4- Başkalarının Arasını Bulup Barıştırmak:
5- Ferdin Hem Kendini Ve Hem De Başkalarını Düzeltmesi:
7- Salih Amel İşleyenlere Vadedilenler:
"Salah"
kavramının zıddı "fesad"dır. Fesad umumi bir lafızdır ve her türlü
fesadı içerisine alır. Aynı şekilde salah da umumi bir lafızdır ve iyi ve doğru
olan her şeyi içerisine almaktadır [1].
Başka bir ifade ile salah, fesadın zıddıdır. İster akaidde, isterse ameli
konularda olsun gerekli olmayan her şey fesaddır. Buna mukabil gerekli olan
şeylerde salahı oluşturur ve salah derecelerin en mükemmeline delalet eder.
Fesad genel olarak şöyle sıralanır;
1. Nefisleri
ifsad : Öldürmek ve azalarını kesmek suretiyle.
2. Malları
ifsad: Gasb, hırsızlık ve benzeri yollarla,
3. Dinleri
ifsad: Küfür ve bidatlerle,
4. Nefisleri
ifsad: Zina, livata, iftira ve benzeri şeylerle,
5. Akılları
ifsad: Sarhoş edici şeyleri kullanmakla olur [2].
Razî, insana göre salihı ikiye ayırmaktadır. Bunlar:
1. Hem Allah
katında ve hem de insana göre iyi olan,.
2. İnsana
göre salih ama Allah katında salih olmayandır [3].
Kur'an'ın bir çok
hedefi vardır ve bunlardan birisi de fert ve toplumu ıslah etmektir [4].
Kur'an'da pekçok kavramın yanında doğrudan fert ve toplumun düzeltilmesini
ifade eden "salah" kelimesidir. Ayetlerde geçen "salah"
kelimesi beş hususu vurgulamaktadır:
1. Salih
amel,
2. Salih ve
muslih insan,
3.
Başkalarının arasını bulup barıştırmak (sulh),
4. Ferdin
hem kendini ve hem de başkasını düzeltmesi ve böylece toplumda faydalı insan
olması,
5.
Yeryüzünün ıslah edilmesi. Bunlara kısaca değinmek istiyoruz. [5]
Kur'an-i Kerim’de amel
kelimesi denince aklımıza insanların yaptıkları bilinçli davranışlar,
aksiyonlar gelmelidir. Zira amel kelimesi fiil kelimesinden daha özel bir anlam
taşımaktadır. Fiil denince, bilinçli ve bilinçsiz hareket ve davranış
kastedilmektedir. Hatta canlı cansız tüm varlıkların hareketlerine fiil denir,
ama, amel sadece insanların biliçli davranışlarını içerir [6].
Dolayısıyla Kur'an açısından meseleye bakacak olursak, mümin ve kafir tiplerin
bütün davranışları amel kelimesi ile vurgulanmaktadır. Elbette burada
davranışlar iyi, güzel, yararlı ve kötü, çirkin diye kısımlara ayrılmaktadır.
Müminin davranışları Kur'an açısından salih amel diye ifade edilirken, kafirin
davranışları da kötü amel diye nitelenmektedir.
Kur'an-ı Kerim'in
birçok ayetinde iman ve salih amel, bazı ayetlerinde bunlarla birlikte ahiret
inancı yan yana zikredilerek salih amelin faydası ve gerekliliği, kötü amelin
zararı ve yanlışlığı üzerinde ısrarla durulmuş; müslümanlar her fırsatta iman
ve salih amele teşvik edilmiştir;
“İman edip salih amel işleyenlere ne mutlu. Onların sonunda varacakları
yer ne güzel" [7]
Allah, peygamberlerini
iman edip salih amel işleyenleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için göndermiş. [8] Allah
insanları diledikleri gibi davranmakta serbest bırakmış [9].
Bununla birlikte kötü
davranışlarda bulunanların Allah'tan kaçıp kurtulacaklarını sanmalarının büyük
bir yanılgı olduğunu bildirmiştir [10].
Çünkü Allah'ın ilmi
insanların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır [11] ve
Allah her şeyden haberdardır [12].
Bu sebeple ayette
şöyle buyrulmaktadır:
"Kim salih bir amel işlerse kendi iyiliğine,
kim de kötülük yaparsa kendi aleyhine işlemiş olur." [13]
Ahirette herkes
dünyada iken işlediği hayırlı ameli de kötü ameli de karşısında bulacak ve kötü
amelleriyle yüzyüze gelenler bunların kendilerinden uzaklaşmasını boşuna arzu
edecekler [14]. Yine günahkarlar
Allah'ın huzurunda başlarını öne eğerek:
"Rabbimiz, gördük ve işittik. Şimdi bizi
dünyaya geri gönder de salih ameller işleyelim, çünkü artık kesin olarak
inandık" [15]
diyecekler ama onların bu istekleri kabul görmeyecektir.
Kur'an'da salih amelin
çoğunlukla imandan hemen sonra zikredilmesi, amelle imanın birlikte
bulunmalarının gereğine işaret eder. Sadece itikadi, nazari, vicdani bir din
değil aynı zamanda bir hayat dini olan İslam, inanılan ve düşünülen her iyi,
güzel ve faydalı işin uygulama alanına konulmasını ister. İslam'da inanmak ve
inanılan şeyi yapmak esas olduğundan imanla amelin birlikte bulunmasının
lüzumuna büyük önem verilmiştir.
Genellikle ayetlerde
"...inanan ve salih amel işeyenler..."
şeklinde geçen "iman" ve
"salih amel" kavramları,
bazı ayetlerde "...kim inanarak salih amellerden işlerse..." [16] veya
"Erkek veya kadından her kim inanarak salih
amellerden işlerse" [17]
şeklinde şartlı geçmektedir. Bir ayette de şöyle buyrulur:
"Kim de O'na, salih amelleri işlemiş bir
mümin olarak gelirse, işte onlar için de yüksek dereceler vardır" [18]
Başka bir ayette de
"...Rabbine kavuşmayı uman kimse, salih amel
işlesin, ve Rabbine kullukta O'na hiç ortak koşmasın" [19]
denilerek salih amelin imanla olan bağlantısı vurgulanmaktadır. İman ve salih
amel işleme açısından Kur'an'da kadın erkek ayrımı yoktur. Bu çeşitli ayetlerde
vurgulanmaktadır. Bunlardan biri Nisa 124. Ayettir ki bunu yukarıda kaydettik.
Başka bir ayette de şöyle buyrulmaktadır:
"Erkek veya kadından her kim inanmış olarak
salih amel işlerse, onu dünyada tertemiz bir hayatla yaşatırız ve böylelerinin
ücretlerini, işleyip ürettiklerinin en güzelleriyle karşılarız" [20]
O halde bütün bu
ayetlerde ifade edilen salih amel nedir?. Allah'ın emir ve yasaklarına riayet
ederek bir hayat sürdürmek salih ameldir. Bu genel ifadenin yanında özel olarak
namaz kılmak, oruç,tutmak, zekat vermek, hacca gitmek, yardım etmek, güzel
işler yapmak da salih ameldir. Bunların her biri ayetlerde belirtilmektedir [21].
Ancak biz bütün bunları göz önüne alarak salih ameli şöyle tanımlayabiliriz:
Allah'a inanmanın gereği olarak, O'nun Kitabı'nda indirdiklerini davranışlarına
yansıtarak, samimi ve güzel bir niyetle, O'nun rızasını gözeterek ferdin hem
kendine ve hem de topluma hatta tüm insanlığa faydalı olacak eylemlerde
bulunmasıdır.
