bedevilik anlamına gelen zıddıdır. ve Hadar da oturmak anlamına gelir, ve gibi bu kelime bir yeri bir insanı veya bir başka şeyi görmek için bir isim olarak ta kullanılmaktadır. Yüce Allah buyurur:
İçinizden biri ölmek üzereyken ... üzerine bir borçtur.[1] ayeti, Sonunda birinize ölüm gelince...[2] gibidir.
Eğer miras bölüşümü sırasında ... hazır bulunursa...[3]; Nefisler cimriliğe, bencilliğe eğitimlidirler.[4]; Her nefis ne getirdiğini öğrenecektir,[5] Onların yanımda olmalarından da sana sığınırım, ya Rabb'i[6]; bu kinaye türündendir. Yani: Bana cin gelmesinden demektir.
Deliler için de ölmek üzere olan insana da kinaye yoluyla denir. Bu da Yüce Allah'ın: Biz ona şah damarından daha yakınız[7] ve: Rabbinin bazı mucizeleri geldiği gün ...[8] ayetlerinde dikkat çektiği şeydir.
Yüce Allah buyurur: O gün herkes yapmış olduğu her iyiliği karşısında bulur[9] Yani: Gözle görülebilen insanın yanında olan şey hükmünde. Yüce Allah buyurur:
Onlara deniz kıyısındaki kasabanın halkının yaptığını sor[10] Yani: Onun yakınında. Peşin bir alış-veriş ...[11] Yani: nakit.
Yüce Allah buyurur: Hepsi toplandığı zaman huzurumuza getirileceklerdir[12]; Onlar azapla baş başa kalacaklardır[13]; Onlara suyun deve ile aralarında bölüştürütdüğünü..[14]; Yani: Arkadaşları başına toplanır.
Çekilmek istendiğinde kendisi İçin at getirilen şeye tahsis edilmiştir. Bu açıdan denir. onların yanında olan hudru istedim demektir. ve bir kişiyle tartışmak karşılıklı delil getirmektir. Bu da huzurdandır. Sanki her biri delilini getirmektedir yada hudr kökündendir. kendisi ile savaşa gidilen insanlardan bir topluluktur. Suya varmak da bu kelimeyle ifade edilir. hem hedertu fülinİn mastarıdır hem de varılacak yer anlamına gelir.
bir şeyin yüksekten indirilmesidir. ayağını yukundanyken aşağıya indirmektir. yani: Her iki yanı benzer, dümdüz olan kız; her iki tarafı ne birbirinden farklı ne de içe çökük olan. Yani: Sırtı, dümdüz olan. Yüce Allah'ın: "Hıtta" (bizi bağışla!) deyin ki...[15] sözü ise, İsrailoğullarınm söylemesi emredilen bir kelimedir. Anlamı: Günahlarımızı bağışla, demektir. Kimisi ise der ki: Manası, doğru söyleyin demektir.
Yüce Allah buyurur: Cehenneme odun oldular[16] yani: Yakmak için hazırlanan şey. denir ki: Odun yaptım ve odun edindim, demektir.
Sözünü karıştırana: gece odun toplayan denir; çünkü: O, ipine koyduğu şeyi göremez. Biri için çalışmak demektir.
Odunu bol olan yer; Odun yiyen dişi deve manasındadır. Yüce Allah buyurur: Orf«« /zöma/z o/arayt[17] bu ifade söz konusu kadının laf dolaştırmasından kinayedir.
Bir kişinin biriyle çalışmasıdır. /falan odunla koca kütükleri yakar deyimi de bu anlamda bir kinayedir.
Kırmak demektir. Kırmak ve un ufak etmek anlamındaki , fiiller gibidir. Bir noktaya kadar gidebilen sınırlı kırmaların tümü için kullanılır. Yüce Allah buyurur: Süleyman ve ordusu farkında olmadan sizi çiğnemesin[18]. Fiil, şeklindedir.
Aşırı sürmesi nedeniyle develeri kıran sürücüdür. Cehennem de diye adlandırılmıştır. Yüce Allah hakkında buyurur ki:
O kırıp geçenin ne olduğunu bilir misin sen?[19]. Aşırı çok yiyen kişiye de, cehenneme benzetilerek ve şairin: Karnında bir tandır varmış gibi sözü düşünülerek, denmiştir.
Dokuyan veya üretenine nispet edilen zırh demektir. ve İki yer ismidir, ise: Kuruluktan kırılan şey demektir. Yüce Allah buyurur: Sonra ekin kurur; onu sararmış görürsün. Sonra Allah onu bir çöpe dönüştürür[20].
Belirlenmiş paydır. Fiil şeklindedir. Çoğulu, ve dır. Yüce Allah buyurur: Fakat onlarda kendilerine verilen Öğütlerin önemli bir kısmını unuttular[21]; Erkeklere, kadınlannkinin iki kan kadar pay ...[22].
Bir şeyin havzada toplanmasıdır. Yasaklanmış; Yasaklanan şeyi yapan kişidir. Yüce Allah buyurur: Ağıl bekçisinin biriktirdiği kuru ot yığınlarına dönüştüler[23]. deyimi: Çok çirkin yalan uydurdu, demektir.
Yüce Allah buyurur: Melekleri, Arş'ın etrafını cundan, yani: Melekler, onu çevirmiş oldukları halde ... görürsün [24]yani: Her iki ucundan, yani: Her tarafından tavaf ederken. Peygamberin (sav) : Melekler onu kanatlarıyla himaye eder[25] sözü de bunun gibidir.
Şair der ki:
Onun birtakım anları vardır ki, başı benim kanatlarımdadır[26] çoğulu, dir. Yüce Allah buyurur: bağını da hurma ağaçları ile çevirmiştik[27]. Fa/an ifeîyi darlıktadır demektir. Bu ifadede kişi sanki yaşamanın kenarına, bir yanına düşmüştür. O, yaşamanın vasıtası içindedir sözü ise, bunun zıddıdır.
/Bizi bağrına basan ve barındıran iktisatlı olsun de-yîmİ, kaybolan yükümüzü hafifletir demektir.[28]
Ağaç ve kanadın onların sesleridir. Bu onların seslerini taklit etmektir, ise, dokumacının aletidir. Bu adı almasının nedeni, aletten duyulan sestir; bu da o aletin çalışırken çıkardığı sesidir.
Yüce Allah buyurur: Bu eşlerinizden size çocuklar, torunlar verdi[29]; ayette geçen sözcüğü, kelimesinin çoğuludur. Bu da, akraba olsun yabancı olsun, canla başla insanın hizmetine koşan kimsedir. Müfessirler der ki; Onlar, torunlar vb kimselerdir. Bunun nedeni, hizmetlerinin daha samimi olmasındandır.
Şair der ki:
Kızlar, aralarında toplanladılar.[30]
Yani: falan mahdumdur. Bunlar da iki kız kardeş ve hısımlardır. Duada: Sana doğru koşar ve hizmet ederiz.[31] denmiştir.
Hızlı kesen/keskin kılıç demektir. El-Asma'î der ki: kavramının aslı, adımı peş peşe atmak/onları birbirine yetiştirmektir.
Yüce Allah buyurur: Siz bir ateş? çukurunun kenarındayken[32] yani: Kazılmış bir yerin. Buna çukur adı verilir. ise, çukurdan çıkarılan topraktır. Tekrar örülmek üzere bozulan şeye denmesi gibi. ve ise, kendisi ile kazı yapılan aletlerin isimleridir. Atın toynakları da koşarken yeri kazıdığından adını alır.
Yüce Allah buyurur: Biz yine eski halimize döndürülecek miyiz?[33]; bu, geldiği yere tekrar geri gönderilen adam için söylenen bir deyimdir Yani: Biz Öldükten sonra dirileceğiz öyle mil
Kimisi ise şöyle yorumlar: Kendileri için kabir yapılan yer/mezarlıktır; bu sözün anlamı da: Biz kazılmış yerlerde yani: kabirlerde olduğumuz halde tekrar geri mi getirileceğiz? Bu durumda ifadesi, hal konumunda bulunmuş olur.
denir ki: Adam iyice ihtiyarladı manasına gelirler, ömrü en rezil/en güçsüz yaşlara kadar uzatılır[34], ayetinde olduğu gibi.
İsı de nakit olarak satılan şey için söylenir. Bu, atın satılması halinde söylenen bir sözdür ve panui ödenmeden toynağı kıpırdamaz denir.
Dişlerin birbirini yemesİdir. de, deyimleri de, tayın sunâî/ikili ve rubâî/dörtlü olan ön dişleri düştü demektir.
bazen nefsin, anlamaya yol açan unsurları sabitleştiren özelliği için kullanılır. Bazen de bir şeyi nefiste kaydetmek anlamında söylenir. Bunun zıddı ise, unutmaktır. Bazen de bu gücün kullanılması anlamında kullanılır. Mesela, şunu ezberledim denir. Bunun yanında her kaybedilmiş şeyi arama, alışılmış şeyi a-raştırma ve korumak için de kullanılır.
Yüce Allah buyurur: Biz kesinlikle onu gelebilecek herhangi bir tehlikeden koruruz[35]; Namazlara ve orta namaza dikkat edin[36]; Onlar ki; namuslarını korurlar[37]; Namuslarını koruyan erkekler ve namuslarını koruyan kadınlar,[38]; Bu, iffetten kinayedir.
Kocalarının yokluğunda Allah'ın korunmasını emrettiği mahremiyetleri koruyanlar[39] yani: Kocaların sözleşmesini, onlar olmadığında, Yüce Allah kendilerini koruduğundan/onların her şeylerini bildiğinden, korurlar. Ayetin bu kısmı lajzatuttah'm mansup haliyle de okunmuştur. Buna göre anlamı: Bu kadınlar, bir gösteriş ve yaltaklanmak için değil, Yüce Allah'ın hakkını gözettiklerinden bana bağlı kalırlar.
Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik[40] yani: Koruyan; Sen de onların üstünde bir zorba değilsin[41]; Sen onların başında bir vekil de değilsin[42]; koruyan Allah'tır[43] ayetlerinde olduğu gibi.
Son ayetin ilgili kısmının son kelimesi şeklinde de okunmuştur. Yani: Onun koruması başkasının korumasından daha değerlidir, Yanımızda o bilgileri koruyan bir kitap da vardır.[44] yani: Onların amellerini koruyan. Bu durumda kavramı, /koruyan anlamına gelmiş olur. Yüce Allah'ın: Allah onların başında bir gözetendir olur. Yüce Allah'ın: Allah onların başında bir gözetendir[45] sözü gibi olur.
Ya da anlamı: Korunmuştur; zayi olmaz. Yüce Allah'ın: bilgisi Rabb'imin katında bir kitaptadır; benim Rabb'im ne yandır ne de unutur[46] sözü gİbİ.
ise, muhafaza etmektir. Bu ise, her birinin diğerini koruması demektir. Yüce Allah'ın: Onlar, öyle kimselerdir ki, namazlarını muhafaza ederler[47] sözünde ise, bu kişilerin namazlarını, hem vakitlerine, hem erkanına riayet ederek, hem de var olan güçlerinin tamamım kullanarak onu yerine getirmeye özen gösterdiklerine dikkat çekilmektedir.
Namazın da; Hiç kuşkusuz namaz, insanı iğrenç işlerden, kötülüklerden alıkoyar[48] ayetinde dikkat çekildiği gibi, onları koruduğuna dair bir açıklama vardır.
ise, denmiştir ki: Gafletin azlığıdır. Gerçek anlamı ise, ezber gücünün zayıflığından, zorlamayla ezberlemeye çalışmaktır. Bu kuvvet, akim fonksiyonunu yerine getirme sebeplerinden biri olduğundan, gördüğün gibi, tefsirini genişletmişlerdir.
ise: Muhafaza, yani, koruması ve himaye etmesi gerekenin kendisine yüklendiği Öfkedir. Bu kavram, salt anlamdaki öfke için de kullanılır. Onun için: deyimi, falan beni öfkelendirdi, demektir.
Soru sormada Israrlı istemede veya bir durumu öğrenmedeki araştırmada acele etmektir. Birinci manasında: ve
deyimleri kullanılır ki, soru sormada, istemede acele etmektir. Yüce Allah buyurur Eğer sizden onları isteyip de sizi zorlasa, cimrilik edecektiniz[49]. Bunun aslı, deyiminden alınmıştır ki, hayvanı yalın ayak bırakmak, yani onun toynağını soymak demektir.
Deve için kullanıldığında ise, patiklerinin yürümekten incelip soyulması anlamına gelir. Fiil, şeklindedir. Bıyıkları son derece kısalttım deyimi de bundandır.
Yüce Allah'ın: Hiç kuşkusuz benim Rabbim liitufkardır[50] sözünde geçen ise: İyi, nazik demektir. Bu bağlamda, ve deyimleri: Bir kişiye ikramla ilgilenmeyi anlatır. de: Herhangi bir şeyi bilene verilen bir isimdir.
kelimesinin aslı, uygunluk ve uyumluluktur. Kapıyı tutan ayağının kendisi için hazırlanmış sabit yere uygun gelmesi ve düzgün bir şekilde orada döne-bilmesi gibi.
Hak kavramı değişik anlamlarda kullanılır.
Birincisi: Bir şeyi hikmetin gereği olarak icat edene/yaratana hak adı verilir. Bunun için Yüce Allah için: O, haktır denir. Yüce Allah buyurur: İnsanların tümü gerçek sahipleri olan Allah'a döndürülürler[51]; bunun az ilerisinde ise: İşte hak olan Rabbiniz Allah budur. Hakkın ötesinde sapıklıktan başka ne var ki? O halde nasıl saptırılırsınız?[52].
İkincisi: Hikmetin gereği olarak yaratılan şeye de hak adı verilir. Bu açıdan: Yüce Allah'ın her fiili haktır, denir. Ölüm haktır, diriliş haktır denmesi gibi. Yüce Allah buyurur: O, güneşi ışık kaynağı ve Ay'ı aydınlık yaptı[53]; Allah, bunları, Hakkın dışında bir şekilde yaratmamıştır[54]. Kıyamet hakkında ise: Sana: O ceza günü gerçek midir? diye soruyorlar. De ki; Rabbim hakkı için, evet. O, gerçektir[55]; Gerçeği gizliyorlar.[56] Rabbinden olan gerçektir[57]; Ben kesinlikle Rabbinden olan gerçektir[58].
Üçüncüsü: Bir şeye, gerçekte olduğu şekildekine uygun biçimde inanmaktır. Falanın diriliş, sevap, ceza, cennet ve cehennem hakkındaki inancı haktır, sözümüz gibi. Yüce Allah buyurur: Bu arada Allah, iman edenleri, anlaşmazlığa düştükleri gerçeğe iletti[59].
Dördüncüsü: Gerektiği yerde, gerektiği kadar, gerektiği zaman ortaya konan fiil/hareket ve söze de hak adı verilir. Senin yaptığın haktır ve sözün haktır, denmesi gibi. Yüce Allah buyurur: Böylece Rabbininni sözü gerçekleşmiş oldu[60]; Cehennemi, mutlaka tamamen dolduracağım, sözü hak olmuştur[61]; Eğer gerçek onların keyfi arzularına uysaydı[62].
Buradaki hak kavramından bizzat Yüce Allah'ın kastedilmiş olması da, hikmet gereği ortaya konan hüküm anlamında kullanılmış olması da doğrudur. Yani: Onun hak olduğunu tespit ettim veya onun hak olduğuna
hükmettim. Yüce Allah'ın: Amaç, gerçeği yüceltmek...[63] sözü de bu anlamdadır.
İhkak-ı hak/Hakkın gerçekleştirilmesi iki şekilde olur:
Birisi: Delilleri ve ayetleri ortaya koymaktır. Yüce Allah'ın: Eğer bunlar sizden uzak durmaz, size barış teklifi getirerek savaştan el çekmezlerse onları yakalayınız ve nerede bulursanız öldürünüz; onlara karşı size apaçık bir yetki verdik,[64] buyurması gibi; yani: Güçlü/sağlam bir delil.
ikincisi: Şerîatı tamamlamak ve onu herkese yaymaktır. Yüce Allah'ın: Halbuki zalimler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır[65]; Müşriklerin hoşuna gitmese de, kendi dinini diğer bütün dinlere karşı üstün getirmek üzere peygamberini doğru yol ve gerçek din ile gönderen O'dur[66] sözleri gibi.
Gerçekleşecek olana yemin olsun; Gerçekleşecek Olanın ne olduğunu bilir misin?[67] sözü ise, kıyamete işarettir.
Bunu: İnsanların alemlerin Rabbinin huzurunda durdukları gün[68] sözü ile açıkladığı gibi; çünkü: Orada ceza gerçek olur. deyimi, hak konusunda ondan davacı oldum ve onu mağlup ettim, demektir.
Hz. Ömer der ki: Kadınlar, nassu'l-hikâk'a/buluğ çağına erdiklerinde asabesİ daha yetkili olurlar:[69]
Küçük işlerde büyük kavgalar çıkaran adam demektir. Bu kelime, hem vacip hem kaçınılmaz hem de caiz anlamında kullanılır. Zira inananlara yardım etmek bizim üzerimize hak olmuştur[70]; Mü'minleri kurtarmak da böylece üzerimize hak olmuştur[71]; Benim üzerimde bir haktır ki, Allah hakkında hakkın dışında bir şey söylemeyeyim[72].
Deniyor ki: Manası: Uygundur. şeklinde de okunmuştur. Anlamı: Vaciptir, denmiştir, Kocaları, onları geri almakta öncelik hakkına sahiptirler[73] sözü bu anlamdadır.
bazen sebatı ve varlığı olan şeyler için kullanılır.
Peygamberin (sav) , Hâris'e; Her hakkın bir hakikati vardır; imanının hakikati nedir?[74] sözü gibi. Yani: İddia ettiğinin hak olduğunu haber veren nedir?
Yani: Koruması gerekenleri korur. Bu kavram, daha önce geçtiği gibi, bazen inançla ilgili olarak da kullanılır. Bazen de amelde ve sözde kullanıldığına rastlanır, /Falanın fiilinin hakikati vardır; yani: Yaptığında riyakar değildir.
Falanın sözünün bir hakikati vardır; yani: Ne çok ucuzlatan ne de çok pahalıya satan biridir. Bunun zıddı olarak kavramları kullanılır. Bu açıdan, dünya batıl, ahiret ise, hakikattir, denmiştir; böylece birinin geçici, diğerinin kalıcı olduğuna dikkat çekilmiştir. Fakihler ve Kelamcıların literatüründe söz konusu edilen hakikat ise, kelimenin dil yönünden asıl anlamında kullanılmış olmasıdır. Devenin olanı, yük vurulmasını hakkedenidir. Bunun dişisine ise, denir; çoğulu, dır. Bu bağlamda denir ki; Dişi deve, yükünü taşıma zamanını doldurdu, anlamına gelir.
Yüce Allah buyurur: Orada sonsuza dek kalacaklardır[75] deniyor ki: Buradaki kelimesi, uzun zaman demek olan 'un çoğuludur. de seksen yıldır; çoğulu 'dır. Doğrusu 'nin belirsiz bir zaman dilimi olduğudur, da, heybeyi binekte olanın arkasına bağlamaktır. Bu fiil, ve şeklinde de kullanılır. Devenin, kamışının kılıfına girmesinden dolayı, ufak suyunu dökerken zorlanmasıdır. ise, bir yaban merkebidir. Bu ismi almasının nedeni kasıklarının inceliğidir; başka bir görüşe göre, kasıklarının beyazlığıdır. Dişisi ise, 'dır.
Yüce Allah buyurur: Ahkaf bölgesindeki kavmini uyarmış[76]; ayette geçen, eğimli biçimde kıvrılarak uzayıp giden kum demek olan 'nün çoğuludur. kumluk bölgede yaşayan ceylan demektir. bir kum tepeciği gibi kıvrılıp duran şey demektir. Şair der ki:
Hilâlin Semavesi kıvrılıp gidene kadar.[77]
Hakemenin aslı bir şeyi ıslah etmek için bir tür alıkoymak/engellemektir. Bunun için gem hayvanın hakemesi diye adlandırılmıştır. ve hayvanı yular ile kontrol ettim denmektedir. hayvana bir yular takmayı
ifade eder. aynı şekilde: denmektedir. Şair der ki:
Ey Benî Hanîfe ayak takımınızı kontrol ediniz.
Yüce Allah buyurur: O Allah ki, her şey yaratılışını güzel yaptı[78]; Allah, şeytanın körüklediği bu arzuları her defasında gidererek arkasından ayetlerini pekiştirdi. Allah heşeyi en iyi bilen ve en uygun yapandır. [79]Bİr şey hakkında hükmetmek, onun belirli bir şekilde olduğuna veya olmadığına karar vermektir. Bu karar başkasını bağlasa da olur bağlamasa da Yüce Allah buyurur: İnsanlar arasında hüküm verirken adalete uygun hüküm vermenizi emreder[80] içinizden iki adil kişinin vurulan av hayvanının dengi olduğuna karar verecekleri bir kurbanlığı ...[81] . Şair der ki:
Küçük bir suya varmak için hızlı bir şekilde koşuşturan güvercinlere bakan kabile kızlarının hükmü gibi hükmet[82]
ise, az su demektir. Deniyor ki, bunun manası: Bilge ol, demektir.
Yüce Allah buyurur: Yoksa cahiliyenin hükmünü mü arıyorlar? Kesin inançlılara göre Allah'ın düzeninden/Allah'ın verdiği hükümden daha iyisi düşünülebilir mi hiç?[83]. Onun için, insanlar arasında hüküm verenlere de hakim ve hükkâm denmektedir. Yüce Allah buyurur: Hakimlere peşkeş çekmeyin[84]
Hakem ise, hüküm konusunda uzman olandır. Bu kavram, anlamca daha etkilidir. Yüce Allah buyurur: Ben O'nun dışında bir hakeme mi başvurayım?[85]; Onlara biri erkeğin ve öbürü kadının akrabası olan iki hakem gönderiniz[86]
Son ayette: demiş fakat dememiştir. Böylece her iki hakemin tasıması gereken şartın hükmü üstüne almaları ve bunun gereğini tekrar onlara detaylarda müracaat etmeden bir çözüm Önerebileceklerine dikkat çekilmiştir. Hakem kavramı, hem bir kişi, hem de çok insan için kullanılır. Hâkime/hakeme başvurduk İfadesi de bundandır. Yüce Allah buyurur: Bunlar Tağutun hakemliğine başvurmak istiyorlar[87].
falanı hakem seçtim demektir. Yüce Allah buyurur: Onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda senin hakemliğine başvurmadıkça ...[88].
Batıl ile hükmetti dendiğinde bunun anlamı, batılı, hükmün yerine geçirdi demek olur. Hikmet ise, ilim ve akılla hakka isabet etmektir. Yüce Allah'ın hikmeti ise, Û'nun tarafından hikmet eşyayı bilmesi ve onları gayet sağlam bir şekilde yaratmasıdır. İnsanın hikmeti ise, varlıkları tanımak ve hayırlı işleri yapmaktır. İşte Hz. Lokmanın kendisi ile nitelendiği vasıf da budur.
Yüce Allah buyurur: Andolsun ki, biz, Lokman'a hikmet verdik[89] böylece kendisinin nitelendiği sıfatların hepsine dikkat çekmiş olmaktadır. Demek ki, Yüce Allah hakkında kullanılan: O Hakimdir cümlesinin anlamı, bir başka varlığın bu şekilde vasıflanmasından farklıdır. Bu açıdan Yüce Allah buyurmuştur ki: Allah hükmedenlerin en güzel hükmedeni değil midir?[90].
Kur’an'in hikmetle nitelendirilmesi onu içerme sindendir. Elif, Lam, Ra. İşte bunlar o hikmet dolu Kitab'ın ayetleridir[91] ayeti gibi. Bu açıdan Yüce Allah buyurur:
Onlara bu tutumlarından vazgeçmelerini sağlayacak haberler geldi. Bu haberler son derece anlamlı ve etkilidir [92]denmiştir.
Deniyor ki: Hakimin manası muhkem demektir. Bu da: Ayetleri sağlamlaştırılmış ...[93] ayeti gibidir. Her ikisi de doğrudur. Çünkü O hem muhkem hem de hikmetleri dile getirendir, dolayısıyla içinde her iki mana da birlikte vardır. Hüküm, hikmetten daha geneldir. Onun için her hikmet bir hükümdür, fakat her hüküm bir hikmet değildir; çünkü hüküm bir şeyi ölçü alarak başka bir şey hakkında karar vermektir. Şu, şöyledir veya şu, şöyle değildir demek gibi.
Peygamber buyurmuştur ki: Şiirin içinde hikmet olan da vardır.[94] yani, bu doğru bir Önermedir. Bu Lebid'in şu sözüne benzemektedir:
Rabbimizden sakınmak en hayırlı iştir.[95]
Yüce Allah buyurur: Ona daha çocukken bilgelik verdik[96].
Peygamber buyurur ki: Susmak hükümdür, fakat onu yapan azdır.[97] Burada kullanılan hüküm kavramı, hikmet anlamındadır. Kendilerine kitabı ve hikmeti öğretiyor[98]. Yüce Allah buyurur: Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın[99] deniyor ki: Bu, Kur'ân'in tefsiridir ve Kur'ân'ın dikkat çektiği şeylerdir. Allah dilediği hükmü verir.
[100]yani: Dilediğini hikmetle yapar. Bu da, kullar için Allah'ın yaptıklarına razı olmaya bir teşviktir.
İbni Abbas:...Allah'ın ayetlerini ve hikmeti ..[101]. ayetin yorumunda der ki: Burada söz konusu olan, Kur'ân ilmidir; O'nun nâsihİ, muhkemi ve müteşabihidir. İbni Zeyd der ki: Bu onun ayetlerinin ve hikmetlerinin ilmidir. Süddî der ki: Bu, nübüvvettir. Kur'ân'ın hakikatlerini anlamaktır, diyenler de olmuştur. Bu, onun peygamberlerden Ulu'l-azm olanlarına mahsus kısmına işarettir. Bu konuda diğer peygamberler onlara tâbidir.
Yüce Allah buyurur: Gerek İslâm'a bağlı peygamberler ...Yahudiler arasında buna göre hüküm verirler[102]. İşte peygamberlere mahsus olan hikmet veya hüküm budur. Yüce Allah buyurur: Bu Kitab'ın bir kısım ayetleri kesin anlamlı (muhkem)dir, bunlar onun özünü oluştururlar. Diğer kısmı da birden çok anlamlı (müteşabih)tir[103] muhkem ise, lafız yönünden herhangi bir şüphe taşımayan ve manası da apaçık olan kısımdır.
Müteşabih kendi içinde birkaç çeşittir. İnşallah yeri gelince kaydedilecektir.
Hadiste: Cennet muhakkimler içindir, buyurulmuştur.[104] Deniyor ki, bunlar müslüman kaldıklarında öldürülecek, dinlerinden döndüklerinde ise serbest bırakılacakken ölümü tercih edenlerdir.[105] Bunlar hikmet konusunda uzmanlaşmış kişilerdir diyenler de vardır.
kelimesini aslı, düğümü çözmektir. Yüce Allah buyurur: Dilimin düğümünü çöz[106]. indim demektir, Bunun aslı inerken yüklerin indirilmesinden alınmıştır. Sonra salt anlamda iniş için de kullanılmıştır. Bu açıdan:
bir şekilde indi ve başkası onu indirdi denmiştir.
Yüce Allah buyurur: belâlar yurtlarının yakınına iner[107]; Milletlerini helak yurduna sürükleyenleri görmüyor musun?[108]. Borcun, ödeme zamanı geldi, demektir. ise, bir yere inmiş olan topluluktur. deyimi de bunun gibidir.
ise, oturulan yerdir. Düğümün çözülmesinden istiare yoluyla deyimi türetilmiştir. Yüce Allah buyurur: Allah'ın size bağışladığı helal ve temiz nimetlerden yiyin[109]; helaldir, şu da haramdır[110].
koyunun memesine sütün inmesi deyimi de 'dendir. Yüce Allah buyurur: Kurban, yerine varıncaya kadar[111]. Yüce Allah, şunu helal kılmıştır deyimi de bundandır. Yüce Allah buyurur: hayvanlar size helâl kılındı[112]; Peygamber! Mehirlehni verdiğin eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak verdiği cariyelerini, seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, almanı helal kılmışızdır[113].
Eşlerin helal kılınması o anda gerçekleşmiştir. Çünkü onlar onunla birliktedir. Amca kızları ve ondan sonra sayılanlar ise kendileri ile evlenilmesi helal kılınanlar arasındadır.
ve deyimleri kişinin ihramdan çıkışını yada harem bölgesi dışına çıkmasını anlatır. Yüce Allah buyurur: İhramdan çıkınca avlanabilirsiniz[114]; şehirde dilediğini yapabilirsin[115]; yani: Sana helaldir.
Yüce Allah buyurur: A//aft i'/ze yeminlerinizi kefaretle geri almanızı helal kılmıştır[116] yani: Yeminlerinizin kefaret yoluyla nasıl çözüleceğini açıklamıştır.
Rivayette: adamın üç evladı öldüğü halde ona ateş dokunmaz yeminin helal kıldıkları hariç,[117] yani: İnşallah Teala denecek zaman kadar. Şairin şu sözü de bu anlamdadır:
Sanki, yere basmaları tahlil/anlıktırr .[118]
Yani: Onların koşmaları süratlidir; hızlarından toynakları, kişinin inşallah diyeceği bir anlık bir zaman kadardan daha fazla yere değmez.
ise, zevc/kocadır. Bu,, ya her birinin diğeri için eteğini çıkarabildiğin-dendir, ya onunla beraber yaşamasmdandır yada birbirine helal oluşlarındandır.
Onun için seninle halleşene, yani: Seninle beraber yaşayana adı verilir. de, zevce/hanımdır; çoğulu, Yüce Allah buyurur: Öz oğullarınızın helalleri/eşleri ile ...[119]. Fistan ve abadır.
ise, insanda ufak suyun/bevlin aktığı kanala denir; çünkü, herhangi bir boğumu/düğümü yoktur.
sözcüğü, topluluk arasındaki sözleşmedir. ise, karşılıklı sözleşmedir. Sözleşme ile yapılana bağlılık göstermek için de kullanılır, deyimleri sözüne sadık, sözünün arkasında olan kişiyi anlatır. 'in çoğuludur. ŞairZüheyr der ki:
Siz, sözleşme yapanlara sonradan yetiştiniz; tahtı devrilmeye yüz tuttuğunda.[120]
Yani: İşlerinin yolunda gitmesi sona erecekken. Kişinin arşı ise, işlerinin bel kemiğini oluşturan şeydir.
aslı, insanların birbirinden sözün doğruluğuna ilişkin aldıklar yemindir. Ayrıca, her tür yemin için de kullanılır. Yüce Allah buyurur: Çokça yemin eden, görüş ve analizde yüzeysel bakan kimseye uyma[121]; yani: Çokça yemin eden.
Yine buyurur ki: Onlar söylemediler diye Allah adına yemin ederler[122]; Onlar sizden olmadıkları halde, sizden olduklarına Allah adına yemin ederler,[123]; Sizi razı etmek için Allah'a yemin ederler[124].
İnsanı yemine sürükleyen şey demektir. deyimi, siyah-kırmızi karışımı mı yoksa sarı-kırmızı karışımı mı olduğunda şüphe edildiğini; biri onun siyah-kırmızı karışımı olduğuna yemin ederken, diğerinin sarı-kırmızı karışımı olduğuna yemin ettiğini anlatır.
Her birinin diğerine yemin etmesidir. Ayrıca salt anlamda her tür bağlılık için de kullanılır. Bu açıdan bir kişinin anlaşmalısına denir.
Peygamber (sav): antlaşması yoktur, buyurmuştur.[125]
İslam'da hiçbir hilf/özel dostluk
Falan adam dır demek, dili keskin/sivridir; söze başlar, dur durak demeden devam eder. Aynı anlamda /fesahatin dostu denir.
kelimesi bildiğimiz boğazdır. boğazını kesti demektir. Saçın kesilmesi ve kısaltılması için de kullanılır. Saçını tıraş etti denmesi bundandır. Yüce Allah buyurur: Başlarınızı tıraş etmeyin[126];
Başlarınızı tıraş etmiş ve saçlarınız kısaltılmış olarak[127]. Tıraş edilmiş baş ve tıraş edilmiş sakal deyimleri de bu köktendir.
deyimi, bir insana beddua edildiğinde söylenir.[128] Yani: Sen Öyle bir belaya uğrayasm ki, kadınlar senin için saçlarını kessinler. Bu sözün anlamı: Allah senin gırtlağını kessin, demektir de denmiştir. Buna yakın bir anlamda sert-liğiyle, saçı tıraş eden sert giysilere de adı verilmiştir.
ise: Şekil olarak boğaza benzediğinden bu adı almıştır. Kimileri buna derler. Ben, 'nın saçı tıraş edenler dışında kullanıldığını bilmiyorum. Bu da 'in çoğuludur; tıpkı ve gibi. Lâm'm üstünlü okunmasıyla söylenen iiü- kelimesi güzel olmayan bir lehçedir. Görünüşü halka gibi olan develer demektir. Halkada yuvarlaklık manası da gözetilmiş ve onun için denmiştir. deyimi de, yükselirken uçuşunda daireler çizen kuş demektir.
Nefsi ve tabiatı, öfkenin heyecanına karşı kontrol etmektir, çoğulu, 'dır. Yüce Allah buyurur: Onların akılları mı bunu emreder[129]; deniyor ki: Bunun manası: akıllandır, hakikatte akıl demek
değildir. Aklın sebeplerinden biri olduğundan böyle yorumlamışlardır. Fiil olarak ve ve gibi formları vardır.
Kadının yumuşak huylu birkaç çocuk doğurmasıdır. Yüce Allah buyurur: İbrahim, gerçekten hoşgörülü, yumuşak kalpli ve kendini Allah'a adamış bir kimse idi.[130]; Biz ona yumuşak huylu bir erkek çocuk müjdeledik[131]; yani: Onda yumuşaklık, bir güç derecesine erişmiştir.
Yüce Allah'ın: Çocuklarınız ergenlik çağına girince ...[132] ayetinde geçen hulum ise, ergenlik çağı demektir. bu isimle a-nılmasının nedeni, onun sahibinin kilimle muameleye daha layık olmasıdır. uykuda görülen şeyler için kullanılır.
de gibidir de denmiştir. ve ve Rüyamda gördüm, demektir. Yüce Allah buyurur: Dediler ki; Bu gördükleriniz birtakım karmaşık, birbirinden kopuk hayallerdir.[133]
ise, büyük kenedir. Bu İsmi almasının nedeni olarak, çok sakın olduğundan yumuşak huylu kişinin hareket tarzına benzemesi gösterilmiştir. Memenin kalemesi ise, şekil olarak bu başlığın keneye benzetilmesindendir. Şair de memenin ucunu keneye benzetmiştir:
Göğsünün iki kenesini sanki kirletmişim Tozdan bîr çamurla yabancı bir yazıcı gibi.[134]
Deriye kurt düştü, Devenin kenesini çıkarmak.
Sakinleşmesi ve kontrol edilebilmesi için birini idare etmektir. Tıpkı, kenelerini çıkarmakla deveyi sakinleştirmek gibi.
kelimesi, in çoğuludur. Tıpkı, ve gibi. Yüce Allah buyurur: Ziynet eşyasından yapılmış, böğürme sesi verebilen bir buzağıyı...[135]. Fiil olarak güzelleşti demektir.
Yüce Allah buyurur: Orada ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler giyerek ...[136]; ince, yeşil ipekten ve atlastan elbiseler giydirilirler[137]. Kimileri, nin çoğulu şeklindedir, denmiştir. Yüce Allah buyurur: yetiştirilerek ... olanı mı.?[138].
Çok sıcak olan sudur. Yüce Allah buyurur: Kaynar su içirilen ...[139]; Yalnız kaynar su ve irin içerler[140]; Kâfirliklerinden dolayı onları i-çecek olarak kaynar su ve acıklı bir azap beklemektedir[141]; Başlarından aşağıya kaynar sular dökülür,[142]; Sonra, bu yemeğin üzerine kaynar su katılmış içki onlar içindir[143]; İşte böyle artık onu tatsınlar; bu, bir kaynar su ve irindir[144]. Kaynağından sıcak olarak çıkan suya w- adı verilir.
Rivayette deniyor ki: Dünya, kaynarca gibidir; uzak olanlar ona gelir; yakın olanlar ondan uzak durur.[145]
Ter de teşbih yoluyla diye adlandırılmıştır. At terledi demektir, fili. da, ya insanı terlettiğinden yada içinde sıcak su bulunduğundan hammâm adını almıştır.
Falan hamama girdi demektir, yüce Allah'ın: şimdi bizim herhangi bir şefaatçimiz yoktur; cana yakın bir dostumuz da yok[146] ve Herhangi bir dost bir dostun halini sormaz[147] ayetlerinde geçen ise, şefkatli yakın demektir. Bu kişi, yakınlarını korumak için sanki öfkelenmekte/sertleşmektedir.
İnsanın has dostlarına ise, denir. Birbirinin zıddı olarak ve kavramları kullanılır. Bu, az önce işaret edilen özelliğindendir. Bu anlamın başka bir kullanımı da, insanın yakınlarından kendine karşı şefkatli olanlarına iSiji. 'si adı verilir ki, kendisinin onlar için üzüldüğü kişiler demektir. Deyimi de, bir kişi için öfkelenmek demektir.
Bu, anlamı da olduğundan kavramının taşıdığı anlamdan daha etkilidir. Yağı eritti ve kaynar su gibi oldu, demektir. Yüce Allah'ın: Kara ve boğucu bir dumanın gölgesi altındadırlar.[148] ayetinde geçen için demesi bu fiilin formudur. Deniyor ki: Aslı, simsiyah duman demektir.
Bu adı almasının nedeni: Ne serindir ne de ferahlatıcıdır[149] ayetinde açıkladığı gibi, ya aşırı sıcak oluşundandır; yada: Onların üstlerinde ateşten gölgeler, altlarında da ateşten gölgeler vardır[150] ayetinde işaret edilen /siyahlık kelimesinin anlamı düşünüldüğündendir.
Ölüm de diye ifade edilmiştir; yani: Takdir edildi, denmesi gibi. /hummâ/sıtma. ise, ya içinde aşırı biçimde sıcaklık taşıdığından; bu anlamda Peygamber: Hummâ/Sıtma, cehennemin kaynamasındandır, buyurmuştur;[151] ya bu esnada kişi çok hamime yani: terlemeye maruz kaldığından yada himâm yani ölümün emarelerinden biri oluşundandır; çünkü, Humma/sıtma, ölümün postasıdır,[152] diye bir söz vardır; humma, ölümün kapısıdır da denmiştir.
Deve sıtmasına ise, hâ'nın ötreli okunuşuyla- denmiştir. Bu kelime, kelimesinden alınmıştır; çünkü, devenin sıtmadan kurtulduğu çok nadirdir diye bir tespit vardır. Civcivin derisi tüyden karardığında söylenir. de: Yüzü kıldan karardığını anlatır. Bu her iki deyim de kelimesindendir. Atın 'sı ise, çıkardığı sesin taklit edilmesidir. Bu konuyla ilgisi yoktur.
Yüce Allah'a hamd etmek: O'nu erdemlerinden dolayı övmektir. Bu, methetmekten daha özel, şükürden daha geneldir; çünkü: methetme, hem insanın kendi tercihi ile yaptığı konularda hem Yüce Allah tarafından kendine bahşedilenler de yapılabilmektedir. Bu açıdan bir insan sözgelimi, boyunun uzunluğu ve yüzünün güzelliğiyle methedilebilmektedir. Aynı şekilde malını hayır yolunda harcamasıyla, cömertliği ve ilmiyle de methe konu olmaktadır.
Hamd ise, ikincisinde olur ama birincisinde olmaz. Şükür ise, ancak nimet karşılığında yapılır. Buna göre, her şükür bir hamd sayılır; her hamd de bir medihtir, fakat her medih, hamd değildir. Bir kişi övüldüğünde: denir.
Bir kişinin övülecek özellikleri çok olduğunda söylenir. Övgüye layık görülünce denir. Övgüye layık görülünce denir. Yüce Allah buyurur: Hiç kuşkusuz O, Övgüye ve yüceltilmeye lâyıktır[153] ayetinde geçen hem övülen hem de öven anlamında olması doğrudur.
deyimi, senin en güzel hedefin şu işi yapmandır, anlamına gelir. Yüce Allah buyurur: Benden sonra gelecek adı Ahmed olan bir peygamberi de müjdeleyici olarak ...[154].
Buna göre Ahmed: Hem ismi hem de fiiliyle Peygambere (sav) işarettir. Böylece, onun, nasıl adı ahmed olarak bulunmuşsa, ahlakı ve davranışlarıyla da mahmud/övüien olduğuna dikkat çekilmiştir.
Hz. İsa'nın kendisinin geleceğini müjdelediği ifadede özellikle Ahmed isminin kullanılmış olması, O'nun kendisinden ve kendisinden öncekilerden daha övgüye layık olduğuna dikkat çekmek içindir. Yüce Allah'ın: Muhammed Allah'ın elçisidir[155] ayetinde geçen Muhammed,-bir açıdan kendisinin özel bir ismi olmakla beraber- övülen manasındadır, Bu ifadeyle, Onun bu sıfatla nitelendiği ve manasının kendisinde somutlaştığına işaret vardır. Bu tıpkı, Yüce Allah'ın Biz sana adı Yahya olan bir oğul müjdeliyoruz[156] ayetinde söz konusu olup inşallah ilerde gelecek olan Yahya isminin aynı zamanda hayat manası taşıması gibidir.
Bildiğimiz bir hayvan olan eşektir; çoğulu, Yüce Allah buyurur: Atları, katırları ve merkepleri..[157]. Bazen cahil insan da bu kavramla ifade edilir. Yüce Allah buyurur: Sırtında koliler dolusu kitap taşıyan merkep gibidir[158]; Onlar, .sanki, ürkütülmüş yaban merkepleridir[159].
Bir haşeredir. Üzerinde peynirin kurutulduğu iki taştır. Bu şekil açısından benzetilmiştir, aptallığı, eşeğin aptallığına benzeyen at bozması/katır demektir.
renklerden biri olan kırmızı demektir. Renklerinin geneli esas alınarak Acemlere ve Araplara: Kızıllar ve Siyahlar denmiştir.[160] Kimi zaman da denir.[161] sözcüğü: Kırmızı renkleri baz alınarak söylenmiş olup et ve içki demektir.[162] Kızıl ölüm de, aslı, kan aktığından gerçekleşen ölüm manasına gelir. Kızıl yıl, kıtlık demektir; kıtlık yılında havaya bir kızıllık çöktüğünden böyle denmiştir.
Iında havaya bir kızıllık çöktüğünden böyle denmiştir. Sıcaklığın kızıllığı: Aşırı sıcaklıktır. Yeni sergi/halı demektir. ise, eskimiş sergidir.
pek çok şeyde göz önünde bulundurulan tek bir manaya gelir.
formunda lafızları arasında bir eşitlik vardır; fakat birçok mastarları arasında farklar vardır. Sırta yüklenen şeyler gibi, zahirde/açıktan yüklenen ağırlıklara adı verilmiştir. Kadının karnındaki çocuk, ve hamilelik haline benzetilerek, buluttaki su ve ağaçtaki meyve de bu isimle anılmıştır.
Batında/içerden yüklenen ağırlıklara ise, adı verilmektedir. Yüce Allah buyurur: Eğer günah yükü ağır bir kimse, yükünün sırtından alınmasını istese, en yakım bile yükünün en küçük bölümünü kendi sırtına almaz[163].
Bu anlamda, ağırlık, mektup, günah yüklendim denir. Yüce Allah buyurur: Hem kendi günah yüklerini ve hem de bu yüklerin yanında başka birçok günah yüklerini taşıyacaklar[164]; Üyra onların, mü'rninlerin omuzlarındaki hiçbir günahı yüklenmeleri söz konusu değildir[165]; Bir de kendilerine binek hayvanı sağlayasın diye sana başvurduklarında: Size binek hayvanı bulamıyorum, deyince ...[166]; Kıyamet gününde günahlarını eksiksiz yüklensinler diye...[167] Kendilerine Tevrat yüklenildiği halde, onu yüklenmeyenler, sırtında koliler dolusu kitap taşıyan merkep gibidir[168]; yani: Taşımakla yükümlü kılıp, yani: Hakkını vermekten sorumlu tutulup onu taşımayanlar.
Yük yüklemek ve yükü yüklenmek anlamında denmektedir. Yüce Allah buyurur: Akan sel, yüzeyinde köpük taşır[169]; Sular kabarınca biz sizi akıp giden (gemide) taşıdık[170]; Eğer bu çağrıya yüz çevirirseniz, biliniz ki, Peygamber kendi görevinden sorumlu olduğu gibi, siz de kendi görevinizden sorumlusunuz[171].
Ey Rabbimiz, eğer unutacak ya da yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz, bizden öncekilere yüklemiş olduğun gibi bize de ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükü taşıtma[172];
Onu çivilerle tutturulmuş tahtalardan yapılan bir gemiye bindirdik[173]; Ey Nuh île beraber gemiye bindirdiklerimizin soyundan gelenler! Hiç şüphesiz Nuh, şükür görevini yerine getiren bir kuldu.[174]; Yer ve dağlar yerlerinden kaldırılıp her ikisi de dümdüz hale getirildiği zaman[175].
