Peygamberimizin Kur’an’ı Tefsiri
Suat Yıldırım
Kayıhan Yayınları
PEYGAMBERİMİZİN KURANI TEFSİRİ
Giriş Kur'ân-ı Kerîm’in Tefsirine Duyulan İhtiyaç
Hz. Peygamberin Kur'ânı Açıklamasına Müteallik Belli Başlı Meseleler
1- Hz. Peygamber (A.S.M.) 'in Kur'anı Tefsir Etme Vazifesi ve Tefsirinin Değeri
2- Kur'anın Tefsire Muhtaç Olan ve Olmayan Ayetleri:
3- Mikdar İtibariyle Hz. Peygamber (A.S.M)'in Tefsiri
4- Hz. Peygamber (A.S.M)'e Hükmen Merfû Olan Tefsir Rivayetleri:
5-Hadislerin Kur'ana Muvafakati ve Hadislere Ayetlerle İstişhad Etme Meselesi:
a) Peygamber (A.S.M.)'imizin hadîsle beraber ilgili ayeti okumasına dair misaller
6- Sıhhatini Tesbit Gayesiyle Hadisi Kur'ana Arz Etme Meselesi:
7- Hadislerin Kur'ana Rücûu Meselesi
8- Kur'ânla Hadisler Arasında Tenakkuz İddiası :
MİSALLERLE HZ. PEYGAMBERİN TEFSİRİ
A- Tefsirine Vesile Teşkil Eden Durumlar
2- Hz. Peygamber (A.S.M.)'İn Ayet Hakkında Süai Açtıktan Sonra Ayetin Mânasını Açıklaması:
3- Muhtelif Şahısların Sormaları Üzerine Açıklamaları :
A) Çok Sual Sormanın Nehy Edilmesi Meselesi:
B) Müslümanlar Tarafından Sorulan Sualler:
B1- Mübhemin Tayinine Dair Sualler:
B2- Mücmel Ayetler Hakkındaki Sualler:
B4- Ayetten Maksûdun Tayin Edilmesi İçin Sorulan Suallert
B5- Mânasını Bildikleri İsmin Sıfatlarım Sormaları:
C1 — Yahudilerle İlgili Sualler
Aa. Yahudilerin Peygamberimiz (A.S.M.)'E Sormaları:
Bb. Hz. Peygamber (A.S.M.)'İn Yahudilere Sorması:
4- Hadislerin Sonunda Ayet Okumak Suretiyle Açıklaması:
B) İstişhad Etmek Gayesiyle Okuması
C) Mücmel Bir Mânayı Açıklamak Gayesiyle Okuması:
Ç) Ayetle İstidlal Ettiğini Bildirmek İçin Okuması:
D) Makam Münasebetiyle Ayeti Okuması:
5- Siyak Münasebetiyle Açıklaması
6- Tefsir Edici Kısa Ziyadelerle Açıklaması
B- Hz. Peygamber (A.S.M.)'İn Tefsirinin Belli Başlı Kısımlarına Dair Misaller
I- Kur'ânı Kur'ânla Tefsirine Misaller
A) Ahkâma Dair Mücmelleri Beyan Etmesine Misaller:
B) Muğayyebata Dair Mücmel Ayetleri Beyanı:
B 1 Hilkatin Başlangıcı Hakkında Açıklamaları:
B 2- İnsanın Yaradılışı Hakkında Açıklamalar!
B3- Allah Tealanın Kâinatı Tedbirine Dair Açıklaması:
B4- Kadere Müteallik Ayetleri Ajıklaması:
B5- Kalbi Ahvale Ait Mücmelleri Açıklaması:
B6- Müslümanların İstikbaline'ait Ayetler Hakkında Beyanı
B7- Kıyamet Alâmetleri Hakkındaki Mücmel Ayetleri Açıklaması:
B8- Kıyamet Ahvali Hakkındaki Mücmelleri Açıklaması :
Bg- Cennet Ve Cehennem Ahvaline Dair Mücmelleri Açıklaması
C) Ahlâka Dair Mücmel Ayetleri Beyanına Misaller.
