7- SÜNNETULLAH GEREĞİ HELAK EDİLEN KAVİMLER.. 2

1- Nuh (a.s.)'ın Kavmi 2

2- Hud (a.s.)'ın Kavmi 4

3- Salih (a.s.)'ın Kavmi 6

4- İbrahim (a.s.)'ın Kavmi 7

5- Lut (a.s.)'ın Kavmi 10

6- Şuayb (a.s.)'ın Kavmi 11

7- Sebe Kavmi 14

8- Tubba Kavmi 14

9- Ress Kavmi 14

10- Firavun Kavmi ve Hz. Musa (a.s.) 15

Sonuç. 18


7- SÜNNETULLAH GEREĞİ HELAK EDİLEN KAVİMLER

 

"Sizden önce de yasalar uygulanmıştır. Yeryüzünde dolaşın da yalanlayıcıların sonunun nasıl olduğunu görün. Bu, insanlara bir açıklama, korunanlara yol gösterme ve öğüttür." [1]

"Onlardan önce Nuh kavmi, Ressliler ve Semud (kavmi) de ya­lanlamıştı. Ad, Firavun ve Lut'un kardeşleri (durumundaki kavmi), Eyke Halkı ve Tubba Kavmi. Bunların hepsi elçileri yalanlayıp uyar­dığım (azab)ı hak ettiler." [2]

Hz. Ali (r.a.)'ın oğlu Hasan'a yazdığı vasiyetnamesinden:

"Kal­bine öğütle hayat ver, zühd ile öldür, yakînî iman ile kuvvetlendir, hikmet ile nurlandır, ölümü zikrederek zelil kıl, yok olacağını ikrar ettir, dünyanın feci olaylarıyla basiret sahibi kıl. Onu günlerin, gecele­rin geçmesi ile olan kötülüklerden, zamanın saldırısından koru. Ona geçmişlerin haberlerini arz et ve senden öncekilerin başına gelenleri hatırlat, onların diyarlarında bıraktıkları eserler arasında gez, yaptıkla­rını gör: nereden göçmüşler, nereden ayrılmışlar, nereye konmuşlar? Bak! Dostlarından ayrıldıklarını, diyarı gurbete göçtüklerini görecek­sin. Az bir zaman sonra sen de onlardan biri gibi olacaksın.[3]

 

1- Nuh (a.s.)'ın Kavmi

 

Kur an’a göre, Hz. Nuh (a.s.) Hz. Adem (a.s.)'ın takip ettiği ve zürriyetine bizzat öğrettiği "Hak Yolu" ilk defa tahrip eden kendi kavmine peygamber olarak gönderilmiştir. [4] Biz Kur'an'daki kısa atıflardan ve İncil'deki detaylı bilgilerden Hz. Nuh (a.s.)'ın kavminin bugün Irak denilen bölgede yaşamış olduğunu öğreniyoruz. Aynı husus İncil'den daha eski Babil arkeolojik kazılarında bulunan levhalarda da teyid edilmiştir. Bunlar, İncil ve Kur'an'da nakledilmiş olan benzer kıssayı anlatır ve olay yerini Musul'a yakın bir mevkide tespit ederler. [5]

"Biz Nuh'u kavmine gönderdik: Onlara acı bir azap gelmeden önce kavmini uyar diye.” [6]

"Ey kavmim, dedi. Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka tanrınız yoktur. Doğrusu ben size büyük bir günün azabın(ın inmesin)den korkuyorum." [7]

"Korunmaz mısınız?" [8]

Ben sizin için açık bir uyarıcıyım.” [9]

Allah'tan korkun ve bana itaat edin." [10]

"Ki (Allah) günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi belli, bir süreye kadar ertelesin. Zira Allah'ın süresi geldiği zaman ertelenmez.”[11]

"Kavminin içinden ileri gelen inkarcı bir grup şöyle dedi: Bu da sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir. "Size üstün gelmek isti­yor. Eğer Allah (elçi göndermek) dilese idi, melekleri indirirdi. Biz atalarımızdan böyle bir şey işitmedik.” [12]  

"Biz seni açık bir sapıklık içinde görüyoruz.” [13]

"Ey kavmim, bende bir sapıklık yok, ben alemlerin Rabb'i tara­fından gönderilmiş bir elçiyim." [14]

"Size Rabb'imin gönderdiği ger­çekleri duyuyorum. Size öğüt veriyorum ve Allah tarafından sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum." [15]

"Ben size: Allah'ın hazineleri be­nim yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem. Ben meleğim de, demiyorum." [16] "Korunup da merhamete uğramanız için içinizden sizi uyaracak bir adam aracılığı ile bir zikir (sizi ikaz eden bir kitap, size şan ve şeref verecek bir kanun) gelmesine şaştınız mı?" [17]

"Bakın, ya ben Rabb'imden bir delil üzerinde isem ve (o), kendi katından bana bir rahmet vermiş te, o (rahmet) sizin gözlerinizden gizli bırakılmış ise? Şimdi siz onu istemezken, biz sizi o (Tanrı Rahmeti) ne zorla mı sokacağız?” [18]

"Eğer (benim öğütümden) yüz çevirdiyseniz (neden?), ben sizden bir ücret istemedim ki! Benim ücretim, ancak Allah'ın üzerinedir. Bana müslümanlardan olmam emredilmiştir." [19]

"Dediler ki: Sana bayağı kimseler uymuşken biz sana inanır mıyız?” [20]

"(Siz istemiyor, hor görüyorsunuz diye) ben, inananları (yanım­dan) kovacak değilim. Çünkü onlar Rabb'lerinin huzuruna gidecek (yaptıklarının hesabını vereceklerdir. (Herkes kendi amelinden so­rumludur. Onları niçin kovayım?).” [21]

"Ben onları kovarsam, Allah'a karşı beni kim savunur? Düşünmüyor musunuz?"[22]

"Sizin gözlerinizin hor gördüğü kimseler için, Allah onlara bir hayır vermeyecek de de­mem. Allah, onların içlerinde olanı daha iyi bilir. Böyle bir şey yaptı­ğım takdirde ben mutlaka zalimlerden olurum." [23]

"O, kendisinde delilik bulunan bir adamdır, başka bir şey değil­dir. Hele bir süreye kadar onu gözetleyin.” [24] "Cinlenmiştir, dediler. Ve o(na çeşitli eziyetler yapılarak tebliğden) men edildi." [25]

"Ey Nuh, (bu dediğinden) vazgeçmezsen, mutlaka taşlananlardan olacaksın.” [26]

"Ey kavmim, eğer benim kalkıp size Allah'ın ayetlerini hatırlat­mam size ağır geldi ise, o halde ben Allah'a dayandım, siz de ortakla­rınızla beraber toplanıp yapacağımz işi kararlaştırın da işiniz başınıza dert olmasın. Sonra hükmünüzü bana uygulayın, bana hiç fırsat da vermeyin." [27]

"Dediler ki: Ey Nuh bizimle mücadele ettin. Hem bizimle müca­delede çok ileri gittin. Eğer doğrulardan isen haydi bizi tehdit ettiğin şeyi bize getir.[28]"

"Onu ancak Allah dilerse size getirir; siz engel olamazsınız, de­di.” [29]

"(Nuh): Rabb'im dedi, ben kavmimi gece gündüz davet ettim. Fakat benim davetim onlara kaçışlarını artırmaktan başka bir katkıda bulunmadı. Günahlarını bağışlaman için onları (sana) ne kadar davet ettimse parmaklarını kulaklarına tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler, direttiler, çok kibirlendiler. Sonra ben onları açıkça davet ettim. Sonra onlara açıktan söyledim, gizli gizli söyledim. Rabb'inizden mağfiret dileyin. Çünkü o çok bağışlayandır, dedim. (Ondan mağfiret dileyin) ki üzerinize gökten bol yağmur göndersin. Ve size mallarla, oğullarla yardım etsin. Size bahçeler versin, ırmaklar versin.” [30]

"Rabb'im, dedi, onlar bana karşı geldiler de malı ve çocuğu kendisinin ziyanını artırmaktan başka işe yaramayan (şımarık, gururlu) bir adama uydular. Büyük büyük tuzaklar kurdular. Dediler ki tanrılarınızı bırakmayın, ne Vedd'i, ne Suvağ'ı, ne de Yeğus'u,-Yeuk'u ve Nesr'i bırakmayın. Böylece onlar çok kimseyi yoldan çıkardılar.” [31]

"Benimle onların arasını aç (aramızda hükmet), beni ve benimle beraber bulunan mü'minleri kurtar." [32]

"Onların arasında bin seneden elli yıl eksik kaldı (öğüt verdi, dinlemediler), sonunda haksızlık etmekte olan insanları tufan yakaladı."[33]

"Nuh'a vahyolundu ki: Kavminden inanmış olanlardan başka kimse inanmayacak, onların yaptıklarından dolayı üzülme! Gözlerimiz önünde ve vahyin gereğince gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana hitap etme! Onlar mutlaka boğulacaklardır! Nuh gemiyi yapıyor, kavminden ileri gelenler yanından geçtikçe onunla alay ediyorlardı. Siz bizimle alay ederseniz, sizin alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay, edeceğiz, dedi. Yakında bileceksiniz: İnsanı rezil eden azap kime geliyor, sürekli azap kimin başına konuyor, Nihayet emrimiz gelip te tandır kaynamaya başlayınca (iş ciddileşip sular fışkırmaya başlayınca Nuh'a) dedik ki: Her şeyden birer çifti ve aleyhlerinde hüküm verdik­lerimiz hariç olmak üzere aileni ve inananları gemiye yükle! Zaten onunla beraber inanan pek azdı. Haydi gemiye binin, dedi, onun akıp gitmesi de, durması da Allah'ın adıyladır. Rabb'im, elbette bağışla­yan, esirgeyendir! Gemi onları dağlar gibi dalga(lar) arasından geçi­rirken Nuh, bir kenarda duran oğluna: Yavrum bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma!, diye seslendi. (Oğlu): Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım, dedi. (Nuh): Bugün Allah'ın emrinden koruya­cak hiçbir şey yoktur, ancak O'nun acıdığı (kurtulur), dedi. Ve araları­na dalga girdi, o da boğulanlardan oldu. Ey yer suyunu yut ve ey gök tut! denildi. Su azaldı, iş bitirildi (gemi) Cudi'ye oturdu. Haksızlık yapan kavim, yok olsun, denildi. Nuh Rabb'ine seslendi: Rabb'im, dedi, oğlum benim ailemdendir; senin sözün elbette haktır ve sen ha­kimler hakimisin! (Rabbi): Ey Nuh, dedi, o senin ailenden değildir. O yaramaz iş yaptı, Bilmediğin bir şeyi benden isteme. Sana cahillerden olmamanı öğütlerim! (Nuh) dedi ki; Rabb'im, bilmediğim bir şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz, bana acımazsan, ziyana uğrayanlardan olurum!” [34]

"Biz de onu ve onunla birlikte olanları, dolu gemi içinde kurtar­dık." [35]

"Sonra bunun ardından, geride kalanları boğduk.” [36] 

"İşte biz güzel davrananları böyle mükafatlandırırız." [37]

"Ve ayetlerimizi ya­lanlayan kavimden onun öcünü almıştık. Onlar kötü bir kavim olmuş­lardı.” [38]

"Bunu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur? Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (görsünler diye). Andolsun biz, Kur'an'ı öğüt almak için kolaylaştırdık, öğüt alan yok mudur?" [39]

 

2- Hud (a.s.)'ın Kavmi

 

Ad en eski Arabistan kabilelerinden birisi idi. Bu kavmin kıssaları çok iyi bilinmekte ve ülkenin her yerinde anlatılmakta idi. Onların güç, kuvvet ve zenginlikleri hakkındaki hikayeler çok meşhur hale gelmiş ve sonuçta kökünden helak edilişleri de ibret alınacak bir örnek olarak anlatılmıştır. Onların bu kötü şöhretleri isimlerine benzeyen, yeni kelimeler türetilmesine yardımcı oldu. Mesela, her eski şeye "âdî" arkeolojik kalıntılara da "âdiyât" diye isim verilir oldu. Hiçbir izleyeni ve sahibi kalmamış ve bu yüzden çoraklaşmış araziye de "Adî el-Arz" denilmektedir.

