Dr. Hüseyin Küçükkalay
ÖNSÖZ
1. BÖLÜM - ABDULLAH İBN MES'ÜD
HAYATI, İLMİ ve ŞAHSİYETİ
A. HAYATI
1 - Cahiliye Devri
2 - İslâm Devri
a) Hazreti Peygamber Devri
b) Hülefa-i Raşidin Devri
B. İLMÎ
1 - İlminin Kaynakları
a) Hazreti Peygamberle İttisali
b) Muhiti Ve Sahabi Hocaları
2- Kur'an Bilgisi
a) Kur'an Nüshası Ve Tertibi
b) Diğer Bazı Hususiyetleri
c) Kur'an Nüshası İle İlgili
Tenkitler
d) Abdullah b. Mes'ûd'un
nüshası ve Şîa
3- Sünnet Ve Hadis Bilgisi
4- Fikh Bilgisi
5- Sair İlimlerdeki Bilgisi
a) Kıraat Bilgisi
b. Abdullah B. Mes'ûd'un
Kıraatinden Örnekler
c) Lügat Bilgisi
d) Kelâm Bilgisi
6 -Talebesi
a) Tefsir İlminde
Yetiştirdiği Talebesi
b) Kıraat
İlminde Yetiştirdiği Talebesinden Bazıları
c) Fıkh İlminde
Yetiştirdiği Talebesinden Basıları
C.
ŞAHSİYETİ
1- Cahiliye Devrinde İbn Mes'ûd
2-İslâmın Yetiştirdiği İbn Mes'ûd
a) Fazileti Ve Takvası
b)
Hikmetli Sözleri, Hayata Ait Bazı Görüşleri Ve Tavsiyeleri
3 - Başkaları
Nazarında İhn Mes'ûd : Zemler Ve Medihlef
2. BÖLÜM - İBN MES'ÜD ve TEFSİRDEKİ
YERİ
A.
Sahabe Devrinde Tefsirle İlgili Meselelere Umumi Bir Bakış
1-Tefsirin Kaynakları
a) Kur'an
b) Hz. Peygamber
c) İctîhad ve İstinbat (Re'y)
d) Semavî Kitaplar Ve
Ehli Kitaba Müracaat
2- Tefsir Medreseleri
a) Mekke Medresesi
b) Medine Medresesi
c) Irak Medresesi
B - İbn Mes'üd
Ve Irak Tefsir Medresesinin Teşekkülü
1- Irak
Tefsir Medresesinin Teşekkülünde İbnmes'ûd'un Rolü
2- Îbn Mes'ûd'un
Medreseye Getirdiği Yenilikler
3- Irak
Tefsir Medresesini Diğerlerinden Ayıran Hususiyetler
4- İbn Mes'ûd'un Tefsir
Öğretimindeki Usûlü
C
- İbn Mes'ûd'un Tefsirdeki Metodu
1- Nakle Dayanan
Tefsir (Et-Tefsiru Bi'1-Me'sur)
a) Kur'an İle Tefsir
b) Sünnet İle Tefsir
c) Israiliyyat İle Tefsir
2- Akla Dayanan Tefsir (Re'y
Tefsiri)
3 - Çeşitli Kur'ân
Ayetleriyle İlgili Görüşleri
a) Müteşabih
b) Esbabü'n-nüzûl
c) Bazı Ayetleri
Değişik Vecifalerle Tefsiri
3. BÖLÜM - İBN MES'ÜD TEFSİRİNİN
ÇEŞİTLİ İLİMLER YÖNÜNDEN HUSUSİYETLERİ
A- Fıkh
İlmi
1-Fıkh İlminin Kaynakları
a) Kitabullah
b) Sünnet
c, d) İcma' ve Kıyas
2- Hüküm İstinbat!
Yönünden Kur'an Tefsiri
B-Lügat
İlmi
1-Ayetleritı Lügat Yönünden
Tefsiri
NETİCE
BİBLİYOGRAFYA
DİPNOTLAR
ABDULLAH İBN MES'ÛD ve TEFSİR İLMİNDEKİ YERİ
ÖNSÖZ
Abdullah b. Mes'ûd, tefsir sahasında Abdullah b. Abbas'dan sonra ilk şahsiyet
olarak karşımıza çıkar. Böyle, önemli bir kimsenin hayatı ve tefsir ilmindeki
yeri, bu güne kadar ele alınıp incelenmiş değildir. Bu bakımdan, konunun
işlenmesi ve sahabenin büyüklerinden olan Abdullah'ın tekirle ilgili
görüşlerinin açığa çıkarılmasının bize bu sahada yen,i bilgiler vereceği
muhakkaktır.
Çalışmalarımızda, Abdullah b. Mes'ûd'un, ayeti kerimelerin tefsiri hakkındaki
görüşlerini -tesbit etmek için Taberî tefsirini esas kabul ettik. Bu sebeple de
mezkûr tefsiri başından sonuna kadar inceliyerek Abdullah b. Mes-ûd'la ilgili
bütün tefsir rivayetlerini çıkardık. Bu tefsiri esas kabul edişimizin birçok
sebepleri vardır. Her şeyden önee Taberî tefsiri, nakli tefsirle il gilenenlerin
müracaat edecekleri en geniş kaynak sayıhr.Bu bakımdan Taberî, büyük değer
kazanmıştır. Ayrıca Taberî'nin rivayetler arasında tercihler yaparak bir kısmım
diğerleri üzerine takdim etmesi, tefsirini daha önemli bir seviyeye
yükseltmiştir. Bunlarla beraber i'rab ve istinbatlara da yer ren Taberî, bu
tefsiriyle birçoklarını gerilerde bırakmış bulunmakta dır. tefsir, müslümanlar
arasında olduğu gibi batılı ilim adamları arasında da takdir görmüştür. Hattâ
Alman, müsteşriklerinden Theodor Nöldeke, bu tefsirin bazı kısımlarını görünce
1860 senesinde, «Eğer bu tefsir elimizde olsaydı sonradan yapılan tefsirlerin
hiçbirine ihtiyaç duymazdık» demiştir. Şu halde en -Nevevî'nin de belirttiği
gibi, Taberî tefsiri saviyesinde bir tefsir yapılmış değildir. Bizim, daha başka
çeşitli meziyetlere de sahip bulunan Taberî tefsirini esas ittihaz etmemiz işte
bunlardan ileri gelmektedir.
Çalışmalarım esnasında benden her türlü yardımlarını esirgemiyen muhterem hocam
Prof. M. Tayyib Okiç, Doç. Dr. Tâl'ât Koçyiğit Doç Dr. İsmail Cerrahoğlu ve
Bağdat Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Öğrenci iken tefsir hocamız olan
Mısırlı Muhammed Hüseyin ez - Zehebî'ye teşekkürü bir borç bilirim.
Hüseyin Küçükkalay
Tefsir Asistanı
Mustafa ve Abdullah Mes'ûd Küpükkalaya.
Dr. H. Küçükkalay 29-3-1971 Konya
Bu eser, Prof. M. Tayyib Okiç, Doç. Dr. Tal'at Koçyiğit, Doç.Dr. İsmail
Cerrahoglu, "Merhum,, Doç. Dr. Yaşar Kutluay'dan kurulu jüri tarafından 17-5-
1969 da doktora tezi olarak kabul edilmiştir.1
1. BÖLÜM
ABDULLAH İBN MES'ÜD HAYATI, İLMİ ve ŞAHSİYETİ
A. HAYATI
1 - Cahiliye Devri :
Ebû Abdirrahman Abdullah b. Mes'ûd2 b. Gafil b. Habib b. Şemh b. Fe'r b. Mahzûm
b. Sahile b. Kâhel b. el-Haris b. Temîm b. Sa'd b.^ Hüzeyl b. Müdrike. Müdrike,
Hz. Peygamberin de on dördüncü dedesijdir. Ebû Abdirrahman künyesi Abdullah b-
Mes'ûd:a Hz. Peygamber tarafından verilmiştir.
Bu büyük sahabinin îslamdan önceki yaşayışı ve hayatı hakkında, ne yazık ki çok
az bilgiye sahip bulunuyoruz. Bu hal birçok ashabda da aynı şekilde göze
çarpmaktadır. Bilhassa bunlar arasından gerek siyasî ve gerekse daha başka
yönleriyle tanınmamış olanların hayatları adeta karanlıklara, gömülmüş
erişilmesi güç hatta bazan imkansız bir mazidir. İşte bu kimsçle?-den biri de
Hz. Peygamberin gece ve gündüz yamndan ayrılmamış fea her türlü hizmeti yapmak
İçin elinden gelen gayreti göstermiş olan ( Ö. 32/652 )
Bu büyük insanın Îslamdan önceki hayat safhaları tam lumumuz olmadığına- göre
diyebiliriz ki Abdullah b. Mes'ûd'un hayatö lüman olduktan sonra başlamıştır.
Çünkü Abdullah b. Mes'ûd'un babası çok fakir kimselerdi. Bu bakımdan Abdullah b.
Mes'ûd ca rinde bazı kimseler gibi maddî yönden bir şöhrete sahip olamadı.
Babası Mes'ûd b. Gafil, Abdullah b. el-Haris b. Zühre'nin halifi olarak
bulunuyordu.3 Babasının bu tutumu yüzünden Abdullah b. Mes'ûd da cahiliye
devrinde Zühre oğulları peymanlısı olarak tanınmıştır. 4 Durum ne olursa olsun
şurasını kat'i olarak ifade edebiliriz ki Abdullah b. Mes'ûd ilk sahabe
zümresine dahildir. 5Biraderi Ukbe ve Annesi Ümmü Abd de aynı durumdadırlar.
Abdullah b. Mes'ûd'un kesin olarak ne zaman doğduğu hakkında bir bilgi elde
edemedik. Onun doğumu da mazinin karanlıklarında kendini gizlemiş bulunmaktadır.
Ashab arasında «Abdullah» ismini taşıyan birçok kimseler vardı. Bu hususu ele
alan İbnü's-Salah'ın (Ö. 643/1245) ifadesine göre (220) ye baliğ olmuş iken
6«Abadile» kelimesinin yalnız Abdullah b. Abbas (Ö. 68/687), Abdullah b. Ömer
(ö. 71/690), Abdullah b. ez-Zübeyr (ö. 73/692) ve Abdullah b. Amr b. el-As'a (Ö.
65/684) inhisar ettirilmiş olması tamamen is-tılahidir 7Abdullah b. Mes'ûd ise
ıstılahi anlamıyla «Abadile» den değildir. Çünkü bu ıstılah Abdullah b.
Mes'ûd'un vefatından sonra meydana gelmiş bulunmaktadır. Ahmed b. Hanbel'e (Ö.
241/855) Abadile'nin kimler olduğu sorulduğu zaman Abdullah b. Abbas, Abullah b.
Ömer, Abdullah b. ez-Zübeyr ve Abdullah b. Amr b. el-As'ı saymıştır. 8 Kendisine
«Peki, ya Abdullah b. Mes'ûd» denilince onun Abadile'den olmadığım ifade
etmiştir. 9 Bu nevi ıstılahlara müteaddit ilimlerde raslanır. Meselâ nahv
ilmiyle uğraşanların malumu olduğu gibi bu ilimde «el-Kitab» denildiği zaman
İmamü'n-nühat lakabını haklı olarak kazanmış bulunan Siybeveyh'in (Ö. 180/796)
Kitabu Siybeveyh (el-Kitab) ismiyle bilinen meşhur eseri kas-dedilir. Tıpkı fıkh
usûlünde «el-Kitab» denildiği zaman Allah'ın (C.G.) Ra-sülüllah'a indirmiş
olduğu Kur'an'ın muradedildiği gibi. Böyle bir ıstılahı fıkh ilminde de
görüyoruz. Meselâ Hanefi Fukahasına ait fıkhî bir ibarede cümlesini görmüş olsak
bu ibaredeki «el-Kitab» lafzından meşhur Kudûrî metninin kasdedilmiş olduğunu
anlarız.
Abdullah ismi, selef nezdinde bazı şehirlere nazaran muayyen kişilere itlak
edilirdi. Bu kimseleri şu şekilde sıralayabiliriz . 10
Mekke'de Abdullah denilirse Abdullah b. ez-Zübeyr,
Medine'de b. Ömer,
Kûfe'de b. Mes'ûd,
Basra'da b. Abbas,
Horasan'da b. el-Mubarak, (Ö.736/797)
Mısır'da b. Amr b. el-As kasdedilir.
Görüldüğü gibi Abdullah b. Mes'ûd bu tasnife girmekte ve Abadile ismini
alanlarla beraber bulundurulmaktadır. Bununla beraber el-Cevherî (Ö. 393/1002)
Abadile'yi üç kimse olarak tanıtmış ve Abdullah b. ez-Zübeyr'i saymamıştır.11
2 - İslâm Devri :
a) Hazreti Peygamber Devri :
Abdullah'ın müslüman oluşu garip bir tesadüfle vuku bulmuştur. Rivayetlere göre
Hz. Peygamber ile Ebû Bekr (Ö. 13/634) müşriklerden kaçtıkları bir sırada12
Abdullah b. Mes'ûd'a raslarlar. O zaman Abdullah, Ukbe b. Ebî Muayt'm (Ö. 2/624)
koyunlarını otlatmakta meşguldü. 13Hz. Peygamber koyunlarının başında onların
idaresiyle uğraşan Abdullah b. Mes'ûd'a yaklaşır ve içecek bir miktar südü
bulunup bulunmadığını sorar. Bu sual karşısında Abdullah b. Mes'ûd südünün
bulunduğunu, fakat emanetçi olduğu için veremiyeceğini bildirir. Bunun üzerine
Hz. Peygamber henüz süt vermemiş bir koyun bulunup bulunmadığını sorar. Abdullah
b. Mes'ûd arzu edildiği şekilde bir koyun getirir. Hz. Peygamber koyunun
memesini mesheder ve neticesinde bir mu'cize olmak üzere hiç süt vermemiş olan
bu koyunun memelerinden süt iner. Bu süt bazı rivayetlere göre ortası çukur bir
taşa 14bazı rivayetlere göre de normal şekilde bir kaba sağılmıştır. 15Fakat bu
kabın nev'i belli değildir. Bununla beraber bu, olsa olsa koyun otlatmakda
bulunan bir insanın taşıyabileceği bir kapdır.
Bu sütten, önce Ebû Bekr, daha sonra da Hz. Peygamber içer 16Bundan sonra Hz.
Peygamber hayvanın memesine yumul demiş ve me derhal eski haline dönüvermiştir.
Bu açık ve bariz mu'cize karşısında kend den geçmiş olan Abdullah, b. Mes'ûd,
böyle bir kimsenin ancak hak lunda olabileceğine inanmış ve Hz. Peygambere
«Bundan bana da öğr demişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber ellerini Abdullah b.
Mes'ûd'un şma koyarak dedi. İşte bu hal Abdullah b. Mes'ûd'un müs man olmasına
sebep olmuştu. 17 Bununla beraber Abdullah b. Mes'ûd' müslüman olmasında bu
hadiseyi bir sebep olarak görmeyenler de varc Şu halde Abdullah'ın müslüman
oluşu en az iki ayrı vakte isnat olunm; tadır. Bu hususta ileri sürülen ikinci
görüş ise Abdullah'ın Müslüman olu nu, Hz. Peygamberin Arkam b. Ebi'l-Arkam'm
(Ö. 55/675) evine gelmes den önceki bir zamana dayamaktadır. 18 Abdullah'ın
bizzat kendi ; zindan duyulmuştur ki Abdullah b. Mes'ûd altıncı müslüman
olduğunu selemistir. 19 Şu halde Abdullah b. Mes'ûd'un müslüman olduğu tarih h;
kında iki ayrı rivayet ortaya çıkmaktadır. Bunlardan biri yukarda da ter edilen
süt hadisesidir. İkincisi ise bu süt hadisesiyle uzak yakın hiçbir alâk yoktur.
Süt hadisesiyle ilgili olmayan rivayete bakılacak olursa Abdullah Mes'ûd, Said
b. Zeyd (Ö. 51/671) ve eşi Fatıme bintü'l-Hattab'm müslüm oldukları zaman
müslüman olmuştur (19). Ömer ise (Ö. 23/643) bu zama larda henüz müslüman olmuş
değildi. 20
mi bilmiyorduk?» dedik. Abbas «Evet, sizler bunu bilmiyorsunuz. Bu kimse benim
kardı min oğlu Muhammed b. Abdillah'dır. Yanındaki genç Ali b. Ebî Talib (Ö:
40/661) ve : din da Hatice'dir. (Ö: H. Ö. 3/620) Allah'a yemin ederim ki yer
yüzünde Allah'a bu di ibadet eden bu üçünden başka kimse yoktur» dedi.21
Abdullah b. Mes'ûd'un geçim sebebiyle koyunlarını otlattığı Ukbe b. Ebî Muayt
ilk zamanlarda Hz. Peygambere hakarete teşebbüs edenler ve bil-fi'l hakaret
edenler arasında yer alır. Ukbe, tanınmış Übey b. Halef ile hoş geçinirdi.
Araları da oldukça iyiydi. Ayrıca Ukbe bir zamanlar Hz. Peygamberi dinlemiş ve
ondan islâm dinine dair bazı şeyler de duymuştu. Durumdan haberdar olan Übey,
Ukbe'nin Hz. Peygambere karşı göstermiş olduğu bu yakınlığa çok sinirlendi.
Bu sebeple derhal Ukbe'ye gelerek «Muhammed ile oturup onu dinlediğin bana kadar
geldi. Şimdi gidip onun yüzüne tüküreceksin ve bir daha da onunla beraber
olmayacaksın. Aksi halde yüzüm yüzüne haram olsun» dedi. Ukbe Halefin dediğini
yaptı. Fakat ağzından çıkan tükürük kendi yüzüne döndü. İşte bunlar hakkında o
gün (her) zalim nedametle iki elini ısırıp, ne olurdu ben o Peygamberin
maiyetinde (Allah,a) bir yol edineyim,diyecekt ir. ayeti 22 nazil oldu. 23
Abdullah'ın yanında çalıştığı Ukbe'nin Hz. Peygambere daha başka kötü
davranışları olduğunu da görüyoruz. Hatta bir defasında namaz kılmakta olan Hz.
Peygamberin omuzlarına bir deve eşi atmıştı. Fakat kızı Fatıme (Ö. 11/632) gelip
onu kaldırdı. Daha sonra da Hz. Peygamber Kureyş'den bazı kimselerin helâle
olmaları için dua etti. 24Bu kimseler arasında Ukbe b. Ebî Muayt da bulunuyordu.
25
Yine Ukbe'nin, Kureyş'in bir elçisi olarak Medine'ye gittiğini görüyoruz. Hadise
Ebû Ga'fer et-Taberî'nin (Ö. 310/922) ifadesine göre şöyledir. «Kureyş en-Nadr
b. el-Haris ve Ukbe'yi Medine'de bulunan bazı Yahudi alimlerine gönderirler ve
onlardan Hz. Peygamberin bazı vasıflarını da söyleyerek bilgi almalarını
isterler. Kendileriyle görüştükleri Yahudi alimleri bunlara bazı sorular öğretip
onların Hz. Peygamberden sorulmasını söylerler. Netice itibariyle bunlar Hz.
Peygamberden sorulur ve bu münasebetle de el-Kehf sûresi nazil olur26
Bütün bunlardan anlaşılan tek şey Abdullah b. Mes'ûd'un yanında lıştığı Ukbe'nin
Hz. Peygamber için en büyük bir düşman olduğudur. Ancak Abdullah b. Mes'ûd
müslüman olur olmaz Ukbe'nin yanından dert ayrılmıştır. Yine et-Taberî'nin JJ
ile naklettiği rivayetine bakılacak olur. 27 ayeti 28Allah ye peygamberi bir işe
hüküm etti zaman gerek mü'min olan bir erkek, gerek mü'min olan bir kadın (için
oı aykırı olacak) işlerinde kendilerine muhayyerlik yoktur. Kim Allah'a Resulüne
isyan ederse muhakkak ki o apaçık bir sapıklıkla yolunu sapıtmış - Ukbe'nin kızı
Ummü Külsüm hakkında nazil olmuştur. Bilindiği gibi Ür mü Külsüm müslüman
olmuştu. 29Ukbe'nin oğlu Velid'in, (Ö. 61/680) c Hz. Peygamber tarafından zekât
toplamak için görevlendirilmiş olduğur müşahâde ediyoruz. Ancak Velid, gittiği
yerde öldürüleceğini zannedere geri dönüp gelmişti. Bunun üzerine
Ey iman edenler, eğer bir fasik size bir haber getirirse onu tahkik edij (Yoksa)
bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza peşiman kimseh olursunuz ayeti
30nazil olmuştur. 31 Ukbe daha sonra Bedr günü t sir olarak getirilmiş ve Hz.
Peygamberin emri üzerine öldürülmüştür 32Ukbe hakkında nazil olan ayetlerden
biri de sana buğze den (yokmu) zürriyetsiz olan şübhesiz odur. ayetidi. 33 Çünkü
Ukbe H: Peygamber hakkında münasebetsiz lâflar eder ve «Çocuğu olmayacak, nes
kesik» derdi34Ukbe'nin Hz. Peygambere karşı en üzücü davranışı, elle rini Hz.
Peygamberin omuzlarına koyarak elbisesini bükmek suretiyle adet, boğacakmış gibi
hareket etmiş olmasıdır. Fakat o esnada Ebû Bekr yetişmi ve Ukbe'yi iterek Hz.
Peygamberi elinden kurtarmıştır. 35Ebû Talib'n (Ö. H. Ö. 3/620) vefat etmek
üzere olduğu bir anda yanına bir heyet git misti. Bu heyet, Ebû Talib'in Hz.
Peygambere nasihat etmek suretiyle da vasmdan vazgeçmesini istemesi için ricada
bulunacaktı. Giden bu heyet ara smda Ukbe b. Ebî Muayt da vardı.36
Böylece yukarda bir dereceye kadar şahsiyetinden bahsetmiş olduğumuz Ukbe'nin
yanında çalışan Abdullah b. Mes'ûd müslüman olur olmaz yepyeni bir hüviyetle ve
altıncı müslüman olarak karşımıza çıkıyor. Abdullah müslüman olduktan sonra
daima Hz. Peygamberin yanında olmaya başlamıştı. Onun yanma gelir,
ayakkabılarını giydirir, bir yere gitmek istedikleri zaman daima önünde yürür,
yıkanırken onu gizler ve uyuyunca da uyandırırdı 37Oturulması gereken bir yere
geldiği zaman Hz. Peygamberin ayakkabılarını çıkarır ve koltuğunun altına
alırdı. Bu Abdullah b. Mes'ûdun adeti idi. Hülasa olarak ifade etmek gerekirse
diyebiliriz ki Abdullah b. Mes'ûd Hz. Peygamberin yolculuğa çıkınca ihtiyaç
duyacağı bazı eşyanın (yatağının, taharetle ilgili şeylerin, yastığının)
taşınmasına vesile o-lurdu. Yolda olmadıkları zaman ise temas ettiğimiz gibi Hz.
Peygamberin ayakkabılarını giydirir, bir yere gitmek istediği zaman en ıssız
yerlerde bile olsa önünde yürür, uyuyunca uyandırır ve yıkanırken de onu
gizlerdi.
Abdullah b. Mes'ûd gayet kısa boylu, fazlasiyle zayıf, çok güzel kokular
kullanan ve en güzel elbiseler giyen bir kimse idi. 38 Hatta karanlık bir gecede
güzel kokusundan onu herkes tanırdı. 39Saçları omuzlarına: dökülmüştü, oldukça
uzun sayılırdı. Bazıları köprücük kemiğine kadar uzamış olduğunu söylemektedir.
40 Namaza durunca da bunları kulaklarının arkasına atar ve ondan sonra namazını
kılardı. 41 Bacakları çok ince idi. 42 Hz. Peygamber Abdullah b. Mes'ûd'un
cennetlik olduğunu müjdelemişti. 43 Teni çok esmerdi. 44 Son derece mütevazı
olan Abdullah b. Mes'ûd'un kullandığı yüzük bir demir parçasından yapılmıştı.45
Temas edildiği gibi Abdullah b. Mes'ûd Ömer'den önce müslüman olmuştur. Bu
hususu Abdullah'ın kendi ifadesinden de anlıyoruz. Abdullah t Mes'ûd diyor ki:
«Ömer müslüman olmadan önce Ka'be yanında nama kılamıyorduk. Ömer müslüman
olunca Kureyş müşriklerine karşı geldi. Boy lece hem kendi ve hemde biz Ka'be
yanında namaz kılmaya başladık.» Yi ne Abdullah b. Mes'ûd şöyle demektedir:
«Ömer'in müslüman oluşu feth hicreti zafer ve halifeliği de rahmetdir. Ömer
müslüman oluncaya kadar bi: Ka'be yanında namaz kılamıyorduk46
Müracaat ettiğimiz kaynaklardan Abdullah b. Mes'ûd'un iki hanımı oldu ğunu
tesbit ettik. 47Hanımlarından biri Rayta, 48diğeri ise Zeyneb'dir 49Zeyneb
müslüman olmuş ve Hz. Peygambere bey'at ettiktei sonra kendisinden hadis bile
rivayet etmişti. 50Zeyneb'in baz el işleriyle uğraştığı ve Abullah b. Mes'ûd'a
yardımcı olduğu bilinmektedir Kendisinin rivayet ettiği bir hadiste özetle şöyle
deniliyor: «Rasûlüllah bizt bir konuşma yaptı ve dedi ki: «Kadınlar,
ziynetlerinizden de olsa sadaka ve riniz. Çünkü kıyamet gününde cehennem
halkının çoğunu siz teşkil ediyor sunuz.» Abdullah b. Mes'ûd eli bol bir insan
değildi. Ona, Rasûlüllah'a biı sor, kocama ve elim altında bulunan yetimlere
sarfedeceğim para sadaka olur mu? dedim. Fakat Abdullah, Rasûlüllah'm mehabetini
taşıdığından bana «Sen git ve sor» dedi. Rasûlüllah'm kapısına kadar gittim.
Kapıda Zeynel: isminde ve benim durumumda olan Ensarlı bir kadın daha vardı.
Bizi Bilâl (Ö. 20/640) karşıladı. Bilâl'e, istediklerimizi Resûlüllah'a
sormasını söyledik. Bilâl içeri girdi ve kapıda Zeyneb, var dedi. Resûlüllah,
hangi Zeyneb olduğunu sordu. Bilâl, Abdullah'ın hanımı ve Ensardan bir Zeyneb,
kocalarına ve baktıkları yetimlere vermekte oldukları nafakadan soruyorlar,
dedi. O zaman Rasülûllah yanıma geldi ve «Sizler için iki ecr vardır. Biri
akrabalık, ikincisi de sadaka ecridir dedi. 51
Hatta sarfettiğiniz (mehr)i isteyin, (Kâfirler de size hicret eden mü'rnin
kadınlara) harcadıkları (mehr)i istesinlerayetinde 52Abdullah b. Mes'ûd'un
hanımı Zeyneb'in de muradedilmiş olduğu ilerî sürülmektedir.53
Abdullah b. Mes'ûd'un üç erkek evladına raslıyabiliyoru. 54 Bunlar Abdurrahman,
Utbe ve Ebû Ubeyde'dir. Küçüklüklerinde de son derece güzel olan bu üç çocuk55
ilim ve irfan yuvasında yetişmişler ve nesilleri de aynı şekilde devanı
etmiştir. Abdurrahman'm çocuklarından Kasım, bir müddet dedesinin yapmış olduğu
Küfe kadılığında bulunmuştur. 56Abdurrahman'm ikinci oğlu Ma'n'm oğlu Kasım da
(Ö. 175/791) bir müddet Küfe kadılığı yapmıştır. 57Kasım, fıkh, hadis ve şiir
gibi ilim dallarında bir hayli şöhrete sahip bulunuyordu. 58
îkinci oğlu Utbe ise onun da nesli bir ilim ve irfan yuvası halinde devam
etmiştir. Ebu'l-Ahvas diyor ki: «Bir. gün Abdullah b. Ales'ûd'un yanına
gelmiştik. Yanında nurlar gibi güzel üç erkek çocuk vardı. Güzelliklerinden şaşa
kalmıştık. Abdullah b. Mes'ûd « Her halde onlarla beni gıpta ediyorsunuz» dedi.
Biz «Evet, bir mü'min bunlarla gıpta edilir» dedik. Abdullah b. Mes'ûd küçücük
evinin tavanına başım kaldırıp orada yuva yapmış ve yumurtalarını bırakmış olan
bir kuşa başını çevirerek «Vallahi, dedi, şu kuşun yuvasının düşüp
yumurtalarının kırılmasmdansa bu üç çocuğumu gömüp topraklarından elimi silkmiş
olmam bence daha iyidir» 59
Bu hadise aynı zamanda Abdullah b. Mes'ûd'un mahlukata karşı şefkat ve
merhametinin derecesini de göstermektedir.
Abdullah b. Mes'ûd'un Ebû Avn künyesiyle tanınan Utbe (Ö. 44/664) isimli bir
kardeşi vardı. 60Utbe'nin baba bir ana ayrı kardeş olduğu söylenmişse de ana
baba bir kardeş olduğu daha doğrudur. 61İlk müslümanlar arasında bulunan Utbe,
Habeşistan'a yapılmış olan ikinci hicrette bulunmuş ve Uhûd savaşma da diğer
müslümanlar gibi iştirak etmiştir. 62
Hz. Peygamberden rivayeti yoktu63 Ömer'in hilâfetinde ve Medine vefat etmiş,
namazını da bizzat Ömer kıldırmıştır. Utbe'nin Abdullah isiı bir oğlu vardı ki
Abdü'l-Melik b. Mervan (Ö. 86/705) in halifeliği zan nında Küfe şehrinde vefat
etti. Fıkh ilminde büyük bir şöhrete sahip bu! nuyordu. Abdullah'ın da
Ubeydullah (Ö. 98/716) adında bir oğlu1 var ez- Zührî'nin (Ö. 124/742)
kendisinden rivayetlerde bulunduğu söylenme tedir. Abdullah'ın ikinci oğlu
Avn'dir (Ö. 115/733). Çok zahid ve alim kimse idi. Bir müddet el-Mürcie
fırkasının fikirlerini benimsemiş, fakat da sonra bu kanaatinden dönmüştür. Şu
beyitler bu hususa işaret etmektedi:
Avn b. Abdillah halife Ömer b. Abdi'1-Aziz (Ö. 101/720) tarafmd; çok sevilirdi.
Hatta zamanın meşhur şairlerinden Cerir b. Atıyye (Ö. 110/72 buna işaret ederek
şu beyitleri söylemiştir:
Ömer b. Abdi'l-Aziz'in Avn'e gösterdiği yakınlık onun takva ve iln derecesinden
ileri gelmekteydi.
Abdullah b. Mes'ûd'un kardeşi vefat edince gözleri yaşla dolmuştu. Ki dişine
«Ağlıyormusun yoksa» denildiği zaman şöyle cevap verdi: «Bu, A lah'ın (c.c.)
yarattığı ve insan oğlunun da malik olamıyacağı bir rahmett64 Utbe'den gelen
çeşitli rivayetler vardır. 65
Abdullah b. Mes'ûd'un köle olarak hizmetkârları da vardı Bunlarda ilki
Umeyr'dir. 66Ancak, Abdullah b, Mes'ûd Umeyr'i azat etmiştir67 Abdullah'ın,
Umeyr ile bazı yolculuklarda beraber bulunduğu rivayet edi. mektedir. 68 Ayrıca
Abdullah b. Mes'ûd Umeyr'i azad etmeden öne ona «Kim bir köle azad ederse o
kölenin malı azad edenindir» şeklinde bi hadis duyduğunu söylemiş ve Umeyr'in
malı olup olmadığını sormuştu69 Umeyr'in Abdullah b. Mes'ûd'dan rivayetleri
vardır.
Abdullah b. Mes'ûd'un hizmetkârlarından biri de Nüfey'dir. 70 Bu kimesenin de
Abdullah b. Mes'ûd'dan rivayetleri olmuştur. Bu rivayetlerden birinde Nüfey',
Abdullah b. Mes'ûd'un en güzel kokular sürünen ve en güzel elbiseler giyen bir
kimse olduğunu söylemektedir.71
Zühre oğulları peymanlısı olarak tanınan Abdullah b. Mes'ûd da Habeşistan'a
hicret edenler arasında bulunuyordu. 72Habeşistan'a yapılan her iki hicrete de
iştirak eden Abdullah b. Mes'ûd'un yalnız ikinci hicrete katılmış olduğunu ileri
süren rivayetlerin sıhhatli olduğunu sanmıyoruz.
O zaman ashab, Habeşistan kiralı tarafından izzet ve ikramla karşılanmışlardı.
Fakat çok kısa bir müddet sonra Kureyş'in iman ettiği haberi Ha-beşistanda
bulunan müslümanlara kadar ulaşmış bulunuyordu. Habeşistan kiralının himayesinde
bulunan müslümanlar Kureyş'i müslüman oldular ve Hz. Peygamberin nübüvvet ve
risalesini tasdik ettiler zanniyle avdete karar vererek geri dönmüşlerdi. Fakat
Kureyş hakkında çıkan bu lıaber doğru değildi. îşte bu sebeble Habeşistandan
dönen müslümanlar arasında Abdullah b. Mes'ûd da bulunuyordu.
Abdullah b. Mes'ûd'un her iki defasında da Habeşistan'a hicret etmiş olduğu
rivayeti daha kuvvetli bir şekilde kendini göstermektedir. Hatta el-Belâzürî (ö.
279/892) bu hususta şöyle diyor. 73 Bu meselede bizim fikrimiz de Abdullah b.
Mes'ûd'un Habeşistan'a ikinci defa hicret etmiş olduğu merkezindedir.
Müslümanların Habeşistan'dan dönüşlerini, Hz. Peygamberin, putları şefaatleri
umulur şeyler olarak zikretmiş olmasına bağlıyan rivayet taraftarlarının
fikirleri doğru değildi. 74 Hususan üsülcüler bunu asla kabul etmezler.
Hz. Peygamber o sözünden melekleri kasdetmiştir. Ayrıca Hz. Peygamberin bunu
söylemesi müşriklerin tutumunu hayretle karşılamış ve onların haline şaşmış
olmasına ma'tufdur. 75
Abdullah b. Mes'ûd'un Habeşistan'dan dönüşü Medine devrine raslamak
tadır.76Habeşistaııda bulunduğu bir sırada, Abdullah b. Mes'ûd'un he hangi bir
sebepten dolayı suçlandırıldığı ve buna binâen iki dinar kada rüşvet verdiğini
ifade eden rivayeti kabul etmemiz imkan dahilinde değild. 77Bu, olsa olsa her
hangi bir yasağı bilmeyerek işlemiş olmaktan dolay kendisinden kesilmiş bir ceza
olabilir.
Kureyş'in iman etmiş olduğunu zannederek Habeşistandan dönen bi: hayli müslüman
vardı. 78 Abdullah b. Mes'ûd'la beraber bu uzun dönü yolculuğuna Osman b. Affan
(Ö.35/656) ve eşi Rukayye (Ö.2/624), Ebî Huzeyfe (Ö. 12/633) ve eşi ile Ebû
Seleme b. Abdi'1-Esed de (Ö.3/624; iştirak etmişlerdi. 79Habeşistan'a gidenler
arasında Abdullah b. Mes'ûd' un kardeşi Utbe b. Mes'ûd da bulunuyordu. 80Utbe,
Ga'fer b. Ebî Ta lip (Ö. 8/629) gelinceye kadar orada kalmıştır. Başka bir
rivayete göre dahî önce dönmüştür. 81Abdullah'ın kardeşi Utbe'nin de fıkh
ilminde büyü! değeri olduğunu söyleyen ez-Zührî, «Ne yazık ki uzun yaşamadı»
diyor 82Aynı şekilde ez-Zührî, gerek suhbet ve gerekse hicret hususlarında Ut
be'nin Abdullah'dan geride olmadığını söylemektedir. 83
Müşriklerin eziyetleri bir hayli artmış bulunuyordu. Öyle ki müslüman-larm artık
tehammül ve takatları kalmıyor gibiydi. Bu sebeple, Medine'ye hicretle
emrolundular. İlk olarak Mekke'yi terkedenler arasında Mus'ab b. Umeyr
(Ö.3/625), Ammar b. Yâsir (Ö.37/657), Sa'd b. Ebî Vakkas (Ö, 55/675), Abdullah
b. Mes'ûd ve Bilâl bulunuyordu. Daha sonra da Ömeı yirmi kadar yakmiyle hicret
etmişti. Bundan sonra Müslümanlar birbirleri peşinden Medine'ye hicret ettiler.
84Mekke'de ise Hz. Peygamber. Ebû Bekr ve Ali'den başka kimse kalmamıştı.
Elimizde mevcut rivayetlere göre Abdullah b. Mes'ûd Medine'ye hicret edince Muaz
b. Cebel'e (Ö.-18/639) inmiştir. 85Bu durum, Abdullah b. Mes'ûd ile Muaz b.
Cebel arasında kuvvetli bir dostluğun olduğunu göstermektedir. Bununla beraber
bir başka rivayette Abdullah'ın Sa'd b. Hayseme'nin (Ö.2/624) evine inmiş
olduğu söylenmektedir.86 Burada Hz. Peygamber Abdullah b. Mes'ûd ile ez-Zübeyr
b. el-Avvam (Ö.36/656) ve Muaz b. Cebel aralarında muahat. yanî kardeşlik ilan
etmişti. 87 Ancak Abdullah b. Mes'ûd ile Muaz b. Cebel arasındaki yakın alâkanın
neden ve niçinlerini izah eden bir yer göremedik. Bundan başka Hz. Peygamber Ebû
Bekr ve Ömer, Osman ve Abdurrahman b. Avf (ö. 32/652) Hamza, (Ö. 3/625) ve Zeyd
b. Harise (Ö. 8/629) arasında da kardeşlik kurmuştu. 88
Bazı kayıtlardan Abdullah b. Mes'ûd'un Samda da bulunduğunu öğreniyoruz. 89Ancak
bazıları Abdullah'ın Samda bir had tatbik etmiş olduğuna temas etmekle beraber
orada ne maksat ve gaye sebebiyle bulunduğuna dair bir bilgi vermemiştir. Fakat
Üsdü-1-ğabe ve el-İsabe'de zikr edilen rivayetlere bakılacak olursa Abdullah b.
Mes'ûd Şam'a Yernıuk savaşma-katılmak için gitmiştir. 90Abdullah'ın bu savaştaki
görevinin harpte elde edilen ganimet ve bunlarla ilgili işlerin tanzimi olduğu
da zikr edilmektedir. Ayrıca Hıms'da bir kimseye içki içmiş olmasından dolayı
had ikame ettiren Abdullah b. Mes'ûd'un bu şehirde de bir müddet kaldığını
anlamış bulunuyoruz. 91Şayet İbn Sa'd'in (Ö. 230/844) rivayetine bakılacak
olursa Ö-mer, Abdullah b. Mes'ûd'u Küfe şehrine Hıms'dan yollamıştır. 92
Elimizdeki rivayetlere göre Abdullah b. Mes'ûd bütün savaşlarda bulunmuş ve
tehallüf etmemiştir. 93
Bir gün Abdullah b. Mes'ûd Rasûlüllah'm emriyle bir ağaca çıkmıştı. Ağaca
tırmandığı anda ayaklarının inceliğine bakan ashab gülmeye başladılar.
Rasûlüllah «Ne gülüyorsunuz, kıyamet günü Abdullah'ın bir ayağıhud dağından daha
ağırdır» dedi. 94Bu ve benzeri hadiselerden anlaşılıyor ki Abdullah b. Mes'ûd
bünye itibariyle çok zayıf, çok kısa boylu ve küçük yapılı idi. Fakat bu zahiri
görünüş onun Hz. Peygamber tarafın dan sevilmesine ve yukarıdaki iltifata mazhar
olmasına asla mani değildi.
Biz bu muhtasarda Abdullah b. Mes'ûd'un katıldığı bütün savaşları ele alarak
birer birer üzerinde duracak değiliz. Bununla beraber Abdullah b. Mes'ûd'un
unutulmaz bir hatırası olan önemli bir hadiseye de burada temas etmeden
geçmiyeceğiz. Bu büyük ve önemli hadise Abdullah b. Mes'ûd'un, Hz. Peygamberin
en büyük ve baş düşmanı olan Ebû Cehl'i (Ö.2/624) öldürmüş
olduğudur.95Rivayetlerin hangisine bakılırsa bakılsın Abdullah b. Mes'ûd Bedr
savaşında küçük ve zayıf bünyesine rağmen elinden gelen bütün gayreti
göstermiştir. Şimdi bu hâdiseyi kısa olarak ele alalım. Bedr savaşı son bulunca
Hz. Peygamber ölüler arasında Ebû Gehl'in de a-ranmasmı emretmişti. 96Ayrıca Hz.
Peygamber, Ebû Cehl'i sima bakımından tamyamazlarsa diz kapağındaki bir yara
izine de dikkat etmelerini tenbih etmişti. Bu iz Hz. Peygamber henüz küçük
yaşlarda iken Abdullah b. Cüd'an'm sofrasında beraber bulunduğu Ebû Cehl'i
itmesinden meydana gelen yaradan kalmıştı. Abdullah b. Mes'ûd diyor ki: «Onu
ölüler arasında son nefeslerini alıp verirken buldum ve ayağımı boynuna bastım.
97O da bir gün Mekke'de beni yakalamış ve canımı acıtmıştı.
Ona, «Allah düşmanı, Allah seni bedbaht ve rezil etti,» dedim ve sakalından
çektim. Bunun üzerine Ebû Cehl «Neden, rezil etsin, efendisini öldüren ilk insan
ve kavm sizler değilsiniz.» dedi. Daha sonra da, «Ey küçük koyun çobanı, çok
çetin ve sarp bir yere çıkmışsın, söyle bakalım zafer kimindir?» diye ilâve
etti. Ben «Allah ve Rasûlünün» dedim. Bundan sonra da başını kesip Hz.
Peygambere getirdim. Bazı rivayetlerde ise Abdullah b. Mes'ûd'un, Ebû Gehl'in
başında bulunan harp başlığım çıkararak, «Ebû Cehl artık seni öldüreceğim.»
dediği ve bunun üzerine de Ebû Cehl' in, «Efendisini öldüren ilk köle sen
değilsin, öldür bakalım,» dediğine temas edilmektedir.98 Ebû Cehl'in başım
ayaklan altında gören Hz. Peygamber «Allah aşkına Abdullah,- onu sen mi
öldürdün?» demiş ve bu ümmetin Fir'avn'ı sayılan Ebû Cehl'in öldürülmüş
olmasından dolayı Allah'a ham-detmiştir. Bazı rivayetlerde Abdullah b. Mes'ûd'un
«Onun boynunu kendi kılıcımla kesmek istedim fakat eline isabet ettirmiştim. Bu
sebeple kılıcı elinden düşüverdi. Ebû Cehl'in kendi kılıcını alarak artık
öldürünceye kadar vurdum,» dediği nakledilmektedir. 99 Bundan sonra Hz.
Peygamber'in, «Bu ümmetin Fir'avn'ı budur.» dediği Ebû Cehl, Bedr kuyusuna
atılmış ve ebedi olarak ahiret azabına duçar bırakılmıştır. Hz. Peygamber, Ebû
Cehl' in kılıcım da bu münasebetle Abdullah b. Mes'ûd'a vermiştir. 100 Muhtelif
rivayetlerde temas edildiğine göre Ebû Cehl'in öldürülmesine Muaz b. Amr
el-Cemuh ve Muavviz b. Afra'da iştirak etmişlerdir. Abdullah b. Mes'-ûd ise Ebû
Cehl'in yanına bu iki kahraman kimsenin üzerine saldırıp yaralamasından sonra
gelmiştir. Sonunda da temas edildiği gibi başını keserek Hz. Peygamber'e
götürmüştür. 101
Müslümanlar için çetin bir savaş olan Bedr muharebesinin çok önemi vardı. Çünkü
bu savaş bir nevi ölüm kalım savaşı idi. Savaş gecesinde müslümanların ellerinde
olmadan derin bir uyku arzusu hissettikleri : görülüyordu. Başlan önlerine
düşerek uyuyanlar bile oluyordu. Hatta Rifaa b. Rafi' (Ö.41/661) ihtilâm bile
otmuş gecenin sonuna doğru yıkanmıştı. Yine aynı gece Hz. Peygamber Ammar b.
Yasir ve AbuJlah b. Mes'ûd'u düşman hakkında bilgi toplamak için keşif kolu
vazifesiyle görevlendirmişti. Abdullah b. Mes'ûd ve Ammar'dan teşekkül etmiş
olan bu keşif kolu düşmanın ta içlerine kadar sokularak onların son durumlarını
öğrenmiş ve döndüğü zaman Hz. Pevgambere düşmanın çok sıkı bir yağmur altında
olduğunu haber vermişti.102
b) Hülefa-i Raşidin Devri:
Hz. Peygamberin ahirete irtihal etmesinden sonra Abdullah b. Mes'ûd'un hayatı
Hülefai Raşidin devrine girmiş oluyordu. Ömer tarafından ilk olarak Küfe şehrine
tayin edildikten sonra Abdullah b. Mes'ûd'un orada iki vazife ifa etmiş olduğunu
görüyoruz. Bunlardan ilki kadılık ve ifta görevi, ikincisi de beytü'1-ma]
memurluğudur. Malum olduğu üzere beytü'1-mal müessesesi Ömer zamanında ihdas
edilmiştir. Hz. Peygamber zamanında toplanan son miktar (800,000) dirheme baliğ
olmuştu. Bu, Bahreyn haracı idi. O zaman bu para halk arasında dağıtılmıştı.
Hicretin on altıncı senesinde Ebû Hüreyre (Ö: 59/679) Bahreyn'e tayin edilmiş ve
arazi vergisi olarak da (500,000) dirhem toplayıp Ömer'e göndermişti. Ömer
derhal istişare meclisini toplayarak bu paranın ne yapılması gerektiğini
görüştü. Ali, bu malın bir an önce dağıtılması taraftarıydı. Osman ise bu görüşe
katılmadı. Söz alan bir başka sahabî Bizanslılarda hazine ve muhasebe daireleri
gördüğünü açıkladı. Bütün bunları dinleyen Ömer, bu fikri beğendi. Böylece
Medine'de ilk olarak beytü'1-mal müessesesi kurulmuş oluyordu. Bundan sonra
belli başlı şehirlerde bu genel merkezin şubeleri açıldı. Böylece Abdullah b.
Mes'ûd beytü'1-mal müessesesinin teşkilinden kısa bir süre sonra yeni vazifesine
başlamış oluyordu. Bu tarihe kadar ise Abdullah b. Mes'ûd Kur'aıı okutuyor ve
fetvalar veriyordu. Daha sonra Abdullah kadılık görevinden alınarak hazinedarlık
görevine geçirilince yerine hakikaten vazifesinin ehli olan Kadı Şüreyh (Ö.
78/697) tayin edilmişti.
Abdullah b. Mes'ûd kadılığı sırasında bir hayli başarılı çalışmalar yapmış ve
isabetli hükümler vererek bu görevi layık olduğu veçhile ifa etmiştir. 103
Şu halde Ömer, Abdullah'ı ilk olarak umumi kadaya bakması için tayin etmişti.
Bir müddet ek görev olarak beytü'l-mal'e de baktıktan sonra umumi kadayı adı
geçen Şüreyh'e devretmişti.
Yukarda Abdullah b. Mes'ûd'un kadılığı sırasında bir hayli başarılı çalışmalar
ve isabetle hükümler verdiğine temas etmiştik. Bir misâl olarak şu hadiseyi ele
alabiliriz. Şöyle ki: Bir kimse Kûfe'de atını sulamak için sabahın erken
saatlerinde kalkmıştı. Hanefi oğulları mescidinin yanından geçerken oradan gelen
seslere kulak verdi. Oradakilerin, peygamberlik iddia edenlerden Müseylime'nin
(Ö. 12/633) peygamber olduğunu söylediklerini duydu. Doğru Abdullah'a gelerek
hadiseyi anlattı. Bu haberi alan Abdullah derhal emniyet kuvvetleri vasıtasiyle
oradakileri getirtti. İçlerinden Abdullah b. en-Nev-vaha isimli kimsenin
boynunun vurulmasını emrettikten sonra diğerlerinin tövbe etmelerini istedi.
Daha sonra da onları serbest bıraktı.104
O zaman ashabın ileri gelenlerinden Ammar b. Yâsir de Kûfe'ye vali olarak tayin
edilmiş bulunuyordu. 105Gerek Abdullah b. Mes'ûd'u ve gerekse Ammar b. Yâsir'i
tayin münâsebetiyle Ömer'in Irak halkına yazdığı mektup şöyle idi. 106
O zaman valiler (600) dirhem, kadılar ise (100) dirkem maaş alıyorlardı.
107Bütün bunlarla beraber Abdullah b. Mes'ûd'un Irak'daki görevine ne zaman
başlamış olduğunu kat'i olarak tesbit etme imkanını bulamadık. Şurasını kesin
olarak ifade edebiliriz ki Abdullah'ın Ömer tarafından Kûfe'ye gönderilişi Hz.
Peygamberin ahirete irtihal etmesinden sonra olmuştur. 108Çünkü Abdullah b.
Mes'ûd Hz. Peygamberin ahirete irtihalinden sonra ashap arasında çıkan bazı
ehemmiyetsiz ihtilafları, bize o hadiseleri bizzat görmüş bir insan sıfatiyle
anlatmaktadır 109Bu davranış bize Abdullah b. Mes'ûd'un, Hz. Peygamberin teçhiz
ve tekfininde bulunmuş olduğunu gösterir.
Ömer şehit edildikten sonra Abdullah kısa bir süre için Medine'ye gelip
gitmiştir. Zira Osman halife olunca Abdullah b. Mes'ûd'un Medine'den Kûfe'ye
gittiği ve orada şeklinde bir konuşma yaptığı rivayet edilmektedir.110 Şu halde
Ömer'in şehit edilmiş olduğunu duyan Abdullah bir müddet kalmak üzere Medine'ye
geldi ve daha sonra Osman'ın emri üzerine eski görevinin başına döndü.
Beytü'1-mal memuru Abdullah b. Mes'ûd ile vali Ammar b. Yâsir ara smda
ehemmiyetsiz bir münâkaşa zuhur eder. Ammar, Abdullah'a kırıcı bir kaç söz
söyler. Abdullah b. Mes'ûd ise bu sözleri sabırla karşılar. Ne var k bu münâkaşa
olduğu gibi Ömer'e duyulur. Bundan dolayı sinirlenen Ömer derhal Ammar'ın işine
son verir ve yerine el-Muğira b. Şu'be'yi (Ö'50/670 tayin eder. 111 İdaresi bir
hayli güç olan Küfe şehrine Osman Ömer'in tavsiyesi üzerine Sa'd b. Ebî Vakkas'ı
vali tayin etmişti. İlk zaman lar İbn Mes'ûd ile Sa'd'in araları iyiydi. Fakat
bir ara Sa'd b. Ebî Vak kas, Abdullah b. Mes'ûd'dan beytü'l -mal'e ait bir
miktar borç para almışt Verilen paranın ödeme zamanı gelince Sa'd parayı
ödeyemedi. Abdullah is paranın mutlaka tahsil edilmesini istiyordu. Bu sebeple
bazı dostlarının ker dişine yardımcı olmasını istedi. Sa'd b. Ebî Vakkas da aynı
şekilde dostlar: nm yardımını etrafında toplamış bulunuyordu. Halk bu sebeple
ikiye ayrıld Hem Sa'c?i ve hem de Abdullah b. Mes'ûd'u suçlayanlar oluyordu. Bu
di rum Osman'a ulaştığı zaman O da Ömer gibi Abdullah b. Mes'ûd tarafıt dan oldu
ve Sa'd b. Ebî Vakkas'ı valilikten azletti. Yerine de el-Velid 1 Ukbe'yi tayin
etti. 112Bu azl ve tayin işinin yirmi altıncı Hicrî yılır rasiadığı ifade
olunmaktadır. 113
İslâm Ans. mütercimleri Abdullah b. Mes'ûd hakkında şu ibareyi naletmektedirlcr:
«Medineli herhangi bir takva sahibi gibi Abdullah'ın idare işlerine isti'dadı
yok idi 114Biz bu sözün Abdullah b. Mes'ûd'a yöneltilmiş bir iftira olduğunda
asla şüphe etmiyoruz. Zira Abdullah'ın idare işlerine hakikaten isti'dadı
olmasaydı Ömer onu Kûfe'ye devletin en hassas bir vazifesi olan malî işleri
yürütmeye tayin edermiydi? Bundan başka Osman'ın da Abdullah b. Mes'ûd'u eski
vazifesinin başında bırakmış olması Abdullah'ın, tayin edildiği görevde başarılı
olduğunu göstermektedir. Bu bakımdan bir kısım müsteşriklerin, Medineli her
hangi bir takva sahibi gibi Abdullah b. Mes'ûd'u idarî işlerde başarısızlıkla
itham etmeleri iftiradır.
Abdullah b. Mes'ûd'un, gerek Ammar b. Yâsir ve gerekse Sa'd b. Ebî Vakkas ile
bazı anlaşmazlıklarına bakılarak onun idaresiz ve geçimsiz bir kimse olduğu
kanaatine varılamaz. Çünkü bu nevi şeyler her zaman vukuu muhtemel ve önemsiz
hadiselerdendir.
Netice itibariyle bu hadiselerde, Ömer'in Ammar b. Yâsir'i, Osman'ın da Sa'd b.
Ebî Vakkas'ı valilikten azletmiş olmaları, Abdullah b. Mes'ûd'un değerini ve
kendisine verilen kıymeti ortaya koymaktadır. Şu halde Abdullah, ashabın en
kıymetlilerindendir. Ayrıca Ömer, Ammar b. Yâsir'i azlettikten sonra Abdullah'a
karşı hürmetsizlik etmiş olmasından dolayı onu hırpalamış ve tenkit etmişti.
Çünkü Abdullah b. Mes'ûd,her zaman saygı gösterilmesi gereken bir insandı ve
öyle olarak kalacaktı.
Osman halife olduğu zaman Abdullah b. Mes'ûd Kûfe'de Kur'an okutuyor, hadis
rivayet ediyor ve'1-hasıl ilim ve irfan dağıtıyordu. 115 Ömer'in şehit
edilmesinden sonra Abdullah kısa bir süre için Medine'ye gelmiş ve Osman'ın
tasvibi üzerine eski vazifesine tekrar dönmüştü. Osman'ın halife oluşu (3)
Muharrem (23) Hicri yılma rasladığma göre, 116Abdullah b. Mes'ûd Osman'ın memuru
olarak bu tarihten itibaren işe başlamış oluyordu. Yukarda Abdullah b. Mes'ûd'un
Kûfe'ye gelince Osman'la ilgili bir konuşmasını nakletmiştik. Oradaki
konuşmasını Medine'den gelerek yaptığı ifade ediliyordu. Bu duruma göre biraz
önce de söylendiği gibi Abdullah Ömer'in şahit edilmesinden sonra Medine'ye kısa
bir süre için gelip tekrar gitmiştir.
Abdullah b. Mes'ûd'un Küfe'den ne maksatla ayrılarak Medine'ye gelmiş olduğu
meselesi muhtelif sebeplere bağlanmaktadır. Bazı rivayetlerde Abdullah b. Mes'ûd
Küfe'de iken Osman'ın Ebû Zerr'i (Ö.32/652) Rabeze'-ye sürgün olarak
gönderdiğini duymuş ve çok üzülmüştü. Daha r.onra min- berelen yaptığı bir
konuşmada (Öyle olduktan) sonra sizler yine onlarsınız ki (İşte) kendilerinizi
öldürüyor, içinizden bir fırkayı yurtlarından çıkarıyor, aleyhlerinde günah ile
düşmanlıkla birleşip yardımlaşıyorsunuz - ayetini 117okuyarak bu sürgün
hadisesine temas etti. Durum Osman'a bildirildiği zaman Abdullah b. Mes'ûd'u
Küfe'den getirterek vefat edinceye kadar maaşını vermedi. Hatta - bizim
inanmadığımız-bir rivayette siyah bir köleye emrederek Hz. Peygamberin mescidine
giren Abdullah'ı ittirip kaktırmak suretiyle hakaret ettiği bile söylenmektedir.
118
Biz Abdullah b. Mes'ûd ile Osman arasında ehemmiyetsiz bir kırgınlığın çok kısa
bir müddet hüküm sürdüğünü biliyoruz. Ancak Osman'ın bu kadar ileri giderek
Abdullah'a hakaret ettirmiş olduğunu ileri süren rivayetleri de nazarı itibara
almıyoruz. Meselâ ölüm döşeğinde elan Abdullah'ı, Osman'ın ziyaret etmiş olması
bu kırgınlığın önemli olmadığının en büyük delilidir.
Bazı rivayetlerde Abdullah b. Mes'ûd'un Küfe'den hac maksadiyle ayrılmış olduğu
ileri sürülmektedir. 119 Müteaddit rivayetlerle desteklenen kırgınlık hadisesi
sebebiyle Abdullah b. Mes'ûd'un Medine'ye gelişi, Osman'ın emri üzerine
vukubulmuştur. Abdullah b. Mes'ûd'un işine son verildiği de kendisine Medine'ye
geldikten sonra tebliğ edilmiş olmalıdır.
Biraz önce temas edilen ve Osman'ın siyah bir köle vasıtası ile Abdullah b.
Mes'ûd'a hakaret ettirmiş olduğu hususuna gelince, böyle bir davranış Osman
hakkında asla düşünülemez. Bilindiği gibi Osman'a tevcih edilmiş bir çok iftira
vardır. 120Ancak bunların bir kısmı hakikaten iftira ve uydurma şeyler, bir
kısmı ise normal davranışlar olmasına rağmen yanlış yolda te'vil ve tefsir
edilmiş hadiselerdir.
Her şeyden önce Osman'ın siyah bir köle vasıtasiyle Abdullah b. Mes'ûd'a
hakarette bulunduğu kafi olarak iftiradır. 121Bundan başka söylenmiş birçok
şeyler aynı şekilde Osman aleyhine uydurulmuş yalanlardır. Hatırlanacağı gibi
Osman, Abdullah b. Mes'ûd'u hastalığında ziyaret etmiş ve aralarındaki basit ve
cüz'î bir kırgınlıktan dolayı kendisinden özür dilemiştir. 122 Abdullah b.
Mes'ûd'u bu derece takdir eden bir kimse, bir kölesi vasıtasiyle ona hakaret
ettirir mi? Hatta Osman Abdullah'a beytü'l-mal'dan olan alacağını da vermiş
fakat Abdullah b. Mes'ûd bunu kabul etmemiştir. Osman tarafından Abdullah'ın
alacağı kendisine verilmek istendiği zaman Abdullah'ın dediği de rivayet
edilmektedir. 123
Seleme b. Sa'd diyor ki: «İbn Mes,ûd hasta iken yanma gitmiştim. Orada bulunan
bazı kimseler Osman aleyhinde konuştular. Bunu duyan Abdullah b. Mes'ûd, «Durun,
sakın yapmayın, onu öldürürseniz onun gibisini bulamazsınız,» dedi. 124 Bu
hadise de Osman ile Abdullah b. Mes'ûd arasında hakiki manâsıyla bir dargınlık
olmadığını ifade etmektedir.
Abdullah'ın, Osman'a kırılmış olduğu hususlardan biri de-temas edildiği gibi -
Ebû Zerr'in Rabeze'ye sürülmüş olmasından ileri geliyordu. Fakat bir devlet
reisi olarak böyle bir işi ilk defa Osman yapmış geğildi. Meselâ Ömer, Halid b.
Velid'i (Ö. 21/642) ordudaki kumandanlık görevinden azletmişti.
Ebû Zerr son dereee takva ve fazilet sahibi bir insandı. Fakirlere acır ve çok
merhamet ederdi. Bununla beraber inzivayı tercih eder mahiyette bir hayat idame
ettirmek istiyordu. Devletin malî işleriyle ilgili bazı konuşmalarda bulunmuş
olduğundan Osman, onun Rabeze'de yaşamasını münâsip görmüştü. Böylece Hz.
Peygamberin daha önce Ebû Zer için mu'cize olarak haber vermiş olduğu akibet
tecelli ediyordu. 125 Ebû Zerr'in Ra-beze'cleki halini gören Abdullah b. Mes'ûd
kendini tutamıyarak hüngür hüngür ağlamaya başladı, Bazıları. Abdullah'ın, Ebû
Zer vefat edip cenazesinin kendi tavsiyesi üzerine yol ortasına bırakılmış
olduğu bir anda geldiğini ifade etmektedir 126Abdullah'ın, Ebû Zer ölmeden önce
geldiğini söyliyen-ler de vardır. 127Hatta Abdullah b. Mes'ûd, burada Ebû
Zerr'in vasiyetini bile dinlemiştir. 128Gözyaşları arasında Ebû Zerr'i defneden
Abdullah b. Mes'ûd, daha sonsa yamndakilerle birlikte Medine'ye gelmiş ve orada
ölmesine sebep olan hastalığa yakalanmıştır.
Osman'ın emriyle Abdullah b. Mes'ûd'un Kûfe'den gelişi çok isabetli olmuştu.
Çünkü Abdullah'ın Osman tarafından çağrıldığını duyan bazı Kû-fe'liler
Abdullah'ın aralarından ayrılmasına taraftar olmadılar ve ne pahasına olursa
olsun orada kaldığı takdirde kendisini koruyacaklarına ve tam olarak
destekliyeceklerine söz verdiler. Fakat Abdullah bu sözlere hiç ehemmiyet
vermedi ve «Ona itaat etmem gerekir. Birçok fitneler olacak, bu fitnelerin
benimle başlamasını asla istemem» diyerek doğru Medine'ye gitti . 129
Bütün bunlar muvacehesinde Mu'tezilî simalardan Nazzam'm (Ö. 231/-845)
Abdullah'a isnat ederek onun, Osman'ı kötü sözlerle andığını söylemesi yalandan
başka birşey değildir. 130
Yine görüyoruz ki Hz. Osman Abdullah b. Mes'ûd'u evlendirmek için bir teklifte
bulunmuştur. Alkame'nin (Ö.62/681) rivayetine göre Alkame Mine'de Abdullah b.
Mes'ûd'la birlikte bulunduğn bir sırada Hz. Osman Abdullah b. Mes'ûd'u bulur.
Bir müddet yalnız kalırlar. O zaman Hz. Osman Abdullah b. Mes'ûd'a evlendirme
teklifinde bulunur. 131Fakat Abdullah bu teklifi kabul etmez. Büıün bu hadiseler
Abdullah b. Mes'ûd ile Hz. Osman arasındaki kırgınlığın bir önem taşımadığının
delilidir. Eğer aralarında hakiki manasiyle bir kırgınlık olsaydı gayet
samimiyet neticesinde konuşulabilecek bu gibi hadiseler aralarında cereyan
etmezdi.
Bizim çok zayıf nazariyle baktığımız rivayetlerden birinde şu hadise
anlatılmaktadır. Güya Abdullah, Huzeyfe (Ö. 36/656) ve Ebû Musa (Ö.44/665)
mescidde oturup Hz. Osman aleyhinde konuşuyorlarmış. İçerde onları dinleyen
kimselerden biri Allah aşkına, demiş, Osman sizleri tekrar vazifeniz başına iade
etmiş olsa ve muntazamen aylıklarınızı verse yine böyle aleyhinde
konuşurmuydunuz?» Onlar bu söze «Hayır» cevabını vermişler.132 Her şeyden önce
biz bu kimselerin mescitte oturup da müslümanların halifesi a-leyhinde dedikodu
edecek kimseler olduğuna inanmıyoruz. Şayet bu hadisenin doğruluğu cihetine
gidilse bile Hz. Osman'ın davranışlarında bir haksızlık olmadığı meydana çıkmış
olur.
Hz. Osman Abdullah b. Mes'ûd'dan özür dilediği zaman şeklinde mukabele etmiş
olduğu rivayet ediliyorsa da 133Abdullah b. Mes'ûd'un şahsiyeti itibariyle böyle
bir mukabelede bulunacağını tasavvur edemiyoruz.
Durum ne olursa olsun Abdullah, Hz. Osman'ın emriyle Kûfe'den ayrılmazdan önce
tefsir, fıkh ve ilmi kıraat medreselerinin tam olarak temellerini atmış
bulunuyordu. Hele Kûfe'den ayrılırken yapmış olduğu son konuşması 134hakikaten
ilgi çekicidir. 135
Abdullah b. Mes'ûd'un hastalığının ne olduğunu kesin olarak tesbit etme imkanını
bulamadık. Hastalığı esnasında Abdullah'ı ziyaret edenler arasında Osman b.
Affan da bulunuyordu. Osman'la İbn Mes'ûd arasında şu şekilde bir konuşma geçti.
Osman: Şikâyetiniz nedir?
îbn Mes'ûd: Günahlarım.
Osman: Ne arzu ediyorsunuz?
İbn Mes'ûd: Rabbimin rahmetini.
Osman: Doktor getirme] erini emredeyim mi?
İbn Mes'ûd: Beni doktor hastaladı.
Osman: Beytü'l-maldaki olacağının eda edilmesini emredeyim mi?
İbn Mes'ûd: Artık ona ihtiyacım kalmadı.
Osman: Sizden sonra kızlarınıza, kalır.
İbn Ivies'ûd: Kızlarımın fakir düşmesinden mi korkuyorsun yoksa? Ben
Rasûlüllahı'n el-Vakia süresini devamlı okuyanın fakir düşmeyeceğine dair
hadisini duydum ve kızlarıma bu sûreyi okumalarını tavsiye ettim.136
Abdullah'ın vefatından sonra beytü'l-maldeki alacağı Osman tarafından Zübeyr'e
gönderilmiş ve o da vereselerine vermiştir. Bazı rivayetlerde ise bizzat
Zübeyr'in Osman'a giderek «Abdullah'ın alacaklarım bana ver, çünkü ailesi bu
mala beytü'l-malden daha lâyıktır» dediği ve Osman'ın da onbeş bin veya yirmi
bin yahut da yirmi beş bin dirhem verdiği ifade edilmektedir. 137
Abdullah b. Mes'ûd'un hastalığında yapmış olduğu vasiyeti şöyle idi. 138
Bundan başka Abdullah b. Mes'ûd iki yüz dirhemlik bir kefenle defnedilmesini ve
kabrinin de Osman b. Maz'ûn'un (Ö.2/624) kabri yanında olmasını tavsiye etmişti.
139
Abdullah b. Mes'ûd Medine'de vefat etmiştir. Vefat tarihi Hicrî (32) milâdî
(652) yılma Taslamaktadır. O zaman Abdullah b. Mes'ûd'un yaşı altmışın üzerinde
bulunuyordu. 140 Halife ise temas edildiği gibi - Osman b. Affan'dı. Abdullah,
kendi arzusu üzer ne el-Baki isimli kabristana
Ancak bazı ilim adamlarımız bu haberin sıhhatinde şüpheye düşmüşlerdir. Meselâ,
Ahmed Muhammed Şâkir ve kardeşi Mahmud Muhammed Şâkir de bu kanâattedirler.
Di-yorlarki Tahkik A.M. Şâkir, M.M. Şakir, Mısır 1374, 1/28-29, dipnot) «Bu
haberin senedinde Ali b. Ebî Ali vardır. Ebû Leheb'in çocuklarından olan bu
kimse, Buhari, Ahmed, İbn Ebî Hatim, Ebû Zür'a ve İbn Hıbban'm beyanlarına göre
zayıftır. İkinci bir illet de senetde zikri geçen Zebîd b. el-Hars, Alkame'ye
yetişenlerden değildir. defnedilmiştir. 141Namazını kimin kıldırmış olduğu
meselesi ihtilaflıdır. Meselâ bazıları cenaze namazını Osman'ın kıldırdığım
rivayet ederken 142bazıları da namazını Anımar b. Yâsir'in kıldırmış olduğunu
söylemektedir. 143Namazını ez-Zübeyr'in kıldırmış olduğu da bazı rivayetlerde
mevzu bahis edilmiştir. 144 Abdullah b. Mes'ûd gece defnedilmesini isterdi. Bu.
vasiyetine binâen gece defnedilmiştir. 145
Vefatından önce bir kimse Abdullah b. Mes'ûd'u rüyasında görmüştü. Abdullah'a
giderek bu rüyasını şöyle anlattı. «Dün sizi ve Rasûlüllah'ı rüyamda gördüm.
Rasûlüllah yüksek bir minber üzerinde bulunuyordu. Siz ise ondan aşağıda bir
yerde idiniz. Rasûlüllah size hitaben « İbn Mes'ûd,bana gel, benden sonra kadrin
bilinmedi» dedi. Bunu duyan Abdullah b. Mes'ûd « Demek siz böyle bir rüya
gördünüz» diyerek o kimsenin cenaze namazını kıldırmadan hiç bir yere
ayrılmamasını rica etti. 146Fakat cenaze namazını Ammar, Zübcyr veya Osman'dan
birinin kıldırdığını kabul ettikten sonra Abdullah'ın o kimse için «Cenaze
namazımı kıldırmadan bir yere gitme» demiş olmasını bir vasiyet olarak kabul
etmememiz gerekir. Çünkü bu, Abdullah b. Mes'ûd'un bir vasiyeti olsaydı her
halde namazını o kimsenin kıldırmasına müsaade edilirdi. Ayrıca Abdullah b.
Mes'ûd bu durumu başkalarına da anlatmış değildir.
Abdullah b. Mes'ûd'un vasiyetleri arasında hizmetkârlarından birinin beşyüz
dirhemi edâ ettiği takdirde hür olacağı da vardı. 147 Nakit para olarak Abdullah
(90) bin dirhem bırakmıştır. 148
B. İLMÎ
1 - İlminin Kaynakları:
a) Hazret! Peygamberle İttisali
Abdullah b. Mes'ûd Hz. Peygamberin en yakınlarından ve sadık hizmetkârlarından
biri idi. Hususan Hz. Peygamberin, Abdullaa ve kardeşi, için Medine camisinin
hemen yanında bir yer tahsis etmiş olması 149onun Hz. Peygamberle her an beraber
olmasına yardımcı oluyurdu. Ebû Musa el-Eş'arî demiştir ki: «Kardeşim ve ben
Yemen'den geldikten sonra bir müddet Abdullah b. Mes'ûd ve annesinin
Rasûlüllah'm evine çok girip çıkmalarını görmüş olmamızdan onları ehli beytten
addederdik. 150 Bu yakın münâsebetin birçok sebepleri vardı. Bunlardan biri be
Abdullah'ın Hz.. Peygamberin sadık bir hizmetkârı olmasından ileri geliyordu.
Abdullah b. Mes'ûd birçok hususlarda Hz. Peygambere benzerdi. Hele-dinî
davranışında takip etmiş olduğu yolun hey'e ti mecmuası Hz. Peygambere çok
benzemekteydi. Huzeyfe b. el-Yenıanî'ye «Rasûlüllah'm seyri sülû-küne en yakın
olan bir kimse tanıtın da kendisinden (istediklerimizi) alalım» denilmişti.
Huzeyfe «Bütün bu hususlarda Rasûlüllah'a en yakın olarak. İbn Ümmi Abd'den
başkasını bilmiyorum» cevabını verdi151 Abdullah
b. Mes'ûd'a da talebesinden Alkame çok benzerdi. 152Hatta bu hususta «Alkame'yi
gördükten sonra Abdullah'ı görmeye lüzum yoktur» denilmiştir. 153
Hz. Peygamber ara sıra Abdullah b. Mes'ûd'dan Kur'an dinlerdi. Yine birgün
Abdullah Hz. Peygamberin yanında "Her ümmetden birer şahid, onların üzerine de
(Habibim) bir şahid olarak seni getirdiğimiz zaman nice olur» mealindeki
ayeti154 Hz. Peygamberin isteği üzerine okumuş 155bunu dinleyen Hz. Peygamberin
gözlerinden yaşlar boşanıvermişti.
Abdullah b. Mes'ûd'un bizzat kendi ifadesine gere bir gün Hz. Peygamberle bir
mağarada iken156 Andolsun (Allah'ın emirlerini hamilen) bir biri ardınca
gönderilen meleklere-ayeti 157nazil olmuştur. 158Bu ve benzeri hadiseler
gösteriyor ki Abdullah b. Mes'ûd Hz. Peygamberin en yakınları arasında yer
almaktadır. Onunla olan ittisali de bir çok sahabeye nisbetle daha çoktur.
Bedr muharebesi neticelenip alman esirler hakkında Ebû Bekr, ömer, Abdullah b.
Ravaha (Ö.8/629) ve Abbas fikir beyan ettikıen sonra Hz. Peygamberin, esirlerden
her birinin ya fida veya öldürülmek suretiyle muamele göreceklerini açıklaması
üzerine Abdullah b. Mes'ûd, «Süheyl b. Beyda' (Ö.9/630) müstesnadır, çünkü ben
onun islâmı andığını duydum» demişti. Hz. Peygamber çok kısa bir an tevakkuf
ettikten sonra Abdullah'ın dediği gibi «Süheyl b. Beyda' müstesnadır» dedi. 159
Abdullah b. Mes'ûd çoğu zaman uyumakta olan Hz. Peygamberin yanında bulunurdu.