Kadın hamile kaldı demektir. Aynı şekilde ağaç için de söylenir. Her ikisini yüklendiğine/taşıdığına ve adı verilir. Yüce Allah buyurur: Yükü olanların bekleme süresi ise, yüklerini indirmeleridir[176]; Allah'ın bilgisi dışında hiçbir dişi yük yüklenmez/hamile kalmaz ve indirmez/doğum yapmaz[177]; Eşini kucaklayıp sarınca, hafif bir yük yüklendi, Onu bir süre taşıdı[178]; Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Onun hamilelik süresi ve sütten kesilişi otuz aydır[179].
Bunda asıl olan, sırtta taşman yüktür. Bu nedenle hamilelik için kullanılması bir istiaredir. Nitekim hamile kalan deve için: denmektedir.
kavramının ash, devenin sırtına yüklenen yüktür. Deniyor ki: binek hayvanına denir; tıpkı ve gibi.
ise, taşıdığı şeydir. de, yüklenilen şey demektir. Özellikle kuzuya, yürüyemediği için taşındığından veya annesinin onu taşıdığı zamanın yakın olması (yeni doğmuş olması) hasebiyle denmiştir; çoğulu ise, ve 'dır.
Bulutlar da ona benzetilmiştir. Yüce Allah buyurur: Yükünü yüklenenlere[180].
de çok suyu olan buluta denir; suyu taşıdığından bu adı almıştır. Selin taşıdığı şeydir. Yabancı da sele benzetilerek, bir karındaki çocuk da bu ismi alır.
Kefil demektir; üzerinde hak bulunan kişi ile beraber hakkın sorumluluğunu taşıdığından bu adı almıştır.
Soyu belli olmayana denir.
Odun hamalı olarak[181]; bu ifade, insanların arasını bozmak için laf dolaştırmaktan kinayedir. Sözgelimi, falan yaş odun taşıyor deyimi, kötülük maksadıyla laf taşıyor demektir.
Ateş ve Güneş gibi kızgın cevherlerden ve canlıların bedenlerindekİ sıcak kuvved&n doğan sıcaklık demektir. Yüce Allah buyurur:...kaynamış bir su pınarında ...[182]; yani: Sımsıcak.[183] Bu kelime diye de okunmuştur.[184] Yüce Allah buyurur: O gün biriktirdikleri altın ve gümüşler cehennem ateşinde kızdırılır[185].
Gün kızıştı. Demiri kızdırdıkça kızdırdım. Fincanın keskinliği ve sıcaklığıdır. Kuvve-i gadabiyenin coşma ve çoğalması hali de diye ifade edilmiştir. Bu açıdan denir ki, falana kızdım, demektir. Yüce Allah buyurur: Cahiliyenin Öfke ve gayretini koymuşlardı[186]. Bundan /yeri korumak deyimi de istiare olarak alınmıştır.
Rivayette deniyor ki: Allah'a ve Rasulüne hamiyet dışından hiçbir hamiyet yoktur;[187]
Burnumu bir güzel korudum ve hastayı kendine zarar verecek yiyecekten korudum da denir. Yüce Allah buyurur: Hâmiy hakkında size bir emir vermemiştir[188] ayetinde geçen kavramı, on batın boyunca yük memiştir [189]ayetinde geçen kavramı, on batın boyunca yük taşıdıktan sonra Arapların /sırtını kurtardı deyip artık binmedikleri damızlık erkek devedir.
Kadının kocası tarafından olan akrabasıdır. Çünkü onlar kendisinin hamileridir. İfade olarak, ve şeklinde söylenir. Bazı lehçelerde hemzeli okunup denmiştir; gibi. ve Kokmuş siyah bir çamurdur. Yüce Allah buyurur: Gerçekten biz insanı kara çamurdan oluşmuş kuru balçıktan yarattık[190].
Kuyunun kokmuş siyah çamurunu çıkardım. ise, Kuyuya bu çamurdan attım demektir. Bir kıraatte Sonunda güneşin battığı yere varınca güneşi, çamurlu bir su pınarında batarken buldu[191] şeklinde okunmuştur: Yani: Çamurlu kaynak.
Şefkatle yoğrulan arzudur. Kadın ve dişi deve yavrusu için denir. Bazen bununla beraber bir ses de olur. Bu nedenle, arzu ve şefkati gösteren sese veya onun şeklinde düşünülene adı verilir. kütüğün inlemesi, şefkatli bir rüzgar, gerilirken vınlayan ok deyimi de bu köktendir.
Yani: Ne semiz bir dişi devesi ne de semiz bir koyunu var. Her ikisinin de böyle nitelendirilmesi sesleri baz alınmasındandır. Kavramında şefkat manası olduğunda şefkat de merhametten ayrı düşünülmediğinden Yüce Allah'ın: Yine ona tarafımızdan sevecenlik ...[192] gibi ayet-lerdeki rahmet bu kelime ile ifade edilmiştir. Yüce Allah'ın bir sıfatı olarak da bu köktendir.
deyimi de, şefkat üstüne şefkat demektir. İkili kalıpta verilmesi, deyiminde olduğu gibidir. Yüce Allah size birçok yerde yardım ettiği gibi Huneyn Günü de ..[193].ifadesi ise, bilinen bir yere nispet yapılarak tespit edilen bir isimdir.
Yüce Allah buyurur: Büyük günahı (Allah'a ortak koşmaya) işlemekte ısrar ediyorlardı[194]; yani: Günaha sokan suç. Bu nedenle yemin-i gamusa denmiştir. Yemininin gereğini yapmayanın durumunu anlatmak için fiili kullanılır.
Ergenlik de insan, önceleri sorumlu değilken, ondan itibaren yaptığından sorumlu tutulduğundan kavramı ile ifade edilip /falan hinse ulaştı, denir. ise, kendinden suçu/günahı uzaklaştıran kişi demektir; kavramları gibi.
Yüce Allah buyurur: Onları yüreklerin hançereye geleceği, tasadan yutkunacakları yaklaşan kıyamet günü ile uyar[195]; Yürekler hançerelere gelmişti[196] ayetlerinde geçen kelimesi, kavramının çoğuludur. Bu da yutağın başının dıştan görünüşüdür.
Yüce Allah buyurur: Az sonra önlerine kızarmış bir buzağı getirmişti[197]; yani: İki taş arasında pişen buzağı çevirme. Böyle yapılmasının nedeni, içinde bulunan yapışkanlığının gitmesini sağlamaktır. Bu, deyiminden alınmıştır ki, ata bir iki tur attırdıktan sonra üzerine örtü atıp terlemesini sağlamak demektir. Bunu yapana ve denir. Güneş bizi pişirdi. Kelime az bir suyun çıkmasını anlattığından içki içirdiğinde yap denir ki, kattığın suyu azalt demektir; terden ve pişen etten çıkan su gibi.
Şaşkınlıktan kurtulmak için istikamete meyletmektir. ise, istikametten şaşkınlığa meyletmektir. ise, bu yönde bir eğilim gösteren metten şaşkınlığa meyletmektir, ise, bu yönde bir eğilim gösteren kişidir. Yüce Allah buyurur: Allah'ın buyruğuna titizlikle uyan, tek Allah'a inanmış bir önderdi[198]; O dosdoğru bir Müslüman'dı[199]; çoğulu «uİ'dır. Yüce Allah buyurur: Yalan sözden kaçınınız. Allah'ın birliğini onaylayan kimseler olunuz[200].
Bir kişinin istikamet yolunu araştırmasını anlatır. Araplar, her hac yapana veya sünnet olana, Hz. İbrahim'in Dîni üzerine olduğuna dikkat çekmek i-çin, adını vermişlerdir, ise, ayağında eğrilik bulunan kişidir. Deniyor ki:
Hayır/bereket ummak kastiyle böyle denmiştir. Kimisi de: Salt meyil anlamında bir istiare olduğunu söylemiştir.
kelimesi, çiğnemek anlamına gelir. Bu fiil, hem insan hem de hayvan i-çin kullanılır. Karganın gagasına da denmiştir; çünkü, bu gaga karga için insanın çiğneme aleti/çenesi gibidir. Karganın ve kadar siyah diye bir deyim vardır; karganın haneki, onun gagasıdir; haleti ise, tüyünün siyahlığıdır. Yüce Allah buyurur: Onun soyunu, pek az bir bölümü dışında, avucumun içine alıp mahvederim[201]; bu ifade, Hayvanın çenesini yular ve gem ile bağladım deyiminde alınmış olabilir. Bu durumda anlamı: Ben falanı bağlayacak ve gemleyeceğim, sözü gibi olur.
Aynı zamanda Çekirge çenesini yere dayadı; yedi, bitirdi, deyiminden de alınmış olabilir. O zaman da manası: Ben çekirgenin yeri istila etmesi gibi istila edeceğim, şeklinde olur. deyimi, ve vb tecrübede kullanılan deyimler gibidir. [Zaman, şartlar, sıkıntılar, acılar kişiyi olgunlaştırdı, eğitti, dayanıklı kıldı manasını taşırlar.]
Günahtır. Yüce Allah buyurur: Çünkü bu büyük bir günahtır[202], ise, bu fiilin mastarıdır.
Rivayette: Ümmü Eyyûb'u boşamak hûb/günahtır denmiştir.[203] Bu boşanmanın aynı isimle anılmasının nedeni yapanın bundan sakındırılmış olmasıdır. Bu sözünden alınmıştır. Aslı ise, develeri azarlamak için söylenen dır.
deyimi, falan şu işten günahkar olmaktadır, manasına gelir.
deyimi, Allah onu miskin ve muhtaç kıldı, demektir. Gerçek anlamı ise, kişiyi günah işlemeye zorlayan ihtiyaçtır. deyimi de bu anlamdadır: Falan kötü bir ihtiyaç içinde geceyi geçirdi. deniyor ki: Nefistir. Gerçek anlamı ise, günah işleyen nefis demektir. Bu da, Yüce Allah'ın: Çünkü nefis, ısrarla kötülüğü emreder[204] ayetinde tanımladığı nefistir.
Yüce Allah buyurur: Balıklarını unuttular[205]; Balık onu yuttu[206]; ayetlerinde geçen büyük balıktır, Çünkü cumartesi günleri balıklan onlara akın akın geliyordu[207].
Balığın aldattığı gibi aldattı, deyimi de bu köktendir.
Yüce Allah buyurur: İşte bu senin öförfen öeri kaçtığın şeydir[208]; yani: Bu karşılaşmak kaçtığın ve kendisinden nefret ettiğin şeydir.
İki cümle arasında yer alan ve önceki cümlenin sonrakisi ile açıklandığını anlatan bir kelimedir.
Yüce Allah'ın: Nerede olursanız olun[209]; Nereden yola çıkmış olursan ol[210] ayetlerinde olduğu gibi.
Develeri sevk eden çoban/sürücünün, devenin iki ayağını adım adım izlemesi halini anlatır; yani, sürücünün, onun yakından takip edip onu hızlı yürümeye zorlamasıdır. denir ki, sert bîr şekilde yürüttü demektir. Yüce
Allah'ın: Şeytan onları istila etmiş[211] sözü, onları kontrolüne alarak İstediği yöne sevk etti, anlamına gelir. Yada Erkek merkep dişi merkebin üzerine çıktı; yani: İki arka ayağının üzerine kalkıp ön ayaklarıyla dişisinin her iki yanını kavradı.
de denir. Kurala uygun olan da budur. İstiare şeklinde kullanılması ise, Şeytan onu oturttu ve ona bindi cümlesi gibidir. de, bir şeyde eli çabuk ve usta olan demektir ki; bu sevk etmek demek olan kavramından alınmıştır.
Bizzat veya düşünce yönünden tereddüt etmektir. Yüce Allah'ın: Asla dönmeyeceğini sanmıştı[212] sözü, asla diriltilmeyecek, demektir. Bu da Yüce Allah'ın: İnkar edenler, diriltilmeyeceklerini ileri sürdüler. De ki: Hayır, Rabbime And olsun ki, mutlaka diriltileceksiniz[213] sözü gibidir.
Su kuyuda dolaştı, İşinde şaşkınlığa düştü, demektir, makaranın etrafında döndüğü çubuğa da denir. Bu açıdan: /Saniyelerin yürüyüşü bitmez bir yolculuktur, denmiştir. Buradaki kelimesi 'nin çoğuludur. Saniye de su taşımak için kullanılan dişi deve veya sığırdır.
ise, kulağın dış görüşünü oluşturan kepçesidir. Suyun toplandığı yerdeki dolanmasına benzetme yapılmıştır; çünkü, kulakta sesin, suyun toplandığı yer gibi toplandığı düşünülmüştür. Yani: Topluluk, gittikçe geriye doğru gidiyor.
Peygamberin: 'den Allah'a sığınırım, sözü ise: Bir işte ilerledikten sonra başa dönmek yada bir şeyi arttırdıktan sonra azaltarak başa dönmek, demektir. Bu anlamda: denir.
Sözde karşılıklı konuşmadır, de bu anlamdadır. Yüce Allah buyurur ki: karşılıklı konuşmanızı dinleyendir[214]. Kendisiyle konuştum fakat bana bir veya yada vermedi; yani: Cevap. de: Yani: Kendine dönen bir akılla yaşamıyor, demektir.
Yüce Allah'ın: O kadınlar ceylan gözlüdürler ve çadırlarının dışına hiç çıkmazlar[215]; Onlara iri gözlü huriler sunulur[216] ayetinde geçen ise, ve çoğuludur. de; deniyor ki: Gözdeki siyahın içinden küçük beyazlığın iyice gözükmesidir. da bu anlama gelir. Bu, gözün güzelliğinin en mükemmel şeklidir.
Bir şeyi beyazlaştırmak ve yuvarlaklaştırmaktır. deyimi de bundandır, Hz. İsa'nın yardımcılarıdır. Kimisi, onların boyacı oldukları, kimisi ise, avcı olduklarını söylemiştir. Bazı alimler de: Havariler adını almalarının nedeni, Yüce Allah'ın: Ey Peygamberin ev halkı şüphesiz Allah sizden pisliği giderip sizi tertemiz yapmak ister[217] ayetinde işaret edilen Dîn ve İlmi dile getirmekle insanların gönüllerini temizlemeleridir.
Müellif der ki: Onların boyacı olduklarını söylenmesi, temsil ve teşbih bağ-lamındadır. İnsanların geneli arasında el üstünde tutulan mesleki gerçekleri bilme konusunda uzmanlaşmamış kişiler için bu sıfat düşülür.
Müellif der ki: Havarilere, avcılar denmesinin nedeni, insanların nefislerini şaşkınlık İçinde avlamaları ve onları hakka götürmeleridir.
Peygamber buyurur ki: Zübeyr, halamın oğlu ve hava-rimdir. Yine buyurur ki: Her peygamberin bir havarisi
vardır; benim havarim de Zübeyr'dir. Bu, onların yardımcı olmaları özellikleri a-çısmdan bir benzetmedir; zira şöyle söylemişti:
Allah yolunda benim yardımcılarım kimdir?, dediğinde, Havarilerin: Allah yolunun yardımcıları biziz, demeleri gibi[218].
Bir şeye /ihtiyaç duymak; sevdiği halde ondan yoksun olmaktır. Çoğulu, 'dir. fiili de ihtiyaç duymaktır. Yüce Allah buyurur: Sadece Yakub, içinden gelen bir arzunun gereğini yerine getirmişti[219]; Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi ...[220]. ise, İhtiyaçtır. Kimisi de, bir çeşit dikendir, demiştir.
Mastar olarak /hayret, ve ve şeklinde çekimlenen bir fiildir; bir işte veya bir şeyde görüş belirtmekten aciz kalıp tereddüte düşmek anlamına gelir.
Yüce Allah buyurur: arkadaşları tarafından, bize gel, diye doğru yola çağrıldığı halde, şeytanlar tarafından ayartılıp çöl ortasında şaşkın bırakılan kimse gibi mi olalım?[221] de suyun toplanıp durduğu yer demektir. Şair der ki:
Gençleri hayrete düştüğünde ...[222]
Bu, görülünce hayretle karşılanacak kadar dolmaktır.
ise, bir yer ismidir. Deniyor ki, bu ismi alması, orada bulunan bir suyun bu yerde toplanmasmdandır.
Yüce Allah buyurur: Yada başka bir birliğe katılma amaçları dışında ...[223]; yani: Bir topluluğa katılmak amacıyla hile olarak kaçanlar hariç. Hayyiz'in aslı vâv'lıdır ve birbirine eklenen her topluluk için kullanılan bir isimdir. Fiili, şeklinde kullanılır.
yani: Topluluğunu korudu. Yılanın renklenmesidir. ismi, topluluğunu toplayıp hazır bekleyendir. Yapı olarak hafif ve hızlı olan kişi için kullanılır.
Yüce Allah buyurur: Dediler ki: Hâşâ! Allah'a and olsun ki ...[224]; yani: Ondan uzak olsun.
Ebû Ubeyde der ki: Bu bir tenzih ve istisnadır. Ebû Alî el-Fesevî (ra) ise, isim değildir; zira: Harf-i cer, bu tür ifadelerin başında bulunmaz; harf de değildir; çünkü, harfin muda'af olmayan kısmı hazf olunmaz: ve denir.
Kimileri de yi, kendi basma bir madde saymış ve bu, yani: kelimesinden geldiğini ileri sürmüşlerdir. da bu köktendir. Kimisi de, cinlerin kahramanları olup, avın vahşiliği ona nispet edilmiştir der. ifadesi de, ava her iki taraftan yanaşıp onu ağ üzerine sürmektir.
ve Avı, her taraftan sarmak demektir, kavramı ise, insanın, yemeğin kenarından yemesini anlatır. Bazıları da, bunu fiilinden maklub saymışlardır. de bu köktendir. Şair der ki:
Topluluklardan birini bir kimseden üstün tutmam:[225]
Sanki şöyle demektedir: Kimseyi kimsenin önüne koyup, senin onun üzerinde üstünlüğün olduğunu istisna etmem. Şair der ki:
Damızlık ona rastladığında aldırmaz, Onun dörtte birini torunu alıkoymaz.[226]
Burada bir insan cömertlikle betimlenmekte ve onun yedirdiği, önüne gelen damızlık deveyi ve diğerini kestiği belirtilmektedir.
Yüce Allah buyurur: kurtuluş var mı?[227]; Girebileceğimiz sağlam bir sığınak yoktur[228]. Bunun aslı zorluk ve sıkıntı anlamına gelen deyiminden alınmıştır. Haktan sapıp şiddet ve istenmeyen yola girdi demektir. ise, cildi dikmektir. deyimi de doğanın gözünü diktim demektir.
kelimesi, belli bir özellikleri bulunan belli dönemlere rahimden akan bir çeşit kan demektir.
ise, hayzm kendisi, hayız zamanı ve hayız yeridir; zira: Bu tür fiillerin mastarları formunda gelir ve ve gibidirler. Şair der ki:
Kene, orada bir öğle uykusu çekecek yer bulamaz.[229]
Yani: Öğle uykusu çekmek için yer bulamaz. Her ne kadar, bu bir mastardır, denmİşse de, bu doğru değildir.
tardır, denmişse de, bu doğru değildir.
buğdayında ne ölçülecek ne de değerlendirilecek bir şey var deyimi de buğdayın çok az anlamına gelir.
Bir yeri çevreleyen duvardır. da İki şekilde kullanılır:
Birisi: Cisimler için kullanılır. Şöyle bir yeri çevirdim denmesi gibi. Ayrıca korumak için de kullanılır: İyi bil ki O, her şeyi her yönden kuşatmıştır[230] ayeti gibi. Yani onu her yönden koruyandır. Bir şeyden kuşatılmak/engellenmek için de kullanılır. Hep birlikte kuşatılmanız dışında ...[231] ayeti gibi. Yani: Alıkonmanız hariç.
Günahı tarafından kuşatüırsa ...[232] ayeti ise, istiare olarak daha etkilidir; şöyle ki: İnsan, bir günah işleyip onda ısrar ettiğinde, bu onu, daha büyüğünü yapmaya sürükler; böylece daha büyüğüne doğru ilerler, kalbi mühürleninceye kadar; bundan sonra onu yapmadan edemez. ise, içinde yani korunma olan şeyi kullanmaktır.
ikincisi: İlim için kullanılır. Yüce Allah'ın: Her şeyi ilmiyle kuşatmıştır[233]; Hiç şüphesiz Allah'ın bilgisi onların yaptıklarını kuşatmıştır.[234]; Rabbim, şüphesiz sizin yaptıklarınızı kuşatmıştır[235]. Bir şeyi ilim açısından ihata etmek; varlığını, türünü, niceliğini ve niteliğini; kendisi ve yaratılmasıyla neyin amaçlandığını; ne ile olduğunu ve neden olduğunu bilmektir. Bu ise, Yüce Allah dışında kimse için söz konusu değildir.
Yüce Allah buyurur: Tersine onlar bilgisini kavrayamadıkları şeyi yalanladılar[236] böyle bir bilginin onların harcı olmadığını bildirmiştir. Hz. Musa'nın arkadaşı da: Sebeplerini kuşatamadığın olaylar karşısında nasıl sabredeceksin[237] diyerek, gerçek anlamda sabrın ancak bir şeyi ilim açısından ihata ettikten sonra olabileceğine dikkat çekmiştir. Bu ise, zordur; ilahi bir feyizle ancak gerçekleşebilir. uce Allah buyurur: Çepeçevre kuşatıldıklarını sandıkları zaman[238]; bu, kudret açısından ihatadır. Yüce Allah'ın:
Bundan başka sizin güç yetiremediğiniz, ancak Allah'ın sizin için kuşattığı ganimetler de vardır[239]
ayeti de bunun gibidir. Yüce Allah'ın: Ama sizin hesabınıza kıyamet gününün her taraftan kuşatan azabından korkuyorum[240] ayeti de bu anlamdadır.
Hükümde/karar verirken taraflı olmaktır; iki taraftan birine meyletmektir. Yüce Allah buyurur Allah'ın ve Peygamberin kendilerine haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar; hayır, asıl zalimler onlardır[241]; yani: Hüküm verirken zulmetmesinden korkarlar.
deyimi, belli bir şeyi her yanından tutup aldım, demektir.
Yüce Allah buyurur: Böylece alay konusu ettikleri akıbetin pençesine düşerler[242]; Oysa niyetli komplolar, sadece düzenleyicilerini tuzağa düşürür[243]: yani: Gelmez, isabet etmez. Deniyor ki: Bunun aslı, olup ve gibi değişim geçirmiştir. Fakat şeytan onların ayaklarını kaydırarak[244] ayetindeki ifadesi, lilîijt şeklinde de okunmuştur. ve de bu türden bir farklılıktır.
kelimesinin aslı, bir şeyin değişime uğrayıp başkasından ayrılmasıdır. Onun için değişme baz alınarak denmiştir. de, değişmeye hazırlandı demektir. Ayrılık anlamı baz alınarak da denmiştir. Yüce Allah'ın: Biliniz ki, Allah kişi ile kalbi arasına Yüce Allah'ın: Biliniz ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer[245] sözü, O'nun bir vasfı olarak söylenen: gönülleri ve gözleri evirip/çevireni[246] ifadesine işarettir. Bu, Yüce Allah'ın, bir hikmet gereği, insanın kalbine, onu istediğinden alıkoyan bir şey göndermesidir.
Kimisi de: Bu: Kendileri ile özlemleri arasına perde gerildi[247] ayetindeki gibidir, der. Bazıları da Yüce Allah'ın: O, kişi ile kalbi arasına girer[248] sözü hakkında, onu öldürmesi veya ömrün en zayıf anı kadar yaşatıp, ilim sahibi olduktan sonra tekrar bir şey bilemez duruma düşürmesidir, derler.
Bir şeyi değiştirmek demektir; bu bizzat değişme de olabilir, hüküm ve söz ile değiştirme de olabilir. deyimi de bundandır. Kitabın içindeki bilgileri birinci şeklini değiştirmeden başka tarafa aktarmaktır.
Darb-meselde deniyor ki: Eğer gücü olsaydı, değişirdi. Yüce Allah buyurur: Başka bir yere taşınma imkanları olmayacaktır[249]; yani: hallerinde herhangi bir değişme olmaz.
ise, senedir. Buradaki değişimde; güneşin, doğuş ve batış yerleri ile tam bir devir yapması baz alınmıştır. Yüce Allah buyurur: Emzirme süresini tamamlamak isteyen anneler, çocuklarını tam iki yıl emzi-rirler[250]; Bir yıl boyunca evden çıkmalarına ih-tiyaç bırakmayacak kadar bir malı eşlerine vasiyet etsinler[251]. deyimi de bundandır,
ev/yurt değişti demektir. ve Üzerinden bir yıl geçti anlamına gelir. Tıpkı: ve gibi. Bir kişinin bir yerde bir yıl kaldığını anlatır. Dişi devenin bir yıl gebe kalmamasıdır; bunun nedeni de, kendi normal adetini bozmasıdır.
ise, insan ve başkasının iç dünyası, bedeni ve kazancı gibi değişebilen işlerinin durumunu anlatan bir kelimedir. da, bu üç ana konunun birinde olan gücünü anlatır. deyimi de bundandır. Bir şeyin havli, Üzerine dönebilecek/çevrilebilecek tarafıdır. Yüce Allah buyurur: Arş'ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar[252].
Herhangi bir duruma gizliden varmayı sağlayan şeydir; genelde yapılmasında kirli bir taraf bulunan şeyler için kullanılır; kimi zaman, içinde bir hikmet barındıran şeyler için de kullanıldığına rastlanmaktadır.
Bu açıdan Yüce Allah'ın nitelendirilmesi bağlamında: Allah'ın tuzağı son derece sağlamdır[253] yani: İnsanlardan gizli/habersiz olarak içinde bir hikmet bulunan şeye ulaşmada eşsizdir. Bu binaen, hile ve tuzak ile de nitelendirilmiştir; bu yerilen açıdan hile ve tuzak demek değildir; Yüce Allah kötülükten münezzehtir.
de kökündendir; vav harfinden önceki harf esreli olduğundan bu vav, yâ'ya dönüşmüştür. Bu anlamda denir ki, çok düzenbaz kişi demektir. ise, iki zıddm kendinde birleştiği şey demektir. Bu, ancak söz ile olduğu söylenen şeydir. Bir cismin aynı anda İki yerde olmasının söylenmesi gibi.
muhal oldu demektir. /Muhal olmaya yüz tutmuştur. da, doğumda çocuk ile beraber gelen [meşime] şeydir, pi deyimi, dişi devenin önce cinsiyeti belli olmayıp sonra dişi olduğu ortaya çıkan dişi yavrusudur. Bunun karşıtı olan erkeğine adı verilir. dilbilgisinde, nitelenenin üzerinde bulunduğu sıfata denir. Mantıkta ise, çabuk kaybolan/değişen nitelik için kullanılır. Geçici sıcaklık, soğukluk, kuruluk, yaşlık gibi.
Bir şeyin yetişmesi ve meydana gelmesi için gereken zamanıdır. Kendisi belirsizlik ifade eder; tamlama ile belirlilik kazanır. Yüce Allah buyurur: Ama artık kurtuluş zamanı değildi[254] ayeti gibi.
şeklinde söylendiğinde ise, birkaç anlama gelir: Ecel/belirlenmiş zaman için kullanılır; Biz de onları belli bir süreye kadar geçindirdik[255] ayeti gibi. Sene için kullanılır; O ağaç
Rabbinin izniyle sürekli olarak meyve verir[256] ayeti gibi. Zaman dilimleri için kullanılır: Öyle ise akşama girdiğiniz zaman ve sabaha erdiğiniz zaman Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih edin[257] ayeti gibi.
Mutlak zaman için de kullanılır; İnsan, anılmaya değer bir varlık olmadan Önce uzun zamandan bir süre geçmedi mi?[258] Onun haberlerinin doğruluğunu bir süre sonra gayet iyi anlayacaksınız[259]. Demek ki, ne ile ilgili olarak kullanılmışsa, onunla açıklanması gerekmektedir.
Zaman zaman onunla çalıştım demektir. Bir süre bir yerde ikamet etmek anlamına gelir. Falan şeyin zamanı yaklaştı demektir, Bir şeye bir zaman ayırmak/belirlemek anlamına gelir, kelimesi, ölüm zamanı anlamına da gelir.
kavramı, değişik şekillerde kullanılır.
Birincisi: Bitki ve hayvanlarda bulunan gelişen güç anlamına gelir. Yüce Allah buyurur: Biliniz ki, Allah, toprağa öldükten sonra tekrar hayat verir[260]; Ölü bir memleketi dirilttik[261]; Bütün canlıları sudan meydana getirdiğimizi görmüyorlar mı?[262].
İkincisi: Duyan/hisseden güç anlamında kullanılır. Hayvanlar bu açıdan hayvan adını almışlardır. Yüce Allah buyurur: Diriler ile ölüler de bir değildir[263]; Biz yeryüzünü barınak yapmadık mı ? Ölüler için de diriler için de.[264]; Onu dirilten Allah elbette ölüleri de diriltir; O'nun her şeye gücü yeter.[265]; ayetteki onu dirilten ifadesi, gelişen güce işarettir; ölüleri diriltendir kısmı ise, duyan güce işarettir.
Üçüncüsü: İşleyen akıllı güç anlamına gelir. Yüce Allah'ın: Ölü iken dirilttiğimiz ile ...[266] sözü gibi. Şair der ki: canlıya seslenseydin ona sesini duyururdun Fakat seslendiği kimsenin hiçbir hayatı yoktur.[267] Dördüncüsü: Üzüntünün geçtiğini ifade eder. Bu açıdan şair der ki:
Ölüp de istirahata çekilen ölü değildi Gerçekten ölü olan yaşayan ölülerdir.[268]
Bu bağlamda Yüce Allah buyurur ki: yolunda öldürülenleri ölü sanmayınız, aksine onlar
diridirler; rablerinin katında rızıklan verilmektedir[269]; yani: Onlar, lezzet alıyorlar; çünkü: Şehitlerin ruhlanyla ilgili pek çok rivayet vardır.
Beşincisi: Ebedî olan ahret hayatıdır. Akıl ve ilimden ibaret olan hayata bununla ulaşılır. Yüce Allah buyurur ki: Allah ve Peygamberi sizi, hayat verecek şeylere çağırdıkları zaman hemen onları kabul e-din[270]. hayatım için önceden iyi işler göndermiş olsaydım[271] ayetinde geçen hayat ise, devamlı olan ahiret hayatı demektir.
Altıncısı: Yüce Allah'ın kendisiyle nitelendirildiği hayattır. Yüce Allah hakkında: Allah diridir dendiğinde, bunun anlamı: Onun için ölümden söz edilemez, demektir. Ölümsüzlük ise, Yüce Allah dışında kimse için söz konusu değildir.
Dünya ve ahret açısından iki çeşittir. /yakın olan hayat ve /son olan hayat. Yüce Allah buyurur ki: Kim azmış ve şu yakın hayatı yeğlemişse[272]; Bunlar Ahiret karşılığında dünya hayatını satın almış kimselerdir[273];
Oysa dünya hayatı, ahretin yanında basit bir metadan başka bir şey değildir[274]; yani: Dünyanın nimetleri.
Dünya hayatına razı oldular ve buna tam kanaat getirdiler[275]; Onları, insanların hayata en düşkünü, ... olarak bulacaksın[276]; yani: Dünya hayatı.
Hani İbrahim Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster, dedi[277] ayetinde ise, Hz. İbrahim, Yüce Allah'ın, kendisine dünyanın bela ve şaibelerinden soyutlanmış ahret hayatını göstermesini istiyordu.
Sizin için kısasta hayat vardır[278]; yani: Kısas ile, öldürmeye yeltenenler yıldırılır, böylece onda insanlar için hayat ortaya çıkar. Yüce Allah buyurur ki: Kim de bir insanı diriltirse bütün insanları diriltmiş gibi olur[279]; yani: Kim, birini ölümden kurtarırsa.
Hz. İbrahim'den söz eden ayet de bu anlamdadır: Hani İbrahim: Benim Rabbim, diriltebüen ve öldürebilendir, deyince, O: Ben de diriltebilir ve öldürebilirim, demişti[280]; yani: Onun canını bağırlarım; bu onun için diriltmek olur.
ise, hayatın yerleştiği mekandır. Bu da iki şey için kullanılır.
Birisi, hissedebilen varlık demektir.
îkincisi: Ebedi olarak var olan manasına gelir. Yüce Allah'ın: Asıl hayat ahretteki hayattır; keşke bunun bilincine varsalardı[281] ayetinde geçen lehiye'l-hiyevân ifadesiyle, hakiki sonsuz hayatın geçici olmayan hayat olduğuna, bir süre devam edip sonra geçip giden hayat olmadığına dikkat çekmektedir.
Bazı dilciler, ile aynı anlama gelir, derler. Kimisi, el-hayevân, içinde hayat olandır; ütiy ise, içinde hayat olmayan şeydir, der.
ise, yağmurdur; çünkü o, yeri Öldükten/kuruduktan sonra tekrar diriltir. Yüce Allah'ın: Bütün canlıları sudan meydana getirdik[282] sözü de buna işaret etmektedir. Sana adı Yahya olan bir oğul müjdeliyoruz [283]sözü ise, günahların onu, ya olan bir oğul müjdeliyoruz[284] sözü ise, günahların onu, Adem'in (sav) pek çok çocuğunu öldürdüğü gibi, öldüremeyeceğine dikkat çekmektedir; yoksa, sırf onun bununla tanınan bir kişi olduğunu anlamak için değildir; zira bu, çok da önemli bir özellik değildir.
Yüce Allah'ın: Ölüden diriyi ve diriden Ölüyü çıkaran kimdir?[285] sözü İse, insanı, nutfe/bir damla su; tavuğu, yumurta; bitkiyi, yerden çıkarmasıdır. Aynı şekilde nutfe'yi de insandan çıkarmasıdır.
Yüce Allah buyurur: Siz bir selam ile selamlandığınızda, sizde ona daha güzeli ile yada aynısı ile selam veriniz[286]; Herhangi bir eve girdiğinizde, Allah tarafından istenen bir dilek olarak kendi nefsinize selâm veriniz[287].
Burada söz konusu olan selamladır. Bu da denmesidir. Yani: Allah senin için bir hayat bahsetmiştir. Bu bilgi vermedir. Bundan dua da yapılmaktadır. denir ki, bu, bir kişinin birine demesidir.
aslı da /iyottandır. Bu ayrıca tehiyyet duası İçin de kullanılmıştır; zira, hepsi de ya dünyada yada ahrette hayatın ürünü veya sebebi olmanın dışında değildir. Et-tehiyyâtu lillâhi duası da bu köktendir.[288]
Yüce Allah buyurur ki: Kadınlarınızı yaşatıyorlardı[289]; yani: Onları hayatta bırakırlardı.
ise, insanın kötülüklerden sakınması ve onları terk etmesidir. Bu nedenle denir. de denmiştir. Yüce Allah buyurur ki: Âllah bir sivrisineği ve onun daha üstünde olan bir canlıyı örnek olarak göstermekten utanmaz[290]; Ancak Allah gerçeği söylemekten utanmaz[291].
Rivayette: Yüce Allah, Müslüman olarak saçı/sakalı ağarmış kişiyi, azaba atmaktan haya eder[292] denmektedir. Burada söz konusu olan haya, kişinin çekinmesi türünden değildir; çünkü: Yüce Allah böyle nitelendirilmekten münezzehtir. Bundan kastedilen, onu azaba atmayı terk etmesidir. Allah hayalıdır.[293] rivayeti de bu anlamdadır; yani: Yüce Allah, kötülükleri terk eden, iyilikleri yapandır.
kelimesi, bağırsak demek olan 'nin çoğuludur. Devenin hörgücüne sarılıp rahat binilmesini sağlayan örtüye de denir. Aslı, [sahip olmak, toplamak ve korumak anlamına gelen] ifadesinden alınmıştır. Yüce Allah buyurur:... Bağırsak veya kemiklere karışan...[294].
Yüce Allah buyurur: Sonra da onları kupkuru çöpe çevirendir[295] yani, çok siyah; bu ise, (üzerinde bir sene geçip kupkuru olan çöp anlamına gelen) kelimesine işarettir.
Siyah derîn ile hapis uzadı, sözü gibi.
Deniyor ki, burada verilen ayetin anlamı: Otları yemyeşil olarak çıkarıp sonra onları çerçöpe çeviren odur. 5^- koyu yeşilliktir. fiili, gibidir. Bu iki fiilin de bir başka benzeri yoktur, diyenler de vardır. fiili ve mastarı da bundandır. Ayrıca ve da bu kökten alınmıştır.
kavramı, yerin düzgün olanına denir. düzgün yer aradı veya oraya indi, demektir. ve fiilleri gibi. Ayrıca kavramı, yumuşaklık ve tevazuun kullanıldığı gibi de kullanılabilmektedir. Yüce Allah buyurur: Allah'a gönülden saygı besleyenlere gelince[296];
Alçak gönüllü saygılıları müjdele[297]; yani mütevazı olanlar ona kulluk etmekte büyüklük taslamazlar. O'na ibadet etmeye karşı büyüklük taslamazlar[298] gibi.
Yüce Allah'ın: Ona karşı yürekten saygı duymalarıdır
[299]sözü ise, yumuşamaları ve huşu duymaları demektir. Burada kavramı, Yüce Allah'ın: öyle taşlar var ki, Allah korkusundan yuvarlanır[300] ayetinde geçen kavramına yakındır.
ve kelimeleri, kötülük ve alçaklık yönünden kerih görülen somut veya soyut şeyleri tanımlar. Aslı içteki gizli hainlik ve kötülüktür. Bu, demirin kiri/pası gibi bir şeydir.
Şair derki:
Biz onu eritip kalıba döktük gümüş zannederek
Körük demirin pasını ortaya çıkardı.[301]
Bu kavram, inançtaki asılsız şeyi, sözdeki yalanın ve füllerdeki kötülük ve çirkinliğin hepsini kapsar. Yüce Allah: O onlara, pis şeyleri haram kılar[302]; yani: İnsanın nefsine uygun düşmeyen sakıncalı şeyleri. Onu, halkı pis işler yapan o kentten kurtardık[303] ayeti ise erkeklerle temas etmekten kinayedir .
Yüce Allah buyurur: Allah müminleri, şimdi içinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir, pis olanı temiz olandan ayıracaktır[304]; yani: kötü amelleri, salih amellerden, kötü nefisleri, temiz nefislerden ayrıcaktır. Yüce Allah buyurur: Temiz malı pis olanı ile değiştirmeyiniz[305], yani: Helal malı, haram ile değiştirmeyin.
Yİne buyurur: Kötü kadınlar, kötü erkeklere ve kötü erkekler de kötü kadınlara yakışır[306], yani : Aşağılık fiiller ve aldatıcı parlaklığa dayalı seçimler, benzerleri içindir. Kötü erkekler de, kötü kadınlara yakışırlar sözü de bunun gibidir. Yüce Allah buyurur:
De ki: pis ile temiz (aslında) bir değildir[307] yani: Kafir ile mümin, fasit ameller ile salih ameller bir değildir. Kötü söz de kökü yerden kesilmiş, kötü bir ağaca benzer[308] sözü ise, küfür, yalan, ko-vuculuk vb. gibi her tür kötü söze işarettir.
Peygamber (sav) de: Mümin, amelinden daha temizdir/güzeldir; kafir de, amelinden daha pis/kötüdür[309] buyurur. Bu bağlamda denir ki bu, pis işleri yapan kişi demektir.
Haber yoluyla Öğrenilebilen şeyleri bilmektir. Bu fiil ve şeklinde kullanılır ve haberden elde ettiğimi ona bildirdim demektir. Bununla beraber bir işin içyüzünü bilmektir diyenler de vardır. ve yumuşak yer demektir. Bu, bazen içinde birtakım ağaçlar bulunan yer için de kullandır. Sylki ise, diye tanımlanan arazîye bilinen bir şeyi ekmektir. ise, bu tür topraklarda sapanla çift süren kişidir. de büyük erzak deposu demektir, dişi deve de bu açıdan ona benzetilmiş ve diye adlandırılmıştır.
Yüce Allah'ın: Allah, sizin yaptıklarınızdan haber çılandır[310] sözünde geçen kavramı ise, amellerimizin ne durumda olduğunu bilendir anlamına gelir. Yani sizin işlerinizin içyüzünü bilendir de denmiştir. Buradaki habîr'in anlamı haber veren anlamında olduğu da söylenmiştir. Tıpkı: O size yapmış olduklarınızın iç yüzünü bildirecektir[311] ayetinde olduğu gibi. Yüce Allah bu anlamda: Ve haberlerinizi de imtihan edeceğiz[312] buyurmuştur, Şüphesiz, Allah bazı haberlerinizi bize bildirmiştir[313] ayetinde ise, kendisinden haberdar edildiğimiz durumlarınız demektir.
bildiğimiz ekmektir. Yüce Allah buyurur: Rüyamda başımın üzerinde bir ekmek taşıdığımı görüyorum,[314] ise, köz halindeki ateş üzerine konan ekmektir. lel-habz ise bu ekmekten almak/edinmektir. ekmek yapılmasını istedim demektir. ise, ekmekçiliktir. Hızlı yürütmeye de sürücünün hali ekmek yapanınkine benzetildi-ğinden istiare yoluyla adı verilmiştir.
kavramı, düzenli/gelişigüzel vurmaktır. Hayvanın önayakları ile yeri e-şelemesİ, insanın sopası ile ağaca vurması gibi. İçin de adı verilir; tıpkı için dendiği gibi. Sultanın zulmü de bir istiare olarak bu kavramla ifade edilerek denmektedir. İyiliğin zorla elde edilmesini istemek de ağacın yapraklarını zor kullanarak çırpmaya benzetilerek şeklinde ifade edilmektedir. Yüce Allah buyurur: Şeytan tarafından çarpılmış kimseler gibi...[315]. Bu, ayette geçen yapraklarını dökmesi için ağaca vurmaktan deyiminden alınmış olabileceği gibi, iyiliği istemek demek olan kavramından da alınmış olabilir.
O'ndan [Rasulullah] rivayet edilir ki: Allah'ım! Şeytanın dokunarak beni ele geçirmesinden sana sığınırım[316] diye dua ederdi.
canlılarda görülen bir bünye bozulması olup onu deliliğe, akıl ve düşünceye zarar veren hastalığa yol açan bir rahatsızlık halidir. Buna ve denmektedir. Ayrıca fiil olarak ve formları kullanılır. İsmi fail olarak bu işi yapana da denmektedir. Bunun çoğulu ise, şeklindedir. deyimi de çılgın, aptal, aklı/kafası karışık adam demektir. Yüce Allah buyurur: müminler, kendinizden başkasını sırdaş ve dost edinmeyiniz- Sizden hiçbir kötülüğü esirgemezler[317]; bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı[318].
Hadiste: Kim üç kere içki içerse, Yüce Allah'ın ona habal çamurunu içirmesine müstahak olur[319] denmiştir.
Züheyr der ki:
Orada malı bozmaları istenirse, bozarlar.[320] Yani: Onlardan, develerinin bir kısmını bozmaları istenirse, bunu yaparlar.
deyimi, ateşin alevi dindi ve üzerinde külden bir tabaka yani Örtü oluştu demektir. kavramının aslı ise, kendisiyle bir şey örtülen örtüdür. Başağın örtüsüne de adı verilmiştir. Yüce Allah buyurur: Oranın ateşi sönmeye yüz tuttukça onu yeniden tutuştururuz[321].
Ayette: Gizli şeyleri meydana çıkaran ...[322] denmiştir ki, bu ifade, her saklanmış, örtülmüş şey için kullanılır. Bu anlamda gizlenen cariye/kız denmiştir, iti- ise, bir görünüp bir saklanan cariye/kız demektir. ise, gizli yerdeki nişan/damgadır.
insanın zayıf konuma düştüğü ihanettir. Yani bu durum, insanı zayıf düşüren ve tüm çabasını boşa çıkaran bir kandırma çeşididir. Yüce Allah buyurur: Olabildiğine hain, nimetlere karşı aşırı nankör her (adam)...[323].
kavramları iki şekilde kullanılır.
Birincisi: ve fiillerin mastarı olup yüzüğün ve damganın nakşı gibi bir şeyin etkisini anlatır.
İkincisi: Nakıştan elde edilen eserin kendisini ifade eder. Bir şeyi sağlamlaştırma ve koruma altına alma anlamında kullanıldığına da rastlanır ki, bu kitaplara ve kapılara vurulan mühür onların korunmasını ve sağlama alma anlamını ela taşı-dığından bu kavramla ifade edilmiştir. Yüce Allah buyurur: Allah onların kalplerini mühürlemiştir[324]; Kulağını ve kalbini mühürlediği ...[325].
Bazen de meydana gelen nakış baz alınarak bir şeyden bir etkinin meydana gelmesi anlamında kullanılır. Kimi zaman da, bir İşin sonuna gelmek, sonuna u-laşmayı anlatır. Bu bağlamda Kur'ân'; hatmettim, onu okuyarak sonuna kadar ulaştım, denmesi de bundandır. Buna göre, Allah onların kalplerini mühürlemiştir[326] ve De ki, Eğer Allah kulaklarım sağır, gözlerini kör etse ve kalplerinize mühür vıtrsa...[327] ayetleri ise,.Allah'ın yürürlüğe koyduğu adete işarettir.
Bu da, insan en sonunda boş inanca veya sakıncalı olanı yapmaya ve hiçbir şekilde hakka dönüp bakmayacak olursa, bu tercihi onun günahları güzel görmesine yol açar. Böylece Allah da onun kalbini mühürlenmiş olur, demektir. İşte: Bunlar var ya; Allah onların kalplerini, kulaklarım, gözlerini mühürlemiştir[328] ayeti bunu anlatmaktadır.
