üç sûre olduğunu söylemişlerdir. Bunlar Enfâl ile Be-rae'yi bir sûre sayıyorlar. 177
Şurasını kat'i olarak söyleyebiliriz ki Abdullah b. Mes'ûd Fatiha ve Muavvizeteyn'i Kur'an'dan saymamak gibi bir duruma düşmüş değildir. Çünkü Abdullah, Allah'ın kitabını en iyi bilen bir insan olduğunu yemin de ederek defalarca söylemişti. 178Bunlardan başka Abdullah b. Mes'ûd Fatiha süresindeki terkibininin ilk kelimesini vezninde d! t» (Mâlik) olarak okumuştur.179 Eğer Abdullah b. Mes'ûd'un Fatihayı Kur'an-dan saymadığı kabul edilseydi, bu nevi kıraatler kendisinden rivayet edilmezdi. Hz. Peygamberden müşâfeheten tam yetmiş sûrenin itkanını elde eden 180 bir kimse için bu inkâr meselesi muhaldir, aslı yoktur ve olamaz.
Bilindiği gibi Ebû Bekr zamanında Zeyd'in (Ö. 45/665) başkanlığında Kur'an cemedilmişti. Osman zamanında ise kıraat ihtilafları alıp yürüdü. Huzeyfe b. el-Yeman'dan Buharî'nin rivayet ettiği hadis 181bunu açıkça ifade etmektedir. Huzeyfe burada, kıraatdeki ihtilafları halletmesi için Osman'a elini çabuk tutmasını rica etmişti 182Böylece Osman Kur'an'ı dört nüsha halinde yazdırıp bir nüshasını kendi yanında bırakmış ve diğerlerini de Şam, Küfe ve Basra'ya göndererek 183 geri kalanının yakılmasını emretmişti. 184
Abdullah b. Mes'ûd'un kendine has olan nüshasının Medine'ye celbi sırasında imha edildiğini görüyoruz. 185 Buna göre Abdullah kendi özel nüshasını Medine'ye gelinceye kadar elinden çıkarmamıştır. Osman'ın, Abdullah b. Mes'ûd'a hakaret ettirerek elindeki mushafı bu suretle almış olduğunu ileri süren rivayetlerin sıhhatine biz de inanmıyoruz . 186
Abdullah b. Mes'ûd elindeki nüshasını Osman'a teslim etmek istemiyordu. Hatta Kûfe'deki dostlarına da tavsiyelerde bulunarak ellerindeki nüshaları teslim etmemelerini istemişti 187Abdullah bu tavsiyesine diyerek başlamaktadır. Çünkü Kur'an, Kureyş lehçesi ve diğer lehçeler üzerine de inmiş bulunuyordu. Öyleyse diğer nüshalar niçin yakılmalıydı ? İşte Abdullah b. Mes'ûd'un ilk anda hatırladığı husus bu idi. Fakat Abdullah daha sonra bu fikrinden dönmüştür188kelimesi haddi zatında ganimet malından bir şeyler alıp saklamak manasınadır. Abdullah b. Mes'ûd'un gayesi ise mutlak gizlemek ve saklamak anlamıdır.
Abdullah'ın, elindeki mushafı Osman'a teslim etmeyişini Ebû'd-Derda (Ö. 32/652) biraz garip karşılamıştır. Alkame Şam'da iken Ebu'd-Derda ile buluşur. Ebu'd-Derda' Alkame'ye «Biz Abdullah'ı bu kadar cesaretli sanmıyorduk. Ne oluyor da emirlere karşı geliyor» der. 189Biz, Ebu'd-Derdâ' mn Abdullah'ı takdir ettiğini ve ona saygı duyduğunu biliyoruz. 190 Bu durum karşısında Ebu'd-Derda'nm Abdullah b. Mes'ûd'u korkak bir kimse zannetmiş olduğuna inanmıyoruz. Ayrıca Abdullah, Mekke'de Kureyş müşriklerine Rasûlüllah'dan sonra Kur'anı ilk olarak cehren okuyan kimsedir. 191 Bu sebeple Abdullahm korkaklıkla tavsifi mümkün değildir.
Abdullah kendi özel nüshasını Osman'a teslim etmek istememişti. 192 Çünkü Kur'an'm istinsah işinde Zeyd b. Sâbit'in görevlendirilmesini bir dereceye kadar hoş karşılamamıştı. 193 Osman ise bu husus için «İbn Mes'-ûd, kendisini Kur'an istinsahında görevlendirmediğim için bana sinirleniyor. Halbuki Ebû Beler ve Ömer'e sinirlense olmaz mı? Çünkü Zeyd b. Sabit'e bu vazifeyi veren haddi zatında onlardır» demiştir. 194Osman, Kur'anı yazdırıp da muhtelif vilâyetlere gönderdiği zaman Abdullah b. Mes'ûd Küfe şehrinde bulunuyordu. Abdullah'ın Zeyd kıraati üzerine okumak istemediğini haber alan Hz. Osman bir rivayete göre Abdullah'ı Kûfe'den Medine'ye bu sebeple getirtmişti. 195Abdullah'ın Osman'a karşı gelmesini istiyenler olmuşsa da196Abdullah b. Mes'ûd bunlara ehemmiyet vermemiş ve bir çok fitnelerin zuhur edeceğini ve bu fitnelerin kendisiyle başlamış olmasını asla arzu etmediğini bildirerek, 197 Medine'ye dönmüştü.
İlim adamları Kur'an'm istinsahında Abdullah b. Mes'ûd'un değil de Zeyd b. Sabit'in tercih edilmiş olmasını muhtelif sebeplere bağlamaktadırlar. Bunlardan bir kaçını şu şekilde özetleyebiliriz. Malum olduğu gibi Zeyd, Hz. Peygamberin vahy katipliğini yapmış bir kimsedir. Bu bakımdan kendisine tevdi edilen işin hakikaten ehli sayılır. Bununla beraber Zeyd, Hz. Peygamberin sağlığında bütün Kur'an-ı toplamış bulunuyordu. Bu ise birçok sahabeye nasip olmamış bir meziyettir. Ayrıca Kur'an, Hz. Peygambere son defa arz edildiği zaman Zeyd de bulunuyordu. İşte bu ve benzeri daha baş-lta sebeplere de istinaden Hz. Ebû Bekr Kur'an'm istinsahı için Zeyd b. Sabit'i tercih etmişti. Osman ise Ebû Bekr'in takip etmiş olduğu yoldan yürümüş olmaktan başka birşey yapmış değildi. Abdullah b. Mes'ûd'a gelince Zeyd b. Sabit hakkında söylediklerinden dolayı peşimanlık duymuş ve üzülmüştür. 198
Burada şunu da ilâve etmek isteriz ki Kur'an'm istinsahı için Zeyd'in tercih edilmiş olması Abdullah b. Mes'ûd'un değerinden hiçbir şey eksiltmez. Mesela Hz. Peygamber Übey b. Ka'b hakkında demiş olmakla199 onu Zeyd üzerine tercih etmek istememiştir. Çünkü böyle bir işaret bulunsaydı onu, başta Ebû Bekr olmak üzere bazı sahabiler anlamakta güçlük çekmezdi. Aynı şekilde Hz. Peygamberin Muaz hakkında demesi 200onu Ebû Bekr üzerine tercih etmek istemesinden ileri gelmiş değildir. Abdullah b. Mes'ûd'a nisbetle de durum böyledir. Bunlarla beraber Zeyd b. Sabit'in çok güzel yazı yazar olmasının da 201bu hadisede bir rolü olsa gerektir.202

b) Diğer Bazı Hususiyetleri:

Abdullah b. Mes'ûd'un kendine has özel nüshasında diğer nüshalardan bir dereceye kadar farklı, bazan bir kısmında birleştikleri bir takım hususiyetler göze çarpar. Bunlardan ilki surelerin tertibindeki cüz'i değişikliktir ki buna kısaca yukarıda temas etmiştik. Bundan başka yazılış, noktalama, ta -şir, izah ve tefsir kabilinden getirilen bazı ziyadeler gibi hususiyetlere de bu nüshada rastlamak mümkündür. Şimdi bu hususlar üzerinde kısaca duralım.
Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasında bazı kelimelerin yazılışları bakımından bir özellik görüyoruz. Bunlardan birini bize nakleden Muhammed b. Isa (Ö. 253/867,) «el-Kehf süresindeki (23) cü, yani Hiç bir şey hakkında «Ben bunu her halde yarın yapıcıyım» deme-ayeti-nin ihtiva ettiği jli kelimesi hariç, bu kelimeyi bütün mushaflarda elifsiz olarak yazılmış gördüm. Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasında ise bu kelimelerin hepsinin de elifle yazıldığını müşahede ettim» demektedir.203
Abdullah b. Mes'ûd Kur'an nüshalarının siyah noktalarla işaretlenmesini hoş karşılamazdı.sahibinin ifadesine göre bu nevi noktalama Kur'-an'ırı yazılışına hoş olmıyan bir renk vermektedir. 204 Bu hususla ilgili olarak Abdullah b. Mes'ûd bir konuşmasında demiştir. 205
Abdullah b. Mes'ûd'un Kur'an nüshaları üzerinde hoş karşılamadığı hususlardan biri de «Ta'şir» dir. 206 Ta'şir, her on ayette bir işaret koymak anlamına gelmektedir. Bütün bunlarla beraber bazı lüğavî sebeplerden dolayı Abdullah, Kur'anı yazmak istiyenlerin Mudar kabilesinden olmalarını tercih ederdi. 207
Ashabtan bazıları Hz. Peygamberden duydukları tefsir kabilinden bir kısım izahatı kendi nüshalarında tesbit etmişlerdi. Daha sonraları bunları taklit edenler de oldu. Abdullah b. Mes'ûd'un da aynı yoldan yürümüş olduğunu müşahade ediyoruz. Mesela Abdullah b. Abbas Hac mevsiminde ticaretle) Rabbınızdan rızık istemenizde bir günah yoktur-ayetinin 208sonuna tefsir ve izah kabilinden cümlesini ilave etmiştir. 209 Bu ilavenin, tabii olarak Kur'-andan olduğu söylenemez. Çünkü icma' ile kabul olan Kur'an nüshasında bu ziyadelik mevcut değildir. Şu hale göre bu cümle Abdullah b. Abbas tarafından tefsir ve izah kabilinden ilave edilmiştir. Hz. Ali'nin Asr sûresini yine bir ziyadelikle şeklinde okuduğuna dair rivayet 210aynı. mahiyettedir. Çünkü Ali, şayet bu ziyadenin Kur'andan olduğunu kabullenmiş olsaydı hiç olmazsa halifeliği zamanında bunu mutlaka halka duyurması lazım gelirdi. Zira onun mertebesinde olan bir kimsenin Kur'an ayetlerinden herhangi birini bildiği halde saklaması tasavvur edilemez. Bununla beraber bazı rivayetlerde Ali'nin bu sûreyi şeklinde okuduğu da ifade olunmaktadır.211
Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasında da bu nevi ziyadeliklere rastlamak mümkündür. Aynı şekilde İbnü'z-Zübeyr Sizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki (onlar herkesi) hayra çağırsınlar, iyiliği emretsinler, kötülükten vazgeçirsinler. İşte onlar muradına erenlerin ta kendileridir.-ayetinin 212sonunda ziyadesiyle okumuştur. 213 Bu ziyade de İbnü'z-Zübeyr'in kendi koyduğu bir sözdür. 214 Keza İbn Abbas-yukarıdakilere ilave olarak çünkü o saat şüphesiz gelecektir. Ben onu (n vaktini) hemen açıklayacağım geliyor ki herkes neye çalışıyorsa kendisine onunla mukabele edilmiş olsun, -ayetini 215ziyadesiyle okumuştur. 216 Bu rivayeti kabul edecek olursak ona İbn Abbas'm bir sözü nazariyle bakmamız lazım gelmektedir ki tefsir ve izah kabilinden getirilmiştir217Übeyy'den bu ayetin Lit ziyadesiyle okunduğu rivayet edilmişse de 218bu rivayet sahih değildir. 219
Bu meseleye Goldziher de temas etmiş ve haksız yere şübhe hissettiren ibareler kullanmıştır. 220 Goldziher bu hususta özetle diyor ki: «Bu ziyadelerden hakikaten ne kasdedilmiş olduğu pek vazıh değildir. Acaba bu ziyadeleri yapanlar hakikaten bir nassın tashihini mi irade etmişler yoksa bu nassı asla değiştirmeyen izah edici bazı ta'likat. mı izafe etmek istemişlerdir221Her ne kadar. Goldziher mushaflara tefsir mahiyetinde bazı ziyade
liklerin yazılabileceğinin cevazına taraftar görünmüşse de 222söze başlarken bu ziyadelerden maksadın ne olduğunu sorarak mübhem ve şübhelendi-rici bir ifade kullanması yersizdir. Kur'an mütevatir bir yolla bize kadar geldiğine göre bu kabil getirilen ziyadelerin Kur'an'dan olabileceği hiç bir suretle hatıra gelmez. Bununla beraber Goldziher, kıraatlerin doğuşuna temas ederken yapılan bu nevi ziyadelerin tefsir kabilinden olduğunu söylemektedir. 223 Şu hale göre Goldziher'in bu husustaki fikri aynı kitapta ve hem de birkaç sahife ara ile birbirini bir dereceye kadar nakzetmektedir. Goldziher önce bu nevi ziyâdelerin tefsir ve beyan kabilinden getirilmiş şeyler olduğunu izah etmiş, fakat daha sonra bunların neden ve ne maksatla getirilmiş olduğunu şüphelenen bir insan edasıyla ele almıştır.
Yukarda söylendiği gibi Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasında tefsir ve izah kabilinden bazı ziyadeler bulunuyordu. Mesela Abdullah Size Rabbinizden (peygamberliğimi ispat eder) ayet (alâmet, mu'cize) getirdim. Artık Allah'tan korkun, bana da itaat edin-ayetini 224şeklinde çi ziyadeleriyle okumuştur. 225 Bu ziyadelerin de tefsir ve izah gayelerine matuf olduğu aşikardır, Kur'an'dan, olabileceği düşünülemez. Aynı şekilde Abdullah b. Mes'ûd Peygamber, mü'minlere öz nefislerinden evladır. Zevceleri (mü'min-lerin) analarıdır. ayetindeki226terkibinden sonra ziyadesini 227şerh ve beyan kabilinden getirmiştir. Yine bir örnek olarak
Gör(ür gibi bil)medin mi ki göklerde ne var, yerde ne varsa Allah şüphesiz (hepsini) bilir. Her hangi bir üçten bir fısıltı vaki olmaya dursun, muhakkak ki onların dördüncüsüdür. Bir beşten vukua gelmeye dursun, ille o, nerede olsalar, bunların yamndadır.-ayetini 228ele alabiliriz Abdullah b. Mes'ûd'un bu ayeti de şeklinde okuduğu rivayet edilmektedir.229 Keza, İbrahim'in) karısı (hizmet için) ayakta idi. (Bu söz üzerine) güldü, -ayetini 230ziyadesiyle şeklinde okumuştur. 231 Temas ettiğimiz gibi bu ziyadeler şerh ve izah kabilinden getirilmiş şeylerdir. Goldziher'in belirttiği şekilde bu ziyadelerle asla bir nas-sın tashihi kasdedilmiş değildir.
Bu ziyadelerin ileri gelen bazı kimseler tarafından memnuniyetle karşılandığını da müşahade etmekteyiz. Hatta mücâhit (Ö. 104/722) diyor ki: «Eğer Abdullah'ın kıraati gibi okumuş olsaydım Abdullah b. Abbas'a Kur'-an hakkında sorduğum birçok hususları asla sormak lüzumunu hissetmeyecektim. 232 Îbnü'l-Cezerî (0.833/1429) bu hususa temas etmiş ve ashabtan bazılarının izah ve beyan kabilinden, tefsir mahiyetini taşıyan bazı lafızları kıraat arasında bulundurduklarını kaydetmiştir. 233Hatta «Bazıları bu kabil tefsirleri yazarlardı da» demektedir. 234
Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasmdaki gerek tefsir ve izah kabilinden ve gerekse bir kıraat olarak bulundurulmuş ziyâdelerin Abdullah'dan sonraki fikir hayatına bir hayli tesiri olmuştur. Mücâhid'in «Eğer Abdullah b. Mes'ûd'un kıraati gibi okumuş olsaydım Abdullah b. Abbas'a Kur'an hakkında sorduğum birçok şeyleri sormak ihtiyacını hissetmezdim » demesi de bundan ileri gelmektedir. Mücâhid'in bu sözü 235Abdullah b. Mes'ûd kıraati ve tefsir mahiyetini taşıyan ziyâdelerin önemini açığa çıkarmaktadır. Bunu, aşağıda vereceğimiz birkaç misâlle izah edelim.
Erkek hırsızla kadın hırsızın ellerini kesin. -Ayetinde 236Abdullah b. Mes'ûd'dan gelen meşhur kıraat şeklindedir 237Ancak bazı fjkh kitaplarında bu kıraat değişik vecihlerle ifade olunmaktadır. Meselâ el-Kâsânî 238ve ez-Zeylâî (0:743/1343) bunu şeklinde rivayet etmişlerdir.239
Buradaki terkibi Abdullah b. Mes'ûd'un kendi ilâvesi değildir. Çünkü, temel bir hüküm ifade eden bu lafzı, Abdullah b. Mes'ûd bir kıraat olarak Hz. Peygamberden duymuştur. 240Zira Abdullah'ın kendi fikir ve anlayışına istinaden böyle bir kıraati neşretmiş olması mümkün değildir. 241 Şu durumda Abdullah b. Mes'ûd'un bu kıraati ayetdeki L Jsl lafzım izah ve beyan etmektedir. 242 Bilindiği gibi lafzı, hem sağ ve hem de sol ele teşmil edilebileceğinden müphemdir. Abdullah b. Mes'ûd'un kıraati ise bu mübhemiyyeti izale etmektedir. Böylece, bu kıraate istinaden eli kesilmesi gereken bir hırsızın icma' ile önce sağ eli kesilir. Bununla beraber Haricilerin, had tatbikinde, elin omuzdan kesileceğini iddia etmeleri icmaa muhaliftir. 243 Abdullah b. Mes'ûd'un kıraati ile mutlak olarak gelmiş bir nassm takyidi mümkün olabileceğinden 244bu kıraate dayanarak hüküm istinbatına gidilebilir. Ayrıca, Abdullah b. Mes'ûd'un bu kıraati haberi vahid değil, Ebû Hanife zamanına kadar meşhur olarak gelmiştir 245Netice itibariyle bu kıraat sayesinde nasda mevcut bulunan bir mübhemiyet izale edilmiş bulunuyor.
Yemin keffaretinden bahseden Fakat kim (bunları) bulamaz (bulmaya muktedir olamaz) sa üç gün oruç (tutması lazımdır) -ayetinin 246sonuna, Abdullah b. Mes'ûd lafzını ziyâde olarak getirmiştir 247Bu lafza istinaden yemin kaffaretinden dolayı oruç tutması lazım gelen bir kimsenin bu orucunu mütetabi olarak tutması gerekir. kelimesi terk'bine nazaran bir kayıtdır. Şafiî, (0:204/820) yukarda zikredilen nassm mutlak olduğunu ileri sürerek böyle bir kaydı kabul etmez. 248 Şu halde Abdullah b. Mes'ûd'un burada getirmiş olduğu ziyâdeye istinaden keffaret orucunun birbiri ardına olacağı hükmü ortaya cıkmaktadır.249
Abdullah b. Mes'ûd'dan gelen kıraat ve ziyadelerden bazılarının lügat yönünden de kendisinden sonra gelenlerin fikir hayatlarında tesiri olmuştur. Meselâ Abdullah Yahut altından bir evin olsun, ayetini250şekilde okumuştur 251Böylece, Abdullah b.Mes'ûd'un kiraatindeki kelimesi lafzının açıklanmasına yardımcı olmaktadır. ez-Zemahşerî, (Ö.538/1144) terkibini şeklinde beyan edip geçmiştir. 252Benzeri örnekler çoktur.253

c) Kur'an Nüshası İle İlgili Tenkitler:

Abdullah b. Mes'ûd'un. Kur'an nüshasına müteaddit yönlerden tenkitler tevcih edilmiştir. Biz burada bu tenkitlerden bazılarını ele alarak mümkün olduğu nisbette kısaca cevaplar vermiye çalışacağız.
Bu tenkitlerden ilki ve en önemlisi Abdullah b. Mes'ûd'un mushafmda Fatiha ve Muavvizeteyn gibi üç sûrenin mevcut olmadığını bildiren rivayetleri kabul edenlerin tenkitleridir ki, pekçok ilim adamları bu mevzu üzerinde durmuşlar 254 ve muhtelif şekillerde te'vil, tefsir ve izah yolları bulmaya çalışmışlardır.
Biz her şeyden önce şunu kesin olarak ifade etmek isteriz ki Fatiha ve Muavvizeteyn'in Kur'andan olduklarında asla şüphe yoktur. Fatiha'ya gelince Hz. Peygamberin hadisi 255 ile daha başka pekçok hadisler, karine ve deliller. Fatiha'nın Kur'andan olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Haddi zatında Abduliah b. Mes'ûd'un nüshasına tevcih edilen tenkitlerde en çok Muavvizeteyn'den bahsedilmiştir. Bu bakımdan biz
Fatiha üzerinde fazla durmayacağız. Muavvizeteyn'e gelince bunlar da Kur5-an' dan birer sûredir. Bunu te'yid eder mahiyette elimizde çok, hem de pekçok deliller vardır. Her şeyden önce Hz. Peygamber bu iki sûrenin de diğerleri gibi Cebrail vasıtasiyle kendisine nazil olduğunu müteaddit hadislerde beyan etmiştir. Müslim, Ukbe b. Amir'den (0:58/678) şu hadisi rivayet etmektedir.
Ukbe b. Amir'den gelen bir başka rivayette ise Hz. Peygamber demiştir Bu hadislerden açıkça anlaşılıyor ki Muavvizeteyn Kur'an'm diğer her hangi bir sûresi gibi Hz. Peygambere Cibril vasıtasiyle Allah (c.c.) tarafından gönderilmiştir. Artık bu durum karşısında Muavvizeteyn için şüphe edilecek en küçük bir husus bile yoktur. Bu hadisleri şerheden en-Nevevî, (ö.676/1277) diyor ki: Bunlardan başka Buharî'de de şu hadisi 256görüyoruz.
Umdetü'l-Karî'de de sarahaten ifade edildiği gibi Übeyy'in sorusuna Hz. Peygamber yukardaki gibi cevap vererek bu iki sûrenin kendisine Cebrail vasıtasıyla indirilmiş olduğunu beyan etmiştir. 257 Ancak, el-Aynî'nin ifadesine göre Übeyy, Abdullah b. Mes'ûd'un bu iki sûreyi Kur'an'dan saymadığını bildiği için Hz. Peygambere sormuştur. 258öyle 259ise Übeyy b. Ka'b Hz. Peygamberden bu iki sûrenin Kur'andan olduğunu öğrendikten sonra neden Abdullah b. Mes'ûd ile temasa geçerek durumu kendisine haber vermedi acaba? Böyle bir hal karşısında ne Übeyy ve ne de bir başka sahabinin susacağı hatıra getirilemez. Bir rivayete göre Übeyy b. Ka'b Ömer'in hilâfetinde vefat etmiştir. 260 Bunun (22) inci Hicrî yılma 261rasladığı söylenmektedir. 262 Bir başka rivayete nazaran da Osman'ın hilâfetinde vefat etmiştir. 263 Şu halde her iki rivayete göre de Übeyy, Abdullah ile bir müddet beraber bulunmuş, hiç olmazsa defalarca görüşmüştür. Bütün bunlar nazarı itibara alınacak ve üzerinde durulacak olursa el-Aynî'nin anlayışı teemmüle muhtaçtır. Çünkü en küçük bir mün-keri derhal izale etmek için çalışan ashabdan her hangi birinin, Kur'an'dan iki sûreyi sözde inkâr etmiş olan Abdullah b. Mes'ûd için susmuş olmaları düşünülemez.
Bu hususla ilgili olarak konuşan el-Aynî demekte264 ve bu iki sûreyi kabul etmiyenin İslâm dininden çıkacağını beyan etmektedir. Bütün bunlar bu sûrelerin Kur'an'dan olduklarının apaçık delilleridir. en-Nevevî de aynı kanaate sahiptir265 Burada kısaca şunu da [belirtmek isteriz ki Abdullah b. Mes'ûd'un kendi özel nüshası ile taraftarlarının nüshaları aynı idi.266 Bu hale göre bütün bu mushaflarda Muavvi-zeteyn mevcut değildi.
Ahmed b. Hanbel de 267Müsned'inde Muavvizeteyn'in Kur'an'dan olduğunu ispatlayan hadisler rivayet etmiştir. Bunlardan birkaç örnek verelim. İlk hadis 268Ukbe b. Amir'den rivayet edilmektedir ki metni şöyledir.
İkinci hadise yine Ahmet b. Hanbel'in Müsned'inde ve en-Nesâî'de (0:303/-915) raslıyoruz . 269
Hadisin metni şu şekildedir,
Aynı şekilde Ukbe b. Amir'den rivayet edilen bir hadisde şöyle denilmektedir.
Bir başka rivayette ise Ukbe b. Amir diyorki Bir diğer hadisin metni şöyledir 270
Zikretmiş olduğumuz hadislerle beraber daha başkalarının da sarih şahadetleri karşısında Muavvizeteyn'in Kur'andan olduğunda asla şüphe kalmaz. Bütün bunlarla beraber Hz. Peygamberin bu iki sûreyi namazda okumuş olduğu kesin olarak bilinen hakikatlerden biridir. Mesela biraz önce Ukbe b..Amir'den nakledilen hadisde 271denilmektedir. Kur'andan olmıyan bir şeyin namazda okunabileceği mevzu bahis olmıyacağmdan bu iki sûrenin Kur'andan oldukları böylece ortaya çıkmış olur. Yine yukarıda zikredilen hadislerden birinde Hz. Peygamber Ukbe'ye el-Felâk suresini okumasını emrettikten sonra Ukbe'nin pek memnun olmadığını görmüştü. Zira Ukbe, Hz. Peygamberin daha272 u-znn sûreleri okutmasını arzu ediyordu 273Fakat Hz. Peygamber bu sûrenin faziletine temas ederek dedi.Bu274 da gösteriyor ki Hz. Peygamber bu sûrenin namazda okunmasının istihbabma işaret etmektedir. 275 Hatta bazıları el-Felâk sûresini akşam namazında okumayı itiyat haline getirmişlerdi. 276 Ayrıca Hz. Peygamber vitr namazında Ihlâs ve Muavvizeteyn'i okurdu.277
Gerek Hz. Peygamber'in ve gerekse ashabın bu sûreleri namazda okumuş olmaları onların Kur'an'dan olduklarını isbata kâfidir. en-Nevevî bu hususta demektedir. 278 Mukaddimetü Kitabi'I-Mebâni sahibi de, kıraatleri Abdullah b. Abbas'a nisbet edilenlerin bu üç sûrenin Kur'an'dan olduğu] hususunda müttefik bulunduklarını beyan eder 279ez-Zerkeşî, Muavvizeteyn'in sair âyât ve sûreler gibi kat'i olarak Kur'an'dan olduğunu açıklar. 280 Daha sonra da Abdullah'ın mezkûr sûreleri inkâr ettiğine dair varit olan rivayetler için onların, Abdullah b. Mes'ûd'a isnat edilmiş birer yalan olduğunu söyler. 281 Bunlardan başka Zirr b. Hubeyş'den (Ö.83/702) gelen kıraat-de hem Fatiha ve hem de Muavvizeteyn'in mevcut olduğu görülmektedir. 282İbn Kuteybe (Ö.276/889) Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasında Muavvizeteyn'in mevcut olmadığını bildiren rivayetlere biraz meyleder görülmekle 283beraber Fatiha sûresinin Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasında yazılmamış olduğunu bildiren rivayetleri şüphe ile karşıla. 284Daha sonra da Abdullah'ın ilmî durumunu ele alarak ondan, bilhassa Fatiha hususunda böyle bir rivayetin sahih olabileceğine inanmaz285 en-Nesâî ise Sünen'inde Ukbe b. Amir'den, Hz. Peygamber'in Muavvizeteyn'i bir sabah namazında okuduğunu 286aşağıdaki hadiste sarahaten rivayet etmektedir.
Hâttâ en-Nesâî'nin bu rivayetinden söz eden el-Kastallânî (Ö.923/1517) «Bu hadis, belki de tevatür ifade edebilecek şekilde muhtelif yollardan rivayet edilmiştir» demekte 287ve hadisin sıhhatine işaret etmektedir- Malik'den de (ö.179/795) Muavvizeteyn'in Kur'an'dan olduğu sarahaten nakledilmiştir. 288Amr b. el-As (Ö.43/664) Hz. Peygamber'e el-Felâk sûresi hakkında sual sormuş olduğunu şöyle anlatır 289Görüldüğü gibi Amr b. el-As Hz. Peygamber'e bu sûreden sual ederken konuşmasında tabirini kullanmıştır. Hz. Peygamber tarafından verilen cevaptan anlaşıldığına göre sual sûrenin manasıyla ilgili bulunuyordu. Bu da sarih ve kesin olarak bu sûrenin Kur'an'dan olduğunu göstermektedir. Çünkü Kur'an'dan olmasaydı Hz. Peygamber diyerek eevap vermeye başlamazdı.
İlim adamlarının, Abdullah'a isnat edilen menfi rivayetler hakkında çeşitli görüşleri vardır. Ancak netice itibariyle Nazzam ve onun gibi düşünen birkaç kimse hariç diğerleri arasında Abdullah'ın bu sûreleri Allah (G.C.) kelâmı değildir diye inkâr ettiğini söyleyenler yoktur. Fahru'd-Dîn er-Razî (Ö. 606/1210) bu meseleyi halledilmesi güç bir problem olarak kabul etmektedir. 290 Diyor ki: «Elimizdeki rivayetlere hiçbir delile dayanmadan ta'-netmek kabul edilir bir şey değildir. Nakledilen bu rivayetler sahih olmakla beraber te'vil yolu açıktır ve te'vil ihtimali vardır. 291 Biz, Abdullah b. Mes'ûd devrinde Muavvizeteyn'in Kur'an'dan olduğu mütevatir olarak biliniyordu demiş olsak, onları kabul etmiyenin İslâm'dan çıkması gerekir. Şayet bu devirde bu iki sûrenin Kur'an'dan oldukları mütevatir değildi dersek o zaman da Kur'an'm bazı kısımlarının mütevatir olarak şûyû bulmadığı ortaya çıkmış olacak. Bu durum ise hakikaten güç bir düğümdür. 292 İbn Hacer el-Askalânî bu hususa «İbn Mes'ûd devrinde bu sûrelerin mütevatir olarak bilindiğini, fakat bizzat İbn Mes'ûd'a göre mütevatir olmadığını anlatır mahiyette bir izah yoluyla eevap verildiğini beyan ediyorsa da 293bu cevabın düşündürdükleri, er-Razî'nin ortaya atmış olduğu güçlükten daha zor ve halli imkansız gibi görünen meseleler ortaya çıkarmaktadır. Çünkü Hz. Peygamber'in gece gündüz yanında olan Abdullah b. Mes'ûd'un bu iki sûreyi duymamış olduğunu ileri süren rivayetlerin kabul edilmesi mümkün değildir. Mukaddimetü Kitabi'l-Mebânî sahibi, Abdullah' b. Mes'ûd akşam sabah Rasûlüllah'ın arkasında namaz kılıp onun Fatiha sûresini okuduğunu ve namaz ancak bu sûre ile tamam olur dediğini duymuş olduğu halde nasıl olur da Muavvizeteyn'in Kurandan olduğunu kabul etmiye-bilir, 294hadisenin vukuuna inanmaz. ez-Zerkeşî de Muavvizeteyn'in
Kur'an'dan olduğunu açıkça izah ve beyan eder. 295el-Bakıllânî (Ö.403/-1013) herhangi bir haberi vahidle Abdullah b. Mes'ûd, Übeyy b. Ka'b, Zeydb. Sabit Osman b. Affan, Ali veya yakınlarından birine, Allah (C.C.) kitabından herhangi bir ayetin veya harfin inkârı yahut tağyiri veya icma' vaki olmuş mushafm hilâfına bir kıraati izafe etmek caiz değildir. Bu davranış, helâl olmadığı gibi kabul de edilemez. Bu gibi hususların değil onlara, asrımızda bile mü'minlerin en aşağı derecelisine isnadı uygun olmaz, demektedir. 296 en-Nevevî de Müslim şerhinde bu iki sûrenin Hz. Peygamber'e nazil olduğunu bildiren hadisi şerhederken diyerek 297bu hadisi 298Muavvizeteyn'in Kur'an'dan olduğu hnsusun-da kesin bir delil kabul eder.
Yukarda Fatiha ve Muavvizeteyn'in Kur'an'dan olduklarını, Hz. Peygamberin her üç sûreyi de namazda okumuş olduğunu bir kaç delille kısaca beyan ettikten sonra bazı ilim adamlarının Abdullah b. Mes'ûd'a nisbet edilen fikirlerini özetle ele aldık.
Abdullah b. Mes'ûd'un Muavvizeteyn'i kendi özel nüshasında tesbit etmemiş olduğuna birçok yerde temas edilmiştir 299İlk olarak Buharî'nin rivayet ettiği 300şu hadisle karşılaşıyoruz,
İkinci olarak yine Buharî'deki şu hadisi 301görüyoruz.
Birinci hadisten bahseden Umdetü'1-karî sahibi, Zirr b. Hubeyş'in Übeyy b. Ka'b'e Muavvizeteyn'den soruş sebebini Abdullah b.Mes'ûd'un bu iki sûreyi Kur'anda tesbit etmemiş olduğuna bağlamaktadır. 302
Malum olduğu gibi Zirr b. Hubeyş Abdullah'ın en yakın talebesinden biridir. Abdullah'ın Muavvizeteyn'i Kur'an'da tesbit etmediğini bildiği halde neden bir başkasına durumu anlatarak bilgi istememiştir? Aldığı dersler sebebiyle herhalde gece gündüz Abdullah b. Mes'ûd'un yanında bulunuyor değildi. Başkaları ile de teması olduğu muhakkaktı. Ayrıca Zirr b. Hubeyş, Übeyy b. Ka'b'e, şayet Abdullah b. Mes'ûd hayatta iken bu hususu sormuş ve konuşmuş ise (ki öyle olması lazımdır. Çünkü Übeyy Abdullah'tan önce vefat etmiştir) neden Abdullah b. Mes'ûd'a bu fikrinden ve Übeyy ile olan konuşmasından bahsetmedi?
Alkame'den gelen bir rivayette, Alkame de Abdullah'ın Muavvizeteyn'i Kur'andan sildiğini söylemektedir. 303Abdullah'ın ise Alkame için «Eğer Rasûllüllah seni görseydi memnun olurdu 304diyerek ilmine de işaretle «Benim bildiğimi Alkame de bilir» demiş olduğu malumdur. 305 Bu durum karşısında şayet Abdullah b. Mes'ûd hakikaten Muavvizeteyn'in Kur'andan olduğunu inkâr etmiş olsaydı, bu vasıflarla beraber daha başka pekçok meziyetleri olan Alkame gibi bir kimse Abdullah b. Mes'ûd'un bu davranışına susarmıydı?
Bu kısırım başmdanberi verdiğimiz kısa izahtan sonra netice olarak vardığımız sonuç Abdullah b. Mes'ûd'un Muavvizeteyn ve Fatiha'nm Kur'an'-dan olduğunu asla inkâr etmemiş olduğudur. Yâni Abdullah, Fatiha ve Muavvizeteyn'in diğer sûreler gibi Kur'andan olduğunu pek tabii olarak kabul etmiş ve aksini söylememiştir. Bu hususta hiçbir delil olmasa bile icma' vaki olmuş bir meseleyi Abdullah b. Mes'ûd'un kabul etmiyerek inkâr etmiş olduğunu hatıra getiremeyiz. Şu hale göre, Abdullah bu sûreleri kabul etmiştir dememiz gerekmektedir. Abdullah'ın bu sûreleri kabul etmemiş olduğunu bildiren rivayetlerin ya te'villeri yapılacak veya reddi cihetine gidilecektir. Fahru'd-Din er-Razî bu yolda varit olan sahih rivayetlerin inkârına imkan bulunmadığını 306ve te'vil yoluna gidilmesi gerektiğini katta te'-vilin daha evlâ olacağım söylemektedir. 307
Şimdi biz bu hususta varit olan te'villerden bazılarını zikredecek ve daha sonra da kendi fikrimizi söyliyeceğiz.
Bu hususta karşılaştığımız ilk te'vilde Abdullah b. Mes'ûd Muavvizeteyn'in Kur'an'dan olduğunu asla inkar etmiş değildir. Abdullah bu iki sûrenin mushafa yazılmasına karşı idi. Zira Abdullah mushafa ancak Hz. Peygamberin, yazılması için izin verdiklerinin yazılmasını istiyordu. Bu husustaki izin belki de kendisine ulaşmadı, denilmektedir.308Ancak el-Askalânî, Abdullah b. Mes'ûd'un sözünün309bu te'vile göre istikamet bulmayacağını beyan etmekte ve bir çıkar yol olarak cümledeki kelimesinin hamledilmesini uygun görmektedir. 310Böylece Abdullah b. Mes'ûd bu iki sûrenin Kur'an'dan olduğunu inkâr etmiş değil, Hz. Peygamber'in izni olmadan herhangi bir ayetin veya sûrenin yazılmasına taraftar olmadığını beyan etmiştir. Diyelim ki Abdullah b. Mes'ûd - farz-ı muhal -bu iki sûreyi kabul etmedi. Bu fikrini gizlemiş değildi. Binlere e sahabî ve tabiinden neden bir tanesi çıkıp da Abdullah'a karşı itirazda bulunmadı? Ümmeti Muhammediyeniıı dalâlet üzerine içtimai mümkün olmadığına göre Abdullah'a karşı hakiki manasıyla bir itirazd? bulunulmamış oluşu Abdullah b. Mes'ûd'un Muavvizeteyn'in Kur'an'dan olduğunu inkar etmeyip mushaf-da tesbit edilmesine karşı olduğunu gösterir. Eğer te'vil yoluna gidilecekse Abdullah b. Mes'ûd hakkında varit olan menfi rivayetlerin bu yolla te'vili mümkündür.
İkinci te'vilde ise Abdullah'ın bu iki sûre için söylenmiş bazı hususiyet ve tahsisleri kabul etmemiş olduğu ileri sürülmektedir. 311 Hatta el-Aynî, Buharî'nin rivayeti olan ve Zirr b. Hubeyş'in Übeyy b. Ka'b'e sorarak «Ebe'l-Münzir, (din) kardeşin İbn Mes'ûd şöyle şöyle diyor.diye başlayan hadisin312bile bu te'ville bağdaşabileceğini beyan etmektedir 313el-Aynî, ibaresinin sonunda tabirini kullanır. 314 Şu kadarı var ki elimizdeki kaynaklarda Abdullah b. Mes'ûd'un kabullenmek istemediği hususiyetin ne olduğuna dâir etraflıca bir bilgi elde etmek imkanını bulamadık.
Üçüncü bir te'vil olarak bu iki sûrenin fazlaca şüyu bulmuş olmasından ve bu sebeple de unutulma korkusu bulunmadığından Abdullah b. Mes'ûd'un bunları yazmamış olduğu söyleniyor. 315 Zira Kur'an'm cemedil-mesindeki ilk sebep herhangi bir ayetinin hatta harfinin kaybolmasını önlemek gayesine ma'tufdu. 316Bu iki sûre için ise böyle bir endişe varit olmadığından Abdullah bunları kendine has nüshasında tesbit etmemiştir. Fatiha da aynı durumdadır.317 îbn Kuteybe'nin «Abdullah b. Mes'ûd, bu sûreleri Hz. Peygamber'in Hasan (Ö. 50/670) ve Hüseyrre (Ö. 61/680) te-berrüken ve kötülüklerden korunmaları için okuduğunu görerek onların Kurandan olmadığını zannetmiştir» sözü 318bir te'vil yolu olarak biraz uzaktır.
Biz bu hususta birinci te'vili diğerlerine nazaran daha uygun buluyoruz. Şöyleki: Abdullah b. Mes'ûd ashab arasında ilmi ile temayüz ettiği gibi ilmî meseleleri tahkik etmekle de bir imtiyaz elde etmiştir. Nasıl ki Zeyd b. Sabit, Ebû Bekr tarafından Kur'an'ın cem'i için görevlendirildiği zaman büyük bir yük altına girdiğini bizzat kendisi ifade ediyorsa 319Abdullah b. Mes'ûd da bu sûrelerin Hz. Peygamber tarafından «Yazılsın» dediğini duymamıştır. Bu bakımdan da herkesin, hatta küçük müslüman yavrularının bile ezberlerinde olan bu üç sûreyi veya yalnız Muavvizeteyn'i kendi nüshasında tesbit etmemiştir. Alkame'den gelen ve Abdullah'ın Muavvizeteyn'i namazda okumadığını bildiren rivayete gelince 320bu rivayet zayıftır.
Hülasa olarak, Fatiha ve Muavvizeteyn diğer sûreler gibi Kur'an'dan birer sûredir. Abbullah bunların diğer sûreler gibi Hz. Peygamber'e Cebrail vasıtasiyle nazil olduğunu kat'i olarak biliyordu. Fakat, bizce yukarda söylemiş olduğumuz husus için onları kendi nüshasında tesbit etmemiştir. Bununla beraber birçok rivayetlerde Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasında Fatiha sûresinin olduğu beyan edilmektedi. 321
Abdullah'ın nüshasına tevcih edilmiş olan tenkitlerden biri de bazı rivayetlere göre Berae sûresinin başında Besmelc'nin yazılmış 322olmasından ileri gelmektedir. Eğer bu sûrenin başında Besmele'nin mevcut olduğunu ileri süren rivayet323kabul edilecek olursa onu değişik şekillerde mütalaa etmek ve muhtelif te'vil yollarına götürmek mümkündür.
Bu sûrenin başında Besmele'nin yazılmamış oluşu müteaddit sebeplere dayandırılmaktadır. Şimdi bu hususta söylenenlerden bazılarını zikredecek ve daha sonra da kendi görüşümüzü beyan edeceğiz. Cahiliye devrinde Araplar, yapmış oldukları bir anlaşmayı bozarak anlaşma dışı kalmak istedikleri zaman bu hususla ilgili bir yazı yazarlar 324ve başında da Allah'ın ismini zikretmezlerdi. 325 Küffara ait ahdin bozulmuş olduğunu bildiren Berae sûresi nazil olunca Hz. Ali bu sûreyi Besmelesiz olarak âdetleri gibi okumuştu. 326 Bundan başka Hz. Osman zamanında Berae ve Enfal'in tek bir sûre olup olmadığı hususunda ihtilaf edilmiştir. Acaba her biri müstakil birer sûre midir, yoksa aralarında Besmele yazılmamış olmakla ikisi bir sûre olarak mı mütalaa edilmelidir. 327 Bu meseleyi İbn Abbas Ali'ye sorduğunu, Ali'nin de «Çünkü Besmele bir nevi güvendir. Berae ise kılıçla harbi emreder mahiyette nazil olduğundan kendisinde bir eman yoktur» cevabını verdiğini söyler. 328 Bazıları da bu sûre ile beraber Cebrail'in Besmele'yi getirmemiş olduğundan yazılmadığını beyan etmektedirler. 329Birçok ilim adamları Abdullah'ın nüshasında, Berae sûresinin evveline Besmele'nin yazılmış olduğuna temas bile etmemişlerdir. Berae ve Enfal'in bir sûre olduğunu söyleyenlerin sözlerine binâen Besnıele'nin yazılmadığı söyleniyor. 330Bu duruma göre Besmele'nin yazılıp yazılmaması ashabın fikirlerine raci bir mesele imiş gibi görünmektedir. Böylece Abdullah, Besmele'yi yazmış olmakla bir tenkide maruz bırakılamaz. Muhyi'd-Din İbn Arabî (0.638/1240) Berae sûresinin Enfal'den olduğunu sözlerinin sonunda kaydıyla belirtmiştir. 331 Asım'dan (Ö.127/745) da, bu sûrenin evvelinde Besmele okuduğu rivayet edilmektedir. 332
Mahmud el-Alûsî (Ö. 1270/1854) ifadeleriyle 333Besmele'nin bu sûre başında yazılmasının pekde mahzurlu olmadığına işaret eder. «Çünkü, diyor, bu sûrenin evvelinden Besmele'nin iskat edilmiş olması ya savaşı emreder mahiyette nazil olmasından veya belki Enfal dendir diye onun müstakil bir sûre olduğuna dair kat'i bir bilgi edinemediklerindendi. 334Bununla beraber bazıları bu sûrenin evvelinde Besmele'nin okunabileceğine bile kail olmuşlardır.335Netice itibariyle Besmele'nin bu sûrenin evvelinde istihbaben terkedilmiş olduğu söylenebilir 336Bazı şafiî bilginler bu sûrenin evvelinde Besmele'nin okunmasını haram olarak mütalaa etmişlerdir. 337
Kendi görüşümüzü söylemeden önce, eğer Berae sûresinin başında Besmele'nin bulunduğunu belirten rivayetler kabul edilecek olursa bu husus, Abdullah b. Mes'ûd'un nüshası için büyük bir tenkit vesilesi olamaz. Şihabü'd-Din el-Hafâcî (Ö. 1069/1659) bunu daha vazıh bir şekilde ifade ederek demektedir. 338
Kıraat ilminin tanınmış kişilerinden Ebû Amr ed-Dânî (Ö. 444/1052) Berae sûresinin evvelinde Besmele'nin getirilmemesi gerektiğini aynen şu ifadelerle anlatır. 339
Abdü'l-Fettah el-Kadi ise her sûre başında Besmele'nin getirileceğini beyan ettikten sonra sarih bir ifadeyle bize şu bilgiyi veriyor340Yine Abdl'l Fettah, bu sûrenin evvelinde Besmele'nin getirilip getirilmemesi hususundaki ihtilafı şu şekilde anlatır. 341
Yine aynı eserde 342denilerek kıraat imamlarının bu sûre evvelinde Besmele'nin kaldırılması üzerinde ittifak etmiş olduklarından bahsedilir.
Şu hale göre birkaç kimse müstesna edilecek olursa Berae'nin evvelinde Besmele okuma taraftarı yoktur. Abdullah b. Mes'ûd'un bu sûre başında Besmele'yi yazmış olduğunu bildiren rivayete gelince, yukarda da işaret ettiğimiz gibi eğer bu rivayet doğru ise, İbn Mes'ûd'un diğer sûrelere kıyasla. Berae sûresinin başına da Besmele koymuş olabileceği düşünülebilir. Bu ise, sahabe devrinde konu ile ilgili ihtilaflarda İbn Mes'ûd'un kendine has bir görüşe bağlandığı neticesini doğurur.343

d) Abdullah b. Mes'ûd'un nüshası ve Şîa:

Şia'nın, Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasına yakınlık gösterdiğini görüyoruz. Hilâfet meselesinden de Hz. Osmana kırgınlığı olan Şia bizzat Hz. Osman tarafından muhtelif vilâyetlere gönderilen nüshadan bir başkasına meyletme arzusu duydular. Fakat buradaki «Şia» sözünden bütün Şia'yı kasdct-memiz mümkün değildir. Goldziher'in ifadesinden anlaşıldığına göre 344Bağdat Şia'sı (398)H. (1007) M. yılında ortaya bir Kur'an nüshası çıkarmışlar ve bu nüshanın Abdullah b. Mes'ûd'a ait olduğunu ileri sürmüşlerdir.. Fakat içinde bazı ziyade ve noksanlar bulunan bu nüsha büyük Şafii fakihi Ebû Hamid el-İsferayinî (Ö. 406/1016) tarafından verilen bir fetva neticesinde yaktırılmıştır. Tacü'd-Din es-Sübkî (Ö.771/1370) bu hadiseyi kısaca şu şekilde nakleder: 345«Ebû Hamid'in hayırlı işlerinden biri de şudur ki, H. (398) senesinde Bağdat'da Ehli sünnet ile Şia arasında, Şia'nın bir mushaf ortaya koyarak bunun Abdullah b. Mes'ûd'un nüshası olduğunu iddia etmesi sebebiyle bir fitne vukubulmuştu. Halbuki bu mushaf diğer bütün mushaflara muhalifdi. Bunun üzerine ehli sünnet galeyana geldi. Şia da taşkınlık gösterdi. Sonunda durum kadı ve ilim adamlarının bir yerde toplanmalarını gerektirdi. Ebû Hamid de bu toplantıya katılmıştı. Mezkûr nüsha getirildi. Orada bulunan bütün fıkh bilginleri, başta Ebû Hamid olmak üzere bu mushafın yakılmasına taraftar olduklarını beyan ettiler. Böylece o nüsha oradakilerin huzurunda yakıldı. Fakat ne varki bunun üzerine Şia çok hiddetlendi. Hatta gençlerinden bir kısmı Ebû Hamid'e hakaret için evine saldırmıya bile teşebbüs ettiler.» Netice itibariyle Şîa tarafından ortaya, çıkarılan ve Abdullah b. Mes'ûd'un nüshası olduğu söylenen mushaf, Ebû Hamid'in delaletiyle yakıldı. Bundan sonra Şia'nın böyle bir harekete geçtiklerini beyan eden bir rivayete raslamadık. Bağdat'da bulunan bazı dostlarıma mektuplar yazarak bu hususta oradaki Şia ilim adamlarının fikirlerini almasını istedim. Yapılan araştırma sonunda «Eğer bir Kur'an nüshası çıkarmamız gerekseydi herhalde Hz. Ali'nin nüshasını çıkarırdık» cevabını aldık. Ancak bu sözün tabiidir ki ilmi yönden hiç bir değeri yoktur. Fahru'd-Din er-Razi'de Şia'nın bu nevi hareketlerde bulunduklarını ancak bunların çok eskiler olduğunu beyan ede.346Ayrıca er-Razî'nin temas ettiği, Şia'nın Kur'an'da ziyade ve noksanların bulunduğunu ifade eden iddiaları meselesidir. Fahru'd-Din er-Razi bunu şu ifadelerle anlatır. 347
Şia tarafın-dan yapılan ziyadeler ve Ali taraftarı tefsirler W. S. Clair Tisdall tarafından neşredilmiştir. 348

3- Sünnet Ve Hadis Bilgisi:

Gece gündüz Hz. Peygamber ile beraber olan Abdullah b. Mes'ûd birçok hadis duymuş ve rivayet etmiştir. Abdullah b. Mes'ûd'dan rivayet edilen (848) hadis mevcuttur 349Hatta çok hadis rivayet etmiş olmasından dolayı Hz. Ömer'in Abdullah'ı hapsetmiş olduğu bile söylenmektedir. 350 Abdullah, rivayet etmiş olduğu hadislerin çoğunu doğrudan doğruya Hz. Peygamberden rivayet etmiştir. Bunlar yanında Hz. Osman, Ali ve daha başka sahabeden de rivayet etmiş olduğu hadisler mevcuttur. 351 Abdullah b. Mes'ûd'un rivayetlerinden Buharı ve Müslim'in ittifak etmiş olduğu hadis adedi (64) dür. 352Buharı (21), Müslim ise (35) hadisle infirad etmişlerdir 353Bu duruma göre Buharı Abdullah'tan (85), Müslim de (99) hadis rivayet etmiş olur.
ilk zamanlarda hadislerin yazılmasına taraftar olmayanlar arasında Abdullah b. Mes'ûd da bulunuyordu. 354 İbn Mes'ûd'un fikrine Ömer, Zeyd b. Sabit, Ebû Musa el-Eş'arî ve Ebû Said el-Hudrî (Ö. 74/693) gibi, ashabın ileri gelenleri de katılmışlardı. 355
Abdullah b. Mes'ûd hadis rivayetinden sonra denilmesine taraftar bulunuyordu. 356 Şu halde Abdullah b. Mes'ûd hadis rivayetinde fazlasiyle titizlik görtermiş bir sahabidir. Abdullah b. Mes'ûd'un bu yönünü ez-Zehebî (Ö. 748/1347) şu ifadelerle anlatır. 357
Addullah b. Mes'ûd Hz. Peygambere olan kurbiyetine ve üstün bilgisine rağmen konuşmalarında demeyi itiyat edinmemişti. .En yetişkin talebesinden Alkame b. Kays diyor ki: «Abdullah b. Mes'ûd her perşembe akşamı bize bir konuşma yapardı. Bir defası hariç, onun dediğini duymadım. O bir defasında dediği zaman, bir bastona dayanmış olduğu halde kendisine bakmıştım, dayanmakta olduğu bastonun sarsılmakta olduğunu gördüm 358Ayni şekilde Amr b. Meymun (Ö. 75/-694) diyor ki: «Abdullah b. Mes'ûd'a bir sene kadar gidip geldim. Bu müddet zarfında dediğini işitmedim. 359 Fakat burada şunu da hatırlamamız gerekir ki Abdullah b. Mes'ûd'un bu davranışı takva ve Hz. Peygambere karşı üstün saygısından ileri gelmekteydi. Aksi halde şer'an bu hususun yasaklandığını bilmiyoruz.
Addullah b. Mes'ûd'dan hadis rivayet etmiş olan birçok sahabe ve tabiin vardır. Ashabtan İbn Abbas, İbn Ömer,Ebû Musa el-Eş'arî, Ibnü'z-Zübeyr, Enes b. Malik (Ö.93/712), Ebû Said el-Hudrî, Ebû Hüreyre ve daha başkaları Abdullah b. Mes'ûd'dan hadis rivayet eden sahabe arasında bulunmaktadırlar. Tabiinden de Alkame' Ebû Vail (Ö.82/701), el-Esved b. Yezîd (ö. 75/694), Mesruk b. el-Ecda' (Ö.63/682) ve daha başkalarını zikredebiliriz. Bunlardan başka Abdullah b. Mes'ûd'dan bizzat evlatları, kardeşi ve hanımı da rivayetlerde bulunmuşlardır.
Abdullah b. Mes'ûd da ashabın bazılarından hadis rivayetinde bulunmuştur. Fakat bu nevi hadisleri oldukça azdır.360

4- Fikh Bilgisi :