Yine bir gün Hz. Pevgamber bir hasır üzerinde uyumuş ve sert olan hazır
yanlarına izler yapmıştı. Uyandığı zaman Abdullah,o izleri gidermeye çalıştı ve
«Ya Rasûlallah, müsaade etseniz de şu hasır üzerine bir şeyler sersek« dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber «Dünyadan bana ne, ben dünyaya nisbetle ağaç altında
gölgelenen daha sonra da onu bırakıp giden bir atlı gibiyim» dedi. 160Uyurken
bile Hz. Peygamberin yanından ayrılmayan Abdullah b. Mes'ûd'un Rasülûllah'a olan
ittisal ve kurbiyet derecesini tayin, etmek çok zor olmasa gerek. Bunlardan
başka Abdullah b. Mes'-ûd her istediği zaman Hz. Peygamberin yanma
[girebiliyordu. Abdullah'a verilen bu umumi izin Hz. Peygamberin hadisinden
161anlaşılmaktadır. Hatta bir defasında Hz. Peygamber Abdullah b. Mes'ûd'dan
taharat için bir kaç tane taş bile istemişti. 162Bütün bunlar Abdullah b.
Mes'ûd'un Hz. Pezgamber ile gece gündüz beraber olduğunu ve onunla devamlı
olarak ittisal halinde bulunduğunu göstermektedir.163
b) Muhiti Ve Sahabi Hocaları:
Şunu kabul etmemiz gerekir ki Abdullah b. Mes'ûd Hz. Peygamberin ahirete irtihal
etmesinden sonra ashabtan bazılariyle yakın temaslar kurarak onlardan istifade
yoluna gitmiştir. Fakat bu istifade şeklini bu günkü anla-miyle veya Abdullah b.
Mes'ûd'la talebesi arasında mevcut olan münâsebete uydurarak, bir talebe-hoca
münâsebeti demek mümkün değildir. Çünkü Abdullah elde etmiş olduğunun pek çoğunu
bizzat Hz. Peygamberden öğrenmiştir. Bu sebeple Hz. Peygamberin kendisinden
yetmiş sûre öğrendiğini defalarca tekrar etmiştir. 164Geri kalan sûreleri ise
ashabla yapmış olduğu müzâkereler sonunda elde etmiş olabilir. Ancak bize göre
Abdullah b. Mes'ûd, yetmiş sûre dışmdakileri de Hz. Peygamberden öğrenmiş, fakat
bu sûrelerin dabt ve itkamnı Hz. Peygamberin vefatından sonra ashabın
bazılarından müzâkere yoluyla elde etmiştir. 165Bir rivayette Abdullah b. Mes'ûd
geri kalan sûreleri ahsabdan öğrendiğini beyan ediyorsa da 166biz bunu, temas
ettiğimiz gibi dabt ve itkana hamlediyoruz.
Abdullah bazı meselelerde ashabla istişarelerde bulunurdu. Bunu kabul etmemiz
gerekir. Fakat bu istişarelerin bir talebelik ve hocalık mertebesinde mütalaa
edilmesine imkan yoktur. Meselâ Abdullah b. Mes'ûd ilk zamanlar, kızına duhul
vaki olmadık bir annenin aynı kimseye haram olmayacağını ve bu anne ile, kızma
akd yapan kimsenin evlenmesinin sahih olduğunu söylerdi. 167Fakat Kûfe'den hac
maksadiyle Medine'ye geldiği zaman bu meseleyi ashabla istişare edip konuşmuş ve
bu fikrinden rucu etmiştir. Böylece mücerred akd yapılan bir kızın annesinin,
duhûl vaki olmasa bile bu akd sebebiyle haram olacağını benimsemiştir.
168Görülüyorki Abdullah bazı meselelerde ashabla istişarelerde bulunmuştur.
Bizim bu duruma bugünkü anlamiyle talebel ik ve hocalık gibi bir isim vermemize
imkan yoktur.169
2- Kur'an Bilgisi:
a) Kur'an Nüshası Ve Tertibi:
Abdullah'ın mushafı ile Osman tarafından şehirlere gönderilen mushaflar arasında
çok cüz'î denecek farklar göze çarpar. Bunlardan ilki sûrelerin tertibi
meselesidir. Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasmdaki tertip aşağıda zikredeceğimiz
şekildedir. 170
Şu hale göre Abdullah b. Mes'ûd'un nüshası Fatiha ve Muavvizeteyn ile beraber
tam yüz on üç (113) sûreye ulaşmaktadır. Übeyy'in (Ö. 21/642) nüshasında ise
kunut duaları da beraber olarak yüz on altı (116) sûre bulunmaktadır. Abdullah'a
göre Kur'anı Kerim'in ayetleri 6218 dir.171Malum olduğu gibi Übey, kunut
dualarının Kur'anı kerimden olmadığını bildiği halde tesbit etmiştir.172
Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasında adı geçen üç sûrenin yazılı olmadığına dair
elimizde kat'î delillerimiz yoktur. ez-Zerkeşî (Ö. 794/1392) Muavvizeteyn'in
olmadığını 173beyan ve izah ederken başkaları daha da başka ve değişik
rivayetler üzerinde durmuşlardır. Eğer bu sûrelerin yazılmadığı kat'i olarak
bilinseydi İslam alimleri arasında bu ihtilaflar zuhur etmezdi.
Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasında bazı sûrelerin tertip yönünden imam nüshaya
aykırı olduğuna da temas eden el-Bürhan sahibi ez-Zerkeşî diyor ki: «Her ne
kadar Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasında en-Nisa' sûresi Âli Imran sûresi üzerine
tekaddüm etmiş bulunuyorsa da bu tertip işi Allah (G. C.)ın vacip kıldığı bir
şey olmadığından bir mesele değildir. Zira bu tertip ashabı kiramın içtihadına
raci bir husustur. Bu bakımdan da her mushafm kendine göre bir tertibi, vardır.
174 Bu hususla ilgili olarak Mukaddimetü Kitabi'l-Mebânî sahibi, Kur'an'ı
kerimde asla bir tahrif ve tebdil yapılmadığına temasla Abdullah b. Mes'ûd'un
nüshası hakkında özetle şöyle diyor. «Kur'a-nın ayetleri ziyade ve noksandan,
tahrif ve tebdilden kat'i olarak mahfuzdur. Abdullah b. Mes'ûd ve Hz. Ali'ye
nisbet edilen mushaflarda, elimizdekilere muhalif olarak bizzat bazı sûrelerin
tertibi ile bir kısım ayetlerin tertibinden başka bir ihtilaf yoktur. Bu
mushaflardaki ayetler bütün harf ve kelimeleriyle okuduğumuz ayetlerdir. Ancak
çok cüz'i ve değiştirilmesiyle manâda fazla bir ayrılık olmayan bazı yerler
bundan istisna edilebilir. 175 Daha sonra müellif bu cüz'i değişikliği izah ve
beyan edebilmek için misâller zikretmektedir. 176Abdullah b. Mes'ûd'un
nüshasında olduğu gibi bazı mütekaddi-mîn Kur'an'm yüz on üç sûre olduğunu
söylemişlerdir. Bunlar Enfâl ile Be-rae'yi bir sûre sayıyorlar. 177
Şurasını kat'i olarak söyleyebiliriz ki Abdullah b. Mes'ûd Fatiha ve
Muavvizeteyn'i Kur'an'dan saymamak gibi bir duruma düşmüş değildir. Çünkü
Abdullah, Allah'ın kitabını en iyi bilen bir insan olduğunu yemin de ederek
defalarca söylemişti. 178Bunlardan başka Abdullah b. Mes'ûd Fatiha süresindeki
terkibininin ilk kelimesini vezninde d! t» (Mâlik) olarak okumuştur.179 Eğer
Abdullah b. Mes'ûd'un Fatihayı Kur'an-dan saymadığı kabul edilseydi, bu nevi
kıraatler kendisinden rivayet edilmezdi. Hz. Peygamberden müşâfeheten tam yetmiş
sûrenin itkanını elde eden 180 bir kimse için bu inkâr meselesi muhaldir, aslı
yoktur ve olamaz.
Bilindiği gibi Ebû Bekr zamanında Zeyd'in (Ö. 45/665) başkanlığında Kur'an
cemedilmişti. Osman zamanında ise kıraat ihtilafları alıp yürüdü. Huzeyfe b.
el-Yeman'dan Buharî'nin rivayet ettiği hadis 181bunu açıkça ifade etmektedir.
Huzeyfe burada, kıraatdeki ihtilafları halletmesi için Osman'a elini çabuk
tutmasını rica etmişti 182Böylece Osman Kur'an'ı dört nüsha halinde yazdırıp bir
nüshasını kendi yanında bırakmış ve diğerlerini de Şam, Küfe ve Basra'ya
göndererek 183 geri kalanının yakılmasını emretmişti. 184
Abdullah b. Mes'ûd'un kendine has olan nüshasının Medine'ye celbi sırasında imha
edildiğini görüyoruz. 185 Buna göre Abdullah kendi özel nüshasını Medine'ye
gelinceye kadar elinden çıkarmamıştır. Osman'ın, Abdullah b. Mes'ûd'a hakaret
ettirerek elindeki mushafı bu suretle almış olduğunu ileri süren rivayetlerin
sıhhatine biz de inanmıyoruz . 186
Abdullah b. Mes'ûd elindeki nüshasını Osman'a teslim etmek istemiyordu. Hatta
Kûfe'deki dostlarına da tavsiyelerde bulunarak ellerindeki nüshaları teslim
etmemelerini istemişti 187Abdullah bu tavsiyesine diyerek başlamaktadır. Çünkü
Kur'an, Kureyş lehçesi ve diğer lehçeler üzerine de inmiş bulunuyordu. Öyleyse
diğer nüshalar niçin yakılmalıydı ? İşte Abdullah b. Mes'ûd'un ilk anda
hatırladığı husus bu idi. Fakat Abdullah daha sonra bu fikrinden
dönmüştür188kelimesi haddi zatında ganimet malından bir şeyler alıp saklamak
manasınadır. Abdullah b. Mes'ûd'un gayesi ise mutlak gizlemek ve saklamak
anlamıdır.
Abdullah'ın, elindeki mushafı Osman'a teslim etmeyişini Ebû'd-Derda (Ö. 32/652)
biraz garip karşılamıştır. Alkame Şam'da iken Ebu'd-Derda ile buluşur.
Ebu'd-Derda' Alkame'ye «Biz Abdullah'ı bu kadar cesaretli sanmıyorduk. Ne oluyor
da emirlere karşı geliyor» der. 189Biz, Ebu'd-Derdâ' mn Abdullah'ı takdir
ettiğini ve ona saygı duyduğunu biliyoruz. 190 Bu durum karşısında
Ebu'd-Derda'nm Abdullah b. Mes'ûd'u korkak bir kimse zannetmiş olduğuna
inanmıyoruz. Ayrıca Abdullah, Mekke'de Kureyş müşriklerine Rasûlüllah'dan sonra
Kur'anı ilk olarak cehren okuyan kimsedir. 191 Bu sebeple Abdullahm korkaklıkla
tavsifi mümkün değildir.
Abdullah kendi özel nüshasını Osman'a teslim etmek istememişti. 192 Çünkü
Kur'an'm istinsah işinde Zeyd b. Sâbit'in görevlendirilmesini bir dereceye kadar
hoş karşılamamıştı. 193 Osman ise bu husus için «İbn Mes'-ûd, kendisini Kur'an
istinsahında görevlendirmediğim için bana sinirleniyor. Halbuki Ebû Beler ve
Ömer'e sinirlense olmaz mı? Çünkü Zeyd b. Sabit'e bu vazifeyi veren haddi
zatında onlardır» demiştir. 194Osman, Kur'anı yazdırıp da muhtelif vilâyetlere
gönderdiği zaman Abdullah b. Mes'ûd Küfe şehrinde bulunuyordu. Abdullah'ın Zeyd
kıraati üzerine okumak istemediğini haber alan Hz. Osman bir rivayete göre
Abdullah'ı Kûfe'den Medine'ye bu sebeple getirtmişti. 195Abdullah'ın Osman'a
karşı gelmesini istiyenler olmuşsa da196Abdullah b. Mes'ûd bunlara ehemmiyet
vermemiş ve bir çok fitnelerin zuhur edeceğini ve bu fitnelerin kendisiyle
başlamış olmasını asla arzu etmediğini bildirerek, 197 Medine'ye dönmüştü.
İlim adamları Kur'an'm istinsahında Abdullah b. Mes'ûd'un değil de Zeyd b.
Sabit'in tercih edilmiş olmasını muhtelif sebeplere bağlamaktadırlar. Bunlardan
bir kaçını şu şekilde özetleyebiliriz. Malum olduğu gibi Zeyd, Hz. Peygamberin
vahy katipliğini yapmış bir kimsedir. Bu bakımdan kendisine tevdi edilen işin
hakikaten ehli sayılır. Bununla beraber Zeyd, Hz. Peygamberin sağlığında bütün
Kur'an-ı toplamış bulunuyordu. Bu ise birçok sahabeye nasip olmamış bir
meziyettir. Ayrıca Kur'an, Hz. Peygambere son defa arz edildiği zaman Zeyd de
bulunuyordu. İşte bu ve benzeri daha baş-lta sebeplere de istinaden Hz. Ebû Bekr
Kur'an'm istinsahı için Zeyd b. Sabit'i tercih etmişti. Osman ise Ebû Bekr'in
takip etmiş olduğu yoldan yürümüş olmaktan başka birşey yapmış değildi. Abdullah
b. Mes'ûd'a gelince Zeyd b. Sabit hakkında söylediklerinden dolayı peşimanlık
duymuş ve üzülmüştür. 198
Burada şunu da ilâve etmek isteriz ki Kur'an'm istinsahı için Zeyd'in tercih
edilmiş olması Abdullah b. Mes'ûd'un değerinden hiçbir şey eksiltmez. Mesela Hz.
Peygamber Übey b. Ka'b hakkında demiş olmakla199 onu Zeyd üzerine tercih etmek
istememiştir. Çünkü böyle bir işaret bulunsaydı onu, başta Ebû Bekr olmak üzere
bazı sahabiler anlamakta güçlük çekmezdi. Aynı şekilde Hz. Peygamberin Muaz
hakkında demesi 200onu Ebû Bekr üzerine tercih etmek istemesinden ileri gelmiş
değildir. Abdullah b. Mes'ûd'a nisbetle de durum böyledir. Bunlarla beraber Zeyd
b. Sabit'in çok güzel yazı yazar olmasının da 201bu hadisede bir rolü olsa
gerektir.202
b) Diğer Bazı Hususiyetleri:
Abdullah b. Mes'ûd'un kendine has özel nüshasında diğer nüshalardan bir dereceye
kadar farklı, bazan bir kısmında birleştikleri bir takım hususiyetler göze
çarpar. Bunlardan ilki surelerin tertibindeki cüz'i değişikliktir ki buna kısaca
yukarıda temas etmiştik. Bundan başka yazılış, noktalama, ta -şir, izah ve
tefsir kabilinden getirilen bazı ziyadeler gibi hususiyetlere de bu nüshada
rastlamak mümkündür. Şimdi bu hususlar üzerinde kısaca duralım.
Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasında bazı kelimelerin yazılışları bakımından bir
özellik görüyoruz. Bunlardan birini bize nakleden Muhammed b. Isa (Ö. 253/867,)
«el-Kehf süresindeki (23) cü, yani Hiç bir şey hakkında «Ben bunu her halde
yarın yapıcıyım» deme-ayeti-nin ihtiva ettiği jli kelimesi hariç, bu kelimeyi
bütün mushaflarda elifsiz olarak yazılmış gördüm. Abdullah b. Mes'ûd'un
nüshasında ise bu kelimelerin hepsinin de elifle yazıldığını müşahede ettim»
demektedir.203
Abdullah b. Mes'ûd Kur'an nüshalarının siyah noktalarla işaretlenmesini hoş
karşılamazdı.sahibinin ifadesine göre bu nevi noktalama Kur'-an'ırı yazılışına
hoş olmıyan bir renk vermektedir. 204 Bu hususla ilgili olarak Abdullah b.
Mes'ûd bir konuşmasında demiştir. 205
Abdullah b. Mes'ûd'un Kur'an nüshaları üzerinde hoş karşılamadığı hususlardan
biri de «Ta'şir» dir. 206 Ta'şir, her on ayette bir işaret koymak anlamına
gelmektedir. Bütün bunlarla beraber bazı lüğavî sebeplerden dolayı Abdullah,
Kur'anı yazmak istiyenlerin Mudar kabilesinden olmalarını tercih ederdi. 207
Ashabtan bazıları Hz. Peygamberden duydukları tefsir kabilinden bir kısım
izahatı kendi nüshalarında tesbit etmişlerdi. Daha sonraları bunları taklit
edenler de oldu. Abdullah b. Mes'ûd'un da aynı yoldan yürümüş olduğunu müşahade
ediyoruz. Mesela Abdullah b. Abbas Hac mevsiminde ticaretle) Rabbınızdan rızık
istemenizde bir günah yoktur-ayetinin 208sonuna tefsir ve izah kabilinden
cümlesini ilave etmiştir. 209 Bu ilavenin, tabii olarak Kur'-andan olduğu
söylenemez. Çünkü icma' ile kabul olan Kur'an nüshasında bu ziyadelik mevcut
değildir. Şu hale göre bu cümle Abdullah b. Abbas tarafından tefsir ve izah
kabilinden ilave edilmiştir. Hz. Ali'nin Asr sûresini yine bir ziyadelikle
şeklinde okuduğuna dair rivayet 210aynı. mahiyettedir. Çünkü Ali, şayet bu
ziyadenin Kur'andan olduğunu kabullenmiş olsaydı hiç olmazsa halifeliği
zamanında bunu mutlaka halka duyurması lazım gelirdi. Zira onun mertebesinde
olan bir kimsenin Kur'an ayetlerinden herhangi birini bildiği halde saklaması
tasavvur edilemez. Bununla beraber bazı rivayetlerde Ali'nin bu sûreyi şeklinde
okuduğu da ifade olunmaktadır.211
Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasında da bu nevi ziyadeliklere rastlamak mümkündür.
Aynı şekilde İbnü'z-Zübeyr Sizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki (onlar
herkesi) hayra çağırsınlar, iyiliği emretsinler, kötülükten vazgeçirsinler. İşte
onlar muradına erenlerin ta kendileridir.-ayetinin 212sonunda ziyadesiyle
okumuştur. 213 Bu ziyade de İbnü'z-Zübeyr'in kendi koyduğu bir sözdür. 214 Keza
İbn Abbas-yukarıdakilere ilave olarak çünkü o saat şüphesiz gelecektir. Ben onu
(n vaktini) hemen açıklayacağım geliyor ki herkes neye çalışıyorsa kendisine
onunla mukabele edilmiş olsun, -ayetini 215ziyadesiyle okumuştur. 216 Bu
rivayeti kabul edecek olursak ona İbn Abbas'm bir sözü nazariyle bakmamız lazım
gelmektedir ki tefsir ve izah kabilinden getirilmiştir217Übeyy'den bu ayetin Lit
ziyadesiyle okunduğu rivayet edilmişse de 218bu rivayet sahih değildir. 219
Bu meseleye Goldziher de temas etmiş ve haksız yere şübhe hissettiren ibareler
kullanmıştır. 220 Goldziher bu hususta özetle diyor ki: «Bu ziyadelerden
hakikaten ne kasdedilmiş olduğu pek vazıh değildir. Acaba bu ziyadeleri yapanlar
hakikaten bir nassın tashihini mi irade etmişler yoksa bu nassı asla
değiştirmeyen izah edici bazı ta'likat. mı izafe etmek istemişlerdir221Her ne
kadar. Goldziher mushaflara tefsir mahiyetinde bazı ziyade
liklerin yazılabileceğinin cevazına taraftar görünmüşse de 222söze başlarken bu
ziyadelerden maksadın ne olduğunu sorarak mübhem ve şübhelendi-rici bir ifade
kullanması yersizdir. Kur'an mütevatir bir yolla bize kadar geldiğine göre bu
kabil getirilen ziyadelerin Kur'an'dan olabileceği hiç bir suretle hatıra
gelmez. Bununla beraber Goldziher, kıraatlerin doğuşuna temas ederken yapılan bu
nevi ziyadelerin tefsir kabilinden olduğunu söylemektedir. 223 Şu hale göre
Goldziher'in bu husustaki fikri aynı kitapta ve hem de birkaç sahife ara ile
birbirini bir dereceye kadar nakzetmektedir. Goldziher önce bu nevi ziyâdelerin
tefsir ve beyan kabilinden getirilmiş şeyler olduğunu izah etmiş, fakat daha
sonra bunların neden ve ne maksatla getirilmiş olduğunu şüphelenen bir insan
edasıyla ele almıştır.
Yukarda söylendiği gibi Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasında tefsir ve izah
kabilinden bazı ziyadeler bulunuyordu. Mesela Abdullah Size Rabbinizden
(peygamberliğimi ispat eder) ayet (alâmet, mu'cize) getirdim. Artık Allah'tan
korkun, bana da itaat edin-ayetini 224şeklinde çi ziyadeleriyle okumuştur. 225
Bu ziyadelerin de tefsir ve izah gayelerine matuf olduğu aşikardır, Kur'an'dan,
olabileceği düşünülemez. Aynı şekilde Abdullah b. Mes'ûd Peygamber, mü'minlere
öz nefislerinden evladır. Zevceleri (mü'min-lerin) analarıdır.
ayetindeki226terkibinden sonra ziyadesini 227şerh ve beyan kabilinden
getirmiştir. Yine bir örnek olarak
Gör(ür gibi bil)medin mi ki göklerde ne var, yerde ne varsa Allah şüphesiz
(hepsini) bilir. Her hangi bir üçten bir fısıltı vaki olmaya dursun, muhakkak ki
onların dördüncüsüdür. Bir beşten vukua gelmeye dursun, ille o, nerede olsalar,
bunların yamndadır.-ayetini 228ele alabiliriz Abdullah b. Mes'ûd'un bu ayeti de
şeklinde okuduğu rivayet edilmektedir.229 Keza, İbrahim'in) karısı (hizmet için)
ayakta idi. (Bu söz üzerine) güldü, -ayetini 230ziyadesiyle şeklinde okumuştur.
231 Temas ettiğimiz gibi bu ziyadeler şerh ve izah kabilinden getirilmiş
şeylerdir. Goldziher'in belirttiği şekilde bu ziyadelerle asla bir nas-sın
tashihi kasdedilmiş değildir.
Bu ziyadelerin ileri gelen bazı kimseler tarafından memnuniyetle karşılandığını
da müşahade etmekteyiz. Hatta mücâhit (Ö. 104/722) diyor ki: «Eğer Abdullah'ın
kıraati gibi okumuş olsaydım Abdullah b. Abbas'a Kur'-an hakkında sorduğum
birçok hususları asla sormak lüzumunu hissetmeyecektim. 232 Îbnü'l-Cezerî
(0.833/1429) bu hususa temas etmiş ve ashabtan bazılarının izah ve beyan
kabilinden, tefsir mahiyetini taşıyan bazı lafızları kıraat arasında
bulundurduklarını kaydetmiştir. 233Hatta «Bazıları bu kabil tefsirleri
yazarlardı da» demektedir. 234
Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasmdaki gerek tefsir ve izah kabilinden ve gerekse bir
kıraat olarak bulundurulmuş ziyâdelerin Abdullah'dan sonraki fikir hayatına bir
hayli tesiri olmuştur. Mücâhid'in «Eğer Abdullah b. Mes'ûd'un kıraati gibi
okumuş olsaydım Abdullah b. Abbas'a Kur'an hakkında sorduğum birçok şeyleri
sormak ihtiyacını hissetmezdim » demesi de bundan ileri gelmektedir. Mücâhid'in
bu sözü 235Abdullah b. Mes'ûd kıraati ve tefsir mahiyetini taşıyan ziyâdelerin
önemini açığa çıkarmaktadır. Bunu, aşağıda vereceğimiz birkaç misâlle izah
edelim.
Erkek hırsızla kadın hırsızın ellerini kesin. -Ayetinde 236Abdullah b.
Mes'ûd'dan gelen meşhur kıraat şeklindedir 237Ancak bazı fjkh kitaplarında bu
kıraat değişik vecihlerle ifade olunmaktadır. Meselâ el-Kâsânî 238ve ez-Zeylâî
(0:743/1343) bunu şeklinde rivayet etmişlerdir.239
Buradaki terkibi Abdullah b. Mes'ûd'un kendi ilâvesi değildir. Çünkü, temel bir
hüküm ifade eden bu lafzı, Abdullah b. Mes'ûd bir kıraat olarak Hz. Peygamberden
duymuştur. 240Zira Abdullah'ın kendi fikir ve anlayışına istinaden böyle bir
kıraati neşretmiş olması mümkün değildir. 241 Şu durumda Abdullah b. Mes'ûd'un
bu kıraati ayetdeki L Jsl lafzım izah ve beyan etmektedir. 242 Bilindiği gibi
lafzı, hem sağ ve hem de sol ele teşmil edilebileceğinden müphemdir. Abdullah b.
Mes'ûd'un kıraati ise bu mübhemiyyeti izale etmektedir. Böylece, bu kıraate
istinaden eli kesilmesi gereken bir hırsızın icma' ile önce sağ eli kesilir.
Bununla beraber Haricilerin, had tatbikinde, elin omuzdan kesileceğini iddia
etmeleri icmaa muhaliftir. 243 Abdullah b. Mes'ûd'un kıraati ile mutlak olarak
gelmiş bir nassm takyidi mümkün olabileceğinden 244bu kıraate dayanarak hüküm
istinbatına gidilebilir. Ayrıca, Abdullah b. Mes'ûd'un bu kıraati haberi vahid
değil, Ebû Hanife zamanına kadar meşhur olarak gelmiştir 245Netice itibariyle bu
kıraat sayesinde nasda mevcut bulunan bir mübhemiyet izale edilmiş bulunuyor.
Yemin keffaretinden bahseden Fakat kim (bunları) bulamaz (bulmaya muktedir
olamaz) sa üç gün oruç (tutması lazımdır) -ayetinin 246sonuna, Abdullah b.
Mes'ûd lafzını ziyâde olarak getirmiştir 247Bu lafza istinaden yemin
kaffaretinden dolayı oruç tutması lazım gelen bir kimsenin bu orucunu mütetabi
olarak tutması gerekir. kelimesi terk'bine nazaran bir kayıtdır. Şafiî,
(0:204/820) yukarda zikredilen nassm mutlak olduğunu ileri sürerek böyle bir
kaydı kabul etmez. 248 Şu halde Abdullah b. Mes'ûd'un burada getirmiş olduğu
ziyâdeye istinaden keffaret orucunun birbiri ardına olacağı hükmü ortaya
cıkmaktadır.249
Abdullah b. Mes'ûd'dan gelen kıraat ve ziyadelerden bazılarının lügat yönünden
de kendisinden sonra gelenlerin fikir hayatlarında tesiri olmuştur. Meselâ
Abdullah Yahut altından bir evin olsun, ayetini250şekilde okumuştur 251Böylece,
Abdullah b.Mes'ûd'un kiraatindeki kelimesi lafzının açıklanmasına yardımcı
olmaktadır. ez-Zemahşerî, (Ö.538/1144) terkibini şeklinde beyan edip geçmiştir.
252Benzeri örnekler çoktur.253
c) Kur'an Nüshası İle İlgili
Tenkitler:
Abdullah b. Mes'ûd'un. Kur'an nüshasına müteaddit yönlerden tenkitler tevcih
edilmiştir. Biz burada bu tenkitlerden bazılarını ele alarak mümkün olduğu
nisbette kısaca cevaplar vermiye çalışacağız.
Bu tenkitlerden ilki ve en önemlisi Abdullah b. Mes'ûd'un mushafmda Fatiha ve
Muavvizeteyn gibi üç sûrenin mevcut olmadığını bildiren rivayetleri kabul
edenlerin tenkitleridir ki, pekçok ilim adamları bu mevzu üzerinde durmuşlar 254
ve muhtelif şekillerde te'vil, tefsir ve izah yolları bulmaya çalışmışlardır.
Biz her şeyden önce şunu kesin olarak ifade etmek isteriz ki Fatiha ve
Muavvizeteyn'in Kur'andan olduklarında asla şüphe yoktur. Fatiha'ya gelince Hz.
Peygamberin hadisi 255 ile daha başka pekçok hadisler, karine ve deliller.
Fatiha'nın Kur'andan olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Haddi zatında Abduliah
b. Mes'ûd'un nüshasına tevcih edilen tenkitlerde en çok Muavvizeteyn'den
bahsedilmiştir. Bu bakımdan biz
Fatiha üzerinde fazla durmayacağız. Muavvizeteyn'e gelince bunlar da Kur5-an'
dan birer sûredir. Bunu te'yid eder mahiyette elimizde çok, hem de pekçok
deliller vardır. Her şeyden önce Hz. Peygamber bu iki sûrenin de diğerleri gibi
Cebrail vasıtasiyle kendisine nazil olduğunu müteaddit hadislerde beyan
etmiştir. Müslim, Ukbe b. Amir'den (0:58/678) şu hadisi rivayet etmektedir.
Ukbe b. Amir'den gelen bir başka rivayette ise Hz. Peygamber demiştir Bu
hadislerden açıkça anlaşılıyor ki Muavvizeteyn Kur'an'm diğer her hangi bir
sûresi gibi Hz. Peygambere Cibril vasıtasiyle Allah (c.c.) tarafından
gönderilmiştir. Artık bu durum karşısında Muavvizeteyn için şüphe edilecek en
küçük bir husus bile yoktur. Bu hadisleri şerheden en-Nevevî, (ö.676/1277) diyor
ki: Bunlardan başka Buharî'de de şu hadisi 256görüyoruz.
Umdetü'l-Karî'de de sarahaten ifade edildiği gibi Übeyy'in sorusuna Hz.
Peygamber yukardaki gibi cevap vererek bu iki sûrenin kendisine Cebrail
vasıtasıyla indirilmiş olduğunu beyan etmiştir. 257 Ancak, el-Aynî'nin ifadesine
göre Übeyy, Abdullah b. Mes'ûd'un bu iki sûreyi Kur'an'dan saymadığını bildiği
için Hz. Peygambere sormuştur. 258öyle 259ise Übeyy b. Ka'b Hz. Peygamberden bu
iki sûrenin Kur'andan olduğunu öğrendikten sonra neden Abdullah b. Mes'ûd ile
temasa geçerek durumu kendisine haber vermedi acaba? Böyle bir hal karşısında ne
Übeyy ve ne de bir başka sahabinin susacağı hatıra getirilemez. Bir rivayete
göre Übeyy b. Ka'b Ömer'in hilâfetinde vefat etmiştir. 260 Bunun (22) inci Hicrî
yılma 261rasladığı söylenmektedir. 262 Bir başka rivayete nazaran da Osman'ın
hilâfetinde vefat etmiştir. 263 Şu halde her iki rivayete göre de Übeyy,
Abdullah ile bir müddet beraber bulunmuş, hiç olmazsa defalarca görüşmüştür.
Bütün bunlar nazarı itibara alınacak ve üzerinde durulacak olursa el-Aynî'nin
anlayışı teemmüle muhtaçtır. Çünkü en küçük bir mün-keri derhal izale etmek için
çalışan ashabdan her hangi birinin, Kur'an'dan iki sûreyi sözde inkâr etmiş olan
Abdullah b. Mes'ûd için susmuş olmaları düşünülemez.
Bu hususla ilgili olarak konuşan el-Aynî demekte264 ve bu iki sûreyi kabul
etmiyenin İslâm dininden çıkacağını beyan etmektedir. Bütün bunlar bu sûrelerin
Kur'an'dan olduklarının apaçık delilleridir. en-Nevevî de aynı kanaate
sahiptir265 Burada kısaca şunu da [belirtmek isteriz ki Abdullah b. Mes'ûd'un
kendi özel nüshası ile taraftarlarının nüshaları aynı idi.266 Bu hale göre bütün
bu mushaflarda Muavvi-zeteyn mevcut değildi.
Ahmed b. Hanbel de 267Müsned'inde Muavvizeteyn'in Kur'an'dan olduğunu ispatlayan
hadisler rivayet etmiştir. Bunlardan birkaç örnek verelim. İlk hadis 268Ukbe b.
Amir'den rivayet edilmektedir ki metni şöyledir.
İkinci hadise yine Ahmet b. Hanbel'in Müsned'inde ve en-Nesâî'de (0:303/-915)
raslıyoruz . 269
Hadisin metni şu şekildedir,
Aynı şekilde Ukbe b. Amir'den rivayet edilen bir hadisde şöyle denilmektedir.
Bir başka rivayette ise Ukbe b. Amir diyorki Bir diğer hadisin metni şöyledir
270
Zikretmiş olduğumuz hadislerle beraber daha başkalarının da sarih şahadetleri
karşısında Muavvizeteyn'in Kur'andan olduğunda asla şüphe kalmaz. Bütün bunlarla
beraber Hz. Peygamberin bu iki sûreyi namazda okumuş olduğu kesin olarak bilinen
hakikatlerden biridir. Mesela biraz önce Ukbe b..Amir'den nakledilen hadisde
271denilmektedir. Kur'andan olmıyan bir şeyin namazda okunabileceği mevzu bahis
olmıyacağmdan bu iki sûrenin Kur'andan oldukları böylece ortaya çıkmış olur.
Yine yukarıda zikredilen hadislerden birinde Hz. Peygamber Ukbe'ye el-Felâk
suresini okumasını emrettikten sonra Ukbe'nin pek memnun olmadığını görmüştü.
Zira Ukbe, Hz. Peygamberin daha272 u-znn sûreleri okutmasını arzu ediyordu
273Fakat Hz. Peygamber bu sûrenin faziletine temas ederek dedi.Bu274 da
gösteriyor ki Hz. Peygamber bu sûrenin namazda okunmasının istihbabma işaret
etmektedir. 275 Hatta bazıları el-Felâk sûresini akşam namazında okumayı itiyat
haline getirmişlerdi. 276 Ayrıca Hz. Peygamber vitr namazında Ihlâs ve
Muavvizeteyn'i okurdu.277
Gerek Hz. Peygamber'in ve gerekse ashabın bu sûreleri namazda okumuş olmaları
onların Kur'an'dan olduklarını isbata kâfidir. en-Nevevî bu hususta demektedir.
278 Mukaddimetü Kitabi'I-Mebâni sahibi de, kıraatleri Abdullah b. Abbas'a nisbet
edilenlerin bu üç sûrenin Kur'an'dan olduğu] hususunda müttefik bulunduklarını
beyan eder 279ez-Zerkeşî, Muavvizeteyn'in sair âyât ve sûreler gibi kat'i olarak
Kur'an'dan olduğunu açıklar. 280 Daha sonra da Abdullah'ın mezkûr sûreleri inkâr
ettiğine dair varit olan rivayetler için onların, Abdullah b. Mes'ûd'a isnat
edilmiş birer yalan olduğunu söyler. 281 Bunlardan başka Zirr b. Hubeyş'den
(Ö.83/702) gelen kıraat-de hem Fatiha ve hem de Muavvizeteyn'in mevcut olduğu
görülmektedir. 282İbn Kuteybe (Ö.276/889) Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasında
Muavvizeteyn'in mevcut olmadığını bildiren rivayetlere biraz meyleder görülmekle
283beraber Fatiha sûresinin Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasında yazılmamış olduğunu
bildiren rivayetleri şüphe ile karşıla. 284Daha sonra da Abdullah'ın ilmî
durumunu ele alarak ondan, bilhassa Fatiha hususunda böyle bir rivayetin sahih
olabileceğine inanmaz285 en-Nesâî ise Sünen'inde Ukbe b. Amir'den, Hz.
Peygamber'in Muavvizeteyn'i bir sabah namazında okuduğunu 286aşağıdaki hadiste
sarahaten rivayet etmektedir.
Hâttâ en-Nesâî'nin bu rivayetinden söz eden el-Kastallânî (Ö.923/1517) «Bu
hadis, belki de tevatür ifade edebilecek şekilde muhtelif yollardan rivayet
edilmiştir» demekte 287ve hadisin sıhhatine işaret etmektedir- Malik'den de
(ö.179/795) Muavvizeteyn'in Kur'an'dan olduğu sarahaten nakledilmiştir. 288Amr
b. el-As (Ö.43/664) Hz. Peygamber'e el-Felâk sûresi hakkında sual sormuş
olduğunu şöyle anlatır 289Görüldüğü gibi Amr b. el-As Hz. Peygamber'e bu sûreden
sual ederken konuşmasında tabirini kullanmıştır. Hz. Peygamber tarafından
verilen cevaptan anlaşıldığına göre sual sûrenin manasıyla ilgili bulunuyordu.
Bu da sarih ve kesin olarak bu sûrenin Kur'an'dan olduğunu göstermektedir. Çünkü
Kur'an'dan olmasaydı Hz. Peygamber diyerek eevap vermeye başlamazdı.
İlim adamlarının, Abdullah'a isnat edilen menfi rivayetler hakkında çeşitli
görüşleri vardır. Ancak netice itibariyle Nazzam ve onun gibi düşünen birkaç
kimse hariç diğerleri arasında Abdullah'ın bu sûreleri Allah (G.C.) kelâmı
değildir diye inkâr ettiğini söyleyenler yoktur. Fahru'd-Dîn er-Razî (Ö.
606/1210) bu meseleyi halledilmesi güç bir problem olarak kabul etmektedir. 290
Diyor ki: «Elimizdeki rivayetlere hiçbir delile dayanmadan ta'-netmek kabul
edilir bir şey değildir. Nakledilen bu rivayetler sahih olmakla beraber te'vil
yolu açıktır ve te'vil ihtimali vardır. 291 Biz, Abdullah b. Mes'ûd devrinde
Muavvizeteyn'in Kur'an'dan olduğu mütevatir olarak biliniyordu demiş olsak,
onları kabul etmiyenin İslâm'dan çıkması gerekir. Şayet bu devirde bu iki
sûrenin Kur'an'dan oldukları mütevatir değildi dersek o zaman da Kur'an'm bazı
kısımlarının mütevatir olarak şûyû bulmadığı ortaya çıkmış olacak. Bu durum ise
hakikaten güç bir düğümdür. 292 İbn Hacer el-Askalânî bu hususa «İbn Mes'ûd
devrinde bu sûrelerin mütevatir olarak bilindiğini, fakat bizzat İbn Mes'ûd'a
göre mütevatir olmadığını anlatır mahiyette bir izah yoluyla eevap verildiğini
beyan ediyorsa da 293bu cevabın düşündürdükleri, er-Razî'nin ortaya atmış olduğu
güçlükten daha zor ve halli imkansız gibi görünen meseleler ortaya
çıkarmaktadır. Çünkü Hz. Peygamber'in gece gündüz yanında olan Abdullah b.
Mes'ûd'un bu iki sûreyi duymamış olduğunu ileri süren rivayetlerin kabul
edilmesi mümkün değildir. Mukaddimetü Kitabi'l-Mebânî sahibi, Abdullah' b.
Mes'ûd akşam sabah Rasûlüllah'ın arkasında namaz kılıp onun Fatiha sûresini
okuduğunu ve namaz ancak bu sûre ile tamam olur dediğini duymuş olduğu halde
nasıl olur da Muavvizeteyn'in Kurandan olduğunu kabul etmiye-bilir, 294hadisenin
vukuuna inanmaz. ez-Zerkeşî de Muavvizeteyn'in
Kur'an'dan olduğunu açıkça izah ve beyan eder. 295el-Bakıllânî (Ö.403/-1013)
herhangi bir haberi vahidle Abdullah b. Mes'ûd, Übeyy b. Ka'b, Zeydb. Sabit
Osman b. Affan, Ali veya yakınlarından birine, Allah (C.C.) kitabından herhangi
bir ayetin veya harfin inkârı yahut tağyiri veya icma' vaki olmuş mushafm
hilâfına bir kıraati izafe etmek caiz değildir. Bu davranış, helâl olmadığı gibi
kabul de edilemez. Bu gibi hususların değil onlara, asrımızda bile mü'minlerin
en aşağı derecelisine isnadı uygun olmaz, demektedir. 296 en-Nevevî de Müslim
şerhinde bu iki sûrenin Hz. Peygamber'e nazil olduğunu bildiren hadisi
şerhederken diyerek 297bu hadisi 298Muavvizeteyn'in Kur'an'dan olduğu hnsusun-da
kesin bir delil kabul eder.
Yukarda Fatiha ve Muavvizeteyn'in Kur'an'dan olduklarını, Hz. Peygamberin her üç
sûreyi de namazda okumuş olduğunu bir kaç delille kısaca beyan ettikten sonra
bazı ilim adamlarının Abdullah b. Mes'ûd'a nisbet edilen fikirlerini özetle ele
aldık.
Abdullah b. Mes'ûd'un Muavvizeteyn'i kendi özel nüshasında tesbit etmemiş
olduğuna birçok yerde temas edilmiştir 299İlk olarak Buharî'nin rivayet ettiği
300şu hadisle karşılaşıyoruz,
İkinci olarak yine Buharî'deki şu hadisi 301görüyoruz.
Birinci hadisten bahseden Umdetü'1-karî sahibi, Zirr b. Hubeyş'in Übeyy b.
Ka'b'e Muavvizeteyn'den soruş sebebini Abdullah b.Mes'ûd'un bu iki sûreyi
Kur'anda tesbit etmemiş olduğuna bağlamaktadır. 302
Malum olduğu gibi Zirr b. Hubeyş Abdullah'ın en yakın talebesinden biridir.
Abdullah'ın Muavvizeteyn'i Kur'an'da tesbit etmediğini bildiği halde neden bir
başkasına durumu anlatarak bilgi istememiştir? Aldığı dersler sebebiyle herhalde
gece gündüz Abdullah b. Mes'ûd'un yanında bulunuyor değildi. Başkaları ile de
teması olduğu muhakkaktı. Ayrıca Zirr b. Hubeyş, Übeyy b. Ka'b'e, şayet Abdullah
b. Mes'ûd hayatta iken bu hususu sormuş ve konuşmuş ise (ki öyle olması
lazımdır. Çünkü Übeyy Abdullah'tan önce vefat etmiştir) neden Abdullah b.
Mes'ûd'a bu fikrinden ve Übeyy ile olan konuşmasından bahsetmedi?
Alkame'den gelen bir rivayette, Alkame de Abdullah'ın Muavvizeteyn'i Kur'andan
sildiğini söylemektedir. 303Abdullah'ın ise Alkame için «Eğer Rasûllüllah seni
görseydi memnun olurdu 304diyerek ilmine de işaretle «Benim bildiğimi Alkame de
bilir» demiş olduğu malumdur. 305 Bu durum karşısında şayet Abdullah b. Mes'ûd
hakikaten Muavvizeteyn'in Kur'andan olduğunu inkâr etmiş olsaydı, bu vasıflarla
beraber daha başka pekçok meziyetleri olan Alkame gibi bir kimse Abdullah b.
Mes'ûd'un bu davranışına susarmıydı?
Bu kısırım başmdanberi verdiğimiz kısa izahtan sonra netice olarak vardığımız
sonuç Abdullah b. Mes'ûd'un Muavvizeteyn ve Fatiha'nm Kur'an'-dan olduğunu asla
inkâr etmemiş olduğudur. Yâni Abdullah, Fatiha ve Muavvizeteyn'in diğer sûreler
gibi Kur'andan olduğunu pek tabii olarak kabul etmiş ve aksini söylememiştir. Bu
hususta hiçbir delil olmasa bile icma' vaki olmuş bir meseleyi Abdullah b.
Mes'ûd'un kabul etmiyerek inkâr etmiş olduğunu hatıra getiremeyiz. Şu hale göre,
Abdullah bu sûreleri kabul etmiştir dememiz gerekmektedir. Abdullah'ın bu
sûreleri kabul etmemiş olduğunu bildiren rivayetlerin ya te'villeri yapılacak
veya reddi cihetine gidilecektir. Fahru'd-Din er-Razî bu yolda varit olan sahih
rivayetlerin inkârına imkan bulunmadığını 306ve te'vil yoluna gidilmesi
gerektiğini katta te'-vilin daha evlâ olacağım söylemektedir. 307
Şimdi biz bu hususta varit olan te'villerden bazılarını zikredecek ve daha sonra
da kendi fikrimizi söyliyeceğiz.
Bu hususta karşılaştığımız ilk te'vilde Abdullah b. Mes'ûd Muavvizeteyn'in
Kur'an'dan olduğunu asla inkar etmiş değildir. Abdullah bu iki sûrenin mushafa
yazılmasına karşı idi. Zira Abdullah mushafa ancak Hz. Peygamberin, yazılması
için izin verdiklerinin yazılmasını istiyordu. Bu husustaki izin belki de
kendisine ulaşmadı, denilmektedir.308Ancak el-Askalânî, Abdullah b. Mes'ûd'un
sözünün309bu te'vile göre istikamet bulmayacağını beyan etmekte ve bir çıkar yol
olarak cümledeki kelimesinin hamledilmesini uygun görmektedir. 310Böylece
Abdullah b. Mes'ûd bu iki sûrenin Kur'an'dan olduğunu inkâr etmiş değil, Hz.
Peygamber'in izni olmadan herhangi bir ayetin veya sûrenin yazılmasına taraftar
olmadığını beyan etmiştir. Diyelim ki Abdullah b. Mes'ûd - farz-ı muhal -bu iki
sûreyi kabul etmedi. Bu fikrini gizlemiş değildi. Binlere e sahabî ve tabiinden
neden bir tanesi çıkıp da Abdullah'a karşı itirazda bulunmadı? Ümmeti
Muhammediyeniıı dalâlet üzerine içtimai mümkün olmadığına göre Abdullah'a karşı
hakiki manasıyla bir itirazd? bulunulmamış oluşu Abdullah b. Mes'ûd'un
Muavvizeteyn'in Kur'an'dan olduğunu inkar etmeyip mushaf-da tesbit edilmesine
karşı olduğunu gösterir. Eğer te'vil yoluna gidilecekse Abdullah b. Mes'ûd
hakkında varit olan menfi rivayetlerin bu yolla te'vili mümkündür.
İkinci te'vilde ise Abdullah'ın bu iki sûre için söylenmiş bazı hususiyet ve
tahsisleri kabul etmemiş olduğu ileri sürülmektedir. 311 Hatta el-Aynî,
Buharî'nin rivayeti olan ve Zirr b. Hubeyş'in Übeyy b. Ka'b'e sorarak
«Ebe'l-Münzir, (din) kardeşin İbn Mes'ûd şöyle şöyle diyor.diye başlayan
hadisin312bile bu te'ville bağdaşabileceğini beyan etmektedir 313el-Aynî,
ibaresinin sonunda tabirini kullanır. 314 Şu kadarı var ki elimizdeki
kaynaklarda Abdullah b. Mes'ûd'un kabullenmek istemediği hususiyetin ne olduğuna
dâir etraflıca bir bilgi elde etmek imkanını bulamadık.
Üçüncü bir te'vil olarak bu iki sûrenin fazlaca şüyu bulmuş olmasından ve bu
sebeple de unutulma korkusu bulunmadığından Abdullah b. Mes'ûd'un bunları
yazmamış olduğu söyleniyor. 315 Zira Kur'an'm cemedil-mesindeki ilk sebep
herhangi bir ayetinin hatta harfinin kaybolmasını önlemek gayesine ma'tufdu.
316Bu iki sûre için ise böyle bir endişe varit olmadığından Abdullah bunları
kendine has nüshasında tesbit etmemiştir. Fatiha da aynı durumdadır.317 îbn
Kuteybe'nin «Abdullah b. Mes'ûd, bu sûreleri Hz. Peygamber'in Hasan (Ö. 50/670)
ve Hüseyrre (Ö. 61/680) te-berrüken ve kötülüklerden korunmaları için okuduğunu
görerek onların Kurandan olmadığını zannetmiştir» sözü 318bir te'vil yolu olarak
biraz uzaktır.
Biz bu hususta birinci te'vili diğerlerine nazaran daha uygun buluyoruz.
Şöyleki: Abdullah b. Mes'ûd ashab arasında ilmi ile temayüz ettiği gibi ilmî
meseleleri tahkik etmekle de bir imtiyaz elde etmiştir. Nasıl ki Zeyd b. Sabit,
Ebû Bekr tarafından Kur'an'ın cem'i için görevlendirildiği zaman büyük bir yük
altına girdiğini bizzat kendisi ifade ediyorsa 319Abdullah b. Mes'ûd da bu
sûrelerin Hz. Peygamber tarafından «Yazılsın» dediğini duymamıştır. Bu bakımdan
da herkesin, hatta küçük müslüman yavrularının bile ezberlerinde olan bu üç
sûreyi veya yalnız Muavvizeteyn'i kendi nüshasında tesbit etmemiştir. Alkame'den
gelen ve Abdullah'ın Muavvizeteyn'i namazda okumadığını bildiren rivayete
gelince 320bu rivayet zayıftır.
Hülasa olarak, Fatiha ve Muavvizeteyn diğer sûreler gibi Kur'an'dan birer
sûredir. Abbullah bunların diğer sûreler gibi Hz. Peygamber'e Cebrail
vasıtasiyle nazil olduğunu kat'i olarak biliyordu. Fakat, bizce yukarda söylemiş
olduğumuz husus için onları kendi nüshasında tesbit etmemiştir. Bununla beraber
birçok rivayetlerde Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasında Fatiha sûresinin olduğu
beyan edilmektedi. 321
Abdullah'ın nüshasına tevcih edilmiş olan tenkitlerden biri de bazı rivayetlere
göre Berae sûresinin başında Besmelc'nin yazılmış 322olmasından ileri
gelmektedir. Eğer bu sûrenin başında Besmele'nin mevcut olduğunu ileri süren
rivayet323kabul edilecek olursa onu değişik şekillerde mütalaa etmek ve muhtelif
te'vil yollarına götürmek mümkündür.
Bu sûrenin başında Besmele'nin yazılmamış oluşu müteaddit sebeplere
dayandırılmaktadır. Şimdi bu hususta söylenenlerden bazılarını zikredecek ve
daha sonra da kendi görüşümüzü beyan edeceğiz. Cahiliye devrinde Araplar, yapmış
oldukları bir anlaşmayı bozarak anlaşma dışı kalmak istedikleri zaman bu hususla
ilgili bir yazı yazarlar 324ve başında da Allah'ın ismini zikretmezlerdi. 325
Küffara ait ahdin bozulmuş olduğunu bildiren Berae sûresi nazil olunca Hz. Ali
bu sûreyi Besmelesiz olarak âdetleri gibi okumuştu. 326 Bundan başka Hz. Osman
zamanında Berae ve Enfal'in tek bir sûre olup olmadığı hususunda ihtilaf
edilmiştir. Acaba her biri müstakil birer sûre midir, yoksa aralarında Besmele
yazılmamış olmakla ikisi bir sûre olarak mı mütalaa edilmelidir. 327 Bu meseleyi
İbn Abbas Ali'ye sorduğunu, Ali'nin de «Çünkü Besmele bir nevi güvendir. Berae
ise kılıçla harbi emreder mahiyette nazil olduğundan kendisinde bir eman yoktur»
cevabını verdiğini söyler. 328 Bazıları da bu sûre ile beraber Cebrail'in
Besmele'yi getirmemiş olduğundan yazılmadığını beyan etmektedirler. 329Birçok
ilim adamları Abdullah'ın nüshasında, Berae sûresinin evveline Besmele'nin
yazılmış olduğuna temas bile etmemişlerdir. Berae ve Enfal'in bir sûre olduğunu
söyleyenlerin sözlerine binâen Besnıele'nin yazılmadığı söyleniyor. 330Bu duruma
göre Besmele'nin yazılıp yazılmaması ashabın fikirlerine raci bir mesele imiş
gibi görünmektedir. Böylece Abdullah, Besmele'yi yazmış olmakla bir tenkide
maruz bırakılamaz. Muhyi'd-Din İbn Arabî (0.638/1240) Berae sûresinin Enfal'den
olduğunu sözlerinin sonunda kaydıyla belirtmiştir. 331 Asım'dan (Ö.127/745) da,
bu sûrenin evvelinde Besmele okuduğu rivayet edilmektedir. 332
Mahmud el-Alûsî (Ö. 1270/1854) ifadeleriyle 333Besmele'nin bu sûre başında
yazılmasının pekde mahzurlu olmadığına işaret eder. «Çünkü, diyor, bu sûrenin
evvelinden Besmele'nin iskat edilmiş olması ya savaşı emreder mahiyette nazil
olmasından veya belki Enfal dendir diye onun müstakil bir sûre olduğuna dair
kat'i bir bilgi edinemediklerindendi. 334Bununla beraber bazıları bu sûrenin
evvelinde Besmele'nin okunabileceğine bile kail olmuşlardır.335Netice itibariyle
Besmele'nin bu sûrenin evvelinde istihbaben terkedilmiş olduğu söylenebilir
336Bazı şafiî bilginler bu sûrenin evvelinde Besmele'nin okunmasını haram olarak
mütalaa etmişlerdir. 337
Kendi görüşümüzü söylemeden önce, eğer Berae sûresinin başında Besmele'nin
bulunduğunu belirten rivayetler kabul edilecek olursa bu husus, Abdullah b.
Mes'ûd'un nüshası için büyük bir tenkit vesilesi olamaz. Şihabü'd-Din el-Hafâcî
(Ö. 1069/1659) bunu daha vazıh bir şekilde ifade ederek demektedir. 338
Kıraat ilminin tanınmış kişilerinden Ebû Amr ed-Dânî (Ö. 444/1052) Berae
sûresinin evvelinde Besmele'nin getirilmemesi gerektiğini aynen şu ifadelerle
anlatır. 339
Abdü'l-Fettah el-Kadi ise her sûre başında Besmele'nin getirileceğini beyan
ettikten sonra sarih bir ifadeyle bize şu bilgiyi veriyor340Yine Abdl'l Fettah,
bu sûrenin evvelinde Besmele'nin getirilip getirilmemesi hususundaki ihtilafı şu
şekilde anlatır. 341
Yine aynı eserde 342denilerek kıraat imamlarının bu sûre evvelinde Besmele'nin
kaldırılması üzerinde ittifak etmiş olduklarından bahsedilir.
Şu hale göre birkaç kimse müstesna edilecek olursa Berae'nin evvelinde Besmele
okuma taraftarı yoktur. Abdullah b. Mes'ûd'un bu sûre başında Besmele'yi yazmış
olduğunu bildiren rivayete gelince, yukarda da işaret ettiğimiz gibi eğer bu
rivayet doğru ise, İbn Mes'ûd'un diğer sûrelere kıyasla. Berae sûresinin başına
da Besmele koymuş olabileceği düşünülebilir. Bu ise, sahabe devrinde konu ile
ilgili ihtilaflarda İbn Mes'ûd'un kendine has bir görüşe bağlandığı neticesini
doğurur.343
d) Abdullah b. Mes'ûd'un
nüshası ve Şîa:
Şia'nın, Abdullah b. Mes'ûd'un nüshasına yakınlık gösterdiğini görüyoruz.
Hilâfet meselesinden de Hz. Osmana kırgınlığı olan Şia bizzat Hz. Osman
tarafından muhtelif vilâyetlere gönderilen nüshadan bir başkasına meyletme
arzusu duydular. Fakat buradaki «Şia» sözünden bütün Şia'yı kasdct-memiz mümkün
değildir. Goldziher'in ifadesinden anlaşıldığına göre 344Bağdat Şia'sı (398)H.
(1007) M. yılında ortaya bir Kur'an nüshası çıkarmışlar ve bu nüshanın Abdullah
b. Mes'ûd'a ait olduğunu ileri sürmüşlerdir.. Fakat içinde bazı ziyade ve
noksanlar bulunan bu nüsha büyük Şafii fakihi Ebû Hamid el-İsferayinî (Ö.
406/1016) tarafından verilen bir fetva neticesinde yaktırılmıştır. Tacü'd-Din
es-Sübkî (Ö.771/1370) bu hadiseyi kısaca şu şekilde nakleder: 345«Ebû Hamid'in
hayırlı işlerinden biri de şudur ki, H. (398) senesinde Bağdat'da Ehli sünnet
ile Şia arasında, Şia'nın bir mushaf ortaya koyarak bunun Abdullah b. Mes'ûd'un
nüshası olduğunu iddia etmesi sebebiyle bir fitne vukubulmuştu. Halbuki bu
mushaf diğer bütün mushaflara muhalifdi. Bunun üzerine ehli sünnet galeyana
geldi. Şia da taşkınlık gösterdi. Sonunda durum kadı ve ilim adamlarının bir
yerde toplanmalarını gerektirdi. Ebû Hamid de bu toplantıya katılmıştı. Mezkûr
nüsha getirildi. Orada bulunan bütün fıkh bilginleri, başta Ebû Hamid olmak
üzere bu mushafın yakılmasına taraftar olduklarını beyan ettiler. Böylece o
nüsha oradakilerin huzurunda yakıldı. Fakat ne varki bunun üzerine Şia çok
hiddetlendi. Hatta gençlerinden bir kısmı Ebû Hamid'e hakaret için evine
saldırmıya bile teşebbüs ettiler.» Netice itibariyle Şîa tarafından ortaya,
çıkarılan ve Abdullah b. Mes'ûd'un nüshası olduğu söylenen mushaf, Ebû Hamid'in
delaletiyle yakıldı. Bundan sonra Şia'nın böyle bir harekete geçtiklerini beyan
eden bir rivayete raslamadık. Bağdat'da bulunan bazı dostlarıma mektuplar
yazarak bu hususta oradaki Şia ilim adamlarının fikirlerini almasını istedim.
Yapılan araştırma sonunda «Eğer bir Kur'an nüshası çıkarmamız gerekseydi
herhalde Hz. Ali'nin nüshasını çıkarırdık» cevabını aldık. Ancak bu sözün
tabiidir ki ilmi yönden hiç bir değeri yoktur. Fahru'd-Din er-Razi'de Şia'nın bu
nevi hareketlerde bulunduklarını ancak bunların çok eskiler olduğunu beyan
ede.346Ayrıca er-Razî'nin temas ettiği, Şia'nın Kur'an'da ziyade ve noksanların
bulunduğunu ifade eden iddiaları meselesidir. Fahru'd-Din er-Razi bunu şu
ifadelerle anlatır. 347
Şia tarafın-dan yapılan ziyadeler ve Ali taraftarı tefsirler W. S. Clair Tisdall
tarafından neşredilmiştir. 348
3- Sünnet Ve Hadis Bilgisi:
Gece gündüz Hz. Peygamber ile beraber olan Abdullah b. Mes'ûd birçok hadis
duymuş ve rivayet etmiştir. Abdullah b. Mes'ûd'dan rivayet edilen (848) hadis
mevcuttur 349Hatta çok hadis rivayet etmiş olmasından dolayı Hz. Ömer'in
Abdullah'ı hapsetmiş olduğu bile söylenmektedir. 350 Abdullah, rivayet etmiş
olduğu hadislerin çoğunu doğrudan doğruya Hz. Peygamberden rivayet etmiştir.
Bunlar yanında Hz. Osman, Ali ve daha başka sahabeden de rivayet etmiş olduğu
hadisler mevcuttur. 351 Abdullah b. Mes'ûd'un rivayetlerinden Buharı ve
Müslim'in ittifak etmiş olduğu hadis adedi (64) dür. 352Buharı (21), Müslim ise
(35) hadisle infirad etmişlerdir 353Bu duruma göre Buharı Abdullah'tan (85),
Müslim de (99) hadis rivayet etmiş olur.
ilk zamanlarda hadislerin yazılmasına taraftar olmayanlar arasında Abdullah b.
Mes'ûd da bulunuyordu. 354 İbn Mes'ûd'un fikrine Ömer, Zeyd b. Sabit, Ebû Musa
el-Eş'arî ve Ebû Said el-Hudrî (Ö. 74/693) gibi, ashabın ileri gelenleri de
katılmışlardı. 355
Abdullah b. Mes'ûd hadis rivayetinden sonra denilmesine taraftar bulunuyordu.
356 Şu halde Abdullah b. Mes'ûd hadis rivayetinde fazlasiyle titizlik görtermiş
bir sahabidir. Abdullah b. Mes'ûd'un bu yönünü ez-Zehebî (Ö. 748/1347) şu
ifadelerle anlatır. 357
Addullah b. Mes'ûd Hz. Peygambere olan kurbiyetine ve üstün bilgisine rağmen
konuşmalarında demeyi itiyat edinmemişti. .En yetişkin talebesinden Alkame b.
Kays diyor ki: «Abdullah b. Mes'ûd her perşembe akşamı bize bir konuşma yapardı.
Bir defası hariç, onun dediğini duymadım. O bir defasında dediği zaman, bir
bastona dayanmış olduğu halde kendisine bakmıştım, dayanmakta olduğu bastonun
sarsılmakta olduğunu gördüm 358Ayni şekilde Amr b. Meymun (Ö. 75/-694) diyor ki:
«Abdullah b. Mes'ûd'a bir sene kadar gidip geldim. Bu müddet zarfında dediğini
işitmedim. 359 Fakat burada şunu da hatırlamamız gerekir ki Abdullah b.
Mes'ûd'un bu davranışı takva ve Hz. Peygambere karşı üstün saygısından ileri
gelmekteydi. Aksi halde şer'an bu hususun yasaklandığını bilmiyoruz.
Addullah b. Mes'ûd'dan hadis rivayet etmiş olan birçok sahabe ve tabiin vardır.
Ashabtan İbn Abbas, İbn Ömer,Ebû Musa el-Eş'arî, Ibnü'z-Zübeyr, Enes b. Malik
(Ö.93/712), Ebû Said el-Hudrî, Ebû Hüreyre ve daha başkaları Abdullah b.
Mes'ûd'dan hadis rivayet eden sahabe arasında bulunmaktadırlar. Tabiinden de
Alkame' Ebû Vail (Ö.82/701), el-Esved b. Yezîd (ö. 75/694), Mesruk b. el-Ecda'
(Ö.63/682) ve daha başkalarını zikredebiliriz. Bunlardan başka Abdullah b.
Mes'ûd'dan bizzat evlatları, kardeşi ve hanımı da rivayetlerde bulunmuşlardır.
Abdullah b. Mes'ûd da ashabın bazılarından hadis rivayetinde bulunmuştur. Fakat
bu nevi hadisleri oldukça azdır.360
4- Fikh Bilgisi :
Abdullah ilmi kıraatde ve tefsirde bir imam olduğu gibi fıkh ilminde de bir
imamdır. 361 Uzun müddet Küfe şehrinde kalan Abdullah, Hanefi mezhebinin
müessisi sayılır. 362 Ebû Hanife (Ö. 150/767) fıkhî meselelerinin çoğunu
Abdullah b. Mes'ûd'un görüşlerine dayamaktadır. 363
Bilindiği gibi Hz. Peygamber'in ashabından fetva vermekle isim yapmış-, yüz
otuzdan fazla erkek ve kadın mümtaz kimseler vardı. 364Ancak bunlar arasında
ençok fetva verenler yedi kimsedir. Bunları, Ömer, Ali, Abdullah b. Mes'ûd, Aişe
(Ö. 58/678) Zeyd b. Sabit, İbn Abbas ve İbn Ömer olarak sıralayabiliriz . 365
Fıkh ve daha başka birçok ilimler müslümanlar arasında Abdullah,. Zeyd, Abdullah
b. Ömer ve İbn Abbas'ın talebesinden yayılmıştır. Irak'da intişar etmiş bütün
ilimler ise hemen hemen Abdullah b. Mes'ûd'un talebesinden dağılmıştır.
366Bazıları ashab arasında fetva vermekle tanınanların adedinin daha çok
olduğunu söylemektedir. Onlara göre bu kimseler Aişe, Ömer, Ali, İbn Mes'ûd, İbn
Ömer, Zeyd b. Sabit, İbn Abbas, Osman, Sa'd b. Ebî Vakkas, Ebû Bekr ve Cabir b.
Abdillah (Ö.78/697) dır. 367 Kada hususunda ashabın en ileri gelenleri Ömer,
Ali, Übeyy b. Ka'b, Abdullah b. Mes'ûd, Ebû Musa el-Eş'arî ve Zeyd b. Sabit idi.
368Bunlar arasından Ömer, Abdullah b. Mes'ûd ve Ebû Musa el-Eşârî'nin verdikleri
hükümler birbirlerine çok yakın olurdu. 369 Bu üç kişi aynı zamanda
birbirlerinden mes'eleler sorup fikir teatisinde bulunurlardı. 370 Ali ile Übeyy
b. Ka'b'm verdikleri hükümler de çoğu zaman birbirine benzerdi. 371Zeyd b. Sabit
ise Ali ve Übeyy b. Ka'b'danfikir edinirdi. 372 İbn Hazm'e (Ö.456-1064) göre
mütevassıt derecede fetva veren sahabe yirmi kadardır. 373 Geri kalanların
rivayetleri ise çok azdır. Hatta bazılarından yalnız bir fetva nakledilmiştir.
Kendisinden iki mes'ele nakledilenler bile mevcuttur. 374Yine İbn Hazm'm
ifadesine göre ashabdan nakledilen fıkhî kadiyyeler yirmi bini aşmaktadır. 375
Bütün bunlarla beraber Abdullah b. Mes'ûd ashab arasında fıkh ilminde çok mümtaz
bir mevki işgal etmektedir. Zeyd b. Sabit ve İbn Abbas'i da burada
zikredebiliriz. 376Abdullah b. Mes'ûd ile Ömer arasında çok sıkı bir bağ vardı.
Fikirleri de çoğu zaman birbirine uyardı. 377Abdullah b. Mes'ûd ise Ömer'in ilmî
mevkiini en çok takdir eden ashah arasında yer almaktadır. Bu da Ömer'in ilmi
mevki'inin çok yüksek olduğunun bariz bir delilidir. Hatta Abdullah bu hususta
şöyle der: «Ömer'in ilmi terazinin bir gözüne, yer yüzündeki bütün insanların
ilmi de diğer gözüne konmuş olsa Ömer'in ilmi ağır gelirdi. 378Yine Abdullah b.
Mes'ûd Ömer için derki: «Öyle zannediyorumki Ömer, ilmin onda dokuzunu alıp
götürmüştür. 379 Buna mukabil olarak Ömer de Abdullah'a karşı son derece sevgi
beslerdi. Bir gün Abdullah bir kimsenin eteğinin fazla uzamış olduğunu görmüş ve
adama «Eteğini biraz kaldır» demişti. Adam itiraz ederek «Sen de kaldır»
cevabını verdi. Abdullah sebep olarak, ayaklarının çok ince ve fazlasiyle esmer
olduğun» beyan etti. Fakat kısa bir sûre sonra hadiseyi duyan Ömer adamı
çağırttı ve «Demek sen İbn Mes'ûd'a cevap veriyorsun öyle mi?» diyerek onu dövdü
. 380
Ömer, Abdullah b. Mes'ûd'un fıkh ilmindeki bilgi ve kabiliyetini her zaman
takdir ederdi. Muhtelif hadiselerde Ömer'in Abdullah b. Mes'ûd'dan fikir sorması
ve onun dediği gibi hareket etmesi bunun en bariz delilidir. Bir kimse hanımını
iki talakla boşamış ve kadın bunu müteakip üçüncü hayz haline girmişti. Durum
Ömer'e bildirildi. Yani, Ömer'in bu hususta vereeeği fetvaya göre amel
edilecekti. O arıda Ömer'in yanında Abdullah b. Mes'ûd bulunuyordu. Ömer, hiçbir
cevap vermeden ilk olarak bu hususta Abdullah'ın ne düşündüğünü sordu. İbn
Mes'ûd Ömer'in bu iltifatına «Bu meseleye cevap vermeye siz daha lâyıksınız»
dedi. Fakat Ömer ısrar ederek mutlaka Abdullah'ın fikrini söylemesini istedi.
Abdullah «Üçüncü hayzmdan yıkanmadıkça kocasına dönebilir» dedi. Bunun üzerine
Ömer «Benim görücüm de budur» diyerek bu şekilde fetva verdi. 381
Uzun müddet Kûfe'de kalmış olan Abdullah b. Mes'ûd oradaki bütün ilmi
faaliyetlerin başında gelmektedir. Hususi mahiyette şer'i delil bulunmayan bir
cok meselelerde fikir, kıyas ve re'y ile hareket edebilme esasını Iraklılara
öğreten Abdullah b. Mes'ûd olmuştur.382 Bu usûlü Abdullah'tan. Alkame b. Kays
almış, ondan da İbrahim en-Nehaî ye (ö. 96/815) intikal: etmiştir. İbrahim
en-Nehaî'den de bankaları almıştır. İbrahim ise Hammad b. Ebî Süleyman'ın (Ö.
120/737) hocasıdır. Ebû Hanife de fıkh ilmini Hammad tarikiyle öğrenmiştir383
Ebû Hanîfe ile el-Evzâî (Ö. 157/774) Mekke'de buluşurlar. Evzâî Ebû Hanife'ye
der ki: «Siz rûkua varırken ve rûku'dan doğrulurken ellerinizi neden
kaldırmıyorsunuz? Ebû Hanife bu soruya «Çünkü bu hususta Rasû-lüllah'dan bir şey
varit olmuş değil de ondan» cevabını verdi. Evzâî, «Nasıl olur, halbuki Zührî
Sâlim'den (Ö. 106/725), o da babasından, babası da Hz. Peygamberden rivayet
ettiğine göre Rasûlüllah namaza başlarken, rûkua eğilirken ve kalkarken
elllerini kaldırırdı» mukabelesinde bulundu. Ebû Hanife, «Hammad İbrahim'den,
İbrahim Alkame'den ve el-Esved'den, onlar da Abdullah b. Mes'ûd'dan rivayet
ettiklerine göre Rasûlüllah ancak namaza başlarken ellerini kaldırır ve bir daha
da bunu tekrarlamazdı» cevabını verdi. Bunun üzerine Evzâî, «Ey Eba Hanîfe, ben
sana Zührî, Salim ve babasından gelen rivayetten bahsediyorum, sen ise Hammad ve
İbrahim rivayetini ileri sürüyorsun» deyince Ebû Hanife «Hammad Zührî'den,
İbrahim Sâlim'den, Alkame ise her ne kadar sahabî değilse de İbn Ömer'den aşağı
kalan kimseler değillerdir. Abdullah ise artık biliyorsun kim olduğunu» dedi.
Evzâî hiçbir şey söylemeden ayrılıp gitti. 384
Talebesi sayesinde, Abdullah b. Mes'ûd'un fetva ve fikirleri Irak'da daha çok
yayılmıştır. Bilhassa Küfe halkı Abdullah'ın fetva ve görüşlerine daha çok bağlı
kalırlardı. 385Re'y ve kıyasla amel de yine bu yoldan yayılmıştır 386Re'y ve
kıyasın Irak'da yayılmasının muhtelif sebepleri vardı. Bunlardan üçünü şu
şekilde sıralayabiliriz. Her şeyden önce Irak'da bulunan ilim adamlarının
Abdullah'ın görüş ve fikirlerine tâbi olmuş olmaları kıyas ve re'yin Irak'da
yayılmasındaki ilk amildir. Bu hususta Ömer'in fikirlerinin de tesiri olduğunu
söyleyebiliriz. Çünkü Abdullah'ın görüşleri çoğu zaman Ömer'in görüşleriyle
birleşirdi. Hâttâ Abdullah bu münasebeti temas ederek «Bütün halk bir yola, Ömer
de bir başka yola gitmiş olsa beı Ömer'in tutmuş olduğu yolu tutarım» demektedir
387İkinci olarak da bilindiği gibi Irak, ashabın çok oldukları bir yerdi. Küfe
ve Basra şehirler ise İslâm askerlerinin bir hareket merkezi halinde
bulunuyordu. Burada] hareket edilir ve tekrar buraya dönülürdü. Birçok şehirler
buradan yapılai hareketlerle ele geçirilmişti. Hz. Ali zamanında Küfe hilâfet
merkezi sayıl maktaydı. Burada, İbn Mes'ûd, Ammar, Ebû Musa el-Eş'arî, el-Muğira
t Şu'be, Enes b. Malik ve Huzeyfe gibi seçkin sahabe zümresi bulunmuştu. Ha
diselerin çokluğu re'y ve kıyas ile hareket edenlerin hareketlerine daha d; hız
verdi. Üçüncü bir sebep de Irak'da hadisin az oluşu ve neticeye bağ lanmaşı
gereken bir çok meselelerin bulunması idi. Bu husus Irak'da re'-ve kıyasın
artmasını gerektiriyordu. 388 Oraya yerleşmiş veya bir müdde için gitmiş bulunan
sahabe, şübheli gördükleri hadiselerle amel etmektens re'y ve kıyasla hüküm
vermeyi tercih ediyorlardı. Bütün bu sebepler Ebı Hanife'nin kıyas ve re'y ile
çok daha yakından ilgilenmesini gerektiriyor du389
Abdullah b. Mes'ûd, kat'i olarak hadis olduğu bilinmeyen sözlerle ha dismiş gibi
amel etmektense re'y ve kıyasla amel etmeyi tercih eder ve her türlü
mesuliyetini de yüklendiğini söylerdi. 390Hatta bir meselede fikir v re'yi ile
karar verdikten sonra «Bunu re'yime istinaden söylüyorum. Doğru ise Allah'ın
lüffundandır. Eğer hata ise benden ve şeytandandır» demişti. 391Verdiği
hükmün'Hz. Peygamber'in hükmüne uygun olduğunu öğre nince çok sevinirdi.
el-Mufavvida ismiyle bilinen fıkhî meselede Abdulla mehri misli lüzumlu
görmüştü. Hz. Peygamber'in de bu şekilde hüküm veı miş olduğuna dair ashabdan
bazılarının şehadetlerini duyunca son derece sc vinmişti. 392 .