Yüce Allah'ın: Adımızı anmayı kalbine unutturduğumuz ... kimselerin arzularına uyma[329] sözünde kullanılan iğfal istiaresi; Biz onların kalplerini, Kur'ân'ı anlamalarına engel oluşturacak biçimde, perdeledik ... [330]ayetinde sözü edilen istiaresi ve Ke kalplerini katılaştırdık[331] ayetinde kullanılan ksavet/katılaşma istiaresi de hep bu anlamdadır.
El-Cubbâî[332] der ki: Allah, kafirlerin kalpleri üzerine bir mühür koyar ki melekler için bu bir tür işaret olsun da onlara dua etmesinler.[333] Bu, ciddiye alınması gereken bir görüş değildir, çünkü, eğer bu yazı somut bir şey ise, cerrahların onu görmüş olmaları gerekirdi; yok eğer soyut bir şey olup somut değilse, melekler onların inançlarını bildikleri için böyle bir işarete ihtiyaç duymazlardı.
Bazıları, kalplerini mühürlemesi, Yüce Allah'ın onun iman etmeyeceğine tanıklığıdır, demişlerdir. Yüce Allah'ın: Bugün onların ağızlarının üzerine mühür vururuz[334] sözü ise, onları sözden men ederiz; konuşamazlar, demektir. Peygamberlerin sonuncusudur[335] ifadesi, peygamberliği sona erdirmesi, gelişi ile peygamberliğin tamamlaması anlamına gelir.
Yüce Allah'ın: Onun sonu/dibi misktir[336]; deniyor kİ; bu, kendisi ile mühür yapılandır. Yani, damgalanan. Ne ki, bunun manası: İçmenin kesildiği ve içiminin sona erdiği; yani: Artığı, temizlikte misk gibidir. Misk ile mühürlenir; yani, damgalanır, diyenlerin görüşü ise, ciddiye alınmaz; zira, bu durumda içkinin bizzat kendisinin tatlı/temiz olması gerekir. Sonunun tatlılıkla bitmesine gelince bu ona bir fayda vermez. Kendisi tatlı olmadıktan sonra sonunun tatlı olması ona bir fayda sağlamaz.
Yüce Allah buyurur: Kahroldu o hendeğin sahipleri[337] ve yerde uzun ve derin biçimde kazılmış hendek(ler)tir. kelimesinin çoğulu ise, şeklindedir. Bunun aslı da, insanın iki yanağından alınmıştır. Bunlar, burnun sağ ve sol tarafındaki yanaklardır.
yer ve diğer şeyler için istiare yoluyla kullanılır. Tıpkı kavramının istiare yoluyla başka alanda kullanıldığı gibi. ifadesi, bedenin yüzünden etin çekilmesini anlatır (bu, yüzün zayıflayıp buruşmasıdir), onun için fiil olarak ve fiilleri bir şeyin yüzündeki eti almayı anlatır.
kavramı, aldatmak, kandırmak ve oyuna getirmektir: Bir kişiye peşinde olduğu şeyden, gizlediği şeyin tersini göstererek, vazgeçirmektir. Yüce Allah buyurur: Bunlar Allah'ı ... aldatmaya çalışırlar[338]; yani, onun elçisini ve dostlarını kandırıyorlar. Bunun kavramın Yüce Allah'a izafe edilmesinin nedeni; Rasule karşı muamelenin ona karşı muamele gibi olmasıdır. Onun için Yüce Allah: Sana biat edenler, sadece Allah'a biat etmektedirler[339] buyurmuştur. Bunu bir aldatma saymasının nedeni, işledikleri kabahatin büyüklüğünü göstermek, öte yandan Rasul ve Allah dostlarının büyüklüklerine dikkat çekmektir.
Dilcilerin, bu, muzafı hazfedilmiş, muzofun ileyhi onun yerine getirilmiştir şeklindeki görüşlerine gelince, bu doğru bile olsa, bu tür hazflerde verilmek istenen mananın, gizli muzafın getirilmesiyle elde edilemeyeceği bilinmelidir; çünkü bu ifadeyle İkİ şeye dikkat çekilmiştir:
Birisi: Onların elde etmek istedikleri işin çirkinliğini ortaya koymak, böylece, Rasulü aldatmakla, Allah'ı aldattıklarını bildirmektir.
ikincisi: Aldatılması hedeflenenin ululuğuna dikkat çekmek ve onunla muamelenin Allah ile muamele gibi olduğuna işaret etmektir. Bu tıpkı:
Sana biat edenler...[340] ayetinde dikkat çekilen biat gibidir.
Yüce Allah'ın:...Asıl Allah onları aldatır[341] sözüne gelince, deniyor ki: Manası; onları ihanetle cezalandırır, kimileri ise Hile yaptılar. Allah da onların hilesine karşılık hile ile cevap verdi[342] ayetinde belirtilen şekilde cezalandırılmasıdır, derler.
deyimi, kertenkelenin kendi yuvasında örtünmesi/saklanması demektir. Bunun kertenkele için kullanılması, onun yuvanın önüne, elini oraya uzatan kişiyi sokması için bir akrebi hazır bekletmesindendir. Hatta akrep, kertenkelenin kapıcısı ve sözcüsüdür, denmiştir. Ayrıca kertenkelenin aldatma imajı olduğundan kertenkeleden daha düzenbaz denir. Onun için kertenkeleden daha düzenbaz ve Aldatan ve saptıran yol demektir. Burada sanki yol, kendini izleyeni aldatmaktadır gibi bir mana verilmektedir.
yol, kendini izleyeni aldatmaktadır gibi bir mana verilmektedir.
iki ise, ev içinde yapılan evdir, bunda sanki onu yapan kişi, evde bulunanlara zarar vermek isteyenleri aldatmak istemiştir. ifadesi de, yine bu manası düşünülerek, tükürüğün azaldığını anlatmak için kullanılır. boyunda bulunan iki damara da bazen gizlenip/kaybolup bazen ortaya çıktıklarından aldatma anlamını düşündürdüklerinden adı verilmiştir. Bu anlamda demek, bir kişinin boyun damarını kesmektir.
Hadiste: Kıyametten önce aldatıcı seneler olacaktır denmiştir.[343] Yani: Bir keresinde kıtlık, bir keresinde ise, bolluk getirmeleriyle renkli oldukları için aldatan yıllar diye ifade edilmiştir.
Yüce Allah buyurur: Onlarla gizli dost tutmamış olmaları halinde ...[344] ayetinde geçen kelimesi kavramının çoğuludur ve arkadaş demektir. Fakat, çoğun, şehvet de amaçlayan arkadaşlıklar için kullanılır. Bu anlamda ve denir ki, kadının gizli dostu demektir. Şairin sözünde geçen Yüce sevgili sözü ise, bir istiaredir. Tıpkı sözü gibi.
Yüce Allah buyurur: Zaten şeytan, insanı ayarttıktan sonra yüzüstü bırakır[345]; yani, çokça yalnız bırakandır, ûl/it yardım etmesi beklenen kişinin yardım etmeyi terk etmesidir. Bu nedenle bu nedenle yavrusunu terk etti ve falanın ayakları zayıf düştü, deyimleri kullanılır.
el-A'şa'mn şu sözü de bu anlamdadır:
Arasında yanağı pişmiş bir mağlup ile Herhangi bir çıkar olmaksızın ayağı sürçenin[346] ise, çoğunlukla, dostunu yalnız bırakan veya terk eden adam demektir.
Yüce Allah buyurur: Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol[347]; Şunu tutun[348]. Bu fiilin aslı, fiilinden alınmıştır. Bu daha önce geçmişti.
Yüce Allah: Sanki gökten yere düşmüş de ... düşünce[349] buyurur. Ayrıca: belli oldu ki[350].
Allah kurdukları yapının temellerini çökerterek tavanını başlarına indirdi[351] da buyurmuştur. Buna göre fiilinin manası, duyulabilecek şekilde bir ses çıkararak düştü demektir. ise, su, rüzgar vb. yukardan yere düşen şeylerin düşerken çıkardıkları seslerdir.
Hemen secdeye kapanırlar[352] ayetinde kavramının kullanılması ise, burada iki şeyin birleştiğine dikkat çekmek içindir. Düşüş/yere kapanma ve onlardan teşbih etmeleri nedeniyle sesin çıkmasıdır. Ayetin devamında Rabb'lerini överek teşbih ederler[353] denmiş olması, bu kelimesinin başka bir şeyle değil, Allah'a hamd ederek yapılan teşbih olduğuna dikkat çekmektedir.
Eskimiş, yıpranmış, yıkıma yüz tutmuş yerler ıçin denmektedir ki, bakımsızlıktan yıkıp döküldü demektir ve bu anlamıyla fiil, dir ki, bakımsızlıktan yıkıp döküldü demektir ve bu anlamıyla fiil, bayındır olmanın zıddını anlatmakta kullanılır. Yüce Allah buyurur: Oraları yıkmaya çalışanlardan daha zalim kim olabilir?[354] Aynı şeklide ve fiilleri de yıkmak ve tahrip etmek anlamında kullanılır. Yüce Allah buyurur: öyle ki evlerini kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle yıkıyorlardı[355]; Onların kendi elleriyle evlerini yıkmaları sırf onların, peygamber (sav) ve ashabına kalmaması gayesine matuftu. Bu, onların oradan sürdürülmeleri şeklinde olmuştur, diyenler de vardır.
kulaktaki geniş yarıktır, bu yarığın kulağı tahrip ettiği düşünülerek böyle denmiştir. Bu açıdan ve denmektedir ki, bu ve fiili gibidir. Erzak çantasının kulakçığındaki yarık da buna benzetilerek adı ile anılmıştır. Bu istiarenin burada kullanılması, kulağın burada istiare olarak kullanılması gibidir. da özellikle deve hırsızı için kullanılmıştır. da yani toy kuşunun erkeğidir; çoğulu şeklindedir. Şair derki:
Gökteki toy kuşlarını gördü; kedere boğuldu.[356]
fiili, bulunulan bir yerden veya durumdan dışarı çıkmaktır; bu yerin ev, şehir veya elbise olması ile durumun, psikolojik bir durum olması veya dış sebeplerinin değişmesi arasında fark yoktur. Yüce Allah buyurur: Korku içinde çevresini gözetleyerek şehirden çıktı[357]; Orada büyüklük taslamak haddine düşmedi. Çık dışarı[358]; Allah'ın bilgisi dışında hiçbir ürün kabuğundan çıkmaz[359]; ateşten çıkmak için bize bir yol var mı?[360]; Onlar cehennemden çıkmak isteyecekler, fakat kesinlikle dışarı çıkamayacaklardır[361].
kavramı, çıkarmak demektir ve çoğunlukla, somut varlıklar için kullanılır: O sizi, tekrar çıkarılacağını mı söylüyor?[362]; Rabbinin seni hak uğruna savaşmak için evinden Çıkarmasına benzer[363]; Kıyamet günü bir amel defteri önüne çıkarırız[364]; Kendinizi çıkarın[365]; Lut'un yakınlarını şehrinizden çıkarınız[366].
Yüce Allah'a mahsus olan tekvîn/oluşturma için de kullanılır: Allah sizi, hiçbir şey bilmez halde, analarınızın karınlarından çıkardı[367]; O su sayesinde çiftler halinde çeşitli bitkiler bitirdik[368]; Onunla çeşitli renklerde ekinler yetiştiren ...[369].
ise, çoğu zaman, ilimler ve sanatlar için kullanılır. Yerden ve hayvanların yuvalarından vb şeylerden çıkana ve adı verilir. Yüce Allah buyurur: Yoksa sen onlardan ücret mi istiyorsun ki? Oysa Rabb'inin sana vereceği ücret daha üstündür[370] ayetinde haracın Allah'a izafe edilmesi, onu belirleyen ve mecbur kılanın Yüce Allah olduğuna dikkat çekmek İçindir.
ise, kavramından daha geneldir. harcama, masraf, gider, tüketim demektir ve gelir, hasılat, kazanç karşılığında kullanılır. Yüce Allah buyurur: bir miktar mal versek[371].
ise, genellikle, arazi vergisi için kullanılmaya tahsis edilmiştir. Deniyor ki: Köle, haracını yani kazancını verir\ raiye de emire haraç verir. aynı zamanda bir çeşit buluttur ki, çoğulu, şeklindedir. denmiştir ki,[372] satanın malından çıkan şey, satılacak şeyin güvencesinden çıkan şey karşılığmda-dır, anlamına gelir.
ise, bizzat kendisi akranının ahvali dışına çıkandır. Bu, bazen medih/övgü için söylenir; kişi kendisinden daha yüksek bir yerde bulunanın makamına çıktığında bu anlamı kastedilir; kendisinden daha aşağı bir yerde bulunanın makamına çıktığında ise, bu sefer zem/yermek için kullanılır. Bu anlamda, bazen o bir insan değildir sözü medh için söylenir. Şair de bu anlamda şöyle der:
Sen bir insan değilsin, fakat bir meleksin Gökyüzünden usulca süzülüp gelen.[373]
Bazen de zemmetmek için kullanılır: Onlar hayvanlar gibidirler[374] gibi.
beyaz ve siyahtan oluşan iki renkliliktir. Bu anlamda ve denir ki, iki renkli erkek devekuşu ve iki renkli dişi devekuşu, da, iki renkli arazi veya toprak demektir. Bu, bir kısmında bitki varken, diğerinde olmaması anlamındadır.
Bazı Müslüman kesimlere denmesinin nedeni ise, İmâma itaatin dışına çıkmalarıdır.
kavramı, meyvenin korunağı veya kabuğu demektir. ise, bu şekilde korunmuş olan meyvedir. Tıpkı iptal edilmiş anlamındaki için denmesi gibi. Yüce Allah'ın: Onlar sadece uyduruyorlar[375] ayetinde geçen fiili ise, yalan uyduruyorlar anlamındadır diye söylenmiştir. Yani: Onlar ancak yalan söylüyorlar. Lanet olsun şu yalan uyduranlara![376] ayetindeki ise, deniyor ki: Yalancılara lanet olsun, demektir.
Bunun gerçeği ise şöyle anlaşılabilir: Zan ve tahmine dayalı olarak söylenen her söz için kavramı kullanılır. Söylenen bu söz ister hakikate uygun olsun, ister olmasın fark etmez; zira, ona söylenen, bilerek, zannı galibe dayanarak veya kesin bir şey duyarak söylemiş değildir; aksine sadece zan ve tahmine dayanmıştır; tıpkı yalancının yalan söylerken yaptığı gibi. Bu şekilde herhangi bir söz söyleyen herkes yalancı diye adlandırılır, isterse kavli, makûlalsözü, haber verdiği, şeye uygun olsun, fark etmez. Yüce Allah'ın münafıklardan hikaye ettiği şu söz gibi:
Münafıklar sana geldiklerinde şahitlik ederiz ki, sen Allah'ın peygamberisin, derler. Allah da bilir ki, sen elbette, kendisinin peygamberisin. Bununla birlikte Allah münafıkların yalancı olduklarına da kesin olarak tanıklık etmektedir[377].
Yüce Allah buyurur: Biz yakında onun burnuna damga vuracağız[378]; yani: Ona asla silinmeyecek bir utanç vereceğiz. Tıpkı burnu kırılsın deyimi gibi. ise, filin burnudur. Burnu, çirkin görüldüğünden kötülemek için hortum diye adlandırılmıştır.
sözcüğü, bir şeyi düşünüp taşınmadan bozacak sekide kesip bırakmaktır.
Yüce Allah buyurur: içinde bulunan insanları boğmak için mi gemiyi deldin? (18/Kehf 71). Bu kavram yani yaratma kavramını zıddıdır; çünkü, halk bir şeyi planlı ve yavaş biçimde yapmaktır; ise, plansız yapmaktır. Yüce Allah buyurur: Müşrikler, körü körüne, O'na oğullar ve kızlar yakıştırdılar (6/En'âm 100); yani: Düşünüp taşınmadan/sağlıklı muhakeme etmeden buna karar verdiler. Kesme, yırtma, koparma anlamı olduğundan elbiseyi yırttı; ezilmesine, yırtılmasına yol açtı, çölleri yırtıp geçti, rüzgar delip geçti gibi deyimlerde kullanılmıştır.
ve kavramları ise, özellikle geniş çölleri geçmek için kullanılır. Bu, ya rüzgarın orada bir baştan bir başa geçmesindendir yada çölde darmadağın olmasındandır.
da, özellik cömertliğe dalıp giden adam için kullanılır. Kulağın deliği genişlediğinde adı verilmektedir. Bu açıdan ve deyimleri kulağı geniş bir biçimde delinmiş çocuk ve kadın demektir; Yüce Allah buyurur: Şüphesiz sen ne yeri delebilirsin[379] sözü hakkında iki görüş ileri sürülmüştür: Birisi, kesemezsin; diğeri, sen asla yeri diğer tarafına kadar delemezsin; bu kulaktaki yırtık, delik baz alınarak söylenmiştir ki, plansız adam, kadın demektir. Sert esen rüzgarın bu hali de baz alınarak /yırtan rüzgar adı verilmiştir.
Hadiste: Sertlik nereye girmişse, orayı mutlaka bozmuştur diye rivayet edilmiştir.[380]
kavramından istiare yoluyla alınan da, aldatmak kasdıyla sertlik göstermektir.
ise, kendisiyle oynanan bir şeydir; bu sanki, bir şeyi başka göstermek için yırtmaktadır. da, geyik normal sıçrayışını gerçekleştiremeyecek duruma düştü, demektir.
kavramı, bir şeyi kasada, kilitli çekmecede biriktirmek, yığmak, korumaktır; ayrıca her tür koruma ve saklama için de kullanılır. Sözgelimi, sır vb saklamak da bu kelime ile ifade edilir. Yüce Allah'ın:
Evrende varolan her şeyin hazinesi, ana kaynağı bizim yanımızdadır[381]; Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır[382] sözleri ise, icat etmek istediğinde Yüce Kudretinin yeterli olduğuna işarettir. Öte yandan Peygamberin (sav) Rabbimiz, yaratma, ahlak, rızık ve ecel'den boşaldı[383] sözünde işaret ettiği duruma gönderme yapmaktadır.
Yüce Allah'ın: Su ihtiyacınızı karşıladık. Yoksa su kaynağını oluşturan siz değilsiniz[384] sözüne gelince, deniyor ki: Anlamı:
Şükür ile onu koruyanlar olmadınız, şeklindedir. Kimileri ise, der ki: Yüce Allah'ın: Şu içtiğiniz suyu görüyor musunuz? Onu siz mi Şu içtiğiniz suyu görüyor buluttan yere indiriyorsunuz?[385] ayetinde haber verdiği şeye işarettir.
ise, kelimesinin çoğuludur. Yüce Allah buyurur: Oranın kapıcıları onlara... der[386]; bu da cehennemin sıfatı ve cennetin sıfatı hakkındaki ayetlerde geçer. Ben size Allah'ın hazineleri bendedir de demiyorum[387]; yani, insanlardan esirgediği makdurâtı elimde demiyorum; zira, o'y- kelimesi bir çeşit menetmedir. Kimisi ise: Onun "ol" sözüdür, derler. Et için kullanılan kavramını aslı, saklamaktır; kinaye yoluyla onun koktuğunu anlatır ve bu bağlamda denk ki, et koktu demektir. Bazen bu kelime "nün" harfi öne alınarak haneze şeklinde de söylenir.
deyimi, bir kişiye dokunan kırgınlık (utanma, mahcup olma, zor durumda kalma, şerefine leke sürülme) halidir. Bunun sebebi, kişinin kendisi de başkası da olabilir; kişinin kendisinden kaynaklanan mahcupluk, aşın utangaçlıktır. Mastarı utanma demek olan şeklindedir, utangaç adam ve utangaç kadın ifadeleri de bundandır. Bunun çoğulu sözcüğüdür.
Hadiste ise: Allahım, bizi mahcup olmaksızın ve pişman olmaksızın haşret,[388] denmiştir.
Başkasından kaynaklanan kırılganlığa gelince, bu bir çeşit hafife almadır. Bunun mastarı ise, sözcüğüdür ki, rezil rüsva olmaktır. Rezil adam ifadesi de bundandır. Yüce Allah buyurur: Bu onların dünyadaki rezil-rüsva oluşlarıdır[389]; Bugün rezil rüsva oluş ve kötü akıbet, kâfirleri kuşatmıştır[390]; Allah, dünya hayatında onlara rezil rüsva olmayı tattırdı[391]; Siz de onlara dünya hayatında rezil rüsva olma azabım tattıracağız[392]; Bu aşağılık bir bini tattıracağız[393]; Bu aşağılık bir konuma düşmeden ve rezil rüsva olmadan önce ...[394].
sözcüğü ise, deniyor ki: Hem hem de kökünden alınmış olabilir. Yüce Allah'ın: Peygamberi ve O'nunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde...[395] sözü ise, kelimesine daha yakındır; İkisinden alınmış olması da mümkündür. Ey Rabbimiz, sen birini Cehenneme atınca onu rezil rüsva ettin demektir[396] ayetinde geçen fiili ise kökündendir; ama İ/p-sözcüğünden olması da uygundur.
Aynı şekilde: Rezil rüsva edici azabın hangimizin başına geleceğini...[397]; Kıyamet günü bizi rezil rüsva etme[398]; Yoldan çıkan /asıkları rezil rüsva etmek içindir[399]; Bern misafirlerim önünde rezil rüsva etmeyin[400] ayetlerindeki fiil de için söylediklerimiz ve fiilleri için de söylenebilir. Bunlar eğer insanın kendisinden kaynaklanıyorlarsa onlara ve denmekte ve bu mahmud/takdire şayan kabul edilmektedir; başkasından kaynaklanıyorlarsa, o zaman da ve adı verilip mezmum/kötü sayılmaktadır.
kavramları, sermayenin azalması (batmak, zarar/ziyana uğramak)dır. Bu durum bazen insanla beraber anılarak falan battı, denir; bazen de fiille beraber söylenerek ticareti ziyana uğradı denmektedir. Yüce Allah buyurur: öyle ise, bu, ziyanlı bir dönüştür[401].
Bu bazen dünyadaki mal ve makam gibi dış kazançların kaybı için, bazen de sağlık, esenlik, akıl, iman, sevap gibi iç kazançların yitirilmesi için kullanılır.
İşte Yüce Allah'ın apaçık hüsran diye nitelediği de budur: Ziyana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem de ailelerini ziyana sokanlardır. Dikkat edin, işte bu, apaçık bir ziyandır[402]; Onu inkâr edenler ise, hüsrana uğrayanlardır[403];
Onlar ki, Allah'a vermiş oldukları sözü kesin bir ahit haline getirdikten sonra bozarlar, Allah'ın sürdürülmesini emretmiş olduğu ilişkileri keserler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. İşte onlar hüsrana uğrayanlardır[404].
Buna rağmen, öbür kardeş ihtiraslarına boyun eğerek kardeşini öldürdü ve böylece hüsrana uğrayanlardan oldu[405]; Teraziyi adaletle tutunuz ve tartıda azaltmaya gitmeyiniz[406] ayetlerinde geçen kavramı ise, terazi/ölçüde adaleti gözetmeye ve aldıklarında ölçü/terazide haksızlık yapmaktan sakınmaya işaret olabilir.
Bu, kıyamette ölçüsü/terazisinin hüsrana uğramasına yol açmayacak ve hakkında: Kimin de tartılan hafif kalırsa ...[407] ayetinde dendiği gibi, denmesine neden olmayacak şeyleri yapmaya/almaya işaret de olabilir. Her İki anlam da diğerini gerektirmektedir. Yüce Allah'ın Kur'ân'da sözünü ettiği her bu son anlamdadır; dünyalık kazançlar ve beşeri ticaret ile ilgili husrân/zarar, ziyan değildir.
Ay tutulması, ise, Güneş tutulmasıdır. Bazıları ise, her ikisi için de söylenir ve ışıklarının bir kısmının kaybolmasını anlatır, ise, şıklarmın tamamen gitmesidir derler. Yine bu anlamda: Allah onu yere batırdı ve o kendisi yere battı, denir. Yüce Allah buyurur: Sonunda biz onu da sarayını da yerin dibine geçirdik.[408]; Allah bize lütfetmemiş olsaydı, bizi de yerin dibine batırırdı[409].
Hadiste ise: Güneş ve Ay, Allah'ın ayetlerinden iki ayettirler; herhangi bir kişinin ölümü veya yaşamasından dolayı tutulmazlar[410] denmektedir.
Gözbebeği kaybolmuş göze, denir ki, Ay tutuldu sözünden alınmıştır. Suyu çekilip kuruyan kuyuya denir ki, bu da Allah, Ay'ın ı-şığını söndürdü deyiminden aktarılmıştır. Ay tutulmasında, ona ilişen bir mehanet/şeref düşüklüğü düşünüldüğünden bazen kavramı, istiare yoluyla zillet için kullanılmıştır. Bu anlamda: Falan adam bir değersizlik/zillet yüklendi, denir.
deyimi, köpeği aşağılayarak azarladım/kovaladım o da bunu sineye çekti/kabul etti demektir; bu da köpeğe: Defol! denmesidir. Yüce Allah kafirleri anlatırken buyurur ki: Orada Kesin sesinizi ve bana bir şey söylemeyin[411]; Biz onlara, aşağılık maymunlara dönün, demiştik[412].
sözü, göz, çaresizlikten kapandı demektir. Yüce Allah: Yorgun ve bitkin bir halde ...[413] buyurmuştur.
Yüce Allah buyurur: Onlar sanki duvara dayandırılmış kütük gibidirler[414]; burada münafıklar, güçlerinin/yeterliliklerinin azlığından kütüklere benzetilmişlerdir. Ayette geçen ise, odun kelimesinin çoğuludur; lafzından alınarak denmiştir ki, kılıcı bir cilalayıcı/parlatıcı olan ile cilalamayı/parlatmayı anlatır.
yakın zamanda cilalanmış kılıç demektir. cilalanmış kılıca benzetilerek söylenmiş bir mecaz olup henüz binilmemiş deveyi anlatır. deve, odun parçalarını yedi demektir.
odun gibi kuru alın demektir; bu ifade, utanmayan kişi için kullanılır. Nedeni ise, alnın bazen kayaya benzetilmiş olmasındandır. Bu anlamda şair:
Kaya, yüzünün sertliği yanında yumuşak kalır.[415]
ise, odun karıştırılmış şey demektir ve adi şeyleri anlatmak için kullanılır.
kavramı, gönülden yalvarmaktır. Huşu çoğu zaman insanın vücut organları üzerinde gözüken duruş için, ise, çoğu zaman insanın kalbinde bulunan duyguları anlatmak için kullanılır. Bu nedenle rivayette şöyle denmiştir:
Kalp yakarınca azalar da huşu' içinde olur.[416]
Yüce Allah buyurur: Kur'ân onları ürpertir, saygılarını artırır[417]; Onlar ki, huşu içinde namaz kılarlar[418]; Bütün bunlar, bize gönülden saygı beslerlerdi[419]; Sesler kısılmıştır...[420]; Gözleri dönmüş olarak ..[421]; Gözleri endişe içindedir[422] ayetlerinde bu duygu kinaye yoluyla anlatılmış ve onun değişkenliğine dikkat çekilmiştir. Tıpkı şu ayetlerde olduğu gibi: Yeryüzü
şiddetle sarsıldığı zaman[423]; Yer dehşetle sarsıldıkça sarsıldığı zaman[424]; O gün gök, sarsıldıkça çalkalanacak. Dağlar da bir yürüyüş yürür ki![425]. saygıyla karışık sevginin yoğurduğu bir korku halidir. Bu da çoğu zaman bilinçli korku için kullanılır. Bu nedenle özellikle âlimlerin gönül dünyalarını tanımlamada söz konusu olmaktadır. Şöyle ki: Allah'tan asıl korkanlar, O'nun bilgin kullarıdır[426]; Fakat koşarak sana gelene; Allah'tan korktuğu halde[427];
Görmediği Rahman'dan korkan...[428]; Onları azgınlığa ve kâfirliğe sürüklemesinden çekindik[429].
Onlardan korkmayın, benden korkun[430]; İnsanlardan korkarlar, Allah 'tan korkar gibi veya daha fazla korkarlar[431];
Allah'ın mesajlarını bildirenler, O'ndan korkanlar ve Allah'tan başka kimseden korkmayanlar...[432]; olanlar korksunlar[433]; yani O'na karşı saygılarından doğan bir korkuyu hissetsinler.
Yine buyurur ki: Çocuklarınızı fakirlik korkusuyla öldürmeyiniz[434]; yani onları size bir fakirlik dokunacak korkusuna inanarak öldürmeyiniz. Günaha gireceklerinden korkanlara ...[435] yani, O'nu tanımasından doğan bir korkuyla korkan için bu böyledir.
tahsis, ihtisas, hususiyet ve tahassüs kavramları, bazı şeylerin başkalarında olmayan birtakım özelliklere sahip olmasıdır. Bunun zıddı ise; genellik/genelleme anlamını taşıyan umûm, teammum ve Ita'mîm kavramlarıdır. Bir adamın de bir adamın yanında bir çeşit üstünlük, erdem ve saygınlıkla özel bir konum kazanan yakınlarıdır. hassa ise, âmme kavramının zıddıdır. Bu bağlamda Yüce Allah: Sadece aranızdaki zalimlerin başlarına gelmekle yetinmeyecek olan bir belâdan sakınınız[436] buyurmaktadır. Yani, o geldiğinde hepinizi kuşatır, kimse kurtulamaz.
Bir kişinin herhangi bir şekilde özel bir hali olması fiilleriyle dile getirilir. Yüce Allah buyurur: Rahmetini dilediğine tahsis eder[437].
evin aralığı, boşluğu demektir. Kendi başına çözülemeyen, kapatılamayan bir sıkıntı olarak fakirlik kavramıyla ifade edilmiştir. Buna ili- dendiğine de rastlanmaktadır. Yüce Allah buyurur: Kendilerinin İhtiyaçları olsa dahi, göç eden yoksul kardeşlerini özlerine tercih ederler[438]. Denebilir ki, bu kelime kavramından alınmıştır. ise, kamıştan veya ağaçtan yapılmış ev demektir. Böyle denmesinin nedeni, bu tür evlerde küçük aralıklar görünmemesindendir.
Yüce Allah buyurur: Bunun üzerine cennet yaprakları ile örtünmeye koyuldular[439]; yani üzerlerini yapraklar anlamına gelen ile örtmeye başladılar. Bunun için hurmanın yaprağına adı verilmiştir. Ayrıca kalın giysi için de bu kelime kullanılmaktadır ki, çoğulu şeklindedir. Mestin kendisiyle dövüldüğü alete de denir. Ayakkabıyı, hasaf ile kapladım, deyimi de bundandır.
Rivayete göre, Peygamber (sav) ayakkabısını tamir ederdi.[440]
Aynı kökten dokumayı anlatan kavramlar da vardır. Yiyeceklerin parlak o-lanlarma ve denir: Bu, yemeğin iki renginden biridir. Gerçeği ise, süt ve mamullerinden yapılıp bir kaba konduktan sonra onun rengini alan gıda maddeleridir.
kavramı fiilinin mastarıdır. Bu da bir kişiyle bir hasım olarak sürtüşmek, çekişmektir. Bu anlamda fiil ve mastarları kullanılır. Yüce Allah buyurur ki: En amansız düşman olduğu halde...[441]; Mücadele gücü olmayanı mı Allah'a isnat ediyorsunuz?[442].
Ayrıca de diye adlandınlabilmekte ve hem bir kişi İçin hem de topluluk İçin kullanılmaktadır. Kimi zaman iki kişi için kullanıldığına da rastlanmaktadır. kavramının aslı ise; iki kişiden her birinin karşıdakinin bîr tarafını tutarak itişip kakışması ve her birinin karşıdakinin gırtlağına sarılıp sıkıştırması, çekiştirmesidir.
Rivayette: Döşeğimin arasında unuttum.[443] Bu kelimenin çoğulu İse, ve şeklindedir. Karşımızda Allah
konusunda çatışan, iki çelişik inançlı insan kesimi, iki karşıt grup var[444] ayetinde geçen iki hasım, iki topluluk demektir. Bu nedenle çoğul olarak denmiştir. Ayrıca, Huzurumda tartışıp/çekişmeyin[445]; Orada birbirleri ile tartışmaya tutuşurlar[446] ayetleri de bunun gibidir.
çokça sürtüşen, kavgacı anlamına gelir. Yüce Allah bu anlamda: O sonradan pervasız bir tartışmacıya dönüştü [447]buyurmuştur. ise, husumetle ilgili olan, sadece onu düşünen kişidir. Bu bağlamda Yüce Allah: Şüphesiz onlar, tartışma meraklısı/kavgacı bir topluluktur[448] buyurmaktadır.
Yüce Allah buyurur ki: Onlar dikensiz sedir ağaçlan içindedir[449]. Yani, dikeni alınmış. Bu anlamda fiil olarak ve ve denmektedir.
de demektir. Tıpkı kavramının şeklinde gelmesi gibi. Bundan bir istiare olarak denmektedir ki, devenin boynunun kırıldığım anlatır.
Yüce Allah buyurur ki: Yeryüzünün yemyeşil olduğunu görmüyor musun?[450]; Orada ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler giyerek ...[451]. Buna göre yeşil demek olan kavramı, kelimesinin çoğuludur, ise, beyaz ile siyah arasında bulunan renklerden [biri olan yeşil]dir. Fakat siyaha daha yakındır. Bu nedenle siyah yeşil diye, yeşil de siyah diye adi andırıl abilmektedir. Bu bağlamda şair şöyle demektedir:
Önünde doğru bir yol olmadan yürüyüp gidiyorum Yeşil bir gölgede, baykuşun hayvanlarını çağırdığı.[452] Yeşilliği bol olan Irak arazilerine sevâdu'l-Irâk denmiştir. Kimi zaman yeşillik, diye de adlandırılmaktadır. Yüce Allah bu anlamda: Bu konuların renkleri koyu yeşildir[453] buyurmaktadır ki: Bu her iki cennetin de yemyeşil olduğunu anlatır.
Aynı şekilde Peygamber de buyurur ki: Çöplükte açan gülden sakınınız.[454] Burada Peygamber kendi sözünü bizzat kendisi, Kötü yerde yetişen güzel kadındır, diye açıklamıştır.
ise, sebze ve meyveler daha yetişmeden onların satışı üzerine anlaşmaya varmaktır, da yeşilken tohumu dağılan bir çeşit hurma ağacıdır.
Yüce Allah buyurur ki; Sözü yumuşak, tatlı bir eda ile söy/emeym...[455] ayetinde geçen kavramı demektir ki, bu, daha önce geçmişti.
çokça boyun eğen erkek demektir. Aynı kavram et İçin kullanıldığında eti kestim anlamına da gelir. boynunda bir nevi eğrilik bulunan kişi demektir.
kavramı kelimesi gibi olup çizgi demektir. Bu, uzunluğu olan şeyler için kullanılır. Çizgiler çeşit çeşittir. Mühendislere göre bunlar; dik, yuvarlak, eğri ve eğimli şeklinde gruplandırılmıştir. İçinde Yemen Çizgisi gibi uzun bir çizgi bulunan her arazi diye adlandırılır. de o bölgeye ait mızrak demektir.
İnsanın kendisi için çizip kazdığı her yere de -ki ve Aİai adı verilmektedir.
yağmur alan iki arazi arasında kalıp yağış almayan araziye denmektedir. Bu, sanki çizginin dışında kalmış gibi bir mana taşımaktadır. Bunun yanında yazı da diye adlandırılmaktadır. Yüce Allah buyurur: Sen Kur'ân'dan önce hiçbir kitap okumuş yada eline kalem alarak yazmış değildin.[456]
kavramları bir sözü tekrar etmeyi anlatırlar, İle kavramları da bu köktendir. Şu farkla ki; vaaz etmeğe tahsis edilirken, kavramı, bir kadına talip olduğunu dile getirmeye hasredilmiştir. Yüce Allah buyurur kİ: Bu durumdaki kadınlara ima yolu ile evlenme teklif etmenizin yada bu arzuyu içinizden geçirmenizin hiçbir sakıncası yoktur[457]. aslı, insanın kadına evlilik teklif ederken içinde bulunduğu hali anlatır. Tıpkı oturma şekli veya halini anlatan ve kavramları gibi. Mastarından ve isimleri türetilirken mastarından sadece ismi türetilebilmektedir. Her ikisinin kök fiili ismi türetilebilmektedir. Her ikisinin kök fiili şeklindedir. Kavramı, birçok karşılıklı konuşmanın yapılması gereken büyük, ö-nemli konu demektir. Yüce Allah buyurur: Ey samiri, peki senin amacın neydi?[458]; O halde işiniz nedir ey elçiler[459].
ise, her tür ihtilaf ve tartışmayı sona erdiren etkili söz demektir.
ve hızlı bir şekilde kapıp kaçmaktır. Bu anlamda fiilleri kullanılmaktadır.
ve meleklerin konuşmalarından bir sözü kapan olursa...[460] ayeti, bu her iki şekilde de okunmuştur.[461] Bu, şeytanların söz çalma, gayb haberlerini kapıp kaçma gibi işlere hevesli olmaları nedeniyle aldıkları bir sıfattır. Yüce Allah buyurur: Sanki gökten yere düşmüş de kuşlara yem olmuş yada rüzgâr tarafından sürüklenerek ıssız bir köşeye atılmış gibi olur[462]; Şimşek onların görme yeteneklerini nerede ise alıverecekti[463]; Çevrelerindeki beldelerde oturan insanlar kaçırılırken ...[464] ayetindeki fiili, soyulup Öldürülürken, demektir.
Kavramı, uçarken bir şeyi kapıp giden kuş, demektir. Kendisiyle kovanın kuyudan çıkarıldığı alete de kuşun bu hareketine benzetiİdiğinden bu isim verilmektedir. Makaranın etrafında dönen demire de bu isim verilir. Çoğulu şeklindedir. Bu da, avını kapıp giden doğan demektir. Yürüyüşün cezbesine kapılıp hızlanmaktır. ve Sitki yakılıp yıkılmaktan dolayı sanki kapılıp götürülmüş bir hali anlatmak için kullanılır.
kavramı, belli olan yönden dönüş yapmaktır. Bu birkaç şekilde olabilir.
Birisi: İstenmesi iyi/uygun görülmeyen şeyi isteyip onu yapmaktır. İnsanın kendisinden sorumlu tutulduğu gerçek hata/yanlış budur. Bu olguyu tanımlamak için fiili ve mastarları kullanılır. Yüce Allah buyurur: Onları öldürmek ağır bir suçtur[465]; Biz kesinlikle hata edenleriz[466].
İkincisi: Yapılması uygun görülen şeyi yapmak isterken, başka bir şeyin kendisinden sadır olmasıdır. Bu olayı anlatmak için, fiil ve sıfatlan kullanılır. Bu irade açısından isabet etse de, yaptığı iş açısından hata etmiştir. Rasulullah'ın şu sözünde kastedilen de budur:
Ümmetimden hata ve nisyan/unutma kaldırılmıştır.[467] Ayrıca, Kim içtihat eder, hataya düşerse, bir sevap alır.[468] Yüce Allah'ın: Kim yanlışlıkla bir mümini öldürürse mümin bir köle azad etmesi... gerekir[469] sözü de bu anlamdadır.
Üçüncüsü: Kişinin, yapılması uygun görülmeyen şeyi isteyip ondan başka bir şeyi yapmasıdır. Bu durumda kişi iradesinde hatalı, yaptığı işte isabetli sayılır; kastı/amacı açısından kötülenirken, yaptığından dolayı da herhangi bir takdire şayan görülmez. Şairin de şu sözlerinde kastettiği mana budur:
bana kötülük yapmak istedin fakat sevinmeme yol açtın Zira insan bazen bilmeden de iyilik yapabilmektedir.[470] Hasılı: Kim bir işi yapmak isterken elinden başka bir şey çıkarsa hata etti denir. Kastettiği şey ile yaptığı uyumlu olduğunda ise, /isabet etti denir. Kimi zaman da güzel olmayan bir iş yapan veya güzel olmayan bir şeyi yapmak istediğinde hata etti sözü kullanılmaktadır. Onun için hataya düştü, doğrudan saptı, doğruya isabet etti, hatayı hata gördü ajbi ifadeler kullanılmaktadır.
Bu kavramın müşterek/değişik manalar için kullanılan bir kelime olduğu anlaşılmaktadır. Öyle ise, hakikatlere ulaşmayı hedefleyenlerin bunun üzerinde düşünmeleri gerekmekledir. Yüce Allah'ın: Kim günahı tarafından
kuşatılırsa ...[471] sözü de bu anlamdadır.
ve kavramları birbirine yakındır. Yalnız, genelde, bizzat kastedilmediği halde, sırf bu kastın varlığı sebebiyle meydana gelen fiiller için kullanılır. Sözgelimi, bir ava atarken bir insanı vuran yada içki içip sarhoşluğu sırasında bir cinayet işleyen insan gibi.
Sebepler de ikiye ayrılır. Bir sebep vardır ki, yapılması sakıncalı görülmüştür. İçki içmek ve doğan hatalardan birini işlemek gibi; burada kişi suçsuz sayılmaz. Bir sebep de vardır ki, yapılmasında bir sakınca yoktur. Avlanmak gibi. Yüce Allah buyurur: Yanılarak yaptığınızda bu türden seslenmelerde size bir günah yok, fakat kalbiniz bile bile yaptığınızda günah vardır[472]; Kim bir kusur yada bir suç işler de ...[473]; buradaki yapılması kastedilmemiş olan sakıncalı fiildir.
Bu bağlamda Yüce Allah buyurur: Rabbim!
Sen bu zalimlerin sadece şaşkınlığını arttır. Onlar, günahları yüzünden...[474]; Rabbimizin günahlarımızı bağışlayacağını ümit ederiz[475]; Bizim yolumuzu izleyin de günahlarınızı biz yüklenelim derler. Oysa onların, müminlerin omuzlarındaki hiçbir günahı yüklenmeleri söz konusu değildir[476]; Hesaplaşma günü günahlarımı affedeceğini umduğum da O-'dur[477].
Bu anlamdaki kelimesinin çoğulu ve şeklindedir. Günahlarınızı af edelim[478] ayetindeki ise, bilerek işlenen hatalar/günahlardır. Bu anlamda günahı bilerek işleyendir.
İrinden başka yiyecek yoktur. Onu (bile bile) günahkarlardan başkası yemez[479] ayeti de bu anlamdadır.
Bazen, günah da diye adlandırılır. Bu manada Yüce Allah: Ve yerte olan şehirler o hata ile geldiler [480]buyurmaktadır. Buradaki büyük günah demektir. Bu, literatürdeki deyimi gibidir.
Peygamber (sav) de, kasıtlı olarak işlenmeyen günahların, sorumluluk getirmeyeceğini bildirmiştir. Günahlarınızı af edelim[481] ayetindeki anlamı ise, daha önce açıklanmıştır.
fiili, ayakların bir kerelik hareketini, bir adımı anlatır. iki ayak arasındaki mesafedir. Yüce Allah buyurur: Sakın Şeytanın adımlarını izlemeyin[482]; yani, ona uymayınız. Bu tıpkı: Keyfine uyma[483] ayeti gibidir.
kavramı, ağır demek olan sözcüğünün karşılığıdır. Bu, bazen tartıda birbirinin karşısına konma esas alınarak bazen de birbiriyle karşılaştırılan iki şeyin durumunu anlatmak için kullanılır. Sözgelimi, hafif bir dirhem veya ağır bir dirhem sözleri gibi.
İkincisi, kulandan zamanların karşılaştırılması esas alınarak belirlenen hafiflik veya ağırlık. Sözgelimi, hafif bir at veya ağır bir at sözleri gibi. Bu cümleler, iki attan birinin, birim zaman içinde, diğerinden daha fazla koştuğunu anlatır.
Üçüncüsü, insanların hoşuna giden şeylere hafif, zorlarına giden şeylerin i-se, ağır diye nitelendirilmesidir. Bu durumda hafif övgü için, ağır da yergi için kullanılmaktadır. Yüce Allah'ın: Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti
[484]; Bu yüzden onların ne azabı hafifletilecek ...[485] sözleri bu anlamdadır. Bana göre, Hafif bir yük yüklendi[486] ayeti de bu manayı taşımaktadır.
Dördüncüsü, hafif meşrep olan kişiye hafif, vakarlı olan kişiye ise, ağır denmesidir. Bu durumda hafiflik yergi, ağırlık da övgü için kullanılmaktadır.
Beşincisi, yer ve su gibi doğası gereği aşağıya çeken cisimlere/maddelere hafif denmektedir. Bu anlamda olmak üzere fiil formları kullanılmaktadır. eşyanın hafif olanına denir. hafif gelen söz deyimi bu anlamdadır. Yüce Allah buyurur: Bu şekilde kavmini küçümsedi. Onlar da ona boyun eğdiler[487]; yani, onları kendisiyle beraber hafif olmaya sürükledi veya onları bedenleri ve azimleri açısından hafif insanlar olarak buldu.
Öte yandan, onları hafifmeşrep buldu da denmiştir. Yüce Allah'ın: Kimlerin tartıları ağır gelirse onlar kurtuluşa ermişlerdir. Kimlerin de tartılan hafif kalırsa onlar kendilerini mahvetmişlerdir[488] sözü İse, salih amellerin çokluğu ve azlığını anlatmaktadır. Seni telaşa ve gevşekliğe düşürmesinler[489] ayeti İse, onların ortaya attıkları şüpheler seni dirençsizleştirmesin ve inanç sisteminden saptırmasın. iyi deyimi de, hafiflik içinde evlerinden göçüp gittiler demektir. ise, giyilen mesttir. Devekuşu ve büyük baş hayvanların ise, insanın mestine benzetilerek ifade edilen toynakları demektir.