Abdullah ilmi kıraatde ve tefsirde bir imam olduğu gibi fıkh ilminde de bir imamdır. 361 Uzun müddet Küfe şehrinde kalan Abdullah, Hanefi mezhebinin müessisi sayılır. 362 Ebû Hanife (Ö. 150/767) fıkhî meselelerinin çoğunu Abdullah b. Mes'ûd'un görüşlerine dayamaktadır. 363
Bilindiği gibi Hz. Peygamber'in ashabından fetva vermekle isim yapmış-, yüz otuzdan fazla erkek ve kadın mümtaz kimseler vardı. 364Ancak bunlar arasında ençok fetva verenler yedi kimsedir. Bunları, Ömer, Ali, Abdullah b. Mes'ûd, Aişe (Ö. 58/678) Zeyd b. Sabit, İbn Abbas ve İbn Ömer olarak sıralayabiliriz . 365
Fıkh ve daha başka birçok ilimler müslümanlar arasında Abdullah,. Zeyd, Abdullah b. Ömer ve İbn Abbas'ın talebesinden yayılmıştır. Irak'da intişar etmiş bütün ilimler ise hemen hemen Abdullah b. Mes'ûd'un talebesinden dağılmıştır. 366Bazıları ashab arasında fetva vermekle tanınanların adedinin daha çok olduğunu söylemektedir. Onlara göre bu kimseler Aişe, Ömer, Ali, İbn Mes'ûd, İbn Ömer, Zeyd b. Sabit, İbn Abbas, Osman, Sa'd b. Ebî Vakkas, Ebû Bekr ve Cabir b. Abdillah (Ö.78/697) dır. 367 Kada hususunda ashabın en ileri gelenleri Ömer, Ali, Übeyy b. Ka'b, Abdullah b. Mes'ûd, Ebû Musa el-Eş'arî ve Zeyd b. Sabit idi. 368Bunlar arasından Ömer, Abdullah b. Mes'ûd ve Ebû Musa el-Eşârî'nin verdikleri hükümler birbirlerine çok yakın olurdu. 369 Bu üç kişi aynı zamanda birbirlerinden mes'eleler sorup fikir teatisinde bulunurlardı. 370 Ali ile Übeyy b. Ka'b'm verdikleri hükümler de çoğu zaman birbirine benzerdi. 371Zeyd b. Sabit ise Ali ve Übeyy b. Ka'b'danfikir edinirdi. 372 İbn Hazm'e (Ö.456-1064) göre mütevassıt derecede fetva veren sahabe yirmi kadardır. 373 Geri kalanların rivayetleri ise çok azdır. Hatta bazılarından yalnız bir fetva nakledilmiştir. Kendisinden iki mes'ele nakledilenler bile mevcuttur. 374Yine İbn Hazm'm ifadesine göre ashabdan nakledilen fıkhî kadiyyeler yirmi bini aşmaktadır. 375
Bütün bunlarla beraber Abdullah b. Mes'ûd ashab arasında fıkh ilminde çok mümtaz bir mevki işgal etmektedir. Zeyd b. Sabit ve İbn Abbas'i da burada zikredebiliriz. 376Abdullah b. Mes'ûd ile Ömer arasında çok sıkı bir bağ vardı. Fikirleri de çoğu zaman birbirine uyardı. 377Abdullah b. Mes'ûd ise Ömer'in ilmî mevkiini en çok takdir eden ashah arasında yer almaktadır. Bu da Ömer'in ilmi mevki'inin çok yüksek olduğunun bariz bir delilidir. Hatta Abdullah bu hususta şöyle der: «Ömer'in ilmi terazinin bir gözüne, yer yüzündeki bütün insanların ilmi de diğer gözüne konmuş olsa Ömer'in ilmi ağır gelirdi. 378Yine Abdullah b. Mes'ûd Ömer için derki: «Öyle zannediyorumki Ömer, ilmin onda dokuzunu alıp götürmüştür. 379 Buna mukabil olarak Ömer de Abdullah'a karşı son derece sevgi beslerdi. Bir gün Abdullah bir kimsenin eteğinin fazla uzamış olduğunu görmüş ve adama «Eteğini biraz kaldır» demişti. Adam itiraz ederek «Sen de kaldır» cevabını verdi. Abdullah sebep olarak, ayaklarının çok ince ve fazlasiyle esmer olduğun» beyan etti. Fakat kısa bir sûre sonra hadiseyi duyan Ömer adamı çağırttı ve «Demek sen İbn Mes'ûd'a cevap veriyorsun öyle mi?» diyerek onu dövdü . 380
Ömer, Abdullah b. Mes'ûd'un fıkh ilmindeki bilgi ve kabiliyetini her zaman takdir ederdi. Muhtelif hadiselerde Ömer'in Abdullah b. Mes'ûd'dan fikir sorması ve onun dediği gibi hareket etmesi bunun en bariz delilidir. Bir kimse hanımını iki talakla boşamış ve kadın bunu müteakip üçüncü hayz haline girmişti. Durum Ömer'e bildirildi. Yani, Ömer'in bu hususta vereeeği fetvaya göre amel edilecekti. O arıda Ömer'in yanında Abdullah b. Mes'ûd bulunuyordu. Ömer, hiçbir cevap vermeden ilk olarak bu hususta Abdullah'ın ne düşündüğünü sordu. İbn Mes'ûd Ömer'in bu iltifatına «Bu meseleye cevap vermeye siz daha lâyıksınız» dedi. Fakat Ömer ısrar ederek mutlaka Abdullah'ın fikrini söylemesini istedi. Abdullah «Üçüncü hayzmdan yıkanmadıkça kocasına dönebilir» dedi. Bunun üzerine Ömer «Benim görücüm de budur» diyerek bu şekilde fetva verdi. 381
Uzun müddet Kûfe'de kalmış olan Abdullah b. Mes'ûd oradaki bütün ilmi faaliyetlerin başında gelmektedir. Hususi mahiyette şer'i delil bulunmayan bir cok meselelerde fikir, kıyas ve re'y ile hareket edebilme esasını Iraklılara öğreten Abdullah b. Mes'ûd olmuştur.382 Bu usûlü Abdullah'tan. Alkame b. Kays almış, ondan da İbrahim en-Nehaî ye (ö. 96/815) intikal: etmiştir. İbrahim en-Nehaî'den de bankaları almıştır. İbrahim ise Hammad b. Ebî Süleyman'ın (Ö. 120/737) hocasıdır. Ebû Hanife de fıkh ilmini Hammad tarikiyle öğrenmiştir383
Ebû Hanîfe ile el-Evzâî (Ö. 157/774) Mekke'de buluşurlar. Evzâî Ebû Hanife'ye der ki: «Siz rûkua varırken ve rûku'dan doğrulurken ellerinizi neden kaldırmıyorsunuz? Ebû Hanife bu soruya «Çünkü bu hususta Rasû-lüllah'dan bir şey varit olmuş değil de ondan» cevabını verdi. Evzâî, «Nasıl olur, halbuki Zührî Sâlim'den (Ö. 106/725), o da babasından, babası da Hz. Peygamberden rivayet ettiğine göre Rasûlüllah namaza başlarken, rûkua eğilirken ve kalkarken elllerini kaldırırdı» mukabelesinde bulundu. Ebû Hanife, «Hammad İbrahim'den, İbrahim Alkame'den ve el-Esved'den, onlar da Abdullah b. Mes'ûd'dan rivayet ettiklerine göre Rasûlüllah ancak namaza başlarken ellerini kaldırır ve bir daha da bunu tekrarlamazdı» cevabını verdi. Bunun üzerine Evzâî, «Ey Eba Hanîfe, ben sana Zührî, Salim ve babasından gelen rivayetten bahsediyorum, sen ise Hammad ve İbrahim rivayetini ileri sürüyorsun» deyince Ebû Hanife «Hammad Zührî'den, İbrahim Sâlim'den, Alkame ise her ne kadar sahabî değilse de İbn Ömer'den aşağı kalan kimseler değillerdir. Abdullah ise artık biliyorsun kim olduğunu» dedi. Evzâî hiçbir şey söylemeden ayrılıp gitti. 384
Talebesi sayesinde, Abdullah b. Mes'ûd'un fetva ve fikirleri Irak'da daha çok yayılmıştır. Bilhassa Küfe halkı Abdullah'ın fetva ve görüşlerine daha çok bağlı kalırlardı. 385Re'y ve kıyasla amel de yine bu yoldan yayılmıştır 386Re'y ve kıyasın Irak'da yayılmasının muhtelif sebepleri vardı. Bunlardan üçünü şu şekilde sıralayabiliriz. Her şeyden önce Irak'da bulunan ilim adamlarının Abdullah'ın görüş ve fikirlerine tâbi olmuş olmaları kıyas ve re'yin Irak'da yayılmasındaki ilk amildir. Bu hususta Ömer'in fikirlerinin de tesiri olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Abdullah'ın görüşleri çoğu zaman Ömer'in görüşleriyle birleşirdi. Hâttâ Abdullah bu münasebeti temas ederek «Bütün halk bir yola, Ömer de bir başka yola gitmiş olsa beı Ömer'in tutmuş olduğu yolu tutarım» demektedir 387İkinci olarak da bilindiği gibi Irak, ashabın çok oldukları bir yerdi. Küfe ve Basra şehirler ise İslâm askerlerinin bir hareket merkezi halinde bulunuyordu. Burada] hareket edilir ve tekrar buraya dönülürdü. Birçok şehirler buradan yapılai hareketlerle ele geçirilmişti. Hz. Ali zamanında Küfe hilâfet merkezi sayıl maktaydı. Burada, İbn Mes'ûd, Ammar, Ebû Musa el-Eş'arî, el-Muğira t Şu'be, Enes b. Malik ve Huzeyfe gibi seçkin sahabe zümresi bulunmuştu. Ha diselerin çokluğu re'y ve kıyas ile hareket edenlerin hareketlerine daha d; hız verdi. Üçüncü bir sebep de Irak'da hadisin az oluşu ve neticeye bağ lanmaşı gereken bir çok meselelerin bulunması idi. Bu husus Irak'da re'-ve kıyasın artmasını gerektiriyordu. 388 Oraya yerleşmiş veya bir müdde için gitmiş bulunan sahabe, şübheli gördükleri hadiselerle amel etmektens re'y ve kıyasla hüküm vermeyi tercih ediyorlardı. Bütün bu sebepler Ebı Hanife'nin kıyas ve re'y ile çok daha yakından ilgilenmesini gerektiriyor du389
Abdullah b. Mes'ûd, kat'i olarak hadis olduğu bilinmeyen sözlerle ha dismiş gibi amel etmektense re'y ve kıyasla amel etmeyi tercih eder ve her türlü mesuliyetini de yüklendiğini söylerdi. 390Hatta bir meselede fikir v re'yi ile karar verdikten sonra «Bunu re'yime istinaden söylüyorum. Doğru ise Allah'ın lüffundandır. Eğer hata ise benden ve şeytandandır» demişti. 391Verdiği hükmün'Hz. Peygamber'in hükmüne uygun olduğunu öğre nince çok sevinirdi. el-Mufavvida ismiyle bilinen fıkhî meselede Abdulla mehri misli lüzumlu görmüştü. Hz. Peygamber'in de bu şekilde hüküm veı miş olduğuna dair ashabdan bazılarının şehadetlerini duyunca son derece sc vinmişti. 392 .
Ashabtan re'y isti'malini en güzel bir şekilde değerlendirenler arasında Ömer başta gelirdi.393Abdullah b. Mes'ûd da Ömer gibiydi. Bu sebeple Abdullah'ın Ömer'e birçok meselede muvafık hareket ettiği söylenmektedir. 394 Ashab devrinde bu hususla ilgili olarak iki yol takip edilmişti. Bunlardan birincisi re'y ve kıyas yolu, ikincisi de rivayet yoluydu. 395Re'y ve kıyas taraftarları sıhhatli bir hadis bulamadıkları zaman re'y ve kıyasa başvururlardı. Bu yolu takip edenlerin başında Ömer ve Abdullah gelmekteydi. Bu hal tabiin ve tebau't- tabiine kadar ulaştı 396Artık küçük çapta mezhebî münakaşalar başlamış oluyordu. Netice itibariyle diyebiliriz ki Irak'da re'y ve kıyas faaliyetlerinin temelini atan Abdullah olmuştur.
Abdullah b. Mes'ûd'dan bir mesele sorulduğu zaman bu hususta Hz. Peygaberden bir şey duyup duymamış olduğuna çok dikkat ederdi. Meselâ, kendisinden, mehr tesmiye edilmeksizin evlenen fakat duhûl vaki olmadan kocası ölen bir kadının durumu sorulduğu zaman bu soruya şeklinde cevap vermişti. «Öyleyse re'yine ve görüşüne dayanarak söyle» denilince de «Bu kadına kendi emsalinin mehri verileceğine inanıyorum. Ayrıca varis de olacak ve iddet bekleyecek» demişti. 397
Şu halde Irak'da re'y ve kıyasın ilerliyerek bazı zayıf hadislerin terkedil-mesindeki en belli başlı sebep bu ülkenin Ömer, Abdullah b. Mes'ûd ve Ali'nin fikir ve görüşlerini benimseyen kimselerle dolup taşmasmdandır. 398 Ancak Abdullah b. Mes'ûd kıyas yapabilecek bir ilme sahip olmayanların da asla bu işe girişmelerine taraftar olmazdı. Meselâ bir konuşmasında demiş 399ve re'y ve kıyasla hüküm vermenin kolay bir şey olmadığına işaret etmiştir. Bununla beraber ilimleri sayesinde kıyas ve re'y ile ictihad yapabilecekler için de Abdullah b. Mes'ûd şu beyanda bulunur. 400 Diyor ki :
Görüldüğü gibi Abdullah b. Mes'ûd nas bulunmayan yerde ictihad ve re'yle amel edilmesine açıkça taraftardır. Hatta hu husustaki u, cümlesi kesinlik ifade etmektedir. Önceki metinle bu ikinci metnin karşılaştırılmasından varılacak netice şudur: Kıyas ve re'y ile hüküm, yapabilenler için açık bir yoldur. İlmî derecesi itibariyle kıyas ve re'yden habersiz olanlar ise böyle bir yolun sâliki olamazlar. Bu manayı Abdullah b. Mes'ûd'un bir konuşmasının sonunda söylemiş olduğu şu cümleden anlamak da mümkündür. Diyor ki 401Abdullah b. Mes'ûd'un kıyas ve re'y taraftarı olmadığını söylememiz mümkün değildir. Çünkü biz Abdullah'ın kendisini bu yolda görüyoruz.
Yukarda Abdullah b Mes'ûd'un Ömer'e çok az muhalefet ettiğini ileri sürmüştük. eş-Şa'bî, (Ö. 103/721) bu hususta «Abdullah namazda kunutu terkederdi. Eğer Ömer terketmeseydi Abdullah da terketmezdi» demektedir 402Ancak eş-Şa'bî'nin bu sözü Abdullah b. Mes'ûd'un Ömer'i, bir mukallidin taklit etmiş olduğu gibi taklit ettiğine asla delâlet etmez. Abdullah, Ömer'i dört kadar meselede taklit etmiştir. 403Yüz kadar meselede ise muhalefeti vardır. 404 Bunlardan bir tanesi de namazda «Tatbik» adı verilen harekettir. 405Bir delil olarak aşağıda zikredeceğimiz hadisi ele alabiliriz.406
Fakat bu usul nesbedilmiştir. 407 Bütün bunlar Abdullah b. Mes'ûd'-un, Ömer'i taklit. etmemiş olduğunun en büyük delilidir. Halbuki Abdullah şayet Ömer'i taklit etmiş olsaydı, bu meselede de ona uyardı. Bunun gibi daha başka birçok meselelerde Abdullah b. Mes'ûd bizzat kendi görüş ve fikrine göre harekete devam etmiş ve Ömer'i taklit etmemiştir. 408 Bir kimse hanımına demiş olsa bu söz Ebû Bekr ve Ömer'e göre yemin olarak kabul edilir. Halbuki Abdullah b. Mes'ûd bunun talak olduğunu beyan etmiş ve «Bu benim ictihad ve re'yimdir» demiştir. Ali ve Zeyd b. Sâbit'e göre ise bu cümle üç talağı gerektirir. 409 Bu meseledeki, Abdullah b. Mes'ûd'un tutumu da Ömer'i her yönden taklit etmemiş olduğunu göstermektedir. Şu halde Abdullah b. Mes'ûd'un Ömer'e bazı meselelerde muvafık hareket etmesi bir alimin bir alime fikir bakımından uymasından başka bir şey değildir. 410 Ashab arasında ilim ve fazileti ile temayüz etmiş olan Abdullah b. Mes'ûd'un zaten bir başkasını taklit etmiş olacağı düşünülemez. Çünkü gece ve gündüz Hz. Peygamberin yanında bulunmuş ve birçok kimsenin görmediği belki de duymadığı şeyleri duymuştur. Herhangi bir meselenin önce Ömer'e sorulmasını istemesi ise, Abdullah'ın yüksek şahsiyeti ve ahlâkı hamidesinin ona verdiği terbiyenin iktizasından başka birşey değildir. Bununla beraber Abdullah b. Mes'ûd'un kendi görüşüne dayanmak suretiyle verdiği birçok fetvalar vardır. ez-Zehebî bunu ibaresiyle anlatmaktadır.411
Netice itibariyle Abdullah b. Mes'ûd Ömer'i, bir cahilin bir alimi taklit edişi gibi taklit etmiş değildir. Yine bir örnek olarak şu hadiseyi burada zikredebiliriz. Bir gün Ömer'e bir şahsı aniden öldürmüş bir kimse getirildi. Fakat maktul tarafından olan ve karı davasında hakkı bulunan bazıları af-fetmişlerdi. Ömer, katilin öldürülmesi lazım geldiğine kani olarak gereken emri verdi. Ne var ki Ömer'in yanında bulunan Abdullah b. Mes'ûd Ö-mer'i ikaz ederek, «Öldürülen bu nefs hepsine aitdi. Bu kimselerin affetmesi bu nefsi diriltmiş oldu. Bu sebeple affetmiyenler haklarını kısas yoluyla a-lamazlar » dedi. Ömer bunun üzerine «Peki öyleyse, senin bu husustaki fikrin nedir» diye sordu. Abdullah b. Mes'ûd maktulün taraflarına katilin malından diyet verilmesini ve affedenlerin hisselerinin de kaldırılmasını uygun bulduğunu beyan etti. Ömer, Abdullah'ın bu görüşünü daha münasip bularak onun fikrine rucu etti ve «Ben de o kanaattayım» dedi. 412 Ömer'in ilk anlayışı, kan davasında hakkı bulunanlardan birinin affetmesiyle kısas talebinin sakıt olmayacağı merkezinde idi. Büyük bir çoğunluk bu meselede Abdullah b. Mes'ûd'un fikrini tercih etmiştir. Dr. Yusuf Musa, Abdullah b. Mes'ûd'un bu anlayışının Fakat kimin (hangi katilin) lehinde maktulün kardeşi (velisi) tarafından cüz'i bir şey affolunursa (hemen kısas düşer). Artık örfe uymak (şer'in ve aklın iyi gördüğünü yapmak borcu) ona (maktulün velisine) güzellikle ödemek (lazımdır). ayetine 413daha uygun olduğunu ileri sürmektedir. 414 Bu hadise de sarahaten gösteriyor ki Abdullah, hiçbir zaman ne Ömer'i ve ne de bir başka sahabiyi taklit etmiş değildir. Eğer bir sahabinin düşündüğü gibi düşünmüş ve ona muvafakat göstermişse bu, Abdullah b. Mes'ûd'un da o fikir ve kanaatte olduğundan ileri gelmektedir.415

5- Sair İlimlerdeki Bilgisi:

a) Kıraat Bilgisi:

Abdullah b. Mes'ûd fıkh ve tefsir ilimlerinde olduğu gibi kıraat ilminde de imam sayılmaktadır. 416Uzun müddet Kûfe'de kadılık ve devlet hazine memurluğunda görev alan Abduİlah b. Mes'ûd aynı zamanda bu şehirde ilmi kıraat ve fıkhın yayılması için çalışmış ve isimlerini unutamıya-cağjmız talebeler yetiştirmiştir. Kur'ân istinsahı için Osman'ın Abdullah b. Mes'ûd'u Kûfe'den getirtmeyişinin bir sebebi de Abdullah'ın bu şehirdeki ilmi faaliyetlerine son vermemek gayesine matuftur. Zira Osman kat-i olarak biliyordu ki Abdullah b. Mes'ûd bu şehirde fıkh ve tefsir başta olmak üzere kıraat ilminin de temellerini atmış bulunuyordu. Talebeleri vardı. Gece ve gündüz Abdullah b. Mes'ûd'dan ilim öğreniyorlardı. Osman'ın Kur'an istinsahı sebebiyle Abdullah'ı Kûfe'den getirtmesi bütün bu ilmi faaliyetlerin bir dereceye kadar son bulması demekti. Halbuki Abdullah'ın talebesi yetişmek üzere bulunuyordu. Böyle bir anda Abdullah'ın oradan ayrılması büyük kayıp alacaktı.
Abdullah b. Mes'ûd'un ilmi kıraatte de bir imam olması gerekirdi. Zira Hz. Peygamberden müşafeheten tam yetmiş sûre ezberlemişti.417 Bu büyük bir meziyetti elbette. Bunun için de Abdullah bazı münasebetlerde bu meziyetine temas eder ve kendisinin Kur'an istinsahı için seçilmeyiyim garip karşılardı.
Hz. Peygamber devrinde basit bir şekilde tezahür eden kıraat ihtilafları meselesi Abdullah b. Mes'ûd devrinde - bilhassa hayatının sonlarına doğru -biraz daha hız kazanmıştır. Hatta bir mescid içinde ve ayrı ayrı köşelerde muhtelif kıraatleri benimseyenler toplanıyorlar ve herkes tabî olduğu imamın kıraatini öğreniyor ve aynı zamanda öğretiyordu. 418 Şu halde Abdullah henüz Kûfe'de iken kıraat ilmi ile ilgili fikir ceryanları bir hayli yol almış bulunuyordu. Hz. Peygamber devrinde de daha sonraları olduğu gibi Abdullah'ın ilmi kıraatle ilgili küçük çapta münakaşaları oluyordu. Meselâ bir defasında Hz. Peygamberdin kendisine okutmuş olduğu kıraatin hilafına okuyan bir kimse görmüş ve derhal onu Hz. Peygamber'e getirerek durumu anlatmıştır. Hz. Peygamber'in yüzünde bazı hoşnutsuzluk belirtileri olduğu halde şöyle demiştir. 419
Abdullah b. Mes'ûd'un ilmi kıraatte takip etmiş olduğu yol Zeyd b. Sabit ve Ebû Mûsâ cl-Eş'arî'nin takip etmiş olduğu yoldan başkadır. 420Bu bakımdan İbn Mes'ûd ile Zeyd b. Sabit arasında bazı önemsiz fikir ayrılıkları olmuştur. Hatta Abdullah bu hususla ilgili olarak «Ben Rasûlüllah'dan müşâfeheten tam yetmiş sûre öğrendim. O zaman Zeyd kâkilleriyle çocuklar arasında oynuyordu» demektedir.421 Fakat Abdullah b. Mes'ûd, Zeyd b. Sabit hakkında söylemiş olduğu sözlerden dolayı sahabeden bazılarının hoşnutsuzluk beyan etmeleriyle karşı karşıya kalmıştır. 422 Hatta bazı rivayetlerde, Abdullah b. Mes'ûd'a itiraz edenlerin bulunduğu da sarahaten zikredilmiştir. 423Daha sonra Abdullah, Zeyd hakkında söylediklerinden peşimanlık duymuş, 424 bununla ilgili olarak bir konuşmasında da demiştir. 425
Burada kısaca temas etmek isteriz ki Abdullah b. Mes'ûd'un, Zeyd b. Sabit hakkında söylemiş olduğu şeyleri sahih olarak kabul etmiş olsak bile bu sözler Abdullah'ın şahsiyeti için bir leke teşkil etmez. Herşeyden önce biz, Abdullah b. Mes'ûd'un bu sözleri söylemiş olmasını bir nevi hizmet aşkına bağlıyoruz. Çünkü Abdullah b. Mes'ûd, Kur'an'a bu yoldan da hizmet etmek istiyordu. Fakat komite başkanlığına Zeyd b. Sâbit'in getirilmesi Abdullah'a değer vermemek demekti. İşte Abdullah'ı üzen burası idi. Subhî es-Salih bu sözlerin Abdullah b. Mes'ûd'dan sudur etmiş olduğunu şübhe ile karşılamış ve «Bu sözler hakikaten Abdullah'tan sudur etmiş olsa bile onun bu davranışı gelip geçen anî bir infialden başka bir şey olamaz» demiştir. 426Daha sonra da Blachere'in, bu konuda Abdullah b. Mes'ûd'un Zeyd b. Sabit hakkında söylediklerinden dönüp nadim olduğunu bildiren rivayetlere temas etmemesini bir hüsnüniyetsizlik eseri olarak ele alır. 427
Hz. Peygamber, Kur'an'm, Abdullah b. Mes'ûd'un kıraati üzerine o-kunmasını tavsiye etmiş olduğundan Abdullah bu sebeple fazlasiyle bir değer kazanmıştır. Hz. Peygamber'in bu tavsiyesi428Abdullah b. Mes'ûd'un bu sahadaki ehliyetinin en büyük delillerinden biridir. Hz. Ömer Arafat'da iken yanına bir kimse gelmiş ve Kûfe'de Kur'an'ı ezbere okutup yazdırabilen bir kimseden ayrıldığını söylemişti. Bu sözü duyan Ömer son derece hiddetlendi ve adama bağırarak bu şahsın kim olduğunu sordu. O kimse «Abdullah b. Mes'ûd'dur» deyince Ömer, yavaş yavaş sükunet buldu ve öfkesi dindi. Daha sonrada halk arasında bu sahada ondan daha selâhiyetli birinin
kalmadığını beyan etti. Ondan sonra şu hadiseyi anlattı ve dedi ki: «Rasû-lullah çoğu zaman bazı önemli işler için Ebû Bekr'in yanında gecelerdi. Bir gece yine Ebû Bekr'in yanında idi. Ben de orada bulunuyordum. Rasûlullah dışarıya çıktı. Biz de çıktık. Camide namaz kılmakta olan birini görüyorduk. Rasûlullah bir müddet o kimsenin kıraatini dinledi. Biz onun kim olduğunu tanımak üzereyken «Her kim Kur'an'ı indiği gibi taptaze okumak isterse İbn Ümmi Abd'in kıraati üzerine okusun» dedi. Daha sonra o kimse oturup dua etmeye bağladı. O zaman Rasûlullah « Ne istersen iste, istediklerini elde e-deceksin» dedi. Kendi kendime dedim ki: «Erkenden gidip Abdullah'a (Ra-sûlüllah'm onun için söylediklerim) müjde edeyim. Gidip müjdeledim. Fakat ne var ki Ebû Bekr beni geçmişti. Zaten hangi iyiliğe koşsam Ebû Bekr mutlaka beni geçmiş olurdu.429
Abdullah b. Mes'ûd, ilmi kıraatteki yüksek bilgi ve ehliyetine rağmen Ömer'in kıraatini takdir ederdi. Zeyd b. Vehb'den (Ö.84/703 senesine yakın) naklediliyor. Dedi ki: «Abdullah b. Mes'ûd'a bir ayeti öğrenmek için gitmiştim. Ayeti bana okuttu. Ben kendisine «Ömer bu ayeti bana şu şekilde o-kutmuştu» dedim. Abdullah o an Ömer'i hatırlayarak o kadar ağladı ki gözyaşları yerleri ıslattı. Daha sonra da «Siz Ömer'in okuttuğu gibi okuyun, çünkü Ömer İslâm dini için muhkem bir kaleydi. Halk bu kaleden içeri giriyor ve bir daha da çıkmıyordu. Ömer ölünce kalenin duvarı yıkıldı. Bu sebeple halk şimdi İslâm dininden çıkmaya başladı» dedi. 430
İlmi kıraatte göze çarpan ihtilaflar birinci yüzyılda yaşamış olan karilere rucû etmektedir. 431 Daha sonraları ise bir nevi durulma ve durgunlaşma olmuştur.
Goldziher, Abdullah b. Mes'ûd ve Übeyy kıraatlerini, Osman ve Zeyd kıraatlerinden daha üstün göstermek ister. Bu hususa temas eden Doç. Dr. İsmail Cerrahoğlu diyorki. 432 «Goldziher. İbn Mes'ûd ve Übeyy İbn Ka'b'ın tefsir sahasında, sahabe arasındaki durumunun yüksekliğini belirtip ve Peygamberin onları medhetmesini zikrederek, kıraatteki durumlarının, Osman ve Zeyd İbn Sâbit'ten daha yüksek olduğunu anlatmak istemektedir. Aynı zamanda onların kıraatinin daha meşhur olduğunu söyleyerek, müslü-nıanları, onların kıraatine ehemmiyet vermemekle itham eder. Peygamber'in bu iki şahsı medhetmesi, her ikisinin kıraatinin de hüccet olduğuna delâlet etmez. Zira Peygamber bunlarla beraber diğerlerini de övmüştü. Bu hususta biz de İbn Kuteybe'nin dediği gibi diyeeeğiz, «İbn Mes'ûd ve Übeyy İbn Ka'b isabet ettiler de, Muhacir ve Ensar hata mı ettiler diyelim, hayır bunu asla diyemeyiz». Tefsirde otorite olan İbn Abbas bile «Benim kıraatim Zeyd'in kıraatidir. Ben İbn Mes'ûd kıraatinden on küsur harf aldım» diyor. Hz. Osman'ın mushafı icmaen kabul edilmiş ve ona hiçbir itiraz vaki olmamıştır. Hatta Osman'ın şehirlere gönderdiği mushaflardan istinsahlar yapılırken, müstensih hatalarından dolayı, bu müshaflar arasında dahi ufak ayrılıklar belirmiştir ki bu tabiidir. Ama bu esasattaıı bir şey kaybedildiğine delâlet etmez.»
Zeyd b. Sabit ve Abdullah b. Mes'ûd kıraatlerinden hangisinin son kıraat olduğu hususu müttefekun aleyh kabul edilmiş bir mesele değildir. Zeyd'in kıraatinin son olduğunu yani son arzda bulunduğundan tâbi olunan son kıraat olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi Abdullah b. Mes'ûd'un kıraatinin de son kıraat olduğunu ileri sürenler vardır. Meselâ, Abdullah b. Abbas bir gün yanındakilere Zeyd b. Sabit ve Abdullah b. Mes'ûd kıraatlerinden hangisini ilk kıraat saydıklarını sormuş, onlar da «Abdullah b. Mes'ûd'un kıraatidir» cevabını vermişlerdi. Fakat Abdullah b. Abbas Kur'an'ın her Ramazan Hz. Peygamberce arzolunduğunu ve vefat ettiği yıl iki defa arzedilmiş bulunduğunu ve Abdullah'ın her iki arza da şahid olduğunu ve nâsih ve mensuhunu öğrendiğini beyan etmiştir 433Şu hale göre Abdullah b. Mes'ûd'un kıraatinin de son arzda tesbit edilen kıraat olması gerekirse de bu husus icma ile kabul edilmiş değildir. Bir başka rivayette bu hususun daha vazıh bir şekilde anlatıldığım görmekteyiz. Bu rivayette, Abdullah b. Ab-bas'm, yanındakilere hangi kıraati son kıraat saydıkları sorulduktan sonra onların Zeyd kıraati dedikleri, fakat Abdullah b. Abbas'm «Hayır, Rasûlül-lah Kur'an'ı her sene Cebrail'e bir defa arzederdi. Ahirete irtihal ettiği yıl ise iki defa arzetti. Son kıraat Abdullah b. Mes'ûd'un kıraatidir,» dediğine temas edilmektedir. 434
Alkame Şam'a geldiği zaman camiye girmiş ve iki rek'at namaz kıldıktan sonra dua ederek Allah'tan kendisini hayırlı bir kimseyle karşılaştırmasını istemişti. Kısa bir müddet sonra Ebû'd - Derda ile karşılaştı. Ebu'd - Derda' Alkame'ye Andolsun bürüyüp örtdüğü zaman geceye açıl(ıb ağar)dığı zaman gündüze erkeği ve dişiyi ya-radana ayetini 435Abdullah b. Mes'ûd'dan nasıl okumuş ve duymuş olduğunu sordu. Alkame şeklinde duymuş ve okumuş olduğunu beyan ve izah edince o zaman Ebû'd Derda', nerede ise Şamlıların kıraatde kendisini yanıltarak şübheye düşürmek üzere olduklarını beyan etti.436 Yine Abdullah b. Mes'ûd Andolsun ki biz Kur'an'ı düşünmek için kolaylaştırmışızdır. O halde bir düşünen var mı? -ayetini 437Rasûlüllah'm, kendisine şeklinde okuttuğunu beyan ettikten sonra orada hazır bulunanlardan birinin, «Ya Eba Abdirrahman, mi yoksa mi» diyerek sorduğu soruya «Rasûlüllah hana 5"lu diye okuttu» cevabını verdi. 438
Bu ve benzeri hadiselerdeki Abdullah b. Mes'ûd'un tutumu onun ilmi kıraatteki kudret ve üstün kabiliyetinin bir eseridir.
Abdullah b. Mes'ûd ilmi kıraatte Zeyd b. Sabit'e uymayı ilk zamanlar kabul etmemişti. İlk zamanlar diyoruz, çünkü Hz. Osman'ın, mushafları muhtelif şehirlere göndermesinden sonra Abdullah bu fikrinden rucu etmiştir. Zira Abdullah b. Mes'ûd Kur'an'ın, muhtelif kıraatler üzerine inmiş olduğunu biliyordu. Bu sebeple tek bir kıraate inhisar ettirilmesini garip karşılamıştı. Hatta bu hususta Zeyd b. Sabit'le ilgili olarak, «Her hangi bir kimsenin kıraati üzerine okumak Zeyd'in kır? ati üzerine okumaktan daha iyidir. Vallahi ben Rasûlüllah'tan müşafeheten tam yetmiş sûre ezberledim. O zaman Zeyd kakilleriyle çocuklar arasında oynuyordu» dedikten sonra bulunduğu meclisten kalkıp gitmişti. Orada bulunanlardan kendisine itiraz eden tek kişi bile çıkmadı. 439 Küfe halkı Abdullah b. Mes'üd'un kıraatini, Basralılar ise Ebû Musa el-Eş'ari'nin kıraatini beğenirlerdi. 440Bu hal iki şehir arasında adeta kıraat ilimlerinde bir müsabakanın öncüleri halinde tezahür ediyordu. Huzeyfe ise bu hali hem beğenmiyor ve hem de hoş karşılamıyordu. Hatta bu hususta Basralılar Ebû Musa kıraatini, Kûfe'-liler de Abdullah'ın kıraati(ni beğenirler). Eğer sağ olarak Emiru'l-mü'mini-ne yetişirsem bunları ortadan kaldırmasını istiyeceğim» demiştir. Orada hazır bulunan Abdullah b. Mes'ûd Huzeyfe'ye ağır bir cevap vermiş fakat Huzeyfe buna mukabele etmemiştir. 441
Abdullah b. Mes'ûd bazı zamanlar kendi lehçesi olan Hüzeyl lehçesiyle Kur'an okuturdu. Bunda bazı mahzurlar gören Ömer, Abdullah'ı bu hareketinden dolayı tenkid etmiş ve böyle okutmamasını emretmişti. 442
Abdullah'ın ilmi kıraatte Zeyd b. Sabit derecesinde olmadığını ileri sürenlerde vardır.443 Biz de Abdullah'ın kıraat ilmindeki üstünlüğünü takdir etmekle beraber Zeyd b. Sabit tarafından olacağız. Çünkü Osman'ın emriyle yazdırılıp şehirlere dağıtılan mushaflara hiç bir suretle itiraz yapılmış değildir. Bu durum, bu "mushafların icma' ile kabul edilmiş olduğunun şübhe götürmez delillerindendir. Abdullah b. Mes'ûd'un kıraatleri ise böyle değildir.
Abdullah'ın son arzda bulunup bulunmamış olduğuna gelince bu ihtilaflı bir meseledir. Fakat Hz. Osman tarafından şehirlere gönderilen mushaflara hiç bir suretle itiraz edilmemiş oluşu bu nüshaların son arza muvafık olduğunu göstermektedir. Eğer öyle olmamış olsaydı ashab arasından itiraz edenler bulunurdu. Bununla beraber biz bu mushaflara bizzat Abdullah tarafından da bir itiraz göremiyoruz. Çünkü Abdullah'ın itirazı Kur'an'm istenildiği vecih üzere okunabilmesine matuf bulunuyordu. Şu halde Abdullah da bu nüshaların son arza muvafık olduğunu benimsemiştir.
Hz. Peygamber dinlemek için Abdullah'ın Kur'an okumasını istemişti. Abdullah bu isteği biraz garip karşılamış olacak ki «Kur'an size nazil olmuşken nasıl okuyabilirim» dedi. Fakat Hz. Peygamber'in «Ben Kur'an-ı başkasından dinlemeyi severim» demesi üzerine de okumuştu. 444 Hz. Peygamber bir müddet Abdullah'ın kıraatini dinlemiş ve Her ümmetten (leh ve aleyhlerinde söylü-yecek) birer şahid, onların üzerine de (Habibim) seni bir şahid olarak getirdiğimiz zaman (o yahudilcrin, kafirlerin, münafıkların halleri) nice (olur)? -ayetine 445gelince kendim tutamayıp ağlamaya başlamıştı. 446
Abdullah b. Mes'ûd Kur'an okurken fazla sur'ati tasvip etmezdi. Bunu Nehik b. Sinan ile aralarında geçen hadiseden aniıyoruz. Rivayete göre Nehik b. Sidan, Abdullah b. Mes'ûd'a gelmiş ve «Ya Eba Abdirrahman içinde rengi, kokusu, hiçbir vasfı bozulmayan sudan ırmaklar vardır- âyetini 447ini yoksa diye mi o-kursun» demişti. Abdullah bu soruya «Bundan başka bütün Kur'an-ı elde ettin mi ki (bunu soruyorsun) » cevabını verdi. Bunun üzerine Nehik «Ben uzun bir sureyi bir rek'âtta okurum» deyince Abdullah b. Mes'ûd mukabelesinde bulundu.448 Abdullah'ın Kur'an okurken fazla sur'ati tasvip etmediği müteaddit hadislerde belirtilmiştir. Mesela Buharı Abdullah'dan şu hadisi rivayet eder. 449
Abdullah'ın ifadesi «Sür'atle ve şiir okur gibi nasıl okuyabilirsin» anlamına gelmektedir. Burada şunu da ilâve edebiliriz ki Abdullah Nehik'in sorusuna cevap vermek istememiştir. Bu da o sorunun bir dereceye kadar lüzumsuz bir sual olduğunu gösterir. Bundan başka Abdullah b. Mes'ûd'a bir kimse gelerek mufassal bir sûreyi bir rek'atte okuduğunu beyan etmişti. Abdullah onun bu sözü üzerine diyerek hareketini doğru görmediğini açıklad. 450Bir başka rivayette ise Abdullah'ın «Rasûlüllah senin yaptığın gibi yapmadı» dediği nakledilmektedir451
Abdullah b. Mes'ûd Kur'an'm üç günden daha kısa bir zamanda okunmasını hoş karşılamaz ve yedi günde okunmasını münasip görürdü. Bu hususu Abdullah'ın sözlerinden 452anlamış bulunuyoruz. Abdurrahman b. Yezîd (Ö.98/716) ise Kur'an-ı yedi günde, el-Esved b. Yezîd altı günde ve Alkame b. Kays da beş günde hatmederlerdi. 453
Abdullah b. Mes'ûd, Übey b. Ka'b ve Zeyd kıraatleri arasında pek fazla bir ihtilaf olmadığı ileri sürülüyorsa da 454bu kıraatlerin aynı şeyler olciuğuııu söyliyemeyiz. Bunlar içinden Abdullah b. Mes'ûd kıraatinin en üstün olduğu iddiasında bulunmamız da imkân dahilinde değildir. Hz. Peygam-ber'in Abdullah b. Mes'ûd hakkında söylemiş olduğu teşvik mahiyetindeki hadisi ise mefhumu'l - muhalefe usulüne göre başkalarının bu hususta sela-hiyetli olmadıklarına delâlet etmez.455
Eğer Abdullah b. Mes'ûd'un kıraati, imam mushafa muhalif olarak bulunuyorsa bu kıraatin inkârı cihetine gidemeyiz. Yanî tamamen asılsız olduğunu söyliyemeyiz. 456 Onları kabul eder fakat okumayız. 457 Çünkü bu nevi kıraatler ahâd tarikiyle bize kadar gelmiş ve icma' dışında kalmıştır. 458 Bu şekilde gelen bir kıraatin kat'i olarak Abdullah'a dayandığım iddia etmemiz de mümkün değildir. Bu sebeple Malik demiştir ki: «Her hangi bir kıraatin Abdullah'a isnadı mümkün olmakla beraber bu kıraatin ondan geldiğini kat'i olarak söylemek imkan dahilinde değildir. 459
Gerek İbn Mes'ûd ve gerekse başkalarından imam mushafa muhalif olarak gelen kıraatlere göre okumak caiz değildir. Çünkü bu kıraatlerin hakikaten İbn Mes'ûd'a ait olduğunu kesin olarak bilemiyoruz. Bu sebeple bazı hadisçilerin rivayet ettiği bu kıraatler hiçbir suretle katiyet ifade etmez. Kat'i olmayan bir şeye ise asla taraftar olunamaz. 460 Hatta başta Malik olmak üzere bir kısım ilim adamları İbn Mes'ûd kıraati üzere okumayı menetme yoluna bile gitmişler ve menetmişlerdir. 461 Hz. Peygamber'in, Abdullah b. Mes'ûd'un kıraatini teşvik eder mahiyetteki hadisi, Abdullah'tan rivayet edilen şaz ve imam mushafa muhalif kıraatlerle asla ilgili değildir. Aksi takdirde Abdullah b. Mes'ûd'un istisnasız olarak bütün kıraatlerinin alınması gerekir. Bu ise bilindiği gibi icmaa aykırıdır. Hz. Peygamber Kur'-an'ı dört kimseden alın»462diyerek başladığı hadisinde Zeyd b. Sabit'i zikretmemiştir. Şu halde Hz. Peygamber bu hadisiyle kıraat hususunda pek fazla şöhreti olmayan bu kimselerin bu yönleriyle tanınmaları için böyle demiştir. Burada şunu da kesin olarak ifade etmek isteriz ki Abdullah, ashab arasından Kur'an okumakla tanınmış yedi sahabinin ileri gelenlerindendir. Bunlar, Osman, Ali, Übeyy, Zeyd, Abdullah b. Mes'ûd, Ebu'd-Derdâ ve Ebû Musa el- Eş'arî'dir. 463
Abdullah, Kur'an tilâvetine gereken bütün ihtimamın gösterilmesini arzu eder ve güzel sesle okunmasını isterdi. Bu hususta Abdullah b. Mes"ûd şöyle demektedir 464Abdullah'ın da hakikaten güzel bir sesi vardı. 465 Ebû Osman en - Nehdi (Ö. 100/718) bize şu hadiseyi anlatıyor ve diyor ki 466«Abdullah b. Mes'ûd İhlas süresiyle bize bir akşam namazı kıldırdı. Vallahi, o kadar güzel bir sesi ve okuyuşu vardı ki Bakara sûresini okumasını temenni etmiştim». Buna rağmen Abdullah'ın okuyuşuna karşı bazı haksız itirazlar da vukubulmuştur. Bir defasında, Abdullah'ın Hınıs şehrinde bulunduğu bir sırada Yusuf sûresini okuduğunu görüyoruz. Fakat orada bulunanlardan biri Abdullah'a karşı «Böyle nazil olmadı» diye itirazda bulunmuştu. Abdullah adama yaklaşarak konuşmak istediği bir anda ağzının içki koktuğunu hissetti. O-na «Demek sen hakikati tekzip ediyor ve bu pis şeyi içiyorsun (Öyle mi?) Vallahi sana had tatbik edeceğim ve bu haddi yerine getirmedikçe de seni bırakmıyacağım» diyerek dediğini yaptı. Daha sonra da «Vallahi Rasûlüllah bana böyle okuttu» dedi. 467 Orada bulunanlardan Abdullah'a itiraz eden bir kimse çıkmadı.
Uz. Peygamber henüz hayatta iken Abdullah ile bazı sahabe arasında kıraatle ilgili küçük çapta bazı münakaşalar cereyan ediyordu. Abdullah bu hadiselerden birini bize şöyle anlatır. 468 Uuü Yine Abdullah garip karşıladığı bir kıraatle okuyan kimseyi Hz. Peygamber'e götürdüğünü bize şu ifadelerle beyan etmektedir. 469
Abdullah'ın kıraat öğretiminde takip etmiş olduğu metod biraz da o asrın gerektirdiği duruma bağlı kalmaktaydı. Ancak umumi olarak ifade edebiliriz ki Abdullah kıraat öğretiminde toplu öğretim tatbik ettiği gibi münferit olarak da öğretimde bulunmuştur. Bir gün Arap olmayan bir kimseye Şüphesiz o zakkum ağacı, günaha düşkün olanın yemeğidir-ayetini 470okutuyordu. Fakat bu kimse ayetteki lafzını bir türlü telaffuz edememişti. Buna birazda hiddetlenen Abdullah demeyi de beceremezmisin?» dedi 471Bundan da anlaşılıyor ki Abdullah kıraat öğretiminde bazı zamanlar tek bir kişi ile de eğretim yapıyordu. Yine bir bedevi, talebesine Kur'an okutmakta olan Abdullah b. Mes'ûd'un yanından geçerken ona, «Bunlar ne yapıyorlar» diye sordu. Abdullah ise «Rasûlüllah'm mirasını paylaşıyorlar» cevabını verdi. 472Bu hadiseden de Abdullah'ın toplu öğretim yaptığı anlaşılmaktadır.
Bütün bu olaylardan anlaşılıyor ki henüz Hz. Peygamber hayatta iken Kur'an'ın ezberlenmesi ve kıraati hususunda çalışmalar yapılması için ilk medrese te'sis edilmiş bulunuyordu. 473 Ayrıca, hicret edenleri Hz. Pey-gamber'in, Kur'an'ı iyi bilen birer sahabî yanma vermesi de bu medresenin gelişmesine hız vermişti. Bu münasebetle Hz. Peygamber'in mescidi Kur'an okuyanlarla dolup taşıyor, mescidin her tarafından Kur'an okuyanların sesleri yükseliyordu. Hatta Rasûlüllah, yanılmaması için seslerini fazla yükseltmemelerini bile emretmişti. 474 Ashab, devamlı olarak birbirlerinden Kur'an öğreniyordu. Aralarından Ebû Hüreyre ve Abdullah b. Abbas'm, Übeyy b. Ka'b'den, Kur'an tahsili yaptığını müşahade ediyoruz . 475
Abdullah b. Mes'ûd kıraat öğretimi için çoğu zaman mescidi tercih ederdi. Mesruk'un «Biz Mescidde oturuyorduk. Abdullah da bize Kur'an okutuyordu.....» sözünden 476bu husus sarahaten anlaşılmaktadır. Camide yapılan tedrisata Abdullah önce Kur'an öğretimiyle başlar, daha sonra da kendisine sorulan soruları cevaplandırır ve fetvalar verirdi. 477
Abdullah b. Mes'ûd'un, Kur'an'ı manâ ile okuyup okumadığı meselesine gelince biz, Abdullah'ın Kur'an'ı mana ile okumuş olduğunu kabul etmiyoruz. Îbnü'l-Cezerî de Abdullah'ın mana ile Kur'an okuduğunu asla kabul etmemektedir. Bu hususu aydınlatmak için diyor ki 478 Eğer Abdullah'ın bu sözlerinden 479onun Kur'an'i mâna ile okuduğu istinbat ediliyorsa sahih değildir. Zira Abdullah bu ifadesiyle namazın bozulup bozulmayacağı hususunu anlatmak istemiştir. Yoksa her hangi bir ayetin veya kelimesinin yerine başkasının getirilmesi tabiidir ki hatadır.
İmam-ı Malik Abdullah'ın kıraatiyle kılman bir namazın iadesi lazım geldiğini ileri sürmektedir. 480 Bunun da tek sebebi Abdullah'ın Kur'an-ı mana ile okur olduğunun söylenmesidir. Evet, Abdullah'ın kıraatlerinden bazıları ile namaz kılınmaz. Fakat bu, Abdullah'ın Kur'an'ı manâ ile okur olduğundan değil, kıraatlerinden bazılarının şaz veya metruk olduğundan doğmaktadır. Basralı ilim adamlarından bir kısmı da Abdullah'ın kıraati ile namaz kılınamıyacağını beyan etmişlerdir. 481

b. Abdullah B. Mes'ûd'un Kıraatinden Örnekler:

c) Lügat Bilgisi

Abdullah b. Mes'ûd, kuvvetli bir dil bilgisine sahip bulunuyordu. Bu bilgisini, bir hoca önünde oturup da öğrenmiş değildi. İçinde yaşadığı cemiyet, temas ettiği kimseler hep fasih ve beliğ insanlardı. Ayrıca Abdullah'ın hayatı usuru'l-ihtieac ismi verilen, yani bütün şehirli, ve göçebe hayatı yaşayanların bile konuşmalarının hüccet olduğu bir devreye girmektedir. Şu halde Abdullah, lügat bilgisinin bir kısmını içinde yaşadığı cemiyetten elde etmiştir. Bir kaç örnekle Abdullah'ın lisan bilgisini izaha çalışalım.
Abdullah, Kûfe'de hazinedarlık görevini ifa ederken, bir gün biraz gümüş istemiş ve derhal eritilmesini söylemişti. Eritilen gümüş çeşitli renklerde görünmeye başlamışdı. Abdullah «Kapıda kimse var mı?» diye sordu ve arzusu üzerine dışardakiler içeri alındılar. Abdullah onlara «İşte Lll kelimesinin manâsına en yakın örnek budur» dedi. 482Bu kelime 483 sıcak suyun kaynadığı gibi karınlar içinde kaynayacak erimiş maden(ler) gibidir, -ayetinde484geçmektedir. Tanınmış lügat bilgini ve filolog Ebû Ubeyde (Ö.209/824) bu kelimeyi bakır, kurşun ve benzeri şeylerin erimişi ile tefsir etmiştir. Taberî'nin bu ayeti tefsirinde Abdullah'ın anlayışına bilhassa yer vermiş olduğunu müşahade etmekteyiz. 485 Bu rivayete göre Abdullah b. Mes'ûd'a kelimesinin manası sorulmuş ve o da biraz altın ve gümüşü erittikten sonra «Dünyada gördüğünüz bu şey, kıyamet gününde göreceğiniz gökyüzünün rengine ve cehennem halkının da içeceği en çok benzeyen şeydir. Fakat onun harareti bundan daha fazladır,» demiştir. Bundan sonra Taberî, bu kelime hakkında söylenen başka manaları da zikretmektedir. 486 el-Cevherî, bu kelimenin eritilmiş bakır olduğunu ilk mana olarak ele almıştır. 487
Abdullah kelimesini dkll ile tefsir etmiştir. 488 Aynı şekilde sizi birtek candan yaratandır. Sonra (sizin için) bir karar yeri, bir de emanet yeri (vardır). Biz iyi ve ince anlayacak zümrelere ayetlerimizi hakikaten açıkça bildirdik ayetindeki 489kelimesini rahim, kelimesini de insanın öleceği yer ile tefsir ve izah etmiştir.490
Abdullah, Arap diline olan büyük vukufiyctine rağman arasıra başkalarıyla bu hususta fikir teatisinde bulunurdu. Mesela Zirr b. Hubeyş'e Arap diliyle ilgili bazı sorular sormuş olduğunu müşahade etmekteyiz. 491
Bazı zamanlar Abdullah, manasında bir dereceye kadar tereddüt hasıl olan kelimeler üzerinde durur ve bu kelimeler hakkında müzakereye girişirdi. Nitekim bir gün Amr b. Şurahbil'e demiştir ki: «Ya Eba Meysera, terkibinin manasını nasıl anlıyorsun?» Şurahbil, «Ben onu bakarı vahşî olarak biliyorum» deyince Abdullah, « Ben de o kanaatteyim» cevabım verdi. 492
Abdullah'ın sözü uzun uzun ilmi tartışmalara yol açmıştır. Büyük filolog Sa'leb'in (Ö. 291/904) bu hadisten anladığı mana., bir lafzın hem müzekker ve hem de müennes olarak isti'mali mümkün ise o lafzın mü-zekker olarak kullanılmasının daha uygun olacağı merkezindedir. 493 Ancak Sa'leb'in bu \anlayışına itiraz ederek hadisi başka şekilde anlayanlar da olmuştur, el-Vahidi (Ö. 463/1076) ise bu hususta Sa'leb'i haklı bulmaktadır. 494 Biz de bu konuda Sa'leb'in fikrine iştirak edeceğiz. Bu nevi şeylere dil filosofisinde «et-Tağlib» adı verilir. Bunun Arap dilinde örnekleri pek çoktur. Tıpkı kelimelerinin tesniyesinde tağlib usulüne riayet edilerek jljiVI denildiği gibi. Sa'leb'in anladığı esasa binaen el-Kisâî (Ö. 189/805) ve karilerinden Hamze (Ö. 156/773) bu ihtimalle varit olan kelimelere müzekker muamelesi yapmış bulunuyorlar. 495
Abdullah'ın bilhassa müfredat hususundaki üstünlüğü ve derin anlayışını ifade edebilmek için şu hadiseyi de burada zikretmek isteriz. Ebu'ş-Şa'şa diyor ki: «Abdullah'a, ya Eba Abdirrahman, helak olmaktan korkuyorum, dedim. Neden diye sordu. Ben, çünkü dedim, Allah, Kim nefsinin (malı olan) hırsından ve cimriliğinden korunursa işte murad-larma erenler onların ta kendileridir-ayetiyle 496cimrilikten kurtulmamızı emrediyor. Bense elinden nerdeyse hiç bir şey çıkmayan cimri bir kimseyim.
Abdullah dedi ki: «Bu, Allah'ın Kur'anmda zikretmiş olduğu değildir Hakiki bir kardeşinin malına göz koyup zulmen yemendir. Senin dediğin dur. Fakat o da kötüdür.497 Şu hale göre Abdullah b. Mes'ûd iki kelime arasında bir fark mülahaza etmektedir. Bazı lügatçılar umumi olarak iki kelimeyi de aynı manaya almakta iseler de muhakkiklere göre kelimeler aynı anlamda değildirler. Aralarında bazı farklar olduğu muhakkaktır. 498
Bilindiği gibi tefsir ilmi her şeyden önce kuvvetli bir lisan bilgisini gerektirir. Abdullah'ın tefsir sahasındaki kudreti ilmiyyesi tebeyyün ettikten sonra onun lügat bilgisinin kuvvetli olmadığını ileri süremeyiz. Fakat her nedense bazı sahabe gibi Abdullah b. Mes'ûd bu yönüyle şöhret yapmış değildir.
Güneşin (zeval vaktinde) kayması anından gecenin kararmasına kadar güzelce namaz kıl-ayetindeki 499 terkibi pek çeşitli manaların ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Meselâ Ömer, Abdullah b. Ömer, Ebû, Hüreyre, Abdullah b. Abbas ve daha başka bir takım sahabe ile bazı tabiin, bu terkibi, güneşin tam tepeden kayması ile tefsir etmişlerdir. 500 Buna mukabil Abdullah b. Mes'ûd, Ali, Übeyy ve Abdullah b. Abbas güneşin batması manasına geldiğini söylemişlerdir. 501 es-Sıhah'da zikredilen 502 beyitleri Abdullah b. Mes'ûd'un anlayışım desteklemektedir. Beyitteki vezninde meşhur kavle göre güneşin isimlerinden biridir. Bazı mü-fessirler terkibinden öğle ve ikindi namazlarının kastedilmiş olduğunu da söylemişlerdir. 503 Lisanül-Arab sahibi maddesi hakkmda geniş izahat vermiş ve mezkûr ayete de temasetmiştir.504
Birgün güneş batarken el-Esved b. Yezid Abdullah ile beraber bulunuyormuş. Abdullah ayetini okumuş ve «Nefsim kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki bu vakit güneşin dûluk ettiği, oruçlunun orucunu bozduğu ve bu (akşam) namazının vaktidir» demiştir. 505
Abdullah'jn, Hakikaten İbrahim (başlı başına) bir ümmetdi. Allaha itaatkârdı, (batıl dinlerden uzak ve) müvahhid bir müslümandı. O, (hiçbir zaman) müşriklerden olmamıştır, -ayetindeki 506ve kelimelerini de esaslı bir şekilde tefsir etmiş olduğunu görüyoruz. Abdullah bir gün yanındakilere hitaben demişti. Yanında bulunanlardan biri, «Ya Eba Abdirrahman, Allah bu vasıflarla îbrahimi zikretmiştir» şeklinde itirazî bir konuşmasına karşı Abdullah, sözleriyle cevap vermiştir. 507 Tanınmış nahv ve lügat bilgini el-Ferra' (Ö.207/822) kelimesinin manasını Abdullah b. Mes'ûd'un tefsirine uyarak izah etmektedir. 508 Abdullah bu kelimesini de asıl manası olan itaat anlamıyle şeklinde izah etmiştir. 509 Hatta Abdullah kelimelerini Mu-az hakkında kullanınca yanında bulunan Ferve b. Nevfel el-Eşcaî (Ö.41/662) Abdullah'ın lügat bakımından bir hata yaptığını zanneder. 510 Fakat Abdullah derhal Ferve'ye dönerek« in ne demek olduğunu biliyormusun?» der. Ferve, «Allah bilir,» deyince Abdullah, cevabını verir.
511Böylece Abdullah, hem Muaz'ı takdir ettiğim belirtmiş ve hem de lügat yönünden bu iki kelimenin nasıl ve ne şekilde kullanılacağını izah etmiştir.
Kelimesinin Arap dilinde yeni bir isti'mal tarzı kazanmasında da Abdullah'ın rolü olduğunu görüyoruz. Zira Ebû Bekr Kur'an'ı bir araya getirdiği zaman buna bir isim verilmesini istemişti. Kelimeleri hristiyan ve yahudilerle alâkalı bulunduğu için reddedildi. Ö mcclisde hazır bulunan Abdullah, Habeşistan'da bir kitap gördüğünü ve bu kitaba «Mushaf» denildiğini beyan etmişti. Başta Ebû Bekr olmak üzere orada hazır bulunanlar bu ismi uygun buldular ve bu münasebetle de o sahifelere «Mushaf» ismi verildi.512
Abdullah b. Mes'ûd'un biraz da olsa İbranî dili hakkında bilgisi olduğunu zannediyoruz. Çünkü Abdullah b.
Hani (Tih'den çıktıktan sonra) şu kasabaya girip dilediğiniz yerde istediğinizi bol bol yeyin, kapısından secde ederek (eğilerek saygı göstererek) girin ve (dilediğimiz) hıtta (dır, günahlarımızın dökülüp düşmesidir) deyin, (tevbe edinde o sayede) kusurlarınızı örtelim, iyilik (ve itaat edenler (in ecrin) i ise artıracağız demiştik ayetindeki 513terkibini izah e-derken yahudilerin sırf alay olsun diye dediklerini beyan etmektedir. 514
Biz bu konuda Abdullah'ın lügat bilgisine temas ederken sarf ve navh gibi ilimlerin üzerinde durmamıza imkan yoktur. Zira navh, ilk zamanlarda Kur'an'ı ve hadisi yanlış okumamak için kullanılan basit ve ibtidâî bir ilim olarak karşımıza çıkıyor. Başka bir tabirle, îslâmiyetin doğuşundan bir müddet sonra yayılmaya ve hayat bulmaya başlayan dar sahalı bir bilgi mecmuası idi. Bu sahadaki ilk çalışmalara ise Ali zamanında raslıyoruz. Şu hale göre Abdullah devrinde bu nevi çalışmalardan herhangi birisinin mevcut olduğunu kabul etmemiz mümkün değildir. O i zamanlarda daha çok müfredat üzerinde durulurdu. Bir ayetin izahında ise bazı cahili şiirlerine müracaat edilir, onlardan alman şahitlerle ayet daha çok vuzuha kavuşturulmaya çalışılırdı. Abdullah b. Mes'ûd zamanında ise bu günkü haliyle bir navh ilmi üzerinde durmamız, böyle bir ilmin o zaman mevcut olduğunu kabul etmemiz demektir. Halbuki buna imkan yoktur.515

d) Kelâm Bilgisi :

Abdullah b. Mes'ûd'un, bugünkü manasıyla ilmi kelâma dair olan fikirleri mufassal olarak ve toplu bir halde bize kadar intikal etmiş değildir. Bilindiği gibi bu ilim de diğer şer'i ilimler gibi sonradan hayat bulmuştur. Bu bakımdan biz, burada Abdullah'dan rivayet edilen ve daha sonraları ilmi kelâmın birer konusu haline gelen birkaç mesele üzerinde kısaca duracağız.
Abdullah iman etmiş olan her insanın kat'i olarak cennetlik olduğuna inanmasını isterdi. Bu sebeble Abdullah bir mü'minin «Ben inşaallah mü'-minim» demesine taraftar değildi. Abdullah'ın bu konudaki konuşmalarından bu mana anlaşılmaktadır. Bir kimse Abdullah'ın yanma gelmiş ve «Ben mü'minim» demişti. Abdullah ona «Öyle ise ben cennetteyim de» mukabelesinde bulundu.516 Yine bir kimse Abdullah'a gelerek bir kervan gördüğünü ve bu kervan sahiplerinin kimler olduğunu sorduğunu, onların da « Biz mü'minleriz » dediklerini nakletmişti. Abdullah bunu dinledikten sonra, «Neden biz cennet ehlindeniz demediler» dedi. 517 Bu münasebetle Abdullah'ın da «Ben mü'minim» dediği rivayet edilmektedir. 518Bu hususu başka bir hadisede daha açık olarak görüyoruz. Abdullah'a bir kimse gelmiş ve «Allah için söyle, insanların asr-ı saadetde, içi dışı mü'min, içi dışı kâfir ve dışı mü'min içi kâfir olarak üç kısma ayrıldığını biliyormuydun?» demişti. Abdullah, evet dedi. O kimse «Öyle ise Allah için söyle sen bunların han-gisindensin?» deyince, Abdullah, «Ya Rabbi, ben içi ve dışı mü'min olanlardanım, »diyerek daha sonra «Ben mü'minim» dedi. 519 Bütün bunlardan anlaşılan Abdullah'ın «Ben mü'minim» ifadesine muttasıl olarak «İnşaallah» terkibinin kullanılmasına taraftar olmadığıdır. 520
Abdullah b. Mes'ûd'dan Cehennemle ilgili olarak şeklinde bir rivayet521varsa da Abdullah'ın gerek Kur'an ve gerekse bu husustaki genel ifadelerinden anlaşılan manaya göre, böyle bir kanaate sahip bulunmuş olması mümkün değildir. Zira müşriklerin cehennemde, mü'minlerin de cennetde ebedi olarak kalacakları hem Kur'an ve hem de hadislerin ifadelerinden sarahaten anlaşılmış bulunmaktadır. Kur'andaki bu hususa delalet eden ayetler yanında müteaddit hadis kitaplarında zikredilen 522 şu hadisi de bir delil olarak alabiliriz.
Bundan başka Abdullah b. Mes'ûd da (hakları) inim inim inlemektir onların (tapılanların). Bunlar orada da (sağır olup bir şey) duyamayacaklardır. ayetini 523 izah ederken cehenneme ebedi olarak gireceklerin ateşten yapılmış tabutlara konulacaklarım beyan etmişti. 524 Bu da yukarıdaki fikrin Abdullah'a isnat edilemiyece-ğini göstermektedir.
Abdullah b. Mes'ûd büyük günahların insanı islâm dininden çıkaramıyacağı kanaatindedir. Abdullah'ın bu görüşünü Küfe'de hazinedarlık görevini ifa ederken yaptığı şu konuşmadan anlıyoruz. Abdullah diyor ki 525

6 -Talebesi :

Abdullah b. Mes'ûd'un bilhassa fıkh, kıraat ve tefsir ilimlerinde yetiştirdiği birçok talebesi vardır. Biz bu bahiste ileri gelenlerinden bazılarının çok kısa olarak hal tercümelerine temas edecek, onları biraz da olsa tanıtmaya çalışacağız.526

a) Tefsir İlminde Yetiştirdiği Talebesi :

Alkame b. Kays : Künyesi Ebû Şibl'dir. el-Esved b. Yezid'in amcasıdır. Yukarıda da temas ve izah ettiğimiz gibi Abdullah b. Mes'ûd seyr ve sülûkunda Hz. Peygambere benzerdi. Alkame de sahabe arasından en çok Abdullah'a benzerdi. 527Alkame Abdullah b. Mes'ud'a Kur'an okuduğu zaman Abdullah ona «Annem ve babam feda olsun sana, oku, güzel ses Kur-an'm ziynetidir,» derdi. 528Gayet güzel Kur'an okuyan Alkame, Kur'a-m beş günde hatmederdi. 529Abdullah b. Mes'ûd teşehhüdü Alkame'ye tıpkı Kur'andan bir sûre öğretir gibi okutmuştur. Abdullah ile Alkame arasında Kur'an müzakeresi yapılır ve biri diğerinin ezber olarak okuyacağı herhangi bir sûre veya ayeti dinlerdi. Birgün Abdullah b. Mes'ûd içinde «Bakara» zikredilen sûreyi ezbere baştan aşağı okumuş ve Alkame'den de kendisini dinlemesini istemişti 530Alkame daima ilmin müzakere edilmesini tavsiye eder ve müzakerenin, ilmin hayatı olduğunu söylerdi 531Abdullah'ın fıkh bilgisini en güzel bir şekilde bize aktaran Alkame olmuştur. Bu bakımdan Ibnü'l-Cezeri onun hakkında tabirini kullanır 532Abdullah, Alkame'yi çok takdir ederdi. Bir defasında da kendisine «Eğer Rasûlüllah seni görmüş olsaydı memnun olurdu» dedi. 533Yine Abdullah b. Mes'ûd Alkame için «Benim bildiğimi Alkame de bilir» der 534ve böylece Alkame'nin faziletine işaret ederdi. Alkame Hz. Peygamber henüz hayatta iken dünyaya gelmiş ve Ömer, Osman, Ali ve Abdullah b. Mes'ûd gibi tanınmış sahabeden rivayetlerde bulunmuştur. Talebesi arasında Abdullah b. Mes'ûd'u en yakından tanıyan Alkame idi. Hatta bu hususla «Alkame'yi gördükten sonra Abdullah'ı görmemek hiç bir şey değildir» denilmektedir. 535
Ahmed b. Hanbel Alkame'nin itimat edilir bir kimse olduğunu söylemiştir. 536
Mesruk b. el-Ecda': Künyesi Ebû Aişe idi. Ömer zamanında bir heyetle birlikte Ömer'e gelmişti. Ömer, kim olduğunu sordu. Mesruk, el-Ecda' dedi, Ömer, «Ecda' şeytandır, adın Abdurrahman» diyerek ona Abdurrabman ismini verdi.537 Kadisiye savaşma iki kardeşiyle birlikte katılmıştı. Her iki kardeşi de ölmüş, Mesruk ise aldığı yaralar neticesinde çolak olarak kalmıştı. 538 Ramazanda teravih kıldırır ve içinde Ankebud zikredilen sûreyi bir rek'atta okurdu539Çoğu zaman «İlim olarak insana Allah'tan korkmuş olması kâfidir. Cehalet olarak da yaptığı işleri beğenmesi yeter.» derdi. 540İbadete çok düşkün bir insandı. Çoğu vakitlerde ayakları şişinceye kadar ibadet ederdi. 541Bir müddet kadılık görevini ifa etmiş bulunan Mesruk, bu iş için hiç bir ücret almamıştır. 542 Fetva yönünden Mesruk'un Şüreyh'den daha bilgili olduğu, fakat Şüreyh'in de kada cihetinden Mesruk'a nisbetle daha alim olduğu söylenmektedir. 543Bununla beraber Şüreyh birçok hususlarda Mesruk ile istişarelerde bulunurdu. Tabiin arasında Mesruk'un kıymeti oldukça fazladır. Hatta Alkame'den sonra Mesruk üzerine hiç kimse tercih edilmemektedir. 544Mesruk, kıraatini bizzat Abdullah, b. Mes'ûd'dan almıştır. Mesruk gerek Kur'an ve gerekse tefsir derslerinin mescidde yapıldığını beyan ederek diyor ki: «Abdullah bize mes-cidde Kur'an okutur, daha sonra da oturup halkın sorduğu mes'elelerin cevaplarını verirdi. 545Mesruk, Ebû Bekr zamanında Medine'ye gelmiş 546ve daha sonra da Kûfe'ye giderek oraya yerleşmişti. Kendisine Mesruk denilmesinin sebebi küçükken çalınıp daha sonra bulunmasından ileri gelmektedir. 547
Mesruk da gayet takva ve fazilet sahibi bir kimse idi. eş-Şa'bi «Mesruk-tan daha çok ilme düşkünlüğü olan bir kimse görmedim» demektedir. 548
el-Esved b. Yezid : Künyesi, Ebû Amr idi. Alkame b. Kays'm kardeşinin oğludur. el-Esved, yaş bakımından Alkame'den daha büyüktür. Fazilet ve takva sahibi olan el-Esved, bütün günlerini oruçlu geçirirdi. Hatta çok sıcak günlerde bile oruç tutar, sıcaktan dili kararırdı. 549 Alkame kendisine «Cismine neden bu kadar azap ediyorsun» dediği zaman «Onun rahatını istiyorum da ondan» cevabını verdi. 550 Fazla oruç tutmuş olmasından da gözlerinden birini kaybetmişti.551 Namaz vakti gelir gelmez her nerede olursa olsun durur ve namazını eda ederdi. Yetmiş defadan daha fazla hac etmiş olduğu söylenmektedir. 552 Ramazan ayında her iki güne bir Kur'am hatmederdi. 553 Hz. Aişe Irak halkından en çok el- Esved'i takdir ettiğini söylemiştir. 554 el-Esved, kıraatini bizzat Abdullah b. Mes'ûd'dan almıştır. 555el-Esved'in Ebû Bekr, Ömer Ali ve Bilâl ile beraber daha başka sahabilerden de rivayetleri vardır. Ahmed b. Han-bel el-Esved'in de itimat edilir bir kimse olduğunu söylemiştir. 556
Mürra el-Hemdânî : (Ö.76/695) Takva ve fazilet sahibi bir kimse idi. Hz. Ebû Bekr, Ömer, Âli ve daha başka sahabilerden de rivayetlerde bulunmuştur. 557
eş-Şa'bî : Şabi'nin Künyesi, Ebû Anır idi. Çok ince yapılı ve haddinden fazla zayıftı. 558 Kendisine neden çok zayıf düştüğü sorulduğu zaman «Ana karnında sıkıştırıldım da onun için zayıf düştüm» der 559ve ikiz doğduğuna işaret ederdi. Birçok fıkhı meselelerde fikrini söylemekten çekinirdi. 560 Bir gün İbrahim en-Nehaî'ye bir mesele sorulmuştu. İbrahim o meseleyi bilmediğini söyledi ve o anda oradan geçmekte olan eş-Şa'bi'ye sormalarını tavsiye etti. Ancak sorulan meselenin cevabını eş-Şâ'bî'de bilmediğini söyledi. Bunu duyan İbrahim kendini tutamayıp «Vallahi işte fıkh budur» dedi. 561eş-Şa'bî Küfe şehrinde bir müddet kadılık görevini ifa etmiştir. 562
Büyük ilim adamlarından Mekhul (Ö. 112/730) «Şa'bi'den daha çok fıkh bilen bir kimse görmedim» demektedir 563Ashabtan müteaddit kimselerin bulundukları yerlerde bile Şa'bi'den bir takım meselelerin sorulması onun ilmi derecesindeki üstünlüğü göstermektedir. 564
el-Hasenü'1-Basri : (Ö. 110/728) Fasahat ve belagat sahibi, abid ve zahid bir kimse idi.565 Hasen'in, Ali, Abdullah b. Ömer ve Enes b. Malik gibi kimselerden rivayetleri vardır. Tefsir ilminde ileri gelen tabiin arasında yer alan Hasen, ilmi itibariyle birçok kimselerin takdirini kazanmıştır. Hatta Enes b. Malik «Hasen'e müşkillerinizi sorunuz» demektedir. 566 Katade de (Ö. 110/728) «Görüştüğüm fikh bilginlerinin en üstünü Hasen'dir» demekle 567onun ilmi derecesine işaret etmiştir.
Katâde : Arab dilini hakikaten çok güzel bir şekilde elde etmiş olan Katade, Basra şehrinde sakin bulunuyordu. Çok kuvvetli bir hafızaya sahipti. Ancak kaza ve kader meselelerinden dolayı bazı kimseler Katade'den rivayet etmekten sarfınazar etmişlerdir. 568Katade de bir çok tabiin gibi kendisine güvenilir bir kimse idi. 569

b) Kıraat İlminde Yetiştirdiği Talebesinden Bazıları :