Bu eylemlerin
bazılarını örneğin namaz kılmak, oruç tutmak gibi ferdin daima yapması gerekir.
Bazılarını da elinden geldiğince yerine getirmeye çalışmalıdır. Zira Kur'an da
salih amellerin tamamını bir ferdin yerine getiremiyeceği gayet açık bir
biçimde vurgulanmaktadır.
"İnanıp salih amel işleyenler -ki, hiç
kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmeyiz- işte onlar Cennet halkıdır.
Onlar orada ebedi kalacaklardır." [22]
Burada şunu belirtelim
ki, Kur'an, müminleri salih amel işlemeye teşvik etmektedir ve salih ameller de
oldukça çoktur. Ama bunların bir kısmı farz olan yani her ferdin yerine
getirmek mecburiyetinde olduğu davranışlardır. Bazılarını da yapıp yapmamada
serbesttir. Fakat insanlar bunları yapma yolunda teşvik edilmekte ve bunlara
karşı ilgisiz kalması da istenmemektedir. Şurasını da belirtelim ki, ibadetler
ne insanları bıktıracak derecede çok ve ağırdır ne de onları tembelliğe sevk
edecek kadar basittir. Gaye itidal ve tahammül hududunu aşmamaktır [23].
Zira Allah her ferde gücünün üstünde bir yük yüklememiştir. Çünkü Allah
yarattığı kulun acizliğini, nankörlüğünü ve aceleciliğini çok iyi bilmektedir.
Salih amel, müminlerin
ebedi kurtuluşlarını sağlayacak hususlar olarak Kur'an-ı Kerim'de ağırlıklı bir
şekilde yer almaktadır. Ancak şunu belirtelim ki, salih ameller de bulunmanın
zamanını iyi yakalamak gerekir. Faraza Allah rızası için su dağıtmak bir salih
ameldir. Ancak bunun zamanını iyi ayarlamak gerekir, Kış aylarında su dağıtmak
bir salih amel olmakla beraber, herhalde, yaz mevsiminin kavurucu sıcak
günlerinde dağıtılan sudan elde edilecek manevi ecir bir olmasa gerek [24]. Bu
açıdan bakıldığında, Kur'an'da bazı salih amellerin vakitleri bellidir,
bazılarının ise belli değildir ve Kur'an-ı Kerim'de salih amelden bahseden
ayetlerin çoğunda bu ifade mutlaktır. Bu mutlak ifadenin içerisine, zamanı belli
olan veya belirli zamanlarda yapılması mümkün olan ibadetler, iyi ve güzel
davranışlar girebileceği gibi, zamanı belli olmayan ve zamana bağlı olmayan
güzel davranışlar da dahildir ve Kur' an'ın genel esprisi içerisinde salih
amellerin mutlak olarak geçmesi daha ziyade zamanı belli olmayan davranışlara
delalet ettiğini söylemek mümkündür. Ancak yukarıda da kaydettiğimiz gibi,
önemli olan bu tür davranışların iyi kavranması ve zamanının yakalanmasıdır.
Sağlıklı anlarında akraba ve dostları ziyaret etmek, onların hal ve hatırlarını
sormak sıla-ı rahimde bulunmak bir salih ameldir. Ancak bu ziyaret, akraba ve
dostların ihtiyaç duydukları bir zamanda olursa, herhalde daha makbule geçer.
Bu açıklakmlardan sonra salih amelleri:
1. Zamanı
belirtilen veya belli zamanlarda yapılan,
2. Zamanı
belirtilmeyen diye ikiye ayırmamız mümkündür.[25]
İyi ve kötü amellerin
öneminin Kur'an'da bu davranışlarda bulunanlara vadedilenlere bakarak ortaya
koyabiliriz: Kötü davranışlarda bulunanlara dengi bir karşılık verileceği, İman
edip salih amel işleyenlerle bir tutulamayacağı, vurgulanırken; müminlerin
kurtuluşlarının iman ve salih amel sayesinde olacağı ifade edilmektedir.
Bununla birlikte namaz kılıp, kendilerine rızık olarak verilenden infak
ettikleri, hem kendi peygamberlerine ve hem de diğer peygamberlere ve
getirdiklerine inandıkları, oruç tuttukları, Allah anıldığında yüreklerinin
ürperip, Allah'ın ayetleri okunduğunda da imanlarının arttığı, kısaca
namazlarında huşu içerisinde olmaktan, boş şeylerden yüz çevirmekten tutun da
ırz ve namuslarını korumaya, sözlerinde durmaya varıncaya kadar bütün ahlaki
özelliklere sahip oldukları belirtilmektedir.
Ayetlerde geçen "iman edenler ifadesi", insanın
Allah'ı benimsemesine, "salih ameller ifadesi de onun Allah'a kul olmasına
ve kulluğun gereğini yerine getirmek mecburiyetinde olduğuna işaret etmektedir.
Bu bilince sahip olan müminler inanmanın ve yaşamanın ne anlam ifade ettiğine
dikkat etmelidirler. Şunu da ifade edelim ki, İslamiyetin çok önemli olan ameli
yönü, yanı davranışlar, Kur'an'da açık bir biçimde kurtuluşu ifade eder.
Kur'an'da bu davranışlar bazen fiil olarak vurgulanırken, bazen de mümin ve
onun vasıfları olarak zikredilir. Böylece salih ameller Kur'an'da sadece salih
amel ifadesiyle geçmez. Bütün müspet ve insana yararı olan davranışlar başka
kavramlarla da ifade edilirler. Örneğin, hayır yapmak (hayr-infak), birisine
iyilik yapmak (birr-ihsan-maruf) gibi. Aslında bunun nedeni insana Kur'an'a
göre, iyi davranışların sınırlı olmadığını göstermek içindir. Burada bir noktanın altını çizmek gerekir:
Kur'an'da yasak olan, insana ve insanlığa zararlı olan hususlar zikredilir ve
bunlar sayılır:
Örneğin, içki, kumar,
zina, hırsızlık, ama öldürmek vs gibi. Ama insana ve insanlığa faysı olacak
davranışlara da adeta örnek verilir. Böylece insanlara çok geniş ve rahat
hareket edebilecekleri bir alan bırakılır ki, insan acaba bu davranış dinen iyi
mi kötü mü hususunda sıkıntıya düşmesin.
Salih amelin önemini
şu benzetmeden anlama imkanını bulabiliriz: Dünya bir denizdir. Salih ameller
de bu denizde seyreden bir gemidir.
Netice olarak
diyebiliriz ki, Kur'an'da yer alan ilk ayetlerden son ayetlere kadar çok öneli
iki nokta vurgulanmaktadır:
Hiç bir ortağı ve
yardımcısı olmayan, kuvvet ve kudretinin sınırı olmayan ve her yerde hazır ve
nazır bir tek Allah'a iman.
İçinde iyi, güzel,
barışa ve esenliğe götüren davranışlarda bulunma ve bu yolda bir ömür sürme
zaruretidir. İşte bunun için Kur'an'da "iman etmek ve bu inancı
yaşamak" konusu daima tekrarlanmaktadır.