Yüce Allah buyurur: kısık bir sesle birbirlerine....[490]; Namazda sesini fazla yükseltme, fazla da kısık tutma[491]. lel-muhâfete ve lel-haft gizli konuşmaktır. Şair der ki:
Açıkça söylemek ile gizlice söylemek arasında çok fark vardır.[492]
kavramı, alçaklık demektir ve yükseklik demek olan sözcüğünün zıddidır. Aynı şekilde sükûnet ve yumuşak yürüyüş anlamına gelir. Yüce Allah'ın: Önlerinde alçak gönüllülük kanallarını indir[493] sözü ise, yumuşak davranmak ve boyun eğmek anlamındadır. Bu, sanki, bana karşı büyüklük taslamayınız[494] ayetinin zıddıdır. Kıyametin bir sıfatı olarak O kimini alçaltır[495] denmiş olması, bir topluluğu indirmesi, bir topluluğu da kaldırması anlamındadır. Buna göre kavramı, Yüce Allah'ın: Sonra onu aşağıların en aşağısı kıldık[496] sözüne işarettir.
fiili, örtünmek anlamına işaret eder. Yüce Allah buyurur kİ: Rabbinize yalvararak ve gizlice dua ediniz[497]. da tıpkı gibi, kendisiyle örtünülen şeydir, de bir şeyin gizli/kapalı yönünü bertaraf etmektir ki, onu ortaya koymak/çıkarmak anlamına gelir. ise, bir şeyi gizlemektir ki, onu örtmekle aynıdır. Bunun karşılığında ve kavramları kullanılır.
Yüce Allah buyurur ki: Eğer sadakaları açıktan verirseniz bu güzeldir. Şayet onları kimse görmeden fakirlere verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır[498];
Oysa foen sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim[499]; Hayır, sadece daha önce içlerinde sakladıklarının akıbeti önlerinde belirdi[500].
kavramı da gizleme talebidir. Yüce Allah'ın: Haberiniz olsun ki, müşrikler kendilerine Kur'ân okunurken Allah'tan gizlenmek için başlarını göğüslerine yapıştırarak iki büklüm olurlar[501] sözü bu anlamdadır. de tüylerin ön kısımda bulunanlarının dışında kalanları demek olan kelimesinin çoğuludur.
kavramı, iki şey arasındaki boşluktur. Çoğulu şeklindedir. Bu anlamda ev, bulut, kül vesaire gibi şeylerin halelinden söz edilebilir. Yüce Allah bulutun tasvirinde buyurur ki: Arkasından aralarından yağmur yağdığını görürsün.[502]; Bunlar evlerinizin köşe bucaklarını arayarak sizi yakalamaya giriştiler[503]. Şair de der kİ:
Ben külün aralıklarını ve korun kovuklarım görüyorum.[504]
Sizi birbirinize düşürmek için aranıza atılacaklar[505]; yani sizin aranızda kovuculuk ve bozgunculuk çıkarmak için ellerinden geleni artlarına koymadılar. ise, diş vb şeyleri kurcalamak için kullanılan çöptür. Dişlerini kurcaladı, elbisesini elbisesini çırpacak ile çırptı deyimleri bu köktendir. Sütten kesilen yavrunun dilini hilal ile hilalledi ki, onu emzirmekten alıkoysun. Oku yay ile hilalledi de denir. Hadiste:
Parmaklarınızı tahlil ediniz denmektedir.[506] Bir işteki halel, ondaki vehn/gevşeklik gibidir. Burada, iki şey arasında arasındaki boşluk benzetme unsuru olarak alınmıştır. bir canlının etinde meydana gelen boşluk demektir. Bu zayıflıktan doğan bir durumdur. Şair der ki:
Bedenim doğumdan sonra darmadağın oldu:[507]
kumluktaki yol demektir. Her yanına zorluk geçtiğinden; yada yolun ortası bozulduğundan bu ismi almıştır. ise, ekşimiş içkidir. Ekşime onun içine girdiğinden böyle denmiştir. Kılıcın kendisiyle örtüldüğü şeydir; arada yer
diğİnden böyle denmiştir, Kılıcın kendisiyle örtüldüğü şeydir; arada yer aldığından bu adı almıştır, cana gelen arızı tehlikedir. Bu ya onun bir şeyi istemesinden, yada bir şeye ihtiyacı olduğundan meydana gelir. Bu nedenle kelimesi hacet/ihtiyaç ve haslet/özellik ile açıklanmıştır.
de meveddet/sevgi demektir. Bu ya nefsin arasına girmesinden yani ortasına kadar varmasından yada nefsi boşaltıp okun hedefte yaptığı tesiri yamasından veya ona çok ihtiyaç duyulmasından böyle adlandırılmıştır. Fiil ve mastar olarak denir ve ism-i fail olarak da o dosttur denmektedir. Yüce Allah buyurur ki: Allah, İbrahim'i dost edinmişti.[508]; deniyor ki: Bu ismi almasının nedeni, Onun her durumda Doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım, dedi[509] ayetinde kastedilen Yüce Allah'a muhtaç olmasıdır.
Bu anlamda denmiştir ki: Allahım, sana muhtaç olmakla beni zengin kıl, senden istiğna etmekle beni fakir yapma.[510] Kimisi de bunun ali dostluktan olduğu, Allah için kullanılmasının da muhabbetin kullanımı gibi olduğunu söylemiştir.
Ebû'l-Kâsim el-Belhî[511] der ki: Bu kelime kavramından alınmıştır; sözcüğünden değildir. Bunu sevgili ile kıyaslayan ise, hata etmiştir, çünkü Allah'ın kulunu sevmesi uygundur, zira Onun sevgisi sena/övgüdür; dostluğu ise, uygun değildir. Bu benzerlik manası olan bir kavramdır; zira sevginin nefse sinmesi ve ona karışmasıdır. Şair der ki:
Sen, içime ruhun girdiği gibi girdin Dost da bunun için dost diye adlandırılmıştır.[512] Bu açıdan ruhlarımız kaynaştı denir.
ise, sevgiyle kalbin en ücra köşesine kadar ulaşmaktır. Bu açıdan 4? demek, kalbinin çekirdeğinden vurmaktır. Yalnız, muhabbet Allah için kullanıldığında sırf ihsan anlamında kullanılır, ali- kavramı da böyledir. Eğer birini
kullanmak uygun olursa, diğerini kullanmak da uygun olur. Sevgiden kalbin çekirdeğinin, dostluktan da birbirinin içine girmenin Yüce Allah için kullanılması ise, düşünülemez; Allah bundan münezzehtir.
Yüce Allah buyurur: Ne alış- verişin ne dostluğun olduğu ...[513]; yani kıyamet gününde bir iyiliği satın almak da bir sevgiyi kazanmak da mümkün olmaz. Bu, Yüce Allah'ın: İnsan ancak kendi çalışmasının karşılığını elde edebilir[514] gibi sözüne işarettir. Ne alışverişin ne de dostluğun olduğu ...[515] ayetinde geçen ise, deniyor ki, filinin mastarıdır. Kimisi de bunun çoğul olduğunu söylemiştir. de de de denir; hepsinin anlamlan ise, birincisi gibidir.
Kavramı, bir şeyin bozulmaya uğramaktan kurtulması ve olduğu hal üzere/olduğu gibi kalmasıdır. Araplar, değişimi ve bozulması uzun zaman alan her şeyi sıfatı ile nitelerler. Sözgelimi, sacın üzerine konduğu taşlara derler.
Bu, varlığının devamlılığından değil, uzun süre durmalarından dolayıdır. Bu anlamda ûjk oiÂi' ili. fiili kullanılır. Yüce Allah buyurur: HiÇ Ölmemek ümidi ile ...[516].
de insanın değişmeden kendi eski hali üzere kalan, insan sağ kaldıkça değişime uğrayan diğer cüzleri gibi değişime uğramayan organlarına denir.
kavramının aslı, uzun zaman varlığını sürdüren demektir. Bu alamda saçları geç ağaran adama adı verilir. ikili ön dişleri, dörtlü ön dişleri çıkana kadar kalan binek devesidir. Ayrıca, istiare yoluyla varlığı devamlı varlıklar için
de kullanılır.
Cennetteki Orada bulunan eşyanın herhangi bir şekilde bozulmadan sonsuza dek öyle kalmalarıdır. Yüce Allah buyurur: Onlar, orada ebedi olarak kalmak üzere Cennetliktirler[517]; Onlar, orada ebedi olarak kalıcı olmak üzere Cehennemliktirler[518];
Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî olarak kalacağı cehennemdir[519]; Hiç ölmeyecek genç hizmetçiler aralarında dolaşır[520].
Deniyor ki, bu onların kendi hallerinde kalmaları herhangi bir değişime uğramamalarıdır. Bunlar kendilerine takılanlardır da denmiştir. Burada kullanılan ise, bir çeşit kulak süsü/küpedir. Bir şeyin varlığını devamlı kılmak veya onun varlığının devamlı olduğuna hükmetmektir. Yüce Allah'ın: Fakat o yere saplandı kaldı[521] sözü bu anlamdadır; yani orada sonsuza dek kalacağını sanarak yere dayandı.
kavramı kavramı gibidir, yalnız içindeki yabancı unsurlar temizlenen şeydir. ise hem bunun için hem de hiçbir yabancı unsur barındırmayan şey için kullanılır. Aynı şekilde temizledim, o da temizlendi denebilir. Onun için şair der ki:
Tıpkı içkinin süzüldüğü ibrikten süzüldüğü gibi.[522] Yüce Allah buyurur: Yine onlar 'Bu hayvanların kannlanndaki yavrular sadece erkeklerimize aittir, dediler[523]. Kavram olarak de de kullanılabilir; tıpkı ve kavramları gibi. Yüce Allah'ın: Ondan umut kesince, aralarında konuşmak üzere bir kenara çekildiler [524]sözünde ise, diğerlerinden ayrılarak yalnız başlarına kaldıklarında demektir. Biz ona içtenlikle
bağlı olduğumuz halde ...[525] ve O, hiç kuşkusuz, bize içten bağlı, seçkin bir kulumuzdu[526] ayetleri de, Müslümanların imasını anlatır. Buna göre onlar, Yahudilerin iddia ettikleri teşbihten ve Hıristiyanların uydurdukları teslisten arınmışlardır.
Aynı anlamda Yüce Allah: Ona içtenlikle bağlı dini sadece ona has kılmış olarak ..[527]; üçüncüsüdür diyenler de kesinlikle kâfir olmuşlardır[528]; Sırf Allah'a bağlanan bir dindarlığı benimseyenler ...[529]; O tarafımızdan seçilmişti ve bir resul, bir nebiydi[530] buyurmaktadır. Bunlar birbirine benzer anlamlara işaret etmektedir. Öyle ise, İhlasın hakikati, Allah dışındaki her şeyden arınmak/uzaklaşmaktır.
iki veya daha fazla şeyin parçalarını birleştirmektir. Bu karıştırılan iki şey sıvı veya katı ya da, biri sıvı diğeri katı olabilir. Bu, kavramının anlamından daha geniş kapsamlıdır. Onun için bir şey karıştığında denir. Yüce Allah buyurur: Yörenin çeşitli bitkileri onunla birbirine karıştı[531]. Dost/arkadaş, komşu ve ortak için kavramı kullanılır. Fıkıhtaki iki de bu köktendir. Yüce Allah buyurur: Doğrusu ortakların çoğu birbirlerinin haklarına tecavüz ederler[532]. kavramı, hem tek kişi için hem de topluluk için kullanılır.
Şair derki:
Halît ayrıldı ve onlar terk ettiklerine dönmediler.[533]
Yüce Allah buyurur: Salih bir ameli diğer bir kötülüğe karıştırdılar[534], yani bazen bunu yaparlar bazen de diğerini. Falan kişi, sözünün arasına başkasının sözünü koydu demektir, At, yürüyüşünde ahenkli değil, tekleyerek yürüdü demektir. Bu onun yürüyüşündeki kusuru kinaye yoluyla anlatmaktadır.
sözcüğü, insanın elbisesini çıkarması, atın eğerinin ve koruyucu gömleğınin çıkarılması anlamında kullanılır. Yüce Allah buyurur: Ayakkabılarını çıkar[535]; deniyor ki, bu zahiri anlamdadır ve ayakkabısını çıkarmasını emretmiştir, zira bu ölü bir merkebin derisinden yapılmıştı.[536] Bazı sufiler der ki: Bu, sembolik bir ifadedir; ikamet ve temekkünü emretmektedir. İyice yerleşmesi ve rahat etmesi İçin bîr kişiye: Elbiseni, mestini vb şeylerini çıkar denmesi gibidir. Onun için deyimi, bir kişinin birine bir elbise verdiğini anlatır. Bu ifadeden bağış anlamının çıkarılması, ekinin ilave edilmesine dayanmaktadır; sırf fiilinin kullanılmasına değil.
kelimesi, ön, ileri anlamındaki sözcüğünün zıddıdır. Yüce Allah buyurur: O, kullarının yaptıklarını da yapacaklarım da bilir[537]; İnsanı önünden ve arkasından izleyen (melekler) vardır[538]; Bugün senden sonra geleceklere ibret osun diye cansız vücudunu bozulmaktan kurtaracak[539]. fiili de pis ve fiilinin zıddıdır.
sona kalan, yerinin kusuru nedeniyle diye adlandırılır. Onun için artakalan, değersizdir. Yüce Allah buyurur: Onların arkasından yerlerine başka bir kuşak geçti[540]. Onun için: /Bin sustu ve pis konuştu (çok sustu ama konuşunca bir çuval inciri berbat etti) denir,[541] yani sözün çürüğünü/değersizini söyledi. İnsanın arkasından çıkan sesli yellenmeye de denmektedir. Sözü bozulan yada özünde bozuk olan kişi için de böyle denir.
deyimi, birisinden sonra gelmeyi ve onun yerine geçmeyi de İfade eder. Bunun maştan esre ile söylenen kavramıdır. Ha'nın üstünlü okunmasıyla olanı ise, bozulmayı anlatır. Onun için de bayağı/değersiz ukala demektir, sonradan gelenin değersiz olanı diye adlandırılır. Bunların yerine namazı umursamayan... kuşaklar geçti[542].
Birisinin yerine geçip onun yerini doldurana da adı verilir. ise, her birinin diğerinin yerine geçmesi şeklinde işleyen sistemdir. Yüce Allah buyurur: O, gece ile gündüzü birbirine ardışık yapmıştır[543]. Onların işi şeklindedir denir ki, birbirinin ardından gelirler demektir. Şair der ki:
Orada el-îyn ve el-Ârâm vardır; ard arda yürürler.[544]
ifadesi, karın sancısına yakalanmaktan ve çok yürümekten kinayedir. onun yerine iş gördü demektir. Bu, onunla beraber de, ondan sonra da olabilir. Yüce Allah buyurur: Eğer biz dileseydik, sizin yerinize, yeryüzünde melekler yaratırdık da sonra yerinize geçerlerdi[545].
kavramı, başkası adına onun görevini üstlenmeyi anlatır. Bu, ya yerine görev yapılan kişinin hazır olmamasından veya ölümünden yada görevini ifa etmekten aciz düşmesi yahut da yerine bırakılanın onurlandın İması nedeniyle yapılır. Yüce Allah, bu son maddeye göre dostlarını yeryüzünde halife kılmıştır. Yüce Allah buyurur: Yeryüzünde sizleri daha önceki kuşakların yerine geçiren O'dur[546]; Sizi yeryüzünün halifeleri yapan O dur[547]; Rabbim, sizin yerinize başka bir toplum getirir[548], sözcüğü kavramınin çoğuludur; ise, kelimesinin çoğuludur. Yüce Allah buyurur: Ey Davudi Biz seni yeryüzünde hükümdar yaptık[549]; Biz de onları halifeler yaptık[550]; Allah sizi Nuh kavminden sonra halifeler kıldı[551]. ve her bir kişinin davranış veya söz olarak başkasının tuttuğu yoldan farklı yolu tutturmasıdır.
nın tuttuğu yoldan farklı yolu tutturmasıdır.
kavramı, kavramından daha geneldir. Zira her iki zıt şey birbirinden farklı olur, ama her iki farklı şey daima birbirine zıt olmayabilir. İnsanların sözdeki farklılıkları kimi zaman çekişmeye yol açtığından ihtilaf kavramı bazen istiare yoluyla ve için de kullanılır.
Yüce Allah buyurur: Çeşitli gruplar ayrılığa düştüler.[552]; Onlar sürekli ayrılık içindedirler.[553];
Dillerinizin ve renklerinizin ayrı ayrı olmasıdır.[554]; Birbirlerine neyi soruyorlar?O büyük haberi mi?Ki onlar onda ayrılığa düştüler[555]; Siz, şüphesiz çeşitli görüştesiniz.[556]; Renkleri çeşitli olan...[557].
Sakın kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra parçalanıp çatışmaya düşenler gibi olmayınız...[558]; Bu arada Allah'ın izni ile müminleri, kâfirlerin üzerinde anlaşmazlığa düştükleri gerçeğe iletti.[559]; insanlar tek bir ümmetten ibaretti, sonra görüş ayrılığına düştüler.[560] Gerçekten biz Israiloğullan'nı güvenli bir yurda yerleştirdik, onlara temiz, nzıklar sunduk. Kendilerine bilgi gelinceye kadar anlaşmazlığa düşmemişlerdi. Şüphe yok ki, Rabbin kıyamet günü anlaşmazlığa düştükleri konularda haklarında hüküm verecektir.[561]
Allah sizi bu yolla sınavdan geçirir.
Kıyamet günü aranızdaki anlaşmazlık konularını size açıklayacaktır.[562]; insanlar arasındaki tartışmalı konular Allah tarafından açıklığa kavuşturulsun[563]; Bu kitap üzerinde görüş ayrılığına düşenler...[564]; deniyor ki: fiilinin manası geri kaldılar demektir; tıpkı iyilik kazandı ve kötülük kazandı fiilleri gibi.
Kimisi de: Kitaba Yüce Allah'ın göndermediği birtakım şeyler karıştırdılar.
Yüce Allah'ın: Bu şekilde buluşamazdınız[565] ayetindeki seçen fiil İse, ayrılığa düşmek, hem de peşpeşe gelmek anlamında olabilir- Görüş ayrılığına düştüğünüz herhangi bir meselede hüküm vermek Allah'a aittir[566]; anlaşmazlığa düştüğünüz konularda aranızda hüküm vereceğim[567]; Gece ile gündüzün ardı ardına gelmesinde ...[568]; yani her birinin diğerinin ardından gelmesi ve birbirlerini ızlemeleridir.
İse sözüne aykırı davranmaktır. Bana söz verdi ama yerine getirmedi, yani vaat ettiğinin tersini yaptı, Allah'a verdikleri sözden caydıkları ...[569]; Kuşku yok ki, Allah sözünden caymaz[570]; Bana verdiğiniz sözden caydınız[571]; Biz sana verdiğimiz sözden kendi başımıza caymadık dedi-/er[572].
Falanı geri kalmış buldum. Bir kişinin ardından diğerine su vermektir. Ağaç yaprağını döktükten sonra tekrar yeşerdi demektir. Malı zayi olan kişiye denir ki, Allah sana onun yerini dolduracak olanı versin demektir. deyimi de senin ondan bir halifen oldu anlamına gelir.[573] Ama o takdirde senden sonra orada ancak kısa bir süre
kalabilirler[574]; yani, senden sonra.
Bu kelime şeklinde de okunmuştur ki, sana muhalif olarak anlamına gelir. Yüce Allah'ın: Ya sağlı- sollu birer el ve ayaklarının çapraz kesilmesi...[575] sözü ise, biri sağdan, diğeri soldan demektir. sözcüğü da arkamda bıraktım anlamına gelir, Sefere katılmayanlar Allah'ın Rasulüne ters düşerek geride kaldıklarına sevindiler[576]; yani muhalefet ederek, Hükümleri ertelenen o üç kişinin de ...[577]; Savaştan geri kalanlara de ki[578].
kelimesi de, bir eksik veya kusur yüzünden geciken/geri kalandır. Buyurur ki: O halde şimdi de geri kalanlarla beraber evlerinizde oturunuz[579]. gerilerde olan çadırın direğidir; göçenlerin en sonunda yer aldığından kadın da kinaye yoluyla diye adlandırılır. Bunun çoğulu şeklindedir. Yüce Allah buyurur: Onlar evlerinde oturan güçsüzlerle birlikte kalmaya razı oldular[580].
deyimi, kadınları erkeklerinden geri kalan kabileyi anlatır. Keserin arka tarafında bulunan keskin yüzüdür ayrıca kaburgaların, arka tarafından karın hizasına kadar olan kısmına denir. da bir ağaç türüdür, böyle sanıldığından yada kendisi hakkında verilen bilgi ile görünüşü arasında uyuşmazlık olduğundan bu adı almıştır. Deve yetişmeye başladığından sonra bir yaşını bitirmiş ve iki yaşını bitirmiş diye tanımlanır. Hz. Ömer derki: Eğer halifeliğim olmasaydı, ezan okurdum.[581] kelimesi demektir ve fiilinin mastarıdır.
kelimesinin aslı, doğru dürüst takdir/planlamadır. Bir şeyi herhangi bir aslı ve örneği olmaksızın yaratmaktır. Yüce Allah buyurur ki: Gökleri ve yeri yaratan...[582]; yani onları yoktan yarattı.
O, göklerin ve yeryüzünün yoktan varedicisidir[583] ayeti de bu anlamını desteklemektedir. Ayrıca bir şeyi bir şeyden yaratmaya da adı verilmektedir. Sözgelimi, O sizi tek bir nefsten yarattı[584]; O insanı bir nutfeden/saf sudan yarattı[585]; Andolsun ki, biz insanı süzme çamurdan yarattık[586]; Sizi biz yarattık[587]; Cinleri bir ateş korundan yaratmıştır[588].
anlamındaki yaratma sadece Yüce Allah'a mahsustur; başkası için kullanılamaz. Onun için Yüce Allah ile diğerlerinin farklılığını anlatmak bağlamında der ki: Yaratan ile yaratmayan bir midir?
Hala ibret almayacak mısnız?[589]. İstihale ile oluşan yaratmayı ise, Yüce Allah bazı durumlarda, Hz. İsa gibi, başkası için de kullanmıştır:
Hani benim iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şeyler yaratıyordun[590].
kavramı, insanların literatüründe sadece iki manada kullanılır.
Birisi, takdir anlamındadır. Şairin şu sözü gibi:
Sen yarattığın şeyi eşsiz yaratırsın Bazı kimseler de yaratır ama eşsiz, değil.[591]
İkincisi ise, yalan için kullanılır. Yüce Allah'ın: asılsız iftira yaratıyorsunuz[592] sözü gibi. Eğer, Yaratıcıların en güzeli olan Allah ne de yücedir[593] ayeti, Yüce Allah dışındaki varlıkların da yaratma ile nitelenmesinin doğru olduğunu göstermektedir, denecek olsa, ona şöyle cevap verilebilir: Bunun manası şudur: Takdir/plan yapanların en iyisidir yada onların inançlarına ve kanaatlerine göre söylenmiş bir sözdür; zira onlar Allah'tan başkasının da yoktan var ettiğine inanır veya sanırlardı. Bu inançta olanlara adeta şöyle denmiştir: Farz et ki, Allah dışında da yoktan var edenler ve yaratanlar vardır; bu inanca göre bile, Yüce Allah onların en iyi yaratanıdır.
Nitekim buyurur ki: Onun yarattığı gibi yarattılar, yaratılış onlara karışık geldi[594]; Onlara kesin olarak emredeceğim, onlar da kesinlikle Allah'ın yaratışını bozacaklar.[595] Bu bağlamda denmiştir: Ayet, onların hadımlaştırmak, sakalları kesmek ve buna benzer müdahalelerle yaratılışın şeklini bozmaya çalışmalarına işarettir. Allah 'in hükmünü değiştirmektir diyenler de vardır.
Allah'ın yaratmasında herhangi bir değişme olmaz[596] sözü ise, onun takdirmt ve kazasına işarettir. Kimileri ise, manası: Allah'ın yarattıklarında değiştirme olmaz şeklinde gelmiş bir nehiy/yasaklamadır. Yani, Al lah'ın yarattıklarım değiştirmeyin, demektir. Yüce Allah'ın:
Rabbinizin sizin için yarattığını terk ediyorsunuz[597] sözü ise, kadınların önlerinden kinayedir.[598] Sözün niteliği bağlamında gelen her yaratma sözcüğünden maksat yalandır. Bu açıdan insanların pek çoğu Kur'ân için yaratılış kavramını kullanmaktan uzak durmuştur.[599] Yüce Allah'ın: Bu, eskilerin uydurmalarından başka bir şey değildir[600]; Sora zamanda bunu hiç duymadık; bu ancak bir uydurma olabilir[601] sözleri de bu anlamdadır.
kelimesi anlamında da kullanılır. ile aynı köktendir. İle ve ile gibi. Yalnız, jli gözle görülebilen şekil, biçim ve çehreler için kullanılmaya tahsis edilmiştir, ise, ancak basiret ile algılanabilen kuvvetler ve seciyeleri dile getirmeye tahsis edilmiştir. Yüce Allah buyurur: Ve sen yüce bir ahlaka sahipsin[602]; eski atalarımızdan kalan geleneklerden başka bir şey değildir[603] ayetinde kavramı şeklinde de okunmuştur.[604]
da, insanın ahlakıyla kazandığı erdemlere denir. Yüce Allah buyurur: Ahirette ise onun her hangi bir payı olmayacaktır[605]. Bu açıdan denir ki, kişinin o huyla iç içe yaratıldığını anlatır. Bu da şu huy üzere yaratılmış veya yaratılıştan bu işe eğilimi atkın anlamına gelir. Yıpranan, yırtılan elbise için kelimeleri kullanılır ki, bu yıpranan, çürüyen ip için denmesi gibidir. Elbisenin yumuşaklığından giyim manası da düşünülmüştür. Bu açıdan örtülü dağ, örtülü kaya denmiştir. ifadesi ise, elbiseyi yumuşatmak manasına gelir. bulut yumuşadı deyimi de bundandır yada o, şu huylara sahiptir sözünden alınmıştır. ise, bir çeşit kokudur.
sözcüğü, içinde ev, bina vb hiçbir örtecek şey bulunmayan mekan demektir. ise, boşluk demektir zaman ve mekan için kullanılır. Ancak, zamanda bir geçmiş manası düşünüldüğünden dilciler deyimini, zaman geçti, gitti diye açıklamışlardır.
Yüce Allah buyurur: Muhammed, bir peygamberden başka bir şey değildir. Ondan önce de nice peygamberler gelip geçmiştir[606]; Oysa onlardan önce nice ağır ceza örnekleri gelip geçmiştir[607]; Onlar daha önce gelip geçmiş bir ümmettir[608]; Sizden önce birçok yasalar gelip geçti[609]; Her milletin arasına mutlaka bir uyarıcı gönderilmiştir[610]; Sizden Önce gelip geçenlerin durumu ... [611]; onlar kendileri ile baş başa kaldıkları zaman size duydukları öfke yüzünden parmak uçlarım ısırırlar[612].
Babanızın yüzünü kendinize ayırma imkanına kavuşursunuz[613] ayetindekİ fiili ise, böylece babanızın sevgisi ve İlgisi sadece size kalmış olur demektir. İnsan boşaldı/boş kaldı, falan kişi falanla baş başa/yalnız kaldı, ise, kimsenin olmadığı yerde ona vardı, manasına gelir. Yüce Allah buyurur: Şeytanları ile başbaşa kaldıklarında ise ...[614];
deyimi de bir kişiyi boş yerde bırakmayı anlatır. Öte yandan her tür terk etme diye adlandırılabilir; Su durumda onların yolunu açın[615] ayeti gibi.
sütten kesilen ve artık sağılmayan dişi deve, kocadan boşanmış kadındır. Bazen de sahipsiz bırakılan terk edilmiş gemiye adı verilir. ise, üzüntü/kederin yalnız bıraktığı kişi demektir. Tıpkı, şairin şu şiirinde geçen kelimesi gibi:
Zaman zaman geri dönen hüzünlere terk edilmiştir.[616] sözcüğü de kuruyuncaya kadar kendi haline terk edilen ot demektir, otu kestim/biçtim, hayvan için ot biçtim, demektir. Bu kesme anlamından istiare yoluyla denmiştir ki, çalındığı her şeyi ot biçer gibi kesen kılıç demektir.
Yüce Allah buyurur: Biz onları biçilmiş ekinler gibi cansız yere seriverdik[617] sözü, onların ölümlerinin kinaye yoluyla dile getirilmesidir. Bu söz sözünden alınmıştır ki, ateşin alevi söndü, demektir. Bundan istiare yoluyla denmiştir ki, jtfma sakinleşti manasına gelir. Yüce Allah buyurur: Hemen sönüp gittiler[618].
kelimesinin aslı, bir şeyi örtmektir. Kendisi ile örtü yapılan şeye p denir. Yalnız, literatürde kadının kendisiyle başım örttüğü örtü için kullanılır; çoğulu şeklindedir. Yüce Allah buyurur: Başörtülerini göğüslerinin üzerine vursunlar[619]. Bu şekilde örtünen kadın için ve denir. Kabın kapağını/üzerini örtmek için de denmektedir.
Rivayette: Kaplarınızı Örtünüz denmiştir.[620]
deyimi de hamura adı verilen içkiyi katmak anlamına gelir. daha önce örtülü olduğundan bu adı almaktadır. İnsanların himarına girmek, onların içine girildiğinde saklayan/kaybeden topluluğu içine girmektir.
yani içki ise, aklın işleyiş mekanizmasını örttüğünden bu adı almıştır.
Kimilerine göre o, her sarhoş eden şeyin adıdır. Bazıları ise, sadece üzüm ve hurmadan elde edilmiş olan sarhoş ediciler için kullanılan bir isimdir, derler. Çünkü Pygamberden (sav): Hamr, şu iki ağaçtan olur; Hurma ve üzüm.[621] Bazıları ise, onu bu suların kaynatılmamış olanının adı sayarlar. Öte yandan bu hamr adını kaldıracak olan kaynatmanın derecesi de ihtilaf konusudur.
kelimesi de, içkiden doğan hastalık demektir. Bu kavramın formu da nezle ve öksürük gibi hastalık kalıplarında verilmiştir. Koku için kullanılan de bu kokusunun güzelliğini anlatır. ve bir kişiyle düşüp kalkmak ve ondan ayrılmamaktır. Bundan bir istiare olarak :
[Siz beni gömmeyiniz,, beni gömmek size haramdır]
Aksine beni dostum ÜmmüÂmir'in ellerine bırakın, denmiştir.[622]
kelimesinin aslı, sayılardan biri olan beştir. Yüce Allah buyurur: Yine derler ki: Onlar beş kişidir; altıncıları köpekleridir[623]; Onların arasında bin sene yaşadı; elli yıl hariç[624]. de uzunluğu bir arşın olan elbisedir. Beşli mızrak deyimi de bunun gibidir. develerin kara-kuru bir türüdür. /Bir topluluğa ait malın beşte birini almaktır. Ve beşledim, beşincileri oldum demektir, günlerden İse, bildiğimiz Perşembe günüdür.
Yüce Allah buyurur: dara düşer ve çaresiz kalırsa[625]; yani: Karnın incelmesine ve boşalmasına yol açan açlıktır. zayıf adam demektir. ayağın iç kısmıdır, zayıflığı/inceliği nedeniyle bu adı almıştır.
dikeni olmayan bir ağaçtır. Kimileri onun asmaya benzeyen erak ağacı olduğunu söyler. ekşimiş olan içkidir. fiili de öfkelenmeyi anlatır. damızlık deve azdı demektir.
Yüce Allah buyurur: Onlardan maymunlar ve domuzlar yarattı[626]; deniyor ki: Ayette kastedilen, onların bilinen hayvan yani, domuza çevrildikleridir. Kimileri de: Allah onları, ahlakı ve işleri bu hayvanlarmkine benzeyen mahluklara çevirmiştir, yaratılışı onların yaratılışına benzeyen varlıklara değil. Ayette her iki anlam da kastedilmiştir. Zaten rivayette de bazı kavimlerin hayvana çevrildikleri bildirilmiştir.[627] Aynı şekilde insanların arasında öyleleri vardır ki, ahlakları baz alınsa, şekilleri insan suretinde de olsa, maymun ve domuz gibi oldukları görülecektir.
Yüce Allah buyurur: insanların göğüslerine gizlice kötü düşünceleri fısıldayan[628]; yani: Yüce Allah zikredilince büzülen geri çekilip kaçan şeytan. Gündüzleri Güneşin ışığı nedeniyle gizlenen Yıldıza yemin olsun [629]ayetinde geçen ise, gündüzleri görünürlerden kaybolup çekilen gezegenler/yıldızlardır. Kimisi de: Zuhal, Müşteri ve Merih yıldızlarıdır, çünkü bunlar kendi mecrâ/yörüngelennde gidip gelirler. Bir kişinin hakkını ihnas etmek ise, onu geciktirmektir.
Yüce Allah buyurur: Boğulmuş olan[630]; ayette geçen Âiokli Ölünceye kadar boğazı sıkılan hayvandır. ise, gerdanlıktır.
sözcüğü istenen şeyi kaybetmek/kaçırmaktır. Yüce Allah buyurur: Her inatçı zorba o gün kaybedenlerden olacaktır[631]; İftira eden ise, gerçekten kaybedenlerden olmuştur[632]; Onun hilesine kanan ise, kaybetmiştir[633].
kavramı, iyilik, herkesin elde etmek istediği sözgelimi, akıl, adalet, fazilet ve faydalı şey gibi arzu edilen1 şeylerdir. Zıddı ise, kötülüktür. Deniyor ki: Hayır iki çeşittir.
Bir hayır vardır ki, mutlaktır: Saf hayır. Bu, şartlar ne olursa olsun ve kime göre olursa olsun her zaman arzu edilen hayırdır. Peygamberin (sav) cenneti tanımladığı hayır gibi: Peşinden ateşin geldiği hayırda hiçbir hayır yoktur; ardından cennetin geldiği serde de hiçbir şer yoktur.[634]
Bir hayır ve şer de vardır ki, mukayyettir: Karma hayır. Bu, bir şeyin birisi için hayır, başkası için şer olmasıdır. Kimi zaman Zeyd için hayır olan malın, Amr ıçın şer olması gibi. Bu nedenle Yüce Allah onu iki şeyle de nitelemiştir. Bir yerde; eğer bir hayır bırakırsa[635] buyurmuş, başka bir yerde
ise, onu: Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz, servet ve çocuklarla onların iyiliklerine koşuyoruz?[636] diye tanımlamıştır.
Yüce Allah'ın: Eğer bir hayır bırakırsa[637] sözü, eğer ardında bir mal bırakırsa demektir. Bazı âlimler, mala, büyük bir yekun tutmadığı ve temiz bir kanaldan gelmediği sürece hayır denmez, kanısındadır. Nitekim Hz. Ali'den (r.a) rivayet edilmiştir ki, o bir gün bir azatlısının ziyaretine gitmiş, ey müminlerin emiri, ben vasiyet etmeyeyim mi? diye sorduğunda, Hz. Ali cevaben: Hayır, buyurmuş ve eklemiş: çünkü Yüce Allah: Eğer bir hayır bırakırsa[638] buyurmaktadır ve senin öyle bir yekun tutan çok malın yoktur.[639] Yüce Allah'ın: İnsan hayrı sevmeye ise çok düşkündür[640] sözü de bu anlamdadır ve büyük yekun tutan çok mal demektir. Bazı âlimler der ki: Malın burada hayr diye nitelendirilmesi ince bir manaya dikkat çekmek içindir. Böylece işaret edilmiştir ki: Vasiyet edilmesi uygun düşen mal, güzel bir yolla kazanılmış maldır.
Yüce Allah'ın: De ki: Hayır olarak verdiğiniz şeyler anne-babanındır[641] ve: Hayır olarak verdiğiniz her şeyi ise Allah bilendir[642] sözleri de bu anlamdadır. Eğer onlarda bir hayır olduğunu bilirseniz onlarla (kölelikten) kurtuluş sözleşmesi yapınız,[643] sözü ise. deniyor ki: Onlar açısından bir mallarının olması anlamına gelir. Kimisi ise, eğer onların azat edilmelerinde hem onlara, hem de size bir fayda yani sevap kazandıracaksa, anlamına işaret eder demektedir.
Hayır ve şer kavramları iki şekilde kullanılmaktadır.
Birisi: Az önce izah edildiği gibi, hayır ve şer kavramının birer isim olmasıdır. Yüce Allah'ın: Sizden hayra çağıran bir topluluk bulunsun[644] sözü bu anlamdadır.
İkincisi: Bu iki kavramın birer sıfat olmalarıdır. Her biri kendi kökünden türetilmiş ve formunda gelen bir ism-i tafdil olabilir. Bu, şundan daha hayırlı ve daha üstündür denmesi gibi. Yüce Allah'ın: Ondan daha hayırlısını
getiririz[645] ve: Oruç tutmanız ise daha hayırlıdır[646] ayetlerinde geçen hayr kavramları ise, hem isim olarak kabul edilebilirler hem de formunda gelmiş ism-i tafdil sayılabilirler. Azığınızı alınız; çünkü, azıkların en hayırlısı takvadır[647] ayetindeki hayr da bunun gibidir ve kalıbında gelmiş ism-i tafdil manasım taşımaktadır.
Hayır, bazen şer karşılığında bazen de zararlı şeyin mukabili olarak kullanılır. Yüce Allah'ın: Eğer Allah başına bir musibet verirse onu O'ndan başka hiç kimse gideremez- Eğer sana bir hayır verirse, kuşkusuz O'nun gücü her şeve yeter[648] sözü gibi.
O cennetlerde güzel olan hayırlar vardır[649] ayetinde geçen kavramına gelince, bunun aslı olup şeddesi alınarak bu kalıba konmuştur; kadınların onların seçkin olanlarıdır. Bu bağlamda seçkin adam, seçkin kadın dendiği gibi bu, erkeklerin hayırlısı, bu da kadınların hayırlısı da denmektedir ki, bunlardan kasıt onların seçkinliğini dile getirmektir. Buna göre ayetin anlamı: Orada hiçbir kötü tarafı olmayan seçkin kadınlar vardır, demek olur.
Üstün olup sadece hayra tahsis edilmiş demektir. üstün nitelikli dişi deve ve üstün vasıflı, erkek deve deyimleri de kul Allah'tan en iyisini istedi, O da ona verdi, yani: Ondan hayır diledi O da ona bunu nasip etti. Falandan şöyle bir hayır talep ettim ve onu seçtim deyimleri de bunun gibidir, ise, hayır talep eden ve hayır talep edilen için söz konusu olan hal/durumdur. Bu tıpkı, ve kavramlarının ve için birer hali anlatması gibi.
da, daha iyi olanı istemek ve yapmaktır. Kimi zaman insanın hayır olarak gördüğü, aslında hayır olmasa bile, hayır sayılmıştır. Yüce Allah'ın: Biz onları bilerek alemlere karşı üstün kıldık[650] sözü ise, Yüce Allah'ın onları hayırlı olarak yaratmasına işaret sayılması da, onların diğerlerinden daha öne çıkarılmalarına işaret kabul edilmesi de doğrudur.
kavramı ise, kelamcıların literatüründe, insanın zorlanmaksızın yaptığı her işe/fiile denmektedir. Onlar, şu konuda muhtardır dediklerinde falanın ihtiyarı vardır sözünde kastedilen manayı kastetmezler, çünkü, hayır görülen şeyi tercih etmektir. kavramı hem fail, hem de meful için kullanılır.
Yüce Allah buyurur: Böğürme sesi verebilen bir buzağıyı...[651]. sığırın kendine mahsus olarak çıkardığı sestir. Bazen, istiare yoluyla devenin sesi [kimi zaman koyun, geyik ve ok sesi] için de kullanılır, yumuşak yer/arazi demektir. zayıf, çatlak, kırık yeri olan mızrak anlamına gelir, ise, dışkının aktığı kanalın adıdır. Hayvanların sesine de bu ad verilmektedir.
kelimesi, suya girmek ve sudan geçmektir. İstiare yoluyla birçok şey için kullanılır. Kur'ân'da kullanıldığı yerlerin çoğunda, başlanması yerilen şeyleri anlatmak manasında kullanılmıştır. Birkaç örnek: Eğer onlara soracak olursan, 'Biz lafa daldık aramızda eğleniyorduk, derler[652]; dünyaya dalanlar gibi daldınız[653]; Bırak onları, dalıp gittiklerinde oynayıp dursunlar[654]; Ayetlerimiz hakkında asılsız lâf ebeliğine dalanları gördüğünde (bu adamlar) başka bir söze geçinceye kadar yanlarından uzaklaş[655]. Deyim olarak da binek hayvanımı suya vurdum, karşılıklı olarak sözle dalaştılar demektir.
sözcüğü, bildiğimiz İp demektir ve çoğulu şeklindedir. Elbise dikmeyi anlatmak için ve fiilleri kullanılır. ise, kendisiyle dikiş yapılan iğnedir. Yüce Allah buyurur: Deve iğnenin deliğinden geçinceye kadar[656];
nenin deliğinden geçinceye kadar[657];
Tan yerinin ağarmasıyla beyaz iplik siyah iplikten seçilinceye kadar[658]; yani, gündüzün beyazlığı, gecenin siyahlığından ayırt edilene kadar. Şairin:
İple halat arasında onun üzerine uzandı.[659] sözündeki ise, istiare yoluyla kullanılan halat veya kazıktır.
Rivayete göre, Adiy b. Hâtem, Ramazan'da beyaz ve siyah iki ipi yan yana koymuş, onlara bakıyormuş, biri diğerinden ayırt edilene kadar yemeğe devam etmiş, bunu Peygambere (sav) bildirdiğinde: Sen ne kalın enseli/kafah bir adamsın, bu gündüz beyazlığı ile gece karanlığından başkası değildir, buyurmuştur.[660] Beyazlık başında çizgi çizdi deyimi, bir çizgi gibi ortaya çıktı demektir.
ise, deve çekirge ve sığır topluluğujdur. Bunun çoğulu, şeklindedir. boynu uzun deve kuşudur, burada hayvanın boynu sanki ipe benzetilmiştir.
yani, korku, zanna yada bilgiye dayanan bir işaretten yola çıkarak istenmeyen bir şeyin meydana geleceğini beklemektir. Tıpkı, ve kavramlarının zanna veya bilgiye dayanan bir işaretten yola çıkarak istenen bir şeyin meydana geleceğini beklemek anlamına geldiği gibi.
korku kelimesinin zıddı, güven kavramıdır. Bu hem dünyevi hem de uhrevi işlerde kullanılır. Yüce Allah buyurur: rahmetine gönül bağlarlar ve azabından korkarlar[661]; Allah'a ortak koşmaktan korkmazken ben sizin ortak koştuklarınızdan nasıl korkarım[662];
Yanlarını yataklardan ayırıp kalkarlar, korkarak ve ümit ederek Rabb'lerine dua ederler[663]; Eğer adaletin gereğini yapmamaktan korkardanız[664]; Eğer onların anlaşmazlığından korkarsanız[665]; bu ayetteki, sözcüğü bilirseniz diye açıklanmıştır.[666] Bunun gerçek anlamı ise, durumu bildiğinizden içinize bir korku düşerse şeklindedir.
Allah'tan korkmaktan maksat, ilk akla gelen manadaki ürkmek, aslandan korkmak gibi bir şey değildir. Aksine, bundan maksat, günahlardan uzak durmak ve emrettiklerini tercih edip yerine getirmektir. Onun için, günahları terk etmeyen Allah'tan korkuyor sayılmaz denmiştir. Yüce Allah'tan korkmaya teşvik etmek de, ondan sakınmaya teşvik etmektir.
Yüce Allah'ın: Allah, bununla kullarını korkutur[667] sözü de bu anlamdadır. Yüce Allah, şeytandan korkmayı ve onun korkutmasından etkilenmeyi yasaklamıştır:
O şeytan sizi yardakçıları ile korkutur, o halde eğer gerçekten mümin iseniz, onlardan değil, benden korkunuz[668]; yani, herhangi bir şeytanın emrine uymayın, Allah'ın emrine uyun.
deyimi onları Öyle kusurlu/eksik gösterdik ki, bunun bir sonucu olarak korkmaya başladılar demektir. Yüce Allah'ın:
Benden sonra yerime geçecek yakınlarımdan yana endişeliyim[669] sözündeki korku ise, onların şeriata uymamaları, dinin nizamını korumamalarına yönelik bir endişedir. Bazı cahillerin sandığı gibi, malına varis olacak kimsesinin olmaması değildir. Dünyevi sanatlar Peygamberlerin (sav) üzerinden titreyecekleri şeylerden daha değersizdir.
ise, insanın korktuğu hali anlatan bir kavramdır. Yüce Allah buyurur: Bunun üzerine Musa'nın içine korku düştü. Biz de ona dedik ki: Korkma, üstün gelecek olan sensin[670]. Yüce Allah'ın: Melekler de O'nun korkusundan titrerler[671] sözünde kavramı korku kavramı anlamında kullanılmıştır.