Ç) Kur'ânda Mücmel Olan Kıssaları Açıklaması
Çl- Resûlullah (A.S.M.)'in Anlattığı Kıssanın Doğrudan Doğruya Kur'ânı Açıklaması
Ç2 — Resûiullah (A.S.MJ 'M Anlattığı Kıssanın, Dolaylı Olarak Kur'ânı Açıklaması:
3- Peygamber (A.S.M)'in Kur'ânın Mânasını Te'kid Suretiyle Beyanı
11- Lûgavî İzahlarda Bulunması
A) Doğrudan Doğruya Lûgavî İzahları:
Al- Kelimeyi Müteradifi İle İzahı:
A2- Tarif Etmek Suretiyle İzahı:
A3- Kelimenin Şer'î Mânasın; Bildirmesi:
A4- Kelimenin Maksudunu Bildirmesi:
A5- Kelimenin Geniş Anlamının Kasdedildiğini Bildirmesi:
A6- Lûgavî İnceliklere Temas Etmesi:
B) Dolayısiyle Olan Lûgavî Açıklamaları:
C) Edebî San'ati An İhtiva Eden Ayetleri Açıklaması:
16- Ayetlerle İstidlal Etmek Suretiyle Açıklaması
17- Muhatabın Durumuna Göre Açıklaması
Takdim edeceğimiz mütcvazi çalışmanın gayesi, Kur'ânt açıklama vazifesinin Allah tarafından kendisine verildiği 11%. Peygamberin; onu nastl tefsir ettiğini ortaya koymaktır. Kur'â-nm en selâhiyetli müfessirinm Hz. Peygamber olduğu bilinir ve usûl kitaplartntn ekserisi tarafından, sünnetin Kitabı açtkla-tna nevileri, beyanın ktstmlart arasında, kalıplaşmış birkaç cümle İle ifade edilir.
Hz. Peygamberin Kur'ânt açıklamasına dair, bu huduttan aşan geniş çerçeveli bir tetkike rastlamadığımız için bu'mevzuu, ele almaya karar verdik. Es-Şâttbî sünnetin mahiyetini anlatırken,[1] M. Hüseyn ez-Zahabi Sadr-ı İslâmda tefsir kaynaklarının sıralarken[2] ve Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu tefsirin doğuşunu İncelerken[3] konuya geniş ölçüde ve başka bir tarzda eğilen müelliflerden olmuşlardır.
Tetkikimizin malzemesini et-Taberî, îbn Kesir, ed-Durru'l-Mcnsûl, Tefsîru 'Abdirrazzâk, Tcfsîru'n-Ncsâ'î... gibi me'sûr tefsir rivayetlerini toplayan eserlerle, başta Kütüb4 Sitte olmak üzere bibliyografyada belirtilen diğer hadîs mecmualarım taramak suretiyle elde ettik, inceleme plânı, daha ziyade bu malzemenin ışığında ortaya çıktı. Hz. Peygamberin Kur'ânt açıklamasına müteallik bazı nazarı meselelere yöneldikten sonra, çok sayıda misallerle konuyu anlatmayı istihdaf etlik. Binaenaleyh nev'inin bir bakıma ilk denemesi olduğu için, bulunan malzemenin daha mükemmel bir tarzda işlenmesinin mümkün olacağını ifade etmeliyim. İlgileneceklere bu imkânı sağlamak gayesiyle, aynı haberi farklı lafızlarla rivayet eden kaynakları, elden geldiği kadar tafsilatlı olarak zikr ettiğim gibi, kitabın hacmini büyütmemek endişesiyle, metni nakl olunmayan birçok misalin kaynaklarım da haşiyede vermiş bulunuyorum. Çokluğu sebebiyle, bazı nevilerin birçok misaline işaret dahi etmedim. Konumuzu yakından İlgilendiren «nüzul sebepleri», bahsimizden hariç tutulmuştur. Aldığımız misaller sahih veya makbul rivayetler arasında seçilmiş, zikr ettiğimiz rivayetlerden ulema tarafından talî! edilen haberlerin illetine, ıttılaımız nisbetinde işaret olunmuştur.
Çalışmamıza, bu yolda daha başka ve mükemmel incelemeler eklenirse, bazı İslâmt İlimlerin hilâfına, hakkında söylenenler kemâle ermiş, sayılmayan Tefsir sahasına, ilk kaynaktan fay dolamlar ak kendisini hissettirecek tevcihlerin bazı ana prensiplerini sunmak belki de mümkün olabilir.
Önsözü bitirirken, konunun işlenmesinde bazı değerli fikirlerini ve iki yazma eserin fotoğraflarım lütfeden muhterem Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu beye teşekkürlerimi tekrarlar, ilim ehlinden gelecek tavsiye ve tenkidlerden memnun olacağımı bildiririm.