İman olmadan amelin
Allah katında kabule şayan olmayacağı gibi, güzel amellerle süslenmeyen
kalpteki imanın manevi zevk vermekten uzak olduğu da aşikardır. İman kalp
toprağına atılan bir tohumdur. İbadetler, güzel ahlak ve iyi davranışlar ki
bunların tamamı salih ameldir, onun yeşermesini hayatiyetini devam ettirmesini
sağlayan vasıtalardır. Salih amel ve güzel ahlakla bezenmemiş iman, çok bilgili
olan ve yaşantısı ile insanlara örnek teşkil eden ama bir hücreye kapatılan bir
alim gibidir. İman olmadan amelin kabul edilmesi sözkonusu değilse, salih
amellerle desteklenmeyen imanın olgunlaşması, kişiye tam bir fayda temin etmesi
ve onu koruması da beklenmemelidir. Zira imanla salih amel, dille dudağın veya
kalple bedenin veyahut da bir buğday danesinin bütünlüğü gibidir. Dudak veya
dil den birisi olmasa konuşma nasıl olabilir. Kalp hasta olursa beden ondan
nasıl etkilenmez, buğday danesini
kaplayan zarla buğdayın özü arasındaki ilişkide aynı durum söz konusu olup,
özellikle zar buğday danesinin bozulmasını önler ve onu korumaya yarar.
Özellikle buğday danesinin zarı ile içi ayrı şeyler olmasına rağmen birbirinden
farkı şeyler diye düşünülemez.
Şurasını da ifade
edelim ki, iman olmadan salih amelin kişiyi kurtaracağını söylemek son derece
zordur ve yanlıştır. Salih amelin, iman olmadan kabul görmeyeceği açıktır. Zira
salih amelin mutlaka dayanması gereken köklü bir dayanağı olması gerekir ki, bu
temel esas da imandır. Ayette "...inanmış
olarak..." ifadesinin yer alması da gösteriyor ki, iman olmadan, salih
amelin faydası olmamaktadır. Hatta bir amelin salih olabilmesi için imana bağlı
olarak yapılması gerekmektedir. Gerçi Elmalılı Muhammet Hamdi Yazır:
"Gerçek iman
olmadan, salih amel dünya için faydalı olsa bile, ahiret için faydalı
olmaz" demek suretiyle, iman olmadan yapılacak davranışların, bu dünyada
birer salih amel sayılabileceğini ifade etmektedir. Şayet amel/ameller
(davranışlar) insanın inancına bakılmaksızın yapılan eylemler olarak
değerlendirilecek olursa bu görüşün kısmen doğruluğu kabul edilebilir. Ama bu
eylemlerin din açısından, Kur'an açısından kişi için hem bu dünyada ve hem de
Ahirette bir anlamı olacaksa ve Allah katında yarar sağlayacaksa bunun iman ile
birlikte, inancın gereğini göz önüne alarak yapılması gerekmektedir. İmandan
kaynaklanmayan bir davranışın kabul edilmemesi kadar doğal ve tabii ne
olabilir. Ayetlerde imanın, salih amelden önce gelmesinde ve vurgulanmasındaki
amaç da, inanarak bir eylemde bulunmanın diğerlerinden farklı olduğunu
göstermektedir.
Netice olarak
diyebiliriz ki, Kur'an'da iman, küfür ve amel (salih olan ve olmayan) insan
davranışlarını ifade etmektedir. Allah bu davranışlardan müspet olanları (iman
ve salih amel) yerine getirenle müspet olmayanları yapanların nelerle
karşılaşacaklarını belirtmiştir. Adeta bütün bunlardan sonra da şöyle
denmiştir.
"De ki, Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen
inansın, dileyen de inkar etsin. Çünkü biz, zalimlere öyle bir ateş hazırladık
ki, dumanı onları kuşatmıştır. Eğer feryat edip yardım isteseler, erimiş maden
gibi yüzleri haşlayan bir su ile kendilerine yardım edilir. O ne kötü bir
içecektir ve o ne kötü bir dayanaktır. İman edip salih amel işleyenlerin ise
elbette biz güzel davranışlarda bulunanların mükafatını zayi etmeyeceğiz"
[26]
Amel-niyet ikilisi de
büyük önem arzetmektedir. Bir hadiste "Ameller
niyetlerle önem kazanır.” buyrularak bu ikilinin önemi belirtilmiştir. Amel
ancak Allah'ın rızasını kazanmak niyetiyle yapılırsa makbul ve sevaba vesile
olur.
Niyet, kasdetmek,
azmetmek anlamında olup, gerçekleştirilmesi veya sakındırılması eşit olan
muayyen bir şeye doğru, irade ile oluşan bir harekettir veya isteğe bağlı
olarak bir şeyi kasten yapmaktır. Niyetin, bir şeyi irade ile yapmak anlamına
gelen amel kelimesi ile sıkı sıkıya bir ilişkisi vardır. Dolayısıyla bilinçli ve
isteğe bağlı olarak yapılan tüm davranışlardan insanlar sorumludurlar. Çünkü
sorumluluk veya mesuliyet niyet ve buna bağlı olarak bir işi iradi olarak
yapmaktır. Hz. Ömer' in rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurur:
"Ameller, ancak niyetlere göre
değerlendirilir..."
Salih bir amelde
aslında dört şeyin bulunması gerekir: İlim, niyet, sabır ve ihlas (samimiyet).
Elbette ki, ilim kişinin yapacağı şeyi bilmesini, niyet ,isteğe bağlı olarak
yapmasını, sabır bir işi yaparken önüne çıkabilecek her türlü engellere, bela
ve musibetlere karşı tahammülü) olmayı, samimiyet ise onun gösteriş, riya gibi
duygulardan arınarak bu davranışı yapmasını gerektirir.[27]
Salih kavramı
Kur'an'da hem peygamberler [28] ve
hem de müminler için kullanılmaktadır. Nitekim bir ayette salihu'l-mü'minin
ifadesi yer almakta ve şöyle buyurulmaktadir:
"Eğer ikiniz, Allah'a tevbe ederseniz, kaymış
olan kalpleriniz düzelmiş olur. Ve eğer Peygamber'e karşı birbirinize yardımcı
olursanız, (bilin ki), onun dostu Allah, Cebrail ve
iyi müminlerdir
(salihu’l-mü'min). Bunların ardından melekler de ona yardımcıdırlar" [29]
Bu ayetle ilgili
olarak Hz. Peygamber'in şu yorumu nakledilir:
"Dikkat edin, şüphesiz ki, falanın ailesi
benim dostlarını değildir. Benim dostum Allah ve müminlerden salih olanlardır"
[30].
Burada şunu da
belirtelim ki, Kur'an salah vasfı içerisine elbette iyi kadınları da dahil
etmektedir:
"...Onun için saliha kadınlar itaatkar olup
Allah'ın kendilerini korumasına karşılık, kendileri de gizliyi koruyanlardır".[31]
Ama inanç açısından
Kur'an'ın münafık diye nitelediği kişiler de kendilerinin salih/muslih
olduklarını veya olmak istediklerini yine Kur'an bize haber vermektedir [32].
Kur'an'da salih amel
işleyenler sadece salih kelimesi ile ad verilmemektedir. Bununla birlikte
muslih kavramı da söz konusudur. Muslih hem kendisi bu işi yapan ve hem de bu
işin yapılmasına yardımcı olandır. Bunun için Kur'an'da özellikle muslinlerden
ıslah/düzeltme işinden bahsedilmektedir. Kişinin gerek kendisini düzeltmesi/iyi
davranışlarda bulunması/salih amel işlemesi ve gerekse başkalarına bu konuda
öncülük etmesi toplumsal bilinçlenmenin de temel dayanağını teşkil etmektedir.