Birbirinizden çekindiğiniz gibi onlardan da çekindiğiniz ortaklar var mı?[672] ayetinde geçen kavramı ise, korkunuz gibi demektir. Özellikle kavramının kullanılması, onlardan korkularının kendilerinden ayrılmaz bir hal aldığına dikkat çekmek içindir.
da, insanın korktuğunun açığa çıkmasıdır. Yüce Allah buyurur:
Yada korkulu bir bekleyiş halindelerken başlarına gelmeyeceğinden emin midirler?[673].
hayal kavramı, asıl olarak soyut suretlerden ibarettir. Rüyada görülen suretler, şekil ve resimler gibi. Aynada görülen şekiller de, göz önünden henüz kaybolan suretlerin kalpte/hafızada canlanması da bu kapsamda yer alır. Öte yandan, düşünülen her şeyin sureti için de, hayal gibi geçip giden tüm ince şahıslar için de kullanılır.
bir şeyin hayalini zihninde canlandırmaktır. ise bunu düşünmektir. Fiil olarak zannettim anlamındadır. Zannedilen şeyin hayalde canlandırılması baz alınarak böyle denmiştir. Bu bağlamda gökyüzünde yağmur hayali ortaya çıktı denir. deyimi ise, falanın yapısı/yaratılışı budur anlamına gelir. Gerçeği ise, bunun hayalini ortaya çıkarmaktadır manasındadır.
da, insanın kendinde bir üstünlük olduğunu hayal ederek büyüklük taslamasıdır. at sözcüğü de bu mana düşünülerek verilmiş bir isimdir. Onun için ata binen kimse yoktur ki, kendinde [yiğitlik, hamaset, ululuk gibi sebeplerden] büyüklük havası oluşmasın denmiştir. kavramı asıl itibariyle hem at hem de atlı için kullanılır.
Yüce Allah'ın: (Düşmana karşı savaşmak kastıyla) atlar besleyerek (Allah'ın düşmanlarına karşı cihad hazırlığı yapınız)[674] sözü de bu anlamdadır. Her biri için ayrı olarak da kullanılması da uygundur.
Rivayette Ey Allah'ın süvarisi, bin! denmiştir.[675] Peygamber de (sav): Atların zekatını size bağışladım, buyurmuştur.[676] Bu hadiste geçen kavramı atlar demektir.
ise, [güvercin/serçe gibi bir kuş olup kanatları yeşil, kırmızı ve beyaz noktalı olan] çok renkli olduğundan, her defasında farklı bir renge büründüğü düşünüldüğünden bu adı almıştır. Onun için denmiştir ki:
Berâkış [şikirâk] gibi, her renk onun rengi gibi hayal edilir.[677]
Yüce Allah buyurur: Size verdiklerimizi de arkanıza bırakarak terk ettiniz[678]; bu ayette geçen fiili, size verdiklerimiz demektir. kavramının aslı, birine arkadaş, köle, hizmetçi vb.
vermektir. Kİmisİ ise, birine kendisi için yardımcı, köle, hizmetçi olacak kîşİle-ri vermektir, der. Alışılmış olup ihtiyaç haline gelen şeyleri vermektir, diyenler de vardır. /falan adam, malın dayısıdır, deyimi gibi;
yani, onun hakkından gelir ve ona iyi bakar. İse, yabani hayvanları korkutmak amacıyla yapılan korkuluğa giydirilen elbisedir. Bedendeki ise, insan vücudundaki ben anlamına gelir.
ve anlam olarak birdir, yalnız hiyaner/hainlik sözleşme ve emanet baz alınarak söylenirken, nifak ise, din baz alınarak söylenir.
Bu iki kavram anlam olarak birbirinin içine giren bir mana taşımaktadır. sözleşme gizlice bozmak suretiyle hakka muhalefet etmektir.
hıyanet kavramının zıt anlamlısı emânet kelimesidir. Onun için ve falana ihanet ettim denebilir.
Yüce Allah'ın: Allah'a, Peygamber'e hıyanet etmeyiniz. Yoksa üstlendiğiniz emanetlere bile bile hıyanet etmiş olursunuz[679]; Allah inkar edenlere, Nuh'un hanımı ile Lut'ıın hanımını misal verdi. Onlar, kullarımızdan iki salih kişinin nikahında iken onlara hainlik ettiler[680] ve: Pek azı dışında, onlardan sürekli i-hanet görürsün[681] ayetleri bu anlamdadır.
Son ayette geçen ifadesi, onlardan hain bir topluluk demektir. Kimisi de demiştir ki: Hain bir adam demektir, çünkü, de de denebilir. Tıpkı, ve kavramları gibi.
Kimileri ise, bu ayetteki kavramı, denmesi gibi, mastar yerine konmuştur, demektedir. Yüce Allah'ın: O, gözlerin hainliğini de bilir[682] sözü ise, daha önce geçtiği gibidir.
Yüce Allah buyurur: Sutta ihanet etmeyi düşünüyorlarsa bilsinler ki, daha önce Allah'a ihanet ettiler de bu yüzden O, seni onlara karşı üstün getirdi[683];
Allah sizin kendi kendinizi kandırdığınızı biliyordu[684]. Bu ayette geçen ise, hainlik yapmaya çalışmaktır.
Ayette denmemiştir, çünkü onların yaptığı hainlik değil, hainlik yapmaya çalışmak/hainliğe yeltenmektir. Çünkü insan arzusunun hainlik yapmak için harekete geçmesidir.
Şüphesiz nefis kötülüğü çokça emredicidir[685], ayetinde işaret edilen de budur.
kelimesinin aslı, boşluktur. Fiil olarak, karnı yemekten tamamen boş kaldı şeklinde kullanılır. Bu açıdan boş ceviz için denir.
Aynı şekilde ev tamamen bomboş kaldı de denmektedir. Bu yönden benzetme yapılarak, düşüşünde/gelişinde herhangi bir yağmur getirmeyen yıldız için de bu fiil kullanılır.
Kullanım açısından fiili, fiilinden daha etkilidir; tıpkı, içmek anlamına gelen fiilinin, fiiliden daha etkili olduğu gibi.
kavramı ise, iki şeyin arasını boş bırakmak anlamına gelir.
Hafif yürümektir. Bu kelime hayvanlar; çoğunlukla da haşarat için kullanılır. Ayrıca içecek, nem ve duyu organının hareketini fark edemediği benzeri şeylerde de kullanılır. kelimesi, örf açısından her ne kadar at anlamında ise de bütün hayvanlar için de kullanılır.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Allah her canlıyı sudan yarattı[686]; Yeryüzünde her çeşit canlıyı yaydı [687]; Yeryüzünde rızkı Allah'a ait olmayan hiçbir canlı yoktur[688]; Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi birer ümmet olmasınlar[689]; Eğer Allah, insanları yaptıkları işler yüzünden (hemen) cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı[690]. Ebu Ubeyde; Yüce Allah'ın, âyette geçen tflS sözüyle insanı kastettiğini söyler, fakat onun genel
anlamda olması daha uygundur.
Söylenen başlarına geleceği vakit, bunlar için yerden bir "dâbbe" çıkarırız[691]. Bazılarına göre âyette geçen sadece kıyamet zamanında ortaya çıkacak olan bilmediğimiz bir
hayvandır. Kimilerine göre ise ondan kasıt, cehalet konusunda hayvanlar konumunda olan kötü kişilerdir.
Buna göre kelimesi, debelenen her şeyi İçine alan bir isimdir. Tıpkı hain kelimesinin çoğulu olan aâıi haine gibi. Şu âyet de bütün canlı varlıkları kapsamaktadır: katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir [692]. Yavaş olduğu kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir[693]. Yavaş olduğu i-çin yürürken debelenen deve. Evde debelenen hiç kimse yok. Çok debelenenin/sürüngenin bulunduğu yer.
[Bİr şeyin arkası]: [ön]ün zıddıdır. Bu iki kelimeyle, belli iki [cinselj organdan kinaye yapılır, ve formlarında gelen bu kelimenin çoğulu gelir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: O gün arkasını düşmana dönen kimse[694]; Yüzlerine ve dübürlerine vuruyorlardı[695]; yani önlerine ve arkalarına.
Onlara arkanızı dönmeyin[696]. Bu âyet, savaşta hezimete uğramaktan/kaçmaktan nehyetmektedir. Gecenin bir kısmında ve secde arkalarında O'nu teşbih et[697]; yani namazların sonunda[698]. âyeti;[699] ve[700] ve yıldızların ardından şeklinde okunmuştur. Zarf yapılmış bir mastardır. Tıpkı ve gibi. ise çoğul bir isimdir.
Bu kökten kimi zaman failin, kimi zaman da mef ûlün arkası nokta-i nazarından kelimeler türetilir. Birinci kısma örnek: ihi » [Falan kişi sırtını çevirdi];
[Geçen gün]; Dönüp gitmekte olan geceye[701]. İkinci kısma örnek: Ok hedefin arkasına düştü. Falan kişi toplumun arkasına geçti. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Sabaha çıkarlarken arkaları/kökleri kesilmiş olacaktır![702]; Haksızlık eden milletin arkası kesildi[703].
Mekân, zaman ve mertebe açısından geri kalan ve başkasına tabi olan anlamındadır. Yüz çevirip geri gitti. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Sonra sırt çevirdi ve büyüklük tasladı[704]; Çağırır, sırtını dönüp gideni[705]. Hz. Peygamber de şöyle buyurmaktadır:
Birbirinizle aranızdaki münasebetleri kesmeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah'ın kullan kardeşler olun!"[706]
Hadiste geçen ifâdesi şöyle yorumlanmıştır: "Biriniz, arkadaşını arkasından zikretmesin". Bir şeyin arkasına yönelmektir. Halk birbirine sırt çevirdi, yani, araksından ona düşmanlık yaptım- fiilinin mastarıdır.
İşlerin sonunu düşünmektir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: İşi düzenleyenlere yemin olsun ki...[707]; yani birtakım işleri düzenlemekle görevli meleklere. Ayrıca kişinin köleyi geriden; yani kendi ölümünden sonra hürriyetine kavuşturmasıdır [kölesinin hürriyetine kavuşmasını, kendi ölümüme bağlamasıdır]. İnsanların ardını kesen helâktır/yok olmaktır.
Cahiliye döneminde insanlar çarşamba gününü uğursuz saydıkları için ona derlerdi. Fitil için kullanılan kelimesi, yani arkaya doğru bükülen şey anlamındadır. ise bunun tersidir, Her iki [hem baba, hem ana] tarafından asil olan adam. Hem önünden hem arkasından kulağı kesik olan koyun. Kuşun arka parmağı. Bileğin etrafına denir. [Batıdan esen rüzgâr]: Bilinen bir rüzgardır. Ekilen yer; çoğulu » gelir. Şair şöyle der:
Bir tarlanın üzerine; onun batışı evleklerin üzerinden aşmakta.[708]
Silahı [iğnesi] arka tarafında olan bal arısı, eşek arısı ve benzerleridir. Tekili gelir. Ayrıca sahibinin ölümünden sonra geriye kalan çok mala denir. Bu kelimenin ikili ve çoğulu gelmez, Deve, yarasından dolayı debir oldu; yani sona kaldı. [yüz çevirmek] anlamındadır.
Ey Örtüsüne bürünen[709]. aslı dİr; tâ ve dâl harfleri birbirleriyle dagmedilmişlerdir. elbisesini kendine zırh/koruma yapan kişidir. [Onu örttüm, o da örtündü], denir. Kendisiyle örtülen şeye denir.
Erkek deve dîşİ devenin üzerine çıktı [onu aşıladı]. Adam atın üstüne sıçrayıp ona bindi. Gizlenen tembel adam. Uzun zamandan beri cilalanmayan kılıç. Bu anlamdan, belirtileri yok olduğundan dolayı çürümüş eve denir. Falan kişi malı iyi değerlendî-rir/malın hakkını verir.
Kovmak, uzaklaştırmak, [Onu uzaklaştırdı] denir: Horlanmış ve kovulmuş olarak oradan çık[710]; Kınanmış ve kovulmuş olarak cehenneme atılırsın[711];
Her yandan atılırlar * kovulurlar[712].
[713]. Yani delilleri, Rableri yanında bâtıldır, sürekli değildir, Falan kişiyi getirdiği delil konusunda iptal ettim/çürüttüm; o da batıl oldu], denir:
İnkâr edenler, hakkı batılla ortadan kaldırmak için mücâdele ediyorlar[714]. [Onun delilini iptal ettim/çürüttüm; o da batıl oldu]. Bu kelimenin aslı, [ayak sürçmesi] sözünden gelmektedir. Şair, bakışmayı anlatırken bu anlamda şöyle der:
Ayaklan yerlerinden kaydıran bir bakış.[715]
[Güneş batmaya yüz tuttu], sözü de bu anlamdan istiare edilmiştir.
[716]; yani, bundan sonra yeryüzünü yerinden giderdi. Tıpkı şu âyet gibi: Yeryüzünün ve dağların sarsılacağı o Gün[717]. Bu kelime şu sözden gelmektedir:
Yağmur, çakıl taşlarını yeryüzünden süpürüp götürdü. At önayaklarını yerin üzerinden çekip toprağını dağıttı. [Deve kuşu yuvası] da bu anlamdan gelmektedir. vezninde olup fiilinden türemiştir. Bir adam ismidir.[718]
[719]; yani onlar hakirdirler. Onu horladım, o da horlandı, denir. Şu âyet de bu anlamdadır: Büyüklük taslayarak bana kulluk etmekten kaçınanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir[720]. fiilinin aslı, olup, ele almakta olduğumuz madde ile herhangi bir alakası yoktur.
[Girmek]: [Çakma]'nm zıddıdır. Bu kelime, mekân, zaman ve eylemlerle ilgili olarak kullanılır: [Falan yere girdi]. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Şu şehre girin[721];
Yapmış olduğunuz güzel işlerin mükâfatı olarak girin cennet'e[722]; Ebedî olarak içinde kalmak üzere girin cehennemin kapılarından[723]; Allah, onlrı altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak[724]; Allah, dilediğini rahmetine sokar[725];
ki: "Rabbim, beni doğruluk girdirisiyle girdir"[726].
fiilinden; ise fiilinden türemiştir, Allah, onları razı olacakları bir yere sokacaktır[727]; Güzel bir yer[728] âyeti her iki şekilde de okunmuştur.[729]
şeklinde fetha ile okunduğunda, sözü edilen kişilerin söz konusu yeri kastedip gittiklerine ve şu âyetlerde zikredilenler gibi olmadıklarına işaret eder: O yüzükoyun cehenneme toplanacak olanlar[730]; O zaman boyunlarında halkalar ve zincirler olduğu halde sürükleneceklerdir[731].
şeklinde zamme/ötre ile okunduğunda ise şu âyetteki ile aynı anlamda olur: Allah, onları razı olacakları bir yere sokacaktır[732]. Girmeye çalıştı. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Eğer sığınacak bir yer, yahut (barınacak) mağaralar, ya da sokulacak bir delik bulsalardı[733].
Fesattan, kin gibi gizli düşmanlıktan ve bir yere mensup olma iddiasından kinayedir. Bu kökten; denir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Yeminlerinizi kendi aranızda bir bozuculuk unsuru yaparak...[734]. Kişinin akıl noksanlığından ve aslının bozuk olduğundan kinaye olarak denir. Bu anlamdan [İçi bozulan/çürüyen ağaç] denir.
Develer için kullanılan sözcüğü, bir devenin ikinci kez su içmesi için, henüz su içmeyen develerin arasına girmesi anlamına gelir. Bir kuş ismidir.
Ona bu adın verilmesi, birbirine dolanmış olan ağaçların arasına girdiği içindir. [Hurma sepeti]: Bilinmektedir. Kişinin eşiyle cinsel ilişkiye girmesinden kinayedir. Şu âyet de bu anlamdadır: Kendileri ile zifafa girdiğiniz kadınlarınızdan olan üvey kızlarınız. Eğer üvey kızlarınızın anneleri ile zifafa girmemiş-seniz onlarla evlenmenizde size bir günâh yoktur[735].
[Duman], ülst gibi, aleve eşlik eden şeydir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi[736]; yani, duman gibi olan göğe yöneldi. Bu âyet göğün herhangi bir dayanağının olmadığına işarettir. Ateşin dumanı çok oldu. de bu anlamdan gelmektedir; ancak bu kelime tütsülenen kokular anlamında bilinmektedir.
Duman, yiyeceği bozdu. Dumanın rengi düşünülerek şöyle denir: [Karamtrak koyun]. [Karamtrak renginde]. [Karanlık gece]. Dumanın verdiği eziyet nokta-i nazarından da [O kötü ahlaklıdır] denir. Hadiste de şöyle geçmektedir: İç fesadın/bozukluğun ü-zerinde bir sükûnet."[737]
Göğü üzerlerine bol bol boşaltmıştık[738]; Üzerinize gökten bol yağmur göndersin[739]. Bu kelimenin aslı, ve yani süt- kökünden gelmektedir. Bu kelime, yağmur için istiare edilmektedir, tıpkı deve ve niteliklerinin istiare edildiği gibi.
[Ne cömert adam!]; [İyiliğin dediğin senin iyiliğindir!] denir. Bu anlamdan pazar için yani alış verişi çok olan- sözü istiare edilmiştir. Darb-ı meselde de şöyle denir: [Yani, onun kötülüğü iyiliğini geçti]. Bu tıpkı şu deyim gibidir: [Onun seli yağmurunu geçti].[740] Şu söz de bu anlamdan türemiştir: Yani keçi, erkeği/tekeyi (döllenmeyi) arzuladı. Bu sözün bu şekilde söylenmesi şundan dolayıdır: Çünkü keçi, erkeği arzuladığında gebe kalır; gebe kaldığında da doğurur; doğurduğunda da süt verir. Dolayısıyla keçinin erkeği istemesi, kinaye yoluyla kelimesiyle ifâde edilmektedir.
tıpkı tip gibidir. Ancak aynı düzlemde uzanıp gitmek değil de yükselmek dikkate alındığında menzileye, derece denir. Örneğin dam ve merdiven derecesi gibi. Ayrıca bu kelime "yüksek mevki" anlamında da kullanılır: Erkeklerin kadınlar üzerindeki haklan bir derece daha fazladır[741]. Bu âyet, erkeklerin kadınlardan akıl, siyaset ve şu âyette işaret edilen benzeri konularda daha üstün olduklarına dikkat çekmektedir:
Erkekler, kadınlar üzerine idareci ve hâkimdirler[742].
Bu kelimenin geçtiği diğer bazı âyetler de şunlardır:
Onlara Rablerinin katında dereceler vardır[743]; Onlar (insanlar) Allah katında derece derecedirler[744]; yani onlar Allah katında dereceler/makamlar sahibidirler. Yukarıda geçenlere benzetilerek [yıldızların dereceleri] denir.
Yolun ortasına da denir. Falan kişi falan şeyde derece derece yükselmektedir. Yaşlı ve çocuk, merdivende yükselen kişinin yürüdüğü gibi yürüdü. Kitap ve elbiseyi dürmektir. Dürülen şeye de denir. Ayrıca istiare yoluyla ölüme de denir. Tıpkı [Ölüm onu dürdü] deyiminde kelimesinin istiare yoluyla ölüm için kullanıldığı gibi. Yani, diri olan yürür; ölen ise hallerini dürmüş olur.
Ayetlerimizi yalanlayanları, hiç bilemeyecekleri bir yerden derece derece (azaba) yaklaştıracağız[745]. Bazılarına göre âyetin anlamı şöyledir: Kitabın durulduğu gibi onları düreceğiz.
Bu âyet, sözü edilen kişilerin gaflet içinde olduklarına İşaret etmektedir. Tıpkı şu âyet gibi: Kalbini bizi anmaktan alıkoyduğumuz kişiye itaat etme.[746]
Eşyanın konulduğu sepet/çekmece, Dürülüp devenin rahmine konulan bez. Kimisine göre de âyetin anlamı şöyledir: Onları derece derece yakalayiveririz. Bu da onların azaba yavaş yavaş yaklaştırılmasıdır. Tıpkı merdiven ve basamaklarda yükselmek ve inmek gibi. [Çil, Duraç]: Yavaş yavaş yürüyen bir kuştur.
Evin/yurdun izi kaldı. Bir şeyin izinin kalması, söz konusu şeyin yok olmasını gerektirir. Bundan dolayı yok olmak/silinmek diye açıklanmıştır. [Kitap yok oldu/silindi], sözü de bu anlamdadır. İlmi ezberlemek suretiyle izini elde ettim. Bilginin elde edilmesi, sürekli okumakla gerçekleştiğinden bu tür okuma da sözcüğüyle ifâde edilir.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Onlar Kitab'dakini sürekli okuyorlardı[747]; Öğrettiğiniz Kitap ve okuduğunuz şeyler gereğince Rabba halis kullar olun![748]; Sız onlara okuyacakları bir Kitap vermemiştik[749]; ders almışsın" demeleri için[750]. Ayetteki sözü, şeklinde de okunmuştur.[751] Buna göre âyetin anlamı şöyle olur: Sen Kitap ehliyle komşuluk yapmışsın.
Bazıları[752] âyetini; Kitab'dakiyle amel etmeyi terk ettiler, şeklinde yorumlamışlardır. Bu anlam şu sözden gelmektedir: Yani, toplum, mekanın izini eskitti, Kadının hayızlı olmasından kinayedir [yani, kadın hayız gördü]. Devede uyuz izi oluştu.
de gibidir. Ancak yükselmek; ise aşağıya inmek, anlamında kullanılır. Bundan dolayı "cennet dereceleri" ve "ateş/cehennem derekeleri" denir. Cehennemin aşağıda olması düşüncesinden dolayı ona [uçurum/çukur] den-
miştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
Şüphesiz ki münafıklar, ateşin en aşağı tabakasmdadırlar[753].
Ayrıca denizin en dip yerine denir. Suya ulaşmak için başka bir ipin bağlandığı ipe ve bir şeyin ardından insana ulaşan şeye de denir. Örneğin alış verişte ödenen bedel gibi. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Derek'ten korkma, endişelenme[754]; yani yetişilmekten.
Bir şeyin son noktasına ulaştı. Sabi, çocukluğun sonuna ulaştı. Bu da erginlik çağına ulaştığı zamandır. Yüce Allah buyurur: Boğulma kendisini yakalayınca[755]; Gözler O'nu görmez, O gözleri görür[756].
Kimisi âyetteki görmeyi, görme organı olan göze hamlederken, kimileri de onu basiret anlamına hamletmiş ve Hz. Ömer'den rivayet edilen şu söze dikkat çektiğini belirtmişlerdir: "Ey O'nu bilmenin son noktasının, O'nun bilgisine ulaşamamak olan!" Zira Yüce Allah'ı bilmenin son noktası, eşyayı bilip Allah'ın; ne bunlardan herhangi biri, ne de benzerleri olduğunu; aksine gördüğün her şeyin O'nun yarattığını bilmendir.
kelimesi, daha çok yardım etmek ve nimet konularında kullanılır: Eğer Rabbinden ona bir ni'met yetişmeseydi[757]; Nihayet hepsi birbiri ardından gelip orada bir araya gelince[758]; yani her biri diğerleriyle bir araya gelince. Hayır, onların bilgileri ahireî konusunda yetersiz kalmıştır[759]. Ayette geçen sözünün aslı, dir; tâ harfi dâl harfiyle dağmedilmiş ve kelimenin baş tarafı sakin olduğundan vasıl hemzesi getirilmiştir.
Şu âyet de aynı durumdadır: Nihayet hepsi birbiri ardından gelip orada bir araya gelince[760]. Şu âyetlerde de aynı işlem yapılmıştır: Yere çakılıp kaldınız[761]; Senin yüzünden uğursuzluğa uğradık[762]. Yukarıda geçen 27/Neml 66. âyeti den uğursuzluğa uğradık[763]. Yukarıda geçen 27/Neml 66. âyeti şu şekilde de okunmuştur:[764] Hasan, âyetin şu anlamda olduğunu söyler: Ahiıet konusunda bilgisizdirler.
Gerçek şudur ki, ahirete gitme konusunda bilgileri sona erdi, dolayısıyla o-nun hakkında bilgisiz kaldılar. Bazılarına göre de âyetin anlamı şöyledir: Aslında, ahirette; vanj onlar ahirete göçtüklerinde onun gerçek olduğunu bileceklerdir. Zira dünyada zanna dayanan şeyler, ahirette kesin bilgi olur.
Onu basit bir karşılıkla, birkaç paraya sattılar[765]. Alış verişin yapıldığı basılmış gümüş.
Bir tür hile ile elde edilen bilgi. [Onu bildim], tıpkı ve kelimeleri gibidir. [Hile ile bildim[. Şair şöyle der:
Şairler, benden ne kurnazlıklar bekliyorlar;
Oysa ben kırkımı aşmış durumdayım.[766]
Atış eğitiminin yapıldığı hedef. Ayrıca bu kelime; avcının, avı ürkütmemek ve arkasına gizlenip ava ok atmak/ateş etmek için ayakta beklettiği deve anlamına da gelir. Koyun boynuzuna denir; çünkü koyun onunla kendini savunmaktadır, Kelimesi bu anlamdan istiare yoluyla saçın düzeltildiği şey (tarak) anlamında da kullanılır.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Bilmezsin, olur ki Allah, bundan sonra bir durum ortaya çıkanverir [767]; Bilmem belki bu gecikme sizi denemek içindir[768];
Sen Kitap nedir bilmezdin[769].
Kur'ân'da sözünün zikredildiği her yerde onun peşinden açıklaması yapılmıştır. Örneğin: O uçurumun ne olduğunu bilir misin? O, kızgın bir ateştir[770]; Bilir misin nedir Kadir Gecesi? * Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır[771].
Bilir mism gerçekleşecek kıyametin ne olduğunu?[772]; Ever, Din Gününün ne olduğunu bilir misin?[773]. Eğer Allah düeseydi ben onu size okumazdım. O da onu hiçbir şekilde size bildirmezdi[774]. Bu âyette geçen kökünden gelmektedir. Eğer kökünden olsaydı âyet şeklinde okunacaktı.
Kur'ân'da sözünün zikredildiği her yerde ise onun peşinden herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Örneğin: Ne bilirsin belki o arınacak?[775]; Ne bilirsin, belki saat (dünyanın sonu) yakındır[776]. Kelimesi Yüce Allah ile ilgili kullanılmaz. Şairin şu ifâdesi ise kaba Arapların yakışıksız sözlerindendir:
Ey Allah'ım, ben bilmiyorum; Dâri [bilen] sensin.[777]
İki yandan birine meyletmektir. [Onun eğriliğini düzelttim]; [Onun tarafını savundum] denir, Falan kişinin, düşmanlarını savmaya gücü vardır. Onu kovdum. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Kötülüğü iyilik ile savarlar...[778];
Kadının da dört defa sözüne Allah'ı şâhid tutup kocasının, mutlaka yalan söyleyenlerden olduğuna şâhidlik etmesi, kendisinden azabı kaldırır[779].
Hadiste de şöyle geçmektedir: Cezaları şüphelerle defedin [Şüphe olduğu takdirde ceza uygulamayın]."[780] Bu hadis, cezanın uygulanmaması için bir çare aramaya işaret eder. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
De ki "Eğer doğru iseniz, kendinizden ölümü savınız"[781]. Onun (katili) hakkında birbirinizie atış-mistiniz[782].
Bu ayette geçen fiili veznindedir. Onun aslı 'dır. Tahfif için idgam yapılmıştır; tâ harfi dâl'e dönüştürülmüş; idgam için sakin yapılmış ve vasıl elifi getirilerek vezninde olmuştur. Bazı dilbilimcileri, fiilinin vezninde olduğunu söylemişlerdir; fakat onlar birkaç açıdan yanılmışlardır:
1- sekiz, ise yedi harflidir.
2- Vasıl elifinin ardından gelen tâ'dir; oysa onlar onu dâl yapmışlardır.
3- İkinci harfin peşinde gelen dâl'dir; onlar ise onu tâ yapmışlardır.
4- Aynu'l-fiili sahih olan fiilin iftiâl tâ'sından sonrası mutlaka harekeli olur; oysa onlar burada onu sakin yapmışlardır.
5- Bu örneğimizde tâ ve dâl harfleri arasına zaid bir harf girmiştir; oysa fiilinde böyle zaid bir harf gelemez.
6- Onlar, elifi aynu'1-fıil yerine koymuşlardır; oysa elif aynu'1-fıi! değildir.
7- fiilinde, tâ harfinin öncesinde de sonrasında da iki harf vardır; fiilinde ise tâ harfinden sonra üç harf vardır.
Bir şeyi bir şeye bir tür zorlamayla sokmaktır, [Onu gizledim, da gizlendi]. [Deve katranla boyandı]. Denilir ki;
[Gizlemekle yağlanma olmaz]. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Yoksa onu toprağa mıgömsün![783].
Nuh'u tahtalardan yapılmış, çivilerle çakılmış gemiye bindirdik[784] âyetindeki çiviler anlamındadır. Tekili, gelir. kelimesinin asıl anlamı, bir şeyi zorla şiddetli bir şekilde itmektir, [Onu mızrakla itekledi]. sözü, [Vurulan/dürtülen adam] sözü gibidir.
Bu anlamda şöyle rivayet edilmektedir: Anber'de zekât yoktur; o, denizin attığı bir şeydir."[785] [Hasan şöyle der: geminin göğsüne denir. Çünkü o, kaburgasıyla suyu itmektedir. Ayrıca geminin kendileriyle bağlandığı çivi ve şeritlere de denir. Mücahid derki; geminin direklerine denir. Bazılarına göre ise geminin kaburgasına; diğer bazılarına göre de onun ana gövdesi ile her iki tarafına denir].[786]
Onu kirletip gömen de ziyan etmiştir[787]; yani onu günâhlara gömen. Âyette geçen fiilinin aslı dir. Sin'lerden biri yâ harfine dönüşmüştür. Tıpkı nun aslı, olduğu gibi.
Şiddetle kovmaktır. Bunun aslı ise sürçen kişiye; denmesidir; tıpkı ona dendiği gibi. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: O gün onlar cehennem ateşine itilip kakılacaklar[788]; ' işte o, Öksüzü iter, kakar[789]. Şair de şöyle der:
Vasinin, yetiminin ensesini iteklediği gibi.[790]
/nidâ gibidir. Ancak nida, kendisine isim eklenmeden ve benzeri edatlarla telaffuz edilir. Ancak dua ise, neredeyse kendisiyle birlikte bir isim olmadan telaffuz edilmez. Örneğin gibi. Kimi zaman bu kelimelerin her biri düğerinin yerine de kullanılmaktadır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: İnkarcıların durumu, sözleri ancak
bağırma ve çağırma biçiminde algılayarak (anlamadan) tekrarlayan kişi gibidir[791]. Bu kelime tesmiye/isim verme anlamında da kullanılır. Örneğin: Oğluma Zeyd ismini verdim.
Yüce Allah Hz. Muhammed'i yüceltmeyi/ona değer vermeyi teşvik ederek şöyle buyurmaktadır: Elçinin çağırmasını, aranızda herhangi birinizin diğerini çağırmasıyla bir tutmayın[792]. Bu, "Ya Muhammed", diyenlere yönelik bir uyandır. Ondan bir şey istedin; ondan yardım talep ettin. Şu âyetler bu anlamdadır: "Bizim için Rabbine dua et" dediler[793]; yani "O'na sor" dediler. De ki: "Bir düşünün bakalım!
Allah'ın azabı yakanıza yapışsa yahut o saat gelip çatsa, Allah'tan başkasına mı yakarınınız? Doğru sözlü iseniz söyleyin!" Hayır, yalnız O'na yakarmanız[794].
Bu âyet, başınıza bir sıkıntı geldiğinde sadece Allah'tan yardım isteyeceğinize işaret etmektedir. O'na korku ve umutla yalvarın[795];
Allah dışındaki destekçilerinizi/tanıklarınızı da Çağırın. Eğer doğru sözlü kişilerseniz[796]; insana bir zarar/zorluk dokununca, Rabbine yönelerek O'na dua eder[797]; İnsanın başına bir sıkıntı gelince yan
yatarken de, oturup kalkarken de Bize yalvarıp yakarır[798]; ken de, oturup kalkarken de Bize yalvarıp yakarır[799]; Allah'tan başka; sana ne fayda, ne de zarar veremeyecek olan şeylere yalvarma![800]; Bugün bir yok oluş değil, birçok yok oluş isteyin[801]. Bu da kişinin; vb. üzüntü ifâde eden sözler söylemesidir.
Âyet; "Çok fazla üzülürsünüz" anlamını ifade eder. Bizim için Rabbine dua et[802]; yani O'na sor. Bir şeye çağırmak, ona yönelmeye teşvik etmektir: (Yûsuf) dedi. "Rabbim! Zindan benim için bunların beni çağırdığı şeyden daha sevimlidir'"[803]; Allah, esenlik yurduna çağırır[804]; Ey kavmim, neden ben sizi kurtuluşa çağırdığım halde siz beni ateşe çağırıyorsunuz? Allah'ı inkâr etmeye ve hakkında bilgim olmayan şeyleri ona ortak koşmaya davet ediyorsunuz[805]; kendisine çağırdığınız şeyin ne dünyada ne de ahirette bir daveti yoktur[806]; yani yüksek bir makam ve değerleri yoktur.
Soy iddiasında bulunma anlamına tahsis edilmiştir. Kök anlamı ise, insanın üzerinde olduğu haldir. Tıpkı ve kelimeleri gibi.
Arapların;[807] sözü, "Sütü kendisine çeken bir kalıntı bırak" anlamındadır. [Ebu Ubeyde bu hadisi şöyle yorumlamaktadır: Memede biraz süt bırak; hepsini sağma. Zira sağıcının bıraktığı süt, geride kalanı çağırıp onu da indirir. Fakat sağıcı memeyi tamamıyla sağarsa (sonraki sağmalarda) süt yavaşlar.]
Kişinin bir şeyin kendisine ait olduğunu iddia etmesidir. Savaşta ise kişinin kendini tanıtmasıdır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
Orada davet ettiğiniz her şey vardır * Bir ağırlama olarak[808]; yani talep ettiğiniz her şey vardır. anlamına gelir: Azabımız onlara geldiğinde "Biz gerçekten zalimlerini-şiz!" demelerinden başka iddiaları kalmadı[809]. Ayrıca anlamına Ha gelir: Onların dualarının sonu şudur: Hatnd, âlemlerin Rabbi Allah 'a mahsustur[810].
edatı ile muteaddî olduğunda vermek anlamına gelir: Mallarım kendilerine verin[811]. edatı ile muteaddî olduğunda ise himaye etmek/korumak anlamına gelir: Allah, iman edenleri korur[812]; Allah'ın bazı insanları diğer bazılarıyla savunması olmasaydı, içlerinde Allah'ın ismi çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılırdı[813]; Onu defedecek yoktur * Yükselme derecelerinin sahibi olan Allah katından[814]; yani koruyacak. Herkesin iteklediği/kovduğu kişi. Sağanak yağmur.
Şiddetli akan büyük sel suyu.
Atılan bir sudan yaratıldı[815]; yani süratle akan. Bu anlamdan istiare yoluyla şöyle denilmektedir: [Hızlı geldiler]. Süratli deve. Hızlı akan su gibi yürüdü. [Hızlı yürüdüler].
Soğuğun zıddıdir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Onlarda sizi ısıtacak şeyler ve birçok faydalar vardır[816]. Ayette geçen kelimesi, kendisiyle ısınılan şey anlamındadır. [Kalın/sıcak giyinen adam]; [Kaim/sıcak giyinen kadın]; [Sıcak ev].
Yumuşak ve düz toprak. [Onu dümdüz yaptı]. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Yeryüzü ve dağlar kaldırılıp birbirine tek çarpışla çarpılıp darmadağın edildiği zaman[817]; Hayır, yer sarsılıp dümdüz olduğu zaman[818]; yani yumuşak toprak gibi olduğu zaman. Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir ediverdi[819]. [Dükkan] sözcüğü de bu anlamdan gelmektedir. Yumuşak kum. Düz yer. Çoğulu gelir. Düz yere benzetilerek hörgüçsüz deveye denir.
Kendisiyle bir şeyin bilgisine ulaşılan şeydir. Lafızların manaya delâleti; işaret, remiz, kinaye ve hesap konusundaki sayıların delâleti gibi. Söz konusu şeyleri delâlet/işaret yapan kişinin kastı olsun veya olmasın, aynıdır. Örneğin bir insanın hareket ettiğini gören, onun canlı olduğunu bilir. Bu anlamda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
Onun ölümünü, değneğini yiyen bir ağaç kurdundan başkası onlara göstermedi[820]. kelimesinin aslı, ve gibi mastardır. Delâlette bulunan kişi/Delil getiren. Mübalağa konusunda formu, tıpkı ve formları gibidir. Bir şeyin mastarıyla adlandırılması gibi, ve kelimeleri diye isimlendirilir.
Kovayı çıkardım. Bazılarına göre bu söz; "Kovayı sarktım" anlamındadır. Kovayı çıkardım. Bu sözün; "Kovayı sarktım" anlamında olduğu da söylenmektedir. (Bu görüşü, Ebu Mansur, eş-Şamil adlı eserinde söylemiştir). Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Kovasını sarkıttı[821]. Bu kelime, istiare yoluyla bir şeye varma anlamında da kullanılır. Şair şöyle der:
Hırsla rızık elde edilmez;
Sen sadece kovanını kovaların arasına at.[822]
Yine bu bakış açısıyla vesileye [kuyunun dibine inip kovaya su dolduran kişiye] denir. Şair şöyle der:
Öyle bir sucum var ki, ondan önce insanlar su başına varamaz;
O, çeviktir ve Örülen kuyunun bir çok ipi var.[823]
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: O mallan hakimlerin önüne atmayın/rüşvet olarak vermeyin[824]. Yaklaşmak ve sarkmak anlamındadır: Sonra yaklaştı ve sarktı[825].
Güneşin batıya yönelmesi: Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadarnamazı kıl[826]. Bu anlam şu deyimden gelmektedir: Güneşin ışınlanın elimle engelledim. Şu söz de bu anlamdadır: [Bir şeyi elimde ovaladım]. Adamı oyaladım. Sürülen koku. Kaymak ve hurmadan yapılan yiyecek.
[827]; yani, Rableri onları helak etti ve onlara sıkıntı verdi, a^'nin, kedi sesinin anlatımı olduğu da söylenmektedir. Şu söz bu anlamdan gelmektedir: [Falan kişi konuşmasında mırıldandı]. Elbiseyi bir çeşit boya ile boyadım. Kendisiyle boyalanılan şey [Yağla kaplanılan deve]. ve Aktavşanın deliğine denir. Tahfif şekliyle ve geniş çöl anlamındadır.
liyle ve geniş çöl anlamındadır.
(Kan): Bilinmektedir. Onun aslı, dir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır; Lef, kan... size haram kılındı[828]. Çoğulu gelir: Birbirinizin kanlarını dökmeyeceksiniz[829]. Yara kanadı Koyu kırmızı at; tıpkı kan rengi gibi. Güzel şekil. [Kanlı yarık].
Onları yıkıp yok ettik[830]; Sonra diğerlerini yerle bir ettik[831]; Fir'avn'ın ve kavminin yapageldiği şeyleri ve yükseltmekte oldukları sarayları de yıktık[832]. Bir şeyi yok etmek. [Evde kimse yok]. Allah onları(evlerini, barklarını) yıkıp başlarına geçirmiştir[833] âyetinde mefûl hazfedilmiştir.
Üzüntüden gözlerinden yaş akarak geri döndüler[834]. Gözden akan şeye denir. [Göz, yaş döktü/Gözden yaş aktı]" fiilinin mastarı, ve gelir.
Hayır, biz gerçeği batılın üstüne atarız da onu tepeler[835]; yani onun beynini parçalar. Şu söz de aynı anlamdadır:
[Beyni parçalayan yarık]. Hurmanın kökünden çıkan ve kesilmediği takdirde onu bozan tomurcuğa denir. Semerin arkasına bağlanılan demire de denir. Bütün bunlar, beynin parçalanması anlamındaki sözcüğünden istiare e-dilmiştir.
Onlardan öylesi var ki kendisine bir dinar emanet etsen[836]. Âyette geçen kelimesinin aslı dir; iki nûn'dan birisi yâ'ya çevrildi. Bazılarına göre ise onun aslı Farsça; 'dir. Yani, getirdiği şeriat.
Bizzat veya hükmen yakm olmaktır. Bu kelime mekân, zaman ve mertebe İçin kullanılır: Hurmanın tomurcuğundan da yakın salkımlar çıkardık[837]; Sonra iyice yaklaştı ve sarktı[838]. Bu âyetteki yakınlık hükmîdir. Kimi zaman lafzı, "daha faz-la"nın karşıtı olarak "daha az" anlamında kullanılır: Bundan ister daha az, ister daha çok olsunlar[839].
Kimi zaman da "daha iyi"nin karşıtı olarak "daha kötü" anlamında kullanılır: Siz daha aşağı bir nimete daha üstün bir nimeti mi değişmek istiyorsunuz?[840]. Kİmİ zaman da "son"un karşıtı olarak "evvel/ilk" anlamında kullanılır: O, ilkini (dünyâyı) de, sondakini (âhireti) de kaybetmiştir[841]; Ona ilkinde (dünyâda) iyilik vermiştik. O, sondakinde (âhirette) de iyilerdendir[842].
Kimi zaman da "daha uzağın" karşıtı olarak "daha yakın" anlamında kullanılır O gün siz, vadinin daha yakın kenarında idiniz, onlar da daha uzak kenarında idiler[843]. Çi'm çoğulu gelir. Tıpkı gibi.
Şâhidliği gereği gibi yapmalarına en uygun olan budur[844]; yani bu, onların tanıklık görevini ifa etmeleri konusunda adil davranmalarına en yakın/uygun olan budur. $u âyet de bu anlamdadır: Onların gözlerinin aydın olmasına en elverişli olan budur[845]. Böylece Allah size âyetlerini açıklıyor ki dünya ve âhireî hakkında düşütlesiniz[846]. Bu âyet, ilk yaratılışta olan halleri ve son yaratılışta olacak olan şeyleri kapsamaktadır. [Her İki işi/konuyu birleştirdim]. [Onlardan birini diğerine yaklaştırdım].
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Örtülerini üstlerine salsınlar[847]. Atın doğum zamanı yaklaştı. Değeri düşük olandır ve kelimesinin karşılığıdır. [Adidir, adiliği açıktır] denir,[848] rivayetinde geçen fiili kökünden gelmektedir. Yani, yemek yediğinizde önünüzden yiyiniz.
Asıl anlamı, ilk vücuda geldiğinden, son bulacağı ana kadar olan âlemin süresine denir. Şu âyet bu anlamdadır: insanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi?[849]. Daha sonra bu kelime uzun olan her müddet için kullanılır oldu. Dehr, zaman' dan farklıdır. Çünkü zaman, hem kısa hem uzun müddet anlamına gelir, Falan kişinin hayat müddeti/ömrü. Bu kavram, hayat boyu devam eden adet için de istiare edilmiştir.
Denilir ki; [Falan şey benim âdetim değildir]. yani, falan kişinin başına bir bela geldi. Bu yorumu Halil yapmıştır. Bu sözde geçen yo kelimesi mastardır. Şöyle denir: Onu sıkıntıya soktu.
Sıkıntılı zaman. Bazılarına göre Hz. Peygamber'in;
Zamana sövmeyin, çünkü Allah zamanın kendisidir."[850] hadisinin anlamı şöyledir: Allah, zamana nisbet edilen hayır, şer, sevinç ve üzüntü gibi şeylerin yaratıcısıdır. Dolayısıyla söz konusu şeyleri yarattığına inandığınız zamana sövdüğünüzde, Allah'a sövmüş olursunuz.
Diğer bazıları ise şöyle der: Hadiste geçen ikinci dehr/zaman sözcüğü birincisinden farklıdır. Çünkü o, fail anlamında bir mastardır. Anlamı ise şöyledir: Allah dâhir'dır; yani, meydana gelen şeyleri evirip çeviren, onları hazırlayıp takdir eden Allah'tır. Hadisin birinci yorumu daha uygundur. Kimilerine göre, Yüce Allah'ın Arap müşriklerinden naklettiği şu âyette geçen dehr'den kasıt zamandır:
"Ne varsa dünyâ hayatımızdır, başka bir şey yoktur. Ölürüz, yaşarız. Bizi dehrden/zamandan başkası helak etmiyor[851].
[852]; yani, dolu kadehler. Bu kökten şöyle denir: [Kabı tıka basa doldurdum, o da doldu]. [Bana bir miktar mal verdi], sözü; sözü gibidir.
Gece karanlığı. Ayrıca bu kelimeyle atın siyahlığı da ifâde edilir. Kimi zaman bu kelime koyu yeşil anlamında da kullanılır; tıpkı siyahlığı koyu olmayan rengin yeşil diye ifâde edildiği gibi. Çünkü bu iki renk birbirine yakındır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Koyu yeşildirler[853]. Bu her iki anlamıyla fiil yapısı vezninde gelir. [Koyu yeşil oldu] denir. Şair de geceyi anlatırken şöyle der:
karanlığında, baykuş onun mezar kuşlarını davet eder.[854]
O ağaç yağ çıkarır[855]. kelimesinin çoğulu gelir. Gök yarılarak, eriyip kızarmış yağ gibi bir gül haline geldiği zaman[856]. Bazılarına göre âyette geçen jıijJi kelimesi yağ tortusu anlamındadır, Yağın konulduğu kaptır. Bu kelime, vezninde gelen alet isimlerinden bindir. Yine buna benzetilerek az suyun durduğu yere de denir. lafzından kelimesi, az süt veren deve için istiare edilmiştir. Bu kelime vezninde olup fail anlamındadır. Yani deve, yağlandığı oranda süt verir. Bazılarına göre bu kelime mefûl anlamında olup, tevilindedır.
Yani, sanki deve, az olduğu için süt İle yağlanmıştır.