Suat Yıldırım[4]
Kur'ân-i Kerîm, «manâsı açık bir Arapça ile»[5] Cenab-ı Hak tarafından Peygamberimize vahy edildi. Her kavme, kendilerinin diliyle tebligatta bulunan bir resulün gönderilmesi, âdetullâhm düstûrlanndandır. Kur'ân, muhataplarından «âyetlerini iyiden iyiyö düşünmelerini»[6] istiyordu.
Kur'ânm ilk muhataplarının en çok öğündükleri meziyetleri, pazarlarında en rağbet ettikleri meta belagat idi; halin gerektirdiği en uygun ifadeyi kullanmaktı. O zamanki araplar, ekseriyet itibariyle dağmık ve istikrarsız göçebe hayatı yaşadıkları halde, aralarında .müşterek bir edebî lehçe vücuda gelmişti. Burada da belirtilmesine lüzum olmayan müteaddid sebepler, o devir araplarmın içtimaî hayatlarında, ifade kudretine, rakipsiz bir saltanat bahş etmişti. Zabt-u rabt tanımayan, otoriteden mahrum o insanların savaşları, barışları, nüfuz kazanmaları veya kaybetmeleri, birinci derecede beliğ kelâma bağlıydı. Sonradan gelen edebiyatçıların bir çok ilmî ıstılahlarla tarif ettikleri belağat hususiyetlerini, onlar selikaları ile kulanıyorlardı.
İlahi âdetlerden biri de mûzicelerin, peygamberlerin gönderildikleri topluluğun en çok rağbet ettiği sahada tecelli etmesidir, ilgilerini daha çok çektiği, aczlerini daha iyi anlattığı için, geniş; kitlelere peygamberlerin doğruluğunu isbat etmenin mükemmel yolu budur, işte mezkûr hikmete binaen, Cenab~ı Hak Kur'ân-ı Kerîm'i, Hazreti Peygamberin en büyük mucizesi kılmıştır. Kur'ân, belağatlanyla böbürlenen arap-lara ye bütün insanlara, benzerini getirmeleri hususunda çeşitli merhalelerde meydan okudu. En kısa bir sûredinibile tanzîr edemediler.
Selikaları bozulmadı ğmdan, o devrin araplan lûgat bakımından Kur'ânı anlıyorlardı. Ancak^ lûgavi mânâları bilmekle, layıkiyle anlayamayacakları meseleler de vardı. Bu yüzden İbn Haldun'un ifade ettiği «Kur'an araplann diliyle ve belagat üslûblarıyla indi.. Arapların cümlesi onu anlıyorlar, müfredat ve terkipler halinde mânâlarını biliyorlardı.» hükmü, haklı ola-, rak tenkide uğramıştır[7]
Kur'ân, mü'minlerin şahsi ve içtimaî hayatlarını, düzenlemek gayesiyle, teşrii hükümler vaz ediyordu.. Bu hükümleri istinbat etmek, sadece Arapça'yı bilmekle mümkün olmaz. Geçmiş ümmetlerin, husûsiyle Ehl-i Kitabın sapıttıkları mevzuları bildiriyor, tahrif ettikleri hadiseleri düzeltiyor, ihtilafa düştükleri meseleleri hallediyordu. İstikbalde vukua gelecek bazı vak'alar-ve keşiflere işaret ediyor, uhrevî hayat hakkında son derece mücmel malûmat veriyordu. Onda müteşabih ayetler, mübhem bırakılan hususlar, tahsisi murad edilen umumi hükümler vardı. Bu sahalarda alakalı ayetleri layıkıyla anlamak, o mevzularda yüksek bir ilmi seviyeye bağlıdır. Bir kısım mühim vasıflarını hülâsa ettiğimiz böyle bir kitabın, herkes tarafından kolayca ve incelikleriyle anlaşılması elbette kolay değildir. «Hakikat, biz onu (mânâsına) akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur'an olarak indirdik»[8] yahut «Karşılarında okunup duran,.sana indirdiğimiz kitap onlara kâfi gelmedi mi?»[9] mânâsına gelen ayetlerle bu fikir reddedilemez. «Ayetteki kifayetten murad, Haz-reti Peygamberin, nübüvvetine delil olmak hususunda-dır. Kur'ân mûciz nazmıyla bu maksada elbette kâfidir.»[10]. Kur'ânda «Sana bu kitabı her şeyin apaçık bir beyanı... olmak üzre peyder pey indirdik.»[11] buyurulmaktadır. Zikr edilen beyanın hepsi Kur'ânın zahirinde nass halinde mevcut değildir. Sahabenin Kur'ânı anlama mevzuundaki tefavütlerini mülahaza etmek, mezkûr hükmü kavramamızı kolaylaştıracaktır.