Eski Arap şiirinde bu kavim sık sık geçer. Arap kabileleri nesep uzmanları, yok olmuş, nesilleri kesilmiş ilk Arap kabilesi olarak Ad kavmini zikrederler. Günün birinde Ad kavminin yaşamış olduğu topraklarda oturan Benu Zahl b. Şeyba adında birinin Yüce Peygam­ber (s.a.v.)'e geldiği ve çok eski çağlardan beri Ad kavmi hakkında anlatıla gelmiş olan hikayeler naklettiği rivayet edilmiştir. [40]

İbn İshak'ın rivayetine göre, Ad kavminin yurdu Umman'dan Yemen'e kadar uzanmaktaydı. Kur'an bunların asıl yurdunun el-Ahkaf olduğunu belirtmiştir. Buradan çıkarak civardaki ülkeler ve zayıf ülkeler üzerine hakimiyet kurmuşlardı. Bugün bile, Arap yarı­madasının güneyinde yaşamakta olan halklar, bu bölgede bir zamanlar Ad kavminin yaşadığını bilmektedirler. Şimdiki Mükella şehrinden 125 mil kuzeyde Hadramut tarafında bir makam vardır. Burada Hud (a.s.) mezarı olduğuna inanılır. Kabri Hud ismi ile meşhurdur.[41] Her yıl Şaban ayının on beşinde Arap yarımadasının değişik yerlerinden binlerce kişi burada toplanarak bir merasim düzenlerler. Her ne kadar tarihsel olarak bu mezar ispatlanmamışsa da burada bir kabrin inşa edilmiş olması ve Güney Arabistan halkının çoğunun oraya rağbet etmesi, mahalli rivayetlere göre Ad kavminin yurtlarının buralar oldu­ğunu ispatlamaktadır. [42]

Tarih yönünden kalıntıları oldukça eski olmasına rağmen Güney Arabistan'da Ad kavmine atfedilen bazı kalıntılar halen vardır. 1837'de İngiliz donanmasında görevli James R. Wellested Hısn-ı Gurab yakınında Hud peygamberden bahseden bir levha buldu. Daha­sı, levhadaki yazı, burada yaşamış olanların Hz. Hud (a.s.)'ın şeriatını takip edenler olduğunu da gösteriyordu.[43]

"Ad'ın kardeşini (yani Hud'u) an: Ahkaf’daki kavmini uyarmıştı. "[44]

"Ey kavmim, Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka tanrınız yoktur. (O'na karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Dedi.” [45]

"Kavminden ileri gelen inkarcılar dediler ki: Biz seni bir beyin­sizlik içinde görüyoruz ve biz seni yalancılardan sanıyoruz!” [46]

"Ey kavmim bende beyinsizlik yok, ben alemlerin Rabb'i tarafindan gönderilmiş bir elçiyim dedi." [47]

"Allah'tan korkun ve bana itaat edin.” [48]

"Size Rabb'imin gönderdiği gerçekleri duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm." [49]

"Sizi uyarması için içiniz­den bir adam aracılığı ile Rabb'inizden size bir zikir gelmesine şaştı­nız mı? Düşünün ki (Allah) sizi, Nuh kavminden sonra, onların yerine hakimler yaptı. Üstelik yaradılışta size irilik verdi. (Sizi daha iri yapılı yarattı). Allah'ın nimetlerini hatırlayın ki başarıya eresiniz.” [50]

"Ey kavmim ben sizden bunun için bir ücret istemiyorum. Benim ücretim beni yaratana düşer. Aklınızı kullanmıyor musunuz?" [51]

"Siz her yol üzerine, (gelip geçenleri yanıltmak için) bir işaret yapıp da boş şeyle mi uğraşıyorsunuz? Belki ebedi yaşarsınız diye köşkler (ve müstahkem kaleler) ediniyorsunuz? (Bir kavmi) yakaladığınız zaman da zorbalar gibi yakalıyorsunuz." [52]

"Size bildiğiniz ni­metleri bol bol veren (Allah)'dan korkun! O size verdi: Davarlar, oğullar, bahçeler, çeşmeler"[53]

"Ey kavmim, Rabb'inizden mağfiret dileyin sonra Ona tövbe edin (O'na yönelin) ki gökten üzerinize bol bol rahmet göndersin, kuvvetinize kuvvet katsın. Suç işleyerek (Allah'dan) yüz çevirmeyin!” [54]

"(Senin hakkında) seni tanrılarımızdan biri fena çarpmış demek­ten başka bir şey bulamıyoruz. Dedi ki: Ben Allah'ı şahit tutuyorum, siz de şahit olun ki ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım." [55]

"Doğrusu ben size büyük bir günün azabın(ın çarpmasın)dan korkuyorum."[56]

"Rabb'imiz dileseydi melekler indirirdi." [57]

"Sen bizi tanrılarımızdan çevirmek için mi geldin?" [58]

"Bize bir mucize getirmedin. Biz senin sözünle tanrılarımızı terk edecek değiliz ve biz sana inanacak değiliz. [59] "Bu (davranışımız) sadece  evvelkilerin ahlâk (ve geleneği)dir. Biz azaba uğratılacak değiliz." [60]

"(Azabın ne zaman geleceğine dair) bilgi ancak Allah katındadır. Ben görevlendirildiğim şeyi size duyuruyorum: fakat sizi cahillik eden bir kavim görüyorum." [61]

"Artık Rabb'inizden bir rics (pislik) ve gazap inmiştir. Allah'ın kendileri için hiçbir delil indirmediği (ve hiçbir güç vermediği), sadece sizin ve atalarınızın taktığı (boş) isimler hakkın da mı benimle tartışıyorsunuz? Bekleyin öyle ise, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.” [62]

"İşte Ad (kavmi), Rabb'lerinin ayetlerini inkâr ettiler, peygam­berlerine karşı geldiler ve her inatçı zorbanın emrine uydular." [63]

"Biz onların üstüne uğursuz bir günde uğultulu bir kasırga saldık."[64]

"Köklerini kesen bir rüzgar gönderdik." [65]

"Nihayet azabın (ufukta) geniş bir bulut halinde vadilerine doğru geldiğini görünce; Bu, bize yağmur yağdıracak bir buluttur, dediler. Hayır, O sizin acele gelmesini istediğiniz şey, içinde acı bir azap bulunan bir rüzgardır. Rabb'lerinin emri ile her şeyi yıkar, mahveder.”[66]

"İnsanları sanki köklerinden sökülmüş hurma kütükleri imişler gibi koparıp deviriyordu" [67]

"Üze­rinden geçtiği hiçbir şeyi bırakmıyor, onu kül gibi ediyordu.” [68]

"Allah (onu), yedi gece, sekiz gün ardı ardına onların üzerine musallat etti."[69]

"Derken onlar o hale geldiler ki konutlarından başka bir şey görülmez oldu.” [70]

"O kavmi orada içi boş hurma kütükleri gibi serilmiş görür­sün." [71]

"Onu ve onunla beraber olardan bizden bir rahmetle kurtardık, ayetlerimizi yalanlayanların ve inanmayacak olanların ardını kestik."[72]

"İşte biz suç işleyen toplumu böyle cezalandırırız."[73]

"Benim azabım ve uyarılarım nasıl oldu?" [74]

"Görmedin mi Rabb'in ne yaptı Ad (kavmin)'e sütunlu İrem'e? Ki ülkeler arasında onun eşi yaratılma­mıştı.” [75] "Bu oturduklan yerden size belli olmaktadır.”[76]

"Hepsine de (uyarmak için) misaller (geçmişlerden hikayeler) anlattık." [77]

"Şeytan onlara yaptıkları işleri süsleyip, onları yoldan çıkardı. Oysa bakıp ibret alabilirlerdi (ama almadılar)"[78]

"Onlara size vermediğimiz serveti ve kuvveti vermiştik, onlara kulaklar, gözler ve gönüller yaratmıştık. Fakat ne kulakları, ne gözleri, ne de gönülleri kendilerine bir yarar sağlamadı. Zira bile bile Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorlardı. Alay ettikleri şey, kendilerini kuşatıverdi. Andolsun biz çevrenizdeki kentleri de yok ettik. Belki dönerler diye ayetleri tekrar tekrar açıkladık. Allah'tan başka, kendilerine (Allah katında) yakınlık sağlamak için tanrı edindikleri şeyler onlara yardım etseydi ya! Hayır, tanrıları, onlardan kaybolup gittiler. İşte yalanlarının ve uydurdukları şeylerin durumu budur."[79]

 

3- Salih (a.s.)'ın Kavmi

 

Semud, Arabistan'ın Ad'dan sonra en yaygın olarak bilinen ikinci eski kabilesidir. Kur'an-ı Kerim gelmeden önce onlar hakkındaki hikaye­ler, Araplar arasında çok yaygındı. Adları şiirde, İslam öncesi Arap hutbelerinde ve Asur'da bulunan levhalarda da sık sık geçmektedir. Eski Yunan, İskenderiye ve Roma tarihçi ve coğrafyacıları da bu kavmin adından bahsederler. Onların bazı kalıntıları Hz. İsa (a.s.)'ın doğumu öncesi yıllara kadar mevcut idi. Roma tarihçilerine göre bu kabileye mensup kişiler Roma ordusuna katılmış ve düşmanları Neba­tilere karşı savaşmışlardı.

Semud kabilesi, günümüzde el-Hicr diye bilinen Arabistan'ın kuzeybatı kısmında yer alan topraklara varis olmuş idiler. Başkenti, halen Medine-Tebuk demiryolu üzerinde bir istasyon olan Medain-i Salih idi. Eski ismi Hicr'dir. Bu kavmin tepe ve yamaçlarda oydukları taş evler bugün bile büyük bir alana yayılmış haldedir. Bu ölü şehre şöyle bir üstünkörü bakıldığında nüfusun o zamanlar yaklaşık beş yüz bin civarında olduğu tahmin edilebilir.

Kur'an'ın nüzulü sıralarında Hicaz'dan gelen ticaret kervanları Semud kavminin bu arkeolojik kalıntıları arasında geçmekte idi. Yüce Peygamber (s.a.v.) Tebuk'a doğru ashabını sevk ederken bu harabele­re doğru işaret ederek onlardan düşünen bir gözlemciye bu gibi şeyler nasıl ders veriyorsa öyle bir ibret dersini akıllarında tutmalarını istedi. Arkadaşlarına Hz. Salih (a.s.)'ın dişi devesinin su içtiği kuyuyu gös­terdi ve Salih Peygamberin devesinin su içmek için kuyuya bu geçit­ten geçtiğini anlattı. O geçit halen Feccu'n-Naka (dişi devenin geçidi) diye anılır.[80]

"Semud (kavmin)e de kardeşleri Salih'i (gönderdik): Ey kavmim dedi. Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka tanrınız yoktur. Size Rabb'inizden açık bir delil geldi.” [81]

"Korunmaz mısınız?" "Ben sizin için güvenilir bir elçiyim. Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Ben sizden buna karşı bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız alemle­rin Rabb'ine aittir.” [82]

"Onlar bunun üzerine, hemen birbirleriyle çekişen iki gruba ay­rıldılar.” [83]

"Dediler ki; Ey Salih, sen bundan önce bizim aramızda ümit beslenen bir kişi idin. Şimdi atalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi men mi ediyorsunuz? Biz senin bizi çağırdığın şeyden şüphe içinde­yiz, kuşkulanıyoruz."[84]

"Ey kavmim, dedi, bakın ya Rabb'imden bir kanıt üzerinde isem ve o, bana kendinden bir rahmet vermişse? Peki bu durumda, O'na karşı gelirsem beni Allah'tan kim kurtarır? Sizin bana, ziyanımı artır­maktan başka bir katkınız olamaz!"[85]

"Sizi yerden inşa eden ve orada yaşatan O'dur: O'ndan mağfiret dileyin, sonra O'na tövbe edin! Çünkü Rabb'im yakındır, (duaları) kabul edendir.” [86]

"Bizden bir insana mı uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapık­lık ve çılgınlık içine düşmüş oluruz dediler. Zikir, aramızdan ona mı bırakıldı? Hayır o, yalancı küstahın biridir."[87]

"Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler, içlerinden zayıf görünen insanlara: Siz, dediler, Salih'in gerçekten Rabb'i tarafından gönderildiğini biliyor musunuz? (onlar da):

(Evet), doğrusu biz onunla gönderilene inananlarız! dediler. Büyüklük taslayanlar:

Biz, sizin inandığınızı inkâr edenlerdeniz, dediler.”[88]

"Senin ve seninle beraber bulunanların yüzünden uğursuzluğa uğradık, dediler."[89]

"O aşırıların emrine uymayın. Yeryüzünde bozgunculuk yapan, ıslah etmeyen o kimseler (in sözü ile hareket etmeyin!).” [90]

"Düşünün ki (Allah) Ad'dan sonra sizi hükümdarlar yaptı ve yeryüzünde sizi yerleştirdi: Onun düzlüklerinde saraylar ediniyorsunuz, dağları yontup evler yapıyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın.” [91]

"Siz bu­rada güven içinde bırakıldığınızı mı sanıyorsunuz? Böyle bahçe­lerde çeşme başlarında? Ekinler ve yumuşak tomurcuklu güzel hur­malıklar arasında. Dağlardan özenle evler yontuyorsunuz. Allah'tan korkun ve bana itaat edin!” [92]

"Dediler: Sen iyice büyülenmişsin. Eğer doğrulardansan bize bir mucize getir.”[93]

"(Salih'e dedik ki): Yarın onlar yalancı, küstahın kim olduğunu bilecekler. Biz onlara kendilerini sınamak için dişi deveyi gönderece­ğiz. Hele sen onları gözetle! Sabret!"[94]

"Ey kavmim, işte şu, Allah'ın devesi, size bir mucizedir. Bırakın onu! Allah'ın arzında yesin."[95]

"Onlara, suyun aralarında paylaştırılacağını, (bir gün devenin bir gün kendilerinin su içme nöbeti olacağını) haber ver: içme sırası ki­minse o gelip suyunu alsın.” [96]

"Sakın ona bir kötülük dokundurmayın, sonra büyük bir günün azabı sizi yakalar."[97]

"Şehirde dokuz kişi vardı ki yeryüzünde bozgunculuk yaparlar, düzeltmezlerdi. Allah'a and içerek birbirlerine: Biz gece ona ve ailesi­ne baskın yap(ıp onları öldür)elim, sonra velisine ailesinin öldürülme­sinde bulunmadığımızı, bizim doğru olduğumuzu söyleyelim, dediler. Böyle bir tuzak kurdular, biz de onlar hiç farkında olmadan onlara bir tuzak kurduk.” [98]

"Derken dişi deveyi boğazladılar ve Rabb'lerinin buyruğundan dışarı çıktılar:

Ey Salih, eğer hakikaten elçilerden isen bizi tehdit etti­ğin azabı bize getir!, dediler."[99]

"Yurdunuzda üç gün yaşayın, (sonra mahvolacaksınız): Bu yalan olmayan bir uyarıdır. [100]

"Sabaha girerken onları da o korkunç ses yakaladı." [101]

"Bunun üzerine hemen onları, o sarsıntı yakaladı, yurtlarında diz üstü çöke kaldılar." [102]

"Ağılcıların topladığı kuru ot gibi döküldüler."[103]

"Bak işte tuzaklarının sonucu nasıl oldu (nasıl) biz onları ve ka­vimlerini toptan yıktık, yok ettik." [104]

"Salih'i ve onunla beraber inan­mış olanları, bizden bir rahmetle kurtardık."[105]

"İşte şunlar zulümleri yüzünden çökmüş, ıssız kalmış evlerdir.” [106]

"Bu oturdukları yerden size belli olmaktadır.[107]"

"Şüphesiz bunda bilen kavim için bir ibret vardır."  [108]  

"Andolsun biz, Kur'an'ı öğüt almak için kolaylaştırdık, öğüt alan yok mudur?"[109]

 

4- İbrahim (a.s.)'ın Kavmi

 

İbrahim peygamberin doğum yeri olan Ur kentinin arkeologlarca ka­zılıp toprak üstüne çıkarılması ile dönemin gerçek şartlarını öğren­memiz kolaylaşmıştır. Sir Leonarda Wooley araştırmalarının sonucu­nu 1935'de Londra'da "Abraham" adlı kitabında toplamıştır. Aşağı­daki bilgiler oradan alınmıştır.