Bu kelimenin ikinci anlamda olması daha uygundur, çünkü ona hâ harfi girmemiştir. [Yağmur yeri yağladı]: Yani, yağmur yeri hafif ıslattı;
tıpkı başa sürülen yağ gibi. [Onu değnekle yağladı] deyimi, aşağılamak için olan vurmaktan kinayedir. Tıpkı, [Onu kılıçla sildim]; [Onu mızrakla selamladım] deyimleri gibi.
kelimesi de aslında gibidir. Fakat o; dalkavukluk, yağcılık ve ciddi olmamak anlamına tahsis edilmiştir; tıpkı, keneyi deveden çekme anlamındaki sözcüğünün buna tahsis edilmesi gibi. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Şimdi siz, bu sözü mü küçümsüyorsunuz?[857]. Şair de şöyle der:
Kararlılık ve güç; yumuşaklıktan, zayıflıktan ve korkaklıktan daha iyidir[858] [Falan kişiye yağ çektim/dalkavukluk ettim]. Bu anlamda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: İstediler ki, sen yağcılık yapasm da onlar da yağcılık yapsınlar[859].
Dolaşmaya devam etmektir. âyet bu anlamadadır: güneşi sizin emrinize verdi[860].
[Dolaşmaya devam etti]. Sürekli hareket eden ay ve Sürekli bir şekil üzere devam eden âdet: Fir'avn ailesinin de'bi gibi[861]; yani devam ede geldikleri âdetleri gibi.
Acemî [Arapça kökenli olmayan] bir isimdir.
Etrafında duvar olması nokta-i nazarından eve denir. Kimisi diye telaffuz eder. Çoğulu jb'a gelir. Şehre, bölgeye ve dünyaya da denir. sözleri, ilk ve son yaratılışta varılacak her iki yere işarettirler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Rableri katında esenlik yurdu onlarındır[862]; yani cennet onlarındır.
Kavimlerini helâle yurduna kondurdular,[863]; yani cehenneme kondurdular. eğer âhiret yurdu yalnız sizin ise[864]; Şu, binlerce kişi iken ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları görmedin mi?
[865]; Biz yurtlarımızdan çıkarıldık.[866];
Size, yoldan çıkmışların yurdunu göstereceğim[867]; yani cehennemi.
Orada oturan hiç kimse yoktur. veznindedir. Eğer vezninde olsaydı, denmesi gerekirdi; ve sözleri gibi. Çepeçevre kuşatan hat anlamındadır. [Çepeçevre kuşattı], denir. Daha sonra bu kelime hâdise/badire anlamında kullanılır oldu. İnsanla çokça dönüldüğü nokta-i nazarından insanla dönen zaman anlamındadır. Bundan dolayı şair şöyle der:
Zaman, insanı halden hale döndürür.[868]
İyi şeyler için denildiği gibi, kötü şeyler İçin de ve denir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Bize bir felâket gelmesinden korkuyoruz[869]. (Arapların) etrafında döndükleri bir put adıdır. ismine mensup olan. demirci anlamına tahsis edildiği gibi, de attâr [güzel koku satıcısı] anlamına tahsis edilmiştir. Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmaktadır: İyi arkadaşın misali, misk satanın misali bibidir."[870]
Sürekli evde oturana da denir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: (Bedevi Araplardan kimi var ki,) sizin başınıza belâlar gelmesini gözetler. Kötü belâ onların başına gelsin.[871] Yani, daire, İ-çindekileri kuşattığı gibi, kötülük de onları kuşatsın ve hiçbir şekilde ondan kurtulmaları mümkün olmasın. Ancak aranızda hemen devredeceğiniz bir ticaretse, o zaman bunu yazmamanızda sîze bir sakınca yoktur.[872] yani borca bırakmadan, hemen elden birbirinize vereceğiniz bir ticaretse.
ve aynı anlamdadır. Bazılarına göre, mal; ise savaş ve makam/nüfuz için kullanılır. Diğer bazılarına göre ise, bizzat elde edilen şeyin ismidir; ise mastardır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet olmaz[873]. Topluluk elden ele dolaşan nesneyi birbirlerine
devrettiler.
[Allah falan şeyi onların aralarında döndürdü]. Yüce Allah buyurur: O günler kî, biz onları insanlar arasında döndürür dururuz[874]. Felâket. Çoğulu, ve gelir.
ın kök anlamı sükûndur/durağanlıktır. Su durdu/sakinleşti.
İnsan, durgun suda idrar yapmaktan nehyedilmiştir."[875] Tencerenin kaynamasını su ile durdurdum. Bir şeyin üzerinden uzun zaman geçince, denir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Aralarında bulunduğum sürece onlara tanıktım[876]; Devamlı olarak başına dikilmedikçe.[877]; Onlar orada olduğu sürece biz oraya asla girmeyiz[878]. Bu kökten formu gelir. şeklinde de telaffuz edilmektedir; tıpkı gibi. [Güneş göğün ortasında döndü]. Şair şöyle der:
Güneş, gök ortasında durmakta; boşlukta gidip gelmektedir.[879] Kuş göğe yükselip döndü. İşte teenni ile hareket
ettim [acele etmedim]. Sürekli olan gölge, Günlerce devam eden yağmur.
Adamdan borç aldım, Onu borçlu yaptım; bu, ona borç vermekle olur. (Ebu Ubeyd) şöyle der: Ona borç verdim, Borçlu adam. Ondan borç istedim. Şair şöyle der:
Biz borçlanırız da Allah yerimize onu öder ve biz görmekteyiz;
Borçlanmayıp da zayi olan kavmin ölümünü.[880]
tıpkı gibidir. Borç verdim, Borç vermektir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Ey iman edenler, belirli bir süreye kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman onu yazın[881]; Yapacağı vasiyetten, ya da borcundan sonra...[882]. İtaat ve cezaya/karşılık vermeye denir; istiare yoluyla şeriat anlamında da kullanılır.
tıpkı gibidir; ancak itaat ve boyun eğmek nokta-i nazarından şeriat'a denir: A/teft katında din, İslâmdır.[883]; Hangi insan, din yönünden, iyilik edici olarak yüzünü Allah'a teslim edip dosdoğru İbrahim dinine tâbi olandan daha güzel olabilir?[884]; yani itaat yönünden.
Dinlerini sadece Allah'a ait kılanlar[885]; Ey Kitap ehli, dininizde taşkınlık etmeyin[886].
Bu âyet, Yüce Allah'ın aşağıda buyurduğu gibi, dinlerin en mutedili olan Hz. Muhammed'in dinine uymayı teşvik etmektedir:
Böylece sizi orta/mutedil bir ümmet yaptık[887].
Dinde zorlama yoktur.[888] Bazılarına göre âyette geçen 'den kasıt ibadettir; çünkü ibadet gerçek anlamda ancak ihlasla olabilir. İhlas da zorlama ile olamaz. Kimisine göre de bu âyet, cizye veren Kitap ehliyle alakalıdır.
Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar?[889]; yani İslâm'dan başkasını mı? Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Kim İslâm 'dan başka bir din ararsa artık o, ondan asla kabul edilmeyecektir[890].
Şu âyetler de aynı anlamdadır: Elçisini, hidâyet ve hak din ile gönderen O'dur[891]; Gerçek dini din edinmezler.[892]; Hangi insan, din yönünden, iyilik edici olarak yüzünü Allah'a teslim edip dosdoğru İbrahim dinine tâbi olandan daha güzel olabilir?[893]; Eğer cezalandırılmayacak iseniz,..[894].
Ayetteki sözü, [ceza görmeyecek], anlamındadır.
Köle, cariye. (Ebu Zeyd), bu kelimenin Falan kişi kötü bir şeye zorlandı, sözünden geldiğini söylemektedir.
Kimisi de onun İtaatinin karşılığını verdim, sözünden geldiğini söylemektedir.
Bazıları kelimesini de bu kısımdan saymaktadır.
Bir şeyden geri kalana denir. Bazıları bu kelimenin den çevrildiğini söylemektedir. Düşük/alçak. Ey iman edenler! Sizden aşağıda olanlardan sırdaş edinmeyin[895]. Yani dindarlık konusunda; kimisine göre de yakınlık konusunda, sizin mertebenize u-laşmayanlardan. Bunun dûnundakini dilediğine bağışlar.
[896]. Yani bundan daha az olanını; kimisine göre de bundan başkasını. Bu her iki anlam da birbirlerini gerektirirler.
Sen mi insanlara 'Beni ve annemi, Allah'ın dûnundan iki tanrı edinin' dedin?[897] yani Allah'tan başka. Bazılarına göre ise anlamı; "Kendileriyle Allah'a ulaşılan iki ilah...", şeklindedir.
Onlar için Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir şefaatçi vardır.[898]; Sizin Allah'tan başka ne bir koruyucunuz, ne de bir yardımcınız, vardır[899]. Yani, Allah'ın emrinin dışında bir koruyucuları yoktur. Şu âyet de aynı anlamdadır:
De ki: "Biz Allah'ın dışında bize fayda veya zarar vermeyen şeylere mi yalvaralım?"[900]. Bazen lafzıyla teşvikte bulunulmaktadır. Şöyle denir: Şunu al. Kuteybî de; sözünün "zayıf oldu" anlamında olduğunu söyler.
Bildik uçan haşaratlardan olan sinek, bal arısı, eşek ansı ve benzerlerine denir. Şair şöyle der:
İşte 'Ard vadisinin zamanı geldi; selamladı sineklerini;
Eşek arıları ve yeşil iri sinekler.[901]
Sinek onlardan bir şey kapsa.[902] âyetinde geçen kelimesi bildik sinek anlamındadır. Şekil bakımından sineğe benzediğinden veya şualarının uçuşu sineğin uçuşuna benzediğinden dolayı göz bebeğine denir. Eziyet vermesi açısından sineğe benzediğinden kılıcın ağzına denir.
Çok eziyet veren kişiye de [Falan kişi sinektir], denir. Falan kişiden sinek kovdum. Sinek kovan. Daha sonra istiare yoluyla kelimesi genel anlamda kovmak/engellemek anlamında kullanıldı. Bu anlamda şöyle denir: [Falan kişiyi savundum]; Devenin kulağına sinek girdi. Bu kelimenin formu, [nezle oldu] gibi- hastalık isimleri gibi yapılmıştır. [Zayıf deve]. Deve zayıfladı, tıpkı sinek gibi oldu; veya kılıcın ağzı gibi oldu.
Asılı şeyin hareketinden çıkan sesin hikâyesidir/anlatımıdır. Daha sonra istiare yoluyla her türlü titreme ve hareket anlamında kullanılır oldu. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Arada yalpalayıp dururlar[903].
Yani onlar kararsızdırlar; kimi zaman müminlere kimi zaman da kâfirlere yönelirler. Şair şöyle der:
Görürsün her kiralı, onun altında bocalamakta olduğunu.[904] Develerimizi yalpalayarak hızlı bir şekilde sürdük. Şair şöyle der:
Onun izinde bir deve hızlı gitmektedir.[905]
Bu kelimenin asıl anlamı, hayvanların boğazını yarmaktır. kesilen/boğazlanan anlamındadır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Biz, oğluna bedel ona büyük bir kesilen (kurban) verdik.[906] Allah bir sığır kesmenizi emrediyor[907]. Hayvanın boğazlanmasına benzetilerek şöyle denir: Misk kabını yardım. Şu söz de aynıdır: [Fıçıyı yardı]. Şu âyet çokluk ifâde eder: Oğullarınızı boğazlıyorlardı.[908] yani peş peşe boğazlanıyorlardı. Bir yıldız ismidir. Selden oluşan kanallara denir.
kelimesinin aslı dır. Bir şeyi, daha sonra için sakladığında; [onu depoladım], denir. Rivayet edilmektedir ki; " Hz. Peygamber (sav) yarın için hiçbir şey biriktirmezdi."[909] Yiyecek için [hayvanların] saklanan karın içi ve bağırsaklardır. Şair şöyle der:
Onu akis [erimiş iç yağın üzerine dökülen ayran] içerdiğimizde doldu;
Karnı ve damarları terden dolayı kabardı.[910] Hoş kokulu bir ottur.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Benim zürriyetim-den/soyumdan da...[911] Soyumuzdan da sana teslim olan bir topluluk çıkar.[912] Allah zerre kadar zulüm yapmaz[913]. Bazılarına göre bu kelimenin aslı hemzelidir. Bu, daha sonra ilgili maddede ele alınacaktır.
gjjâ (Kol): İnsanın bilinen organıdır. Bu kelime kol ile ölçülen şey anlamında da kullanılır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Sonra uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun onu![914]. [Elbiseden ve yerden bir zira/kol]. Hayvanın koluna benzetilerek bir yıldıza denir. Su kanalının baş tarafına denir. sözü, [O, elindedir/sana yakındır], sözü gibidir.
sözü de [Ona gücüm yetmedi], sözü gibidir, Onun koluna vurdum. Kolu uzatüm. Şu söz de bu anlamdadır: Deve adımlarını geniş attı. Uzun adım atan deve. Beyaz kolk.'bacaklı.
Bazılarına göre, büyük, bazılarına göre ise küçük tulumdur.
Birincisine göre bu sözün anlamı, kollu olan tulumdur; ikincisine göre ise, kolu kendisinden ayrılan tulumdur. Kendini kusmaktan tutamadı. [At hızlı geçti]. [Kadın hurma yapraklarını ayıkladı ve onları yardı]. geçti]. [Kadın hurma yapraklarını ayıkladı ve onları yardı]. Benzetme yoluyla da; [Fazla konuştu], denir. Bu tıpkı sözü gibidir. Bunun aslı, [hurma yapraklarının örülmesi], anlamından gelmektedir.
Yüce Allah'ın, varettiklerini ortaya çıkarmasıdır: Allah varlıkların özlerlerini vücuda getirdi. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık.[915] Allah'ın yarattığı ekin ve hayvanlardan Allah'a bir hisse ayırdılar.[916] Size kendinizden çiftler, hayvanlardan da çiftler yaratmıştır. Sizleri bu tarzda üretip çoğaltıyor[917]. Rüzgârlar onu savurur. [918]şeklinde okunmuştur.[919] Yaşlılıktan mütevellit saç ağarması ve tuz beyazlığıdır. [Beyaz tuz], [Ak saçlı adam]; [Ak saçlı kadın], [Saçı ağardı].
Hörgücün üst kısmı/Tepenin zirvesi. Bu anlamdan hareketle şöyle denir: Ben zat-ı âlilerinizin nezdinde en yüksek bir konumdayım. Kalçanın her iki tarafına denir. [Rüzgâr onu savurdu, savurmaktadır]. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: o tozutup savuranlara and olsun[920]; Rüzgârların savurduğu[921]. kelimesinin aslı, kişinin soyu, bazılarına göre ise küçük çocuklar anlamındadır; örf bakımından ise hem küçük hem büyük çocukları kapsamaktadır.
Bu kelimenin asıl anlamı çoğul olmakla birlikte tekil anlamında da kullanılır: Bunlar birbirinden gelme bir nesillerdir[922]; Ey Nûh ile birlikte gemide taşıdığımız kimselerin nesli![923]; Onlar için bir âyet de, onların çocuklarını dolu gemide taşımamız[924]; "Ben seni insanlara önder yapacağım" demişti. "Soyumdan da" dedi[925].
kelimesinin kökeni konusunda Uç görüş vardır: Kimisi onun [Allah varlıkları yarattı], sözünden geldiğini ve hemzesinin hazfedildiğini söylemektedir. Tıpkı ve gibi. Bazılarına göre de aslı dir. Diğer bazılarına göre İse tıpkı gibi vezninde olup kökünden gelmektedir. Ebu'l-Kasım el-Bulhî; Cehennem için birçok cin ve insan yarattık [926]âyetinde geçen kelimesinin [Buğdayı savurdum], sözünden geldiğini söylemekte ve ilk sözcüğün hemzeli olduğunu itibara almamaktadır.
[927]yani boyun eğerek. Boyun eğen/uysal deve.
Ağlayarak çeneleri üstüne kapanırlar[928]. Bu kelimenin tekili gelir, Çenesine vurdum, Çenesinin yardımıyla yürüyen deve. Buna benzetilerek, eğik büyük kovaya denir.
Kimi zaman bu kelimeyle, insanın elde ettiği bilgileri kendisiyle koruyabildiği nefsin bir durumu kastedilir. Tıpkı kelimesi gibi; fakat bilginin elde edilmesi, İse söz konusu bilginin akla getirilmesi anlamında kullanılır.
Kimi zaman da onunla, bir şeyin kalbe gelmesi veya söylenen söz kastedilir. Bundan dolayı zikr'in iki kısma ayrıldığı söylenmektedir: Kalb ile zikir; dil ile zikir. Bunların her birisi de iki kısma ayrılır: Unutulan şeyi zikretmek/hatırlamak; unutulan şeyi değil de hafızada varolmaya devam edeni zikretmek.
Her söylenen söze de denir. Dil ile zikre Örnek: Andolsun, size bir Kitap gönderdik ki, öğüt ve uyarınız yalnız ondadır[929]; Bu, bereketli bir Zikir'dir ki, onu indirdik[930]; İşte benimle birlikte olanların zikri ve benden öncekilerin de zikri[931]; O Zikir aramızdan ona mı indirildi?[932]; yani Kur'ân.
Sad. Zikir/öğüt dolu Kur'ân'a andolsun[933]; Gerçek şu ki bu Kur'ân sana ve toplumuna bir zikirdir[934]; yani senin ve toplumun için bir şereftir/onurdur. Eğer bilmiyorsanız, Zikir ehline sorun[935]; yani önceki Kitab ehline. A//aft jfee Wr ZiHr indirmiştir B/r e/ç/[936].
Bazılarına göre, sözcüğü Hz. İsa'nın bir niteliği olduğu gibi, âyetteki kelimesi de Hz. Muhammed'in bir niteliğidir. Zira daha önceki ilâhî kitaplarda onun geleceği müjdelenmiştir. Buna göre kelimesi, i/i kelimesinden bedel olur.
Bazılanna göre de kelimesi, ile mansûbtur. Sanki Yüce Allah şöyle demiş gibi oluyor: Size Allah'ın açık açık âyetlerini okuyan Elçiyi zikreden bir Kitab indirdik." Bu, tıpkı şu âyet gibidir: Yahut açlık gününde doyurmaktır Bir yetimi[937]. kelimesi, mastarıyla mansûb olmuştur.
Unutulan şeyi zikretmeye/hatırlamaya örnek: Ben 6a/îğj unutmuşum! Muhakkak ki onu sana söylememi unutturan şeytandan başkası değildir[938].
Kalb ve dil ile birlikte olan zikre örnek:
Babalarınızı andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın[939]; Meş'ar-i Haram'da Allah'ı zikredin. O'nu, O'nun size gösterdiği gibi anın[940]; Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: "Arza mutlaka iyi kullarım vâris olacak." diye yazmıştık[941]; yani önceki Kitab'tan sonra. insanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bîr süre geçmedi mi?[942]. Yani insan, her ne kadar Yüce Allah'ın ilminde mevcut İse de kendi zatiyle varolmuş değildi. İnsan önceden hiçbir şey değilken kendisini nasıl yarattığımızı düşünmüyor mu?[943]. Yani, dirilmeyi inkâr eden kişi, yoktan varedildiğini düşünmez mi ki, bununla yeniden dirileceğine delil getirsin!
Şu âyet de aynı anlamdadır: "Onları yoktan var eden, (yemden) hayat (da) verir[944]. Fara-tılışı başlatıp tekrarlayan da O'dur[945]. Allah'ı anmak elbette daha büyüktür[946]; yani, Allah'ın kulunu anması, kulun O'nu anmasından daha büyüktür. Bu da Yüce Allah'ı çokça zikretmeye bir teşviktir.
Çokça anmak. Bu kelime, /i kelimesinden daha mübalağalıdır. On<3 bizden bir rahmet ve sağduyu sahiplerine bir hatırlatma olarak[947]; Hatırlat, çünkü hatırlatmak inananlara yarar sağlar[948]. kelimesi bunlardan başka birçok âyette de geçmektedir.
Bir şeyin kendisiyle hatırlatıldığıdır. Bu kelime ve kelimelerinden daha kapsamlıdır: Ne oluyor onlara da Öğüt verip düşündüren şeyden yüz çeviriyorlar?[949]; Doğrusu, o bir hatırlatıcıdır[950]; yani Kur'ân. [Falan şeyi ona hatırlattım]: Onlara Allah'ın günlerini (geçmiş milletlerin başlarına gelen olayları) hatırlat![951]; 7*<â fe' kadınlardan biri şaşınrsa diğeri ona hatırlatsın[952]. Bazıları âyeti; biri değerine tekrar anımsatır, diye yorumlamaktadır. Bazılarına göre ise, âyetin anlamı şudur: Hüküm vermede biri diğerini erkek konumuna getirir.
şudur: Hüküm vermede biri diğerini erkek konumuna getirir.
Bazı alimler; Beni hatırlayın ki ben de sizi hatırlayayım[953] âyeti ile Size verdiğim nimetimi
hatırlayın[954] âyeti arasındaki fark konusunda şöyle demişlerdir: âyeti, Yüce Allah'ı tanımakla üstün bir güce sahip olan Hz. Muhammed'İn sahabesine hitap etmekte ve vasıtasız bir şekilde Allah'ı anmalarını emretmektedir. âyeti ise, ancak verdiği nimetlerle Allah'ı bilen Israiloğullarına hitap etmekte; onları Allah'ın nimetlerini düşünmelerini ve onların vasıtasıyla O'nun bilgisine ulaşmalarını emretmektedir.
[Erkek]: Dişinin zıddıdır: Erkek kız gibi değil[955]; iki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi? [956]. Bu kelimenin çoğulu, ve gelir: Hem erkekler, hem dişiler[957]. kinaye yoluyla belli organ [erkek tenasül uzvu] anlamında da kullanılır. Erkek doğuran kadın. Sürekli erkek doğuran kadın. asıl: Cüssesinin iri olmasından dolayı erkek deveye benzeyen dişi deve. Erkeğe benzetilerek; keskin kılıç, denir. Kalın/İri sebze.
Ateş tutuştu ve parıldadı. [Ateşi tutuşturdum.] Güneşin bir ismidir. Sabahın bir isimidir. Sabah, güneşin oğlu olarak tasavvur edildiği gibi, güneşin ışığı olarak da tasavvur edilir ve diye i-simlendirilir. Kavrama çabukluğu ve anlama gücü diye ifâde edilir. Tıpkı şu deyim gibi: [Falan kişi ateş alevidir/kıvrak zekâya sahiptir].
Koyunu boğazladım. [Boğazlama] kelimesinin asıl anlamı, tabiî harareti dışarı çıkarmaktır. Fakat şeriatta, belli bir şekilde hayatı sona erdirmektir. Bu kelimenin bu anlamdan türediğine, Arapların ölüye; [sönmüş] ve sönmüş ateşe de [ölü] demeleri delâlet etmektedir.
Kişi yaşlanıp fazla eğitim ve deneyimlerinden dolayı zekâ sahibi olduğunda denir. Dolayısıyla sadece deneyim ve tecrübesi olan yaşlıya denir.
Uzun ömürlerinden dolayı, daha çok yaşlıların deneyim ve tecrübe sahibi oldukları için kelimesi onlarla ilgili kullanılmaktadır. Bu kelime büyük iyi atlar için de kullanılır. Şu deyim bu anlamdadır: [Büyük atlar koşmada üstündür.]
Cebir neticesinde meydana gelen horlanma ve aşağılanmadır. [Horlandı, horlanmaktadır], denir. ise başkasının baskısı olmaksızın serkeşlik ve direnmeden sonra meydana gelen zillettir/alçalmadır. Bu kökten formları gelir. Şefkatle onlara züll kanadını ger.[958] yani onlara mağlup olmuş gibi ol. Bu âyet [zâl harfinin kesriyle] de o-kunmuştur. Yani onlara karşı yumuşak ol ve onlara boyun eğ.
ve denildiği gibi, ve de denir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Kendilerini bir alçaklık saracak[959]; Onlara alçaklık, yoksulluk damgası vuruldu.[960] Onlar, Rab'lerinden bir gazaba ve dünya hayatında bir alçaklığa uğrayacaklardır[961].
Hayvan huysuzluktan sonra uysallaştı. Yani o, serkeş/çetin değildir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: O,
boyunduruk altında ezilmemiş bir inektir. Yeri sürmez.[962] Eğer insan kendi kendini aşağılıyorsa bu övülmeye değer bir şeydir: Şu âyet bu anlamdadır: Müminlere karşı boynu büküktürler.[963]
Bu kelimenin geçtiği diğer bazı âyetler şunlardır:
Andolsun, ezik olduğunuz bir sırada Allah size Bedir'de yardım etmişti.[964] Boyun bükerek Rabbinin yollarına koyul[965] yani serkeşlik etmeksizin itaat ederek. Meyve ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkmış ve meyveleri de aşağı eğdirilmiştir.[966] yani onların koparılması kolaylaştırılmıştır. Denilir ki; İşler kendi yolunda gider.
[Onu kötüledim, kötülemekteyim.] [O kötülenmiştir.] Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Yerilmiş ve kovulmuş olarak cehenneme girer[967]. Bu kelimedeki iki mimdem biri yâ harfine döndürülerek şöyle denir:
Kişinin verdiği sözü yerine getirmemesinden dolayı yerildiği şeydir. formları da aynı anlamdadır: [Verdiğim bir teminat/söz var; onu ihlal etme]. Sahip oldukları teminattan/kefaletten dolayı onlara bir şeyler ver. Kefaletini yitirdi, Hareketsiz adam. Suyu az kuyu. Şair de şöyle der:
Burunları üzerinde sivilceler görürsün; Savaş gününde; büyük karınca yumurtaları gibi.[968] Küçük sivilcelere benzeyen bir şeydir. Bu kelime kökünün; ali ve olduğu söylenmiştir.
[Hayvan ve diğer şeylerin kuyruğu], bilinen bir şeydir. Bu kelimeyle sona kalan ve alçakVdeğersiz şeyler de ifâde edilir: [Onlar toplumun kuyruğudurlar]. Sularının akmasından dolayı, [Tepeler arasındaki su yolları], sözü bu anlamdan istiare edilmiştir.
Kuyruğu dibinden beneklenip oluşmaya başlayan hurma. Uzun kuyruklu ata ve kuyruğu olan kovaya denir. İstiare yoluyla pay/hisse anlamında kullanıldığı gibi, de aynı anlamda kullanılmaktadır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Elbette, bu zulmedenlerin de (geçmiş) arkadaşlarının payına benzer bir azap payları vardır[969]. kelimesinin asıl anlamı, bir şeyin kuyruğunu tutmaktır: Kuyruğunu tuttum. Bu kelime, bir şeyin kuyruğu nokta-i nazarından akıbeti kötü addedilen her fiil için de kullanılır. Bundan dolayı, günâha; ardından meydana gelecek olan şey dikkate alınarak [ardıl] ve [ceza], diye isimlendirilir. Bu anlamda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Allah, onları günâhları yüzünden yakaladı[970]; Herbirini kendi günâhı ile yakaladık[971]; Günâhları Allah'tan başka kim affeder ki?[972]. Bu kelimenin geçtiği başka âyetler de vardır.
[Altın]: Malumdur. Bazen diye de telaffuz edilir. Altın madeni görüp de dehşete düşen adam.
Altın kaplamalı şey. Üzerinde altın varmışçasına sarısının kırmızıya galebe çaldığı at.
Gitmek. [Bir şey götürdü]. Bu kelime hem madde, hem mana konusunda kullanılır.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Dedi ki, "Ben Rabbime gidiyorum."[973]; İbrahim'den korku geçince [974]; Bundan dolayı canın, onlar için hasretlere gitmesin (kendini üzme)[975]. Bu, ölümden kinayedir.
Allah dilerse sizi götürür ve yepyeni bir halk getirir[976]; Dediler ki: Bizden tasayı gideren Allah'a hamdolsun[977]; Ey ehli beyt Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor[978]; Onlara verdiklerinizin bir kısmım alıp götürmek için onları sıkıştırmayın[979]; yani mehrin veya onlara verdiklerinizin bir kısmını ele geçirmek için.
Birbirinizle çekişmeyin, yoksa korkuya kapılırsınız, kuvvetiniz gider.[980]; Allah onların nurunu giderdi.
[981]; Allah dileseydi elbette işitmelerini götürürdü.[982]; "Kötülükler benden gitti" der.[983]
Onu gördüğünüz gün, her emziren, emzirdiğinden geçer (22/ Hac 2). Üzüntü ve unutkanlık meydana getiren uğraşıdır. [Falan şey onun dikkatinden kaçtı]; [Falan şey onu meşgul etti], denir.
Ağızda tadın olmasıdır. Bu kelime, kök itibariyle fazla değil, az yenen şeyler için kullanılır. Zira fazla yenen şeye denir. Kur'ân'da azap konusunda sözcüğü tercih edilmiştir. Bu kelime örf bakımından her ne kadar az yenen şeyler için ise de, çok yenen şeyler için de kullanılabilir. Özellikle bu kelimenin zikredilmesi, bu her iki anlamı da kapsaması içindir. Fakat onun azap konusunda kullanılması daha fazladır:
Azabı tadsınlar diye[984];
Onlara: "Yalanlayıp durduğunuz ateş azabını tadıverin." denir[985]; İnkârınızdan dolayı azabı tadın![986]; Tat bakalım! Hani sen onurluydun, seçkindin.[987] Siz elbette acı azabı tadacaksınız.[988] İşte siz şimdi tadın onu.[989] Mutlaka onlara o büyük azâbdan ayrı olarak, daha yakın azabı da tattıracağız[990].
Bu kelime, rahmet konusunda da kullanılmaktadır. Örneğin şu âyetlerde olduğu gibi: İnsana kendimizden bir rahmet tattırsak...[991]; Eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir nimet tattırsak[992]. Ayrıca denemek anlamına da gelir:
[Onu sınadım, o da sınandı]; ondan daha fazla denedim.
Falan kişi şunu denedi; ben de onu, Şu âyette, tattırma ve elbisenin birlikte zikredilmesi, bununla deneme ve sınama kastedildiği içindir: Allah onlara açlık ve korku elbisesi tattırdı[993]. Yani Allah, onları açlık ve korkuyu fiilen yaşayacak duruma soktu. Bazılarına göre bu âyette iki söz takdir edilir; sanki şöyle denmiştir: Allah onlara açlık ve korkuyu tattırdı ve onlara bu ikisinin elbisesini giydirdi.
Bu kelime şu âyette rahmet konusunda gelmiş, karşısında da isabet sözcüğü kullanılmıştır:
Biz insana, bizden bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevinir. Ama ellerinin (yapıp) öne sürdüğü işlerden dolayı başlarına bir kötülük isabet ederse, insan hemen nankör olur[994]. Bu âyet, insanın kendisine verilen en ufak bir nimetle fazla sevinip şımardığına dikkat çekmekte ve şu ilâhi söze de işaret etmektedir: Gerçek şu ki insan azar; ne zaman kendini yeterli görürse[995].
İki kısma ayrılır: Birincisi; cins ve nevi isimlerle yapılan nitelendirilmelerde vasıta olur; zamire değil zahir isme muzaf olur; tesniye ve cemi yapılır. Mü-ennesi oli; tesniyesi çoğulu da gelir, kelimesinin bu çeşidi sadece muzaf kullanılır:
Fakar Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir[996]; Üstün akıl sahibi; doğrulup dikildi[997]; Yakınlığı olanlara[998]; Erdem sahibi herkese erdemliliğinin karşılığını versin[999]; Yakınlığı olanlara ve yetimlere[1000]; O, göğüslerin içindekini çok iyi bilir[1001]; On/an sag tarafa da sol tarafa da çeviririz[1002]; Siz, güçsüz/silahsız olanın size düşmesini arzu ediyordunuz[1003]; İkisinin de çeşitli ağaçları, meyvaları var[1004].
Anlam bilimcileri; kelimesini istiare yoluyla ister cevher, ister araz olsun şey'in kendisinden ibaret addederler; onu elif-lamlı olarak izafesiz ve zamire izafe-li olarak kullanırlar; tıpkı nefs ve hâssa gibi ele alırlar ve şöyle derler:
Fakat böyle bir şey [fasih] Arap dilinde yoktur.
nun ikinci kısmı Tay lügatine aittir. Onlar, bu kelimeyi tıpkı gibi kullanırlar; ref, nasb, cer, cemi ve te'nişte aynı lafızla gelir. Örneğin şu şiirde bu şekilde gelmiştir:
Kazdığını ve ördüğüm kuyumdur.[1005]
Bu söz, takdirindedir, deki görülen veya akıl ile bilinen/manevî şeylere işaret için kullanılır. Müennes için ve 15 sözcükleri kullanılır. denir; bunlardan sadece tesniye olur ve denir.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Şu benden üstün yaptığını gördün mü?[1006]; Aerap g/mü /çm size söz. verilen budur![1007]; Acele isteyip durduğunuz şey budur işte![1008]; Bunlar iki büyücüdür[1009] vb. İşte yalanlayıp durduğunuz ateş budur![1010]; suçluların yalanladığı cehennemdir![1011].
Mesafe veya konum açısından uzak olan şeye yerine ve getirilir: Elif; lâm. Mîm * işte o kitap[1012]; işte bu, Allah'ın âyetlerindendir[1013]; Bu böyledir. Rabbin, halkı habersiz bir durumda iken ülkeleri zulüm ile helak etmez[1014] vb.
iki şekilde kullanılır: Biri; ve nin tek bir isim gibi olmalarıdır. Diğeri ise, 'nin gibi olmasıdır. Birinci şıkka örnek: [Neyi soruyorsun?] Bu örnekte tek başına istifham için olmadığından elifi hazfedilmemiştir. O, ile birlikte bir isimdir. Şairin şu şiiri de bu şekildedir:
Bildiğin şeyi bırak; ondan uzaklaşacağım.[1015]
Bu şiir takdirindedir. Sanö ney/ edeceklerini soruyorlar[1016]. (Bu sözün ardından gelen) ifâdesini mansub okuyanlar, her iki ismi tek bir isim haline getirmiş oluyorlar. Buna göre âyetin takdiri şöyle olur:
şeklinde merfu okuyanlara göre ise; gibidir, de istifham İçindir. Bu durumda âyetin takdiri şöyledir: Şu âyet de böyledir: Onlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiği zaman, "Evvelkilerin masalları!" derler[1017]. Ayette geçen y kelimesi merfu ve mansub okunur.
[Kurt]. Bildik hayvan ismidir. Bu kelimenin aslı hemze'lidir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Onu kurt yemiş[1018]. Kurdu çok olan yer. Falan kişinin koyunlarına kurt girdi. Falan kişi kötülükte/habis olmada kurt gibi oldu. Rüzgâr, kurdun gelişi gibi her taraftan geliverdi. Yavrusunu emzirmesi için kurt gibi deveye göründüğün zaman öüu; vezninde [Deveye kurt gibi göründüm], dersin. Şekil olarak kurda benzediği için at eğerinin iki tahtasının birleştiği yerin altına üi denir.
[Onu falan şeyden menettim, menetmekteyim].
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Onların gerisinde, (hayvanlarını) sudan meneden iki kız buldu[1019]; yani sudan menetmek için onları uzaklaştırıyorlardı. Ona kadar olan develere ay denir.
Yerilmiş olarak oradan çık.[1020] Âyette geçen kelimesi [yerilmiş] anlamındadır.
Bu kökten şu formlar gelir: [Onu yerdim, yermekteyim].
Asıl anlamı terbiye etmek/yetiştirmektir. Bu da, bir şeyi olgunluk derecesine ulaşıncaya kadar aşama aşama inşa etmektir, [Onu terbiye etti], denir. Bu anlamda şöyle denmiştir: "Kureyş'ten bir adamın beni terbiye etmesi, Hevazın kabilesinden bir adamın beni terbiye etmesinden daha fazla hoşuma gider."[1021]
Rab kelimesi, ism-ifail için istiare edilen bir mastardır ve tek başına mutlak olarak sadece varlıkların maslahatını üstlenen Yüce Allah için kullanılır. Örneğin şu âyette olduğu gibi: Hoş bir ülke, çok bağışlayan Rab!
[1022]. Şu âyet de bu anlama hamledilir:
Size: "Melekleri ve peygamberleri rabler edinin!" diye emretmez[1023]; yani ilâhlar edinmenizi emretmez. Siz ise onların, sebeplerin müsebbibi ve kulların maslahatlarını üstlenen yaratıcı olduklarına inanıyorsunuz.
Rab kelimesi başka bir isme izafe edildiğinde ise, hem Yüce Allah için hem başkası için kullanılır: Âlemlerin Rabbi (l/Fatiha 1);
Sizin de Rabbİniz, önceki atalarınızın da Rabbi olan Allah'ı terk mi ediyorsunuz?[1024].
Ayrıca ev sahibine [evin rabbi]; at sahibine de [atın rabbi], denir. Şu âyetler de bu anlamdadır: "Rabbinin
yanında beni an" dedi. Ama şeytan rabbine onu hatırlatmayı unutturdu [1025]; Rabbine dön de ona sor[1026].
Allah'a sığınırım, rabbim beni güzel bir barınağa kavuşturmuştur" dedi[1027]. Kimisine göre Hz. Yûsuf bu sözüyle Yüce Allah'ı, kimisi de kendisini sahiplenen kralı kastetmiştir. Ama Hz. Yûsuf'un birinci anlamı kastetmiş olması onun sözüne daha uygundur.
Kimisine göre kelimesine mensuptur. formu da kökünden bina edilir; ve gibi. kökünden ise az gelir; bu kökten bina edilir.
Kimisine göre ise mastar olan kelimesine mensuptur. Bu da tıpkı hakim/bilge kişi gibi ilmi ıslah edendir. Kimisi de bu kelimenin mensup olduğunu fakat şu anlama geldiğini söyler: İlimle nefsini terbiye eden. Aslında bu her iki anlam da birbirlerini gerektirir; çünkü ilimle nefsini terbiye eden, ilmi de ıslah etmiş olur. İlmi ıslah eden de nefsini de onunla terbiye etmiş olur.
Diğer bazıları da bu kelimenin Rabb'a; yani Yüce Allah'a mensup olduğunu söyler. tıpkı Arapların ilâhî sözü gibidir. Buradaki (o) harfinin ilave edilmesi, ve sözlerindeki ilave gibidir. Hz. Ali (ra) şöyle demiştir: " Ben bu ümmetin rabbâni'siyim [Allah'a mensup olan bir ferdiyim]." Çoğulu gelir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Rabbanilerin ve hahamların, onları günâh söz söylemekten, haram yemekten menetmeleri gerekmez miydi?[1028]; Rabbaniler olunuz[1029]. Bazıları kelimesinin Süryanî asıllı olduğunu söyler. Bu güzel bir görüştür; nitekim Arap kelamında da az bulunur.
Kendisini Rabb'e adayan birçok kişi[1030]. tıpkı gibidir. mastardır; Yüce Allah için kullanılır; ise Allah'tan başkası için kullanılır, vj kelimesinin çoğulu gelir:
Çeşitli rabler mi daha iyidir, yoksa tek ve her şeye egemen olan Allah mı?[1031].
kelimesinin çoğul gelmemesi gerekir, çünkü mutlak söylendiğinde onunla sadece Yüce Allah kastedilir; fakat âyette hakikatinin olduğu şekliyle değil, müşriklerin inançlarına göre çoğul lafzıyla gelmiştir. Rab kelimesi örf bakımından sadece Yüce Allah için kullanılır. Çoğulu ve gelir. Şair şöyle der:
Onların güvenceleri Behz kabilesi idi; kandırdı onları; Komşuluk antlaşması ve onlar hain bir topluluktu.[1032] Diğer bir şair de şöyle der:
Sen, velayetimin kendisine verildiği bir insansın; Senden önce ise yetiştiriciler beni eğittiler; ancak ben zayi oldum.[1033] Başkasının velayeti ile ilgili anlaşmaya fal oklarının toplandığı şeye ise denir. ve kelimeleri, daha önceki eşten olan çocuğun bakımını üstlenen iki eşten biri için kullanılır, ve de söz konusu çocuk için kullanılır: Kendileriyle birleştiğiniz hanımlarınızdan doğmuş olup evlerinizde oturan üvey kızlarınız[1034]. [Deriyi yağla ıslah ettim]; [İlacı balla ıslah ettim]; [Koy ulaş tır il mı ş/ıslah edilmiş içecek]. Şair şöyle der:
Onun için tulumu hurma özüyle beslenilen/sürülen yağ gibi ol.[1035] Buluta denir. Buluta bu ismin verilmesi, bitkiyi yetiştirmesinden dolayıdır. Bu bakış açısıyla yağmura da (süt) denilmiş ve bulut da süt veren dişiye benzetilmiştir.
Yani bulut devam etti. Bu sözün asıl anlamı; "Bulut, besleyici oldu." Bu kelimede ikame anlamı düşünülerek ve anlaşmanın kalıcılığına benzetilerek şöyle denir: [Falan kişi falan yerde kaldı/ikamet etti].
Bir şeyin az miktarda olduğunu göstermek ve zaman zaman olan şey için kullanılır. Örneğin şu âyette olduğu gibi:
İnkar edenler zaman zaman, keşke Müslüman olsaydık, diye arzu e-derler[1036].
Alış-verişten kaynaklanan artıştır. Daha sonra bu kelime mecazî olarak bir çalışmadan elde edilen her türlü kazanca isim olmuştur. kâr, kimi zaman malın sahibine kimi zaman da malın kendisine nisbet edilir: Ticaretleri kâr etmedi[1037]. Şair de şöyle der:
Misafirlerini ağırladılar; ne ki, takdir edilmediler.[1038]
Bazılarına göre şiirde geçen kuş; diğer bazılarına göre ise içyağ anlamındadır. Fakat bana göre burada kelimesi, kârdan elde edilen şeyin ismidir. Tıpkı gibi. y ise kendileriyle bölüştürdükleri fal oklarının ismidir. Buna göre şiirin manası şöyle olur: "Misafirlerini ağırladılar, ama ondan en büyük kâr olan övgüyü elde edemediler." Bu aynen şu şairin dedikleri gibidir:
O beni bol bol övdü ben ise onu ağırladım;
Kazananı yemek olan övgü ne ucuzdur.[1039]
İster pahalı veya ucuz olmasını beklediği bir mal olsun, ister yok olmasını ya da meydana gelmesini beklediği bir iş olsun, bir şeyi gözetlemek demektir. [Falan şeyi gözetledim], denir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Boşanan kadınlar, kendi kendilerine üç adet süresi beklerler[1040]; De ki: "Gözetleyin, ben de sizinle berabergözetleyenlerdenim"[1041]; zetleyin, ben de sizinle beraber gözetleyenlerdenim[1042]; De ki "Bizim için iki güzelliğin birinden başkasını mı bekliyorsunuz? Biz de size Allah'ın, kendi katından veya bizim ellerimizle bir azap çarptırmasını bekliyoruz[1043]; başınıza belâlar gelmesini gözetler[1044].
Atı korumak için onu bir yere bağlamaktır. [At zinciri] bu anlamdan gelmektedir. Korumaların ikametine tahsis edilen yere denir. ve fiillerinin mastarıdır. formu, formu gibidir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Sağ/* û*far hazırlayın. Böylece hem Allah'ın düşmanım hem kendi düşmanınızı korkutabilirsiniz[1045]; Ey inananlar, sabredin ve sabırda yarışın, nöbet tutun[1046].
yani Nöbet iki kısımdır: Müslümanların sınır bölgelerinde nöbet tutmaları ve nefsin bedene olan nöbeti. Zira nefsin bedeni gözetlemesi, bir sınır noktasına yerleşen ve oranın korunması kendisine tevdi edilen kişinin yaptığı iş gibidir. Bu kişi, sorumluluğunu yerine getirmesi ve herhangi bir kusurda bulunmaması gerekir. Bu da tıpkı cihad gibidir. Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmaktadır: " Namazdan sonra namazı beklemek bir çeşit ribattır."[1047] Bir kişinin kalbi güçlenince denir.
Kalplerini sağlamlaştırmıştık[1048]; Onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık[1049]; Kalplerinize kuvvet vermek için[1050]. Bu âyetler şu tür âyetlere işaret
etmektedirler: O, imanlarına iman katsınlar diye mü'minlerin kalblerine huzur indirdi[1051]; onları kendisinden bir ruhla desteklemiştir[1052]. Zira onların gönülleri şu âyette belirtildiği şekilde değildi: Yürekleri tamamen boşalmıştı[1053]. Bu bakış açısından şöyle denilmiştir:
[1054]. Bu bakış açısından şöyle denilmiştir: [Falan kişinin kalbi sağlamdır].
[dört]; [kırk]; [dörtte bir] ve [dörder dörder] formlarının tümü aynı köktendir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Onlar üçtür, dördüncüleri köpekleridir[1055]; Allah; "Orası onlara kırk yıl boyunca yasaklanmıştır; yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar.. dedi[1056]; Kirfc gece[1057]; Bıraktığınızın dörtte biri onlarındır[1058]; İkişer, üçer, dörder[1059].