Ashab umumiyetle Kur'ânı en iyi anlayan insanlar idi. İnançları saf idi. Eski medeniyetlerin ve felsefelerin tesiri altında yetişmemişlerdi. Başka kavimlerle karışmadıkları için lisan zevkleri bozulmamıştı. Ayetler ve onlarla alâkalı hadiseler arasındaki irtibatları biliyorlardı. Kur'ânı iyice anlamak hususunda tam bir teveccühleri vardı. Ondan tam manâsıyla istifade ettiler, ondaki mânâları ruhlarına sindirmeye çalıştılar. Anlayamadıkları ayetler hakkında, çeşitli vesilelerle Peygamberimizin izahlarına da muttali olduklarım unutmamak lazımdır. Îbn Mes'ûd'ün ifade ettiği gibi «ileri gelen sahabeden biri on ayet belleyince, mânâlarını ve onlarla amel etmesini de öğrenmedikçe, başka ayetlere geçmezdi.»[12]. İşte bu hususiyetlerinden dolayı Kur'ânı en iyi anlayanların sahabîler olduğu kabul edilir.
Sahabe arasında, tabiatıyla, Kur'ânı anlama bakımından seviye farkları/ vardı. Kur'ânla meşguliyet, Peygamberle musahabe[13] taklü'muhakeme kabiliyeti, Arap dili ve şiirine vukuf, tarihî malûmat derecelerine göre, Kur'ân hakkındaki bilgileri de farklı oluyordu. Sahabenin temayüz ettikleri sıfatlarına rağmen eh ileri gelenlerinin dahi anlayamadıkları ayetler vardı. Hazreti Ebû Bekr'le Hazreti Ömer'i[14] misal olarak zikr edebiliriz. Peygamberin vefatından sonra, malûmat sahibi olmadıkları mevzularda ashab, Kur'ândan herhangi bir ayeti tefsir etmekten kaçınıyorlardı. Bu noktada, Kur'ânm re'y ile tefsirinin hükmünün ne olduğu mevzuu ile karşı karşıya geliyoruz ki, ona geçmeden önce mevzûumuzla alakası nisbetinde, tefsir ile te'vil kelimelerinin ıstılahdaki mânâlarını kısaca belirtmemiz gerekmektedir.
Bu iki kelime bazı hallerde birbirinin müteradifi olarak îrad edilirlerse de, ekseriya farklı maksadlar için kullanılırlar. Aralarındaki farkı tesbit gayesiyle, bu kelimelerin bir çok tarifleri yapılmıştır[15]. Nisbe-ten toplayıcı tariflerden birine göre «Tefsir, peygamberlere mahsustur. Te'vil ise hem peygamberlere, hem de başkalarına ait olabilir. Zira tefsir, mânânın tahkik ve tayin edilmesidir. Bu da ancak Allah indinden olabilir. Te'vilde lûgavi ihtimaller bahis mevzuudur»[16] Yapılan tarifler netice itibariyle, tefsirde kat'iyet mânâsının, te'vilde ise ihtimal mefhumunun galip olduğunu ifade ederler. Bundan dolayı eski müfessirlerin bir çoğu, tefsir yerine te'vil lafzını kullanmayı tercih etmişlerdi.
Bir kısım ulemaya göre tefsir ile te'vil aynı mânâya gelir[17] İbn Teymiyye (Ö. 728/1328) daha şümullü bir hüküm vererek, ilk müfessirler indinde bu lafızların müsavi olduğunu ileri sürer. Bu zat te'vil kelimesinin, Kur'ânda daima lafızdan zahir olan mânâya muvafık olarak kullanıldığını, lafzın delâlet ettiği mânâya muhalif bir tarzda varid olduğunun görülemiyece-ğini, halbuki müteahhirunun ıstılahında vaziyetin bunun hilafına olduğunu söyler.[18].
Böylece te'vilin «Sözün muhtemel olduğu mânâlardan birine yöneltilmesidir.» 'yahud «Kelamı, vaz-ı aslîsinden, isbatı delile muhtaç bir tarafa nakl etmektir ki bu delile dayanarak lafzın zahiri terk edilir.» gibi ih-timaliyet ifade eden mânâlarını reddeder.