Ashabtan re'y isti'malini en güzel bir şekilde değerlendirenler arasında Ömer
başta gelirdi.393Abdullah b. Mes'ûd da Ömer gibiydi. Bu sebeple Abdullah'ın
Ömer'e birçok meselede muvafık hareket ettiği söylenmektedir. 394 Ashab devrinde
bu hususla ilgili olarak iki yol takip edilmişti. Bunlardan birincisi re'y ve
kıyas yolu, ikincisi de rivayet yoluydu. 395Re'y ve kıyas taraftarları sıhhatli
bir hadis bulamadıkları zaman re'y ve kıyasa başvururlardı. Bu yolu takip
edenlerin başında Ömer ve Abdullah gelmekteydi. Bu hal tabiin ve tebau't-
tabiine kadar ulaştı 396Artık küçük çapta mezhebî münakaşalar başlamış oluyordu.
Netice itibariyle diyebiliriz ki Irak'da re'y ve kıyas faaliyetlerinin temelini
atan Abdullah olmuştur.
Abdullah b. Mes'ûd'dan bir mesele sorulduğu zaman bu hususta Hz. Peygaberden bir
şey duyup duymamış olduğuna çok dikkat ederdi. Meselâ, kendisinden, mehr tesmiye
edilmeksizin evlenen fakat duhûl vaki olmadan kocası ölen bir kadının durumu
sorulduğu zaman bu soruya şeklinde cevap vermişti. «Öyleyse re'yine ve görüşüne
dayanarak söyle» denilince de «Bu kadına kendi emsalinin mehri verileceğine
inanıyorum. Ayrıca varis de olacak ve iddet bekleyecek» demişti. 397
Şu halde Irak'da re'y ve kıyasın ilerliyerek bazı zayıf hadislerin
terkedil-mesindeki en belli başlı sebep bu ülkenin Ömer, Abdullah b. Mes'ûd ve
Ali'nin fikir ve görüşlerini benimseyen kimselerle dolup taşmasmdandır. 398
Ancak Abdullah b. Mes'ûd kıyas yapabilecek bir ilme sahip olmayanların da asla
bu işe girişmelerine taraftar olmazdı. Meselâ bir konuşmasında demiş 399ve re'y
ve kıyasla hüküm vermenin kolay bir şey olmadığına işaret etmiştir. Bununla
beraber ilimleri sayesinde kıyas ve re'y ile ictihad yapabilecekler için de
Abdullah b. Mes'ûd şu beyanda bulunur. 400 Diyor ki :
Görüldüğü gibi Abdullah b. Mes'ûd nas bulunmayan yerde ictihad ve re'yle amel
edilmesine açıkça taraftardır. Hatta hu husustaki u, cümlesi kesinlik ifade
etmektedir. Önceki metinle bu ikinci metnin karşılaştırılmasından varılacak
netice şudur: Kıyas ve re'y ile hüküm, yapabilenler için açık bir yoldur. İlmî
derecesi itibariyle kıyas ve re'yden habersiz olanlar ise böyle bir yolun sâliki
olamazlar. Bu manayı Abdullah b. Mes'ûd'un bir konuşmasının sonunda söylemiş
olduğu şu cümleden anlamak da mümkündür. Diyor ki 401Abdullah b. Mes'ûd'un kıyas
ve re'y taraftarı olmadığını söylememiz mümkün değildir. Çünkü biz Abdullah'ın
kendisini bu yolda görüyoruz.
Yukarda Abdullah b Mes'ûd'un Ömer'e çok az muhalefet ettiğini ileri sürmüştük.
eş-Şa'bî, (Ö. 103/721) bu hususta «Abdullah namazda kunutu terkederdi. Eğer Ömer
terketmeseydi Abdullah da terketmezdi» demektedir 402Ancak eş-Şa'bî'nin bu sözü
Abdullah b. Mes'ûd'un Ömer'i, bir mukallidin taklit etmiş olduğu gibi taklit
ettiğine asla delâlet etmez. Abdullah, Ömer'i dört kadar meselede taklit
etmiştir. 403Yüz kadar meselede ise muhalefeti vardır. 404 Bunlardan bir tanesi
de namazda «Tatbik» adı verilen harekettir. 405Bir delil olarak aşağıda
zikredeceğimiz hadisi ele alabiliriz.406
Fakat bu usul nesbedilmiştir. 407 Bütün bunlar Abdullah b. Mes'ûd'-un, Ömer'i
taklit. etmemiş olduğunun en büyük delilidir. Halbuki Abdullah şayet Ömer'i
taklit etmiş olsaydı, bu meselede de ona uyardı. Bunun gibi daha başka birçok
meselelerde Abdullah b. Mes'ûd bizzat kendi görüş ve fikrine göre harekete devam
etmiş ve Ömer'i taklit etmemiştir. 408 Bir kimse hanımına demiş olsa bu söz Ebû
Bekr ve Ömer'e göre yemin olarak kabul edilir. Halbuki Abdullah b. Mes'ûd bunun
talak olduğunu beyan etmiş ve «Bu benim ictihad ve re'yimdir» demiştir. Ali ve
Zeyd b. Sâbit'e göre ise bu cümle üç talağı gerektirir. 409 Bu meseledeki,
Abdullah b. Mes'ûd'un tutumu da Ömer'i her yönden taklit etmemiş olduğunu
göstermektedir. Şu halde Abdullah b. Mes'ûd'un Ömer'e bazı meselelerde muvafık
hareket etmesi bir alimin bir alime fikir bakımından uymasından başka bir şey
değildir. 410 Ashab arasında ilim ve fazileti ile temayüz etmiş olan Abdullah b.
Mes'ûd'un zaten bir başkasını taklit etmiş olacağı düşünülemez. Çünkü gece ve
gündüz Hz. Peygamberin yanında bulunmuş ve birçok kimsenin görmediği belki de
duymadığı şeyleri duymuştur. Herhangi bir meselenin önce Ömer'e sorulmasını
istemesi ise, Abdullah'ın yüksek şahsiyeti ve ahlâkı hamidesinin ona verdiği
terbiyenin iktizasından başka birşey değildir. Bununla beraber Abdullah b.
Mes'ûd'un kendi görüşüne dayanmak suretiyle verdiği birçok fetvalar vardır.
ez-Zehebî bunu ibaresiyle anlatmaktadır.411
Netice itibariyle Abdullah b. Mes'ûd Ömer'i, bir cahilin bir alimi taklit edişi
gibi taklit etmiş değildir. Yine bir örnek olarak şu hadiseyi burada
zikredebiliriz. Bir gün Ömer'e bir şahsı aniden öldürmüş bir kimse getirildi.
Fakat maktul tarafından olan ve karı davasında hakkı bulunan bazıları
af-fetmişlerdi. Ömer, katilin öldürülmesi lazım geldiğine kani olarak gereken
emri verdi. Ne var ki Ömer'in yanında bulunan Abdullah b. Mes'ûd Ö-mer'i ikaz
ederek, «Öldürülen bu nefs hepsine aitdi. Bu kimselerin affetmesi bu nefsi
diriltmiş oldu. Bu sebeple affetmiyenler haklarını kısas yoluyla a-lamazlar »
dedi. Ömer bunun üzerine «Peki öyleyse, senin bu husustaki fikrin nedir» diye
sordu. Abdullah b. Mes'ûd maktulün taraflarına katilin malından diyet
verilmesini ve affedenlerin hisselerinin de kaldırılmasını uygun bulduğunu beyan
etti. Ömer, Abdullah'ın bu görüşünü daha münasip bularak onun fikrine rucu etti
ve «Ben de o kanaattayım» dedi. 412 Ömer'in ilk anlayışı, kan davasında hakkı
bulunanlardan birinin affetmesiyle kısas talebinin sakıt olmayacağı merkezinde
idi. Büyük bir çoğunluk bu meselede Abdullah b. Mes'ûd'un fikrini tercih
etmiştir. Dr. Yusuf Musa, Abdullah b. Mes'ûd'un bu anlayışının Fakat kimin
(hangi katilin) lehinde maktulün kardeşi (velisi) tarafından cüz'i bir şey
affolunursa (hemen kısas düşer). Artık örfe uymak (şer'in ve aklın iyi gördüğünü
yapmak borcu) ona (maktulün velisine) güzellikle ödemek (lazımdır). ayetine
413daha uygun olduğunu ileri sürmektedir. 414 Bu hadise de sarahaten gösteriyor
ki Abdullah, hiçbir zaman ne Ömer'i ve ne de bir başka sahabiyi taklit etmiş
değildir. Eğer bir sahabinin düşündüğü gibi düşünmüş ve ona muvafakat
göstermişse bu, Abdullah b. Mes'ûd'un da o fikir ve kanaatte olduğundan ileri
gelmektedir.415
5- Sair İlimlerdeki Bilgisi:
a) Kıraat Bilgisi:
Abdullah b. Mes'ûd fıkh ve tefsir ilimlerinde olduğu gibi kıraat ilminde de imam
sayılmaktadır. 416Uzun müddet Kûfe'de kadılık ve devlet hazine memurluğunda
görev alan Abduİlah b. Mes'ûd aynı zamanda bu şehirde ilmi kıraat ve fıkhın
yayılması için çalışmış ve isimlerini unutamıya-cağjmız talebeler
yetiştirmiştir. Kur'ân istinsahı için Osman'ın Abdullah b. Mes'ûd'u Kûfe'den
getirtmeyişinin bir sebebi de Abdullah'ın bu şehirdeki ilmi faaliyetlerine son
vermemek gayesine matuftur. Zira Osman kat-i olarak biliyordu ki Abdullah b.
Mes'ûd bu şehirde fıkh ve tefsir başta olmak üzere kıraat ilminin de temellerini
atmış bulunuyordu. Talebeleri vardı. Gece ve gündüz Abdullah b. Mes'ûd'dan ilim
öğreniyorlardı. Osman'ın Kur'an istinsahı sebebiyle Abdullah'ı Kûfe'den
getirtmesi bütün bu ilmi faaliyetlerin bir dereceye kadar son bulması demekti.
Halbuki Abdullah'ın talebesi yetişmek üzere bulunuyordu. Böyle bir anda
Abdullah'ın oradan ayrılması büyük kayıp alacaktı.
Abdullah b. Mes'ûd'un ilmi kıraatte de bir imam olması gerekirdi. Zira Hz.
Peygamberden müşafeheten tam yetmiş sûre ezberlemişti.417 Bu büyük bir meziyetti
elbette. Bunun için de Abdullah bazı münasebetlerde bu meziyetine temas eder ve
kendisinin Kur'an istinsahı için seçilmeyiyim garip karşılardı.
Hz. Peygamber devrinde basit bir şekilde tezahür eden kıraat ihtilafları
meselesi Abdullah b. Mes'ûd devrinde - bilhassa hayatının sonlarına doğru -biraz
daha hız kazanmıştır. Hatta bir mescid içinde ve ayrı ayrı köşelerde muhtelif
kıraatleri benimseyenler toplanıyorlar ve herkes tabî olduğu imamın kıraatini
öğreniyor ve aynı zamanda öğretiyordu. 418 Şu halde Abdullah henüz Kûfe'de iken
kıraat ilmi ile ilgili fikir ceryanları bir hayli yol almış bulunuyordu. Hz.
Peygamber devrinde de daha sonraları olduğu gibi Abdullah'ın ilmi kıraatle
ilgili küçük çapta münakaşaları oluyordu. Meselâ bir defasında Hz. Peygamberdin
kendisine okutmuş olduğu kıraatin hilafına okuyan bir kimse görmüş ve derhal onu
Hz. Peygamber'e getirerek durumu anlatmıştır. Hz. Peygamber'in yüzünde bazı
hoşnutsuzluk belirtileri olduğu halde şöyle demiştir. 419
Abdullah b. Mes'ûd'un ilmi kıraatte takip etmiş olduğu yol Zeyd b. Sabit ve Ebû
Mûsâ cl-Eş'arî'nin takip etmiş olduğu yoldan başkadır. 420Bu bakımdan İbn Mes'ûd
ile Zeyd b. Sabit arasında bazı önemsiz fikir ayrılıkları olmuştur. Hatta
Abdullah bu hususla ilgili olarak «Ben Rasûlüllah'dan müşâfeheten tam yetmiş
sûre öğrendim. O zaman Zeyd kâkilleriyle çocuklar arasında oynuyordu»
demektedir.421 Fakat Abdullah b. Mes'ûd, Zeyd b. Sabit hakkında söylemiş olduğu
sözlerden dolayı sahabeden bazılarının hoşnutsuzluk beyan etmeleriyle karşı
karşıya kalmıştır. 422 Hatta bazı rivayetlerde, Abdullah b. Mes'ûd'a itiraz
edenlerin bulunduğu da sarahaten zikredilmiştir. 423Daha sonra Abdullah, Zeyd
hakkında söylediklerinden peşimanlık duymuş, 424 bununla ilgili olarak bir
konuşmasında da demiştir. 425
Burada kısaca temas etmek isteriz ki Abdullah b. Mes'ûd'un, Zeyd b. Sabit
hakkında söylemiş olduğu şeyleri sahih olarak kabul etmiş olsak bile bu sözler
Abdullah'ın şahsiyeti için bir leke teşkil etmez. Herşeyden önce biz, Abdullah
b. Mes'ûd'un bu sözleri söylemiş olmasını bir nevi hizmet aşkına bağlıyoruz.
Çünkü Abdullah b. Mes'ûd, Kur'an'a bu yoldan da hizmet etmek istiyordu. Fakat
komite başkanlığına Zeyd b. Sâbit'in getirilmesi Abdullah'a değer vermemek
demekti. İşte Abdullah'ı üzen burası idi. Subhî es-Salih bu sözlerin Abdullah b.
Mes'ûd'dan sudur etmiş olduğunu şübhe ile karşılamış ve «Bu sözler hakikaten
Abdullah'tan sudur etmiş olsa bile onun bu davranışı gelip geçen anî bir
infialden başka bir şey olamaz» demiştir. 426Daha sonra da Blachere'in, bu
konuda Abdullah b. Mes'ûd'un Zeyd b. Sabit hakkında söylediklerinden dönüp nadim
olduğunu bildiren rivayetlere temas etmemesini bir hüsnüniyetsizlik eseri olarak
ele alır. 427
Hz. Peygamber, Kur'an'm, Abdullah b. Mes'ûd'un kıraati üzerine o-kunmasını
tavsiye etmiş olduğundan Abdullah bu sebeple fazlasiyle bir değer kazanmıştır.
Hz. Peygamber'in bu tavsiyesi428Abdullah b. Mes'ûd'un bu sahadaki ehliyetinin en
büyük delillerinden biridir. Hz. Ömer Arafat'da iken yanına bir kimse gelmiş ve
Kûfe'de Kur'an'ı ezbere okutup yazdırabilen bir kimseden ayrıldığını söylemişti.
Bu sözü duyan Ömer son derece hiddetlendi ve adama bağırarak bu şahsın kim
olduğunu sordu. O kimse «Abdullah b. Mes'ûd'dur» deyince Ömer, yavaş yavaş
sükunet buldu ve öfkesi dindi. Daha sonrada halk arasında bu sahada ondan daha
selâhiyetli birinin
kalmadığını beyan etti. Ondan sonra şu hadiseyi anlattı ve dedi ki: «Rasû-lullah
çoğu zaman bazı önemli işler için Ebû Bekr'in yanında gecelerdi. Bir gece yine
Ebû Bekr'in yanında idi. Ben de orada bulunuyordum. Rasûlullah dışarıya çıktı.
Biz de çıktık. Camide namaz kılmakta olan birini görüyorduk. Rasûlullah bir
müddet o kimsenin kıraatini dinledi. Biz onun kim olduğunu tanımak üzereyken
«Her kim Kur'an'ı indiği gibi taptaze okumak isterse İbn Ümmi Abd'in kıraati
üzerine okusun» dedi. Daha sonra o kimse oturup dua etmeye bağladı. O zaman
Rasûlullah « Ne istersen iste, istediklerini elde e-deceksin» dedi. Kendi
kendime dedim ki: «Erkenden gidip Abdullah'a (Ra-sûlüllah'm onun için
söylediklerim) müjde edeyim. Gidip müjdeledim. Fakat ne var ki Ebû Bekr beni
geçmişti. Zaten hangi iyiliğe koşsam Ebû Bekr mutlaka beni geçmiş olurdu.429
Abdullah b. Mes'ûd, ilmi kıraatteki yüksek bilgi ve ehliyetine rağmen Ömer'in
kıraatini takdir ederdi. Zeyd b. Vehb'den (Ö.84/703 senesine yakın)
naklediliyor. Dedi ki: «Abdullah b. Mes'ûd'a bir ayeti öğrenmek için gitmiştim.
Ayeti bana okuttu. Ben kendisine «Ömer bu ayeti bana şu şekilde o-kutmuştu»
dedim. Abdullah o an Ömer'i hatırlayarak o kadar ağladı ki gözyaşları yerleri
ıslattı. Daha sonra da «Siz Ömer'in okuttuğu gibi okuyun, çünkü Ömer İslâm dini
için muhkem bir kaleydi. Halk bu kaleden içeri giriyor ve bir daha da
çıkmıyordu. Ömer ölünce kalenin duvarı yıkıldı. Bu sebeple halk şimdi İslâm
dininden çıkmaya başladı» dedi. 430
İlmi kıraatte göze çarpan ihtilaflar birinci yüzyılda yaşamış olan karilere rucû
etmektedir. 431 Daha sonraları ise bir nevi durulma ve durgunlaşma olmuştur.
Goldziher, Abdullah b. Mes'ûd ve Übeyy kıraatlerini, Osman ve Zeyd
kıraatlerinden daha üstün göstermek ister. Bu hususa temas eden Doç. Dr. İsmail
Cerrahoğlu diyorki. 432 «Goldziher. İbn Mes'ûd ve Übeyy İbn Ka'b'ın tefsir
sahasında, sahabe arasındaki durumunun yüksekliğini belirtip ve Peygamberin
onları medhetmesini zikrederek, kıraatteki durumlarının, Osman ve Zeyd İbn
Sâbit'ten daha yüksek olduğunu anlatmak istemektedir. Aynı zamanda onların
kıraatinin daha meşhur olduğunu söyleyerek, müslü-nıanları, onların kıraatine
ehemmiyet vermemekle itham eder. Peygamber'in bu iki şahsı medhetmesi, her
ikisinin kıraatinin de hüccet olduğuna delâlet etmez. Zira Peygamber bunlarla
beraber diğerlerini de övmüştü. Bu hususta biz de İbn Kuteybe'nin dediği gibi
diyeeeğiz, «İbn Mes'ûd ve Übeyy İbn Ka'b isabet ettiler de, Muhacir ve Ensar
hata mı ettiler diyelim, hayır bunu asla diyemeyiz». Tefsirde otorite olan İbn
Abbas bile «Benim kıraatim Zeyd'in kıraatidir. Ben İbn Mes'ûd kıraatinden on
küsur harf aldım» diyor. Hz. Osman'ın mushafı icmaen kabul edilmiş ve ona hiçbir
itiraz vaki olmamıştır. Hatta Osman'ın şehirlere gönderdiği mushaflardan
istinsahlar yapılırken, müstensih hatalarından dolayı, bu müshaflar arasında
dahi ufak ayrılıklar belirmiştir ki bu tabiidir. Ama bu esasattaıı bir şey
kaybedildiğine delâlet etmez.»
Zeyd b. Sabit ve Abdullah b. Mes'ûd kıraatlerinden hangisinin son kıraat olduğu
hususu müttefekun aleyh kabul edilmiş bir mesele değildir. Zeyd'in kıraatinin
son olduğunu yani son arzda bulunduğundan tâbi olunan son kıraat olduğunu
söyleyenler bulunduğu gibi Abdullah b. Mes'ûd'un kıraatinin de son kıraat
olduğunu ileri sürenler vardır. Meselâ, Abdullah b. Abbas bir gün yanındakilere
Zeyd b. Sabit ve Abdullah b. Mes'ûd kıraatlerinden hangisini ilk kıraat
saydıklarını sormuş, onlar da «Abdullah b. Mes'ûd'un kıraatidir» cevabını
vermişlerdi. Fakat Abdullah b. Abbas Kur'an'ın her Ramazan Hz. Peygamberce
arzolunduğunu ve vefat ettiği yıl iki defa arzedilmiş bulunduğunu ve Abdullah'ın
her iki arza da şahid olduğunu ve nâsih ve mensuhunu öğrendiğini beyan etmiştir
433Şu hale göre Abdullah b. Mes'ûd'un kıraatinin de son arzda tesbit edilen
kıraat olması gerekirse de bu husus icma ile kabul edilmiş değildir. Bir başka
rivayette bu hususun daha vazıh bir şekilde anlatıldığım görmekteyiz. Bu
rivayette, Abdullah b. Ab-bas'm, yanındakilere hangi kıraati son kıraat
saydıkları sorulduktan sonra onların Zeyd kıraati dedikleri, fakat Abdullah b.
Abbas'm «Hayır, Rasûlül-lah Kur'an'ı her sene Cebrail'e bir defa arzederdi.
Ahirete irtihal ettiği yıl ise iki defa arzetti. Son kıraat Abdullah b.
Mes'ûd'un kıraatidir,» dediğine temas edilmektedir. 434
Alkame Şam'a geldiği zaman camiye girmiş ve iki rek'at namaz kıldıktan sonra dua
ederek Allah'tan kendisini hayırlı bir kimseyle karşılaştırmasını istemişti.
Kısa bir müddet sonra Ebû'd - Derda ile karşılaştı. Ebu'd - Derda' Alkame'ye
Andolsun bürüyüp örtdüğü zaman geceye açıl(ıb ağar)dığı zaman gündüze erkeği ve
dişiyi ya-radana ayetini 435Abdullah b. Mes'ûd'dan nasıl okumuş ve duymuş
olduğunu sordu. Alkame şeklinde duymuş ve okumuş olduğunu beyan ve izah edince o
zaman Ebû'd Derda', nerede ise Şamlıların kıraatde kendisini yanıltarak şübheye
düşürmek üzere olduklarını beyan etti.436 Yine Abdullah b. Mes'ûd Andolsun ki
biz Kur'an'ı düşünmek için kolaylaştırmışızdır. O halde bir düşünen var mı?
-ayetini 437Rasûlüllah'm, kendisine şeklinde okuttuğunu beyan ettikten sonra
orada hazır bulunanlardan birinin, «Ya Eba Abdirrahman, mi yoksa mi» diyerek
sorduğu soruya «Rasûlüllah hana 5"lu diye okuttu» cevabını verdi. 438
Bu ve benzeri hadiselerdeki Abdullah b. Mes'ûd'un tutumu onun ilmi kıraatteki
kudret ve üstün kabiliyetinin bir eseridir.
Abdullah b. Mes'ûd ilmi kıraatte Zeyd b. Sabit'e uymayı ilk zamanlar kabul
etmemişti. İlk zamanlar diyoruz, çünkü Hz. Osman'ın, mushafları muhtelif
şehirlere göndermesinden sonra Abdullah bu fikrinden rucu etmiştir. Zira
Abdullah b. Mes'ûd Kur'an'ın, muhtelif kıraatler üzerine inmiş olduğunu
biliyordu. Bu sebeple tek bir kıraate inhisar ettirilmesini garip karşılamıştı.
Hatta bu hususta Zeyd b. Sabit'le ilgili olarak, «Her hangi bir kimsenin kıraati
üzerine okumak Zeyd'in kır? ati üzerine okumaktan daha iyidir. Vallahi ben
Rasûlüllah'tan müşafeheten tam yetmiş sûre ezberledim. O zaman Zeyd kakilleriyle
çocuklar arasında oynuyordu» dedikten sonra bulunduğu meclisten kalkıp gitmişti.
Orada bulunanlardan kendisine itiraz eden tek kişi bile çıkmadı. 439 Küfe halkı
Abdullah b. Mes'üd'un kıraatini, Basralılar ise Ebû Musa el-Eş'ari'nin kıraatini
beğenirlerdi. 440Bu hal iki şehir arasında adeta kıraat ilimlerinde bir
müsabakanın öncüleri halinde tezahür ediyordu. Huzeyfe ise bu hali hem
beğenmiyor ve hem de hoş karşılamıyordu. Hatta bu hususta Basralılar Ebû Musa
kıraatini, Kûfe'-liler de Abdullah'ın kıraati(ni beğenirler). Eğer sağ olarak
Emiru'l-mü'mini-ne yetişirsem bunları ortadan kaldırmasını istiyeceğim»
demiştir. Orada hazır bulunan Abdullah b. Mes'ûd Huzeyfe'ye ağır bir cevap
vermiş fakat Huzeyfe buna mukabele etmemiştir. 441
Abdullah b. Mes'ûd bazı zamanlar kendi lehçesi olan Hüzeyl lehçesiyle Kur'an
okuturdu. Bunda bazı mahzurlar gören Ömer, Abdullah'ı bu hareketinden dolayı
tenkid etmiş ve böyle okutmamasını emretmişti. 442
Abdullah'ın ilmi kıraatte Zeyd b. Sabit derecesinde olmadığını ileri sürenlerde
vardır.443 Biz de Abdullah'ın kıraat ilmindeki üstünlüğünü takdir etmekle
beraber Zeyd b. Sabit tarafından olacağız. Çünkü Osman'ın emriyle yazdırılıp
şehirlere dağıtılan mushaflara hiç bir suretle itiraz yapılmış değildir. Bu
durum, bu "mushafların icma' ile kabul edilmiş olduğunun şübhe götürmez
delillerindendir. Abdullah b. Mes'ûd'un kıraatleri ise böyle değildir.
Abdullah'ın son arzda bulunup bulunmamış olduğuna gelince bu ihtilaflı bir
meseledir. Fakat Hz. Osman tarafından şehirlere gönderilen mushaflara hiç bir
suretle itiraz edilmemiş oluşu bu nüshaların son arza muvafık olduğunu
göstermektedir. Eğer öyle olmamış olsaydı ashab arasından itiraz edenler
bulunurdu. Bununla beraber biz bu mushaflara bizzat Abdullah tarafından da bir
itiraz göremiyoruz. Çünkü Abdullah'ın itirazı Kur'an'm istenildiği vecih üzere
okunabilmesine matuf bulunuyordu. Şu halde Abdullah da bu nüshaların son arza
muvafık olduğunu benimsemiştir.
Hz. Peygamber dinlemek için Abdullah'ın Kur'an okumasını istemişti. Abdullah bu
isteği biraz garip karşılamış olacak ki «Kur'an size nazil olmuşken nasıl
okuyabilirim» dedi. Fakat Hz. Peygamber'in «Ben Kur'an-ı başkasından dinlemeyi
severim» demesi üzerine de okumuştu. 444 Hz. Peygamber bir müddet Abdullah'ın
kıraatini dinlemiş ve Her ümmetten (leh ve aleyhlerinde söylü-yecek) birer
şahid, onların üzerine de (Habibim) seni bir şahid olarak getirdiğimiz zaman (o
yahudilcrin, kafirlerin, münafıkların halleri) nice (olur)? -ayetine 445gelince
kendim tutamayıp ağlamaya başlamıştı. 446
Abdullah b. Mes'ûd Kur'an okurken fazla sur'ati tasvip etmezdi. Bunu Nehik b.
Sinan ile aralarında geçen hadiseden aniıyoruz. Rivayete göre Nehik b. Sidan,
Abdullah b. Mes'ûd'a gelmiş ve «Ya Eba Abdirrahman içinde rengi, kokusu, hiçbir
vasfı bozulmayan sudan ırmaklar vardır- âyetini 447ini yoksa diye mi o-kursun»
demişti. Abdullah bu soruya «Bundan başka bütün Kur'an-ı elde ettin mi ki (bunu
soruyorsun) » cevabını verdi. Bunun üzerine Nehik «Ben uzun bir sureyi bir
rek'âtta okurum» deyince Abdullah b. Mes'ûd mukabelesinde bulundu.448
Abdullah'ın Kur'an okurken fazla sur'ati tasvip etmediği müteaddit hadislerde
belirtilmiştir. Mesela Buharı Abdullah'dan şu hadisi rivayet eder. 449
Abdullah'ın ifadesi «Sür'atle ve şiir okur gibi nasıl okuyabilirsin» anlamına
gelmektedir. Burada şunu da ilâve edebiliriz ki Abdullah Nehik'in sorusuna cevap
vermek istememiştir. Bu da o sorunun bir dereceye kadar lüzumsuz bir sual
olduğunu gösterir. Bundan başka Abdullah b. Mes'ûd'a bir kimse gelerek mufassal
bir sûreyi bir rek'atte okuduğunu beyan etmişti. Abdullah onun bu sözü üzerine
diyerek hareketini doğru görmediğini açıklad. 450Bir başka rivayette ise
Abdullah'ın «Rasûlüllah senin yaptığın gibi yapmadı» dediği nakledilmektedir451
Abdullah b. Mes'ûd Kur'an'm üç günden daha kısa bir zamanda okunmasını hoş
karşılamaz ve yedi günde okunmasını münasip görürdü. Bu hususu Abdullah'ın
sözlerinden 452anlamış bulunuyoruz. Abdurrahman b. Yezîd (Ö.98/716) ise Kur'an-ı
yedi günde, el-Esved b. Yezîd altı günde ve Alkame b. Kays da beş günde
hatmederlerdi. 453
Abdullah b. Mes'ûd, Übey b. Ka'b ve Zeyd kıraatleri arasında pek fazla bir
ihtilaf olmadığı ileri sürülüyorsa da 454bu kıraatlerin aynı şeyler olciuğuııu
söyliyemeyiz. Bunlar içinden Abdullah b. Mes'ûd kıraatinin en üstün olduğu
iddiasında bulunmamız da imkân dahilinde değildir. Hz. Peygam-ber'in Abdullah b.
Mes'ûd hakkında söylemiş olduğu teşvik mahiyetindeki hadisi ise mefhumu'l -
muhalefe usulüne göre başkalarının bu hususta sela-hiyetli olmadıklarına delâlet
etmez.455
Eğer Abdullah b. Mes'ûd'un kıraati, imam mushafa muhalif olarak bulunuyorsa bu
kıraatin inkârı cihetine gidemeyiz. Yanî tamamen asılsız olduğunu söyliyemeyiz.
456 Onları kabul eder fakat okumayız. 457 Çünkü bu nevi kıraatler ahâd tarikiyle
bize kadar gelmiş ve icma' dışında kalmıştır. 458 Bu şekilde gelen bir kıraatin
kat'i olarak Abdullah'a dayandığım iddia etmemiz de mümkün değildir. Bu sebeple
Malik demiştir ki: «Her hangi bir kıraatin Abdullah'a isnadı mümkün olmakla
beraber bu kıraatin ondan geldiğini kat'i olarak söylemek imkan dahilinde
değildir. 459
Gerek İbn Mes'ûd ve gerekse başkalarından imam mushafa muhalif olarak gelen
kıraatlere göre okumak caiz değildir. Çünkü bu kıraatlerin hakikaten İbn
Mes'ûd'a ait olduğunu kesin olarak bilemiyoruz. Bu sebeple bazı hadisçilerin
rivayet ettiği bu kıraatler hiçbir suretle katiyet ifade etmez. Kat'i olmayan
bir şeye ise asla taraftar olunamaz. 460 Hatta başta Malik olmak üzere bir kısım
ilim adamları İbn Mes'ûd kıraati üzere okumayı menetme yoluna bile gitmişler ve
menetmişlerdir. 461 Hz. Peygamber'in, Abdullah b. Mes'ûd'un kıraatini teşvik
eder mahiyetteki hadisi, Abdullah'tan rivayet edilen şaz ve imam mushafa muhalif
kıraatlerle asla ilgili değildir. Aksi takdirde Abdullah b. Mes'ûd'un istisnasız
olarak bütün kıraatlerinin alınması gerekir. Bu ise bilindiği gibi icmaa
aykırıdır. Hz. Peygamber Kur'-an'ı dört kimseden alın»462diyerek başladığı
hadisinde Zeyd b. Sabit'i zikretmemiştir. Şu halde Hz. Peygamber bu hadisiyle
kıraat hususunda pek fazla şöhreti olmayan bu kimselerin bu yönleriyle
tanınmaları için böyle demiştir. Burada şunu da kesin olarak ifade etmek isteriz
ki Abdullah, ashab arasından Kur'an okumakla tanınmış yedi sahabinin ileri
gelenlerindendir. Bunlar, Osman, Ali, Übeyy, Zeyd, Abdullah b. Mes'ûd,
Ebu'd-Derdâ ve Ebû Musa el- Eş'arî'dir. 463
Abdullah, Kur'an tilâvetine gereken bütün ihtimamın gösterilmesini arzu eder ve
güzel sesle okunmasını isterdi. Bu hususta Abdullah b. Mes"ûd şöyle demektedir
464Abdullah'ın da hakikaten güzel bir sesi vardı. 465 Ebû Osman en - Nehdi (Ö.
100/718) bize şu hadiseyi anlatıyor ve diyor ki 466«Abdullah b. Mes'ûd İhlas
süresiyle bize bir akşam namazı kıldırdı. Vallahi, o kadar güzel bir sesi ve
okuyuşu vardı ki Bakara sûresini okumasını temenni etmiştim». Buna rağmen
Abdullah'ın okuyuşuna karşı bazı haksız itirazlar da vukubulmuştur. Bir
defasında, Abdullah'ın Hınıs şehrinde bulunduğu bir sırada Yusuf sûresini
okuduğunu görüyoruz. Fakat orada bulunanlardan biri Abdullah'a karşı «Böyle
nazil olmadı» diye itirazda bulunmuştu. Abdullah adama yaklaşarak konuşmak
istediği bir anda ağzının içki koktuğunu hissetti. O-na «Demek sen hakikati
tekzip ediyor ve bu pis şeyi içiyorsun (Öyle mi?) Vallahi sana had tatbik
edeceğim ve bu haddi yerine getirmedikçe de seni bırakmıyacağım» diyerek
dediğini yaptı. Daha sonra da «Vallahi Rasûlüllah bana böyle okuttu» dedi. 467
Orada bulunanlardan Abdullah'a itiraz eden bir kimse çıkmadı.
Uz. Peygamber henüz hayatta iken Abdullah ile bazı sahabe arasında kıraatle
ilgili küçük çapta bazı münakaşalar cereyan ediyordu. Abdullah bu hadiselerden
birini bize şöyle anlatır. 468 Uuü Yine Abdullah garip karşıladığı bir kıraatle
okuyan kimseyi Hz. Peygamber'e götürdüğünü bize şu ifadelerle beyan etmektedir.
469
Abdullah'ın kıraat öğretiminde takip etmiş olduğu metod biraz da o asrın
gerektirdiği duruma bağlı kalmaktaydı. Ancak umumi olarak ifade edebiliriz ki
Abdullah kıraat öğretiminde toplu öğretim tatbik ettiği gibi münferit olarak da
öğretimde bulunmuştur. Bir gün Arap olmayan bir kimseye Şüphesiz o zakkum ağacı,
günaha düşkün olanın yemeğidir-ayetini 470okutuyordu. Fakat bu kimse ayetteki
lafzını bir türlü telaffuz edememişti. Buna birazda hiddetlenen Abdullah demeyi
de beceremezmisin?» dedi 471Bundan da anlaşılıyor ki Abdullah kıraat öğretiminde
bazı zamanlar tek bir kişi ile de eğretim yapıyordu. Yine bir bedevi, talebesine
Kur'an okutmakta olan Abdullah b. Mes'ûd'un yanından geçerken ona, «Bunlar ne
yapıyorlar» diye sordu. Abdullah ise «Rasûlüllah'm mirasını paylaşıyorlar»
cevabını verdi. 472Bu hadiseden de Abdullah'ın toplu öğretim yaptığı
anlaşılmaktadır.
Bütün bu olaylardan anlaşılıyor ki henüz Hz. Peygamber hayatta iken Kur'an'ın
ezberlenmesi ve kıraati hususunda çalışmalar yapılması için ilk medrese te'sis
edilmiş bulunuyordu. 473 Ayrıca, hicret edenleri Hz. Pey-gamber'in, Kur'an'ı iyi
bilen birer sahabî yanma vermesi de bu medresenin gelişmesine hız vermişti. Bu
münasebetle Hz. Peygamber'in mescidi Kur'an okuyanlarla dolup taşıyor, mescidin
her tarafından Kur'an okuyanların sesleri yükseliyordu. Hatta Rasûlüllah,
yanılmaması için seslerini fazla yükseltmemelerini bile emretmişti. 474 Ashab,
devamlı olarak birbirlerinden Kur'an öğreniyordu. Aralarından Ebû Hüreyre ve
Abdullah b. Abbas'm, Übeyy b. Ka'b'den, Kur'an tahsili yaptığını müşahade
ediyoruz . 475
Abdullah b. Mes'ûd kıraat öğretimi için çoğu zaman mescidi tercih ederdi.
Mesruk'un «Biz Mescidde oturuyorduk. Abdullah da bize Kur'an okutuyordu.....»
sözünden 476bu husus sarahaten anlaşılmaktadır. Camide yapılan tedrisata
Abdullah önce Kur'an öğretimiyle başlar, daha sonra da kendisine sorulan
soruları cevaplandırır ve fetvalar verirdi. 477
Abdullah b. Mes'ûd'un, Kur'an'ı manâ ile okuyup okumadığı meselesine gelince
biz, Abdullah'ın Kur'an'ı mana ile okumuş olduğunu kabul etmiyoruz.
Îbnü'l-Cezerî de Abdullah'ın mana ile Kur'an okuduğunu asla kabul etmemektedir.
Bu hususu aydınlatmak için diyor ki 478 Eğer Abdullah'ın bu sözlerinden 479onun
Kur'an'i mâna ile okuduğu istinbat ediliyorsa sahih değildir. Zira Abdullah bu
ifadesiyle namazın bozulup bozulmayacağı hususunu anlatmak istemiştir. Yoksa her
hangi bir ayetin veya kelimesinin yerine başkasının getirilmesi tabiidir ki
hatadır.
İmam-ı Malik Abdullah'ın kıraatiyle kılman bir namazın iadesi lazım geldiğini
ileri sürmektedir. 480 Bunun da tek sebebi Abdullah'ın Kur'an-ı mana ile okur
olduğunun söylenmesidir. Evet, Abdullah'ın kıraatlerinden bazıları ile namaz
kılınmaz. Fakat bu, Abdullah'ın Kur'an'ı manâ ile okur olduğundan değil,
kıraatlerinden bazılarının şaz veya metruk olduğundan doğmaktadır. Basralı ilim
adamlarından bir kısmı da Abdullah'ın kıraati ile namaz kılınamıyacağını beyan
etmişlerdir. 481
b. Abdullah B. Mes'ûd'un
Kıraatinden Örnekler:
c) Lügat Bilgisi
Abdullah b. Mes'ûd, kuvvetli bir dil bilgisine sahip bulunuyordu. Bu bilgisini,
bir hoca önünde oturup da öğrenmiş değildi. İçinde yaşadığı cemiyet, temas
ettiği kimseler hep fasih ve beliğ insanlardı. Ayrıca Abdullah'ın hayatı
usuru'l-ihtieac ismi verilen, yani bütün şehirli, ve göçebe hayatı yaşayanların
bile konuşmalarının hüccet olduğu bir devreye girmektedir. Şu halde Abdullah,
lügat bilgisinin bir kısmını içinde yaşadığı cemiyetten elde etmiştir. Bir kaç
örnekle Abdullah'ın lisan bilgisini izaha çalışalım.
Abdullah, Kûfe'de hazinedarlık görevini ifa ederken, bir gün biraz gümüş istemiş
ve derhal eritilmesini söylemişti. Eritilen gümüş çeşitli renklerde görünmeye
başlamışdı. Abdullah «Kapıda kimse var mı?» diye sordu ve arzusu üzerine
dışardakiler içeri alındılar. Abdullah onlara «İşte Lll kelimesinin manâsına en
yakın örnek budur» dedi. 482Bu kelime 483 sıcak suyun kaynadığı gibi karınlar
içinde kaynayacak erimiş maden(ler) gibidir, -ayetinde484geçmektedir. Tanınmış
lügat bilgini ve filolog Ebû Ubeyde (Ö.209/824) bu kelimeyi bakır, kurşun ve
benzeri şeylerin erimişi ile tefsir etmiştir. Taberî'nin bu ayeti tefsirinde
Abdullah'ın anlayışına bilhassa yer vermiş olduğunu müşahade etmekteyiz. 485 Bu
rivayete göre Abdullah b. Mes'ûd'a kelimesinin manası sorulmuş ve o da biraz
altın ve gümüşü erittikten sonra «Dünyada gördüğünüz bu şey, kıyamet gününde
göreceğiniz gökyüzünün rengine ve cehennem halkının da içeceği en çok benzeyen
şeydir. Fakat onun harareti bundan daha fazladır,» demiştir. Bundan sonra
Taberî, bu kelime hakkında söylenen başka manaları da zikretmektedir. 486
el-Cevherî, bu kelimenin eritilmiş bakır olduğunu ilk mana olarak ele almıştır.
487
Abdullah kelimesini dkll ile tefsir etmiştir. 488 Aynı şekilde sizi birtek
candan yaratandır. Sonra (sizin için) bir karar yeri, bir de emanet yeri
(vardır). Biz iyi ve ince anlayacak zümrelere ayetlerimizi hakikaten açıkça
bildirdik ayetindeki 489kelimesini rahim, kelimesini de insanın öleceği yer ile
tefsir ve izah etmiştir.490
Abdullah, Arap diline olan büyük vukufiyctine rağman arasıra başkalarıyla bu
hususta fikir teatisinde bulunurdu. Mesela Zirr b. Hubeyş'e Arap diliyle ilgili
bazı sorular sormuş olduğunu müşahade etmekteyiz. 491
Bazı zamanlar Abdullah, manasında bir dereceye kadar tereddüt hasıl olan
kelimeler üzerinde durur ve bu kelimeler hakkında müzakereye girişirdi. Nitekim
bir gün Amr b. Şurahbil'e demiştir ki: «Ya Eba Meysera, terkibinin manasını
nasıl anlıyorsun?» Şurahbil, «Ben onu bakarı vahşî olarak biliyorum» deyince
Abdullah, « Ben de o kanaatteyim» cevabım verdi. 492
Abdullah'ın sözü uzun uzun ilmi tartışmalara yol açmıştır. Büyük filolog
Sa'leb'in (Ö. 291/904) bu hadisten anladığı mana., bir lafzın hem müzekker ve
hem de müennes olarak isti'mali mümkün ise o lafzın mü-zekker olarak
kullanılmasının daha uygun olacağı merkezindedir. 493 Ancak Sa'leb'in bu
\anlayışına itiraz ederek hadisi başka şekilde anlayanlar da olmuştur, el-Vahidi
(Ö. 463/1076) ise bu hususta Sa'leb'i haklı bulmaktadır. 494 Biz de bu konuda
Sa'leb'in fikrine iştirak edeceğiz. Bu nevi şeylere dil filosofisinde
«et-Tağlib» adı verilir. Bunun Arap dilinde örnekleri pek çoktur. Tıpkı
kelimelerinin tesniyesinde tağlib usulüne riayet edilerek jljiVI denildiği gibi.
Sa'leb'in anladığı esasa binaen el-Kisâî (Ö. 189/805) ve karilerinden Hamze (Ö.
156/773) bu ihtimalle varit olan kelimelere müzekker muamelesi yapmış
bulunuyorlar. 495
Abdullah'ın bilhassa müfredat hususundaki üstünlüğü ve derin anlayışını ifade
edebilmek için şu hadiseyi de burada zikretmek isteriz. Ebu'ş-Şa'şa diyor ki:
«Abdullah'a, ya Eba Abdirrahman, helak olmaktan korkuyorum, dedim. Neden diye
sordu. Ben, çünkü dedim, Allah, Kim nefsinin (malı olan) hırsından ve
cimriliğinden korunursa işte murad-larma erenler onların ta
kendileridir-ayetiyle 496cimrilikten kurtulmamızı emrediyor. Bense elinden
nerdeyse hiç bir şey çıkmayan cimri bir kimseyim.
Abdullah dedi ki: «Bu, Allah'ın Kur'anmda zikretmiş olduğu değildir Hakiki bir
kardeşinin malına göz koyup zulmen yemendir. Senin dediğin dur. Fakat o da
kötüdür.497 Şu hale göre Abdullah b. Mes'ûd iki kelime arasında bir fark
mülahaza etmektedir. Bazı lügatçılar umumi olarak iki kelimeyi de aynı manaya
almakta iseler de muhakkiklere göre kelimeler aynı anlamda değildirler.
Aralarında bazı farklar olduğu muhakkaktır. 498
Bilindiği gibi tefsir ilmi her şeyden önce kuvvetli bir lisan bilgisini
gerektirir. Abdullah'ın tefsir sahasındaki kudreti ilmiyyesi tebeyyün ettikten
sonra onun lügat bilgisinin kuvvetli olmadığını ileri süremeyiz. Fakat her
nedense bazı sahabe gibi Abdullah b. Mes'ûd bu yönüyle şöhret yapmış değildir.
Güneşin (zeval vaktinde) kayması anından gecenin kararmasına kadar güzelce namaz
kıl-ayetindeki 499 terkibi pek çeşitli manaların ortaya çıkmasına vesile
olmuştur. Meselâ Ömer, Abdullah b. Ömer, Ebû, Hüreyre, Abdullah b. Abbas ve daha
başka bir takım sahabe ile bazı tabiin, bu terkibi, güneşin tam tepeden kayması
ile tefsir etmişlerdir. 500 Buna mukabil Abdullah b. Mes'ûd, Ali, Übeyy ve
Abdullah b. Abbas güneşin batması manasına geldiğini söylemişlerdir. 501
es-Sıhah'da zikredilen 502 beyitleri Abdullah b. Mes'ûd'un anlayışım
desteklemektedir. Beyitteki vezninde meşhur kavle göre güneşin isimlerinden
biridir. Bazı mü-fessirler terkibinden öğle ve ikindi namazlarının kastedilmiş
olduğunu da söylemişlerdir. 503 Lisanül-Arab sahibi maddesi hakkmda geniş izahat
vermiş ve mezkûr ayete de temasetmiştir.504
Birgün güneş batarken el-Esved b. Yezid Abdullah ile beraber bulunuyormuş.
Abdullah ayetini okumuş ve «Nefsim kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki bu
vakit güneşin dûluk ettiği, oruçlunun orucunu bozduğu ve bu (akşam) namazının
vaktidir» demiştir. 505
Abdullah'jn, Hakikaten İbrahim (başlı başına) bir ümmetdi. Allaha itaatkârdı,
(batıl dinlerden uzak ve) müvahhid bir müslümandı. O, (hiçbir zaman)
müşriklerden olmamıştır, -ayetindeki 506ve kelimelerini de esaslı bir şekilde
tefsir etmiş olduğunu görüyoruz. Abdullah bir gün yanındakilere hitaben demişti.
Yanında bulunanlardan biri, «Ya Eba Abdirrahman, Allah bu vasıflarla îbrahimi
zikretmiştir» şeklinde itirazî bir konuşmasına karşı Abdullah, sözleriyle cevap
vermiştir. 507 Tanınmış nahv ve lügat bilgini el-Ferra' (Ö.207/822) kelimesinin
manasını Abdullah b. Mes'ûd'un tefsirine uyarak izah etmektedir. 508 Abdullah bu
kelimesini de asıl manası olan itaat anlamıyle şeklinde izah etmiştir. 509 Hatta
Abdullah kelimelerini Mu-az hakkında kullanınca yanında bulunan Ferve b. Nevfel
el-Eşcaî (Ö.41/662) Abdullah'ın lügat bakımından bir hata yaptığını zanneder.
510 Fakat Abdullah derhal Ferve'ye dönerek« in ne demek olduğunu biliyormusun?»
der. Ferve, «Allah bilir,» deyince Abdullah, cevabını verir.
511Böylece Abdullah, hem Muaz'ı takdir ettiğim belirtmiş ve hem de lügat
yönünden bu iki kelimenin nasıl ve ne şekilde kullanılacağını izah etmiştir.
Kelimesinin Arap dilinde yeni bir isti'mal tarzı kazanmasında da Abdullah'ın
rolü olduğunu görüyoruz. Zira Ebû Bekr Kur'an'ı bir araya getirdiği zaman buna
bir isim verilmesini istemişti. Kelimeleri hristiyan ve yahudilerle alâkalı
bulunduğu için reddedildi. Ö mcclisde hazır bulunan Abdullah, Habeşistan'da bir
kitap gördüğünü ve bu kitaba «Mushaf» denildiğini beyan etmişti. Başta Ebû Bekr
olmak üzere orada hazır bulunanlar bu ismi uygun buldular ve bu münasebetle de o
sahifelere «Mushaf» ismi verildi.512
Abdullah b. Mes'ûd'un biraz da olsa İbranî dili hakkında bilgisi olduğunu
zannediyoruz. Çünkü Abdullah b.
Hani (Tih'den çıktıktan sonra) şu kasabaya girip dilediğiniz yerde istediğinizi
bol bol yeyin, kapısından secde ederek (eğilerek saygı göstererek) girin ve
(dilediğimiz) hıtta (dır, günahlarımızın dökülüp düşmesidir) deyin, (tevbe
edinde o sayede) kusurlarınızı örtelim, iyilik (ve itaat edenler (in ecrin) i
ise artıracağız demiştik ayetindeki 513terkibini izah e-derken yahudilerin sırf
alay olsun diye dediklerini beyan etmektedir. 514
Biz bu konuda Abdullah'ın lügat bilgisine temas ederken sarf ve navh gibi
ilimlerin üzerinde durmamıza imkan yoktur. Zira navh, ilk zamanlarda Kur'an'ı ve
hadisi yanlış okumamak için kullanılan basit ve ibtidâî bir ilim olarak
karşımıza çıkıyor. Başka bir tabirle, îslâmiyetin doğuşundan bir müddet sonra
yayılmaya ve hayat bulmaya başlayan dar sahalı bir bilgi mecmuası idi. Bu
sahadaki ilk çalışmalara ise Ali zamanında raslıyoruz. Şu hale göre Abdullah
devrinde bu nevi çalışmalardan herhangi birisinin mevcut olduğunu kabul etmemiz
mümkün değildir. O i zamanlarda daha çok müfredat üzerinde durulurdu. Bir ayetin
izahında ise bazı cahili şiirlerine müracaat edilir, onlardan alman şahitlerle
ayet daha çok vuzuha kavuşturulmaya çalışılırdı. Abdullah b. Mes'ûd zamanında
ise bu günkü haliyle bir navh ilmi üzerinde durmamız, böyle bir ilmin o zaman
mevcut olduğunu kabul etmemiz demektir. Halbuki buna imkan yoktur.515
d) Kelâm Bilgisi :
Abdullah b. Mes'ûd'un, bugünkü manasıyla ilmi kelâma dair olan fikirleri
mufassal olarak ve toplu bir halde bize kadar intikal etmiş değildir. Bilindiği
gibi bu ilim de diğer şer'i ilimler gibi sonradan hayat bulmuştur. Bu bakımdan
biz, burada Abdullah'dan rivayet edilen ve daha sonraları ilmi kelâmın birer
konusu haline gelen birkaç mesele üzerinde kısaca duracağız.
Abdullah iman etmiş olan her insanın kat'i olarak cennetlik olduğuna inanmasını
isterdi. Bu sebeble Abdullah bir mü'minin «Ben inşaallah mü'-minim» demesine
taraftar değildi. Abdullah'ın bu konudaki konuşmalarından bu mana
anlaşılmaktadır. Bir kimse Abdullah'ın yanma gelmiş ve «Ben mü'minim» demişti.
Abdullah ona «Öyle ise ben cennetteyim de» mukabelesinde bulundu.516 Yine bir
kimse Abdullah'a gelerek bir kervan gördüğünü ve bu kervan sahiplerinin kimler
olduğunu sorduğunu, onların da « Biz mü'minleriz » dediklerini nakletmişti.
Abdullah bunu dinledikten sonra, «Neden biz cennet ehlindeniz demediler» dedi.
517 Bu münasebetle Abdullah'ın da «Ben mü'minim» dediği rivayet edilmektedir.
518Bu hususu başka bir hadisede daha açık olarak görüyoruz. Abdullah'a bir kimse
gelmiş ve «Allah için söyle, insanların asr-ı saadetde, içi dışı mü'min, içi
dışı kâfir ve dışı mü'min içi kâfir olarak üç kısma ayrıldığını biliyormuydun?»
demişti. Abdullah, evet dedi. O kimse «Öyle ise Allah için söyle sen bunların
han-gisindensin?» deyince, Abdullah, «Ya Rabbi, ben içi ve dışı mü'min
olanlardanım, »diyerek daha sonra «Ben mü'minim» dedi. 519 Bütün bunlardan
anlaşılan Abdullah'ın «Ben mü'minim» ifadesine muttasıl olarak «İnşaallah»
terkibinin kullanılmasına taraftar olmadığıdır. 520
Abdullah b. Mes'ûd'dan Cehennemle ilgili olarak şeklinde bir rivayet521varsa da
Abdullah'ın gerek Kur'an ve gerekse bu husustaki genel ifadelerinden anlaşılan
manaya göre, böyle bir kanaate sahip bulunmuş olması mümkün değildir. Zira
müşriklerin cehennemde, mü'minlerin de cennetde ebedi olarak kalacakları hem
Kur'an ve hem de hadislerin ifadelerinden sarahaten anlaşılmış bulunmaktadır.
Kur'andaki bu hususa delalet eden ayetler yanında müteaddit hadis kitaplarında
zikredilen 522 şu hadisi de bir delil olarak alabiliriz.
Bundan başka Abdullah b. Mes'ûd da (hakları) inim inim inlemektir onların
(tapılanların). Bunlar orada da (sağır olup bir şey) duyamayacaklardır. ayetini
523 izah ederken cehenneme ebedi olarak gireceklerin ateşten yapılmış tabutlara
konulacaklarım beyan etmişti. 524 Bu da yukarıdaki fikrin Abdullah'a isnat
edilemiyece-ğini göstermektedir.
Abdullah b. Mes'ûd büyük günahların insanı islâm dininden çıkaramıyacağı
kanaatindedir. Abdullah'ın bu görüşünü Küfe'de hazinedarlık görevini ifa ederken
yaptığı şu konuşmadan anlıyoruz. Abdullah diyor ki 525
6 -Talebesi :
Abdullah b. Mes'ûd'un bilhassa fıkh, kıraat ve tefsir ilimlerinde yetiştirdiği
birçok talebesi vardır. Biz bu bahiste ileri gelenlerinden bazılarının çok kısa
olarak hal tercümelerine temas edecek, onları biraz da olsa tanıtmaya
çalışacağız.526
a) Tefsir İlminde
Yetiştirdiği Talebesi :
Alkame b. Kays : Künyesi Ebû Şibl'dir. el-Esved b. Yezid'in amcasıdır. Yukarıda
da temas ve izah ettiğimiz gibi Abdullah b. Mes'ûd seyr ve sülûkunda Hz.
Peygambere benzerdi. Alkame de sahabe arasından en çok Abdullah'a benzerdi.
527Alkame Abdullah b. Mes'ud'a Kur'an okuduğu zaman Abdullah ona «Annem ve babam
feda olsun sana, oku, güzel ses Kur-an'm ziynetidir,» derdi. 528Gayet güzel
Kur'an okuyan Alkame, Kur'a-m beş günde hatmederdi. 529Abdullah b. Mes'ûd
teşehhüdü Alkame'ye tıpkı Kur'andan bir sûre öğretir gibi okutmuştur. Abdullah
ile Alkame arasında Kur'an müzakeresi yapılır ve biri diğerinin ezber olarak
okuyacağı herhangi bir sûre veya ayeti dinlerdi. Birgün Abdullah b. Mes'ûd
içinde «Bakara» zikredilen sûreyi ezbere baştan aşağı okumuş ve Alkame'den de
kendisini dinlemesini istemişti 530Alkame daima ilmin müzakere edilmesini
tavsiye eder ve müzakerenin, ilmin hayatı olduğunu söylerdi 531Abdullah'ın fıkh
bilgisini en güzel bir şekilde bize aktaran Alkame olmuştur. Bu bakımdan
Ibnü'l-Cezeri onun hakkında tabirini kullanır 532Abdullah, Alkame'yi çok takdir
ederdi. Bir defasında da kendisine «Eğer Rasûlüllah seni görmüş olsaydı memnun
olurdu» dedi. 533Yine Abdullah b. Mes'ûd Alkame için «Benim bildiğimi Alkame de
bilir» der 534ve böylece Alkame'nin faziletine işaret ederdi. Alkame Hz.
Peygamber henüz hayatta iken dünyaya gelmiş ve Ömer, Osman, Ali ve Abdullah b.
Mes'ûd gibi tanınmış sahabeden rivayetlerde bulunmuştur. Talebesi arasında
Abdullah b. Mes'ûd'u en yakından tanıyan Alkame idi. Hatta bu hususla «Alkame'yi
gördükten sonra Abdullah'ı görmemek hiç bir şey değildir» denilmektedir. 535
Ahmed b. Hanbel Alkame'nin itimat edilir bir kimse olduğunu söylemiştir. 536
Mesruk b. el-Ecda': Künyesi Ebû Aişe idi. Ömer zamanında bir heyetle birlikte
Ömer'e gelmişti. Ömer, kim olduğunu sordu. Mesruk, el-Ecda' dedi, Ömer, «Ecda'
şeytandır, adın Abdurrahman» diyerek ona Abdurrabman ismini verdi.537 Kadisiye
savaşma iki kardeşiyle birlikte katılmıştı. Her iki kardeşi de ölmüş, Mesruk ise
aldığı yaralar neticesinde çolak olarak kalmıştı. 538 Ramazanda teravih kıldırır
ve içinde Ankebud zikredilen sûreyi bir rek'atta okurdu539Çoğu zaman «İlim
olarak insana Allah'tan korkmuş olması kâfidir. Cehalet olarak da yaptığı işleri
beğenmesi yeter.» derdi. 540İbadete çok düşkün bir insandı. Çoğu vakitlerde
ayakları şişinceye kadar ibadet ederdi. 541Bir müddet kadılık görevini ifa etmiş
bulunan Mesruk, bu iş için hiç bir ücret almamıştır. 542 Fetva yönünden
Mesruk'un Şüreyh'den daha bilgili olduğu, fakat Şüreyh'in de kada cihetinden
Mesruk'a nisbetle daha alim olduğu söylenmektedir. 543Bununla beraber Şüreyh
birçok hususlarda Mesruk ile istişarelerde bulunurdu. Tabiin arasında Mesruk'un
kıymeti oldukça fazladır. Hatta Alkame'den sonra Mesruk üzerine hiç kimse tercih
edilmemektedir. 544Mesruk, kıraatini bizzat Abdullah, b. Mes'ûd'dan almıştır.
Mesruk gerek Kur'an ve gerekse tefsir derslerinin mescidde yapıldığını beyan
ederek diyor ki: «Abdullah bize mes-cidde Kur'an okutur, daha sonra da oturup
halkın sorduğu mes'elelerin cevaplarını verirdi. 545Mesruk, Ebû Bekr zamanında
Medine'ye gelmiş 546ve daha sonra da Kûfe'ye giderek oraya yerleşmişti.
Kendisine Mesruk denilmesinin sebebi küçükken çalınıp daha sonra bulunmasından
ileri gelmektedir. 547
Mesruk da gayet takva ve fazilet sahibi bir kimse idi. eş-Şa'bi «Mesruk-tan daha
çok ilme düşkünlüğü olan bir kimse görmedim» demektedir. 548
el-Esved b. Yezid : Künyesi, Ebû Amr idi. Alkame b. Kays'm kardeşinin oğludur.
el-Esved, yaş bakımından Alkame'den daha büyüktür. Fazilet ve takva sahibi olan
el-Esved, bütün günlerini oruçlu geçirirdi. Hatta çok sıcak günlerde bile oruç
tutar, sıcaktan dili kararırdı. 549 Alkame kendisine «Cismine neden bu kadar
azap ediyorsun» dediği zaman «Onun rahatını istiyorum da ondan» cevabını verdi.
550 Fazla oruç tutmuş olmasından da gözlerinden birini kaybetmişti.551 Namaz
vakti gelir gelmez her nerede olursa olsun durur ve namazını eda ederdi. Yetmiş
defadan daha fazla hac etmiş olduğu söylenmektedir. 552 Ramazan ayında her iki
güne bir Kur'am hatmederdi. 553 Hz. Aişe Irak halkından en çok el- Esved'i
takdir ettiğini söylemiştir. 554 el-Esved, kıraatini bizzat Abdullah b.
Mes'ûd'dan almıştır. 555el-Esved'in Ebû Bekr, Ömer Ali ve Bilâl ile beraber daha
başka sahabilerden de rivayetleri vardır. Ahmed b. Han-bel el-Esved'in de itimat
edilir bir kimse olduğunu söylemiştir. 556
Mürra el-Hemdânî : (Ö.76/695) Takva ve fazilet sahibi bir kimse idi. Hz. Ebû
Bekr, Ömer, Âli ve daha başka sahabilerden de rivayetlerde bulunmuştur. 557
eş-Şa'bî : Şabi'nin Künyesi, Ebû Anır idi. Çok ince yapılı ve haddinden fazla
zayıftı. 558 Kendisine neden çok zayıf düştüğü sorulduğu zaman «Ana karnında
sıkıştırıldım da onun için zayıf düştüm» der 559ve ikiz doğduğuna işaret ederdi.
Birçok fıkhı meselelerde fikrini söylemekten çekinirdi. 560 Bir gün İbrahim
en-Nehaî'ye bir mesele sorulmuştu. İbrahim o meseleyi bilmediğini söyledi ve o
anda oradan geçmekte olan eş-Şa'bi'ye sormalarını tavsiye etti. Ancak sorulan
meselenin cevabını eş-Şâ'bî'de bilmediğini söyledi. Bunu duyan İbrahim kendini
tutamayıp «Vallahi işte fıkh budur» dedi. 561eş-Şa'bî Küfe şehrinde bir müddet
kadılık görevini ifa etmiştir. 562
Büyük ilim adamlarından Mekhul (Ö. 112/730) «Şa'bi'den daha çok fıkh bilen bir
kimse görmedim» demektedir 563Ashabtan müteaddit kimselerin bulundukları
yerlerde bile Şa'bi'den bir takım meselelerin sorulması onun ilmi derecesindeki
üstünlüğü göstermektedir. 564
el-Hasenü'1-Basri : (Ö. 110/728) Fasahat ve belagat sahibi, abid ve zahid bir
kimse idi.565 Hasen'in, Ali, Abdullah b. Ömer ve Enes b. Malik gibi kimselerden
rivayetleri vardır. Tefsir ilminde ileri gelen tabiin arasında yer alan Hasen,
ilmi itibariyle birçok kimselerin takdirini kazanmıştır. Hatta Enes b. Malik
«Hasen'e müşkillerinizi sorunuz» demektedir. 566 Katade de (Ö. 110/728)
«Görüştüğüm fikh bilginlerinin en üstünü Hasen'dir» demekle 567onun ilmi
derecesine işaret etmiştir.
Katâde : Arab dilini hakikaten çok güzel bir şekilde elde etmiş olan Katade,
Basra şehrinde sakin bulunuyordu. Çok kuvvetli bir hafızaya sahipti. Ancak kaza
ve kader meselelerinden dolayı bazı kimseler Katade'den rivayet etmekten
sarfınazar etmişlerdir. 568Katade de bir çok tabiin gibi kendisine güvenilir bir
kimse idi. 569
b) Kıraat
İlminde Yetiştirdiği Talebesinden Bazıları :
Tefsir ilminde olduğu gibi Abdullah b. Mes'ûd'un kıraat sahasında da yetiştirmiş
olduğu pek çok talebesi vardır. Şimdi bu sahada isim yapmış kimselerden birkaçı
üzerinde duralım.
Ebû Abdirraiırnan es-Sülemî : (Ö. 73/692) Asıl adı Abdullah b. Habib idi. Kur'an
okuma ve okutmaya karşı duyduğu rağbet ve arzunun, Hz. Osman'dan rivayet edilen
hadisinden 570ileri gelmiş olduğunu söylemiştir. 571es-Sülemî bütün kıraatlerini
Abdullah'-dan almış değildir. Bir kısmını da Ali'den almıştır. 572Kıraat
hakkında yaptığı bir konuşmasında şöyle demektedir: «Biz Kur'an'ı, on ayet
öğrenip o on ayetle amel etmesini de öğrenmedikçe ikinci bir on ayete
geçmediklerini bize bildirmiş olan kimselerden öğrendik. Biz de Kur'an'ı
öğrenirken onunla amel etmeyi de öğrenirdik. 573 es-Sülemî yirmi ayet akşam,
yirmi ayet de sabah okutmayı bir prensip haline getirmişti. Bundan başka Kur'an
öğretimi için ücret de almazdı. Hatta bir defasında bu sebeble kendisine
gönderilen hediyelerin geri iade edilmesini istemiş ve «Biz Allah'ın kitabını
öğretmekten ücret almayız» demiştir. es-Sülemî de Abdullah b. Mes'ûd gibi «Ben
inşaallah mü'minim» şeklinde bir ifadenin kullanılmasına taraftar olmazdı. Böyle
diyen birine de bir gün «İnşaalah bu gökyüzüdür desen olur mu?» cevabını vererek
böyle bir anlayışa taraftar olmadığını belirtmiştir.574
Ebû Amr eş-Şeybanî : (Ö.98/716) Kıraat ilminde bir hayli şöhrete sahip bulunan
Ebû Amr, Abdullah b. Mes'ûd, Ali ve Ömer'den rivayetlerde bulunmuştur. 575 Yüz
yirmi sene kadar yaşamış olduğu söylenmektedir. 576
Zeyd b. Vehb : Künyesi Ebû Süleyman'dır. Ömer, Ali ve daha başka sahabelerden
rivayetlerde bulunmuştur. Hz. Peygamber'i görmek için yola çıkmış fakat bu
gayesine ulaşamadan vefat etmiştir. 577 Kıraatini Abdullah b. Mes'ûd'dan
almıştır. 578
Amr b. Şurahbil : Ebû Meysera el-Hâmdânî. Bir müddet Vadia oğulları mescidinin
imamlık görevini yapan Amr b. Şurahbil 579ile Abdullah b. Mes'ûd arasında bazı
lüğavi müzâkereler geçerdi. 580 Herhangi bir cenaze için adam çağırmanın
cahiliye adetlerinden olduğunu söyleyen 581Amr b. Şurahbil, öldüğü zaman
kimsenin çağrılmamasını vasiyet etmişti. Aynca namazının da meşhur kadı Şüreyh
tarafından kıldırılmasın! istemişti. 582Kıraatini Abdullah b. Mes'ûd'dan almış
583olan Amr, çok zahit ve takva sahibi bir insandı 584
Abîde b. Kays es-Selmânî : (Ö. 72/691) Hz. Peygamber'in ahirete ir-tihallerinden
iki sene kadar önce müslüman olmuştur. 585Fakat Hz. Peygamber'i görmemiştir.
Abdullah b. Mes'ûd'un talebesi arasında hakikaten zikre değer bir mevkiye
sahiptir. Abdullah'ın ileri gelen îalebesi arasında yapılan takdim ve tehirde
Abîde'yi ilk olarak sayanlar bulunduğu gibi, AI-kame'den sonra sayanlar da
vardır. 586 Hammad ise daima Abîde'yi tercih eder ve onu Alkame'den de üstün
görürdü. 587Alkame ve Abîde, yapılan her türlü takdim ve tehirde daima önde
bulunurlardı. Üstün bilgi ve meziyetlerine rağmen Abîde de bir kısım tabiin ve
sahabe gibi ayetlerin tefsirinden kaçınırdı. 588Vefat ettikten sonra cenaze
namazının el-Esved b. Yezîd tarafından kildırılmasını vasiyet etmişti589
Bunlardan başka el-E;;ved b. Yezîd, Alkame b. Kays ve Mesruk'u da Abdullah'ın,
kıraat ilminde şöhret yapmış talebesi arasında zikretmemiz mümkündür. Bu dıaıım,
bu üç kimsenin muhtelif ilim dallarında ihtisas sahibi olduklarını
göstermektedir. İbrahim en-Nehai, Abdullah b. Mes'ûd'un Kur'an öğretimi yapmakla
meşhur olmuş talebesini sayarken Alkame b. Kays, el-Esved b. Yezîd, Mesruk b.
el-Ecda', Abîde b. Kays ve Amr b. Şurahbil'i de saymıştır. 590Abdullah b.
Mes'ûd'a kıraatlerini arzedenler arasında ise el-Esved b. Yezîd, Zirr b. Hubeyş,
Alkame b. Kays, Abîde b. Kays, Amr b. Şurahbil, Ebû Abdirrahman es-Sülemî, Ebû
Amr cş-Şeybanî, Zeyd b. Vehb ve Mesruk'u da görmekteyiz . 591
c) Fıkh İlminde
Yetiştirdiği Talebesinden Basıları :
Abdullah b. Mes'ûd'un tefsir ve kıraat ilimlerinde olduğu gibi fıkh ilminde de
yetiştirdiği çok değerli talebesi vardır. Bunlar arasında yine Alkame, Mesruk,
eş-Şa'bi de bulunmaktadır. Bunlardan başka Said b. Cübeyt'i de (Ö. 94/712)
burada zikretmemiz gerekir. Said'in künyesi Ebû Abdil-lah'dır. İttifakla kabul
edilen husus Said'in hakikaten büyük fıkh bilginlerinden biri olduğudur.
592Said'in Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Abbas'tan rivayetleri vardır.
593Abdullah b. Ömer, kendisine sorulan bir feraiz meselesinin Said b. Gübeyr'e
sorulmasını istemiş ve «O, hesabı, benden iyi bilir» demiştir. 594 Kıraat
ilminde de ileri gelenler arasında yer alan Said b. Gübeyr, her iki gecede bir
defa Kur'an'ı hatmederdi. 595 Yanında, herhangi bir kimsenin dedikodu yapmasını
istemezdi. Böyle bir harekette bulunan olursa ona «Şayet dedikodu yaptığın kimse
hakkında konuşmak istiyorsan git ve yüzüne söyle» diye tenkitte bulunurdu . 596
Burada kısaca hal tercümelerine temas ettiğimiz şu bir kaç kimse gibi Abdullah
b. Mes'ûd'un çeşitli ilim dallarında yetiştirdiği çok kıymetli ilim ve irfan
sahipleri vardır ki onların hepsinden burada söz etmek imkân dahilinde
değildir.597
G. Şahsiyeti
1- Cahiliye Devrinde İbn Mes'ûd :
Eserimizin başında da söylediğimiz gibi Abdullah b. Mcs'ûd'un İslâmdan önceki
hayatı hakkında pek az bir bilgiye sahip bulunuyoruz. Abdullah'ın anne ve
babasının fakir kimseler olduğu muhakkaktı. Bu bakımdandır ki Abdullah b. Mes'ûd
İslâm dinine girmezden önce bir müddet Ukbe b. Ebî. Muayt'ın koyunlarım
otlatmıştı. Müslüman olduktan sonra da zenginler arasına girmiş değildir. Eğer
cahiliyye devrinde Abdullah b. Mes'ûd'un babası ve annesi varlıklı kimseler
olsaydı onun Ukbe b. Ebî Muayt'm koyunlarına çobanlık ettiğini görmezdik.
Bunlarla beraber Abdullah b. Mes'ûd bazı Ku-reyşli gençler gibi gayri meşru bir
hayat peşinde koşmamıştı. Burada da daha önce söylemiş olduğumuz sözü
tekrarlıyacak ve Abdullah'ın hakiki hayatının İslâm oluşundan sonra başlamış
olduğunu ileri süreceğiz.598
2-İslâmın Yetiştirdiği İbn Mes'ûd :
a) Fazileti Ve Takvası :
Hiç şüphe yokki Abdullah b. Mesûd, fazilet ve takva bakımından ashabın ileri
gelenlerindendi. Ayrıca Hz. Peygamber'e en yakın kimselerden biri olarak da
tanınmıştı.599 Bilhassa Abdullah b. Mes'ûd'un Hz. Peygamberin huzuruna izinsiz
olarak girebilmesi, 600onun faziletini bir kat daha artırmış bulunuyordu.
Muaz b. Gebel'in bir öğrencisi vardı. Muaz son nefeslerini alıp verirken başına
oturmuş ağlıyordu. Muaz neden ağladığım sordu. O, «Efendim, sizden elde ettiğim
dünyalık için ağlıyor değilim. Kaybedeceğim ilme ağlıyorum» dedi. Bunun üzerine
Muaz b. Cebel «İlim henüz yokolup girmiş değildir. İlim istiyorsan benden sonra
onu Abdullah b. Mes'ûd, Abdullah b. Selâm (Ö.43/663), Ömer ve Selman'dan (ö.