Bugün bilginlerce İbrahim peygamberin yaşadığı dönem olarak kabul edilen MÖ. 2100 yıllarında Ur'un nüfusunun iki yüz elli bin hatta beş yüz bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. O zamanlar Ur gelişmiş bir endüstri ve iş merkezi idi. Bir yandan ticaret mallarını Pamir ve Nilgiri gibi uzak yerlerden kendine çekerken, bir yandan da Anadolu ile ticari ilişkilerde bulunuyordu. Başkenti olduğu devletin sınırları günümüz Irak'ının kuzeyine uzanıyordu. Halk çoğunlukla el işçisi (zanaatkar) ve meslekten tüccardı. Arkeolojik kalıntılardan okunan çağın yazıtları materyalist bir hayat görünüşüne sahip olduklarını göstermektir. Hayatlarının ana amacı servet yığmak ve eğlenmek idi. Faiz alıp verirlerdi ve bütünü ile işlerine dalmışlardı. Birbirlerine şüp­he ile bakarlar ve en ufak sorunlardan dolayı hemen mahkemeye ko­şarlardı. Tanrılarına olan duaları genellikle uzun hayat zenginlik ve işlerinde başarı istemekti. Halk üç sınıfa ayrılıyordu:

1- Amelu: Bu sınıf din adamları, devlet memurları ve askeri­yeden oluşuyordu.

2- Nuşkenu: Tüccarlar zanaatkarlar ve çiftçiler bu sınıfa da­hildi.

3- Ardu: Bunlar da kölelerdi.

Amelu sınıfının özel ayrıcalıkları vardı: hem medeni hukuk, hem de ceza hukuku alanında diğer insanlardan daha fazla haklara sahipti­ler ve hayatlarıyla mülkleri kutsal ve kıymetli tutulurdu. İbrahim pey­gamberin gözlerini açtığı kentin ve toplumun durumu buydu işte. Talmud'a göre kendisi Amelu sınıfına dahildi. Ve babası devletin en önde gelen görevlilerindendi. [110]

Ur'da yapılan kazalarda ortaya çıkan tabletlerde beş bin tanrının adı geçmektedir. Her kentin kendine özgü tanrısı ve baş tanrı ya da kent tanrısı kabul edilen ve kendisine diğerlerinden daha çok saygı gösterilen tanrısı vardı.[111]

İbrahim Peygamber zamanında Ur'a egemen bulunan hanedan MÖ. 2300'de doğuda Susa'ya, batıda Lübnan'a uzanan geniş bir imparatorluk kurmuş bulunan Ur-Nammu'dan geliyordu. Hanedan Ur-Nammu nedeni ile Nammu adına alınmıştı. İşte Arapça'da buna Nem­rut denilmiştir. İbrahim Peygamberin hicretinden sonra bu hanedan ve bu ulus ardı kesilmez felaketlere uğradı. Elamlılarca Ur'un yıkılması, Nannar putu ile birlikte Nemrud'un da ele geçirilmesi ile yıkılış hız­landı. Elamlılar Ur'a egemen olarak Larsa'da yönetimlerini kurdular. Son darbe, bir Arap hanedanı yönetiminde güçlenen ve hem Ur'u hem de Larsa'yı kontrolüne geçiren Babil'den geldi.[112]

"Andolsun İbrahim'i elçi gönderdik." [113]

"Biz Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi İbrahim'e de vahyetmiştik."[114]

"Çok vefalı.” [115]

"Çok içli ve yumuşak huylu" [116]

"Çok doğru bir peygamberdi." [117]

Allah, İbrahim'i dost edinmişti.” [118]

"İbrahim'de bir zaman: Rabb'im, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster! demişti. (Allah); İnanmadın mı? dedi: (İbrahim): Hayır (inandım) fakat kalbim kuvvet bulsun diye (görmek istiyorum) dedi. O halde kuşlardan dördünü tut, onları kendine çek (kendine alıştır) sonra her dağın başına onlardan birer parça koy. Sonra onları kendine çağır: koşarak sana gelecekler. Bil ki Allah daima galip ve hikmet sahibidir dedi." [119]

"Böylece biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekutünü (büyük ve harikulade muhteşem varlıklarını) gösteriyorduk ki, kesin inananlar­dan olsun. Üzerine gece basınca (İbrahim) bir yıldız gördü: Budur Rabb'im, dedi. Yıldız batınca: Batanları sevmem dedi. Ayı doğarken görünce; Budur Rabb'im, dedi. O da batınca: Rabb'im bana doğru yolu göstermezse idi elbette sapan topluluktan olurdum, dedi. Güneşi doğarken görünce: Budur Rabb'im, bu daha büyük, dedi. (O da) batın­ca dedi ki: Ey kavmim, ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Ben yüzümü tamamen gökleri ve yeri yoktan var edene çevir­dim ve artık ben (O'na) ortak koşanlardan değilim."[120]

"İbrahim'in babası Azer'e demişti ki: Sen putları tanrılar mı edi­niyorsun? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görü­yorum.” [121]

"İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir yararı olmayan şeylere ni­çin tapıyorsun? Babacığım bana, sana gelmeyen bir bilgi geldi, bana uy, seni düzgün bir yola ileteyim. Babacığım şeytana tapma [122] çünkü şeytan Rahman'a isyan etmiştir. Babacığım, ben sana Rahman'dan bir azabın dokunmasından korkuyorum, o zaman şeytanın dostu olursun. (Babası): Ey İbrahim, dedi, sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyor­sun? Eğer (Onlara dil uzatmaktan vazgeçmezsen, andolsun seni taşla­rım, uzun süre benden ayrıl git! (İbrahim): Selam sana (esenlik içinde kal) dedi, senin için Rabb'imden mağfiret dileyeceğim doğrusu o bana çok lütufkardır, sizden de Allah'tan başka yalvardıklarmızdan da ayrı­lıyor ve yalnız Rabb'ime yalvarıyorum. Umarım ki Rabb'ime yalvar­makla bahtsız olmam," [123]

"Babamı da bağışla, çünkü o yolunu şaşı­ranlardandır.” [124]

"İbrahim'in babası için mağfiret dilemesi, sadece ona verdiği bir sözden ötürü idi. Fakat onun bir Allah düşmanı olduğu kendisine belli olunca ondan uzak durdu." [125]

"Kavmi onunla tartışmaya girişti." [126]

"Neye tapıyorsunuz? Putlara tapıyoruz ve her zaman, kendini onlara adamış kimseler olarak kalacağız! dediler. Peki, dedi. Siz dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı? Yahut size fayda veya zarar verebiliyorlar mı? Hayır, ama atalarımızın böyle yaptıklarını gördük. (Onun için biz de böyle yapıyoruz) dediler, İşte gördün mü neye tapı­yorsunuz, dedi. Siz ve eski atalarınız. Onlar benim düşmanımdır, yal­nız alemlerin Rabb'i (benim dostumdur).[127]

"Doğrusu siz de ataları­nız da açık bir sapıklık içine düşmüşsünüz, dedi." "Dediler ki: Sen bize gerçeği mi getirdin, yoksa şaka yapanlar­dan mısın?" "Hayır, dedi. Rabb'iniz, göklerin ve yerin Rabb'idir ki, onları yaratmıştır. Ben de buna şahitlik edenlerdenim." [128]

"Beni doğ­ru yola iletmiş iken Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin Ona ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Ancak Rabb'imin dilediği olur! Rabb'im bilgice her şeyi kuşatmıştır. Hala (kendinize gelip) öğüt almıyor musunuz? Hem siz, Allah'ın size (tamı oldukları) hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri, O'na ortak koşmaktan kork­muyorsunuz da ben nasıl sizin (O'na) ortak koştuğunuz şeylerden korkarım? Şimdi biliyorsanız (söyleyin) iki topluluktan hangisi (tek Allah'a inananlar mı, yoksa Allah'a ortak koşanlar mı) güvende olma­ya daha layıktır? [129]

"Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye (şımararak) Rabb'i hakkında İbrahim'le tartışanı görmedin mi? İbrahim: "Benim Rabb'im O'dur ki yaşatır, öldürür, demişti. Ben de yaşatır, öldürürüm, dedi. İbrahim: Allah güneşi doğudan batıya getirir, sen de onu batıdan getir! deyince inkâr eden o adam şaşırıp kaldı. Allah, zalim toplumu doğru yola iletmez.” [130]

"Allah'a kulluk edin. O'ndan korkun, bilirseniz bu, sizin için da­ha hayırlıdır. Siz Allah'tan başka bir takım putlara tapıyorsunuz, yalan şeyler uyduruyorsunuz. Sizin Allah'tan başka taptıklarınız size rızık vermezler. Siz rızkı Allah'ın yanında arayın, O'na tapın ve O'na şük­redin, O'na döndürüleceksiniz. Eğer yalanlarsanız, sizden önceki ümmetler de yalanlamışlardı," [131]

"Allah'a and olsun ki siz dönüp gittikten sonra putlarınıza bir tu­zak kuracağım.” [132]

''Yıldızlara bir göz attı: Ben hastayım, dedi. Bunu üzerine arkalarına dönüp ondan kaçtılar. O da gizlice onların tanrıları­na sokuldu: Yemez misiniz? dedi. Neyiniz var ki konuşmuyorsunuz? Ve gizlice üzerlerine yürüyüp sağ eliyle onlara kuvvetli bir darbe indirdi.” [133]

"Nihayet (İbrahim) onları parça parça etti. Yalnız onların büyü­ğünü bıraktı: belki ona müracaat ederler diye. (Döndükleri zaman): Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o zalimlerden biridir, dedi­ler. Onları diline dolayan bir genç işittik. Kendisine İbrahim deniliyormuş, dediler. Onu insanların gözleri önüne getirin de nasıl cezalan­dırılacağına tanık olsunlar dediler."

"(İbrahim'i getirdiler) dediler ki: İbrahim tanrımıza sen mi yaptın bunu? Hayır dedi (büyük putu göstererek) işte şu büyükleri yapmış, onlara sorun. Eğer konuşurlarsa.(!) Kendi vicdanlarına başvurup (içle­rinden) hakikatten sizler haksızsınız! dediler. Sonra yine eski kafaları­na [134] döndürüldüler: Sen de bilirsin ki bunlar konuşamazlar dediler. Peki dedi. Siz Allah'ı bırakıp size hiçbir fayda ve zarar vermeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Yuh size ve Allah'tan başka taptıklarınıza. Aklınızı kullanamıyor musunuz siz.” [135]

"Kavminin (İbrahim'e) cevabı sadece: O'nu öldürün, yahut yakın! demeleri oldu." [136]

"Onu yakın! Tanrılarınıza yardım edin!” [137]

"Onun için bir bina yapın da onu (o binada) ateşe atın! dediler.” [138]

"Biz de: Ey ateş, İbrahim'e serin ve esenlik ol! dedik.” [139]

"Allah onu ateşten kurtardı."[140]

"(İbrahim kavmine) dedi ki: Siz dünya hayatında birbirinizi sev­mek için Allah'ı bırakıp bir takım putlar edindiniz. (O putlara tapma­nız dünyada aranızda bir sevgi meydana gelmesine sebep olsa bile) daha sonra kıyamet gününde birbirinizi inkâr eder ve birbirinizi lanet­lersiniz. Varacağınız yer ateştir ve hiçbir yardımcınız da yoktur. Bunun üzerine Lut ona inandı ve (İbrahim kavmine) dedi ki: Rabb'im(e iba­det edeceğim yer)e göç edeceğim. Kuşkusuz O, galiptir. Hüküm ve hikmet sahibidir."[141]

Onu ve Lut'u kurtarıp, alemlere bereketli kıldığımız bir yere getirdik.”[142]

"Ona bir tuzak kurmak istediler, biz de (onların tuzaklarını boşa çıkardık), onları alçak düşürdük." [143]

"Asıl kendilerini hüsrana uğrat­tık.” [144]

"Onlara, kendilerinden öncekilerin, İbrahim kavminin haberi gelmedi mi? Elçileri; onlara açık deliller getirmişti. (Ama inanmadılar. Bundan dolayı Allah'ın gazabına uğradılar) Allah onlara zulmedecek değildi. Onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.” [145]

"İbrahim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır.” [146]

"Hangi insan, din yönünden, iyilik edici olarak yü­zünü Allah'a teslim edip dosdoğru İbrahim dinine tabi olandan daha güzel olabilir?[147]

 

5- Lut (a.s.)'ın Kavmi

 

Hz. Lut (a.s.), Hz. İbrahim (a.s.)'ın yeğeniydi. Hakka davet ve tebliğ hususunda tecrübe kazanmak için Suriye, Filistin ve Mısır'ı ziyaret etmek üzere amcası Hz. İbrahim (a.s.) ile birlikte Irak'tan ayrıldı. Daha sonra Allah tarafından bir resul olarak tayin edilip kendileri ile birlikte bir kan bağı olmasından dolayı "onun kavmi" diye nitelenen günahkar topluluğu ıslah etmek için gönderildi.