Alimlerin ekserisinin ifadelerinden anlaşıldığına göre tefsir rivayete, te'vil ise dirayete racidir.- Çünkü tefsirin mânâsı keşf etmek ve açıklamaktır. Allah Teâlâ'nın kafi olarak muradının tayin edilmesi Hz. Peygamberin beyanına ve tenzili müşahade eden, Peygamberle münasebeti olan Sahabenin nakline bağlıdır. Te'-vilde ise, bir delile dayanarak lafzın muhtemil olduğu manâlardan birinin tercihi söz konusudur. Tercih bir içtihada dayanır. Lafızların müfredatı ve Arap dilindeki medlulleri, siyak itibariyle kullanılışları, Arapların üslûblanna vukuf ve bunlardan mânâ istinbat etme kabiliyeti, bu içtihadın esaslı unsurlarıdır[19].
Hazreti Peygamber hayatta iken, lazım gelen hususları ashabına açıklıyordu. Ayrıca kapalı kalan ve ihtiyaç hissedilen meseleleri ona soruyorlar, o da beyan ediyordu. Peygamberin bu tefsirleri, aralarında yayılıyordu. Ashabın ayrıca tefsir etmelerine hem lüzum kalmıyor, hem de peygamberin aralarında bulunduğu bir sırada açıklamaktan teeddüb ediyorlardı. Onun tefsirinin yanında başka izahları caiz görmüyorlardı. Lâkin o ahirete irtihal edince vahye dayanan masum menba'a müracaat etme imkânından mahrum kaldılar. Diğer taraftan îslâmm yayılmasıyla yeni meseleler ortaya çıktı. Islâmi kabul yahut ona inkiyad eden, eski kültürleri tevarüs etmiş insanların ve bizzat dini- ni muhafaza eden Ehli Kitabın tesiriyle yabancı men-şe'li sapık cereyanlar intişar etmeye başladı. Bu cereyanlara mensub olanların, nazariyelerini Kur'ânâ isti-nad ettirmek gayretleri, tekellüften uzak olmamakla beraber, inananların bulunması hususunda neticesiz kalmıyordu. Çünkü bir taraftan Kur'ânın tefsirini bil-miyenlerin adedi artıyor, diğer taraftan Kur'ânın maksadına muhalif teviller yapılıyordu. Ashabın gerekli yerleri malûmatları nisbetinde tefsir etmeleri ihtiyacı baş göstermişti.
Tefsir bir bakıma Allah adına söz söylemektir. Al-lahm kelâmından muradın ne olduğunun tayin edilmesi, mes'uliyetli bir iştir. .Bu mes'uliyeti Hz. Peygamber sarahaten ifade ederek, ihtiyatî bir tedbir koymuştu :
«Kur1 ân hakkında, ilmi olmaksızın söz söyleyen, cehennemdeki yerine hazırlansın.»[20].
«Kendi re'yiyle Kur'ân hakkında söz söyleyen kimse, isabet etse bile hata etmiştir.»[21].
Başka müteaddid hadislerde «Kur'ânı öğrenerek onu Allanın muradından başka şekilde tevil edenlerin»' maruz kalacakları tehlike haber verilir[22].
Re'yle tefsiri men'eden hadislerin ekserisinin is-na.dı münakaşalıdır. Bir çpk âlim, sahih olmak kaydı ile, bu hadisleri çeşitli vecihlerle izah etmişler; bunlarla tefsirin mutlak bir tarzda men'edilmediğini Belirt: mislerdir. El-MaVerdî (Ö. 450/1058)[23], El-Beyhakî (Ö. 458/1066)[24], El-Gazzalî (Ö. 505/1111)[25], îbn Atiyye (Ö. 542/1147)[26], Eş-Şatıbî (Ö. 790/1588)[27] El-Kurtubî" (Ö. 671/1273)[28] bunlardandır.
Hadisteki «re'y» den murad, ekserisine göre *şa-îaısta daha önce mevcut olan bir fikirdir». Yani Kur'â-nı, bu mezhebine uydurması zemm edilmiştir. «Bir kimse sırf şahsi görüşüyle Kur'ân hakkında söz söylerse, hakka isabet etse bile tuttuğu yol hatalıdır. Çünkü isa-bej; etmesi tesadüfidir.» mânâsına da gelir.