Burada zikredilen
gerek salih ve gerekse muslih ifadeleri bizzat insana delalet etmektedir. Yani
insanın kendisidir ve kısaca salihle, iyi insan" muslinle de, gerek
kendini ve gerekse fertleri düzeltme işi ile meşgul olanlar akla gelmelidir.
Şimdi konumuzla ilgili
bir ayet üzerinde durmak istiyorum. Bu ayette nebiler, sıddıklar, şehidler ve
salihlerden bahsedilerek şöyle buyrulmaktadır:
"Kim Allah ve Resûlü'ne itaat ederse, onlar,
Allah'ın kendilerine nimet verdiği nebiler, siddıklar, şehidler ve salihlerle
beraberdirler..."[33].
Bu ayette Allah ve
Resûlü'ne itaat edenlerin kimlerle beraber olacakları zikredilmektedir.Ayrıca
ayette müminlerin dört sınıfta toplandıkları da belirtilmektedîr. Önce ayetin
nüzul sebebini belirtmek, sonra bunların tümünün salah, ıslah işini yerine
getirmeye çalıştıklarını vurgulamak ve bunlar içerisinde nebilerle salihler üzerinde
kısaca durmak istiyoruz.
Ayetin nüzulü ile
ilgili bir kaç rivayet vardır. el-Kelbî'nin beyanına göre, ayet Resulullah'ın
kölesi Sevban hakkında nazil olmuştur. Sevban, Resulullah'ı çok sever, ondan
ayrı kalmaya dayanamazdı. Bir gün rengi solmuş ve üzüntülü bir vaziyyette
Resullah'ın yanına gelince ona bunun sebebini sorar. Sevban:
"Ya Resulellah,
benim hiçbir hastalığım ve ızdırabım yok. Ancak seni görmediğim zaman çok
üzülüyor ve seni görünceye kadar kendimi çok yalnız hissediyorum. Sonra ahireti
düşünüyorum ve orada seni göremiyeceğimden endişe ediyorum. Çünkü biliyorum ki,
sen nebilerle beraber yüksek derecelerde olacaksın. Ben ise, şayet cennete
girersem senin bulunduğun makamdan daha aşağılarda olacağım. Zaten cennete
giremezsem, bu, ebedi olarak seni göremiyeceğim demektir"dedi. Bunun
üzerine bu ayet nazil oldu [34].
Hz. Aişe de, ayetin
nüzulü ile ilgili şunu anlatır:
"Bir adam,
Resulullah'a geldi ve şöyle dedi:
"Ya Resulellah,
sen bana nefsim, ailem ve çocuklarımdan daha sevimlisin. Ben evimde bulunduğum
sıralarda hep seni düşünüyor ve sana gelinceye kadar da bu duruma zor tehammül
ediyorum. Senin ve benim ölümümü hatırladığımda, biliyorum ki, cennete girdiğin
zaman nebilerle beraber yükseltileceksin. Ben cennete girdiğimde ise seni
görememekten endişe ediyorum. Resulullah hiç birşey söylemedi. Bunun üzerine
Cebrail bu ayeti indirdi" [35].
Bu rivayetler ayetin
tahsis edilmesini gerektiriniz. Çünkü, bir ayetin nüzulü ile ilgili rivayetler
o ayetin bu olay veya olaylara ait olduğunu ihsas ettirmez. Ayette ifade
edildiği gibi "Kim Allah'a ve
Resûlü'ne itaat ederse..." şartını yerine getiren herkes Allah'ın
nimetlendirdiği nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraber
olacaklardır. Burada bizim asıl üzerinde durmak istediğimiz husus, ıslah işi
ile meşgul olması bakımından nebiler ve salihlerdir. Gerçi genel anlamda ayette
ifade edilen nebiler sıddıklar, şehidler ve salihlerden her biri salah işi ile
ilgilendiklerini söyleyebiliriz [36]. Ama
biz daha ziyade kısaca yukarıda da söylediğimiz gibi nebiler ve salihler
üzerinde duracağız:
Nebiler: Ayette
nebiler ilk mertebeyi oluşturmaktadır. Çünkü onlar Alûsî'nin ifadesiyle
"İlahî" kuvvetten yardım alırlar ve onlar eşyayı yakinen gören
kimselerdir" [37].
Peygamberler salah vasfı ile vasıflanmak istemişlerdir [38].
Burada peygamberlerin gönderilmesine ihtiyaç var mı yok mu gibi soruların
cevabına girmek istemiyoruz. Ancak şunu belirtelim ki, "akıl,maslahat
(iyi) lutuf olanla kötü olanın arasını ayırmaya güç yetiremez. O halde
keyfiyetteki maksadın bilinmesi için Allah'ın bu fiilleri bize bildirmesi
gerekir. Bizim bunları bilmemiz, ancak, sıdkına delalet eden bir mucizeyle
te'yid edilmiş bir peygamberin gönderilmesi ile mümkündür, ki o bunları
yapsın" [39]. "Allah,
peygamberleri kavlî, amelî ve hükümleri yerine getirme yönüyle, müjdeleyici ve
uyarıcı olarak gönderdi. Onlar ne kendilerdine ve ne de insanlara, dünya ve
ahirette, mahlukatında, Allah'ın sünnetine muhalif olarak, fayda, zarardan
korumaya" hidayet ve ikbal vermeye malik değildirler" [40].
Çünkü Allah şöyle buyurmaktadır:
"Biz, elçileri, sadece müjdeleyici ve
uyarıcılar olarak gönderiyoruz. Kim inanır ve kendini düzeltirse, onlara korku
yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir" [41].
Peygamberler
göndermekten maksat, gönderene itaat etmektir. Bu da O'nun emirlerine uymak ve
nehiylerinden kaçmak, uzaklaşmakla olur [42].Yalnız
bilindiği gibi peygamberlere düşen tebliğ etmek [43] ve
böylece insanları düzeltmektir. Zira "Peygamber, Rabbı tarfından kendine
vahy gönderilen, tebliği de, tek Allah'a ibadete çağrı olan kişidir" [44].
Nitekim bu dururm,
ayette vurgulanmaktadır [45].
Peygamberler, toplumda çok çeşitli problemlerle karşı karşıya kalmışlardır. Bir
kere ilk başta bozulmuş veya bozulmaya yüz tutmuş olan toplumu ıslah etme,
düzeltme, onları Allah'a kulluğa davet etme işiyle görevlidir. İşte burada
peygamberlerin kavmini, milletini düzeltmesi söz konusudur. Nitekim Hz. Şuayb,
kavmini şirk ve ticarî ahlaksızlık gibi iki önemli çirkin fiilden kurtarmak ve
onları Allah'a kulluğa davet etmek için gönderilmiş ve o da, ayette ifade edildiği gibi "Ey kavmim, bakın, ya ben Rabbimden bir delil
üzerinde isem ve (O), bana kendinden güzel bir rızık vermişse? Ben size
menettiğim şeyleri, (kendim yaparak) size aykırı davranmak istemiyorum. Sadece
gücümün yettiği kadar (sizi) "düzeltmek" istiyorum. Başarım, ancak
Allah'ın yardımı iledir. Yalnız O'na dayandım ve yalnız O'na yşneldim"
[46]
demişti. Ayette geçen düzeltme işine müfessir Taberî: "Size emrettiğim ve nehyettiğim şeylerde
sadece sizi ve işinizi düzeltmek istiyorum" [47]
şeklinde, Kurtubî:
"Ancak salah işlemeyi
istiyorum, yani, dünyanızı adaletle, ahiretinizi de ibadetle ıslah edin" [48] diye
anlamlandırıken, Alûsî de:
"Sizi nasihat ve
öğütle ıslah etmek istiyorum" [49]
ifadesiyle tefsir etmektedir. Zemahşerî ise:
"Ben sadece va'zu
nasihatle iyiliği emredip, kötülüğü nehyetmek suretiyle sizleri düzeltmek
istiyorum"[50] şeklinde izah etmektedir
ve görüldüğü gibi adı geçen müfessirler hep aynı temayı vurgulamaktadırlar.