Tefsir ilminde olduğu gibi Abdullah b. Mes'ûd'un kıraat sahasında da yetiştirmiş olduğu pek çok talebesi vardır. Şimdi bu sahada isim yapmış kimselerden birkaçı üzerinde duralım.
Ebû Abdirraiırnan es-Sülemî : (Ö. 73/692) Asıl adı Abdullah b. Habib idi. Kur'an okuma ve okutmaya karşı duyduğu rağbet ve arzunun, Hz. Osman'dan rivayet edilen hadisinden 570ileri gelmiş olduğunu söylemiştir. 571es-Sülemî bütün kıraatlerini Abdullah'-dan almış değildir. Bir kısmını da Ali'den almıştır. 572Kıraat hakkında yaptığı bir konuşmasında şöyle demektedir: «Biz Kur'an'ı, on ayet öğrenip o on ayetle amel etmesini de öğrenmedikçe ikinci bir on ayete geçmediklerini bize bildirmiş olan kimselerden öğrendik. Biz de Kur'an'ı öğrenirken onunla amel etmeyi de öğrenirdik. 573 es-Sülemî yirmi ayet akşam, yirmi ayet de sabah okutmayı bir prensip haline getirmişti. Bundan başka Kur'an öğretimi için ücret de almazdı. Hatta bir defasında bu sebeble kendisine gönderilen hediyelerin geri iade edilmesini istemiş ve «Biz Allah'ın kitabını öğretmekten ücret almayız» demiştir. es-Sülemî de Abdullah b. Mes'ûd gibi «Ben inşaallah mü'minim» şeklinde bir ifadenin kullanılmasına taraftar olmazdı. Böyle diyen birine de bir gün «İnşaalah bu gökyüzüdür desen olur mu?» cevabını vererek böyle bir anlayışa taraftar olmadığını belirtmiştir.574
Ebû Amr eş-Şeybanî : (Ö.98/716) Kıraat ilminde bir hayli şöhrete sahip bulunan Ebû Amr, Abdullah b. Mes'ûd, Ali ve Ömer'den rivayetlerde bulunmuştur. 575 Yüz yirmi sene kadar yaşamış olduğu söylenmektedir. 576
Zeyd b. Vehb : Künyesi Ebû Süleyman'dır. Ömer, Ali ve daha başka sahabelerden rivayetlerde bulunmuştur. Hz. Peygamber'i görmek için yola çıkmış fakat bu gayesine ulaşamadan vefat etmiştir. 577 Kıraatini Abdullah b. Mes'ûd'dan almıştır. 578
Amr b. Şurahbil : Ebû Meysera el-Hâmdânî. Bir müddet Vadia oğulları mescidinin imamlık görevini yapan Amr b. Şurahbil 579ile Abdullah b. Mes'ûd arasında bazı lüğavi müzâkereler geçerdi. 580 Herhangi bir cenaze için adam çağırmanın cahiliye adetlerinden olduğunu söyleyen 581Amr b. Şurahbil, öldüğü zaman kimsenin çağrılmamasını vasiyet etmişti. Aynca namazının da meşhur kadı Şüreyh tarafından kıldırılmasın! istemişti. 582Kıraatini Abdullah b. Mes'ûd'dan almış 583olan Amr, çok zahit ve takva sahibi bir insandı 584
Abîde b. Kays es-Selmânî : (Ö. 72/691) Hz. Peygamber'in ahirete ir-tihallerinden iki sene kadar önce müslüman olmuştur. 585Fakat Hz. Peygamber'i görmemiştir. Abdullah b. Mes'ûd'un talebesi arasında hakikaten zikre değer bir mevkiye sahiptir. Abdullah'ın ileri gelen îalebesi arasında yapılan takdim ve tehirde Abîde'yi ilk olarak sayanlar bulunduğu gibi, AI-kame'den sonra sayanlar da vardır. 586 Hammad ise daima Abîde'yi tercih eder ve onu Alkame'den de üstün görürdü. 587Alkame ve Abîde, yapılan her türlü takdim ve tehirde daima önde bulunurlardı. Üstün bilgi ve meziyetlerine rağmen Abîde de bir kısım tabiin ve sahabe gibi ayetlerin tefsirinden kaçınırdı. 588Vefat ettikten sonra cenaze namazının el-Esved b. Yezîd tarafından kildırılmasını vasiyet etmişti589
Bunlardan başka el-E;;ved b. Yezîd, Alkame b. Kays ve Mesruk'u da Abdullah'ın, kıraat ilminde şöhret yapmış talebesi arasında zikretmemiz mümkündür. Bu dıaıım, bu üç kimsenin muhtelif ilim dallarında ihtisas sahibi olduklarını göstermektedir. İbrahim en-Nehai, Abdullah b. Mes'ûd'un Kur'an öğretimi yapmakla meşhur olmuş talebesini sayarken Alkame b. Kays, el-Esved b. Yezîd, Mesruk b. el-Ecda', Abîde b. Kays ve Amr b. Şurahbil'i de saymıştır. 590Abdullah b. Mes'ûd'a kıraatlerini arzedenler arasında ise el-Esved b. Yezîd, Zirr b. Hubeyş, Alkame b. Kays, Abîde b. Kays, Amr b. Şurahbil, Ebû Abdirrahman es-Sülemî, Ebû Amr cş-Şeybanî, Zeyd b. Vehb ve Mesruk'u da görmekteyiz . 591

c) Fıkh İlminde Yetiştirdiği Talebesinden Basıları :

Abdullah b. Mes'ûd'un tefsir ve kıraat ilimlerinde olduğu gibi fıkh ilminde de yetiştirdiği çok değerli talebesi vardır. Bunlar arasında yine Alkame, Mesruk, eş-Şa'bi de bulunmaktadır. Bunlardan başka Said b. Cübeyt'i de (Ö. 94/712) burada zikretmemiz gerekir. Said'in künyesi Ebû Abdil-lah'dır. İttifakla kabul edilen husus Said'in hakikaten büyük fıkh bilginlerinden biri olduğudur. 592Said'in Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Abbas'tan rivayetleri vardır. 593Abdullah b. Ömer, kendisine sorulan bir feraiz meselesinin Said b. Gübeyr'e sorulmasını istemiş ve «O, hesabı, benden iyi bilir» demiştir. 594 Kıraat ilminde de ileri gelenler arasında yer alan Said b. Gübeyr, her iki gecede bir defa Kur'an'ı hatmederdi. 595 Yanında, herhangi bir kimsenin dedikodu yapmasını istemezdi. Böyle bir harekette bulunan olursa ona «Şayet dedikodu yaptığın kimse hakkında konuşmak istiyorsan git ve yüzüne söyle» diye tenkitte bulunurdu . 596
Burada kısaca hal tercümelerine temas ettiğimiz şu bir kaç kimse gibi Abdullah b. Mes'ûd'un çeşitli ilim dallarında yetiştirdiği çok kıymetli ilim ve irfan sahipleri vardır ki onların hepsinden burada söz etmek imkân dahilinde değildir.597

G. Şahsiyeti

1- Cahiliye Devrinde İbn Mes'ûd :

Eserimizin başında da söylediğimiz gibi Abdullah b. Mcs'ûd'un İslâmdan önceki hayatı hakkında pek az bir bilgiye sahip bulunuyoruz. Abdullah'ın anne ve babasının fakir kimseler olduğu muhakkaktı. Bu bakımdandır ki Abdullah b. Mes'ûd İslâm dinine girmezden önce bir müddet Ukbe b. Ebî. Muayt'ın koyunlarım otlatmıştı. Müslüman olduktan sonra da zenginler arasına girmiş değildir. Eğer cahiliyye devrinde Abdullah b. Mes'ûd'un babası ve annesi varlıklı kimseler olsaydı onun Ukbe b. Ebî Muayt'm koyunlarına çobanlık ettiğini görmezdik. Bunlarla beraber Abdullah b. Mes'ûd bazı Ku-reyşli gençler gibi gayri meşru bir hayat peşinde koşmamıştı. Burada da daha önce söylemiş olduğumuz sözü tekrarlıyacak ve Abdullah'ın hakiki hayatının İslâm oluşundan sonra başlamış olduğunu ileri süreceğiz.598

2-İslâmın Yetiştirdiği İbn Mes'ûd :

a) Fazileti Ve Takvası :

Hiç şüphe yokki Abdullah b. Mesûd, fazilet ve takva bakımından ashabın ileri gelenlerindendi. Ayrıca Hz. Peygamber'e en yakın kimselerden biri olarak da tanınmıştı.599 Bilhassa Abdullah b. Mes'ûd'un Hz. Peygamberin huzuruna izinsiz olarak girebilmesi, 600onun faziletini bir kat daha artırmış bulunuyordu.
Muaz b. Gebel'in bir öğrencisi vardı. Muaz son nefeslerini alıp verirken başına oturmuş ağlıyordu. Muaz neden ağladığım sordu. O, «Efendim, sizden elde ettiğim dünyalık için ağlıyor değilim. Kaybedeceğim ilme ağlıyorum» dedi. Bunun üzerine Muaz b. Cebel «İlim henüz yokolup girmiş değildir. İlim istiyorsan benden sonra onu Abdullah b. Mes'ûd, Abdullah b. Selâm (Ö.43/663), Ömer ve Selman'dan (ö. 36/656) öğrenebilirsin» cevabını verdi. Muaz b. Cebel'in vefatından sonra bu kimse doğru Abdullah b. Mes'ûd'un bulunduğu Küfe şehrine gitti. Muaz'm vefatını duyan Abdullah çok üzüldü ve dedi. Yanında bulunanlar da bu cümleyi onunla beraber tekrarladılar. 601Ashaptan pek çoğu Abdulla fazileti hakkında çeşitli şeyler söylemişlerdir. Ömer ayağa kalkan Abdullah'a bakarak onu ilim dolu küçük bir kaba teşbih etmişti. 602Ali'nin Küfe'de bulunduğu bir sırada yanına bazı kimseler gelerek «Ey mü'minlerin emiri, Abdullah b.Mes'ûd'dan daha güzel bir ahlâka sahip, daha güzel ilim öğreten, daha hoş sohbet ve daha çok takva sahibi bir kimse görmedik» demişlerdi. Bunun üzerine Ali, «Allah aşkına, bu sözlere inanarak mı söylüyorsunuz ?» dedi. Onlar, «Evet» deyince de «Şahit ol Ya Rab, Abdullah hak-Tanda ben onların dediklerinden daha da fazlasını söyliyebilirim» cevabını verdi 603 Siz insanlar için (insanlığın faidesi için gaybtan, yahut levh-ı mahfuzdan seçilip) çıkarılmış en hayırhb ir ümmetsiniz-ayetinin 604Abdullah b.Mesûd, Sâlim,Übeyy ve Muaz hakkında nazil olduğu da söylenmektedir. 605 Abdullah b.Mes'ûd Hz. Peygamber'e karşı duyduğu sonsuz hürmet ve saygıdan dolayı onun ağzından diyerek bir hadis zikretmezdi. Bu hususta konuşan Alkame diyorki: «Abdullah bize her perşembe akşamı kısa bir konuşma yapardı. Bir defadan başka onun dediğini duymadım. dediği zaman dayanmakta olduğu bastonuna baktım, baston titriyordu. 606 Abdullah'ın çok kısa boylu, 607 hatta bazı oturanların onun boyunda olması608faziletinden bir şey •eksiltmemiştir. Abdullah'ın vefatından sonra sahabeden ikisi konuşuyordu: Biri diğerine «Abdullah öldü, acaba kendi gibi birini bıraktımı dersin?» dedi. Diğeri, «Öyle diyorsun ama, biz Hz. Peygamberle olamadığımız zaman o olur, biz Rasûlüllah'm yanına alınmadığımız zaman o alınırdı» cevabını verdi. 609 Abdullah b.Mes'ûd bazı yakınlarıyla birlikte yapılması çok güç olan şeyleri bile göze alarak Allah'a (c.c.) daha yakın olmak istiyordu. Rivayete göre Abdullah, Ali ve Osman b.Mez'ûn evlerine çekilerek kadınlarından uzaklaşmışlar, güzel giyinip, yemeyi nefislerine haram kılmışlardı. Bundan sonra İsrail oğullarının seyyahları gibi giyip, onlar gibi yiyeceklerdi. Hatta bu hususta kısırlığı bile göze almışlardı. Gündüzleri oruç tutup geceleri de sabahlara kadar ibadetle meşgul olmaya başladılar. Onların bu davranışları karşısında
Ey iman edenler, Allah'ın size helal ettiği o en temiz ve güzel şeyleri (nefsinize) haram kılmayın. Haddi aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez-ayeti 610nazil oldu. 611Abdullah Zü'1-Bicâdeyn. Tebük'de vefat etmişti. Akşama doğru hazırlanan kabre bizzat Hz. Peygamber inerek Abdullah'ı kabrine yerleştirdi. Daha sonra da «Ya Rabbi, ben ondan razıyım, sen de razı ol» dedi. Gözlerinden gelen bir kaç damla yaşla bu hadiseyi seyreden Abdullah b. Mes'ûd «Ne olurdu, şu kabrin sahibi ben olsaydım» diye yakındı. 612 Karanlık bi~ geceydi. Mescit tarafından hazin bir ses geliyordu. Diyordu ki: «Ya Rabbi, sen emrettin, ben de (elimden geldiği kadar) emirlerine uymaya çalıştım. İşte seher vakti. Affet beni». Bu ses Abdullah'ın sesiydi. 613 Takva sahibi ve mütevazi olduğundan kullandığı yüzük bir dem'ir parçasından yapılmıştı. 614
Abdullah b. Mes'ûd, her zaman ölüm için hazırlıklı olmadığını söylerdi. 615Hatta yaptığı bir konuşmada öldükten sonra tekrar dirilip Allah huzuruna çıkmamayı bile temenni etmişti. 616 Abdullah'ın bir gün müteaddit defalar Allah'ın kitabını en iyi bilen bir insan olduğunu söylemiş olması takva ve tevazuu ile bir zıddiyet teşkil etmez. Çünkü Abdullah'ın bu beyanı, 617Allah'ın kendisine verdiği bir ni'meti izhar etmekten başka bir şey değildi. Bu ise onun mertebemde ve hatta daha aşağı mertebelerde olan kimseler için caizdir. Hz. Peygamber de Kur'an'ın dört, kişiden alınmasını beyan ettiği hadisinde 618ilk olarak Abdullah'ın ismini zikretmişti. Bu da
Abdullah'ın asla unutulmıyacak taraflarından biridir. Abdullah b. Mes'ûd, Ebû Musa, Huzeyfe ve daha başka bir kısım sahabe bu-raber bulunuyorlardı. Namaz vakti gelmişti. İmamlık için herkes diğerine teklif yapıyordu ve onun imamlık yapmasını istiyordu. Nihayet Abdullah b. Mes'ûd imam oldu ve onlara çok hafif bir namaz kıldırdı. Daha sonra Abdullah oradan ayrılınca oradakiler «Abdullah, Rasûlüllah'm nasıl namaz kıldırdığını hakikaten çok güzel öğrenmiş» diye konuştular. 619Abdullah b. Mes'ûd ne suretle olursa olsun kendisine gösterilen en küçük bir yakınlığı bile karşılıksız bırakmak istemezdi. Bir gün bir Hiristiyanla yol arkadaşlığı yapmıştı. Ayrılmak üzereyken de Abdullah b. Mes'ûd Hrıstiyana ^MJI dUş diyordu. Yanında bulunanlardan biri «Neden böyle selâm veriyorsun» deyince Abdullah «Yol arkadaşlığının hakkı "için» cevabını verdi. 620Ashabtan pek çoğu Hz.Peygamberden sonra:Kur'anı eri güzel bilenin Abdullah b.Mes'ûd olduğunu açık açık söylerdi621
Hz. Peygamber'in ilmi, Abdullah b.Mes'ûd, Ali, Ömer, Zeyd b.Sabit, Übey b. Ka'b ve Ebû-d-Derdâ olmak üzere altı kişide son bulmuş, 622 bu altı kişinin ilmi de Abdullah ile Ali'de toplanmıştı. 623 Mesruk diyor ki: «Hz. Peyamber'in ashabından bir kısmiyle beraber bulundum. Onların hepsi de (sanki birer) ilim gölü idi. Bunlar arasında ilmiyle bir kişiyi, iki kişiyi, on kişiyi ve hatta yüz kişiyi doyurup kandıran ilim sahipleri vardı. Bazıları da yeryüzündeki bütün insanlara yetecek kadar ilme sahipti. îşte Abdullah, böyle bir ilim deryasına sahipti» 624Ebû Musa el-Eş'arî, müteaddit defalar Abdullah fo.Mes'ûd'un ilmî derecesine temas ederek «Bu büyük bilgin aranızda oldukça bana bir şey sormayın» demiştir. 625Ömer bir gün içlerinde Abdullah b. Mes'ûd'un da bulunduğu bir kervana raslar. Yanmdakilerden birine kervanın nereden gelmekte olduğunu sormasını emreder. Bu soruya, Abdullah karşı taraftan diye cevap verir. Ömer «nereye gidiyorsunuz» diye sorar. Abdullah bu defa mukabelesinde bulunur. Bunun üzerine Ömer, bu kervanda büyük bir bilgin olduğunu anlar. Yanındakilerden birine Kur'amn en büyük ayetinin hangi ayet olduğunun sorulmasını söyler. Abdullah bu ayetin ayetü'l-kürsî olduğunu bildirir. Ömer, Kur'amn en muhkem ayetinin hangisi olduğunun sorulmasını ister. Abdullah bunun üzerine ayetini626 okur Ömer tekrar «Kur'amn en cami' ayeti hangisidir.» der. Abdullah da işte kim zerre ağırlığınca bir hayır yapıyor(idiy) se onu ( n sevabını) görecek, kim de zerre ağırlığınca şer yapıyor (idiy) se onu(n cezasını) görecek-ayetim 627okur. Bu defa Ömer «Sorun bakalım, Kur'amn en korkutucu ayeti hangisidir» der. Abdullah karşı taraftan İş) ne sizin kuruntularınızla, ne de ehli kitablarm kuruntularıyla (olup bitmiş) değildir. Kim bir kötülük yaparsa onunla cezalanır ve o, kendisine Allah'dan başka ne bir yâr, ne bir medetkâr da bulamaz-ayetini 628tilâvet eder. Daha sonra Ömer Kur'amn en ümit verici ayetinden sual ettirir. Bu sefer de Abdullah b.Mes'ûd De ki: Ey kendilerinin aleyhinde (günahda) haddi aşanlar, Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları yarlığar. Şephesiz ki O, çok yargılayıcıdır, çok esirgeyicidir-ayetiyle 629cevap verir. Bütün bunlardan sonra Ömer «Allah aşkına şunlara sor bakalım, aralarında Abdullah b.Mes'ûd varmı ?» der. Sorulduğu zaman hakikaten aralarında Abdullah'ın olduğu görülür. 630
Hz. Peygamber bir hadisinde «îbn Mes'ûd'un sözüne ve bilgisine güvenin» demiştir. 631Bir başka hadiste ise «Eğer ben bir kimseyi istişare etmeksizin, emir tayin etseydim îbn Mes'ûd'u tayin ederdim» denilmiştir. 632 İbrahi
en-Nehaî, Ömer ve Abdullah b.Mes'ûd bir meselede birleştikleri zaman onların bu kanaatlerinden asla başka tarafa meyletmezdi. Şayet ayrılacak olurlarsa o zaman İbrahim, Abdullah'ın fikrine uyardı. 633Hz. Peygamber'in evine en çok girip çıkanlardan biri de Abdullah b.Mes'ûd idi. Hatta bazıları onu Hz. Peygamber'in evi halkından zannederlerdi. 634Ebû Musa el-Eş'arî'den bir veraset meselesi sorulmuştu. Ölen kimsenin bir kızı, oğlunun kızı ve bir de kız kardeşi vardı. Ebû Musa kalan malın yarısının kıza ve yarısının da kız kardeşe verilmesi lâzım geldiğini söylemişti. Mesele Abdullah'a soruldu ve Ebû Musa'nın da fikri söylendi. Abdullah kıza yarım, toruna südüs ve geri kalan malın da kız kardeşe verilmesini söylemişti. Bu durum Ebû Musa'ya anlatıldığı zaman «Bu kimse aranızda iken bana birşey sormayın» dedi. 635Abdullah'ın şerefli işlerinden biri de Resûlüllah'dan sonra ilk olarak Kur'an'ı müşriklere karşı Mekke'de cehren okumasıdır. 636 O ana kadar Kureyş müşrikleri Kur'an'm cehren okunduğunu duymamışlardı. Buna cesaret eden Abdul-Uah, müşriklerin toplu oldukları bir yere giderek er-Rahman sûresinden bir miktar okudu. Müslümanlar Abdullah'ın gitmesini istemiyorlardı. Çünkü her an ona bir hakarette bulunulması ihtimal dahilinde idi. Ayrıca Abdullah'ın bünye itibariyle bu gibi hareketli işlere isti'dadı yoktu. Sonunda Abdullah biraz da hırpalanmış olarak müslümanlarm yanına döndü. Onlar «Bizim korktuğumuz da işte bu idi »dediler.
Muaz b. Cebel'in hastalığı artmıştı. Etrafındakiler kendisine «Ya Eba Abdirrahman, bize bir tavsiyede bulunsan» dediler. Muaz uzanmakta olduğu yatağında yamndakilerin de yardımıyla doğruldu ve onlara «Hakiki ilii» ve iman ancak dört kişidedir. Bunlar Abdullah b. Mes'ûd, Ebu'd-Derdâ,. Selman ve Abdullah b. Selâmdır» dedi 637Fakat Muaz b. Cebel'in bu-sözü, bu dört kimsenin bütün ashabtan daha faziletli olduklarının bir delili; değildir. Muaz b. Cebel bu konuşmasıyla yanındakileri, bu dört kimseden, istifade etmeleri için teşvik etmek istemiştir.
Hz. Peygamber her zaman «Ümmetim için İbn Ümmi Abd'in rıza. gösterdiği şeylere ben de razıyım. Rıza göstermediklerine de razı değilim» derdi. 638 Hz. Peygamber'in Abdullah b.Mes'ûd hakkındaki bu iltifatı, onun ilim, ahlâk ve faziletini beyan etmektedir. Hz.Peygamber bir gün kısa bir konuşma yapmıştı. Daha sonra Ebû Bekr'in konuşmasını istedi. Ebû Bekr'in yaptığı konuşma Hz. Peygamber'in konuşmasından biraz daha kısa idi. Daha sonra Ömer'in konuşması istendi. O da Ebû Bekr'in konuşmasından biraz kısaca bir konuşma yaparak oturdu. Bundan sonra başka kimselerin konuşmaları istendi ve sıra ile birer birer konuştular. Nihayet Hz. Peygamber, «Eyîbn Ümmi Abd,kalk konuş» dedi. Abdullah ayağa kaIwı, Allah'a hamd ve senada bulunduktan sonra dedi ki :
Bu konuşmayı dinleyen Hz.Peygamber «İbn Ümmi Abd çok doğru söyledi, çok haklı konuştu, bundan daha iyisi olamaz» diyerek onun konuşmasını tasvip etti.639
Irak halkından bazı kimseler Ömer'e gelerek Şamlıların kendilerine nis-beten daha nasipli olduklarını söylemişlerdi. Ömer bunun sebebim sorunca onlar, Şam'a çok kıymeti i kişilerin gönderilmiş olduğunu söylediler. Fakat Ömer «Size de Abdullah b. Mes'ûd'u verdim ya, yetmez mi?» dedi. 640 Bununla beraber Abdullah b. Mes'ûd da Ömer'i çok takdir ederdi. Hatta Ömer'in öldüğünü duyunca kendini tutamayıp uzun müddet ağlamıştı. Daha sonra da «Vallahi Ömer'in bir köpeği sevdiğini bilsem ben de o köpeği severdim» demiştir. 641

b) Hikmetli Sözleri, Hayata Ait Bazı Görüşleri Ve Tavsiyeleri:

Abdullah'ın bu hususlarla ilgili pekçok sözleri vardır. Biz şimdi bun ardan bir kaç örnek vereceğiz.
Tekebbür ve azametle kendini ulu göreni Allah daima hakir ve zelil kılar. Allah korkusu ile mütevazi davrananı da daima yüceltir.642
Halk, güzel sözler ediyor, güzel konuşuyor. Bunlar arasından sözü, yap tığı işe uyanlar nasiplerini almış ve muvaffak olmuş kimselerdir. Sözleri yaptıklarına uymayanlar ise kendi nefislerini tevbih ediyorlardır. 643
Her hangi bir kimsenin ne dünya ve ne de ahiret işiyle meşgul olma yıp boş durduğunu görürsem buğzederim644
İlim ortadan kalkmadan onu öğrenmeye çalışın. İlmin yokolması de mek ilim adamlarının yokolup gitmesi demektir. Her hangi biriniz kendisini
ne zaman ihtiyaç hissedileceğini bilemez. Bundan sonra Kur'anla ameli ter ketmiş oldukları halde sizi Allah'ın kitabına çağırdıklarını iddia eden kimseler göreceksiniz. Bid'attan kaçınıp ilim öğrenin. Kur'am iyi tetkik edin. Çün kü onda bütün ilimler mevcuttur 645
Müslüman bir kimse bazan bir padişah huzuruna girer ve dinini kay betmiş olarak çıkıp gider. Çünkü o, padişahın rızasını almak için Allah'ıı gazabını gerektiren bir söz söylemiştir. Böylece dinini kaybetmiş olu646
(Kur'an ve Sünnet'e) tâbi olunuz ve bid'at çıkarmayınız. Bu size kâfi dir. 647
Halk senin yapacağın konuşmaya rağbet gösterdikçe konuşmana devan et. Onlarda bir isteksizlik görürsen konuşmana son ver. 648
İşlerin en hayırlısı ortasıdır. Az olup da kâfi gelen, çok olup da ser meşgul edenden daha hayırlıdır. Her bakımdan kurtarabileceğin bir nefis İDİr emirlikten daha hayırlıdır. 649
Bir kimsenin namazını uzatıp konuşmalarını kısa yapması, İslâmı iyi öî renmiş olduğunun en büyük delilidir650
Bana zulmeden herhangi bir insana ben, merhamet ve şefkatle muamele edebilirim.651
Allah kalplerden merhamet ve şefkatini eksik etmesin. Bedenlerin yorulup yıprandığı ve usandığı gibi kalpler de bıkar ve usanır. Kalpleriniz için hikmet dolu sözler arayıp onları dinlendirin. 652
Bir köpeği küçümseyip onunla alay etsem, köpek olmaktan korkarım 653
Bir kimse Abdullah'a «Bana nasihat et» demişti. Abdullah «Evin sana yetsin, dilini muhafaza et ve hatalarını hatırlayıp ağla» dedi. 654
Ben her zaman halkla beraberim diye onların her şeyini körü körüne benimseme. Hele, onlar hidayette, olurlarsa ben de olurum. Onlar hak ve hakikatten ayrılırlarsa ben de ayrılırım deme. Her biriniz, halk hep birden dininden ayrılmış olsa bile müslüman kalabilecek bir şekilde nefsini terbiye etsin. 655
Hakiki ilim, rivayet çokluğ» değildir. İnsana Allah korkusu veren hakiki ilimdir. 656
Abdullah'ın yanma acem beylerinden bazı kimseler gelmişti. Halk onların son derece sıhhatli olmalarından şaşırıp kaldılar. Bunu gören Abdullah dedi ki: «Siz müslüman olmıyanları sağlam bünyeli ve hasta kalpli olarak görürsünüz. Bir mü'mini de sağlam kalpli ve hasta bedenli bulursunuz. Allah'a yemin ederim ki eğer kalbiniz hasta olur, bedenleriniz de sıhhatli bulunursa Allah katında pislik içinde yaşıyan böcekten daha hakir olursunuz657
Hiç birinizin geceleri boş durup gündüzleri çalışıp çabalamasını istemem . 658
Bir mü'min fakirliği gayri meşru bir kazanca tercih etmedikçe imanın-hakikatine erişemez. 659
Herhangi bir kimsenin kıldığı namaz eğer kendini kötülüklerden alako-yup iyiliklere yöneltmiyorsa o kimse ancak Allah'dan uzaklaşmış olur. 660
Şeytan zikir ve ilim meclisine gelerek oradakilerin arasında fitne çıkarmak ister. Fakat buna muvaffak olamaz. Daha sonra dünya işleriyle meşgul bulunan bir topluluğa gelerek aralarında kavga çıkarıncaya kadar uğraşır. Onlar birbirleriyle kavga ederken ilim sahipleri onların arasını bulur.661
Namazda bulunduğun müddetçe padişahın kapısını çalıyorsun demektir. Padişah kapısı, çalana muhakkak açılır662
İşlediği bazı hatalardan dolayı bir kimsenin bildiği şeylerden bir kısmini unutacağını zannediyorum. 663
İlim meabaları, hidayet lambaları olarak devamlı evinizde bulunun ve karanlıkları boğan nurlar gibi olun. Kalpleriniz taptaze olsun. Böyle olursanız yeryüzü halkından gizli kalır göktekiler tarafından tanınırsınız. 664
Herhangi birinizden bilmediği bir şey sorulacak olursa bilmiyorum desin. Çünkü bu söz ilmin üçte biridir. 665
Abdullah b. Mes'ûd'un yanında Kur'an okuyan ve öğrenen bazı kimseler vardı. Yanma gelen bir bedevi bunların ne yaptıklarını sordu. Abdullah b. Mes'ûd «Hz. Peygamber'in mirasını bölüşüyorlar» dedi. 666
Bir kimse Abdullah'a «Çok az oruç tutuyorsunuz» demişti. Abdullah,. «Oruç benim Kur'an okumama bir dereceye kadar mani oluyor. Bence Kuran okumak oruç tutmaktan daha iyidir» dedi. 667
Geçmişlerin ve geleceklerin bildiklerini öğrenmek istiyen Kur'an'ı iyi incelesin ve manalarını düşünsün. 668
Bir kimse Abdullah'a gelerek bana bir tavsiyede bulun demişti. Abdullah, «Allah, ey iman edenler dediği zaman ona kulak ver. Çünkü ya bir iyilikle emredecek veya bir kötülükten nehyedecektir» cevabını verdi. 669
Bütün mürebbiler verdikleri terbiyenin tezahür etmesini isterler. Allah'ın verdiği terbiye de Kur'an'ın muhtevası dır. 670
Her kim feraiz, hac ve boşanmalarla ilgili meseleleri öğrenmezse çölde yaşıyanlardan hangi esasa göre daha üstün tutulacaktır?.671
Gerek şaka ve gerekse ciddiyet anında yalan asla caiz değildir. İsterseniz Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Bir de sadık olanlarla beraber olun.ayetini 672okuyun. 673
Abdullah b.Mes'ûd fazla konuşmalar yaparak halkı usandırmak istemezdi. Şakik (Ö.64/682) diyor ki : «Camide Abdullah b.Mes'ûd'un gelmesini bakli-yorduk. Bir ara Yezid b.Muaviye en-Nehai (Ö.32/652) geldi ve «Abdullah'ın evine gidip bir bakayım, eğer evde ise belki getirebilirim» dedi. Gidip geldikten sonra, «Abdullah beni beklediğinizi biliyorum, fakat size bıkkınlık vermemek için gelmiyorum diyor», dedi. 674
Her kim bir şeyi biliyorsa söylesin. O şey hakkında bilgisi olmıyan da .Allah bilir desin. Bir kimsenin bilmediği şeyler için «Allah bilir» demesi, onun bilgili oiuşundandır675
Günah işleyen bir kimsenin kalbine siyah bir nokta konur. İkinci bir günah işleyince bir nokta daha konur. Böylece bir müddet sonra kalbi bomboz olur. 676
İşi gücü belli erkekleri fikir ve dinleri itibariyle eksik addedilen kadınlardan daha çok mağlub eden birini görmedim. Dediler ki: «Ya Eba Abdirrahman, dinlerinin noksan oluşu nedendir? » Dedi ki :« Âdet günlerinde namazı terke-derler de ondan.» Yine dediler ki :«Peki fikirlerinin noksan oluşu nedendir?» Dedi ki :« Çünkü iki kadının şahitliği ancak bir erkeğin şahitliğine bedeldir de ondan. 677
Ey insanlar, ilim öğrenin. Öğrendiklerinizle de amel edin. 678
İlim öğrenin. Çünkü herhangi biriniz kendi ilmine ne zaman ihtiyaç duyulacağını bilemez . 679
İnsanın, bilmediği bir şey için «Allah bilir» demesi, bilgili olduğunu gösterir.680
Bid'attan kaçının. 681
Siz, alimi bol, fakat hatibi az olan bir zamanda bulunuyorsunuz. Sizden sonra hatibi bol, alimi az olan zamanlar gelecektir. 682
Bir hadisi bizden duyup da aynen duyduğu gibi nakleden kimseden Allah merhametini eksik etmesin. Çünkü kendisine herhangi bir şey tebliğ edilen çok kimse vardır ki onu duyandan daha nasipli olur. 683
Herhangi bir insan bilgili olarak doğmaz. İlim, ancak öğrenmekle elde edilir. 684
Âlim, müteallim veya dinleyici ol. Sakın dördüncü olup da helak olma. 685
Ben, işlediği hatalar sebebiyle bir kimsenin bildiği bazı şeyleri unutacağına inanıyorum . 686
İlim, sizin gibi yaşlı olgunlarda bulundukça haliniz iyi olmakta devam, edecektir. Gençlere intikal ederse o zaman yaşlılar onlardan öğrenmekten çekineceklerdi. 687
İlim öğrenin. Öğrenince de amel edin . 688
Her kim bir hakkı iade etmek veya bir zulmü gidermek için aracı olur ve kendisine de bu münasebetle bir hediye verilirse bu hediye haramdır. 689
Allah'm senin hakkında ayırdığı kismete razı olursan insanların en, zenginlerinden sayılırsın. Allah'ın haram kıldığı şeylerden sakınırsan insanların en müttekisi olursun. Allah'ın farz kıldığı şeyleri yerine getirirsen abidler sınıfına girersin. Sana merhamet edeni, sana asla merhameti olmayana şikâyet, etme ki Allah'ın yakınlarından olasın . 690
Abdullah b. Mes'ûd'un çoğu zaman yaptığı dua şöyle idi.691
Kalplerin arzulu ve yorgun oldukları zamanlar da vardır. İstekli oldukları zaman fırsatı kaçırmadan istifade edin. Yorgun oldukları zaman da dinlendirin. 692
Annelerinizin yanma girerken, mutlaka izin alın . 693
Evlenmede zenginlik arayın. Çünkü Allah Kur'an'da. 694
Eğer fakir iseler Allah onları (Evlenmeleri sayesinde) fazl (u-kerem) iyle zengin yapar. Allah (in lütfü)boldur, O, her şe-y'i) hakkıyla bilendir.- buyuruyor. 695
Hz. Peygamber'in huzuruna geldiğim zaman bana ümmetimi birbirine düşürdün demesinden korkarım. 696
Abdullah b. Mes'ûd evine geldiği zaman içeriye girmezden önce sesini yükseltir bazanda öksürürdü. 697
Güneş tam batarken namaz kılan bir kimse görmüştü. Yanındakilere «Bunun namazının benim nazarımda hiç bir değeri yok» dedi 698
Kur'anla kalplerinize korku verin. Herhangi birinizin bütün gayesi okumakta olduğu sûreyi bitirivermek olmasın699
Kendisine her sorulana cevap veren kimse mutlaka delidir. 700
Yabancı bir kadınla beraber olmaktansa bana zararı dokunmayan bir şeytanla beraber olmayı tercih ederim701
Abdullah b. Mes'ûd'un bu nasihat ve tavsiyelerinin büyük değerler taşıdığı bir gerçektir.702

3 - Başkaları Nazarında İhn Mes'ûd : Zemler Ve Medihlef

Abdullah b. Mes'ûd'a Nazzam'dan başka herhangi bir kimsenin haddi' aşan tenkitlerde bulunduğunu bilmiyoruz. Abdullah b. Mes'ûd'un hareketlerinden bazıları tenkid edilmişti. Fakat Nazzam gibi onu yalancılıkla itham eden, Hz. Peygamber'in dilinden yalan söylediğini iddia eden bir kimse çıkmamıştır. Bu bakımdan biz, ilk olarak Nazzam'm Abdullah b. Mes'ûd'a tevcih ettiğini bazı tenkitlere, daha doğrusu iftiralara temas edecek ve bunların kısaca cevaplarım vereceğiz.
Mü'tezilenin tanınmış simalarından olan Nazzam, Abdullah b. Mes'ûd'a çok büyük iftiralarda bulunmuş, Hz. Peygamber'in bile kendisine çok yakın kıldığı Abdullah'ı hiçten sebeplerle lekelemek istemiştir.
Nazzam'm Abdullah'a yaptiğı ilk iftira, onu haram işlemekle itham etmek olmuştur. Yukarda da temas edildiği gibi Abdullah b. Mes'ûd Birva bint Vaşik ile ilgili hadisede, 703«Kendi fikrime göre söylerim, hata olursa, benden, doğru olursa Allahtandır,» demişti. Nazzam burada Abdullah'ın zan ile hüküm verdiği iddiasında bulunmuş, zan ile yapılan şahitliğin haram olduğu gibi zan ile hüküm vermenin de haram olduğunu söyliyerek Abdullak'ı suçlamıştır.
Nazzam'm Abdullah'a yapüğı ikinci iftira, Abdullah'ı Hz. Peygamber'in dilinden yalan söylemekle suçlamasıdır. Biraz ilerde temas edileceği gibi Hz. Peygamber'in bariz mucizelerinden biri olan ayın yarılmasını bize' nakledenler arasında Abdullah b. Mes'ûd da Vardır. Nazzam Abdullah'ın bu hadiseyle ilgili rivayetlerinin yalan olduğunu söyler. Zira diyor, Abdullah, aym yarıld)ğını gördüğünü söylüycr. Bu, gizlenmesi mümkün olmayan bir yalandır. Çünkü Allah ne Abdullah ve ne de bir başkası için ayı yarmaz. Eğer yarıl-dıysa neden yarıklığı ay ve yıl tesbit edilemedi?
Nazzam'm üçüncü iftirası, Abdullah'ın Kur'andan iki sûreyi kabul etmemiş olduğu etrafında toplanmaktadır: Nazzam kendi kendine şaşıyor ve Abdullah'ın sanki Hz. Peygamber'in arkasında hiç namaz kılmamış gibi bu iki sûreyi nüshasında yazmayişından dolayı tenkit ediyor.
Nazzam iftiralar serisinin dördüncüsünde Abdullah'ın namazda «Tatbik» usûlüne ölünceye kadar riayet etmiş olmasından söz ediyor.
Nazzam bunlardan başka Abdullah'ın, Zeyd "b. Sabit hakkında çok kötü sözler sarfctmiş olduğunu da iddia ediyor.
Nazzam'ın Abdullah b. Mes'ûd hakkında altıncı iftirası ise, Osman'ın, Kur'an istinsahında Zeyd b. Sabit'i tercih etmiş olmasından dolayı ona kötü sözler söylemiş olduğu iddiasıdır.
İşte bütün bunlar Nazzam'ın, Hz. Peygamber'e en yalan, Ömer ve bizzat Osman tarafından hürmet ve saygı gören Abdullah b. Mes'ûd'a yaptığı iftiralardan bazılarıdır. Bu iftiralardan başka Nazzam'ın Abdullah hakkında söylediği başka şeyler de vardır. Fakat en önemlileri bunlardır. Haddi za-ttnda Nazzam bu iftiraları Abdullah'a değil bizzat H. Peygamber'e, Kur'an'a ve islam dininin mukaddes saydığı bazı şeylere yapmıştır. Nazzam'ın Abdullah hakkındaki birinci iftirası tamamen hezeyandır. Abdullah'ın fıkh bilgisi üzerinde dururken de belirttiğimiz gibi, ashab devrinde re'y ve kıyas hususlarında iki ayrı yol bulunduğunu, bunlardan birinin zayıf görülen hadislerle hüküm vermektense kıyas ve re'yi tercih ettiğini vazıh bir şekilde anlatmıştık. İşte Abdullah b. Mes'ûd da tıpkı Ömer gibi zayıf hadislerle amel etmeyi terkederek kıyas ve re'y yolunu tutmuştur. Biz burada hüküm istin batında esas olan kıyastan enine boyuna söz edecek değiliz. Fakat şurası muhakkaktir-ki ashabtaıı pek çoğu kıyas ve re'yleriyle hüküm verip amel etmişlerdir. Ayrıca Hz.Peygamber Muaz b.Cebel'i Yemen'e gönderirken onun kıyas ve re'y ile hüküm vermesine müsaade etmiştir. Nas bulunan yerlerde ise kıyas ve re'yin hükümsüz olacağı aşikârdır. Şu hale göre kıyas ve re'y ile hüküm vermek Hz. Peygamber'in devrinde meydana gelmiştir. Bununla beraber kıyas ve re'yi kabul etmiyenler de vardır. Kıyası inkar edenlerin başında bir kısım Şia gelmektedir. 704Daha sonra da Zahiriyyeden kıyası inkâr eden bazı kimseler görüyoruz. Fakat şurası bir hakikattir ki tabiin ve fıkh bilginleri ile mütekelliminderi büyük bir çoğunluk kıyasın hüküm istinbatında bir esas olduğunu benimsemişlerdir 705Yapılan araştırmalar göstermiştir ki kıyası ilk olarak inkâr eden Nazzam'dır706Daha sonra kendisine Bağdat'tan kelam ilmiyle uğraşan bazı kimseler de tabi olmuştur. Bu duruma göre bu husustaki inkâr çığırını ilk olarak açan Nazzam'dır. Katâde ve Mesruk gibi tanınmış şahsiyetlerin kıyası kabuî etmediklerini bildiren rivayetler ise tamamen onlara yapılmış bir iftiradır707cş-Şevkâni'nin (0.1255/-1839) ifadesine göre de kıyasın iptali yoluna giden ilk insan Nazzam olmuştur. Daha sonra bir kısım Mu'tezili simalar da ona tabi olmuşlardır 708Nazzam'ın kıyası kabul etmemesinin başlıca sebebi şer'i hükümlerden birbirlerine az çok veya tamamen benziyenler arasındaki Şer'in koyduğu ayrılıktır. Nazzam'a göre kıyas ahkamı şer'iyyenin muallel olduğu esasına dayanmaktadır. Şu halde hakkında nas bulunan bir hükmün illeti şayet nas olmıyan bir başkasında bulunursa o hükmü ona da aktarmak mümkündür. Fakat bu şer'in birbirine benziyen şeylerde müşterek hükümler vazetmiş olmasını iktiza eder. Halbuki diyor, Nazzam, durum hiçte böyle değildir. Çünkü biz görüyoruz ki Sari bazan birbirine benziyen şeyler arasında değişik hükümler vazetmiştir. Bu ise aklın kıyasla hükmedebileceği bir saha değildir. Bu sebeple de kıyasla amel etmek caiz olmaz. Nazzam ve onun gibi düşünenler bize bazı örnekler de veriyorlar. Mesela diyorlar, az miktar mal çalan bir kimsenin elini kesmek gerekirken fazla miktarda mal gasbedenin eli kesilmiyor. 709Keza meniden ğüsl lâzım gelirken bevlden lâzım gelmemektedir. Adet günlerinde namazı ve orucu bırakan bir kadının, orucunu kaza etmesi lâzım gelirken namazın kazasını Sari' emretmemiştir. Halbuki namaza daha çok ihtimam göstermek gerekir. Hür olan, çirkin bir ihtiyar kadına bakmayı yasak eden Sari' çok güzel bir cariyenin bakılmasına müsaade etmiştir. Ölümle talak arasında kadına müteallik iddette bir ayırma yapılmıştır. Halbuki rahim itibariyle durum aynıdır. Nikahlı olarak alınacak kadınların adedi hürlerde dört olarak beyan edilirken mülküyemin hususunda hiçbir kayıt konmamıştır. Bir erkeğin dört kadına kadar alabileceği izah edilirken kadın için bir erkekten fazlası mubah görülmemektedir. Halbuki kadındaki bu ihtiyaç daha fazladır.
Nazzam ve onun gibi düşünenler daha başka da örnekler vererek ahkâmı şer'iyyenin mütemasil meseleleri arasında hüküm bakımından bir birlik olmadığını, bu sebeple de kıyasla amel edilemiyeceğini ve kıyasın hüküm is-tinbat etmek için bir asıl olmadığını beyan etmek isterler. Ancak usulcüler ve fıkh bilginleri tarafından bunlar ve buna benziyen bir lakım mesailin hepsine gayet makul cevaplar verilmiş ve şüphecilerin şüpheleri izale edilmiştir. İbn Kayyim de (ö. 751/1350) bunlardan uzun uzun bahsetmiştir. 710 Bütün bunların neticesi olarak ashab devrinde kıyasın bulunduğunu, birçok sahabenin kıyas ve re'y ile amel ettiklerini söyliyeceğiz. Abdullah b. Mes'ûd daha önce de temas edilen el-müfevvida'da «Re'yime göre söylerim, hata o-lursa benden doğru olursa Allah'tandır» demişti. 711
Hz. Ali'ye, Sıffin'e hareketinin, Hz. Peygamberden duyduğu bir şeye göre mi, yoksa kendi fikrine uyarak mı hareket ettiği sorulduğu zaman kendi fikir ve re'yine göre davrandığını söylemişti. 712 İbn Abbas da aynı şe-
Mide hareket etmiş ve Allah'ın kitabında aradığı meseleye dair bir hüküm bulunmadığı zaman Hz. Peygamber'in hadislerine bakmış, onda da bulunmazsa Ebû Bekr ve Ömer'in sözlerini araştırmış ve daha sonra da kendi fikriyle, yani kıyas ve re'ye dayanarak hüküm vermiştir.713 Mesruk, Übey b. Ka'b'den bir mesele sormuştu. Übey «Bu vaki oldu mu» dedi. Mesruk, vaki olmadığını söyleyince Übey, «Şimdilik bizi bırak, bft mesele vaki olunca çalışır ve re'yimize göre hallederiz» cevabını verdi. 714 Abdullah b. Ömer de yaptığı bir iş hakkında onu Hz. Peygamberden görerek mi yaptığını yoksa kendi re'yine mi uyduğundan sual edilmişti. Abdullah kendi fikrine göre hareket ettiğini söyledi. 715 Bunlardan başka pekçok misaller vererek ashabdan çoğunun kıyas ve re'y ile amel etmiş olduklarını ortaya koyabiliriz. Bunlar muvacehesinde Nazzam'm Abdullah'ı hedef alarak kıyasla hüküm verdiği için ona hücumlarda bulunması hiçbir ilmi esasa dayanmaz. Esasen Nazzam'm bu fikirlerine cevap vermemek gerekir. Çünkü Nazzam Abdullah'ı kıyas yapmış olmakla suçlarken onu değil, bizzat Ömer'i, Übey b. Ka'b'ı ve daha başka pek çok sahabeyi tenkid etmiş ve onları haram işlemekle suçlamış bulunuyor. Nazzam'm tutumunun ilim ahlakiyle bağdaştı-rılmasma imkan yoktur.
Nazzam'ın Abdullah'a tevcih ettiği ikinci iftira, temas edildiği gibi, Hz. Peygamber'in bir mu'cizesi olan ayın yarılma olayı ile ilgilidir. Nazzam, «Ay yarılmadığı halde Abdullah ayın yarılmış olduğunu söylüyor» diyerek Abdullah'ın yalana tevessül ettiğini iddia etmiştir.. Bilindiği gibi müşrikler Hz. Pefgamber'in bir mu'cize göstermesini, gösterdiği takdirde iman edeceklerini söylemişlerdi. 716 Hz. Peygamber de onlara ayın yarılmasını gösterdi. Hz. Peygamber devrinde ayın bir mu'cize olarak yarılmış olduğuna delâlet eden birçok deliller vardır. Buharî'de, Abdullah b. Mes'ûd, İbn Ab-bas ve Enes'ten rivayet edilen şu hadisleri görüyoruz.717
Müslimde de şu hadislerle karşılaşıyoruz
Ahmed b. Hanbel de Müsned'inde ayın yarılmış olduğuna dair Abdullah b. Mes'ûd'dan müteaddit hadisler rivayet etmiştir. Bu hadislerden birkaçını burada ele alalım.
Bunlardan başka ayın yarılmış olduğuna dair pek çok çeşitli rivayetler vardır.718 Bu hadislerin hepsi ayetin tefsiri hakkında varit olmuştur. Bilhassa Abdullah b.Mes'ûd ve İbn Abbas'm tabir ve ifadelerinden anlaşıldığına göre aym yarılma mu'cizesi geçmiştir. Zira Abdullah b.Mes'ûd müteaddit defalar «Beş şey geçmiştir. Duhan, lizâm, batşe, kamer ve Rum» demiştir. 719 Bilhassa yukarıda zikredilen Enes hadisinin dikkatimizi çekmesi gerekir. Zira orada tabiri kullanılmakta ve bu hadisenin iki defa vuku bulmuş olduğuna işaret edilmektedir. Bunun te'vili yoluna gidenler de vardır. Ebû Abdirrah-man es-Sülemî diyorki: « Medâin'e çok yakın bir yerde bulunuyorduk. Cuma günü germişti. Babam da orada bulunuyordn. Camiye beraber gittik. Hu-zeyfe bize bir konuşma yaptı ve dediki: «Uyanın, Allah diyor. Hakikaten saat çok yaklaştı. Ay da yarıldı. Dünya ise ayrılık ilân ediyor. Artık bugün meydan, yarın da koşudur. Babama, «Yarın halk koşumu yapacak» dedim, Babam, «Yavrum ne kadar bilgisizsin, bu bir nevi amel yarışıdır,» dedi 720Bu hadise de gösteriyor ki Huzeyfe, ayın yarılmış olduğunu kesin olarak ifade etmişdir. Ayrıca Cübeyr b.Mut'ım (Ö.59/679) babasından rivayet ediyor. Babası demiştir ki721Artık bütün bu haberler muvacehesinde şeklinde geleceğe hamledenlerin fikirleri hiç bir te'yit görmeyecektir. Huzeyfe kıraatinde denilmektedir. 722Bilindiği gibi Huzeyfe Hz.Pey-gambe'rin sır sahibidir. Onun yukardaki konuşmasının herhalde büyük bir değeri olmalıdır. İsmail Hakkı da bazı müfessirlerin şeklinde tefsir etmelerine ehemniyet vermiyerek temas etmektedir. 723
Yukarda rivayetlerini zikretmiş olduğumuz Enes ve İbn Abbas bu hadiseyi görmemişlerdir. Çünkü hadise Mekke'de ve hicretten tahminen beş sene kadar önce vukubulmuştur. İbn Abbas ise o zaman henüz doğmuş değildi. 724Enes ise ya dört veya beş yaşlarında bulunuyordu. 725 Büyük alim Mücâhid inşikak ayetinin izahında yani, ayı yarılmış olarak gördüler demiştir.726 Bir rivayete göre Hz. Peygamber ayın yarıldığı sırada Ebû Bekr'e «Şahit ol ya Eba Bekr» demiştir. Fahru'd-Din er-Razi in-şikakm vuku bulduğunu ve bu hususta müfessirlerin ittifak halinde olduklarım beyan eder. 727 er-Razî diyor ki: «Müfessirlerin, hepsi murad, ay yarıldı, onda inşikak vukua geldi demek olduğunu söylemişler, haberler de inşikakm
hudusuna delâlet etmekte bulunmuştur. Sahihte haber meşhurdur. Bazı müfessirlerin, murad yarılacaktır, demesi hakikaten uzaktır. Aynı zamanda hiç manası yoktur....» Müşriklerden bir kısmı, îbn Ebî Kebşe sizi sihirledi, dedikleri zaman içlerinden bazıları, sizi sihirlediyse bütün insanları da sinirlemedi ya, şehir dışından gelenlere bir sorun, dediler. Dışardan gelenlere sorulduğu zaman onlar «Biz de ayı sizin gibi gördük» cevabını verdiler. 728 Hadisenin bütün insanlar arasında tevatür haline gelmemiş oluşu artık bir mesele değildir.
Netice olarak inşikak ayetindeki kelimesinin muzari manasında te'vili mümkün değildir. Nasıl bilâ muhassıs tahsis caiz değilse, bilâ mürec-cih tercih de caiz değildir. Çünkü bu ayet hiçbir kayda bağlı kalmaksızın ve mutlak olarak ayın yarılmış olduğuna temas etmektedir. Ortada hiçbir karine ve delil yokken ayetteki mazi fi'Iini istikbal manasına nasıl alabiliriz? Bilâkis birçok hadisler bu hadisenin Hz. Peygamber devrinde cereyan etmiş olduğunu göstermektedir. Bu yarılma olayının çok fevkalade bir şey olduğunu nazarı itibara alarak te'vil yoluna gitmek asla mümkün değildir. Usûl ilmince de bilindiği gibi hakikatla amel mümkün iken hiçbir zaman mecaza gidilmez.
Bir müddet i'tizâl mezhebini benimsemiş olan Carullah ez-Zemahşerî ayın yarılma olayını Hz. Peygamber'in en parlak mu'cizelerinden biri addeder. 729 Bu hadisenin kıyamette vuku bulacağını söyleyenlerin sözüne iltifat etmiyen Carullah, bu görüşe değer vermediğini 730ifadesiyle mübhem bir şekilde anlatır. Hadisenin Hz. Peygamber devrinde vuku bulduğunu bildiren bir çok delillerden biri de inşikak ayetini takip eden terkibidir. Çünkü böyle bir cümlenin hiç bir ayet göstermeden zikri pek uygun olmaz. Bundan başka îif kıyametten önce vuku bulan şeylere denir. Şayet ayın yarılması kıyamette olacak olsa idi bu ifadenin kullanılması münasip olmazdı.731
Bu kısa izahtan sonra ayetteki mazi fi'lini muzari manasında alanların görüşleri üzerinde de biraz durmak isterim. Arap diliyle uğraşanlar bilirler ki, bu dilde mazi fi'lleri bazan muzari, muzari fi'lleri de mazi makamın da kullanılır. Fakat bu nevi isti'mâlin bir karineye istinat etmesi gerekir. Eu hususla ilgili olarak birkaç örnek verelim. Meselâ ayetin-deki 732kelimesi muzari manasınadır. Çünkü Hz. Peygamber bazan dünya ve bazan da ahiret azabiyle müşrikleri korkutur, onların helak olacaklarını söylerdi. Onlar da Hz. Peygamberle alay olsun diye bu işlerin bir an önce vuku bulmasını isterler ve olsa bile putlarının kendilerine şefaatçi olacağını ilân ederlerdi. İşte bunun üzerine mezkûr ayet nazil olmuştu. Artık buradaki fi'linin muzari manasında olması gerekir. Zira hemen akibinde getirilen terkibi bu fi'lin muzari anlamında olduğunun en büyük delilidir. Şu hale göre ayette bir istiara yapılmış ve tahakkukunda, yani vuku bulacağında asla şüphe bulunmayan gelecek olup bitmiş gibi gösterilmiştir. Görüldüğü gibi mazinin muzari anlamında kullanılmasında bir karineden istifade edilmiştir. 733 el-Âlûsî'nin ifadesine göre ayetteki fi'lini bazıları olduğu hal üzen: bırakarak mazi manası vermişlerdir. 734 Buna göre mana, va'd bakımından Allah'ın emri geldi, artık vukuu için acele etmeyin, demek olur. 735 Fakat böyle bir te'vile ihtiyaç duyulduğunu hissetmiyoruz. Bunun gibi bazı muzarî fi'llerin de mazi manasında kullanıldığı çok görülür. Meselâ De ki: 736 (Habibim) Öyle ise mü'minler idiniz de (Tevrata inanıyordunuz da) daha evvel Allah'ın peygamberlerini neye öldürüyordunuz ?- ayetindeki 737kelimesi mazi olarak 738manasında kullanılmıştır 739Ayn: şekilde müteaddit ayetlere raslamak mümkündür. 740 Zikredilen ayetlerde ise kelimelerin hakiki manalarında kullanılmadıklarına dair karineler bulun maktadır. Halbuki inşikak ayetindeki mazi fi'linin muzari manasında 741 kulla nılmış veya kullanılabileceğini bildiren bir karine yoktur. Bu hale göre ora daki mazi fi'linin muzari manasında alınması tercih bilâ müreccih olacağın dan caiz değildir. Burada şunu da ifade etmek isteriz ki, mazi yerinde mu zari, muzari yerinde de mazi kullanılması sahih kavillere göre istiara tebeiy-ye olur. Her istiarede ise bir karinenin bulunması zaruridir. Mezkûr ayette böyle bir durum olmadığından mazi fi'linin kendi manasında bırakılması en doğru harekettir.
Görülüyor ki Nazzam'm Abdullah'ı kamer hadisesinde yalancılıkla itham etmiş olması tamamen iftira ve hezeyandan başka bir şey değildir. Ayrıca ayın yarılmış olduğunu bize nakleden yalnız Abdullah b. Mes'ûd de-ğilki. Daha başka sahabiler de vardır. Bu durum karşısında Nazzam bize şu iki beyti hatırlatıyor:
Nazzam'm, Abdullah b. Mes'ud'a yaptığı üçüncü iftirası olan iki sûrenin inkârı, dördüncü iftirası olan tatbik meselesinin Abdullah tarafından ölünceye kadar bırakılmaması, beşinci olarak ileri sürdüğü ve Abdullah'ın Zeyd hakkında kötü sözler söylemiş olduğu meselesi ile Abdullah'ın, Hz. Osman hakkında iğrenç laflar söylemiş olduğunu iddia ettiği altıncı iftirasına yukarda muhtelif bahislerde temas ettik. Bu sebeple bu iftiralara burada cevap vermek için bir yer ayırmıyoruz. 742
Netice itibariyle Nazzam'm Abdullah'a tevcih ettiği tenkitlerin haddi zatında hiçbir temeli yoktur. Bütün söyledikleri birer iftira olmaktan ileri gitmemektedir. Abdullah'ın haksız gibi gösterilmesi istenen meselelerde Abdullah b. Mes'ûd yalnız başına da değildir. Kendi ictihad ve görüşüne dayanarak ileri sürdüğü bazı meseleler istisna edilecek olursa geri kalanların hepsim de Hz. Peygamber'den nakletmiştir. Şu halde Nazzam sahih hadislere ta'netmek-tedir. Hz. Peygamber'in bile defalarca övdüğü İbn Mes'ud'a dil uzatmanın islâm ahlâkiyle bağdaşacağını zannetmiyorum. 743
Bu asılsız iftiralar yanında Abdullah b. Mes'ûd'un faziletini, ahlak ve değerini belirten sayılamıyacak kadar medihler vardır. Her şeyden önce as-hab, Abdullah'ın Hz. Peygamber'e en yakın kimseler arasında olduğunu kabul etmektedirler. Hz. Peygamber ise Abdullah b. Mes'ûd'un her an yanına girmesine izin vermekle onun fazilet ve değerini anlatmak istemiştir. Nazzam bu asılsız iftiralarla Abdullah'ı kötülemek ve halk arasında ikilik yaratmakla itham etmek istemiştir. Halbuki Abdullah daima hilaf ve fitneden kaçınırdı. Mesela H. (29) da ve hac ferizası ifâ edilirken Osman Mine'de ikindi namazını dört rek'at kılmış,744 Abdurrahman b. Avf da Osman'ı bunun için kınamıştı. 745
Osman Mekke'den bir hanım aldığım bu sebeple namazı tam kıldığım açıkladı. Abdurrahman durumu Abdullah b. Mes'ûd'a arzedince746 Abdullah, «Hilaf kötü bir şeydir. (Osman'ın) dört rek'at kıldığını duydum. Fakat yakınlarımla (ben de) dört rek'at-kıldım» cevabını vermişti. 747 Görülüyor ki Abdullah fitneye sebep olmaktan kaçman bir kimse idi. Yine onun bu 748davranışı Osman'ın, namazı içtihadına binâen kasrettiğini söyleyenlere 749göre bu içtihadında Osman'a bir dereceye kadar muvafakat ettiğini göstermektedir, sanırım.750