* Seleften Ebu Bekr (Ö. 13/G54), Ömer b. el-Hattâb (Ö. 23/643), jbn Mes'ud (Ö. 32/652), Muhammedi b. Şirin (Ö. 110/728), Sa'id b. el-Museyyeb (Ö. 94/712), Ebu Va'iî (Ö. 82/701) gibi zevatın tefsir hususunda ihtiyata davet eden[29] sözlerinden, Kur'ân tefsirinin caiz olmadığını, yahut onların bu işi tecviz etmediklerini çıkarmak doğru değildir. Onlar bilmedikleri meselelerde fikir beyan etmiyorlar, bildiklerini ise söylüyorlardı. Bu sebepten, aynı zatlardan tefsir sahasında fikirler rivayet edilmiş olmasında münafat yoktur[30]. Ayrıca mizaç farklarını da göz önünde bulundurmak gerekir. Osman b. Affan (Ö. 35/656), ez-Zübeyr tö. 36/ 656), Talha (Ö. 36/656) gibi yakm ashab, Hz. Peygamberden işittiği sözleri, zaruret olmadıkça nakl etme mevzuunda çok ihtiyatlı hareket ederken, daha genç sahabiler çok hadis rivayet ediyorlardı. Tefsire dair söz söylemekten çekinenlerin durumu da böyledir[31].
«Re'yin. mutlak olarak men edildiğini söylemek doğru değildir. Kur'ânm mânâsını beyan, hükmünü jstinbat, lafzını tefsir etmek ve muradını anlatmak lazımdır. Böyle olmazsa ahkâmın tamamı yahut ekserisi muattal hale gelir. Yoksa Resûlüllahın tevkifi olarak bunları beyan etmiş olması gerekirdi. O takdirde hiç kimse re'yi ile hareket edemez ve söz söyleyemezdi. Malumdur ki Peygamber bunu yapmamıştır. Şu halde o bununla mükellef değildi,.. Öyle ise Kur'ânm, tamamının tefsirinde tevkife lüzum yoktur. Böyle bir şey doğru olsaydı, bu hususta en çok ashabın ihtiyatlı olması gerekirdi. Halbuki onlar anladıkları nisbelte tefsir etmişlerdir[32]. Bilmedikleri tarafların olması da tabii karşılanmak icab eder. Taberî'nin dediği gibi «Kur'ânın bir kısmının te'vilini Cenab-ı Hak'dan başkası bilemez; bu kısmın ilmini kendine tahsis etmiştir. Bir kısmının te'vilini bilmek. Resulün beyanına mütevakkıftır... Üçüncü kısmı ise, Kur'ânın kendisiyle nazil olduğu dili bilen herkes anlar.»[33].
Az önce sahabenin Kur'ân tefsirinde oynadığı role işaret etmiştik. Şimdi onlardan tefsirle uğraşanlara kısaca temas edeceğiz. Tefsirden kaçındığı sanılan bazı sahabîlerin bizzat tefsirle meşgul olduklarını göreceğiz. Kur'ânın müteşabih bir ayeti hakkında fikir beyan etmekten kaçman Ebû Bekr, sonraları ihtiyaç hasıl olunca[34] re'yiyle tefsir etmişti[35][36] hakkında tekellüften kaçınmayı tavsiye
eden Ömer[37], ayetin maksadının anlaşılmasına tesir eden kelimesini [38]halka sormuş ve Huzeyl kabilesinden olan bir adamdan öğrenmişti[39].
Ömer bir defasında[40] ayetinin tefsirini halka sormuş, kimse bir şey söylemeyince kendisi bildirmişti[41]. Yine Ömer bir kere cemaata:[42] ayetinin mânâsını sormuş, îbn Abbas'a söyletmiş, kendisi de açıklamıştı[43]. Fakat aynı Ömer, inatla ve kendisini müşkil mevkide bırakmak gayesiyle Kur'-ânm müteşabih ayetleri hakkında soran Sabiğ'i döv-dürmüştü[44]. Dövdürmesi, Goldziher'in sandığı gibi mücerred sormasınadn dolayı değildi.
Ali b. Ebî Talib (Ö. 40/661) Küfe minberinden halka «Kitabullahdan herhangi bir ayşt hakkında sormak isteyen varsa sorsun.» diye ilan etmişti. Sorulan ayetleri (ez-Zâriyat 1-4) tefsir etmişti[45].
İbn Abbas (Ö. 68/687) Kur'ânın hemen hemen her ayeti hakkında fikir beyan etmiştir. O, «(Allah) hikmeti kime dilerse ona verir. Kime de hikmet verilirse muhakkak ki ona çok hayır verilmişdir...»[46] ayetin-deki«Hikmet'i Kur'ân tefsiri, olarak izah etmiştir[47]. Mücahid (Ö. 103/721) bütün Kur'ânı başından sonuna kadar üç kere tbtı Abbas'a arz etmiş, her ayetin mânâsını, ne hakkında nazil olduğunu ondan öğrenmişti[48]. Abdullah b. Ömer (Ö. 73/692) el-Bakara sûresini öğrenmek için sekiz sene üstünde durmuştu[49]. Sa'id b. Cubeyr (Ö. 95/713) : «Kur'ânı okuyup da sonra tefsir etmeyen kimse kör veya a'rabî gibidir.» diyordu[50].