Fakat ayet her halü karda Hz. Şuayb'ın kavmini düzeltmek için uğraştığını
belirtmektedir ki, bu davranış bütün peygamberlerde vardır.
Salihler:
Ayette son mertebede salih insanlar zikredilmektedir. Ancak biz salih kavramını
doktora tezimizde detaylı olarak anlattığımız için burada uzun uzadıya üzerinde
durmayacağız. Bu mertebede bulunan insanlar yine Alûsî'nin ifadesiyle:
"Eşyayı kesin bir
taklitle bilirler. Zira bunlar eşyayı, aynada uzaktan gören kimseler gibidir.
Nitekim Resulullah: "Sen O'nu
göremezsin, ama, O, seni görür" kavli
ile buna işaret etmektedir" [51]
şeklinde açıklamakta ve böylece nebilerle, salihler arasındaki farka bariz bir
şekilde işaret etmektedir. Fakat biz bu mertebede bulunanların önce kendilerini
düzeltme işinden başlamak suretiyle ıslah işi ile görevli olduklarını söylemek
istiyoruz.
Alûsî, bu mertebeyi
şöyle izah eder:
"Dördüncüsü
salihlerdir. Salah konusunda Allah onlara yardım eder. Onlar, Allah'ı bilmede,
O'na ve katından gelenlere iman konusunda kendilerine hiçbir gevşeklik gelmeyen
kimselerdir. Şayet böyle bir şey olsa, o kişinin salih olması batıl olur.
Dostluk konusunda kendisine güvensizlik ve zayıflık gelmeyen her şahıs salihtir
ve bunların şehadet ve tevbelerinde bozukluk olmaz" [52].
Salih, muslih
insanların toplumdaki önemi ise, aslında, tartışma gtürmeyecek kadar açıktır.
Zira gerek ayet ve gerekse hadislerde onların önemi belirtilmiştir. Bir
ayette:
"Halkı muslihler olduğu halde, Rabbin, o
şehirleri haksız yere helak edecek değildir" [53]
buyrulmakta ve muslinlerin önemine dikkat çekilmektedir. Aynı duruma hadislerde
de dikkat çekilmektedir. Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde yer alan bir hadiste
Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
"Önce salih
(kul)un (ruhu) kabzolunur ve (geriye) hurmanın atıkları gibi (olanlar)
kalır" [54]. Hadisin değişik bir
şekli Darimî de mevcuttur [55].
Buharî'de ise şöyle bir rivayet vardır:
"Önce salih
kullar kabzolunur ve (geriye) hurma ve arpanın atıkları gibi atıklar kalır ki,
Allah onlara hiçbir şekilde önem vermez" [56].
Karı-kocanın arasının
düzeltilmesi [57], iki müslümanın ve iki
müslüman topluluğun aralarının bulup barıştırılması [58] bu
bölümün temelini oluşturur. Genel olarak "ıslahu zati'lbeyn" diye
isimlendirilen bu konu aslında fert ve toplumun çekirdeğini oluşturmaktadır.
Çünkü Ahmet Mahir'in de kaydettiği gibi [59],
kişilerin aralarını bulup barıştırmanın pek çok faydası vardır. Ciddi, samimi
muhabbet ve duygular temin eder. Çünkü bunun zıddı olan kişilerin aralarını
bozmak, ciddiyet ve samimiyet bağlarını koparmasının yanı sıra, her türlü
tehlikelere, istenmeyen olaylara ve şnlenmesi imkansız facialara kapı açar.
İnsanları barıştırmak, onların sulh ve sükun içerisinde yaşamalarını temin
etmek müslümanların hedefleri arasındadır. Çünkü bu hareket gerek fertler ve
gerekse toplumlar arasında yakınlaşmayı, onların birbirleriyle kaynaşmalarını ve
problemlerini karşılıklı olarak çözmelerini sağlayacaktır. "Çünkü iki
şahıs arasındaki düşmanlık, zorunlu olarak, normal davranmayan her dostlar
arsında düşmanlığa yol açabilir. Çoğu zaman toplum, hiçbir faydası olmayan
cemaatlere bölünebilir ve çoğu zaman da düşmanlık çeşitli dallara ayrılır ve
kan akmasına yol açar" [60].
Ayetlerde ifade edilen
kişilerin aralarını barıştırma konusunda Hz. Peygamber'den de pek çok hadis
rivayet edilmiştir. Bunlardan birinde o şöyle buyurmaktadır:
"Size, oruç, namaz, hac ve sadakanın
derecesinden daha faziletlisini söyleyeyim mi?". "Evet, ya
Resûlallah" denilince, Hz. Peygamber şöyle buyurur:
"Kişilerin arasını bulup barıştırmak” [61].
Hadislerde daha ziyade
"ıslahu zati'1-beyn" anlamı ağırlıktadır. Fakat biz bunların tamamı üzerinde
duracak değiliz. Burada sadece birini zikretmek istiyoruz. Ümmü Külsüm şöyle
demektedir:
"Resulullah'ın üç
şey hariç, hiçbir hususta yalan söylemeye müsade ettiğini işitmedim. Resulullah
şöyle buyurdu:
"İnsanların araların bulup barıştırmak için söz
söyleyen ve bununla da sadece ıslahı kasdeden kişiyi; harpte yalan söyleyeni;
kocasının karısına ve karısının da kocasına söylediği sözde yalancı olanı
yalancı saymam" [62]
Hattabî, bu anlama gelen bir hadisi izah ederken şöyle der:
"...İçerisinde
salah düşünüldüğü için bazı hallerde kolaylık olsun diye fesad hakkında ruhsat
verilmiştir" [63].
Bu fikir salahın
önemli bir boyutunu oluşturmaktadır ve burada aslolan ferttir. Çünkü fert,
toplumun çekirdeğini oluşturmaktadır. Öyle isi öncelikle ferdin kendini
düzeltmesi gerekmektedir. Bunu yapabilmek için, ferdin, maddi ve manevi olarak,
kendini toplumda ayakta tutabilecek ve bilahare de faydalı olacak şekilde
yetiştirmesi söz konusudur. Herşeyden önce iyi ve dengeli bir eğitim ve öğretim
görmesi, alacağı bu eğitimde hem insan olarak kendinin ve hem de başkalarının
kıymetini bilecek şekilde yetişmesi, böylece kendine ve tüm insanlara saygılı,
ahlaklı bir kişiliğe sahip, etrafına güven veren bir insan olması gerekir.
Kendini bu şekilde yetiştiren insanlar, toplum içerisinde belli bir konuma
gelirler. Ferdin almış olduğu eğitim ve öğretim sadece maddi, fizikî yönde
olursa, toplumda problemler doğurur. Aynı şekilde sadece manevi yönde eğitimin
de belki sakıncaları olabilir. O halde maddi ve manevî eğitim ve öğretimi
birlikte ve dengeli en uygun yol olsa gerek.