36/656) öğrenebilirsin» cevabını verdi. Muaz b. Cebel'in vefatından sonra bu
kimse doğru Abdullah b. Mes'ûd'un bulunduğu Küfe şehrine gitti. Muaz'm vefatını
duyan Abdullah çok üzüldü ve dedi. Yanında bulunanlar da bu cümleyi onunla
beraber tekrarladılar. 601Ashaptan pek çoğu Abdulla fazileti hakkında çeşitli
şeyler söylemişlerdir. Ömer ayağa kalkan Abdullah'a bakarak onu ilim dolu küçük
bir kaba teşbih etmişti. 602Ali'nin Küfe'de bulunduğu bir sırada yanına bazı
kimseler gelerek «Ey mü'minlerin emiri, Abdullah b.Mes'ûd'dan daha güzel bir
ahlâka sahip, daha güzel ilim öğreten, daha hoş sohbet ve daha çok takva sahibi
bir kimse görmedik» demişlerdi. Bunun üzerine Ali, «Allah aşkına, bu sözlere
inanarak mı söylüyorsunuz ?» dedi. Onlar, «Evet» deyince de «Şahit ol Ya Rab,
Abdullah hak-Tanda ben onların dediklerinden daha da fazlasını söyliyebilirim»
cevabını verdi 603 Siz insanlar için (insanlığın faidesi için gaybtan, yahut
levh-ı mahfuzdan seçilip) çıkarılmış en hayırhb ir ümmetsiniz-ayetinin
604Abdullah b.Mesûd, Sâlim,Übeyy ve Muaz hakkında nazil olduğu da
söylenmektedir. 605 Abdullah b.Mes'ûd Hz. Peygamber'e karşı duyduğu sonsuz
hürmet ve saygıdan dolayı onun ağzından diyerek bir hadis zikretmezdi. Bu
hususta konuşan Alkame diyorki: «Abdullah bize her perşembe akşamı kısa bir
konuşma yapardı. Bir defadan başka onun dediğini duymadım. dediği zaman
dayanmakta olduğu bastonuna baktım, baston titriyordu. 606 Abdullah'ın çok kısa
boylu, 607 hatta bazı oturanların onun boyunda olması608faziletinden bir şey
•eksiltmemiştir. Abdullah'ın vefatından sonra sahabeden ikisi konuşuyordu: Biri
diğerine «Abdullah öldü, acaba kendi gibi birini bıraktımı dersin?» dedi.
Diğeri, «Öyle diyorsun ama, biz Hz. Peygamberle olamadığımız zaman o olur, biz
Rasûlüllah'm yanına alınmadığımız zaman o alınırdı» cevabını verdi. 609 Abdullah
b.Mes'ûd bazı yakınlarıyla birlikte yapılması çok güç olan şeyleri bile göze
alarak Allah'a (c.c.) daha yakın olmak istiyordu. Rivayete göre Abdullah, Ali ve
Osman b.Mez'ûn evlerine çekilerek kadınlarından uzaklaşmışlar, güzel giyinip,
yemeyi nefislerine haram kılmışlardı. Bundan sonra İsrail oğullarının seyyahları
gibi giyip, onlar gibi yiyeceklerdi. Hatta bu hususta kısırlığı bile göze
almışlardı. Gündüzleri oruç tutup geceleri de sabahlara kadar ibadetle meşgul
olmaya başladılar. Onların bu davranışları karşısında
Ey iman edenler, Allah'ın size helal ettiği o en temiz ve güzel şeyleri
(nefsinize) haram kılmayın. Haddi aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları
sevmez-ayeti 610nazil oldu. 611Abdullah Zü'1-Bicâdeyn. Tebük'de vefat etmişti.
Akşama doğru hazırlanan kabre bizzat Hz. Peygamber inerek Abdullah'ı kabrine
yerleştirdi. Daha sonra da «Ya Rabbi, ben ondan razıyım, sen de razı ol» dedi.
Gözlerinden gelen bir kaç damla yaşla bu hadiseyi seyreden Abdullah b. Mes'ûd
«Ne olurdu, şu kabrin sahibi ben olsaydım» diye yakındı. 612 Karanlık bi~
geceydi. Mescit tarafından hazin bir ses geliyordu. Diyordu ki: «Ya Rabbi, sen
emrettin, ben de (elimden geldiği kadar) emirlerine uymaya çalıştım. İşte seher
vakti. Affet beni». Bu ses Abdullah'ın sesiydi. 613 Takva sahibi ve mütevazi
olduğundan kullandığı yüzük bir dem'ir parçasından yapılmıştı. 614
Abdullah b. Mes'ûd, her zaman ölüm için hazırlıklı olmadığını söylerdi. 615Hatta
yaptığı bir konuşmada öldükten sonra tekrar dirilip Allah huzuruna çıkmamayı
bile temenni etmişti. 616 Abdullah'ın bir gün müteaddit defalar Allah'ın
kitabını en iyi bilen bir insan olduğunu söylemiş olması takva ve tevazuu ile
bir zıddiyet teşkil etmez. Çünkü Abdullah'ın bu beyanı, 617Allah'ın kendisine
verdiği bir ni'meti izhar etmekten başka bir şey değildi. Bu ise onun mertebemde
ve hatta daha aşağı mertebelerde olan kimseler için caizdir. Hz. Peygamber de
Kur'an'ın dört, kişiden alınmasını beyan ettiği hadisinde 618ilk olarak
Abdullah'ın ismini zikretmişti. Bu da
Abdullah'ın asla unutulmıyacak taraflarından biridir. Abdullah b. Mes'ûd, Ebû
Musa, Huzeyfe ve daha başka bir kısım sahabe bu-raber bulunuyorlardı. Namaz
vakti gelmişti. İmamlık için herkes diğerine teklif yapıyordu ve onun imamlık
yapmasını istiyordu. Nihayet Abdullah b. Mes'ûd imam oldu ve onlara çok hafif
bir namaz kıldırdı. Daha sonra Abdullah oradan ayrılınca oradakiler «Abdullah,
Rasûlüllah'm nasıl namaz kıldırdığını hakikaten çok güzel öğrenmiş» diye
konuştular. 619Abdullah b. Mes'ûd ne suretle olursa olsun kendisine gösterilen
en küçük bir yakınlığı bile karşılıksız bırakmak istemezdi. Bir gün bir
Hiristiyanla yol arkadaşlığı yapmıştı. Ayrılmak üzereyken de Abdullah b. Mes'ûd
Hrıstiyana ^MJI dUş diyordu. Yanında bulunanlardan biri «Neden böyle selâm
veriyorsun» deyince Abdullah «Yol arkadaşlığının hakkı "için» cevabını verdi.
620Ashabtan pek çoğu Hz.Peygamberden sonra:Kur'anı eri güzel bilenin Abdullah
b.Mes'ûd olduğunu açık açık söylerdi621
Hz. Peygamber'in ilmi, Abdullah b.Mes'ûd, Ali, Ömer, Zeyd b.Sabit, Übey b. Ka'b
ve Ebû-d-Derdâ olmak üzere altı kişide son bulmuş, 622 bu altı kişinin ilmi de
Abdullah ile Ali'de toplanmıştı. 623 Mesruk diyor ki: «Hz. Peyamber'in
ashabından bir kısmiyle beraber bulundum. Onların hepsi de (sanki birer) ilim
gölü idi. Bunlar arasında ilmiyle bir kişiyi, iki kişiyi, on kişiyi ve hatta yüz
kişiyi doyurup kandıran ilim sahipleri vardı. Bazıları da yeryüzündeki bütün
insanlara yetecek kadar ilme sahipti. îşte Abdullah, böyle bir ilim deryasına
sahipti» 624Ebû Musa el-Eş'arî, müteaddit defalar Abdullah fo.Mes'ûd'un ilmî
derecesine temas ederek «Bu büyük bilgin aranızda oldukça bana bir şey sormayın»
demiştir. 625Ömer bir gün içlerinde Abdullah b. Mes'ûd'un da bulunduğu bir
kervana raslar. Yanmdakilerden birine kervanın nereden gelmekte olduğunu
sormasını emreder. Bu soruya, Abdullah karşı taraftan diye cevap verir. Ömer
«nereye gidiyorsunuz» diye sorar. Abdullah bu defa mukabelesinde bulunur. Bunun
üzerine Ömer, bu kervanda büyük bir bilgin olduğunu anlar. Yanındakilerden
birine Kur'amn en büyük ayetinin hangi ayet olduğunun sorulmasını söyler.
Abdullah bu ayetin ayetü'l-kürsî olduğunu bildirir. Ömer, Kur'amn en muhkem
ayetinin hangisi olduğunun sorulmasını ister. Abdullah bunun üzerine ayetini626
okur Ömer tekrar «Kur'amn en cami' ayeti hangisidir.» der. Abdullah da işte kim
zerre ağırlığınca bir hayır yapıyor(idiy) se onu ( n sevabını) görecek, kim de
zerre ağırlığınca şer yapıyor (idiy) se onu(n cezasını) görecek-ayetim 627okur.
Bu defa Ömer «Sorun bakalım, Kur'amn en korkutucu ayeti hangisidir» der.
Abdullah karşı taraftan İş) ne sizin kuruntularınızla, ne de ehli kitablarm
kuruntularıyla (olup bitmiş) değildir. Kim bir kötülük yaparsa onunla cezalanır
ve o, kendisine Allah'dan başka ne bir yâr, ne bir medetkâr da bulamaz-ayetini
628tilâvet eder. Daha sonra Ömer Kur'amn en ümit verici ayetinden sual ettirir.
Bu sefer de Abdullah b.Mes'ûd De ki: Ey kendilerinin aleyhinde (günahda) haddi
aşanlar, Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları
yarlığar. Şephesiz ki O, çok yargılayıcıdır, çok esirgeyicidir-ayetiyle 629cevap
verir. Bütün bunlardan sonra Ömer «Allah aşkına şunlara sor bakalım, aralarında
Abdullah b.Mes'ûd varmı ?» der. Sorulduğu zaman hakikaten aralarında Abdullah'ın
olduğu görülür. 630
Hz. Peygamber bir hadisinde «îbn Mes'ûd'un sözüne ve bilgisine güvenin»
demiştir. 631Bir başka hadiste ise «Eğer ben bir kimseyi istişare etmeksizin,
emir tayin etseydim îbn Mes'ûd'u tayin ederdim» denilmiştir. 632 İbrahi
en-Nehaî, Ömer ve Abdullah b.Mes'ûd bir meselede birleştikleri zaman onların bu
kanaatlerinden asla başka tarafa meyletmezdi. Şayet ayrılacak olurlarsa o zaman
İbrahim, Abdullah'ın fikrine uyardı. 633Hz. Peygamber'in evine en çok girip
çıkanlardan biri de Abdullah b.Mes'ûd idi. Hatta bazıları onu Hz. Peygamber'in
evi halkından zannederlerdi. 634Ebû Musa el-Eş'arî'den bir veraset meselesi
sorulmuştu. Ölen kimsenin bir kızı, oğlunun kızı ve bir de kız kardeşi vardı.
Ebû Musa kalan malın yarısının kıza ve yarısının da kız kardeşe verilmesi lâzım
geldiğini söylemişti. Mesele Abdullah'a soruldu ve Ebû Musa'nın da fikri
söylendi. Abdullah kıza yarım, toruna südüs ve geri kalan malın da kız kardeşe
verilmesini söylemişti. Bu durum Ebû Musa'ya anlatıldığı zaman «Bu kimse
aranızda iken bana birşey sormayın» dedi. 635Abdullah'ın şerefli işlerinden biri
de Resûlüllah'dan sonra ilk olarak Kur'an'ı müşriklere karşı Mekke'de cehren
okumasıdır. 636 O ana kadar Kureyş müşrikleri Kur'an'm cehren okunduğunu
duymamışlardı. Buna cesaret eden Abdul-Uah, müşriklerin toplu oldukları bir yere
giderek er-Rahman sûresinden bir miktar okudu. Müslümanlar Abdullah'ın gitmesini
istemiyorlardı. Çünkü her an ona bir hakarette bulunulması ihtimal dahilinde
idi. Ayrıca Abdullah'ın bünye itibariyle bu gibi hareketli işlere isti'dadı
yoktu. Sonunda Abdullah biraz da hırpalanmış olarak müslümanlarm yanına döndü.
Onlar «Bizim korktuğumuz da işte bu idi »dediler.
Muaz b. Cebel'in hastalığı artmıştı. Etrafındakiler kendisine «Ya Eba
Abdirrahman, bize bir tavsiyede bulunsan» dediler. Muaz uzanmakta olduğu
yatağında yamndakilerin de yardımıyla doğruldu ve onlara «Hakiki ilii» ve iman
ancak dört kişidedir. Bunlar Abdullah b. Mes'ûd, Ebu'd-Derdâ,. Selman ve
Abdullah b. Selâmdır» dedi 637Fakat Muaz b. Cebel'in bu-sözü, bu dört kimsenin
bütün ashabtan daha faziletli olduklarının bir delili; değildir. Muaz b. Cebel
bu konuşmasıyla yanındakileri, bu dört kimseden, istifade etmeleri için teşvik
etmek istemiştir.
Hz. Peygamber her zaman «Ümmetim için İbn Ümmi Abd'in rıza. gösterdiği şeylere
ben de razıyım. Rıza göstermediklerine de razı değilim» derdi. 638 Hz.
Peygamber'in Abdullah b.Mes'ûd hakkındaki bu iltifatı, onun ilim, ahlâk ve
faziletini beyan etmektedir. Hz.Peygamber bir gün kısa bir konuşma yapmıştı.
Daha sonra Ebû Bekr'in konuşmasını istedi. Ebû Bekr'in yaptığı konuşma Hz.
Peygamber'in konuşmasından biraz daha kısa idi. Daha sonra Ömer'in konuşması
istendi. O da Ebû Bekr'in konuşmasından biraz kısaca bir konuşma yaparak oturdu.
Bundan sonra başka kimselerin konuşmaları istendi ve sıra ile birer birer
konuştular. Nihayet Hz. Peygamber, «Eyîbn Ümmi Abd,kalk konuş» dedi. Abdullah
ayağa kaIwı, Allah'a hamd ve senada bulunduktan sonra dedi ki :
Bu konuşmayı dinleyen Hz.Peygamber «İbn Ümmi Abd çok doğru söyledi, çok haklı
konuştu, bundan daha iyisi olamaz» diyerek onun konuşmasını tasvip etti.639
Irak halkından bazı kimseler Ömer'e gelerek Şamlıların kendilerine nis-beten
daha nasipli olduklarını söylemişlerdi. Ömer bunun sebebim sorunca onlar, Şam'a
çok kıymeti i kişilerin gönderilmiş olduğunu söylediler. Fakat Ömer «Size de
Abdullah b. Mes'ûd'u verdim ya, yetmez mi?» dedi. 640 Bununla beraber Abdullah
b. Mes'ûd da Ömer'i çok takdir ederdi. Hatta Ömer'in öldüğünü duyunca kendini
tutamayıp uzun müddet ağlamıştı. Daha sonra da «Vallahi Ömer'in bir köpeği
sevdiğini bilsem ben de o köpeği severdim» demiştir. 641
b)
Hikmetli Sözleri, Hayata Ait Bazı Görüşleri Ve Tavsiyeleri:
Abdullah'ın bu hususlarla ilgili pekçok sözleri vardır. Biz şimdi bun ardan bir
kaç örnek vereceğiz.
Tekebbür ve azametle kendini ulu göreni Allah daima hakir ve zelil kılar. Allah
korkusu ile mütevazi davrananı da daima yüceltir.642
Halk, güzel sözler ediyor, güzel konuşuyor. Bunlar arasından sözü, yap tığı işe
uyanlar nasiplerini almış ve muvaffak olmuş kimselerdir. Sözleri yaptıklarına
uymayanlar ise kendi nefislerini tevbih ediyorlardır. 643
Her hangi bir kimsenin ne dünya ve ne de ahiret işiyle meşgul olma yıp boş
durduğunu görürsem buğzederim644
İlim ortadan kalkmadan onu öğrenmeye çalışın. İlmin yokolması de mek ilim
adamlarının yokolup gitmesi demektir. Her hangi biriniz kendisini
ne zaman ihtiyaç hissedileceğini bilemez. Bundan sonra Kur'anla ameli ter ketmiş
oldukları halde sizi Allah'ın kitabına çağırdıklarını iddia eden kimseler
göreceksiniz. Bid'attan kaçınıp ilim öğrenin. Kur'am iyi tetkik edin. Çün kü
onda bütün ilimler mevcuttur 645
Müslüman bir kimse bazan bir padişah huzuruna girer ve dinini kay betmiş olarak
çıkıp gider. Çünkü o, padişahın rızasını almak için Allah'ıı gazabını gerektiren
bir söz söylemiştir. Böylece dinini kaybetmiş olu646
(Kur'an ve Sünnet'e) tâbi olunuz ve bid'at çıkarmayınız. Bu size kâfi dir. 647
Halk senin yapacağın konuşmaya rağbet gösterdikçe konuşmana devan et. Onlarda
bir isteksizlik görürsen konuşmana son ver. 648
İşlerin en hayırlısı ortasıdır. Az olup da kâfi gelen, çok olup da ser meşgul
edenden daha hayırlıdır. Her bakımdan kurtarabileceğin bir nefis İDİr emirlikten
daha hayırlıdır. 649
Bir kimsenin namazını uzatıp konuşmalarını kısa yapması, İslâmı iyi öî renmiş
olduğunun en büyük delilidir650
Bana zulmeden herhangi bir insana ben, merhamet ve şefkatle muamele
edebilirim.651
Allah kalplerden merhamet ve şefkatini eksik etmesin. Bedenlerin yorulup
yıprandığı ve usandığı gibi kalpler de bıkar ve usanır. Kalpleriniz için hikmet
dolu sözler arayıp onları dinlendirin. 652
Bir köpeği küçümseyip onunla alay etsem, köpek olmaktan korkarım 653
Bir kimse Abdullah'a «Bana nasihat et» demişti. Abdullah «Evin sana yetsin,
dilini muhafaza et ve hatalarını hatırlayıp ağla» dedi. 654
Ben her zaman halkla beraberim diye onların her şeyini körü körüne benimseme.
Hele, onlar hidayette, olurlarsa ben de olurum. Onlar hak ve hakikatten
ayrılırlarsa ben de ayrılırım deme. Her biriniz, halk hep birden dininden
ayrılmış olsa bile müslüman kalabilecek bir şekilde nefsini terbiye etsin. 655
Hakiki ilim, rivayet çokluğ» değildir. İnsana Allah korkusu veren hakiki
ilimdir. 656
Abdullah'ın yanma acem beylerinden bazı kimseler gelmişti. Halk onların son
derece sıhhatli olmalarından şaşırıp kaldılar. Bunu gören Abdullah dedi ki: «Siz
müslüman olmıyanları sağlam bünyeli ve hasta kalpli olarak görürsünüz. Bir
mü'mini de sağlam kalpli ve hasta bedenli bulursunuz. Allah'a yemin ederim ki
eğer kalbiniz hasta olur, bedenleriniz de sıhhatli bulunursa Allah katında
pislik içinde yaşıyan böcekten daha hakir olursunuz657
Hiç birinizin geceleri boş durup gündüzleri çalışıp çabalamasını istemem . 658
Bir mü'min fakirliği gayri meşru bir kazanca tercih etmedikçe imanın-hakikatine
erişemez. 659
Herhangi bir kimsenin kıldığı namaz eğer kendini kötülüklerden alako-yup
iyiliklere yöneltmiyorsa o kimse ancak Allah'dan uzaklaşmış olur. 660
Şeytan zikir ve ilim meclisine gelerek oradakilerin arasında fitne çıkarmak
ister. Fakat buna muvaffak olamaz. Daha sonra dünya işleriyle meşgul bulunan bir
topluluğa gelerek aralarında kavga çıkarıncaya kadar uğraşır. Onlar
birbirleriyle kavga ederken ilim sahipleri onların arasını bulur.661
Namazda bulunduğun müddetçe padişahın kapısını çalıyorsun demektir. Padişah
kapısı, çalana muhakkak açılır662
İşlediği bazı hatalardan dolayı bir kimsenin bildiği şeylerden bir kısmini
unutacağını zannediyorum. 663
İlim meabaları, hidayet lambaları olarak devamlı evinizde bulunun ve
karanlıkları boğan nurlar gibi olun. Kalpleriniz taptaze olsun. Böyle olursanız
yeryüzü halkından gizli kalır göktekiler tarafından tanınırsınız. 664
Herhangi birinizden bilmediği bir şey sorulacak olursa bilmiyorum desin. Çünkü
bu söz ilmin üçte biridir. 665
Abdullah b. Mes'ûd'un yanında Kur'an okuyan ve öğrenen bazı kimseler vardı.
Yanma gelen bir bedevi bunların ne yaptıklarını sordu. Abdullah b. Mes'ûd «Hz.
Peygamber'in mirasını bölüşüyorlar» dedi. 666
Bir kimse Abdullah'a «Çok az oruç tutuyorsunuz» demişti. Abdullah,. «Oruç benim
Kur'an okumama bir dereceye kadar mani oluyor. Bence Kuran okumak oruç tutmaktan
daha iyidir» dedi. 667
Geçmişlerin ve geleceklerin bildiklerini öğrenmek istiyen Kur'an'ı iyi incelesin
ve manalarını düşünsün. 668
Bir kimse Abdullah'a gelerek bana bir tavsiyede bulun demişti. Abdullah, «Allah,
ey iman edenler dediği zaman ona kulak ver. Çünkü ya bir iyilikle emredecek veya
bir kötülükten nehyedecektir» cevabını verdi. 669
Bütün mürebbiler verdikleri terbiyenin tezahür etmesini isterler. Allah'ın
verdiği terbiye de Kur'an'ın muhtevası dır. 670
Her kim feraiz, hac ve boşanmalarla ilgili meseleleri öğrenmezse çölde
yaşıyanlardan hangi esasa göre daha üstün tutulacaktır?.671
Gerek şaka ve gerekse ciddiyet anında yalan asla caiz değildir. İsterseniz Ey
iman edenler, Allah'tan korkun. Bir de sadık olanlarla beraber olun.ayetini
672okuyun. 673
Abdullah b.Mes'ûd fazla konuşmalar yaparak halkı usandırmak istemezdi. Şakik
(Ö.64/682) diyor ki : «Camide Abdullah b.Mes'ûd'un gelmesini bakli-yorduk. Bir
ara Yezid b.Muaviye en-Nehai (Ö.32/652) geldi ve «Abdullah'ın evine gidip bir
bakayım, eğer evde ise belki getirebilirim» dedi. Gidip geldikten sonra,
«Abdullah beni beklediğinizi biliyorum, fakat size bıkkınlık vermemek için
gelmiyorum diyor», dedi. 674
Her kim bir şeyi biliyorsa söylesin. O şey hakkında bilgisi olmıyan da .Allah
bilir desin. Bir kimsenin bilmediği şeyler için «Allah bilir» demesi, onun
bilgili oiuşundandır675
Günah işleyen bir kimsenin kalbine siyah bir nokta konur. İkinci bir günah
işleyince bir nokta daha konur. Böylece bir müddet sonra kalbi bomboz olur. 676
İşi gücü belli erkekleri fikir ve dinleri itibariyle eksik addedilen kadınlardan
daha çok mağlub eden birini görmedim. Dediler ki: «Ya Eba Abdirrahman,
dinlerinin noksan oluşu nedendir? » Dedi ki :« Âdet günlerinde namazı
terke-derler de ondan.» Yine dediler ki :«Peki fikirlerinin noksan oluşu
nedendir?» Dedi ki :« Çünkü iki kadının şahitliği ancak bir erkeğin şahitliğine
bedeldir de ondan. 677
Ey insanlar, ilim öğrenin. Öğrendiklerinizle de amel edin. 678
İlim öğrenin. Çünkü herhangi biriniz kendi ilmine ne zaman ihtiyaç duyulacağını
bilemez . 679
İnsanın, bilmediği bir şey için «Allah bilir» demesi, bilgili olduğunu
gösterir.680
Bid'attan kaçının. 681
Siz, alimi bol, fakat hatibi az olan bir zamanda bulunuyorsunuz. Sizden sonra
hatibi bol, alimi az olan zamanlar gelecektir. 682
Bir hadisi bizden duyup da aynen duyduğu gibi nakleden kimseden Allah
merhametini eksik etmesin. Çünkü kendisine herhangi bir şey tebliğ edilen çok
kimse vardır ki onu duyandan daha nasipli olur. 683
Herhangi bir insan bilgili olarak doğmaz. İlim, ancak öğrenmekle elde edilir.
684
Âlim, müteallim veya dinleyici ol. Sakın dördüncü olup da helak olma. 685
Ben, işlediği hatalar sebebiyle bir kimsenin bildiği bazı şeyleri unutacağına
inanıyorum . 686
İlim, sizin gibi yaşlı olgunlarda bulundukça haliniz iyi olmakta devam,
edecektir. Gençlere intikal ederse o zaman yaşlılar onlardan öğrenmekten
çekineceklerdi. 687
İlim öğrenin. Öğrenince de amel edin . 688
Her kim bir hakkı iade etmek veya bir zulmü gidermek için aracı olur ve
kendisine de bu münasebetle bir hediye verilirse bu hediye haramdır. 689
Allah'm senin hakkında ayırdığı kismete razı olursan insanların en,
zenginlerinden sayılırsın. Allah'ın haram kıldığı şeylerden sakınırsan
insanların en müttekisi olursun. Allah'ın farz kıldığı şeyleri yerine getirirsen
abidler sınıfına girersin. Sana merhamet edeni, sana asla merhameti olmayana
şikâyet, etme ki Allah'ın yakınlarından olasın . 690
Abdullah b. Mes'ûd'un çoğu zaman yaptığı dua şöyle idi.691
Kalplerin arzulu ve yorgun oldukları zamanlar da vardır. İstekli oldukları zaman
fırsatı kaçırmadan istifade edin. Yorgun oldukları zaman da dinlendirin. 692
Annelerinizin yanma girerken, mutlaka izin alın . 693
Evlenmede zenginlik arayın. Çünkü Allah Kur'an'da. 694
Eğer fakir iseler Allah onları (Evlenmeleri sayesinde) fazl (u-kerem) iyle
zengin yapar. Allah (in lütfü)boldur, O, her şe-y'i) hakkıyla bilendir.-
buyuruyor. 695
Hz. Peygamber'in huzuruna geldiğim zaman bana ümmetimi birbirine düşürdün
demesinden korkarım. 696
Abdullah b. Mes'ûd evine geldiği zaman içeriye girmezden önce sesini yükseltir
bazanda öksürürdü. 697
Güneş tam batarken namaz kılan bir kimse görmüştü. Yanındakilere «Bunun
namazının benim nazarımda hiç bir değeri yok» dedi 698
Kur'anla kalplerinize korku verin. Herhangi birinizin bütün gayesi okumakta
olduğu sûreyi bitirivermek olmasın699
Kendisine her sorulana cevap veren kimse mutlaka delidir. 700
Yabancı bir kadınla beraber olmaktansa bana zararı dokunmayan bir şeytanla
beraber olmayı tercih ederim701
Abdullah b. Mes'ûd'un bu nasihat ve tavsiyelerinin büyük değerler taşıdığı bir
gerçektir.702
3 - Başkaları
Nazarında İhn Mes'ûd : Zemler Ve Medihlef
Abdullah b. Mes'ûd'a Nazzam'dan başka herhangi bir kimsenin haddi' aşan
tenkitlerde bulunduğunu bilmiyoruz. Abdullah b. Mes'ûd'un hareketlerinden
bazıları tenkid edilmişti. Fakat Nazzam gibi onu yalancılıkla itham eden, Hz.
Peygamber'in dilinden yalan söylediğini iddia eden bir kimse çıkmamıştır. Bu
bakımdan biz, ilk olarak Nazzam'm Abdullah b. Mes'ûd'a tevcih ettiğini bazı
tenkitlere, daha doğrusu iftiralara temas edecek ve bunların kısaca cevaplarım
vereceğiz.
Mü'tezilenin tanınmış simalarından olan Nazzam, Abdullah b. Mes'ûd'a çok büyük
iftiralarda bulunmuş, Hz. Peygamber'in bile kendisine çok yakın kıldığı
Abdullah'ı hiçten sebeplerle lekelemek istemiştir.
Nazzam'm Abdullah'a yaptiğı ilk iftira, onu haram işlemekle itham etmek
olmuştur. Yukarda da temas edildiği gibi Abdullah b. Mes'ûd Birva bint Vaşik ile
ilgili hadisede, 703«Kendi fikrime göre söylerim, hata olursa, benden, doğru
olursa Allahtandır,» demişti. Nazzam burada Abdullah'ın zan ile hüküm verdiği
iddiasında bulunmuş, zan ile yapılan şahitliğin haram olduğu gibi zan ile hüküm
vermenin de haram olduğunu söyliyerek Abdullak'ı suçlamıştır.
Nazzam'm Abdullah'a yapüğı ikinci iftira, Abdullah'ı Hz. Peygamber'in dilinden
yalan söylemekle suçlamasıdır. Biraz ilerde temas edileceği gibi Hz.
Peygamber'in bariz mucizelerinden biri olan ayın yarılmasını bize' nakledenler
arasında Abdullah b. Mes'ûd da Vardır. Nazzam Abdullah'ın bu hadiseyle ilgili
rivayetlerinin yalan olduğunu söyler. Zira diyor, Abdullah, aym yarıld)ğını
gördüğünü söylüycr. Bu, gizlenmesi mümkün olmayan bir yalandır. Çünkü Allah ne
Abdullah ve ne de bir başkası için ayı yarmaz. Eğer yarıl-dıysa neden yarıklığı
ay ve yıl tesbit edilemedi?
Nazzam'm üçüncü iftirası, Abdullah'ın Kur'andan iki sûreyi kabul etmemiş olduğu
etrafında toplanmaktadır: Nazzam kendi kendine şaşıyor ve Abdullah'ın sanki Hz.
Peygamber'in arkasında hiç namaz kılmamış gibi bu iki sûreyi nüshasında
yazmayişından dolayı tenkit ediyor.
Nazzam iftiralar serisinin dördüncüsünde Abdullah'ın namazda «Tatbik» usûlüne
ölünceye kadar riayet etmiş olmasından söz ediyor.
Nazzam bunlardan başka Abdullah'ın, Zeyd "b. Sabit hakkında çok kötü sözler
sarfctmiş olduğunu da iddia ediyor.
Nazzam'ın Abdullah b. Mes'ûd hakkında altıncı iftirası ise, Osman'ın, Kur'an
istinsahında Zeyd b. Sabit'i tercih etmiş olmasından dolayı ona kötü sözler
söylemiş olduğu iddiasıdır.
İşte bütün bunlar Nazzam'ın, Hz. Peygamber'e en yalan, Ömer ve bizzat Osman
tarafından hürmet ve saygı gören Abdullah b. Mes'ûd'a yaptığı iftiralardan
bazılarıdır. Bu iftiralardan başka Nazzam'ın Abdullah hakkında söylediği başka
şeyler de vardır. Fakat en önemlileri bunlardır. Haddi za-ttnda Nazzam bu
iftiraları Abdullah'a değil bizzat H. Peygamber'e, Kur'an'a ve islam dininin
mukaddes saydığı bazı şeylere yapmıştır. Nazzam'ın Abdullah hakkındaki birinci
iftirası tamamen hezeyandır. Abdullah'ın fıkh bilgisi üzerinde dururken de
belirttiğimiz gibi, ashab devrinde re'y ve kıyas hususlarında iki ayrı yol
bulunduğunu, bunlardan birinin zayıf görülen hadislerle hüküm vermektense kıyas
ve re'yi tercih ettiğini vazıh bir şekilde anlatmıştık. İşte Abdullah b. Mes'ûd
da tıpkı Ömer gibi zayıf hadislerle amel etmeyi terkederek kıyas ve re'y yolunu
tutmuştur. Biz burada hüküm istin batında esas olan kıyastan enine boyuna söz
edecek değiliz. Fakat şurası muhakkaktir-ki ashabtaıı pek çoğu kıyas ve
re'yleriyle hüküm verip amel etmişlerdir. Ayrıca Hz.Peygamber Muaz b.Cebel'i
Yemen'e gönderirken onun kıyas ve re'y ile hüküm vermesine müsaade etmiştir. Nas
bulunan yerlerde ise kıyas ve re'yin hükümsüz olacağı aşikârdır. Şu hale göre
kıyas ve re'y ile hüküm vermek Hz. Peygamber'in devrinde meydana gelmiştir.
Bununla beraber kıyas ve re'yi kabul etmiyenler de vardır. Kıyası inkar
edenlerin başında bir kısım Şia gelmektedir. 704Daha sonra da Zahiriyyeden
kıyası inkâr eden bazı kimseler görüyoruz. Fakat şurası bir hakikattir ki tabiin
ve fıkh bilginleri ile mütekelliminderi büyük bir çoğunluk kıyasın hüküm
istinbatında bir esas olduğunu benimsemişlerdir 705Yapılan araştırmalar
göstermiştir ki kıyası ilk olarak inkâr eden Nazzam'dır706Daha sonra kendisine
Bağdat'tan kelam ilmiyle uğraşan bazı kimseler de tabi olmuştur. Bu duruma göre
bu husustaki inkâr çığırını ilk olarak açan Nazzam'dır. Katâde ve Mesruk gibi
tanınmış şahsiyetlerin kıyası kabuî etmediklerini bildiren rivayetler ise
tamamen onlara yapılmış bir iftiradır707cş-Şevkâni'nin (0.1255/-1839) ifadesine
göre de kıyasın iptali yoluna giden ilk insan Nazzam olmuştur. Daha sonra bir
kısım Mu'tezili simalar da ona tabi olmuşlardır 708Nazzam'ın kıyası kabul
etmemesinin başlıca sebebi şer'i hükümlerden birbirlerine az çok veya tamamen
benziyenler arasındaki Şer'in koyduğu ayrılıktır. Nazzam'a göre kıyas ahkamı
şer'iyyenin muallel olduğu esasına dayanmaktadır. Şu halde hakkında nas bulunan
bir hükmün illeti şayet nas olmıyan bir başkasında bulunursa o hükmü ona da
aktarmak mümkündür. Fakat bu şer'in birbirine benziyen şeylerde müşterek
hükümler vazetmiş olmasını iktiza eder. Halbuki diyor, Nazzam, durum hiçte böyle
değildir. Çünkü biz görüyoruz ki Sari bazan birbirine benziyen şeyler arasında
değişik hükümler vazetmiştir. Bu ise aklın kıyasla hükmedebileceği bir saha
değildir. Bu sebeple de kıyasla amel etmek caiz olmaz. Nazzam ve onun gibi
düşünenler bize bazı örnekler de veriyorlar. Mesela diyorlar, az miktar mal
çalan bir kimsenin elini kesmek gerekirken fazla miktarda mal gasbedenin eli
kesilmiyor. 709Keza meniden ğüsl lâzım gelirken bevlden lâzım gelmemektedir.
Adet günlerinde namazı ve orucu bırakan bir kadının, orucunu kaza etmesi lâzım
gelirken namazın kazasını Sari' emretmemiştir. Halbuki namaza daha çok ihtimam
göstermek gerekir. Hür olan, çirkin bir ihtiyar kadına bakmayı yasak eden Sari'
çok güzel bir cariyenin bakılmasına müsaade etmiştir. Ölümle talak arasında
kadına müteallik iddette bir ayırma yapılmıştır. Halbuki rahim itibariyle durum
aynıdır. Nikahlı olarak alınacak kadınların adedi hürlerde dört olarak beyan
edilirken mülküyemin hususunda hiçbir kayıt konmamıştır. Bir erkeğin dört kadına
kadar alabileceği izah edilirken kadın için bir erkekten fazlası mubah
görülmemektedir. Halbuki kadındaki bu ihtiyaç daha fazladır.
Nazzam ve onun gibi düşünenler daha başka da örnekler vererek ahkâmı şer'iyyenin
mütemasil meseleleri arasında hüküm bakımından bir birlik olmadığını, bu sebeple
de kıyasla amel edilemiyeceğini ve kıyasın hüküm is-tinbat etmek için bir asıl
olmadığını beyan etmek isterler. Ancak usulcüler ve fıkh bilginleri tarafından
bunlar ve buna benziyen bir lakım mesailin hepsine gayet makul cevaplar verilmiş
ve şüphecilerin şüpheleri izale edilmiştir. İbn Kayyim de (ö. 751/1350)
bunlardan uzun uzun bahsetmiştir. 710 Bütün bunların neticesi olarak ashab
devrinde kıyasın bulunduğunu, birçok sahabenin kıyas ve re'y ile amel
ettiklerini söyliyeceğiz. Abdullah b. Mes'ûd daha önce de temas edilen
el-müfevvida'da «Re'yime göre söylerim, hata o-lursa benden doğru olursa
Allah'tandır» demişti. 711
Hz. Ali'ye, Sıffin'e hareketinin, Hz. Peygamberden duyduğu bir şeye göre mi,
yoksa kendi fikrine uyarak mı hareket ettiği sorulduğu zaman kendi fikir ve
re'yine göre davrandığını söylemişti. 712 İbn Abbas da aynı şe-
Mide hareket etmiş ve Allah'ın kitabında aradığı meseleye dair bir hüküm
bulunmadığı zaman Hz. Peygamber'in hadislerine bakmış, onda da bulunmazsa Ebû
Bekr ve Ömer'in sözlerini araştırmış ve daha sonra da kendi fikriyle, yani kıyas
ve re'ye dayanarak hüküm vermiştir.713 Mesruk, Übey b. Ka'b'den bir mesele
sormuştu. Übey «Bu vaki oldu mu» dedi. Mesruk, vaki olmadığını söyleyince Übey,
«Şimdilik bizi bırak, bft mesele vaki olunca çalışır ve re'yimize göre
hallederiz» cevabını verdi. 714 Abdullah b. Ömer de yaptığı bir iş hakkında onu
Hz. Peygamberden görerek mi yaptığını yoksa kendi re'yine mi uyduğundan sual
edilmişti. Abdullah kendi fikrine göre hareket ettiğini söyledi. 715 Bunlardan
başka pekçok misaller vererek ashabdan çoğunun kıyas ve re'y ile amel etmiş
olduklarını ortaya koyabiliriz. Bunlar muvacehesinde Nazzam'm Abdullah'ı hedef
alarak kıyasla hüküm verdiği için ona hücumlarda bulunması hiçbir ilmi esasa
dayanmaz. Esasen Nazzam'm bu fikirlerine cevap vermemek gerekir. Çünkü Nazzam
Abdullah'ı kıyas yapmış olmakla suçlarken onu değil, bizzat Ömer'i, Übey b.
Ka'b'ı ve daha başka pek çok sahabeyi tenkid etmiş ve onları haram işlemekle
suçlamış bulunuyor. Nazzam'm tutumunun ilim ahlakiyle bağdaştı-rılmasma imkan
yoktur.
Nazzam'ın Abdullah'a tevcih ettiği ikinci iftira, temas edildiği gibi, Hz.
Peygamber'in bir mu'cizesi olan ayın yarılma olayı ile ilgilidir. Nazzam, «Ay
yarılmadığı halde Abdullah ayın yarılmış olduğunu söylüyor» diyerek Abdullah'ın
yalana tevessül ettiğini iddia etmiştir.. Bilindiği gibi müşrikler Hz.
Pefgamber'in bir mu'cize göstermesini, gösterdiği takdirde iman edeceklerini
söylemişlerdi. 716 Hz. Peygamber de onlara ayın yarılmasını gösterdi. Hz.
Peygamber devrinde ayın bir mu'cize olarak yarılmış olduğuna delâlet eden birçok
deliller vardır. Buharî'de, Abdullah b. Mes'ûd, İbn Ab-bas ve Enes'ten rivayet
edilen şu hadisleri görüyoruz.717
Müslimde de şu hadislerle karşılaşıyoruz
Ahmed b. Hanbel de Müsned'inde ayın yarılmış olduğuna dair Abdullah b.
Mes'ûd'dan müteaddit hadisler rivayet etmiştir. Bu hadislerden birkaçını burada
ele alalım.
Bunlardan başka ayın yarılmış olduğuna dair pek çok çeşitli rivayetler
vardır.718 Bu hadislerin hepsi ayetin tefsiri hakkında varit olmuştur. Bilhassa
Abdullah b.Mes'ûd ve İbn Abbas'm tabir ve ifadelerinden anlaşıldığına göre aym
yarılma mu'cizesi geçmiştir. Zira Abdullah b.Mes'ûd müteaddit defalar «Beş şey
geçmiştir. Duhan, lizâm, batşe, kamer ve Rum» demiştir. 719 Bilhassa yukarıda
zikredilen Enes hadisinin dikkatimizi çekmesi gerekir. Zira orada tabiri
kullanılmakta ve bu hadisenin iki defa vuku bulmuş olduğuna işaret edilmektedir.
Bunun te'vili yoluna gidenler de vardır. Ebû Abdirrah-man es-Sülemî diyorki: «
Medâin'e çok yakın bir yerde bulunuyorduk. Cuma günü germişti. Babam da orada
bulunuyordn. Camiye beraber gittik. Hu-zeyfe bize bir konuşma yaptı ve dediki:
«Uyanın, Allah diyor. Hakikaten saat çok yaklaştı. Ay da yarıldı. Dünya ise
ayrılık ilân ediyor. Artık bugün meydan, yarın da koşudur. Babama, «Yarın halk
koşumu yapacak» dedim, Babam, «Yavrum ne kadar bilgisizsin, bu bir nevi amel
yarışıdır,» dedi 720Bu hadise de gösteriyor ki Huzeyfe, ayın yarılmış olduğunu
kesin olarak ifade etmişdir. Ayrıca Cübeyr b.Mut'ım (Ö.59/679) babasından
rivayet ediyor. Babası demiştir ki721Artık bütün bu haberler muvacehesinde
şeklinde geleceğe hamledenlerin fikirleri hiç bir te'yit görmeyecektir. Huzeyfe
kıraatinde denilmektedir. 722Bilindiği gibi Huzeyfe Hz.Pey-gambe'rin sır
sahibidir. Onun yukardaki konuşmasının herhalde büyük bir değeri olmalıdır.
İsmail Hakkı da bazı müfessirlerin şeklinde tefsir etmelerine ehemniyet
vermiyerek temas etmektedir. 723
Yukarda rivayetlerini zikretmiş olduğumuz Enes ve İbn Abbas bu hadiseyi
görmemişlerdir. Çünkü hadise Mekke'de ve hicretten tahminen beş sene kadar önce
vukubulmuştur. İbn Abbas ise o zaman henüz doğmuş değildi. 724Enes ise ya dört
veya beş yaşlarında bulunuyordu. 725 Büyük alim Mücâhid inşikak ayetinin
izahında yani, ayı yarılmış olarak gördüler demiştir.726 Bir rivayete göre Hz.
Peygamber ayın yarıldığı sırada Ebû Bekr'e «Şahit ol ya Eba Bekr» demiştir.
Fahru'd-Din er-Razi in-şikakm vuku bulduğunu ve bu hususta müfessirlerin ittifak
halinde olduklarım beyan eder. 727 er-Razî diyor ki: «Müfessirlerin, hepsi
murad, ay yarıldı, onda inşikak vukua geldi demek olduğunu söylemişler, haberler
de inşikakm
hudusuna delâlet etmekte bulunmuştur. Sahihte haber meşhurdur. Bazı
müfessirlerin, murad yarılacaktır, demesi hakikaten uzaktır. Aynı zamanda hiç
manası yoktur....» Müşriklerden bir kısmı, îbn Ebî Kebşe sizi sihirledi,
dedikleri zaman içlerinden bazıları, sizi sihirlediyse bütün insanları da
sinirlemedi ya, şehir dışından gelenlere bir sorun, dediler. Dışardan gelenlere
sorulduğu zaman onlar «Biz de ayı sizin gibi gördük» cevabını verdiler. 728
Hadisenin bütün insanlar arasında tevatür haline gelmemiş oluşu artık bir mesele
değildir.
Netice olarak inşikak ayetindeki kelimesinin muzari manasında te'vili mümkün
değildir. Nasıl bilâ muhassıs tahsis caiz değilse, bilâ mürec-cih tercih de caiz
değildir. Çünkü bu ayet hiçbir kayda bağlı kalmaksızın ve mutlak olarak ayın
yarılmış olduğuna temas etmektedir. Ortada hiçbir karine ve delil yokken
ayetteki mazi fi'Iini istikbal manasına nasıl alabiliriz? Bilâkis birçok
hadisler bu hadisenin Hz. Peygamber devrinde cereyan etmiş olduğunu
göstermektedir. Bu yarılma olayının çok fevkalade bir şey olduğunu nazarı
itibara alarak te'vil yoluna gitmek asla mümkün değildir. Usûl ilmince de
bilindiği gibi hakikatla amel mümkün iken hiçbir zaman mecaza gidilmez.
Bir müddet i'tizâl mezhebini benimsemiş olan Carullah ez-Zemahşerî ayın yarılma
olayını Hz. Peygamber'in en parlak mu'cizelerinden biri addeder. 729 Bu
hadisenin kıyamette vuku bulacağını söyleyenlerin sözüne iltifat etmiyen
Carullah, bu görüşe değer vermediğini 730ifadesiyle mübhem bir şekilde anlatır.
Hadisenin Hz. Peygamber devrinde vuku bulduğunu bildiren bir çok delillerden
biri de inşikak ayetini takip eden terkibidir. Çünkü böyle bir cümlenin hiç bir
ayet göstermeden zikri pek uygun olmaz. Bundan başka îif kıyametten önce vuku
bulan şeylere denir. Şayet ayın yarılması kıyamette olacak olsa idi bu ifadenin
kullanılması münasip olmazdı.731
Bu kısa izahtan sonra ayetteki mazi fi'lini muzari manasında alanların görüşleri
üzerinde de biraz durmak isterim. Arap diliyle uğraşanlar bilirler ki, bu dilde
mazi fi'lleri bazan muzari, muzari fi'lleri de mazi makamın da kullanılır. Fakat
bu nevi isti'mâlin bir karineye istinat etmesi gerekir. Eu hususla ilgili olarak
birkaç örnek verelim. Meselâ ayetin-deki 732kelimesi muzari manasınadır. Çünkü
Hz. Peygamber bazan dünya ve bazan da ahiret azabiyle müşrikleri korkutur,
onların helak olacaklarını söylerdi. Onlar da Hz. Peygamberle alay olsun diye bu
işlerin bir an önce vuku bulmasını isterler ve olsa bile putlarının kendilerine
şefaatçi olacağını ilân ederlerdi. İşte bunun üzerine mezkûr ayet nazil olmuştu.
Artık buradaki fi'linin muzari manasında olması gerekir. Zira hemen akibinde
getirilen terkibi bu fi'lin muzari anlamında olduğunun en büyük delilidir. Şu
hale göre ayette bir istiara yapılmış ve tahakkukunda, yani vuku bulacağında
asla şüphe bulunmayan gelecek olup bitmiş gibi gösterilmiştir. Görüldüğü gibi
mazinin muzari anlamında kullanılmasında bir karineden istifade edilmiştir. 733
el-Âlûsî'nin ifadesine göre ayetteki fi'lini bazıları olduğu hal üzen: bırakarak
mazi manası vermişlerdir. 734 Buna göre mana, va'd bakımından Allah'ın emri
geldi, artık vukuu için acele etmeyin, demek olur. 735 Fakat böyle bir te'vile
ihtiyaç duyulduğunu hissetmiyoruz. Bunun gibi bazı muzarî fi'llerin de mazi
manasında kullanıldığı çok görülür. Meselâ De ki: 736 (Habibim) Öyle ise
mü'minler idiniz de (Tevrata inanıyordunuz da) daha evvel Allah'ın
peygamberlerini neye öldürüyordunuz ?- ayetindeki 737kelimesi mazi olarak
738manasında kullanılmıştır 739Ayn: şekilde müteaddit ayetlere raslamak
mümkündür. 740 Zikredilen ayetlerde ise kelimelerin hakiki manalarında
kullanılmadıklarına dair karineler bulun maktadır. Halbuki inşikak ayetindeki
mazi fi'linin muzari manasında 741 kulla nılmış veya kullanılabileceğini
bildiren bir karine yoktur. Bu hale göre ora daki mazi fi'linin muzari manasında
alınması tercih bilâ müreccih olacağın dan caiz değildir. Burada şunu da ifade
etmek isteriz ki, mazi yerinde mu zari, muzari yerinde de mazi kullanılması
sahih kavillere göre istiara tebeiy-ye olur. Her istiarede ise bir karinenin
bulunması zaruridir. Mezkûr ayette böyle bir durum olmadığından mazi fi'linin
kendi manasında bırakılması en doğru harekettir.
Görülüyor ki Nazzam'm Abdullah'ı kamer hadisesinde yalancılıkla itham etmiş
olması tamamen iftira ve hezeyandan başka bir şey değildir. Ayrıca ayın yarılmış
olduğunu bize nakleden yalnız Abdullah b. Mes'ûd de-ğilki. Daha başka sahabiler
de vardır. Bu durum karşısında Nazzam bize şu iki beyti hatırlatıyor:
Nazzam'm, Abdullah b. Mes'ud'a yaptığı üçüncü iftirası olan iki sûrenin inkârı,
dördüncü iftirası olan tatbik meselesinin Abdullah tarafından ölünceye kadar
bırakılmaması, beşinci olarak ileri sürdüğü ve Abdullah'ın Zeyd hakkında kötü
sözler söylemiş olduğu meselesi ile Abdullah'ın, Hz. Osman hakkında iğrenç
laflar söylemiş olduğunu iddia ettiği altıncı iftirasına yukarda muhtelif
bahislerde temas ettik. Bu sebeple bu iftiralara burada cevap vermek için bir
yer ayırmıyoruz. 742
Netice itibariyle Nazzam'm Abdullah'a tevcih ettiği tenkitlerin haddi zatında
hiçbir temeli yoktur. Bütün söyledikleri birer iftira olmaktan ileri
gitmemektedir. Abdullah'ın haksız gibi gösterilmesi istenen meselelerde Abdullah
b. Mes'ûd yalnız başına da değildir. Kendi ictihad ve görüşüne dayanarak ileri
sürdüğü bazı meseleler istisna edilecek olursa geri kalanların hepsim de Hz.
Peygamber'den nakletmiştir. Şu halde Nazzam sahih hadislere ta'netmek-tedir. Hz.
Peygamber'in bile defalarca övdüğü İbn Mes'ud'a dil uzatmanın islâm ahlâkiyle
bağdaşacağını zannetmiyorum. 743
Bu asılsız iftiralar yanında Abdullah b. Mes'ûd'un faziletini, ahlak ve değerini
belirten sayılamıyacak kadar medihler vardır. Her şeyden önce as-hab,
Abdullah'ın Hz. Peygamber'e en yakın kimseler arasında olduğunu kabul
etmektedirler. Hz. Peygamber ise Abdullah b. Mes'ûd'un her an yanına girmesine
izin vermekle onun fazilet ve değerini anlatmak istemiştir. Nazzam bu asılsız
iftiralarla Abdullah'ı kötülemek ve halk arasında ikilik yaratmakla itham etmek
istemiştir. Halbuki Abdullah daima hilaf ve fitneden kaçınırdı. Mesela H. (29)
da ve hac ferizası ifâ edilirken Osman Mine'de ikindi namazını dört rek'at
kılmış,744 Abdurrahman b. Avf da Osman'ı bunun için kınamıştı. 745
Osman Mekke'den bir hanım aldığım bu sebeple namazı tam kıldığım açıkladı.
Abdurrahman durumu Abdullah b. Mes'ûd'a arzedince746 Abdullah, «Hilaf kötü bir
şeydir. (Osman'ın) dört rek'at kıldığını duydum. Fakat yakınlarımla (ben de)
dört rek'at-kıldım» cevabını vermişti. 747 Görülüyor ki Abdullah fitneye sebep
olmaktan kaçman bir kimse idi. Yine onun bu 748davranışı Osman'ın, namazı
içtihadına binâen kasrettiğini söyleyenlere 749göre bu içtihadında Osman'a bir
dereceye kadar muvafakat ettiğini göstermektedir, sanırım.750
II -B Ö L Ü M
İBN MES'ÜD ve TEFSİRDEKİ YERİ
A.
Sahabe Devrinde Tefsirle İlgili Meselelere Umumi Bir Bakış
Esas konuya girmeden önce «Tefsir» ve «Te'vil» kelimelerinin manaları üzerinde
kısaca durmak isteriz.
j»-ir kelimesi as'i itibariyle fonemlerinden meydana gelmektedir ki kapalı bir
şeyi açmak, beyan ve izah etmek manalarında kullanılı.751 Bu kelime mana
yönünden bir isim olan lafzmdaki anlamla çok yakından alakalıdır. «Tefsira»
,doktorun hastalığı teşhis edebilmek gayesiyle hastadan alarak baktığı az bir
bevle denir. 752 Şu halde tefsir maddesi umumi olarak keşf ve izah manalarına
dayanmaktadır. Şu kadarı varki el - Gevheri « kelimesinin müvelled olduğunu
zannediyorum» demişti. 753 Bazıları «Tefsir» kelimesinin in maklubu olduğunu da
söylemişlerdir. 754 Yolcuya müsafir tesmiye edilmesi yurdundan ayrılıp açığa
çıkmış olmasından ileri gelmektedir. 755 Yolculuğa da denilmiş olması çoğu zaman
yolcunun huy ve karakterini ortaya koymasından doğmaktadır. 756 Ayrıca bir kadın
yüzünü açtığı zaman denir. 757 Açık bir şekilde dolaşan kadına da denilmesi aynı
manaya dayanır. Sabahın aydınlanmasında Arap tabirini kullanmıştır ki yine aynı
manaya matuftur. 758 Ancak den kalb yoluyla alındığını söyliyecek olursak bunu
gösteren bazı karinelerin bulunması gerekir. Sırf mana yakınlığına bakılarak
birinci kelimenin ikinciden elde edilmiş olduğunu söylemek dil filosofisi ile
uğraşanlara göre pek uygun düşmeş. Bilindiği gibi bu konuda. Basra ve Küfe ilim
adamları arasında bir hayli ihtilaf zuhur etmiştir. Zira Kûfeliler temas
ettiğimiz kalb mevzuunda aynı harflerden meydana gelmiş kelimelerin bir kökten
doğmuş olduklarını kabul etmektedirler. Bu hal onların biraz da olsa haddi aşan
müsamahalarından ileri gelmektedir. Bu sebeple Kûfeliler nin aynı kökten gelmiş
kelimeler olduğunu söylemişlerdir. Basralı dil bilginleri ise, bu nevi
kelimelerin asıl köklerini lü-ğatta bulmak mümkün değilse, aynı zamanda onları
müstakil olarak başlı başına birer kelime kabul etmek de kabil olmuyorsa işte o
zaman bu gibi kelimeleri maklub sayarak iki kelimeden hangisinin daha çok
kullanıldığını nazarı itibara almak suretiyle bir hükme varmanın mümkün
olabileceğini ileri sürmektedirler. Bu duruma göre, Basralı dil bilginlerince
nin mak-lubu değildir. Çünkü bu iki kelimenin her birinin de kendisine has
masdarları vardır. kelimeleri de öyledir. Bu bakımdan lceiimes;
bizce el-kalbbü'1-mekanî usulüne uyularak den alınmış değildir. Çünkü bu iki
kelimenin her biri de müstakil birer madde halinde lügat kitaplarında mevcuttur.
Bilhassa bu meselede Basralı dil bilginlerinin görüşleri daha makuldür.
Araplar,atm rahatlığını sağlamak için koşturdukları zaman derler.759 Bu da bir
dereceye kadar keşf ve izhar manalarına dayanmaktadır. Şu hale göre kelimesinde
çoğu zaman maddi ve zahiri bir keşif vardır. kelimesinde ise menevi bir keşf
göze çarpar. 760İbn Abbas, Onlar sana bir misâl getirmeye dursunlar, biz sana
hakkı ve tefsirin en güzelini getirdik - ayetindeki 761kelimesini lafzıyla izah
etmiştir. 762
Kelimesi ise aslı itibariyle (el-Evl) den gelmektedir ki geri dönmek manasını
ifade eder. 763Buna göre yalnız runa itibariyle demektir. takdirindedir. 764
Bundan başka denir. Bu sözdeki gaye ve maksadın sonucu nereye dayanır, demektir.
765 Keza, Onlar(kâfirler) onun te'vilinden başkasını bekler mi?(Hayır). Onun
haber verdiği akıbetin (başlarına) geldiği gün ise daha evvelden onu (o akıbeti)
unutanlar diyecek (ler) ki: «Cidden Rabbimizin Peygamberleri hakkı (gerçeği)
getirmiştir-ayetindeki 766manâ, sonucun açığa çıkıp açıklanacağına işarettir.
767 Aynı şekilde Arap der. Bu işin sonu şuna rucu etti demektir. Bu duruma göre
te'vil, herhangi bir ayeti muhtemil bulunduğu manalara sarfetmekten ibarettir.
Te'vil kelimesinin siyaset ve idare manasında kullanılan den alınmış olduğu da
düşünülebilir. 768
Tefsir ve te'vil kelimelerinden her biri Kur'anda zikredilmiştir. Tefsir
kelimesi sadece bir defa ve el-Fürkan süresinin (33) üncü ayetinde zikredilmiş
olduğu halde te'vil kelimesi Kur'amn (15) ayetinde geçmektedir.
Tefsir ve te'vil kelimeleri arasında bir fark bulunup bulunmadığı, varsa bu
farkın ne mahiyette olduğu hususu bir ihtilaf konusu olmuştur. Bir kısım
bilginler tefsir ve te'vil kelimeleri arasında bazı farkların bulunduğuna
kailidirler. Hatta bazıları «Zamanımızda öyle mrfessirler yetişti ki, tefsir ve
te'vil kelimeleri arasındaki farktan sual edilmiş olsalar bile cevap
veremezlerdi» demişlerdir. 769 Belki de bu ihtilafların hakiki sebebi Emin
el-Hulî'nin de dediği gibi, Kur'amn bu kelimeyi kullanmış olması, daha sonra
usülcülerin kelimeye has bir ıstılah takip etmeleri ve kelimenin, kendisini
kullananların dilinde şüyu bulmasından ileri gelmiş olabilir. 770
Ebû Ubeyde ve kendisine muvafakat eden kimseler tefsir ve te'vil kelimelerinin
aynı manaya olduklarını söylemişlerdir. 771 er-Rağıb (Ö.502/1108) ise tefsir
kelimesinin ifade ettiği mananın te'vil kelimesine nazaran daha umumi ve şümullü
olduğunu beyan etmektedir. 772 er-Rağıb'a göre tefsir, çoğu zaman lafızlarda,
te'vil ise manalarda kullanılır. 773 Ayrıca te'vil, çoğu zaman ilâhi kitaplarda
isti'mal edilir. Tefsir ise ilâhi kitaplarda kullanıldığı gibi bunlar dışında da
kullanılır. 774 Tefsir'in, bir lafz hakkında kesin olarak, şu manayadır, diye
ceznıetmek ve Allah bu lafızla şu manayı muradetmiştir diyerek hüküm vermekten
ibaret olduğu da söylenmiş bulunmaktadır. 775Eğer bu hususta kat'i bir delil
bulunacak olursa bu anlayış tabiatiyle sahih olur. Eğer bulunmazsa o zaman bu,
re'y ile tefsirden öte gidemez. Te'vile gelince, lafzın muhtemil bulunduğu
manalardan birini tercih etmekten ibarettir ki hiçbir surette kat'iyet ifade
etmez.
Ayrıca, tefsir, bir lafzın, hakikat ve mecaza nazaran durumunu beyan etmektir.
Meselâ kelimesini kelimesini de tefsir etmek gibi. Te'vil ise bir lafzın batinî
yönünü izah ve beyan etmekten ibarettir.776 Şu halde te'vil, kasdedilen bir
mananın hakikatinden haber vermekten ibaret olduğu halde tefsir, kasdedilen
manaya işaret eden delilden söz etmektir. 777 Meselâ, Çünkü Rabbin şüphesiz
rasad yerindedir - ayetinin 778tefsirinde, kelimesi dan alınmıştır. ise bu
kelimenin veznine aktarılmış şeklinden ibarettir, denir. Te'vilinde ise,
Allah'ın emirlerine karşı asla ilgisiz kalmmaması gerektiğinden bahsedilir. 779
Bazılarına göre te'vil, bir ayeti, makabline ve maba'-dine muvafık olduğu halde,
istinbat yoluyla kitap ve sünnete muhalif olmayan bir manaya hamletmekten
ibarettir. Tefsir ise bir ayetin nüzülû, durumu ve daha başka hususları hakkında
bilgi vermektir. 780 Bazıları da tefsirin rivayete, te'vilin de dirayete tealluk
ettiğini söylemişlerdir. 781 Keza tefsir, ibarenin vaz'mdan istifade edilen
manaların beyan ve izahı, te'vil ise işaret yoluyla elde edilen manaların izah
ve beyanından ibarettir, denilmiştir. Son asrın ilim adamları tarafından en çok
beğenilen görüş budur. 782
Bence tefsir ve te'vil kelimelerini isti'mal yönünden iman ve islâm kelimeleri
gibi mütalaa etmek gerekir. İlmi kelâmda da bahsedildiği gibi bu iki kelime
arasında fark bulunup bulunmadığı, varsa neler olduğu bir hayli tartışmalara yol
açmıştır. Sonunda birçoklarının vardığı netice şöyledir: Eğer islâm ve iman
kelimeleri beraber olarak bir arada zikredilirse mana bakımından ayrılırlar.
Ayrı ayrı kullanılacak olurlarsa o zaman da manâ yönünden birleşirler. kaidesini
bu kelimeler üzerinde de tatbik edebiliriz. Şu halde denildiği zaman bu ibareden
o kimsenin olduğu da anlaşılır. Keza denilecek olursa o kimsenin olduğu ilk
hatıra gelen şey olur. Fakat bu iki kelime bir arada zikredilecek olursa o zaman
aralarında bir fark görmek gerekir..
Meselâ diyecek olursak jkelimeler aynı manaya kullanılmamış olurlar.
Bu son kısma Bedeviler «iman ettik» dediler. De ki: «siz iman etmediniz amma,
(bari) müslüman olduk deyin. İman henüz sizin kalblerinize (girip
yerleşmemiştir. ayetini783 misâl verebiliriz. Zira bu ayetde iman re islam
kelimeleri bir arada bulunmuşlardır. Bu bakımdan da - temas edildiği gibi
-aralarında bir farkın bulunması icabeder. Buna binâen bir ayet hakkında «Bu
ayetin tefsiri nedir?» denildiği zaman bunun te'vil anlamına da hamle-dilmesi
lazımdır. Şayet «Bu ayetin te'vil ve tefsiri nedir» denilecek olursa o zaman her
iki kelimenin de manalarım farklariyle birlikte ayrı ayrı izah ve beyan etmek
lazımdır.784
1-Tefsirin Kaynakları :
Hz. Peygamber devrinde tefsirin dört kaynağı olduğunu görüyoruz. Bunlar
sırasiyle,
a) Kuran,
b) Hz. Peygamber
c) İstitıfoat ve ictîhad
d) Semavi kitaplar ve ehli kitaba muracat, dır. Şimdi bu kaynaklar üzerinde
biraz izahat verelim.785
a) Kur'an :
Bilindiği gibi Kur'andaki ayetler arasında mutlak ve mukayyetleri, umum ve husus
ifade edenleri olduğu gibi, usul istılahınca isimlendirilen daha başka çeşitleri
de vardır. Bazan her hangi bir mesele bir yerde mücmel olarak ifade ve beyan
edilmişken aynı mesele bir başka yerde daha vazıh olarak anlatılır. Bu sebeple
bir mesele Kur'andan inceleneceği zaman o mesele ile ilgili bütün ayetler
üzerinde durulmalıdır. Bundan, Kur'amn çoğu zaman bizzat Kur'anla tefsir
edildiği neticesine varıyoruz. 786 Eğer, bir meselenin bu şekilde tahlili mümkün
ise bir ikinci kaynağa artık rucu etmek gerekmez. Bu hususla ilgili birkaç örnek
verelim.
Kur'andaki Ona gözler erişemez. O (nun ilmi) ise bütün gözleri ihata eder. O,
(kulları hakkında) gerçek rıfk-u lutf sahibidir - ayetini 787
Yüzler (vardır) o gün ter-ü tazedir, Rablerine bakacaktır ayeti 788tefsir
etmektedir. Aynı şekilde Kur'an ayetlerinden biri olan
Siz ihramlı olduğunuz halde avlanmayı helal saymamak ve size (aşağıda) okunacak
olanlar hariç kalmak şartiyle davarlar'(m etleri) size helal edildi. Şüphesiz ki
Allah ne dilerse onu hükmeder ayeti 789
Ölü, kan, domuz eti, Allah'tan Vjaşkası adına boğazlanan,- (henüz canı üstünde
iken yetişip) kesdikleriniz müstesna olmak üzere- boğulmuş, vurulmuş, yukarıdan
yuvarlanmış, susulmuş, canavar yırtmış olup da ölenler, dikili taşlar üzerinde
(onlar adına) boğazlanan (hayvanlar), fal oklarıyla kısmet (ve hüküm) aramanız
üzerinize haram edilmiştir. (Bütün) bunlar yoldan çıkıştır.- ayetiyle790 tefsir
ve izah edilmiş bulunmaktadır. Bundan başka (Evet) Allah sizin tevbelerinizi
kabul etmek ister. Şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir meyi ile (yoldan)
sapmanız dilerler- ayetinin 791 ehli kitaba hamledilmesi lazım geldiğini,
Kendilerine kitaptan (okuyup yazmaktan) bir nasip verilmiş olanlara bakmadın mı?
Onlar sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan sapmanızı
isti-yorlar-ayetinden 792anlamış bulunuyoruz. Şu kadarı varki Kur'anın Kur'an
ile tefsir edilmesinde, tefsir eden ayet bazan tefsir edilenden hemen sonra
gelir. Meselâ Allahdır, sameddir-ayeti793 hemen onu takip eden -M Doğurmamıştır,
doğurulmamıştır, hiçbir şey Onun dengi (ve benzeri) değildi ayetleriyle 794
izaha kuvuşturulmuştur. 795 Keza Hakikat insan, hırsına düşkün (ve sabrı kıt)
yaratılmıştır-ayetinin 796 onu takip eden Kendisine şer dokundu mu feryadı
basandır, ona hayır dokununca da çok cimridir-ayetleriyle izah edilmiş olduğunu
görüyoruz. Tanınmış i-lim adamı Sa'leb'e Arinedir diye sorulduğu zaman, «Allah
(C. C.) onu kendisi tefsir etti» cevabını vermiştir. 797Yine bir misal olarak
Orada apaçık alâmetler vardır-kavli, aynı ayette798zikredilen (Orada) İbrahim'in
makamı vardır. Kim oraya girerse (taarruzdan) emin olur-ifadeleriyle izah ve
beyan edilmiştir.
Bazan da tefsir eden ayet tefsir edilenle olmayıp bir başka yerde bulunabil er.
Meselâ (hamd olsun) din gününün (tek) sahibi (Allah'a) kavli799 O din günü
nedir. ? (Bunu) sana hangi şey öğretti ? O din günü nedir ? Tekrar (bunu) sana
hangi şey öğretti ? O, öyle bir gündür ki hiç bir kimse kimseye hiçbir şeyle
faide vermiye muktedir olamayacaktır, o gün emir (yalnız)
Allah'ındır.-ayetleriyle 800 izah edilmiştir. Benzeri örnekler çoktur.801
b) Hz. Peygamber:
Kur'anı anlamak için ashabın başvurdukları ikinci kaynak Hz. peygamber idi. 802
Buna göre ashabın Kur'anı her yönden anlar olduklarım ileri sürmemiz mümkün
değildir. Hiç şüphe yokki Hz. Peygamber Kur'anın manasını mücmel ve mafassal
olarak biliyordu Bu manayı, onu (göğsünde) toplamak, onu (dilinde akıtıp)
okutmak şüphesiz bize aittir. Öyleyse biz onu okuduğumuz vakit sen onun
kıraatine uy. Sonra onu açıklamak da hakikat bize aittir ayetlerinden803
anlıyoruz. Ashab da Kur'anın bazı kısımlarını anhyorlardı. Fakat anlamadıkları
kısımlar da vardı. Zira Kur'anın anlaşıhvermesi yalnız Arap dilini bilmeye
mütevakkıf bir husus değildir. İbn Haldun'un (Ö.808/1406) bu şekilde ileri
sürdüğü iddiayı hocam Muhammed Hüseyn ez-Zehebî de reddeder ve derki804
Aşağıda vereceğimiz misaller de bu fikrimizi desteklemektedir. Mesela bir gün
Ömer minber üzerinden Meyve(ler),mer'a(lar bitirdik) ayetini 805okumuş ve yi
anladın, fakat nedir?» demiş ve daha sonra da « Ömer, bu tekellüftür» diye
mırıldanmıştır. 806Bu hadisenin bir benzeri de kelimesinde vukubulmuştur. Ömer,
Yoksa onlar (Allahın) kendilerini tedricen azaltmak suretiyle
cezalandıracağından (emniyyete mi girdiler?) Demek ki Rab-bin hakikat çok
esirgeyici, çok merhamet edicidir. ayetini 807okumuş ve camide bulunanlardan
kelimesinin manasım sormuştu. İçlerinden Hü-zeyl kabilesine mensup bir kimse
Ömer'e hitaben bu kelimenin Hüzeyl lügatinde manasına kullanıldığını beyan etti
ve şairin:
beytini okumuştu. 808Abdullah b. Mes'ûd bir gün mescide geldiği zaman
oradakilerin yüksek sesle zikir yapmakta olduklarını görünce neden böyle hareket
ettiklerini sordu. Oradakiler, «Allah, Onlar (o salim akıl sahipleri öyle
insanlardır ki) ayakda iken, otururken, yanları üstünde (yatar) iken (hep)
Allahı hatırlayıp anarlar buyuruyor 809 da ondan böyle yapıyoruz» dediler. Fakat
Abdullah b. Mes'ud, bu ayetin, onların anladığı gibi olmadığını, Allah'ın
(C.C.), bu ayetlerle beş vakit namazı kasdetmiş olduğunu, ayakta kılamıyanm
oturduğu yerde, ona da muktedir olamıyamn yanı üzere kılması gerektiğini
oradakile-re izah etti.810
Netice itibariyle Kur'anı bütün teferruatiyle anlama imkanından mahrum bulunan
sahabe, tefsir kunusunda bilmediklerini Hz. Peygamberden sorarlardı. Şimdi Hz.
Peygamber'in tefsirinden birkaç örnek verelim. 811
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber aynı manada varit olan birçok hadislerden bu
ikisinde de yahudilerin mağdubun aleyhim, hristiyanlarm da 812dalâlet sahibi
olduklarını beyan etmiştir. Mağdubun aleyhim olanların yahudi-ler, dalâlet
sahibi olanlarında da hristiyanlar olduğunu beyan ve izah eden bir çok rivayete
raslamr. 813Müfessirler de Fatiha süresindeki terkiplerini izah ederken bilhassa
bir çoğu bu rivayetlere yer verirler. Acaba bu tabirlerin usülü'1-fıkh ilminde
daha çok kullanılan mefhu-mu'1-muhalefe esasına göre durumları nedir. Mağdubun
aleyhim olanlar yalnız yahudiler, dalâlette olanlar da yalnız hristiyanlar
mıdır? Bunlardan başkalarına bu vasıfların ıtlakı nasıl olur? Durum ne olursa
olsun bütün rivayetlerin hepsinde de mefhumu'l-muhalefe esasının tatbikine imkan
görülmez. Çünkü bu vasıfların onlardan başkasına da teşmil edildiği hem Kur'an
ve hem de Hz. Peygamber'in dilinden duyulmuş hakikatlerdendir. Şu halde bu
tabirler bu iki kavmin en bariz vasıfları itibariyle kullanılmış oluyor. Hat-ta
bu hususa birçokları gibi temas eden İbn Kesir (Ö.774/1372), bu manayı daha
vazıh bir şekilde şu ibaresiyle anlatmaktadır: 814
Bu demek oluyor ki, yahudi ve hristiyan milletlerinde Allah'ın (G. C.)
hoşlanmadığı pekçok vasıflar vardır. Fakat bu vasıfların en barizi ve ilk olarak
göze çarpanı, yahudilerin Allah'ın gazabına uğramış kimseler olmaları, nasaranın
da dalâletde bulunmalarıdır. Netice itibariyle gadab ve dalâlet sıfatları
Kur'anda umumi olarak bütün küffar hakkında varit olmuştur. Meselâ, Jâc Kim
imanından sonra Allahı tanımaz, fakat küfre sine (i kabul) açarsa Allah'ın
gazabı onların başındadır. Onlar için en büyük bir azap vardır - ayeti815
Hakikat, o inkâr edip kâfir olanlar ve (insanları) Allah yolundan alıkoyanlar
şübhesiz (haktan uzak) bir sapıklıkla sapmışlardır - ayeti 816ifade etmek
istediğimiz mananın en büyük delillerinden biridir. Bundan başka bu vasıflar
yahudi ve hristiyanlar hakkında hususi mahiyette kullanılmıştır. Yahudilere
teşmil edilen De ki: «Allah katında bir ceza olmak bakımından daha kötüsünü size
haber vereyim mi? Allah'ın lâ'net ve aleyhinde ga-zab ettiği içlerinden
maymunlar, domuzlar yaptığı kimselerle şeytana tapanlardır ki işte bunların
mevkii daha kötü ve dümdüz yoldan daha sapıktır. ayeti817 ve hristiyanlara da
şamil olan «De ki: Ey ehli kitap, dininizde haksız yere haddi aşmayın. Bundan
evvel hakikaten hem kendileri sapmış, hemde birçoğunu saptırmış ve (hala da)
dümdüz yoldan ayrılıp sapagelmiş bir kavmin heva (ve heve) sine uymayın. ayeti
818bu anlamı destekliyen deliller arasındadır. Şu kadarı var ki hristiyanlarm
dalâletle tevsif edilmiş olmaları onların yahudilere nisbetlc İslama d ha yakın
olduklarım gösterir 819Yahudiler küfür ve inatlarına nazaran hristiyanlardan
daha vahim bir durumdadırlar.