Netice itibariyle şunu söyleyebiliriz: Hz.' Peygamberin irtihalinden sonra, İslâm akidesini bid'atlerden siyanet için sahabiler Kur'ânı izah etmeye mecbur kalınca, evvela Peygamberimizin hadislerini araştırıyorlar, onun tarafından tefsir edilmcmşise, içlerinden işin ehli olanlar, bildikleri hususları açıklıyorlardı. Bir kısmı ise nisbeten izaha muhtaç ayetler hakkında Peygamberimizden işittikleri malumat olmadığı takdirde, bu hususta re'y izharından kaçınıyorlardı. Ekseriyet hükümlerle alakalı bulunmayan, yahut ibrete medar olmayan meselelerde siyaktan anladıkları icmali mânâ ile iktifa ediyorlar, müfredatın mânâlarını araştırmakta tekellüf ve taammükden sakınıyorlardı. Çünkü sahabe umumiyetle, kendilerinden istenileni yapmak, ayetlerin maksudunu anlamak için Kur'ânı okuyorlardı. Kur'ânm mücerret tetkik gayesiyle ele alınması, sonraları yavaş yavaş başlayacaktır. Fakat sahabile-rin bir çoğu, ihîasları, nüfûz-u nazarları, kendilerine mahsus meziyetler sayesinde, tetkik gayesiyle okumadıkları halde, tetkikin semeresine ve Kur'ânm inceliklerine vasıl olmuşlardı.[51]
Bu fasılda Peygamberimizin Kur'ân-ı Kerimi tefsir etme vazifesi ve selâhiyeti, bu tefsirin değeri. Kur'-ânın tefsire muhtaç olan ve olmayan kısımları, Peygamberimizin mikdar itibariyle Kur'ânm ne kadarını tefsir ettiği, hükmen merfû olan rivayetler, sünnetin Kur'âna raci' olup olmadığı, hadislerin Kur'âna muvafakati meselesi, Kur'ân ile hadisler arasında tenakuz iddiası ile, Peygamberimizden rivayet olunan bazı tef-sirlerdeki müşkilâtm, dirayet yolu ile izahlarını ele alacağız.[52]
Cenab-ı Hakkın rahmet ve hikmeti, ilâhi kitabı insanlara vahiy suretiyle göndermeyi iktiza ettiği gibi, vahye mazhar olan Peygamberin de onu bizzat açıklamasını dilemiştir. Kitap bazı inanmayanların istediği gibi, «elleriyle tutacakları kâğıtlar»[53] halinde gökten inseydi, insanlar onun emir ve hükümlerini ne şekilde tatbik edeceklerini layıkiyle bilemiyeceklerdi. Allanın kitabının mâna ve, ahkâmını, Peygamberin izah etmesi bundan dolayı gereklidir. Ceriab-ı Hak şöyle buyurarak Kur'anı tefsir etme vazife ve selâhiyeti-ni Peygamberin© vermiştir:
«Biz sana da Kur'anı indirdik. Ta ki insanlara, ken-dilerind ne indirildiğini açıkça anlatasın ve ta ki insanlar da iyice fikirlerini kullansınlar»[54]
«Gerçekten, biz sana kitabı —Allah'ın sana gösterdiği vech ile insanlar arasında hükm etmen için — hak olarak indirdik»[55]
«Bu kitabı sana (başka bir hikmetle değil) ancak hakkında ihtilâf ettikleri şeyleri açıkça anlatman için... gönderdik»[56]
«Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan (Allahm) elçiliğini tebliğ etmiş olmazsın»[57] Tebliğ iki vecihle yapılır: Birisi risaleti yani Kitabı tebliğ, diğeri de mânalarını açıklamak vg bildirmek şeklinde olur[58]
«Sonra onu açıklamak da, bize aittir»[59]. Bazı âlimlere göre buradaki açıklamaktan murad, Hz. Peygamberin tebyin ve tefsir etmesidir[60]
îbn Teymiyye, mezkûr Cen-Nahl 44) ayeti kerimesine istinad ederek, Hz. Peygamberin, ashabına Kur'a-nın mânalarını bildirmesi ve açıklaması vacip olur.» demektedir[61]. Et-Taberi (Ö. 310/922) bu ayet hakkında şöyle diyor:
«Cenab-ı Hakkın beyanından anlaşılıyor ki, Kur'a-nm bir kısmının te'viline, yüce Resulün izahı olmaksızın ulaşmak mümkün değildir.. Vücub, nedb, irşad şeklindeki emir çeşitleri, nehiy nevileri, hak ve hadleri, mahlûkatının yek diğerlerine karşı lâzım gelen hükümleri ve emsali ayetlerin ahkâmı bu cümledendir. Allah'ın Resulünden bir nass olmadıkça, yahut ümmetini te'viline irşad edecek bir delâlet varid olmadıkça, bu hususlarda hiç kimsenin söz söylemesi caiz olmaz»[62].