Toplumun dördüncüsü oldum. Mallarının dörtte birini aldım. İpi dört şeritten yaptım, Develerin susuz bırakılmaları ve humma ile ilgili bir süreyi ifâde eder.[1060] Develerini dördüncü günde suya götürdü. Adam, dört günde bir gelen hummaya yakalandı. Pazar gününden itibaren gelen dördüncü gündür. Dört mevsimin dördüncüsüdür. Arapların şu sözleri bu anlamdandır: Falan kişi rabi'de/ilkbaharda ikamet etti. Daha sonra bu söz mecazî olarak bütün ikametler ve bütün zamanlar için kullanılır oldu. Hata bütün konaklama yerleri de diye isimlendirildi. Oysa bu kelime asıl itibariyle ilkbahara aittir. ve "Bahar mevsiminde doğan yavruya denir. Bahar mevsimi, doğumların ilk zamanı olduğundan ve bunun iyi bir şey olmasından dolayı gençlerin doğan bütün çocukları için bu isim istiare edilmektedir. Şair şöyle der:
Kurtulmuştur genç yaşta çocuk sahibi olan.[1061]
Bahar mevsiminde doğan yavruya denir. Baharda yağan yağmur. Taşın ve yükün her dört tarafını ele aldı. Kendisiyle eşyanın alındığı tahta. Ele alınan taşa denir. sözü, ikamet anlamında olabilir; yanı, [bekle!]. [Taşı aldı] anlamında da olabilir. Yani "sakatlığına rağmen onu al!"
Liderin ganimetten aldığı dörtte birlik paydır. Bu kelime şu sözden gelmektedir: [Toplum malının dörtte birini aldım], kelimesi, liderin malın mirbd1 m/dörtte birini almasından dolayı liderlik için istiare edilmiştir. Bu anlamda şöyle denilmektedir: [Falanın dışında toplumun liderliğini kimse yapamaz].
Misk kutusuna denir; çünkü dört tabakadan oluşur veya dört ayağı vardır. Her ikisi arasında dört tane diş olmasından dolayı (köpek dişleri) diye isimlendirilmektedir. Yuvasında dört tane çıkış yeri bulunan fareye denir. kertenkelelerin bulunduğu yere denildiği gibi, farelerin bulunduğu yere de denir.
Bu kökten formları gelir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Onları oturmaya uygun, çeşmeli bir tepeye yerleştirdik[1062]. formu diğerlerinden daha fasihtir; çünkü Araplar derler, Falan kişi bir tepeye çıktı, [Tepe], diye isimlendirilir; sanki o, bir mekânda kendi kendine büyümüştür. Arttı, yükseldi fiili de bu anlamdan gelmektedir.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Biz onun üzerine su indirdiğimiz zaman, harekete geçer, kabanr[1063]. Yani beslenenin arttığı gibi artar. Sel üste çıkan köpüğü taşıdı[1064];
Allah onları şiddeti gittikçe artan bir şekilde yakaladı[1065]. Onu yukarıdan gözetledi. Şu söz de bu anlamdandır: [Çocuğu yetiştirdim].
Bazılarına göre fiilinin aslı, mudaaftır; tahfif için kalbedilmiştir. Tıpkı fiilinin, şekline dönüştüğü gibi. Ana mala yapılan artıştır. Ancak şeriatta, (muamelelerde) iki taraftan sadece biri üzerine yapılan artışa tahsis edilmiştir.
Artış nokta-i nazarından Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: İnsanların malları içinde, artması için verdiğiniz ribâ, Allah katında artmaz[1066]. Yüce Allah; Allah, ribâyı mahveder, sadakaları artırır[1067] âyetiyle bereket diye tabir edilen makul artışın ribâdan kaldırıldığına dikkat çekmektedir. Bundan dolayı Yüce Allah onun zıddı konusunda şöyle buyurmaktadır:
Allah'ın rızâsını isteyerek verdiğiniz zekât(a gelince); işte (onu verenler sevaplarını ve mallarını) kat kat artıranlardır[1068].
Baldırın iç kısmında kabarık iki et parçasıdır. Kişinin yukarıya doğru çıkışı tasavvur edilerek nefes darlığına denmiştir. Bundan dolayı; [o uzun uzun nefes alır/zorlukla nefes alır], denir. ise öncü anlamındadır. Bu kelimenin sonu hemze' lidir, dolayısıyla ele aldığımız kavramla alakası yoktur.
Bu kelimenin asıl anlamı hayvan yiyeceğidir. Bu kökten [Çayırda otladı, otlamaktadır], formlan gelir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Bol bol yesin, oynasın[1069]. Bu kelimeyle çokça yemek kastedildiğinde istiare yoluyla insanlar için de kullanılır. Şair teşbih yoluyla şöyle der:
Etimle baş başa kalınca, onu yer.[1070] Hayvanlar için insanlar için ise formları kullanılır.
Birleştirmek ve yapıştırmaktır; bu, doğuştan da olabilir, sonradan da. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Gökler ve yer bitişik idi, biz onları ayırdık[1071]. Ferci bitişik kadın, Falan kişi, şu işi akdetmekte ve çözmektedir.
Bir şeyi bir doğrulta sıralamak ve düzenlemektir. [Dişleri düzgün dizilmiş adam], denir. Kelimenin ağızdan akıcı ve düzgün bir şekilde çıkmasıdır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Kuran'ı güzel ve düzgün oku[1072]; Onu tane tane okuduk[1073].
Bir şeyi sallayıp rahatsız etmektir. [Onu şiddetle sarstı, o da sarsıldı], denir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Fer şiddetle sarsıldığı zaman[1074]. Bu tıpkı şu âyet gibidir: Fer o müthiş sarsıntıyla sarsıldığı zaman[1075]. Titremektir, [Çalkalanan ordu]; [Titreyen kadın]. Sözü birbirine karıştı. Olduğu yerde çalkalanıp bulanan az su.
Bu kelimenin asıl anlamı titremektir. Bu anlamdan şöyle denilmektedir: [Deve titredi]. Deve birbirine yakın adım atıp güçsüzlükten dolayı titrediğinde denir. Recez vezni de buna benzetilmiştir; çünkü cüzleri birbirine yakındır ve okunurken dil titremektedir. Bu tür şiire denir, Falan kişi recez ölçüsü İle şiir yazdı veya okudu.
Bu kökten ism-i fail; şeklinde gelir, Onlar için sarsan ve acıklı bir ceza vardır[1076] âyetinde geçen kelimesi, sarsıntı kelimesi gibidir. Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Yoldan çıktıkları için, biz bu kentin üzerine gökten sarsan bir azap indireceğiz[1077].
Rücz'den sakın[1078]. Kimisine göre racz'den kasıt puttur. Bazıları ise onun günâhtan kinaye olduğunu söyler. Yüce Allah günâhı, varacağı sonuçla İsimlendirmiştir. Tıpkı yağmurun İç-yağ diye isimlendirilmesi gibi.
Sizi temizlemek, şeytanın vesvesesini sizden gidermek için gökten üzerinize yağmur indiriyordu[1079]. İlgili maddede açıklandığı üzere şeytandan kasıt şehvettir.
Bazıları, Yüce Allah'ın sözünden Şeytanın çağırdığı küfür, iftira ve fesad gibi şeyleri kastettiğini söyler. İçine taşların konulduğu bir bezdir;
hevdec/tahtirevan eğildiğinde, onun iki tarafından birine asılır. Ona bu ismin verilmesi, tasavvur edilen onun hareket ve sallantısından dolayıdır.
[Kirli adamlar], denir. Kirli şeydir, [Kirli adam]; Bu anlamda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Ey inananlar, şarap, kumar, dikili taşlar, şans okları şeytan işi birer pisliktir[1080]. Rics/pis şey dört açıdan olur: Mizaç, akıl, şer' veya bunların tümü açısından. Örneğin leş gibi. Zira leş, hem mizaç, hem akıl, hem de şer' açısından tiksinti duyulan bir şeydir. Şer' açısından pislik örneği: İçki ve kumar. Bunların akıl açısından da pis oldukları söylenmektedir.
Nitekim Yüce Allah bu hususa şöyle işaret eder; yap ve kumarın günâhları yararlarından daha büyüktür[1081]. Zira a-kıl, günâhı yararından fazla olan şeyden kaçınmayı gerektirir. Ayrıca Yüce Allah kâfirleri rics/pislik diye nitelendirmiştir; çünkü şirk akıl bakımından en kötü şeydir: Kalplerinde maraz olanlara gelince, inen sure onların pisliğine pislik ekler[1082];
Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır[1083]. Bazılarına göre âyette geçen '^'jb 'ten kasıt, pisliktir, diğer bazılarına göre ise azaptır; tıpkı şu âyet gibi: Ey inananlar! Müşrikler bir pisliktir[1084].
Şer' açısından pislik örneği: Kata domuz, eti- ki o gerçekten pistir[1085]. Şiddetli sese de; ve denir. Şiddetli gürleyen deve. Şiddetli şimşek çakan bulut.
Başlanılan yere geri dönmektir; veya ister mekân, fiil veya söz olsun başlangıç noktasını takdir etmektir. Bu dönüş, varlığın bizzat kendisiyle, bir cüziyle veya bir fiiliyle olur. Şu halde dönüştür, İade etmektir. ve boşanma ve öldükten sonra tekrar dünyaya gelme ile ilgili kullanılmaktadır, [Falan kişi tekrar dönüşe iman] eder, denir, ise, göç ettikten sonra kuşun tekrar dönmesini İfâde eder.
Şu âyetler dönüş ile ilgilidirler: Eğer Medine'ye dönersek[1086]; Babalarına döndüklerinde[1087]; Mûsâ, kavmine dönünce[1088]; Eğer size; "Dönün" denirse dönün[1089]. [Falan şeyden geri döndüm]; [Cevap verdim], denir.
Şu âyetler bu anlamdadır: Eğer Allah, seni onlardan bir topluluğun yanına dÖndüriirs[1090]; Hepinizin dönüşü Allah'adır[1091]; Dönüş Rabbinedir[1092]; Sonra dönüşünüz O'nadir[1093].
Bu âyette geçen kelimesi anlamından gelmiş olabilir: Sonra O'na döneceksiniz.[1094] Bu kelime anlamından da gelebilir: Sonra O'na döndürüleceksiniz.[1095] Şu günden sakının ki, o gün Allah'a döndürüleceksiniz[1096] âyeti, tâ harfinin fetha ve zammıyla okunmuştur.[1097]
Belki dönerler[1098]; yani günâhtan dönerler, Helak ettiğimiz herhangi bir toplumun, bir daha geri
dönmesi haramdır (asla mümkün değildir!)[1099]; yani onların tevbe etmelerini ve günâhlardan dönmelerini haram etmişiz/yasaklamışız.
Bu âyet, aşağıdaki âyette de belirtildiği gibi ölümden sonra tevbenin olamayacağına İşaret etmektedir: Onlara: "Arkanıza dönün de bir ışık arayın." denir[1100]. Elçiler ne ile dönecekler[1101]. Bu âyette geçen fiili [dönmek] veya [cevabın gelmesi] sözünden gelmektedir. Şu âyet de aynı anlamdadır: Suçu birbirlerinin üzerine atarlar[1102].
Sonra bir yana çekil, verecekleri cevaba bak[1103] âyeti sadece ifâdesinden gelir. Şu âyetler de bu anlamdadır: Ben, onlara bir hediyye göndereyim de elçilerin ne ile döneceklerine bakayım[1104]; Dönüşlü göğe andolsun[1105]; yani yağmurlu göğe. Yağmura denmesi, rüzgârın değindiği suyu çevirdiğinden dolayıdır.
Gölete de denmesi, ya içindeki yağmur suyu ile isimlendirilmesinden veya dalgalarının gidip gelmesinden ve kendi yatağındaki dönüşümünden dolayıdır, Onun sözüne cevap verilmedi. Kullanıldıktan sonra satılabilen hayvan. Erkeğin dölünü kabul etmeyip geri çeviren dişi deve. Kınından çekmek için elini kılıcına uzattı, çekme. Kişi, erkek develeri satıp dişi develeri satın aldığında denir. Bu eylemde, fiili bir dönüş olmasa da anlam olarak var sayılmıştır.
Biri [Allah'a aidiz ve O'na döneceğiz], dediğinde denir. Kur'ân okurken ve şarkı söylerken makam ile sesin terennüm edilmesi ve bir sözün iki veya daha fazla tekrar edilmesidir. Ezan ile ilgili kelimesi de bu anlamdadır, İnsan ve hayvan dışkısından kinayedir. Bu kelime den gelir ve fail (ism-i fail) anlamındadır. Veya den gelir; bu durumda ise mef'ûl (ism-i mef ûl) anlamında olur.
Çözüldükten sonra tekrar Örülen elbise/zırh. Bu kelime hayvan İçin kullanıldığında, "seferden sefere götürülen" anlamındadır. Bunun müennesİ, gelir, şeklinde de gelmektedir. Zayıf düşmüş deveden kinayedir. kelimesi, söz için kullanıldığında sahibine geri iade edilen veya tekrar edilen konuşma anlamındadır.
Şiddetli sarsıntıdır. [Yeryüzü şiddetli sarsıldı]; [Deniz şiddetli dalgalandı]; [Çok dalgalı deniz], denir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır; O gün o sarsıntı sarsar[1106]; O gün yer ve dağlar sarsılır[1107]; töreli Bunun üzerine hemen onları, o sarsıntı yakaladı[1108].
Fiilen veya sözlü olarak kargaşa çıkarmaktır. Bu anlamda Yüce Alalı şöyle buyurmaktadır: Şehirde kötü haberler yayanlar[1109]. [Yalan haberler fitnelerin döllendikleri yerlerdir], ienir.
İnsanların erkeğine denir. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmak-adır: Eğer o peygamberi bir melek kılsaydık kuşkusuz mu bir adam şeklinde yapardık[1110].
Eğer kadın bazı hususlarda erkeğe benziyorsa ona denir. Şair şöyle der:
Onlar erkeksi kadının şerefine önem vermediler.[1111]
Ayrıca erkeklik ve kişiliği tam olan kişi anlamına da gelir: Kentin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi (36/Yâsîn 20); Fir'avn ailesinden imanını gizleyen mü'min bir adam şöyle dedi[1112]. Bu âyetlerde geçen kelimesinin yiğitlik ve saiâbet anlamında olması daha uygundur. Siz 'benim Rabbim Allah'tır' diyen bir adamı mı öldüreceksiniz?[1113]. [Şu iki adamdan en güçlü olanı, falan kişidir],
(Ayak): Canlıların çoğunda olan belli organ. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Mesnedin başlarınızı ve bileklere kadar ayaklarınızı (yıkayın)[1114]. "Yaya yürüdü", anlamlarındaki ve kelimeleri den türemiştir. Ayrıca kelimesi, kâmil erkek anlamına da gelir. nİn çoğulu, ve genr- Tıpkı gibi. de in çoğulu gibidir. Yürümeye güç yetiren adam. kelimesinin çoğulu gelir: Foyö ve>"a fe/neÂ; üzerinde[1115].
Ayrıca Bu kelime ve formlarında da çoğul olur. [Taşlık arazi]: Zorluğuyla ayaklan tutmaktadır. Beyaz ayaklı at, ayağı büyük olan. Koyunu ayaklarıyla astım. kelimesi, çekirge sürüsü ve insanın zamanı için istiare edilmiştir. [Bu falan kişinin zamanınday-dı/dönemindeydi], denilir; tıpkı denildiği gibi. Ayrıca su yatağı için de kullanılır. Tekili dir.
Su yatağına bu ismin verilmesi, tıpkı diye isimlendirilmesi gibidir. Semizotuna da denir; çünkü ayakaltında biter. Sözü düşünmeden ayakta söyledi/irticalen konuştu. [At rahvan ve hızlı yürüyüş arasında gitti].
Adam bineğinden indi. Buna benzetilerek şöyle denir:
[Ayaklarıyla -kement gibi bir şey kullanmadan- kuyuya indi]. Güneş gökten inişe geçti; sanki bineğinden inmiş gibi. Sanki o, ayağına kadar saçını sarkıtmıştır. Ateşin üstündeki tencere. Sütten kesilmiş deve yavrusunu annesiyle gönderdim. Bununla sanki ona bir ayak sağlamış oldum.
[Taşlandı; o, taşlanmıştır], denir. Dediler:
Taş. Taşlamak, Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Ey Nuh! Eğer bu işe son vermezsen, mutlaka taşlananlardan olacaksın[1116]; yani en kötü şekilde öldürülenlerden olacaksın.
Kabilen olmasaydı seni taşlardık[1117]; On/ar «21 ellerine geçirirlerse taşlayarak öldürürler[1118].
istiare yoluyla zan, evham, sövme ve kovma anlamlarında da kullanılır. Örneğin şu âyette olduğu gibi: Ort/ür üç kişidir; dördüncüleri de köpekleridir" diyecekler; yine: "Beş kişidir; altıncıları köpekleridir" diyecekler. Bu, gaybı taşlamaktır (gayb hakkında tahmin yürütmektir)[1119]. Şair de şöyle der:
Savaşla ilgili bu sözüm tahminî değildir.[1120]
Andolsun seni taşlarım! Uzun bir zaman benden uzak dur![1121]; yani seninle ilgili hoşuna gitmeyen bir şey söylerim, Hayırlardan ve mele-i a'lâ'nın mertebelerinden kovulmuş şeytan. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığın[1122]; oradan; çünkü sen kovuldun[1123].
Kayan yıldızlar ile ilgili de şöyle buyurmaktadır: Onları, şeytanlar için taşlamalar yaptık[1124]. ve mezar taşlandır; bunlar mezar anlamında da kullanılırlar. Çoğulu Mezarın üzerine taş koydum.
Hadiste şöyle geçmektedir:" Kabrimin üstüne taş koymayın."[1125] tıpkı «iüi gibi, istiare yoluyla şiddetli sövme anlamında kullanılır. formundaki de bu anlamdan gelmektedir.
Kuyu, gök ve benzeri şeylerin kenarına denir. Çoğulu gelir: /kfe/e/t de göğün kenarlanndadır[1126]. Mutluluğun olduğu şeyin meydana gelmesini gerektiren zandir. Size ne oluyor ki, Allah için saygı ummuyorsunuz?[1127]. Bazıları bu âyeti; "Size ne oluyor ki, Allah'tan korkmuyorsunuz." şeklinde tefsir etmişler ve buna delil olarak da şu şiiri getirmişlerdir:
Arı onu soktuğunda, onun sokmasından korkmaz-Ve onunla ahitleşmiştir arı kovanında, çalışan anlar.[1128]
Bu kelimenin bu şekilde yorumlanmasının gerekçesi, ve kelimelerinin anlamca birbirlerine bağlı olmalarıdır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: onların Allah'tan ummadığını umuyorsunuz[1129]; Bir kısmı da umutları Allah'ın emrine bağlı kalmıştır[1130].
Devenin yavrulama zamanı yaklaştı. Bu sözün asıl anlamı şudur: Deve, sahibine yavrulama zamanının yaklaştığının ümidini vermektedir, Ümit etmenin verdiği iç açıcılığıdır/sevinci veren kırmızı renktir.
Yer genişliğidir. [Mecid alam], bu anlamdan gelmektedir. Ev geniş oldu. Bu kelime istiare yoluyla midesi geniş olanlar için kullanılmaktadır. [Midesi geniş], denir. Aynca söz konusu kelime göğsü geniş olanlar için de istiare edilir; tıpkı [dar] kelimesinin bunun zıddı için istiare edildiği gibi. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Yeryüzü, tüm genişliğine rağmen onlara dar gelmişti[1131].
Misafiri çok gelene; [Falan kişinin avlusu geniştir], denir. Geniş bir yer edindin (hoş geldin): Merhaba olmasın (yerleri geniş olmasın, rahat yüzü görmesinler) onlar! Onlar ateşe gireceklerdir * Dediler ki: "Hayır, asıl size merhaba olmasın, (asıl siz rahat yüzü görmeyin)[1132].
Onlara, mühürlü bir rahikHen içirilir[1133]; yani hamr'den/şaraptan.
Üzerine binmek için devenin üstüne konulan şeydir. Bu kelimeyle kimi zaman deve, kimi zaman da evde üzerinde oturulan şey kastedilir. Çoğulu, gelir: Yûsuf, emri altındakilere dedi ki: "Onların bedel olarak getirdiklerini yüklerinin içine koyun"[1134]; Göç/yolculuk anlamına gelir: ve .yaz yolculukları[1135].
Devenin üzerine semerini koydum. Deve semizleşti; şişmanlığından ve hörgücünden dolayı sanki üzerinde bir semer vardır. Onu göçürdüm, yani yerinden giderdim. Seyahat etmeye elverişli deveye denir, Göçmesine yardım etti. Üzerinde semer resimlerinin bulunduğu elbise.
Kadın rahmi (Döl yatağı). Rahminden şikâyet eden kadın, bu anlamdan istiare yoluyla akrabalar için kullanılmaktadır. Çünkü akrabaların tümü aynı rahimden çıkmışlardır. Bu kökten ve formları gelmektedir.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Daha merhametli[1136].
Rahmet edilene iyilik yapmayı gerektiren bir inceliktir. Bu kelime, bazen sadece incelik, bazen de incelikten soyutlanmış ihsan anlamında kullanılır. Örneğin; [Allah falan kişiye rahmet etsin].
Bu kelime, Yüce Allah'ın sıfatı olarak geldiğinde onunla incelik değil sadece ihsan kastedilir. Bu anlamda rivayet edilmiştir ki; Rahmet, Allah'tan nimet ve lütuflardır; insanlardan ise incelik ve şefkattir.
Hz. Peygamber'in Yüce Allah'ın diliyle zikrettiği şu hadis bu anlamdadır:
Yüce Allah rahinı'i yarattığında ona şöyle dedi: Ben Rahmanım, sen de rahimsin. Senin ismini kendi ismimden türettim. Seni birleştireni ben de birleştiririm, seni keseni ben de keserim."[1137]
Bu hadis yukarıda söylediklerimize işaret etmektedir ki o da şudur: Rahmet iki anlamı içerir: İncelik ve ihsan. Yüce Allah insanların tabiatına inceliği yerleştirmiş, ihsanı ise kendine ait kılmıştır.
lafzı ten geldiği gibi, insanlarda varolan anlamı da Allah için olan anlamından gelmektedir. Böylece söz konusu iki kelimenin lafızlarındaki uygunluk gibi, anlamlan da birbirine uymaktadır.
ve tıpkı ve gibidir, Allah'tan başkası için kullanılamaz. Çünkü bu kelimenin anlamı sadece O'nun için söz konusu olabilir. Zira her şeyi rahmetiyle kuşatan O'dur.
ise, Allah'tan başkası için de kullanılır; o da fazla merhamet sahibi olan kişidir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Allan ǰk affedici, çok merhamet edicidir[1138]. Allah, Hz. Peygamber'i de şöyle nitelendirmektedir:
[1] 2/Bakara 180
[2] 6/En'âmöl
[3] 4/Nisâ 8
[4] 4/Nisâ 128
[5] tekvir 14
[6] Mu'minun 98
[7] 50/Kâf 16
[8] 6/En'âm 158
[9] 3/Âl-i İmrân 30
[10] 7/A'râf 163
[11] 2/Bakara 282
[12] 36/yâsîn 32
[13] 34/Sebe' 38
[14] 54/Kamer2S
[15] 2/Bakara 58
[16] 72/Cinl5
[17] 111/Mesed 4;
[18] 27/Neml 18
[19] 104/Hümeze 5-7
[20] 39/Zümer 21
[21] 5/Mâide 14
[22] 4/Nisâ 11
[23] 54/Kamer 31
[24] 39/Zumer 75
[25] Hadis: Şüphesiz, melekler ilim öğrencisini kanatlarıyla himaye ederler şeklindedir. Taberânî ve Ahmed, Musned, IV, 240; isnadı ceyyid'ûv. Bkz. et-Terğîb ve't-Terhîb, I, 54.
[26] Şair, İbnu Hereme. Bkz. el-Eğânt, X, 5 ve V, 172; Guraru'l-Hasâisi'l-Vâdiha, s. 241.
[27] 18/Kehf 32
[28] Bu söz, bir mecazdır. Zemahşeri: Bizi bağrına basıp banndaran demektir, derken, İbni anzur: Eğer biri bizi ille de övmek isterse, aşırıya gitmesin ve sözün sadece hak olanım söy-lesin Şeklinde açıklamıştır. Bkz. Esâsu'l-Belâğa, s. 89; Ebû Ubeyd, el-Emsâl, s. 45.
[29] 16/NahI 72
[30] Garffcu 'l-Hadts'te (III, 374) bu şiir Ahtal'a izafe edilmiştir ama Dzvârc'ında yoktur.
[31] Bu dua Hz. Ömer'den gelmiştir. Sabah namazında rukudan sonra kunut okuduğu kaydedilip duayı bütün olarak vermiştir. Bkz. el-Ezkâr, Sabah Namazında Kunut konusu. Nuzıdü'l-Ebrâr, s. 90; Ebû Ubeyd, Garîbu'l-Hadîs, III, 374; İbnu Ebî Şeybe, III, 106; el-ltkân, II, 34.
[32] 3/AI-i İmrân 103
[33] 79/Naziat 10
[34] 16/Nahl 70
[35] 12/Yûsuf 12
[36] 2/Bakara 238
[37] 23/müminun 5
[38] 33/Ahzab 35
[39] 4/Nisâ 34
[40] 42/Şûrâ 48
[41] 50/Kâf 45
[42] ö/En'âm 107
[43] 12/Yûsuf 64
[44] 50/Kâf 4
[45] 42/Şürâ 6
[46] 2O/Tâhâ 52
[47] 23/Mü'minûn 9
[48] 29/Ankebût 45
[49] 47/Muhammed 37
[50] 19/Meryem 47
[51] 10/Yûnus 30
[52] 10/Yûnus 32
[53] 10/Yûnus 5
[54] 10/Yûnus 5
[55] 10/Yûnus 53
[56] 2/Bakara 146
[57] 2/Bakara 247
[58] 2/Bakara 149
[59] 2/Bakara 213
[60] 10/Yûnus 33
[61] 32/Secde 13
[62] 23/Mü'mİnûn 71
[63] 8/EnfâI 8
[64] 4/Nisâ 91
[65] 61/Saf 8
[66] 9/Tevbe 33
[67] 69/Hakka 1-2
[68] 83/Mutaffifin 6
[69] Anlamı: Kız çocuğu, çocuk olduğu müddetçe onun için annesi daha hak sahibidir; erginlik çağma geldiklerinde ise, akrabası daha hak sahibi olur. Bkz. en-Nihâye, I, 414; Nehcu'l-Belağa, II, 314; burada söz, Hz. Ali'ye nispet edilmiştir.
[70] 30/Rum 47
[71] 10/Yûnus 103
[72] 7/A'râf 105
[73] 2/Bakara 228
[74] Salih b. Mismâr, Peygamberin (sav) Haris b. Mâlik'e: Haris, nasılsın veya nesini diye sormuş o da: Mümimin ya Rasulallah karşılığını vermiştir. Gerçek mümin mil diye sormuş; o da: Gerçek mümin, demiştir. Her hakkın bir hakikati vardır; imanının hakikati nedir! Kendimi dünyadan çektim, geceleri ibadetle meşgulüm, gündüzleri oruçluyum. Aziz ve Celil Rabbimin Arşını seyreder gibiyim; Cennet ehlinin orada birbirlerini ziyaret ettiklerini görür gibiyim; cehennemliklerin feryatlarını duyar gibiyim, dedi. Peygamber: Allah'ın kalbini aydınlattığı bir mümin, buyurdu. İbnu'l-MUbârek, ez-Zühd\t (s. 106) mürsel olarak tahriç etmiştir. Bezzâr ve Taberânî tahriç eder. Bu, mu'dal bir hadistir. Bkz. el-îsâbe, I, 289; Mecmeu'z-Zevâid, I, 57.
[75] 78/Nebe' 23
[76] 46/Ahkâf 21
[77] Şair, Accâc. Bkz. Dtvân't, s. 496; el-Mcemmel, I, 246.
[78] 32/Secde 7
[79] 22/Hac 52
[80] 4/Nisâ 58
[81] 5/Mâide 95
[82] Şair, en-Nabiğa ez-Zübyani, Muallaka'smdz. Bkz. Divân'ı s. 34; en-Nehas, Şerhu'l-Muallakat, II, 168; el-Besair, II, 491.
[83] 5/Mâide 50
[84] 2/Bakara 188
[85] 6/En'âm 114
[86] 4/Nisâ 35
[87] 4/Nİsâ 60
[88] 4/Nisâ 65
[89] 3 l/Lokman 12
[90] 95/Tîn 8
[91] 1 O/Yûnus 1
[92] 54/Kamer 4-5
[93] 11/Hûd 1
[94] Hadisi Buhari, Edeb/Ma Yecûzu mine'ş-Şiri ve'1-Edebi (X, 445); Ebû Davud: Şüphesiz şiirin bir kısmı hikmettir. Bkz. Meâlimu's-Sunen, IV, 136; Mecmau'l-Fevâid II, 260, Şerhu's-Sunne, XII, 369.
[95] Bkz. Divân ıs. 139
[96] 19/Meryem 12
[97] Beyhaki, Şuab'da, Enes'ten zayıf bir senetle merfu olarak; Kudâî ise Enes'ten; Deylemi Qe d-Firdevs'te, İbnu Ömer'den tahric etmiştir. Bunun mevkuf olup Lokman'ın sözü olduğu doğrulamıştır. İbnu Hibban da Ravdatu'l-Ukalâ (s. 41)'da sahih bir senetle tahric etmiştir. Bkz. '-a-Durru'l-Mensur VI, 513; Keşfu'l-Hafa, II, 32; Fethu'l-Kebir, II, 202
[98] 3/Al-i İmrân 164
[99] 33/Ahzâb 34
[100] 5/Mâide 1
[101] 33/Ahzâb 34
[102] 5/Mâide 44
[103] 3/Âl-i İmrân 7
[104] en-Nihaye, I, 419; el-Faîk, I, 303;
[105] Abdurrezzak, el-Musamef, V, 265; Mücahid'ten.
[106] 20/Tâhâ 27
[107] 13/Ra'd 31
[108] 14/İbrâhîm 28
[109] 5/Mâide 88
[110] 16/Nahl 116
[111] 2/Bakara 196
[112] 22/Hac 30
[113] 33/Ahzâb 50
[114] 5/Mâide 2
[115] 90/Beled 2
[116] 66/Tahrîm 2
[117] Buhari, Eyman ve'n-Nuzûr XI, 472; Müslim, Bir ve's-Sıla (2632). Bkz. Şerhu's-Sunne, V, 451, Muvatta, Cenaiz, ZerkanîŞerhi, II, 75.
[118] Şaır, Ka'b b. Züheyr. Bkz. Divân*ı, s. 13; el-MUcemmel, I, 217.
[119] 4/Nisâ 23
[120] Şair, Ka'b b. Züheyr. Bkz. Divân\, s. 61.
[121] 68/Kalem 10
[122] 9/Tevbe 74
[123] 9/Tevbe 56
[124] 9/Tevbe 62
[125] Hadis. Cubeyr b. Mut'İm'den alınmıştır. Rasulullah: İslam'da hiçbir hilf yoktur, cahiliye döneminde yapılan hilflere gelince, İslam onları daha da sağlamlaştırmıştır, buyurmuştur. Bkz. Müslim, Fedâil (2530); Ebû Davud, Feraiz (Mealimu's-Sünen, IV, 105); Ahmed, Müsned, I, 190; Şerhu's-Sunne, X, 202; el-Fethu'l-Kebir, III, 343.
[126] 2/Bakara 196
[127] 48/Fetih 27
[128] Hadis, Hz. Aişe annemizden alınmıştır. Der ki. Safiyye, hacıların Minâ'dan Mekke'ye hareket ettiği gün ay haline yakalandı. Ben sizi buradan alıkoyacağım dedi. Peygamber (sav): Kurban Bayramı günü mü tavaf etli; diye sordu; Evet, dendi. O da: Öyleyse, sen de yola çık buyurdu. Bkz. Buhari, Hac/İzâ Hâdeti'l-Mer'etu Ba'demâ Efâdet, III, 586; Müslim, Hac (II, 964; HN: 1211); Şerhu's-Sunne,VU, 234.
[129] 52/Tûr 32
[130] 11/Hûd 75
[131] 37/Saffât 101
[132] 24/Nûr 59
[133] 12/Yûsuf 44
[134] Şair, er-Rumrnâh b. Muyâde. Bkz. Divân'ı, s. 255; el-Mııhassas, II, 23; Sabit Lıığavî, e/-, s. 27; Cemheratu'l-Lağa, II, 188
[135] 7/A'râf 148
[136] 18/Kehf 31
[137] 76/lnsân 21
[138] 43/Zuhruf 18
[139] 47/Muhammed 15
[140] 78/Nebe' 25
[141] 6/En'âm 70
[142] 22/Hac 19
[143] 37/Saffât 67
[144] 38/Sâd 57
[145] Bkz. el-Faik, I, 322; en-Mhaye, I, 445; Ebû Ubeyd, Garibu'l-Hadis, IV, 490.
[146] 26/Şuara 100-101
[147] 70/Meâric 10
[148] 56/Vâkıa 43
[149] 56/Vâkıa 44
[150] 39/Zumer 16
[151] Hadis, Hz. Aişe annemizden alınmıştır. Peygamber buyurdu ki: Humma, cehennemin kaynamasındandır; onu su ile serinletiniz. Bkz. Buharı, Tıb/Hummâ min feyhi cehennem (X, ]74); Müslim, Se\zm/Li-KMti Dâin Deva' (2210); Ahmed, Musned, I, 291; Mâlik, Muvatta (Şerhu'z-Zerkani, IV, 331); İbnu Mâce, Müsned, II, 1150.
[152] Bu, bir hadistir. Ebû Nu'aym ve İbnu's-Sünnî, Tıb'ta; İbnu Ebî'd-DUnyâ, el-Marad ve'l-âfiz kaydetmiştir. El-Makâsıdu'1-Ha.sene (s.l94)'de: Özet olarak: Bu, hasen bir hadistir, denmektedir. Bkz. el-Fethu'l-Kebîr, II, 81; Kesfu'l-Hafâ, I, 366.
[153] 11/Hûd 73
[154] 6 l/Saf 6
[155] 48/Fetİh 29
[156] 19/Meryem 7
[157] 16/Nahl 8
[158] Cuma 5
[159] Muddessir 50
[160] Hadistir: Ben Kızıllara ve Siyahlara gönderildim. Müslim, Mesâcid (II, 63); Dârimî, siyerle ilgili Müsned'inde (s. 27).
[161] Hz. Ali'nin Mevâlî'den bir adama: Sus, ey Hamrâu'l-lcân'ın oğlu] demesi de bu köktendir. Bu ifade cariyenin oğlu demektir, /kân: Ön ile arka arasında kalan şeydir. Bu, Arapların sövme ve yermede kullandıkları bir deyimdir.
[162] Erkekleri iki kızıl, yani: Et ve içki; kadınları da iki kızıl, yani: Altın ve gümüş mahveder, ata sözüdür.
[163] 35/Fâtır 18
[164] 29/Ankebût 13
[165] 29/Ankebût 12
[166] 9/Tevbe 92
[167] 16/Nahl 25
[168] 62/Cuma 5
[169] 13/Ra'd 17
[170] 69/Hakka 11
[171] 24/Nûr 54
[172] 2/Bakara 286
[173] 54/Kamer 13
[174] 69/Hakka 14
[175] 69/Hakka 14
[176] 65/Talâk 4
[177] 41/Fussilet 47
[178] 7/A'râf 189
[179] 46/Ahkâf 15
[180] 51/Zâriyât 2
[181] 111/Mesed 4
[182] 18/Kehf 86
[183] Bu, İbnu Âmir, Hazma, Kisâî, Halef, Şu'be ve Ebû Ca'fer'in kıraatidir. Bkz. El-İîhâf, s.264.
[184] Bu, NâtV, İbnu Kesir, Ebû Amr, Hafs ve Ya'kûb'un kıraatidir. Bkz. El-İthâf, s. 294
[185] 9/Tevbe 35
[186] 48/Fetih 26
[187] Buhari, C\XMIEhlu'd-Dâri Yubeyyetun fe-Yusâbu'l-Vildânu ve'z-Zerârî (VI, 146); Ebû Dâvûd, el-Erdu Yuhmîhâ'r-Racul {Meâlimu 's-Sünen, III, 49); Ahmed, Musned, IV, 73.
[188] 5/Mâide 103
[189] 5/Mâide 103
[190] 15/Hİcr 26
[191] 18Kehf 86
[192] 19/Meryem 13
[193] 9/Tevbe 25
[194] 56/Vâkıa 46
[195] 40/Mü'min 18
[196] 33/Ahzâb 10
[197] 11/Hûd 69
[198] 16/Nahl 120
[199] 3/Âl-i İmrân 67
[200] 22/Hac 30-31
[201] 17/İsrâ 62
[202] 4/Nisâ 2
[203] Hadis, İbn-i Abbas'tan gelmektedir. Ebû Eyyûb, eşini boşadığtnda Peygamber, ona der ']'■ Ummü Eyyûbu boşamak hûb/gunah olmuştur. Taberânî tahriç etmiştir; rivayet edenlerden bin Yahya b. Abdulhamid Humânî olup, zayıf bir ravi sayılmıştır. Bkz. Mecmau'z-Zevâid, Fedâilu Ümmi Eyyûb: IX, 265.
[204] 12/Yûsuf 53
[205] 18/Kehf 61
[206] 37/Saffât 143
[207] 7/A'rM 163
[208] 50/Kâf 19
[209] 2/Bakara 144
[210] 2/Bakara 149
[211] 58/Mücâdele 19
[212] 84/İnşikâkl4
[213] 64/Teğâbun 7
[214] 58/Mücâdele 1
[215] 55/Rahmân 72
[216] 56/Vakıa 22
[217] 33/Ahzâb 33
[218] 6l/Saf 14
[219] 12/Yûsuf 68
[220] 59/Haşr9
[221] 6/En'âm 71
[222] Şair, Ebû Zueyb Huzelî. Bkz. Şerhu Eş'âri'l-Huzeliyyîn, I, 43; Esâsu'l-Belâğa, s. 101,
[223] 8/Enfâl 16
[224] 12/Yûsuf 31
[225] Şair, Nabİğa. Bkz. Divân11, s. 33; Şerhu'l-Muallakat, II, 166; el-Mucemmel, I, 258.
[226] air, Akl kabilesi'nden bir adamdır. Bkz. el-Meânı'l-Kebîr, I, 392.
[227] 5O/Kâf 36
[228] 14/İbrâhîm 21
[229] Şair, er-Râ'î. Bkz. Divân '1, s. 241; Kitâbu Sîbeveyh, II, 247; el-Muhas.sas, I, 55; el-Bahr, II, 167.
[230] 41/Fussilet 54
[231] 12/Yûsuf 66
[232] 2/Bakara 81
[233] 65/Talâk 12
[234] 3/Âl-i İmrân 120
[235] 11/Hûd 92
[236] 10/Yûnus 39
[237] 18/Kehf 68
[238] 10/Yûnus 22
[239] 48/Fetih 21
[240] 11/Hûd 84
[241] 24/Nûr 50
[242] 11/Hûd 8
[243] 35/Fatır 43
[244] 2/Bakara 36
[245] 8/Enfal 24
[246] Hadisi, Enes'ten Ahmed, Musned III, 112'de tahriç etmiştir. Buna göre peygamber (sav): Çokça: Ey kalpleri evirip/çeviren; kalbimi, Dîn'in üzerinde sabit kıl, derdi.
[247] 34/Sebe' 54
[248] 8/Enfâl 24
[249] 18/Kehf 108
[250] 2/Bakara 233
[251] 2/Bakara 240
[252] 40/Mü'min 7
[253] 13/Ra'd 13
[254] 38/Sâd 3
[255] 37/Saffât 148
[256] 14/İbrâhîm 25
[257] 30/Rûm 17
[258] 76/İnsan 1;
[259] 38/Sâd 88
[260] 57/Hadîd 17
[261] 50/Kâf 11
[262] 21/Enbiyâ 30
[263] 35/Fâtır 22
[264] 77/Mürselât 25-26
[265] 41/Fussilet 39
[266] 6/En'âm 122
[267] Şair, Küseyr İzzet. Bkz. Divdo'ı, s. 223; Mu'cemu'l-Buldân, IV, 194; el-Eğânî, XII, 173.
[268] Şair, Adî b. er-Ra'lâ. Bkz. Mu'cemu'ş-Şuarâ, s. 252; el-Besâir, II, 512.
[269] 3/Âl-i İmrân 169
[270] 8/Enfâl 24
[271] 8/Fecr 24
[272] 79/Nâziât 37-38
[273] 2/Bakara 86
[274] 13/Ra'd 26
[275] 10/Yûnus 7
[276] 2/Bakara 96
[277] 2/Bakara 260
[278] 2/Bakara 179
[279] 5/Mâide 32
[280] 2/Bakara 258
[281] 29/Ankebût 64
[282] 21/Enbiyâ 30
[283] 19/Meryem 7
[284] 19/Meryem 7
[285] 10/Yûnus 31
[286] 4/Nisâ 86
[287] 24/Nûr 61
[288] Ettehiyyat duası hadisini, Buharı, II, 311 (et-Teşehhud fi'1-Ahira); Müslim (HN: 402); Tirmizi {Âridatu'l-Ahvezt II, 83; Meâlimu1 s-Sünen, I, 226); İbnu Mâce (HN: 899); Nesâî, II, 240 (et-Teşehhud).
[289] 2/Bakara 49
[290] 2/Bakara 26
[291] 33/Ahzâb 53
[292] Hadis, Hz. Aişe annemizden gelmiştir. Bkz. Gazzâlî, ed-Durratu'l-Fâhira; Aclunı, Keşfu'l-Hafâ, I, 244; Suyuti, Camiu'l-Kebîr.
[293] Hadis, Selmân'dan alınmıştır: A//a/ı, hayalıdır, cömerttir; iki ellerini kaldırıp dua etti-gmde onları kör, pişman, boş çevirmekten utanır. Bkz. Ebû Dâvûd (HN: 1488), Tirmizi ^fafu'l'Ahvezî, XIII, 68), İbnu Mâce (II, 1271), Hakim, I, 497. Bkz. Fethu'l-Bârî, XI, 143; >>ernu's-Sünne, V, 185; el-Fethu'l-Kebîr, I, 333. Başka bir hadiste: Yüce Allah, hayalıdır Örtüye uşkundur; hayayı ve örtünmeyi sever; onun için biriniz yıkandığında örtünsün. Ahmed, Musned, IV, 224; EbÛ DavÛd (HN: 4012); Nesâî, I, 200; el-Fethu'l-Kebîr, I, 333.
[294] 6/En'âm 146
[295] 87/A'lâ 5
[296] 11/Hûd 23
[297] 22/Hac 34
[298] 7/A'râf 20
[299] 22/Hac 54
[300] 2/Bakara 74
[301] Şair, belirlenememiştir. Bkz. el-Besâir, II, 522; el-Müstatraf, I, 38; et-Temstt ve'l-Muhâdara, s. 288.
[302] 7/A'râf 157
[303] 21/Enbiyâ 74
[304] 3/Al-i İmran 179
[305] 4/Nisâ 2
[306] 24/Nûr 26
[307] 5/Mâide 100
[308] 14/İbrâhîm 26
[309] Hadiste böyle bir söze rastlanmamıştır. Yalnız, Hz. Ali'nin: İyilik yapan, ondan daha i-yidır; kötülük yapan da, ondan daha kötüdür, dediği kaydedilmiştir. Bkz. Nehcu'l-Belâğa, s.
[310] 3/ÂI-i İmrân 153
[311] 5/Mâide 105
[312] 47/Muhammed 31
[313] 9/Tevbe 94
[314] 12/Yûsuf 36
[315] 2/Bakara 275
[316] Hadisi, EbÛ DavÛd, Sünen: Es-Salatyİstiaze'de (1552); Nesâl VIII, 282; Ahmed, Musned, II, 356 tahriç etmiştir.
[317] 2/Ali-İmran 118
[318] 9/Tevbe 47
[319] Hadisi, Cabir'den Müslim, Eşribe'de (2002) şöyle kaydetmiştir: Her sarhoş eden haramdır. Sarhoş eden şeyi içen. Yüce Allah'ın habal çamuru içirmesi müstahak olur. Habal çamuru nedir? diye sorulduğunda, cehennemliklerin teri veya cehennemliklerin vücudundan akan kan/irin gibi şeylerdir buyurdu. Hadisi, Onunkine yakın biçimde el-Tayâlisî, el-Müsned''inde; Tirmizi (1863); İbnu Mâce (3377) tahriç etmiştir. Senedi sahihtir. Bkz. Şerhu's-Sunne, XI, 356.
[320] Şair, Züheyr b. Ebî Sülmâ. Bkz. Dîvân'ı, s. 122; el-Mucemmel, II, 312.
[321] 17/İsrâ 17
[322] 27/NemI 25
[323] 31/Lokmân 32
[324] 2/Bakara 7
[325] 45/Câsiye 23
[326] 2/Bakara 7
[327] 6/En'âm 46
[328] 16/Nahl 108
[329] 18/Kehf 28
[330] 6/En'âm 25
[331] 5/Mâide 13
[332] Ebû Alî Cubbâî, zamanının Mutezile başıydı. 3O3'te vefat etmiştir. Bkz. Tabakâtıı'l-ıjessirîn, Tl, 191.
[333] Bu da, Mutezile'den Kâdî Abdulcebbâr ve Hasan-ı Basri'nin görüşdur. Bkz. er-Râzî, II, 51.
[334] 36/Yâsîn 65
[335] 33/Ahzâb 40
[336] 83/Mutaffifin 26
[337] 85/Buruc 4
[338] 2/Bakara 9
[339] 48/Fetih 10
[340] 48/Fetih 10
[341] 4/Nisâ 142
[342] 2/Ali imran 54
[343] Hadisi, Ahmed, Ebû Hüreyre'den alıp el-Musned'indt (II, 338) tahriç etmiştir. İbnu Kesîr de eUFiten ve'UMelâhim'ât (I, 57); Suyûtîdc ed-Durru'l-Mensûr'de (VII, 475) kaydetmiştir.