II -B Ö L Ü M

İBN MES'ÜD ve TEFSİRDEKİ YERİ

A. Sahabe Devrinde Tefsirle İlgili Meselelere Umumi Bir Bakış

Esas konuya girmeden önce «Tefsir» ve «Te'vil» kelimelerinin manaları üzerinde kısaca durmak isteriz.
j»-ir kelimesi as'i itibariyle fonemlerinden meydana gelmektedir ki kapalı bir şeyi açmak, beyan ve izah etmek manalarında kullanılı.751 Bu kelime mana yönünden bir isim olan lafzmdaki anlamla çok yakından alakalıdır. «Tefsira» ,doktorun hastalığı teşhis edebilmek gayesiyle hastadan alarak baktığı az bir bevle denir. 752 Şu halde tefsir maddesi umumi olarak keşf ve izah manalarına dayanmaktadır. Şu kadarı varki el - Gevheri « kelimesinin müvelled olduğunu zannediyorum» demişti. 753 Bazıları «Tefsir» kelimesinin in maklubu olduğunu da söylemişlerdir. 754 Yolcuya müsafir tesmiye edilmesi yurdundan ayrılıp açığa çıkmış olmasından ileri gelmektedir. 755 Yolculuğa da denilmiş olması çoğu zaman yolcunun huy ve karakterini ortaya koymasından doğmaktadır. 756 Ayrıca bir kadın yüzünü açtığı zaman denir. 757 Açık bir şekilde dolaşan kadına da denilmesi aynı manaya dayanır. Sabahın aydınlanmasında Arap tabirini kullanmıştır ki yine aynı manaya matuftur. 758 Ancak den kalb yoluyla alındığını söyliyecek olursak bunu gösteren bazı karinelerin bulunması gerekir. Sırf mana yakınlığına bakılarak birinci kelimenin ikinciden elde edilmiş olduğunu söylemek dil filosofisi ile uğraşanlara göre pek uygun düşmeş. Bilindiği gibi bu konuda. Basra ve Küfe ilim adamları arasında bir hayli ihtilaf zuhur etmiştir. Zira Kûfeliler temas ettiğimiz kalb mevzuunda aynı harflerden meydana gelmiş kelimelerin bir kökten doğmuş olduklarını kabul etmektedirler. Bu hal onların biraz da olsa haddi aşan müsamahalarından ileri gelmektedir. Bu sebeple Kûfeliler nin aynı kökten gelmiş kelimeler olduğunu söylemişlerdir. Basralı dil bilginleri ise, bu nevi kelimelerin asıl köklerini lü-ğatta bulmak mümkün değilse, aynı zamanda onları müstakil olarak başlı başına birer kelime kabul etmek de kabil olmuyorsa işte o zaman bu gibi kelimeleri maklub sayarak iki kelimeden hangisinin daha çok kullanıldığını nazarı itibara almak suretiyle bir hükme varmanın mümkün olabileceğini ileri sürmektedirler. Bu duruma göre, Basralı dil bilginlerince nin mak-lubu değildir. Çünkü bu iki kelimenin her birinin de kendisine has masdarları vardır. kelimeleri de öyledir. Bu bakımdan lceiimes;
bizce el-kalbbü'1-mekanî usulüne uyularak den alınmış değildir. Çünkü bu iki kelimenin her biri de müstakil birer madde halinde lügat kitaplarında mevcuttur. Bilhassa bu meselede Basralı dil bilginlerinin görüşleri daha makuldür.
Araplar,atm rahatlığını sağlamak için koşturdukları zaman derler.759 Bu da bir dereceye kadar keşf ve izhar manalarına dayanmaktadır. Şu hale göre kelimesinde çoğu zaman maddi ve zahiri bir keşif vardır. kelimesinde ise menevi bir keşf göze çarpar. 760İbn Abbas, Onlar sana bir misâl getirmeye dursunlar, biz sana hakkı ve tefsirin en güzelini getirdik - ayetindeki 761kelimesini lafzıyla izah etmiştir. 762
Kelimesi ise aslı itibariyle (el-Evl) den gelmektedir ki geri dönmek manasını ifade eder. 763Buna göre yalnız runa itibariyle demektir. takdirindedir. 764 Bundan başka denir. Bu sözdeki gaye ve maksadın sonucu nereye dayanır, demektir. 765 Keza, Onlar(kâfirler) onun te'vilinden başkasını bekler mi?(Hayır). Onun haber verdiği akıbetin (başlarına) geldiği gün ise daha evvelden onu (o akıbeti) unutanlar diyecek (ler) ki: «Cidden Rabbimizin Peygamberleri hakkı (gerçeği) getirmiştir-ayetindeki 766manâ, sonucun açığa çıkıp açıklanacağına işarettir. 767 Aynı şekilde Arap der. Bu işin sonu şuna rucu etti demektir. Bu duruma göre te'vil, herhangi bir ayeti muhtemil bulunduğu manalara sarfetmekten ibarettir. Te'vil kelimesinin siyaset ve idare manasında kullanılan den alınmış olduğu da düşünülebilir. 768
Tefsir ve te'vil kelimelerinden her biri Kur'anda zikredilmiştir. Tefsir kelimesi sadece bir defa ve el-Fürkan süresinin (33) üncü ayetinde zikredilmiş olduğu halde te'vil kelimesi Kur'amn (15) ayetinde geçmektedir.
Tefsir ve te'vil kelimeleri arasında bir fark bulunup bulunmadığı, varsa bu farkın ne mahiyette olduğu hususu bir ihtilaf konusu olmuştur. Bir kısım bilginler tefsir ve te'vil kelimeleri arasında bazı farkların bulunduğuna kailidirler. Hatta bazıları «Zamanımızda öyle mrfessirler yetişti ki, tefsir ve te'vil kelimeleri arasındaki farktan sual edilmiş olsalar bile cevap veremezlerdi» demişlerdir. 769 Belki de bu ihtilafların hakiki sebebi Emin el-Hulî'nin de dediği gibi, Kur'amn bu kelimeyi kullanmış olması, daha sonra usülcülerin kelimeye has bir ıstılah takip etmeleri ve kelimenin, kendisini kullananların dilinde şüyu bulmasından ileri gelmiş olabilir. 770
Ebû Ubeyde ve kendisine muvafakat eden kimseler tefsir ve te'vil kelimelerinin aynı manaya olduklarını söylemişlerdir. 771 er-Rağıb (Ö.502/1108) ise tefsir kelimesinin ifade ettiği mananın te'vil kelimesine nazaran daha umumi ve şümullü olduğunu beyan etmektedir. 772 er-Rağıb'a göre tefsir, çoğu zaman lafızlarda, te'vil ise manalarda kullanılır. 773 Ayrıca te'vil, çoğu zaman ilâhi kitaplarda isti'mal edilir. Tefsir ise ilâhi kitaplarda kullanıldığı gibi bunlar dışında da kullanılır. 774 Tefsir'in, bir lafz hakkında kesin olarak, şu manayadır, diye ceznıetmek ve Allah bu lafızla şu manayı muradetmiştir diyerek hüküm vermekten ibaret olduğu da söylenmiş bulunmaktadır. 775Eğer bu hususta kat'i bir delil bulunacak olursa bu anlayış tabiatiyle sahih olur. Eğer bulunmazsa o zaman bu, re'y ile tefsirden öte gidemez. Te'vile gelince, lafzın muhtemil bulunduğu manalardan birini tercih etmekten ibarettir ki hiçbir surette kat'iyet ifade etmez.
Ayrıca, tefsir, bir lafzın, hakikat ve mecaza nazaran durumunu beyan etmektir. Meselâ kelimesini kelimesini de tefsir etmek gibi. Te'vil ise bir lafzın batinî yönünü izah ve beyan etmekten ibarettir.776 Şu halde te'vil, kasdedilen bir mananın hakikatinden haber vermekten ibaret olduğu halde tefsir, kasdedilen manaya işaret eden delilden söz etmektir. 777 Meselâ, Çünkü Rabbin şüphesiz rasad yerindedir - ayetinin 778tefsirinde, kelimesi dan alınmıştır. ise bu kelimenin veznine aktarılmış şeklinden ibarettir, denir. Te'vilinde ise, Allah'ın emirlerine karşı asla ilgisiz kalmmaması gerektiğinden bahsedilir. 779 Bazılarına göre te'vil, bir ayeti, makabline ve maba'-dine muvafık olduğu halde, istinbat yoluyla kitap ve sünnete muhalif olmayan bir manaya hamletmekten ibarettir. Tefsir ise bir ayetin nüzülû, durumu ve daha başka hususları hakkında bilgi vermektir. 780 Bazıları da tefsirin rivayete, te'vilin de dirayete tealluk ettiğini söylemişlerdir. 781 Keza tefsir, ibarenin vaz'mdan istifade edilen manaların beyan ve izahı, te'vil ise işaret yoluyla elde edilen manaların izah ve beyanından ibarettir, denilmiştir. Son asrın ilim adamları tarafından en çok beğenilen görüş budur. 782
Bence tefsir ve te'vil kelimelerini isti'mal yönünden iman ve islâm kelimeleri gibi mütalaa etmek gerekir. İlmi kelâmda da bahsedildiği gibi bu iki kelime arasında fark bulunup bulunmadığı, varsa neler olduğu bir hayli tartışmalara yol açmıştır. Sonunda birçoklarının vardığı netice şöyledir: Eğer islâm ve iman kelimeleri beraber olarak bir arada zikredilirse mana bakımından ayrılırlar. Ayrı ayrı kullanılacak olurlarsa o zaman da manâ yönünden birleşirler. kaidesini bu kelimeler üzerinde de tatbik edebiliriz. Şu halde denildiği zaman bu ibareden o kimsenin olduğu da anlaşılır. Keza denilecek olursa o kimsenin olduğu ilk hatıra gelen şey olur. Fakat bu iki kelime bir arada zikredilecek olursa o zaman aralarında bir fark görmek gerekir..
Meselâ diyecek olursak jkelimeler aynı manaya kullanılmamış olurlar.
Bu son kısma Bedeviler «iman ettik» dediler. De ki: «siz iman etmediniz amma, (bari) müslüman olduk deyin. İman henüz sizin kalblerinize (girip yerleşmemiştir. ayetini783 misâl verebiliriz. Zira bu ayetde iman re islam kelimeleri bir arada bulunmuşlardır. Bu bakımdan da - temas edildiği gibi -aralarında bir farkın bulunması icabeder. Buna binâen bir ayet hakkında «Bu ayetin tefsiri nedir?» denildiği zaman bunun te'vil anlamına da hamle-dilmesi lazımdır. Şayet «Bu ayetin te'vil ve tefsiri nedir» denilecek olursa o zaman her iki kelimenin de manalarım farklariyle birlikte ayrı ayrı izah ve beyan etmek lazımdır.784

1-Tefsirin Kaynakları :

Hz. Peygamber devrinde tefsirin dört kaynağı olduğunu görüyoruz. Bunlar sırasiyle,
a) Kuran,
b) Hz. Peygamber
c) İstitıfoat ve ictîhad
d) Semavi kitaplar ve ehli kitaba muracat, dır. Şimdi bu kaynaklar üzerinde biraz izahat verelim.785

a) Kur'an :

Bilindiği gibi Kur'andaki ayetler arasında mutlak ve mukayyetleri, umum ve husus ifade edenleri olduğu gibi, usul istılahınca isimlendirilen daha başka çeşitleri de vardır. Bazan her hangi bir mesele bir yerde mücmel olarak ifade ve beyan edilmişken aynı mesele bir başka yerde daha vazıh olarak anlatılır. Bu sebeple bir mesele Kur'andan inceleneceği zaman o mesele ile ilgili bütün ayetler üzerinde durulmalıdır. Bundan, Kur'amn çoğu zaman bizzat Kur'anla tefsir edildiği neticesine varıyoruz. 786 Eğer, bir meselenin bu şekilde tahlili mümkün ise bir ikinci kaynağa artık rucu etmek gerekmez. Bu hususla ilgili birkaç örnek verelim.
Kur'andaki Ona gözler erişemez. O (nun ilmi) ise bütün gözleri ihata eder. O, (kulları hakkında) gerçek rıfk-u lutf sahibidir - ayetini 787
Yüzler (vardır) o gün ter-ü tazedir, Rablerine bakacaktır ayeti 788tefsir etmektedir. Aynı şekilde Kur'an ayetlerinden biri olan
Siz ihramlı olduğunuz halde avlanmayı helal saymamak ve size (aşağıda) okunacak olanlar hariç kalmak şartiyle davarlar'(m etleri) size helal edildi. Şüphesiz ki Allah ne dilerse onu hükmeder ayeti 789
Ölü, kan, domuz eti, Allah'tan Vjaşkası adına boğazlanan,- (henüz canı üstünde iken yetişip) kesdikleriniz müstesna olmak üzere- boğulmuş, vurulmuş, yukarıdan yuvarlanmış, susulmuş, canavar yırtmış olup da ölenler, dikili taşlar üzerinde (onlar adına) boğazlanan (hayvanlar), fal oklarıyla kısmet (ve hüküm) aramanız üzerinize haram edilmiştir. (Bütün) bunlar yoldan çıkıştır.- ayetiyle790 tefsir ve izah edilmiş bulunmaktadır. Bundan başka (Evet) Allah sizin tevbelerinizi kabul etmek ister. Şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir meyi ile (yoldan) sapmanız dilerler- ayetinin 791 ehli kitaba hamledilmesi lazım geldiğini, Kendilerine kitaptan (okuyup yazmaktan) bir nasip verilmiş olanlara bakmadın mı? Onlar sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan sapmanızı isti-yorlar-ayetinden 792anlamış bulunuyoruz. Şu kadarı varki Kur'anın Kur'an ile tefsir edilmesinde, tefsir eden ayet bazan tefsir edilenden hemen sonra gelir. Meselâ Allahdır, sameddir-ayeti793 hemen onu takip eden -M Doğurmamıştır, doğurulmamıştır, hiçbir şey Onun dengi (ve benzeri) değildi ayetleriyle 794 izaha kuvuşturulmuştur. 795 Keza Hakikat insan, hırsına düşkün (ve sabrı kıt) yaratılmıştır-ayetinin 796 onu takip eden Kendisine şer dokundu mu feryadı basandır, ona hayır dokununca da çok cimridir-ayetleriyle izah edilmiş olduğunu görüyoruz. Tanınmış i-lim adamı Sa'leb'e Arinedir diye sorulduğu zaman, «Allah (C. C.) onu kendisi tefsir etti» cevabını vermiştir. 797Yine bir misal olarak Orada apaçık alâmetler vardır-kavli, aynı ayette798zikredilen (Orada) İbrahim'in makamı vardır. Kim oraya girerse (taarruzdan) emin olur-ifadeleriyle izah ve beyan edilmiştir.
Bazan da tefsir eden ayet tefsir edilenle olmayıp bir başka yerde bulunabil er. Meselâ (hamd olsun) din gününün (tek) sahibi (Allah'a) kavli799 O din günü nedir. ? (Bunu) sana hangi şey öğretti ? O din günü nedir ? Tekrar (bunu) sana hangi şey öğretti ? O, öyle bir gündür ki hiç bir kimse kimseye hiçbir şeyle faide vermiye muktedir olamayacaktır, o gün emir (yalnız) Allah'ındır.-ayetleriyle 800 izah edilmiştir. Benzeri örnekler çoktur.801

b) Hz. Peygamber:

Kur'anı anlamak için ashabın başvurdukları ikinci kaynak Hz. peygamber idi. 802 Buna göre ashabın Kur'anı her yönden anlar olduklarım ileri sürmemiz mümkün değildir. Hiç şüphe yokki Hz. Peygamber Kur'anın manasını mücmel ve mafassal olarak biliyordu Bu manayı, onu (göğsünde) toplamak, onu (dilinde akıtıp) okutmak şüphesiz bize aittir. Öyleyse biz onu okuduğumuz vakit sen onun kıraatine uy. Sonra onu açıklamak da hakikat bize aittir ayetlerinden803 anlıyoruz. Ashab da Kur'anın bazı kısımlarını anhyorlardı. Fakat anlamadıkları kısımlar da vardı. Zira Kur'anın anlaşıhvermesi yalnız Arap dilini bilmeye mütevakkıf bir husus değildir. İbn Haldun'un (Ö.808/1406) bu şekilde ileri sürdüğü iddiayı hocam Muhammed Hüseyn ez-Zehebî de reddeder ve derki804
Aşağıda vereceğimiz misaller de bu fikrimizi desteklemektedir. Mesela bir gün Ömer minber üzerinden Meyve(ler),mer'a(lar bitirdik) ayetini 805okumuş ve yi anladın, fakat nedir?» demiş ve daha sonra da « Ömer, bu tekellüftür» diye mırıldanmıştır. 806Bu hadisenin bir benzeri de kelimesinde vukubulmuştur. Ömer, Yoksa onlar (Allahın) kendilerini tedricen azaltmak suretiyle cezalandıracağından (emniyyete mi girdiler?) Demek ki Rab-bin hakikat çok esirgeyici, çok merhamet edicidir. ayetini 807okumuş ve camide bulunanlardan kelimesinin manasım sormuştu. İçlerinden Hü-zeyl kabilesine mensup bir kimse Ömer'e hitaben bu kelimenin Hüzeyl lügatinde manasına kullanıldığını beyan etti ve şairin:
beytini okumuştu. 808Abdullah b. Mes'ûd bir gün mescide geldiği zaman oradakilerin yüksek sesle zikir yapmakta olduklarını görünce neden böyle hareket ettiklerini sordu. Oradakiler, «Allah, Onlar (o salim akıl sahipleri öyle insanlardır ki) ayakda iken, otururken, yanları üstünde (yatar) iken (hep) Allahı hatırlayıp anarlar buyuruyor 809 da ondan böyle yapıyoruz» dediler. Fakat Abdullah b. Mes'ud, bu ayetin, onların anladığı gibi olmadığını, Allah'ın (C.C.), bu ayetlerle beş vakit namazı kasdetmiş olduğunu, ayakta kılamıyanm oturduğu yerde, ona da muktedir olamıyamn yanı üzere kılması gerektiğini oradakile-re izah etti.810
Netice itibariyle Kur'anı bütün teferruatiyle anlama imkanından mahrum bulunan sahabe, tefsir kunusunda bilmediklerini Hz. Peygamberden sorarlardı. Şimdi Hz. Peygamber'in tefsirinden birkaç örnek verelim. 811
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber aynı manada varit olan birçok hadislerden bu ikisinde de yahudilerin mağdubun aleyhim, hristiyanlarm da 812dalâlet sahibi olduklarını beyan etmiştir. Mağdubun aleyhim olanların yahudi-ler, dalâlet sahibi olanlarında da hristiyanlar olduğunu beyan ve izah eden bir çok rivayete raslamr. 813Müfessirler de Fatiha süresindeki terkiplerini izah ederken bilhassa bir çoğu bu rivayetlere yer verirler. Acaba bu tabirlerin usülü'1-fıkh ilminde daha çok kullanılan mefhu-mu'1-muhalefe esasına göre durumları nedir. Mağdubun aleyhim olanlar yalnız yahudiler, dalâlette olanlar da yalnız hristiyanlar mıdır? Bunlardan başkalarına bu vasıfların ıtlakı nasıl olur? Durum ne olursa olsun bütün rivayetlerin hepsinde de mefhumu'l-muhalefe esasının tatbikine imkan görülmez. Çünkü bu vasıfların onlardan başkasına da teşmil edildiği hem Kur'an ve hem de Hz. Peygamber'in dilinden duyulmuş hakikatlerdendir. Şu halde bu tabirler bu iki kavmin en bariz vasıfları itibariyle kullanılmış oluyor. Hat-ta bu hususa birçokları gibi temas eden İbn Kesir (Ö.774/1372), bu manayı daha vazıh bir şekilde şu ibaresiyle anlatmaktadır: 814
Bu demek oluyor ki, yahudi ve hristiyan milletlerinde Allah'ın (G. C.) hoşlanmadığı pekçok vasıflar vardır. Fakat bu vasıfların en barizi ve ilk olarak göze çarpanı, yahudilerin Allah'ın gazabına uğramış kimseler olmaları, nasaranın da dalâletde bulunmalarıdır. Netice itibariyle gadab ve dalâlet sıfatları Kur'anda umumi olarak bütün küffar hakkında varit olmuştur. Meselâ, Jâc Kim imanından sonra Allahı tanımaz, fakat küfre sine (i kabul) açarsa Allah'ın gazabı onların başındadır. Onlar için en büyük bir azap vardır - ayeti815 Hakikat, o inkâr edip kâfir olanlar ve (insanları) Allah yolundan alıkoyanlar şübhesiz (haktan uzak) bir sapıklıkla sapmışlardır - ayeti 816ifade etmek istediğimiz mananın en büyük delillerinden biridir. Bundan başka bu vasıflar yahudi ve hristiyanlar hakkında hususi mahiyette kullanılmıştır. Yahudilere teşmil edilen De ki: «Allah katında bir ceza olmak bakımından daha kötüsünü size haber vereyim mi? Allah'ın lâ'net ve aleyhinde ga-zab ettiği içlerinden maymunlar, domuzlar yaptığı kimselerle şeytana tapanlardır ki işte bunların mevkii daha kötü ve dümdüz yoldan daha sapıktır. ayeti817 ve hristiyanlara da şamil olan «De ki: Ey ehli kitap, dininizde haksız yere haddi aşmayın. Bundan evvel hakikaten hem kendileri sapmış, hemde birçoğunu saptırmış ve (hala da) dümdüz yoldan ayrılıp sapagelmiş bir kavmin heva (ve heve) sine uymayın. ayeti 818bu anlamı destekliyen deliller arasındadır. Şu kadarı var ki hristiyanlarm dalâletle tevsif edilmiş olmaları onların yahudilere nisbetlc İslama d ha yakın olduklarım gösterir 819Yahudiler küfür ve inatlarına nazaran hristiyanlardan daha vahim bir durumdadırlar.
İbn Ebi Hatim (ö. 327/938-939) «Müfessirler arasında yahudiler, in de nasara olduğu hususunda bir ihtilafın bulundu ğunu bilmiyorum» diyor. 820 Netice itibariyle yahudi ve hristiyan millet" lerımn en barız iki vasfı anlatılmış bulunuyor. et-Taberî de aynı kanaat sahiptir O da hem yahudi ve hem de hristiyanların bu iki Sıfatla mutt" sıf olduklarını beyan ettikten sonra Allah'ın (C.C.), bunlardan bahsederken biz kulların anlıyabileceği şekilde en bariz vasıflarını zikrederek bahsetmiş olduğundan söz eder. 821 Ayrıca onların bunlardan başka nice mezmum sıfatları olduğunu da zikreder. 822
Bu kısa izahtan sonra diyebiliriz ki, Hz. Peygamber yukardaki hadisle-nyle yahudi ve hristiyanlann ehli kitap olmalarına rağmen dalalette olduklarını ve Allah m gazabına uğramış bulunduklarını beyan etmiştir. Bilindiği gibi Fatiha sûresi bütün insanları hidayette olanlar ve olmayanlar diye iki kısma ayırrmş bulunuyor. Gadap ve dalâlet sıfatlariyle her fert muttasıf ola bileceğine göre Hz. Peygamber'in gadab edilenlerin yahudiler, dalâlette olanların da hristiyanlar olduğunu beyan ederek tahsis cihetine gitmiş olması bazı hikmetleri ihtiva eder. Şu halde terki kri nm şamil bulunduğu zümrelerin mümessilleri olarak ilk anda hristiyan ve yahudılerle karşılaşıyoruz. Böylece onlar aynı vasıfların mütehammili bulu nan kimselerin de anlatılmasına yarayan birer misâldirler.
Bu hususta Abdullah b. Mes'ûd'dan da değişik rivayet zincirleriyle magdubun aleyhim olanların yahudiler, dalâlette olanların da hristiyanlar olduğunu ifade eden rivayetler gelmiştir. 823 İbn Abbas'm kanaati de bu merkezdedir. 824 Burada bu mesele ile ilgili olarak Doc. Dr jsmaü Cer rahoğlu'nun da kayda değer mütalaa ve izahlarını zikretmek isterim Di yorki 825«Acaba Hz. Peygamber niçin ayetin manasını umumi olarak degıl de, yahud, ve hrıstıyanlara tahsis etmiştir.? Biliyoruz ki İslamm «, jesı, insanları Allahla ve insanların insanlarla olan münâsebetlerini tanzim edip, onların dünya ve ahirette huzur ve saadetini temin etmektir. İşte Kur'anı kerimin başında, çok kısa olan bu sûre ile İslâmm gaye ve hedefi belirtilmiş oluyor. Burada insanlar iki gruba ayrılmıştır. Birincisi hidâyet ve sıratı müstekimdı; olanlar, diğeri ise Allahm gazabına lâyık ve dalâlette olanlar. Biz burada son grup üzerinde duracağız. Birçok müfessirler, bu ayetin yahudi ve hristiyanlara tahsisi meselesi üzerinde durmuşlar, ayetlerle şahitler getirmek suretiyle te'yidine çalışmışlardır. Taberi her iki grubun da dalâlette, Allahm gazabına lâyık olan kimseler olduğunu zikredip, Allahm kullarına onları tanımaları için belli vasıflarla işaretlemiş, ancak bu gruplardan her biri en lâyık olduğu sıfatlarla tesmiye edilmiş oldu demektedir. Yahudiler için Maide sûresinin 60 ncı ayetini, hristiyanlar için de, Maide sûresinin 77 inci ayetini misâl olarak getiriyor. İbn Kesir ve Kurtubî de bu hususta deliller serdediyorlar. Fethulbarî sahibi de eserinde, es-Süheyli'-:nin, yahudiler hakkında ayetini, nasara hakkında ise ayetini misâl getirdiğini kaydeder.
Acaba, bütün bu getirilen eserler in yahudiler in nasaraya ıtlakmm doğru olduğunu i ispat edebilir mi ? Kur'anı kerimdeki Allahm gazabına lâyık olan kimselerin kimler olduğu yani ayetleri tetkik edilince, karşımıza ekseriya, yahudiler ve ehli kitap çıkmaktadır. Bu bakımdan Hz. Peygamber bu lafzı, yahudilere nisbet etmiş olabilir. Hz. Peygamber mağdubun aleyhim yahudiler, nasara dullâldır, buyurduğu zaman, bunların o zamanki halini nazarı dikkate almak lazım gelir. Peygamberden gelen bu haberlere dikkat edilecek olursa, Peygamber, yahudiler mağdubun aleyhimdir demiyor, mağdubun aleyhim yahudilerdir, diyor. Bu îki cümle arasında mana bakımından mühim fark vardır. Buna göre yahu-dilerin ve hristiyanlarm, Fatihadaki mağdubun aleyhim ve dallinden birer misâl oldukları anlaşılmaktadır. Yahudiler ve hristiyanlar ehli kitap olduklarından, müşrik ve sair din mensuplarından daha ehvendirler. Diğerlerine nazaran, İslama zıt olsalar da daha yakındırlar. Burada ayetin iki nev'e tahsis edilmesindeki ibret açıkça kendini göstermektedir. Artık İslâmm zıttı karibi olandan kaçınılması emredilirse zıddı baidi olandan kaçınılması ev-leviyetle sabit olacaktır. O halde, Peygamber sapıklık grubunda olan herkese ıtlak edilebilecek mağdubun aleyhim ve dâllin mefhumlarım bazı muayyen gruba tahsis edebiliyordu.»
Burada şunu da beyan etmek isteriz ki Şihabü'd-Din el-Hafacî, yukarda zikri geçen, Maide süresinin (77) ve (60) inci ayetleriyle, mağdubun aleyhim olanların yahudiler, dallin: olanların da hristiyanlar olduğunu is-tişhad yoluna gitmenin, kendi tabiriyle «Sedid» olmayacağını beyan etmektedir.826 el-Hafaci'nin yolundan giden el-Âlûsi de istişhadm doğrudan doğruya hadislerle yapılmasına taraftar olduğunu beyan etmektedir. 827 Ayrıca el-Alûsi, mağdubün aleyhim mefhumunun zahiri olan amellerde hata edenlere, yani fasiklara, dallin mefhumunun da i'tikatda hata etmiş olanlara sarfedilmesini ileri sürenlere çok sert bir dille çatar. 828 Bu manaları zikretmiş bulunan Fahru'd-Din er-Razi'nin sükutunu da hem teessür ve hem de hayretle karşılar. 829
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber Bakara sûresinin (238) inci ayetinin ihtiva ettiği terkibini diye ikindi namazı ile tefsir etmiştir. Bu terkipden ikindi namazı kasdedildiği, Ali b. Ebî Talib, İbn Ab-bas, Ebû Hüreyre, İbn Ömer, Ebû Said el-Hudrî, îbrahim en-Nehaî, Aişe, 830 el-Hasen, Said b. Gübeyr ve Katade'den de nakledilmiştir. 831 Hatta Aişe'ye ne olduğu sorulduğu zaman, bir müddet şeklinde okuduklarına işaret etmiştir. 832 Ancak Hz. Ali'nin ilk kanaati sabah namazı olabileceği merkezinde idi. Fakat Hz. Peygamber'in ahzab günü
idil demesi üzerine ikindi namazı olduğunu anlamış ve kanaatini değiştirmişti. 833 Ebû Hüreyre de Hz. Peygamber'in dediğini rivayet etmiştir. 834 Hatta Ebû Hüreyre terkibinde ihtilaf ederek kendisine gelen bazı kimselere, kendisinin ve bazı yakınlarının da bu hususta ihtilaf ettiklerini veHz. Peygamber'e sorduklarım, Hz. Peygamber'in de ikindi namazı ile tefsir etmiş olduğunu söylemiştir. 835
Bununla beraber, Zcyd b. Sabit, bir rivayete göre İbn Ömer ile daha başkaları da öğle namazı olduğunu ileri sürmüşlerdir. 836
Bunlardan başka bu namazın, akşam namazı837 veya sabah namazı olabileceği de 838söylenmiştir. Bu değişik fikirler yanında bu namazın, beş vakit namazdan herhangi biri olabileceği- de ifade olunmaktadır. 839 Şu kadarı var ki, İbn Abbas ve Aişe'den gelen şeklindeki kıraate göre840 ya öğle, ya akşam, veya sabah namazına tahsisi cihetine gidilmelidir.
Bütün bu rivayetler muvacehesinde, bir çok müfessirlerin de taraftar oldukları gibi nın ikindi namazı olduğuna meyletmek gerekir. Zira Ali'den rivayet edilen hadiste841 tabiri kullanılmaktadır. Eğer güneşin batmasiyle nın bir alakası olmasaydı cümlesinin, tabir caizse. «Haşv» olması gerekirdi ki, Hz. Peygam-ber'in konuşmalarında böylesine getirilmiş terkiplere raslanmaz.
Netice itibariyle Hz. Peygamber, terkibinin ikindi namazına şamil olduğunu bu hadisle beyan etmişdir. ez-Zemahşerî, bu husustaki ihtilaflara temas etmeden önce nın ikindi namazı olduğunu diye kesin ve vazıh bir ifadeyle anlatmıştır. 842 Durum ne olursa olsun kelimesinin ifade ettiği manaya göre davramîarak te'vil yoluna gidilmiş olsaydı bu namazın sabah namazı olduğu düşünülebilirdi. Fakat Hz. Peygamber sahabenin bu yoldaki anlayışlarını tashih etmiş dan maksadın ikindi namazı olduğunu beyan etmiştir. 843
Bu hadisten sarahaten anlaşıldığına göre ashab, ilk zamanlarda, ihtiyaç hissettikleri an namazda konuşabiliyorlardı. Bakara sûresinin (238) inci ayeti nazil olduktan sonra namaz içinde konuşmaktan menedilmişlerdir. oy5 kelimesinin aslî ve ilk manası dır. el-Cevherî bu kelimeyi diyerek izah eder. 844İbn Menzûr (Ö. 711/1311) ise bu kelimenin izahını şeklinde yapmaktadır845Daha sonra da mezkûr
ayete temas ederek ifadelerini kullanır. 846 et-Taberî cümlesini ele alınca bazılarının kelimesini «Dua» ile tefsir ettiklerini söyleyerek 847bazı rivayetler üzerinde durur. 848
Daha sonra da bu kelimenin manasında olduğunu bildiren rivayetlerden bahseder. 849 Bunlara ilâveten kelimesinin rukua varmak, dua etmek gibi manalara geldiğini bildiren rivayetleri ele alır 850Burada, kelimesindeki aslî manânın olduğu merkezinden hareket edecek olursak diyebiliriz ki, Hz. Peygamber'in emri üzerine ihtiyaç karşısında yapılan konuşmaları bırakmak da Allahm (G.G.) emrine itaat etmek demektir. Şu halde sükût, bir nevi itaatdır. Netice itibariyle Cjjâ kelimesi umumi olarak bütün itaatlere şâmil olabilecek bir vaziyette iken Hz. Peygamber bu lafzın efradından birinin daha tahsisine işaret etmiştir. Bu demek oluyor ki Hz. Peygamber ashaba Cıyh kelimesinin mütehammil bulunduğu bir manâ ile emretmiş, bu sebeple onlar da bu emri hiçbir suret-de yadırgamamışlardır. İbn Menzûr, mutalaları arasında bazılarının «Kunut dört kısımdır. Namaz kılmak, namazda kıyamı uzatmak, devamlı olarak taat ve bir de sükut» demiş olduklarını nakleder. 851 Fakat neticede değişen bir şey yoktur. Şu halde İbn Side'nin de (Ö. 458/1066) dediği gibi 852un aslî manası taatdır. Hz. Peygamber, ashaba, namazda susmalarım emredince ashab bunu aynı zamanda Allah'ın (C.C.) bir emri kabul etmişler ve emre imtisal ederek Hz. Peygamber'in isteğine uymuşlardır. 853
Görüldüğü gibi bu hadisle de Hz. Peygamber, iül kelimesini ile tefsir etmiştir. Burada şu hususa da temas etmek isteriz ki, ilim adamları, Hz. Peygamber'in, Kur'an'm izah ve tefsirinden olmak üzere ne miktar bir beyanda bulunduğu hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Bazıları Hz. Peygamber tarafından Kur'amn bütün manalarının açıklandığını kabul etmişlerdir ki bunların başında İbn Teymiyye (ö. 728/1328) gelmektedir.854 es-Süyûtı ise (Ö. 911/1505) Hz. Peygamber'in Kur'andan az bir miktarım beyan etmiş olduğu kanaatini benimseyenlerle beraber bulunmaktadı. 855Ayrıca es-Sûyutı, ez-Zerkeşi'ye uyarak onun gibi 856Hz. Peygamber'den tefsir mahiyetinde gelen rivayetlerin çok az olduğunu zikreder. 857 Bu hususta çok dikkatli olmak gerektiğine de bilhassa işaret eder. 858 Tercih edilmesi gereken fikir de budur. Zira ashab tam manasiyle Kur'amn bütün anlamlarını teferruatiylc bilseler ve Hz. Peygamber de onlara herşeyi izah edip açıklamış olsaydı gerek Hz. Peygamber'den ve gerekse birbirlerinden Kur'an ayetlerinin manalarıyle ilgili sorular sorarlarmıy di? Hz. Peygamberin ahirete irtihal buyurmalarından sonra bile tefsirle ilgili birçok hadiselerde ashab müşkil durumda kalmışlar ve birtakım ayetlerin manalarında tevakkuf bile etmişlerdir. Bütün bunlar Hz. Peygamber'in Kur'anı bütün te-ferruatiyle ashaba açıklamadığının en büyük delilidir.859

c) İctîhad ve İstinbat (Re'y) :

Bilindiği gibi ashab halledilmemiş bir meseleyle karşılaşıp müşkil durumda kaldıkları zaman, eğer o meselenin hallini Kur'andan öğrenemezler ve Hz. Peygamber'in sünnetinden de elde etmeleri mümkün olmazsa ictihad ve istinbata müracaat ederlerdi. Ashab bu hususta, Arap diline dair olan bilgileri, Arapların örf ve adetleri, Kur'an nazil olurken Arap yarımadasındaki hristiyan ve yahudilerin durumları hakkındaki bilgilerle kendi idrâk ve anlayışlarına dayanıyorlardı. 860 Mücerred lügat bilgisiyle Kur'amn tefsiri cihetine gidilip gidilemiyeceği ihtilaflı bir mesele ise de 861ashabın lügat bilgileri yanında ayetlerin tefsirinde faydalı olacak bilgileri de vardı. Meselâ ayetlerin nüzul sebepleri hakkında kâfi derecede bilgiye sahip olmak birçok ayetlerin anlaşılmasında hissedilir şekilde yardımcı olmaktaydı. 862
Kur'amn istinbat ve ictihad vasıtasiyle elde edilen tefsirinde ashab çok farklı idiler. Bazıları hakikaten kuvvetli bir anlayışa sahipken diğer bir kısmı bu seviyeye gelmiş değildiler. Meselâ Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak müslümanlığı (verip ondan) hoşnut oldum - ayeti 863nazil olduğu zaman bunu mücerred bir haber olarak kabul eden sahabeden bazıları sevinmişlerdi. Fakat ayeti duyan Ömer kendini tutamayıp ağladı ve dedi.864 Çünkü Ömer bu ayetten Hz. Peygamber'in ahirete irtihal edeceklerini anlamış bulunuyordu. Bu tarihten sonra Hz. Peygamber'in (81) gün daha yaşadığı rivayet edilmektedir 865Aşağıda zikredeceğimiz hadis 866bu hususta bize daha açık ve tatminkâr bir fikir verecektir.
Görüldüğü gibi Abdullah b. Abbas yaşının küçük olmasına rağmen Hz. Peygamber'in duası bereketiyle birçok sahabenin istinbat edemediği bu manayı ne kadar güzel bir şekilde dabtetmiştir.867

d) Semavî Kitaplar Ve Ehli Kitaba Müracaat :

Ashab, Kur'amn mufassal olarak bahsetmediği bazı hadise ve vak'alar-da İslâm dinine girmiş bulunan ehli kitaba müracaatta bulunurlardı. 868Bunlardan alınan bilgiler İslâm akidesiyle karşılaştırılmak suretiyle ince bir süzgeçten geçirilir, Kur'an ve sünnete muhalif olmayan bazı şeyler kabul edilirdi. "
Bu kaynak diğerlerine nisbetle fazla bir önem taşımamaktadır. Çünkü sahası çok dardır. Bilindiği gibi Tevrat ve İncil'de bazı tahrifler yapılmış bulunuyordu. Bu bakımdan sahabe kendi kitapları olan Kur'andan her hangi bir mananın anlaşılmasında, ayetlerin, Tevrat ve İncil'e tabî kılınmasını istemiyordu. Bu bakımdan da Kur'ana muhalif olmayan ve inançlariyle mutabakat arzeden bazı şeyleri kabul ediyor, geri kalanlarını ise terkediyordu. İlerde, kütübü mukaddese ile tefsirden bahsederken bu husus üzerinde daha fazla izahat verilecektir. 869

2- Tefsir Medreseleri :

Hz. Peygamber'in nurundan bol bol istifade eden ashabdan bazıları muhtelif vilâyetlere dağılmışlardı. Aralarında fıkh, hadis ve tefsir ilimlerinde bir hayli şöhretli kimseler vardı. Hz. Peygamber devrinin kapanıp tabiin devrinin başladığı anlarda muhtelif vilâyetlerin tefsir ilmiyle uğraşacak olan medreselerini hayata kavuşturmak için temelleri atılmış bulunuyordu. Bu medreselerin en meşhurları :
a) Mekke medresesi,
b) Medine medresesi,
c) Irak medresesi, dir. 870

a) Mekke Medresesi

Bu medresenin başkanlığını Abdullah b. Abbas yapmıştır871Abdullah'ın tefsir ilmindeki kabiliyet ve bilgisi müsellem olduğundan Mekke medresesi oldukça kuvvetli bir duruma sahip bulunuyordu. Hz. Peygamber İbn Abbas'ı bağrına basmış ve demişti. 872
İbn Abbas diyor ki : «Meymune'nin (Ö : 51/671) evinde idim. Bir ara Hz. Peygamber'in abdest suyunu hazırladım. Hz. Peygamber bu suyun kim tarafından konmuş olduğunu sordu. Meymune «Abdullah koydu» dedi. O zaman Rasûlüllah diye dua etti. 873 Bir başka rivayette ise Hz. Peygamber'in Abdullah b. Abbas'ı "çağırarak eliyle başını sıvazladığı ve dediğinden bahsedilmektedir. 874
Abdullah b. Abbas'm tefsir medresesinde birçok değerli kimseler yetişmiştir. Bunlar arasında Said b. Cübeyr, Mücâhid, Ikrime (Ö. 104/722), Tavus (Ö. 106/724), Ata b. Ebi Rabah (Ö. 114/732) ve daha başka değerli kimseler bulunmaktadır. 875

b) Medine Medresesi :

Bu medresenin başında ise Übey b. Ka'b vardı. Übeyy'yin tefsir medresesinden de birçok ileri gelen kimseler istifade etmişlerdir. Bunlar arasında Zeyd b. Eşlem (Ö. 136/753), Ebû Âliye (Ö. 90/708) ve Muhammed b. Ka'b da (Ö. 118/736) bulunuyordu.876

c) Irak Medresesi :

Bu medresenin kurucusu Abdullah b. Mes'ûd'dur. Abdullahla beraber Irakda bulunan başka sahabeler de vardı. Iraklılar tefsir hususunda bir dereceye kadar bunlardan da istifade etmişlerdir. 877 Fakat Abdullah b. Mes'ûd tefsir konusunda Iraklıların ilk hocaları sayılır. Ammar b. Yâsir Kûfe'ye vali olarak gönderildiği zaman Abdullah da onunla beraber tayin edilmişti. Abdullah bizzat halife Ömer'in emriyle gittiği için Küfe halkı etrafına toplanmışlar, kendisinden, tefsir, kıraat, fıkh ve Kur'an öğrenmeye başlamışlardı.
Abdullah b. Mes'ûd'dan gelen rivayet zincirleri muhtelifdir. Bunlar ara-.smdan en önemlilerini şu şekilde sıralayabiliriz.
Bu rivayet zincirlerinden ilk üçüne, bilhassa Buharî'nin itimat etmiş olmasından dolayı daha çok değer vermiştir878

B - İbn Mes'üd Ve Irak Tefsir Medresesinin Teşekkülü

1- Irak Tefsir Medresesinin Teşekkülünde İbnmes'ûd'un Rolü:

Ashab devrinde tefsir ilmi için hakiki manasiyle bazı medreselerin teşekkül etmiş olduğu yolunda bir şey söylenemez. Tam olarak tefsir ve fıkh medreseleri tabiin ve etbaü't-tabiin zamanında başgöstermiştir.
Irak tefsir medresesinin meydana gelmesinde ilk temeli atan Abdullah b. Mes'ûd olmuştur. Temas edildiği gibi Irakta Abdullahtan başka sahabe de bulunuyordu. Fakat Abdullah'dan tefsir hususundaki rivayetin daha çok oluşu ve Abdullah b. Mes'ûd'un tefsir ilmindeki rivayet ve kabiliyeti onu Irak tefsir medresesinin en selâhiyetli kimsesi haline getirmiştir. Abdullah b. Mes'ûd'un Irakda uzun müddet kalmış olması da bu medresenin gelişmesine son derece yardımcı olmuştu. Bütün tefsir medreselerinde yetişen kimselerin en değerli ve bu sahada otorite olanların da Abdullah'ın medresesinde yetişmiş olduğunu burada kaydetmemiz gerekir.
Bu medresede öğrenim yapanlar tabiinden olduğuna göre. bunlardan, gelen tefsir rivayetlerinin kabul edilip edilmiyeceği hususundaki ihtilafa da burada kısaca temas etmek isteriz. Bu konuda Ahmed b. Hanbel'den iki değişik rivayet vardır. Bunlardan biri tabiinden gelen tefsir rivayetlerinin kabul edilebileceğini beyan ederken diğeri reddedileceğine delâlet etmektedir.879Biz de bu hususta ez-Zerkeşî'nin görüşüne iştirak edeceğiz. Çünkü ez-Zerkeşi, Ahmed b. Hanbel'in reddi cihetine gittiği fikirlerin, tabiinin kendilerine has görüşler olabileceğini beyan etmektedir. 880 Ebû Hanife'nin de tabiin hakkında söylemiş olduğu 881sözlerini ez-Zerkeşi'nin anladığı gibi anlamak lazımdır. Çünkü tabiinin rivayet, ettikleri sözlerin birçoğu tamamen sahabeden gelmektedir. 882

2- Îbn Mes'ûd'un Medreseye Getirdiği Yenilikler :

Müteaddit defalar temas edildiği gibi Abdullah b. Mes'ûd uzun müddet Irak'ta kalmıştır. Bazı zamanlar, hususan şer'i bir delilin bulunmadığı yerlerde r'ey ve kıyasa müracaat ederek hükme varma esasını Iraklılara :ta lim eden Abdullah b. Mes'ûd'dur. Şer'i hükümlerde göze çarpan r'ey ve kıyas faaliyetleri tefsir hareketlerinde de görülür. 883 Şu halde Abdullah b. Mes'ûd'un teşkil etmiş olduğu Irak tefsir medresesine verdiği daha doğrusu bir esas olarak koyduğu en büyük yenilik orada çalışanların r'ey ver kıyasa, gerektiği zaman önem vermelerini telkin etmek olmuştur.
Bilindiği gibi Irak, Hicaz'a nisbetîe daha ileri bir vaziyette bulunuyordu. Irak'ta hadislerin az oluşu ve ortada da hükme bağlanması gereken bir çok meselelerin mevcudiyeti r'ey ve kıyasın bu ülkede daha çok yayılmasına sebep oldu. Ashab devrinde de bu hususta iki yol takip edilmişti. Bunlardan birincisi r'ey taraftarlarının, ikincisi de rivayet taraftarlarının tuttuğu yoldu. 884 R'ey taraftarları sıhhatine itimat edebilecekleri bir hadis bulamadıkları zaman r'ey ve kıyasa müracaat ederlerdi. Bu zümrenin başında daha öncede temas edildiği gibi Hz. Ömer ve Abdullah b. Mes'ûd vardı. Ashab arasında göze çarpan bu tutum bilhassa tefsir ve fıkıh ilimlerinde, tabiin ve etbau't-tabiin zamanında da görüldü. 885 Bu sebeple Abdüllah b. Mes'ûd'un medresesinde yetişen tefsir talebesi fıkıh ilminde olduğu gibi tefsirde de r'ey ve kıyasa fazlasıyla önem verdiler. Netice itibariyle diyebiliriz ki Irak'ta r'ey ve kıyasın diğer ülkelere nazaran daha çok yayılmış olması bu ülkenin Abdullah b. Mes'ûd, Ömer ve Ali gibi kimselerin fikirlerini benimseyenlerle dolup taşmış olmasından ileri gelmektedir. Fakat, daha önce de temas edildiği gibi Abdullah b. Mes'ûd kıyas hususunda herkesin salahiyetli olamıyacağım defalarca ashabına anlatmıştır.886

3- Irak Tefsir Medresesini Diğerlerinden Ayıran Hususiyetler:

Abdullah b. Mes'ûd'un tesis etmiş olduğu tefsir medresesini diğerlerinden ayıran belli başlı vasıflardan biri onun r'ey ve kıyasa da önem vermiş olmasında tecelli ediyordu. Bu hususla ilgili olarak kâfi derecede bilgi verilmiş ve Abdullah'ın fıkh bilgisinden söz .edilirken bu konu üzerinde de durulmuştu. Bununla beraber tefsir medreselerinin bazı müşterek tarafları da vardı. Meselâ tabiin devrinde bir kısım israiliyyat tefsir bilgileri arasında yer almaya başladı.
Tabiinin bu hususta fazla bir hassasiyet göstermeden hareket etmeleri •de israiliyyatm artmasına sebep olmuştu. Ehli kitabın müslüman olanlarından. Abdullah b. Selâm, Vehb b. Münebbih (Ö. 114/732) ve İbn Güreye (Ö. 150/767) gibilerden 887israiliyyatla ilgili müteaddit rivayetler benimsenerek aktarıldı. Ayrıca tabiin devri tefsiri, bütün medreselerde telâkki ve rivayet karakterini muhafaza etti. Buna göre her şehir bağlı bulunduğu kimseden rivayetlerde bulunuyor ve bu yolda taassub gösteriyordu. Böylece Iraklılar, Abdullah b. Mes'ûd'dan, Mekkeliler Abdullah b. Abbas'dan, Me-dineliler de Übey b. Ka'b'den elde ettikleri rivayetler etrafında toplanmışlardı. Herhalde bu durum karşısında bir medresenin diğeriyle tam olarak bir imtizacını düşünmek yersiz olur.888

4- İbn Mes'ûd'un Tefsir Öğretimindeki Usûlü :

Hz. Peygamber'in ashabı Kur'anın ezberiyle birlikte, ezberledikleri ayetlerin mucibince amel edip tatbikat yönünden başarılı olmadıkça diğer ayetlere geçmezlerdi. Bu hal bir kısım tabiinde de aynı şekilde görülmüştür. Bu bakımdan tefsir ilmindeki öğrenim ve öğretim bir zamanla mukayyed değildi. Abdullah'ın ileri gelen talebesinden Mesruk, «Abdullah bize önce bir sûreyi okur daha sonra da bu sûreden bahsederek bütün gün onu tefsir ederdi» demektedir. 889Şu halde Abdullah b. Mes'ûd etrafına toplanan ashabına, o zaman henüz doğmamış olan nahv ilminden, ayetlerle ilgili fıkhî hükümlerden, esbabı nüzulden, nasih ve mensuhdan da bahsediyordu.
Elde mevcut kayıtlara bakılacak olursa Abdullah b. Mes'udûn bazan bir cemaatle öğretim yaptığı gibi bazan da (temas edildiği gibi) yalnız bir kişiyle öğretim yaptığı görülür. Meselâ Arap olmayan birine Şübhesiz o zakkum ağacı, günaha düşkün olanın yemeğidir ayetini890 okuturken bu dile yabancı bulunan o kimse bir türlü rf^ lafzını telaffuz edemiyordu. Abdullah sonunda demeyi de becere-mezmisin» dedi. 891 Bu örnek kıraat ilmiyle alâkalı olduğu gibi tefsir ilmiyle de alâkalıdır. Şunu da burada belirtmek isteriz ki Abdullah b. Mes'ûd, talebeleri arasında hiçbir suretle ayırım yapmamıştır. Zaten yapması da düşünülemezdi. Çünkü bütün ilimler talebesine karışık olarak veriliyordu. Bir ayet ele alındığı zaman o ayetin, meselâ nüzul sebebinden, bilinmeyen bazı müfredatından, akaitle ilgili kısımlarından, nasih ve mensu-hundan aynı anda bahsediliyordu. Fıkhî hükü Tiler de bunlar arasında daima yerini alırdı. Bu sebeple meselâ Alkame'yi, tefsir ilminde başarılı gördüğümüz gibi kıraat ve fıkh ilimlerinde de başarılı görüyoruz. Şu halde Abdullah'a gelen bir talebe ondaki ilimlerin hepsinden nasibini almak isterdi.892

G - İbn Mes'ûd'un Tefsirdeki Metodu :

1- Nakle Dayanan Tefsir (Et-Tefsiru Bi'1-Me'sur) :

Nakle dayanan tefsir,Kur'anm yine Kur'anla, Hz. Peygamberden gelen tefsir rivayetleriyle, sahabe ve tabiinden varid olan tefsirle ilgili nakiller va-sıtasiyle vuzuha kavuşturulması demektir. Görüldüğü gibi burada tabiin rivayetlerini de zikretmiş bulunuyoruz. Çünkü, M. Hüseyn ez-Zehebî'nin de dediği gibi 893rivayet esasına dayanan müteaddit tefsirler, yalnız Hz. Peygamber'den nakledilen rivayetlerle sahabeden gelen rivayetlere inhisar ettirilmiş değildir Bu nevi tefsirler de tabiinden gelen rivayetlere de yer verilmiştir. Taberî tefsirini bu hususta bir örnek olarak alabiliriz .894
Kur'anm nüzûluna şahid olmuş bir sahabeden gelen tefsir rivayeti mer-fu hükmündedir. 895 Fakat Îbnü's-Salah ve en-Nevevî ile daha başka birtakım ilim adamları bu manâyı takyid ederek, sahabeden gelen ve kendi fikirlerine göre söylenmiş olduğu düşünülemiyen rivayetlerle esbab-ı nûzüle hasretmişlerdir. 896 Bu hususla ilgili olarak İbnü's-Salâh diyerek897 mutlak bir manayı kayıtlar. es-Sûyutı de aynı kanaattedir. 898'Netice itibariyle diyebiliriz ki, eğer sahabeden gelen tefsir rivayetleri [re'y ile söylene-miyecek şeylerle ayetlerin nüzul sebebine müteallik ise bu |rivayetler merfu hükmündedir. Fakat sahabenin kendi fikrine göre söylemiş olabileceği varit-se, o söz Hz. Peygamber'e isnat edilmedikçe mevkuf olarak mütalaa edilir. Merfu hükmünde olan bir rivayetin reddi |cihetine gidilemez. Müfessirlerin bu rivayeti mutlaka nazarı itibara almaları lazımdır. Mevkuf olan haberlerde ise değişik şekilde fikirler serdedilebilir. .
Nakle dayanan tefsirin rivayet ve tedvin olmak üzere iki devir geçirdiğini kabul etmemiz gerekir. 899 Rivayet devrinde ilk olarak Hz. Peygam-ber'in ashaba, manasını bilmedikleri bazı ayetleri tefsir ve izah ettiğini görüyoruz. . Daha sonra ise sahabeden bazıları, Kur'an tefsirinde Hz. Peygamberden gelen rivayetlerden veya yalnız kendi fikir ve görüşünden bahsetmeye başlamıştı. 900Bundan sonra tabiinden bazılarının Kur'an tefsirine teşebbüs ettiklerini müşahede ediyoruz. Bu nevi bir harekette bulunanlar Hz. Peygamberden elde ettikleri rivayetlere, kendi fikir ve görüşlerini de ilâve ediyorlardı901 Tabiinden sonra gelenler ise Hz. Peygamberden nakledilen rivayetlere, tabiinin rivayetleriyle kendi fikir ve görüşlerini de ilâve etmişler, böylece tefsir bir neslden diğer bir nesle biraz daha kabarık olarak teslim edilmeye başlamıştı. Rivayet devrinin kapanmasıyla tedvin devri gelmiş bulunuyordu. Tedvin edilen ilk tefsir nakle dayanan tefsir olmuştu. 902Bu vakte kadar tefsir, muntazam bir şekil almış değildi. Çünkü hadisin bir kısmı olarak mütalâa ediliyordu. Bundan sonra tefsir hadisten ayrılarak müstakil bir hale geldi. Bu yolda yapılmış ilk tefsir Ali b. Ebi Talha'nın (Ö. 143/760) İbn Abbas'tan. rivayet ettiği tefsir nüshasıdır.903
Şu halde nakle dayanan tefsir, Kur'anm Kur'anla,. -Kur'anın sünnet ve sahabeye isnat olunan mevkuf rivayetlerle, tabiinden gelen rivayetler vasıta -sıyle tefsirine şamil bulunmaktadır ki, biraz önce temas etmiştik. Bunlardan Kur'anın Kur'anla veya Kur'anm sünnetle tefsirinin makbul olduğunda hiçbir ihtilaf yoktur. Fakat sahabeden ve tabiinden gelen rivayetlerle yapılan tefsirin bazı zayıf tarafları olduğunu da söylememiz gerekir. Bu zafiyetin müteaddit sebepleri vardır. Bunlar arasında, isnatların hazf i, bazı israiliyya-tın ve uydurulmuş şeylerin tefsir bilgileri arasına girmiş olması da yer almaktadır. 904
İsnatların hazfedilmesindeki belli başlı sebep, sahabenin rivayetlerinde senetlerin bulunmamasından ileri gelmektedir. Meselâ bir sahabî diğerine bir hadisten bahsettiği zaman ikincisi onun isnadından sual etmezdi. Zira sahabenin hepsi de adildiler. Bazılarının, duydukları bir hadis için şahid istemesi itimatsızlıktan değil, daha çok mutmein olmak arzusundan ileri gelmekteydi. 905 Bunun bariz bir örneğini Hz. Ömer ile Übey arasında cereyan eden hadisede daha iyi görüyoruz. Übey b. Ka'b, Hz. Ömer'e bir hadis rivayet etmişti. Ömer, delil getirilmesini istedi. Übeyy dışarıya çıkınca Ensardan bazılarıyla karşılaşıp onlara durumu anlattı. Onlar, «Biz bu hadisi Hz. Peygamberden işittik,» deyince Ömer, Übey b. Ka'b'e «Ben sana inanmamış değilim. Fakat daha çok mutmein olmak istedim» dedi. 906
Tabiin devrinde ise hissedilir bir şekilde yalancılık artmış olduğundan bir hadisin kabul edilmesi senedinin subutuna ve ravilerinin adaletli olmalarına bağlı idi. 907 İbn Şirin (Ö. 110/728) bu husurta «İsnatdan hiç kimse sormazdı. Fakat birçok fitneler zuhur edince rivayet ettiğiniz kimseleri zikredin dediler» diyerek isnadın zikredilmesinin neden lüzumlu kılındığına işaret etmiştir. 908 Tabiin devrinde bu hal böylece devam etti. Daha sonra meydana getirilen tefsirlerde ise, Hz. Peygamber'in, sahabe ve tabiinin söylediklerinin biraraya getirilmiş olduğunu görüyoruz. 909İsnatların hazfedilerek ravilerin isimlerine temas edilmemesi de tabiin devrinden sonra başgöstermiştir. İkinci zafiyet sebebi olan israiliyyata gelince biraz ilerde bu kısım üzerinde duracağımızdan burada ondan bahsetmiyeceğiz.
Nakle dayanan tefsirde vukua gelen zafiyetten üçüncüsü, bazı aslı olmayan haberlerin tefsir bilgisi arasına karışmış olmasıdır. İlmi ifadesiyle vad', tefsirde hadisle beraber doğmuştur. Zira ilk zamanlar her ikisi de beraber bulunuyordu. Eğer ilk vad'ın tarihini tesbit etmek gerekirse bu tarihin (41). H. yılı olduğunu ileri sürebiliriz 910Müslümanların siyasi yönden bazı ihtilaflara düşerek gruplara ayrılmaları bu vad'm ilk amili olarak mütalaa edilebilir. Bir tarafta Ali taraftarı Şia, diğer yönde ona karşı koymak isteyen Hariciler, ve nihayet her iki fırkanın da karşısında mu'tedil bir şekilde kitap ve sünnetden ayrılmayan büyük bir çoğunluk, birbirlerine bazı bakımlardan zıt yollar üzerinde bulunuyorlardı. Şia bu ayrılık sebebiyle Hz. Pey-gamber'e ve Ali'ye onlardan nakledilmeyen birçok sözleri isnat etmiş ve bu yönden kendi görüşlerini takviye cihetine gitmişti. Hariciler de aynı büyük hatayı işlemişler ve ortaya attıkları asılsız rivayetlerin revacı için de ellerinden gelen gayreti göstermişlerdir. İbn Abbas ve Ali'den mervi olduğu söy-Jenen birçok yalan rivayetler de bunlar tarafından uyduruldu.911

a) Kur'an İle Tefsir :

Abdullah b. Mes'ûd'un ilk tefsir kaynağı Kur'andır. Abdullah, her hangi bir meseleyi Kur'an vasıtasıyla halledemediği zaman Hz. Peygamber'in sünnetine müracaat eder, orada da bulamadığı takdirde kendi re'y ve içtihadına göre o meselenin tahlili cihetine giderdi. Şu halde Abdullah, ilk olarak Kur'anın Kur'an ile tefsir edilmesi yolunu tercih ediyordu. Çünkü bu usûl, tefsirde takip edilmesi gereken en güzel ve ilk yoldu. İlim adamlarının kanaatleri de bu merjcezdedir 912Tefsirin kaynaklarından bahsederken bu hususla ilgili bazı misâller vermiştik.913

b) Sünnet İle Tefsir :