Bu insanlar, şimdi Ürdün'ün doğu yakası denilen ve Irak ile Fi­listin arasında yer alan topraklarda yaşamışlardı, Kitabı Mukaddes'e göre merkezleri ölü Deniz'e yakın yerlerde ya da tamamıyla suyun altında kalmış Sodom şehridir. Talmud, bunların Sodom'un dışında dört büyük şehirlerinin daha olduğunu ye bu şehirler arasındaki arazi­lerin kilometrelerce devam eden büyük bir bahçeyi andırdığını ve seyredenleri büyülediğini anlatır. Fakat zamanımızda şehirlerin yerleri tam olarak belli değildir. Çünkü bu alanların tümü Lut Gölü ya da diğer bir adı ile Ölü Deniz'in altında kalmıştır. [148]

"Lut'da gönderilen elçilerden idi.” [149]

"Kardeşleri Lut onlara: Ko­runmaz mısınız? demişti. Ben sizin için güvenilir bir elçiyim. Al­lah'tan korkun ve bana itaat edin. Ben sizden buna karşı bir ücret is­temiyorum. Benim ücretim yalnız alemlerin Rabb'ine aittir."[150]

"Siz, sizden önce dünyalarda hiç kimsenin yapmadığı fuhşu mu yapıyorsu­nuz? Siz kadınları bırakıp şehvet ile erkeklere gidiyorsunuz ha! Doğ­rusu siz israfçı (aşırı) bir kavimsiniz.” [151]

Ben sizin bu işinize kızan­lardanım."[152]

"Yol kesiyorsunuz ve toplantılarınızda edepsizce şeyler yapıyorsunuz ha!” [153]

"Kavminin cevabı: Onları (şu Lut taraftarlarını) kentinizden çıkarın, çünkü onlar fazla temizlenen insanlarmış, demelerinden başka olmadı."[154]

"Dediler: Ey Lut andolsun eğer (bundan) vazgeçmezsen, mutlaka sürülenlerden olacaksın.” [155]

"Eğer doğrulardan isen haydi Allah'ın azabını getir.” [156]

"(Lut): Rabb'im, şu bozguncu kavme karşı bana yardım et!, de­di.” [157]

"Beni ve ailemi bunların yaptıklarından kurtar!" [158]

"Elçilerimiz İbrahim'e (oğlu olacağına dair) müjdeyi getirdikleri zaman dediler ki: Biz şu (Sodom) kenti(ni)n halkını helak edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim oldular. (İbrahim) dedi: Ama orada Lut var.” [159]

"Lut kavmi hakkında bizimle tartışmağa başladı. (Onlardan azabı kaldırmamızı veya hafifletmemizi rica ediyordu.) Çünkü İbra­him, gerçekten halimdir, içlidir, (Allah'a) yüz tutup yalvarandır. (Me­lekler): Ey İbrahim, dediler, bundan vazgeç (boşuna uğraşma). Zira Rabb'inin emri gelmiştir. Mutlaka onlara, geri çevrilmez bir azap gelecektir!” [160]

"Biz orada kimin bulunduğunu daha iyi biliriz. Onu ve ailesini kurtaracağız. Yalnız karısı (azapta) kalacaklardandır."[161]

"Elçilerimiz Lut'a gelince onlar yüzünden kaygılandı. (Çünkü elçiler, genç delikanlılar şeklinde gelmişlerdi. Lut onları insan sandı. Oğlancı olan kavminin onlara saldıracaklarından korktu). Onlar için arşını daraldı (ne yapacağını şaşırdı): Bu çetin bir gündür!, dedi" [162]

"Siz hiç tanınmamış kimselersiniz!, dedi. Dediler ki: Doğrusu biz onların hakkında şüphe ettikleri şeyi (azabı) sana getirdik. Sana gerçe­ği getirdik, biz elbette doğru söyleyenlerdeniz! Hemen gecenin bir parçasında aileni yürüt, sen de arkalarından git, içinizden hiç kimse ardına dönüp bakmasın. Emredildiğiniz yere gidin! O'na: Şunlar saba­ha girerken arkaları kesilecektir!, buyruğunu bildirdik.” [163]

"Sabah da yakın değil mi?" [164]

"Daha önce de kötü işler yapmakta olan kavmi koşarak ona gel­diler (Lut):

Ey kavmim, dedi. İşte kızlarım [165] Onlar sizin için daha (güzel, daha) temiz! Allah'tan korkun! Konuklarımın içinde beni rezil etmeyin! İçinizden aklı başında bir adam yok mu sizin? Dediler ki:

Senin kızlarında bizim bir hakkımız olmadığını bilmişsindir. Ve sen bizim ne istediğimizi de pekala bilirsin!"[166] "Seni alemlerden (başka­larının işine karışmaktan) men etmemiş miydik?” [167]

Onun (güzel delikanlılar şeklinde görünen melek) konuklarından murad almaya kalktılar.” [168]

"Lut: keşke sizi savacak gücüm olsaydı, yahut da sırtımı dayayabileceğim bir dayanak, dedi.” [169]

"Biz de gözlerini siliverdik. [170] Haydi azabımı ve uyarılarımı ta­dın!" [171]

"Güneşin doğma zamanına girerlerken korkunç ses onları yakaladı. O kentin üstünü altına getirdik ve üzerlerine de çamurdan pişmiş taşlar yağdırdık.” [172]

"Biz de onu ve ailesini kurtardık, yalnız karısı geride kalanlardan oldu.” [173]

"Orada mü'minlerden kim varsa çıkardık. Zaten orada bir ev (halkın) den başka müslüman da bulma­dık." [174]

"Sonra ötekileri kırdık (geçirdik). [175]

"Şüphesiz burada işaretten anlayanlara (nice) ibretler vardır. Ve o (kent, herkesin gelip geçtiği) bir yol üzerinde durmaktadır.” [176]

"Siz onların yanlarından geçip gidiyorsunuz: sabahleyin ve geceleyin, dü­şünmüyor musunuz?"[177]

"Andolsun biz Kur'an'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?” [178]

 

6- Şuayb (a.s.)'ın Kavmi

 

Kur'an, Şuayb'ın (a.s.) Medyen ve Eyke'ye elçi olarak gönderildiğini anlatır. Bu nedenle Şuayb (a.s.)'ın risaleti iki kısımda incelenecektir:

1. Medyen toprakları, Hicaz'ın kuzeybatısında, oradan Kızıldeniz'in doğu sahiline, Güney Filistin'e, Akabe körfezine ve Sina Yarımadası'nın bir bölümüne kadar uzanan bölgelerde yer alır. Medayin'de yaşayanlar büyük tüccar idiler. Onların yerleşim merkez­leri, Kızıldeniz sahilini takip eden Yemen, Mekke ve oradan Suriye ticaret yolu güzergahı ile Irak'tan Mısır'a giden yolun kesiştikleri mevkilerde yer alır. Bundan dolayı da onlar Araplar arasında iyi bili­nirler ve helak olmalarından sonra bile Suriye ve Mısır'a giden ticaret kervanlarının yolları onların arkeolojik kalıntıları arasından geçmeleri nedeni ile hatırlanırlardı.

Kur'an'da geçen Medyen halkı hakkında anlatılanların önemini kavramak için bu insanların, Hz. İbrahim'in (a.s.) üçüncü hanımı Katurah'tan olma oğlu Midiyan soyundan geldiklerini iddia etmelerine dikkat edilmelidir. Doğrudan doğruya onun neslinden gelmemiş oldu­ğu halde onların tümü onun soyundan olduklarını iddia etmişlerdir. Çünkü eski bir geleneğe göre büyük bir zata bağlı olan herkes daha sonra yavaş yavaş onun torunları arasında sayılmaya başlanırdı. Nite­kim, Hz. İsmail (a.s.)'ın soyundan gelmemesine rağmen tüm Araplara "İsmailoğulları" denmiştir. Hz. Yakup'un soyu İsrailoğulları için de durum aynıdır. Aynı şekilde Hz. İbrahim (a.s.)'ın çocuklarından biri olan Midyan'ın etkisi altına giren tüm bölge sakinleri Benu Medyen (Medyen oğulları), bunların oturduğu yerler de Medyen bölgesi diye anılır oldu. [179]

"Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik): Ey kavmim, dedi. Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka tanrınız yoktur."[180]

"Ahiret gününü umun." [181]

"Ben sizi bolluk içinde görüyorum ve ben sizin için kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum." [182]

"Size Rabb'inizden açık bir delil geldi. Ölçüyü ve tartıyı dengeli yapın. İnsanların eşyalarını eksik vermeyin ve düzene konulmasından sonra yeryüzünde boz­gunculuk yaparak kötülük etmeyin.” [183]

"Eğer inanan insanlar [184] iseniz Allah'ın bıraktığı (kâr) sizin için daha hayırlıdır. Fakat ben sizin üze­rinize bekçi değilim."

"Ey Şuayb, dediler, senin namazın mı sana, babalarımızın taptığı şeylerden, yahut mallarımız üzerinde dilediğimizi yapmaktan vazgeç­memizi emrediyor? Oysa sen, yumuşak huylu, akıllı (bir insan)sın."

"Ey kavmim, dedi, bakın, ya ben Rabb'imden bir kanıt üzerindeysem ve (O) bana kendinden güzel bir rızık vermişse? Ben sizi menettiğim şeylerden size aykırı davranmak istemiyorum. Sadece gücümün yettiği kadar düzeltmek istiyorum. Başarım ancak Allah'(ın yar­dımı) iledir. Yalnız O'na dayandım ve yalnız O'na yönelirim."[185]

"Kavminden inkâr eden ileri gelenler dediler ki, "Eğer Şuayb'a uyar­sanız, muhakkak siz ziyana uğrarsınız."[186] "Her yolun başına oturup da tehdit ederek (insanları) Allah yolundan çevirmeye ve O(Allah yolu)nu eğriltmeye çalışmayın: Düşünün siz az idiniz. O sizi çoğalttı ve bakın bozguncuların sonu nasıl oldu! Eğer içinizden bir kısmı be­nimle gönderilene inanmış, bir kısmı da inanmamış ise de Allah ara­mızda hükmedinceye kadar sabredin; O, hükmedenlerin en iyisidir." [187]

"Ey kavmim, bana ki gelmeniz sakın sizi Nuh kavminin yahut Hud kavminin veyahut Salih kavminin başlarına gelenler gibi bir felakete uğratmasın! Lut kavmi henüz sizden uzak değildir. Rabb'inizden mağ­firet dileyin, sonra ona tövbe edin! Doğrusu Rabb'im çok esirgeyen çok sevendir."

"Dediler ki: Ey Şuayb, senin söylediklerinden çoğunu anlamıyo­ruz. Biz seni içimizde zayıf görüyoruz. Kabilen olmasaydı seni mutla­ka taşla(yarak öldürü)rdük! Senin bizim yanımızda hiçbir değerin yoktur!"

"Ey kavmim, dedi, size göre kabilem Allah'tan daha mı değerli ki, onu arkanıza atıp unuttunuz? Şüphesiz Rabb'im yaptıklarınızı ku­şatıcıdır. (Her şeyinizi bilmektedir.)"[188]

"Kavminden büyüklük taslayan ileri -gelenler dediler ki: Ey Şuayb, ya mutlaka seninle ve seninle beraber inananları kentimizden çıkarırız ya da dinimize dönersin!"

"Dedi ki: İstemesek de mi (bizi yurdumuzdan çıkaracak veya di­nimizden döndüreceksiniz)? Allah bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra eğer tekrar ona dönersek, Allah'ın üzerine yalan atmış oluruz. Rabb'imiz Allah dilemedikten sonra o (sizin dilediğiniz) dine dön­memiz, bizim için olur şey değildir. Rabb'imiz bilgice her şeyi kuşat­mıştır. Biz Allah'a dayanmışız."[189]

"Ey kavmim, olduğunuz yerde (yaptığınızı) yapın, ben de yapı­yorum. Yakında kime azabın gelip kendisini rezil edeceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözetin, ben de sizinle beraber gözet­mekteyim!"[190]

"(Ey) Rabb'imiz bizimle kavmimiz arasın(daki iş)i gerçekle aç(ığa çıkar). Muhakkak ki sen (gerçekleri) aç(ığa çıkaranların en iyisisin!"[191]

"Derken o müthiş sarsıntı" [192]

"O korkunç ses zulmedenleri yakaladı, yurtlarında çöküp kaldılar."[193]

"Şuayb'ı yalanlayanlar sanki yurtlarında hiç oturmamış."[194]

"Sanki orada hiç şenlik kurmamışlar­dı!" [195]

"Şuayb'ı ve onunla beraber inanmış olanları bizden bir acıma ile kurtardık." [196]

"(Şuayb) onlardan öteye döndü de: Ey kavmim, dedi. ben size Rabb'imin gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kâfir bir kavme nasıl acırım?" [197]

"Allah onlara zulmedecek değildi. Onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı."[198]

2. Medyenlilerle Eykelilerin iki farklı kabile mi, yoksa aynı ka­vim mi olduğu konusunda müfessirler arasında görüş ayrılığı vardır. Bir grup, A'râf suresinde Hz. Şuayb (a.s.)'a "Medyenlilerin kardeşi" [199] dendiği halde, burada Eyke halkıyla ilgili olarak böyle bir şey denmediğinden hareketle bunların ayrı kavimler olduğu­nu savunurken diğer grup, Medyenliler hakkında A'râf ve Hûd surele­rinde sözü edilen ahlâkî hastalıklar ve özellikleriyle, Şuarâ suresinde Eykeliler hakkında verilen bilgilerin aynı olduğundan hareketle bunla­rın aynı kavim olduğu görüşündedir. Sonra Hz. Şuayb (a.s.)'ın her iki kavme mesaj ve uyarısı aynı olduğu gibi, iki kavmin sonu aynı ol­muştur.

Bu konudaki araştırmalar her iki görüşün de doğru olduğunu göstermiştir. Medyenliler ile Eykeliler kuşkusuz iki ayrı kavim idiler: Fakat aynı gövdenin dallarıydılar. Hz. İbrahim (a.s.)'ın karısı (veya cariyesi) Keturah'tan üreyen nesli Arabistan'da ve İsraillilerin tarihin­de Keturah'ın çocukları olarak pek meşhurdur. Bunların en önemli kolu ataları Hz. İbrahim (a.s.)'in Medyen'e izafetle Medyenliler (veya Medyeniler) olarak bilinirlerdi. Bunlar Kuzey Arabistan ile Güney Filistin arasındaki bölgede ve Kızıldeniz ile Akabe körfezi kıyılarında yerleşmişlerdi..Başkentleri Ebu'l-Fida'ya göre Akabe körfezinin batı kıyısında Eyke'den (bugünkü Akabe) beş günlük mesafede yer alan Medyen'di, Keturah'ın içlerinde Dedanilerin diğerlerine oranla daha çok bilindiği diğer çocukları, Kuzey Arabistan'da başkentleri Tebük, eski adıyla Eyke olmak üzere (Yakut, Mu'cemü'l-Buldan'da Eyke'yi anlatırken burasının Tebük'ün eski adı olduğunu söyler ve Tebük'ün yerlileri de bunu doğrulamaktadır.) Teyme ve el-Ula arasındaki bölge­de yerleştiler.