İbn Ebi Hatim (ö. 327/938-939) «Müfessirler arasında yahudiler, in de nasara
olduğu hususunda bir ihtilafın bulundu ğunu bilmiyorum» diyor. 820 Netice
itibariyle yahudi ve hristiyan millet" lerımn en barız iki vasfı anlatılmış
bulunuyor. et-Taberî de aynı kanaat sahiptir O da hem yahudi ve hem de
hristiyanların bu iki Sıfatla mutt" sıf olduklarını beyan ettikten sonra
Allah'ın (C.C.), bunlardan bahsederken biz kulların anlıyabileceği şekilde en
bariz vasıflarını zikrederek bahsetmiş olduğundan söz eder. 821 Ayrıca onların
bunlardan başka nice mezmum sıfatları olduğunu da zikreder. 822
Bu kısa izahtan sonra diyebiliriz ki, Hz. Peygamber yukardaki hadisle-nyle
yahudi ve hristiyanlann ehli kitap olmalarına rağmen dalalette olduklarını ve
Allah m gazabına uğramış bulunduklarını beyan etmiştir. Bilindiği gibi Fatiha
sûresi bütün insanları hidayette olanlar ve olmayanlar diye iki kısma ayırrmş
bulunuyor. Gadap ve dalâlet sıfatlariyle her fert muttasıf ola bileceğine göre
Hz. Peygamber'in gadab edilenlerin yahudiler, dalâlette olanların da
hristiyanlar olduğunu beyan ederek tahsis cihetine gitmiş olması bazı hikmetleri
ihtiva eder. Şu halde terki kri nm şamil bulunduğu zümrelerin mümessilleri
olarak ilk anda hristiyan ve yahudılerle karşılaşıyoruz. Böylece onlar aynı
vasıfların mütehammili bulu nan kimselerin de anlatılmasına yarayan birer
misâldirler.
Bu hususta Abdullah b. Mes'ûd'dan da değişik rivayet zincirleriyle magdubun
aleyhim olanların yahudiler, dalâlette olanların da hristiyanlar olduğunu ifade
eden rivayetler gelmiştir. 823 İbn Abbas'm kanaati de bu merkezdedir. 824 Burada
bu mesele ile ilgili olarak Doc. Dr jsmaü Cer rahoğlu'nun da kayda değer mütalaa
ve izahlarını zikretmek isterim Di yorki 825«Acaba Hz. Peygamber niçin ayetin
manasını umumi olarak degıl de, yahud, ve hrıstıyanlara tahsis etmiştir.?
Biliyoruz ki İslamm «, jesı, insanları Allahla ve insanların insanlarla olan
münâsebetlerini tanzim edip, onların dünya ve ahirette huzur ve saadetini temin
etmektir. İşte Kur'anı kerimin başında, çok kısa olan bu sûre ile İslâmm gaye ve
hedefi belirtilmiş oluyor. Burada insanlar iki gruba ayrılmıştır. Birincisi
hidâyet ve sıratı müstekimdı; olanlar, diğeri ise Allahm gazabına lâyık ve
dalâlette olanlar. Biz burada son grup üzerinde duracağız. Birçok müfessirler,
bu ayetin yahudi ve hristiyanlara tahsisi meselesi üzerinde durmuşlar, ayetlerle
şahitler getirmek suretiyle te'yidine çalışmışlardır. Taberi her iki grubun da
dalâlette, Allahm gazabına lâyık olan kimseler olduğunu zikredip, Allahm
kullarına onları tanımaları için belli vasıflarla işaretlemiş, ancak bu
gruplardan her biri en lâyık olduğu sıfatlarla tesmiye edilmiş oldu demektedir.
Yahudiler için Maide sûresinin 60 ncı ayetini, hristiyanlar için de, Maide
sûresinin 77 inci ayetini misâl olarak getiriyor. İbn Kesir ve Kurtubî de bu
hususta deliller serdediyorlar. Fethulbarî sahibi de eserinde, es-Süheyli'-:nin,
yahudiler hakkında ayetini, nasara hakkında ise ayetini misâl getirdiğini
kaydeder.
Acaba, bütün bu getirilen eserler in yahudiler in nasaraya ıtlakmm doğru
olduğunu i ispat edebilir mi ? Kur'anı kerimdeki Allahm gazabına lâyık olan
kimselerin kimler olduğu yani ayetleri tetkik edilince, karşımıza ekseriya,
yahudiler ve ehli kitap çıkmaktadır. Bu bakımdan Hz. Peygamber bu lafzı,
yahudilere nisbet etmiş olabilir. Hz. Peygamber mağdubun aleyhim yahudiler,
nasara dullâldır, buyurduğu zaman, bunların o zamanki halini nazarı dikkate
almak lazım gelir. Peygamberden gelen bu haberlere dikkat edilecek olursa,
Peygamber, yahudiler mağdubun aleyhimdir demiyor, mağdubun aleyhim yahudilerdir,
diyor. Bu îki cümle arasında mana bakımından mühim fark vardır. Buna göre
yahu-dilerin ve hristiyanlarm, Fatihadaki mağdubun aleyhim ve dallinden birer
misâl oldukları anlaşılmaktadır. Yahudiler ve hristiyanlar ehli kitap
olduklarından, müşrik ve sair din mensuplarından daha ehvendirler. Diğerlerine
nazaran, İslama zıt olsalar da daha yakındırlar. Burada ayetin iki nev'e tahsis
edilmesindeki ibret açıkça kendini göstermektedir. Artık İslâmm zıttı karibi
olandan kaçınılması emredilirse zıddı baidi olandan kaçınılması ev-leviyetle
sabit olacaktır. O halde, Peygamber sapıklık grubunda olan herkese ıtlak
edilebilecek mağdubun aleyhim ve dâllin mefhumlarım bazı muayyen gruba tahsis
edebiliyordu.»
Burada şunu da beyan etmek isteriz ki Şihabü'd-Din el-Hafacî, yukarda zikri
geçen, Maide süresinin (77) ve (60) inci ayetleriyle, mağdubun aleyhim olanların
yahudiler, dallin: olanların da hristiyanlar olduğunu is-tişhad yoluna gitmenin,
kendi tabiriyle «Sedid» olmayacağını beyan etmektedir.826 el-Hafaci'nin yolundan
giden el-Âlûsi de istişhadm doğrudan doğruya hadislerle yapılmasına taraftar
olduğunu beyan etmektedir. 827 Ayrıca el-Alûsi, mağdubün aleyhim mefhumunun
zahiri olan amellerde hata edenlere, yani fasiklara, dallin mefhumunun da
i'tikatda hata etmiş olanlara sarfedilmesini ileri sürenlere çok sert bir dille
çatar. 828 Bu manaları zikretmiş bulunan Fahru'd-Din er-Razi'nin sükutunu da hem
teessür ve hem de hayretle karşılar. 829
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber Bakara sûresinin (238) inci ayetinin ihtiva ettiği
terkibini diye ikindi namazı ile tefsir etmiştir. Bu terkipden ikindi namazı
kasdedildiği, Ali b. Ebî Talib, İbn Ab-bas, Ebû Hüreyre, İbn Ömer, Ebû Said
el-Hudrî, îbrahim en-Nehaî, Aişe, 830 el-Hasen, Said b. Gübeyr ve Katade'den de
nakledilmiştir. 831 Hatta Aişe'ye ne olduğu sorulduğu zaman, bir müddet şeklinde
okuduklarına işaret etmiştir. 832 Ancak Hz. Ali'nin ilk kanaati sabah namazı
olabileceği merkezinde idi. Fakat Hz. Peygamber'in ahzab günü
idil demesi üzerine ikindi namazı olduğunu anlamış ve kanaatini değiştirmişti.
833 Ebû Hüreyre de Hz. Peygamber'in dediğini rivayet etmiştir. 834 Hatta Ebû
Hüreyre terkibinde ihtilaf ederek kendisine gelen bazı kimselere, kendisinin ve
bazı yakınlarının da bu hususta ihtilaf ettiklerini veHz. Peygamber'e
sorduklarım, Hz. Peygamber'in de ikindi namazı ile tefsir etmiş olduğunu
söylemiştir. 835
Bununla beraber, Zcyd b. Sabit, bir rivayete göre İbn Ömer ile daha başkaları da
öğle namazı olduğunu ileri sürmüşlerdir. 836
Bunlardan başka bu namazın, akşam namazı837 veya sabah namazı olabileceği de
838söylenmiştir. Bu değişik fikirler yanında bu namazın, beş vakit namazdan
herhangi biri olabileceği- de ifade olunmaktadır. 839 Şu kadarı var ki, İbn
Abbas ve Aişe'den gelen şeklindeki kıraate göre840 ya öğle, ya akşam, veya sabah
namazına tahsisi cihetine gidilmelidir.
Bütün bu rivayetler muvacehesinde, bir çok müfessirlerin de taraftar oldukları
gibi nın ikindi namazı olduğuna meyletmek gerekir. Zira Ali'den rivayet edilen
hadiste841 tabiri kullanılmaktadır. Eğer güneşin batmasiyle nın bir alakası
olmasaydı cümlesinin, tabir caizse. «Haşv» olması gerekirdi ki, Hz.
Peygam-ber'in konuşmalarında böylesine getirilmiş terkiplere raslanmaz.
Netice itibariyle Hz. Peygamber, terkibinin ikindi namazına şamil olduğunu bu
hadisle beyan etmişdir. ez-Zemahşerî, bu husustaki ihtilaflara temas etmeden
önce nın ikindi namazı olduğunu diye kesin ve vazıh bir ifadeyle anlatmıştır.
842 Durum ne olursa olsun kelimesinin ifade ettiği manaya göre davramîarak
te'vil yoluna gidilmiş olsaydı bu namazın sabah namazı olduğu düşünülebilirdi.
Fakat Hz. Peygamber sahabenin bu yoldaki anlayışlarını tashih etmiş dan maksadın
ikindi namazı olduğunu beyan etmiştir. 843
Bu hadisten sarahaten anlaşıldığına göre ashab, ilk zamanlarda, ihtiyaç
hissettikleri an namazda konuşabiliyorlardı. Bakara sûresinin (238) inci ayeti
nazil olduktan sonra namaz içinde konuşmaktan menedilmişlerdir. oy5 kelimesinin
aslî ve ilk manası dır. el-Cevherî bu kelimeyi diyerek izah eder. 844İbn Menzûr
(Ö. 711/1311) ise bu kelimenin izahını şeklinde yapmaktadır845Daha sonra da
mezkûr
ayete temas ederek ifadelerini kullanır. 846 et-Taberî cümlesini ele alınca
bazılarının kelimesini «Dua» ile tefsir ettiklerini söyleyerek 847bazı
rivayetler üzerinde durur. 848
Daha sonra da bu kelimenin manasında olduğunu bildiren rivayetlerden bahseder.
849 Bunlara ilâveten kelimesinin rukua varmak, dua etmek gibi manalara geldiğini
bildiren rivayetleri ele alır 850Burada, kelimesindeki aslî manânın olduğu
merkezinden hareket edecek olursak diyebiliriz ki, Hz. Peygamber'in emri üzerine
ihtiyaç karşısında yapılan konuşmaları bırakmak da Allahm (G.G.) emrine itaat
etmek demektir. Şu halde sükût, bir nevi itaatdır. Netice itibariyle Cjjâ
kelimesi umumi olarak bütün itaatlere şâmil olabilecek bir vaziyette iken Hz.
Peygamber bu lafzın efradından birinin daha tahsisine işaret etmiştir. Bu demek
oluyor ki Hz. Peygamber ashaba Cıyh kelimesinin mütehammil bulunduğu bir manâ
ile emretmiş, bu sebeple onlar da bu emri hiçbir suret-de yadırgamamışlardır.
İbn Menzûr, mutalaları arasında bazılarının «Kunut dört kısımdır. Namaz kılmak,
namazda kıyamı uzatmak, devamlı olarak taat ve bir de sükut» demiş olduklarını
nakleder. 851 Fakat neticede değişen bir şey yoktur. Şu halde İbn Side'nin de
(Ö. 458/1066) dediği gibi 852un aslî manası taatdır. Hz. Peygamber, ashaba,
namazda susmalarım emredince ashab bunu aynı zamanda Allah'ın (C.C.) bir emri
kabul etmişler ve emre imtisal ederek Hz. Peygamber'in isteğine uymuşlardır. 853
Görüldüğü gibi bu hadisle de Hz. Peygamber, iül kelimesini ile tefsir etmiştir.
Burada şu hususa da temas etmek isteriz ki, ilim adamları, Hz. Peygamber'in,
Kur'an'm izah ve tefsirinden olmak üzere ne miktar bir beyanda bulunduğu
hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Bazıları Hz. Peygamber tarafından Kur'amn bütün
manalarının açıklandığını kabul etmişlerdir ki bunların başında İbn Teymiyye (ö.
728/1328) gelmektedir.854 es-Süyûtı ise (Ö. 911/1505) Hz. Peygamber'in Kur'andan
az bir miktarım beyan etmiş olduğu kanaatini benimseyenlerle beraber
bulunmaktadı. 855Ayrıca es-Sûyutı, ez-Zerkeşi'ye uyarak onun gibi 856Hz.
Peygamber'den tefsir mahiyetinde gelen rivayetlerin çok az olduğunu zikreder.
857 Bu hususta çok dikkatli olmak gerektiğine de bilhassa işaret eder. 858
Tercih edilmesi gereken fikir de budur. Zira ashab tam manasiyle Kur'amn bütün
anlamlarını teferruatiylc bilseler ve Hz. Peygamber de onlara herşeyi izah edip
açıklamış olsaydı gerek Hz. Peygamber'den ve gerekse birbirlerinden Kur'an
ayetlerinin manalarıyle ilgili sorular sorarlarmıy di? Hz. Peygamberin ahirete
irtihal buyurmalarından sonra bile tefsirle ilgili birçok hadiselerde ashab
müşkil durumda kalmışlar ve birtakım ayetlerin manalarında tevakkuf bile
etmişlerdir. Bütün bunlar Hz. Peygamber'in Kur'anı bütün te-ferruatiyle ashaba
açıklamadığının en büyük delilidir.859
c) İctîhad ve İstinbat (Re'y) :
Bilindiği gibi ashab halledilmemiş bir meseleyle karşılaşıp müşkil durumda
kaldıkları zaman, eğer o meselenin hallini Kur'andan öğrenemezler ve Hz.
Peygamber'in sünnetinden de elde etmeleri mümkün olmazsa ictihad ve istinbata
müracaat ederlerdi. Ashab bu hususta, Arap diline dair olan bilgileri, Arapların
örf ve adetleri, Kur'an nazil olurken Arap yarımadasındaki hristiyan ve
yahudilerin durumları hakkındaki bilgilerle kendi idrâk ve anlayışlarına
dayanıyorlardı. 860 Mücerred lügat bilgisiyle Kur'amn tefsiri cihetine gidilip
gidilemiyeceği ihtilaflı bir mesele ise de 861ashabın lügat bilgileri yanında
ayetlerin tefsirinde faydalı olacak bilgileri de vardı. Meselâ ayetlerin nüzul
sebepleri hakkında kâfi derecede bilgiye sahip olmak birçok ayetlerin
anlaşılmasında hissedilir şekilde yardımcı olmaktaydı. 862
Kur'amn istinbat ve ictihad vasıtasiyle elde edilen tefsirinde ashab çok farklı
idiler. Bazıları hakikaten kuvvetli bir anlayışa sahipken diğer bir kısmı bu
seviyeye gelmiş değildiler. Meselâ Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim,
üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak müslümanlığı (verip ondan)
hoşnut oldum - ayeti 863nazil olduğu zaman bunu mücerred bir haber olarak kabul
eden sahabeden bazıları sevinmişlerdi. Fakat ayeti duyan Ömer kendini tutamayıp
ağladı ve dedi.864 Çünkü Ömer bu ayetten Hz. Peygamber'in ahirete irtihal
edeceklerini anlamış bulunuyordu. Bu tarihten sonra Hz. Peygamber'in (81) gün
daha yaşadığı rivayet edilmektedir 865Aşağıda zikredeceğimiz hadis 866bu hususta
bize daha açık ve tatminkâr bir fikir verecektir.
Görüldüğü gibi Abdullah b. Abbas yaşının küçük olmasına rağmen Hz. Peygamber'in
duası bereketiyle birçok sahabenin istinbat edemediği bu manayı ne kadar güzel
bir şekilde dabtetmiştir.867
d) Semavî Kitaplar Ve
Ehli Kitaba Müracaat :
Ashab, Kur'amn mufassal olarak bahsetmediği bazı hadise ve vak'alar-da İslâm
dinine girmiş bulunan ehli kitaba müracaatta bulunurlardı. 868Bunlardan alınan
bilgiler İslâm akidesiyle karşılaştırılmak suretiyle ince bir süzgeçten
geçirilir, Kur'an ve sünnete muhalif olmayan bazı şeyler kabul edilirdi. "
Bu kaynak diğerlerine nisbetle fazla bir önem taşımamaktadır. Çünkü sahası çok
dardır. Bilindiği gibi Tevrat ve İncil'de bazı tahrifler yapılmış bulunuyordu.
Bu bakımdan sahabe kendi kitapları olan Kur'andan her hangi bir mananın
anlaşılmasında, ayetlerin, Tevrat ve İncil'e tabî kılınmasını istemiyordu. Bu
bakımdan da Kur'ana muhalif olmayan ve inançlariyle mutabakat arzeden bazı
şeyleri kabul ediyor, geri kalanlarını ise terkediyordu. İlerde, kütübü
mukaddese ile tefsirden bahsederken bu husus üzerinde daha fazla izahat
verilecektir. 869
2- Tefsir Medreseleri :
Hz. Peygamber'in nurundan bol bol istifade eden ashabdan bazıları muhtelif
vilâyetlere dağılmışlardı. Aralarında fıkh, hadis ve tefsir ilimlerinde bir
hayli şöhretli kimseler vardı. Hz. Peygamber devrinin kapanıp tabiin devrinin
başladığı anlarda muhtelif vilâyetlerin tefsir ilmiyle uğraşacak olan
medreselerini hayata kavuşturmak için temelleri atılmış bulunuyordu. Bu
medreselerin en meşhurları :
a) Mekke medresesi,
b) Medine medresesi,
c) Irak medresesi, dir. 870
a) Mekke Medresesi
Bu medresenin başkanlığını Abdullah b. Abbas yapmıştır871Abdullah'ın tefsir
ilmindeki kabiliyet ve bilgisi müsellem olduğundan Mekke medresesi oldukça
kuvvetli bir duruma sahip bulunuyordu. Hz. Peygamber İbn Abbas'ı bağrına basmış
ve demişti. 872
İbn Abbas diyor ki : «Meymune'nin (Ö : 51/671) evinde idim. Bir ara Hz.
Peygamber'in abdest suyunu hazırladım. Hz. Peygamber bu suyun kim tarafından
konmuş olduğunu sordu. Meymune «Abdullah koydu» dedi. O zaman Rasûlüllah diye
dua etti. 873 Bir başka rivayette ise Hz. Peygamber'in Abdullah b. Abbas'ı
"çağırarak eliyle başını sıvazladığı ve dediğinden bahsedilmektedir. 874
Abdullah b. Abbas'm tefsir medresesinde birçok değerli kimseler yetişmiştir.
Bunlar arasında Said b. Cübeyr, Mücâhid, Ikrime (Ö. 104/722), Tavus (Ö.
106/724), Ata b. Ebi Rabah (Ö. 114/732) ve daha başka değerli kimseler
bulunmaktadır. 875
b) Medine Medresesi :
Bu medresenin başında ise Übey b. Ka'b vardı. Übeyy'yin tefsir medresesinden de
birçok ileri gelen kimseler istifade etmişlerdir. Bunlar arasında Zeyd b. Eşlem
(Ö. 136/753), Ebû Âliye (Ö. 90/708) ve Muhammed b. Ka'b da (Ö. 118/736)
bulunuyordu.876
c) Irak Medresesi :
Bu medresenin kurucusu Abdullah b. Mes'ûd'dur. Abdullahla beraber Irakda bulunan
başka sahabeler de vardı. Iraklılar tefsir hususunda bir dereceye kadar
bunlardan da istifade etmişlerdir. 877 Fakat Abdullah b. Mes'ûd tefsir konusunda
Iraklıların ilk hocaları sayılır. Ammar b. Yâsir Kûfe'ye vali olarak
gönderildiği zaman Abdullah da onunla beraber tayin edilmişti. Abdullah bizzat
halife Ömer'in emriyle gittiği için Küfe halkı etrafına toplanmışlar,
kendisinden, tefsir, kıraat, fıkh ve Kur'an öğrenmeye başlamışlardı.
Abdullah b. Mes'ûd'dan gelen rivayet zincirleri muhtelifdir. Bunlar ara-.smdan
en önemlilerini şu şekilde sıralayabiliriz.
Bu rivayet zincirlerinden ilk üçüne, bilhassa Buharî'nin itimat etmiş olmasından
dolayı daha çok değer vermiştir878
B - İbn Mes'üd Ve
Irak Tefsir Medresesinin Teşekkülü
1- Irak
Tefsir Medresesinin Teşekkülünde İbnmes'ûd'un Rolü:
Ashab devrinde tefsir ilmi için hakiki manasiyle bazı medreselerin teşekkül
etmiş olduğu yolunda bir şey söylenemez. Tam olarak tefsir ve fıkh medreseleri
tabiin ve etbaü't-tabiin zamanında başgöstermiştir.
Irak tefsir medresesinin meydana gelmesinde ilk temeli atan Abdullah b. Mes'ûd
olmuştur. Temas edildiği gibi Irakta Abdullahtan başka sahabe de bulunuyordu.
Fakat Abdullah'dan tefsir hususundaki rivayetin daha çok oluşu ve Abdullah b.
Mes'ûd'un tefsir ilmindeki rivayet ve kabiliyeti onu Irak tefsir medresesinin en
selâhiyetli kimsesi haline getirmiştir. Abdullah b. Mes'ûd'un Irakda uzun müddet
kalmış olması da bu medresenin gelişmesine son derece yardımcı olmuştu. Bütün
tefsir medreselerinde yetişen kimselerin en değerli ve bu sahada otorite
olanların da Abdullah'ın medresesinde yetişmiş olduğunu burada kaydetmemiz
gerekir.
Bu medresede öğrenim yapanlar tabiinden olduğuna göre. bunlardan, gelen tefsir
rivayetlerinin kabul edilip edilmiyeceği hususundaki ihtilafa da burada kısaca
temas etmek isteriz. Bu konuda Ahmed b. Hanbel'den iki değişik rivayet vardır.
Bunlardan biri tabiinden gelen tefsir rivayetlerinin kabul edilebileceğini beyan
ederken diğeri reddedileceğine delâlet etmektedir.879Biz de bu hususta
ez-Zerkeşî'nin görüşüne iştirak edeceğiz. Çünkü ez-Zerkeşi, Ahmed b. Hanbel'in
reddi cihetine gittiği fikirlerin, tabiinin kendilerine has görüşler
olabileceğini beyan etmektedir. 880 Ebû Hanife'nin de tabiin hakkında söylemiş
olduğu 881sözlerini ez-Zerkeşi'nin anladığı gibi anlamak lazımdır. Çünkü
tabiinin rivayet, ettikleri sözlerin birçoğu tamamen sahabeden gelmektedir. 882
2- Îbn Mes'ûd'un
Medreseye Getirdiği Yenilikler :
Müteaddit defalar temas edildiği gibi Abdullah b. Mes'ûd uzun müddet Irak'ta
kalmıştır. Bazı zamanlar, hususan şer'i bir delilin bulunmadığı yerlerde r'ey ve
kıyasa müracaat ederek hükme varma esasını Iraklılara :ta lim eden Abdullah b.
Mes'ûd'dur. Şer'i hükümlerde göze çarpan r'ey ve kıyas faaliyetleri tefsir
hareketlerinde de görülür. 883 Şu halde Abdullah b. Mes'ûd'un teşkil etmiş
olduğu Irak tefsir medresesine verdiği daha doğrusu bir esas olarak koyduğu en
büyük yenilik orada çalışanların r'ey ver kıyasa, gerektiği zaman önem
vermelerini telkin etmek olmuştur.
Bilindiği gibi Irak, Hicaz'a nisbetîe daha ileri bir vaziyette bulunuyordu.
Irak'ta hadislerin az oluşu ve ortada da hükme bağlanması gereken bir çok
meselelerin mevcudiyeti r'ey ve kıyasın bu ülkede daha çok yayılmasına sebep
oldu. Ashab devrinde de bu hususta iki yol takip edilmişti. Bunlardan birincisi
r'ey taraftarlarının, ikincisi de rivayet taraftarlarının tuttuğu yoldu. 884
R'ey taraftarları sıhhatine itimat edebilecekleri bir hadis bulamadıkları zaman
r'ey ve kıyasa müracaat ederlerdi. Bu zümrenin başında daha öncede temas
edildiği gibi Hz. Ömer ve Abdullah b. Mes'ûd vardı. Ashab arasında göze çarpan
bu tutum bilhassa tefsir ve fıkıh ilimlerinde, tabiin ve etbau't-tabiin
zamanında da görüldü. 885 Bu sebeple Abdüllah b. Mes'ûd'un medresesinde yetişen
tefsir talebesi fıkıh ilminde olduğu gibi tefsirde de r'ey ve kıyasa fazlasıyla
önem verdiler. Netice itibariyle diyebiliriz ki Irak'ta r'ey ve kıyasın diğer
ülkelere nazaran daha çok yayılmış olması bu ülkenin Abdullah b. Mes'ûd, Ömer ve
Ali gibi kimselerin fikirlerini benimseyenlerle dolup taşmış olmasından ileri
gelmektedir. Fakat, daha önce de temas edildiği gibi Abdullah b. Mes'ûd kıyas
hususunda herkesin salahiyetli olamıyacağım defalarca ashabına anlatmıştır.886
3- Irak
Tefsir Medresesini Diğerlerinden Ayıran Hususiyetler:
Abdullah b. Mes'ûd'un tesis etmiş olduğu tefsir medresesini diğerlerinden ayıran
belli başlı vasıflardan biri onun r'ey ve kıyasa da önem vermiş olmasında
tecelli ediyordu. Bu hususla ilgili olarak kâfi derecede bilgi verilmiş ve
Abdullah'ın fıkh bilgisinden söz .edilirken bu konu üzerinde de durulmuştu.
Bununla beraber tefsir medreselerinin bazı müşterek tarafları da vardı. Meselâ
tabiin devrinde bir kısım israiliyyat tefsir bilgileri arasında yer almaya
başladı.
Tabiinin bu hususta fazla bir hassasiyet göstermeden hareket etmeleri •de
israiliyyatm artmasına sebep olmuştu. Ehli kitabın müslüman olanlarından.
Abdullah b. Selâm, Vehb b. Münebbih (Ö. 114/732) ve İbn Güreye (Ö. 150/767)
gibilerden 887israiliyyatla ilgili müteaddit rivayetler benimsenerek aktarıldı.
Ayrıca tabiin devri tefsiri, bütün medreselerde telâkki ve rivayet karakterini
muhafaza etti. Buna göre her şehir bağlı bulunduğu kimseden rivayetlerde
bulunuyor ve bu yolda taassub gösteriyordu. Böylece Iraklılar, Abdullah b.
Mes'ûd'dan, Mekkeliler Abdullah b. Abbas'dan, Me-dineliler de Übey b. Ka'b'den
elde ettikleri rivayetler etrafında toplanmışlardı. Herhalde bu durum karşısında
bir medresenin diğeriyle tam olarak bir imtizacını düşünmek yersiz olur.888
4- İbn Mes'ûd'un Tefsir
Öğretimindeki Usûlü :
Hz. Peygamber'in ashabı Kur'anın ezberiyle birlikte, ezberledikleri ayetlerin
mucibince amel edip tatbikat yönünden başarılı olmadıkça diğer ayetlere
geçmezlerdi. Bu hal bir kısım tabiinde de aynı şekilde görülmüştür. Bu bakımdan
tefsir ilmindeki öğrenim ve öğretim bir zamanla mukayyed değildi. Abdullah'ın
ileri gelen talebesinden Mesruk, «Abdullah bize önce bir sûreyi okur daha sonra
da bu sûreden bahsederek bütün gün onu tefsir ederdi» demektedir. 889Şu halde
Abdullah b. Mes'ûd etrafına toplanan ashabına, o zaman henüz doğmamış olan nahv
ilminden, ayetlerle ilgili fıkhî hükümlerden, esbabı nüzulden, nasih ve
mensuhdan da bahsediyordu.
Elde mevcut kayıtlara bakılacak olursa Abdullah b. Mes'udûn bazan bir cemaatle
öğretim yaptığı gibi bazan da (temas edildiği gibi) yalnız bir kişiyle öğretim
yaptığı görülür. Meselâ Arap olmayan birine Şübhesiz o zakkum ağacı, günaha
düşkün olanın yemeğidir ayetini890 okuturken bu dile yabancı bulunan o kimse bir
türlü rf^ lafzını telaffuz edemiyordu. Abdullah sonunda demeyi de
becere-mezmisin» dedi. 891 Bu örnek kıraat ilmiyle alâkalı olduğu gibi tefsir
ilmiyle de alâkalıdır. Şunu da burada belirtmek isteriz ki Abdullah b. Mes'ûd,
talebeleri arasında hiçbir suretle ayırım yapmamıştır. Zaten yapması da
düşünülemezdi. Çünkü bütün ilimler talebesine karışık olarak veriliyordu. Bir
ayet ele alındığı zaman o ayetin, meselâ nüzul sebebinden, bilinmeyen bazı
müfredatından, akaitle ilgili kısımlarından, nasih ve mensu-hundan aynı anda
bahsediliyordu. Fıkhî hükü Tiler de bunlar arasında daima yerini alırdı. Bu
sebeple meselâ Alkame'yi, tefsir ilminde başarılı gördüğümüz gibi kıraat ve fıkh
ilimlerinde de başarılı görüyoruz. Şu halde Abdullah'a gelen bir talebe ondaki
ilimlerin hepsinden nasibini almak isterdi.892
G - İbn Mes'ûd'un Tefsirdeki
Metodu :
1- Nakle Dayanan
Tefsir (Et-Tefsiru Bi'1-Me'sur) :
Nakle dayanan tefsir,Kur'anm yine Kur'anla, Hz. Peygamberden gelen tefsir
rivayetleriyle, sahabe ve tabiinden varid olan tefsirle ilgili nakiller
va-sıtasiyle vuzuha kavuşturulması demektir. Görüldüğü gibi burada tabiin
rivayetlerini de zikretmiş bulunuyoruz. Çünkü, M. Hüseyn ez-Zehebî'nin de dediği
gibi 893rivayet esasına dayanan müteaddit tefsirler, yalnız Hz. Peygamber'den
nakledilen rivayetlerle sahabeden gelen rivayetlere inhisar ettirilmiş değildir
Bu nevi tefsirler de tabiinden gelen rivayetlere de yer verilmiştir. Taberî
tefsirini bu hususta bir örnek olarak alabiliriz .894
Kur'anm nüzûluna şahid olmuş bir sahabeden gelen tefsir rivayeti mer-fu
hükmündedir. 895 Fakat Îbnü's-Salah ve en-Nevevî ile daha başka birtakım ilim
adamları bu manâyı takyid ederek, sahabeden gelen ve kendi fikirlerine göre
söylenmiş olduğu düşünülemiyen rivayetlerle esbab-ı nûzüle hasretmişlerdir. 896
Bu hususla ilgili olarak İbnü's-Salâh diyerek897 mutlak bir manayı kayıtlar.
es-Sûyutı de aynı kanaattedir. 898'Netice itibariyle diyebiliriz ki, eğer
sahabeden gelen tefsir rivayetleri [re'y ile söylene-miyecek şeylerle ayetlerin
nüzul sebebine müteallik ise bu |rivayetler merfu hükmündedir. Fakat sahabenin
kendi fikrine göre söylemiş olabileceği varit-se, o söz Hz. Peygamber'e isnat
edilmedikçe mevkuf olarak mütalaa edilir. Merfu hükmünde olan bir rivayetin
reddi |cihetine gidilemez. Müfessirlerin bu rivayeti mutlaka nazarı itibara
almaları lazımdır. Mevkuf olan haberlerde ise değişik şekilde fikirler
serdedilebilir. .
Nakle dayanan tefsirin rivayet ve tedvin olmak üzere iki devir geçirdiğini kabul
etmemiz gerekir. 899 Rivayet devrinde ilk olarak Hz. Peygam-ber'in ashaba,
manasını bilmedikleri bazı ayetleri tefsir ve izah ettiğini görüyoruz. . Daha
sonra ise sahabeden bazıları, Kur'an tefsirinde Hz. Peygamberden gelen
rivayetlerden veya yalnız kendi fikir ve görüşünden bahsetmeye başlamıştı.
900Bundan sonra tabiinden bazılarının Kur'an tefsirine teşebbüs ettiklerini
müşahede ediyoruz. Bu nevi bir harekette bulunanlar Hz. Peygamberden elde
ettikleri rivayetlere, kendi fikir ve görüşlerini de ilâve ediyorlardı901
Tabiinden sonra gelenler ise Hz. Peygamberden nakledilen rivayetlere, tabiinin
rivayetleriyle kendi fikir ve görüşlerini de ilâve etmişler, böylece tefsir bir
neslden diğer bir nesle biraz daha kabarık olarak teslim edilmeye başlamıştı.
Rivayet devrinin kapanmasıyla tedvin devri gelmiş bulunuyordu. Tedvin edilen ilk
tefsir nakle dayanan tefsir olmuştu. 902Bu vakte kadar tefsir, muntazam bir
şekil almış değildi. Çünkü hadisin bir kısmı olarak mütalâa ediliyordu. Bundan
sonra tefsir hadisten ayrılarak müstakil bir hale geldi. Bu yolda yapılmış ilk
tefsir Ali b. Ebi Talha'nın (Ö. 143/760) İbn Abbas'tan. rivayet ettiği tefsir
nüshasıdır.903
Şu halde nakle dayanan tefsir, Kur'anm Kur'anla,. -Kur'anın sünnet ve sahabeye
isnat olunan mevkuf rivayetlerle, tabiinden gelen rivayetler vasıta -sıyle
tefsirine şamil bulunmaktadır ki, biraz önce temas etmiştik. Bunlardan Kur'anın
Kur'anla veya Kur'anm sünnetle tefsirinin makbul olduğunda hiçbir ihtilaf
yoktur. Fakat sahabeden ve tabiinden gelen rivayetlerle yapılan tefsirin bazı
zayıf tarafları olduğunu da söylememiz gerekir. Bu zafiyetin müteaddit sebepleri
vardır. Bunlar arasında, isnatların hazf i, bazı israiliyya-tın ve uydurulmuş
şeylerin tefsir bilgileri arasına girmiş olması da yer almaktadır. 904
İsnatların hazfedilmesindeki belli başlı sebep, sahabenin rivayetlerinde
senetlerin bulunmamasından ileri gelmektedir. Meselâ bir sahabî diğerine bir
hadisten bahsettiği zaman ikincisi onun isnadından sual etmezdi. Zira sahabenin
hepsi de adildiler. Bazılarının, duydukları bir hadis için şahid istemesi
itimatsızlıktan değil, daha çok mutmein olmak arzusundan ileri gelmekteydi. 905
Bunun bariz bir örneğini Hz. Ömer ile Übey arasında cereyan eden hadisede daha
iyi görüyoruz. Übey b. Ka'b, Hz. Ömer'e bir hadis rivayet etmişti. Ömer, delil
getirilmesini istedi. Übeyy dışarıya çıkınca Ensardan bazılarıyla karşılaşıp
onlara durumu anlattı. Onlar, «Biz bu hadisi Hz. Peygamberden işittik,» deyince
Ömer, Übey b. Ka'b'e «Ben sana inanmamış değilim. Fakat daha çok mutmein olmak
istedim» dedi. 906
Tabiin devrinde ise hissedilir bir şekilde yalancılık artmış olduğundan bir
hadisin kabul edilmesi senedinin subutuna ve ravilerinin adaletli olmalarına
bağlı idi. 907 İbn Şirin (Ö. 110/728) bu husurta «İsnatdan hiç kimse sormazdı.
Fakat birçok fitneler zuhur edince rivayet ettiğiniz kimseleri zikredin dediler»
diyerek isnadın zikredilmesinin neden lüzumlu kılındığına işaret etmiştir. 908
Tabiin devrinde bu hal böylece devam etti. Daha sonra meydana getirilen
tefsirlerde ise, Hz. Peygamber'in, sahabe ve tabiinin söylediklerinin biraraya
getirilmiş olduğunu görüyoruz. 909İsnatların hazfedilerek ravilerin isimlerine
temas edilmemesi de tabiin devrinden sonra başgöstermiştir. İkinci zafiyet
sebebi olan israiliyyata gelince biraz ilerde bu kısım üzerinde duracağımızdan
burada ondan bahsetmiyeceğiz.
Nakle dayanan tefsirde vukua gelen zafiyetten üçüncüsü, bazı aslı olmayan
haberlerin tefsir bilgisi arasına karışmış olmasıdır. İlmi ifadesiyle vad',
tefsirde hadisle beraber doğmuştur. Zira ilk zamanlar her ikisi de beraber
bulunuyordu. Eğer ilk vad'ın tarihini tesbit etmek gerekirse bu tarihin (41). H.
yılı olduğunu ileri sürebiliriz 910Müslümanların siyasi yönden bazı ihtilaflara
düşerek gruplara ayrılmaları bu vad'm ilk amili olarak mütalaa edilebilir. Bir
tarafta Ali taraftarı Şia, diğer yönde ona karşı koymak isteyen Hariciler, ve
nihayet her iki fırkanın da karşısında mu'tedil bir şekilde kitap ve sünnetden
ayrılmayan büyük bir çoğunluk, birbirlerine bazı bakımlardan zıt yollar üzerinde
bulunuyorlardı. Şia bu ayrılık sebebiyle Hz. Pey-gamber'e ve Ali'ye onlardan
nakledilmeyen birçok sözleri isnat etmiş ve bu yönden kendi görüşlerini takviye
cihetine gitmişti. Hariciler de aynı büyük hatayı işlemişler ve ortaya attıkları
asılsız rivayetlerin revacı için de ellerinden gelen gayreti göstermişlerdir.
İbn Abbas ve Ali'den mervi olduğu söy-Jenen birçok yalan rivayetler de bunlar
tarafından uyduruldu.911
a) Kur'an İle Tefsir :
Abdullah b. Mes'ûd'un ilk tefsir kaynağı Kur'andır. Abdullah, her hangi bir
meseleyi Kur'an vasıtasıyla halledemediği zaman Hz. Peygamber'in sünnetine
müracaat eder, orada da bulamadığı takdirde kendi re'y ve içtihadına göre o
meselenin tahlili cihetine giderdi. Şu halde Abdullah, ilk olarak Kur'anın
Kur'an ile tefsir edilmesi yolunu tercih ediyordu. Çünkü bu usûl, tefsirde takip
edilmesi gereken en güzel ve ilk yoldu. İlim adamlarının kanaatleri de bu
merjcezdedir 912Tefsirin kaynaklarından bahsederken bu hususla ilgili bazı
misâller vermiştik.913
b) Sünnet İle Tefsir :
Abdullah b. Mes'ûd'un tefsir kaynaklarından ikincisi Hz. Peygamber'in
sünnetidir. Şimdi bu hususla ilgili birkaç misâl vererek konuyu aydınlatmaya
çalışalım. Daha önce de temas edildiği gibi Abdullah, terkiplerini yahudi ve
hristiyanlarla, yani onlara şamil olduğunu söyleyerek izah etmişti. 914 Hz.
Peygamber'in tefsirinden örnekler verirken orada zikredilen bir hadisde
mağduburı aleyhim'den yahudilerin, dallin'den de hristiyanların muradedildiğini
öğrenmiştik. Hz. Peygamber'in o hadisi muvacehesinde Abdullah'ın da mezkûr iki
terkibi hristiyan ve yahudilerle izah etmesi doğrudan doğruya sünnete dayanan
bir tefsirdir. Aynı şekilde Abdullah Çünkü sabah namazı şahitlidir - ayetini
915izah ederken gündüz meleklerinin inip gece meleklerinin çıktığına temas
etmiştir 916Fakat Ebû Hüreyre'den rivayet edilen hadisine917 bakılacak olursa
Abdullah'ın yukardaki tefsirini Hz. Peygamber'in bu hadisinden almış olduğu
anlaşılır. Bir başka örnek ola-Tak Abdullah b. Mes'ûd şu ayetin 918Onlar dediler
ki: «Zül-karneyn, hakikat, Ye'cuc ve Me'cüc (bu) yerde fesat çıkaran (kabile)
lerdir. Bizimle onların arasına bir sed yapman üzerine sana bir vergi verelim mi
?» tefsirinden bahsederken Ye'cuc ve Me'cuc'un çokluğundan ve garip bir
şe-Ikilde türeyeceğinden şaşar ve «Onlardan her birinin sulbünden bin erkek
doğmadıkça ölmeyecekler» derdi. 919Abdullah b. Mes'ûd bu tefsirini de Hz.
Peygamber'in . hadisinden 920almış bulunmaktadır.921
c) Israiliyyat İle Tefsir :
lafzı bir dereceye kadar tefsirin yahudi kültürüyle ilgili kısmına •delâlet
ediyorsa da biz bu kelime ile daha geniş manalar kasdediyor ve hristiyan, yahudi
kültürleriyle, tefsirin bu kültürlerle ne dereceye kadar müteessir olduğu
hususuna delâletim istiyoruz.
Burada bütün hristiyan ve yahudi kültürü ile onlarla alâkalı olan haberlere
«Israiliyyet» denilmesi ilmi tabiriyle «Tağlib» den, yanî yahudi tarafının
hristiyanlar üzerine tercihinden ileri gelmektedir. Çünkü yahudilerden yapılan
nakil hristiyanlardan gelene nisbetle daha çoktur. Ayrıca yahudi kaynaklı
haberler daha meşhurdur. Yahudilerin, müslümanlarla geniş ölçüde ihtilat etmiş
olmalarının da bunda büyük tesiri olmuştur. Hristiyan ve yahudi kültürünün
tefsirde tesirli oluşunun bir sebebi de bizzat Kur'anın, bu kavimlerin kitapları
olan Tevrat ve încilden de bahsetmiş olmasından doğmaktadır. Meselâ Şüphesiz ki
Tevratı biz indirdik ki Onda bir hidayet, bir nur vardır. ayetinde. 922
tevrattan bahsedilmiştir. Sonra bunların izleri üzerinde, ardı ardınca
peygamberlerimizi yolladık. Arkalarından da Meryem oğlu İsayı gönderdik. Ona
încili yerdik ayetinde923ise İncilden bahsedilmektedir. Bunlardan başka bu nevi
müteaddit ayetler vardır.
Tevrat ve Incile bakıldığı zaman bu iki kitabın da Kur'amn ihtiva, ettiği bazı
meselelere ve ahkâma temas ettiği görülür.. Fakat bu kitaplardan alınacak her
hükmün tahrif edilmiş olduğuna ihtimal nazariyle bakmak lazımdır. Tefsire
İsrailiyyatm girmesindeki belli başlı sebep de bu idi. İlk is-• railiyyatm
tefsire giriş tarihi ise sahabe devrinde olmuştur. 924Bilindiği gibi Kur'an
müteaddit meselelerde icaza kaçan bir üslûpla varit olmuştur. Halbuki Tevrat
veya İncil bazı hadiseleri biraz daha mufassal olarak anlatmıştır. Bu sebeple,
Kur'amn üzerinde fazlaca durmadığı bir hususu ashab sorup öğrenmek arzusunda
idiler. Bunu soracakları kimseler de ehli kitaptan müslüman olanlar idi. Ashab
her bilmediklerini ehli kitaptan sormazlardı. Onların her söylediklerini de asla
gelişi güzel alarak kabullenmezlerdi. Bilhassa ahkâma müteallik meselelerde ehli
kitabın fikrine müracaat ettikleri hemen hemen vaki değildi. 925Aynı şekilde Hz.
Peygamberden herhangi bir ayetle ilgili olarak gelen bir izah veya tefsir için
ehli kitaba müracaat etmek lüzumunu asla hissetmemişlerdi. Bunlardan başka
öğrenilmesi kendileri için bir faide sağlamıyan şeyleri de sormak adetleri
değildi. Meselâ ehli kehfin köpeğinin hangi renkte olduğu, Hz. Nuh'un gemisinin
uzunluğu ve benzeri şeyler. Ehli kitabın söyledikleri eğer ahkâmı, şer'iyyeye
herhangi bir yönden muhalefet arzediyorsa o şey üzerinde düşünmezlerdi. Bazı
zamanlarda da onların söylediklerini tashih eder ve doğrusunu öğreterek onların
hatalarını kendilerine açıkça anlatırlardı. Meselâ Hz. Peygamber, her cuma. günü
mukaddes bir vaktin bulunduğunu ve o vakitte ibadet ve taatla uğraşan bir
kimsenin dua ve ibadetinin makbul olduğunu bildiren bir hadis söylemişdir 926Ebû
Hüreyre bu saatin hangi saat olduğunu Ka'bden sormuştu. Ka'b bu saatin senede
yalnız bir cumada olduğunu söyledi. Fakat Ebû Hüreyre itiraz etti ve Ka'b'm
yanılmış olduğunu beyan etti. Ka'b Ebû Hüreyre'nin bu itirazı üzerine Tevrata
müracaat etmiş ve hatasını anlamıştı. Çünkü Ebû Hüreyrenin dediğinin aynını
Tevratta bulmuştu. 927 Şu kadarı varki Hz. Peygamber'in, İsrail oğullarından her
türlü naklin yapılmasını caiz gören hadisi 928ile, ehli kitabı ne tasdik ve ne
de tekzib edin..
Allaha ve bize gönderilene inandık deyin ayetinin mealini de. ihtiva eden
lıadisi 929arasında bir tenakuz yoktur. Çünkü Hz. Peygamber İjrail oğullarından
aktarılacak her şeyin mutlaka doğru olmasını isterdi. Gab'ir b. Ab-dillah'm
bir-hadisinde ise Ömer'in ehli kitaptan elde ettiği bir yazıyı Ra-sûlüllah'a
okuduğu, Hz. Peygamber'in buna öfkelendiği ve ehli kitaba hiçbir şey sorulmaması
hususunda emir verdiği rivayet olunmaktadır. 930Bu hadisle de İsrail
oğullarından naklin mutlak surette caiz olduğunu ifade eder' gibi görünen hadis
arasında bir ayrılık göze çarpmaz: Çünkü Hz. Peygamber'in bu davranışı, ahkamı
şer'iyyenin henüz istikrar bulmasından önce vuku bulmuştu. Belki bir fitne ve
yanlış anlamalar vaki olabilir diye mani olmuş bulunan Hz. Peygamber, daha sonra
bu hükmün takyidi cihetine gitmistir.
Tabiin devrinde ise İsrailiyyata daha çok yer. verildi. Bu sebeple de tefsire bu
nevi haberlerden birçokları karıştı. 931
Bü kısa izahtan sonra diyebiliriz ki Abdullah b. Mes'ûd Israiliyyatla ilgili
haberlere fazla ehemmiyet veren bir sahabi olarak tanınmış değildir. Duyduğu bir
kısmı israiliyyatı anlattıktan sonra onu Hz. Peygamberden duyduğunu bizzat
kendisi söylemiştir. Meselâ diyerek başlıyan konuşmasında 932israiliyyattan bir
hadiseyi, nakleden Abdullah b. Mes'ûd, konuşmasının sonunda diyerek bu olayı
Hz.' Peygamberden duyduğunu açıkça ifade emektedir. 933
2- Akla Dayanan Tefsir (Re'y
Tefsiri) :
Bu hususta Abdullah b. Mes'ûd'dan gelen rivayetlere temas etmeden önce akla
dayanan, yanî re'y ile Kur'an tefsiri hakkında ilim adamlarının ihtilaflarına
kısaca temas etmek isterim. kelimesinin müteaddit manalarından birkaçı da
i'tikat, ietihad ve kıyastır. Meselâ kıyasla tanınmış ilim adamları için
asbabu'r - re'y denilir ki «kıyas sahipleri» demektir. Bizim burada üzerinde
bulunduğumuz re'y'den maksat ictihatdır. Şu halde biz, ietihad ile yapılacak
tefsirden bahsedeceğiz. Bu demek oluyor ki re'y ile tefsir, Arap dilini yakından
tanıdıktan ve Kur'anm nasih ve mensuhuna vakıf olup, esba-bı nüzul ve daha
başka, bir müfessirin muhtaç olduğu bilgiyi elde ettikten sonra Kur'anı ietihad
ile tefsir etmektir. İşte bu nevi bir tefsir ilim adamları arasında varılan
ihtilaf neticesi iki ayrı görüş kazanmıştır. Bunlardan birincisi ne suretle
olursa olsun Kur'anm ietihad ile tefsir edilemiyeceği merkezindedir. Bu zümre
Kur'anın tefsirinde Hz. Peygamberden, Kur'anın nüzûluna şahid olmuş ashabdan
gelen rivayetlere itimat edilmesinin zaruri olduğunu söylemiştir. 934Bu hususta
ashabdan rivayet eden tabiin sözlerinin de muteber olacağı ilâve edilmektedir.
935 Bu zümre, kendi görüşlerini müteaddit delillerle isbata çalışıyorlar.
Meselâ, Senin için hakkında. bir bilgi hasıl olmayan şey'in ardına düşme. Çünkü
kulak, göz, kalb, bunların hepsi bundan mes'uldur - ayeti 936onların ilk
delilidir. Bundan başka (O peygamberler) apaçık burhanlarla (mu'cizelerle) ve
kitaplarla (gönderildiler. Habibim) biz sana da Kur'anı indirdik. Taki
insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın ve taki onlar da iyice
fikirlerini kullansınlar. -ayeti gereğince 937diyorlar, Kur'anm beyan edilme
işini Allah bizzat Hz. Peygamber'e tevdi etmiş bulunuyor. Bu sebeple
başkalarının onu tefsir etme teşebbüsünde bulunmaları mümkün değildir. Aynı
şekilde Hz. Pey-gamber'in hadisi de 938 delilleri arasında yer almaktadır. Fakat
bu zümrenin getirdikleri bütün deliller, bir müfessirde bulunması gereken bütün
şartların tahakkukundan sonra re'y ile tefsirin caiz. olduğunu söyleyenler
tarafından teker teker ele alınarak cevaplandırılmıştır.. Meselâ beyan ayeti
için, «Evet, Kur'anm tefsir işi Hz. Peygamber'e verilmiştir. Fakat Hz. Peygamber
vefat etmiş ve birçok şeyleri de beyan etmemiştir. Kendisinden beyanı duyulan
şeylerde kimsenin hakkı yoktur. Fakat beyanı yapılmamış hususlarda fikri
çalışmalar yapılabilir» diyorlar. Bu zümre yu-kardaki hadisi de, manası ancak
nakille bilinebilecek şeylerde ietihad yapanlara hamletmişlerdir. Bundan başka
ashab ve tabiinden birçoklarının Kur'an tefsirinden kaçındıklarını da ileri
sürerek re'y ile Kur'an tefsirinin mümkün olmadığını beyan etmektedirler. Meselâ
Ebû Bekr bu hususta demektedir. 939 Keza Said b. Müseyyeb (Ö. 94/712) halâl ve
harama müteallik bir şeyden sorulduğu zaman cevap verir, fakat Kur'an
tefsirinden sorulunca sanki duymamış gibi davranırdı940eş-Şa'bî ise «Ölünceye
kadar üç şey hakkında konuşmayacağım, Kur'an, ruh ve re'y» demektedir. 941
el-Asmaî'ye (Ö. 216/831) tefsirden bir şey sorulduğu zaman «Arap şu kelimeyi şu
manada, şunu da bu manada kullanır. Ben, Kur'an vc hadiste bunlardan ne
muradedildiğini bilmiyorum» derdi. 942Bütün bunlar re'y ile tefsire karşı
olanların getirdikleri delillerdir. Karşı taraf ise gerek sahabenin ve gerekse
bazı tabiinin Kur'an tefsirinden kaçınmasını takva ile hareket etmiş olmalarına
bağlamıştır. Bu zümre de re'y ile tefsirin caiz olduğunu müteaddit delillerle
isbata çalışmaktadır. Meselâ, diyorlar (öyle olmasa) Kur'anı iyiden iyi anla
(yıp hakkı tanı) mazlar mı? Daha doğrusu onların kalbleri üzerinde (kat kat)
kilitler vardır.ayeti 943bizim lehimizde en büyük delildir. Zira Allah bütün
mü'minleri Kur'an üzerinde tefekküre davet etmektedir. Bu ise re'y ile tefsir
yoluna gidilebileceğinin en bariz delillerinden biri olmalıdır. Bununla beraber
Onlara eminlik veya korku haberi geldiği zaman onu yayıverirler. Halbuki bunu
peygambere ve onlardan (mü'minlerden) emir sahiplerine döndürmüş (onlara
müracaat etmiş) olsalardı o (haberi) arayıp yayanlar bunu onlardan öğrenirlerdi.
Allah'ın üzerinizdeki lutfu inayeti ve esirgemesi olmasaydı, birazınız müstesna
olmak üzere, muhakkak ki, şeytana uymuş gitmiştiniz ayeti 944bizim görüşümüzü
desteklemektedir. Çünkü ayette, bazı şeylerin Kur'an'dan istinbat edileceğine
dair işaret vardır. Bu da içtihadın cevazı demektir. Ayrıca, eğer re'y ile
tefsir caiz olmamış olsaydı kıyas da caiz olmaz ve böylece birçok ahkam muattal
kalırdı.
Biz de re'y ile Kur'an tefsirinin caiz olacağı kanaatindeyiz. Yukarda kısaca
delillerine temas ettiğimiz iki zümre arasındaki ihtilaf ise lafzidir. Çünkü
re'y ile tefsirin caiz olmadığım söyleyenler bu hususta salâhiyet sahibi
olmayanları kasdetmektedirler. Re'y ile tefsirin mümkün olmadığını ileri
sürenlerin ortaya koymuş oldukları şartlar ele alınacak olursa iki zümre
arasındaki ihtilafın hakiki olmadığı anlaşılır. ez-Zerkeşî de Hz. Peygamber'in
Abdullah b. Abbas hakkındaki duasını ele alarak sarahaten olmasa bile zımnen
re'y tefsirinin caiz olacağına işaret eder945
ve daha sonra da bir kısım ilim adamlarının bu husustaki görüşlerini ele alır.
946
Netice itibariyle, re'y ile Kur'an tefsirine girişmek istiyen kimsede aranan
şartlar bulunacak olursa o kimsenin içtihadına dayanarak Kur'an'ı tefsir etmesi
caizdir. Aksi halde caiz olmaz.
Yukarda caiz olup olmayacağı hususunda üzerinde durduğumuz akla dayanan, yani
re'y tefsiri, ilk olarak şahısların kendi anlayışlarına dayanarak giriştikleri
bazı basit çalışmalarla başlamıştı. Bu basit çalışmalarda bazı fikirler diğerine
tercih ediliyor ve akla dayanan , bir tefsir . hareketinde bulunuluyordu.
Zamanla bu şahsi gayretler gelişerek büyümeye başladı. Bu gelişmede ilimler ve
muhtelif görüşlerle birlikte değişik inançların da geniş ölçüde tesiri oluyordu.
Hocam Muhammed Hüseyn ez- Zehebî'nin de ifade ettiği gibi 947fıkh ilmindeki
ihtilaflar gelişmiş, kelâm meseleleri almış yürümüş, çeşitli islam fırkaları
kendi mezheplerini yaymak için harekete geçmiş bulunuyordu. Bununla beraber
tercüme edilen eserlerin ihtiva ettiği fikirlerin bazıları da tefsir ilmine
tutunmaya başladı. Bütün bu geişmeler karşısında aklî tefsir yavaş yavaş nakle
dayanan tefsire nazaran bir galibiyet elde etmeye başladı. Yazılan eserlerde
aklî tefsire daha çok yer veriliyordu. Böylece tefsir sahasında meydana
getirilen eserlerde ilmî ıstılahlara, akide ve inançların karıştığı ibarelere
raslanmaya başlandı. Hatta diyebiliriz ki, her lııngi bir ilimde şöhret yapmış
kimsenin meydana getirdiği tefsir, şöhret kazandığı ilmin ıstılahı ve o ilimle
ilgili şeylerle dolup taşıyordu. Eğer müfessir nahv ilminde bir şöhrete haiz ise
meydana getirdiği tefsir daha çok navh ilmine yer veriyordu. Meselâ tanınmış
filolog ez-Zeccac (Ö. 311/923) gibi. Şayet müfessir fıkh ilminde daha büyük bir
kudrete sahipse onun tefsiri de fıkh ilmine daha çok yer vermekteydi. Büyük
Hanefi bilgini el-Cas-sas (Ö. 370/980) bu hususta bir örnek olarak gösterilir ve
diğer ilimler de bunlara kıyas edilebilir. Mu'tezilî görüşlü bir kimsenin
yaptığı tefsir de daha çok kendi görüş ve anlayışına göre oluyordu. Eseri de
i'tizâli fikirlerle teçhiz ediliyordu. Tasavvufla uğraşanların tefsirleri de
artık bu sahanın pek fazla dışma çıkamadan yapılıyordu diyebiliyoruz.
Şimdi Abdullah b. Mes'ûd'un tefsirinden bazı örnekler verelim. (el-Fatiha 3) Din
gününün (tek) sahibi Abdullah b. Mes'ûd ve Abdullah b. Abbas bu terkibi «Hesap
günü» diye tefsir etmişlerdi.948
(el-Fatiha 5) Bizi doğru yola ilet - Abdullah b. Mes'ûd ve Abdullah b. Abbas
buradaki sırati müştekimden maksadın İslâm olduğunu söylemişlerdir949Bir başka
rivayette ise İbn Abbas es-srratü'1-müs-tekim'i lüğavî manasiyle olarak ifade
etmiştir. 950
(el-Bakara 3) O takva sahipleri ki onlar gaybe inanırlar - Abdullah b. Mes'ûd bu
ayetde mevzubahis olan ve gaybe inandıkları bildirilen kimselerin Araplardan
iman edenler olduğunu söylemiştir. 951
(el-Bakara 4) (O takva sahipleri ki Habib.im) Onlar sana indirilene de, senden
evvel indirilenlere de inanırlar. Ahirete ise onlar şüphesiz bir bilgi ve inan
beslerler-Abdullah b. Mes'ûd bu ayetle ehli kitabtan mü'min olanların
kasdedildiğini beyan etmiştir. 952 İbn Abbas da aynı kanaate sahiptir. 953
(el-Bakara 5) onlar Rablerinden (gelen) hidayetin tam üzerindedirler. Asıl
muratlarına kavuşanlar da işte onlar - Abdullah b. Mes'ûd ve Abdullah b. Abbas
bu ayetle yukarda zikredilen iki zümrenin de kasdedilmiş olduğunu ileri
sürmüşlerdir. 954
(el-Bakara 8) İnsanlardan öyle kimseler vardır ki kendileri iman etmiş
olmadıkları halde Allah'a ve ahiret gününe inandık derler. Halbuki onlar inanıcı
(insan) lar değildir-Abdullah b. Mes'ûd ve Abdullah b. Abbas'a göre bu ayetde
mevzu bahis olanlar münafıklardır. 955
(el- Bakara 11) Kendilerine yer (yüzün) de fesat yapmayın denildiği zjman biz
ancak ıslah edicileriz derler Abdullah ve İbn Abbas bu vasfa sahip kimselerin
münafıklar olduğunu beyan etmişlerdir. 956
(el-Bakara 14) Şeytanlariyl yalnızca (baş başa) kalınca ise emin olun, biz
sizinle beraberiz. Biz ancak istihza edicileriz, derler-îbn Mes'ûd ve Ibn Abbas
ayetde zikredilen «Şeyatîn» kelimesinden münafıkların azılı arkadaşlarının
kasdedildiğini söylemişlerdir.957 Bundan başka bu kelimeyi, münafıkların
işbirliği yaptığı yahudi-ler ve müşriklerle izah edenler de olmuştur. 958
(el-Bakara 16) Onlar o kimselerdir ki doğru yolu bırakıp sapkınlığı (eğri yolu)
satın almışlardır. Demek, alış verişleri onlara kazanç sağlamamış, onlar doğru
yolu da bulamamışlardır - İbn Mes'ûd bu ayeti izah ederken «Sapıklığı alıp
hidâyeti terkettiler» der. 959 îbn Abbas ise «Küfürle imanı değiştiler» diyerek
bir açıklama yapar960
(el-Bakara 18) Onlar) sağırlar, dilsizler, körlerdir. Artık (hakka) dönmezler.
Gerek îbn Abbas ve gerekse İbn Mes'ûd bu kimselerin hususi olarak İslama
dönmiyeceklerini söylerler. 961 Ayetin siyakından anlaşılan mana da budur. Zira
o münafıkların kalbleri mühürlenmiş, artık sağır, dilsiz, hakkı görmez bir hale
gelmişlerdir. Bu sebeple Islama dönmeleri ümit edilemez.
(el-Bakara 22) O halde, kendiniz bilip dururken (yaratılan o şeylerle) Allah'a
eşler koşmayın. - Ibn Mes'ûd ve İbn Abbas ayeti, «Bir kısım kimselere Allah'ın
ma'siyeti yolunda itaat ederek onları Allah'a eş yapmayın» şeklinde
anlamışlardır962
(el-Bakara 26) Allah onunla bir çoğunu şaşırtır, yine onunla bir çoğunu yola
getirir. - Abdullah b. Mes'ûd bu ayette kullanılan idiâl ve hidâyetin mü'minler
ve münafıklar için kullanılmış olduğu kanaatindedir. 963Fakat mü'min olan bir
kimsenin tekrar hidâyete iletilmesi düşünülemiyeceğinden buradaki manâ, hidâyet
üstüne hidâyet verecek ve nurlarını artıracak demek olur. Kur'an ve hadisde bu
nevi isti'mal şekillerine raslanır. 964
(el - Bakara 30) Hant Rabbin meleklere «Muhakkak ben yer yüzünde (benim
emirlerimi tebliğ ve infaza memur) bir halife (bir insan, âdem) yaratacağım»
demişti.Allah (C.C.), «Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım» buyurduğu zaman
melekler demişlerdi.965 Allah da onlara bu halifenin zürriyetinden fesat
çıkaranlar, cinayet işleyenler olacağını onlara bildirdi. 966Fakat diğer
rivayetlere göre, meleklerin henüz insan hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadan
onları kan dökmek ve fesat çıkarmakla tavsifleri hakikaten düşündürücü bir
meseledir. Abdullah b. Mes'ûd'dan gelen umum rivayetler gözönüne alınacak olursa
Abdullah'a göre yeryüzünün ilk sakinlerinin insanlar olduğu anlaşılır. İbn
Abbas'dan gelen bir rivayet Abdullah'ın bu görüşüne aykırı düşmektedir. Zira İbn
Abbas yer yüzünün ilk sakinlerinin cinniler olduğunu beyan ettikten sonra
967onların fesat çıkarıp kan döktüklerini, bunlara İblis'in gönderilip onları
öldürdüğünü, daha sonra mağrur olarak hiç kimsenin yapmadığını yaptım demesi
üzerine Allah'ın bazı meleklere yer yüzünde halife yaratacağını, meleklerin de
cinnilere kıya-sen «Orada bozgunculuk edecek, kanlar dökecek kimse mi
yaratacaksın» demiş olduklarını anlatır. 968
(el - Bakara 30) Herhalde sizin bilemiyeceğini-zi ben bilirim. Abdullah b.
Mes'ûd'a göre burada Allah'ın bildiği ve meleklerin bilmediği şey, îblis'in
durumuyla ilgilidir. 969 Yâni Allah, İblis'in gururunu, tekebbürünü, Allah'a
karşı olan isyanını yalnız kendisi bilir demektir. 970Abdullah b. Abbas da aynı
kanaate sahiptir. 971
(el -Bakara 31) Adem'e bütün isimleri öğret-ti-Abdullah b. Mes'ûd bu ayetin
izahında Hz. Adem'in yaratılışından bahsetmiştir. 972
(el - Bakara 31) Sonra onları (onların delâlet ettikleri alemleri, eşyayı)
meleklere gösterdi. Abdullah b. Mes'ûd bu ayetle ilgili olarak bütün
yaratıkların Hz. Adem'e gösterildiğini beyan etmektedir.973 Bu meseledeki fikir
ayrılıkları ve ihtilaf burada ele almamıyacak kadar çoktur. Taberi de bunlardan
bazılarım zikreder974
(el - Bakara 31) Doğrucular iseniz (her şeyin iç yüzünü biliyorsanız) bunları
ad'lariyle bana haber verin, demişdi. Abdullah b. Mes'ûd terkibinden «Eğer Adem
oğlunun kan döküp fesat çıkaracağında doğru söylüyorsanız» (bunları adlariyle
bana haber verin) şeklinde bir manâ anlamıştır. 975Yani, insanoğlunun kan
dökeceği, fesat çıkaracağı hususundaki söylediklerinizde doğruculardan iseniz
bunları adlariyle bana haber verin demek oluyor. İbn Abbas da bu kanaa-ta
sahipti. 976
(el - Bakara 58) :Hani (Tih'den çıktıktan sonra) şu kasabaya girip dilediğiniz
yerde istediğinizi bol bol yiyin, kapısından secde ederek (eğilerek) girin ve
(dilediğimiz) hıtta (dır, günahlarımızın dökülüp düşmesidir) deyin,
kusurlarınızı örtelim, iyilik edenler (in ecrin) i ise daha artıracağız,
demiştik. - Bu kimselerin, yani dilediğimiz mağfirettir, aftır demeleri
isteniyordu. 977Fakat onlar alaylı alaylı sözler ederek Abdullah b. Mes'ûd'un
ifadesine göre cümlesini kullanmışlardır. 978
(el - Bakara 121 ) Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onu - tilavet hakkını
gözeterek - okurlar. - Abdullah b. Mes'ûd bu ayetteki terkibini yahudi ve
hıristiyanların, kitaplarına ittiba etmeleriyle tefsir etmiştir. 979 îbn Abbas
da aynı görüşe sahip bulunmaktadır. 980Bir başka rivayette ise Abdullah b.
Mes'ûd demektedir. 981
(el - Bakara 177) ( Allah) sevgisiyle (yahut mala olan sevgisine rağmen)
akrabaya veren - Abdullah b.
Mes'ûd'a göre buradaki infakdan maksat insanın sıhhatte olduğu halde yaşamayı
ümid: edip, fakir düşmek endişesi de bulunmakla beraber infak etmesinden
ibarettir.982
(el -Bakara. 238) :Allah'ın (divanına) tam huşu ye taatle durun Abdullah b.
Mes'ûd bu âyetle ilgili olarak şu açıklamayı yapar. «Hazret-i Peygamber'e
namazda iken selâm verirdik ve O'da selâmımıza mukabele ederdi. Necaşî'nin
yanından avdet edince kendisine selâm verdik bu defa namazda iken selâmımızı
almadı. Kendisine, «Ya Rasûlallah, size namazda iken selâm verirdik ve siz de
selâmımızı alırdınız, dedik. Bize, «Namazda, meşgul olmayı gerektiren şeyler
vardır» mukabelesinde bulundu. 983
(el - Bakara 268) Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur. Size cimriliği
emreder. Allah ise (nafaka hususunda) size kendisinden bir yarlığama ve bir
bolluk vaadediyor. Allah (ihsanı) geniş olan, (her şeyi) hakkiyle bilendir. -
Abdullah b. Mes'ûd bu âyeti tefsir ederken diyor ki : «İnsana, meleğin ve
şeytanın bir tesiri ve dokunuşu vardır. Meleğin tesiri hayır vaad
edip hakkı tasdik, şeytanın ki ise kötülük vadedip hakkı tekziptir. 984Daha
sonra Abdullah b. Mes'ûd mezkûr âyeti okumuştur.
(Âl-i İmrân 102) Ey iman edenler, Allah'tan nasıl korkmak lazımsa öylece korkun.
- Abdullah b. Mes'ûd, Allah'tan tam nıanasiyle korkmanın anlamını şu cümlelerle
belirtmişdir. 985. Abdullah b. Mes'ûd'un bu anlayışına karşı İbn Abbas âyetin
cihadla ilgili olduğunu beyan etmektedir986
(Âl-i İmrân 103) Hepiniz, toptan sımsıkı Allah'ın ipine sarilin. Parçalanıp
ayrılmayın. - Abdullah b. Mes'ûd bu âyetteki terkibini manasında tefsir
etmektedir. 987 Mezkûr terkipten Kur'anm kasdedilmiş olduğunu söyliyenler de
vardır. 988
Abdullah b. Mei'ûd'dan gelen bir ikinci rivayette in Kur'anla tef-air edildiğini
görüyoruz.989 Abdullah bir konuşmasında da demiştir. 990Bu nakle nazaran birinci
rivayet daha çok kuvvet kazanmış oluyor.
(Âl-i İmran 113) : Hepsi bir değildirler. Kitaplıların içinde ayakda dikilen bir
ümmet vardır ki gecenin saatlerinde onlar secdeye kapanarak Allah'ın ayetlerini
okurlar. - Abdullah b. Mes'ûd bu ayetin tesirinde derdi991
(Âl-î İmran 133) Rabbinizin mağfiretine ve takva sahipleri için hazırlanmış olan
•cennete-ki eni göklerle yer (kadardır) - koşuşun. - Abdullah bu ayetle ilgili
olarak, «İsrail oğullarından biri bir günâh işlediği zaman kapısına işlemiş
olduğu o günahla beraber keffareti de yazılırdı. Bize, ondan daha hayırlı olarak
bu ayet verildi» demektedir. 992
(Al-Î İmran 169) Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilâkis onlar
Rab-leri katında diridirler. (Öyle ki Allahm) lütfi inayetinden kendilerine
verdimi (şehitlik mertebesi) ile hepsi de şad olarak (cennet nimetleriyle)
rızıklanırlar. Abdullah b. Mes'ûd'a bu ayetin manâsı sorulmuştu. Abdullah,
kendisinin de bu ayetin manasından sormuş olduğunu söyleyerek sözlerine şöyle
devam etmiştir. «Kardeşleriniz Uhûd savaşında şehit olunca Allah onların
ruhlarını yemyeşil kuşların içine yerleştirdi. Allah üç defa kendilerine ne
istediklerini sordu. Onlar, «Ya Rab, bizim ruhlarımızı bedenlerimize iade ederek
dünyaya tekrar döndermeni isteriz. Taki senin yolunda savaşıp tekrar ölelim,»
dediler. 993
(en-Nisâ 31) Eğer yasak edildiğiniz büyük (günah) lardan kaçınırsanız sizin
(öbür) kabahatlerinizi örteriz ve sizi şerefli bir mevkie (getirip) sokarız –
Abdullah b. Mes'ûd'dan büyük günahların hangileri olduğu hususunda müteaddit
rivayetler vardır, tik rivayet de büyük günahların Nisa sûresinin başından
otuzuncu âyete kadar olduğu kaydedilmektedir. 994Diğer bir rivayette ise
Abdullah daha belirli bir şekilde bu günahları sayarak demektedir. 995Bir diğer
rivayetde de ifadeleriyle büyük günahların dört olduğu tasrih ediliyor. 996
(el-MâidelO5) Ey
iman edenler, siz nefisleriniz (i ıslah etmiy)e bakın. Kendiniz doğru yolu
bulunca sapanlar size zarar vermez - Ebu'l-Âliye tarikiyle gelen bir rivayette
şöyle denilmektedir : «Biz Abdullah b. Mes'ûd'un yanında oturmakta idik.
Arasında dargınlık bulunan iki kimse birbirlerine hakarete teşebbüs etmişlerdi.