Abdullah b. Mes'ûd'un tefsir kaynaklarından ikincisi Hz. Peygamber'in sünnetidir. Şimdi bu hususla ilgili birkaç misâl vererek konuyu aydınlatmaya çalışalım. Daha önce de temas edildiği gibi Abdullah, terkiplerini yahudi ve hristiyanlarla, yani onlara şamil olduğunu söyleyerek izah etmişti. 914 Hz. Peygamber'in tefsirinden örnekler verirken orada zikredilen bir hadisde mağduburı aleyhim'den yahudilerin, dallin'den de hristiyanların muradedildiğini öğrenmiştik. Hz. Peygamber'in o hadisi muvacehesinde Abdullah'ın da mezkûr iki terkibi hristiyan ve yahudilerle izah etmesi doğrudan doğruya sünnete dayanan bir tefsirdir. Aynı şekilde Abdullah Çünkü sabah namazı şahitlidir - ayetini 915izah ederken gündüz meleklerinin inip gece meleklerinin çıktığına temas etmiştir 916Fakat Ebû Hüreyre'den rivayet edilen hadisine917 bakılacak olursa Abdullah'ın yukardaki tefsirini Hz. Peygamber'in bu hadisinden almış olduğu anlaşılır. Bir başka örnek ola-Tak Abdullah b. Mes'ûd şu ayetin 918Onlar dediler ki: «Zül-karneyn, hakikat, Ye'cuc ve Me'cüc (bu) yerde fesat çıkaran (kabile) lerdir. Bizimle onların arasına bir sed yapman üzerine sana bir vergi verelim mi ?» tefsirinden bahsederken Ye'cuc ve Me'cuc'un çokluğundan ve garip bir şe-Ikilde türeyeceğinden şaşar ve «Onlardan her birinin sulbünden bin erkek doğmadıkça ölmeyecekler» derdi. 919Abdullah b. Mes'ûd bu tefsirini de Hz. Peygamber'in . hadisinden 920almış bulunmaktadır.921

c) Israiliyyat İle Tefsir :

lafzı bir dereceye kadar tefsirin yahudi kültürüyle ilgili kısmına •delâlet ediyorsa da biz bu kelime ile daha geniş manalar kasdediyor ve hristiyan, yahudi kültürleriyle, tefsirin bu kültürlerle ne dereceye kadar müteessir olduğu hususuna delâletim istiyoruz.
Burada bütün hristiyan ve yahudi kültürü ile onlarla alâkalı olan haberlere «Israiliyyet» denilmesi ilmi tabiriyle «Tağlib» den, yanî yahudi tarafının hristiyanlar üzerine tercihinden ileri gelmektedir. Çünkü yahudilerden yapılan nakil hristiyanlardan gelene nisbetle daha çoktur. Ayrıca yahudi kaynaklı haberler daha meşhurdur. Yahudilerin, müslümanlarla geniş ölçüde ihtilat etmiş olmalarının da bunda büyük tesiri olmuştur. Hristiyan ve yahudi kültürünün tefsirde tesirli oluşunun bir sebebi de bizzat Kur'anın, bu kavimlerin kitapları olan Tevrat ve încilden de bahsetmiş olmasından doğmaktadır. Meselâ Şüphesiz ki Tevratı biz indirdik ki Onda bir hidayet, bir nur vardır. ayetinde. 922 tevrattan bahsedilmiştir. Sonra bunların izleri üzerinde, ardı ardınca peygamberlerimizi yolladık. Arkalarından da Meryem oğlu İsayı gönderdik. Ona încili yerdik ayetinde923ise İncilden bahsedilmektedir. Bunlardan başka bu nevi müteaddit ayetler vardır.
Tevrat ve Incile bakıldığı zaman bu iki kitabın da Kur'amn ihtiva, ettiği bazı meselelere ve ahkâma temas ettiği görülür.. Fakat bu kitaplardan alınacak her hükmün tahrif edilmiş olduğuna ihtimal nazariyle bakmak lazımdır. Tefsire İsrailiyyatm girmesindeki belli başlı sebep de bu idi. İlk is-• railiyyatm tefsire giriş tarihi ise sahabe devrinde olmuştur. 924Bilindiği gibi Kur'an müteaddit meselelerde icaza kaçan bir üslûpla varit olmuştur. Halbuki Tevrat veya İncil bazı hadiseleri biraz daha mufassal olarak anlatmıştır. Bu sebeple, Kur'amn üzerinde fazlaca durmadığı bir hususu ashab sorup öğrenmek arzusunda idiler. Bunu soracakları kimseler de ehli kitaptan müslüman olanlar idi. Ashab her bilmediklerini ehli kitaptan sormazlardı. Onların her söylediklerini de asla gelişi güzel alarak kabullenmezlerdi. Bilhassa ahkâma müteallik meselelerde ehli kitabın fikrine müracaat ettikleri hemen hemen vaki değildi. 925Aynı şekilde Hz. Peygamberden herhangi bir ayetle ilgili olarak gelen bir izah veya tefsir için ehli kitaba müracaat etmek lüzumunu asla hissetmemişlerdi. Bunlardan başka öğrenilmesi kendileri için bir faide sağlamıyan şeyleri de sormak adetleri değildi. Meselâ ehli kehfin köpeğinin hangi renkte olduğu, Hz. Nuh'un gemisinin uzunluğu ve benzeri şeyler. Ehli kitabın söyledikleri eğer ahkâmı, şer'iyyeye herhangi bir yönden muhalefet arzediyorsa o şey üzerinde düşünmezlerdi. Bazı zamanlarda da onların söylediklerini tashih eder ve doğrusunu öğreterek onların hatalarını kendilerine açıkça anlatırlardı. Meselâ Hz. Peygamber, her cuma. günü mukaddes bir vaktin bulunduğunu ve o vakitte ibadet ve taatla uğraşan bir kimsenin dua ve ibadetinin makbul olduğunu bildiren bir hadis söylemişdir 926Ebû Hüreyre bu saatin hangi saat olduğunu Ka'bden sormuştu. Ka'b bu saatin senede yalnız bir cumada olduğunu söyledi. Fakat Ebû Hüreyre itiraz etti ve Ka'b'm yanılmış olduğunu beyan etti. Ka'b Ebû Hüreyre'nin bu itirazı üzerine Tevrata müracaat etmiş ve hatasını anlamıştı. Çünkü Ebû Hüreyrenin dediğinin aynını Tevratta bulmuştu. 927 Şu kadarı varki Hz. Peygamber'in, İsrail oğullarından her türlü naklin yapılmasını caiz gören hadisi 928ile, ehli kitabı ne tasdik ve ne de tekzib edin..
Allaha ve bize gönderilene inandık deyin ayetinin mealini de. ihtiva eden lıadisi 929arasında bir tenakuz yoktur. Çünkü Hz. Peygamber İjrail oğullarından aktarılacak her şeyin mutlaka doğru olmasını isterdi. Gab'ir b. Ab-dillah'm bir-hadisinde ise Ömer'in ehli kitaptan elde ettiği bir yazıyı Ra-sûlüllah'a okuduğu, Hz. Peygamber'in buna öfkelendiği ve ehli kitaba hiçbir şey sorulmaması hususunda emir verdiği rivayet olunmaktadır. 930Bu hadisle de İsrail oğullarından naklin mutlak surette caiz olduğunu ifade eder' gibi görünen hadis arasında bir ayrılık göze çarpmaz: Çünkü Hz. Peygamber'in bu davranışı, ahkamı şer'iyyenin henüz istikrar bulmasından önce vuku bulmuştu. Belki bir fitne ve yanlış anlamalar vaki olabilir diye mani olmuş bulunan Hz. Peygamber, daha sonra bu hükmün takyidi cihetine gitmistir.
Tabiin devrinde ise İsrailiyyata daha çok yer. verildi. Bu sebeple de tefsire bu nevi haberlerden birçokları karıştı. 931
Bü kısa izahtan sonra diyebiliriz ki Abdullah b. Mes'ûd Israiliyyatla ilgili haberlere fazla ehemmiyet veren bir sahabi olarak tanınmış değildir. Duyduğu bir kısmı israiliyyatı anlattıktan sonra onu Hz. Peygamberden duyduğunu bizzat kendisi söylemiştir. Meselâ diyerek başlıyan konuşmasında 932israiliyyattan bir hadiseyi, nakleden Abdullah b. Mes'ûd, konuşmasının sonunda diyerek bu olayı Hz.' Peygamberden duyduğunu açıkça ifade emektedir. 933

2- Akla Dayanan Tefsir (Re'y Tefsiri) :

Bu hususta Abdullah b. Mes'ûd'dan gelen rivayetlere temas etmeden önce akla dayanan, yanî re'y ile Kur'an tefsiri hakkında ilim adamlarının ihtilaflarına kısaca temas etmek isterim. kelimesinin müteaddit manalarından birkaçı da i'tikat, ietihad ve kıyastır. Meselâ kıyasla tanınmış ilim adamları için asbabu'r - re'y denilir ki «kıyas sahipleri» demektir. Bizim burada üzerinde bulunduğumuz re'y'den maksat ictihatdır. Şu halde biz, ietihad ile yapılacak tefsirden bahsedeceğiz. Bu demek oluyor ki re'y ile tefsir, Arap dilini yakından tanıdıktan ve Kur'anm nasih ve mensuhuna vakıf olup, esba-bı nüzul ve daha başka, bir müfessirin muhtaç olduğu bilgiyi elde ettikten sonra Kur'anı ietihad ile tefsir etmektir. İşte bu nevi bir tefsir ilim adamları arasında varılan ihtilaf neticesi iki ayrı görüş kazanmıştır. Bunlardan birincisi ne suretle olursa olsun Kur'anm ietihad ile tefsir edilemiyeceği merkezindedir. Bu zümre Kur'anın tefsirinde Hz. Peygamberden, Kur'anın nüzûluna şahid olmuş ashabdan gelen rivayetlere itimat edilmesinin zaruri olduğunu söylemiştir. 934Bu hususta ashabdan rivayet eden tabiin sözlerinin de muteber olacağı ilâve edilmektedir. 935 Bu zümre, kendi görüşlerini müteaddit delillerle isbata çalışıyorlar. Meselâ, Senin için hakkında. bir bilgi hasıl olmayan şey'in ardına düşme. Çünkü kulak, göz, kalb, bunların hepsi bundan mes'uldur - ayeti 936onların ilk delilidir. Bundan başka (O peygamberler) apaçık burhanlarla (mu'cizelerle) ve kitaplarla (gönderildiler. Habibim) biz sana da Kur'anı indirdik. Taki insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın ve taki onlar da iyice fikirlerini kullansınlar. -ayeti gereğince 937diyorlar, Kur'anm beyan edilme işini Allah bizzat Hz. Peygamber'e tevdi etmiş bulunuyor. Bu sebeple başkalarının onu tefsir etme teşebbüsünde bulunmaları mümkün değildir. Aynı şekilde Hz. Pey-gamber'in hadisi de 938 delilleri arasında yer almaktadır. Fakat bu zümrenin getirdikleri bütün deliller, bir müfessirde bulunması gereken bütün şartların tahakkukundan sonra re'y ile tefsirin caiz. olduğunu söyleyenler tarafından teker teker ele alınarak cevaplandırılmıştır.. Meselâ beyan ayeti için, «Evet, Kur'anm tefsir işi Hz. Peygamber'e verilmiştir. Fakat Hz. Peygamber vefat etmiş ve birçok şeyleri de beyan etmemiştir. Kendisinden beyanı duyulan şeylerde kimsenin hakkı yoktur. Fakat beyanı yapılmamış hususlarda fikri çalışmalar yapılabilir» diyorlar. Bu zümre yu-kardaki hadisi de, manası ancak nakille bilinebilecek şeylerde ietihad yapanlara hamletmişlerdir. Bundan başka ashab ve tabiinden birçoklarının Kur'an tefsirinden kaçındıklarını da ileri sürerek re'y ile Kur'an tefsirinin mümkün olmadığını beyan etmektedirler. Meselâ Ebû Bekr bu hususta demektedir. 939 Keza Said b. Müseyyeb (Ö. 94/712) halâl ve harama müteallik bir şeyden sorulduğu zaman cevap verir, fakat Kur'an tefsirinden sorulunca sanki duymamış gibi davranırdı940eş-Şa'bî ise «Ölünceye kadar üç şey hakkında konuşmayacağım, Kur'an, ruh ve re'y» demektedir. 941 el-Asmaî'ye (Ö. 216/831) tefsirden bir şey sorulduğu zaman «Arap şu kelimeyi şu manada, şunu da bu manada kullanır. Ben, Kur'an vc hadiste bunlardan ne muradedildiğini bilmiyorum» derdi. 942Bütün bunlar re'y ile tefsire karşı olanların getirdikleri delillerdir. Karşı taraf ise gerek sahabenin ve gerekse bazı tabiinin Kur'an tefsirinden kaçınmasını takva ile hareket etmiş olmalarına bağlamıştır. Bu zümre de re'y ile tefsirin caiz olduğunu müteaddit delillerle isbata çalışmaktadır. Meselâ, diyorlar (öyle olmasa) Kur'anı iyiden iyi anla (yıp hakkı tanı) mazlar mı? Daha doğrusu onların kalbleri üzerinde (kat kat) kilitler vardır.ayeti 943bizim lehimizde en büyük delildir. Zira Allah bütün mü'minleri Kur'an üzerinde tefekküre davet etmektedir. Bu ise re'y ile tefsir yoluna gidilebileceğinin en bariz delillerinden biri olmalıdır. Bununla beraber Onlara eminlik veya korku haberi geldiği zaman onu yayıverirler. Halbuki bunu peygambere ve onlardan (mü'minlerden) emir sahiplerine döndürmüş (onlara müracaat etmiş) olsalardı o (haberi) arayıp yayanlar bunu onlardan öğrenirlerdi. Allah'ın üzerinizdeki lutfu inayeti ve esirgemesi olmasaydı, birazınız müstesna olmak üzere, muhakkak ki, şeytana uymuş gitmiştiniz ayeti 944bizim görüşümüzü desteklemektedir. Çünkü ayette, bazı şeylerin Kur'an'dan istinbat edileceğine dair işaret vardır. Bu da içtihadın cevazı demektir. Ayrıca, eğer re'y ile tefsir caiz olmamış olsaydı kıyas da caiz olmaz ve böylece birçok ahkam muattal kalırdı.
Biz de re'y ile Kur'an tefsirinin caiz olacağı kanaatindeyiz. Yukarda kısaca delillerine temas ettiğimiz iki zümre arasındaki ihtilaf ise lafzidir. Çünkü re'y ile tefsirin caiz olmadığım söyleyenler bu hususta salâhiyet sahibi olmayanları kasdetmektedirler. Re'y ile tefsirin mümkün olmadığını ileri sürenlerin ortaya koymuş oldukları şartlar ele alınacak olursa iki zümre arasındaki ihtilafın hakiki olmadığı anlaşılır. ez-Zerkeşî de Hz. Peygamber'in Abdullah b. Abbas hakkındaki duasını ele alarak sarahaten olmasa bile zımnen re'y tefsirinin caiz olacağına işaret eder945
ve daha sonra da bir kısım ilim adamlarının bu husustaki görüşlerini ele alır. 946
Netice itibariyle, re'y ile Kur'an tefsirine girişmek istiyen kimsede aranan şartlar bulunacak olursa o kimsenin içtihadına dayanarak Kur'an'ı tefsir etmesi caizdir. Aksi halde caiz olmaz.
Yukarda caiz olup olmayacağı hususunda üzerinde durduğumuz akla dayanan, yani re'y tefsiri, ilk olarak şahısların kendi anlayışlarına dayanarak giriştikleri bazı basit çalışmalarla başlamıştı. Bu basit çalışmalarda bazı fikirler diğerine tercih ediliyor ve akla dayanan , bir tefsir . hareketinde bulunuluyordu. Zamanla bu şahsi gayretler gelişerek büyümeye başladı. Bu gelişmede ilimler ve muhtelif görüşlerle birlikte değişik inançların da geniş ölçüde tesiri oluyordu. Hocam Muhammed Hüseyn ez- Zehebî'nin de ifade ettiği gibi 947fıkh ilmindeki ihtilaflar gelişmiş, kelâm meseleleri almış yürümüş, çeşitli islam fırkaları kendi mezheplerini yaymak için harekete geçmiş bulunuyordu. Bununla beraber tercüme edilen eserlerin ihtiva ettiği fikirlerin bazıları da tefsir ilmine tutunmaya başladı. Bütün bu geişmeler karşısında aklî tefsir yavaş yavaş nakle dayanan tefsire nazaran bir galibiyet elde etmeye başladı. Yazılan eserlerde aklî tefsire daha çok yer veriliyordu. Böylece tefsir sahasında meydana getirilen eserlerde ilmî ıstılahlara, akide ve inançların karıştığı ibarelere raslanmaya başlandı. Hatta diyebiliriz ki, her lııngi bir ilimde şöhret yapmış kimsenin meydana getirdiği tefsir, şöhret kazandığı ilmin ıstılahı ve o ilimle ilgili şeylerle dolup taşıyordu. Eğer müfessir nahv ilminde bir şöhrete haiz ise meydana getirdiği tefsir daha çok navh ilmine yer veriyordu. Meselâ tanınmış filolog ez-Zeccac (Ö. 311/923) gibi. Şayet müfessir fıkh ilminde daha büyük bir kudrete sahipse onun tefsiri de fıkh ilmine daha çok yer vermekteydi. Büyük Hanefi bilgini el-Cas-sas (Ö. 370/980) bu hususta bir örnek olarak gösterilir ve diğer ilimler de bunlara kıyas edilebilir. Mu'tezilî görüşlü bir kimsenin yaptığı tefsir de daha çok kendi görüş ve anlayışına göre oluyordu. Eseri de i'tizâli fikirlerle teçhiz ediliyordu. Tasavvufla uğraşanların tefsirleri de artık bu sahanın pek fazla dışma çıkamadan yapılıyordu diyebiliyoruz.
Şimdi Abdullah b. Mes'ûd'un tefsirinden bazı örnekler verelim. (el-Fatiha 3) Din gününün (tek) sahibi Abdullah b. Mes'ûd ve Abdullah b. Abbas bu terkibi «Hesap günü» diye tefsir etmişlerdi.948
(el-Fatiha 5) Bizi doğru yola ilet - Abdullah b. Mes'ûd ve Abdullah b. Abbas buradaki sırati müştekimden maksadın İslâm olduğunu söylemişlerdir949Bir başka rivayette ise İbn Abbas es-srratü'1-müs-tekim'i lüğavî manasiyle olarak ifade etmiştir. 950
(el-Bakara 3) O takva sahipleri ki onlar gaybe inanırlar - Abdullah b. Mes'ûd bu ayetde mevzubahis olan ve gaybe inandıkları bildirilen kimselerin Araplardan iman edenler olduğunu söylemiştir. 951
(el-Bakara 4) (O takva sahipleri ki Habib.im) Onlar sana indirilene de, senden evvel indirilenlere de inanırlar. Ahirete ise onlar şüphesiz bir bilgi ve inan beslerler-Abdullah b. Mes'ûd bu ayetle ehli kitabtan mü'min olanların kasdedildiğini beyan etmiştir. 952 İbn Abbas da aynı kanaate sahiptir. 953
(el-Bakara 5) onlar Rablerinden (gelen) hidayetin tam üzerindedirler. Asıl muratlarına kavuşanlar da işte onlar - Abdullah b. Mes'ûd ve Abdullah b. Abbas bu ayetle yukarda zikredilen iki zümrenin de kasdedilmiş olduğunu ileri sürmüşlerdir. 954
(el-Bakara 8) İnsanlardan öyle kimseler vardır ki kendileri iman etmiş olmadıkları halde Allah'a ve ahiret gününe inandık derler. Halbuki onlar inanıcı (insan) lar değildir-Abdullah b. Mes'ûd ve Abdullah b. Abbas'a göre bu ayetde mevzu bahis olanlar münafıklardır. 955
(el- Bakara 11) Kendilerine yer (yüzün) de fesat yapmayın denildiği zjman biz ancak ıslah edicileriz derler Abdullah ve İbn Abbas bu vasfa sahip kimselerin münafıklar olduğunu beyan etmişlerdir. 956
(el-Bakara 14) Şeytanlariyl yalnızca (baş başa) kalınca ise emin olun, biz sizinle beraberiz. Biz ancak istihza edicileriz, derler-îbn Mes'ûd ve Ibn Abbas ayetde zikredilen «Şeyatîn» kelimesinden münafıkların azılı arkadaşlarının kasdedildiğini söylemişlerdir.957 Bundan başka bu kelimeyi, münafıkların işbirliği yaptığı yahudi-ler ve müşriklerle izah edenler de olmuştur. 958
(el-Bakara 16) Onlar o kimselerdir ki doğru yolu bırakıp sapkınlığı (eğri yolu) satın almışlardır. Demek, alış verişleri onlara kazanç sağlamamış, onlar doğru yolu da bulamamışlardır - İbn Mes'ûd bu ayeti izah ederken «Sapıklığı alıp hidâyeti terkettiler» der. 959 îbn Abbas ise «Küfürle imanı değiştiler» diyerek bir açıklama yapar960
(el-Bakara 18) Onlar) sağırlar, dilsizler, körlerdir. Artık (hakka) dönmezler. Gerek îbn Abbas ve gerekse İbn Mes'ûd bu kimselerin hususi olarak İslama dönmiyeceklerini söylerler. 961 Ayetin siyakından anlaşılan mana da budur. Zira o münafıkların kalbleri mühürlenmiş, artık sağır, dilsiz, hakkı görmez bir hale gelmişlerdir. Bu sebeple Islama dönmeleri ümit edilemez.
(el-Bakara 22) O halde, kendiniz bilip dururken (yaratılan o şeylerle) Allah'a eşler koşmayın. - Ibn Mes'ûd ve İbn Abbas ayeti, «Bir kısım kimselere Allah'ın ma'siyeti yolunda itaat ederek onları Allah'a eş yapmayın» şeklinde anlamışlardır962
(el-Bakara 26) Allah onunla bir çoğunu şaşırtır, yine onunla bir çoğunu yola getirir. - Abdullah b. Mes'ûd bu ayette kullanılan idiâl ve hidâyetin mü'minler ve münafıklar için kullanılmış olduğu kanaatindedir. 963Fakat mü'min olan bir kimsenin tekrar hidâyete iletilmesi düşünülemiyeceğinden buradaki manâ, hidâyet üstüne hidâyet verecek ve nurlarını artıracak demek olur. Kur'an ve hadisde bu nevi isti'mal şekillerine raslanır. 964
(el - Bakara 30) Hant Rabbin meleklere «Muhakkak ben yer yüzünde (benim emirlerimi tebliğ ve infaza memur) bir halife (bir insan, âdem) yaratacağım» demişti.Allah (C.C.), «Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım» buyurduğu zaman melekler demişlerdi.965 Allah da onlara bu halifenin zürriyetinden fesat çıkaranlar, cinayet işleyenler olacağını onlara bildirdi. 966Fakat diğer rivayetlere göre, meleklerin henüz insan hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadan onları kan dökmek ve fesat çıkarmakla tavsifleri hakikaten düşündürücü bir meseledir. Abdullah b. Mes'ûd'dan gelen umum rivayetler gözönüne alınacak olursa Abdullah'a göre yeryüzünün ilk sakinlerinin insanlar olduğu anlaşılır. İbn Abbas'dan gelen bir rivayet Abdullah'ın bu görüşüne aykırı düşmektedir. Zira İbn Abbas yer yüzünün ilk sakinlerinin cinniler olduğunu beyan ettikten sonra 967onların fesat çıkarıp kan döktüklerini, bunlara İblis'in gönderilip onları öldürdüğünü, daha sonra mağrur olarak hiç kimsenin yapmadığını yaptım demesi üzerine Allah'ın bazı meleklere yer yüzünde halife yaratacağını, meleklerin de cinnilere kıya-sen «Orada bozgunculuk edecek, kanlar dökecek kimse mi yaratacaksın» demiş olduklarını anlatır. 968
(el - Bakara 30) Herhalde sizin bilemiyeceğini-zi ben bilirim. Abdullah b. Mes'ûd'a göre burada Allah'ın bildiği ve meleklerin bilmediği şey, îblis'in durumuyla ilgilidir. 969 Yâni Allah, İblis'in gururunu, tekebbürünü, Allah'a karşı olan isyanını yalnız kendisi bilir demektir. 970Abdullah b. Abbas da aynı kanaate sahiptir. 971
(el -Bakara 31) Adem'e bütün isimleri öğret-ti-Abdullah b. Mes'ûd bu ayetin izahında Hz. Adem'in yaratılışından bahsetmiştir. 972
(el - Bakara 31) Sonra onları (onların delâlet ettikleri alemleri, eşyayı) meleklere gösterdi. Abdullah b. Mes'ûd bu ayetle ilgili olarak bütün yaratıkların Hz. Adem'e gösterildiğini beyan etmektedir.973 Bu meseledeki fikir ayrılıkları ve ihtilaf burada ele almamıyacak kadar çoktur. Taberi de bunlardan bazılarım zikreder974
(el - Bakara 31) Doğrucular iseniz (her şeyin iç yüzünü biliyorsanız) bunları ad'lariyle bana haber verin, demişdi. Abdullah b. Mes'ûd terkibinden «Eğer Adem oğlunun kan döküp fesat çıkaracağında doğru söylüyorsanız» (bunları adlariyle bana haber verin) şeklinde bir manâ anlamıştır. 975Yani, insanoğlunun kan dökeceği, fesat çıkaracağı hususundaki söylediklerinizde doğruculardan iseniz bunları adlariyle bana haber verin demek oluyor. İbn Abbas da bu kanaa-ta sahipti. 976
(el - Bakara 58) :Hani (Tih'den çıktıktan sonra) şu kasabaya girip dilediğiniz yerde istediğinizi bol bol yiyin, kapısından secde ederek (eğilerek) girin ve (dilediğimiz) hıtta (dır, günahlarımızın dökülüp düşmesidir) deyin, kusurlarınızı örtelim, iyilik edenler (in ecrin) i ise daha artıracağız, demiştik. - Bu kimselerin, yani dilediğimiz mağfirettir, aftır demeleri isteniyordu. 977Fakat onlar alaylı alaylı sözler ederek Abdullah b. Mes'ûd'un ifadesine göre cümlesini kullanmışlardır. 978
(el - Bakara 121 ) Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onu - tilavet hakkını gözeterek - okurlar. - Abdullah b. Mes'ûd bu ayetteki terkibini yahudi ve hıristiyanların, kitaplarına ittiba etmeleriyle tefsir etmiştir. 979 îbn Abbas da aynı görüşe sahip bulunmaktadır. 980Bir başka rivayette ise Abdullah b. Mes'ûd demektedir. 981
(el - Bakara 177) ( Allah) sevgisiyle (yahut mala olan sevgisine rağmen) akrabaya veren - Abdullah b.
Mes'ûd'a göre buradaki infakdan maksat insanın sıhhatte olduğu halde yaşamayı ümid: edip, fakir düşmek endişesi de bulunmakla beraber infak etmesinden ibarettir.982
(el -Bakara. 238) :Allah'ın (divanına) tam huşu ye taatle durun Abdullah b. Mes'ûd bu âyetle ilgili olarak şu açıklamayı yapar. «Hazret-i Peygamber'e namazda iken selâm verirdik ve O'da selâmımıza mukabele ederdi. Necaşî'nin yanından avdet edince kendisine selâm verdik bu defa namazda iken selâmımızı almadı. Kendisine, «Ya Rasûlallah, size namazda iken selâm verirdik ve siz de selâmımızı alırdınız, dedik. Bize, «Namazda, meşgul olmayı gerektiren şeyler vardır» mukabelesinde bulundu. 983
(el - Bakara 268) Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur. Size cimriliği emreder. Allah ise (nafaka hususunda) size kendisinden bir yarlığama ve bir bolluk vaadediyor. Allah (ihsanı) geniş olan, (her şeyi) hakkiyle bilendir. - Abdullah b. Mes'ûd bu âyeti tefsir ederken diyor ki : «İnsana, meleğin ve şeytanın bir tesiri ve dokunuşu vardır. Meleğin tesiri hayır vaad
edip hakkı tasdik, şeytanın ki ise kötülük vadedip hakkı tekziptir. 984Daha sonra Abdullah b. Mes'ûd mezkûr âyeti okumuştur.
(Âl-i İmrân 102) Ey iman edenler, Allah'tan nasıl korkmak lazımsa öylece korkun. - Abdullah b. Mes'ûd, Allah'tan tam nıanasiyle korkmanın anlamını şu cümlelerle belirtmişdir. 985. Abdullah b. Mes'ûd'un bu anlayışına karşı İbn Abbas âyetin cihadla ilgili olduğunu beyan etmektedir986
(Âl-i İmrân 103) Hepiniz, toptan sımsıkı Allah'ın ipine sarilin. Parçalanıp ayrılmayın. - Abdullah b. Mes'ûd bu âyetteki terkibini manasında tefsir etmektedir. 987 Mezkûr terkipten Kur'anm kasdedilmiş olduğunu söyliyenler de vardır. 988
Abdullah b. Mei'ûd'dan gelen bir ikinci rivayette in Kur'anla tef-air edildiğini görüyoruz.989 Abdullah bir konuşmasında da demiştir. 990Bu nakle nazaran birinci rivayet daha çok kuvvet kazanmış oluyor.
(Âl-i İmran 113) : Hepsi bir değildirler. Kitaplıların içinde ayakda dikilen bir ümmet vardır ki gecenin saatlerinde onlar secdeye kapanarak Allah'ın ayetlerini okurlar. - Abdullah b. Mes'ûd bu ayetin tesirinde derdi991
(Âl-î İmran 133) Rabbinizin mağfiretine ve takva sahipleri için hazırlanmış olan •cennete-ki eni göklerle yer (kadardır) - koşuşun. - Abdullah bu ayetle ilgili olarak, «İsrail oğullarından biri bir günâh işlediği zaman kapısına işlemiş olduğu o günahla beraber keffareti de yazılırdı. Bize, ondan daha hayırlı olarak bu ayet verildi» demektedir. 992
(Al-Î İmran 169) Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilâkis onlar Rab-leri katında diridirler. (Öyle ki Allahm) lütfi inayetinden kendilerine verdimi (şehitlik mertebesi) ile hepsi de şad olarak (cennet nimetleriyle) rızıklanırlar. Abdullah b. Mes'ûd'a bu ayetin manâsı sorulmuştu. Abdullah, kendisinin de bu ayetin manasından sormuş olduğunu söyleyerek sözlerine şöyle devam etmiştir. «Kardeşleriniz Uhûd savaşında şehit olunca Allah onların ruhlarını yemyeşil kuşların içine yerleştirdi. Allah üç defa kendilerine ne istediklerini sordu. Onlar, «Ya Rab, bizim ruhlarımızı bedenlerimize iade ederek dünyaya tekrar döndermeni isteriz. Taki senin yolunda savaşıp tekrar ölelim,» dediler. 993
(en-Nisâ 31) Eğer yasak edildiğiniz büyük (günah) lardan kaçınırsanız sizin (öbür) kabahatlerinizi örteriz ve sizi şerefli bir mevkie (getirip) sokarız – Abdullah b. Mes'ûd'dan büyük günahların hangileri olduğu hususunda müteaddit rivayetler vardır, tik rivayet de büyük günahların Nisa sûresinin başından otuzuncu âyete kadar olduğu kaydedilmektedir. 994Diğer bir rivayette ise Abdullah daha belirli bir şekilde bu günahları sayarak demektedir. 995Bir diğer rivayetde de ifadeleriyle büyük günahların dört olduğu tasrih ediliyor. 996 (el-MâidelO5) Ey
iman edenler, siz nefisleriniz (i ıslah etmiy)e bakın. Kendiniz doğru yolu bulunca sapanlar size zarar vermez - Ebu'l-Âliye tarikiyle gelen bir rivayette şöyle denilmektedir : «Biz Abdullah b. Mes'ûd'un yanında oturmakta idik. Arasında dargınlık bulunan iki kimse birbirlerine hakarete teşebbüs etmişlerdi. Abdullah'ın yanında oturanlardan biri kalkarak, «Şunları, şu yaptıklarından menedip doğru yola çağırayım mı?» deyince, yanında bulunan kimse «Sen kendi nefsine bak, çünkü Allah diyor,»dedi. Bunu duyan Abdallah b. Mes'ûd, «Dur bakalım, henüz bu âyetin te'vil zamanı gelmedi» diye söze başladı daha sonra da bir kısım âyetlerin henüz inmeden, bir kısmının Hz. Peygamber zamanında, bir kısmının Hz. Peygamberden hemen sonra te'villerinin vuku bulduğunu, bir kısmının bu günlerden sonra, bir kısmının kıyamet gününde, bazılarının da hesap gününde te'villerinin vuku bulacağını, kalpleri bir, arzu ve istekleri aynı olup bölün-medikleri ve birbirlerinin zulm ve işkencelerini tatmadıkları müddet iyilikle emredip kötülükten nehyde bulunmalarım, ancak kalpleri ve arzuları değinip fırkalara ayrılır ve birbirlerinin acılarını tadarlarsa o zaman herkesin kendi nefsine bakması lâzım geldiğini ve âyetin te'vilinin de o zaman geleceğini beyan etti».997 Bir diğer rivayette ise Abdullah «Âyetin te'vil zamanı şimdi değil, sizden kabul edildiği müddetçe iyilikle emredip, kölülükten nehyedin. Kabul edilmeyip de söyledikleriniz size iade edilecek olursa işte o zaman kendinize bakın» demiştir. 998
(el-En'am 158) Onlar hâla kendilerine ille (azâb yapacak) meleklerin gelmesini yahud (bizzat) Rabbinin gelmesini veya Rabbinin âyet (ve mucize) lerinden birinin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin âyetlerinden biri geldiği gün, daha evvelden iman etmiş veya imanında bir hayır kazanmış olmayan hiç bir kimseye (o günkü) imam asla fayda vermez. - Abdullah b. Mes'ûd bu âyette temas edilen ve geleceği söylenen bazı âyetleri güneşin batıdan doğmasıyla tefsir etmiştir.999 Yine bu âyetle. ilgili olarak Abdullah b. Mes'ûd demektedir. 1000 Bununla beraber Mesruk'dan gelen bir ri-vayetde Abdullah'ın yukarıda temas edilen âyeti, güneşin ay ile beraber,, yan yana sanki iki deve gibi doğacaklarını söylemiştir. 1001
(el-A'raf 123) Fir'avn, «Ben size izin vermeden,, dedi, ona iman mı ettiniz? Bu, hiç şüphesiz ki şehirde - onun halkım içinden çıkarmanız için. - kurduğunuz bir hilekârlıktır. Yakında (başınıza ne geleceğini) bilirsiniz siz - İbn Abbas ve Abdullah b. Mes'ûd Hz. Musa ile Fir'avn'ıh baş sihirbazının mubareze gününden önce konuştuklarını ifade etmektedirler. Hz. Musa sihirbaza demiştir ki : «Söyle bakalım, seni mağlub edersem bana iman eder ve getirdiklerimin hak olduğunu tasdik edermisin?» Sihirbaz, «Yarın öyle bir sihir getireceğim ki onu hiçbir sihir mağlub etmiyecek. Bununla beraber eğer beni mağlub edersen yemin ederim ki sana iman edeceğim ve getirdiklerine^de inanacağım» cevabını verdi. Fir'avn bunların konuşmasını; müşahede etmişti. İşte bu sebeple «Bu kurduğunuz bir hilekârlıktır» demişti. 1002
(el - En'am 175) (Habibim) onlara o kimsenin haberini de oku ki biz kendisine âyetlerimizi vermiştik de o, bunlardan sıyrılıp çıkmış, derken şeytan onu arkasına takmış, nihayet azgınlardan etmişti. - Bu âyet de mevzubahs olan. kimsenin kim olduğu hususu bazı ihtilaflara yol açmıştır. Abdullah, kendisine, âyetler verilen bu kimsenin BePam Ebûr olduğunu kabul etmektedir. 1003 Abdullah b. Mes'ûd'un bu görüşü yanında bazıları, kendisine âyetler verilip ondan sıyrılıp çıkan kimsenin tanınmış şair Ümeyye b. Ebi's-Salt (Ö. 9/630) olduğunu söylemektedir. 1004
(et-Tevbe 104) Onlar bilmediler mi ki şüphesiz Allah, kullarından (sadır olan) tevbeyi kabul edecek, sadakaları alacak olan ancak kendisidir - Bilindiği gibi sadaka veren herinsan Allah'tan bir sevap umar. İşte bu manaya, işaret edebilmek için Abdullah b. Mes'ûd, «Sadaka veren kimsenin sadakası önce Allah'ın eline geçer. Artık fakire onu veren odur» demektedir.1005 Abdullah daha sonra mezkûr ayeti okumuştur.
(Yunus 64) Dünya hayatında da ahiretde de onlar için müjde (ler) vardır. Allah'ın sözlerinde asla değişme (imkânı) yoktur. Bu, en büyük saadetin ta kendisidir. - Abdullah b. Mes'ûd diyorki : «Artık nübüvvet bitti ve mübeş-şirat kaldı». Kendisine, «Peki mübeşşirat nedir,» diye sorulunca «Kişinin göreceği veya kendisine gösterilecek olan doğru bir rüyadır», elemiştir. 1006Hz. Peygamber de bu âyetin manasından kendisine soran kimseye mübeşşi-rattan maksadın doğru bir rüya olduğunu söylemiştir. 1007 Bu durura karşısında mübeşşiratm manasını ölürken mü'mine yapılan bir müjde 1008diye tefsir etmek, birinci rivayete nazaran daha zayıftır.
(Hûd 3) Her fazilet sahibine kendi fazl (u kerem) ini versin - Abdullah b. Mes'ûd bu âyeti izah ederken diyor ki : «Bir günah işleyene işlediği o günah yazılır. Bir iyilik yapana da on iyilik yazılır. Şayet işlediği o kötülük sebebiyle dünyada bir ceza görürse yaptığı o on iyilik baki kalır. Fakat işlediği suçun cezasını dünyada görmiyecek olursa o on iyiliğinden bir tanesi alınır ve böylece dokuz iyiliği kalmış olur. Artık, birlerinin onlarım mağlub ettiği kimse helak olmuş demektir. 1009
(Hûd 6) Yerde yürüyen hiç bir canlı hariç olmamak üzere rızkları Allah'ın üstünedir. Onların duracak yerlerini de, emanet edilen yerlerini de o bilir. Bu âyetteki kelimelerinin hangi manalarda kullanılmış olduğu ihtilaf konusudur. Abdullah b. Mes'ûd kelimesini «Rahim», kelimesini de «İnsanın öleceği yer» ile tefsir etmiştir1010
(Hûd 114) Çünkü güzellikler, kötülükleri (günahları) giderir. - Bu ayetdeki ı lafzının hangi manada te'vil edilmesi gerektiği hususu ihtilafa yol açmıştır. Abdullah b. Mes'ûd'ca günahları giderecek olan dan maksadın, beş vakit namaz olduğu ileri sürülmüştür.1011
(Yusuf 36) Onunla beraber zindana iki de delikanlı girdi. Bunlardan biri, «Ben rüyamda kendimi şarap (üzüm) sıkıyor gördüm», dedi. Öbürü de «Ben de rüyamda kendimi başımda ekmek götürüyor, kuşlar da ondan yiyor gördüm», dedi. - Abdullah b. Mes'ûd'un ifadesine göre Hz. Yusuf ile beraber bulunan bu iki kimse hiçbir rüya görmemişlerdir. Fakat onlara, «Ben rüya tabir edebilirim», deyince onlar da kendisini denemek maksadiyle bu iki rüyayı uydurmuşlardır. 1012 Bazı rivayetlerde ise bu iki kimsenin hakikaten birer rüya görmüş oldukları söylenmektedir. 1013
(Yusuf 98) (Yakub) sizin için Rabbime sonra istiğfar ederim. Hakikat şudur ki O, çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir, dedi. - Hz. Yakub'un, evlâtları için yapacağı istiğfarı ne zamana tehir etmiş olduğu meselesi müfessirler arasında bazı fikir ayrılıklarına yol açmıştır. Abdullah'a göre bu istiğfar için tahsis edilmiş zaman seher vakti idi. Bunun başlıca delili Abdullah'ın seher vaktini istiğfar etmek için uyanık geçirdiğidir. 1014 Bir gün Abdullah'ın seher vaktinde duada bulunduğu işitilmişti. Kendisine neden bu vakti tercih ettiği sorulunca, Hz. Yakub'un evlâtları için yaptığı istiğfarı bu vakte tehir ettiğini söyledi. 1015 Bununla beraber Hz. Ya'kub'un, yaptığı istiğfarı cuma gecesine tehir ettiği de söylenmektedir. 1016
(İbrahim 9) Peygamberleri onlara apaçık burhanlar getirmişti de onlar ellerini ağızlarına itip, «Biz size gönderileni inkâr ettik ve biz sizin davet eder olduğunuz (din) den kat'i ve kocundurucu bir şek ve şübhe içindeyiz, demişlerdi. - Âyette zikredilen terkibinin manası değişik şekillerde tefsir edilmiştir. Bazıları bu tabire «Öfkelerinden parmaklarını ısırdılar» gibi bir mana vermiştir. Abdullah b. Mes'-ûd'un görüşü de bu merkezdedir 1017Bununla beraber bu hareketin öfkeden değil de şaşkınlıktan yapılmış olduğunu da ileri sürenler vardı. 1018
îbn Abbas da böyle düşünmektedir.1019 Müteaddit yerlerde olduğu gibi Taberî burada da Abdullah b. Mes'ûd'un görüşünü tercih etmiştir. 1020
(el-Hıcr 21) hiç bir şey (hariç) olmamak üzere (hepsinin) hazineleri bizim nezdimizdedir. Biz on (la) rı malum bir miktar dışında indirmeyiz. Abdullah b. Mes'ûd bu âyetin tefsirinde «Hiç bir yer yoktur ki oraya diğer yerlerden daha bol yağmur yağsın. Fakat Allah yağmuru topraklara muayyen miktarda tevzide bulunur» der ve mezkûr âyeti okurdu. 1021
(el-Hıcr 87) Andolsun ki biz sana (namazın her rek''atinde) tekrarlanan yedi (âyet-i kerime) yi ve şu büyük Kur'an-ı verdik.- Abdullah'dan bu ayetteki terkibinin tefsiri hakkında değişik rivayetler varit olmuştur. Bunlardan birincisinde bu terkibin yedi uzun sûreye dalâlet ettiği anlatılmaktadır. 1022Bir başka ri-vayetde ise bu terkipten maksadın Fatiha olduğu beyan edilmiştir. 1023
(en-Nahl 61) Eğer Allah insanları zulümleri yüzünden muaheze edecek olsaydı (yer) üstünde hiçbir canlı mahlûk bırakmazdı- Abdullah b. Mes'ûd insanların işlediği hatalar sebebiyle diğer canlıların mahvolabileceğini, ancak Allah'ın lutfu sayesinde helak olmadıklarını beyan etmek amacıyla «Şu pislik içinde yaşıyan böcek bile insan oğlunun hatası yüzünden yuvasında helak olayazdı»demektedir. 1024
(el-İsra' 78) Güneşin (zeval vaktir.de) kalması anından geceninkaraimasma kadar güzelce namaz kıl. Sabah namazım da (öylece eda et) çünkü sabah namazı şahitlidir. Abdullah b. Mes'ûd bu âyeti izah ederken kavlinde gündüz ve gece meleklerine temas ederek demektedir. 1025
(el-İsra' 81) Deki : Hak geldi, batıl zeval buldu. Şübhesiz ki batıl daim zeval bulucudur. -Abdullah bu ayette zikredilen' kelimesini müşriklere açılan cihad ve kelimesini de şirk ile tefsir ederek diyor ki: «Hz. Peygamber Mekke'ye girdi. (O zaman) Ka'be etrafında (360) put vardı. Hz. Peygamber onlara hem vuruyor ve hem de bu ayeti okuyordu.1026
(el-İsra' 86) : Andolsun sana vahy ettiğimize de, dilersek, muhakkak gideriveririz. Sonra, bize karşı onu (geri getirmek için) kendine bir vekil de bulamazsın. -Abdullah vahyolunanm giderilmesini, okuyanların kalplerinden silinmesiyle tefsir etmekteydi. 1027 Hatta Abdullah'ın, kendisine, «Ya Eba Abdirrahman ben Kur'an-ı hıfzettim» diyen birine «Kalbinde hiçbir şey kalmıyacak» dediği rivayet olunmaktadır. 1028
(en-Nur 37) Öyle) adamlar (vardır ki) onları ne bir ticâret, ne bir alış veriş Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namaz kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar kalplerin ve gözlerin (dehşetle) döneceği günden korkarlar.- Abdullah bu âyetteki namaz üe tefsjr etmiştir. 1029
(er-Rum 19) Ölüden diriyi, diriden de ölüyü o çıkarıyor.-Abdullah b. Mes'ûd dirinin ölüden çıkarılmasını insanın nutfeden yaratılmış olmasiyle izah etmektedir. 1030 Fakat, bu günkü ilmin keşifleri arasında bulunan dev mikroskopların icadından sonra, nutfenin de canlı olduğu meydana çıkmış bulunuyor. Bu bakımdan âyetin tefsirinde başka bir yol takip etmek gerekmektedir sanırım. Abdullah'ın görüşünü de bazı te'vil yollarıyle tevcih etmek mümkündür.
(Lukman 34) saatin (kıyametin) ilmi şüphesiz ki Allah'ın nezdindedir. Yağmuru (mukadder olan vakit ve mahalde) O indirir. Rahimlerde olanı o bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağım bilmez. Şübhesiz Allah (her şey'i) bilendir. Herşeyden haherdardır-Abdullah b. Mes'ûd bu âyetin tefsirinde «Peygamberimize ğaybm beş anahtarından başka her şey verilmiştir.» demiş ve yukarıdaki âyeti okumuştur. 1031
(es-Secde 21) Biz, o-en büyük azâbdan önce de onlara mutlaka yakın azâbdan tattıracağız. Tâki ric'at etsinler - Bu âyette zikredilen terkibini Abdullah b. Mes'-ûd Bedr günü, yâni müşriklerin o gün karşılaştıkları azabla tefsir etmiştir (269). ise kıyamet günü ile, yani bugünde görecekleri azabla tefsir etmektedir.1032
(el-Ahzâb 72) Biz emâneti göklere, yere ve dağlara arz (ve teklif) ettik de onlar bunu yüklenmekden çekindiler, bundan endişeye düşdüler. İnsan (a gelince : O, tutdu) bunu sırtına yükledi. Çünkü o, çok zülümkâr, çok câhildir. Abdullah b. Mes'ûd, bu âyetteki emaneti Hz. Adem'in, oğlu Kabil'e ailesini emanet etmesi şeklinde tefsir etmiştir 1033Burada, emaneti, Allah'ın kullarına farz kıldığı şeylerle izah eden Abdullah b. Abbas'm tefsiri daha münasiptir denilebilir. 1034
(Sebe' 23) :Onun nezdinde (âhiretde) kendisine izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fâide etmez. Nihayet (ona izin çıkıb da) kalblerinden korku giderildiği zaman (birbirine) : «Rabbiniz ne buyurdu?» derler, (şefaat edecekler de:) «Hakkı söyledi» derler. O, çok yüce, çok bü-yükdür. - Müfessirler, kalblerinden korkunun giderildiği söylenenlerin kimler olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Abdullah b. Mes'ûd'a göre bunlar meleklerdir. 1035
(Fâtır 10) :Gazel kelimeler ancak O'na yükselir. Abdullah'ın buradaki den maksadın olduğunu bildiren ifadesi şöyledir : «Mü'min bir kul dediği zaman bir melek bunları kanatları altma alır ve göklere doğru yükselir. Hangi melâike topluluğuna uğrasa bütün melekler onu söyleyen için istiğfar ederler.» Bu sözlerden sonra Abdullah b. Mes'ûd yukardaki ayeti okurdu. 1036
(es-Saaffaat 1-3) Saflar bağlayıp duranlara, sevk (u idare) ve (men-u) zecredenlere, zikir okuyanlara yemin ederim ki - Abdullah b. Mes'ûd buradaki kelimesinden meleklerin kasdedildiğini beyan etmiştir.1037
(Fâtır 41) :Şübhesiz ki Allah gökleri ve yeri zeval bulmalarından (korumak için bizzat) tutmaktadır. Eğer onlar zeval bulurlarsa andol-sun ki, ondan sonra kimse bunları tutamaz. Hakikaten o (Allah) ukubette aceleci değildir. Çok yarlığayıcıdır.
Abdullah b. Mes'ûd'un yanma bir kimse gelmişti. Abdullah nereden geldiğini sordu. Adam, Şam diyarından geldiğini söyledi. Abdullah, kimlerle görüşüp konuştuğunu sorunca adam, Ka'b ile görüştüğünü söyledi. Ka'-bın neler söylemekte olduğunu seran Abdullah'a adam «Ka'b, bütün semaların bir meleğin omuzlarında seyrettiğini söylüyor,» cevabını verdi. Abdullah, Ka'b'm dediğine inanıp inanmadığını sordu. Bu defa adam «Ne inandım ve ne de tekzib ettim» mukabelesinde bulununca Abdullah, Ka'b'm hata ettiğine işaret ederek yukardaki ayeti okudu1038
Bu hadise de gayet sarih olarak gösteriyor ki sahabe kitap ehlinin söyledikleri her şeye körü körüne inanıvermiş değillerdir. Yukarda da temas edildiği gibi sahabe, ehli kitaptan hatalı bir şey duydukları zaman onlara hata ettiklerini açıkça söylerlerdi. Hatta gerekirse münâkaşaya bile girişirlerdi, «îsrailiyyat ile tefsir» konusunda zikretmiş olduğumuz Ebû Hüreyre ve Ka'b hadisesine bir misâl olarak bunu da ilâve edebiliriz.
(ed-Duhan 16) Çok büyük bir şiddet ve satvetle (kendilerini) çarpacağımız gün muhakkak ki biz (onlardan) intikam alıcılarız. - Abdullah b. Mes'ûd'a göre dan maksat Bedr günüdür 1039 İbn Abbas ise bunu kıyamet günü ile tefsir etmiştir. İbn Mes'ûd hakkında da «İbn Bedr günü olduğunu söylüyor. Bense bunun kıyamet günü olduğunu söylüyorum» demiştir. 1040
(en-Necm 8) Sonra (Cebrail, ona) yaklaşdı. Derken sark-dı. - Abdullah b. Mes'ûd'a göre bu ayette yaklaştığı bildirilen Cebrail'dir..
Abdullah bunu sözleriyle ifade etmektedir. 1041
(eî-Kamer 1) Saat yaklaştı, Ay (ikiye) ayrıldı. -Abdullah bu ayetle ilgili olarak da beş mu'cizenin geçtiğini söylemiştir.. Bunlar dir.1042
(et-Tahrim 8) Ey iman edenler, tam bir sıdk-u hulûsa malik bir tevbe ile Allah'a dönün. - Abdullah, tev-be-i nasuhu «Tevbe edip bir daha dönmemektir» diye tefsir etmiştir. 1043
(en-Nebe' 38) : O gün Ruh ve melekler saf halinde ayakda duracakdır. - Abdullah bu ayetde zikredilen en büyük meleklerden biri olarak tefsir etmiştir. 1044Cumhura göre «Ruh» dan maksat Cebrail'dir.
(en-Nâziat 1) :Andolsun (kâfirlerin cesetlerine) boğulmuş olan ruhlarını ta derinlikler (in) den söküp koparan (ölüm melek) le-rine. - Abdullah'a göre dan maksat meleklerdir. 1045
(el-Maun 7) Zekâtı da menederler onlar. - Abdullah, ayette zikredilen kelimesini bir komşunun bir komşudan her zaman istiyebileceği şeylerle tefsir etmiştir. Bir tencere, bir balta ve bir kova gibi. 1046 Bununla beraber Hz. Ali 1047ve İbn Ömer 1048 buradaki zekâtla tefsir etmişlerdir.
Elimizde mevcut bulunan pekçok örnekten şu birkaçını vermekle Abdullah'ın tefsirine az da olsa bir ışık tutulduğunu zannediyoruz. Yapılacak müstakil bir çalışmayla da Abdullah b. Mes'ûd'un bütün tefsir rivayetlerinin bir eser halinde toplanması faydalı olur kanaatindeyiz.1049

3 - Çeşitli Kur'ân Ayetleriyle İlgili Görüşleri :

a) Müteşabih :

Abdullah b. Mes'ûd, müteşabih ayetlerde bir dereceye kadar te'vil yoluna giden sahabe arasındadır. Bilindiği gibi, Allah'ın sıfatlarıyla ilgili müteşabih ayetlerde üç ayrı yol takip edilmiştir. Birinci yolda olanlar, bu nevi ayetlerin olduğu gibi kabul edilerek te'vil edilmemesi gerektiğini, zahiri olarak ifade ettiği mana ne ise ona göre hüküm verileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu kimselere «el-Müşebbihe» adı verilmektedir. İkinci yolun salikleri ise, bu ayetlerin birer te'vili olduğunu kabul etmekle beraber te'vil yoluna gitmemişlerdir. Üçüncü zümre de bu nevi âyetlerin münasip manalarla te'-vil edilebileceğini benimsemişlerdir. Bu üç ayrı yoldan birincisi kitap ve sünnete tam manasıyla muhalif olduğundan batıldır. Diğer ikisine gelince onlardan her birini benimseyen müteaddit sahabe vardır.1050 İşte Abdullah b. Mes'ûd da bu yolu tercih eden sahabe arasında bulunmaktadır. İbn Abbas da aynı kanaate sahiptir. 1051Bu sebeple Abdullah b. Mes'ûd kavlini1052 şeklinde izah etmektedir. 1053 İbn Abbas ise bunu diye te'vi! etmiştir. 1054Fakat Abdullah'ın müteşabih ayetler hakkında söyledikleri kendi fikrinden ve tahmininden öte gitmemektedir. Bu hususu Abdullah'ın sûre başları için söylediği «Bunlar kapalı bir ilim ve önüne perde çekilmiş bir sırdır» ifadesinden de1055 anlıyoruz. Ayrıca Abdullah m jll hakkında «Bu, ismi a'zamdır» demesi de temas ettiğimiz hususun müeyyidleri arasında yer almaktadır. 1056

b) Esbabü'n-nüzûl :

Kur'an'ı, esbab-ı nüzul bakımından iki kısma ayırmak mümkündür. Birinci kısım doğrudan doğruya Allah'tan inen ve herhangi bir hususi sebebe bağlı kalmıyan âyetlerdir. Allah bunları, bütün insanları hidayete iletmek için indirmiştir. İkinci kısım ise bazı özel sebeblere bağlı kalarak inen âyet ve sûrelerdir. Bu kısma giren âyet veya âyetler, Hz. Peygamber zamanında vuku bulmuş muhtelif hadiseler sebebiyle yahut kendisine sorulan bir sual neticesinde inmiş olan âyetlerdir. Meselâ Evs ve Hazrec arasında bir ihtilâf başgöstermişti. Sebebi, yahudilerin iftira ve desiselerinden ileri gelmekteydi. Hatta iki taraf silâha sarılmak üzereydiler. Bu hadise sebebiyle
Ey iman edenler, eğer kendilerine kitap verilenlerin içinden her hangi bir zümreye boyun eğecek olursanız sizi imanınızdan sonra döndürüp kâfirler yaparlar, ayeti 1057 nazil olmuştu. Keza henüz içki yasak edilmeden önce, içkili olarak imamlık yapan bir sahabî, diyeceği yerde y edatım hazfederek okumuştu. Bu büyük hata neticesinde
Ey iman edenler, siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi bilinceye ve cünüb iken de -yolcu olmanız müstesnâ-ğusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın, ayeti1058 nazil olmuştu. Sorulan suallere gelince bunlar geçmişe, hale ve geleceğe müteallik sorular olabiliyordu. Mesela geçmişle ilgili Sana Zü'1-Karneyn'i sorarlar. De ki: «Size onun (halinden) de haber söyleyeyim» ayeti 1059hale müteallik Sana ruhu sorarlar. De ki: «Ruh, Rabbimin emri (cümlesi)ndendir. (Zaten) size az bir ilimden başkası verilmemiştir.- ayeti 1060ile istikbale muzaf olan Sana o saati (kıyameti), onun ne zaman demir atacağını sorarlar, -ayeti 1061 gibi. Esbab-ı nüzulün bilinmesinde pek çok faide vardır. ez-Zerkeşî'nin de dediği gibi esbab-ı nüzulün faide temin etmiyeceğini söyleyenler 1062hakikaten hata etmişlerdir. Ayetlerin nazil oluşlarındaki sebeplerin bilinmesi her şeyden önce Allah kelâmının anlaşılmasında azamî derecede yardımcı olmaktadır. İbn Teymiyye'nin de işaret ettiği gibi1063 herhangi bir sebebin bilinmesi müsebbebin bilinmesine bir vesiledir. Meselâ Meşrık da Allahmdır, mağrıb da. Onun için nereye (hangi semte) döner, yönelirseniz Allahm yüzü (kıblesi) oradadır. Şübhe yok ki Allah vasî'dir, hakkiyle bilicidir. ayeti1064 zahiri itibariyle insanın gerek yolculuk esnasında ve gerekse yolculuk dışında istediği her yöne müteveccihen namazını kılabileceğine işaret etmektedir. Fakat bu ayetin hususi mahiyette kendi içtihadına göre kıbleyi tayin edip namazını kılan sonra da hatasını anlayan kimselerle ilgili olduğu anlaşılınca ayetin zahiri anlamının muradedilmemiş olduğu ortaya çıkar. Ayrıca ayetlerin kimler hakkında ve hangi hadiseler muvacehesinde indiğini bilmek, bunların başkalarıyla karışmasına da manidir. Bunlardan başka, bir ayetin nüzul sebebinin bilinmesi o ayetin daha geniş ölçüde anlaşılmasına bir vesiledir. Bütün bunlar muvacehesinde esbab-ı nüzulün bilinmesinde bir faide mülâhaza etmiyenlerin görüşlerine yer verilemez. Esbabı nüzul sıhhatli bir nakille bilinebilir. Esbab-ı nüzul hakkında rivayet olmadan konuşmak caiz olmaz. Çünkü bunu tayin, ictihadla yapılabilecek şeylerden değildir. Buna göre sahabiderjı gelen ve herhangi bir ayetin nüzul sebebini bildiren rivayet, onu takviye eden bir başkası olmasa bile kabul edilir. Çünkü bir sahabinin ictihad ya-pamıyacağı şeyler hakkındaki ifadesi merfu hükmündedir. Bir sahabinin böyle bir şeyi kendi fikrine dayanarak söylemiş olabileceği ise asla tasavvur edilemez. Fakat bir nüzul sebebi, mürsel, yânî, sahabinin senetten düşmesi suretiyle tâbide son bulan bir hadisle rivayet edilecek olursa o zaman bu rivayetin kabulü için bir diğer mürsel hadise ihtiyaç hissedileceği gibi bunu. rivayet edenin, sahabeden tefsir öğrenmiş bulunan kimselerden olmasını da gerektirecektir.
Bir ayetin nüzul sebebini ifade eden çeşitli usûller vardır. Bazan denilerek ayetin nazil olmasındaki sebep anlatılır. Bazan da bir hadise anlatıldıktan sonra maddesi üzerine ta'kip ve tertip ifade eden harfi getirilerek meselâ denir. Hz. Peygamber'e sorulan bir sual neticesinde nazil olan ayetde ise nüzul sebebine sarahaten bir işaret yoktur. Fakat nüzul sebebi o andaki durum ve halden anlaşılır.
Esbab-ı nüzul hakkında bu kısa izahtan sonra diyebiliriz ki Abdullah b. Mes'ûd'dan birçok ayetlerin nüzul sebeplerini belirten rivayetler gelmiştir. O ise bunları olduğu gibi bize aktarmıştır. Şimdi Abdullah b. Mes'ûd'un nüzulüne bizzat şahid olduğu ayetlerden birkaç örnek verelim.
(Âl-Î İmran 113) :Hepsi bir değildirler. Kitaplıların içinde ayakda dikilen bir ümmet vardır ki gecenin saatlerinde onlar secdeye kapanarak Allah'ın ayetlerini okurlar. - Abdullah b. Mes'ûd bu ayetin nüzul sebebini şu şekilde anlatır : «Bir gece Hz. Peygamber yatsı namazını geciktirmişti. Mescide geldiği zaman halk kendisini bekliyordu. Dedi ki: «Sizden başka bu saatde Allah'ı zikreden hiçbir din mensubu yoktur». O zaman den itibaren (115 inci ayetin sonu olan) e kadarki ayetler nazil oldu.1065
(eî-Bakara 150) Tâki aleyhinizde, insanların, içlerindeki zalim olanlarından başkasının (tu-tunabileceği) bir hüccet (bir vesika ve bir itiraz mevzuu) kalmasın. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. -Abdullah b. Mes'ûd'un ifadesine göre Hz. Peygamber'in Kudüs'e teveccüh ettikten sonra Ka'be'ye döndürülmesi karşısında müşrikler «Muhammed dininde şaşırdı ve size doğru döndü. Çünkü sizin, kendi bulunduğu yoldan daha doğru bir yolda olduğunuzu anladı, belki de sizin dininize girecektir» dediler. Bunun üzerine Allah bu ayeti indirdi.1066
(Âl-i Imran 187) Allah bir zaman kendilerine kitap verilenlerden «Onu (celâlim hakkı için) behemehal insanlara açıklayıp anlatacaksınız, onu gizlemiyeceksiniz» diye teminat almıştı. Onlar ise o sözü sırtlarının arkasına atdılar. Onun mukabilinde az bir menfaati satın aldılar. Müşteri oldukları o şey ne kötüdür. Abdullah b. Mes'ûd da mescitde iken mescide bir kimse gelmiş ve «Ka'b size selâm eder ve bu ayetin sizler hakkında nazil olmadığını müjdeler» demişti. Abdullah b. Mes'ûd biraz da hiddetle «Sen de ona selâm söyle ve kendisine bildir ki, bu ayet nazil olduğu zaman o henüz yahudî idi. 1067
(Hûd 114) Gündüzün iki tarafında, gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü güzellikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, iyi. düşünenlere bir öğüddür. - Abdullah b. Mes'ûd'un, nüzulüne şahid olduğu ayetlerden biri de budur. Abdullah diyor ki: «Hz. Peygamber'e bir kimse geldi ve «Ya rasûlallah, ben, Medine'nin bir semtinde yabancı bir kadınla cinsi temastan başka her şeyi yaptım. İşte karşındayım, nasıl dilersen (hakkımda) öylece hüküm ver» dedi. Ömer «Eğer sen kendi (günahı)nı gizlesey-din Allah da (bu ayıbını) örterdi» mukabelesinde bulundu. Fakat Rasûlüllah bir cevap vermedi. Adam da kalkıp gitti. Biraz sonra Hz. Peygamber ardından bir kimse göndererek onu çağırttı. Gelince de ona mezkûr ayeti okudu. 1068
(el-İsra' 57) Onların tapdıkları da - hangisi Rablerine daha yakın (olacak) diye - (bizzat) vesile arıyorlar. Onun rahmetini umuyorlar, Onun azabından korkuyorlar. Çünkü Rabbinin azabı kor-kunçdur. - Abdullah b. Mes'ûd bu ayetin nüzulü hakkında şöyle der: «İnsanlardan bir kısmı bazı cinnilere ibadet ediyorlardı. Cinniler müslüman olunca o kimseler küfürleri üzere kaldılar. Bunun üzerine mezkûr ayet nazil oldu1069Ancak bazı rivayetlerde cinnilerin müslüman olduklarından bu kimselerin haberi olmadığı söylenmektedir.1070 Taberî, müteaddit yerlerde olduğu gibi burada da Abdullah b. Mes'ûd'un görüşünü tercih etmiş demiştir. 1071
(el-İsra' 85) Sana ruhu sorarlar. De ki : «Ruh, Rabbimin emri (cümlesi) ndendir. (Zaten) size az bir ilimden başkası verilmemiştir. - Hz. Peygamberle Abdullah b. Mes'ûd yahudilerden bazılarının yanından geçerlerken «Ruh hakkında sorun bakalım» diye birbirlerine mırıldanmışlar. İçlerinden, «Sevmediğiniz bir şev duymak mı istiyorsunuz?» diyenler olmuşsa da onun sözünü dinlemeyip suallerini sormuşlar. O zaman Hz. Peygamber bir an duraklamış. Abdullah diyor ki : «Hz. Peygamber'e vahy geldiğini anladım ve ben de olduğum yerde durakaldım. Daha sonra Rasûlüllah mezkûr ayeti okudu. 1072 Bir başka rivayetde ise bir yahudinin Hz. Peygamber'e gelerek «Ya Ebe'l-Kasım, ruh nedir?» dediği ve Hz. Peygamber'e de bu ayetin nazil olduğu anlatılmaktadır. 1073
(Fussilet 22) «Siz, ne kulaklarınız, ne gözleriniz, ne de. derileriniz kendi aleyhinize şahidlik eder diye (düşünüp) sakınmadınız. Bil'âkis Allah yapmakta olduklarınızın bir çoğunu bilmez sandınız - Abdullah b. Mes'ûd Ka'be yanında iken iki kimsenin konuşmalarına şâhid olur. Bunlardan biri «Allah'ın, bizim dediklerimizi duyduğuna inamyormusun?» der. Öbürü şöyle cevap verir, «Eğer sesimizi yükseltirsek duyar, yükseltmezsek duymaz». Abdullah doğruca Rasûlüllah'a gelerek durumu anlatır. Bunun üzerine de mezkûr ayet nazil olur.1074

c) Bazı Ayetleri Değişik Vecifalerle Tefsiri :