Kişi kendini böylece
düzelttikten sonra, başkalarını düzeltmeye de çalışması gerekir. Mesela bir
öğretici, sahasında kendinden daha bilgili insanlar yetiştirmeye gayret etmeli,
talebesinin kendisini aşmasına sevinmelidir. Hatta talebesi tarafından
eleştirildiği hususları soğukkanlılıkla ve ciddi olarak düşünmeli ve bundan
dolayı da memnuniyetini çeşitli vesilelerle izhar etmelidir. Talebe de
"hocamı eleştirecek seviye ulaştım" görüşüne kapılarak kendini büyük
görmemeli, kibrin çok kötü bir fiil olduğunun şuuru ve bilinci içinde
olmalıdır. Toplum bu şekilde bilinçili eğitim ve öğretim görmüş insanlarla
ancak istenilen seviyeye gelebilir.
Kişinin inancını düzeltmesine
örnek olarak da, münafığın kendi inancını nasıl düzelteceğini gösterebiliriz.
Münafığın bu halinden kurtulması için nasıl davranacağı ayette şöyle
belirtilir:
"Ancak tevbe edenler, nefislerini
düzeltenler, Allah'a sımsıkı sarılanlar ve dinlerine Allah için candan
bağlananlar müstesnadır..." [64].
Bu ayette münafıkların
inançlarını düzeltmeleri:
a. Tevbe
etme,
b.
Amellerini, nefislerini düzeltme,
c. Allah'a
sımsıkı sarılma ve
d. Dinde
samimi olmaya bağlanır. [65]
İşte bu açıdan
bakıldığında Kur'an'da bu düzeltme işi mutlak manada Allah'a aittir ve bu da
iki şekilde olmaktadır.
1. Allah'ın,
insanların hal ve hareketlerini düzeltmesi:
Bu durum ayetlerde
bazı esaslara bağlanmakta ve Muhammed suresinde bu gayet açık bir biçimde şöyle
ifade edilmektedir:
"İnanıp salih amel işleyenler ve
Rabbleri tarafından Muhammed'e indirilen
gerçeğe inananların Allah çirkin davranışlarını (seyyiat) örtmüş ve onların
durumlarını düzeltmiştir" [66]
2. Allah'ın
kainatı ıslah etmesidir. Kainatın düzeltilmesi maddi ve manevi yönden olabilir.
Maddi yönden düzeltilmesi, yeryüzünün insanların yaşamlarına elverişli bir
şekle getirilmesi demektir. Nitekim ayette şöyle buyrulmaktadır:
“Düzeltilmişken, yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah'a, ürpererek ve
ümitle O'na dua edin. Şüphesiz Allah'ın rahmeti güzel düşünüp güzel iş
yapanlara çok yakındır". [67]
Manevî yönden ıslahı
ise kainatta O'nun varlığını kabul etmek, bozgunculuk çıkarmamak, emir ve
yasaklarına uymak ve bunları yerine getirmeye çalışmaktır. Nitekim Şuayb
peygamberin halkının ticari ahlaksızlığı Kur'an'da dile getirilir ve şöyle
denir.
"...Ölçü ve tartıyı tam yapın, insanların
eşyalarını eksik vermeyin, düzeltildikten/ıslah sonra yeryüzünde bozgunculuk
etmeyin, eğer müminseniz, bu sizin için daha hayırhdır" [68]
İnsanların ıslahta
bulunmasına gelince bunun Kur'an'da çok önemli bir yeri vardır. Allah şöyle
buyurur:
"Halkı muslihler/olsaydı, Rabbin o karyeleri
haksız yere helak edecek değildi"
[69]
Aslında bu ayet çok
önemli üç hususa işaret etmektedir:
1. İnsanları
kötülükten sakındıracak, iyiliği tavsiye edecek birtakım kimselerin bulunması
gerekir.
2. Bir
toplumun kaderi, o toplum içindeki salihlerin etkinliğine yani iyi insanların
göstereceği ve yapacağı iyi şeylere bağlıdır.
3. Bir
toplumda insanları düzeltecek, onları inançları doğrultusunda eğitecek
mekanizmaların kurulması gerekmektedir.
Allah muslih olan
insanların çalışmalarını karşılıksız bırakmayacağını vad etmektedir: [70]
"...muslihlerin ecrini zayi etmeyiz".
Burada önemle üzerinde
durulması gereken husus, son zamanlarda tüm dünyanın ve özellikle de
sanayileşmiş toplumların üzerinde durduğu, "doğanın korunması" diye
sık sık söylenen husustur. Bu konunun temelinde, Kur'an'ın ifadesiyle "...ıslah
edildikten sonra yeryüzünde
bozgunculuk yapmayın..." [71]
fikrî yatmaktadır.. Çünkü kainat her şeyi ile bir düzen ve dengeli olarak
yaratılmıştır. Allah:
"Şüphesiz, biz her şeyi bir ölçüye göre
yaratmışızdır" [72]
buyurarak alemde her şeyin yerli yerince yaratıldığı beyan edilmektedir. Yine
aynı şekilde Kur'an'da:
"Gökleri ve yeri "gerçekle" yaratan O'dur" [73]
anlamında pek çok ayet vardır. Ayette geçen ve bizim de "gerçek" diye terceme ettiğimiz "hakk"
kelimesine "mükelleflerin menfaatlerine uygun" [74]
şeklinde anlam verilmektedir. Bu da gösteriyor ki, gökler ve yer insanların
istifadesine sunulmuş olup, onların ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde
yaratılmıştır.O halde göklerde ve yerde, onların tabii dengelerini bozacak
maddi ve manevi hususlardan kaçınmak gerektiği gibi, bu tür davranışlarda
bulunanları da ikaz ve gerektiğinde de engel olmak gerekmektedir. Yeryüzünün
ifsad edilmemesi gerektiğini beyan eden ayetlerin "nehiy" biçiminde
gelmesi çok manidardır. Bu ayet, Hz. Şuayb kavminin ticari ahlaksızlıklarından
bahsetmektedir [75]. Bu tür davranışlar,
yeryüzünün manen fesadına yol açar. Tabii buna paralel olarak başka alanlarda
ahlaksızlık artar. Dolayısıyla yeryüzünün fesadı ve insanlara faydasız bir hale
gelmesi daha bir hız kazanmış olur. Bu tür ahlaksızlıkların giderilmesinin
yollarından bazıları şöyle sıralanmaktadır.
1. Şirk ve
hurafelerden arındırılmış, sağlam bir iman,
2. Kişiyi
kötü ve rezil işlerden temizleyecek güzel davranışlar (yani salih amel
işlemek),
3. Hayatı
güzelleştirecek ve medeniyeti geliştirecek faaliyetlerde bulunmak [76].
Bu açıklamalardan
sonra burada ayrıca genel olarak ıslahın öneminden bahsetmek istiyoruz.