[344] 4/Nisâ 25
[345] 25/Furkân 29
[346] Şair, A'şâ. Bkz. Dîvân'ı, s, 41; el-Mııcemmel, II, 281.
[347] 7/A'râf 14
[348] 44/Duhan 47
[349] 22/Hac 31
[350] 34/Sebe' 14
[351] 16/Nahl 26
[352] 32/Secde 15
[353] 32/Secde 15
[354] 2/Bakara 114
[355] 59/Haşr 2
[356] Şair, Accâc. Bkz. Dîvân'ı, s. 17; Mecaz'l-Kur'ân, II, 287.
[357] 28/Kasas 21
[358] 7/A'râf 13
[359] 41/FussiIet 47
[360] 40/Mü'min 11
[361] 5/Mâide 37
[362] 23/Muminun 35
[363] 8/Enfâl 5
[364] 17/İsrâ 13
[365] 6/En'âm 93
[366] 27/Neml 56
[367] 16/Nahl 78
[368] 20/Tâhâ 53
[369] 39/Ztimer21
[370] 23/Mü'minun 72
[371] 18/Kehf 94
[372] Bu, hadisi Ebû Dâvûd, BuyÛ'da (358); Nesâî, VII, 254; İbnu Mâce (2242) ve Hâkimı (II, '5) ve Tirmizî (1258) Hz. Âişe'den tahriç etmiş ve hasen saymıştır. Bkz, Keşfu l-Hcıju, i, et-Telhîsu'l-Habîr, 111,22.
[373] Şair, Alkame b. Abde. Bkz. Mufaddaliyyât, s. 394.
[374] 25/Furkân 44
[375] 43/Zuhruf 20
[376] 51/Zâriyât 10
[377] 63/Münâfikûn 1
[378] 68/Kalem 16
[379] 17/İsrâ 37
[380] Hadisi, Askerî, Abdurrazzak'ın hadisinde merfû' olarak Enes'ten rivayet etmiştir. Müslim de: Yumuşaklık nerede otursa, onu güzelleştirir, nereden alınırsa onu n çirkinleşmesine ol açar şeklide tahriç etmiştir. Bkz. Müslim, Birru ve's-Sıla (2594); el-Makâsidu'l-Hasene, s. 114.
[381] 15/Hicr 21
[382] 63/Münâfikûn 7
[383] Hadis, Abdullah b. Mes'ûd'tan gelmiştir. Peygamber der ki: insanın dört şeyi olmuş bitmiştir: Yaratılışı, ahlak, eceli ve rızkı. Bu rivateti et-Taberânî, el-Evsafia (II, 336) tahriç etmiştir. Bu rivayet Mecmau'z-Zevâid'te (VII, 195) ve el-Felhu'l-Kebîr'de (II, 266) de yer almıştır. Rivayet zinciri içinde cumhur tarafından zayıf görülen İsâ b. Müseyyib Beceiî bulunmaktadır. Hâkim ve ed-Dârakutnî (Sımen'inde) onu sika saymışlardır, başka yerde ise, zayıf saymıştır. Bkz. Ahmed, Musned, II, 167.
[384] 15/Hicr 22
[385] Vakıa 69-70
[386] 39/Zümer 71 ve 73
[387] 6/En'âm 50
[388] Bkz. en-Nihâye, II, 30; Müslim, I, 47: Elçiler, hoşgeldiniz, Allah mahcup etmesin ve Pişman etmesin!
[389] 5/Mâide 33
[390] 16/Nahl 27
[391] 39/Zümer 26
[392] 41/Fussilet 16
[393] 41/Fussilet 16
[394] 20/Tâhâ 134
[395] 66/Tahrîm 8
[396] 3/Âl-i İmrân 192
[397] 11/Hûd 39
[398] 3/Âl-i İmrân 194
[399] 59/Haşr 5
[400] 11/Hûd 78
[401] 79/Nâziât 12
[402] 39/Zümer 15
[403] 2/Bakara 121
[404] 2/Bakara 27
[405] 5/Mâİde 30
[406] 55/Rahmân 9
[407] 7/A'râf 9
[408] 28/Kasas 81
[409] 28/Kasas 82
[410] Hadisi, Buhari, Salat/Küsufi'l-Kamer, II, 547 ve Nesâî, III, 127'de tahriç etmiştir.
[411] 23/Mü'minûn 108
[412] 2/Bakara 65
[413] 67/Mülk 4
[414] 63/Münâfikûn 4
[415] Şair, Mansûr b. Mâzân. Bkz. Muhâdarâîu'r-Râgıb, I, 285.
[416] Hadis Ebû Hureyre'den rivayet edilmiştir. Resulullah bir ara namazda sakalıyla oynayan bir adam görünce : "Eğer kalbi huşu içinde olsaydı azalan da huşuya göre hareket ederdi. Bu hadisi Hakim Et-Tirmizi, Nevadiru'l- Usul adlı eserinde (I, 317) taric etmiştir. Iraki der ki: Se-nedı zayıftır. Bilinen onun Said b. Museyyib'in sözü olduğudur. Bu sözü İbnu Ebi Şeybe, el-Musennefadlı eserinde rivayet etmiştir. Bu rivayette de adı verilmemiş bir adam vardır. Mu-nammed b. Nasr da Kitobus-Salafta. Osman b. Ebi Dehres'in rivayetinde mürsel olarak rivayet etmışur ki: Yüce Allah, kulunun hiç bir amelini, kalbi bedeniyle beraber olmadıkça, kabul et-^2- Ebû Mansur Ed-Deyiemi de Müsnedu'l-Firdevs'lt Ubey b. Ka'b'ın hadisinde rivayet etmiştir. Onun da İsnadı zayıftır. Bkz. Tahricu Ehadisİ'l-İhya, I. 339.
[417] 17/İsrâ 109
[418] 23/Muminun 2
[419] 21/Enbiyâ 90
[420] 20/Taha 108
[421] 68/Kalem 43
[422] 79/Nâziât 9
[423] 56/Vakia 4
[424] 99/Zilzal 1
[425] 52/Tur 9-10
[426] 35/Fâtır 28
[427] Abese 8-9
[428] 5O/Kâf 33
[429] 18/Kehf 80
[430] 2/Bakara 150
[431] 4/Nisâ 77
[432] 33/Ahzap 79
[433] 4/Nisâ 9
[434] 17/İsrâ 31
[435] 4/Nisâ 25
[436] 8/Enfâl 25
[437] 3/Âl-i İmrân 74
[438] 59/Haşr 9
[439] 7/A'râf 22
[440] Hadis, Hz. Aİşe'den alınmıştır. Ona Peygamber evinde ne yapardı, dîye sorulmuş, O da şu cevabı vermiştir: Elbisesini diker, ayakkabısını tamir eder ve erkeklerin evlerinde yaptığı işleri yapardı. Ahmet, Musned, VI, 121; Zühd, s. 9
[441] 2/Bakara 204
[442] 43/Zuhruf 18
[443] Hadis, Ummü Seleme'den alınmıştır. Yüzünün endişeli olduğunu görüyorum. Bir rahatsızlığın mı var? Diye sorduğunda buyurmuştur ki: Hayır, fakat dün bize gelen altın kesesini dö-Şeğin arasında unuttum. Bİr gece üzerinden geçtiği halde onu hala sahiplerine dağıtabilmiş değilim. İbnu Kuteybe, Garibu'l-Hadis, I, 329. Bu rivayet zincirinde Abdulmeük b. Umeyr vardır ki, kendisi sikadır. Ancak son zamanlarında hafızası zayıflamıştır. Kimi zaman da tedlis yapmıştır. En-Nihaye, II. 38.
[444] 22/Hac 19
[445] 50/Kâf 28
[446] 26/Şuarâ 96
[447] 16/Nahl 4
[448] 43/Zuhruf 58
[449] 56/Vakia 28
[450] 22/Hac 63
[451] 18/Kehf 31
[452] Şair Zu'r-Rumme'dir . Bkz. Dîvân't, s.656.
[453] 55/Rahmân 64
[454] Hadis Ebû Said'den alınmıştır. Çöplükte açan gülden sakınınız, buyurdu. Bu nedir, Ya Rasulallah? Diye soruldu. Buyurdu ki: Kötü yerde yetişen güzel kadındır. Darakutni, el-Efrad; Ramehurmuzi, el-Emsal, İbnu Adiy, el-Kamil; Kudai, Müsnedü'ş-Şihab; El Hatib, Idahü'l-Mültebes ve Deylemi tahriç etmiştir. Darakutni der ki: Hiçbir şekilde sahih değildir. Bkz. el-Mekasidü'l-Hasene, s. 125; Kesfii'l-Hafa, 1.272
[455] 33/Ahzap 32
[456] 29/Ankebût 48
[457] 2/Bakara 235
[458] 2O/Tâhâ 95
[459] 51/Zâriyât31
[460] 37/Sajfât 10
[461] Ayetin Hatafe şeklinde okunması şaz bir kıraattir.
[462] 22/Hac 31
[463] 2/Bakara 20
[464] 29/Ankebut 67
[465] 17/İsrâ 31
[466] 12/YÛsuf 91
[467] Hadis, Abdullah b. Abbas'tan alınmıştır. O, Peygamberin: Ümmetimden hata, unutma ve yapmak zorunda bırakıldıkları şeyler kaldırılmıştır, buyurduğunu aktarmaktadır. Ehu Âsim diye bilinen EbCi'l-Kâsim et-Temîmî, Fevâid'inde tahriç etmiştir. Risali sikadır, ancak, ravi zincirinde kopukluk vardır. Ayrıca, et-Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr (XI, 133); ed-Dârakutnî, (IV, 171); İbnu Mâce (I, 659); Hâkim (II, 198) tahriç etmiştir. İbnu Hibbân ve Hâkim, sahih saymış, Zehebî de uygun görmüştür. İmam Ahmed ise, zayıf saymıştır; Abdulah b. Ahmed el-llet'de der ki: Onu, babama sordum, çok ciddi tepki gösterdi/reddetti. Bkz. Keşfu'l-Hafâ, II, 135; el-Makâsidu'l-Hasene, s. 228; Gumârî, Tahrîcu EhâdîsVl-Luma', s. 149.
[468] Hadis, Amr b. Âs'tan alınmıştır. O, Peygamberin: Hakim, hüküm verirken içtihat ettiğinde eğer isabet ederse, iki sevap alır; hüküm verirken içtihat ettiğinde hataya düşerse, ona da bir sevap vardır, buyurduğunu bildirmiştir. Buhari, el-İ'tisam bi's-Sünne (IX, 193); Müslim, Akdiyye (XV, 1617); Ebû Dâvud, Meâlimu's-Sünen, IV, 160; Gamravî, el-İbtihâc bi-Tahrfci Ehâdisi'l-Minhâc, s. 269
[469] 4/Nisâ 92
[470] Şaır, tespit edilememiştir. Bkz. el-Besâir, II, 552; Tafsüu'n-Neş'eteyn, s. 109; Tefsîru'r-, varak 56.
[471] 2/Bakara 81
[472] 33/Ahzâb 5
[473] 4/Nisâ 112
[474] Nuh 24-25
[475] 26/Şuarâ 51
[476] 29/Ankebût 12
[477] 26/Şuarâ 82
[478] 2/Bakara 58
[479] 69/Hâkka 36-37
[480] 69/Hâkka 9
[481] 2/Bakara 58
[482] 2/Bakara 168
[483] 38/Sâd 26
[484] 8/Enfâl 66
[485] 2/Bakara 86
[486] 7/A'râf 189
[487] 43/Zuhruf 54
[488] 23/Mü'minûn 102-103
[489] 30/Rûm 60
[490] 20/Tâhâ 103
[491] 17/İsrâ 110
[492] Şair, tespit edilememiştir. Şiir için bkz. el-Mucemel, II, 297; Hazâneîu 'l-Edeb, VI, 278.
[493] 17/îsrâ 24
[494] 27/Neml 31
[495] 56/Vâkia 3
[496] 95/Tîn 5
[497] 7/A'râf 55
[498] 2/Bakara 271
[499] 60/Mümtehine 1
[500] 6/En'âm 28
[501] 11/Hûd 5
[502] 24/Nûr 43
[503] 17/İsrâ 5
[504] Şair, Nasr b. Yesâr. Bkz. Faslu'l-Makât, s. 233; el-Celîsu's-Sâlîh, II, 283, el-Hamâsetu'l-Basriyye,l, 107.
[505] 9/Tevbe 47
[506] Hadis, Hz. Aişe annemizden alınmıştır. Der ki: Peygamber (sav) abdest alır, parmaklarının arasını tahlil eder, ayak topuklarını ovar ve şöyle derdi: Parmaklarınızın arasını ovunuz ki, Yüce Allah onların arasını ateşle ovmasın; ayak topuklarını güzelce ovup yıkamayanlara yazıklar olsun. Darakutni tahriç etmiştir. Senedinde metruk olan Ömer b. Kays vardır. Bkz. el-Fethu'l-Kebir, II, 90; Nesai de (I, 79) tahriç etmiştir. Der ki: Abdest aldığını, en güzel şekilde abdest alır ve parmaklarının arasını ovardı.
[507] Şair, Şenfera. Bkz. el-Mucemmel, II, 276; Kâlî, el-Emâlî, İT, 277. Kimisi de Teebbeta Şerran ait saymıştır. Bkz. el-Aşerât, s. 95.
[508] 4/Nisâ 125
[509] 28/Kasas 24
[510] Bu, Amr b. Ubeyd'in sözüdür. Bkz. Cevâhiru'l-Elfâz, s. 5.
[511] Abdullah b. Ahmed. Mutezilenin büyüklerindendir. 317'de vefat etmiştir.
[512] Şair, Beşşarb. Berd. Bkz. Edebu'd-Dunya ve'd-Dîn, s. 146; Râgıb, Tefstr, varak 170" el-Besair, II, 557
[513] 2/Bakara 254
[514] 53/Necm 39
[515] 14/İbrâhîm 31
[516] 26/Şuarâ 129
[517] 2/Bakara 82
[518] 2/Bakara 39
[519] 4/Nisa 93
[520] 56/Vâkıa 17
[521] 7/A'râf 176
[522] Şair, Mutenebbî. Bkz. el-Vasâta Beyne'l-Mutenebbî ve Husûmihi, s. 120; et-Tibyân fi Şerhi'd-Dtvân, IV, 148. es-Semîn, Umdetu'l-HuffâzfiTefsîriEşrafi'l-EljÛz, "halasa" mad.
[523] 6/En'âm 139
[524] 12/Yûsuf 80
[525] 2/Bakara 139
[526] 12/Yûsuf 24
[527] 7/A'râf 29
[528] 5/Mâide 73
[529] 4/Nisâ 146
[530] 19/Meryem 51
[531] 10/Yûnus 24
[532] 38/Sâd 24
[533] Şair, Züheyr. Bu Kâfiye Kasidesinin matlaıdır. Bkz. Dîvân'ı, s. 47.
[534] 9/Tevbe 102
[535] 20/Tâhâ 12
[536] Bunu İbnu Cerîr; Ka'b, İkrİme ve Katade'den nakletmiştir. İbnu Batta da tahriç etmiştir. İbnu Arrâk, Tenzîhu'ş-Şerîati'l-Merfü'a'da (I, 28) der ki: Bu, sahih değildir.
[537] 2/Bakara 255
[538] 13/Ra'd 11
[539] 10/Yûnus 92
[540] 7/A'râf 169
[541] Bu, uzun süre sustuktan sonra konuşunda yanlış konuşan adamı halini anlatan bir ata sözüdür. Bkz. Mücemmelu'l'Luğa, II, 300; el-Besâir, II, 561; Mecmau'l-Emsâl, I, 33; Ebû Ubeyde, el-Emsâl, s. 55.
[542] 19/Meryem 59
[543] 25/Furkân 62
[544] Şair, Züheyr b. Ebî SUlmâ. Bkz. Dîvâıfu s. 75; Şerhul-MuaÜakât, I, 100.
[545] 43/Zuhruf 60
[546] 35/Fâtır 39
[547] 6/En'âm 165
[548] 11/Hûd 57
[549] 38/Sâd 26
[550] 10/Yûnus 73
[551] 7/A'râf 69
[552] 19/Meryem 37
[553] 11/Hûd 118
[554] 30/Rûm 22
[555] 78/Nebe' 1-3
[556] 51/Zâriyât 8
[557] 16/Nahl 13
[558] 3/Al-i İmrân 105
[559] 2/Bakara 213
[560] 1O/Yûnus 19
[561] 10/Yûnus93
[562] 16/Nahl 92
[563] 16/Nahl 39
[564] 2/Bakara 176
[565] 8/Enfâl 42
[566] 42/Şûrâ 10
[567] 3/Âl-i İmrân 55
[568] 10/Yûnus 6
[569] 9/Tevbe 77
[570] 13/Ra'd 31
[571] 20/Tâhâ 86
[572] 20/Tâhâ 87
[573] Bu, Nâfi', İbnu Kesîr, Ebû Amr, Ebû Bekr ve Ebû Ca'fer'in kıraatidir.
[574] 17/İsrâ 76
[575] 5/Mâide 33
[576] 9/Tevbe 81
[577] 9/Tevbe 118
[578] 48/Fetih 16
[579] 9/Tevbe 83
[580] 9/Tevbe 87
[581] En-Nihaye, II, 69; Ebû Şeyh de el-Ezân'da ve Beyhaki tahriç etmiştir. Bkz. el-Makasidu'l-Hasene, s. 348.
[582] 6/En'âm 1
[583] 2/Bakara 117
[584] 4/Nisâ 1
[585] 16/Nahl 4
[586] 23/Mü'minün 12
[587] A'râf 11
[588] 55/Rahmân 15
[589] 16/Nahl 17
[590] 5/Mâide 110
[591] Şair, Züheyr. Bkz. Dîvân't, s. 29; Dîvâna'l-Edeb, II, 123.
[592] 29/Ankebût 17
[593] 23/Mü'minûn 14
[594] 13/Ra'd 16
[595] 4/Nisâ 119
[596] 30/Rûm 30
[597] 26/Şuarâ 166
[598] Mücahid der ki; Kadınların önlerini bıraktınız; erkeklerin ve kadınların arkalarına dolandınız demektir. Bkz. ed-Durru'l-Mensûr, VI, 317.
[599] Semîn der ki: Râgıb'ın bu sözü, Kur'ân için yaratılış kavramını kullanmanın bundan başka olumsuz bir yanı yokmuş gibi bir kanıya işaret etmektedir, fakat gerçek böyle değildir; aksine, Kur'ân Allah'ın kelamıdır; mahluk değildir. Bkz. Umdeiu'l-Huffâz, "haleka" maddesi.
[600] 26/Şuarâ 137
[601] 38/Sâd 7
[602] 68/Kalem 4
[603] 26/Şuarâ 137
[604] İbnu Kesîr, Ebû Amr, Ya'kûb, Ebû Ca'fer ve Kisâî böyle okumuştur. Bkz. el-Ithâf, s. 333.
[605] 2/Bakara 102
[606] 3/Âl-i İmrân 144
[607] 13/Ra'd 6
[608] 2/Bakara 141
[609] 3/Âl-i İmrân 137
[610] 35/Fâtır 24
[611] 2/Bakara 214
[612] 3/Âl-i İmrân 119
[613] 12/Yûsuf 9
[614] 2/Bakara 14
[615] 9/Tevbe5
[616] Şair, Nâbiğa Zubyânî, bkz. Dîvân 'ı, s. 80.
[617] 21/Enbiyâ 15
[618] 36/Yâsîn 29
[619] 24/Nûr 31
[620] Hadis, Cabir b. Abdullah'tan merfu olarak nakledilmiştir. Buhari, Bed'u'l-Halk, İza Vakaa'z-Zubâbu fi Şerabi Ehadiküm (VI, 253); bkz. Bkz. Şerhu's-SUnne, XI, 391.
[621] Müslim, Eşribe (1985); Bkz. Şerhu's-Sünne, XI, 353. Beğavî der ki: Bu, içkinin çoğu bu ikisinden yapılır manasına gelir. Zaten insanların geneli onlardan içki yapar. Hadiste: Hamr/lçki, aklı hain reden/örtendir denmiştir (Buhari X, 39). Devamında der ki: Bu hadiste, içkinin sadece üzüm suyu ve hurmadan yapıldığını ileri sürenlerin görüşlerinin hiçbir temelinin olmadığını gösteren açık bir delil vardır. Aksine, her sarhoş eden hamr/içkidir. Bkz. Şerhu's-Sünne, XI, 351-353.
[622] Şair, eş-Şenferâ'dır. Şair, Ümmü Âmir demekle, beni yırtıcı hayvanlara/sırtlanlara bırakın demek istemiştir. Bkz. Kâlî, el-Emâtf, III, 36; Uyûtıu'l-Ahbâr, III, 200; el-Bursân ve Urcan, s. 166.
[623] 18/Kehf 22
[624] 29/Ankebût 14
[625] 5/Mâide 3
[626] 5/Mâide 60
[627] Bu et-Tayâlisî (s. 39) ve Ahmed'ın (I, 395) Abdullah b. Mes'ûd'tan aldıkları bir hadistir. Der ki: Biz Rasulullah'a maymun ve domuzların Yahudilerin neslinden olup/olmadıklarını sorduk. Buyurdular ki: Hayır, Yüce Allah, lanete uğrayıp hayvana çevirdiği hiçbir kavmin nesli devam etmemiştir. Bunlar, birer topluluktur. Yüce Allah, Yahudilere öfkelenince onlara hayvana çevirdi, onları da bunlar gibi yaptı. Bkz. ed-Durru'1-Mensûr, III, 109; hadisin senedinde, meçhul bir ravi vardır.
[628] 114/Nas 4
[629] 81/Tekvir 15
[630] 5/Mâide 3
[631] 14/İbrâhîm 15
[632] 20/Tâhâ 61
[633] 91/Şems 10
[634] Hadisin kaynağı bulunamamıştır.
[635] 2/Bakara 180
[636] 23/Mü'minûn 55-56
[637] 2/Bakara 180
[638] 2/Bakara 180
[639] Bu haberi Bcyhaki. es-Sünendt (VI, 270); Abdurrazzak (IX, 62) ve Hâkim (II, 273) tahriç etmiştir, ancak senedinde bir kopukluk vardır.
[640] 100/Âdiyât 8
[641] 2/Bakara 215
[642] 2/Bakara 273
[643] 24/Nûr 24
[644] 3/Âl-i İmrân 104
[645] 2/Bakara 106
[646] 2/Bakara 186
[647] 2/Bakara 197
[648] 6/En'âm 17
[649] 55/Rahmân 70
[650] 44/Duhân 32
[651] 7/A'râf 148
[652] 9/Tevbe 65
[653] 9/Tevbe 69
[654] 6/En'âm 91
[655] 6/En'âm 68
[656] 7/A'râf 40
[657] 7/A'râf 40
[658] 2/Bakara 187
[659] Şair, Ebû Zueyb Hüzelî. Bkz. Dîvânu'l-Hüzeliyyîn, I, 79; Mucemmel, II, 308..
[660] Hadisi, Buhari, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî (IV, 148) ve Ahmed (IV, 377) tahrıç etmiştir. Bkz. Fethu'l-Bârî; Kitabu't-Tefsîr (VIII, 182); Müslim (1091); Ebû Dâvûd (2349).
[661] 17/İsrâ 57
[662] 6/En'âm 81
[663] 32/Secde 16
[664] 4/Nisâ 3
[665] 4/Nisâ 35
[666] Ebû Ubeyde der ki: /kesin kanaat getirirseniz demektir. Bkz.Mecâzu "l-Kur'ân, I, 126.
[667] 39/Zümer 16
[668] 3/ÂI-i İmrân 175
[669] 19/Meryem 5
[670] 20/Tâhâ 67-68
[671] 13/Ra'd 13
[672] 30/Rûm 28
[673] 16/Nahl 47
[674] 8/Enfâl 60
[675] Bkz. Ebû Dâvûd, Sünen: Bâbu'n-Nidâi inde'n-Nefîr: Bkz. el-Mekâsidu'l-Hasene, s. 473; Keşfu'l-Hafâ, II, 379; Bcyhaki, ed-Delâil: Gazvetu Benî Lihyân; Ebû'ş-Şeyh, en-Nâsih ve'l-Mensûh; İbnu Âiz, el-Megâzî.
[676] Hadisi Ebû Dâvûd, Tirmizi, Nesâî, İbnu Mâce, Ahmed ve Dârakutnî Hz. Ali efendimizden nakletmişlerdir. Mecmau'z-Zevâid der ki: Tüm ravileri sikadır. Tirmizi der ki: Muham-med'e bu hadisi sordum, dedi ki: Bana göre sahihtir. Bkz. Dârakutnî, Sünen, I, 126; Ahmed, Musned, I, 121; İbnu Mâce (1790); Şerhu's-Sunne, VI, 41;Âridatu'l-Ahvezî, III, 101.
[677] Şair, Esedî. Bkz. Şerhu Makâmâti'l-Harirî, I, 260; Demîrî, Hayâtu'l-Hayevân, I, 229.
[678] 6/En'âm 94
[679] 8/Enfâl 27
[680] 66/Tahrîm 10
[681] 5/Mâide 13
[682] 40/Mü'min 19
[683] 8/Enfâl 71
[684] 2/Bakara 187
[685] 12/Yûsuf 53
[686] 24/Nûr 45
[687] 2/Bakara 164
[688] 11/Hûd 6
[689] 6/En'âm 38
[690] 35/Fâtır 45
[691] 27/Neml 82
[692] 8/Enfâl 22
[693] 8/Enfâl 22
[694] 8/Enfâl 16
[695] 8/Enfâl 50
[696] 8/Enfâl 15
[697] 50/Kaf 40
[698] 52/Tûr 49
[699] Bütün kurra bu şekilde okumuşlardır.
[700] Bu, Mutavviî'nİn okuduğu şaz bir kıraattir. Bkz. el-hhâf, s. 401.
[701] 74/Müddessir 33
[702] 15/Hicr 66
[703] 6/En'âm 45
[704] 74/Müddessir 23
[705] 70/Meâric 17
[706] Müslim, (2564); Buharı, Faraid, XII, 4.
[707] 79/Naziât 5
[708] Bişr b. Ebi Hazim'e ait bu şiir için bkz. Divân, s. 14; Lisânu'l-Arab, (j> maddesi).
[709] 74/Müddessir 1
[710] 7/A'raf 18
[711] 17/İsra 39
[712] 37/Saffât 8-9
[713] 42/Şûra 16
[714] 18/Kehf 56
[715] Lisânu'l-Arab, Q»JS maddesi).
[716] 79/Naziât 30
[717] 73/Müzemmil 14
[718] Bu, Dihye b. Halife Kelbfdir. Bkz. el-îsabe, I, 473.
[719] 16/Nahl 48
[720] 40/Mü'min 60
[721] 2/Bakara 58
[722] 16/Nahl 32
[723] 39/Zümer 72
[724] 58/Mtlcâdele 22
[725] 76/İnsan 31
[726] 17/İsra 80
[727] 22/Hac 59
[728] 4/Nisa 31
[729] Nali ve Ebû Cafer, mim'in fethi İle diğer kurra ise mim'in zammi ile okumuşlardır. Bkz. el-îthâf,s. 189.
[730] 25/Furkân 34
[731] 40/Mü'min 71
[732] 22/Hac 59
[733] 9/Tevbe 57
[734] 16/Nahl 92
[735] 4/Nisa 23
[736] 41/Fussilet 11
[737] Ebû Davud, h. no: 4244; Ahmed, Müsned, V, 386.
[738] 6/En'âm 6
[739] 71/Nûh 11
[740] Bu deyim, tehditte bulunup da onu yapmayan kişi için kullanılır. Bkz. Eaâsu'l-Belağa, s. 322.
[741] 2/Bakara 228
[742] 4/Nisa 34
[743] 8/Enfâl 4
[744] 3/Âl-i İmran 163
[745] 7/A'raf 182
[746] 18/Kehf 28
[747] 7/A'raf 169
[748] 3/Al-i İmran 79
[749] 34/Sebe' 44
[750] 6/En'âm 105
[751] İbn Kesir ve Ebû Arar bu şekilde okumuşlardır. Bkz. el-îihâf, s. 214.
[752] 7/A'raf 169
[753] 4/Nisa 145
[754] 20/Tâhâ 77
[755] 10/Yûnus 90
[756] 6/En'âm 103
[757] 68/Kalem 49
[758] 7/A'raf 38
[759] 27/Neml 66
[760] 7/A'raf 38
[761] 9/Tevbe 38
[762] 27/Neml 47
[763] 27/Neml 47
[764] Ibn Kesir, Ebû Amr Ebû Cafer ve Yakub bu şekilde okumuşlardır.
[765] 12/Yûsuf 20
[766] Sehim b. Vesile ait bu şiir için bkz. el-Besâir, II, 597; Lisânu'l-Arab, (t$o3 maddesi).
[767] 65/Talak 1
[768] 21/Enbiyâ 111
[769] 42/Şûrâ 52
[770] 101/Kâri'a 10-11
[771] 97/Kadir 2-3
[772] 69/Hâkka 3
[773] 82/İnfitar 18
[774] lO/Yûnus 16
[775] 80/Abese 3
[776] 42/Şûra 17
[777] Bkz. Lisanu'l-Arab, {tfjb maddesi).
[778] 13/Ra'd22
[779] 24/Nûr 8
[780] Hakim, el-Müstedrek, IV, 384.
[781] 3/Âl-i İmran 168
[782] 2/Bakara 72
[783] 16/Nahl 59
[784] 54/Kamer 13
[785] Fethu'l-Bârî, III, 363.
[786] Büyük parantez içindeki bilgi, metne karıştırılmış haşiye olabilir.
[787] 9 l/Şems 10
[788] 52/Tûr 13
[789] 107/Mâ'ûn 2
[790] Ebû Nevas'a ait bu şiir için bkz. Divânu'l-Maânî, I, 357.
[791] 2/Bakara 171
[792] 24/Nûr 63
[793] 2/Bakara 68
[794] 6/En'âm 40-41
[795] 7/A'raf 56
[796] 2/Bakara 23
[797] 39/Zümer 8
[798] 10/Yûnus 12
[799] 1O/Yûnus 12
[800] 1 O/Yûnus 106
[801] 25/Furkân 14
[802] 2/Bakara 68
[803] 12/Yüsuf 33
[804] 10/Yünus 25
[805] 40/Mü'min 41-42
[806] 40/Mü'min 43
[807] Müellifin Arap sözü diye aktardığı bu söz, bir hadistir. Bkz. Ebû Ubeyde, Ğarîbi'l-Hadîs, II, 9; Ahmed, Müsned, IV, 76.
[808] 41/Fussilet 31-32
[809] 7/A'raf 5
[810] 1 O/Yûnus 10
[811] 4/Nisa 6
[812] 22/Hac 38
[813] 22/Hac 40
[814] 70/Meâric 2-3
[815] 86/Tarık 6
[816] 16/Nahl 6
[817] 69/Hâkka 14
[818] 89/Fecr 21
[819] 7/A'raf 143
[820] 34/Sebe' 14
[821] 12/Yûsuf 19
[822] Ebu't-Esved ed-Dilî'ye ait bu şiir için bkz. el-Besâir, II, 606.
[823] Uceyr es-Selûlî'ye ait bu şiir için bkz. Lisânu'l-Arab, (^ maddesi).
[824] 2/Bakara 188
[825] 53/Necm 8
[826] 17/İsra 78
[827] 91/Şems 14
[828] 5/Mâide 3
[829] 2/Bakara 84
[830] 25/Furkân 36
[831] 26/Şuarâ 172
[832] 7/A'raf 137
[833] 47/Muhammed 10
[834] 9/Tevbe 92
[835] 21/Enbiyâ 18
[836] 3/Âl-i İmran 75
[837] 6/En'âm 99
[838] 53/Necm 8
[839] 58/Mücâdele 7
[840] 2/Bakara 61
[841] 22/Hac 11
[842] 16/Nahl 122
[843] 8/Enfâl 42
[844] 5/Mâide 108
[845] 33/Ahzâb 51
[846] 2/Bakara 219-220
[847] 33/Ahzâb 59
[848] İbn Kuteybe, Ğarîbi'l-Hadîs, III, 745.
[849] 76/İnsan 1
[850] Ahmed, Müsned, V, 399.
[851] 45/Câsiye 24
[852] 78/Nebe' 34
[853] 55/Rahman 64
[854] Bu şiir maddesinde geçti.
[855] 23/Mü'minun 20
[856] 55/Rahman 37
[857] 56/Vakıa 81
[858] Ebû Kays Ensarî'ye ait bu şiir için bkz. Lisânu 'l-Arab, (^a maddesi).
[859] 68/Kalem 9
[860] 14/İbrahim 33
[861] 3/Âl-i İmran 11
[862] 6/En'âm 127
[863] 14/İbrahİm 28
[864] 2/Bakara 94
[865] 2/Bakara 243
[866] 2/Bakara 246
[867] 7/A'raf 145
[868] Accâc'e ait bu şiir için bkz. Divânu Accâc, I, 310.
[869] 5/Mâide 52
[870] en-Nihâye, II, 140.
[871] 9/Tevbe 98
[872] 2/Bakara 282
[873] 59/Haşr 7
[874] 3/Âl-i İmran 140
[875] Skz.Fethu'l-Bâiİ,l, 346,
[876] 5/Mâide 117
[877] 3/Al-i İmran 75
[878] 5/Mâide 24
[879] Zü'r-Rumma'ya ait bu şiir için bkz. Divânu Zi'r-Rumma, s. 660; Esâsu'l-Belağa, s.139
[880] Uceyr es-Selûlfye ait bu şiir için bkz. Lisânu'l-Arab, (ji* maddesi).
[881] 2/Bakara 282
[882] 4/Nisa 11
[883] 3/ÂI-i İmran 19
[884] 4/Nisa 17
[885] 4/Nisa 146
[886] 4/Nisa 171
[887] 2/Bakara 143
[888] 2/Bakara 256
[889] 3/Âl-i İmran 83
[890] 3/Âl-i İmran 85
[891] 61/Saf 9
[892] 9/Tevbe 29
[893] 4/Nisa 125
[894] 56/Vakıa 86
[895] 3/Al-i îmran 118
[896] 4/Nisa 48
[897] 5/Mâide 116
[898] 6/En'âm 51
[899] 29/Ankebût 22
[900] 6/En'âm 71
[901] Mütelemnıis ed-Dabuî'ye ait bu şiir için bkz. eş-Şi'ru ve'ş-Şuara, s. 100; el-Ağânî, XXI, 122.
[902] 22/Hac 73
[903] 4/Nisa 143
[904] Nâbiğa'ya ait bu şiir için bkz. Divânu Nâbiğa, s. 18.
[905] Anter'ye ait olan bu şür için bkz. Divânu kritere, s. 32; el-MücemmeU II, 356.
[906] 37/Sâffât 107
[907] 2/Bakara 67
[908] 2/Bakara 49
[909] İbn Hibbân, VIII, 99.
[910] Şiir için bkz. el-Mücemmel, II, 365; Lisânu'l-Arab, O-&- maddesi).
[911] 2/Bakara 124
[912] 2/Bakara 128
[913] 4/Nisa 40
[914] 69/Hâkka 32
[915] 7/A'raf 179
[916] 6/En'âm 136
[917] 42/Şûra 11
[918] 18/Kehf 45
[919] kıraati şazdır.
[920] 51/Zâriyât 1
[921] 18/Kehf 45
[922] 3/Âl-i îmran 34
[923] 17/İsra 3
[924] 36/Yâsîn 41
[925] 2/Bakara 124
[926] 7/A'raf 179
[927] 24/Nûr49.
[928] 17/İsra 109
[929] 21/Enbıyâ 10
[930] 2l/Enbiyâ 50
[931] 21/Enbiyâ 24
[932] 38/Sâd 8
[933] 38/Sâd 1
[934] 43/Zuhruf 44
[935] 16/Nahl 43
[936] 65/Talak 10-11
[937] 90/Beled 14-15
[938] 18/Kehf 63
[939] 2/Bakara 200
[940] 2/Bakara 198
[941] 21/Enbiyâ 105
[942] 76/İnsan 1
[943] 19/Meryem 67
[944] 36/Yâsîn 79
[945] 30/Rûm 27
[946] 29/Ankebût 45
[947] 38/Sâd 43
[948] 51/Zariyât 55
[949] 74/Müddessir 49
[950] 80/Abese 11
[951] 14/Ibrahim 5
[952] 2/Bakara 282
[953] 2/Bakara 152
[954] 2/Bakara 40
[955] 3/Âl-i Imran 36
[956] 6/En'âm 144
[957] 42/Şûra 50
[958] 17/İsra 24
[959] 70/Meâric 44
[960] 2/Bakara 61
[961] 7/A'raf 152
[962] 2/Bakara 71
[963] 5/Mâide 54
[964] 3/Âl-i İmran 123
[965] 16/Nahl 69
[966] 76/lnsan 14
[967] 17/İsra 18
[968] Bkz. Lisânu'l-Arab, Q»-»i maddesi); İbn Düreyd, Cemheretu'l-Luğa, I, 80.
[969] 51/Zariyât 59
[970] 3/Âl-i İmran 11
[971] 29/Ankebût 40
[972] 3/Âl-i İmran 135
[973] 37/Sâffât 99
[974] 11/Hûd 74
[975] 35/Fâtır 8
[976] 14/İbrahim 19
[977] 35/Fâtır 34
[978] 33/Ahzâb 33
[979] 4/Nisa 19
[980] 8/Enfâl 46
[981] 2/Bakara 17
[982] 2/Bakara 20
[983] 11/Hûd 10
[984] 4/Nisa 56
[985] 32/Secde 20
[986] 8/Enfâl 35
[987] 44/Duhân 49
[988] 37/Saffât 38
[989] 8/Enfâl 14
[990] 32/Secde 21
[991] 11/Hûd 9
[992] 11/Hûd 9
[993] 16/Nahl 112
[994] 42/Şûrâ 48
[995] 96/Alak 6-7
[996] 2/Bakara 251
[997] 53/Necm 6
[998] 2/Bakara 83
[999] 11/Hûd 3
[1000] 2/Bakara 177
[1001] 8/Enfâl 43
[1002] 18/Kehf 18
[1003] 8/Enfâl 7
[1004] 55/Rahmân 48
[1005] Sinan b. Fahl et-Taî'ye ait bu şiir için bkz. es-Suyûtî, el-Ferâidu't-Cedide, I, 184.
[1006] 17/İsra 62
[1007] 38/Sâd 53
[1008] 51/Zâriyât 14
[1009] 20/Tâhâ 63
[1010] 52/Tûr 14
[1011] 55/Rahmân 43
[1012] 2/Bakara 1-2
[1013] 18/Kehf 17
[1014] 6/En'âm 131
[1015] Bkz. Lisâna'I-Arab, (Ü maddesi).
[1016] 2/Bakara 219
[1017] 16/Nahl 24
[1018] 12/Yûsuf 17
[1019] 28/Kasas 23
[1020] 7/A'raf 18
[1021] Bu sözü, Huneyn savaşında Safvan b. Ümeyye Ebû Süfyan'a söylemiştir. Bkz. İbnu'l-Esir, en-Nihâye, II, 180.
[1022] 34/Sebe' 15
[1023] 3/Al-i İmran 80
[1024] 37/Saffât 126
[1025] 12/Yûsuf 42
[1026] 12/Yûsuf 50
[1027] 12/Yûsuf 23
[1028] 5/Mâide 63
[1029] 3/Al-i İmran 79
[1030] 3/Âl-i İmran 146
[1031] 12/Yûsuf 39
[1032] Bu şiir Ebû Zueyb Hüzelî'ye aittir. Bkz. Divânu'UHüzeliyyin, I, 44; el-Mücemmel II, 371; Lisânu'l-Arab, (v*j maddesi).
[1033] Alkame'ye ait bu şiir için bkz. Divânu Alkame, s. 43; el-Mücemmel, II, 371; Lisânu'l-Arab, (v<j maddesi).
[1034] 4/Nisa 23
[1035] Amr b. Şe's'e ait olan bu şiir için bkz. Lisânu'l-Arab, (v-ij maddesi).
[1036] 15/Hicr 2
[1037] 2/Bakara 16
[1038] Hufaf b. Nüdbe'ye ait bu şiir için bkz. el-Cemhere, I, 220; Esâm'l-Belâğa, s. 15; el-Mücemmel, II, 413.
[1039] Bkz. Muberred, Kitabu'l-Kâmil, s. 38.
[1040] 2/Bakara 228
[1041] 52/Tûr 31
[1042] 52/Tûr 31
[1043] 9/Tevbe 52
[1044] 9/Tevbe 98
[1045] 8/Enfâl 60
[1046] 3/Âl-i İmran 200
[1047] Mâlik, I, 326; Nesâî, I, 90.
[1048] 18/Kehf 14
[1049] 28/Kasas 10
[1050] 8/Enfâl 11
[1051] 48/Fetih 4
[1052] 58/Mücâdele 22
[1053] 14/İbrahim 43
[1054] 14/İbrahim 43
[1055] 18/Kehf 22
[1056] 5/Mâide 26
[1057] 2/Bakara 51
[1058] 4/Nisa 12
[1059] 4/Nisa 3
[1060] develerin üç gün susuz bırakılıp dördüncü gün onları suya salmaya denildiği gibi, dördüncü günde gelen hummaya da denir. Bkz. Lisânu'l-Arab, (jgj maddesi).
[1061] Bkz. Lisânu'l-Arab, (^j maddesi); el-Mücemmel, II, 415.
[1062] 23/Mü'minûn 50
[1063] 22/Hac 5
[1064] 13/Ra'd 17
[1065] 69/Hâkka 10
[1066] 30/Rûm 39
[1067] 2/Bakara 276
[1068] 30/Rûm 39
[1069] 12/Yûsuf 12
[1070] Suveyd b. Ebi Kâhil'e ait bu şiir için bkz. el-Mufaddaliyyât, s. 198; Lisânu'l-Arab, maddesi).
[1071] 2 l/Enbiyâ 30
[1072] 73/Müzemmil 4
[1073] 25/Furkân 32
[1074] 56/Vakıa 4
[1075] 99/Zilzâl 1
[1076] 34/Sebe' 5
[1077] 29/Ankebût 34
[1078] 74/Müddessir 5
[1079] 8/Enfâl 11
[1080] 5/Mâide 90
[1081] 2/Bakara 219
[1082] 9/Tevbe 125
[1083] 10/Yûnus 100
[1084] 9/Tevbe 28
[1085] 6/En'ârn 145
[1086] 63/Münafikun 8
[1087] 12/Yûsuf 63
[1088] 7/A'raf 150
[1089] 24/Nûr 28
[1090] 9/Tevbe 83
[1091] 5/Mâide 48
[1092] 96/Alak 8
[1093] 6/En'âm 164
[1094] Bu Yakub'un kıraatidir. Bkz. îrşMu'l-Mübtedi ve Tezkiratu'l-Müntehi, s.215. 2/Bakara 28
[1095] Bu Nafi, İbn Kesir, Ebû Amr, Asım ve Ebû Cafer'in kıraatidir. Bkz. eî-İthâfs. 131. 2/Bakara 28
[1096] 2/Bakara 281
[1097] Yakub ve Ebû Amr tâ'mn fethi ile; diğerleri ise zammı ile okumuşlardır. Bkz. İrşâdu'l-Mübtedi. S. 215; el-îthâfs. 131.
[1098] 7/A'raf 168
[1099] 21/Enbiyâ 95
[1100] 57/Hadid 13
[1101] 27/Neml 35
[1102] 34/Sebe' 31
[1103] 27/Neml 28
[1104] 27/Neml 35
[1105] 86/Târık 11
[1106] 79/Naziât 6
[1107] 73/Müzemmil 34
[1108] 7/A'raf 78
[1109] 33/Ahzâb 60
[1110] 6/En'âm 9
[1111] Bkz. Lisânu'l-Arab, (J^-j maddesi).
[1112] 40/Mü'min 28
[1113] 40/Mü'min 28
[1114] 5/Mâide 6
[1115] 2/Bakara 239
[1116] 26/Şu'arâ 116
[1117] 11/Hûd 91
[1118] 18/Kehf 20
[1119] 18/Kehf 22
[1120] Ztiheyr b. Ebi Sülmâ'ya ait bu şiir için bkz. Divânu Züheyr, s. 81; Şerhu'l-Muallakât. I, 112.
[1121] 19/Meryem 46
[1122] 16/Nahl 98
[1123] 15/Hicr 34
[1124] 67/Mülk 5
[1125] Bkz. en-Nihâye, II, 205. Bu söz, Abdullah b. Muğaffel'in vasiyetinde yer almaktadır. Bzk. Ğarîbi'l-Hadîs, IV, 289; el-Fâik, II, 47.
[1126] 69/Hâkka 17
[1127] 71/Nûh 13
[1128] Bu şiir Ebû Zueyb Hüzelf ye aittir. Bkz. Divânu'l-Hüzeliyyin, I, 44; Mecâzu'l-Kur'ân, I, 275.
[1129] 4/Nisa 104
[1130] 9/Tevbe 106
[1131] 9/Tevbe 118
[1132] 38/Sâd 59-60
[1133] 83/Mutaffifm 25
[1134] 12/Yûsuf 62
[1135] 106/ Kureyş 2
[1136] 18/Kehf 81
[1137] Hakim, IV, 157; Ahmed h. no: 1680.
[1138] 2/Bakara 182