Abdullah b. Mes'ûd'dan bazı ayetlerin tefsirinde değişik rivayetler nakledilmiştir. Birkaç örnekle bu kır.mm izahına çalışalım.
(ÂI-i Iımran 103) Hepiniz, toptan, sımsıkı Allahın ipine sanlın, Parçalanıp ayrılmayın. - Bu ayetdeki 4'I u_ terkibinin tefsirinde Abdullah b. Mes'ûd'dan çeşitli tefsirler nakledilmiştir. Bunları nakleden rivayetlerden birinde Abdullah'ın ile tefsir etmiş olduğu söylenilmiştir. 1075Bir başka rivayetde İse dan maksadın Kur'an olduğu beyan edilmiştir. 1076
(et-Tevbe 114) İbrahim cidden pek çok tezarru" ve niyaz eden, (kalbi yufka ve ezaya karşı) gerçekten sabırlı (bir zat) idi Bu ayetin ihtiva ettiği kelimesinin izahı hakkında Abdullah b. Mes'ûd'dan muhtelif tefsirler gelmiştir. Zir b. Hubeyş'den gelen ilk rivayette Abdullah'ın bu kelimeyi yânı, çok tezerru' ve niyaz eden kimse manasında olduğunu söylediği belirtilmişti. 1077Bir başka rivayetde ise bu kelimenin manasında olduğu beyan edilmiştir1078
(eî-Hıcr 87) Andolsun ki biz sana (namazın her rek'atinde) tekrarlanan yedi (ayet-i kerime)yi ve şu büyük Kur'anı verdik.- Abdullah'ın bu ayetde zikredilen terkibini yedi uzun sûre 1079ve hem de Fatiha ile 1080tefsir etmiş olduğunu görüyoruz.1081

III. BÖLÜM

İBN MES'ÜD TEFSİRİNİN ÇEŞİTLİ İLİMLER YÖNÜNDEN HUSUSİYETLERİ


A- Fıkh İlmi


1-Fıkh İlminin Kaynakları :

Fıkh ilmi, bazı usûl ve esaslardan istinbatlarda bulunmak suretiyle onlara istinat da ederek bugünkü seviyesine yükselebilmiştir. Bu ilmin belli başlı kaynakları dörtdür. Bununla beraber bazılarının bu kaynaklan ona, hatta daha da fazlaya çıkarmış olduklarım görmekteyiz. 1082Aslî birer kaynak olan Kitabullah, Hz. Peygamber'in sünneti, icma' ve .bunlara dayanan kıyastan başka ve benzeri bulunan tali derecedeki kaynaklar ise hücciyet bakımından ihtilaflı bir konu olarak mezhepler arasında bu güne kadar devam edegelmiştir. Biz burada, kitap, sünnet, icma' ve kıyas üzerinde kısaca durarak bilgi vermeye çalışacağız.1083

a) Kitabuîîah :

Kur'an, bütün toplumların hidayeti için Hz. Peygamber'e indirilen, mushaflara yazılmış, Rasûlüllahtan mütevatir olarak hiçbir şübhe bulunmaksızın nakledilen, hem lafz ve hem de manadan müteşekkil ilâhi bir kitaptır. Buradaki «lafz» ve «mana» ifadelerinin birer ihtirazi kayıt olduğuna işaret etmek isteriz. Çünkü mücerred mana hiçbir zaman Kur'an sayılmaz. Ebû Hanife'nin namazda farsça olarak Kur'an okumaya cevaz vermesine gelince bu, hiçbir zaman onun, Kur'an-ı yalnız manâ olarak gördüğüne delil değildir. Onun vermiş olduğu bir fetvadan bu sonuca varanların fikirleri ise reddedilmiş ve kabul edilmemiştir. 1084 Çünkü, Ebû Hanife'nin farsça olarak Kur'an okumak suretiyle namaza cevaz vermesi ruhsat kabilindendir. Ebû Hanife, imanın, kalble tasdik, dil ile de ikrar olmak üzere iki rüknden müteşekkil olduğunu kabul ettiği gibi Kur'anın da nazm ve manâdan müteşekkil olduğunu kabul etmekteydi. Fakat Arapça bilmeyen bir kimsenin Arap-çayı öğreninceye kadar meselâ Farsça ile okumasına izin vermişti. 1085
Kur'an, bütün kaynakların esasını teşkil eder. Bu bakımdan bir çok hükümler, bu ilâhi kitapda mücmel olarak zikredilmiştir. Bu sebeple, Hz. Peygamber'in sünnetine müracaat kaçınılmaz bir zarurettir. Sünnete rucu etmeden Kur'anı tam olarak anlamıya da imkân yoktur. Şu halde Kur'an bütün ilimlerin menbaıdır. İbn Hazm buna binaen «Fıkhın, delili Kur'an-dan olmıyan hiçbir bölümü yoktur. Sünnetse onu açığa çıkarır,» demektedir.1086
Kur'andaki bütün ahkâmın vaz'ı üç ana esas üzerine tesis edilmiştir ki bunlar, güçlük ve meşakkatin ortadan kaldırılması, tekliflerin az oluşu ve tedrici olarak ahkâm vaz'ıdır. Birinci kısımda temas ettiğimiz meşakkatten maksat insan gücünün aşamıyacağı veya çok zor aşacağı bir meşakkattir. Yoksa, mu'tad bir meşakkat şer'an meşakkat sayılmaz. Meselâ, sabah namazı için soğuk bir su ile abdest alarak camiye gitmek gibi. Zaten teklif, külfet ihtiva eden bir şeyin talebinden ibaret olduğuna göre her işte az veyra çok mutlaka bir meşakkat vardır. Fakat islâmiyetin getirdiği hükümlerin hiçbiri insanı fazlasiyle gayret sarfetmeye sevkederek onu yıpratan şeyler değildir. Hz. Peygamber bu sebeple, iki şey arasında muhayyer kılındığı zaman günah olmadıkça daima kolay olanını tercih ederdi. 1087
Allah size kolaylık diler, size güçlük istemez. ayeti 1088ile,Din (işlerin) de üzerinize hiçbir güçlük de yüklemedi. -ayeti1089 bu hususa işaret etmektedir. Benzeri müteaddit ayetler vardır. Şu halde kesin olarak ifade edilebilir ki meselâ beş vakit namazın edasında hiçbir güçlük yoktur. Bununla beraber hasta olanlar için daha da tahfif cihetine gidilerek oturdukları yerde kılmalarına bile izin verilmiştir. Netice itibariyle ahkâm'ı şer'iyyede tahfif bulunan yerler yedi kadardır. Bunlar, bir özür bulunduğu zaman ibadetlerin düşmesi, farzların eksik edâ edilmesi, be-deliyet, takdim, te'hir, tağyir ve terhistir. Güven bulunmadığı zaman farz olan haccm sükutu, yolculuk namazı, teyemmüm, Arafat ve Müzdelifede cem', korku anında namazın değiştirilmesi ve boğazda kalan bir lokmadan dolayı ölme tehlikesiyle karşı karşıya kalındığı zaman başkası yoksa çok az bir içkinin içilebileceği, müretteb lef ve ııeşr usulüne göre birer misal olarak alınabilir.
Kur'an'm insanlara farz kıldığı şeyler çok azdır. O derece ki insan kısa bir zamanda öğrenmesi gereken şeyleri öğrenebilir. Kur'andaki
Ey iman edenler. Allah'ın afvettiği şeyleri - ki eğer size açıklanırsa ve siz bunları Kur'an inerken sorub da hükmü kendinize izhar edilirse fenanıza gidecektir - sormayın. Allah çok yarlığayıcıdır, cezada da aceleci değildir- âyeti 1090sarih olarak fazla şeyler sorulmamasmı emretmektedir. Çünkü ne kadar çok soru sorulursa ahkâm da o kadar artacak ve çoğalacaktır. Böylece bizler ahkâm çokluğundan dolayı onların ifasından aciz kalacağız.
Tedrici olarak ahkâm vaz'ma gelince bilindiği gibi islâmm ilk geldiği zamanlarda Araplar her şeyi mubah görme yönünden büyük bir hürriyet içerisinde bulunuyorlardı. Bu bakımdan Allah, vaz edeceği hükümlerin hepsini de birdenbire indirmeyerek tedrici olarak göndermiştir. İçkinin yasak edilişinde takip edilen usul bu kısmın en güzel örneklerinden biridir. Çünkü ilk olarak içkinin haram olduğuna temas edilmeyip onda bazı menfaat ve günahların bulunduğuna, fakat günahının menfaatinden daha çok olduğuna işaret edilmiştir, ikinci defasında sarhoşken namaza yaklaşılmaması emredilmiş üçüncü ayetle de içkinin haram olduğu kesin bir üslupla izah edilmiştir. Bu âyetleri iniş sırasına göre şu şekilde sıralayabiliriz.
Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: «Onlarda hem büyük günah
hem insanlar için faideler vardır. Günahları ise faidelerinden daha büyüktür. 1091
Ey iman edenler, siz sarhoşken, ne söyleyeceğinizi bilinceye ye cünüp iken de - yolcu olmanız müstesna -ğusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. 1092
Ey iman edenler, içki, kumar (tapmıya mahsus) dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır. Onun için bunlardan kaçının ki muradınıza eresiniz. 1093
Müslümanlar adet bakımından zayıf ve az oldukları bir zamanda acihetine gitmekle emrolunmuşlardır. Habibim) sen (güçlüğü değil) kolaylığı (sağlıyan yolu) tut. İyiliği emret. Cahillerden yüz çevir.- ayeti 1094ile daha başkaları bu hususun bariz de-lillerindendir. Fakat müslümanlarm kuvvetlenmelerinden sonra zaferin tadını tatmaları için savaşa izin verildi Kendileriyle mukatele edilen (ya'ni düşmanların hücumuna uğruyan mü'min) lere, uğradıkları o zulümden dolayı, (bilmukabele harbe izin verildi. Şübhesiz ki Allah onlara yardım etmiye elbette kemâliyle kaadirdir. ayeti 1095 açıkça bu manaya delâlet etmektedir.1096

b) Sünnet :

Malum olduğu üzere sünnet, kavi, fi'l ve takrir olarak Hz. Peygamberden nakledilen şeylerdir. Kur'andan sonra ikinci derecede fıkhın kaynağı sünnetdir.
Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasak etdiyse ondan da sakının. Allahdan korkun. Çünkü Allah(ın) azabı çetindir.-ayeti1097 sünnetin ikinci bir kaynak olduğunu belirten kat'i bir nasdır. Haddi zatında Kur'an ve hadis birer kaynak olarak birbirlerinin aynıdırlar, biri diğerinden ayrılmaz. Hz. Peygamber'e itaat Allaha itaat demektir. Bunu Kim o peygamber'e itaat ederse muhakkak Allah'a itaat etmişdir. Kim de yüz çevirirse, zaten seni onların başına bekçi göndermedik ya.-ayetinden1098 gayet açık olarak anlamış bulunuyoruz.
Sünnet, Kur'amn ilk mübeyyini ye izah edicisidir. Bu beyanı üç kısımda mütalaa etmek mümkündür. Birincisi beyanü't-takrirdir ki bir ayetin manasını te'yid ve takviye etmek gayesiyle varit olur. Meselâ, Hz. Peygam-ber'in Ramazan aymm görülmesiyle oruç tutulacağı ve yine ayın görülmesiyle iftar yapılacağına dair hadisi, Öyleyse içinizden kim o aya erişirse (hazır olur, müsafir olmazsa) onu (orucunu) tutsun.. ayetineleki 1099hükmü te'yid ve takviye ile takrir etmektedir. İkinci beyan, beyanü't-tefsirdir. Bu nevi beyanlarda Kuı'anm mücmel ve bazı müşterek lafızları izah edilir. Meselâ namaz, zekât ve hac gibi ibadetler Kur'-anda mücmel olarak zikredilmiştir. Bunların ne rüknlerinden ve nede vakitlerinden mufassal olarak bahsedilmiş değildir, işte bunları ve benzerlerini bize beyan eden Hz. Peygamberdir. Aynı şekilde bazı müşterek lafızlar da bizzat Hz. Peygamber tarafından beyan ve izah edilmiştir. Meselâ bir müşterek kelime olan lafzının hayz manasında olduğunu Hz. Peygamber'in izah ve tefsirinden anlamış bulunuyoruz. Beyanın üçüncüsü beyanü't-tebdil-dir. Buna bir nevi nesh de diyebiliriz. Çünkü mütevatir bir haberle Hanefî görüşlü kimselere göre Kur'amn neshi caizdir.
Hadisin değeri bu kadar büyük ve önemli iken ondan sarfı nazar ederek doğrudan doğruya Kur'andan hükümler çıkarmaya kalkışmak asla mümkün değildir. Imran b. Husayn'ın (Ö. 52/672) yanında bulunan bir kimse söz arasında hadisten istiğna edebileceğini söylemişdi. Imran ona «Sen ahmak bir insansın. Allah'ın kitabında öğle namazının dört rek'at olduğunu ve cehren kıraat yapılamıyacağım görüyormusun?» diyerek onu azarlamıştı.1100

c, d) icma' ve ,Kıyas :

Bilindiği gibi bütün ahkamı şer'iyye Hz. Peygamber zamanında Hz. Peygamber'in bizzat kendisinden almıyordu. Fakat Hz. Peygamber ahirete irtihal ettikten sonra birçok hadiseler vukubuldu. Bu hadiselerin Kur'an ve hadislerde de hükümleri sarahatan belirtilmiş değildi. Bu meseleler hakkında hüküm vermek ve onları karara bağlamak lazım geliyordu. İşte bu sebeple yapılan çalışmalardan İslâm fıkhına iki kaynak ilâve edilmiş oldu ki bunlar icma' ve kıyasdı. İcma' ve kıyasın ne zaman neş'et etmiş oldukları hususunda bazı fikir ayrılıklarına raslıyoruz. Sayın Dr. Yusuf Musa'nın da benimser göründüğüne göre bu iki kaynak ashab devrinde hayat bulmuştur. 1101Yemen'e gitmek üzere hazırlanan Muaz b. Cebel ile Hz. Peygamber arasında geçen konuşmadan da bu neticeye varmak mümkündür sanırım.
Fıkh ilminin hayatı incelenecek olursa Hz. Peygamber'den sonra bir hayli gelişmiş olduğu göze çarpar. Çünkü Hz. Peygamber'in ve ashabının hayat tarzları ile kendilerinden sonra gelen müslümanlann yaşayışları arasında birçok değişiklikler vukubulmuştur. Bilhassa İslâm dininin doğuda ve batıda alabildiğine yayılmaya başlaması üzerine yeni yeni meseleler ortaya çıkmış örf ve adetler çoğalmıştı. Bütün bu yenilikler İslâm fıkhından hükümler istiyordu. Hz. Peygamber'den nakledilen hükümler bu yeniliklere cevap verebilecek durumda değildi. Bütün bunlar icma' ve kıyasın gelişmesine vesile oluyordu. Böylece tabiin arasında re'y ve hadis medreseleri doğdu. Bunların birincisi Irak'da ikincisi de Hicazda bulunuyordu. Bütün bu cereyanlara karşı umumi olarak fıkh ilmi gelişme yolundaydı. Tabiin de kendi zamanlarında karşılaştıkları ve ashab zamanında vukubulmamış müteaddit meseleleri bu sebeple ele almak mecburiyetini hissettiler. Etbaü't-ta-biin zamanı ise çok daha geniş hadise ve olaylarla dolup taştı. Haddi zatında sahabe ve tabiine has bir devir olmadığı gibi etbaü't-tabiine mahsus bir zaman da yoktur. Çünkü tabiin devrinde etbaü'-ttabiinden birçoklarının mevcut olduğu gibi sahabe devrinde de tabiinden bir çoğu hayatta idi. başlad" tunlde aleni olarak faaliyet göstermeye de elde etmiştir.1102

2- Hüküm İstinbat! Yönünden Kur'an Tefsiri :

okunduğu zaman derhal onu dinleyin, susun. Tâki1103 (Allah'ın rahmetiyle) esirgenmiş olasınız.- Abdullah b. Mes'ûd bu ayete istinaden her hangi bir imama iktida eden kimsenin artık bir şey okumaması lazım geldiğini söylemiştir. 1104 Umumi olarak bu meselede üç ayrı fikirle karşı karşıya bulunuyoruz. Bunlar, cehri namazlarda okunmaması lazım geldiği, 1105 bütün namazlarda okunması gerektiği 1106ve nihayet sirri namazlarda okunup cehrilerde okunmamasmın lüzumlu olduğudur. 1107 Rivayete göre Hz. Peygamber namazda okurken gerisinden de okuyanlar olmuş ve ses karışması hasıl olmuştu. Bu sebeple mezkûr ayet nazil oldu. 1108İmama iktida edildiği zaman hiçbir şey okunmayacağını ifade eden müteaddit hadisler vardır. 1109aits 1110 ve hadisi 1111bunlardan üçüdür. Abdullah b. Mes'ûd namaz kıldırdığı bir sırada kendisine iktida edenlerden okuyanlar olmuştu. Abdullah bunu hoş karşılamadı ve onlara dedi. 1112Abdullah b. Mes'ûd'un bu fikrine Ali, İbn Abbas, Ebu'd-Derdâ', Ebû Said el-Hudrî, İbn Ömer, Zeyd b. Sabit ve Enes de muvafakat etmektedirler. 1113 Bütün bunlar muvacehesinde Abdullah b. Mes'ûd'un bir imamın arkasında okuduğunu bildiren rivayetin sıhhatinden şübhe etmek gerekir. 1114Abdullah b. Mes'ûd kıraat hususunda diyor ki: «Ashab namaz kılarken Hz. Pey-gamber'in arkasında okurlardı. Rasûlüllah dedi. 1115 Şu halde Abdullah, ayetdeki kelimesinin manasını şümullü bir şekilde ele almış ve tahsisi cihetine gitmemijir. (en-Nisâ' 43) Yahud da kadınlara dokunub da bir su bulamazsanız o vakit temiz bir toprağa teyemmüm edin. - Cünüb olan bir kimsenin teyemmüm edip edemiyeceği as-hab arasında ihtilaflı bir konudur. Ali, Abdullah b. Abbas bunun caiz olduğunu söylemişlerdir.1116 Abdulldh b. Abbas ve Ali'nin bu fikirlerine karşı Ömer ve İbn Mes'ûd cünüb olan bir kimsenin teyemmüm yapamıyacağı kanaatindedirler. 1117 Bu ihtilâfın sebebi kelimesine raci bulunmaktadır. Ali ve İbn Abbas bu kelimenin manasını cinsi yakınlıkla tefsir etmişlerdi. 1118 İbn Mes'ûd ve Ömer ise bunun el ile dokunmak manasında olduğu kanaatindedirler. 1119Bu durumda, cünüb olan bir kimse Abdullah b. Mes'ûd'un görüşüne göre teyemmüm yapamıyacaktır. 1120Fakat Hanefi taraftarı fıkh bilginleri bu meselede İbn Abbas ve Ali'nin görüşlerini tercih etmişlerdir. Abdullah b. Mes'ûd'un anlayışına göre eli ile kadına dokunan bir kimsenin abdesti de bozulmuş olacaktır. 1121
kelimesinin ilk karşımıza çıkan manâsı el ile dokunmaktır. Fakat bazan cinsi yakınlıktan da kinaye olarak kullanılır. el-Cevherî, bu mânâları şu şekilde anlatır1122
Bu meselede İbn Abbâs ve Ali'nin görüşleri daha kuvvetlidir. Çünkü lügat bakımından kelimesi kadına izafe edildiği zaman cinsi yakınlık manasını ifade eder. Meselâ Arap bu yakınlığı belirtmek isteyince manâsında1123Ayrıca malum olduğu gibi den dir. Bu veznin en bariz hususiyetlerinden biri de iki şey arasında iştirak teminidir. Buna göre ayetdeki kelimesini de bu yönden anlıyarak karşılıklı bir dokunma manâsını kabul etmek gerekir. Bu da mezkûr yakınlıktır. Bunlardan başka el-Cevherî'nin de belirttiği gibi ve l aynı manayadırlar.
O, benim nasıl bir oğlum olacakmış, dedi, (evlenip de) bana bir beşer dokunmamıştır.- ayetinde ise 1124kelimesi cinsi yakınlık karşılığında kullanılmıştır 1125de aynı anlama geldiğine göre ,, V nin de cinsi yakınlıkla tefsiri daha uygun olur. Bundan başka Hz. Peygamber'in, hanımlarından bazılarını öptüğü ve daha sonra da abdest almadan namaza gittiği rivayet edilmektedir1126Bu delil nin cinsi yakınlık mânâsına olduğunu göstermektedir.
(el- Bakara 228) Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç hayız ve temizlenme müddeti beklerler (beklesinler)-Bu âyette beyan edilen iddet gayet sarih ve vazıhtır. Fakat buradaki », kelimesinin şer'i tabiriyle hayz mı yoksa tuhr mu olduğu ihtilaf konusudur. Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali, İbn Mes'ûd, İbn Abbas, Ebû'd-Derdâ bu kelimenin hayz mânâsına geldiğine taraftar olmuşlardır 1127Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Ömer ve Aişe ise bu kelimenin temizlik manasında olduğunu beyan etmişlerdir. 1128 Bilindiği gibi kelimesi ezdaddandır. 1129 Şu halde hem hayz ve hem de temizlik manasında kullanılabilir. 1130 Hayız manasında kullanılmış olduğunun en büyük delili Hz. Peygamber'in hadisidir. 1131Malum olduğu gibi kadın, namazını hayızlı olduğu günlerde terkeder. Şu halde buradaki demektir. Temizlik manâsı ise yine Hz. Peygamber'in Abdullah b. Ömer için söylemiş olduğu l^ika hadislerinden 1132 anlaşılmaktadır. Buradaki te'vilindedir.
Abdullah b. Mes'ûd'un kelimesini hayz manâsında tefsir etmesi, kitap, sünnet ve akli delillere dayanmaktadır. Bu meselenin Kur'andan ilk delili yukarda zikretmiş olduğumuz ayettir. Bu ayetde üç ile iddet beklenmesi emredilmektedir. Eğer bu kelime temizlik manâsında alınacak olursa o zaman iddetin iki temizlik ve üçüncünün de bir kısmı olması lâzım gelir. Çünkü talağm vaki olduğu temizlik, geri kalanı dan sayılacaktır. Halbuki «ü M? kelimesi muayyen bir adedin ismidir. Muayyen bir adede-mevzu olan kelime ise daha aşağısında kullanılmaz. Böylece ayetle amel edilmemiş olur. Halbuki bu kelimenin manâsını hayız olarak kabul edersek id-det tam üç hayız olarak yerine getirilmiş olur. Hac (ayları) bilinen aylardır. - ayetiyle 1133iki ay ve üçüncünün de bir kısmının kasdedilmiş olduğu nazarı itibara alınarak, burada da iki ve üçüncünün de bir kısmının kasdedilmiş olduğu ileri sürülemez. Çünkü kelimesi cemi bir isimdir ve adede de mukarin olmamıştır. Bu bakımdan hiçbir suretle hasr ifade etmez. ise adetle tahdit edilmiş ve sınırlandırılmıştır. Bu asla binâen cümlesini iki kimseye hamletmek mümkün değildir. Halbuki diyerek iki kişiyi kasdetmek mümkündür.
Hanefi görümlü fıkh bilginleri Abdullah b. Mes'ûd'un fikrine ittiba etmişlerdir. Bu mesele fıkh ve usûl kitaplarında geniş bir şekilde ele alınmış ve izah edilmiştir. 1134i Burada daha fazla üzerinde durmak lüzumunu hissetmiyoruz.
(en-Nisâ' 23) Ve iki kız kardeşi birlikde almanız da (keza haram edildi.) - Abdullah b. Mes'ûd, mülkü yeminle de olsa iki kız kardeşin bir nikahla birarada bulundurulamıyacağını söylemiştir. 1135i Bu fikir Ömer, Ali, Abdullah b. Ömer, Ammar ve Zeyd b. Sabit tarafından da benimsenmektedir 1136i Sahabeden bazıları ise demişlerdir 1137i Bunlara göre haram kılan ayet yukardaki, helâl kılan ayet de. (Harb esiri olarak) sağ ellerinizin malik olduğu kadınlar (mülk-i yemininiz olan cariyeler) müstesna olmak üzere diğer bütün kocalı kadınlar (la evlenmeniz de size haram edildi.) -kavlidir 1138i Bu meselede en çok nazarı dikkatimizi çeken şey helâl ve haramın içtima ettiği bir yerde Abdullah b. Mes'ûd'un haramı tercih etmiş olmasıdır. Abdullah'ın bu tutumu daha sonra gelen fıkh bilginleri tarafından ele alınmış ve ortaya şeklinde bir fıhkî.' kaide çıkmıştır.1139 Bu duruma göre iki delil tearuz etse ve bunlardan biri tahrim ikincisi de ibaha iktiza etse tahrim iktiza edeni takdim edilir. 1140 Hz. Osman'a bu mesele sorulunca Osman, tahrim ayetini tercih ettiğini söyledi. 1141 İbn Nüceym (Ö. 970/1563) bu davranışın ihtiyatdan ileri geldiğini söyledikten sonra, 1142 bir çok mesele zikrederek yukardaki kaideyi İ2 ah etmiştir. 1143 Bu husufta el-Cassas'm da kayda değer izahatı vardır. 1144

B-Lügat İlmi

1-Ayetleritı Lügat Yönünden Tefsiri :

Bundan önce Abdullah b.Mes'ûd'un lügat bilgisine temas etmiş ve müteaddit örnekler de vererek onun, Arap diline olan vukufiyetiııi belirtmeye çalışmıştık. Burada da, Abdullah'ın ayetleri lügat yönünden tefsirine bazı misâller verecek ve konuya ışık tutmaya çalışacağız.
Abdullah b. Mes'ûd'un, ayetleri lügat yönünden tefsirine bakılacak o-lursa daha çok müfredat tefsiri üzerinde durduğu görülür. Bunun yanında ayetleri umumî olarak tefsir ettiği de vakidir. Kendisinden gelen rivayetlerde bu hususu bariz bir şekilde görmekteyiz. Abdullah b. Mes'ûd yalnız sözle izah ve beyandan başka bir kelimenin anlamını belirtmek için hissi bazı örnekler de vermiştir. Meselâ, Küfe'de hazinedarlık görevini ifa ederken kendisine ed-Duhan suresinin (76) mcı ayetinde geçen Jjil kelimesinin manâsı sorulmuştu. Abdullah biraz altın ve gümüşü erittikten sonra bunun kelimesinin manâsına en yakın örnek olduğunu beyan etti. 1145 Şimdi Abdullah b. Mes'ûd'un Kur'andan bazı müfredatı lügat yönünden tefsirine birkaç örnek verelim.
(el-Bakara 2) takva sahipleri için doğru yolun ta kendisidir - Abdullah b. Mes'ûd bu ayetdeki kelimesini jy ile tefsir etmiştir. 1146bn Abbas da aynı kanaattedir 1147Ancak gerek İbn Mes'ûd ve gerekse İbn Abbas kelimesini hakiki ve ilk hatıra gelen manasiyle tefsir etmiş değillerdir. Çünkü haddi zatında, isal şart olmamakla Taber delâlet etmekten, yâni doğru yolu göstermekten ibarettir. Arap bu münâsebetle tabirini kullanır.1148 Fakat takva sahipleri zaten gösterilen yolda olduklarından manâ, Kur'an takva sahipleri için hidâyet üstüne hidâyettir, demek olur. il-yü kelimesinin dalâletten doğru yola sevk manası ise ayette mevzu bahis değildir. Çünkü temas edildiği gibi takva sahipleri Allah'ın gösterdiği yoldadırlar. Onların bu halde tekrar doğru yola iletilmeleri düşünülemez. Bu bakımdan İbn Mes'ûd
kelimesini jy lafzıyla tefsir etmiştir. Kur'anda bu isti'malin örneklerine raslamak mümkündür. Meselâ, Ey iman edenler, Allah'a, Onun peygamberine ve gerek o peygamberine ayet ayet indirdiği kitaba gerek daha evvel indirdiği kitaba iman (da sebat) edin. - ayetinde 1149iman edenler hakkında emir sigasiyle denilmiştir. Bu ayetle muhataplardan tekrar iman etmeleri istenemiyeceğine göre matlub olan mütekâmil bir iman ve bu imanda sebattır.
(el-Bakara 3) :O takva sahipleri ki onlar ğaybe inanırlar. - Abdullah b. Mes'ûd bu ayetdeki demektedir 1150Haddi zatında «Ğayb» lügatte bir şeyin gözden gizlenmesi ve gözden gizli kalan şey demektir. Sonra, duygulardan ve insan ilminden gizli kalan şeyler hakkında kullanılmıştır. Tabiidir ki bu, Allah'a göre değil insanlara nisbetledir. Şu halde Abdullah b. Mes'ûd'un bu ayetde tefsir ve izah etmek istediği ğayb, duygularımızın içine girmeyen, akıl vasıtasiyle de bilinemiyen ve ancak peygamberlerin haberiyle ma'lum olan şeydir.
(el-Bakara 10) : Kalblerinde bir meraz vardır onlarm-Abdullah'm, bu kelimesini «ili ile tefsir etmiş olduğunu görüyoruz 1151 Bu sebeple lügat kitaplarında da böyle bir kayda raslıyoruz. Lisânü'1-Arap sahibi bu kelimeyle ilgili olarak demektedir. 1152
(el-rBakara 30) Biz senin hamdinle teşbih ve takdis edip dururken (orada bozgunculuk edecek, kanlar dökecek kimse mi yaratacaksın?) Bu ayetde zikredilen kelimelerinin tefsirinde bazı fikir ayrılıkları görüyoruz. Başta Abdullah b. Mes'ûd olmak üzere terkibi birçoklarmca şeklinde izah edilmiştir 1153Çünkü kelimesi Arap. dilinde mânâsında da kullanılmaktadır. Meselâ şair A'şâ'nm (Ö. 7/629)
beytindeki lafzından kasdedilmiş olduğu söylenmektedir 1154Bundan başka Haydi akşama girerken, sabaha ererken Allah'ı tenzih (ve teşbih) edin (namaz kıhn) - ayetinde de 1155 aynı manâyı müşahede etmekteyiz. Aynı şekilde Eğer çok teşbih edenlerden olmasaydı. - ayetindeki 1156lafzı da manâsında izah edilmiştir. 1157
(el-Bakara 177) Sıkıntıda ve hastalıkta ve muharebenin kızıştığı zamanlarda sabr-u metanet gösterenler-Abdullah b. Mes'ûd bu ayetdeki kelimesini kelimesini de yani hastalıkla tefsir etmiştir. 1158 Bu hususta Abdullah'dan gelen başka rivayetler de vardır. Meselâ diğer bir rivayetde açlık ve da hastalıkla izah edilmektedir. 1159Bütün bunlardan sonra el-Cevherî kelimesini daha geniş ve şümullü bir anlamla tefsir ederek demektedir (1160 Bu durum karşısında Abdullah b. Mes'ûd'un, mezkûr kelimenin manâları arasından birinin tahsisi cihetine gitmiş olduğunu söyliyebi-liriz. Abdullah b. Mes'ûd ayetdeki kelimesini de Jt«!l ile tefsir etmiştir1161Bununla beraber bazı lüğatçılar bu kelimeyi şeklinde izah etmişlerdir. Meselâ el-Cevherî bu kelimeye diyerek lemas etmektedir. 1162
Bu konuda, elimizde mevcut pekçok örnek arasından aldığımız şu birkaç misâlle iktifa edeceğiz. Bütün örneklerin tetkikinden, Abdullah b. Mes'ûd'un ayetlerin müfredatı üzerinde büyük bir hassasiyetle durduğu anlaşılmaktadır.
Yukarda Abdullah b. Mes'ûd'un, ayetleri bazaıı müfredatına temas etmeden umumi olarak tefsir etmiş olduğundan bahsetmiştik. Şimdi bu hususla ilgili birkaç örnek üzerinde duralım.
(en-Neml 12) Elini koynuna sok da Fir'avne ve kavmine (göstereceğin) dokuz mu'cize içinde o, kusursuz, bembeyaz olarak çıkıversin. Şübhesiz ki onlar fasiklar güruhudur. - Abdullah b. Mes'ûd bu ayetin tefsirine temas ederken müfredatı üzerinde durmamış fakat «Hz. Musa Fir'avne giderken üzerinde yünden bir cübbe vardı» demekle iktifa etmiştir.1163
(el-Mü'minun 104) ( Cehennemin ) ateş (i) yüzlerine vurup yakacak, orada onlar, dişleri sırıtıp, kalacakdır. -Abdullah b. Mes'ûd bu ayetin tefsirine lemas ederken müfredatı üzerinde hemen hemen hiç durmamış ve cehenneme girenlerin yüzlerinin ateşten yanacağını ve (tıpkı ütülmüş bir baş gibi) dişlerinin sırıtıp kalacağım söylemiştir. 1164
(es-Secde 17) Artık onlar için yapmakta olduklarına bir mükâfat olarak, gözlerin aydın olacağı (nimetlerden) kendilerine neler gizlenmiş bulunduğunu kimse bilmez.-Abdullah b. Mes'ûd bu ayetin tefsiriyle ilgili olarak «Tevratda, Allah, gece namaz kılmak için yataklarından kalkanlara, gözün görmediği, insan kalbinin hatırlamadığı, kulakların duymadığı ve Allah'a yakın bir meleğin bile işitmediği nimetler hazırlamıştır.» demiş ve bu manânın mezkûr ayetde gizli bulunduğuna işaret eimiştir. 1165
Bunlarla beraber Abdullah b. Mes'ûd bir çok ayetde, bu ayetlerin ihtiva ettiği ve haddi zatında izaha muhtaç müfredatın tefsirine de temas etmemiştir.1166

NETİCE,

Uzun müddet cehalet ve dalâletin karanlıkları arasında kıvranan insanlara Allah (G.G.), Hz. Muhammed (S.A.V.) i gönderdi. Bu yeni bir devrin başlangıcı demekti. Cebrail, Hz. Peygamber'e zaman zaman ayetlerle iniyor, O da kendisine Allah tarafından nazil olan bu ayetleri olduğu gibi okuyor ve tebliğ ediyordu. Bütün ayetlerin Hz. Peygamber tarafından açıklanması pek lüzumlu değildi. Çünkü, Kur'an ayetleri arasında mânâ yönünden gayet vazıh ve açık olanları vardı. Ayrıca bazı ayetler bazılariyle de tefsir -edilmekteydi. Bununla beraber Hz. Peygamber sarih ayetlerde de belirtildiği gibi Kur'an'ı tefsir etmek ve onu halka açıklamakla Allah tarafından görevlendirilmişti. Türlü güçlükler içerisinde Hz. Peygamber kendisine tevdi edilen bu görevi tam olarak yerine getirdi ve tebliğ edilmesi istenen her şeyi tebliğ etti. Böylece, muayyen bir zaman sonra din tamam olmuş ve Pey-gamber'in vazifesi de sona ermişti. Artık dinin tekâmül devri bitmişti. Kısa bir müddet sonra Hz. Peygamber ahirete irtihal etti. O'nun müslümanlar arasından ayrılmasıyla vahy kesilmiş ve Cebrail'in ayetlerle yeryüzüne inmesi son bulmuştu.
Bir gün diğerine uymuyor, yeni yeni hadiseler zuhur ediyordu. Sahabe, karşılaştıkları müşkiller karşısında ilk olarak Kur'an'a müracaat ediyorlar ve onda aradıklarını bulmaya çalışıyorlardı. Bunda muvaffak olmadıkları zaman da Hz. Peygamber'in sünnetine başvuruyorlardı. Fakat öyle meseleler doğmuştu ki bunların halli için ne Kur'an ve ne de sünnetde hiçbir hüküm yoktu. Mutlaka halledilmesi gereken bu meseleleri çözebilmek için sahabe, her halde bir çare bulmalılardı. Böylece kıyas ve re'y ortaya çıktı. Zâten Hz. Peygamber zamanında başlamış olan bu iki esas, O'nun vefatından sonra böylece kuvvet buluyordu.
Bazı ayetlerin tefsiri bizzat Hz. Peygamber'in kendisinden duyulmuş olduğundan bu nevi ayetlerde içtihada mecal yoktu. Fakat Hz. Peygamber'ir tefsir ve izahına temas etmediği ayetler de vardı. Sahabe, Hz. Peygamberden tefsir ve izahı nakledilen ayetler yanında diğerleri hakkında da muhte lif kaynaklara başvurarak çalışmalar yapıyorlardı. Böylece re'y tefsirinin te meli atılmış oldu. Bu başarılı çalışmalar neticesinde sahabe arasından tefsi: sahasında üstün kişiler göründü. İbn Abbas Hz. Peygamber'in duası bereke tiyle Kur'an'm tercümanı unvanını kazandı. Onu çok yakından Abdulla b. Mes'ud takibetti.
Abdullah b. Mes'ûd büyük bir fıkh bilgini ve herşeyden önce Alla kelâmım en iyi bilen büyük bir müfessirdi. Müteaddit ayetlerin tefsirini bi; zât Hz. Peygamber'den duymuş, birçoğunda da aklî çalışmalar yaparak izal larda bulunmuştu. Dilediği zaman Hz. Peygamber'in yanma izinsiz olare girebilme müsadesi bulunan Abdullah b, Mes'ûd îbn Abbâs'dan sonra tefsir sahasında ismi zikredilecek ilk sahabidir. Abdullah, Allah'ın kelâmını en iyi bilen bir insan olduğunu yemin de ederek müteaddit defalar beyan etmişti. Hattâ bu sahada kendisinden daha bilgili biri olsaydı devesine binip ona kadar giderek ilim öğreneceğini bile söylemişti.
Abdullah b. Mes'ûd, henüz hayatda iken Irak'da tefsir medresesinin temelini atmış bulunuyordu. Fıkh ilminde olduğu gibi tefsirde de re'ye önem veren Abdullah'ın bu medresesinde yüzlerce ilim adamı yetişmiş, seçkin kimseler doğmuştu. Tefsir ilmi daha sonraki nesillere bunlar vasıtasıyla aktarıldı ve değişik merhalelerden de geçerek günümüze kadar gelip ulaştı. Abdullah b. Mes'ûd ve daha başkalarının verimli çalışmaları fuayesinde muhtelif yerlerde tefsir medreseleri kuruldu. Sahabe, Hz. Peygamber'den duydukları her şeyi yeni nesle olduğu gibi aktarmaya başladılar. Fakat zamanla gelişen olaylar, fitneler ve ilmî hareketler her şeyde olduğu gibi tesirini tefsirde de gösterdi. Çeşitli fırkalar kendi lehlerine tefsir ilminden yararlanma çabasına düştüler. Böylece tefsir nev'i çoğalmış oluyordu. Mezheb ve fikir ayrılıklarının müslümanlar arasında gelişmesi neticesinde tefsir ilmi de çeşitli merhalelerden geçti.
Kur'an'ın tefsiri hakkında herşey söylenip bitmiş değildir. Öyle zamanlar gelecek ki Kur'an ayetleri modern ilmin muvacehesinde daha çok vuzuha kavuşacak ve belki de hatalı olarak anlaşılmış bulunan bir ayet, zihinlerde tekrar canlanacaktır. Sahabenin ve onları takip eden kimselerin bazı ayetleri anlıyamamış olmalarını da tabiî olarak karşılamak gerekir.
Gelecekte, tefsir ilminin daha çok genişliyeceğini ve modern ilmin, Allah kelâmından anlaşılmayan bazı kısımları daha güzel bir şekilde açıklayacağım kuvvetle ümit etmekteyiz.1167
 

==========================================================================
BİBLİYOGRAFYA
==========================================================================

el-Kur'anü'l-Kerim.
Abdu'l-Hamîd Mukammed Muhyi'd-dîn; el- Ahvalu ş-şahsiyye, Mısr, 1958. Ahmed Emin : Fecru'l-îslâm, Mısr, 1955. Dtıha'l-îslâm, Mısr, 1964: Zuhru'l-lslâm, Mısr, 1962.
Ali el-Karî : Mirkctü'l-mefatıh şerhu mişkati'l-mesâbih, Kahire, 1309. el-Alûsî, Ebû'1-fadl Mahmûd : Ruhu'l-maanî fi tefsiri'I Kar'ani ve' s-seh'il-mesârii,
Mısr, 1301. el-Amirî, Imadü'd-dîn Yahya b. Ebî Bekr : Behçetü'l-mahafil ve huğyetü'l-emasil fi
telhisi1-mu' cizatı ve's-siyeri ve' ş-şemail, 1331. el-Askalânî, İbn Hacer Şihabu'd-dîn Ahmed : el-İsahefi temyizi's-sahabe, Mısr,1939.
Tehzibu't-tehzib. Haydarabâd, 1326.
el-Aynî, Bedru'd-dîn Mahmûd b. Ahmed : Umdefii l-karî fi şerhi sahihi'I-Buharı,İstanbul, 1308.
el-Bakıllânî, Ebû Bekr Muhammed : Î'cazü'l-Kur'an, Mısr, 1963. Başmîl, Muhammed Ahmed : öazveiü Bcdr el-Kübrâ, Mısr, 1964. el-Belâzürî,Ahmet b. Yahya : Ensabü'l-eşraf, Mısr, 1959. el-Bennâ, Ahmed Abdurrahman : el-Fethu r-Rabbanî maa muhtasari şerhihî bulûgi'l-emani, Mısr, 1373.
el-Beydavi, Ebû Saîd Abdillah b. Ömer ; Envaru't-tenzil ve esraru't-te-vîl, İstanbul, 1296. el-Buharî, Ebû Abdillah Muhammed b.İsmail, Sahihu' l-Buharî İstanbul, 1315.e'- Edebü'l-miifred, Kahire, 1375-
el-Buharî, Abdu'1-Azîz b. Muhammed : Keşfu'l-esrar ala ıısııli'l-Bezdevi, 1307. el-Câhız, Ebû Osman Amr b.Bahr: el-Beyanu vet-tebyîn, Mısr, 1960 el-Cassas, Ebû Bekr Ahmed b.A\i:Ahkamü'l-Kur'an, İstanbul, 1335. Cerrahoğlu Doç. Dr. İsmaihKur'an tefsirinin doğafu ve buna hız veren amiller,
Ankara, 19 68. el-Cevalikî, Ebû Mansûr Mevhûb b. Ahmet: el-Muarrab mine'l-kelâmi'l-a'cemı,
Mısr, 1942,
el-Cevherî, İsmail b.Hammâd: Tacu'l-lüğa ve sıhahu'l-Arabiyye, Mısr, 1956 Curcî Zeydan: Tarihli adâbi'l-lüğati'l-Arabiyye, Mısr, 1957. el-Cürcanî, Ebû Bekr Abdü'l-Kahir b. Abdirrahman: er-Risaletü 'ş-şofiye fi i'cazi'i-Kur'an' Mısr.
Dahlan, Ahmed Zeynî: Mine's-s;ratın-Nebeviyye ve'l-csari'l-Mııhammediyye, Kahire 1310,
ed-Dânî, Ebû Amr Osman b. Saîd: el-MnknV'>', Şam, 1940et-Teysîr fVl-kırati's-seb, İstanbul 1930.
ed-Dârimî, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahman: es-Sünen, Kahire, 1966.
Ebû' 1-alâ A{ifî:et-Tasavvuf es-sevretü'r- ruhiyyetü fı'l-tslâm, Misr, 1963
Ebû Amr Halife b. Hayyat ; Kitaba' i-tabakat, Şam, 1966.
Ebû Dûvûd, Süleyman b. el-Eş' as; es-Sürten, Mısr, 1950.
Ebû Hayseme, Züheyr b. Harb; Kitabûl'-'îlm, Şam, 1385.
Ebû Nuaym, Ahmed b. Adillah el-İsfeham ; Hdyetu'l -evliya, Behrût, 1967.
Delailun-Nübüvve, Haydarâbad, 1320.
Ebû 'Ubeyd,el-Kâsım b. Sellâm: Kitâbu'l-emvâl, Kahire, 1968. Ebû Yûsuf, Ya'kûb b. İbrahim: Kitâbu'l-ûsâr, Kahire, 1355.Kitaba'l-harâc, Kahire, 1382.
Ebû Zehre, Muhammed b. Muhammed: Ebû hanîfe,hayâtuhu ve asruh,ârânha ve fikhuh, Mısr,I946.
el-Ahvâhı'ş-şahsi^ye, Mısr, 1957.
el-Esed, Dr. Nâsıru'd-din: Masadını ş-şi'ri'I câhiliyy ve kıymetahâ't-târihiyye,Mısr, 1966.
el-Enbârî, Ebû Bekr Muhammed b. el-Kâsım: Şcrhu'l-kasâidı's-seb'il-tıvâl,el-CâhiIiyyat, Mısr, 1963.
el-Ezrakî, Ebu'l-velîd Muhammed b. Abdillah; Ahbâru Mekke ve mâ câe fîhâ minel-âsâr, Beyrut, 1969.
Fuck Johann: el-Arabiyye dirâsâtiin fi'l-lağa ve'l-lehecat ve'ı-esâlib, (Arappaya çeviren, Abdü'l-Halîm en-neccar) Mısr, 1951.
Goldziher İ: Mezahibu't-t<fsiri 'l-îs!âmî, (Aıapçaya çeviren, Abdü'l-Halîm en-neccar) Mısr, 1955.
el-Hafacî, Ahmed b. Muhammed: Haşiyetu ş-Şihab el-müsemmâ biinâyeti l-kadi ve
kifayeti'r-radî, alâ tefsiri'I-Bey davı, Mısr, 1283. el-Harbî. Ebû İshak: Kitabiıl- menasik ve emakiıi turukı'l-hac ve mealimi',-cJzîre,Mısr, 1969.
Hascn, İbrahim Hasen: Züamaul-Islam, Mısr, 1953.
el-Hatîb el-Bağdadi, Ebû Bekr Ahmed: Ikiıdaû'l-ilmi'l-amel, Şam, 1385.
el-Hatîp, Muhammed Accac: es- Sünnetti kable'l- tedvin, Kahire, 1963.
el- Hemezâni, Abdu'l-Cebbar b. Ahmed: Tesbifü delaili'n-nübüvve, Beyrut. 1?'İG.
el-Hudari, Muhammed; Tarihli t-teşrii'I -tslami, Kahire, 1939.
İbn Abdi']-Ber,el-Hafız Yusuf b. Abdil-Ber: ed-Dârer fi'htisari'l-maSazi ve'-siv-.r.
Kahire, 1966 el-Isiiab fi marifeti'l-Ashab, Mısr, 1939.
İbn Abdi Rabbih, Ebû Amr Ahmed b. Muhammedi el-lkdü'l-ferîd, Kahire-1948. İbnü'l-Arabî, Ebû Bekr Muhammed b. Abdillah: Ahkamü'l-Kar'an, Misr, 1957. el-Avasıma mine'l-fcavasım.
Ibn Arabî, Muh'yi-dîn: el-Fatühatii'l-Mekkiyge, Mısr, 1293.
İbnü'l-Cezvî, Ebû'l-ferac Abdurrahman: el-vefa bi ahvali I-Mustafa, Kahire, 1966.Sıfatü's-safve, Haydarabâd, 1355.
İbnü'l-Cezerî: Ebû'1-hayr şemsu'd-dîn: en-Neşra fi'l-hraâfi'l-aşr, Şam, 1345. Ğayetii'n-nihaye fi tabakati'l-kurra, G. Bergstraesser neşri, 1932.
İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed: Kitâbû'l-lmân, Şam 1385. İbnu'l-Esîr,Ebu'l-Hasen İzzu'd-Din Ali b. Muhammed: Usdü'l-ğabe fi ma'rifeti's-
Sahabe, Mısr, 1280. İbnü'1-Esîr Mecduddîn Ebû's-saadât el-Mubarak b. Muhammed el-Cezerî: en-Nihaye
fi garibi'l-Hadis ve'l-eser' Mısr, 1963.
İbn Hallikân, Ebû'l-Abbas : : Vefeyâtü'l-a'yân ve enbaa ebnâi'z-zaman, Mısr, 1310. İbn Hanbel, Ebû Abdillah Ahmed b. Muhammed: el-Müsned, Mısr, 1313. İbn Hazm, Ebû Muhammed Alî b. Ahmed: Cevamiu-s-sîre, Mısr. Mulahhasu ibtali'l kıyas ve'r-re'yi ve'l-istihsan ve't-tâk'lîd ve't-ta'lîl,Şam, 1960.
İbn Hişâm, ebû Muhammed Âbdu'l-Melîk: es-Siretû'n-Nebeviyye, Mısr, 1936. İbn Kayyım el-Cevziyye, Ebû Abdillah Şemsu'd-Din: l'lâmii'l-muvakkiin, Mısr, 1955. İbn Kesîr, Ebûl-fida İsmail b. Ömer: es-Siretü'n-Nebeviyye, Kahire, 1964-1966. Tefsir'ul-Kur'ani'l-azîm, Kahire, 1954.
el-Bidâyetû ve'n-nihaye fi't-tarih Mısr, 1932.
İbn Kuteybe, ed-Dîneverî; Kitabu'I-Maârif, İsanbul, 1300.
Kitaba te'vili muhtelifi'l-Hadis fi'r-reddi alâ a'dai'l-Hadîs, Mısr, 1326.
Tefsirn garibi'l-Kur'an, Mısr, 1958.
Te'vilü müşkül I-Kur'an, Mısr, 1954.
İbn Mâce, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezid es-Sünen, Mısr, 1952. İbn Menzûr, Ebû'1-fadl Gemâlû'd-din Muhammed b. Mükerrem: Lisânu'l-Arab Mısr, 1300.
İbnu'n-Nedîm, Ebûl-ferac Muhammed: el-Fihrist, Mısr, 1348. İbn Nüceym, Zeynü'l-Abidîn b. İbrahim: el-Eşbah ve'n-nâzair, Mısr, 1322. İbn Sâ'd, Ebû Abdillah Muhammed: et,Tabakatûl-Kübrâ, Beyrut, 1957.
(Kitapda geçen «et-Tabakat» kelimesi bu kitaba işarettir. Diğer tabakat kitapları
sarahaten zikredilmiştir.)
İbnu's-Salah, Ebû Amr Osman b. Abdirrahman Ulûmu l-Hadis Haleb, 1966. İbn Seyyidi'n-nas: Uyunü'l-eser fî funûni'l-magazî ve'ş-jemaili ve's-siyer,
Kahire, 1356. Jeffery Arthur: Materials for the history of the text of the Kar an, Leiden, 1937.
Jeffery Arthur neşri: Makaddimeiân fi ulûmi'l-Kur'an ve hama mukaddimetû kitabi'l-mebani ve mukaddimetü İbn Atiyye, Mısr, 1954,
el-Kadı, Abdü'l-Fettah : el-Budûrii'z-zahira fi'l-kıraati'l-aşri'l-mütevatira, Mısr, 1955.
Kâhhâle, Ömer Rıda: A'lama'n-nisa'fi alemeyi'l-arabi ve'l-Islâm, Şam, 1958.
el-Kândihlevî Muhammed Yusuf: Hayata's-Sahabe, Kahire, 1969.
el-Kasânî, Ebû Bekr İbn Mes'ûd; Bedaia's-sanai' fî tertibi'ş-şerai'M.ısr, 1327.
el-Kasımî, Muhammed Ceınalû'd-din: Tefsiriz'l-kasımî, Mısr, 1957.
el- Kastallânî, Ebû'l-Abbas şihabu'd-din Ahmed b. Muhammed: Irşddüs-sârî fî şerhi Sahihi'l-Buharî, Mısr,
el-Kaysî, Mekkî b. Ebî Talib: el-İbâne an maani'I-kıraat, Mısr.
Koçyiğit Tal'at Doç. Dr: Hadis Usûlü, Ankara, 1967.
el-Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed: el-Cami' li ahkami'l- Kur'an, Kahire, 1967.
Mahmesânî Subhi: Felsefetii't -teşri'fi'l-tslâm, Beyrut, 1952. s
el-Makrîzî, Ebû'l- Abbas Ahmed b. Ali b. Abdilkâdir. tmtau'l esma', Mısr, 1941.
el-Muhasibî, Ebû Abdillah eJ-Haris b. esed:Risâlet'ül-müsterşidin, Haleb, 1964.
el-Mehaimî, Ali b. Ahmed: Tebsîru'r-Rahman ve teysıru'l-Mennân, Mısr,1301.
el-Müberred, Muhammed b. Yezîd b. Abdi'l-ekber: el-Kamil, Mısr, 1956.
el-Münâvî: Feydu'l-Kadir şerha'l-camii's-sağır, Kahire, 1938. en-Nesâî, Ebû Abdirrahman: es-Siinen, Mısr, 1930. en-Nesefî, el-Akaid, (Mecmuatü'l-havaşî) Mısr, 1329.
en-Nevevi, Muhyi'd-Din: Şerha' n-Nevevî' a1 â sahihi Müslim, Mısr, 1283. Okiç, Prof. M. Tayyıb: Tefsir notlan, Ankara, 1965.
Kuran-ı Kerimin aslüb ve kıraat*, Ankara, 1963.
Ömer, Ebû'n-nasr: Osman b. Affan, 1935.
er-Rafii, Mustafa Sâdık: İ'cazii'l-Kur'an va'l-belâğatü'n-Nebeviyye, Kahire, 1940. er-Razî, Muhammed fahru'd-Din: Mefatihal-ğayb (et-tefsiru'1-kebir) İstanbul, 1308. er-Fummânî, Ebû'l-Hasan Ali b. İsâ: en-Nûkttû fi icazıl-Kur'an, Mısr. es-Saâlibî, Ebû Mensur AbiLi'1-M-lik b. Mahammed: Fıkha'l-lûğa, Mısr, 1938. es-Salih, Dr. Subhi: Mebâhis fi ulûmi'I Kur'an, Şam, 1962. es-Sayis, Muhammed Ali: Tarihiz'l-fıkhi' I-Islârnî Mısr, 1957. es-Seffârînî, Ebû'1-Avn Şemsu'd-Dîn Muhammed b. Ahmed: Şcrhu sûlâsiyyati müsne-
di'l-İmamı Ahmed, Şam, 1380.
cs-Sicistânî, Ebû Bekr Abdullah b. Ebî Davûd: Kıtabü'l-masahif, Mısr, 1936. es-Suyûtî, Gelâlü'd-Din Abdurrahman: el-Mazhir fi ulûmi'l-luğa ve envaiha, Mısr.
el-ttkan fi ulumi'l-Kur'an, Mısr, 1368.
Tariha'l-hıılefa, Kahire, 1964.
Tedribu'r-r^vî şerhiz takribi'n-Nevâvî^ Mısr, 1959.
el-Hasaisü'l-kûbrâ, Haydarabâd, 1319.
ed-Dürru'l-mensûr fi't-tefsiri bi'l-me'sûr, Tahran, 1377. es-Sûbkî, tacu'd-dîn ebû Nasr Abdulvahhab: Tabakatü'ş-Şafiiyye el-kübıa, Mısr,
eş-$afiî,Muhammed b. İdris: er-Risâle, Mısr,İ94Ü.
eş-Şa'ranî, Ebû'l-mevahib Abdulvehhab:ei- Tabakatül-kübra, istanbul,1316.
eş-Şartûnî, Sâîd: Akrabu'l-mevarid fi fasahi'l-arabiyyeti ve-şevarid, Beyrut, 1889.
eş-Şehristânî, Ebû'1-feth Muhammed b.Abdi'l-Kerîm: el-Milelu ve'n-nihal, Kahire,194
eş-Şiblî, Bedruddin Ebû Abdillah, Kitaba akâmi'l-mercan fi ahkami'l-cann; Mısr,132
eş-Şihavî, İbrahim Dusûki; el- Hısbetii fi'l-Islâm, Kahire, 1962.
et-Taberî, Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerir: Camiu'l-beyân an te'vîli ayı l-Kur'an,
Mısr, 1954. et-Taberî, Ebû'l-Abbas Ahmed b. Abdillah: er-Riyâdu'n-nadira fi menakibı l-aşara,
Mısr, 1327.
et-Tantavî, Ali ve Naci: Sîretu Ömer b. el-Hattâb, Şam, 1355.
et-Tirmizi, Muhammed b. İsâ: es-Sünen, bi şerhi'1-İmam İbni'l-Arabi, Mısr, 1934. et- Tûsı, Ebû Nasr Abdullah b. Ali es-Serrac: el-lüma'fit-tasavvuf,Leiden, 1914. el-Vâhidi, Ebû Nasr Abdullah b. Ali b. Ahmed: Esbabû'n-nazûl, Mısr, 1959. Yusuf Musa, Prof Dr. Muhammed: Tariha'l-fıkhı'l-islâmî, Mısr, 1958. ez-Zeccâc, Ebû İshâk İbrahim: l'rabû'l-Kar'an, Mısr, 1963.
ez-Zehebî, Ebû Abdillah Şemsu'd-Dîn : Tezkiratul-huffaz, Haydarâbâd, 1955.
Siyera a'lami'n-nübelâ, Kahire, 1956-1962.
MizânuL-ıtidal fi nakdir-rica!, Kahire, 1963.
ez-Zemahşerî, Mahmud b. Ömer : el-Keşşâf an hakâiki ğavamizi't-tenzîl, Mısr, 13C ez-Zerka, Prof. Dr. Mustafa : Tahfeta l-fakahâ, (Mukaddime), Şam, 1964. ez-Zerkânî, Abdü'1-Azîm : Menahilû'l-irfan fi ulûmi'l-Kıır'an, Mısr, 1372. ez-Zerkeşî, Bedru'd-dîn A/uhammed b. Abdillah : el-Burhânfi ulûmi'I-Kar an, Mısr, 191 cz-Zeylâî, Fahru'd-dîn Osman b. Ali : Tebt/inii'l-hakaik şerha kenzi d-dakai
Mısr, 1313. ez-Ziriklî, Hayru'd-dîn : el-A'!âm, 1954.1168

 

===================================================================
DİPNOTLAR
===================================================================