Abdullah'ın yanında oturanlardan biri kalkarak, «Şunları, şu yaptıklarından
menedip doğru yola çağırayım mı?» deyince, yanında bulunan kimse «Sen kendi
nefsine bak, çünkü Allah diyor,»dedi. Bunu duyan Abdallah b. Mes'ûd, «Dur
bakalım, henüz bu âyetin te'vil zamanı gelmedi» diye söze başladı daha sonra da
bir kısım âyetlerin henüz inmeden, bir kısmının Hz. Peygamber zamanında, bir
kısmının Hz. Peygamberden hemen sonra te'villerinin vuku bulduğunu, bir kısmının
bu günlerden sonra, bir kısmının kıyamet gününde, bazılarının da hesap gününde
te'villerinin vuku bulacağını, kalpleri bir, arzu ve istekleri aynı olup
bölün-medikleri ve birbirlerinin zulm ve işkencelerini tatmadıkları müddet
iyilikle emredip kötülükten nehyde bulunmalarım, ancak kalpleri ve arzuları
değinip fırkalara ayrılır ve birbirlerinin acılarını tadarlarsa o zaman herkesin
kendi nefsine bakması lâzım geldiğini ve âyetin te'vilinin de o zaman geleceğini
beyan etti».997 Bir diğer rivayette ise Abdullah «Âyetin te'vil zamanı şimdi
değil, sizden kabul edildiği müddetçe iyilikle emredip, kölülükten nehyedin.
Kabul edilmeyip de söyledikleriniz size iade edilecek olursa işte o zaman
kendinize bakın» demiştir. 998
(el-En'am 158) Onlar hâla kendilerine ille (azâb yapacak) meleklerin gelmesini
yahud (bizzat) Rabbinin gelmesini veya Rabbinin âyet (ve mucize) lerinden
birinin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin âyetlerinden biri geldiği gün, daha
evvelden iman etmiş veya imanında bir hayır kazanmış olmayan hiç bir kimseye (o
günkü) imam asla fayda vermez. - Abdullah b. Mes'ûd bu âyette temas edilen ve
geleceği söylenen bazı âyetleri güneşin batıdan doğmasıyla tefsir etmiştir.999
Yine bu âyetle. ilgili olarak Abdullah b. Mes'ûd demektedir. 1000 Bununla
beraber Mesruk'dan gelen bir ri-vayetde Abdullah'ın yukarıda temas edilen âyeti,
güneşin ay ile beraber,, yan yana sanki iki deve gibi doğacaklarını söylemiştir.
1001
(el-A'raf 123) Fir'avn, «Ben size izin vermeden,, dedi, ona iman mı ettiniz? Bu,
hiç şüphesiz ki şehirde - onun halkım içinden çıkarmanız için. - kurduğunuz bir
hilekârlıktır. Yakında (başınıza ne geleceğini) bilirsiniz siz - İbn Abbas ve
Abdullah b. Mes'ûd Hz. Musa ile Fir'avn'ıh baş sihirbazının mubareze gününden
önce konuştuklarını ifade etmektedirler. Hz. Musa sihirbaza demiştir ki : «Söyle
bakalım, seni mağlub edersem bana iman eder ve getirdiklerimin hak olduğunu
tasdik edermisin?» Sihirbaz, «Yarın öyle bir sihir getireceğim ki onu hiçbir
sihir mağlub etmiyecek. Bununla beraber eğer beni mağlub edersen yemin ederim ki
sana iman edeceğim ve getirdiklerine^de inanacağım» cevabını verdi. Fir'avn
bunların konuşmasını; müşahede etmişti. İşte bu sebeple «Bu kurduğunuz bir
hilekârlıktır» demişti. 1002
(el - En'am 175) (Habibim) onlara o kimsenin haberini de oku ki biz kendisine
âyetlerimizi vermiştik de o, bunlardan sıyrılıp çıkmış, derken şeytan onu
arkasına takmış, nihayet azgınlardan etmişti. - Bu âyet de mevzubahs olan.
kimsenin kim olduğu hususu bazı ihtilaflara yol açmıştır. Abdullah, kendisine,
âyetler verilen bu kimsenin BePam Ebûr olduğunu kabul etmektedir. 1003 Abdullah
b. Mes'ûd'un bu görüşü yanında bazıları, kendisine âyetler verilip ondan
sıyrılıp çıkan kimsenin tanınmış şair Ümeyye b. Ebi's-Salt (Ö. 9/630) olduğunu
söylemektedir. 1004
(et-Tevbe 104) Onlar bilmediler mi ki şüphesiz Allah, kullarından (sadır olan)
tevbeyi kabul edecek, sadakaları alacak olan ancak kendisidir - Bilindiği gibi
sadaka veren herinsan Allah'tan bir sevap umar. İşte bu manaya, işaret edebilmek
için Abdullah b. Mes'ûd, «Sadaka veren kimsenin sadakası önce Allah'ın eline
geçer. Artık fakire onu veren odur» demektedir.1005 Abdullah daha sonra mezkûr
ayeti okumuştur.
(Yunus 64) Dünya hayatında da ahiretde de onlar için müjde (ler) vardır.
Allah'ın sözlerinde asla değişme (imkânı) yoktur. Bu, en büyük saadetin ta
kendisidir. - Abdullah b. Mes'ûd diyorki : «Artık nübüvvet bitti ve mübeş-şirat
kaldı». Kendisine, «Peki mübeşşirat nedir,» diye sorulunca «Kişinin göreceği
veya kendisine gösterilecek olan doğru bir rüyadır», elemiştir. 1006Hz.
Peygamber de bu âyetin manasından kendisine soran kimseye mübeşşi-rattan
maksadın doğru bir rüya olduğunu söylemiştir. 1007 Bu durura karşısında
mübeşşiratm manasını ölürken mü'mine yapılan bir müjde 1008diye tefsir etmek,
birinci rivayete nazaran daha zayıftır.
(Hûd 3) Her fazilet sahibine kendi fazl (u kerem) ini versin - Abdullah b.
Mes'ûd bu âyeti izah ederken diyor ki : «Bir günah işleyene işlediği o günah
yazılır. Bir iyilik yapana da on iyilik yazılır. Şayet işlediği o kötülük
sebebiyle dünyada bir ceza görürse yaptığı o on iyilik baki kalır. Fakat
işlediği suçun cezasını dünyada görmiyecek olursa o on iyiliğinden bir tanesi
alınır ve böylece dokuz iyiliği kalmış olur. Artık, birlerinin onlarım mağlub
ettiği kimse helak olmuş demektir. 1009
(Hûd 6) Yerde yürüyen hiç bir canlı hariç olmamak üzere rızkları Allah'ın
üstünedir. Onların duracak yerlerini de, emanet edilen yerlerini de o bilir. Bu
âyetteki kelimelerinin hangi manalarda kullanılmış olduğu ihtilaf konusudur.
Abdullah b. Mes'ûd kelimesini «Rahim», kelimesini de «İnsanın öleceği yer» ile
tefsir etmiştir1010
(Hûd 114) Çünkü güzellikler, kötülükleri (günahları) giderir. - Bu ayetdeki ı
lafzının hangi manada te'vil edilmesi gerektiği hususu ihtilafa yol açmıştır.
Abdullah b. Mes'ûd'ca günahları giderecek olan dan maksadın, beş vakit namaz
olduğu ileri sürülmüştür.1011
(Yusuf 36) Onunla beraber zindana iki de delikanlı girdi. Bunlardan biri, «Ben
rüyamda kendimi şarap (üzüm) sıkıyor gördüm», dedi. Öbürü de «Ben de rüyamda
kendimi başımda ekmek götürüyor, kuşlar da ondan yiyor gördüm», dedi. - Abdullah
b. Mes'ûd'un ifadesine göre Hz. Yusuf ile beraber bulunan bu iki kimse hiçbir
rüya görmemişlerdir. Fakat onlara, «Ben rüya tabir edebilirim», deyince onlar da
kendisini denemek maksadiyle bu iki rüyayı uydurmuşlardır. 1012 Bazı
rivayetlerde ise bu iki kimsenin hakikaten birer rüya görmüş oldukları
söylenmektedir. 1013
(Yusuf 98) (Yakub) sizin için Rabbime sonra istiğfar ederim. Hakikat şudur ki O,
çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir, dedi. - Hz. Yakub'un, evlâtları için
yapacağı istiğfarı ne zamana tehir etmiş olduğu meselesi müfessirler arasında
bazı fikir ayrılıklarına yol açmıştır. Abdullah'a göre bu istiğfar için tahsis
edilmiş zaman seher vakti idi. Bunun başlıca delili Abdullah'ın seher vaktini
istiğfar etmek için uyanık geçirdiğidir. 1014 Bir gün Abdullah'ın seher vaktinde
duada bulunduğu işitilmişti. Kendisine neden bu vakti tercih ettiği sorulunca,
Hz. Yakub'un evlâtları için yaptığı istiğfarı bu vakte tehir ettiğini söyledi.
1015 Bununla beraber Hz. Ya'kub'un, yaptığı istiğfarı cuma gecesine tehir ettiği
de söylenmektedir. 1016
(İbrahim 9) Peygamberleri onlara apaçık burhanlar getirmişti de onlar ellerini
ağızlarına itip, «Biz size gönderileni inkâr ettik ve biz sizin davet eder
olduğunuz (din) den kat'i ve kocundurucu bir şek ve şübhe içindeyiz, demişlerdi.
- Âyette zikredilen terkibinin manası değişik şekillerde tefsir edilmiştir.
Bazıları bu tabire «Öfkelerinden parmaklarını ısırdılar» gibi bir mana
vermiştir. Abdullah b. Mes'-ûd'un görüşü de bu merkezdedir 1017Bununla beraber
bu hareketin öfkeden değil de şaşkınlıktan yapılmış olduğunu da ileri sürenler
vardı. 1018
îbn Abbas da böyle düşünmektedir.1019 Müteaddit yerlerde olduğu gibi Taberî
burada da Abdullah b. Mes'ûd'un görüşünü tercih etmiştir. 1020
(el-Hıcr 21) hiç bir şey (hariç) olmamak üzere (hepsinin) hazineleri bizim
nezdimizdedir. Biz on (la) rı malum bir miktar dışında indirmeyiz. Abdullah b.
Mes'ûd bu âyetin tefsirinde «Hiç bir yer yoktur ki oraya diğer yerlerden daha
bol yağmur yağsın. Fakat Allah yağmuru topraklara muayyen miktarda tevzide
bulunur» der ve mezkûr âyeti okurdu. 1021
(el-Hıcr 87) Andolsun ki biz sana (namazın her rek''atinde) tekrarlanan yedi
(âyet-i kerime) yi ve şu büyük Kur'an-ı verdik.- Abdullah'dan bu ayetteki
terkibinin tefsiri hakkında değişik rivayetler varit olmuştur. Bunlardan
birincisinde bu terkibin yedi uzun sûreye dalâlet ettiği anlatılmaktadır.
1022Bir başka ri-vayetde ise bu terkipten maksadın Fatiha olduğu beyan
edilmiştir. 1023
(en-Nahl 61) Eğer Allah insanları zulümleri yüzünden muaheze edecek olsaydı
(yer) üstünde hiçbir canlı mahlûk bırakmazdı- Abdullah b. Mes'ûd insanların
işlediği hatalar sebebiyle diğer canlıların mahvolabileceğini, ancak Allah'ın
lutfu sayesinde helak olmadıklarını beyan etmek amacıyla «Şu pislik içinde
yaşıyan böcek bile insan oğlunun hatası yüzünden yuvasında helak
olayazdı»demektedir. 1024
(el-İsra' 78) Güneşin (zeval vaktir.de) kalması anından geceninkaraimasma kadar
güzelce namaz kıl. Sabah namazım da (öylece eda et) çünkü sabah namazı
şahitlidir. Abdullah b. Mes'ûd bu âyeti izah ederken kavlinde gündüz ve gece
meleklerine temas ederek demektedir. 1025
(el-İsra' 81) Deki : Hak geldi, batıl zeval buldu. Şübhesiz ki batıl daim zeval
bulucudur. -Abdullah bu ayette zikredilen' kelimesini müşriklere açılan cihad ve
kelimesini de şirk ile tefsir ederek diyor ki: «Hz. Peygamber Mekke'ye girdi. (O
zaman) Ka'be etrafında (360) put vardı. Hz. Peygamber onlara hem vuruyor ve hem
de bu ayeti okuyordu.1026
(el-İsra' 86) : Andolsun sana vahy ettiğimize de, dilersek, muhakkak
gideriveririz. Sonra, bize karşı onu (geri getirmek için) kendine bir vekil de
bulamazsın. -Abdullah vahyolunanm giderilmesini, okuyanların kalplerinden
silinmesiyle tefsir etmekteydi. 1027 Hatta Abdullah'ın, kendisine, «Ya Eba
Abdirrahman ben Kur'an-ı hıfzettim» diyen birine «Kalbinde hiçbir şey
kalmıyacak» dediği rivayet olunmaktadır. 1028
(en-Nur 37) Öyle) adamlar (vardır ki) onları ne bir ticâret, ne bir alış veriş
Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namaz kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymaz.
Onlar kalplerin ve gözlerin (dehşetle) döneceği günden korkarlar.- Abdullah bu
âyetteki namaz üe tefsjr etmiştir. 1029
(er-Rum 19) Ölüden diriyi, diriden de ölüyü o çıkarıyor.-Abdullah b. Mes'ûd
dirinin ölüden çıkarılmasını insanın nutfeden yaratılmış olmasiyle izah
etmektedir. 1030 Fakat, bu günkü ilmin keşifleri arasında bulunan dev
mikroskopların icadından sonra, nutfenin de canlı olduğu meydana çıkmış
bulunuyor. Bu bakımdan âyetin tefsirinde başka bir yol takip etmek gerekmektedir
sanırım. Abdullah'ın görüşünü de bazı te'vil yollarıyle tevcih etmek mümkündür.
(Lukman 34) saatin (kıyametin) ilmi şüphesiz ki Allah'ın nezdindedir. Yağmuru
(mukadder olan vakit ve mahalde) O indirir. Rahimlerde olanı o bilir. Hiçbir
kimse yarın ne kazanacağım bilmez. Şübhesiz Allah (her şey'i) bilendir.
Herşeyden haherdardır-Abdullah b. Mes'ûd bu âyetin tefsirinde «Peygamberimize
ğaybm beş anahtarından başka her şey verilmiştir.» demiş ve yukarıdaki âyeti
okumuştur. 1031
(es-Secde 21) Biz, o-en büyük azâbdan önce de onlara mutlaka yakın azâbdan
tattıracağız. Tâki ric'at etsinler - Bu âyette zikredilen terkibini Abdullah b.
Mes'-ûd Bedr günü, yâni müşriklerin o gün karşılaştıkları azabla tefsir etmiştir
(269). ise kıyamet günü ile, yani bugünde görecekleri azabla tefsir
etmektedir.1032
(el-Ahzâb 72) Biz emâneti göklere, yere ve dağlara arz (ve teklif) ettik de
onlar bunu yüklenmekden çekindiler, bundan endişeye düşdüler. İnsan (a gelince :
O, tutdu) bunu sırtına yükledi. Çünkü o, çok zülümkâr, çok câhildir. Abdullah b.
Mes'ûd, bu âyetteki emaneti Hz. Adem'in, oğlu Kabil'e ailesini emanet etmesi
şeklinde tefsir etmiştir 1033Burada, emaneti, Allah'ın kullarına farz kıldığı
şeylerle izah eden Abdullah b. Abbas'm tefsiri daha münasiptir denilebilir. 1034
(Sebe' 23) :Onun nezdinde (âhiretde) kendisine izin verdiği kimselerden
başkasının şefaati fâide etmez. Nihayet (ona izin çıkıb da) kalblerinden korku
giderildiği zaman (birbirine) : «Rabbiniz ne buyurdu?» derler, (şefaat edecekler
de:) «Hakkı söyledi» derler. O, çok yüce, çok bü-yükdür. - Müfessirler,
kalblerinden korkunun giderildiği söylenenlerin kimler olduğu hususunda ihtilaf
etmişlerdir. Abdullah b. Mes'ûd'a göre bunlar meleklerdir. 1035
(Fâtır 10) :Gazel kelimeler ancak O'na yükselir. Abdullah'ın buradaki den
maksadın olduğunu bildiren ifadesi şöyledir : «Mü'min bir kul dediği zaman bir
melek bunları kanatları altma alır ve göklere doğru yükselir. Hangi melâike
topluluğuna uğrasa bütün melekler onu söyleyen için istiğfar ederler.» Bu
sözlerden sonra Abdullah b. Mes'ûd yukardaki ayeti okurdu. 1036
(es-Saaffaat 1-3) Saflar bağlayıp duranlara, sevk (u idare) ve (men-u)
zecredenlere, zikir okuyanlara yemin ederim ki - Abdullah b. Mes'ûd buradaki
kelimesinden meleklerin kasdedildiğini beyan etmiştir.1037
(Fâtır 41) :Şübhesiz ki Allah gökleri ve yeri zeval bulmalarından (korumak için
bizzat) tutmaktadır. Eğer onlar zeval bulurlarsa andol-sun ki, ondan sonra kimse
bunları tutamaz. Hakikaten o (Allah) ukubette aceleci değildir. Çok
yarlığayıcıdır.
Abdullah b. Mes'ûd'un yanma bir kimse gelmişti. Abdullah nereden geldiğini
sordu. Adam, Şam diyarından geldiğini söyledi. Abdullah, kimlerle görüşüp
konuştuğunu sorunca adam, Ka'b ile görüştüğünü söyledi. Ka'-bın neler söylemekte
olduğunu seran Abdullah'a adam «Ka'b, bütün semaların bir meleğin omuzlarında
seyrettiğini söylüyor,» cevabını verdi. Abdullah, Ka'b'm dediğine inanıp
inanmadığını sordu. Bu defa adam «Ne inandım ve ne de tekzib ettim»
mukabelesinde bulununca Abdullah, Ka'b'm hata ettiğine işaret ederek yukardaki
ayeti okudu1038
Bu hadise de gayet sarih olarak gösteriyor ki sahabe kitap ehlinin söyledikleri
her şeye körü körüne inanıvermiş değillerdir. Yukarda da temas edildiği gibi
sahabe, ehli kitaptan hatalı bir şey duydukları zaman onlara hata ettiklerini
açıkça söylerlerdi. Hatta gerekirse münâkaşaya bile girişirlerdi, «îsrailiyyat
ile tefsir» konusunda zikretmiş olduğumuz Ebû Hüreyre ve Ka'b hadisesine bir
misâl olarak bunu da ilâve edebiliriz.
(ed-Duhan 16) Çok büyük bir şiddet ve satvetle (kendilerini) çarpacağımız gün
muhakkak ki biz (onlardan) intikam alıcılarız. - Abdullah b. Mes'ûd'a göre dan
maksat Bedr günüdür 1039 İbn Abbas ise bunu kıyamet günü ile tefsir etmiştir.
İbn Mes'ûd hakkında da «İbn Bedr günü olduğunu söylüyor. Bense bunun kıyamet
günü olduğunu söylüyorum» demiştir. 1040
(en-Necm 8) Sonra (Cebrail, ona) yaklaşdı. Derken sark-dı. - Abdullah b.
Mes'ûd'a göre bu ayette yaklaştığı bildirilen Cebrail'dir..
Abdullah bunu sözleriyle ifade etmektedir. 1041
(eî-Kamer 1) Saat yaklaştı, Ay (ikiye) ayrıldı. -Abdullah bu ayetle ilgili
olarak da beş mu'cizenin geçtiğini söylemiştir.. Bunlar dir.1042
(et-Tahrim 8) Ey iman edenler, tam bir sıdk-u hulûsa malik bir tevbe ile Allah'a
dönün. - Abdullah, tev-be-i nasuhu «Tevbe edip bir daha dönmemektir» diye tefsir
etmiştir. 1043
(en-Nebe' 38) : O gün Ruh ve melekler saf halinde ayakda duracakdır. - Abdullah
bu ayetde zikredilen en büyük meleklerden biri olarak tefsir etmiştir.
1044Cumhura göre «Ruh» dan maksat Cebrail'dir.
(en-Nâziat 1) :Andolsun (kâfirlerin cesetlerine) boğulmuş olan ruhlarını ta
derinlikler (in) den söküp koparan (ölüm melek) le-rine. - Abdullah'a göre dan
maksat meleklerdir. 1045
(el-Maun 7) Zekâtı da menederler onlar. - Abdullah, ayette zikredilen kelimesini
bir komşunun bir komşudan her zaman istiyebileceği şeylerle tefsir etmiştir. Bir
tencere, bir balta ve bir kova gibi. 1046 Bununla beraber Hz. Ali 1047ve İbn
Ömer 1048 buradaki zekâtla tefsir etmişlerdir.
Elimizde mevcut bulunan pekçok örnekten şu birkaçını vermekle Abdullah'ın
tefsirine az da olsa bir ışık tutulduğunu zannediyoruz. Yapılacak müstakil bir
çalışmayla da Abdullah b. Mes'ûd'un bütün tefsir rivayetlerinin bir eser halinde
toplanması faydalı olur kanaatindeyiz.1049
3 - Çeşitli Kur'ân
Ayetleriyle İlgili Görüşleri :
a) Müteşabih :
Abdullah b. Mes'ûd, müteşabih ayetlerde bir dereceye kadar te'vil yoluna giden
sahabe arasındadır. Bilindiği gibi, Allah'ın sıfatlarıyla ilgili müteşabih
ayetlerde üç ayrı yol takip edilmiştir. Birinci yolda olanlar, bu nevi ayetlerin
olduğu gibi kabul edilerek te'vil edilmemesi gerektiğini, zahiri olarak ifade
ettiği mana ne ise ona göre hüküm verileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu kimselere
«el-Müşebbihe» adı verilmektedir. İkinci yolun salikleri ise, bu ayetlerin birer
te'vili olduğunu kabul etmekle beraber te'vil yoluna gitmemişlerdir. Üçüncü
zümre de bu nevi âyetlerin münasip manalarla te'-vil edilebileceğini
benimsemişlerdir. Bu üç ayrı yoldan birincisi kitap ve sünnete tam manasıyla
muhalif olduğundan batıldır. Diğer ikisine gelince onlardan her birini
benimseyen müteaddit sahabe vardır.1050 İşte Abdullah b. Mes'ûd da bu yolu
tercih eden sahabe arasında bulunmaktadır. İbn Abbas da aynı kanaate sahiptir.
1051Bu sebeple Abdullah b. Mes'ûd kavlini1052 şeklinde izah etmektedir. 1053 İbn
Abbas ise bunu diye te'vi! etmiştir. 1054Fakat Abdullah'ın müteşabih ayetler
hakkında söyledikleri kendi fikrinden ve tahmininden öte gitmemektedir. Bu
hususu Abdullah'ın sûre başları için söylediği «Bunlar kapalı bir ilim ve önüne
perde çekilmiş bir sırdır» ifadesinden de1055 anlıyoruz. Ayrıca Abdullah m jll
hakkında «Bu, ismi a'zamdır» demesi de temas ettiğimiz hususun müeyyidleri
arasında yer almaktadır. 1056
b) Esbabü'n-nüzûl :
Kur'an'ı, esbab-ı nüzul bakımından iki kısma ayırmak mümkündür. Birinci kısım
doğrudan doğruya Allah'tan inen ve herhangi bir hususi sebebe bağlı kalmıyan
âyetlerdir. Allah bunları, bütün insanları hidayete iletmek için indirmiştir.
İkinci kısım ise bazı özel sebeblere bağlı kalarak inen âyet ve sûrelerdir. Bu
kısma giren âyet veya âyetler, Hz. Peygamber zamanında vuku bulmuş muhtelif
hadiseler sebebiyle yahut kendisine sorulan bir sual neticesinde inmiş olan
âyetlerdir. Meselâ Evs ve Hazrec arasında bir ihtilâf başgöstermişti. Sebebi,
yahudilerin iftira ve desiselerinden ileri gelmekteydi. Hatta iki taraf silâha
sarılmak üzereydiler. Bu hadise sebebiyle
Ey iman edenler, eğer kendilerine kitap verilenlerin içinden her hangi bir
zümreye boyun eğecek olursanız sizi imanınızdan sonra döndürüp kâfirler
yaparlar, ayeti 1057 nazil olmuştu. Keza henüz içki yasak edilmeden önce, içkili
olarak imamlık yapan bir sahabî, diyeceği yerde y edatım hazfederek okumuştu. Bu
büyük hata neticesinde
Ey iman edenler, siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi bilinceye ve cünüb iken de
-yolcu olmanız müstesnâ-ğusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın, ayeti1058 nazil
olmuştu. Sorulan suallere gelince bunlar geçmişe, hale ve geleceğe müteallik
sorular olabiliyordu. Mesela geçmişle ilgili Sana Zü'1-Karneyn'i sorarlar. De
ki: «Size onun (halinden) de haber söyleyeyim» ayeti 1059hale müteallik Sana
ruhu sorarlar. De ki: «Ruh, Rabbimin emri (cümlesi)ndendir. (Zaten) size az bir
ilimden başkası verilmemiştir.- ayeti 1060ile istikbale muzaf olan Sana o saati
(kıyameti), onun ne zaman demir atacağını sorarlar, -ayeti 1061 gibi. Esbab-ı
nüzulün bilinmesinde pek çok faide vardır. ez-Zerkeşî'nin de dediği gibi esbab-ı
nüzulün faide temin etmiyeceğini söyleyenler 1062hakikaten hata etmişlerdir.
Ayetlerin nazil oluşlarındaki sebeplerin bilinmesi her şeyden önce Allah
kelâmının anlaşılmasında azamî derecede yardımcı olmaktadır. İbn Teymiyye'nin de
işaret ettiği gibi1063 herhangi bir sebebin bilinmesi müsebbebin bilinmesine bir
vesiledir. Meselâ Meşrık da Allahmdır, mağrıb da. Onun için nereye (hangi semte)
döner, yönelirseniz Allahm yüzü (kıblesi) oradadır. Şübhe yok ki Allah vasî'dir,
hakkiyle bilicidir. ayeti1064 zahiri itibariyle insanın gerek yolculuk esnasında
ve gerekse yolculuk dışında istediği her yöne müteveccihen namazını
kılabileceğine işaret etmektedir. Fakat bu ayetin hususi mahiyette kendi
içtihadına göre kıbleyi tayin edip namazını kılan sonra da hatasını anlayan
kimselerle ilgili olduğu anlaşılınca ayetin zahiri anlamının muradedilmemiş
olduğu ortaya çıkar. Ayrıca ayetlerin kimler hakkında ve hangi hadiseler
muvacehesinde indiğini bilmek, bunların başkalarıyla karışmasına da manidir.
Bunlardan başka, bir ayetin nüzul sebebinin bilinmesi o ayetin daha geniş ölçüde
anlaşılmasına bir vesiledir. Bütün bunlar muvacehesinde esbab-ı nüzulün
bilinmesinde bir faide mülâhaza etmiyenlerin görüşlerine yer verilemez. Esbabı
nüzul sıhhatli bir nakille bilinebilir. Esbab-ı nüzul hakkında rivayet olmadan
konuşmak caiz olmaz. Çünkü bunu tayin, ictihadla yapılabilecek şeylerden
değildir. Buna göre sahabiderjı gelen ve herhangi bir ayetin nüzul sebebini
bildiren rivayet, onu takviye eden bir başkası olmasa bile kabul edilir. Çünkü
bir sahabinin ictihad ya-pamıyacağı şeyler hakkındaki ifadesi merfu hükmündedir.
Bir sahabinin böyle bir şeyi kendi fikrine dayanarak söylemiş olabileceği ise
asla tasavvur edilemez. Fakat bir nüzul sebebi, mürsel, yânî, sahabinin senetten
düşmesi suretiyle tâbide son bulan bir hadisle rivayet edilecek olursa o zaman
bu rivayetin kabulü için bir diğer mürsel hadise ihtiyaç hissedileceği gibi
bunu. rivayet edenin, sahabeden tefsir öğrenmiş bulunan kimselerden olmasını da
gerektirecektir.
Bir ayetin nüzul sebebini ifade eden çeşitli usûller vardır. Bazan denilerek
ayetin nazil olmasındaki sebep anlatılır. Bazan da bir hadise anlatıldıktan
sonra maddesi üzerine ta'kip ve tertip ifade eden harfi getirilerek meselâ
denir. Hz. Peygamber'e sorulan bir sual neticesinde nazil olan ayetde ise nüzul
sebebine sarahaten bir işaret yoktur. Fakat nüzul sebebi o andaki durum ve
halden anlaşılır.
Esbab-ı nüzul hakkında bu kısa izahtan sonra diyebiliriz ki Abdullah b.
Mes'ûd'dan birçok ayetlerin nüzul sebeplerini belirten rivayetler gelmiştir. O
ise bunları olduğu gibi bize aktarmıştır. Şimdi Abdullah b. Mes'ûd'un nüzulüne
bizzat şahid olduğu ayetlerden birkaç örnek verelim.
(Âl-Î İmran 113) :Hepsi bir değildirler. Kitaplıların içinde ayakda dikilen bir
ümmet vardır ki gecenin saatlerinde onlar secdeye kapanarak Allah'ın ayetlerini
okurlar. - Abdullah b. Mes'ûd bu ayetin nüzul sebebini şu şekilde anlatır : «Bir
gece Hz. Peygamber yatsı namazını geciktirmişti. Mescide geldiği zaman halk
kendisini bekliyordu. Dedi ki: «Sizden başka bu saatde Allah'ı zikreden hiçbir
din mensubu yoktur». O zaman den itibaren (115 inci ayetin sonu olan) e kadarki
ayetler nazil oldu.1065
(eî-Bakara 150) Tâki aleyhinizde, insanların, içlerindeki zalim olanlarından
başkasının (tu-tunabileceği) bir hüccet (bir vesika ve bir itiraz mevzuu)
kalmasın. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. -Abdullah b. Mes'ûd'un
ifadesine göre Hz. Peygamber'in Kudüs'e teveccüh ettikten sonra Ka'be'ye
döndürülmesi karşısında müşrikler «Muhammed dininde şaşırdı ve size doğru döndü.
Çünkü sizin, kendi bulunduğu yoldan daha doğru bir yolda olduğunuzu anladı,
belki de sizin dininize girecektir» dediler. Bunun üzerine Allah bu ayeti
indirdi.1066
(Âl-i Imran 187) Allah bir zaman kendilerine kitap verilenlerden «Onu (celâlim
hakkı için) behemehal insanlara açıklayıp anlatacaksınız, onu gizlemiyeceksiniz»
diye teminat almıştı. Onlar ise o sözü sırtlarının arkasına atdılar. Onun
mukabilinde az bir menfaati satın aldılar. Müşteri oldukları o şey ne kötüdür.
Abdullah b. Mes'ûd da mescitde iken mescide bir kimse gelmiş ve «Ka'b size selâm
eder ve bu ayetin sizler hakkında nazil olmadığını müjdeler» demişti. Abdullah
b. Mes'ûd biraz da hiddetle «Sen de ona selâm söyle ve kendisine bildir ki, bu
ayet nazil olduğu zaman o henüz yahudî idi. 1067
(Hûd 114) Gündüzün iki tarafında, gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz
kıl. Çünkü güzellikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, iyi. düşünenlere bir
öğüddür. - Abdullah b. Mes'ûd'un, nüzulüne şahid olduğu ayetlerden biri de
budur. Abdullah diyor ki: «Hz. Peygamber'e bir kimse geldi ve «Ya rasûlallah,
ben, Medine'nin bir semtinde yabancı bir kadınla cinsi temastan başka her şeyi
yaptım. İşte karşındayım, nasıl dilersen (hakkımda) öylece hüküm ver» dedi. Ömer
«Eğer sen kendi (günahı)nı gizlesey-din Allah da (bu ayıbını) örterdi»
mukabelesinde bulundu. Fakat Rasûlüllah bir cevap vermedi. Adam da kalkıp gitti.
Biraz sonra Hz. Peygamber ardından bir kimse göndererek onu çağırttı. Gelince de
ona mezkûr ayeti okudu. 1068
(el-İsra' 57) Onların tapdıkları da - hangisi Rablerine daha yakın (olacak) diye
- (bizzat) vesile arıyorlar. Onun rahmetini umuyorlar, Onun azabından
korkuyorlar. Çünkü Rabbinin azabı kor-kunçdur. - Abdullah b. Mes'ûd bu ayetin
nüzulü hakkında şöyle der: «İnsanlardan bir kısmı bazı cinnilere ibadet
ediyorlardı. Cinniler müslüman olunca o kimseler küfürleri üzere kaldılar. Bunun
üzerine mezkûr ayet nazil oldu1069Ancak bazı rivayetlerde cinnilerin müslüman
olduklarından bu kimselerin haberi olmadığı söylenmektedir.1070 Taberî,
müteaddit yerlerde olduğu gibi burada da Abdullah b. Mes'ûd'un görüşünü tercih
etmiş demiştir. 1071
(el-İsra' 85) Sana ruhu sorarlar. De ki : «Ruh, Rabbimin emri (cümlesi) ndendir.
(Zaten) size az bir ilimden başkası verilmemiştir. - Hz. Peygamberle Abdullah b.
Mes'ûd yahudilerden bazılarının yanından geçerlerken «Ruh hakkında sorun
bakalım» diye birbirlerine mırıldanmışlar. İçlerinden, «Sevmediğiniz bir şev
duymak mı istiyorsunuz?» diyenler olmuşsa da onun sözünü dinlemeyip suallerini
sormuşlar. O zaman Hz. Peygamber bir an duraklamış. Abdullah diyor ki : «Hz.
Peygamber'e vahy geldiğini anladım ve ben de olduğum yerde durakaldım. Daha
sonra Rasûlüllah mezkûr ayeti okudu. 1072 Bir başka rivayetde ise bir yahudinin
Hz. Peygamber'e gelerek «Ya Ebe'l-Kasım, ruh nedir?» dediği ve Hz. Peygamber'e
de bu ayetin nazil olduğu anlatılmaktadır. 1073
(Fussilet 22) «Siz, ne kulaklarınız, ne gözleriniz, ne de. derileriniz kendi
aleyhinize şahidlik eder diye (düşünüp) sakınmadınız. Bil'âkis Allah yapmakta
olduklarınızın bir çoğunu bilmez sandınız - Abdullah b. Mes'ûd Ka'be yanında
iken iki kimsenin konuşmalarına şâhid olur. Bunlardan biri «Allah'ın, bizim
dediklerimizi duyduğuna inamyormusun?» der. Öbürü şöyle cevap verir, «Eğer
sesimizi yükseltirsek duyar, yükseltmezsek duymaz». Abdullah doğruca
Rasûlüllah'a gelerek durumu anlatır. Bunun üzerine de mezkûr ayet nazil
olur.1074
c) Bazı Ayetleri
Değişik Vecifalerle Tefsiri :
Abdullah b. Mes'ûd'dan bazı ayetlerin tefsirinde değişik rivayetler
nakledilmiştir. Birkaç örnekle bu kır.mm izahına çalışalım.
(ÂI-i Iımran 103) Hepiniz, toptan, sımsıkı Allahın ipine sanlın, Parçalanıp
ayrılmayın. - Bu ayetdeki 4'I u_ terkibinin tefsirinde Abdullah b. Mes'ûd'dan
çeşitli tefsirler nakledilmiştir. Bunları nakleden rivayetlerden birinde
Abdullah'ın ile tefsir etmiş olduğu söylenilmiştir. 1075Bir başka rivayetde İse
dan maksadın Kur'an olduğu beyan edilmiştir. 1076
(et-Tevbe 114) İbrahim cidden pek çok tezarru" ve niyaz eden, (kalbi yufka ve
ezaya karşı) gerçekten sabırlı (bir zat) idi Bu ayetin ihtiva ettiği kelimesinin
izahı hakkında Abdullah b. Mes'ûd'dan muhtelif tefsirler gelmiştir. Zir b.
Hubeyş'den gelen ilk rivayette Abdullah'ın bu kelimeyi yânı, çok tezerru' ve
niyaz eden kimse manasında olduğunu söylediği belirtilmişti. 1077Bir başka
rivayetde ise bu kelimenin manasında olduğu beyan edilmiştir1078
(eî-Hıcr 87) Andolsun ki biz sana (namazın her rek'atinde) tekrarlanan yedi
(ayet-i kerime)yi ve şu büyük Kur'anı verdik.- Abdullah'ın bu ayetde zikredilen
terkibini yedi uzun sûre 1079ve hem de Fatiha ile 1080tefsir etmiş olduğunu
görüyoruz.1081
III. BÖLÜM
İBN MES'ÜD TEFSİRİNİN ÇEŞİTLİ İLİMLER YÖNÜNDEN HUSUSİYETLERİ
A- Fıkh İlmi
1-Fıkh İlminin Kaynakları :
Fıkh ilmi, bazı usûl ve esaslardan istinbatlarda bulunmak suretiyle onlara
istinat da ederek bugünkü seviyesine yükselebilmiştir. Bu ilmin belli başlı
kaynakları dörtdür. Bununla beraber bazılarının bu kaynaklan ona, hatta daha da
fazlaya çıkarmış olduklarım görmekteyiz. 1082Aslî birer kaynak olan Kitabullah,
Hz. Peygamber'in sünneti, icma' ve .bunlara dayanan kıyastan başka ve benzeri
bulunan tali derecedeki kaynaklar ise hücciyet bakımından ihtilaflı bir konu
olarak mezhepler arasında bu güne kadar devam edegelmiştir. Biz burada, kitap,
sünnet, icma' ve kıyas üzerinde kısaca durarak bilgi vermeye çalışacağız.1083
a) Kitabuîîah :
Kur'an, bütün toplumların hidayeti için Hz. Peygamber'e indirilen, mushaflara
yazılmış, Rasûlüllahtan mütevatir olarak hiçbir şübhe bulunmaksızın nakledilen,
hem lafz ve hem de manadan müteşekkil ilâhi bir kitaptır. Buradaki «lafz» ve
«mana» ifadelerinin birer ihtirazi kayıt olduğuna işaret etmek isteriz. Çünkü
mücerred mana hiçbir zaman Kur'an sayılmaz. Ebû Hanife'nin namazda farsça olarak
Kur'an okumaya cevaz vermesine gelince bu, hiçbir zaman onun, Kur'an-ı yalnız
manâ olarak gördüğüne delil değildir. Onun vermiş olduğu bir fetvadan bu sonuca
varanların fikirleri ise reddedilmiş ve kabul edilmemiştir. 1084 Çünkü, Ebû
Hanife'nin farsça olarak Kur'an okumak suretiyle namaza cevaz vermesi ruhsat
kabilindendir. Ebû Hanife, imanın, kalble tasdik, dil ile de ikrar olmak üzere
iki rüknden müteşekkil olduğunu kabul ettiği gibi Kur'anın da nazm ve manâdan
müteşekkil olduğunu kabul etmekteydi. Fakat Arapça bilmeyen bir kimsenin
Arap-çayı öğreninceye kadar meselâ Farsça ile okumasına izin vermişti. 1085
Kur'an, bütün kaynakların esasını teşkil eder. Bu bakımdan bir çok hükümler, bu
ilâhi kitapda mücmel olarak zikredilmiştir. Bu sebeple, Hz. Peygamber'in
sünnetine müracaat kaçınılmaz bir zarurettir. Sünnete rucu etmeden Kur'anı tam
olarak anlamıya da imkân yoktur. Şu halde Kur'an bütün ilimlerin menbaıdır. İbn
Hazm buna binaen «Fıkhın, delili Kur'an-dan olmıyan hiçbir bölümü yoktur.
Sünnetse onu açığa çıkarır,» demektedir.1086
Kur'andaki bütün ahkâmın vaz'ı üç ana esas üzerine tesis edilmiştir ki bunlar,
güçlük ve meşakkatin ortadan kaldırılması, tekliflerin az oluşu ve tedrici
olarak ahkâm vaz'ıdır. Birinci kısımda temas ettiğimiz meşakkatten maksat insan
gücünün aşamıyacağı veya çok zor aşacağı bir meşakkattir. Yoksa, mu'tad bir
meşakkat şer'an meşakkat sayılmaz. Meselâ, sabah namazı için soğuk bir su ile
abdest alarak camiye gitmek gibi. Zaten teklif, külfet ihtiva eden bir şeyin
talebinden ibaret olduğuna göre her işte az veyra çok mutlaka bir meşakkat
vardır. Fakat islâmiyetin getirdiği hükümlerin hiçbiri insanı fazlasiyle gayret
sarfetmeye sevkederek onu yıpratan şeyler değildir. Hz. Peygamber bu sebeple,
iki şey arasında muhayyer kılındığı zaman günah olmadıkça daima kolay olanını
tercih ederdi. 1087
Allah size kolaylık diler, size güçlük istemez. ayeti 1088ile,Din (işlerin) de
üzerinize hiçbir güçlük de yüklemedi. -ayeti1089 bu hususa işaret etmektedir.
Benzeri müteaddit ayetler vardır. Şu halde kesin olarak ifade edilebilir ki
meselâ beş vakit namazın edasında hiçbir güçlük yoktur. Bununla beraber hasta
olanlar için daha da tahfif cihetine gidilerek oturdukları yerde kılmalarına
bile izin verilmiştir. Netice itibariyle ahkâm'ı şer'iyyede tahfif bulunan
yerler yedi kadardır. Bunlar, bir özür bulunduğu zaman ibadetlerin düşmesi,
farzların eksik edâ edilmesi, be-deliyet, takdim, te'hir, tağyir ve terhistir.
Güven bulunmadığı zaman farz olan haccm sükutu, yolculuk namazı, teyemmüm,
Arafat ve Müzdelifede cem', korku anında namazın değiştirilmesi ve boğazda kalan
bir lokmadan dolayı ölme tehlikesiyle karşı karşıya kalındığı zaman başkası
yoksa çok az bir içkinin içilebileceği, müretteb lef ve ııeşr usulüne göre birer
misal olarak alınabilir.
Kur'an'm insanlara farz kıldığı şeyler çok azdır. O derece ki insan kısa bir
zamanda öğrenmesi gereken şeyleri öğrenebilir. Kur'andaki
Ey iman edenler. Allah'ın afvettiği şeyleri - ki eğer size açıklanırsa ve siz
bunları Kur'an inerken sorub da hükmü kendinize izhar edilirse fenanıza
gidecektir - sormayın. Allah çok yarlığayıcıdır, cezada da aceleci değildir-
âyeti 1090sarih olarak fazla şeyler sorulmamasmı emretmektedir. Çünkü ne kadar
çok soru sorulursa ahkâm da o kadar artacak ve çoğalacaktır. Böylece bizler
ahkâm çokluğundan dolayı onların ifasından aciz kalacağız.
Tedrici olarak ahkâm vaz'ma gelince bilindiği gibi islâmm ilk geldiği zamanlarda
Araplar her şeyi mubah görme yönünden büyük bir hürriyet içerisinde
bulunuyorlardı. Bu bakımdan Allah, vaz edeceği hükümlerin hepsini de birdenbire
indirmeyerek tedrici olarak göndermiştir. İçkinin yasak edilişinde takip edilen
usul bu kısmın en güzel örneklerinden biridir. Çünkü ilk olarak içkinin haram
olduğuna temas edilmeyip onda bazı menfaat ve günahların bulunduğuna, fakat
günahının menfaatinden daha çok olduğuna işaret edilmiştir, ikinci defasında
sarhoşken namaza yaklaşılmaması emredilmiş üçüncü ayetle de içkinin haram olduğu
kesin bir üslupla izah edilmiştir. Bu âyetleri iniş sırasına göre şu şekilde
sıralayabiliriz.
Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: «Onlarda hem büyük günah
hem insanlar için faideler vardır. Günahları ise faidelerinden daha büyüktür.
1091
Ey iman edenler, siz sarhoşken, ne söyleyeceğinizi bilinceye ye cünüp iken de -
yolcu olmanız müstesna -ğusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. 1092
Ey iman edenler, içki, kumar (tapmıya mahsus) dikili taşlar, fal okları ancak
şeytanın amelinden birer murdardır. Onun için bunlardan kaçının ki muradınıza
eresiniz. 1093
Müslümanlar adet bakımından zayıf ve az oldukları bir zamanda acihetine gitmekle
emrolunmuşlardır. Habibim) sen (güçlüğü değil) kolaylığı (sağlıyan yolu) tut.
İyiliği emret. Cahillerden yüz çevir.- ayeti 1094ile daha başkaları bu hususun
bariz de-lillerindendir. Fakat müslümanlarm kuvvetlenmelerinden sonra zaferin
tadını tatmaları için savaşa izin verildi Kendileriyle mukatele edilen (ya'ni
düşmanların hücumuna uğruyan mü'min) lere, uğradıkları o zulümden dolayı,
(bilmukabele harbe izin verildi. Şübhesiz ki Allah onlara yardım etmiye elbette
kemâliyle kaadirdir. ayeti 1095 açıkça bu manaya delâlet etmektedir.1096
b) Sünnet :
Malum olduğu üzere sünnet, kavi, fi'l ve takrir olarak Hz. Peygamberden
nakledilen şeylerdir. Kur'andan sonra ikinci derecede fıkhın kaynağı sünnetdir.
Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasak etdiyse ondan da sakının.
Allahdan korkun. Çünkü Allah(ın) azabı çetindir.-ayeti1097 sünnetin ikinci bir
kaynak olduğunu belirten kat'i bir nasdır. Haddi zatında Kur'an ve hadis birer
kaynak olarak birbirlerinin aynıdırlar, biri diğerinden ayrılmaz. Hz.
Peygamber'e itaat Allaha itaat demektir. Bunu Kim o peygamber'e itaat ederse
muhakkak Allah'a itaat etmişdir. Kim de yüz çevirirse, zaten seni onların başına
bekçi göndermedik ya.-ayetinden1098 gayet açık olarak anlamış bulunuyoruz.
Sünnet, Kur'amn ilk mübeyyini ye izah edicisidir. Bu beyanı üç kısımda mütalaa
etmek mümkündür. Birincisi beyanü't-takrirdir ki bir ayetin manasını te'yid ve
takviye etmek gayesiyle varit olur. Meselâ, Hz. Peygam-ber'in Ramazan aymm
görülmesiyle oruç tutulacağı ve yine ayın görülmesiyle iftar yapılacağına dair
hadisi, Öyleyse içinizden kim o aya erişirse (hazır olur, müsafir olmazsa) onu
(orucunu) tutsun.. ayetineleki 1099hükmü te'yid ve takviye ile takrir
etmektedir. İkinci beyan, beyanü't-tefsirdir. Bu nevi beyanlarda Kuı'anm mücmel
ve bazı müşterek lafızları izah edilir. Meselâ namaz, zekât ve hac gibi
ibadetler Kur'-anda mücmel olarak zikredilmiştir. Bunların ne rüknlerinden ve
nede vakitlerinden mufassal olarak bahsedilmiş değildir, işte bunları ve
benzerlerini bize beyan eden Hz. Peygamberdir. Aynı şekilde bazı müşterek
lafızlar da bizzat Hz. Peygamber tarafından beyan ve izah edilmiştir. Meselâ bir
müşterek kelime olan lafzının hayz manasında olduğunu Hz. Peygamber'in izah ve
tefsirinden anlamış bulunuyoruz. Beyanın üçüncüsü beyanü't-tebdil-dir. Buna bir
nevi nesh de diyebiliriz. Çünkü mütevatir bir haberle Hanefî görüşlü kimselere
göre Kur'amn neshi caizdir.
Hadisin değeri bu kadar büyük ve önemli iken ondan sarfı nazar ederek doğrudan
doğruya Kur'andan hükümler çıkarmaya kalkışmak asla mümkün değildir. Imran b.
Husayn'ın (Ö. 52/672) yanında bulunan bir kimse söz arasında hadisten istiğna
edebileceğini söylemişdi. Imran ona «Sen ahmak bir insansın. Allah'ın kitabında
öğle namazının dört rek'at olduğunu ve cehren kıraat yapılamıyacağım
görüyormusun?» diyerek onu azarlamıştı.1100
c, d) icma' ve ,Kıyas :
Bilindiği gibi bütün ahkamı şer'iyye Hz. Peygamber zamanında Hz. Peygamber'in
bizzat kendisinden almıyordu. Fakat Hz. Peygamber ahirete irtihal ettikten sonra
birçok hadiseler vukubuldu. Bu hadiselerin Kur'an ve hadislerde de hükümleri
sarahatan belirtilmiş değildi. Bu meseleler hakkında hüküm vermek ve onları
karara bağlamak lazım geliyordu. İşte bu sebeple yapılan çalışmalardan İslâm
fıkhına iki kaynak ilâve edilmiş oldu ki bunlar icma' ve kıyasdı. İcma' ve
kıyasın ne zaman neş'et etmiş oldukları hususunda bazı fikir ayrılıklarına
raslıyoruz. Sayın Dr. Yusuf Musa'nın da benimser göründüğüne göre bu iki kaynak
ashab devrinde hayat bulmuştur. 1101Yemen'e gitmek üzere hazırlanan Muaz b.
Cebel ile Hz. Peygamber arasında geçen konuşmadan da bu neticeye varmak
mümkündür sanırım.
Fıkh ilminin hayatı incelenecek olursa Hz. Peygamber'den sonra bir hayli
gelişmiş olduğu göze çarpar. Çünkü Hz. Peygamber'in ve ashabının hayat tarzları
ile kendilerinden sonra gelen müslümanlann yaşayışları arasında birçok
değişiklikler vukubulmuştur. Bilhassa İslâm dininin doğuda ve batıda
alabildiğine yayılmaya başlaması üzerine yeni yeni meseleler ortaya çıkmış örf
ve adetler çoğalmıştı. Bütün bu yenilikler İslâm fıkhından hükümler istiyordu.
Hz. Peygamber'den nakledilen hükümler bu yeniliklere cevap verebilecek durumda
değildi. Bütün bunlar icma' ve kıyasın gelişmesine vesile oluyordu. Böylece
tabiin arasında re'y ve hadis medreseleri doğdu. Bunların birincisi Irak'da
ikincisi de Hicazda bulunuyordu. Bütün bu cereyanlara karşı umumi olarak fıkh
ilmi gelişme yolundaydı. Tabiin de kendi zamanlarında karşılaştıkları ve ashab
zamanında vukubulmamış müteaddit meseleleri bu sebeple ele almak mecburiyetini
hissettiler. Etbaü't-ta-biin zamanı ise çok daha geniş hadise ve olaylarla dolup
taştı. Haddi zatında sahabe ve tabiine has bir devir olmadığı gibi
etbaü't-tabiine mahsus bir zaman da yoktur. Çünkü tabiin devrinde
etbaü'-ttabiinden birçoklarının mevcut olduğu gibi sahabe devrinde de tabiinden
bir çoğu hayatta idi. başlad" tunlde aleni olarak faaliyet göstermeye de elde
etmiştir.1102
2- Hüküm İstinbat!
Yönünden Kur'an Tefsiri :
okunduğu zaman derhal onu dinleyin, susun. Tâki1103 (Allah'ın rahmetiyle)
esirgenmiş olasınız.- Abdullah b. Mes'ûd bu ayete istinaden her hangi bir imama
iktida eden kimsenin artık bir şey okumaması lazım geldiğini söylemiştir. 1104
Umumi olarak bu meselede üç ayrı fikirle karşı karşıya bulunuyoruz. Bunlar,
cehri namazlarda okunmaması lazım geldiği, 1105 bütün namazlarda okunması
gerektiği 1106ve nihayet sirri namazlarda okunup cehrilerde okunmamasmın lüzumlu
olduğudur. 1107 Rivayete göre Hz. Peygamber namazda okurken gerisinden de
okuyanlar olmuş ve ses karışması hasıl olmuştu. Bu sebeple mezkûr ayet nazil
oldu. 1108İmama iktida edildiği zaman hiçbir şey okunmayacağını ifade eden
müteaddit hadisler vardır. 1109aits 1110 ve hadisi 1111bunlardan üçüdür.
Abdullah b. Mes'ûd namaz kıldırdığı bir sırada kendisine iktida edenlerden
okuyanlar olmuştu. Abdullah bunu hoş karşılamadı ve onlara dedi. 1112Abdullah b.
Mes'ûd'un bu fikrine Ali, İbn Abbas, Ebu'd-Derdâ', Ebû Said el-Hudrî, İbn Ömer,
Zeyd b. Sabit ve Enes de muvafakat etmektedirler. 1113 Bütün bunlar
muvacehesinde Abdullah b. Mes'ûd'un bir imamın arkasında okuduğunu bildiren
rivayetin sıhhatinden şübhe etmek gerekir. 1114Abdullah b. Mes'ûd kıraat
hususunda diyor ki: «Ashab namaz kılarken Hz. Pey-gamber'in arkasında okurlardı.
Rasûlüllah dedi. 1115 Şu halde Abdullah, ayetdeki kelimesinin manasını şümullü
bir şekilde ele almış ve tahsisi cihetine gitmemijir. (en-Nisâ' 43) Yahud da
kadınlara dokunub da bir su bulamazsanız o vakit temiz bir toprağa teyemmüm
edin. - Cünüb olan bir kimsenin teyemmüm edip edemiyeceği as-hab arasında
ihtilaflı bir konudur. Ali, Abdullah b. Abbas bunun caiz olduğunu
söylemişlerdir.1116 Abdulldh b. Abbas ve Ali'nin bu fikirlerine karşı Ömer ve
İbn Mes'ûd cünüb olan bir kimsenin teyemmüm yapamıyacağı kanaatindedirler. 1117
Bu ihtilâfın sebebi kelimesine raci bulunmaktadır. Ali ve İbn Abbas bu kelimenin
manasını cinsi yakınlıkla tefsir etmişlerdi. 1118 İbn Mes'ûd ve Ömer ise bunun
el ile dokunmak manasında olduğu kanaatindedirler. 1119Bu durumda, cünüb olan
bir kimse Abdullah b. Mes'ûd'un görüşüne göre teyemmüm yapamıyacaktır. 1120Fakat
Hanefi taraftarı fıkh bilginleri bu meselede İbn Abbas ve Ali'nin görüşlerini
tercih etmişlerdir. Abdullah b. Mes'ûd'un anlayışına göre eli ile kadına dokunan
bir kimsenin abdesti de bozulmuş olacaktır. 1121
kelimesinin ilk karşımıza çıkan manâsı el ile dokunmaktır. Fakat bazan cinsi
yakınlıktan da kinaye olarak kullanılır. el-Cevherî, bu mânâları şu şekilde
anlatır1122
Bu meselede İbn Abbâs ve Ali'nin görüşleri daha kuvvetlidir. Çünkü lügat
bakımından kelimesi kadına izafe edildiği zaman cinsi yakınlık manasını ifade
eder. Meselâ Arap bu yakınlığı belirtmek isteyince manâsında1123Ayrıca malum
olduğu gibi den dir. Bu veznin en bariz hususiyetlerinden biri de iki şey
arasında iştirak teminidir. Buna göre ayetdeki kelimesini de bu yönden anlıyarak
karşılıklı bir dokunma manâsını kabul etmek gerekir. Bu da mezkûr yakınlıktır.
Bunlardan başka el-Cevherî'nin de belirttiği gibi ve l aynı manayadırlar.
O, benim nasıl bir oğlum olacakmış, dedi, (evlenip de) bana bir beşer
dokunmamıştır.- ayetinde ise 1124kelimesi cinsi yakınlık karşılığında
kullanılmıştır 1125de aynı anlama geldiğine göre ,, V nin de cinsi yakınlıkla
tefsiri daha uygun olur. Bundan başka Hz. Peygamber'in, hanımlarından bazılarını
öptüğü ve daha sonra da abdest almadan namaza gittiği rivayet edilmektedir1126Bu
delil nin cinsi yakınlık mânâsına olduğunu göstermektedir.
(el- Bakara 228) Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç hayız ve temizlenme
müddeti beklerler (beklesinler)-Bu âyette beyan edilen iddet gayet sarih ve
vazıhtır. Fakat buradaki », kelimesinin şer'i tabiriyle hayz mı yoksa tuhr mu
olduğu ihtilaf konusudur. Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali, İbn Mes'ûd, İbn Abbas,
Ebû'd-Derdâ bu kelimenin hayz mânâsına geldiğine taraftar olmuşlardır 1127Zeyd
b. Sabit, Abdullah b. Ömer ve Aişe ise bu kelimenin temizlik manasında olduğunu
beyan etmişlerdir. 1128 Bilindiği gibi kelimesi ezdaddandır. 1129 Şu halde hem
hayz ve hem de temizlik manasında kullanılabilir. 1130 Hayız manasında
kullanılmış olduğunun en büyük delili Hz. Peygamber'in hadisidir. 1131Malum
olduğu gibi kadın, namazını hayızlı olduğu günlerde terkeder. Şu halde buradaki
demektir. Temizlik manâsı ise yine Hz. Peygamber'in Abdullah b. Ömer için
söylemiş olduğu l^ika hadislerinden 1132 anlaşılmaktadır. Buradaki
te'vilindedir.
Abdullah b. Mes'ûd'un kelimesini hayz manâsında tefsir etmesi, kitap, sünnet ve
akli delillere dayanmaktadır. Bu meselenin Kur'andan ilk delili yukarda
zikretmiş olduğumuz ayettir. Bu ayetde üç ile iddet beklenmesi emredilmektedir.
Eğer bu kelime temizlik manâsında alınacak olursa o zaman iddetin iki temizlik
ve üçüncünün de bir kısmı olması lâzım gelir. Çünkü talağm vaki olduğu temizlik,
geri kalanı dan sayılacaktır. Halbuki «ü M? kelimesi muayyen bir adedin ismidir.
Muayyen bir adede-mevzu olan kelime ise daha aşağısında kullanılmaz. Böylece
ayetle amel edilmemiş olur. Halbuki bu kelimenin manâsını hayız olarak kabul
edersek id-det tam üç hayız olarak yerine getirilmiş olur. Hac (ayları) bilinen
aylardır. - ayetiyle 1133iki ay ve üçüncünün de bir kısmının kasdedilmiş olduğu
nazarı itibara alınarak, burada da iki ve üçüncünün de bir kısmının kasdedilmiş
olduğu ileri sürülemez. Çünkü kelimesi cemi bir isimdir ve adede de mukarin
olmamıştır. Bu bakımdan hiçbir suretle hasr ifade etmez. ise adetle tahdit
edilmiş ve sınırlandırılmıştır. Bu asla binâen cümlesini iki kimseye hamletmek
mümkün değildir. Halbuki diyerek iki kişiyi kasdetmek mümkündür.
Hanefi görümlü fıkh bilginleri Abdullah b. Mes'ûd'un fikrine ittiba etmişlerdir.
Bu mesele fıkh ve usûl kitaplarında geniş bir şekilde ele alınmış ve izah
edilmiştir. 1134i Burada daha fazla üzerinde durmak lüzumunu hissetmiyoruz.
(en-Nisâ' 23) Ve iki kız kardeşi birlikde almanız da (keza haram edildi.) -
Abdullah b. Mes'ûd, mülkü yeminle de olsa iki kız kardeşin bir nikahla birarada
bulundurulamıyacağını söylemiştir. 1135i Bu fikir Ömer, Ali, Abdullah b. Ömer,
Ammar ve Zeyd b. Sabit tarafından da benimsenmektedir 1136i Sahabeden bazıları
ise demişlerdir 1137i Bunlara göre haram kılan ayet yukardaki, helâl kılan ayet
de. (Harb esiri olarak) sağ ellerinizin malik olduğu kadınlar (mülk-i yemininiz
olan cariyeler) müstesna olmak üzere diğer bütün kocalı kadınlar (la evlenmeniz
de size haram edildi.) -kavlidir 1138i Bu meselede en çok nazarı dikkatimizi
çeken şey helâl ve haramın içtima ettiği bir yerde Abdullah b. Mes'ûd'un haramı
tercih etmiş olmasıdır. Abdullah'ın bu tutumu daha sonra gelen fıkh bilginleri
tarafından ele alınmış ve ortaya şeklinde bir fıhkî.' kaide çıkmıştır.1139 Bu
duruma göre iki delil tearuz etse ve bunlardan biri tahrim ikincisi de ibaha
iktiza etse tahrim iktiza edeni takdim edilir. 1140 Hz. Osman'a bu mesele
sorulunca Osman, tahrim ayetini tercih ettiğini söyledi. 1141 İbn Nüceym (Ö.
970/1563) bu davranışın ihtiyatdan ileri geldiğini söyledikten sonra, 1142 bir
çok mesele zikrederek yukardaki kaideyi İ2 ah etmiştir. 1143 Bu husufta
el-Cassas'm da kayda değer izahatı vardır. 1144
B-Lügat İlmi
1-Ayetleritı Lügat Yönünden
Tefsiri :
Bundan önce Abdullah b.Mes'ûd'un lügat bilgisine temas etmiş ve müteaddit
örnekler de vererek onun, Arap diline olan vukufiyetiııi belirtmeye çalışmıştık.
Burada da, Abdullah'ın ayetleri lügat yönünden tefsirine bazı misâller verecek
ve konuya ışık tutmaya çalışacağız.
Abdullah b. Mes'ûd'un, ayetleri lügat yönünden tefsirine bakılacak o-lursa daha
çok müfredat tefsiri üzerinde durduğu görülür. Bunun yanında ayetleri umumî
olarak tefsir ettiği de vakidir. Kendisinden gelen rivayetlerde bu hususu bariz
bir şekilde görmekteyiz. Abdullah b. Mes'ûd yalnız sözle izah ve beyandan başka
bir kelimenin anlamını belirtmek için hissi bazı örnekler de vermiştir. Meselâ,
Küfe'de hazinedarlık görevini ifa ederken kendisine ed-Duhan suresinin (76) mcı
ayetinde geçen Jjil kelimesinin manâsı sorulmuştu. Abdullah biraz altın ve
gümüşü erittikten sonra bunun kelimesinin manâsına en yakın örnek olduğunu beyan
etti. 1145 Şimdi Abdullah b. Mes'ûd'un Kur'andan bazı müfredatı lügat yönünden
tefsirine birkaç örnek verelim.
(el-Bakara 2) takva sahipleri için doğru yolun ta kendisidir - Abdullah b.
Mes'ûd bu ayetdeki kelimesini jy ile tefsir etmiştir. 1146bn Abbas da aynı
kanaattedir 1147Ancak gerek İbn Mes'ûd ve gerekse İbn Abbas kelimesini hakiki ve
ilk hatıra gelen manasiyle tefsir etmiş değillerdir. Çünkü haddi zatında, isal
şart olmamakla Taber delâlet etmekten, yâni doğru yolu göstermekten ibarettir.
Arap bu münâsebetle tabirini kullanır.1148 Fakat takva sahipleri zaten
gösterilen yolda olduklarından manâ, Kur'an takva sahipleri için hidâyet üstüne
hidâyettir, demek olur. il-yü kelimesinin dalâletten doğru yola sevk manası ise
ayette mevzu bahis değildir. Çünkü temas edildiği gibi takva sahipleri Allah'ın
gösterdiği yoldadırlar. Onların bu halde tekrar doğru yola iletilmeleri
düşünülemez. Bu bakımdan İbn Mes'ûd
kelimesini jy lafzıyla tefsir etmiştir. Kur'anda bu isti'malin örneklerine
raslamak mümkündür. Meselâ, Ey iman edenler, Allah'a, Onun peygamberine ve gerek
o peygamberine ayet ayet indirdiği kitaba gerek daha evvel indirdiği kitaba iman
(da sebat) edin. - ayetinde 1149iman edenler hakkında emir sigasiyle
denilmiştir. Bu ayetle muhataplardan tekrar iman etmeleri istenemiyeceğine göre
matlub olan mütekâmil bir iman ve bu imanda sebattır.
(el-Bakara 3) :O takva sahipleri ki onlar ğaybe inanırlar. - Abdullah b. Mes'ûd
bu ayetdeki demektedir 1150Haddi zatında «Ğayb» lügatte bir şeyin gözden
gizlenmesi ve gözden gizli kalan şey demektir. Sonra, duygulardan ve insan
ilminden gizli kalan şeyler hakkında kullanılmıştır. Tabiidir ki bu, Allah'a
göre değil insanlara nisbetledir. Şu halde Abdullah b. Mes'ûd'un bu ayetde
tefsir ve izah etmek istediği ğayb, duygularımızın içine girmeyen, akıl
vasıtasiyle de bilinemiyen ve ancak peygamberlerin haberiyle ma'lum olan şeydir.
(el-Bakara 10) : Kalblerinde bir meraz vardır onlarm-Abdullah'm, bu kelimesini
«ili ile tefsir etmiş olduğunu görüyoruz 1151 Bu sebeple lügat kitaplarında da
böyle bir kayda raslıyoruz. Lisânü'1-Arap sahibi bu kelimeyle ilgili olarak
demektedir. 1152
(el-rBakara 30) Biz senin hamdinle teşbih ve takdis edip dururken (orada
bozgunculuk edecek, kanlar dökecek kimse mi yaratacaksın?) Bu ayetde zikredilen
kelimelerinin tefsirinde bazı fikir ayrılıkları görüyoruz. Başta Abdullah b.
Mes'ûd olmak üzere terkibi birçoklarmca şeklinde izah edilmiştir 1153Çünkü
kelimesi Arap. dilinde mânâsında da kullanılmaktadır. Meselâ şair A'şâ'nm (Ö.
7/629)
beytindeki lafzından kasdedilmiş olduğu söylenmektedir 1154Bundan başka Haydi
akşama girerken, sabaha ererken Allah'ı tenzih (ve teşbih) edin (namaz kıhn) -
ayetinde de 1155 aynı manâyı müşahede etmekteyiz. Aynı şekilde Eğer çok teşbih
edenlerden olmasaydı. - ayetindeki 1156lafzı da manâsında izah edilmiştir. 1157
(el-Bakara 177) Sıkıntıda ve hastalıkta ve muharebenin kızıştığı zamanlarda
sabr-u metanet gösterenler-Abdullah b. Mes'ûd bu ayetdeki kelimesini kelimesini
de yani hastalıkla tefsir etmiştir. 1158 Bu hususta Abdullah'dan gelen başka
rivayetler de vardır. Meselâ diğer bir rivayetde açlık ve da hastalıkla izah
edilmektedir. 1159Bütün bunlardan sonra el-Cevherî kelimesini daha geniş ve
şümullü bir anlamla tefsir ederek demektedir (1160 Bu durum karşısında Abdullah
b. Mes'ûd'un, mezkûr kelimenin manâları arasından birinin tahsisi cihetine
gitmiş olduğunu söyliyebi-liriz. Abdullah b. Mes'ûd ayetdeki kelimesini de Jt«!l
ile tefsir etmiştir1161Bununla beraber bazı lüğatçılar bu kelimeyi şeklinde izah
etmişlerdir. Meselâ el-Cevherî bu kelimeye diyerek lemas etmektedir. 1162
Bu konuda, elimizde mevcut pekçok örnek arasından aldığımız şu birkaç misâlle
iktifa edeceğiz. Bütün örneklerin tetkikinden, Abdullah b. Mes'ûd'un ayetlerin
müfredatı üzerinde büyük bir hassasiyetle durduğu anlaşılmaktadır.
Yukarda Abdullah b. Mes'ûd'un, ayetleri bazaıı müfredatına temas etmeden umumi
olarak tefsir etmiş olduğundan bahsetmiştik. Şimdi bu hususla ilgili birkaç
örnek üzerinde duralım.
(en-Neml 12) Elini koynuna sok da Fir'avne ve kavmine (göstereceğin) dokuz
mu'cize içinde o, kusursuz, bembeyaz olarak çıkıversin. Şübhesiz ki onlar
fasiklar güruhudur. - Abdullah b. Mes'ûd bu ayetin tefsirine temas ederken
müfredatı üzerinde durmamış fakat «Hz. Musa Fir'avne giderken üzerinde yünden
bir cübbe vardı» demekle iktifa etmiştir.1163
(el-Mü'minun 104) ( Cehennemin ) ateş (i) yüzlerine vurup yakacak, orada onlar,
dişleri sırıtıp, kalacakdır. -Abdullah b. Mes'ûd bu ayetin tefsirine lemas
ederken müfredatı üzerinde hemen hemen hiç durmamış ve cehenneme girenlerin
yüzlerinin ateşten yanacağını ve (tıpkı ütülmüş bir baş gibi) dişlerinin sırıtıp
kalacağım söylemiştir. 1164
(es-Secde 17) Artık onlar için yapmakta olduklarına bir mükâfat olarak, gözlerin
aydın olacağı (nimetlerden) kendilerine neler gizlenmiş bulunduğunu kimse
bilmez.-Abdullah b. Mes'ûd bu ayetin tefsiriyle ilgili olarak «Tevratda, Allah,
gece namaz kılmak için yataklarından kalkanlara, gözün görmediği, insan kalbinin
hatırlamadığı, kulakların duymadığı ve Allah'a yakın bir meleğin bile işitmediği
nimetler hazırlamıştır.» demiş ve bu manânın mezkûr ayetde gizli bulunduğuna
işaret eimiştir. 1165
Bunlarla beraber Abdullah b. Mes'ûd bir çok ayetde, bu ayetlerin ihtiva ettiği
ve haddi zatında izaha muhtaç müfredatın tefsirine de temas etmemiştir.1166
NETİCE,
Uzun müddet cehalet ve dalâletin karanlıkları arasında kıvranan insanlara Allah
(G.G.), Hz. Muhammed (S.A.V.) i gönderdi. Bu yeni bir devrin başlangıcı demekti.
Cebrail, Hz. Peygamber'e zaman zaman ayetlerle iniyor, O da kendisine Allah
tarafından nazil olan bu ayetleri olduğu gibi okuyor ve tebliğ ediyordu. Bütün
ayetlerin Hz. Peygamber tarafından açıklanması pek lüzumlu değildi. Çünkü,
Kur'an ayetleri arasında mânâ yönünden gayet vazıh ve açık olanları vardı.
Ayrıca bazı ayetler bazılariyle de tefsir -edilmekteydi. Bununla beraber Hz.
Peygamber sarih ayetlerde de belirtildiği gibi Kur'an'ı tefsir etmek ve onu
halka açıklamakla Allah tarafından görevlendirilmişti. Türlü güçlükler
içerisinde Hz. Peygamber kendisine tevdi edilen bu görevi tam olarak yerine
getirdi ve tebliğ edilmesi istenen her şeyi tebliğ etti. Böylece, muayyen bir
zaman sonra din tamam olmuş ve Pey-gamber'in vazifesi de sona ermişti. Artık
dinin tekâmül devri bitmişti. Kısa bir müddet sonra Hz. Peygamber ahirete
irtihal etti. O'nun müslümanlar arasından ayrılmasıyla vahy kesilmiş ve
Cebrail'in ayetlerle yeryüzüne inmesi son bulmuştu.
Bir gün diğerine uymuyor, yeni yeni hadiseler zuhur ediyordu. Sahabe,
karşılaştıkları müşkiller karşısında ilk olarak Kur'an'a müracaat ediyorlar ve
onda aradıklarını bulmaya çalışıyorlardı. Bunda muvaffak olmadıkları zaman da
Hz. Peygamber'in sünnetine başvuruyorlardı. Fakat öyle meseleler doğmuştu ki
bunların halli için ne Kur'an ve ne de sünnetde hiçbir hüküm yoktu. Mutlaka
halledilmesi gereken bu meseleleri çözebilmek için sahabe, her halde bir çare
bulmalılardı. Böylece kıyas ve re'y ortaya çıktı. Zâten Hz. Peygamber zamanında
başlamış olan bu iki esas, O'nun vefatından sonra böylece kuvvet buluyordu.
Bazı ayetlerin tefsiri bizzat Hz. Peygamber'in kendisinden duyulmuş olduğundan
bu nevi ayetlerde içtihada mecal yoktu. Fakat Hz. Peygamber'ir tefsir ve izahına
temas etmediği ayetler de vardı. Sahabe, Hz. Peygamberden tefsir ve izahı
nakledilen ayetler yanında diğerleri hakkında da muhte lif kaynaklara başvurarak
çalışmalar yapıyorlardı. Böylece re'y tefsirinin te meli atılmış oldu. Bu
başarılı çalışmalar neticesinde sahabe arasından tefsi: sahasında üstün kişiler
göründü. İbn Abbas Hz. Peygamber'in duası bereke tiyle Kur'an'm tercümanı
unvanını kazandı. Onu çok yakından Abdulla b. Mes'ud takibetti.
Abdullah b. Mes'ûd büyük bir fıkh bilgini ve herşeyden önce Alla kelâmım en iyi
bilen büyük bir müfessirdi. Müteaddit ayetlerin tefsirini bi; zât Hz.
Peygamber'den duymuş, birçoğunda da aklî çalışmalar yaparak izal larda
bulunmuştu. Dilediği zaman Hz. Peygamber'in yanma izinsiz olare girebilme
müsadesi bulunan Abdullah b, Mes'ûd îbn Abbâs'dan sonra tefsir sahasında ismi
zikredilecek ilk sahabidir. Abdullah, Allah'ın kelâmını en iyi bilen bir insan
olduğunu yemin de ederek müteaddit defalar beyan etmişti. Hattâ bu sahada
kendisinden daha bilgili biri olsaydı devesine binip ona kadar giderek ilim
öğreneceğini bile söylemişti.
Abdullah b. Mes'ûd, henüz hayatda iken Irak'da tefsir medresesinin temelini
atmış bulunuyordu. Fıkh ilminde olduğu gibi tefsirde de re'ye önem veren
Abdullah'ın bu medresesinde yüzlerce ilim adamı yetişmiş, seçkin kimseler
doğmuştu. Tefsir ilmi daha sonraki nesillere bunlar vasıtasıyla aktarıldı ve
değişik merhalelerden de geçerek günümüze kadar gelip ulaştı. Abdullah b. Mes'ûd
ve daha başkalarının verimli çalışmaları fuayesinde muhtelif yerlerde tefsir
medreseleri kuruldu. Sahabe, Hz. Peygamber'den duydukları her şeyi yeni nesle
olduğu gibi aktarmaya başladılar. Fakat zamanla gelişen olaylar, fitneler ve
ilmî hareketler her şeyde olduğu gibi tesirini tefsirde de gösterdi. Çeşitli
fırkalar kendi lehlerine tefsir ilminden yararlanma çabasına düştüler. Böylece
tefsir nev'i çoğalmış oluyordu. Mezheb ve fikir ayrılıklarının müslümanlar
arasında gelişmesi neticesinde tefsir ilmi de çeşitli merhalelerden geçti.