Medyenliler ile Eykeliler'e aynı peygamberin gönderilmiş olma­sının nedeni, her iki kabilenin de aynı soydan gelmiş olmaları, aynı dili konuşmaları ve yan yana komşu bölgelerde yerleşmiş bulunmaları olsa gerektir. Aynı yörelerde yan yana yaşamış ve birbirleri ile evlilik gibi sosyal ilişkiler içinde bulunmuş olmaları da mümkündür. Sonra bu iki akraba kabilenin ikisi de, meslekten ticaret adamlarıydılar ve aynı kötü hayat ve sosyal ve ahlâkî düşkünlük içinde idiler. [200]

"Eyke halkı da gönderilen elçileri yalanladı. Şuayb onlara: Ko­runmaz mısınız? demişti. Ben sizin için güvenilir bir elçiyim. Al­lah'tan korkun ve bana itaat edin! Ben sizden buna karşı bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız alemlerin Rabb'ine aittir. Ölçüyü tam yapın. Eksiltenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların haklarını kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çı­karmayın. Sizi ve önceki nesilleri yaratandan korkun."

"Dediler: Sen iyice büyülenmişlerdensin. Sen de bizim gibi bir insansın, biz seni mutlaka yalancılardan sanıyoruz. Eğer doğrulardansan o halde üzerimize gökten parçalar düşür."

"Rabb'im yaptığınızı daha iyi bilir, dedi. Onu yalanladılar niha­yet o gölge gününün azabı kendilerini yakaladı. Gerçekten o büyük bir günün azabı idi." [201]

"Onlardan öcümüzü aldık, her ikisi de (Sodom'da Eyke'de) hala (yol üzerinde, gözler) ön(ün)de apaçık durmaktadır" [202]

"Kuşkusuz bunda bir ibret vardır, ama yine çokları inanmazlar.” [203]

 

7- Sebe Kavmi

 

Sebe, Güney Arabistan'da yer alan ve halkı ticaretle tanınmış bir ülke idi. Başşehri'de, Kuzey Yemen'in merkezi Sana'nın kuzeydoğusunda, takriben 55 mil mesafede olan Ma'rib kenti idi. Main krallığının yıkı­lışından sonra, M.Ö. yaklaşık 1100 yıllarında güç kazandı ve bin yıl boyunca Arabistan'da hüküm sürdüler. Daha sonra, M.Ö. 115 yılında onların yerini Himyerliler aldı. Bunlar da Arabistan'da; Yemen ve Hadramut, Afrika'da da Habeşistan'ı idare etmiş, Güney Arabistan'ın başka bir toplumu idi. Sebeliler, bir taraftan Afrika kıyıları, Hindistan, Uzakdoğu ve Arabistan'ın iç kısımlarının dahil olduğu yerlerde cere­yan eden tüm ticari faaliyetleri, diğer taraftan, Mısır, Suriye, Yuna­nistan ve Roma'ya yönelik ticareti ellerinde tutuyorlardı. Eski çağlar­da servet ve refahları ile meşhur olmaları işte bundandı. Hatta öyle ki, Yunan tarihçilerine göre o devirde dünyanın en zengin kimseleri bun­lardı. Ticaret ve alışverişin yanında, ulaştıkları bu refahın başka bir nedeni de, ülkelerinin birçok yerinde barajlar inşa etmiş ve sulama maksadıyla yağmur suları toplamış olmalarıydı.[204]

"Andolsun Sebe (oğulların)ın oturdukları yerlerde de bir ibret vardır: (O meskenler), sağdan soldan iki bahçe (ile çevrili idi. Onlara): Rabb'inizin rızkından yiyin de O'na şükredin! Hoş (bir) ülke ve çok bağışlayan Rabb! (denilmişti). Ama (şükürden) yüz çevirdiler; bu yüzden üzerlerine Arim selini gönderdik; Onların iki bahçesini buruk yemişli, acı meyveli ve içinde biraz da sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik. Nankörlük ettiklerinden dolayı onları böyle cezalandırdık; biz nankörden başkasını cezalandırır mıyız? Onlarla, içinde bereketler yarattığımız kentler arasında, açıkça görünen kentler var ettik ve bun­lar arasında yürümeyi takdir ettik: Oralarda geceleri gündüzleri güven içinde yürüyün, (dedik). Rabb'imiz, seferlerimizin arasını uzaklaştır (kentlerimiz birbirine çok yakın, bunların arasını uzat da daha uzun mesafelere gidelim.) dediler ve kendilerine zulmettiler. Biz de onları, efsanelere çevirdik ve onları darmadağın ettik. Kuşkusuz bunda, sab­reden, şükreden herkes için ibretler vardır. Andolsun İblis onlar hak­kındaki zannını doğru çıkardı, inanan bir gruptan başka (hepsi) ona uydular. Onun, onlar üzerinde zorlayıcı bir gücü yoktu. Ancak ahirete inananı, ondan kuşkulanandan (ayırt edip) bilelim diye (ona bu fırsatı verdik.) Rabb'in her şeyi korumaktadır.[205]

 

8- Tubba Kavmi

 

Kayser, Kisra, Firavun nasıl lakap olarak kullanılıyorsa "Tubba" da Yemen (Himyer) hükümdarları için kullanılan bir lakaptır. Onlar, Sebe kavminin bir boyu idiler. M.Ö. 115'de Sebe ülkesinde iktidara gelmişler ve M.S. 300'e kadar iktidarı ellerinde tutmuşlardır. Asırlar­dır Araplar arasında onların iktidarı bilinmekteydi

Allah Rasulü (s.a.v)'in: "Tubba'ya sövmeyiniz. Zira o müslüman olmuştu." dediği rivayet edilir. Hz. Aişe (r.anha)'da onun salih bir insan olduğunu söyler. [206]

"(Peki) onlar mı hayırlı, yoksa Tubba kavmi mi?"[207]

"Tubba kavmi elçileri yalanlayıp uyardığım (azab)ı hak ettiler."[208]

"Suç işle­dikleri için biz onların hepsini helak ettik."[209]

 

9- Ress Kavmi

 

Arap kaynaklarına göre "er-Ress" adında iki yer bilinmektedir. Biri Necid'de, diğeri kuzey Hicaz'da bulunmaktadır. Necid'de bulunan "er-Ress" daha çok meşhurdur. Ve cahiliyet devri şiirlerinde daha çok bunun adı geçmektedir. Şimdi zor olan, "Ashabu'r-Ress" bu ikisinden hangi yerde yaşayanlardı? Bunlara ait sağlam, geniş bilgi hiçbir kay­nakta görülmemektedir. Bu konuda, kendi peygamberlerini kuyuya atan bir kavim olduğunun denilmesi en doğru olan bir ifadedir. Fakat Kur'an'da bunlara sadece bir işaretle yetinilmesi isimlerinin söylenip başka hiçbir bilgi verilmemesi, Kur'an-ı Kerim'in nazil olduğu sırada genellikle Arapların bu kavmi ve onların hikayelerini bildiklerinin, daha sonra bu bilgilerin tarihi kaynaklar arasında korunamadığını tahmin ettirmektedir. [210]

"Ressliler de yalanlamıştı." [211]

"Elçileri yalanlayıp, uyardığım (azab)ı hakkettiler.” [212]

"Ress halkını (inkârları yüzünden helak ettik). Hepsine de (uyarmak için) misaller (geçmişten hikayeler) anlattık. (Öğüt almayıp küfürlerinde ısrar edince biz de) hepsini helak ettik."[213]

 

10- Firavun Kavmi ve Hz. Musa (a.s.)

 

Firavun" kelimesi "güneş tanrısının oğlu" anlamına gelir. Eski Mısır­lılar güneşe "Ra" adını vermiş, ona "Yüce Tanrı" diye tapmışlar, daha sonrada "Firavun" ismini vermişlerdir. Eski Mısırlıların inancına göre, her kral iktidarını, tanrı "Ra" ile olan ilişkilerine dayandırır ve kendi­sinin "Ra"nın canlı bir örneği ve yeryüzündeki bir temsilcisi olduğunu iddia ederdi. Bundan dolayı, iktidara geçen her krallık hanedanı, ken­dilerinin güneş soyundan gelen kimseler olduğunu ileri sürdüler ve bütün krallar, kendilerinin "Yüce Rabb" olduklarını halka kabul ettir­mek için "Firavun" unvanını aldılar.

Bununla ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de rivayet edilen Hz. Musa (a.s.)'ın kıssasında iki ayrı Firavun zikredilmiş olduğuna da dikkat edilmelidir. Biri Hz. Musa doğduğu zaman Mısır'ı idare etmekte olan ve Hz. Musa (a.s.)'i kendi evine götürüp büyüten Firavun; ikincisi ise Allah'ın ilâhî mesajını kabul etmesi için İsrailoğlulları'nı serbest bırakması Hz. Musa (a.s.) tarafından istenen ve Kızıldeniz'de boğulan Firavun'dur.

Günümüz araştırmacıları iki Firavun'dan birincisinin İsrailoğulları'nı baskı ve esaret altında tutan ve M.Ö. 1292-1295 yılla­rı arasında Mısır'da hüküm süren Ramses II olduğu görüşündedirler. Aynı ayetlerde zikredilen ikinci Firavun'un ise babası II. Ramses'e hükümet işlerinde yardım eden ve ölümünden sonra kral olarak yerine geçen oğlu Mineftah olduğu kanaatindeydiler. Fakat Hz. Musa (a.s.)'ın ölüm yıldönümü için İsrailoğulları'nın takvimine göre M.Ö. 1272 senesi düşürülmüş olması sebebiyle bu tarihler kesinlik arzetmez. Dolayısıyla bütün bunlar sadece birer tahmindir. Çünkü İsrail, Mısır ve Hıristiyan takvimlerinin tarihlerini uzlaştırmak çok zordur.

"İnanan bir toplum için Musa ile Firavun'un haberinden bir par­çayı gerçek olarak sana okuyacağız."[214]

"Musa ve Harun'u ayetlerimizle birlikte Firavun'a ve adamlarına gönderdik. [215]

"Firavun'a gidin. Çünkü o azdı. Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır veya korkar." [216]

"Kavmini karanlıktan aydın­lığa çıkar, onlara Allah'ın günlerini (geçmiş toplumların başlarına gelen olayları) hatırlat!" [217]

"Dediler ki: Rabb'imiz onun bize taşkınlık etmesinden yahut iyi­ce azmasından korkuyoruz. Korkmayın dedi. Ben sizinle beraberim, işitir ve görürüm." [218]

"Senin pazunu kardeşinle kuvvetlendireceğiz ve size öyle bir yetki vereceğiz ki, ayetlerimiz sayesinde onlar size asla erişemeyecekler; ikiniz ve size uyanlar üstün geleceksiniz.”[219]

"Haydi varın ona deyin ki: Biz senin Rabb'inin elçileriyiz; İsrailoğulları'nı bizimle gönder, onlara azap etme! Biz Rabb'inden sana bir ayet getir­dik esenlik hidayete uyanlaradır. Bize yalanlayıp yüz çevirenin azaba uğrayacağı vahyolundu." [220]

De ki; (Nasıl) arınmaya gönlün var mı? Seni Rabb'in(in yolun)a ileteyim de ondan korkasın.” [221]

"Musa dedi ki: Ey Firavun! Ben alemlerin Rabb'i tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Allah'a karşı gerçekten başkasnı söyleme­mek, benim üzerime borçtur. Size Rabb'inizden açık delil getirdim. Artık İsrailoğulları'nı benimle gönder."[222]

"(Firavun) dedi ki: Biz seni, içimizde bir çocuk olarak yetiştir­medik mi? Ömründe nice yıllar aramızda kalmadın mı? Ve sonunda o yaptığını da yaptın.” [223]

Sen nankörlerden birisin"

"(Musa): O işi kasten yaptıysam sapıklardan biri sayılırım, dedi. Sizden korkunca aranızdan kaçtım. Sonra Rabb'im bana (doğruyla eğri arasında) hüküm verebilme yeteneği bahşetti ve beni elçilerinden yaptı. O başıma kaktığın nimet de İsrailoğulları'nı köle yapman (yü­zündendir. (Onları köle olarak kullanıp erkek çocuklarını kesmeseydin senin eline düşmezdim.)"

"Firavun dedi ki: (Ey Musa) alemlerin Rabb'i nedir?"

"(Musa): Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabb'idir. Eğer gerçekten inanan kimseler iseniz (bunu anlarsınız) dedi."[224]

"(Firavun) çevresinde bulunanlara: 'İşitiyor musunuz?' dedi."

"(Musa): O sizin de Rabb'iniz. Önceki atalarınızın da Rabb'idir, dedi." "Rabb'imiz her şeye yaratılışını (varlığını ve biçimini) verip sonra onu doğru yola ileten (yaratılış gayesine uygun yola yönel­tendir, dedi."

"(Firavun): Peki, ya ilk nesillerin hali ne olacak?, dedi."

"Dedi ki: 'Onların bilgisi Rabb'imin yanında bir kitaptadır. Rabb'im şaşmaz ve unutmaz. O ki, yeri size beşik yaptı ve onda sizin için yollar açtı. Gökten bir su indirdi. Onunla her çeşit bitkiden çiftler yetiştirdik. İster yiyin, ister hayvanlarınızı otlatın. Şüphesiz bunda akıl sahipleri için ibretler vardır." [225]

"Dediler ki: Sen bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyden çeviresin de yeryüzünde büyüklük yalnız ikinizde kalsın diye mi bize geldin? Biz size inanacak değiliz!" [226]

"Şu iki adamın kavmi bize kölelik ederken, şimdi biz kalkıp bizim gibi iki insana mı inanacağız dediler." [227] "Firavun dedi ki: Ey ileri gelenler, ben sizin için benden başka tanrı tanımıyorum! Bunun içindir ki, ey Hâmân, benim için (tuğla) ocağını tutuştur, balçığı pişir ve bana öyle yüksek bir kale yap ki, çıkıp Musa'nın şu tanrısını bir göreyim. Çünkü ben O'nun şu on­maz yalancılardan biri olduğunu sanıyorum!” [228]

"Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir, dedi. Firavun: (Ey Musa) Andolsun ki benden başka tanrı edinirsen seni mutlaka zindana atılanlardan yapacağım!, dedi."