1 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 4.
2 Ibn Sa'd Beyrut 1957, IH/150; lbnu'1-Esîr Izzü'd-Dîü Mısır 1280, IH/256; Ibn Hacer el-Askalânî, iıU-a Mısır 1939, H/360; el-Belâzurî, (_Ajî Mısır 1959, 1/204; Hayru'd-Dîn fMc'VI 1954, IV/280; İbn Kuteybe Mıar 1300, s. 84; Şemsu'd Ebul-Hayr İbnu'l-Cezerî Ve- G. Bergsraesser neşri 1932, 1/458, Çıtufeammed b. Abdİ'1-Berr el-Kurtubî, Mısır 1939 (el-lsabe'nin iöjannda)
H/308; Ibn Hacer el-Askalânî, Haydarabad 1326, VI/27; Şemsu'd-Dîfl Mu-hammed b. Ahmed ez-Zehebî, Tahkik Dr. Salahu'd-Dîn el-Muneccıd, Kahire 1956 1/331; Ebû Nuaym Beyrut 1967, 1/124; ez-Zehebî Haydarabad 1955, 1/13; İbnü'l-Cevzî, Haydarabad 1355,1/154; Ebû'I-Mevahib Abdulvehhab b. Ahmed b. Alî eş-Şa'rânî, «J-ÖloUJJI el-Âmira 1316,1/18.
3 et-Tabakat, IH/150; Üsdü'1-ğabe, IH/256; el-İsâbe, H/360; eJ-îstîab, 11/309.
4 Üsdü'1-ğâbe, IH/256; el-îsabe, 11/360; Siyeru a'lami'n-niibelâ, 1/332.
5 Üsdü'1-ğabe, IH/256; el-İsabe, 11/360-361; Sıfatü's-safve, 1/154; et-Tabakat, III/-151; el-A'lâm, IV/280; Tezkiratü'l-huffaz, 1/13
6 Îbnü's-Salah, Haleb 1966, s. 266.
7 Tecridi Sarih Tercümesi, Ankara 1957, 1/27
8 Ibnü's-Salah, Ulûmü'l-Hadîs, s. 266.
9 Aynı yer
10 Îbnü's-Salah, Ulûmû'l-Hadis, s. 328-329
11 el-Cevherî, Mısır, 1956, 1/502 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 5-7.
12 Ebû'1-Fidâ İsmail b. Kesîr, Kahire 1964, 1/444,11/264-265; Sıfatü's-safve,. 1/155; et-Tabakat, III/151; el-İmamu Ahmed, Mısır 1313 1/462 Müteaddit rivayetlerde Rasûlüllah ve Ebû Bekr'in müşriklerden kaçtıkları ifade olunurken Ahmed b. Hanbel Müsned'inde (1/379) şu rivayeti zikretmektedir:
Görüldüğü gibi bu rivayette Rasûlüllah Ve Ebû Bekr'in müşriklerden kaçmış olduklarına temas edilmemiştir. Ancak (1/462) de zikredilen rivayette müşriklerden kaçmakta olduklarına sarih bir şekilde temas edilmektedir. Şu kadarı var ki Rasûlüllah ve Ebû Bekr'in müşriklerden kaçtıkları bir sırada Abdullah'a uğradıklarını bildiren rivayetlere bakarak bu hadisenin hicret esnasında vuku bulduğunu söyleyemeyiz. Şöyîe ki: Abdullah b. Mes'ûd hicretten çok daha önce müslürran olmuştur. Hicret esnasında ise Mekke'de değildi. Bu bakımdan Abdullah'ın müslüman oluşunu hicret esnasına raslatmak liatalı olur. Bununla bera ber el-Buhari (Ö: 256/870) sahihinde (el-Amira 1315,III/96,IV/262, 189-190, 180-181) ve Ahmed b. Hanbel Müsned'inde (1/2-3) hemen hemen aynı manada olan hadisler üzerinde durmuşlardır. Bu hadislerde Ebû Bekr Rasûlüllah'la birlikte nasıl hicret ettiğini anlatırken: gibi tabirler kullanmıştır. Bazıları, ismi sarih olarak zikredilmeyen bu çobanın Abdullah b. Mes'ûd olduğu vehmine kapılmışlardır. Aynı ibare şeklinde Müslim'in (Ö: 261/875) hicretle ilgili olarak rivayet ettiği hadiste (el-Amira 1333, VIII/236) geçmektedir. İbn Hacer el-Askalânî (Ö: 852/1449) sözünü izah ederken (Bulak 1301, VII/8 de), çobanınf ve koyun sahibinin ismine vakıf olmadığını beyan ederek şöyle demektedir: «el-Bera' hadisinde çobanın Abdullah b. Mes'ûd ile tefsir edilmesi doğru değildir. Çünkü burada denilmiş o da cevabım vermişti. Abdullah'ın hadisinde ise Abdullah süt sağamıyacağma işaret etmişti. Ayrıca burada sütlü bir koyun sağılmış, Abdullah'ın hadisinde ise kuzulamamiş bir koyun sağılmıştır. bununla beraber hadisin gerikalan kısmı olan sözünde ise Abdullah hadisesinin hicretten önce olduğuna delil bulunmaktadır....» Çobanın ismi zikredil-meksizin rivayet edilen bir başka hadis de yine Ahmed b. Hanbel'in Müsned'indedir.
Burada denilmekte ve südü sağanın Ebû Bekr olduğuna işaret edilmektedir. Aynı husus (IV/281)de de zikredilmiştir. Keza el-Buhari'de (IV/259, VI/246) südü sağanın Ebû Bekr Olduğu anlatılmaktadır. Ayrıca ayın yarılma mu'cizesi İbn Hacer'in de dediği gibi (Fethu'1-Bârî, VI/464) Mekke'de ve tahminen hicretten beş sene kadar önce vuku bulmuştu. el-Buharî'de de zikredildiği gibi (VI/52, IV/243) Abdullah bu hadisenin ilk ve önemli şahidi sayılır. Bu duruma göre Abdullah'ın hicretten beş sene önce müslüman olarak bulunduğu anlaşılmaktadır. Habeşistana yapılan ilk hicret İbn Hacer'in nakline göre (Fethu'l-Bârî, VII/143) nübüvvetin beşinci senesinde ve Receb ayında olmuştur. Bu hadise de Abdullah'ın hicretten en az beş sene önce müslüman olarak yaşadığının bir delilidir. İbn Kesîr ise (Ö: 774/1373) sîre'sinde (11/265) sarih bir ifadeyle sözünden maksadın hicret vakti olmadığını ve bunun hicretten önce bir zamana rasladığım beyan etmektedir.
13 Hılyetü'l-Evllya, 1/124; İbn Kesir ^Ül j 4,1^)1 j iljJI Mısır 1932; IH/32;
el-İstîab, 11/309; Siyeru u'lami'n-nübelâ, 1/334-335; Üsdü'1-ğabe, IH/256; Sifatü's-safve, 1/155; et-Tabakat, 111/150.
Bazı rivayetlere göre Abdullah b. Mes'ûd Rasûlüllah'ı bu hadiseden daha önce de görmüştür. ez-Zehebî'nin (0:748/ 1348) ifadesine göre (Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, 1/333) Abdullah b-Mes'ûd bu hadiseyi özetle şöyle anlatmaktadır: «Kabilemden bazı kimselerle Mekke'ye ihtiyaçlarımızı (emin etmek için gelmiştik. Bizi Abbas'a (Ö: 32/653) gönderdiler. Biz yanına geldiğimiz zaman Zemzem'in başında duruyordu. Biraz sonra biz yanında otururken Safa kapısından bir kimse geldi. (Abdullah burada Resûlüllah'm vasıflarından bazılarını sayar) Sağında henüz bülüğa ermemiş güzelyüzlü bir genç ve arkalarında da mütesettira bir kadın vardı. Bu kimse Haceru'l-Ssved'e doğru geldi ve ona hürmet ve saygıda bulundu. Yanındaki kadın ve genç de aynı şeyleri yaptılar. O^ha sonra Ka'be'yi yedi defa tavaf etti. Sonra Rükn'e döndü. Elini kalçYnp tekbir getirdi ve ayakta bir süre durup rukua vardı. Biz Mekke'de böyle şeyleri görmediğimizden şaşırıp kolıriiştık. Abbas'a «Bu din sizde yenimidir, yoksa biz
14 Sıfatü's-safve, I/I55;] et-Tabakat, III/I5I; el-Müsned, 1/379, 462; el-Bidâyetü ve nihaye, IH/32; Siyeru a'lami'n- nübelâ, 1/335; Sîretü îbn Kesîr, 1/444.
15 el-Müsned, 1/379; el-İstîab, H/309; Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/335.
16 Bu gibi münasebetlerde Hz. Peygamber bazan kendisi içer ve daha sonra yanın kilere verir, bazan da kendisi içmeden önce yanmdakinin içmesini isterdi. Fakat burada s ten önce kimin içmiş olduğu meselesinde değişik rivayetler varid olmuştur. Siyeru a'lamı ı nübelâ, (1/335) ve el-Müsned (1/379, 462) de önce Hz. Peygamberin içmiş olduğu riva-edilmektedir. Halbuki Üsdü'l-ğabe'de (IH/256) Hz. Peygamberin Ebû Bekr'e «İç» dediği temas edilmektedir. Ahmed b. Hanbel ise (el-Müsned, 1/462 de) son olarak sütten Abdullah içtiğini rivayet etmektedir.
17 İbn Hazm, Mısır Darü'l-Maarif s. 13; el-Müsned, 1/379; Sıfatü safve, I/I55; et-Tabakat, III/Î5I; Üsdü'1-ğabe, IH/256; Hılyetü'l-evliya, I/I25; el-İstîa H/309; Tehzîbu't-tehzib, VI/28.
18 et-Tabakat, IH/151; Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/334.
19 Siyeru a'lami'n-nübelâ. 1/334; Sıfatü's-safve, I/I55; el-İsabe, H/361; Hılyetü'l-( liya, I/I26.
20 Üsdü'1-ğabe, III/256; el-İstîab, H/309.
21 Tezkiratü'l-huffaz, I/I4; el-îstîab, 11/309.
22 el-Fürkan sûresi 27.
23 İbn Hişâm Mısır 1936,1/387; Ensâbü'l-eşraf, I/I37-I3R
24 el-Müsned, 1/393,
25 el-Müsned, 1/417. Ancak el-Buharî Sahihinde (1/65, 131-132) de Ukbe sarih olarak zikredilmemiş fakat terkipleri nakledilmiştir. Bununla beraber Buhar! Abdullah'dan rivayet ettiği aynı manada olan bir başka hadisde (IV/71) Hz. Peygamberin başına eşi Ukbe'nin koyduğunu sarih olarak rivayet etmiştir. Hadise sonunda da Hz. Peygamber Ebû Cehl, Utbe, Şeybe, Velid b. Utbe, Ümeyye b. Halef ve Ukbe'nin helak olmalarını istemiştir.
26 et- Taberî, Mısır 1954, XV/191-192.
27 et - Taberî, XXII/12.
28 el-Ahzâb sûresi 36.
29 et-Tabakat, VIII/230.
30 el-Hucurat sûresi 6.
31 Tefsiru't-Taberî, XXVI/42; el-Cassas 1335,111/398; el-Makrîzî Kahire 1941, 1/439-440.
32 Tefsiru't-Taberî, XXVI/42; el-Cassas, Ahkâmü'l- Kur'an, IH/391.
33 el-Kevser sûresi 3.
34 Tefsiru't-Taberî, XXX/329.
35 el- Buharı, VI/34-35.
36 Ebu'l-Hesen el-Vahidî, Mısır 1959, s. 127.
37 Sıfatü's-safve, 1/155-156; et- Tabakat, III/153; Ğayetü'n-nihaye, 1/548; Üsdü'l-ğabe, III/257; Siyeru a'lami'n-nübela, 1/337-338; İbnü'l-Cevzî, Kahire 1966, 11/582.
38 Kitabü'l-maarif, s. 84; Sıfatü's-safve, 1/155; Ğayetü'n-nihaye, 1/458; et-Tabakat, IH/157; el-İstîab, H/312; Siyeru a'lami'n -nübela, 1/333. Abdullah b. Mes'ûd'un yüze! kokular sürünüp çok temiz giyinmesi, Rasûlüllah'm ayağına giydiği şeylere saygısından ileri gelmekteydi. Çünkü Rasûlüllah bir yere girdiği zaman ayağındakileri çıkarırdı. Bunları alan Abdullah, abasının içine alırdı. Saygısızlık olmasın diye dc-temas edildiği gibi-güzel kokular kullanırdı. (Tabakatü'ş-Şa'rânî, 1/18)
39 et-Tabakat, IH/157; el-A'lam, IV/280.
40 et-Tabakat, HI/158; Kitabü'l-maarif, s. 84; el-İstîab, 11/312.
41 Kitabü'l-maarif, s. 84; et-Tabakat, 111/158.
42 el- Müsned, 1/420; et-tabakat, HI/155; Ğayetü'n-nihaye, 1/458; Üsdü'I-ğabe, 111/ 259; Sıfatü's-safve, 1/157.
43 Üsdü'1-ğabe, HI/257; el-İstîab, H/310; Ahmed Zeynî Dahlân Mısır 1310 1/96.
44 el- Müsned, 1/417; et-Tabakat, IH/158; Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/332.
45 et-Tabakat, IH/158; Kitabü'l-maarif, s. 84.
46 Sîretü İbn Hişam, 1/366, 366-367.
47 Biz elimizdeki eserlerden Abdullah'ın iki hanımı olduğunu tesbit edebildik. Fakat Abdullah'ın başka kadınlarla evlenmiş olabileceği de ihtimal dahilindedir.
48 et-Tabakat, VIII/290.
49 Ömer Rıza Kâhhâle, Şam 1958, 11/74. Burada Zeyneb'in sekiz hadis rivayet ettiği belirtilmektedir. et-Tabakat, VIII/290.
50 et-Tabakat, VIII/290.
51 el-Buharî, 11/128; el-Cassas, Ahkâmu'l-Kur'an, III/137.
52 el-Mümtehine sûresi 10.
53 el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, III/441.
54 Sıfatü's-safve, 1/160; Kitabü'l-Maarif, s. 85.
55 Sıfatü's-safve, 1/160.
56 et-Tabakat, VI/303.
57 et-Tabakat, VI/384.
58 Aynı yer.
59 Ebû Nasr Abdullah b. Ali es-Serrac et - Tûsî, oj^H J «J|l Leiden 1914 Tahkik, Reynold Alleyne Nicholson, s. 136; Sıfatü's-safve, 1/160; Hılyetü'l-evliya', 1/133. ez-Zehebi'nin rivayetine göre (Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/343-344) Abdullah b. Mes'ûd'un Sare isminde bir de kızı vardı. Fakat ez-Zehebî bu kızın hangi hanımından olduğuna temas etmemiştir. Ömer Rıza Kâhhâle de a'lâmü'n'nisa'da (U/137) Sâre'nin babasından rivayetleri olduğunu nakletmektedir.
60 et-Tabakat, IV/126-127; Kitabü'l-Maarif, s. 85; Ensabü'l-eşraf, 1/204; el-lsabe, 11/449.
61 Ensabü-1-eşraf, 1/204; Bedru'd-Din [el-Aynî, 187; el-İsabe 11/449.
62 Üsdü'1-ğabe, 111/366; el-îsabe, U/449.
63 Kitabü'l-Maarif, s. 85.
64 et-Tabakat, IV/127.
65 Meselâ el-Buharî, (VI/5) de bu rivayetlerden biri görülmektedir.
66 et.Tabakat, VI/209.
67 Aynı yer.
68 Aynı yer.
69 el-Cassas, Ahkamü'l-Kur'an, 111/189.
70 et-Tabakat, VI/202; Siyeru a'lami'n.nübelâ, 1/333.
71 Tabakat, VI/202.
72 Sîyeru a'lami'n-nübelâ, 1/151; Sîrctü İbn Kesir, II/3; el.İsabe, 11/361; Sıfetü's-safve, 1/154; Ensâbü'l-eşraf, 1/204; el.Hafız Yusuf b. Abdi'1-Ber, Kahire 1966, s. 53; İbn Seyyidi'n-nas, Kahire 1356, 1/116; Yahya b. Ebî Bekr el. Amîrî, 1331, 1/95.
73 Ensabü'l-eşraf, 1/204. Hatta bazı rivayetlerde Abdullah b. Mes'ûd'un ikinci hicretten dönünce doğrudan doğruya Medine'ye geldiğinden ve o zaman Rasûlüllah'm Bedr savaşı için hazırlıklarda bulunduğundan bahsedilmektedir. İbn Hacer'in nakline göre (Fethu'l-Bârl, 111/60) Abdullah Bedr savaşma yetişebilmek için dönüşte biraz da acele etmiştir. Bu duruma göre Abdullah'ın hicretten döndükten sonra Rasûlüüah'la içtimai Medine'de vuku bulmuştur. ez-Zehebî de (Siyeru a'lami'n-nübela, 1/332) de Abdullah'ın ikinci hicrete işti jrak etmiş olduğunu kesin bîr ifadeyle anlatır.
74 Fazla bilgi için Bkz: et-Takakat, 1/205; Şîretü İbn Hişam, II/3, dipnot.
75 Sîretû İbn Hişâm, II/3, dipnot.
76 el-Cassas,"Ahkamü'l- Kur'an 1/445-446.
77 et-Tabakat, III/151.
78 İbn Hişâm, (es-Sîretü'n-Nebeviyye, U/8) bunların otuz kadar müslüman olduğunu söylemektedir.
79 Cevamiu's-sîre, s. 65.
80 Aynı eser s. 59.
81 el-îsabe, 11/449.
82 Üsdü'I-ğabe, III/367; el-İsabe, 11/449.
83 el-İsabe, H/449; Üsdü'1-ğabe, IH/367.
84 lmtau'1-esma', 1/38.
85 et-Tabakat, 111/151.
86 et-Tabakat, III/152.
87 et-Tabakat, III/152; Ensabü'l-eşraf, 1/270; Siyeru a'lami'n-nübelâ 1/350. el-İs-tîab sahibinin ifadesine göre kardeşlik, Abdullah ile ez-Zübeyr arasında ilân edilmiştir. İbn Abbas, Enes b. Malik'le de Abdullah arasında kardeşlik ilân edildiğini söylemiştir. (el-İsâbe, U/361); ed-Dürer fi'h-tisari'1-mağazî ve's-siyer, s. 97.
88 Ensabü'l-eşraf, 1/270.
89 el-Cassas, Ahkamü'l Kur'an, III/283.
90 Üsdü'1-ğabe, III/258; el-İsabe, 11/361. "
91 el-Buharî, VI/102, el-Müsned, 1/378.
92 et-Tabakat, III/l57; Siyeru a'lami'n nübelâ, 1/351. İbn Kesîr'in ifadesine göre (el-Bîdâyetü ve'n-nihaye, VII/52) Ebû Ubeyde (Ö: 18/639) Hınıs şehrini fetedince Hz. Ömer'e ganimetin beşte birini Abdullah b. Mes'ûd'la göndermişti. Hz. Ömer Abdullah'ı Hınıs'a geri yolladı ve daha sonra da oradan Küfe'ye gitmesini istedi.
93 Tehzîbu't-tehzîp, VI/27; el-İsabe, 11/361; Sıfatü's-safve, 1/154. Hatta ez-Zehebî-nin rivayetine göre (Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/337) Uhud savaşında Rasûlüllah'la sebat eden dört kişiden biri de Abdullah idi. el-Hafiz Abdu'l-Berr'in (0:737/1337) ifadesine göre Abdullah, Ubeyde b. Cabir'i bu savaşta öldürmüştür. (ed-Dürer fihtisari'l-mağazî ve's-siyer, s. 116)
94 et-Tabakat, III/155; el-Müsned, 1/420; Ğayetü'n-nihaye, 1/458; Üsdü'1-ğabe, IH/259;.
Sifatü's-safve, I/I57; Hılyetü'l-evliya, 1/127; el-Bidayetü ve'n-nihaye, III/162-163; el-İstîab, 11/311; Sîyeru a'lami'n.nübelâ, 1/342, 343.
95 Bu husus için bakılabilecek eserler arasında şunları da zikredebiliriz. Ensabü'1-eş-raf, 1/299; el-Bidayetü ve'n-nihaye, III/287-289; Cevamiu's-sîre, s. 148; Sîretü İbn Hişâm,
11/288-289; İmtau'1-esma', 1/91; el-Müsned, 1/444; el-Buharî V/6,20; el-İstîab, 11/312; Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/180-181; ed-Dürer fihtisari'l-mağazî ve's-siyer, s. 118.
96 el-Buharî, V/6; En.sabü'l-eşraf, 1/299.
97 Abdullah b. Mes'ûd'un ayaklarını Ebû cehl'in boğazına koymasının daha önceden cereyan etmiş bulunan bir hadiseyle yakından ilgisi vardır. Şöyleki: Bir müddet önce Ebû cehl bir ara Abdullah b. Mes'ûd'la karşılaşmış ve ona «Seni öldüreceğim» demişti. Abdullah ise ona bir rüyasından bahsetmiş ve «Eğer rüyam doğru çıkarsa ayakkabılarımla senin boğazına basacak ve bir koyun boğazlar gibi seni öldüreceğim» mukabelesinde bulunmuştu. (Ebu'1-Avn Şemsu'd-Dîn Muhammed b. Ahmed es-Seffarînî, Şam, 1380, 11/240-241) Ebû Cehl Rasûlül)ah'm ashabı arasında ençok Abdullah b. Mes'ûd'u sevmezdi. Hatta bir gün «Muhammed'in ashabından Hüzeyl'li şu gençten nefret ettiğim kadar hiç birinden nefret etmiyorum» demişti. İşte Bedr savaşında bunun hikmeti anlaşılmış oldu.
98 Ensabü'l-eşraf, 1/299. Ebû Cehl'in bu hadise sebebiyle söylemiş olduğu cümle muhtelif şekillerde rivayet edilmektedir. Buharî'de şekillerinde rivayet edilmektedir. İbn Hişânı (es-Sîretü'n-Nebeviyye, U/288), bu terkibin şeklinde olduğunu rivayet etmektedir. Bunlardan başka değişik rivayetlerde de türlü türlü vecihler göze çarpıyor. Ancak Arap diliyle uğraşan filologlar bu terkibin manâsı hususunda bir hayli ihtilafa düşmüşler ve hatta bazıları buTmisâli mânası itibariyle tam olarak anlaşılmayan örnekler arasında e!e almışlardır. Karinelere bakılacak olursa Ebû Cehl Abdullah b. Mes'ûd'a «Benim bu şekilde öldürülmüş olmam bir ar teşkil etmez» demek istemiştir.
99 el-Bidâyetü ve'n-nihaye fi't-tarih, III/289; el-İstîab, 11/313.
100 Aynı yerler.
101 Ensabü'l-eşraf, 1/299; es-Siretü'n-Nebeviyye; U/289; el-Bidâyetü ve'n-nihaye fi't-tarih, 111/288; ed-Dürer fihtisari'l-mağazi ve's-siyer; s. 118.
102 İmtau'1-esma', 1/78. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 7-21.
103 Biraz sonra bunun bariz bir örneğini takdim edeceğim.
104 el-Cassas; Ahkâmii'l-Kur'an, 11/287-288; el-Müsned, 1/404, 406. Abdullah b. Mes'ûd'un yanında bulunanlardan bazıları yukarda adı geçen mescitden getirilenlerden birinin öldürülüp diğerlerinin tevbe ettirildikten sonra serbest bırakılmasına şaşmışlardı. Abdullah bu hususu şöyle izah etti: «Öldürdüğüm kimse, yanında İbn Esâl da olduğu halde bir heyet halinde Rasûlüllâh'a gelmişlerdi. Rasûlüllah, «Benim peygamber olduğuma inanıyormu-sunuz,» deyince onlar, «Müseylime'nin peygamber olduğuna inanırız.» dediler Rasûlüllah, Allah'a ve peygamberlerine inandım, eğer bir heyeti öldürmüş olsaydım, sizin ikinizi de öldürürdüm,» dedi. İşte ben de o kimseyi bu sebeple öldürdüm.» el-Cassas'm ifadesine göre öldürülen kimse, kendini korumak için İslâmî tavırlar takındığını itiraf etmiştir. Bu bakımdan Abdullah'ın onu öldürmesi ayetinin mefhumuna aykırı düşmez,
105 el-İsâbe, 11/361; el-İstîab, 11/315; Siyeru a'Iâmi'n-nübelâ, 1/347; el-Kadi Ebû Yusuf Kahire 1382, s. 36.
106 Tezkiratü'l-huffaz, 1/14; el-îsabe, 11/361: el-îstîab, 11/315.
107 Ali Tantavî ve Nâcî Tantavî, Şam 1355, 1/230.
108 el-A'lâm. IV/280.
109 el-Müsned, 1/396, 405.
110 et-Tabakat, IH/63sahibinin ifadesine göre (Ebû Ömer Muha: med b. Abd Rabbih, Kahire 1952, IH/238) Abdullah b. Mes'ûd Hz. Ömer'in cenaze i mazına yetişemediğinden dolayı çok üzülmüş ve hatta dövünüp ağlıyarak: «Her ne kadar ı mazına yetişememişsem de seni övmeyi elden bırakacak değilim. Yemin ederim ki Allah hakikatla dolup taşar ve batıldan uzak kalırdın, öfke yerinde öfkelenir, rıza yerinde de r olurdun. Ne ayiplayıcı ve ne de meddahtın. İslâm namına Allah seni hayırla mükafatlanc sın» demiştir.
111 Ensabü'l-eşraf, 1/163.
112 Ömer Ebu'n-Nasr Beyrut 1935, s. 112; el-Bidâyetü ve'n-nih; fi't-tarih, VII/151. ez-Zeheb; bu hadiseyi biraz değişik olarak zikreder. (Siyeru a'lami'n-bela (1/76-77)
113 el-Bidâyetü ve'n-nihaye fi't-tarih, VII/151.
114 İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1950, V/772.
115 Dr. Hasen İbrahim Hasen, Mısır 1953, s. 16.3-164.
116 el-Bidâyetü ve'n-nihaye fi't-tarih, VII/147.
117 Bakara sûresi 85.
118 Kadrî Kal'acı, Beyrut 1956, s. 61. Elimizdeki bütün rivayetler, Osman'ın Abdullah b. Mes'ûd'a karşı hiçbir suretle hakarete teşebbüs etmediğini göstermektedir. Bu hususta gelen bazı menfi fikirler ise Osman'a yapılmış birer iftiradan başka birşey değildir. Ayrıca Osman'ın, Hz. Peygamberin ifadesiyle de büyük bir haya sahibi olduğu düşünülecek olursa bu nevi menfi fikirlerin iftira olduğu daha iyi anlaşılır sanırım.
119 el-Bidâyetü ve'n-nihaye fi't-tarih, VII/163. el-Ikdü'1-ferid sahibinin nakline göre güya Abdullah Kûfe'de hazine memuru iken bir miktar para kaybetmiş. Küfe valisi el-Velid b. Ukbe durumu Hz. Osman'a bildirince o da Abdullah'ı vazifesinden azletmiş. Abdullah da. bu sebeple Medine'ye dönmüştür. (el-İkdü'1-ferid, IV/306-307)
120 Ebû Ca'fer el-Muhib et-Taberî, Mısır 1327, 11/-137-152
121 er-Riyadu'n-nadıra. 11/147; el-Kadı Ebû Bekr İbn el-Arabî, 1371, s. 63.
122 er-Rıyadu'n-nadıra, H/147.
123 Aynı yer.
124 er-Rıyadu'n-nadıra, U/148. Biraz değişik olarak el-İstîab'da (H/316).
125 Ebû Zer, s. 66; Siyeru a'Iami'n-nübelâ, 11/39. Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde rivayet ettiğine göre (V/166, 155) Ebû Zer Rabeze'de iken hastalığı ağırlaşınca hanımı ağlamıştı. Ebû Zer niçin ağladığını sordu. Hanımı defn için kafi gelecek kefeni olmadığını söyledi. Bunun üzerine Ebû Zer: «Ağlama, ben bazı kimselerle bir gün Rasûlüllah'ın huzurunda iken, «Sizden biriniz çölde ölecek ve ölümünde bir grup mü'min hazır bulunacak» dediğini duydum. Benimle beraber olanların hepsine dikkat ettim, halk arasında öldüler. Benden başka da kimse kalmadı. İşte ben de çölde ölüyorum. Sen yolu gözetle, benim dediğimi göreceksin.. Daha sonra da Abdullah b. Mes'ûd bazı kimselerle oraya gelmişti.
126 Sîretu İbn Kesîr, İV/15; Sîretu İbn Hişam. IV/I68; e-Tabakat, IV/234:'^35; Si-yeru a'lami'n-nübelâ, 11/39,56.
127 el-Bidâyetü ve'n-nihaye, VII/163,165.
128 el-Bidâyetü ve'n-nihaye, VII/165. ez-Zehebî'nin ifadesine göre Abdullah Ebû Zer'in vefatından sonra on gün yaşamıştır.
129 Üsdü'1-ğabe III/260; el-İsabe, 11/361-362; el-îstîab 11/316.
130 Nazzam, Abdullah b. Mes'ûd hakkında çok ağır ithamlarda bulunmuştur. Biraz ilerde bu iftiralardan bazıları üzerinde kısaca duracağız.
131 el-Buharî, VI/117; el-Müsned, 1/378,447.
132 er-Riyadu'n-nadira fi menâkıbi'l-aşara, 11/148.
133 Aynı eser 11/139.
134 Mekkî b. Ebî Talib, UYI Mısır, 1960, s. 67-68; Tefsiru't-Taberî, 1/14. Fakat Ahmet b. Hanbel bunu (el-Müsned 1/405) biraz değişik olarak rivayet etmiştir.
135 Abdullah b. Mes'ûd'un yapmış olduğu bu konuşmanın metninden bir kısmı şöyledir.
136 Üsdü'1-ğabe' III/259-260; el-Bidâyetü ve'n-nihaye, VII/163.
137 et-Tabakat, 111/160,161; Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, 1/356.
138 et-Tabakat, III/159; Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, 1/356. ez-Zehebî'nin ifâdesine göre (Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, 1/35) Sahabeden bazı kimseler de Abdullah gibi ez-Zübeyr'e vasiyette bulunmuşlardır. Bunlar arasında, Osman ve Abdurrahman da vardır.
139 et-Tabakat, III/159.
140 et-Tabakat, IH/160; Sıfatü's-safve, 1/155; Üsdü'1-ğabe, III/260; Ensabü'l-eşraf,- 1/204; Kitabü'l-Maarif, s. 84; el-İstîab, 11/316; Siyeru a'lami'n-nübelâ 1/357.
141 Sıfatü's-safve, 1/155; Ensabü'l-eşraf, 1/204; et-Tabakat, III/160; Kitabü'I-maarif, s. 84; Üsdü'1-ğabe, IH/260; el-İstîab, 11/316. Bununla beraber Abdullah'ın Kûfe'de öldüğünü, bildiren rivayetler (el-İsabe, 11/361; Tehzîbu't-tezhîb, VI/28) sahih değildir. ez-Zehebî de Abdullah'ın Medine'de öldüğünü beyan etmektedir. (Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/357)
142 Ensabü'l-eşraf, 1/204; Üsdü'1-ğabe, III/260; el-İstîab, III/316.
143 Ensabû'l-eşraf, 1/204; Üsdü'1-ğabe, III/260;
144 Ebû Amr Halife b. Hayyat, dikil <jS Tahkik Süheyl Zekkâr, Şam 1966, s. 36; Üsdü'1-ğabe, III/260; el-Bidâyetü ve'n-nihaye, VII/163; el-İstîab, H/316; Tehzibu't-teh-zîb, VI/28; Siyeru a'îami'n-nübelâ, 1/356.
el-İstîab, sahibinin rivayetine göre (11/316) cenaze namazına ve defne yetişemiyen Hz.. Osman, ez-Zübeyr'i tekdir etmiştir. Bu da bir delildir ki, Osman ile Abdullah arasında ciddî.: bir anlaşmazlık yoktu.
145 el-İstîab, 11/316; et-Tabakat, III/160.
146 Üsdü'1-ğabe, III/259.
147 et-Tabakat, III/159.
148 Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/355; et-Tabakat, III/160. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 21-30.
149 et-Tabakat.. 111/152.
Abdullah b. Mes'ûd'a verilen bu yer, daha sonra halife Mehdî (0:169/785) zamanında Mescid'i Şerif genişletilirken mescide alınmıştır. Ebû İshak el-Harbî'nin (Ö: 285/898) beyanına göre Tahkik Hamed el-Câsir, Riyad 1969, s. 371) bu eve «Daru'l-Kurra'» adı verilirdi. Rasûlüllah'm Abdullah'a böyle bir yer tahsis etmiş olmasını Abd b. Zühre oğullarından bazıları hoş karşılamamışlar ve bunun geri alınmasını bile istemişlerdi. Fakat Rasûlüllah böyle bir şeyi asla yapmadı. (Ali el-Kari, Kahire 1309, III/371.) Rasûlüllah taralından verilen bu arsalar mülkiyetine verilmekte idi. Çünkü Abdullah öldükten sonra hanımı Zcyneb evine varis olmuştu. Bu evden başka Abdullah'ın Irak'da ve Osman tarafından verilen arazileri de vardı. (Ebû Ubeyd el-Kasım b. Sellâm, Kahire 1968, s. 393; Kitabü'l-haıac,s. 62)
150 el-Buharî, IV/219; Müslim, VII/148; et-Tabakat; III/154; Üsdü'1-ğabe, III/258; Siycru a'lam'in-nübelâ, 1/336-337; Ebû Ali Muhammed el-Mubarekfûrî, Mısır 1963, X/3I0; el-İsabe, 11/361; Sifatü's-safve 1/155; İbn Kayyim el-Cevziy-ye Mısır 1955, 11/219; el-Bidâyetü ve'n-nihaye, VII/162.
151 et-Tabakat, III/154. Üsdü'1-ğabe, III/258; el-İsabe, 11/361; Hılyetü'l-evliya, I/~ 127; el-İstîab, 11/314; Siyeru a'lamin-nübelâ, 1/346-347.
152 Ğayetü'n-nihaye, 1/516; et-Tabakat, VI/86; IH/154; Sıfatü's-safve, 1/156.
153 Muhammed Hüseyn ez-Zehebî, Kahire 1961,1/1)9.
154 en-Nisa sûresi, 41.
155 el-Buharî, VI/II3,II4; İbnü'l-Cezeriy. Şam 1345, 1/212; el-Bu-harî, V/I80; Üsdü'1-ğabe, IH/258, el-Müsned, 1/374,380,433; el-Bidâyetü ve'n-nihaye, VII/I62; Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/344; el-Vefa biahvali'l-Mustafa, H/539.
156 Ahmed b. Hanbel, Müsned'inde (1/458) burarım Hıra olduğunu rivayet etmektedir.
157 el-Mürselât suresi 1.
158 el-Buharî, VI/77-78. IV/99-I00; el-Müsned, 1/377-458
159 el-Müsned, 1/383-384; Tefsiru't-Taberi, X/44; el-Cassas, Ahkamü'l-Kuran, IH/72.
160 el-Müsned, 1/391; el-Vefa bi'ahvali'l-Mustafa, 11/475.
161 Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/337; el-Müsned, 1/404; el-İsabe, 11/ 361i Üsdü'l-ğabe.III/-257; et-Tabakat, IH/154; Hilyetü'l-evliya, 1/126; el-Bidâyetü ve'n-nihaye, Vll/162; eı-ıstîab, H/310.
162 el- Kâsânî,,fLJI ,?U Mısır 1328, 1/19,80-81; Ebû Abdirrahman en-Nesâî Mısır 1930, 1/39.
163 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 31-33.
164 el-Buharî, VI/102; Müslim, VII/148; el-Müsned, 1/379; Ğayetü'n-nihaye, 1/458; et-Tabakat, IH/151; el-İbâne, s. 54; 1954 Mısır, naşir, Arthur jef-ferî, s. 30; Hilyetü'l-evliya, 1/125; Üsdü'1-ğabe, IH/256; Siyeru a'lami'n-nübelâ, H/245.
165 el-İbâne, s. 61.
166 Fethu'1-Bârî, IX/43. ez-Zehebî'ye göre Abdullah geri kalan sûreleri Mücemmi'-den öğrenmiştir. (Siyeru a'lami'n-nübelâ, 11/245.)
167 Bedaiu's-sanai', 11/258; el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, H/127.
168 Aynı yerler.
169 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 33-34.
170 İbnü'n-Nedîm, Mısır 1348, s. 39.
171 Mukaddimetân, s. 246.
172 ez-Zerkeşî, Mısır 1957,1/251. Fazla bilgi için bkz; Prof. M. Tayyib Okiç, Tefsir notları, Ankara 1965; s. 24-26.
173 el-Bürhan, 1/251.
174 el-Bürhan,I/262.
175 Mukaddimetan, s. 33.
176 Aynı yer.
177 Aynı eser, s. 75.
178 el-Buharî, VI/102; Müslim, VII/148; Mukaddimetan, s. 97; Ğayetü'n-nihaye, 1/459; Tefsiru't-Taberî, 1/36; Sıfatü's-safve, I/I58; Üsdü'1-ğabe, III/259; Siyeru a'lami'n-nübelâ 1/339.
179 Mukaddimetân, s. 140.
180 el-Buharî; VI/102; el-Müsned, 1/379,441; Müslim, VII/148; el-İbanc, s. 54; kÜs-dü'1-ğabe, III/256; Ğayetü'n-nihaye, 1/458; et-Tabakat, IH/151; Mukaddimetân, s. 30.
181 el-Buharî, VI/99.
182 el-Bürhan, 1/236; Mukaddimetân, s. 18; el-Buharî, VI/99.
183 Ebû Amr ed-Dânî Şam 1940, s. 9; el-Bürhan, 1/240.
184 el-Bürhan, 1/236.
185 er-Riyâdü'n-n adıra fi menâkıbi'l-aşara, H/139.
186 er-Riyadü'n-nadıra, H/147. Taberî bu eserinde Osman'a yapılan iftiralardan bazılarını ele almış ve kısa cevaplar vermiştir. Bu konuyu ele alanlar arasında büyük bilgin Ebû Bekr İbn el-Arabî de vardır. «el-Avasmîu mine'l-kavasım» isimli eserinde Hz. Osman'a tevcih edilen iftiralardan birçoğu üzerinde durmuştur.
187 Müslim, VII/148; İbnü'l-Arabî, Mısır 1957, 11/1024; Abdurrahman el-Bennâ, 1373 XVIII/35; en-Nevevî 1283, V/185; Siyeru a'lami'n-nübela, 1/348; el-Avasımu mine'l-kavasım, s. 71.
188 el-Fethu'r-Rabbânî, XVIII/35, Siyeru a'Iami'n-nübelâ, 1/349.
189 el-Fethu'r-Rabbâni' XVIII/36, Siyeru a'Iami'n-nübelâ, 1/349.
190 Meselâ Ebû'd-Derda'nın Alkameye, Abdullah'ın el-Leyl sûresini nasıl okuduğunu sorması ve kendi kıraatine uygun olduğunu görünce «Az kalsın Şamlılar beni yanıltıyorlardı» demesi Abdullah'ı takdir etmesinden doğmaktadır. Keza Abdullah b. Mes'ûd ölünce Ebu'd-Derda çok üzülmüş ve «Ne yazık ki kendi gibi birini bırakmadı» demiştir. (Siyeru a'Iami'n-nübelâ, 1/352)
191 Üsdü'1-ğabe, IH/257; el-İsabe, 11/361; Ensabü'l-eşraf, 1/162; el-Bidâyetü ve'n-ni-haye VII/162; îmtau'1-esma', 1/20; Siyeru a'Iami'n-nübelâ, 1/335.
192 Mukaddimetan, s. 95, 273; Fethu'1-Bârî; IX/44.
193 Mukaddimetan, s. 95; Siyeru a'Iami'n-nübelâ, 1/349; Zuamau'l-tslâm s. 164.
194 Siyeru a'Iami'n-nübelâ, 11/311; Mukaddimetan, s. 95.
195 Züamau'l-îslâm, s. 164.
196 Üsdü'1-ğabe; IH/260; el-İsabe H/361; Siyeru a'Iami'n-nübelâ, 1/350; Züamau'1-İs-lâm, s. 164.
197 el-İsabe, 11/361-362; Üsdü'1-ğabe, III/260; Siycm a'lami'n-nübelâ, 1/350.
198 Mukaddimetan, s. 95; el-İstîab, 11/315. ez-Zehebî'nin beyanına göre (Siyeru a'-lâmi'n-nübelâ, 1/349) Abdullah'ı üzen şey çocuğu mevkiindeki bir kimsenin Kur'an yazma işine seçilipde kendisinin seçilemeyişi idi..
199 Mukaddimetan, s. 50.
200 Aynı yer.
201 Aynı eser, s. 52.
202 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 34-39.
203 el-Mukni', s.42.
204 Aynı eser, s. 125-126.
205 Dr.Subhı es-Salih, Şam; 1962, s. 98.
206 el-Burhan, 1/479
207 es-Sûyutî, Mısır. Daru ihyai'l-kütüb, 1/211.
208 Bakara sûresi 198.
209 el-Buharî, V/158; es-Suyûtî Mısır 1368, 1/79
210 Mukaddimetân, s. 103
211 Mukaddimetân s. 103.,
212 Al-i İmran sûresi, 104.
213 Arthur Jeffery, Materials for the Hisrory of the text of the Qur'an, Leiden 1937 s. 227; Mukaddimetân, s. 102.
214 Mukaddimetân, s. 102.
215 Taa, Haa sûresi 15.
216 Materials, s. 201; Mukaddimetân, s. 102.
217 Mukaddimetân, s. 102.
218 Aynı yer.
219 Aynı yer.
220 Goldziher, Kahire 1955, Arapçaya çeviren Abdü'l-Halim en-Neccar, s. 21.
221 Mezâhib, s. 21.
222 Mezahib, s. 21.
223 Aynı eser, s. 15-16.
224 Âl-i Imran sûresi 50.
225 ez-Zemahşerî, olsjGl Mısır 1308, 1/306.
226 el-Ahzab sûresi 6.
227 el-Keşşaf, 11/206.
228 el-Mücâdile sûresi 7.
229 el-Keşşaf, 11/441. Ancak Fahru'd-Din er-Razî, tefsirinde (Mısır 1308, VIII/162) Abdullah'a nisbet edilen ilâvenin son kısmını eS~UI A tjJkil Ijl şeklinde nakletmiştir. İki rivayet arasında ise fazla bir fark yoktur.
230 Hûd sûresi 71.
231 el-Keşşâf, 1/606.
232 Mezâhibu't-tefsiri'l-İslâmî, s. 18.
233 en-Neşr, 1/31-32.
234 en-Ncşr, 1/32.
235 Mezâhibu't-tefsiri'l-İslâmî, s. 18
236 el-Maide sûresi 38.
237 el-Keşşâf, 1/414-415.
238 Bedaiu's-sanai', VII/86.
239 ez-Zeylâî, Mısır 1313, IH/224.
240 Bedâî',VII/86.
241 Aynı yer.
242 Aynı yer.
243 ez-Zeylâî, IH/224.
244 AhmedÇelebî, (Tebyinü'l-Hakaik'in kıyısında,) III/224.
245 Aynı yer.
246 el-Maide sûresi 89.
247 el-Keşşaf, 1/432
248 ez-Zeylâî, 111/113; Îbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an, 11/649.
249 ez-Zeylâî, III/113.
250 el-İsra' sûresi 93.
251 Materials, s. 55.
252 el-Keşşaf, 1/718.
253 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 39-45.
254 Mukaddimetân, s. 95-97; İbn Kuteybe Mısır 1-326, s. 31-32; İbn Kuteybe Mısır 1954, s. 33-35; el-İt-kan, 1/81, 82; Umdetü'1-Karî, IX/298-299; el-Bürhan, 11/127-128; el-Kastallânî Mısır 1305, VII/442-443; el-Buharı, VI/96; el-Fethu'r-Rabbânî, XVIII/-348-354; Şerhu'n-Nevevî alâ Sahihi Müslim, 11/254. Burada şunu da belirtmek isterizki biz kelimesini bazı takdirlere binâen mensubiyet durumunu tercih ederek şeklinde kullanacağız.
255 el-Buharî, 1/184, 185; Müslim. H/9; Sünenu'n-Nesâî 11/137.
256 Müslim, 11/200; en-Nesâî. 11/158.
257 Müslim, 11/200.
258 Şerfıu'n-Nevevî alâ sahihi Müslim, 11/254.
259 el-Buharî, VI/96.
260 Umdetü'1-Karî, IX/298.
261 Aynı yer.
262 et-Tabakat, III/502
263 Aynı yer.
264 Aynı yer.
265 el-Müsned, İV/148.
266 el-Müsned, İV/114; en-Nesâî, VIII/253.
267 el-Müsned, İV/148.
268 el-Müsned, İV/114; en-Nesâî, VIII/253.
269 el-Müsned, İV/148.
270 el-Müsned, İV/149; en-Nesâî, VIII/252.
271 el-Müsned, IV/144.
272 Aynı yer.
273 el-Fethu'r-Rabbani, XVIII/353.
274 Aynı yer.
275 Aynı yer.
276 Aynı yer.
277 el-Fethurrabbânî, XVIII/353
278 el-İtkan, 1/81; cl-Bürhan, II/128;Fethu'l-Bari, VIII/57I; îrşadü's-sârî, VII/442.
279 Mukaddimetân, s. 96.
280 el-Bürhan, 11/127.
281 el-Bürhan, 11/128.
282 el-İtkan, 1/81; el-Bürhan, 11/128.
283 Te-vilü müşkili'l-Kur'an, s. 33.
284 Aynı eser, s. 34.
285 Aynı eser, s. 34-35.
286 en-Nesâî, 11/158; VIII/252, 253; Fethu'1-Bârî, VIII/571; el-Aynî, DC/299.
287 trşâdü's s-sârî, VII/442-443.
288 Ibnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an, İV/1985.
289 es-Sûyutı, Tahran 1377, VI/418.
290 Fethu'1-Barî, VIII/571
291 Aynı yer.
292 Aynı yer.
293 Fethu'1-Bârî, VIII/57I-572.
294 Mukaddimetân, s.97.
295 el-Burhan, 11/127.
296 Aynı yer.
297 Şerhu'n-Nevevî alâ Sahihi Müslim, 11/254.
298 Hadisin metni biraz önce zikredilmiştir.
299 el-Burhan, 11/127,128; Te'vilü müşkili'l-Kur'an, s. 33; Fethu'1-Barî, VII/57I; el-Fethu'r-Rabbanî. XVIII/351,322; Umdetü'1-kari, IX/299; İrşadü's-sârî, V 11/441,442; Mu-kaddimetân, s. 95,96,97; el-İtkân, 1/81; Te-vilü muhtelifi'l-Hadis, s. 31-32.
300 el-Buharî, VI/96.
301 Aynı yer.
302 Umdetü'1-karî, IX/298; İrşadü's-sâri, VII/441.
303 İrşadü's-sârî,VII/44I.
304 Ğayetü'n-nihaye, 1/516.
305 Ğayetü'n-nihaye, I/5I7.
306 Fethu'1-Bârî, VIII/571.
307 İrşâdü's-sârî,VII/442.
308 Fethu'1-Barî, VIII/571; îrşadü's-sârî, VII/442; el-İtkan, 1/81; el-Bürhan; 11/128.
309 İrşadü's-sârî, VII/441-442; Umdetü'1-karî, IX/299.
310 Fethu'1-Barî, VIII/571.
311 Umdetü'1-karî, IX/298; Fethu'I-Bârî, VIII/571.
312 el-Buharî, VI/96.
313 Umdetü'1-karî, IX/298.
314 Aynı yer.
315 Mukaddimetân, s. 95-96.
316 Aynı eser s. 96.
317 Mukaddimetân, s. 69.
318 Te'vilü müşkili'l-Kur'an, .s 33.
319 el-Buharî, VI/98
320 İrşadü's-sârî, VII/441.
321 el-Fihrist, s. 40. İbn Kesîr'in rivayetine göre Kahire 1954 1/9) Abdullah'a Fatiha'yı mushafinda niçin yazmadığı sorulunca, müslümanlann onu ezberlemiş olduklarından yazmadığım beyan ettiği söylenmektedir.
322 Fethu'1-Barî, IX/39; Mahmud el-Alûsî Mısır 1301, III/266.
323 Fethu'1-Barî, IX/39.
324 el-Bürhan, 1/262.
325 el-Bürhan, 1/262-263.
326 el-Bürhan, 1/263.
327 Tefsiru'l-Alûsî, III/266; Fethu'1-Barî, VIII/235; el-Bürhan, 1/263.
328 el-Bürhan, 1/263. Ancak Sihabu'd-Ditı el-Hafacî, Mı-sır 1283, IV/296) adlı eserinde bu hususta selefin üç ayrı fikri olduğunu ve en sahihinin •de zikrettiğimizin sayıldığını ileri sürmektedir.
329 el-Bürhan, î/263.
330 Tefsiru'l-Alûsî, III/265.
331 Muhyi'd-Din İbn Arabî, Mısır 1293, 111/12.
332 Tefsiru'l-Alûsî, III/266.
333 Tefsiru'l-Alûsî, 111/266.
334 Aynı yer.
335 Tefsîrül -Âlûsî, III/266.
336 Aynı yer.
337 Aynı yer.
338 Haşiyetü'ş-Şihab (İnâyetü'l-Kaadı ve Kifayetü'r-Raadı), IV/296.
339 Ebû Amr ed-Dânî İstanbul, 1930, Tahkik Otto Pretzl s. 17.
340 Abdü'l-Fetlah el-Kadi, Mısır 1955, s. 11.
341 Aynı yer.
342 Aynı eser s. 131.
343 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 45-57.
344 Mezâhib, s. 295.
345 Îbnü's-Sübkî, Mısır ilk baskı, 111/26.
346 Tefsiru'r-Razî, VIII/374.
347 Tefsiru'r-Razî, VIII/374.
348 The Moslem World (1631) III/227-24I Shiah adittion to the Koran. (Mezâhib s. 295 den) Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 57-58.
349 el-A'lâm, IV/280.
350 Siyeru a'lami'n-nübela H/249; Dr. Yusuf Musa Kahire 1958, s. 102; Tezkiratü'l-Huffaz, 1/7.
351 Züamü'l-İslâm, s. 164.
352 Sülâsiyyatü Müsnedi'l-İmamı Ahmed, 11/237.
353 Aynı yer.
354 İbnü's-Salâh, Ulûmü'I-Hadis, s. 160.
355 Aynı yer.
356 Aynı eser, s. 191-192.
357 Tezkiratü'l-huffaz, 1/14.
358 et-Tabakat, 111/156-157.
359 et-Tabakat, 111/156. Siyeru a'larni'n-nübela (1/353) de onsekiz ay denilmiştir.
360 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 58-59.
361 Tezkiratü'l-huffaz, 1/13.
362 Tarihu'l-Fıkhi'l-îslâmî, (Dr. Yusuf Musa) s. 44.
363 Ebû Zehra, Mısır 1947, s. 66.
364 İ'lâmül-Muvakkıîn, 1/12.
365 Aynı yer
366 İ'lâmü'l-Muvakkıîn, 1/21.
367 Cevamiu-sîre, s. 319.
368 Mukaddimetân, s. 51; Siyeru a'lam'in-nübelâ, 11/279..
369 Mukaddimetân, s. 51.
370 Aynı yer.
371 Aynı yer.
372 Aynı yer.
373 es-Semerkandî Şam 1964, 1/21 (Mukaddime kısmı)
374 Tuhfetü'I-Fukaha, 1/22.(Mukaddime kısmı)
375 Aynı yer
376 İbriü's-Sâlah,Ulümü'I-Hadis, s. 266.
377 Muhammed Ali es-Sayis, Mısır 1957, s. 45. ez Zehebi'nin ifadesine göre (Siyerû alami'n-nübelâ,I/9) Abdullah, ashab arasında ençok Ebû Bekr, Ömer ve -Ebû Ubeyde'yi sevdiğini söylemiştir.
378 Ebû Hayseme en-Nesaî, Şam, 1385, s. 123.
379 Aynı eser s, 124
380 el-İsabe, 11/362; Siyeru a'lami'in-nübelâ 1/351.
381 Tefsira't-Taberi, 11/439,441. Abdullah gibi bir kimsenin fetva verip ahkâm-i şer-»iyyeyi beyan etmesi normal bir harekettir. Fakat Ahdullah salahiyetli olmayanlar içir diyerek ifta makamının önemini belirtmiştir İ İlâmül' 1 -Muvakkiîn,! 34.)
382 Tarihti'1-Fıkhi'l-îslâmî, (Ali es-Sayis)s.58
383 Aynı yer.
384 Tarihu'l-Fmhi'l-İslâmî, (AH es-Sayis) s. 75-76. Bedaiu's-sanâi'de (1/207) ifade olunduğuna göre Alkame Abdullah'ın arkasında kıldığı bir namazdan sonra ona «Neden rü-kûa varırken elini kaldırmıyorsun,» der. Abdullah, Hz. Peygamberin, Ebû Bekr ve Ömer'in arkasında namaz kıldığını, hepsinin de ancak namaza başlarken ellerini kaldırdığını beyan eder. Bundan başka Ahmed b. Hanbel'in Alkame'den rivayetine göre (el-Müsned, 1/388) Abdullah, «Size Rasûlüllah'ın namazı gibi bir namaz kılayım mı» demiş ve kıldığı namazda-elini ancak bir defa kaldırmıştır.
385 Tarihu'l-Fıkhi'l-İslâmî, (Ali es-Sayis) s. 58.
386 Aynı yer.
387 Tarihul-fıkhil-îslamî, (Ali es-Sayısı)5.74 l'lâmü'l-Muvakkıin, 1/20.
388 Tarihu'l-Fikhi'I-îslâmî, (Ali-es-Sâyis) s. 74.
389 Ebû Hanife, s. 325.
390 Aynı eser s. 93. İ'lamül-murakkiîn, 1/81
391 Ebû Hanife, s. 93.
392 Aynı yer
Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde de rivayet edildiği gibi (j/447) Abdı lah mehr tesmiye edilmeksizin ve duhul de vaki olmadan kocası ölen bir kadın îçin me ri misi lâzım geldiğini, aynı zamanda varis olup iddet bekliyeceğini söylemişti. Orada bul nanlardan iki kişi Birva isimli bir kadm hakkında Hz. Peygamber'in böyle hüküm verdiği: dair şahitlik edince Abdullah haddinden fazla sevinmişti. (Aynı mesele için bak: Ebû Yus 1355, s. 132) Bu hadiseyi biraz değişik olarak bize aktaran İbn Kayyım «A dullah müslüman olduktan sonra buna sevindiği kadar hiçbir şeye sevinmemiştir» demekl dir. (İ'lâ'mü'l-Muvakiîn, 1/63,81)
393 Tarihu'l-Fikhi'l-lslâmî, (Ali es-Sâyis) s. 45.
394 Aynı yer,
395 Ebû Hanife, s. 95.
396 Ebû Hanife, s. 96.
397 Ebû Hanife,s.93;Kitabü'l-Asâr, s.132.
398 Aynı eser,s.291.
399 İ'lâmü'l-muvakkin, 1/253.
400 İ'lâmül - muvakk,în,I/62-63;İbn Hazm, Tahkik, Saîd el-Afğani, Şam 1960, s, 11-12; en-Nesai, VII/230-231 Nesâî üzeri ne kısa bir şerh yapan Ebû'l-Hasen Abdü'1-Hâdî es-Sinclî Abdullah'ın sözünü izaf ederken (VII/230 ): Ac- demektedir.
401 İ'lâmü'l - Muvakkiin, 1/57.
402 1/20; Tarihu'l - Fıkhi'l - İslâmî, (Ali es - Sâyis) s. 45.
403 11/218.
404 Aynı yer,
405 da da belirtildiği gibi (Mısır 1302, Bulak XII/80) tatbik, rükua var diktan sonra ellerin iki uyluk arasına konulmasmdau ibarettir. Namaz ilk farzolduğu anlar da buna riayet edilmekte idi. İbn Mes'ûd bunu bırakmamış ve vefatına kadar devanı ettir mistir. Şurası bilinmelidir ki tatbik, namazın farzlarından bir farz değildir. Farz olan rüku' dur. Tatbik yapan rükû yapmış sayılacağı gibi ellerini diz kapaklarının üzerine koyan di rükû etmiş sayılır. Şu halde rükû'da tatbik usûlünü icra etmek veya elleri diz kapaklarımı üzerine koymak rükûun adabmdandır. Bu bakımdan Abdullah b.Mes'ûd'un aşırı bir şekil de tenkidi gerekmez. Şu kadarı var ki daha sahîh olan umumi olarak ashabın takıp et tiği yoldur. El-Kâsânî, bu hususa temas ederek (Bedâiu' s-sanai',1/208) demektedir. Muhtemeldir ki Abdullah b. Mes'ûd tatbik usulünün terkedildiğini duymamış tır (Bir önceki yer). Hatta Sâ'd b. el-As oğlunun namaz kılarken tatbik yaptığını görerek nehyeder. Oğlu, Abdullah b. Mes'ûd'u gördüğünü, onun da böyle yaptığını söyleyince «Allah îbn Mes'ûd'dan merhametini esirgemesin,ilk zamanlar bunu yapardık fakat daha sonra nehyolunduk»cevabmı vermiştir. ez-Zeylâi de bu hususa temas ederek (Tebyinü'l -Haka-ik Şerhu Kenzi'd-dakaik, 1/114) tatbik usulünün mensuh olduğunu zikretmiştir. Abdullah b. Mes'ûd tatbik usûlünü tabiidir ki Hz. Peygamberden öğrenmişti. Kendi kendine bulduğu bir şey değildi. Fakat terkedildiğini duymadı veya terkedildiğini bildiren delil kendisince sahih görülmediğinden devam etti ve ölünceye kadar da bırakmadı.
406 Sünenü'n - Nesâî, 11/184.
407 Sünenü'n-Nesâî (11/185) deki hadis bunun en bariz delilidir. Metni şöyledir :
Daha önce de ifade olunduğu gibi Abdullah b. Mes'ûd tatbik usûlünü Hz. Peygamberden öğrenmiş bulunmaktadır (el - Müsned, 1/426). İbrahim en - Nehai de bu usulün metruk olduğunu söylemiştir. (Kitabü'l - Asar, s. 49-50).
408 İ'lâmü'l- Muvakkiin, H/218 - 219.
409 İ'lâmü'l - Muvakkiin, 1/216.
410 11/218.
411 Tezkiratü'l - huffaz, 1/16.
412 Tarihu'l - Fıkhi'l - İslâmî, (Dr. Yusuf Musa), s. 79.
413 Bakara sûresi 178.
414 Tarihu'l Fıkhi'l-İslâmî, (Dr. Yusuf Musa), s. 79-80.
415 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 59-67.
416 Mukaddimetan, s. 274; Tezkiratü'l-huffaz, 1/13; el-ibane; s. 68.
417 El-Buhari, VI/102; Müslim, VII/148; el-Müsned, 1/379, 457; ğayetü'n-nihaye, 1/458; el-İbanc, s. 54; Üsdül-ğabe, III 256; et-Tabakat, IH/151; Mukaddimetan, s. 30; es-Si-dstânî, ^â-U1I ubf Mısır 1936, Tashih Dr. Arthur Jefferi, s. 14; Hılyetü'l- evliya, 1/125; el-İstiâb, U/315; Tehzibü't-tehzib, VI/28. Siyera a'lamin-nübale, 11/245, 1/349;
418 Kitabul-masahıf. s. 11-12, Bundan da anlaşilıyorki Abdullah zamanında değişik kıraatler göze çarpıyordu. Bunlar Hz. Peygamber zamanında da vardı. Göldziher'in (Mezahib, s.8) kıraatlerin doğuşunu Arap yazısının karakterine bağlamış olması bir hüsnüniyet eseri olamaz.
419 el-Buharî, IV/151.
420 Züamaül-tslâm, s. 165.
421 Kitaba'l-mamhif, s, 11-15; el-Müsned. 1/111; et-Tabakat, 11/214; MukacUunetan, . 3), 95; Hıly^ii'i-evliya, 1/12"); cl-İstiab, 11/315; Sıyeru a'lami'n-nübslâ, 1/343, 339.
422 Mukaddimetan, s. 95; Siyeru a'lami'n-nübela. 1/348.
423 Aynı yerler
424 Mukaddimetan,s. 95; el-İstiab, 11/315.
425 Siyeru a'lâmi'in-nübela, I/34C; Mukaddimetan, s. 95; el-Istîab, 11/315.
426 Mebahis fî ulumi'1-Ku.r'an, s. 83, dipnot.
427 Aynı yer.
428 Sılatü's-safve, 1/156-157; Mukaddimetan, s. 36, 94, 24; et-Tabakat, 11/342; el-İ-bane s. 55; el-İsabe, H/361; el-İstiab, H/312; Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, 1/457, 341.
429 Kitabü'1-Âsâr, s. 43; el-Müsned, 1/386, 400, 437; Sıfatü's-safve, 1/156-157; Mu-kaddimetan, s. 35-36, 94, Hılyetü'l-evliya, 1/124; el-İstiab, I//314-315.
430 Sîratü Ömer b. el-Hattab, U/639.
431 Züamaü'i-İslâm. s. 164.
432 Doç. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Kur'an tefsirinin doğuşu ve buna hız veren amiller, Ankara 1968, s. 56-57.
433 et-Tabakat, H/342; Mukaddimetân, s. 26; el-İbane, s. 61; en-Neşr, 1/32; el-Fet-hu'r-Rabbanî, XVIII/56, el-İstîab, 11/314.
434 el-Fethu'r-Rabbanî, XVIII/56.
435 el-Leyl sûresi, 1-3.
436 el-Fethu'r-R.abbanî, XVIII/45.
437 el-Kamer sûresi, 17.
438 el-Buharî, VI/53, 54; el-Fethu'r-Rabbanî, XVIII/44.
439 et-Tabakat, 11/344; el-İstiab, 11/315. Hatta Abdullah, bazı konuşmalarında, Zeyd'in kıraatinin alınıp da kendi kıraatinin terkedilmesine şaştığım belirtmiştir. (Hılye-tü'1-evliya, 1/125; Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/348-349).
440 Kitabu'l-masahif, s. 13.
441 Aynı yer
442 Fethu'j-Bari, IX/7,24.
443 Mukaddimetân, s. 25.
444 el- Buhari, VI/113-114; el-Müsned, 1/374,380; Mukaddimetân s. 28, el-Fethu'r-Rabbanî, XVIII/24.
445 en-Nisa suresi, 41.
446 en-Neşr, 1/212; Mukaddimetân, s. 28; el-Buharî V /180; el-Müsned, 1/374,380,433 el-Buhari, VI/113,114,Üsdül-ğabe;III/258;el-Bidayetü ve'n-nihaye, VII/162;Kitabül-asar,s.46;
447 Muhammed sûresi, 15.
448 Mukâddimetân, s. 30; Müslim, U/204; el-Fethu'r-Rabbanî, XVIII/42; İbnü'l-Esîr Mecdü'd-Dîn Ebu's-saadat b. Muhammed el-Cezerî, Mısr 1963 (1965) V/255, 15, 11/12 7.
449 el-Buharî, VI/111-112; Keza 1/189; Fethu'1-Bârî, IX/78 ; Müslim, U/204. Ancak rivayetler arasında cüz'i değişikliklerin olduğunu da burada zikretmek isteriz.
450 el-Müsned, 1/412; eJ-Fethu'r-Rabbanî, XVIII/44. İbnü'l-Enbâri'nin ifadesine göre Mısır 1963, Tahkik A. Muhammed Harun, s. 404)
Abdullah b. Mes'ûd şöyle derdi; «Kur'an Arapçadır. Onun kıraatine gereken önemi verin, (şunu da bilin ki) sizden sonra Kur'an'm kıraatine ihtimam gösteren fakat onunla amel et-miyen insanlar gelecektir.
451 el-Müsned, 1/418.