Kur'an'ın tefsiri hakkında herşey söylenip bitmiş değildir. Öyle zamanlar
gelecek ki Kur'an ayetleri modern ilmin muvacehesinde daha çok vuzuha kavuşacak
ve belki de hatalı olarak anlaşılmış bulunan bir ayet, zihinlerde tekrar
canlanacaktır. Sahabenin ve onları takip eden kimselerin bazı ayetleri
anlıyamamış olmalarını da tabiî olarak karşılamak gerekir.
Gelecekte, tefsir ilminin daha çok genişliyeceğini ve modern ilmin, Allah
kelâmından anlaşılmayan bazı kısımları daha güzel bir şekilde açıklayacağım
kuvvetle ümit etmekteyiz.1167
==========================================================================
BİBLİYOGRAFYA
==========================================================================
el-Kur'anü'l-Kerim.
Abdu'l-Hamîd Mukammed Muhyi'd-dîn; el- Ahvalu ş-şahsiyye, Mısr, 1958. Ahmed Emin
: Fecru'l-îslâm, Mısr, 1955. Dtıha'l-îslâm, Mısr, 1964: Zuhru'l-lslâm, Mısr,
1962.
Ali el-Karî : Mirkctü'l-mefatıh şerhu mişkati'l-mesâbih, Kahire, 1309. el-Alûsî,
Ebû'1-fadl Mahmûd : Ruhu'l-maanî fi tefsiri'I Kar'ani ve' s-seh'il-mesârii,
Mısr, 1301. el-Amirî, Imadü'd-dîn Yahya b. Ebî Bekr : Behçetü'l-mahafil ve
huğyetü'l-emasil fi
telhisi1-mu' cizatı ve's-siyeri ve' ş-şemail, 1331. el-Askalânî, İbn Hacer
Şihabu'd-dîn Ahmed : el-İsahefi temyizi's-sahabe, Mısr,1939.
Tehzibu't-tehzib. Haydarabâd, 1326.
el-Aynî, Bedru'd-dîn Mahmûd b. Ahmed : Umdefii l-karî fi şerhi
sahihi'I-Buharı,İstanbul, 1308.
el-Bakıllânî, Ebû Bekr Muhammed : Î'cazü'l-Kur'an, Mısr, 1963. Başmîl, Muhammed
Ahmed : öazveiü Bcdr el-Kübrâ, Mısr, 1964. el-Belâzürî,Ahmet b. Yahya :
Ensabü'l-eşraf, Mısr, 1959. el-Bennâ, Ahmed Abdurrahman : el-Fethu r-Rabbanî maa
muhtasari şerhihî bulûgi'l-emani, Mısr, 1373.
el-Beydavi, Ebû Saîd Abdillah b. Ömer ; Envaru't-tenzil ve esraru't-te-vîl,
İstanbul, 1296. el-Buharî, Ebû Abdillah Muhammed b.İsmail, Sahihu' l-Buharî
İstanbul, 1315.e'- Edebü'l-miifred, Kahire, 1375-
el-Buharî, Abdu'1-Azîz b. Muhammed : Keşfu'l-esrar ala ıısııli'l-Bezdevi, 1307.
el-Câhız, Ebû Osman Amr b.Bahr: el-Beyanu vet-tebyîn, Mısr, 1960 el-Cassas, Ebû
Bekr Ahmed b.A\i:Ahkamü'l-Kur'an, İstanbul, 1335. Cerrahoğlu Doç. Dr.
İsmaihKur'an tefsirinin doğafu ve buna hız veren amiller,
Ankara, 19 68. el-Cevalikî, Ebû Mansûr Mevhûb b. Ahmet: el-Muarrab
mine'l-kelâmi'l-a'cemı,
Mısr, 1942,
el-Cevherî, İsmail b.Hammâd: Tacu'l-lüğa ve sıhahu'l-Arabiyye, Mısr, 1956 Curcî
Zeydan: Tarihli adâbi'l-lüğati'l-Arabiyye, Mısr, 1957. el-Cürcanî, Ebû Bekr
Abdü'l-Kahir b. Abdirrahman: er-Risaletü 'ş-şofiye fi i'cazi'i-Kur'an' Mısr.
Dahlan, Ahmed Zeynî: Mine's-s;ratın-Nebeviyye ve'l-csari'l-Mııhammediyye, Kahire
1310,
ed-Dânî, Ebû Amr Osman b. Saîd: el-MnknV'>', Şam, 1940et-Teysîr
fVl-kırati's-seb, İstanbul 1930.
ed-Dârimî, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahman: es-Sünen, Kahire, 1966.
Ebû' 1-alâ A{ifî:et-Tasavvuf es-sevretü'r- ruhiyyetü fı'l-tslâm, Misr, 1963
Ebû Amr Halife b. Hayyat ; Kitaba' i-tabakat, Şam, 1966.
Ebû Dûvûd, Süleyman b. el-Eş' as; es-Sürten, Mısr, 1950.
Ebû Hayseme, Züheyr b. Harb; Kitabûl'-'îlm, Şam, 1385.
Ebû Nuaym, Ahmed b. Adillah el-İsfeham ; Hdyetu'l -evliya, Behrût, 1967.
Delailun-Nübüvve, Haydarâbad, 1320.
Ebû 'Ubeyd,el-Kâsım b. Sellâm: Kitâbu'l-emvâl, Kahire, 1968. Ebû Yûsuf, Ya'kûb
b. İbrahim: Kitâbu'l-ûsâr, Kahire, 1355.Kitaba'l-harâc, Kahire, 1382.
Ebû Zehre, Muhammed b. Muhammed: Ebû hanîfe,hayâtuhu ve asruh,ârânha ve fikhuh,
Mısr,I946.
el-Ahvâhı'ş-şahsi^ye, Mısr, 1957.
el-Esed, Dr. Nâsıru'd-din: Masadını ş-şi'ri'I câhiliyy ve
kıymetahâ't-târihiyye,Mısr, 1966.
el-Enbârî, Ebû Bekr Muhammed b. el-Kâsım:
Şcrhu'l-kasâidı's-seb'il-tıvâl,el-CâhiIiyyat, Mısr, 1963.
el-Ezrakî, Ebu'l-velîd Muhammed b. Abdillah; Ahbâru Mekke ve mâ câe fîhâ
minel-âsâr, Beyrut, 1969.
Fuck Johann: el-Arabiyye dirâsâtiin fi'l-lağa ve'l-lehecat ve'ı-esâlib,
(Arappaya çeviren, Abdü'l-Halîm en-neccar) Mısr, 1951.
Goldziher İ: Mezahibu't-t<fsiri 'l-îs!âmî, (Aıapçaya çeviren, Abdü'l-Halîm
en-neccar) Mısr, 1955.
el-Hafacî, Ahmed b. Muhammed: Haşiyetu ş-Şihab el-müsemmâ biinâyeti l-kadi ve
kifayeti'r-radî, alâ tefsiri'I-Bey davı, Mısr, 1283. el-Harbî. Ebû İshak:
Kitabiıl- menasik ve emakiıi turukı'l-hac ve mealimi',-cJzîre,Mısr, 1969.
Hascn, İbrahim Hasen: Züamaul-Islam, Mısr, 1953.
el-Hatîb el-Bağdadi, Ebû Bekr Ahmed: Ikiıdaû'l-ilmi'l-amel, Şam, 1385.
el-Hatîp, Muhammed Accac: es- Sünnetti kable'l- tedvin, Kahire, 1963.
el- Hemezâni, Abdu'l-Cebbar b. Ahmed: Tesbifü delaili'n-nübüvve, Beyrut. 1?'İG.
el-Hudari, Muhammed; Tarihli t-teşrii'I -tslami, Kahire, 1939.
İbn Abdi']-Ber,el-Hafız Yusuf b. Abdil-Ber: ed-Dârer fi'htisari'l-maSazi
ve'-siv-.r.
Kahire, 1966 el-Isiiab fi marifeti'l-Ashab, Mısr, 1939.
İbn Abdi Rabbih, Ebû Amr Ahmed b. Muhammedi el-lkdü'l-ferîd, Kahire-1948.
İbnü'l-Arabî, Ebû Bekr Muhammed b. Abdillah: Ahkamü'l-Kar'an, Misr, 1957.
el-Avasıma mine'l-fcavasım.
Ibn Arabî, Muh'yi-dîn: el-Fatühatii'l-Mekkiyge, Mısr, 1293.
İbnü'l-Cezvî, Ebû'l-ferac Abdurrahman: el-vefa bi ahvali I-Mustafa, Kahire,
1966.Sıfatü's-safve, Haydarabâd, 1355.
İbnü'l-Cezerî: Ebû'1-hayr şemsu'd-dîn: en-Neşra fi'l-hraâfi'l-aşr, Şam, 1345.
Ğayetii'n-nihaye fi tabakati'l-kurra, G. Bergstraesser neşri, 1932.
İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed: Kitâbû'l-lmân, Şam 1385.
İbnu'l-Esîr,Ebu'l-Hasen İzzu'd-Din Ali b. Muhammed: Usdü'l-ğabe fi ma'rifeti's-
Sahabe, Mısr, 1280. İbnü'1-Esîr Mecduddîn Ebû's-saadât el-Mubarak b. Muhammed
el-Cezerî: en-Nihaye
fi garibi'l-Hadis ve'l-eser' Mısr, 1963.
İbn Hallikân, Ebû'l-Abbas : : Vefeyâtü'l-a'yân ve enbaa ebnâi'z-zaman, Mısr,
1310. İbn Hanbel, Ebû Abdillah Ahmed b. Muhammed: el-Müsned, Mısr, 1313. İbn
Hazm, Ebû Muhammed Alî b. Ahmed: Cevamiu-s-sîre, Mısr. Mulahhasu ibtali'l kıyas
ve'r-re'yi ve'l-istihsan ve't-tâk'lîd ve't-ta'lîl,Şam, 1960.
İbn Hişâm, ebû Muhammed Âbdu'l-Melîk: es-Siretû'n-Nebeviyye, Mısr, 1936. İbn
Kayyım el-Cevziyye, Ebû Abdillah Şemsu'd-Din: l'lâmii'l-muvakkiin, Mısr, 1955.
İbn Kesîr, Ebûl-fida İsmail b. Ömer: es-Siretü'n-Nebeviyye, Kahire, 1964-1966.
Tefsir'ul-Kur'ani'l-azîm, Kahire, 1954.
el-Bidâyetû ve'n-nihaye fi't-tarih Mısr, 1932.
İbn Kuteybe, ed-Dîneverî; Kitabu'I-Maârif, İsanbul, 1300.
Kitaba te'vili muhtelifi'l-Hadis fi'r-reddi alâ a'dai'l-Hadîs, Mısr, 1326.
Tefsirn garibi'l-Kur'an, Mısr, 1958.
Te'vilü müşkül I-Kur'an, Mısr, 1954.
İbn Mâce, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezid es-Sünen, Mısr, 1952. İbn Menzûr,
Ebû'1-fadl Gemâlû'd-din Muhammed b. Mükerrem: Lisânu'l-Arab Mısr, 1300.
İbnu'n-Nedîm, Ebûl-ferac Muhammed: el-Fihrist, Mısr, 1348. İbn Nüceym,
Zeynü'l-Abidîn b. İbrahim: el-Eşbah ve'n-nâzair, Mısr, 1322. İbn Sâ'd, Ebû
Abdillah Muhammed: et,Tabakatûl-Kübrâ, Beyrut, 1957.
(Kitapda geçen «et-Tabakat» kelimesi bu kitaba işarettir. Diğer tabakat
kitapları
sarahaten zikredilmiştir.)
İbnu's-Salah, Ebû Amr Osman b. Abdirrahman Ulûmu l-Hadis Haleb, 1966. İbn
Seyyidi'n-nas: Uyunü'l-eser fî funûni'l-magazî ve'ş-jemaili ve's-siyer,
Kahire, 1356. Jeffery Arthur: Materials for the history of the text of the Kar
an, Leiden, 1937.
Jeffery Arthur neşri: Makaddimeiân fi ulûmi'l-Kur'an ve hama mukaddimetû
kitabi'l-mebani ve mukaddimetü İbn Atiyye, Mısr, 1954,
el-Kadı, Abdü'l-Fettah : el-Budûrii'z-zahira fi'l-kıraati'l-aşri'l-mütevatira,
Mısr, 1955.
Kâhhâle, Ömer Rıda: A'lama'n-nisa'fi alemeyi'l-arabi ve'l-Islâm, Şam, 1958.
el-Kândihlevî Muhammed Yusuf: Hayata's-Sahabe, Kahire, 1969.
el-Kasânî, Ebû Bekr İbn Mes'ûd; Bedaia's-sanai' fî tertibi'ş-şerai'M.ısr, 1327.
el-Kasımî, Muhammed Ceınalû'd-din: Tefsiriz'l-kasımî, Mısr, 1957.
el- Kastallânî, Ebû'l-Abbas şihabu'd-din Ahmed b. Muhammed: Irşddüs-sârî fî
şerhi Sahihi'l-Buharî, Mısr,
el-Kaysî, Mekkî b. Ebî Talib: el-İbâne an maani'I-kıraat, Mısr.
Koçyiğit Tal'at Doç. Dr: Hadis Usûlü, Ankara, 1967.
el-Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed: el-Cami' li ahkami'l- Kur'an, Kahire, 1967.
Mahmesânî Subhi: Felsefetii't -teşri'fi'l-tslâm, Beyrut, 1952. s
el-Makrîzî, Ebû'l- Abbas Ahmed b. Ali b. Abdilkâdir. tmtau'l esma', Mısr, 1941.
el-Muhasibî, Ebû Abdillah eJ-Haris b. esed:Risâlet'ül-müsterşidin, Haleb, 1964.
el-Mehaimî, Ali b. Ahmed: Tebsîru'r-Rahman ve teysıru'l-Mennân, Mısr,1301.
el-Müberred, Muhammed b. Yezîd b. Abdi'l-ekber: el-Kamil, Mısr, 1956.
el-Münâvî: Feydu'l-Kadir şerha'l-camii's-sağır, Kahire, 1938. en-Nesâî, Ebû
Abdirrahman: es-Siinen, Mısr, 1930. en-Nesefî, el-Akaid, (Mecmuatü'l-havaşî)
Mısr, 1329.
en-Nevevi, Muhyi'd-Din: Şerha' n-Nevevî' a1 â sahihi Müslim, Mısr, 1283. Okiç,
Prof. M. Tayyıb: Tefsir notlan, Ankara, 1965.
Kuran-ı Kerimin aslüb ve kıraat*, Ankara, 1963.
Ömer, Ebû'n-nasr: Osman b. Affan, 1935.
er-Rafii, Mustafa Sâdık: İ'cazii'l-Kur'an va'l-belâğatü'n-Nebeviyye, Kahire,
1940. er-Razî, Muhammed fahru'd-Din: Mefatihal-ğayb (et-tefsiru'1-kebir)
İstanbul, 1308. er-Fummânî, Ebû'l-Hasan Ali b. İsâ: en-Nûkttû fi icazıl-Kur'an,
Mısr. es-Saâlibî, Ebû Mensur AbiLi'1-M-lik b. Mahammed: Fıkha'l-lûğa, Mısr,
1938. es-Salih, Dr. Subhi: Mebâhis fi ulûmi'I Kur'an, Şam, 1962. es-Sayis,
Muhammed Ali: Tarihiz'l-fıkhi' I-Islârnî Mısr, 1957. es-Seffârînî, Ebû'1-Avn
Şemsu'd-Dîn Muhammed b. Ahmed: Şcrhu sûlâsiyyati müsne-
di'l-İmamı Ahmed, Şam, 1380.
cs-Sicistânî, Ebû Bekr Abdullah b. Ebî Davûd: Kıtabü'l-masahif, Mısr, 1936.
es-Suyûtî, Gelâlü'd-Din Abdurrahman: el-Mazhir fi ulûmi'l-luğa ve envaiha, Mısr.
el-ttkan fi ulumi'l-Kur'an, Mısr, 1368.
Tariha'l-hıılefa, Kahire, 1964.
Tedribu'r-r^vî şerhiz takribi'n-Nevâvî^ Mısr, 1959.
el-Hasaisü'l-kûbrâ, Haydarabâd, 1319.
ed-Dürru'l-mensûr fi't-tefsiri bi'l-me'sûr, Tahran, 1377. es-Sûbkî, tacu'd-dîn
ebû Nasr Abdulvahhab: Tabakatü'ş-Şafiiyye el-kübıa, Mısr,
eş-$afiî,Muhammed b. İdris: er-Risâle, Mısr,İ94Ü.
eş-Şa'ranî, Ebû'l-mevahib Abdulvehhab:ei- Tabakatül-kübra, istanbul,1316.
eş-Şartûnî, Sâîd: Akrabu'l-mevarid fi fasahi'l-arabiyyeti ve-şevarid, Beyrut,
1889.
eş-Şehristânî, Ebû'1-feth Muhammed b.Abdi'l-Kerîm: el-Milelu ve'n-nihal,
Kahire,194
eş-Şiblî, Bedruddin Ebû Abdillah, Kitaba akâmi'l-mercan fi ahkami'l-cann;
Mısr,132
eş-Şihavî, İbrahim Dusûki; el- Hısbetii fi'l-Islâm, Kahire, 1962.
et-Taberî, Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerir: Camiu'l-beyân an te'vîli ayı l-Kur'an,
Mısr, 1954. et-Taberî, Ebû'l-Abbas Ahmed b. Abdillah: er-Riyâdu'n-nadira fi
menakibı l-aşara,
Mısr, 1327.
et-Tantavî, Ali ve Naci: Sîretu Ömer b. el-Hattâb, Şam, 1355.
et-Tirmizi, Muhammed b. İsâ: es-Sünen, bi şerhi'1-İmam İbni'l-Arabi, Mısr, 1934.
et- Tûsı, Ebû Nasr Abdullah b. Ali es-Serrac: el-lüma'fit-tasavvuf,Leiden, 1914.
el-Vâhidi, Ebû Nasr Abdullah b. Ali b. Ahmed: Esbabû'n-nazûl, Mısr, 1959. Yusuf
Musa, Prof Dr. Muhammed: Tariha'l-fıkhı'l-islâmî, Mısr, 1958. ez-Zeccâc, Ebû
İshâk İbrahim: l'rabû'l-Kar'an, Mısr, 1963.
ez-Zehebî, Ebû Abdillah Şemsu'd-Dîn : Tezkiratul-huffaz, Haydarâbâd, 1955.
Siyera a'lami'n-nübelâ, Kahire, 1956-1962.
MizânuL-ıtidal fi nakdir-rica!, Kahire, 1963.
ez-Zemahşerî, Mahmud b. Ömer : el-Keşşâf an hakâiki ğavamizi't-tenzîl, Mısr, 13C
ez-Zerka, Prof. Dr. Mustafa : Tahfeta l-fakahâ, (Mukaddime), Şam, 1964.
ez-Zerkânî, Abdü'1-Azîm : Menahilû'l-irfan fi ulûmi'l-Kıır'an, Mısr, 1372.
ez-Zerkeşî, Bedru'd-dîn A/uhammed b. Abdillah : el-Burhânfi ulûmi'I-Kar an,
Mısr, 191 cz-Zeylâî, Fahru'd-dîn Osman b. Ali : Tebt/inii'l-hakaik şerha kenzi
d-dakai
Mısr, 1313. ez-Ziriklî, Hayru'd-dîn : el-A'!âm, 1954.1168
===================================================================
DİPNOTLAR
===================================================================
1 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 4.
2 Ibn Sa'd Beyrut 1957, IH/150; lbnu'1-Esîr Izzü'd-Dîü Mısır 1280, IH/256; Ibn
Hacer el-Askalânî, iıU-a Mısır 1939, H/360; el-Belâzurî, (_Ajî Mısır 1959,
1/204; Hayru'd-Dîn fMc'VI 1954, IV/280; İbn Kuteybe Mıar 1300, s. 84; Şemsu'd
Ebul-Hayr İbnu'l-Cezerî Ve- G. Bergsraesser neşri 1932, 1/458, Çıtufeammed b.
Abdİ'1-Berr el-Kurtubî, Mısır 1939 (el-lsabe'nin iöjannda)
H/308; Ibn Hacer el-Askalânî, Haydarabad 1326, VI/27; Şemsu'd-Dîfl Mu-hammed b.
Ahmed ez-Zehebî, Tahkik Dr. Salahu'd-Dîn el-Muneccıd, Kahire 1956 1/331; Ebû
Nuaym Beyrut 1967, 1/124; ez-Zehebî Haydarabad 1955, 1/13; İbnü'l-Cevzî,
Haydarabad 1355,1/154; Ebû'I-Mevahib Abdulvehhab b. Ahmed b. Alî eş-Şa'rânî,
«J-ÖloUJJI el-Âmira 1316,1/18.
3 et-Tabakat, IH/150; Üsdü'1-ğabe, IH/256; el-İsâbe, H/360; eJ-îstîab, 11/309.
4 Üsdü'1-ğâbe, IH/256; el-îsabe, 11/360; Siyeru a'lami'n-niibelâ, 1/332.
5 Üsdü'1-ğabe, IH/256; el-İsabe, 11/360-361; Sıfatü's-safve, 1/154; et-Tabakat,
III/-151; el-A'lâm, IV/280; Tezkiratü'l-huffaz, 1/13
6 Îbnü's-Salah, Haleb 1966, s. 266.
7 Tecridi Sarih Tercümesi, Ankara 1957, 1/27
8 Ibnü's-Salah, Ulûmü'l-Hadîs, s. 266.
9 Aynı yer
10 Îbnü's-Salah, Ulûmû'l-Hadis, s. 328-329
11 el-Cevherî, Mısır, 1956, 1/502 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve
Tefsir İlimdeki Yeri: 5-7.
12 Ebû'1-Fidâ İsmail b. Kesîr, Kahire 1964, 1/444,11/264-265; Sıfatü's-safve,.
1/155; et-Tabakat, III/151; el-İmamu Ahmed, Mısır 1313 1/462 Müteaddit
rivayetlerde Rasûlüllah ve Ebû Bekr'in müşriklerden kaçtıkları ifade olunurken
Ahmed b. Hanbel Müsned'inde (1/379) şu rivayeti zikretmektedir:
Görüldüğü gibi bu rivayette Rasûlüllah Ve Ebû Bekr'in müşriklerden kaçmış
olduklarına temas edilmemiştir. Ancak (1/462) de zikredilen rivayette
müşriklerden kaçmakta olduklarına sarih bir şekilde temas edilmektedir. Şu
kadarı var ki Rasûlüllah ve Ebû Bekr'in müşriklerden kaçtıkları bir sırada
Abdullah'a uğradıklarını bildiren rivayetlere bakarak bu hadisenin hicret
esnasında vuku bulduğunu söyleyemeyiz. Şöyîe ki: Abdullah b. Mes'ûd hicretten
çok daha önce müslürran olmuştur. Hicret esnasında ise Mekke'de değildi. Bu
bakımdan Abdullah'ın müslüman oluşunu hicret esnasına raslatmak liatalı olur.
Bununla bera ber el-Buhari (Ö: 256/870) sahihinde (el-Amira 1315,III/96,IV/262,
189-190, 180-181) ve Ahmed b. Hanbel Müsned'inde (1/2-3) hemen hemen aynı manada
olan hadisler üzerinde durmuşlardır. Bu hadislerde Ebû Bekr Rasûlüllah'la
birlikte nasıl hicret ettiğini anlatırken: gibi tabirler kullanmıştır. Bazıları,
ismi sarih olarak zikredilmeyen bu çobanın Abdullah b. Mes'ûd olduğu vehmine
kapılmışlardır. Aynı ibare şeklinde Müslim'in (Ö: 261/875) hicretle ilgili
olarak rivayet ettiği hadiste (el-Amira 1333, VIII/236) geçmektedir. İbn Hacer
el-Askalânî (Ö: 852/1449) sözünü izah ederken (Bulak 1301, VII/8 de), çobanınf
ve koyun sahibinin ismine vakıf olmadığını beyan ederek şöyle demektedir:
«el-Bera' hadisinde çobanın Abdullah b. Mes'ûd ile tefsir edilmesi doğru
değildir. Çünkü burada denilmiş o da cevabım vermişti. Abdullah'ın hadisinde ise
Abdullah süt sağamıyacağma işaret etmişti. Ayrıca burada sütlü bir koyun
sağılmış, Abdullah'ın hadisinde ise kuzulamamiş bir koyun sağılmıştır. bununla
beraber hadisin gerikalan kısmı olan sözünde ise Abdullah hadisesinin hicretten
önce olduğuna delil bulunmaktadır....» Çobanın ismi zikredil-meksizin rivayet
edilen bir başka hadis de yine Ahmed b. Hanbel'in Müsned'indedir.
Burada denilmekte ve südü sağanın Ebû Bekr olduğuna işaret edilmektedir. Aynı
husus (IV/281)de de zikredilmiştir. Keza el-Buhari'de (IV/259, VI/246) südü
sağanın Ebû Bekr Olduğu anlatılmaktadır. Ayrıca ayın yarılma mu'cizesi İbn
Hacer'in de dediği gibi (Fethu'1-Bârî, VI/464) Mekke'de ve tahminen hicretten
beş sene kadar önce vuku bulmuştu. el-Buharî'de de zikredildiği gibi (VI/52,
IV/243) Abdullah bu hadisenin ilk ve önemli şahidi sayılır. Bu duruma göre
Abdullah'ın hicretten beş sene önce müslüman olarak bulunduğu anlaşılmaktadır.
Habeşistana yapılan ilk hicret İbn Hacer'in nakline göre (Fethu'l-Bârî, VII/143)
nübüvvetin beşinci senesinde ve Receb ayında olmuştur. Bu hadise de Abdullah'ın
hicretten en az beş sene önce müslüman olarak yaşadığının bir delilidir. İbn
Kesîr ise (Ö: 774/1373) sîre'sinde (11/265) sarih bir ifadeyle sözünden maksadın
hicret vakti olmadığını ve bunun hicretten önce bir zamana rasladığım beyan
etmektedir.
13 Hılyetü'l-Evllya, 1/124; İbn Kesir ^Ül j 4,1^)1 j iljJI Mısır 1932; IH/32;
el-İstîab, 11/309; Siyeru u'lami'n-nübelâ, 1/334-335; Üsdü'1-ğabe, IH/256;
Sifatü's-safve, 1/155; et-Tabakat, 111/150.
Bazı rivayetlere göre Abdullah b. Mes'ûd Rasûlüllah'ı bu hadiseden daha önce de
görmüştür. ez-Zehebî'nin (0:748/ 1348) ifadesine göre (Siyeru a'lâmi'n-nübelâ,
1/333) Abdullah b-Mes'ûd bu hadiseyi özetle şöyle anlatmaktadır: «Kabilemden
bazı kimselerle Mekke'ye ihtiyaçlarımızı (emin etmek için gelmiştik. Bizi
Abbas'a (Ö: 32/653) gönderdiler. Biz yanına geldiğimiz zaman Zemzem'in başında
duruyordu. Biraz sonra biz yanında otururken Safa kapısından bir kimse geldi.
(Abdullah burada Resûlüllah'm vasıflarından bazılarını sayar) Sağında henüz
bülüğa ermemiş güzelyüzlü bir genç ve arkalarında da mütesettira bir kadın
vardı. Bu kimse Haceru'l-Ssved'e doğru geldi ve ona hürmet ve saygıda bulundu.
Yanındaki kadın ve genç de aynı şeyleri yaptılar. O^ha sonra Ka'be'yi yedi defa
tavaf etti. Sonra Rükn'e döndü. Elini kalçYnp tekbir getirdi ve ayakta bir süre
durup rukua vardı. Biz Mekke'de böyle şeyleri görmediğimizden şaşırıp
kolıriiştık. Abbas'a «Bu din sizde yenimidir, yoksa biz
14 Sıfatü's-safve, I/I55;] et-Tabakat, III/I5I; el-Müsned, 1/379, 462;
el-Bidâyetü ve nihaye, IH/32; Siyeru a'lami'n- nübelâ, 1/335; Sîretü îbn Kesîr,
1/444.
15 el-Müsned, 1/379; el-İstîab, H/309; Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/335.
16 Bu gibi münasebetlerde Hz. Peygamber bazan kendisi içer ve daha sonra yanın
kilere verir, bazan da kendisi içmeden önce yanmdakinin içmesini isterdi. Fakat
burada s ten önce kimin içmiş olduğu meselesinde değişik rivayetler varid
olmuştur. Siyeru a'lamı ı nübelâ, (1/335) ve el-Müsned (1/379, 462) de önce Hz.
Peygamberin içmiş olduğu riva-edilmektedir. Halbuki Üsdü'l-ğabe'de (IH/256) Hz.
Peygamberin Ebû Bekr'e «İç» dediği temas edilmektedir. Ahmed b. Hanbel ise
(el-Müsned, 1/462 de) son olarak sütten Abdullah içtiğini rivayet etmektedir.
17 İbn Hazm, Mısır Darü'l-Maarif s. 13; el-Müsned, 1/379; Sıfatü safve, I/I55;
et-Tabakat, III/Î5I; Üsdü'1-ğabe, IH/256; Hılyetü'l-evliya, I/I25; el-İstîa
H/309; Tehzîbu't-tehzib, VI/28.
18 et-Tabakat, IH/151; Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/334.
19 Siyeru a'lami'n-nübelâ. 1/334; Sıfatü's-safve, I/I55; el-İsabe, H/361;
Hılyetü'l-( liya, I/I26.
20 Üsdü'1-ğabe, III/256; el-İstîab, H/309.
21 Tezkiratü'l-huffaz, I/I4; el-îstîab, 11/309.
22 el-Fürkan sûresi 27.
23 İbn Hişâm Mısır 1936,1/387; Ensâbü'l-eşraf, I/I37-I3R
24 el-Müsned, 1/393,
25 el-Müsned, 1/417. Ancak el-Buharî Sahihinde (1/65, 131-132) de Ukbe sarih
olarak zikredilmemiş fakat terkipleri nakledilmiştir. Bununla beraber Buhar!
Abdullah'dan rivayet ettiği aynı manada olan bir başka hadisde (IV/71) Hz.
Peygamberin başına eşi Ukbe'nin koyduğunu sarih olarak rivayet etmiştir. Hadise
sonunda da Hz. Peygamber Ebû Cehl, Utbe, Şeybe, Velid b. Utbe, Ümeyye b. Halef
ve Ukbe'nin helak olmalarını istemiştir.
26 et- Taberî, Mısır 1954, XV/191-192.
27 et - Taberî, XXII/12.
28 el-Ahzâb sûresi 36.
29 et-Tabakat, VIII/230.
30 el-Hucurat sûresi 6.
31 Tefsiru't-Taberî, XXVI/42; el-Cassas 1335,111/398; el-Makrîzî Kahire 1941,
1/439-440.
32 Tefsiru't-Taberî, XXVI/42; el-Cassas, Ahkâmü'l- Kur'an, IH/391.
33 el-Kevser sûresi 3.
34 Tefsiru't-Taberî, XXX/329.
35 el- Buharı, VI/34-35.
36 Ebu'l-Hesen el-Vahidî, Mısır 1959, s. 127.
37 Sıfatü's-safve, 1/155-156; et- Tabakat, III/153; Ğayetü'n-nihaye, 1/548;
Üsdü'l-ğabe, III/257; Siyeru a'lami'n-nübela, 1/337-338; İbnü'l-Cevzî, Kahire
1966, 11/582.
38 Kitabü'l-maarif, s. 84; Sıfatü's-safve, 1/155; Ğayetü'n-nihaye, 1/458;
et-Tabakat, IH/157; el-İstîab, H/312; Siyeru a'lami'n -nübela, 1/333. Abdullah
b. Mes'ûd'un yüze! kokular sürünüp çok temiz giyinmesi, Rasûlüllah'm ayağına
giydiği şeylere saygısından ileri gelmekteydi. Çünkü Rasûlüllah bir yere girdiği
zaman ayağındakileri çıkarırdı. Bunları alan Abdullah, abasının içine alırdı.
Saygısızlık olmasın diye dc-temas edildiği gibi-güzel kokular kullanırdı.
(Tabakatü'ş-Şa'rânî, 1/18)
39 et-Tabakat, IH/157; el-A'lam, IV/280.
40 et-Tabakat, HI/158; Kitabü'l-maarif, s. 84; el-İstîab, 11/312.
41 Kitabü'l-maarif, s. 84; et-Tabakat, 111/158.
42 el- Müsned, 1/420; et-tabakat, HI/155; Ğayetü'n-nihaye, 1/458; Üsdü'I-ğabe,
111/ 259; Sıfatü's-safve, 1/157.
43 Üsdü'1-ğabe, HI/257; el-İstîab, H/310; Ahmed Zeynî Dahlân Mısır 1310 1/96.
44 el- Müsned, 1/417; et-Tabakat, IH/158; Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/332.
45 et-Tabakat, IH/158; Kitabü'l-maarif, s. 84.
46 Sîretü İbn Hişam, 1/366, 366-367.
47 Biz elimizdeki eserlerden Abdullah'ın iki hanımı olduğunu tesbit edebildik.
Fakat Abdullah'ın başka kadınlarla evlenmiş olabileceği de ihtimal dahilindedir.
48 et-Tabakat, VIII/290.
49 Ömer Rıza Kâhhâle, Şam 1958, 11/74. Burada Zeyneb'in sekiz hadis rivayet
ettiği belirtilmektedir. et-Tabakat, VIII/290.
50 et-Tabakat, VIII/290.
51 el-Buharî, 11/128; el-Cassas, Ahkâmu'l-Kur'an, III/137.
52 el-Mümtehine sûresi 10.
53 el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, III/441.
54 Sıfatü's-safve, 1/160; Kitabü'l-Maarif, s. 85.
55 Sıfatü's-safve, 1/160.
56 et-Tabakat, VI/303.
57 et-Tabakat, VI/384.
58 Aynı yer.
59 Ebû Nasr Abdullah b. Ali es-Serrac et - Tûsî, oj^H J «J|l Leiden 1914 Tahkik,
Reynold Alleyne Nicholson, s. 136; Sıfatü's-safve, 1/160; Hılyetü'l-evliya',
1/133. ez-Zehebi'nin rivayetine göre (Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/343-344)
Abdullah b. Mes'ûd'un Sare isminde bir de kızı vardı. Fakat ez-Zehebî bu kızın
hangi hanımından olduğuna temas etmemiştir. Ömer Rıza Kâhhâle de
a'lâmü'n'nisa'da (U/137) Sâre'nin babasından rivayetleri olduğunu
nakletmektedir.
60 et-Tabakat, IV/126-127; Kitabü'l-Maarif, s. 85; Ensabü'l-eşraf, 1/204;
el-lsabe, 11/449.
61 Ensabü-1-eşraf, 1/204; Bedru'd-Din [el-Aynî, 187; el-İsabe 11/449.
62 Üsdü'1-ğabe, 111/366; el-îsabe, U/449.
63 Kitabü'l-Maarif, s. 85.
64 et-Tabakat, IV/127.
65 Meselâ el-Buharî, (VI/5) de bu rivayetlerden biri görülmektedir.
66 et.Tabakat, VI/209.
67 Aynı yer.
68 Aynı yer.
69 el-Cassas, Ahkamü'l-Kur'an, 111/189.
70 et-Tabakat, VI/202; Siyeru a'lami'n.nübelâ, 1/333.
71 Tabakat, VI/202.
72 Sîyeru a'lami'n-nübelâ, 1/151; Sîrctü İbn Kesir, II/3; el.İsabe, 11/361;
Sıfetü's-safve, 1/154; Ensâbü'l-eşraf, 1/204; el.Hafız Yusuf b. Abdi'1-Ber,
Kahire 1966, s. 53; İbn Seyyidi'n-nas, Kahire 1356, 1/116; Yahya b. Ebî Bekr el.
Amîrî, 1331, 1/95.
73 Ensabü'l-eşraf, 1/204. Hatta bazı rivayetlerde Abdullah b. Mes'ûd'un ikinci
hicretten dönünce doğrudan doğruya Medine'ye geldiğinden ve o zaman Rasûlüllah'm
Bedr savaşı için hazırlıklarda bulunduğundan bahsedilmektedir. İbn Hacer'in
nakline göre (Fethu'l-Bârl, 111/60) Abdullah Bedr savaşma yetişebilmek için
dönüşte biraz da acele etmiştir. Bu duruma göre Abdullah'ın hicretten döndükten
sonra Rasûlüüah'la içtimai Medine'de vuku bulmuştur. ez-Zehebî de (Siyeru
a'lami'n-nübela, 1/332) de Abdullah'ın ikinci hicrete işti jrak etmiş olduğunu
kesin bîr ifadeyle anlatır.
74 Fazla bilgi için Bkz: et-Takakat, 1/205; Şîretü İbn Hişam, II/3, dipnot.
75 Sîretû İbn Hişâm, II/3, dipnot.
76 el-Cassas,"Ahkamü'l- Kur'an 1/445-446.
77 et-Tabakat, III/151.
78 İbn Hişâm, (es-Sîretü'n-Nebeviyye, U/8) bunların otuz kadar müslüman olduğunu
söylemektedir.
79 Cevamiu's-sîre, s. 65.
80 Aynı eser s. 59.
81 el-îsabe, 11/449.
82 Üsdü'I-ğabe, III/367; el-İsabe, 11/449.
83 el-İsabe, H/449; Üsdü'1-ğabe, IH/367.
84 lmtau'1-esma', 1/38.
85 et-Tabakat, 111/151.
86 et-Tabakat, III/152.
87 et-Tabakat, III/152; Ensabü'l-eşraf, 1/270; Siyeru a'lami'n-nübelâ 1/350.
el-İs-tîab sahibinin ifadesine göre kardeşlik, Abdullah ile ez-Zübeyr arasında
ilân edilmiştir. İbn Abbas, Enes b. Malik'le de Abdullah arasında kardeşlik ilân
edildiğini söylemiştir. (el-İsâbe, U/361); ed-Dürer fi'h-tisari'1-mağazî
ve's-siyer, s. 97.
88 Ensabü'l-eşraf, 1/270.
89 el-Cassas, Ahkamü'l Kur'an, III/283.
90 Üsdü'1-ğabe, III/258; el-İsabe, 11/361. "
91 el-Buharî, VI/102, el-Müsned, 1/378.
92 et-Tabakat, III/l57; Siyeru a'lami'n nübelâ, 1/351. İbn Kesîr'in ifadesine
göre (el-Bîdâyetü ve'n-nihaye, VII/52) Ebû Ubeyde (Ö: 18/639) Hınıs şehrini
fetedince Hz. Ömer'e ganimetin beşte birini Abdullah b. Mes'ûd'la göndermişti.
Hz. Ömer Abdullah'ı Hınıs'a geri yolladı ve daha sonra da oradan Küfe'ye
gitmesini istedi.
93 Tehzîbu't-tehzîp, VI/27; el-İsabe, 11/361; Sıfatü's-safve, 1/154. Hatta
ez-Zehebî-nin rivayetine göre (Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/337) Uhud savaşında
Rasûlüllah'la sebat eden dört kişiden biri de Abdullah idi. el-Hafiz
Abdu'l-Berr'in (0:737/1337) ifadesine göre Abdullah, Ubeyde b. Cabir'i bu
savaşta öldürmüştür. (ed-Dürer fihtisari'l-mağazî ve's-siyer, s. 116)
94 et-Tabakat, III/155; el-Müsned, 1/420; Ğayetü'n-nihaye, 1/458; Üsdü'1-ğabe,
IH/259;.
Sifatü's-safve, I/I57; Hılyetü'l-evliya, 1/127; el-Bidayetü ve'n-nihaye,
III/162-163; el-İstîab, 11/311; Sîyeru a'lami'n.nübelâ, 1/342, 343.
95 Bu husus için bakılabilecek eserler arasında şunları da zikredebiliriz.
Ensabü'1-eş-raf, 1/299; el-Bidayetü ve'n-nihaye, III/287-289; Cevamiu's-sîre, s.
148; Sîretü İbn Hişâm,
11/288-289; İmtau'1-esma', 1/91; el-Müsned, 1/444; el-Buharî V/6,20; el-İstîab,
11/312; Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/180-181; ed-Dürer fihtisari'l-mağazî
ve's-siyer, s. 118.
96 el-Buharî, V/6; En.sabü'l-eşraf, 1/299.
97 Abdullah b. Mes'ûd'un ayaklarını Ebû cehl'in boğazına koymasının daha önceden
cereyan etmiş bulunan bir hadiseyle yakından ilgisi vardır. Şöyleki: Bir müddet
önce Ebû cehl bir ara Abdullah b. Mes'ûd'la karşılaşmış ve ona «Seni
öldüreceğim» demişti. Abdullah ise ona bir rüyasından bahsetmiş ve «Eğer rüyam
doğru çıkarsa ayakkabılarımla senin boğazına basacak ve bir koyun boğazlar gibi
seni öldüreceğim» mukabelesinde bulunmuştu. (Ebu'1-Avn Şemsu'd-Dîn Muhammed b.
Ahmed es-Seffarînî, Şam, 1380, 11/240-241) Ebû Cehl Rasûlül)ah'm ashabı arasında
ençok Abdullah b. Mes'ûd'u sevmezdi. Hatta bir gün «Muhammed'in ashabından
Hüzeyl'li şu gençten nefret ettiğim kadar hiç birinden nefret etmiyorum»
demişti. İşte Bedr savaşında bunun hikmeti anlaşılmış oldu.
98 Ensabü'l-eşraf, 1/299. Ebû Cehl'in bu hadise sebebiyle söylemiş olduğu cümle
muhtelif şekillerde rivayet edilmektedir. Buharî'de şekillerinde rivayet
edilmektedir. İbn Hişânı (es-Sîretü'n-Nebeviyye, U/288), bu terkibin şeklinde
olduğunu rivayet etmektedir. Bunlardan başka değişik rivayetlerde de türlü türlü
vecihler göze çarpıyor. Ancak Arap diliyle uğraşan filologlar bu terkibin manâsı
hususunda bir hayli ihtilafa düşmüşler ve hatta bazıları buTmisâli mânası
itibariyle tam olarak anlaşılmayan örnekler arasında e!e almışlardır. Karinelere
bakılacak olursa Ebû Cehl Abdullah b. Mes'ûd'a «Benim bu şekilde öldürülmüş
olmam bir ar teşkil etmez» demek istemiştir.
99 el-Bidâyetü ve'n-nihaye fi't-tarih, III/289; el-İstîab, 11/313.
100 Aynı yerler.
101 Ensabü'l-eşraf, 1/299; es-Siretü'n-Nebeviyye; U/289; el-Bidâyetü ve'n-nihaye
fi't-tarih, 111/288; ed-Dürer fihtisari'l-mağazi ve's-siyer; s. 118.
102 İmtau'1-esma', 1/78. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir
İlimdeki Yeri: 7-21.
103 Biraz sonra bunun bariz bir örneğini takdim edeceğim.
104 el-Cassas; Ahkâmii'l-Kur'an, 11/287-288; el-Müsned, 1/404, 406. Abdullah b.
Mes'ûd'un yanında bulunanlardan bazıları yukarda adı geçen mescitden
getirilenlerden birinin öldürülüp diğerlerinin tevbe ettirildikten sonra serbest
bırakılmasına şaşmışlardı. Abdullah bu hususu şöyle izah etti: «Öldürdüğüm
kimse, yanında İbn Esâl da olduğu halde bir heyet halinde Rasûlüllâh'a
gelmişlerdi. Rasûlüllah, «Benim peygamber olduğuma inanıyormu-sunuz,» deyince
onlar, «Müseylime'nin peygamber olduğuna inanırız.» dediler Rasûlüllah, Allah'a
ve peygamberlerine inandım, eğer bir heyeti öldürmüş olsaydım, sizin ikinizi de
öldürürdüm,» dedi. İşte ben de o kimseyi bu sebeple öldürdüm.» el-Cassas'm
ifadesine göre öldürülen kimse, kendini korumak için İslâmî tavırlar takındığını
itiraf etmiştir. Bu bakımdan Abdullah'ın onu öldürmesi ayetinin mefhumuna aykırı
düşmez,
105 el-İsâbe, 11/361; el-İstîab, 11/315; Siyeru a'Iâmi'n-nübelâ, 1/347; el-Kadi
Ebû Yusuf Kahire 1382, s. 36.
106 Tezkiratü'l-huffaz, 1/14; el-îsabe, 11/361: el-îstîab, 11/315.
107 Ali Tantavî ve Nâcî Tantavî, Şam 1355, 1/230.
108 el-A'lâm. IV/280.
109 el-Müsned, 1/396, 405.
110 et-Tabakat, IH/63sahibinin ifadesine göre (Ebû Ömer Muha: med b. Abd Rabbih,
Kahire 1952, IH/238) Abdullah b. Mes'ûd Hz. Ömer'in cenaze i mazına
yetişemediğinden dolayı çok üzülmüş ve hatta dövünüp ağlıyarak: «Her ne kadar ı
mazına yetişememişsem de seni övmeyi elden bırakacak değilim. Yemin ederim ki
Allah hakikatla dolup taşar ve batıldan uzak kalırdın, öfke yerinde öfkelenir,
rıza yerinde de r olurdun. Ne ayiplayıcı ve ne de meddahtın. İslâm namına Allah
seni hayırla mükafatlanc sın» demiştir.
111 Ensabü'l-eşraf, 1/163.
112 Ömer Ebu'n-Nasr Beyrut 1935, s. 112; el-Bidâyetü ve'n-nih; fi't-tarih,
VII/151. ez-Zeheb; bu hadiseyi biraz değişik olarak zikreder. (Siyeru
a'lami'n-bela (1/76-77)
113 el-Bidâyetü ve'n-nihaye fi't-tarih, VII/151.
114 İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1950, V/772.
115 Dr. Hasen İbrahim Hasen, Mısır 1953, s. 16.3-164.
116 el-Bidâyetü ve'n-nihaye fi't-tarih, VII/147.
117 Bakara sûresi 85.
118 Kadrî Kal'acı, Beyrut 1956, s. 61. Elimizdeki bütün rivayetler, Osman'ın
Abdullah b. Mes'ûd'a karşı hiçbir suretle hakarete teşebbüs etmediğini
göstermektedir. Bu hususta gelen bazı menfi fikirler ise Osman'a yapılmış birer
iftiradan başka birşey değildir. Ayrıca Osman'ın, Hz. Peygamberin ifadesiyle de
büyük bir haya sahibi olduğu düşünülecek olursa bu nevi menfi fikirlerin iftira
olduğu daha iyi anlaşılır sanırım.
119 el-Bidâyetü ve'n-nihaye fi't-tarih, VII/163. el-Ikdü'1-ferid sahibinin
nakline göre güya Abdullah Kûfe'de hazine memuru iken bir miktar para kaybetmiş.
Küfe valisi el-Velid b. Ukbe durumu Hz. Osman'a bildirince o da Abdullah'ı
vazifesinden azletmiş. Abdullah da. bu sebeple Medine'ye dönmüştür.
(el-İkdü'1-ferid, IV/306-307)
120 Ebû Ca'fer el-Muhib et-Taberî, Mısır 1327, 11/-137-152
121 er-Riyadu'n-nadıra. 11/147; el-Kadı Ebû Bekr İbn el-Arabî, 1371, s. 63.
122 er-Rıyadu'n-nadıra, H/147.
123 Aynı yer.
124 er-Rıyadu'n-nadıra, U/148. Biraz değişik olarak el-İstîab'da (H/316).
125 Ebû Zer, s. 66; Siyeru a'Iami'n-nübelâ, 11/39. Ahmed b. Hanbel'in
Müsned'inde rivayet ettiğine göre (V/166, 155) Ebû Zer Rabeze'de iken hastalığı
ağırlaşınca hanımı ağlamıştı. Ebû Zer niçin ağladığını sordu. Hanımı defn için
kafi gelecek kefeni olmadığını söyledi. Bunun üzerine Ebû Zer: «Ağlama, ben bazı
kimselerle bir gün Rasûlüllah'ın huzurunda iken, «Sizden biriniz çölde ölecek ve
ölümünde bir grup mü'min hazır bulunacak» dediğini duydum. Benimle beraber
olanların hepsine dikkat ettim, halk arasında öldüler. Benden başka da kimse
kalmadı. İşte ben de çölde ölüyorum. Sen yolu gözetle, benim dediğimi
göreceksin.. Daha sonra da Abdullah b. Mes'ûd bazı kimselerle oraya gelmişti.
126 Sîretu İbn Kesîr, İV/15; Sîretu İbn Hişam. IV/I68; e-Tabakat, IV/234:'^35;
Si-yeru a'lami'n-nübelâ, 11/39,56.
127 el-Bidâyetü ve'n-nihaye, VII/163,165.
128 el-Bidâyetü ve'n-nihaye, VII/165. ez-Zehebî'nin ifadesine göre Abdullah Ebû
Zer'in vefatından sonra on gün yaşamıştır.
129 Üsdü'1-ğabe III/260; el-İsabe, 11/361-362; el-îstîab 11/316.
130 Nazzam, Abdullah b. Mes'ûd hakkında çok ağır ithamlarda bulunmuştur. Biraz
ilerde bu iftiralardan bazıları üzerinde kısaca duracağız.
131 el-Buharî, VI/117; el-Müsned, 1/378,447.
132 er-Riyadu'n-nadira fi menâkıbi'l-aşara, 11/148.
133 Aynı eser 11/139.
134 Mekkî b. Ebî Talib, UYI Mısır, 1960, s. 67-68; Tefsiru't-Taberî, 1/14. Fakat
Ahmet b. Hanbel bunu (el-Müsned 1/405) biraz değişik olarak rivayet etmiştir.
135 Abdullah b. Mes'ûd'un yapmış olduğu bu konuşmanın metninden bir kısmı
şöyledir.
136 Üsdü'1-ğabe' III/259-260; el-Bidâyetü ve'n-nihaye, VII/163.
137 et-Tabakat, 111/160,161; Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, 1/356.
138 et-Tabakat, III/159; Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, 1/356. ez-Zehebî'nin ifâdesine
göre (Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, 1/35) Sahabeden bazı kimseler de Abdullah gibi
ez-Zübeyr'e vasiyette bulunmuşlardır. Bunlar arasında, Osman ve Abdurrahman da
vardır.
139 et-Tabakat, III/159.
140 et-Tabakat, IH/160; Sıfatü's-safve, 1/155; Üsdü'1-ğabe, III/260;
Ensabü'l-eşraf,- 1/204; Kitabü'l-Maarif, s. 84; el-İstîab, 11/316; Siyeru
a'lami'n-nübelâ 1/357.
141 Sıfatü's-safve, 1/155; Ensabü'l-eşraf, 1/204; et-Tabakat, III/160;
Kitabü'I-maarif, s. 84; Üsdü'1-ğabe, IH/260; el-İstîab, 11/316. Bununla beraber
Abdullah'ın Kûfe'de öldüğünü, bildiren rivayetler (el-İsabe, 11/361;
Tehzîbu't-tezhîb, VI/28) sahih değildir. ez-Zehebî de Abdullah'ın Medine'de
öldüğünü beyan etmektedir. (Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/357)
142 Ensabü'l-eşraf, 1/204; Üsdü'1-ğabe, III/260; el-İstîab, III/316.
143 Ensabû'l-eşraf, 1/204; Üsdü'1-ğabe, III/260;
144 Ebû Amr Halife b. Hayyat, dikil <jS Tahkik Süheyl Zekkâr, Şam 1966, s. 36;
Üsdü'1-ğabe, III/260; el-Bidâyetü ve'n-nihaye, VII/163; el-İstîab, H/316;
Tehzibu't-teh-zîb, VI/28; Siyeru a'îami'n-nübelâ, 1/356.
el-İstîab, sahibinin rivayetine göre (11/316) cenaze namazına ve defne
yetişemiyen Hz.. Osman, ez-Zübeyr'i tekdir etmiştir. Bu da bir delildir ki,
Osman ile Abdullah arasında ciddî.: bir anlaşmazlık yoktu.
145 el-İstîab, 11/316; et-Tabakat, III/160.
146 Üsdü'1-ğabe, III/259.
147 et-Tabakat, III/159.
148 Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/355; et-Tabakat, III/160. Dr. Hüseyin Küçükkalay,
Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 21-30.
149 et-Tabakat.. 111/152.
Abdullah b. Mes'ûd'a verilen bu yer, daha sonra halife Mehdî (0:169/785)
zamanında Mescid'i Şerif genişletilirken mescide alınmıştır. Ebû İshak
el-Harbî'nin (Ö: 285/898) beyanına göre Tahkik Hamed el-Câsir, Riyad 1969, s.
371) bu eve «Daru'l-Kurra'» adı verilirdi. Rasûlüllah'm Abdullah'a böyle bir yer
tahsis etmiş olmasını Abd b. Zühre oğullarından bazıları hoş karşılamamışlar ve
bunun geri alınmasını bile istemişlerdi. Fakat Rasûlüllah böyle bir şeyi asla
yapmadı. (Ali el-Kari, Kahire 1309, III/371.) Rasûlüllah taralından verilen bu
arsalar mülkiyetine verilmekte idi. Çünkü Abdullah öldükten sonra hanımı Zcyneb
evine varis olmuştu. Bu evden başka Abdullah'ın Irak'da ve Osman tarafından
verilen arazileri de vardı. (Ebû Ubeyd el-Kasım b. Sellâm, Kahire 1968, s. 393;
Kitabü'l-haıac,s. 62)
150 el-Buharî, IV/219; Müslim, VII/148; et-Tabakat; III/154; Üsdü'1-ğabe,
III/258; Siycru a'lam'in-nübelâ, 1/336-337; Ebû Ali Muhammed el-Mubarekfûrî,
Mısır 1963, X/3I0; el-İsabe, 11/361; Sifatü's-safve 1/155; İbn Kayyim
el-Cevziy-ye Mısır 1955, 11/219; el-Bidâyetü ve'n-nihaye, VII/162.
151 et-Tabakat, III/154. Üsdü'1-ğabe, III/258; el-İsabe, 11/361;
Hılyetü'l-evliya, I/~ 127; el-İstîab, 11/314; Siyeru a'lamin-nübelâ, 1/346-347.
152 Ğayetü'n-nihaye, 1/516; et-Tabakat, VI/86; IH/154; Sıfatü's-safve, 1/156.
153 Muhammed Hüseyn ez-Zehebî, Kahire 1961,1/1)9.
154 en-Nisa sûresi, 41.
155 el-Buharî, VI/II3,II4; İbnü'l-Cezeriy. Şam 1345, 1/212; el-Bu-harî, V/I80;
Üsdü'1-ğabe, IH/258, el-Müsned, 1/374,380,433; el-Bidâyetü ve'n-nihaye, VII/I62;
Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/344; el-Vefa biahvali'l-Mustafa, H/539.
156 Ahmed b. Hanbel, Müsned'inde (1/458) burarım Hıra olduğunu rivayet
etmektedir.
157 el-Mürselât suresi 1.
158 el-Buharî, VI/77-78. IV/99-I00; el-Müsned, 1/377-458
159 el-Müsned, 1/383-384; Tefsiru't-Taberi, X/44; el-Cassas, Ahkamü'l-Kuran,
IH/72.
160 el-Müsned, 1/391; el-Vefa bi'ahvali'l-Mustafa, 11/475.
161 Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/337; el-Müsned, 1/404; el-İsabe, 11/ 361i
Üsdü'l-ğabe.III/-257; et-Tabakat, IH/154; Hilyetü'l-evliya, 1/126; el-Bidâyetü
ve'n-nihaye, Vll/162; eı-ıstîab, H/310.
162 el- Kâsânî,,fLJI ,?U Mısır 1328, 1/19,80-81; Ebû Abdirrahman en-Nesâî Mısır
1930, 1/39.
163 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 31-33.
164 el-Buharî, VI/102; Müslim, VII/148; el-Müsned, 1/379; Ğayetü'n-nihaye,
1/458; et-Tabakat, IH/151; el-İbâne, s. 54; 1954 Mısır, naşir, Arthur jef-ferî,
s. 30; Hilyetü'l-evliya, 1/125; Üsdü'1-ğabe, IH/256; Siyeru a'lami'n-nübelâ,
H/245.
165 el-İbâne, s. 61.
166 Fethu'1-Bârî, IX/43. ez-Zehebî'ye göre Abdullah geri kalan sûreleri
Mücemmi'-den öğrenmiştir. (Siyeru a'lami'n-nübelâ, 11/245.)
167 Bedaiu's-sanai', 11/258; el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, H/127.
168 Aynı yerler.
169 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 33-34.
170 İbnü'n-Nedîm, Mısır 1348, s. 39.
171 Mukaddimetân, s. 246.
172 ez-Zerkeşî, Mısır 1957,1/251. Fazla bilgi için bkz; Prof. M. Tayyib Okiç,
Tefsir notları, Ankara 1965; s. 24-26.
173 el-Bürhan, 1/251.
174 el-Bürhan,I/262.
175 Mukaddimetan, s. 33.
176 Aynı yer.
177 Aynı eser, s. 75.
178 el-Buharî, VI/102; Müslim, VII/148; Mukaddimetan, s. 97; Ğayetü'n-nihaye,
1/459; Tefsiru't-Taberî, 1/36; Sıfatü's-safve, I/I58; Üsdü'1-ğabe, III/259;
Siyeru a'lami'n-nübelâ 1/339.
179 Mukaddimetân, s. 140.
180 el-Buharî; VI/102; el-Müsned, 1/379,441; Müslim, VII/148; el-İbanc, s. 54;
kÜs-dü'1-ğabe, III/256; Ğayetü'n-nihaye, 1/458; et-Tabakat, IH/151;
Mukaddimetân, s. 30.
181 el-Buharî, VI/99.
182 el-Bürhan, 1/236; Mukaddimetân, s. 18; el-Buharî, VI/99.
183 Ebû Amr ed-Dânî Şam 1940, s. 9; el-Bürhan, 1/240.
184 el-Bürhan, 1/236.
185 er-Riyâdü'n-n adıra fi menâkıbi'l-aşara, H/139.
186 er-Riyadü'n-nadıra, H/147. Taberî bu eserinde Osman'a yapılan iftiralardan
bazılarını ele almış ve kısa cevaplar vermiştir. Bu konuyu ele alanlar arasında
büyük bilgin Ebû Bekr İbn el-Arabî de vardır. «el-Avasmîu mine'l-kavasım» isimli
eserinde Hz. Osman'a tevcih edilen iftiralardan birçoğu üzerinde durmuştur.
187 Müslim, VII/148; İbnü'l-Arabî, Mısır 1957, 11/1024; Abdurrahman el-Bennâ,
1373 XVIII/35; en-Nevevî 1283, V/185; Siyeru a'lami'n-nübela, 1/348; el-Avasımu
mine'l-kavasım, s. 71.
188 el-Fethu'r-Rabbânî, XVIII/35, Siyeru a'Iami'n-nübelâ, 1/349.
189 el-Fethu'r-Rabbâni' XVIII/36, Siyeru a'Iami'n-nübelâ, 1/349.
190 Meselâ Ebû'd-Derda'nın Alkameye, Abdullah'ın el-Leyl sûresini nasıl
okuduğunu sorması ve kendi kıraatine uygun olduğunu görünce «Az kalsın Şamlılar
beni yanıltıyorlardı» demesi Abdullah'ı takdir etmesinden doğmaktadır. Keza
Abdullah b. Mes'ûd ölünce Ebu'd-Derda çok üzülmüş ve «Ne yazık ki kendi gibi
birini bırakmadı» demiştir. (Siyeru a'Iami'n-nübelâ, 1/352)
191 Üsdü'1-ğabe, IH/257; el-İsabe, 11/361; Ensabü'l-eşraf, 1/162; el-Bidâyetü
ve'n-ni-haye VII/162; îmtau'1-esma', 1/20; Siyeru a'Iami'n-nübelâ, 1/335.
192 Mukaddimetan, s. 95, 273; Fethu'1-Bârî; IX/44.
193 Mukaddimetan, s. 95; Siyeru a'Iami'n-nübelâ, 1/349; Zuamau'l-tslâm s. 164.
194 Siyeru a'Iami'n-nübelâ, 11/311; Mukaddimetan, s. 95.
195 Züamau'l-îslâm, s. 164.
196 Üsdü'1-ğabe; IH/260; el-İsabe H/361; Siyeru a'Iami'n-nübelâ, 1/350;
Züamau'1-İs-lâm, s. 164.
197 el-İsabe, 11/361-362; Üsdü'1-ğabe, III/260; Siycm a'lami'n-nübelâ, 1/350.
198 Mukaddimetan, s. 95; el-İstîab, 11/315. ez-Zehebî'nin beyanına göre (Siyeru
a'-lâmi'n-nübelâ, 1/349) Abdullah'ı üzen şey çocuğu mevkiindeki bir kimsenin
Kur'an yazma işine seçilipde kendisinin seçilemeyişi idi..
199 Mukaddimetan, s. 50.
200 Aynı yer.
201 Aynı eser, s. 52.
202 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 34-39.
203 el-Mukni', s.42.
204 Aynı eser, s. 125-126.
205 Dr.Subhı es-Salih, Şam; 1962, s. 98.
206 el-Burhan, 1/479
207 es-Sûyutî, Mısır. Daru ihyai'l-kütüb, 1/211.
208 Bakara sûresi 198.
209 el-Buharî, V/158; es-Suyûtî Mısır 1368, 1/79
210 Mukaddimetân, s. 103
211 Mukaddimetân s. 103.,
212 Al-i İmran sûresi, 104.
213 Arthur Jeffery, Materials for the Hisrory of the text of the Qur'an, Leiden
1937 s. 227; Mukaddimetân, s. 102.
214 Mukaddimetân, s. 102.
215 Taa, Haa sûresi 15.
216 Materials, s. 201; Mukaddimetân, s. 102.
217 Mukaddimetân, s. 102.
218 Aynı yer.
219 Aynı yer.
220 Goldziher, Kahire 1955, Arapçaya çeviren Abdü'l-Halim en-Neccar, s. 21.
221 Mezâhib, s. 21.
222 Mezahib, s. 21.
223 Aynı eser, s. 15-16.
224 Âl-i Imran sûresi 50.
225 ez-Zemahşerî, olsjGl Mısır 1308, 1/306.
226 el-Ahzab sûresi 6.
227 el-Keşşaf, 11/206.
228 el-Mücâdile sûresi 7.
229 el-Keşşaf, 11/441. Ancak Fahru'd-Din er-Razî, tefsirinde (Mısır 1308,
VIII/162) Abdullah'a nisbet edilen ilâvenin son kısmını eS~UI A tjJkil Ijl
şeklinde nakletmiştir. İki rivayet arasında ise fazla bir fark yoktur.
230 Hûd sûresi 71.
231 el-Keşşâf, 1/606.
232 Mezâhibu't-tefsiri'l-İslâmî, s. 18.
233 en-Neşr, 1/31-32.
234 en-Ncşr, 1/32.
235 Mezâhibu't-tefsiri'l-İslâmî, s. 18
236 el-Maide sûresi 38.
237 el-Keşşâf, 1/414-415.
238 Bedaiu's-sanai', VII/86.
239 ez-Zeylâî, Mısır 1313, IH/224.
240 Bedâî',VII/86.
241 Aynı yer.
242 Aynı yer.
243 ez-Zeylâî, IH/224.
244 AhmedÇelebî, (Tebyinü'l-Hakaik'in kıyısında,) III/224.
245 Aynı yer.
246 el-Maide sûresi 89.
247 el-Keşşaf, 1/432
248 ez-Zeylâî, 111/113; Îbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an, 11/649.
249 ez-Zeylâî, III/113.
250 el-İsra' sûresi 93.
251 Materials, s. 55.
252 el-Keşşaf, 1/718.
253 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 39-45.
254 Mukaddimetân, s. 95-97; İbn Kuteybe Mısır 1-326, s. 31-32; İbn Kuteybe Mısır
1954, s. 33-35; el-İt-kan, 1/81, 82; Umdetü'1-Karî, IX/298-299; el-Bürhan,
11/127-128; el-Kastallânî Mısır 1305, VII/442-443; el-Buharı, VI/96;
el-Fethu'r-Rabbânî, XVIII/-348-354; Şerhu'n-Nevevî alâ Sahihi Müslim, 11/254.
Burada şunu da belirtmek isterizki biz kelimesini bazı takdirlere binâen
mensubiyet durumunu tercih ederek şeklinde kullanacağız.
255 el-Buharî, 1/184, 185; Müslim. H/9; Sünenu'n-Nesâî 11/137.
256 Müslim, 11/200; en-Nesâî. 11/158.
257 Müslim, 11/200.
258 Şerfıu'n-Nevevî alâ sahihi Müslim, 11/254.
259 el-Buharî, VI/96.
260 Umdetü'1-Karî, IX/298.
261 Aynı yer.
262 et-Tabakat, III/502
263 Aynı yer.
264 Aynı yer.
265 el-Müsned, İV/148.
266 el-Müsned, İV/114; en-Nesâî, VIII/253.
267 el-Müsned, İV/148.
268 el-Müsned, İV/114; en-Nesâî, VIII/253.
269 el-Müsned, İV/148.
270 el-Müsned, İV/149; en-Nesâî, VIII/252.
271 el-Müsned, IV/144.
272 Aynı yer.
273 el-Fethu'r-Rabbani, XVIII/353.
274 Aynı yer.
275 Aynı yer.
276 Aynı yer.
277 el-Fethurrabbânî, XVIII/353
278 el-İtkan, 1/81; cl-Bürhan, II/128;Fethu'l-Bari, VIII/57I; îrşadü's-sârî,
VII/442.
279 Mukaddimetân, s. 96.
280 el-Bürhan, 11/127.
281 el-Bürhan, 11/128.
282 el-İtkan, 1/81; el-Bürhan, 11/128.
283 Te-vilü müşkili'l-Kur'an, s. 33.
284 Aynı eser, s. 34.
285 Aynı eser, s. 34-35.
286 en-Nesâî, 11/158; VIII/252, 253; Fethu'1-Bârî, VIII/571; el-Aynî, DC/299.
287 trşâdü's s-sârî, VII/442-443.
288 Ibnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an, İV/1985.
289 es-Sûyutı, Tahran 1377, VI/418.
290 Fethu'1-Barî, VIII/571
291 Aynı yer.
292 Aynı yer.
293 Fethu'1-Bârî, VIII/57I-572.
294 Mukaddimetân, s.97.
295 el-Burhan, 11/127.
296 Aynı yer.
297 Şerhu'n-Nevevî alâ Sahihi Müslim, 11/254.
298 Hadisin metni biraz önce zikredilmiştir.
299 el-Burhan, 11/127,128; Te'vilü müşkili'l-Kur'an, s. 33; Fethu'1-Barî,
VII/57I; el-Fethu'r-Rabbanî. XVIII/351,322; Umdetü'1-kari, IX/299;
İrşadü's-sârî, V 11/441,442; Mu-kaddimetân, s. 95,96,97; el-İtkân, 1/81; Te-vilü
muhtelifi'l-Hadis, s. 31-32.
300 el-Buharî, VI/96.
301 Aynı yer.
302 Umdetü'1-karî, IX/298; İrşadü's-sâri, VII/441.
303 İrşadü's-sârî,VII/44I.
304 Ğayetü'n-nihaye, 1/516.
305 Ğayetü'n-nihaye, I/5I7.
306 Fethu'1-Bârî, VIII/571.
307 İrşâdü's-sârî,VII/442.
308 Fethu'1-Barî, VIII/571; îrşadü's-sârî, VII/442; el-İtkan, 1/81; el-Bürhan;
11/128.
309 İrşadü's-sârî, VII/441-442; Umdetü'1-karî, IX/299.
310 Fethu'1-Barî, VIII/571.
311 Umdetü'1-karî, IX/298; Fethu'I-Bârî, VIII/571.
312 el-Buharî, VI/96.
313 Umdetü'1-karî, IX/298.
314 Aynı yer.
315 Mukaddimetân, s. 95-96.
316 Aynı eser s. 96.
317 Mukaddimetân, s. 69.
318 Te'vilü müşkili'l-Kur'an, .s 33.
319 el-Buharî, VI/98
320 İrşadü's-sârî, VII/441.
321 el-Fihrist, s. 40. İbn Kesîr'in rivayetine göre Kahire 1954 1/9) Abdullah'a
Fatiha'yı mushafinda niçin yazmadığı sorulunca, müslümanlann onu ezberlemiş
olduklarından yazmadığım beyan ettiği söylenmektedir.
322 Fethu'1-Barî, IX/39; Mahmud el-Alûsî Mısır 1301, III/266.
323 Fethu'1-Barî, IX/39.
324 el-Bürhan, 1/262.
325 el-Bürhan, 1/262-263.
326 el-Bürhan, 1/263.
327 Tefsiru'l-Alûsî, III/266; Fethu'1-Barî, VIII/235; el-Bürhan, 1/263.
328 el-Bürhan, 1/263. Ancak Sihabu'd-Ditı el-Hafacî, Mı-sır 1283, IV/296) adlı
eserinde bu hususta selefin üç ayrı fikri olduğunu ve en sahihinin •de
zikrettiğimizin sayıldığını ileri sürmektedir.
329 el-Bürhan, î/263.
330 Tefsiru'l-Alûsî, III/265.
331 Muhyi'd-Din İbn Arabî, Mısır 1293, 111/12.
332 Tefsiru'l-Alûsî, III/266.
333 Tefsiru'l-Alûsî, 111/266.
334 Aynı yer.
335 Tefsîrül -Âlûsî, III/266.
336 Aynı yer.
337 Aynı yer.
338 Haşiyetü'ş-Şihab (İnâyetü'l-Kaadı ve Kifayetü'r-Raadı), IV/296.
339 Ebû Amr ed-Dânî İstanbul, 1930, Tahkik Otto Pretzl s. 17.
340 Abdü'l-Fetlah el-Kadi, Mısır 1955, s. 11.
341 Aynı yer.
342 Aynı eser s. 131.
343 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 45-57.
344 Mezâhib, s. 295.
345 Îbnü's-Sübkî, Mısır ilk baskı, 111/26.
346 Tefsiru'r-Razî, VIII/374.
347 Tefsiru'r-Razî, VIII/374.
348 The Moslem World (1631) III/227-24I Shiah adittion to the Koran. (Mezâhib s.
295 den) Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri:
57-58.
349 el-A'lâm, IV/280.
350 Siyeru a'lami'n-nübela H/249; Dr. Yusuf Musa Kahire 1958, s. 102;
Tezkiratü'l-Huffaz, 1/7.
351 Züamü'l-İslâm, s. 164.
352 Sülâsiyyatü Müsnedi'l-İmamı Ahmed, 11/237.
353 Aynı yer.
354 İbnü's-Salâh, Ulûmü'I-Hadis, s. 160.
355 Aynı yer.
356 Aynı eser, s. 191-192.
357 Tezkiratü'l-huffaz, 1/14.
358 et-Tabakat, 111/156-157.
359 et-Tabakat, 111/156. Siyeru a'larni'n-nübela (1/353) de onsekiz ay
denilmiştir.
360 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 58-59.
361 Tezkiratü'l-huffaz, 1/13.
362 Tarihu'l-Fıkhi'l-îslâmî, (Dr. Yusuf Musa) s. 44.
363 Ebû Zehra, Mısır 1947, s. 66.
364 İ'lâmül-Muvakkıîn, 1/12.
365 Aynı yer
366 İ'lâmü'l-Muvakkıîn, 1/21.
367 Cevamiu-sîre, s. 319.
368 Mukaddimetân, s. 51; Siyeru a'lam'in-nübelâ, 11/279..
369 Mukaddimetân, s. 51.
370 Aynı yer.
371 Aynı yer.
372 Aynı yer.
373 es-Semerkandî Şam 1964, 1/21 (Mukaddime kısmı)
374 Tuhfetü'I-Fukaha, 1/22.(Mukaddime kısmı)
375 Aynı yer
376 İbriü's-Sâlah,Ulümü'I-Hadis, s. 266.
377 Muhammed Ali es-Sayis, Mısır 1957, s. 45. ez Zehebi'nin ifadesine göre
(Siyerû alami'n-nübelâ,I/9) Abdullah, ashab arasında ençok Ebû Bekr, Ömer ve
-Ebû Ubeyde'yi sevdiğini söylemiştir.
378 Ebû Hayseme en-Nesaî, Şam, 1385, s. 123.
379 Aynı eser s, 124
380 el-İsabe, 11/362; Siyeru a'lami'in-nübelâ 1/351.
381 Tefsira't-Taberi, 11/439,441. Abdullah gibi bir kimsenin fetva verip ahkâm-i
şer-»iyyeyi beyan etmesi normal bir harekettir. Fakat Ahdullah salahiyetli
olmayanlar içir diyerek ifta makamının önemini belirtmiştir İ İlâmül' 1
-Muvakkiîn,! 34.)