"(Musa: Peki) sana (doğruluğumu) kanıtlayan apaçık bir şey ge­tirmiş olsam da mı?, dedi."

"(Firavun): Eğer doğrulardansan onu getir (bakalım), dedi." (Musa) asasını attı. Bir de baktılar ki apaçık bir ejderha! Elini (koltuğunun altından) çıkardı. O da bakanlara parıl parıl parlayan bir şey oluverdi."

"Firavun çevresindeki ileri gelenlere: Bu, dedi, bilgin bir büyü­cüdür! Büyüsüyle sizi toprağınızdan çıkarmak istiyor. Ne buyurursu­nuz?" [229]

"Musa: Size gelen gerçek için böyle mi diyorsunuz? Büyü müdür bu? Halbuki büyücüler iflah olmazlar, dedi."[230]

"Bunları ancak göklerin ve yerin Rabb'inin (benim doğruluğumu belgeleyen) kanıtlar olarak indirdiğini pekâlâ bildin. Ey Firavun, ben de seni mahvolmuş görüyorum." [231]

"Dediler ki: Onu ve kardeşini eğle, kentlere toplayıcılar gönder. Bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler." [232] "Firavun: Bana bütün bilgili büyücüleri getirin, dedi.” [233]

"Biz de mutlaka sana o (se)nin (büyün) gibi bir büyü getireceğiz. Sen şimdi seninle bizim aramızda bir buluşma zamanı ve yeri tayin et! Ne senin ne de bizim caymayaca­ğımız uygun bir yer olsun."

"(Musa): Buluşma zamanımız, Süs (bayram) günü ve insanların toplandığı kuşluk vakti olsun."

"Firavun dönüp gitti. Hilesini (büyücüleri ve aletlerini) topladı. Sonra belirtilen yere geldi."

"Musa onlara: Yazık size, dedi. Allah'a yalan uydurmayın. Sonra (o) bir azapla kökünüzü keser. Doğrusu iftira eden perişan olmuştur."

"(Firavunun topladığı büyücüler) işlerini kendi aralarında tartış­tılar ve gizli konuştular. Dediler ki: Bunlar iki büyücü, başka bir şey değil. Büyüleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve sizin örnek yolunuzu (üstün dininizi) gidermek istiyorlar. Onun için siz hilenizi toplayın, sonra sıra halinde gelin. Bugün üstün gelen başarmıştır.” [234]

"Büyücüler Firavun'a gelip: Eğer üstün gelen biz olursak elbet bize mükafat var değil mi?, dediler. (Firavun): Evet, dedi, hem de siz (benim) yakınlar(ım)dan (olacak)sınız. Dediler ki:

Ey Musa, sen mi (önce hünerini ortaya) atacaksın, yoksa (önce) atanlar biz mi olalım?" [235]

"(Musa): Hayır, siz atın!, dedi.” [236]

"İplerini ve değneklerini attılar ve Firavun'un şerefine biz, elbette biz galip geleceğiz, dediler.” [237]

"(Musa) bir de ne görsün: Büyülerinden ötürü onların ipleri ve sopaları gerçekten koşuyor gibi görünüyor. Bu yüzden Musa, içinde bir korku duydu. (Biz kendisine): Korkma, dedik, üstün gelecek sen­sin, sen! Sağ elindekini at! Onların yaptıklarını yutsun. Çünkü onların yaptıkları, bir büyücünün hilesidir. Büyücü de nereye varsa iflah ol­maz!" [238]

"Onlar (iplerini ve değneklerini) atınca Musa: Sizin getirdiğiniz şey, büyüdür, dedi. Allah onu mutlaka boşa çıkaracaktır.” [239]

Çünkü Allah, bozguncuların işini düzeltmez. Ve suçlular istemese de Allah, sözleriyle gerçeği ortaya çıkaracaktır. Musa da asasını attı. Birden o, onların uydurduklarını yutmaya başladı." [240]

"Gerçek ortaya çıktı ve onların bütün yaptıkları batıl oldu. Orada yenildiler, küçük düştüler. Ve büyücüler secdeye kapandılar. Alemle­rin Rabb'ine inandık!, dediler. Musa ve Harun'un Rabb'ine." [241]

"(Firavun): Ben size izin vermeden ona inandınız ha? O, size bü­yü öğreten büyüğünüzdür." [242]

Bu bir tuzaktır. Şehirde bu tuzağı kur­dunuz ki halkını oradan çıkaracaksınız. Ama yakında başınıza gele­cekleri bileceksiniz! [243]"  

"Ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım. Hangimizin azabı daha çetin ve sürekli bileceksiniz!, dedi."

"Dediler ki: Biz seni, bize gelen açık delillere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Yapacağını yap, sen ancak bu dünya hayatında iste­diğini yapabilirsin. Biz Rabb'imize inandık ki (O) bizim günahlarımızı ve senin bizi yapmaya zorladığın büyüyü bağışlasın. (Elbette) Allah daha hayırlı ve (O'nun mükafatı ve cezası) daha süreklidir.” [244]

"Zara­rı yok, dediler. (Nasıl olsa)biz Rabb'imize döneceğiz.” [245]

"Rabb'imizin bize gelmiş olan ayetlerine inandığımız için bizden öç alıyorsun.” [246]

"Biz ilk inananlar olduğumuz için Rabb'imizin hatala­rımızı bağışlayacağını umarız." [247]

"(Ey) Rabb'imiz, üzerimize sabır boşalt ve bizi müslümanlar olarak öldür!"

"Firavun kavminden ileri gelen bir topluluk dedi ki: Musa'yı ve kavmini bırakıyorsun ki, seni ve tanrılarını terk edip, yeryüzünde boz­gunculuk mu yapsınlar? (Firavun): Biz onların oğullarını öldüreceğiz kadınlarını sağ bırakacağız. Biz daima onların üstünde ezici olacağız!, dedi.” [248]

"Musa, kavmine: Allah'tan yardım isteyin, sabredin!, dedi. Yer­yüzü Allah'ındır, onu kullarından dilediğine verir. Sonuç korunanla­rındır. (Ey Musa), sen bize gelmezden önce de, sen bize geldikten sonra da bize işkence edildi, dediler. (Musa) dedi:

“Umulur ki Rabb'iniz düşmanınızı yok eder ve onların yerine sizi yeryüzüne ha­kim kılar da nasıl hareket edeceğinize bakar."[249]

"Firavun dedi: Bırakın Musa'yı öldüreyim de, Rabb'ine yalvarsın (bakalım O Musa'yı kurtaracak mı?). Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden yahut yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağından korkuyorum.” [250]

"Firavun ailesinden imanını gizleyen mü'min bir adam (şöyle) dedi: Rabb'im Allah'tır dediği için bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa o size Rabb'inizden kanıtlar getirmiştir. Eğer yalancı ise yalanı kendi zararınadır. Ve eğer doğru söylüyorsa size vadettiklerinin bir kısmı başmıza gelir." [251]

"İnanan adam dedi ki: Ey kavmim, ben üzeri­nize önceki toplulukların günü gibi bir günün gelmesinden korkuyorum: Nuh kavminin, Ad ve Semud'un ve onlardan sonrakilerin duru­mu gibi (bir durumla karşılaşmanızdan kaygı duyuyorum)." [252]

"Daha önce Yusuf da size açık kanıtlar getirmişti. Onun getirdiklerinden de kuşkulanıp duruyordunuz. Nihayet o ölünce: Allah ondan sonra elçi göndermez dediniz." [253]

"Allah onu, onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu." [254]

"Andolsun biz, Firavun ailesini tuttuk, öğüt alsınlar diye yıllarca kıtlıkla, ürünleri azaltmakla sıktık. Onlara bir iyilik geldiği zaman: Bu bizimdir (kendi bilgi ve davranışımızla bunu elde ettik) derler. Ken­dilerine bir kötülük ulaşırsa, Musa ve onunla beraber olanları uğursuz sayarlar (onların yüzünden belaya uğradıklarını sanırlar)dı. İyi bilin ki onların uğursuzluğu Allah'ın katındadır. Fakat çokları bilmezler. Ve dediler ki: Bizi büyülemek için ne kadar mucize getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz! Biz de onların üzerine ayrı ayrı mucizeler ola­rak su baskını, çekirge, kımıl (haşerat), kurbağalar ve kan gönderdik; ama yine büyüklük tasladılar ve suçlu bir topluluk oldular." [255]

"Onlara gösterdiğimiz her mucize, ötekinden büyüktü. Belki dö­nerler diye onları azap ile cezalandırdık.” [256] "Üzerlerine azap çökünce: Ey Musa, dediler, sana verdiği söz uyarınca bizim için Rabb'ine dua et! Eğer bizden azabı kaldırırsan, muhakkak sana inanacağız ve mut­laka İsrailoğullarını seninle beraber göndereceğiz!" [257] "Fakat biz on­lardan azabı kaldırınca sözlerinden dönmeye başladılar. Firavun kav­minin içinde bağırıp dedi: Ey kavmim! Mısır mülkü ve şu altımda akıp giden ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz? Yahut ben, şu aşağılık, neredeyse söz anlatamayacak durumda olan adamdan [258] daha iyi durumda değil miyim? (Eğer o doğru söylüyorsa) üzerine altın bilezikler atılmalı yahut yanında (kendisine yardım eden, onu doğru­layan) melekler de gelmeli değil miydi? Kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler."[259]

"Firavun ve adamlarının kendilerine kötülük yapmasından kork­tukları için kavminin içinde Musa'ya küçük bir gruptan başkası inan­madı. Çünkü Firavun, yeryüzünde çok ululanan ve çok aşırı gidenler­den idi. Musa dedi ki: Ey kavmim, eğer Allah'a inandıysanız, gerçek­ten müslüman insanlar iseniz O'na dayanın. Dediler ki: Allah'a dayandık. Rabbimiz bizi o zulmeden kavme fitne yapma (bizi onların işkencesiyle deneme)! Acımanla bizi o inkarcı toplumdan kurtar!" [260]

"Musa'ya: Kullarımı geceleyin (Mısır'dan çıkar) yürüt! Siz takip edileceksiniz, diye vahyettik. Firavun, (İsrailoğullarının gittiğini du­yunca) kentlere (asker) toplayıcılar gönderdi. Şunlar, (şu İsrailoğulları), az bir topluluktur, dedi. Bizi kızdırmaktadırlar. Biz ihtiyatlı, koca bir cemaatız, Böylece biz onları çıkardık: bahçeler(in)den, çeşmeler(in)den, hazineler(in)den ve o güzel yerler(in)den. Böylece bunları İsrailoğullarına miras yaptık. (Firavun ve adamları), güneş doğarken onların ardına düştüler. İki topluluk (yaklaşıp) birbiri­ni görünce Musa'nın adamları: İşte yakalandık, dediler."[261]

"(Musa): Hayır, dedi, Rabb'im benimle beraberdir. Bana yol gösterecektir. Musa'ya: Değneğinle denize vur, diye vahyettik. (Vu­runca deniz) yarıldı, (on iki yol açıldı). Her bölüm, kocaman bir dağ gibi oldu. Ötekileri de buraya yaklaştırdık. Musa'yı ve beraberinde olanları tamamen kurtardık. Sonra ötekilerini boğduk."[262]

"Nihayet boğulma kendisini yakalayınca (Firavun): Gerçekten İsrailoğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım. Ben de müslümanlardanım, dedi. Şimdi mi? Oysa daha önce isyan etmiş, bozgunculardan olmuştun? (denildi). Bugün senin sadece bedenini kurtaracağız ki, senden sonra gelecek olanlar için (uyarıcı) bir işaret olsun."[263]

"Hor görülüp ezilmekte olan toplumu da içini bereketlerle do­nattığımız yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabb'inin İsrailoğullarına verdiği söz, sabretmeleri yüzünden tam yerine geldi. Firavun'un ve kavminin yapageldiği şeyleri ve yükselmekte oldukları sarayları (ve bahçeleri) de yıktık."[264]

"O ve askerleri orada haksız yere büyüklük tasladılar ve kendile­rinin bize döndürülmeyeceklerini sandılar."[265]

"Onlara ne yer, ne de gök ağlamadı."[266]

'Görmedin mi Rabb'in ne yaptı."[267]

"Kazıklar sahibi Firavun'a"  [268]

“O orduların haberi sana gelmedi mi?"[269]

 

Sonuç

 

Kur’an'da geçmiş toplumlarla ilgili olaylar anlatılmaktadır. Bundan amaç daha sonra gelenlerin, öncekilerin başından geçenler­den ders ve ibret alarak onların yaptıkları hatalara düşmemeleridir. Allah'ın Yasası (Sünnetullah) da denilen bu öğütleri Kur'an'dan tespit etmeli ve diğer ilimler gibi bir ilim haline getirmeliyiz.

İnsan toplumsal bir varlıktır. O varlığını ancak toplum içinde de­vam ettirebilir. İnsanların bir araya gelmesinden oluşan toplum, hayati bir yapıya sahiptir. Doğarlar, büyürler ve sonunda ölürler. Onlar için de belirli yasalar vardır. Toplumsal düzen bu yasalarla gerçekleşir. Gelecekleri bu yasalar karşısındaki tutumlarına bağlıdır. Bu yasaların değişmesi düşünülemez. Her toplumun belirli bir eceli vardır. Eceli gelince ne ileri, ne geri alınabilir. Fakat toplumlar içinde bulundukları durumu değiştirme gücüne sahiptirler. Çünkü gelecekleri kendi yapa­cakları davranışlara göre düzenlenir.