452 el-Cassas, Ahkamü'l - Kur'an, IH/209. Kitabü'l -Asar da (s. 45) Abdullah'ın, «Kur'an'1 üç günden önce hatmeden ne okuduğunu pek bilemez» dediği rivayet edilmektedir.
453 el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, IH/209.
454 Mukâddimetân, s. 47.
455 Mukaddimetân, s. 94.
456 el - İbane, s. 57.
457 Aynı yer.
458 Aynı yer.
459 Aynı yer.
460 Aynı yer.
461 İbnü'l - Arabî, Ahkâmü'l - Kur'an, İV/1680; el - İbane, s. 56.
462 el-Buharî, VI/102; IV/218,228; Müslim, VII/148-149; el-lbane, s. 55; el-İstîab, U/311
463 Mebahis fi ulûmi'l-Kur'an, s. 65.
464 en-Neşr, 1/210.
465 Ğayetü'n -nihaye, 1/459; en-Neşr, 1/212; Siyeru a'la'min-nübelâ, 1/353.
466 en-Neşr, 1/212.
467 el-Buharî, VI/102; el-Müsned, 1/378.
468 el-Fethu'r-Rabbanî, XVIII/37-38.
469 el-Buharî, İV/151.
470 ed-Duhan sûresi 43-44.
471 Kitabü'1-Asâr, s. 44; Mukaddimetân, s. 230; İbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an İV/1679 - 1680. Fakat Taberî, tefsirinde (XXV/131) bu hadiseyi anlatırken onu Ebu'd-Der da'ya nisbet etmiştir.
472 Mukaddimetân, s. 259.
473 Mebahis fi ulûmi'l-Kur'an, s. 65.
474 M.Abdü'1-Azım ez-Zerkanî, Mısır 1372, 1/234
475 Mebahis fi ulûmil-Kur'an, s. 65.
476 el-Müsned, 1/406.
477 Ğayetü-n-nihaye, 11/294.
478 en-Neşr, 1/31.
479 Kitabü'l - Asar, s. 44.
480 İbnü'l-Arabî, AhkâmüM-Kur'an, İV/1680.
481 Aynı yer. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 67-78.
482 Siretü İbn Hişâm, 1/389.
483 Siretü İbn Hişâm, 1/389.
484 ed-Duhan sûresi 45.
485 Tefsiru't-Taberî, XXV/131-132.
486 Tefsiru't-Taberî XV/239-240.
487 es-Sıhah, V/1822.
488 Tefsir'ut-Taberî, 111/176.
489 el-En'am sûresi 98.
490 Tefsiru't-Taberi, VII/287.
491 et-Tabakat, VI/105 ; Johann Fuck wJUVI_j Arapçaya çeviren Dr. Abdü'l-Halim en-Neccar, Mısır 1951. s. 78-79.
492 et-Tabakat, VI/106 ; Tefsiru't-Taberi, XXX/75.
493 el-Bürhan, 111/369,370.
494 el-Burhan; III/37O.
495 Aynı yer.
496 el-Haşr sûresi 9.
497 Mukaddimetân, s. 189-190 ; Tefsiru't-Taberî, XXVI11/43 ; el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, III/435; er - Rummanî, el - Hattabî, el - Gürcanî tahkik, M. Zağlûl Selâm, M. Halefiıllah, Daru'l-Maarif, Mısır, s. 27-28.
498 Meselâ el-Cevherî (1/378) demekle ikisini farklı görmektedir.
499 el-İsra sûresi 78.
500 İbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an, 111/1207.
501 el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, 11/267; İbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an, 111/1207.
502 es-Sıhah, İV/1584.
503 Gelâlü'd-Din es-Suyütî, Celâlüd-Din Muhammed ı^MJI s~£ Mısır 1342, 1/234; el-Kadi el-Beydavî1296, 1/708.
504 Lisânü'1-Arab, XII/311.
505 Tefsiru't-Taberî, XV/134.
506 en-Nahl sûresi 120.
507 İbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an, III/1172.
508 Lisanü'1-Arab, XIV/292.
509 İbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an, III/1172.
510 Aynı yer.
511 Tefsiru't-Taberî, XIV/191 ; İbnü'l-Arabî, Ahkamü'l-Kur'an, IH/1172.
512 el-îtkan, 1/53.
513 el-Bakara sûresi, 58.
514 Tetsiru't-Taberî, 1/304.
515 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 68-89.
516 îbn Ebî Şeybe, Ebû Ubeyd el-Kasım b. Sellâm, Ebû Hayseme, el-Hatibü'l-Bağdadî 1385;s-9
517 Aynı eser, s. 9, 67.
518 Aynı eser, s. 10.
519 Aynı eser, s. 23.
520 Abdullah'ın tabirinin mü'minler tarafından kullanılmasına taraftar olmadığı kendisinden gelen rivayetlerden sarahaten anlaşılmaktadır. Fakat Abdullah bunun neden ve niçinlerini bize anlatmamıştır. Daha sonra bu hususun kelamcılar arasında belli başlı bir mesele haline geldiğim görüyoruz. en-Nesefî bu meseleye temas ederken Mısır 1329, 1/186) şöyle der: Eş'ari görüşlü ilim adamları ise bir mü'minin ibaresini isti'mal etmesinde bir mani görmezler. (Aynı yer) Bunlara göre kulun iman ve küfür hususlarında son anı mu'teberdir.
521 Tefsiru't-Taberi, XII/118.
522 el-Buhari, V/236-237. Biraz değişik olarak el-Müsned, 11/377, 423, 513, III/9, Tefsiru't-Taberi, XVI/87,88.
523 el-Enbiya, 100.
524 Tefsiru't-Taberi, XVII/95.
525 Min Kûnuzi's-Sünne Resâüü Erba', s. 97-98. Abdullah b. Mes'ûd'un yukardaki ibaresinde bulunan kelimesinin veya şeklinde olması daha doğrudur. Abdullah en sağlam ve sarsılmaz imanın ğayba iman olduğunu söylerdi. İbn Kesîr'in rivayetine göre bir konuşmasında (Tefsiru'l - Kur'ani'1-azîm, 1/41) Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 89-91.
526 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 91.
527 Ğayetu'n-nihaye, I/5I6 ; et-Tabakat, VI/86.
528 et-Tabakat, VI/86, 89, 90. .
529 Aynı eser s. 86.
530 Aynı eser s. 89-90
531 et-Tabakat, VI/90; Ebû Muhammed Abdullah ed-Dârimî, ı/jUl Ou» Mısr 1966, Tahkik Abdullah Haşim Yemânî, 1/119.
532 Ğayetü'n-nihaye, 1/516.
533 Aynı yer.
534 Ğayetü'n-nihaye, 1/516. ez-Zehebî'nin rivayetine göre (Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/338-339) Abdullah Alkame'ye, Habbab'ın yanında Kur'an okumasını istemiş ve okudukta*] sonra da: «Tıpkı benim gibi okudu» demiştir.
535 et-Tefsir ve'1-müfessirûn, 1/119.
536 et-Tefsir ve'1-müfessirûn, 1/119.
537 et-Tabakat, VI/76.
538 Aynı eser, s. 77.
539 Aynı eser, s. 80.
540 Aynı yer.
541 Aynı eser, s. 81.
542 Aynı eser, s. 82
543 Aynı yer.
544 Aynı eser, s. 84.
545 Ğayetü'n-nihaye, 11/294.
546 el-A'lâm, VIII/108.
547 et-Tefsir ve'1-Müfessirûn, II/II9 Dip not.
548 et-Tefsir ve'1-Müfessirûn, 1/120.
549 et-Tabakat, VI/70-7).
550 Aynı eser, s. 71.
551 et-Tabakat,VI/71.
552 Aynı eser, s. 72.
553 Aynı eser, s. 73.
554 Aynı yer.
555 Ğayetü'n-nihaye, 1/171.
556 et-Tefsir ve'1-Müfessirûn, 1/121.
557 et-Tabakat, VI/116.
558 Aynı eser, s. 247.
559 Aynı yer.
560 Aynı eser s. 250.
561 Aynı yer.
562 Aynı eser, s. 252.
563 et-Tefsir ve'1-Müfessirun, 1/122.
564 Aynı yer.
565 et-Tefsir ve'l - Müfessirûn, 1/124.
566 Aynı yer.
567 Aynı yer.
568 Aynı eser, s. 126.
569 Aynı yer. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 91-95.
570 el- Buharî, VI/108.
571 et-Tabakat, VI/172.
572 Aynı yer.
573 et-Tabakat, VI/172.
574 et-Tabafcat, VI/174.
575 Aynı eser, s. 104.
576 Tezkiratü'l-huffaz, 1/68; et-Tabakat, VI/104.
577 Ğayet'ün-nihaye, 1/299.
578 Aynı yer.
579 et-Tabakat, VI/106.
580 Aynı yer.
581 Aynı eser, s. 107.
582 Aynı eser s. 1 08.
583 Ğayetü'n-nihaye, 1/601
584 Aynı yer.
585 et-Tabakat, VI/93.
586 Aynı eser, s, 94.
587 Aynı yer.
588 et-Tabakat, VI/95.
589 Aynı yer.
590 Ğayetü'n-nihaye, 11/294.
591 Ğayetü'n-nihaye, 1/458. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 95-97.
592 Tarihu'l-Fikhi'l-îslâmî (Dr. Yusuf Musa), s. 45.
593 et-Tabakat, VÎ/256.
594 et-Tabakat,-VI/258.
595 Aynı eser, s. 259.
596 Aynı eser, s. 261.
597 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 97.
598 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 98.
599 el-Buharî, IV/219; et-Tabakat, III/154; Üsdü'1-ğabc, HI/258; el-İsabe, 11/361; Sıfatü's-safve, 1/155; el-Â'lâm, IV/280.
600 el-Müsned, 1/388, 404; el-İsabe, 11/361; Üsdü'1-ğabe, III/257; et-Tabakat, III/-154; el-Â'lâm, IV/28U; el-İstîab, 11/310; Siyeru a'lami'n-nübela, 1/337.
601 et-Tabakat, 11/352-353. Siyeru a'lami'n-nübela'da biraz değişik olarak zikredilmiştir. (1/395)
602 Hilyetü'l-evliya, 1/129; Tezkiratü'l-huffaz, 1/14; et-Tabakat, III/156; 11/344;. Üsdü'1-ğabe, III/259; el-tstîab, 11/315; Sîyeru a'lami'n-nübelâ, 1/351.
603 et-Tabakat, III/156. ez-Zehebî bu rivayeti (A'lami'n-nübçlâ. 1/352) biraz değişik olarak zikretmektedir.
604 Âl-i İmran sûresi, 110.
605 Tefsiru't-Taberî, IV/43.
606 et-Tabakat, III/156-157; Sünenu'd-Dârimî, 1/72.
607 Sıfatü's-safve, 1/154; et-Tabakat, III/158; Ensabü'l-eşraf, 1/204; el-A'lâm, IV/-280; Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/351.
608 el-tstîab, 11/312; el-A'lâm, IV/280; Üsdü'1-ğabe, III/259.
609 Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/336; et-Tabakat, IH/160; Müslim, VII/147; Hüyetü'l-evliya, 1/128, 129. el-Menâvî'nin ifadesine göre ( Mısır 1938, IV/317) Rasûlüllah, Abdullah'ı çok sevdiği kimseler arasında saymıştır.
610 el-Maide sûresi, 87.
611 Tefsiru't-Taberi, VII/11.
612 îmtau'1-esma', 1/472-473, Muhammed Yusuf el- Kandihlevî, İUJI JL 1969, Mısır, 111/35 9.
613 Tefsiru't-Taberi, III/208. ez-Zehebî'nin nakline göre Abdullah b. Mes'ûd'un gözlerinde, çok ağladığı için iki tane iz vardı. (Siyeru a'lamin-nübelâ, 1/354)
614 et-Tabakat, 111/158.
615 Aynı yer.
616 et-Tabakat, III/158. Hılyetü'l-evliya sahibinin rivayetine göre(I/133) Abdullah b. .Mes'ûd şöyle demiştir. «Cennetle Cehennem arasında dursamda bana, seni muhayyer kılıyoruz, hangisini istersen şeç, veya kümü olmak istersin, deseler, kül olmayı tercih ederdim». c/.-Zehebi'de Abdullah'ın: «Eğer benim günahlarımı bilseniz, yüküme toprak saçar ve boynuma basmazdınız,» yani bana hiçbir değer vermezdiniz dediğini nakletmektedir. (Siyeru a'la-m'in-nübelâ, 1/339,354)
617 el-Buharî VI/102; Müslim, VII/148; Sıfatü's-safve, I/I58; Kitabul-masahıf, s. 14; el-îstîab, 11/313; Siyeru a'lam'in-nübela. 1/339; Mukaddimetân, s. 97; Ğayetü'n-nihaye, 1/45?; Üsdü'1-gabe; III/259;
618 el-Buharî; IV/228, 218, Vl/102; Müslim, VII/148-149; el-İbane, s. 55; İ'lamül-ıııuvakkıîn, 1/17; el istîab, 11/311; Tuhfetü'l-ahvezî X/310.
619 Kitabül-asâr, s. 48.
620 Kitabü'1-asâr, s. 211; el-Cassas, Ahkamü'l-Kur'an, III/427.
621 Müslim, VII/147-148; et-Tabai;at, III/160; Hilyetü'l-evliya, 1/129.
622 UlûmüPl-hadis, îbnü's-salab, s. 267; İ'lâmü'l-muvakkıîn, 1/16; Sıfatü's-safve, 1/158; Siyeru a'lami n-nübelâ, 1/352-353.
623 Aynı yerler.
624 et-Tabakat, 11/342-343; Min kunizi's-sünne resâüu erba', s. 123.
625 et-Tabakat, 11/343; Hılyetü'l-evliya, 1/129; Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/352. Son kaynağın aynı cilt ve sâhifesinde Ebû Musa el-eş'arî'nin: «Abdullah'la bulunduğum bir meclis benim için bir senelik amelden daha hayırlıdır» dediği nakledilmektedir. Şa'bî ise «Kû-ife'ye Abdullah'tan.daha bilgili bir sahabî girmedi,» demiştir (s. 353).
626 en-Nahl sûresi, 90.
627 ez-Zilzâl sûresi 7,8.
628 en-Nisâ sûresi 123.
629 ez-Zümer sûresi 33.
630 Sifatü's-safve , 1/157.
631 Ensabü'l-eşraf, 1/162; el-İsabe, 11/361; Üsdü'1-ğabe, IH/258; Hılyetü'l-evliya,. 1/128; Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/342; Bununla beraber Rasûlüllah müteaddit defalar Abdullah'ın-faziletini sahabeye açıkça duyurmuştur. Bir gün Hz. Peygamber mescitte konuşmaya başlamış ve sahabeye de «Oturun» buyurmuştu, O anda henüz mescidin kapısında olan Abdullah. oracığa oturuverdi. Fakat Rasûlüllah ona hıtabederek buyurdu. (Hayatü's-sa-habe, H/385)
632 et-Tabakat, III/154; el-İsabe, 11/362; el-İstîab, H/310; Tuhfetü'l-ahvezî,X/312; Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/342. Buradaki «istişaresiz tayin» hususunu, bir orduya kumanda» olarak veya Rasûlüllah hayatta iken herhangi bir iş için vazifelendirmek şeklinde anlamak gerekir. Halifelik buna dahil değildir.(Tuhfetü'l-ahvezî, X/312)
633 İ'lamül-muvakkiîn, 1/17.
634 el-Buharî IV/319; Müslim, VII/147; Sifatü's-safVe, I/I55; el-İsabe, 11/361; Üsdü'l-ğabe, HI/258;et-Tabakat, III/154; Tuhfetü'l-ahvezî, X/310; Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, 1/336-337..
635 el-Buharî, VIII/6.
636 el-İsabe, 11/361; Üsdü'1-ğabe, III/256; Ensabu'l-eşraf, 1/162; İmtau'1-esma', 1/20; ^Züamaü'l-İslâm s. 162; el-Bidâyetü ve'n-nihaye, VII/162; Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/335.
637 et-Tefsîru ve'1-müfessirûn, 1/186; el-tsâbe, 11/313.
638 Şerhu sûlâsiyyati'I-IVtüsned, 11/186; el-îstîab, 11/311; Siyeru a'lami'n-nübelâ,. 1/346.
639 Hayatü's-sahabe, III/534-535; Tezkiratü'l-huffaz, I/I5; Siyeru a'lami'n-nübelâ, 3/346.
640 î'lamu'l muvakkiîn, 1/17.
641 Sîratü Ömer b. el-Hattab; 11/639, et-Tabakat, III/372; Hilyetü'l-evliya sahibi (T/128 de) Rasûlüllah'ın vezir ve yakın dostlarını sayarken Abdullah'ı da saymıştır. ez-Zehe-"foî de (Siyeru alâmi'n-nübelâ. 1/295,345) aynı şeye temas eder.
Abdullah b. A^es'ûd cenaze yanında gülen bir kimseye «Demek cenaze yanında gülüyorsun. Yemin ederimki seninle konuşmayacağım» demiştir. (Hayatü's-sahabe, 11/393). Hasta ziyaretine giden Abdullah, oradakilerden birinin kadına baktığını görünce «Bu kadına bak-
maktansa gözün çıksa daha iyi olur» dedi. (Ebû Abdillah el-Buharî 2ji\.\ ı_oVI Tahkik M. F. Abdulbakî Kahire 1375, s. 140). Amr b. el-As ağır hastaydı. Teselli İçin kendisine «Ra-sûlüllah seni yakın tutar ve hizmetlerini gördürürdü.» denilince, «Bilmiyorum, severmiydi, yoksa beni İslama, ısındırmak için mi öyle davranırdı. Fakat iki kişi için şehadet ederim ki Rasûlüllah onları severek öldü. Bunlar Abdullah b. Mes'ûd ve İbn Sümeyye'dir.» dedi (Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/345) Ubâde b. es-Samit yalnız bulundukları bir sırada Rasûlüllah'a «Ya Rasûlallah, ashabınızdan kimleri seviyorsanız ben de onları seveyim» demişti. Rasûlül-îah, Ebû Bekr, Ömer, Ali, ez-Zübeyr, Talha ve daha başka bir kısım sahabeyle Abdullah'ı da saymıştır. (Siyeru a'lami'n-nübelâ, 11/1-2) Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 98-104.
642 Sıfatü's-safve, 1/163.
643 Aynı yer.
644 Aynı yer, Hılyetü'l-evliya, 1/130; Siyeru a'lami'n-nübela 1/354.
645 Tezkiratü'l-huffaz, 1/15-16; Sünenü'd-Darimî, 1/50.
646 et-Tabakat, VI/208.
647 Sünenü'n-Dârimî, 1/61.
648 el-Cahız Kahire 1960, 1/104.
649 Aynı eser, s. 256.
650 el-Beyanü ve't-tebyin U/283; en-Nihaye fi ğaribi'l-hadis IV/290.
651 el-Müberred; Mısır, 1956, II/5.
652 el-Kâmil, 11/285; Sünenü'd-Darimî, 1/98.
653 Sıfatü's-safve, 1/165, Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/355.
654 Sıfatü's-safve, 1/166; Hılyetü'l-elviya, 1/135.
655 Sifatü's-safve, 1/166; Hılyetü'l-evliya, 1/137.
656 Sıfatü's-safve, 1/164; Hılyetü'l-evliya, 1/131.
657 Sıfatü's-safve, 1/164; Hılyetü'l-evliya, 1/135.
658 Sıfatü's-safve, 1/163.
659 Aynı eser, s. 164.
660 Aynı yer.
661 Sifatü's-safve, 1/163.
662 Sıfatüs-safve, 1/164; Hilyetül-evliya, 1/130.
663 Sıfatü's-safve, 1/164; Hilyetül-evliya, 1/131.
664 Sıfatü's-safve, 1/164.
665 İ'lâmü'l-muvakkiîn. 1/57.
666 Mukaddimetan, s. 259.
667 Aynı yer.
668 el-Burhan, 1/454.
669 Mukaddimetan, s. 260.
670 Aynı eser, s. -259.
671 İbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an, 1/331.
672 et-Tevbe sûresi 119.
673 Tefsiru't-Taberi, XI/63. el-Müsned, 1/410 da biraz değişik olarak.
674 el-Müsned, 1/377, 378, 425.
675 el-Müsned, 1/380, 381; el-Buhari, VI/32. ,(
676 Min Kûnûzi's-Sünne Resailü Erba', s. 6.
677 Aynı eser, s. 18.
678 Min Kûnûzi's-Sünne, s. 110.
679 Aynı eser,, s. 111.
680 Min kunûzi's-Sünne, s. 120.
681 Aynı eser, s. 122.
682 Aynı eser, s. 135.
683 Aynı eser, s. 136.
684 Aynı yer.
685 Aynı eser. s. 137. Biraz değişik olarak Sünenü'd-Darimi 1/82 de.
686 Min kunuzi's-Sünne, s. 140-141.
687 Aynı eser, s, 145.
688 Aynı eser, s. 164.
689 et-Tabakat, VI/81.
690 el-Haris el-Muhasibi, Halep 1964, s. 40, Siyeru a'lami'n nü-belâ 1/355.
691 Tefsiru't-Taberi, XIII/168.
692 Risaletü'l-müsterşidin, s. 66.
693 Tefsiru't-Taberi, XVIII/112.
694 en-Nûr sûresi, 32.
695 Tefsiru't-Taberi, XVIII/126.
696 Tefsiru't-Taberi, XVI/108.
697 Tefsiru't-Taberi, XVIII/112; et-Tabakat, III/154-155; en-Nihaye fi garibi'1-hadis J/74.
698 Kitabü'1-asâr, s. 19.
699 Aynı eser, s. 46.
700 Kitabü'1-asâr, s. 200, Sünenü'd-Dârimî, 1/56.
701 Kitabü'1-asâr, s. 213-214.
Yine Abdullah diyor ki: «Küffarla ellerinizle mücadele edin. Yüzlerine asık çeh reyle bakmaktan başka bir şey yapamıyorsanız bari öyle yapın (Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/355; Hayatü's-sahabe, 11/718; İbrahim Desûkî eş-Şihavî, Kahire 1962, s. 4-4). İnsanlar üç kısımdır. Geri kalanda hayır yoktur. Birincisi, Allah yolunda savaşan bir cemaat görüp de malıyla ve nefsiyle savaşandır, İkincisi, diliyle cihad eden ve iyiliği emredip kötülükten nehyedendir. Üçüncüsü de hakkı kalbiyle tanıyan kimsedir. (Hayatü's-sahabe, 11/718) Allah'ın, benim için işlemiş olduğum bir ameiimi kabul ettiğini büivermem, dünya dolusu altınım olmasından daha hayırlıdır (Hayatü's-sahabe, 11/685) Müslüman olarak sabahlayıp akşamlayan bir kimseye dünyada hiçbir şey zararlı olamaz. (Hilyetü'l-evliya, 1/132) Dünyada ençok hapsedilmesi gereken şey dildir. Bunun için yemin ederim. (Hilyetü'l-evliya, 1/134) Abdullah, kendisinden nasihat istiyen birine şöyle dedi: «Allah'a ibadet et ve asla şirk koşma, Kur'an'ın gösterdiği yoldan ayrılma. Sana hakikat bildiren kimse, uzak ve sevmediğin biri de olsa ondan bunu kabul et. Aksi halde reddet. Hatta sevdiğin bir yakının olsa bile» (Hılyetü'l-evliya,î/134). Dinine saygılı olmak istiyen kimse, padişah huzuruna girmesin kadınlarla yalnız kalmasın ve sapıklarla mücadele etmesin, (Sünenü'd-Dârîmi, 1/77) Abdullah b. Mes'ûd oğluna, Allah'tan korkması, evinin kendisine yetmesi ve hatalarını bilmesi hususunda nasihat etmişti. (Hayatü's-sahabe, 11/72 3) Bir kabr üzerine bilerek bafflnaktansa ateş üzerine basmak benim için daha iyidir. (Kitabü'1-asâr, s. 82) İnsan alim olarak doğmaz. İlim öğrenilmekle elde edilir. ( el-Ikdü'1-feridj 11/211 ). Rasûlüllah'm: Cl«
İçinizden kimi dünyayı istiyor, ( Yine ) içinizden kimi ahîreti diliyordu-ayetini (Âl-i Imran, 152) okuduğu ana kadar içimizde dünyayı isteyenler olduğunu hissetmemiştim. (Abdü'l-Cebbar b. Ahmet el-Hemezâne, Tdhkik, Dr. Abdülkerim Osman, Beyrut 1966, 11/464) Hamili Kur'an, herkesin uykuda olduğu zaman geceyi uyanık geçirmekle, herkes iftarda iken oruçlu olmakla, sevinçli oldukları zaman keder ve üzüntüsüyle, halk, gelişi güzel konuşurken sükutiyle ve halk gurur içindeyken tevazuu ile tanınmalıdır. (Hılyetü'l-evîiya,I/130; Sıfatü's-safve, 1/162-163) Dünyada her insan müsafir-dir ve malıda ödünçtür .Yolcu elbet bir gün taşınıp göç edecek ödünç olan malı da geri verilecektir, (el-lkdü'l -ferid, IH/173, Hılyctül-evliya, 1/134) Abdullah; Allah'ın nimetine düşmanlık etmeyin» demişti. Biri ona «Kim Allah'ın ni'metine düşmanlık eder» deyince «Alla-hjn kendilerine ihsanda bulunduğu kimseleri çekememek Allah'ın nimetine düşmanlık etmektir» dedi. (el-Ikdül-ferid, 11/320) Abdullah; «Peygamberlikten sonra vukubulacak küfrün a-nahtarı kaderi yalanlamaktır» demiştir. «el-İkdü'1-ferid 1/381) Abdullah'ın hanımı kendisinden bir elbise istemişti. Abdullah «Allahm sana giydirdiği elbiseyi terketmenden korkarım» dedi. Hanımı «O nedir?» deyince Abdullah «Evindir» cevabını verdi (cn-Nihaye fiğarib'il hadis ve'1-eser 1/27) Haksız yere kavmine yardtm eden helak olup gider. (Aynı eser U/216) Abdullah insanın kendini beğenmesini bir nevi delilik sayar. (Aynı eser, H/375)
Bunlardan başka Abdullah b. Mes,ûd'un insanlar irşat makamında pek çok nasihatleri mevcut bulunmaktadır. Bu sözlerin hepsi de Kur'an'ı Kerim ve Hadisi şeriflerin ışığı altında söylenmiş hikmetli sözlerdir. İlerde yapılacak bir çalışmayla bunlar küçük bir eserde bir-araya getirilebilir. Abdullah b. Mes'ûd'un rivayeti olan Hadisi şerifleri de yine yapılacak olan müstakil bir çalışmayla toplayıp izahlariyle birlikte müslümanlarm istifadelerine arzetmek çok faydalı olur kanaatindeyiz.
702 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 104-111.
703 el-Müsned,I/430-431; Kitabü'1-âsar, s.32; Ebû Hanifc.s." 93.
704 Tarihü'l-Fıkhi'l-İslâmî (Dr. Yusuf Musa)' s. 244.
705 Aynı yer.
706 Aynı yer.
707 Aynı eser s. 245.
708 Aynı yer.
709 Tarihu'l-Fikhi'l-İslâmî, (Dr .Yusuf Musa) s. 247; İ'lâmü'l-Muvakkiîn, 11/52.
710 riâmü'l-muvakkıîn, 11/52-168.
711 î'lâmü'l-muvakkıîn, 1/63.
712 Aynı yer.
713 İ'lamül-muvakiîn, 1/63-64.
714 Aynı eser, s. 64.
715 Aynı yer.
716 el-Buharî, VI/53; Müslim, VIII/133; Umdetü'1-Kâri, IX/184; ed-Dürrü'lmen-sur, VI/132; İsmail Hakkı, 1285, cl-Amira IV/176; Siretü İbn Kesir, 11/114.
717 el-Buharî, VI/52; Uyunü'1-eser 1/114.
718 Tefsiru't-Taberî, XXVII/84-87; ed-Dürrü'1-mensur, VI/132-134.
719 el-Buharî, VI/15-16,39,41; el-Müsnecl, 1/377, 447, 413; Tefsiru't-Taberî, XXVII/85.
720 Tefsiru't-Taberî XXVII/86; Biraz değişik olarak, el-Keşşaf, 11/420; ed-Dürrü'l-mensur, VI/134; Ruhu'l-beyan, İV/176, Siretu İbn Kesir, 11/115.
721 Tefsiru't-Taberî, XXVII/86;Umdetü'l-Karî,IX/185.
722 Ruhu'l-Beyan,IV/176; el-Keşşaf,II/420.
723 Ruhu'l-Beyan,IV/176.
724 Fetrm'1-Barî, VI/464. :
725 Aynı yer.
726 Tefsiru't-Taberî, XXVII/87.
727 Tefsiru'r-Razî, VII/779.
728 Ali el-Muhayimî, Mısır, 1295, U/307.
729 el-Keşşaf, 11/419.
730 Aynı eser, s. 420.
731 Haşiyetü'ş-Şihab, VIII/120; Ruhu'l-beyan IV/179.
732 Haşiyetü'ş-Şihab, VIII/120; Ruhu'l-beyan IV/179.
733 en-Nahl sûresi 1.
734 Haşiyetü'ş-Şihab ale'l-Beydavi, V/309.
735 Tefsiru't-Âlûsî, IV/334.
736 en-Nahl sûresi 1.
737 Tefsiru't-Âlûsî, IV/334.
738 Haşiyetü'ş-Şihab ale'l-Beydavi, V/309.
739 Aynı yer.
740 el-Bakara sûresi 91.
741 es-Sâalibî, 4İİ11 -Us 1938 Mısır, s. 491.
742 el- Avasımu mine'l- kavasım, s. 78-79.
743 Aynı eser, s. 79 dipnot
744 el- Avasımu mine'l- kavasım, s. 78-79.
745 Aynı eser, s. 79 dipnot
746 ei-Avasımu mine'l-kavasım, s. 79 dipnot.
747 Aynı yer.
748 ei-Avasımu mine'l-kavasım, s. 79 dipnot.
749 el-Avasım mine'l-kavasım s. 78.
750 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 112-121.
751 Lisanü'1-Arab, VI/36I ; es-Sıhah , 11/781.
752 Lisanü'1-Arab , VI/361 ; Saîd eş-Şartûnî ; 1889 Beyrut , 11/125.
753 es-Sıhah , 11/781.
754 el-Burhan , 11/147 ; el-İtkan , 11/173.
755 Lisanü'1-Arab , VI/ 33
756 Aynı yer.
757 Lİsanü'1-Arab , VI/35.
758 Aynı yer.
759 el-Bürhan,II/147.
760 Doç.Dr.İsmail Cerrahoğlu,Kur'an tefsirinin doğuşu ve buna hız veren amiller s.i
761 el-Fürkan,33.
762 el-Bürhan,II/148.
763 Lisanü'l-Arab,XIII/33; es-Sıhah, İV/1628.
764 Aynı yer.
765 el-Burhan, 11/148.
766 el-Â'raf; sûresi'' 53.
767 el-Burhan, 11/148.
768 el-Bürhan, 11/149.
769 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/19; el-îtkan, 11/173.
770 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/19 un dipnotunda belirttiği «et-Tefsir, mealimu ha-yatihi ve menhecuhu'1-yevm» adlı eser s. 6.
771 el-İtkan, 11/173; et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/19.
772 el-İtkan, U/173.
773 Aynı yer.
774 Aynı yer.
775 Aynı yer.
776 el-îtkan, 11/173.
777 Aynı yer.
778 el-Fecr sûresi 14.
779 el-îtkan, 11/173.
780 Aynı yer.
781 Aynı yer.
782 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/21.
783 el-Hucürat sûresi 14.
784 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 122-126.
785 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 126.
786 el- Burhan, 11/175.
787 el-En'am sûresi 103.
788 el-Kıyame sûresi 22-23.
789 el-Maide sûresi 1.
790 el-Maide sûresi 3.
791 en-Nisâ sûresi 27.
792 en-Nisâ sûresi 44.
793 el-İhlas sûresi 2.
794 el-îhlas sûresi 3-4.
795 el-Bürhan, 11/186.
796 el-Mearic sûresi 19.
797 el-Bürhan, 11/186.
798 Alî Inıran sûresi 97.
799 el-Fatiha sûresi 3.
800 el-înfitar sûresi 17-19.
801 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 126-128.
802 el-Bürhan, 11/156.
803 el-Kıyame sûresi 17-19.
804 et-Tefsiru ve' 1-müfessirûn,. 1/33.
805 Abese sûresi 31.
806 Mukaddimetân, s, 183; et-Tefsiru ve'1-müfessiran, 1/34; İbn Kesîr, Tefsiru'l Kur'-ani'1-azım, Hz. Ömer'in bu davranışını garip karşılamamak lazımdır. Zira ashabdan pekçoğu Kur'an'ı bütün teferruatiyle bilmediklerini sarahaten ifade ve beyan etmişlerdir. Meselâ Kur-an'm tercümanı olarak kabul edilen Abdullah b. Abbas kelimelerinin manalarım tam olarak bilmediğini itiraf etmiş (Tefsiru't-Taberî, XV/199;XVI/56) ve Hz. Ömer gibi davranmıştır.
807 en-Nahl sûresi 47.
808 Haşiyetü'ş-Şihab ale'l-Beydavî, V/335; et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/34. Bu beyt hakkında birçok eserlerde geniş ölçüde bilgi mevcuttur. Bazı ilim adamları ise şahit kabilinden beyti zikretmişler fakat üzerinde pek fazla durmamışlardır. Beyti, el-Cevherî, IV/1359 da, et-Taberî, XIV/113 de, Lisanü'1-Arab, X/450 de, Haşiyetü'ş-Şihab ale'l-Beydavî, V/335 de, Muhibbi'd-Din efendi, Mısır 1308) s. 147 de ele alırlar. Burada şuna da temas etmek isteriz ki bu beytin kailinin kim olduğu hususu kesin olarak ifade edilmiş değildir. Meselâ es-Sıhah'da beyt Zü'r-Rumme'ye atfedilmiş olduğu halde birçok yerde beytin Ebû Kebir el-Hü-relî'ye ait olduğu söylenmiştir. Lisânü'1-Arab sahibi ise beyti İbn Mukbil'e nisbet etmiştir.
809 Âl-i Imran sûresi 191.
810 el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, 11/265.
811 el-Müsned,IV/378-379; Tefsiru İbn Kesir, 1/29.
812 Tefsiru îbn Kesir, 1/29; Tefsiru't-Taberî,I/79.
813 Bu rivayetlerin hepsini burada zikrederek üzerinde durmak imkan dahilinde değildir. Fakat bir kısmı için el-Müsned, IV/378-379,V/77 ; Tefsiru İbn Kesir, 1/29,30 ; Tefsiru't-Taberî,1/79-85 ; ed-Dürrü'1-mensur, I/16,ve daha başka eserlere bakılabilir.
814 Tefsiru İbn Kesir, 1/29; Haşiyetü'ş-Şihab alc'l-Beydavi. 1/146.
815 en-Nahl sûresi 106.
816 en-Nisa sûresi 167.
817 el-Maide sûresi 60.
818 el-Maide sûresi 77.
819 Haşiyetü'ş-Şihab, 1/146.
820 Zfm,thv KeSİr'1/30' Haşiyetü'ş-Şihab ale'l-Beydavî,I/146.
821 Tefsıru't-Taberî,I/84.
822 Aynı yer.
823 Tefs.ru ibn Kesir, 1/30 ; Tefsiru't-Taberî,I/80
824 Tefs.ru ibn Kesir, 1/30 ; Tefsiru't-Taberî,I/80
825 Kur'an tefsirinin doğusu ve buna hız veren amiller,.,. 25-26.
826 Haşiyetü'ş-Şihab ale'l-Beydavi, 1/146.
827 Ruhu'I-maanî, 1/82.
828 Aynı yer.
829 Aynı yer.
830 Mensur Ali Nasıf, Mısjr 1962, IV/64.
831 Tefsiru't-Taberî, H/554.
832 Aynı eser s. 555.
833 Aynı eser s. 558.
834 Aynı eser s. 559.
835 Aynı yer.
836 Aynı eser s. 561.
837 Tefsiru't-Taberî, 11/ 564.
838 Aynı eser s. 565,566.
839 Aynı eser s. 566.
840 el-Keşşaf, 1/273.
841 et-Tac, IV/64.
842 el-Keşşâf, 1/273.
843 el-Buharî, V/162.
844 es-Sıhah, 1/261.
845 Lisânü'1-Arab, H/378.
846 Aynı yer.
847 Tefsiru't-Taberî, 11/570.
848 Aynı yer.
849 Tefsiru't-Taberî, 11/570.
850 Aynı eser s. 571.
851 Lisânül-Arab, 11/378.
852 Aynı yer.
853 el-Buhari, VI/20 ; İV/137 ; el-Müsned, 1/378,444; el-Bürhan, 11/156.
854 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/49.
855 el-îtkan, 11/179.
856 el-Bürhan, U/156.
857 el-İtkan, 11/179.
858 el-İtkan, 11/178.
859 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 128-137.
860 et-Tefsiru ve'1-müfessirun,11/58.
861 el-Bürhan,II/160 ; el-İtkan,II/179.
862 et-Tefsiru ve'l-müfessirun,I/58.
863 el-Maide sûresi 3.
864 et-Tefsîru ve'1-müfesskun, 1/60.
865 Aynı yer.
866 el-Buharî,VI/94.
867 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 137-138.
868 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/61.
869 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 138-139.
870 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 139.
871 et-Tefsiru ve'l-müfessirun,II/101.
872 el-Buhari,IV/217 ; Mukaddimetân,s.53 ; et-Tabakat,II/365.
873 Mukaddimetân,s. 54; et-Tabakat,II/365.
874 et-Tabakat,II/365 ; Mukaddimetân, s, 54.
875 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/101. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 139.
876 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/114. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 139-140.
877 Aynı eser.s. 118.
878 Aynı eser,s. 87,88. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 140.
879 el-İtkan,II/179 ; el-Burhan,II/158
880 el-Bürhan,II/158.
881 et-Tefsiru ve'l-müfessirun,I/128.
882 el-îtkan,II/I79. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 140-141.
883 et-Tefsiru ve'l-müfessirun,I/128.
884 Ebû Hanife,s.95.
885 Aynı eser s.96.
886 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 141-142.
887 et-Tefsiru ve'l-müfessirun,I/I30.
888 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 142.
889 Mukaddimetân, s. 193.
Abdullah b. Mes'ûd, bilhassa takrir metoduna göre ders verirken meclisinde bulunanlara dikkat ederdi. Eğer konuşmalarını noteden biri olduğunu görürse o zaman, daha önce üzerine bir şeyler yazılmış bir sahife getirir ve yazıları sildikten sonra o kimseye verirdi. (Dr. Nasıru'd-dîn el-esed, Mısır, 1966, s. 100).
890 ed-Duhan sûresi,43,44.
891 Kitabü'l-asâr,s.44; Mükaddimetân;s.230;İbnü'l-Arabî, Ahkamü'l-Kur'an, IV/I679-1680.
892 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 142-143.
893 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/152.
894 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/152.
895 Aynı eser s. 94.
896 Aynı eser s. 94; Ulûmü'l-Hadis, s. 45; es-Süyûtı, Mısır 1959, s. 115-116.
897 Ulümü' 1-Hadis, s. 45.
898 Tedribu'r-ravî, s. 115-116.
899 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/152.
900 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, I/I35.
901 Aynı yer.
902 Aynı yer.
903 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/154.
904 Aynı eser s. 157.
905 Aynı eser s. 201.
906 Aynı eser s. 201.
907 Aynı yer.
908 Aynı yer.
909 Aynı eser s. 202.
910 et-Tefsiru vc'1-müfessirun, 1/158.
911 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 143-146.
912 Tcfsiru îbn Kesir, 1/3; el-Bürhan, 11/175.
913 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 146.
914 Tcfsiru't-Taberî, 1/83.
915 el-îsra sûresi 78.
916 Tef8İru't-Taberî, XV/140.
917 el-Müsned, 11/474; Tcfsiru't-Taberî, XV/139.
918 el-Kehf sûresi 94
919 Tefsiru't-Taberî, XVI/22.
920 Aynı yer.
921 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 146-147.
922 el- Maide sûresi 44.
923 el-Hadid sûresi 27.
924 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/169.
925 Aynı yer.
926 el-Buharî, 1/224. (Kitabü'l-Cum'a)
927 îrşadü's-Sârî,II/190.
928 el-Müsned,II/159,202,214,474,502 ; 111/12,46,56.
929 el-Buharî,VIII/160.
930 el- Müsned.,111/387.
931 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/175.
932 el-Müsned, 1/451.
933 Aynı yer. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 147-149.
934 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/256.
935 Aynı yer.
936 el-İsra sûresi 36.
937 en-Nahl sûresi 44.
938 Muhammedb. îsâ, Mısır 1934. xi/68; el-Bürhan, 11/161.
939 et-Tefsiru \e'l-müfessirun, 1/260; el-Bürhan, 11/162.
940 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/260; el-Bürhan, 11/162.
941 Aynı yerler.
942 et-Tefsiru vel-müfessirun, 1/260.
943 Muhammed sûresi 24.
944 en-Nisâ sûresi 83.
945 el-Bürhan, 11/161.
946 Aynı eser, s. 161-164.
947 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/146.
948 Tefsiru't-Taberî, 1/68.
949 Aynı yer.
950 Aynı eser s. 75.
951 Aynı eser s. 102.
952 Aynı yer.
953 Aynı yer.
954 Aynı eser s. 106.
955 Aynı eser s. 116.
956 Aynı eser s. 125.
957 Tefsiru't-Taberî, 1/130.
958 Aynı yer.
959 Aynı eser s. 137.
960 Aynı yer.
961 Aynı eser s. 147.
962 Aynı eser s. 163.
963 Aynı eser s. 181,
964 Meselâ b ayetinde olduğu gibi.
965 Tefsiru't-Taberî, 1/200.
966 Aynı yer.
967 Aynı eser, s. 201.
968 Aynı yer.
969 Aynı eser, s. 212.
970 Aynı yer.
971 Aynı yer.
972 Aynı eser, s. 214.
973 Tefsiru't-Taberî, 1/217.
974 Aynı eser, s. 216-218.
975 Ayın eser, s. 218.
976 Aynı yer.
977 Aynı eser, s. 300.
978 Aynı eser, s. 304.
979 Aynı eser, s. 519.
980 Aynı yer.
981 Aynı yer.
982 Tefsiru't-Taberî, 11/96; el-Cassas, .Ahkamü'l-Kur'an, 1/131.
983 el-Müsned, 1/3,76, 377, 409, 415 (Cüz'i rivayet farkıyle beraber) Keza Tefsiru't-Taberî, 11/570.
984 Tefsiru't-Taberî, III/B8.
985 Tefsiru't-Taberî, IV/28.
986 Aynı eser, s. 29.
987 Aynı eser s. 30,31.
988 Aynı eser, s. 31.
989 Tefsiru't - Taberî, IV/31.
990 Aynı eser, s. 32
991 Aym eser, s. 53
992 Aym eser, i. 96.
993 Aynı eser, s.171
994 Tefsiru'-Taberi , V/37.
995 Aynı eser , s. 40.
996 Aynı yer.
997 Tefsiru't-Taberi , VII/96.
998 Aynı eser , s. 94.
999 Tefsiru't-Taberi , VIII/101.
1000 Aynı yer.
1001 Aynı yer.
1002 Tefsiru't-Taberi , IX/23.
1003 Aynı eser, s. 119,120.
1004 Aynı eser, s. 121.
1005 Tefsiru't-Taberî, XI/19.
1006 Aynı eser , s. 137.
1007 Aynı eser , s. 136.
1008 Aynı eser , s.138.
1009 Aynı eser ,s.l82.
1010 Tefsiru't-Taberi, XII/2.
1011 Tefsiru't-Taberi, XII/132.
1012 Aynı eser, s. 214.
1013 Aynı yer.
1014 Tefsiru't-Taberi, XIII/64.
1015 Aynı yer.
1016 Aynı eser, s. 65.
1017 Aynı eser, s. 188.
1018 Aynı eser, s, 188-189.
1019 Tefsiru't-Taberî, XIII/189.
1020 Aynı yer.
1021 Tefsiru't-Tabcri, XIV/18.
1022 Aynı eser, s. 51.
1023 Aynı eser, s. 55.
1024 Aynı eser, s. 126.
1025 Tefsiru't-Taberi, XV/140.
1026 Tefsiru't-Taberî, XV/152.
1027 Aynı eser' s. 157-
1028 Aynı eser, s. 158.
1029 Tefsira't-Taberi, XVIII/146-147.
1030 Tefsiru't-Taberi, XXI/30.
1031 Aym eser, s. 89.
1032 Tefsiru't-Taberî, XXI/109.
1033 Aynı eser , s. 110.
1034 Tefsiru't-Taberi , XXII/56-57.
1035 Aynı eser , s.54.
1036 Aynı eser , s.90 ; el-Buharî , VII1/194.
1037 Tefsiru't-Taberî, XXIII/33.
1038 Tefsiru't-Taberî, XXII/144, Tefsîru İbn Kesîr, III/561.
1039 Tefsiru't-Taberî, XXV/116.
1040 Aynı eser, s. 117.
1041 Tefsiru't-Taberî, XXVII/45.
1042 el-Buharî, VI/15-16, 39, 41; Tefsiru't-Taberî, XXI/17; XXVI1/85.
1043 Tefsiru't-Taberî, XXVIII/167.
1044 Tefsiru't-Taberî, XXX/22
1045 Aynı eser, s. 27.
1046 Aynı eser, s. 317,318.
1047 Aynı eser, s. 314.
1048 Aynı eser, s. 315.
1049 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 149-167.
1050 el-Burhan, 11/78.
1051 Aynı eser, s. 79.
1052 Meryem sûresi 1.
1053 el-İtkân, U/9.
1054 Aynı yer.
1055 Mebahis fi ulumi'l-Kur'an s. 268.
1056 Tefsiru't-Taberi, 1/87. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 167-168.
1057 Al-î Imran sûresi 100.
1058 en-Nisa' sûresi 43.
1059 el-Kehf sûresi 83.
1060 el-îsra' sûresi 85.
1061 en-Nâz.iat sûresi 42.
1062 el-Bürhan, 1/22.
1063 Menâhilü'l-ırfan fi ulûmi'l-Kur'an, 1/102.
1064 el-Bakara sûresi 115.
1065 el-Vahidî, Esbabü'n-nüzûl, s. 68.
1066 Tefsiru't-Taberî, 11/33.
1067 Tefsiru't-Taberî, IV/203.
1068 Tefsiru't-Taberî, XII/134; el-Müsned, 1/406,386.
1069 el-Buharî, V/227; Müslim, VIII/244; Tefsiru't-Taberî, XV/104. Rasûlüllah'ın cinlere Kur'an okuduğu ve Abdullah b. Mes'ûd'un cin gecesi Rasûlül lahla bulunup bulunmadığı meselesi bazı tartışmalara yol açmıştır. Bazı îlim adamları Abdullah b. Mes'ûd'un cin gecesi Hz. Peygamberle beraber olmadığını ileri sürerlerken bazıları da Abdullah'ın bu gece Rasûlüliahla beraber olduğunu beyan etmektedir. Şimdi Abdullah'ın cin gecesi Rasûlüliahla beraber olduğunu bildiren birkaç rivayet üzerinde duralım.
(es-Suyutî Haydarabad, 1319, 1/137; Te&iru't-Taberî XXVI/32; Ebû Nu-aym, Haydarabad, 1320, 11/129-130).' (el-Hasaisü'1-Kübra, 1/138; Uyunü'1-eser, 1/137; el-Müsned, 1/458-459)
(Ebû Abdillah Muhammed b. Yezid el-Kazvînî Mısır 1952, 1/135,136,
(Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah el-Kurtubi' Mısır, 19C XVI/212).
Bu rivayetler muvacehesinde Abdullah b. Mes'ûd'un cin gecesi bulunmadığını bildiren rivayetlere de Taşlanmaktadır. Şimdi bunlardan da birkaç örnek zikredelim.
(Tefsîru'l- Kurtubî XIX/ 3-4; Müslim, 11/36) en-Ne-,evî Müslim şerhinde bu hadisi îzah ederken (11/52) Ebû Davûd ve daha başka yerlerde zikredilen ve nebizle abdest alındığım da bildiren hadislerin sahih olmadığını ileri sürerek şöyle demektedir. (Tefsiru'l-Kurtubi XVI/2l)
el-Kurtubî tefsirinde (XVI/4)Beyhakî'den şu sözü nakleder. «Beyhakî dediki: «Sahih hadisler cin gecesi Abdullah b. Mes'ûd'un Rasûlüllahla beraber olmadığına delalet etmektedir. Ancak Rasûlüllah Abdullah'a ve başkalarına cinlerin izlerini ve ateşlerinin eserlerini göstermek için gittiği zaman o da gitmiştir»
Görüldüğü gibi Abdullah'ın cin gecesi Rasûlüllahla beraber olup olmadığı hususunda ihtilaf edilmiştir. 'Şu kadarı var ki Abdullah'ın cin gecesi bulunmadığını bildiren rivayetlere bakılarak Abdullah'ın cin gecesinde olmadığını söylemek - kanaatimizce - mümkün olmaz. Şöyle ki: Müslim Abdullah b. Abbas'tan (11/35) Rasûlüllâh'm cinleri görmediğini ve onlar için Kur'an okumadığım rivayet etmektedir. Halbuki îbn Abbas'tan gelen başka rivayetlerde (Umdetü'1-karî, VII/290; et-Taberî, XXVI/33; Tefsiru'l-Kurtubî, XVI/213) Abdullah b. Abbas bu cinlerin Rasûlüllah tarafından kavimlerine elçi olarak gönderildiğini bildirdiğine temas edilmektedir. Şu hale göre Abdullah b. Mes'ûd'un cin gecesinde Rasûlüllahla beraber olmadığını kat'i olarak ileri sürmek mümkün değildir. Çünkü Rasûlüllah'ın cinleri görmedi-,ğini ve onlara Kur'an okumadığını söyleyen İbn Abbas, nasıl olur da cinlerin Rasûlüllah tarafından kavimlerine elçi olarak gönderildiklerini iddia edebilir? Bu ve benzeri sebepler yüzünden ilim adamları cinlerin Rasûlüllahla meteaddit defalar görüştüğüne ve Abdullah'ın da bu görüşmelerden bir kaçında hazır bulunduğuna meyletmişlerdir Fethu'1-Bârî sahibi (VIII/513) «Zıt görünen bu rivayetleri hadisenin teaddüdüyle birleştirmek mümkündür.» diyor. Umdetü'l-Kârî'de de (111/96) cin hadisesinin müteaddit olduğu açıkça ifade olunmaktadır.
Bu hadisenin müteaddit olduğunu kuvvetlendiren delillerden biri de Rasûlüllah'ın cinlerle muhtelif yerlerde buluştuğunu gösteren rivayetlerin mevcudiyetidir. Meselâ Taberi tefsirinde Rasûlüllah'ın cinlere Kur'an okuduğu yerin Hacun olduğu rivayet edilirken, bazıları cinlere okunan Kur'an'ın Nahle'de okunduğunu ileri sürmüşlerdir. en-Nevevî Müslim şerhinde (11/50) demiş ve hadisenin tekerrürüne işaret etmiştir, el - Kurtubî ise ibaresiyle hadisenin birden fazla olduğuna temas etmiştir. Haşiyetü'ş-Şihab sahibi (VIII/255) bu hadisenin tam altı defa Mısr 1326, s. 53) bu hadiseleri şu şekilde sıraya koymaktadır.
1 -İçinde tabirleri geçen hadisin delalet ettiği hadise ilktir. Bu hadiseyi,
2 -Hacûn'da,
3 -Mekke'nin üst kısmında,
4- Bakîu'l-Fergad da,
5- Medine dışında ve
6 -Bazı yolculuklarında vuku bulan görüşmeler takip eder.
Bu altı hadiseden 2,3 ve dördüncüsünde Abdullah b. Mes'ûd bizzat hazır bulunmuştur. Beşincisinde İbnü'z-Zübeyr, altıncısında da Bilâl el-Haris bulunmuştur. el-Kurtubî tefsirinde (XIX/4) Beyhakî'nin şu ifadelerini nakleder. «Abdullah b. Abbas'ın ianlattığı hadise, cinlerin Rasûlüllah'ın kıraatini ilk defa dinleyip onu tanıdıkları hadisedir ki burada Rasûlüllah cinleri görmemiş ve onlar içîn Kur'an da okumamıştır. Daha sonra cinlerin elçisi gelmiş ve Rasûlüllah onlarla giderek onlara Kur'an okumuşturki Abdullah b. Mes'ûd'un anlattığı işte budur. en-Nevevî'nin Müslim şerhinde (H/50) İbn Abbas'la İbn Mes'ûd hadi sesi arasında bir zaman farkı görmesi de bu anlayışı kuvvetlendirmektedir. Haşiyetü'ş-Şihab sahibi (VIII/254-255) «Abdullah b. Abbas'ın, Rasûlüllah'm cinlere Kur'an okumadığını ve onları görmediğini söylemesi ayetiyle ilgili hadiseye mütealliktir. Yoksa İbn Abbas hadiseyi mutlak olarak inkar etmiş değildir. Zira ayeti bunu göstermektedir. Çünkü ayette Rasûlüllah'm onlarla konuştuğuna ve onları kendi kavimlerine elçi olarak gönderdiğine işaret vardır,» demektedir. Yine aynı yerde İbn Teymiyyc'nin, «İbn Abbas Abdullah b. Mes'ûd'un bu hadiseyi bildiğini bilmiyordu» dediği nakledilmektedir. el-Kurtubî tefsirinde (XIX/4) İbn Arabi'nin şu sözlerini nakleder. «İbn Mes'ûd (bu hususta) İbn Abbas'tan daha iyi bilir. Çünkü hadiseye bizzat şahit olmuştur. İbn Abbas ise bu olayı duymuştur. Duymaksa herhalde müşahede etmek gibi değildir».
Netice itibariyle Abdullah b. Mes'ûd Rasûlüllah'ın cinlerle buluştuğu birkaç hadisede bizzat hazır bulunmuştur. Rasûlüllah'ın nebiz'le abdest aldığım bildiren hadiste adı geçen İbn Lehîa için «zayıftır» denümişse de bu hüküm mutlak değildir. ez-Zehebî Kahire 1963, 11/475-483) bu kimse hakkında söylenenleri uzun uzun anlatmıştır.
Bu hadisede fazla bilgi için Bkz : Tefsiru't-Taberî, XXIX/102, 103; XXVI/30-34; De-lâilü'n-Nübüvve, 11/127-130; Ruhu'l-maanî,IX/184-186; Haşiyetü'ş-Şihab, VIII/254-256;" Tef-siru'l-Kurtubî, XVI/210-216; XIX/l-5; Kitabu akâmi'l-mercan, s. 38-54; Şerhu'n-Nevevî alâ sahihi Müslim, 11/50-52; el-Müsned, 1/398,402,449,455,457,458; İrşadü-s-sârî, IX/200; Hak dini Kur'an dili, M. Hamdi yazır, 1935, VII/5381-5395; Uyunü'1-eser, 1/136-138; Sîretü İbn Kesîr, 11/153; Abdurrahman Habenneke el-Meydânî, UMîjüi« Şam 1966, 11/23-37; ed-Durrü'1-mensûr, VI/44-45; 270-271.
1070 Tefsiru't-Taberî, XV/105.
1071 Aynı eser, s. 106.
1072 Aynı eser, s. 155; el-Müsned, I/4İ0; el-Buharî, V111/189; V/228; el-Vahidî, esba-bü'n-nüzül,s. 168, Delailü'n-Nübüvve 1/126.
1073 Tefsiru't-Taberî, XV/155.
1074 el-Buharî, VIII/207; el-Müsned, 1/442; Tefsiru't-Taberî, xxIV/109. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 168-176.
1075 Tefsiru't-Taberî, IV/30.
1076 Aynı eser s. 31.
1077 Tefsiru't-Taberi, XI/47.
1078 Aynı eser, s. 48.
1079 Tefsiru't-Taberi, VIV/51.
1080 Aynı eser s. 55.
1081 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 176.
1082 Tarihu'l-Fıkhî'l-İslâmi, (Dr. Y. Musa) s. 19.
1083 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 177.
1084 Ebû Hanife, s. 238; el-Buhari, Abdu'1-Azîz b. Ahmed b. 1307, 1/25.
1085 Ebû Hanîfe, s. 238.
1086 Ebû Hanife, s. 263.
1087 Tarihu'l-Fıkhi'l-İslâmi (M. Ali es-Sayis) s. 25.
1088 el-Bakara sûresi, 185.
1089 el-Hac sûresi, 78.
1090 el-Maide sûresi, 101.
1091 el- Bakara sûresi , 219.
1092 en- Nisa sûresi , 43.
1093 el- Maide sûresi , 90.
1094 el- A'raf sûresi ,199.
1095 el- Hac sûresi , 39.
1096 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 177-180.
1097 el-Haşr sûresi, 7.
1098 cn-Nisâ sûresi, 80.
1099 el-Bakara sûresi 185.
1100 Tuhfetü'l-Fukaha (Mukaddime) s. 7. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 180-181.
1101 Tarihu'l-Fıkhil-İslâmî, s. 22.
1102 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 181-182.
1103 el-Cassas, Ahkamül-Kur'an, II/.360.
1104 el- Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, 111/42.
1105 Aynı eser, s. 40.
1106 Aynı yer.
1107 Aynı yer.
1108 Aynı eser, s. 36.
1109 eh-Nesâî, 11/142; İbn Mace 1/276; Müslim, 11/15; el-Müsned, 11/376,420,415; el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, IH/41.
1110 İbn Mace, 1/276; el-cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, IH/41
1111 İbn Mace, 1/277; el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, 111/41.
1112 İbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an, H/816.
1113 el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, IH/42.
1114 el-Tabakat, VI/199.
1115 el-Müsned, 1/451.
1116 Bedâiu's-sanai', 1/44.
1117 Aynı yer.
1118 Aynı eser, s. 45.
1119 Aynı yer.
1120 el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, 11/369.
1121 Aynı yer.
1122 es-Sıhah, 11/972.
1123 ez-Zeylâî, 1/12.
1124 Meryem sûresi 20
1125 ez-Zeylâî, 1/12.
1126 el-Müsned, VI/210,62; en-Nesâî, 1/104; İbn Mace, 1/168; Ebû Davud, 1/83,84.
1127 Bedâiu's-sanai',III/193; e!-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, 1/364.
1128 Aynı yerler.
1129 es-Sıhah, 1/64.
1130 Aym yer.
1131 Ebû Davud, 1/116,117,- İbn Mace, 1/204.
1132 Bedaiu's-sanai',III/194.
1133 el-Bakara sûresi 197.
1134 el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, 1/364-374; Bedaiu's-sanai',111/193-195; ez-Zeylâî, 111/26-27...
1135 el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, 11/130.
1136 Aynı yer.
1137 Aynı yer.
1138 en-Nîsâ' sûresi 24.
1139 İbn Nüceym Mısır 1322, s. 43.
1140 Aynı yer.
1141 Aynı yer.
1142 Aynı yer.
1143 Aynı yer, s. 43-47.
1144 Ahkâmü'l-Kur'an, 11/130-134. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 182-187.
1145 es-Sîratü'n-Nebeviyye (İbn Hişam), 1/389.
1146 Tefsiru't-Taberî, 1/98.
1147 Aynı yer.
1148 es-Sıhah, VI/2533.
1149 en-Nisâ' sûresi 136.
1150 Tefsiru't-Taberî, 1/101.
1151 Aynı eser, s. 121.
1152 Lisan'ül-Arab, IX/99.
1153 Tefsiru't-Taberî, 1/211.
1154 Lisânü'1-Arab, III/301.
1155 er-Rum sûresi 17.
1156 es-Saffat sûresi 143.
1157 Lisânü'1-Arab, III/302.
1158 Tefsiru't-Taberî,II/98.
1159 Aynı eser s. 99.
1160 es-Sıhah, 11/904.
1161 Tefsiru't-Taberî, 11/101.
1162 es-Sıhah, 11/903.
1163 Tslsiru't-Taberî, XIX/139.
1164 Tefsiru't-Taberî, XVIII/56.
1165 Tefsiru't-Taberî, XXI/103.
1166 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 187-190.
1167 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 191-192.
1168 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 193-197