382 Tarihti'1-Fıkhi'l-îslâmî, (Ali es-Sayis)s.58
383 Aynı yer.
384 Tarihu'l-Fmhi'l-İslâmî, (AH es-Sayis) s. 75-76. Bedaiu's-sanâi'de (1/207)
ifade olunduğuna göre Alkame Abdullah'ın arkasında kıldığı bir namazdan sonra
ona «Neden rü-kûa varırken elini kaldırmıyorsun,» der. Abdullah, Hz.
Peygamberin, Ebû Bekr ve Ömer'in arkasında namaz kıldığını, hepsinin de ancak
namaza başlarken ellerini kaldırdığını beyan eder. Bundan başka Ahmed b.
Hanbel'in Alkame'den rivayetine göre (el-Müsned, 1/388) Abdullah, «Size
Rasûlüllah'ın namazı gibi bir namaz kılayım mı» demiş ve kıldığı namazda-elini
ancak bir defa kaldırmıştır.
385 Tarihu'l-Fıkhi'l-İslâmî, (Ali es-Sayis) s. 58.
386 Aynı yer.
387 Tarihul-fıkhil-îslamî, (Ali es-Sayısı)5.74 l'lâmü'l-Muvakkıin, 1/20.
388 Tarihu'l-Fikhi'I-îslâmî, (Ali-es-Sâyis) s. 74.
389 Ebû Hanife, s. 325.
390 Aynı eser s. 93. İ'lamül-murakkiîn, 1/81
391 Ebû Hanife, s. 93.
392 Aynı yer
Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde de rivayet edildiği gibi (j/447) Abdı lah mehr
tesmiye edilmeksizin ve duhul de vaki olmadan kocası ölen bir kadın îçin me ri
misi lâzım geldiğini, aynı zamanda varis olup iddet bekliyeceğini söylemişti.
Orada bul nanlardan iki kişi Birva isimli bir kadm hakkında Hz. Peygamber'in
böyle hüküm verdiği: dair şahitlik edince Abdullah haddinden fazla sevinmişti.
(Aynı mesele için bak: Ebû Yus 1355, s. 132) Bu hadiseyi biraz değişik olarak
bize aktaran İbn Kayyım «A dullah müslüman olduktan sonra buna sevindiği kadar
hiçbir şeye sevinmemiştir» demekl dir. (İ'lâ'mü'l-Muvakiîn, 1/63,81)
393 Tarihu'l-Fikhi'l-lslâmî, (Ali es-Sâyis) s. 45.
394 Aynı yer,
395 Ebû Hanife, s. 95.
396 Ebû Hanife, s. 96.
397 Ebû Hanife,s.93;Kitabü'l-Asâr, s.132.
398 Aynı eser,s.291.
399 İ'lâmü'l-muvakkin, 1/253.
400 İ'lâmül - muvakk,în,I/62-63;İbn Hazm, Tahkik, Saîd el-Afğani, Şam 1960, s,
11-12; en-Nesai, VII/230-231 Nesâî üzeri ne kısa bir şerh yapan Ebû'l-Hasen
Abdü'1-Hâdî es-Sinclî Abdullah'ın sözünü izaf ederken (VII/230 ): Ac-
demektedir.
401 İ'lâmü'l - Muvakkiin, 1/57.
402 1/20; Tarihu'l - Fıkhi'l - İslâmî, (Ali es - Sâyis) s. 45.
403 11/218.
404 Aynı yer,
405 da da belirtildiği gibi (Mısır 1302, Bulak XII/80) tatbik, rükua var diktan
sonra ellerin iki uyluk arasına konulmasmdau ibarettir. Namaz ilk farzolduğu
anlar da buna riayet edilmekte idi. İbn Mes'ûd bunu bırakmamış ve vefatına kadar
devanı ettir mistir. Şurası bilinmelidir ki tatbik, namazın farzlarından bir
farz değildir. Farz olan rüku' dur. Tatbik yapan rükû yapmış sayılacağı gibi
ellerini diz kapaklarının üzerine koyan di rükû etmiş sayılır. Şu halde rükû'da
tatbik usûlünü icra etmek veya elleri diz kapaklarımı üzerine koymak rükûun
adabmdandır. Bu bakımdan Abdullah b.Mes'ûd'un aşırı bir şekil de tenkidi
gerekmez. Şu kadarı var ki daha sahîh olan umumi olarak ashabın takıp et tiği
yoldur. El-Kâsânî, bu hususa temas ederek (Bedâiu' s-sanai',1/208) demektedir.
Muhtemeldir ki Abdullah b. Mes'ûd tatbik usulünün terkedildiğini duymamış tır
(Bir önceki yer). Hatta Sâ'd b. el-As oğlunun namaz kılarken tatbik yaptığını
görerek nehyeder. Oğlu, Abdullah b. Mes'ûd'u gördüğünü, onun da böyle yaptığını
söyleyince «Allah îbn Mes'ûd'dan merhametini esirgemesin,ilk zamanlar bunu
yapardık fakat daha sonra nehyolunduk»cevabmı vermiştir. ez-Zeylâi de bu hususa
temas ederek (Tebyinü'l -Haka-ik Şerhu Kenzi'd-dakaik, 1/114) tatbik usulünün
mensuh olduğunu zikretmiştir. Abdullah b. Mes'ûd tatbik usûlünü tabiidir ki Hz.
Peygamberden öğrenmişti. Kendi kendine bulduğu bir şey değildi. Fakat
terkedildiğini duymadı veya terkedildiğini bildiren delil kendisince sahih
görülmediğinden devam etti ve ölünceye kadar da bırakmadı.
406 Sünenü'n - Nesâî, 11/184.
407 Sünenü'n-Nesâî (11/185) deki hadis bunun en bariz delilidir. Metni şöyledir
:
Daha önce de ifade olunduğu gibi Abdullah b. Mes'ûd tatbik usûlünü Hz.
Peygamberden öğrenmiş bulunmaktadır (el - Müsned, 1/426). İbrahim en - Nehai de
bu usulün metruk olduğunu söylemiştir. (Kitabü'l - Asar, s. 49-50).
408 İ'lâmü'l- Muvakkiin, H/218 - 219.
409 İ'lâmü'l - Muvakkiin, 1/216.
410 11/218.
411 Tezkiratü'l - huffaz, 1/16.
412 Tarihu'l - Fıkhi'l - İslâmî, (Dr. Yusuf Musa), s. 79.
413 Bakara sûresi 178.
414 Tarihu'l Fıkhi'l-İslâmî, (Dr. Yusuf Musa), s. 79-80.
415 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 59-67.
416 Mukaddimetan, s. 274; Tezkiratü'l-huffaz, 1/13; el-ibane; s. 68.
417 El-Buhari, VI/102; Müslim, VII/148; el-Müsned, 1/379, 457; ğayetü'n-nihaye,
1/458; el-İbanc, s. 54; Üsdül-ğabe, III 256; et-Tabakat, IH/151; Mukaddimetan,
s. 30; es-Si-dstânî, ^â-U1I ubf Mısır 1936, Tashih Dr. Arthur Jefferi, s. 14;
Hılyetü'l- evliya, 1/125; el-İstiâb, U/315; Tehzibü't-tehzib, VI/28. Siyera
a'lamin-nübale, 11/245, 1/349;
418 Kitabul-masahıf. s. 11-12, Bundan da anlaşilıyorki Abdullah zamanında
değişik kıraatler göze çarpıyordu. Bunlar Hz. Peygamber zamanında da vardı.
Göldziher'in (Mezahib, s.8) kıraatlerin doğuşunu Arap yazısının karakterine
bağlamış olması bir hüsnüniyet eseri olamaz.
419 el-Buharî, IV/151.
420 Züamaül-tslâm, s. 165.
421 Kitaba'l-mamhif, s, 11-15; el-Müsned. 1/111; et-Tabakat, 11/214;
MukacUunetan, . 3), 95; Hıly^ii'i-evliya, 1/12"); cl-İstiab, 11/315; Sıyeru
a'lami'n-nübslâ, 1/343, 339.
422 Mukaddimetan, s. 95; Siyeru a'lami'n-nübela. 1/348.
423 Aynı yerler
424 Mukaddimetan,s. 95; el-İstiab, 11/315.
425 Siyeru a'lâmi'in-nübela, I/34C; Mukaddimetan, s. 95; el-Istîab, 11/315.
426 Mebahis fî ulumi'1-Ku.r'an, s. 83, dipnot.
427 Aynı yer.
428 Sılatü's-safve, 1/156-157; Mukaddimetan, s. 36, 94, 24; et-Tabakat, 11/342;
el-İ-bane s. 55; el-İsabe, H/361; el-İstiab, H/312; Siyeru a'lâmi'n-nübelâ,
1/457, 341.
429 Kitabü'1-Âsâr, s. 43; el-Müsned, 1/386, 400, 437; Sıfatü's-safve, 1/156-157;
Mu-kaddimetan, s. 35-36, 94, Hılyetü'l-evliya, 1/124; el-İstiab, I//314-315.
430 Sîratü Ömer b. el-Hattab, U/639.
431 Züamaü'i-İslâm. s. 164.
432 Doç. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Kur'an tefsirinin doğuşu ve buna hız veren
amiller, Ankara 1968, s. 56-57.
433 et-Tabakat, H/342; Mukaddimetân, s. 26; el-İbane, s. 61; en-Neşr, 1/32;
el-Fet-hu'r-Rabbanî, XVIII/56, el-İstîab, 11/314.
434 el-Fethu'r-Rabbanî, XVIII/56.
435 el-Leyl sûresi, 1-3.
436 el-Fethu'r-R.abbanî, XVIII/45.
437 el-Kamer sûresi, 17.
438 el-Buharî, VI/53, 54; el-Fethu'r-Rabbanî, XVIII/44.
439 et-Tabakat, 11/344; el-İstiab, 11/315. Hatta Abdullah, bazı konuşmalarında,
Zeyd'in kıraatinin alınıp da kendi kıraatinin terkedilmesine şaştığım
belirtmiştir. (Hılye-tü'1-evliya, 1/125; Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/348-349).
440 Kitabu'l-masahif, s. 13.
441 Aynı yer
442 Fethu'j-Bari, IX/7,24.
443 Mukaddimetân, s. 25.
444 el- Buhari, VI/113-114; el-Müsned, 1/374,380; Mukaddimetân s. 28,
el-Fethu'r-Rabbanî, XVIII/24.
445 en-Nisa suresi, 41.
446 en-Neşr, 1/212; Mukaddimetân, s. 28; el-Buharî V /180; el-Müsned,
1/374,380,433 el-Buhari, VI/113,114,Üsdül-ğabe;III/258;el-Bidayetü ve'n-nihaye,
VII/162;Kitabül-asar,s.46;
447 Muhammed sûresi, 15.
448 Mukâddimetân, s. 30; Müslim, U/204; el-Fethu'r-Rabbanî, XVIII/42;
İbnü'l-Esîr Mecdü'd-Dîn Ebu's-saadat b. Muhammed el-Cezerî, Mısr 1963 (1965)
V/255, 15, 11/12 7.
449 el-Buharî, VI/111-112; Keza 1/189; Fethu'1-Bârî, IX/78 ; Müslim, U/204.
Ancak rivayetler arasında cüz'i değişikliklerin olduğunu da burada zikretmek
isteriz.
450 el-Müsned, 1/412; eJ-Fethu'r-Rabbanî, XVIII/44. İbnü'l-Enbâri'nin ifadesine
göre Mısır 1963, Tahkik A. Muhammed Harun, s. 404)
Abdullah b. Mes'ûd şöyle derdi; «Kur'an Arapçadır. Onun kıraatine gereken önemi
verin, (şunu da bilin ki) sizden sonra Kur'an'm kıraatine ihtimam gösteren fakat
onunla amel et-miyen insanlar gelecektir.
451 el-Müsned, 1/418.
452 el-Cassas, Ahkamü'l - Kur'an, IH/209. Kitabü'l -Asar da (s. 45) Abdullah'ın,
«Kur'an'1 üç günden önce hatmeden ne okuduğunu pek bilemez» dediği rivayet
edilmektedir.
453 el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, IH/209.
454 Mukâddimetân, s. 47.
455 Mukaddimetân, s. 94.
456 el - İbane, s. 57.
457 Aynı yer.
458 Aynı yer.
459 Aynı yer.
460 Aynı yer.
461 İbnü'l - Arabî, Ahkâmü'l - Kur'an, İV/1680; el - İbane, s. 56.
462 el-Buharî, VI/102; IV/218,228; Müslim, VII/148-149; el-lbane, s. 55;
el-İstîab, U/311
463 Mebahis fi ulûmi'l-Kur'an, s. 65.
464 en-Neşr, 1/210.
465 Ğayetü'n -nihaye, 1/459; en-Neşr, 1/212; Siyeru a'la'min-nübelâ, 1/353.
466 en-Neşr, 1/212.
467 el-Buharî, VI/102; el-Müsned, 1/378.
468 el-Fethu'r-Rabbanî, XVIII/37-38.
469 el-Buharî, İV/151.
470 ed-Duhan sûresi 43-44.
471 Kitabü'1-Asâr, s. 44; Mukaddimetân, s. 230; İbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an
İV/1679 - 1680. Fakat Taberî, tefsirinde (XXV/131) bu hadiseyi anlatırken onu
Ebu'd-Der da'ya nisbet etmiştir.
472 Mukaddimetân, s. 259.
473 Mebahis fi ulûmi'l-Kur'an, s. 65.
474 M.Abdü'1-Azım ez-Zerkanî, Mısır 1372, 1/234
475 Mebahis fi ulûmil-Kur'an, s. 65.
476 el-Müsned, 1/406.
477 Ğayetü-n-nihaye, 11/294.
478 en-Neşr, 1/31.
479 Kitabü'l - Asar, s. 44.
480 İbnü'l-Arabî, AhkâmüM-Kur'an, İV/1680.
481 Aynı yer. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki
Yeri: 67-78.
482 Siretü İbn Hişâm, 1/389.
483 Siretü İbn Hişâm, 1/389.
484 ed-Duhan sûresi 45.
485 Tefsiru't-Taberî, XXV/131-132.
486 Tefsiru't-Taberî XV/239-240.
487 es-Sıhah, V/1822.
488 Tefsir'ut-Taberî, 111/176.
489 el-En'am sûresi 98.
490 Tefsiru't-Taberi, VII/287.
491 et-Tabakat, VI/105 ; Johann Fuck wJUVI_j Arapçaya çeviren Dr. Abdü'l-Halim
en-Neccar, Mısır 1951. s. 78-79.
492 et-Tabakat, VI/106 ; Tefsiru't-Taberi, XXX/75.
493 el-Bürhan, 111/369,370.
494 el-Burhan; III/37O.
495 Aynı yer.
496 el-Haşr sûresi 9.
497 Mukaddimetân, s. 189-190 ; Tefsiru't-Taberî, XXVI11/43 ; el-Cassas,
Ahkâmü'l-Kur'an, III/435; er - Rummanî, el - Hattabî, el - Gürcanî tahkik, M.
Zağlûl Selâm, M. Halefiıllah, Daru'l-Maarif, Mısır, s. 27-28.
498 Meselâ el-Cevherî (1/378) demekle ikisini farklı görmektedir.
499 el-İsra sûresi 78.
500 İbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an, 111/1207.
501 el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, 11/267; İbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an, 111/1207.
502 es-Sıhah, İV/1584.
503 Gelâlü'd-Din es-Suyütî, Celâlüd-Din Muhammed ı^MJI s~£ Mısır 1342, 1/234;
el-Kadi el-Beydavî1296, 1/708.
504 Lisânü'1-Arab, XII/311.
505 Tefsiru't-Taberî, XV/134.
506 en-Nahl sûresi 120.
507 İbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an, III/1172.
508 Lisanü'1-Arab, XIV/292.
509 İbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an, III/1172.
510 Aynı yer.
511 Tefsiru't-Taberî, XIV/191 ; İbnü'l-Arabî, Ahkamü'l-Kur'an, IH/1172.
512 el-îtkan, 1/53.
513 el-Bakara sûresi, 58.
514 Tetsiru't-Taberî, 1/304.
515 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 68-89.
516 îbn Ebî Şeybe, Ebû Ubeyd el-Kasım b. Sellâm, Ebû Hayseme,
el-Hatibü'l-Bağdadî 1385;s-9
517 Aynı eser, s. 9, 67.
518 Aynı eser, s. 10.
519 Aynı eser, s. 23.
520 Abdullah'ın tabirinin mü'minler tarafından kullanılmasına taraftar olmadığı
kendisinden gelen rivayetlerden sarahaten anlaşılmaktadır. Fakat Abdullah bunun
neden ve niçinlerini bize anlatmamıştır. Daha sonra bu hususun kelamcılar
arasında belli başlı bir mesele haline geldiğim görüyoruz. en-Nesefî bu meseleye
temas ederken Mısır 1329, 1/186) şöyle der: Eş'ari görüşlü ilim adamları ise bir
mü'minin ibaresini isti'mal etmesinde bir mani görmezler. (Aynı yer) Bunlara
göre kulun iman ve küfür hususlarında son anı mu'teberdir.
521 Tefsiru't-Taberi, XII/118.
522 el-Buhari, V/236-237. Biraz değişik olarak el-Müsned, 11/377, 423, 513,
III/9, Tefsiru't-Taberi, XVI/87,88.
523 el-Enbiya, 100.
524 Tefsiru't-Taberi, XVII/95.
525 Min Kûnuzi's-Sünne Resâüü Erba', s. 97-98. Abdullah b. Mes'ûd'un yukardaki
ibaresinde bulunan kelimesinin veya şeklinde olması daha doğrudur. Abdullah en
sağlam ve sarsılmaz imanın ğayba iman olduğunu söylerdi. İbn Kesîr'in rivayetine
göre bir konuşmasında (Tefsiru'l - Kur'ani'1-azîm, 1/41) Dr. Hüseyin Küçükkalay,
Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 89-91.
526 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 91.
527 Ğayetu'n-nihaye, I/5I6 ; et-Tabakat, VI/86.
528 et-Tabakat, VI/86, 89, 90. .
529 Aynı eser s. 86.
530 Aynı eser s. 89-90
531 et-Tabakat, VI/90; Ebû Muhammed Abdullah ed-Dârimî, ı/jUl Ou» Mısr 1966,
Tahkik Abdullah Haşim Yemânî, 1/119.
532 Ğayetü'n-nihaye, 1/516.
533 Aynı yer.
534 Ğayetü'n-nihaye, 1/516. ez-Zehebî'nin rivayetine göre (Siyeru
a'lami'n-nübelâ, 1/338-339) Abdullah Alkame'ye, Habbab'ın yanında Kur'an
okumasını istemiş ve okudukta*] sonra da: «Tıpkı benim gibi okudu» demiştir.
535 et-Tefsir ve'1-müfessirûn, 1/119.
536 et-Tefsir ve'1-müfessirûn, 1/119.
537 et-Tabakat, VI/76.
538 Aynı eser, s. 77.
539 Aynı eser, s. 80.
540 Aynı yer.
541 Aynı eser, s. 81.
542 Aynı eser, s. 82
543 Aynı yer.
544 Aynı eser, s. 84.
545 Ğayetü'n-nihaye, 11/294.
546 el-A'lâm, VIII/108.
547 et-Tefsir ve'1-Müfessirûn, II/II9 Dip not.
548 et-Tefsir ve'1-Müfessirûn, 1/120.
549 et-Tabakat, VI/70-7).
550 Aynı eser, s. 71.
551 et-Tabakat,VI/71.
552 Aynı eser, s. 72.
553 Aynı eser, s. 73.
554 Aynı yer.
555 Ğayetü'n-nihaye, 1/171.
556 et-Tefsir ve'1-Müfessirûn, 1/121.
557 et-Tabakat, VI/116.
558 Aynı eser, s. 247.
559 Aynı yer.
560 Aynı eser s. 250.
561 Aynı yer.
562 Aynı eser, s. 252.
563 et-Tefsir ve'1-Müfessirun, 1/122.
564 Aynı yer.
565 et-Tefsir ve'l - Müfessirûn, 1/124.
566 Aynı yer.
567 Aynı yer.
568 Aynı eser, s. 126.
569 Aynı yer. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki
Yeri: 91-95.
570 el- Buharî, VI/108.
571 et-Tabakat, VI/172.
572 Aynı yer.
573 et-Tabakat, VI/172.
574 et-Tabafcat, VI/174.
575 Aynı eser, s. 104.
576 Tezkiratü'l-huffaz, 1/68; et-Tabakat, VI/104.
577 Ğayet'ün-nihaye, 1/299.
578 Aynı yer.
579 et-Tabakat, VI/106.
580 Aynı yer.
581 Aynı eser, s. 107.
582 Aynı eser s. 1 08.
583 Ğayetü'n-nihaye, 1/601
584 Aynı yer.
585 et-Tabakat, VI/93.
586 Aynı eser, s, 94.
587 Aynı yer.
588 et-Tabakat, VI/95.
589 Aynı yer.
590 Ğayetü'n-nihaye, 11/294.
591 Ğayetü'n-nihaye, 1/458. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve
Tefsir İlimdeki Yeri: 95-97.
592 Tarihu'l-Fikhi'l-îslâmî (Dr. Yusuf Musa), s. 45.
593 et-Tabakat, VÎ/256.
594 et-Tabakat,-VI/258.
595 Aynı eser, s. 259.
596 Aynı eser, s. 261.
597 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 97.
598 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 98.
599 el-Buharî, IV/219; et-Tabakat, III/154; Üsdü'1-ğabc, HI/258; el-İsabe,
11/361; Sıfatü's-safve, 1/155; el-Â'lâm, IV/280.
600 el-Müsned, 1/388, 404; el-İsabe, 11/361; Üsdü'1-ğabe, III/257; et-Tabakat,
III/-154; el-Â'lâm, IV/28U; el-İstîab, 11/310; Siyeru a'lami'n-nübela, 1/337.
601 et-Tabakat, 11/352-353. Siyeru a'lami'n-nübela'da biraz değişik olarak
zikredilmiştir. (1/395)
602 Hilyetü'l-evliya, 1/129; Tezkiratü'l-huffaz, 1/14; et-Tabakat, III/156;
11/344;. Üsdü'1-ğabe, III/259; el-tstîab, 11/315; Sîyeru a'lami'n-nübelâ, 1/351.
603 et-Tabakat, III/156. ez-Zehebî bu rivayeti (A'lami'n-nübçlâ. 1/352) biraz
değişik olarak zikretmektedir.
604 Âl-i İmran sûresi, 110.
605 Tefsiru't-Taberî, IV/43.
606 et-Tabakat, III/156-157; Sünenu'd-Dârimî, 1/72.
607 Sıfatü's-safve, 1/154; et-Tabakat, III/158; Ensabü'l-eşraf, 1/204; el-A'lâm,
IV/-280; Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/351.
608 el-tstîab, 11/312; el-A'lâm, IV/280; Üsdü'1-ğabe, III/259.
609 Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/336; et-Tabakat, IH/160; Müslim, VII/147;
Hüyetü'l-evliya, 1/128, 129. el-Menâvî'nin ifadesine göre ( Mısır 1938, IV/317)
Rasûlüllah, Abdullah'ı çok sevdiği kimseler arasında saymıştır.
610 el-Maide sûresi, 87.
611 Tefsiru't-Taberi, VII/11.
612 îmtau'1-esma', 1/472-473, Muhammed Yusuf el- Kandihlevî, İUJI JL 1969,
Mısır, 111/35 9.
613 Tefsiru't-Taberi, III/208. ez-Zehebî'nin nakline göre Abdullah b. Mes'ûd'un
gözlerinde, çok ağladığı için iki tane iz vardı. (Siyeru a'lamin-nübelâ, 1/354)
614 et-Tabakat, 111/158.
615 Aynı yer.
616 et-Tabakat, III/158. Hılyetü'l-evliya sahibinin rivayetine göre(I/133)
Abdullah b. .Mes'ûd şöyle demiştir. «Cennetle Cehennem arasında dursamda bana,
seni muhayyer kılıyoruz, hangisini istersen şeç, veya kümü olmak istersin,
deseler, kül olmayı tercih ederdim». c/.-Zehebi'de Abdullah'ın: «Eğer benim
günahlarımı bilseniz, yüküme toprak saçar ve boynuma basmazdınız,» yani bana
hiçbir değer vermezdiniz dediğini nakletmektedir. (Siyeru a'la-m'in-nübelâ,
1/339,354)
617 el-Buharî VI/102; Müslim, VII/148; Sıfatü's-safve, I/I58; Kitabul-masahıf,
s. 14; el-îstîab, 11/313; Siyeru a'lam'in-nübela. 1/339; Mukaddimetân, s. 97;
Ğayetü'n-nihaye, 1/45?; Üsdü'1-gabe; III/259;
618 el-Buharî; IV/228, 218, Vl/102; Müslim, VII/148-149; el-İbane, s. 55;
İ'lamül-ıııuvakkıîn, 1/17; el istîab, 11/311; Tuhfetü'l-ahvezî X/310.
619 Kitabül-asâr, s. 48.
620 Kitabü'1-asâr, s. 211; el-Cassas, Ahkamü'l-Kur'an, III/427.
621 Müslim, VII/147-148; et-Tabai;at, III/160; Hilyetü'l-evliya, 1/129.
622 UlûmüPl-hadis, îbnü's-salab, s. 267; İ'lâmü'l-muvakkıîn, 1/16;
Sıfatü's-safve, 1/158; Siyeru a'lami n-nübelâ, 1/352-353.
623 Aynı yerler.
624 et-Tabakat, 11/342-343; Min kunizi's-sünne resâüu erba', s. 123.
625 et-Tabakat, 11/343; Hılyetü'l-evliya, 1/129; Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/352.
Son kaynağın aynı cilt ve sâhifesinde Ebû Musa el-eş'arî'nin: «Abdullah'la
bulunduğum bir meclis benim için bir senelik amelden daha hayırlıdır» dediği
nakledilmektedir. Şa'bî ise «Kû-ife'ye Abdullah'tan.daha bilgili bir sahabî
girmedi,» demiştir (s. 353).
626 en-Nahl sûresi, 90.
627 ez-Zilzâl sûresi 7,8.
628 en-Nisâ sûresi 123.
629 ez-Zümer sûresi 33.
630 Sifatü's-safve , 1/157.
631 Ensabü'l-eşraf, 1/162; el-İsabe, 11/361; Üsdü'1-ğabe, IH/258;
Hılyetü'l-evliya,. 1/128; Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/342; Bununla beraber
Rasûlüllah müteaddit defalar Abdullah'ın-faziletini sahabeye açıkça duyurmuştur.
Bir gün Hz. Peygamber mescitte konuşmaya başlamış ve sahabeye de «Oturun»
buyurmuştu, O anda henüz mescidin kapısında olan Abdullah. oracığa oturuverdi.
Fakat Rasûlüllah ona hıtabederek buyurdu. (Hayatü's-sa-habe, H/385)
632 et-Tabakat, III/154; el-İsabe, 11/362; el-İstîab, H/310;
Tuhfetü'l-ahvezî,X/312; Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/342. Buradaki «istişaresiz
tayin» hususunu, bir orduya kumanda» olarak veya Rasûlüllah hayatta iken
herhangi bir iş için vazifelendirmek şeklinde anlamak gerekir. Halifelik buna
dahil değildir.(Tuhfetü'l-ahvezî, X/312)
633 İ'lamül-muvakkiîn, 1/17.
634 el-Buharî IV/319; Müslim, VII/147; Sifatü's-safVe, I/I55; el-İsabe, 11/361;
Üsdü'l-ğabe, HI/258;et-Tabakat, III/154; Tuhfetü'l-ahvezî, X/310; Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, 1/336-337..
635 el-Buharî, VIII/6.
636 el-İsabe, 11/361; Üsdü'1-ğabe, III/256; Ensabu'l-eşraf, 1/162;
İmtau'1-esma', 1/20; ^Züamaü'l-İslâm s. 162; el-Bidâyetü ve'n-nihaye, VII/162;
Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/335.
637 et-Tefsîru ve'1-müfessirûn, 1/186; el-tsâbe, 11/313.
638 Şerhu sûlâsiyyati'I-IVtüsned, 11/186; el-îstîab, 11/311; Siyeru
a'lami'n-nübelâ,. 1/346.
639 Hayatü's-sahabe, III/534-535; Tezkiratü'l-huffaz, I/I5; Siyeru
a'lami'n-nübelâ, 3/346.
640 î'lamu'l muvakkiîn, 1/17.
641 Sîratü Ömer b. el-Hattab; 11/639, et-Tabakat, III/372; Hilyetü'l-evliya
sahibi (T/128 de) Rasûlüllah'ın vezir ve yakın dostlarını sayarken Abdullah'ı da
saymıştır. ez-Zehe-"foî de (Siyeru alâmi'n-nübelâ. 1/295,345) aynı şeye temas
eder.
Abdullah b. A^es'ûd cenaze yanında gülen bir kimseye «Demek cenaze yanında
gülüyorsun. Yemin ederimki seninle konuşmayacağım» demiştir. (Hayatü's-sahabe,
11/393). Hasta ziyaretine giden Abdullah, oradakilerden birinin kadına baktığını
görünce «Bu kadına bak-
maktansa gözün çıksa daha iyi olur» dedi. (Ebû Abdillah el-Buharî 2ji\.\ ı_oVI
Tahkik M. F. Abdulbakî Kahire 1375, s. 140). Amr b. el-As ağır hastaydı. Teselli
İçin kendisine «Ra-sûlüllah seni yakın tutar ve hizmetlerini gördürürdü.»
denilince, «Bilmiyorum, severmiydi, yoksa beni İslama, ısındırmak için mi öyle
davranırdı. Fakat iki kişi için şehadet ederim ki Rasûlüllah onları severek
öldü. Bunlar Abdullah b. Mes'ûd ve İbn Sümeyye'dir.» dedi (Siyeru
a'lami'n-nübelâ, 1/345) Ubâde b. es-Samit yalnız bulundukları bir sırada
Rasûlüllah'a «Ya Rasûlallah, ashabınızdan kimleri seviyorsanız ben de onları
seveyim» demişti. Rasûlül-îah, Ebû Bekr, Ömer, Ali, ez-Zübeyr, Talha ve daha
başka bir kısım sahabeyle Abdullah'ı da saymıştır. (Siyeru a'lami'n-nübelâ,
11/1-2) Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri:
98-104.
642 Sıfatü's-safve, 1/163.
643 Aynı yer.
644 Aynı yer, Hılyetü'l-evliya, 1/130; Siyeru a'lami'n-nübela 1/354.
645 Tezkiratü'l-huffaz, 1/15-16; Sünenü'd-Darimî, 1/50.
646 et-Tabakat, VI/208.
647 Sünenü'n-Dârimî, 1/61.
648 el-Cahız Kahire 1960, 1/104.
649 Aynı eser, s. 256.
650 el-Beyanü ve't-tebyin U/283; en-Nihaye fi ğaribi'l-hadis IV/290.
651 el-Müberred; Mısır, 1956, II/5.
652 el-Kâmil, 11/285; Sünenü'd-Darimî, 1/98.
653 Sıfatü's-safve, 1/165, Siyeru a'lami'n-nübelâ, 1/355.
654 Sıfatü's-safve, 1/166; Hılyetü'l-elviya, 1/135.
655 Sifatü's-safve, 1/166; Hılyetü'l-evliya, 1/137.
656 Sıfatü's-safve, 1/164; Hılyetü'l-evliya, 1/131.
657 Sıfatü's-safve, 1/164; Hılyetü'l-evliya, 1/135.
658 Sıfatü's-safve, 1/163.
659 Aynı eser, s. 164.
660 Aynı yer.
661 Sifatü's-safve, 1/163.
662 Sıfatüs-safve, 1/164; Hilyetül-evliya, 1/130.
663 Sıfatü's-safve, 1/164; Hilyetül-evliya, 1/131.
664 Sıfatü's-safve, 1/164.
665 İ'lâmü'l-muvakkiîn. 1/57.
666 Mukaddimetan, s. 259.
667 Aynı yer.
668 el-Burhan, 1/454.
669 Mukaddimetan, s. 260.
670 Aynı eser, s. -259.
671 İbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an, 1/331.
672 et-Tevbe sûresi 119.
673 Tefsiru't-Taberi, XI/63. el-Müsned, 1/410 da biraz değişik olarak.
674 el-Müsned, 1/377, 378, 425.
675 el-Müsned, 1/380, 381; el-Buhari, VI/32. ,(
676 Min Kûnûzi's-Sünne Resailü Erba', s. 6.
677 Aynı eser, s. 18.
678 Min Kûnûzi's-Sünne, s. 110.
679 Aynı eser,, s. 111.
680 Min kunûzi's-Sünne, s. 120.
681 Aynı eser, s. 122.
682 Aynı eser, s. 135.
683 Aynı eser, s. 136.
684 Aynı yer.
685 Aynı eser. s. 137. Biraz değişik olarak Sünenü'd-Darimi 1/82 de.
686 Min kunuzi's-Sünne, s. 140-141.
687 Aynı eser, s, 145.
688 Aynı eser, s. 164.
689 et-Tabakat, VI/81.
690 el-Haris el-Muhasibi, Halep 1964, s. 40, Siyeru a'lami'n nü-belâ 1/355.
691 Tefsiru't-Taberi, XIII/168.
692 Risaletü'l-müsterşidin, s. 66.
693 Tefsiru't-Taberi, XVIII/112.
694 en-Nûr sûresi, 32.
695 Tefsiru't-Taberi, XVIII/126.
696 Tefsiru't-Taberi, XVI/108.
697 Tefsiru't-Taberi, XVIII/112; et-Tabakat, III/154-155; en-Nihaye fi
garibi'1-hadis J/74.
698 Kitabü'1-asâr, s. 19.
699 Aynı eser, s. 46.
700 Kitabü'1-asâr, s. 200, Sünenü'd-Dârimî, 1/56.
701 Kitabü'1-asâr, s. 213-214.
Yine Abdullah diyor ki: «Küffarla ellerinizle mücadele edin. Yüzlerine asık çeh
reyle bakmaktan başka bir şey yapamıyorsanız bari öyle yapın (Siyeru
a'lami'n-nübelâ, 1/355; Hayatü's-sahabe, 11/718; İbrahim Desûkî eş-Şihavî,
Kahire 1962, s. 4-4). İnsanlar üç kısımdır. Geri kalanda hayır yoktur.
Birincisi, Allah yolunda savaşan bir cemaat görüp de malıyla ve nefsiyle
savaşandır, İkincisi, diliyle cihad eden ve iyiliği emredip kötülükten
nehyedendir. Üçüncüsü de hakkı kalbiyle tanıyan kimsedir. (Hayatü's-sahabe,
11/718) Allah'ın, benim için işlemiş olduğum bir ameiimi kabul ettiğini
büivermem, dünya dolusu altınım olmasından daha hayırlıdır (Hayatü's-sahabe,
11/685) Müslüman olarak sabahlayıp akşamlayan bir kimseye dünyada hiçbir şey
zararlı olamaz. (Hilyetü'l-evliya, 1/132) Dünyada ençok hapsedilmesi gereken şey
dildir. Bunun için yemin ederim. (Hilyetü'l-evliya, 1/134) Abdullah, kendisinden
nasihat istiyen birine şöyle dedi: «Allah'a ibadet et ve asla şirk koşma,
Kur'an'ın gösterdiği yoldan ayrılma. Sana hakikat bildiren kimse, uzak ve
sevmediğin biri de olsa ondan bunu kabul et. Aksi halde reddet. Hatta sevdiğin
bir yakının olsa bile» (Hılyetü'l-evliya,î/134). Dinine saygılı olmak istiyen
kimse, padişah huzuruna girmesin kadınlarla yalnız kalmasın ve sapıklarla
mücadele etmesin, (Sünenü'd-Dârîmi, 1/77) Abdullah b. Mes'ûd oğluna, Allah'tan
korkması, evinin kendisine yetmesi ve hatalarını bilmesi hususunda nasihat
etmişti. (Hayatü's-sahabe, 11/72 3) Bir kabr üzerine bilerek bafflnaktansa ateş
üzerine basmak benim için daha iyidir. (Kitabü'1-asâr, s. 82) İnsan alim olarak
doğmaz. İlim öğrenilmekle elde edilir. ( el-Ikdü'1-feridj 11/211 ).
Rasûlüllah'm: Cl«
İçinizden kimi dünyayı istiyor, ( Yine ) içinizden kimi ahîreti
diliyordu-ayetini (Âl-i Imran, 152) okuduğu ana kadar içimizde dünyayı
isteyenler olduğunu hissetmemiştim. (Abdü'l-Cebbar b. Ahmet el-Hemezâne, Tdhkik,
Dr. Abdülkerim Osman, Beyrut 1966, 11/464) Hamili Kur'an, herkesin uykuda olduğu
zaman geceyi uyanık geçirmekle, herkes iftarda iken oruçlu olmakla, sevinçli
oldukları zaman keder ve üzüntüsüyle, halk, gelişi güzel konuşurken sükutiyle ve
halk gurur içindeyken tevazuu ile tanınmalıdır. (Hılyetü'l-evîiya,I/130;
Sıfatü's-safve, 1/162-163) Dünyada her insan müsafir-dir ve malıda ödünçtür
.Yolcu elbet bir gün taşınıp göç edecek ödünç olan malı da geri verilecektir,
(el-lkdü'l -ferid, IH/173, Hılyctül-evliya, 1/134) Abdullah; Allah'ın nimetine
düşmanlık etmeyin» demişti. Biri ona «Kim Allah'ın ni'metine düşmanlık eder»
deyince «Alla-hjn kendilerine ihsanda bulunduğu kimseleri çekememek Allah'ın
nimetine düşmanlık etmektir» dedi. (el-Ikdül-ferid, 11/320) Abdullah;
«Peygamberlikten sonra vukubulacak küfrün a-nahtarı kaderi yalanlamaktır»
demiştir. «el-İkdü'1-ferid 1/381) Abdullah'ın hanımı kendisinden bir elbise
istemişti. Abdullah «Allahm sana giydirdiği elbiseyi terketmenden korkarım»
dedi. Hanımı «O nedir?» deyince Abdullah «Evindir» cevabını verdi (cn-Nihaye
fiğarib'il hadis ve'1-eser 1/27) Haksız yere kavmine yardtm eden helak olup
gider. (Aynı eser U/216) Abdullah insanın kendini beğenmesini bir nevi delilik
sayar. (Aynı eser, H/375)
Bunlardan başka Abdullah b. Mes,ûd'un insanlar irşat makamında pek çok
nasihatleri mevcut bulunmaktadır. Bu sözlerin hepsi de Kur'an'ı Kerim ve Hadisi
şeriflerin ışığı altında söylenmiş hikmetli sözlerdir. İlerde yapılacak bir
çalışmayla bunlar küçük bir eserde bir-araya getirilebilir. Abdullah b.
Mes'ûd'un rivayeti olan Hadisi şerifleri de yine yapılacak olan müstakil bir
çalışmayla toplayıp izahlariyle birlikte müslümanlarm istifadelerine arzetmek
çok faydalı olur kanaatindeyiz.
702 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri:
104-111.
703 el-Müsned,I/430-431; Kitabü'1-âsar, s.32; Ebû Hanifc.s." 93.
704 Tarihü'l-Fıkhi'l-İslâmî (Dr. Yusuf Musa)' s. 244.
705 Aynı yer.
706 Aynı yer.
707 Aynı eser s. 245.
708 Aynı yer.
709 Tarihu'l-Fikhi'l-İslâmî, (Dr .Yusuf Musa) s. 247; İ'lâmü'l-Muvakkiîn, 11/52.
710 riâmü'l-muvakkıîn, 11/52-168.
711 î'lâmü'l-muvakkıîn, 1/63.
712 Aynı yer.
713 İ'lamül-muvakiîn, 1/63-64.
714 Aynı eser, s. 64.
715 Aynı yer.
716 el-Buharî, VI/53; Müslim, VIII/133; Umdetü'1-Kâri, IX/184;
ed-Dürrü'lmen-sur, VI/132; İsmail Hakkı, 1285, cl-Amira IV/176; Siretü İbn
Kesir, 11/114.
717 el-Buharî, VI/52; Uyunü'1-eser 1/114.
718 Tefsiru't-Taberî, XXVII/84-87; ed-Dürrü'1-mensur, VI/132-134.
719 el-Buharî, VI/15-16,39,41; el-Müsnecl, 1/377, 447, 413; Tefsiru't-Taberî,
XXVII/85.
720 Tefsiru't-Taberî XXVII/86; Biraz değişik olarak, el-Keşşaf, 11/420;
ed-Dürrü'l-mensur, VI/134; Ruhu'l-beyan, İV/176, Siretu İbn Kesir, 11/115.
721 Tefsiru't-Taberî, XXVII/86;Umdetü'l-Karî,IX/185.
722 Ruhu'l-Beyan,IV/176; el-Keşşaf,II/420.
723 Ruhu'l-Beyan,IV/176.
724 Fetrm'1-Barî, VI/464. :
725 Aynı yer.
726 Tefsiru't-Taberî, XXVII/87.
727 Tefsiru'r-Razî, VII/779.
728 Ali el-Muhayimî, Mısır, 1295, U/307.
729 el-Keşşaf, 11/419.
730 Aynı eser, s. 420.
731 Haşiyetü'ş-Şihab, VIII/120; Ruhu'l-beyan IV/179.
732 Haşiyetü'ş-Şihab, VIII/120; Ruhu'l-beyan IV/179.
733 en-Nahl sûresi 1.
734 Haşiyetü'ş-Şihab ale'l-Beydavi, V/309.
735 Tefsiru't-Âlûsî, IV/334.
736 en-Nahl sûresi 1.
737 Tefsiru't-Âlûsî, IV/334.
738 Haşiyetü'ş-Şihab ale'l-Beydavi, V/309.
739 Aynı yer.
740 el-Bakara sûresi 91.
741 es-Sâalibî, 4İİ11 -Us 1938 Mısır, s. 491.
742 el- Avasımu mine'l- kavasım, s. 78-79.
743 Aynı eser, s. 79 dipnot
744 el- Avasımu mine'l- kavasım, s. 78-79.
745 Aynı eser, s. 79 dipnot
746 ei-Avasımu mine'l-kavasım, s. 79 dipnot.
747 Aynı yer.
748 ei-Avasımu mine'l-kavasım, s. 79 dipnot.
749 el-Avasım mine'l-kavasım s. 78.
750 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri:
112-121.
751 Lisanü'1-Arab, VI/36I ; es-Sıhah , 11/781.
752 Lisanü'1-Arab , VI/361 ; Saîd eş-Şartûnî ; 1889 Beyrut , 11/125.
753 es-Sıhah , 11/781.
754 el-Burhan , 11/147 ; el-İtkan , 11/173.
755 Lisanü'1-Arab , VI/ 33
756 Aynı yer.
757 Lİsanü'1-Arab , VI/35.
758 Aynı yer.
759 el-Bürhan,II/147.
760 Doç.Dr.İsmail Cerrahoğlu,Kur'an tefsirinin doğuşu ve buna hız veren amiller
s.i
761 el-Fürkan,33.
762 el-Bürhan,II/148.
763 Lisanü'l-Arab,XIII/33; es-Sıhah, İV/1628.
764 Aynı yer.
765 el-Burhan, 11/148.
766 el-Â'raf; sûresi'' 53.
767 el-Burhan, 11/148.
768 el-Bürhan, 11/149.
769 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/19; el-îtkan, 11/173.
770 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/19 un dipnotunda belirttiği «et-Tefsir,
mealimu ha-yatihi ve menhecuhu'1-yevm» adlı eser s. 6.
771 el-İtkan, 11/173; et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/19.
772 el-İtkan, U/173.
773 Aynı yer.
774 Aynı yer.
775 Aynı yer.
776 el-îtkan, 11/173.
777 Aynı yer.
778 el-Fecr sûresi 14.
779 el-îtkan, 11/173.
780 Aynı yer.
781 Aynı yer.
782 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/21.
783 el-Hucürat sûresi 14.
784 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri:
122-126.
785 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 126.
786 el- Burhan, 11/175.
787 el-En'am sûresi 103.
788 el-Kıyame sûresi 22-23.
789 el-Maide sûresi 1.
790 el-Maide sûresi 3.
791 en-Nisâ sûresi 27.
792 en-Nisâ sûresi 44.
793 el-İhlas sûresi 2.
794 el-îhlas sûresi 3-4.
795 el-Bürhan, 11/186.
796 el-Mearic sûresi 19.
797 el-Bürhan, 11/186.
798 Alî Inıran sûresi 97.
799 el-Fatiha sûresi 3.
800 el-înfitar sûresi 17-19.
801 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri:
126-128.
802 el-Bürhan, 11/156.
803 el-Kıyame sûresi 17-19.
804 et-Tefsiru ve' 1-müfessirûn,. 1/33.
805 Abese sûresi 31.
806 Mukaddimetân, s, 183; et-Tefsiru ve'1-müfessiran, 1/34; İbn Kesîr, Tefsiru'l
Kur'-ani'1-azım, Hz. Ömer'in bu davranışını garip karşılamamak lazımdır. Zira
ashabdan pekçoğu Kur'an'ı bütün teferruatiyle bilmediklerini sarahaten ifade ve
beyan etmişlerdir. Meselâ Kur-an'm tercümanı olarak kabul edilen Abdullah b.
Abbas kelimelerinin manalarım tam olarak bilmediğini itiraf etmiş
(Tefsiru't-Taberî, XV/199;XVI/56) ve Hz. Ömer gibi davranmıştır.
807 en-Nahl sûresi 47.
808 Haşiyetü'ş-Şihab ale'l-Beydavî, V/335; et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/34. Bu
beyt hakkında birçok eserlerde geniş ölçüde bilgi mevcuttur. Bazı ilim adamları
ise şahit kabilinden beyti zikretmişler fakat üzerinde pek fazla durmamışlardır.
Beyti, el-Cevherî, IV/1359 da, et-Taberî, XIV/113 de, Lisanü'1-Arab, X/450 de,
Haşiyetü'ş-Şihab ale'l-Beydavî, V/335 de, Muhibbi'd-Din efendi, Mısır 1308) s.
147 de ele alırlar. Burada şuna da temas etmek isteriz ki bu beytin kailinin kim
olduğu hususu kesin olarak ifade edilmiş değildir. Meselâ es-Sıhah'da beyt
Zü'r-Rumme'ye atfedilmiş olduğu halde birçok yerde beytin Ebû Kebir
el-Hü-relî'ye ait olduğu söylenmiştir. Lisânü'1-Arab sahibi ise beyti İbn
Mukbil'e nisbet etmiştir.
809 Âl-i Imran sûresi 191.
810 el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, 11/265.
811 el-Müsned,IV/378-379; Tefsiru İbn Kesir, 1/29.
812 Tefsiru îbn Kesir, 1/29; Tefsiru't-Taberî,I/79.
813 Bu rivayetlerin hepsini burada zikrederek üzerinde durmak imkan dahilinde
değildir. Fakat bir kısmı için el-Müsned, IV/378-379,V/77 ; Tefsiru İbn Kesir,
1/29,30 ; Tefsiru't-Taberî,1/79-85 ; ed-Dürrü'1-mensur, I/16,ve daha başka
eserlere bakılabilir.
814 Tefsiru İbn Kesir, 1/29; Haşiyetü'ş-Şihab alc'l-Beydavi. 1/146.
815 en-Nahl sûresi 106.
816 en-Nisa sûresi 167.
817 el-Maide sûresi 60.
818 el-Maide sûresi 77.
819 Haşiyetü'ş-Şihab, 1/146.
820 Zfm,thv KeSİr'1/30' Haşiyetü'ş-Şihab ale'l-Beydavî,I/146.
821 Tefsıru't-Taberî,I/84.
822 Aynı yer.
823 Tefs.ru ibn Kesir, 1/30 ; Tefsiru't-Taberî,I/80
824 Tefs.ru ibn Kesir, 1/30 ; Tefsiru't-Taberî,I/80
825 Kur'an tefsirinin doğusu ve buna hız veren amiller,.,. 25-26.
826 Haşiyetü'ş-Şihab ale'l-Beydavi, 1/146.
827 Ruhu'I-maanî, 1/82.
828 Aynı yer.
829 Aynı yer.
830 Mensur Ali Nasıf, Mısjr 1962, IV/64.
831 Tefsiru't-Taberî, H/554.
832 Aynı eser s. 555.
833 Aynı eser s. 558.
834 Aynı eser s. 559.
835 Aynı yer.
836 Aynı eser s. 561.
837 Tefsiru't-Taberî, 11/ 564.
838 Aynı eser s. 565,566.
839 Aynı eser s. 566.
840 el-Keşşaf, 1/273.
841 et-Tac, IV/64.
842 el-Keşşâf, 1/273.
843 el-Buharî, V/162.
844 es-Sıhah, 1/261.
845 Lisânü'1-Arab, H/378.
846 Aynı yer.
847 Tefsiru't-Taberî, 11/570.
848 Aynı yer.
849 Tefsiru't-Taberî, 11/570.
850 Aynı eser s. 571.
851 Lisânül-Arab, 11/378.
852 Aynı yer.
853 el-Buhari, VI/20 ; İV/137 ; el-Müsned, 1/378,444; el-Bürhan, 11/156.
854 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/49.
855 el-îtkan, 11/179.
856 el-Bürhan, U/156.
857 el-İtkan, 11/179.
858 el-İtkan, 11/178.
859 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri:
128-137.
860 et-Tefsiru ve'1-müfessirun,11/58.
861 el-Bürhan,II/160 ; el-İtkan,II/179.
862 et-Tefsiru ve'l-müfessirun,I/58.
863 el-Maide sûresi 3.
864 et-Tefsîru ve'1-müfesskun, 1/60.
865 Aynı yer.
866 el-Buharî,VI/94.
867 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri:
137-138.
868 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/61.
869 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri:
138-139.
870 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 139.
871 et-Tefsiru ve'l-müfessirun,II/101.
872 el-Buhari,IV/217 ; Mukaddimetân,s.53 ; et-Tabakat,II/365.
873 Mukaddimetân,s. 54; et-Tabakat,II/365.
874 et-Tabakat,II/365 ; Mukaddimetân, s, 54.
875 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/101. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn
Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 139.
876 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/114. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn
Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 139-140.
877 Aynı eser.s. 118.
878 Aynı eser,s. 87,88. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir
İlimdeki Yeri: 140.
879 el-İtkan,II/179 ; el-Burhan,II/158
880 el-Bürhan,II/158.
881 et-Tefsiru ve'l-müfessirun,I/128.
882 el-îtkan,II/I79. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir
İlimdeki Yeri: 140-141.
883 et-Tefsiru ve'l-müfessirun,I/128.
884 Ebû Hanife,s.95.
885 Aynı eser s.96.
886 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri:
141-142.
887 et-Tefsiru ve'l-müfessirun,I/I30.
888 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 142.
889 Mukaddimetân, s. 193.
Abdullah b. Mes'ûd, bilhassa takrir metoduna göre ders verirken meclisinde
bulunanlara dikkat ederdi. Eğer konuşmalarını noteden biri olduğunu görürse o
zaman, daha önce üzerine bir şeyler yazılmış bir sahife getirir ve yazıları
sildikten sonra o kimseye verirdi. (Dr. Nasıru'd-dîn el-esed, Mısır, 1966, s.
100).
890 ed-Duhan sûresi,43,44.
891 Kitabü'l-asâr,s.44; Mükaddimetân;s.230;İbnü'l-Arabî, Ahkamü'l-Kur'an,
IV/I679-1680.
892 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri:
142-143.
893 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/152.
894 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/152.
895 Aynı eser s. 94.
896 Aynı eser s. 94; Ulûmü'l-Hadis, s. 45; es-Süyûtı, Mısır 1959, s. 115-116.
897 Ulümü' 1-Hadis, s. 45.
898 Tedribu'r-ravî, s. 115-116.
899 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/152.
900 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, I/I35.
901 Aynı yer.
902 Aynı yer.
903 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/154.
904 Aynı eser s. 157.
905 Aynı eser s. 201.
906 Aynı eser s. 201.
907 Aynı yer.
908 Aynı yer.
909 Aynı eser s. 202.
910 et-Tefsiru vc'1-müfessirun, 1/158.
911 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri:
143-146.
912 Tcfsiru îbn Kesir, 1/3; el-Bürhan, 11/175.
913 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 146.
914 Tcfsiru't-Taberî, 1/83.
915 el-îsra sûresi 78.
916 Tef8İru't-Taberî, XV/140.
917 el-Müsned, 11/474; Tcfsiru't-Taberî, XV/139.
918 el-Kehf sûresi 94
919 Tefsiru't-Taberî, XVI/22.
920 Aynı yer.
921 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri:
146-147.
922 el- Maide sûresi 44.
923 el-Hadid sûresi 27.
924 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/169.
925 Aynı yer.
926 el-Buharî, 1/224. (Kitabü'l-Cum'a)
927 îrşadü's-Sârî,II/190.
928 el-Müsned,II/159,202,214,474,502 ; 111/12,46,56.
929 el-Buharî,VIII/160.
930 el- Müsned.,111/387.
931 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/175.
932 el-Müsned, 1/451.
933 Aynı yer. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki
Yeri: 147-149.
934 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/256.
935 Aynı yer.
936 el-İsra sûresi 36.
937 en-Nahl sûresi 44.
938 Muhammedb. îsâ, Mısır 1934. xi/68; el-Bürhan, 11/161.
939 et-Tefsiru \e'l-müfessirun, 1/260; el-Bürhan, 11/162.
940 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/260; el-Bürhan, 11/162.
941 Aynı yerler.
942 et-Tefsiru vel-müfessirun, 1/260.
943 Muhammed sûresi 24.
944 en-Nisâ sûresi 83.
945 el-Bürhan, 11/161.
946 Aynı eser, s. 161-164.
947 et-Tefsiru ve'1-müfessirun, 1/146.
948 Tefsiru't-Taberî, 1/68.
949 Aynı yer.
950 Aynı eser s. 75.
951 Aynı eser s. 102.
952 Aynı yer.
953 Aynı yer.
954 Aynı eser s. 106.
955 Aynı eser s. 116.
956 Aynı eser s. 125.
957 Tefsiru't-Taberî, 1/130.
958 Aynı yer.
959 Aynı eser s. 137.
960 Aynı yer.
961 Aynı eser s. 147.
962 Aynı eser s. 163.
963 Aynı eser s. 181,
964 Meselâ b ayetinde olduğu gibi.
965 Tefsiru't-Taberî, 1/200.
966 Aynı yer.
967 Aynı eser, s. 201.
968 Aynı yer.
969 Aynı eser, s. 212.
970 Aynı yer.
971 Aynı yer.
972 Aynı eser, s. 214.
973 Tefsiru't-Taberî, 1/217.
974 Aynı eser, s. 216-218.
975 Ayın eser, s. 218.
976 Aynı yer.
977 Aynı eser, s. 300.
978 Aynı eser, s. 304.
979 Aynı eser, s. 519.
980 Aynı yer.
981 Aynı yer.
982 Tefsiru't-Taberî, 11/96; el-Cassas, .Ahkamü'l-Kur'an, 1/131.
983 el-Müsned, 1/3,76, 377, 409, 415 (Cüz'i rivayet farkıyle beraber) Keza
Tefsiru't-Taberî, 11/570.
984 Tefsiru't-Taberî, III/B8.
985 Tefsiru't-Taberî, IV/28.
986 Aynı eser, s. 29.
987 Aynı eser s. 30,31.
988 Aynı eser, s. 31.
989 Tefsiru't - Taberî, IV/31.
990 Aynı eser, s. 32
991 Aym eser, s. 53
992 Aym eser, i. 96.
993 Aynı eser, s.171
994 Tefsiru'-Taberi , V/37.
995 Aynı eser , s. 40.
996 Aynı yer.
997 Tefsiru't-Taberi , VII/96.
998 Aynı eser , s. 94.
999 Tefsiru't-Taberi , VIII/101.
1000 Aynı yer.
1001 Aynı yer.
1002 Tefsiru't-Taberi , IX/23.
1003 Aynı eser, s. 119,120.
1004 Aynı eser, s. 121.
1005 Tefsiru't-Taberî, XI/19.
1006 Aynı eser , s. 137.
1007 Aynı eser , s. 136.
1008 Aynı eser , s.138.
1009 Aynı eser ,s.l82.
1010 Tefsiru't-Taberi, XII/2.
1011 Tefsiru't-Taberi, XII/132.
1012 Aynı eser, s. 214.
1013 Aynı yer.
1014 Tefsiru't-Taberi, XIII/64.
1015 Aynı yer.
1016 Aynı eser, s. 65.
1017 Aynı eser, s. 188.
1018 Aynı eser, s, 188-189.
1019 Tefsiru't-Taberî, XIII/189.
1020 Aynı yer.
1021 Tefsiru't-Tabcri, XIV/18.
1022 Aynı eser, s. 51.
1023 Aynı eser, s. 55.
1024 Aynı eser, s. 126.
1025 Tefsiru't-Taberi, XV/140.
1026 Tefsiru't-Taberî, XV/152.
1027 Aynı eser' s. 157-
1028 Aynı eser, s. 158.
1029 Tefsira't-Taberi, XVIII/146-147.
1030 Tefsiru't-Taberi, XXI/30.
1031 Aym eser, s. 89.
1032 Tefsiru't-Taberî, XXI/109.
1033 Aynı eser , s. 110.
1034 Tefsiru't-Taberi , XXII/56-57.
1035 Aynı eser , s.54.
1036 Aynı eser , s.90 ; el-Buharî , VII1/194.
1037 Tefsiru't-Taberî, XXIII/33.
1038 Tefsiru't-Taberî, XXII/144, Tefsîru İbn Kesîr, III/561.
1039 Tefsiru't-Taberî, XXV/116.
1040 Aynı eser, s. 117.
1041 Tefsiru't-Taberî, XXVII/45.
1042 el-Buharî, VI/15-16, 39, 41; Tefsiru't-Taberî, XXI/17; XXVI1/85.
1043 Tefsiru't-Taberî, XXVIII/167.
1044 Tefsiru't-Taberî, XXX/22
1045 Aynı eser, s. 27.
1046 Aynı eser, s. 317,318.
1047 Aynı eser, s. 314.
1048 Aynı eser, s. 315.
1049 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri:
149-167.
1050 el-Burhan, 11/78.
1051 Aynı eser, s. 79.
1052 Meryem sûresi 1.
1053 el-İtkân, U/9.
1054 Aynı yer.
1055 Mebahis fi ulumi'l-Kur'an s. 268.
1056 Tefsiru't-Taberi, 1/87. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve
Tefsir İlimdeki Yeri: 167-168.
1057 Al-î Imran sûresi 100.
1058 en-Nisa' sûresi 43.
1059 el-Kehf sûresi 83.
1060 el-îsra' sûresi 85.
1061 en-Nâz.iat sûresi 42.
1062 el-Bürhan, 1/22.
1063 Menâhilü'l-ırfan fi ulûmi'l-Kur'an, 1/102.
1064 el-Bakara sûresi 115.
1065 el-Vahidî, Esbabü'n-nüzûl, s. 68.
1066 Tefsiru't-Taberî, 11/33.
1067 Tefsiru't-Taberî, IV/203.
1068 Tefsiru't-Taberî, XII/134; el-Müsned, 1/406,386.
1069 el-Buharî, V/227; Müslim, VIII/244; Tefsiru't-Taberî, XV/104. Rasûlüllah'ın
cinlere Kur'an okuduğu ve Abdullah b. Mes'ûd'un cin gecesi Rasûlül lahla bulunup
bulunmadığı meselesi bazı tartışmalara yol açmıştır. Bazı îlim adamları Abdullah
b. Mes'ûd'un cin gecesi Hz. Peygamberle beraber olmadığını ileri sürerlerken
bazıları da Abdullah'ın bu gece Rasûlüliahla beraber olduğunu beyan etmektedir.
Şimdi Abdullah'ın cin gecesi Rasûlüliahla beraber olduğunu bildiren birkaç
rivayet üzerinde duralım.
(es-Suyutî Haydarabad, 1319, 1/137; Te&iru't-Taberî XXVI/32; Ebû Nu-aym,
Haydarabad, 1320, 11/129-130).' (el-Hasaisü'1-Kübra, 1/138; Uyunü'1-eser, 1/137;
el-Müsned, 1/458-459)
(Ebû Abdillah Muhammed b. Yezid el-Kazvînî Mısır 1952, 1/135,136,
(Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah el-Kurtubi' Mısır, 19C XVI/212).
Bu rivayetler muvacehesinde Abdullah b. Mes'ûd'un cin gecesi bulunmadığını
bildiren rivayetlere de Taşlanmaktadır. Şimdi bunlardan da birkaç örnek
zikredelim.
(Tefsîru'l- Kurtubî XIX/ 3-4; Müslim, 11/36) en-Ne-,evî Müslim şerhinde bu
hadisi îzah ederken (11/52) Ebû Davûd ve daha başka yerlerde zikredilen ve
nebizle abdest alındığım da bildiren hadislerin sahih olmadığını ileri sürerek
şöyle demektedir. (Tefsiru'l-Kurtubi XVI/2l)
el-Kurtubî tefsirinde (XVI/4)Beyhakî'den şu sözü nakleder. «Beyhakî dediki:
«Sahih hadisler cin gecesi Abdullah b. Mes'ûd'un Rasûlüllahla beraber olmadığına
delalet etmektedir. Ancak Rasûlüllah Abdullah'a ve başkalarına cinlerin izlerini
ve ateşlerinin eserlerini göstermek için gittiği zaman o da gitmiştir»
Görüldüğü gibi Abdullah'ın cin gecesi Rasûlüllahla beraber olup olmadığı
hususunda ihtilaf edilmiştir. 'Şu kadarı var ki Abdullah'ın cin gecesi
bulunmadığını bildiren rivayetlere bakılarak Abdullah'ın cin gecesinde
olmadığını söylemek - kanaatimizce - mümkün olmaz. Şöyle ki: Müslim Abdullah b.
Abbas'tan (11/35) Rasûlüllâh'm cinleri görmediğini ve onlar için Kur'an
okumadığım rivayet etmektedir. Halbuki îbn Abbas'tan gelen başka rivayetlerde
(Umdetü'1-karî, VII/290; et-Taberî, XXVI/33; Tefsiru'l-Kurtubî, XVI/213)
Abdullah b. Abbas bu cinlerin Rasûlüllah tarafından kavimlerine elçi olarak
gönderildiğini bildirdiğine temas edilmektedir. Şu hale göre Abdullah b.
Mes'ûd'un cin gecesinde Rasûlüllahla beraber olmadığını kat'i olarak ileri
sürmek mümkün değildir. Çünkü Rasûlüllah'ın cinleri görmedi-,ğini ve onlara
Kur'an okumadığını söyleyen İbn Abbas, nasıl olur da cinlerin Rasûlüllah
tarafından kavimlerine elçi olarak gönderildiklerini iddia edebilir? Bu ve
benzeri sebepler yüzünden ilim adamları cinlerin Rasûlüllahla meteaddit defalar
görüştüğüne ve Abdullah'ın da bu görüşmelerden bir kaçında hazır bulunduğuna
meyletmişlerdir Fethu'1-Bârî sahibi (VIII/513) «Zıt görünen bu rivayetleri
hadisenin teaddüdüyle birleştirmek mümkündür.» diyor. Umdetü'l-Kârî'de de
(111/96) cin hadisesinin müteaddit olduğu açıkça ifade olunmaktadır.
Bu hadisenin müteaddit olduğunu kuvvetlendiren delillerden biri de Rasûlüllah'ın
cinlerle muhtelif yerlerde buluştuğunu gösteren rivayetlerin mevcudiyetidir.
Meselâ Taberi tefsirinde Rasûlüllah'ın cinlere Kur'an okuduğu yerin Hacun olduğu
rivayet edilirken, bazıları cinlere okunan Kur'an'ın Nahle'de okunduğunu ileri
sürmüşlerdir. en-Nevevî Müslim şerhinde (11/50) demiş ve hadisenin tekerrürüne
işaret etmiştir, el - Kurtubî ise ibaresiyle hadisenin birden fazla olduğuna
temas etmiştir. Haşiyetü'ş-Şihab sahibi (VIII/255) bu hadisenin tam altı defa
Mısr 1326, s. 53) bu hadiseleri şu şekilde sıraya koymaktadır.
1 -İçinde tabirleri geçen hadisin delalet ettiği hadise ilktir. Bu hadiseyi,
2 -Hacûn'da,
3 -Mekke'nin üst kısmında,
4- Bakîu'l-Fergad da,
5- Medine dışında ve
6 -Bazı yolculuklarında vuku bulan görüşmeler takip eder.
Bu altı hadiseden 2,3 ve dördüncüsünde Abdullah b. Mes'ûd bizzat hazır
bulunmuştur. Beşincisinde İbnü'z-Zübeyr, altıncısında da Bilâl el-Haris
bulunmuştur. el-Kurtubî tefsirinde (XIX/4) Beyhakî'nin şu ifadelerini nakleder.
«Abdullah b. Abbas'ın ianlattığı hadise, cinlerin Rasûlüllah'ın kıraatini ilk
defa dinleyip onu tanıdıkları hadisedir ki burada Rasûlüllah cinleri görmemiş ve
onlar içîn Kur'an da okumamıştır. Daha sonra cinlerin elçisi gelmiş ve
Rasûlüllah onlarla giderek onlara Kur'an okumuşturki Abdullah b. Mes'ûd'un
anlattığı işte budur. en-Nevevî'nin Müslim şerhinde (H/50) İbn Abbas'la İbn
Mes'ûd hadi sesi arasında bir zaman farkı görmesi de bu anlayışı
kuvvetlendirmektedir. Haşiyetü'ş-Şihab sahibi (VIII/254-255) «Abdullah b.
Abbas'ın, Rasûlüllah'm cinlere Kur'an okumadığını ve onları görmediğini
söylemesi ayetiyle ilgili hadiseye mütealliktir. Yoksa İbn Abbas hadiseyi mutlak
olarak inkar etmiş değildir. Zira ayeti bunu göstermektedir. Çünkü ayette
Rasûlüllah'm onlarla konuştuğuna ve onları kendi kavimlerine elçi olarak
gönderdiğine işaret vardır,» demektedir. Yine aynı yerde İbn Teymiyyc'nin, «İbn
Abbas Abdullah b. Mes'ûd'un bu hadiseyi bildiğini bilmiyordu» dediği
nakledilmektedir. el-Kurtubî tefsirinde (XIX/4) İbn Arabi'nin şu sözlerini
nakleder. «İbn Mes'ûd (bu hususta) İbn Abbas'tan daha iyi bilir. Çünkü hadiseye
bizzat şahit olmuştur. İbn Abbas ise bu olayı duymuştur. Duymaksa herhalde
müşahede etmek gibi değildir».
Netice itibariyle Abdullah b. Mes'ûd Rasûlüllah'ın cinlerle buluştuğu birkaç
hadisede bizzat hazır bulunmuştur. Rasûlüllah'ın nebiz'le abdest aldığım
bildiren hadiste adı geçen İbn Lehîa için «zayıftır» denümişse de bu hüküm
mutlak değildir. ez-Zehebî Kahire 1963, 11/475-483) bu kimse hakkında
söylenenleri uzun uzun anlatmıştır.
Bu hadisede fazla bilgi için Bkz : Tefsiru't-Taberî, XXIX/102, 103; XXVI/30-34;
De-lâilü'n-Nübüvve, 11/127-130; Ruhu'l-maanî,IX/184-186; Haşiyetü'ş-Şihab,
VIII/254-256;" Tef-siru'l-Kurtubî, XVI/210-216; XIX/l-5; Kitabu akâmi'l-mercan,
s. 38-54; Şerhu'n-Nevevî alâ sahihi Müslim, 11/50-52; el-Müsned,
1/398,402,449,455,457,458; İrşadü-s-sârî, IX/200; Hak dini Kur'an dili, M. Hamdi
yazır, 1935, VII/5381-5395; Uyunü'1-eser, 1/136-138; Sîretü İbn Kesîr, 11/153;
Abdurrahman Habenneke el-Meydânî, UMîjüi« Şam 1966, 11/23-37; ed-Durrü'1-mensûr,
VI/44-45; 270-271.
1070 Tefsiru't-Taberî, XV/105.
1071 Aynı eser, s. 106.
1072 Aynı eser, s. 155; el-Müsned, I/4İ0; el-Buharî, V111/189; V/228; el-Vahidî,
esba-bü'n-nüzül,s. 168, Delailü'n-Nübüvve 1/126.
1073 Tefsiru't-Taberî, XV/155.
1074 el-Buharî, VIII/207; el-Müsned, 1/442; Tefsiru't-Taberî, xxIV/109. Dr.
Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 168-176.
1075 Tefsiru't-Taberî, IV/30.
1076 Aynı eser s. 31.
1077 Tefsiru't-Taberi, XI/47.
1078 Aynı eser, s. 48.
1079 Tefsiru't-Taberi, VIV/51.
1080 Aynı eser s. 55.
1081 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 176.
1082 Tarihu'l-Fıkhî'l-İslâmi, (Dr. Y. Musa) s. 19.
1083 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 177.
1084 Ebû Hanife, s. 238; el-Buhari, Abdu'1-Azîz b. Ahmed b. 1307, 1/25.
1085 Ebû Hanîfe, s. 238.
1086 Ebû Hanife, s. 263.
1087 Tarihu'l-Fıkhi'l-İslâmi (M. Ali es-Sayis) s. 25.
1088 el-Bakara sûresi, 185.
1089 el-Hac sûresi, 78.
1090 el-Maide sûresi, 101.
1091 el- Bakara sûresi , 219.
1092 en- Nisa sûresi , 43.
1093 el- Maide sûresi , 90.
1094 el- A'raf sûresi ,199.
1095 el- Hac sûresi , 39.
1096 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri:
177-180.
1097 el-Haşr sûresi, 7.
1098 cn-Nisâ sûresi, 80.
1099 el-Bakara sûresi 185.
1100 Tuhfetü'l-Fukaha (Mukaddime) s. 7. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn
Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri: 180-181.
1101 Tarihu'l-Fıkhil-İslâmî, s. 22.
1102 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri:
181-182.
1103 el-Cassas, Ahkamül-Kur'an, II/.360.
1104 el- Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, 111/42.
1105 Aynı eser, s. 40.
1106 Aynı yer.
1107 Aynı yer.
1108 Aynı eser, s. 36.
1109 eh-Nesâî, 11/142; İbn Mace 1/276; Müslim, 11/15; el-Müsned, 11/376,420,415;
el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, IH/41.
1110 İbn Mace, 1/276; el-cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, IH/41
1111 İbn Mace, 1/277; el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, 111/41.
1112 İbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an, H/816.
1113 el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, IH/42.
1114 el-Tabakat, VI/199.
1115 el-Müsned, 1/451.
1116 Bedâiu's-sanai', 1/44.
1117 Aynı yer.
1118 Aynı eser, s. 45.
1119 Aynı yer.
1120 el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, 11/369.
1121 Aynı yer.
1122 es-Sıhah, 11/972.
1123 ez-Zeylâî, 1/12.
1124 Meryem sûresi 20
1125 ez-Zeylâî, 1/12.
1126 el-Müsned, VI/210,62; en-Nesâî, 1/104; İbn Mace, 1/168; Ebû Davud, 1/83,84.
1127 Bedâiu's-sanai',III/193; e!-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, 1/364.
1128 Aynı yerler.
1129 es-Sıhah, 1/64.
1130 Aym yer.
1131 Ebû Davud, 1/116,117,- İbn Mace, 1/204.
1132 Bedaiu's-sanai',III/194.
1133 el-Bakara sûresi 197.
1134 el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, 1/364-374; Bedaiu's-sanai',111/193-195;
ez-Zeylâî, 111/26-27...
1135 el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, 11/130.
1136 Aynı yer.
1137 Aynı yer.
1138 en-Nîsâ' sûresi 24.
1139 İbn Nüceym Mısır 1322, s. 43.
1140 Aynı yer.
1141 Aynı yer.
1142 Aynı yer.
1143 Aynı yer, s. 43-47.
1144 Ahkâmü'l-Kur'an, 11/130-134. Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve
Tefsir İlimdeki Yeri: 182-187.
1145 es-Sîratü'n-Nebeviyye (İbn Hişam), 1/389.
1146 Tefsiru't-Taberî, 1/98.
1147 Aynı yer.
1148 es-Sıhah, VI/2533.
1149 en-Nisâ' sûresi 136.
1150 Tefsiru't-Taberî, 1/101.
1151 Aynı eser, s. 121.
1152 Lisan'ül-Arab, IX/99.
1153 Tefsiru't-Taberî, 1/211.
1154 Lisânü'1-Arab, III/301.
1155 er-Rum sûresi 17.
1156 es-Saffat sûresi 143.
1157 Lisânü'1-Arab, III/302.
1158 Tefsiru't-Taberî,II/98.
1159 Aynı eser s. 99.
1160 es-Sıhah, 11/904.
1161 Tefsiru't-Taberî, 11/101.
1162 es-Sıhah, 11/903.
1163 Tslsiru't-Taberî, XIX/139.
1164 Tefsiru't-Taberî, XVIII/56.
1165 Tefsiru't-Taberî, XXI/103.
1166 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri:
187-190.
1167 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri:
191-192.
1168 Dr. Hüseyin Küçükkalay, Abdullah İbn Mes’ûd ve Tefsir İlimdeki Yeri:
193-197