Allah her topluma elçi göndermiştir. Elçiler ilâhî yasaları top­lumlara anlatarak, sünnetullahla uyarmışlardır. Ancak toplumlar elçiye olumsuz karşılık verdiklerinde, Allah'ın yasası gereği helak edilmiş­lerdir. Elçi gönderilmeyen toplumlara ise azap edilmez. Çünkü Allah zulmedici değildir.

Toplumların helak edilmelerinde o toplumun önderlerinin büyük payı vardır. Manevî önderler olan din adamları da aynı şekilde so­rumludurlar. Manevî yöne hiç önem vermeyip, maddî yönü ön plana alan toplumlar ise Allah'ın yasası gereği çözülme, dağılma ve yıkıl­maya maruz kalacaklardır.

Allah mü'min toplumlarla beraberdir ve onlara yardım eder. Bu­nun sonucunda yeryüzü hakimiyeti mü'minlerin eline geçer. Ancak bunlar, Allah'ın dininin yaşanması ve yayılması için çalışan mümin­lerdir. Allah yolunda samimi olup olmadıklarının anlaşılması için çeşitli belalarla imtihan edileceklerdir. Gerekirse dinleri uğruna hicret edip, başka diyarlara yerleşeceklerdir. İşte Allah, kâfir toplumları helak ederken böyle müminleri kendinden rahmetle kurtarır.

Kâfir toplumlar ise, varlıklarını ilelebed sürdüremeyeceklerdir. Ancak Allah onları hemen helak etmez. Belki inanıp Allah yoluna dönerler diye önce sıkıntılarla, sonra da bol nimetlerle onları dener. Vazgeçerlerse, Allah da onları affeder ve belirli bir süreye kadar ya­şatır. Yok eğer vazgeçmezlerse onlara yok edici bir azap gelir ve kökleri kesilir. Azap geldikten sonra inanmaları da bir fayda sağlamaz. Hiç şüphesiz başlarına gelen bu felaketlerin özünde atalarını körü körüne taklit etmeleri bulunmaktadır.

Kur'an Allah'ın yasasına uygun olarak yok edilen pek çok top­lumun hayatını anlatır. Nuh, Hud, Salih, İbrahim, Lut, Şuayb, Sebe, Tubba, Ress ve Firavun kavimleri hep bu yasa uyarınca helak edil­mişlerdir.

Mü'minlere düşen, bu toplumların hayat hikayelerini Kur'an'dan okuyarak, onları helake götüren nedenleri tespit etmektir. Onlar hak­kında geçerli olan ilâhî yasalar sayesinde, işlerin tesadüfi değil, belirli yasalar çerçevesinde olduğunu kavrarlar. Yasaların bütün toplumlar için geçerli olduğunu öğrenmeleri, onlara ayaklarını yere sağlam bas­malarını kazandırır. Yasaları uygulayarak kendilerini garanti altına alıp, geleceklerine ümitle bakabilirler.

İnkarcılara ise ikaz ve tehdittir bu yasalar. Onlara bakıp düşüne­rek, yanlışlarından vazgeçmelidirler. Yok eğer vazgeçmezlerse, önce­kilere uygulanan yasalar bunlara da uygulanacaktır.

Bunların gerçekleşmesi ise, yasaları, insanlar için rehber, öğüt ve ışık olan kitaptan çıkarabilme gücüne sahip kişilerin varlığına bağlıdır. Peygamberler, gönderildikleri toplumları bu yasalarla uyarmışlardır. Son elçi Hz. Muhammed (s.a.v.) de Kur'an aracılığıyla bu yasaları toplumuna duyurmuştur. Onun vefatından sonra bu görevi, onun mira­sını sahiplenen ümmetin alimleri sürdüreceklerdir. Bu nedenle bu yasalar üzerinde düşünüp, onları keşfetmek mubah değil zorunlu bir iştir.[270]

Kur'an insanoğlunun yeryüzünde gerçekleştirmekle yü­kümlü olduğu yüce ideallerden söz eder. Bu idealler insan­lığın iyiliğini ve yararını içerdiği için, esasen insanın kendi başına karar verdiği takdirde benimseyeceği türden hedef­lerdir. Ne var ki, insan ile bu idealler arasına giren sonsuz sayıda fakörler vardır. Kur'an, insanoğlunu bu engellerin hepsini aşmaya kabiliyetli ve yeterli görür, işte insanın gö­revlendirilmesinin gerisinde bu yeterlilik yer almaktadır. İn­sanoğlu doğru olanı bulma konusunda kendine yeterli oldu­ğu halde, tarih içerisinde başgösteren her yozlaşmada Allah ona yardım elini uzatmış ve doğru olanı "vahiy yoluyla hatırlatmıştır.. Dolayısıyla vahiy kurumu insanlığın tarihi ka­dar eski ve köklüdür. Kendisini bu kurumun son temsilcisi olarak tanıtan Kur'an da aynı misyonu üstlenmektedir. Ge­rek iki kapağı arasında kalan metni, gerekse yirmi yılı aşkın oluşum süreci incelendiğinde, gerçekten de onun tek hede­finin, öncelikle ilk hitap çevresini ve buna bağlı olarak bü­tün insanlığı özüne döndürmek olduğu görülür. Amacı sa­dece gerçeği gözler önüne sermekten ibaret olmayan Kur'an, muhataplarını bu gerçek doğrultusunda harekete geçirmek için özel bir ifade tarzı kullanmıştır. Bu bağlamda Aşkın'ı dışlayan bir tarih tasavvuruna sahip olan Araplar'a hitap ederken Kur'an'ın, tarihin içerisinde insanın karşısına Allah'ı yerleştirmiş olması da bu bağlamda değerlendirilme­lidir, insanın olumsuz davranışlarının doğurduğu olumsuz­luklar, sadece zorunlu birer sonuç değildir artık... Aynı zamanda Allah'ın bu olumsuz davranışlara verdiği bir cevap, bir karşı tavırdır. Olumlu davranışlar için de durum aynıdır.

Bütün amacı insanlığın tarih içerisinde görevini yerine getirmesinde ona yardım etmek olan Kur'an ifadeleri, zamanla tersine çevrilerek insanı tarih içinde sorumsuz kıla­cak, anlamsız bir teslimiyet ve şahsiyetsizliğin kucağına ite­cek yorumlara maruz kalabilmiştir. Kur'an'ın insanlığa ver­mek istediği tarih bilincinde merkezi bir konumu bulunan Allah'ın tarîh içindeki davranış tarzı (sunnetullah) fikri de, Kur’an’ın anlaşılmasındaki bu yozlaşmaya bağlı olarak yıpranmış, dahası tamamen ilgisiz bir fikre yerini terkederek tabiat kanunlarının Kur'an'daki ismi olarak algılanır hale gelebilmiştir. Bizim görebildiğimiz kadarıyla, bu süreçte sunnetullah ifadesinin Kur'an’dışı islamî literatürde kavramlaştınlması önemli bir rol oynamıştır. Aynı durum pek çok Kur'an ifadesinin de ortak kaderi olmuştur. Dolayısıyla, Kur'an'ı anlama çabasında ilk adım, Kur'an ifadelerinin yerli yerine oturtulması olmak durumundadır.

Sunnetullah ifadesinin tabiat kanunları olarak değerlen­dirilmesi, bir bakıma da; Kur'an'ın bütün çabasını gözardı etme pahasına, onu tek' hedefi insanlığı bilimin faziletli ışığına ulaştırmak olan bir kitap gibi görmek isteyen gele­neksel yanılgının bir yansımasıdır. Oysa ki, Kur'an insan'ın tabiatı algılamasını ve kullanmasını; gerek insanın, gerekse tabiatın bu iş için elverişli yaratılmış olmasından hareketle muazzam bir iş olarak görmemektedir. Onun nazarında insan ile tabiat arasında böyle bir ilişki, en azından insanın varlığını sürdürebilmesi için kaçınılmazdır. İnsan tabiatı az ya da çok, ama mutlaka anlayacak ve kullanacaktır. Bu konuda Kur'an'ın ilgilendiği tek nokta, insanın tabiata dair bil­gisini ve tabiatı nasıl ve ne için kullanacağıdır, insanoğlu bilgisini yararlı işler için kullanmadıkça, ürettiklerinin bir ka­lıcılığı yoktur, üretilen teknoloji başdöndürücü mükemmel­likte de olsa, görünürde başarıdır ve Kur'an nazarında bir değeri yoktur. Kur'an'ın tabiatı öğretme konusunda ilgisiz kalmasının sebebi budur.

Sonuç olarak Kur'an, insanlığın yeryüzünde insan onuru­na yaraşır bir hayat sürmesini istemekte ve bu amacı gerçekleştirmenin yollarını göstermektedir. Kanaatimiz o ki, Kur'an'ın insan için öngördüğü bu hayat tarzında dekorlar ve kostümlerden daha önemli olan "öykü"dür. Çünkü dekor ve kostümler insanlığa hazır olarak verilmiştir, insana düşen sadece bunlara biçim vermektir. Öykü, yani tarih ise tama­men insana bırakılmıştır ve insanlık, kendi tarihini ya­şayarak yazacaktır. Kur'an'ın bütün gayreti insanlığın iyi bîr senaryo ortaya koyabilmesine yardımcı olmaktır. [271]

 

 

 



[1] Al-i İmrân: 3/137-138

[2] Kâf: 50/12-14

[3] Ali b. Ebû Tâlib, Nehcu 'l-Belâğâ, çev, Beşir Işık v.dğr., (Ankara, 1990), s. 344-345. Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 93.

[4] "Adem (a.s.) ile Nûh (a.s.) arasında on asır (batın) olup hepsi İslam üzere idiler." İbn Kesîr,a.g.e., III, 427

[5] Mevdûdî, a.g.e., II, 47-48

[6] Nûh: 71/1.

[7] el-A’râf: 7/59

[8] eş-Şuarâ: 26/106.

[9] Nûh: 71/2; Hûd: 11/25.

[10] eş-Şuara: 26/108

[11] Nûh: 71/4.

[12] el-Mü’minûn: 23/24

[13] el-A'râf:  7/60.

[14] el-A’râf: 7/61.

[15] el-Afrâf: 7/62.

[16] Hûd: 11/31

[17] el-A’râf: 7/63

[18] Hûd: 11/28

[19] Yûnus: 10/ 72

[20] eş-Şuarâ: 26/111; Hûd: 11/27.

[21] Hûd: 11/29

[22] Hûd: 11/30

[23] Hûd: 11/31

[24] el-Mü’minûn: 23/25

[25] el-Kamer: 54/9

[26] eş-Şuarâ: 26/116

[27] Yûnus: 10/ 71

[28] Hûd: 11/32.

[29] Hûd: 11/33.

[30] Nûh: 71/5-12

[31] Nûh: 71/21-24.

[32] eş-Şuarâ: 26/118

[33] el-Ankebût: 29/14.

[34] Hûd: 11/36-47

[35] eş-Şuarâ: 26/119; el-Ankebût: 29/15

[36] eş-Şuarâ: 26/120

[37] es-Saffat: 37/80.

[38] el-Enbiyâ: 21/77.

[39] el-Kamer: 54/15-17. Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 94-97.

[40] Mevdûdî, a.g.e.,II, 51

[41] Muhammed b. İshâk'ın Muhammed b. Abdillah b. Ebî Saîd el-Huzâî kanalıyla, Ebû Tufeyl Amir b. Vâsile'den rivayetine göre o şöyle demiştir:  Ali b Ebî Tâlib'in Hadramut'tan bir adama şöyle dediğini işittim:

“Hadramut ülkesindeki falan falan yerde üzerinde misvak ağaçları, yaban kirazları olan, kırmızı çamurla karışık kırmızı bir kum tepesi gördün mü?” Adam:

“Evet, ey mü'minlerin emiri. Allah'a yemin olsun ki sen onu görmüş birisi gibi niteliyorsun,” deyince Alî:

“Hayır, fakat o bana nakledildi,” dedi. Hadramut'lu o adam:

“O tepenin durumu nedir, ey mü'minlerin emiri?” diye sordu. AIi:

“Hûd'un kabri oradadır,” dedi." İbn Kesîr, a.g.e., III, 429

[42] Mevdûdî, a.g.e., V, 354-355.

[43] Mevdûdî,a.g.e.,11, 51

[44] el-Ahkâf: 46/21.

[45] el-A’râf: 7/65

[46] el-A’râf: 7/66.

[47] el-A’râf: 7/67

[48] eş-Şuarâ: 26/126-131

[49] el-A’râf: 7/68

[50] el-A’râf: 7/69

[51] Hûd: 11/51

[52] eş-Şuarâ: 26/128-130

[53] eş-Şuarâ: 26/132-134

[54] Hûd: 11/52.

[55] Hûd: 11/54

[56] eş-Şuarâ: 26/135

[57] Fussilet: 41/14

[58] el-Ahkâf: 46/22.

[59] Hûd: 11/53.

[60] eş-Şuarâ: 26/137-138.

[61] el-Ahkâf: 46/23.

[62] el-A’râf: 7/71

[63] Hûd: 11/59.

[64] el-Kamer: 54/19.

[65] ez-Zâriyât: 51/41

[66] el-Ahkâf: 46/24-25

[67] el-Kamer: 54/20

[68] ez-Zâriyât: 51/42

[69] el-Hâkka: 69/7

[70] el-Ahkâf: 46/25

[71] el-Hâkka: 69/7.

[72] el-A’râf: 7/72.

[73] el-Ahkâf: 46/25.

[74] el-Kamer: 54/21

[75] el-Fecr: 89/6-8.

[76] el-Ankebût: 29/38

[77] el-Furkân: 25/39

[78] el-Ankebût: 29/38.

[79] el-Ahkâf: 46/26-28. Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 97-101.

[80] Mevdûdî, a.g.e., II, 55-56

[81] el-A'râf: 79, 73; en-Neml: 27/45

[82] eş-Şuarâ: 26/142.

[83] eş-Şuarâ: 26/143-145

[84] en-Neml: 27/45-46.

[85] Hûd: 11/62-63.

[86] Hûd: 11/61.