Herşeyden önce şunu belirtelim ki, salah, Allah sevdiği ve razı olduğu şeyi
yapmaktır [77] şeklinde açıklamaların
yanı sıra, ıslah müslümanlara vaciptir ve Allah bundan dolayı bunu yerine
getirmeye çalışan kavimlere yardım eder, hatta, insan yeryüzünün efendisidir ve
onlar yeryüzünde, ceseddeki kalp ve akıl gibidir. Bunlar ıslah olunca, her şey
düzelir; bozulunca da herşey bozulur [78],
gibi açıklamalar da dikkatleri çekmektedir ki, bu türden açıklamalar da ıslahın
önemini göstermektedir. Razî'nin: "İman kalbin, ıslah da cesedin
amelidir" [79] şeklindeki yorumu da,
ıslahın fert açısından önemini belirtmektedir.
Bir ayette [80]
sadaka, maruf ve ıslah kelimeleri birlikte zikredilmekte ve kanaatimizce bu üç
kavramın toplum hayatındaki önemlerine dikkat çekilmektedir. Çünkü sadakada,
nefse güç gelen malı başkasına vermek; marûfda iyiyi ve güzeli yapmak; ıslah da
ise gerek kendini ve gerekse başkasını düzeltme söz konusudur ki, bunlar insan
nefsine zor gelen hususlar arasındadır. Ancak yukarıda işaret ettiğimiz ayette
sadaka en önce zikredilmektedir. Çünkü sadakada, nefse güç gelen şeyi vermek
vardır [81] ve
zaten bu tür davranış da aslında nefsi ıslah etmenin bir yoludur. Zira
"amellerin en faziletlisi, sahibini başka şeylere götüren; sadakanın en
faziletlisi ise menfaati kişiye
ulaştırandır" [82].
İslahın önemi Ebu
Hureyre'nin Hz. Peygamber'den naklettiği bir hadiste şöyle ifade edilir:
"Allah'ım, bana,
işimin ismeti olan dinimi isiah et; maişetim içinde olan dünyamı ıslah et;
merciini içinde olan ahiretimi ıslah et. Benim için hayatı her hayır hususunda
ziyade kıl ve bana ölümü her şeyden rahat kıl [83]. Bu
hadiste kişinin din, dünya ve ahiretinin ıslah edilmesi gerektiği ifade
edilmektedir. Dinin ıslahı, onu her türlü bidat ve hurafelerden korumakla
mümkündür. A'raf sûresinin 142. ayetinde
geçen "aslaha" fiiline
"dinişlerinde, ıslaha muhtaç olunduğu şekilde ıslah et veya ıslah
edici ol" [84] şeklinde anlam verilmekte
ve böylece kanaatimizce dinin
hurafelerden arındırılması gerektiğine dikkat çekilmektedir.
Dünyayı ıslah ise,
manevi açıdan iman ve salih ameller işlemekle olur. Maddi açıdan ıslahı, onu
mamur edip, insan hayatını tehdit edecek unsurlardan arındırmakla mümkün olur.
Ahireti ıslah işinde
ise. kişinin bu dünyadaki yaşantısı ile sıkı bağı vardır. Hatta ayette tabir
caizse onun nasıl hareket etmesi gerektiği de hatırlatılmakta ve şöyle
buyrulmaktadır:
"Beni, bana ve anama-babama verdiğin nimete
şükretmeye, razı olacağın yararlı işler yapmaya ve zürriyyetîm için de ıslahı devam ettirmeye sevk eyle"
[85].
Ayette kişinin
duasında üç hususa dikkat etmesi istenmektedir. Bunlar:
1.
Nimetlerine karşı şükretmeye muvaffak kımasını,
2. Razı
olacağı taatleri işlemeye güç yetirmeyi nasib etmesini,
3.
Zürriyyetinin de ıslah edilmesini Allah'tan istemek [86].
Yukarıda anlamını
kaydettiğimiz ayette geçen hususların aynı zamanda insanın süfli yönünün nasıl
ve nelerle giderilebileceği de böylece belirtilmektedir. Aslında bu ayette
insanın ruhî yönüne de işaret edilmektedir ve aslolan da insanın ruhî yönünün
düzeltilmesidir. Filozoflardan Epiktetos şöyle demektedir:
"Hepimiz bedenin
ölümünden korkuyomz, ama, ruhun ölümünden korkan kimdir?” [87]. Bu
söz hem salahın önemini ve hem de daha ziyade insanın hangi yönü üzerinde
durmamız gerektiğini göstermesi bakımından önemlidir. Müfessir Razî de insan
nefsinde iki kuvvenin bulunduğunu kaydetmekte ve bunların da:
1.
Nazari kuvve: Bunun kemali, insanın
eşyayı tanımasıyla olacağını,
2. Ameli
kuvve: Bunun kemalinin de hayır ve taatlerde bulunmakla olacağını
vurgulamaktadır [88].
Salahın önemini şu
ifadelerde de bulmak mümkündür:
"İslam salah ve
ıslahı en mükemmel bir şekilde emretmektedir ki, bu durum Allah'ın sevdiği
şeydir. Müslümanlar bunu tam anlamıyla yerine getirseler Allah onları
kuvvetlendirir ve Allah, bütün kavimlere bu konuda yardım eder” [89].
"Islah, Kitap ve Sünnet'te emredilmiştir. Bu şer'an vaciptir ve bu,
anlaşma, yardımlaşma, eşitlik, kendini başkasına tercih, ayrılığı terk etmek ve
yardımda bulunmakla olur" [90].
"Kim iki kişinin
arasını düzeltirse, Allah ona, her kelimesi sebebiyle bir köle azad etmiş
sevabı verir".
"Allah'a,
kişilerin aralarını bulup barıştırmak için atılan adımdan daha sevimlisi
yoktur. İki kişinin arasını bulursa, Allah ona Cehennem'den kurtulduğunu
yazar" [91].
Kur'an'da iman edip
salih amel işlemeler:
"Bunlar yaratılmışların en iyisidirler, Allah
onlardan, onlarda Allah'tan hoşnut olmuşlardır".[92]
Salih amel nefîs
mücadelesiyle de iç içe olduğundan sabredip iyi davranışlarda bulunanlara
mağfiret ve büyük bir mükafat vaad edilmektedir:
"Ancak sabredenler ve salih amel işleyenler
hariç, işte onlar için bağışlanma ve büyük mükafat vardır".[93]
Kur'an'da iman edip
salih amel işleyenleri güzel bir gelecek ve mutluluğun beklediği ifade edilerek
şöyle buyrulur:
"İnanan ve salih amel işleyenlere için güzel
bir gelecek ve mutluluk vardır."[94]
Bunun yanında ister
kadın ister erkek olsun mümin olarak inanan ve bu inancın gereklerini yerine
getirenlere güzel bir hayat vadedilmektedir:
"'Erkek veya kadından her kim inanmış olarak
salih amel işlerse, onu dünyada tertemiz bir hayatla yaşatırız ve böylelerinin
ücretlerini, işleyip ürettiklerinin en güzelleriyle karşılarız." [95]
Üstelik sadece bununla
da kalınmayıp bol rızık ve affedilmeleri de bildirilmektedir:
"İnanan ve salih amel işleyenleri
mükafaatlandıracaktır. Onlar için mağfiret ve güzel bir rızık vardır" [96]
Yine salih amel
işleyenlerin tevbelerinin kabul göreceği vurgulanırken,
"Kim tevbe eder ve salih amel işlerse o, gereği
gibi Allah'a yönelmiş olur" diye
buyrulmaktadır. [97] Kötülüklerinin örtülmesi
ve iyiliklere değiştirilmesi de yine salih amel sayesinde olacaktır:
“Ancak kim tevbe eder, inanır ve salih amel işlerse
işte onların kötülükleri iyiliklerle değiştirilir”. [98]
Salih amel insanların
karanlıklardan aydınlığa çıkmalarını sağlar:
"İnanıp salih amel işleyenleri karanlıklardan
aydınlığa çıkarmak üzere, size Allah'ın apaçık ayetlerini okuyan bir peygamber
göndermiştir. Kim Allah'a inanır ve salih amel işlerse Allah onu, içinde ebedi
kalınacak, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar..." [99]
Hz. Peygamber Allah'a
çok şükreden bir kul olmak için geceleri ayakları şişinceye kadar ibadet ederdi
(Buhari, Teheccüd, 6). Ashabını çok çalışmaya ve ibadete teşvik etmiş fakat bu
konuda aşırı gitmemeleri için onları uyarmıştır. Samimiyetle ve sadece Allah'ın
rızasını gözeterek yapılan amel, az da olsa, bu özellikleri taşımayanlardan
daha hayırlıdır. [100]
[1] Bkz., er-Razi, VIII, 191
[2] Bkz., er-Razi, VIII, 133
[3] Bkz., er-Razi, XXVIII, 21
[4] Reşit Rıza, et-Tefsiru'1-Menar. XI, 255 ve devamı
[5] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış,
Anadolu Yayınları: 136-137.