[87] el-Kamer: 54/24-25

[88] el-A’râf: 7/75-76

[89] en-Neml: 27/47; "Onların dedikleri şeyin anlamı şudur: Senin bu hareketinin bizim için uğursuz olduğu kanıtlanmış bulunuyor. Sen ve ashabının, atalarımızın dinine karşı gelişinizden beri hemen hemen her gün üzerimize, bir veya birkaç uğursuzluk -adeta- yağıyor. Çünkü tanrılarımız bu hareketinizden dolayı size gazaplanmış bulunuyorlar. Onların bu sözlerinin bir diğer anlamı da şudur: Senin zuhurun halkımız arasındaki bö­lünmeleri yeniden canlandırmıştır. Daha önce biz tek bir dine mensup bütünleşmiş bir toplum idik. Senin uğursuz gelişin kardeşi kardeşe düşürmüş, oğulu babadan ayırmıştır. Bu, düşmanlarının Hz. Peygamber (s.a.v.)'e karşı tekrar tekrar ileri sürdükleri başlıca ithamları idi." Mevdûdî, a.g.e., IV, 122-123.

[90] eş-Şuarâ: 26/151-152.

[91] el-A’râf: 7/74

[92] eş-Şuarâ: 26/146-150

[93] eş-Şuarâ: 26/153-154

[94] el-Kamer: 54/26-27

[95] Hûd:  ll/64; el-A'râf, 7/73

[96] el-Kamer: 54/28

[97] eş-Şuarâ: 26/156.

[98] en-Neml: 27/48-50; İslam tarihçileri olayın bir benzerini Mekkeli müşriklerin Hz. Muhammed (s.a.v.) için planladıklarını söylerler.

[99] el-A’râf: 7/77

[100] Hûd: 11/65.

[101] el-Hicr: 15/83.

[102] el-A’râf: 7/78.

[103] el-Kamer: 54/31

[104] en-Neml: 27/51

[105] Hûd: 11/66; Fussilet, 41/18

[106] en-Neml: 27/52

[107] el-Ankebût: 29/38

[108] en-Neml: 27/52.

[109] el-Kamer: 54/32. Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 101-105.

[110] Mevdûdî, a.g.e., I, 565

[111] Mevdûdi. a.g.e., I, 566

[112] Mevdûdî, a.g.e., I, 567

[113] el-Hadîd: 57/26

[114] en-Nisâ: 4/163

[115] en-Necm: 53/37

[116] et-Tevbe: 9/114

[117] Meryem: 19/41

[118] en-Nisâ: 4/125.

[119] el-Bakara: 2/260

[120] el-En’âm: 6/75-79

[121] el-En'âm: 6/74

[122] Her ne kadar İbrahim (a.s.)'ın babası ve toplumun diğer fertleri şeytana tapınıyordularsa da, Allah'ın yoluna yanaşmayıp şeytanın yolunu takip ettikleri için Kur'an onların bu eylemini "şeytana tapma" olarak ifade etmiştir

[123] Meryem: 19/42-48.

[124] eş-Şuarâ: 26/86

[125] et-Tevbe: 9/114

[126] el-En’âm: 6/80

[127] eş-Şuarâ: 26/70-77

[128] el-Enbiyâ: 21/54-56

[129] el-En’âm: 6/80-81

[130] el-Bakara: 2/258

[131] el-Ankebût: 29/16-18

[132] el-Enbiyâ: 21/57

[133] es-Saffât: 37/88-93.

[134] Eski düşünce tarzlarına

[135] el-Enbiyâ: 21/58-67

[136] el-Ankebût: 29/24

[137] el-Enbiyâ: 21/68

[138] es-Saffât: 37/97

[139] el-Enbiyâ: 21/69

[140] el-Ankebût: 29/24

[141] el-Ankebût: 29/25-26

[142] el-Enbiyâ: 21/71.

[143] es-Saffât: 37/98

[144] el-Enbiyâ: 21/70

[145] et-Tevbe: 9/70

[146] el-Mümtehine: 60/4

[147] en-Nisâ: 4/125 Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 105-110.

[148] Mevdüdî, a.g.e., II, 59

[149] es-Saffât: 37/133.

[150] eş-Şuarâ: 26/161-164

[151] el-A’râf: 7/80-81.

[152] eş-Şuarâ: 26/168.

[153] Ankebût: 29/29

[154] el-A’râf: 7/82; Temiz kalmak isteyenleri toplumdan uzaklaştırmak düşüncesi, bu toplumun içinde bulunduğu derin ahlakî çöküşü gösteren kısa ama öz bîr ifade olmakta­dır

[155] eş-Şuarâ: 26/167.

[156] el-Ankebût: 29/29

[157] el-Ankebût: 29/30.

[158] eş-Şuarâ: 26/169

[159] el-Ankebût: 29/31-32

[160] Hûd: 11/74-76

[161] el-Ankebût: 29/32

[162] Hûd: 11/77. 

[163] el-Hicr: 15/62-66

[164] Hûd: 11/81

[165] Bu ifadeden Lut (a.s.)'ın zina teklifinde bulunduğu anlaşılmamalıdır. (benâtî) "kızla­rım" kelimesiyle Lut (a.s.)'ın kendi kızları veya kavminin kızları kastedilmiş olsa bile, Lut (a.s.)'ın bu ifadeyle kadınla erkek arasındaki ilişkiye dikkat çektiği söylenebilir. Daha sonra gelen ( hünne ezheruleküm ) ifadesini Mııhammed Esed'in çevirdiği şekilde anlarsak bu konudaki spekülasyonlardan uzak kalmış oluruz: "Onlar (erkeklerden) daha uygun olur sizler için."

[166] Hûd: 11/78-79

[167] el-Hicr: 15/70.

[168] el-Kamer: 54/37

[169] Hûd: 11/80; Lut (a.s.)'ın bu zor durumda, bazı müfessirlerin iddia ettiği "toplumsal destek" arayışında olduğu görüşünü, Rasulullah   (s.a.v.)'in Sahîhu'l-Buhârî’de (Kitâbu'l-Enbiyâ, bâb: 17, Hadis no: 49) geçen şu sözü geçersiz kılmaktadır: "Allah Lut'a mağfiret etsin! Muhakkak ki o, çok sağlam bir rükne (yani Allah'a) sığınıyordu. "

[170] Esed bu cümleyi şöyle çevirir: "Bunun üzerine onları (gerçeği) görmekten yoksun bırak­tık." a.g.e., III, 1091.

[171] el-Kamer: 54/37

[172] el-Hicr: 15/73-74.

[173] el-A’râf: 7/83

[174] ez-Zâriyât: 51/35-36

[175] es-Saffât: 37/136

[176] el-Hicr: 15/75-76

[177] es-Saffât: 37/137-138.

[178] el-Kamer: 54/40. Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 110-113.

[179] Mevdûdî, a.g.e., II, 63-64.

[180] Hûd: 11/84; el-A’râf: 7/85

[181] el-Ankebüt: 29/36

[182] Hûd: 11/84

[183] el-A'râf: 7/85-86

[184] Peygamberin onların inançlarına işarette bulunması göstermektedir ki, onlar kendilerinin inananlar olduklarını itiraf ediyorlardı.

[185] Hûd: 11/85-88.

[186] el-A'râf: 7/90; "Bu cümleyi üstün körü geçmemeli; bilakis içerdiği anlamları derinli­ğine düşünmeliyiz. Medayin'in ileri gelenleri ve şefleri şöyle söyleyerek halkı bu hu­susta kandırmak istediler: Dürüstlük, doğruluk, ahlâk ve iyilik gibi hususları temel il­keler kabul eder ve uygularsak, biz o zaman tümüyle mahvoluruz. Biz ticaret ve alış ve­rişimizde doğruluk ve dürüstlüğe uyar ve mesleğimizi bunlara göre sürdürürsek, ticare­timiz kesinlikle büyüyemez, serpilemez. Bunun yanında en önemli kervanların güzer­gahlarının kesiştiği bölgede yer alan şu coğrafi konumumuzdan yaralanamaz, bu yöre­nin uslu vatandaşları olur ve kervanların geçip gitmelerine bir şey yapmadan seyirci ka­lırsak işte o zaman bu stratejik durumun sağlamakta olduğu bütün siyasî ve ticari avan­tajlarımız bitti demektir. Bu da, komşu ülkelere karşı olan hakimiyetimiz ve etkinliği­mizin de bir sonu demektir. İşte bu mahvolma korkusu sadece Hz. Şuayb'ın kavmine özgü bir olay değildir. Sefih toplumlar hak, doğruluk ve dürüstlük hakkında her zaman aynı tedirginliği duymuşlardır. Yalan, üçkağıtçılık ve ahlâksızlığa başvurmaksızın tica­ret, siyaset ve diğer dünyevi işlerin yürütülmesinin imkansız olduğu düşüncesi tarih bo­yunca bütün iflas etmiş toplumların görüşü olagelmiştir. Bundan dolayı da hak davete her zaman yapılan en büyük itiraz; hep o bilinen dalavereli yollar bırakılır ve doğru yola uyulursa ilerleme sağlanamayacağı ve toplumun yıkılacağı konusundadır." Mevdûdî, a.g.e., II, 68.

[187] el-A’râf: 7/56-87

[188] Hûd: 11/89-92

[189] el-A’râf: 7/88-89

[190] Hûd: 11/93.

[191] el-A’râf: 7/89

[192] el-A’râf: 7/91

[193] Hûd: 11/94

[194] el-A’râf: 7/92

[195] Hûd: 11/95

[196] Hûd: 11/94

[197] el-A’râf: 7/93

[198] et-Tevbe: 9/70

[199] el-A'râf: 7/85

[200] Mevdûdî, a.g.e., IV, 64-65

[201] eş-Şuarâ: 26/177-189; "Söz konusu gölge gününün azabı hakkında İbu Kesir şu açıklamayı yapmıştır: Başlarına gökten bir parçanın düşürülmesini istemişlerdi ki, azap onların istedikleri cinsten olmuştur. Allah Teala önce yedi gün süreyle onlara şiddetli bir sıcak gönderdi.   Onları gölgeleyip koruyacak hiçbir şey yoktu. Sonra onları gölge­leyecek bir bulut kendilerine yöneldi. Sıcaktan gölgesine sığınmak üzere ona doğru git­meye başladılar. Hepsi bulutun altında toplandıklarında Allah Teala onların üzerine buluttan, ateşten bir kıvılcım ve alev gönderdi. Yer onları sarstı ve onları öyle bir haykı­rış yakaladı ki canları çıktı." İbn Kesîr, a.g.e.,Vl, 170.

[202] el-Hicr: 15/79

[203] eş-Şuarâ: 26/190. Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 113-118.

[204] Mevdûdî, a.g.e., IV, 105; Sebelilerin tarihiyle ilgili geniş bilgi için bkz. Mevdûdî, a.g.e., IV, 521-524

[205] Sebe: 34/15-21 Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 118-119.

[206] İbn Kesir, a.g.e.,VII.244.

[207] ed-Duhan: 44/37.

[208] Kaf: 50/14.

[209] Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 119.

[210] Mevdûdî, a.g.e., V, 475

[211] Kâf: 50/12

[212] Kâf: 50/14.

[213] el-Furkân: 25/38-39 Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 120.

[214] el-Kasas: 28/3.

[215] Yûnus: 10/ 75.

[216] Tâ-Hâ: 20/4344

[217] İbrâhîm: 14/5

[218] Tâ-Hâ: 20/4546

[219] el-Kasas: 28/35

[220] Tâ-Hâ: 20/47-48

[221] en-Nâziât: 79/18-19.

[222] el-A'râf: 7/104-105

[223] Musa, Firavun'un sarayında yaşadığı yıllarda İsrailoğullarından birisini zorbaca döven Mısırlıya yumruk atmış ve adam ölmüştü

[224] eş-Şuarâ: 26/18-26

[225] Tâ-Ha: 20/50-54

[226] Yûnus: 10/ 78

[227] el-Mü’minûn: 23/47

[228] el-Kasas: 28/38

[229] eş-Şuarâ: 26/27-35

[230] Yûnus: 10/ 77

[231] el-İsra: 17/102.

[232] eş-Şuarâ: 26/36-37

[233] Yûnus: 10/ 79

[234] Tâ-Hâ: 20/58-64.

[235] el-A’râf: 7/113-115

[236] Tâ-Hâ: 20/ 66.

[237] eş-Şuarâ: 26/44.

[238] Tâ-Hâ: 20/66-69.

[239] Yûnus: 10/ 81-82

[240] eş-Şuara: 26/45

[241] el-A’râf: 7/118-122.

[242] Tâ-Hâ: 20/71; Firavun, büyücüleri Musa (a.s.) ile işbirliğine gitmekle suçluyor

[243] el-A’râf: 7/123

[244] Tâ-Hâ: 20/71-74

[245] eş-Şuarâ: 26/50

[246] el-A’râf: 7/126

[247] eş-Şuarâ: 26/51

[248] el-A’râf: 7/126-127

[249] el-A’râf: 7/128-129

[250] el-Mü’min: 40/26

[251] el-Mü'min: 40/28

[252] el-Mü’min: 40/30-31

[253] el-Mü'mm: 40/34

[254] el-Mü’min: 40/45

[255] el-A’râf: 7/130-133

[256] ez-Zuhruf: 43/48.

[257] el-A’râf: 7/134

[258] "Bu ifadeyle onun güzel ve akıcı konuşma yeteneğinden yoksun olduğu ima ediliyor olabilir." Esed, a.g.e., II,

[259] ez-Zuhruf: 43/50-54

[260] Yûnus: 10/ 83-86

[261] eş-Şuarâ: 26/52-61.

[262] eş-Şuarâ: 26/62-66

[263] Yûnus: 10/ 90-92

[264] el-A’râf: 7/137

[265] el-Kasas: 28/39

[266] Duhân: 44/29

[267] el-Fecr: 89/6.

[268] el-Fecr: 89/10.

[269] el-Burüc: 85/17 Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 120-128.

[270] Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 129-130.

[271] Dr. Ömer Özsoy, Sünnetullah, Bir Kur'an İfadesinin Kavramlaşması, Fecr Yayınları: 183-185.