[6] Ragip el-İsfehani, el-Müfredat, s. 519: İbn Manzur,
Lisanu'1-Arap, XI,475
[7] Ra'd: 13/29.
[8] Talak: 65/11
[9] Fussilet: 41/40
[10] Ankebut: 29/4
[11] Al-i İmran: 3/120
[12] İsra: 17/17, 30
[13] Casiye: 45/15.
[14] Al-i İmran: 3/30
[15] Secde: 32/12
[16] Taha: 20/112; 21 Enbiya, 21/94
[17] Nisa: 4/124
[18] Taha: 20/75.
[19] Kehf: 18/ 110
[20] Nahl: 16/97.
[21] Geniş bilgi için bkz., Ömer Dumlu, Kıır'an-ı Kerim'de
Salah Meselesi, s.24
[22] A'raf: 7 42.
[23] Bkz, Seyyid Kutup. Fi Zilali'l-Kur'an, IX. 291
[24] Bkz., Mahir İz. Din ve Cemivet. s.91
[25] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış,
Anadolu Yayınları: 137-142.
[26] Kehf : 18/29-30. Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı
Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 142-145.
[27] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış,
Anadolu Yayınları: 145-146.
[28] Enbiya: 21/86
[29] Tahrim: 66/4
[30] Buhari. Edep. 14; Ahmet İbn Hanbel, IV. 203; Müslim.
İman, 336
[31] Nisa: 4/34.
[32] Bakara: 2/11
[33] en-Nisa: 4/69
[34] Ebu'l-Hasan Ali İbn Ahmed el-Vahidi. Esbabu’n-Nüzûl,
Mısır 1388/1968. s.110
[35] el-Vahidi. s. 111
[36] Bu mertebe ve değişik açıklamalar için bkz.. er-Razi, X. 169-175; el-Alûsi V, 76-77
[37] el-Alûsi, V, 76
[38] Bkz., Ö. Dumlu, Kur'an-ı Kerim'de Salah Meselesi, s.
79
[39] Kadı Abdulcebbar, İbn Ahmed, Şerhu Usûli'l-Hamse
(tahk.. Dr. Adnan Zerzur), Kahire 1965, s. 564
[40] Reşid Rıza, XI. 220
[41] En'am: 6/48
[42] İbn Kayyim el-Cevziyye. el-Fevaid, Medine, trh., s.
121
[43] Nahl: 16/35
[44] Muhammed el-Behiy, İnanç ve Amelde Kur'ani Kavramlar,
(Türkç.. Dr. Ali Turgut), İstanbul 1988, s, 114
[45] el-Enbiya: 21/25
[46] Hûd: 11/88
[47] et-Taberî, XII, 103
[48] el-Kurtubî, IX, 89.
[49] el-Alûsî, XII, 120
[50] Ebu'l-Kasım Muhammed İbn Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşaf
an Hakîkati't-Tenzîl ve Uyûni'l-Ekavîl fi Vücûhi't-Tenzîl. Beyrut, trh., II,
420
[51] el-Alûsî. V, 76.
[52] el-Alusî, V, 77
[53] Hûd: 11/117.
[54] Ahmed İbn Hanbel, IV, 193.
[55] ed-Darimi, Rekaik, 11.
[56] el-Buharî, Meğazî, 35. Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da
Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 146-152.
[57] Bakara: 2/228; Nisa, 4/35"Şayet onlar ıslah olmay
isterlerse"; “Şayet barışmak isterlerse, Allah onları muvaffak
kılar".
[58] Hucurat: 49/9-10
[59] Ahmed Mahir. Mucizatı Kur'aniyye, İstanbul 1328, s.142
[60] Bkz., Afif Abdulfettah Tabbare. Rûhu’d-Dîni'l-İslam. Beyrut
1384/1964. s.212
[61] Bkz. Ebu Davud, Edeb, 50
[62] Müslim. Birr, 101; Ebu Davud, Edep, 50
[63] Ebu Davud. Edep. 50; Ahmed İbn Hanbel. VI, 403. Doç.
Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 152-154.
[64] Nisa: 4/146
[65] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış,
Anadolu Yayınları: 154-155.
[66] Muhammed: 47/2.
[67] A'raf: 7/ 56
[68] A'raf: 7/85.
[69] Hud: 11/117.
[70] A'raf: 7/170
[71] A'raf: 7/56. 85
[72] Kamer: 54/49
[73] En'am: 6/73. Şu surelerde de aynı anlama gelen ayetler
vardır: İbrahim. 14/19; Nahl. 16/3; Ankebût. 29/44; Rûm. 30/8: Zümer. 39/5;
Casiye, 45/22; Teğabün. 64/3
[74] Bkz.. Razi, XIII, 32; Alûsi. VIII, 140
[75] A'raf: 7/85
[76] Bkz., Reşid Rıza, VIII. 526. Bu konu oldukça günceldir
ve ayrı bir makale olarak ele alınabilir
[77] Bkz.. et-Taberi. XIV, 190: Reşid Rıza. VI. 659
[78] Bkz., Reşid Rıza, VIII. 160
[79] Razi. X 11.229
[80] Nisa: 4/114
[81] Bkz, el-Alûsi. V, 144-145
[82] Ebu'l-Kasım Abdulkerim el-Kuşeyri. Letaifu'l-İşarat.
Kahire, trh., II, 58
[83] Müslim. Zikir, 71
[84] Bkz., el-Alûsi. IX. 44
[85] Ahkaf: 46/15
[86] Razi. XXVIII. 20
[87] Burhan Toprak. Düşünceler ve Konuşymalar. İstanbul
1967. s. 54
[88] Razi, XVII, 41
[89] Bkz.. Reşid Rıza, VI, 459
[90] Bkz.. Reşid Rıza., IX, 587
[91] Bkz., el-Kurtubi, V, 385. Doç. Dr. Ömer Dumlu,
Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 155-161.
[92] Beyyine: 98/7-8.
[93] Hud: 11/ 11
[94] Ra'd: 13/29.
[95] Nahl: 1697.
[96] Hac: 22 50.
[97] Furkan: 25/71.
[98] Furkan: 25/70.
[99] Talak: 65/11.
[100] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış,
Anadolu Yayınları: 161-163.