Hz. Peygamber (A.S.M.)'in tefsiri, Kur'ânm mücmel olan ayetlerini tafsil, umumî hükümlerini tahsis, müşkilini tavzih, neshe delâlet etme, müphem olanı açıklama, garip kelimeleri beyan etme, tavsif ve tasvir ederek müşahhas hale getirme, eclebî incelikleri muhtevi ayetlerin maksudunu bildirme gibi belli başlı kısımlara taalluk eder. Bunlar ilerde misalleriyle-birlikte zikr edilecektir.
Peygamberimiz de bir hadisinde şöyle buyurmaktadır :
«Şunu kat'î olarak biliniz ki, bana Kur'an-ı Kerim ve onun bir misli daha verilmiştir Karnı tok bir halde, rahat koltuğunda oturarak: Şu Kur'ana sarılınız; onda helal olarak ne görmüşseniz onu helâl kabul ediniz, neyi de haram görmüşseniz onu haram biliniz, diyecek bazı kimseler gelmek üzeredir»[63]
İbn Kesir'e CÖ. 774/1373) göre Kur'an iîe beraber verilen misli, sünnettir[64]. El-Hattabî (Ö. 388/998) bu hadisi aşağıdaki şekilde şerh eder:
«Bana Kur'an ve onun bir misli daha verilmiştir» sözünün, te'vili, iki veçhe muhtemildir. Birincisi: Hz. Peygamber (A.S.M.) metlüvv olan zahirî valiye maz-har olduğu gibi, ona gayr-ı metlüvv olan batmî bir va-fjiy de ihsan edilmiştir. İkincisi: Tilavet edilen vahiy olarak Kitap (Kur'an), bir misli olarak da, kendisine beyan (açıklama) verilmiştir. Yâni Kitaptaki hususları açıklamasına izin verilmiştir. Bu sayede mahsûsu tamim edebilir. Umûmu tahsis eder. Kitapda olmayan hükmü koyabiIir ve Kitaptakini şerh eder. Bunlar, amel edilmesi vâcip-folmak ve kabulü gerekmek ba-kımmdan, tilavet edilen Kur'an hükmünde olur. «... Diyecek bazı kimseler gelmek üzeredir» fıkrasına gelince, bu kavliyle Hz. Peygamber (A.S.M.), Kur'anda zikr olunmayan fakat kendisinin koyduğu sünnetlere muhalefet etmekten sakındırmış oluyor. Nitekim Haricîler ve Rafızîîer böyle yapmışlar. Kur'anın zahirine tutunarak Kitabın beyanını tazammun eden sünnetleri terk etmişler, şaşırmış ve sapıtmıslardır[65].
İbn Kuteybe (Ö. 276/889) ile İbn Teymiyye (728/ 1328) de hadisdeki «misi» i sünnet olarak izah etmişlerdir[66]
En-Necm süresindeki «O, kendi arzusuna göre konuşmaz. O, vahyedilenden başka bir şey değildir»[67] ayetindeki vahiyden maksad, bazı âlimlere göre yalnız Kur'an-ı Kerim, bazılarına göre ise sünnetlere de şamildir, «Zira hadis, ya sırf vahiydir. Yahut Hz. Peygamber (A.S.M.)'in muteber bir içtihadıdır... Onun hakkında hata caiz olsa bile muhakkak surette neti-.cede doğru olana rücû eder»[68].
Kur'an-ı Kerimin bazı ayetlerini anlamakta karşılaşılan güçlükler, başka ayetlerde vuzuha kavuşur. Mesela, bir kıssa bir yerde nisbeten mufassal olarak geçmişse, başka yerde ona yalnız telmihde bulunulur. Bir hüküm bir yerde mücmel bırakılmış ise, bir başka yerde tafsil edilmiş olabilir. Bir yerde ihtisar edilen, diğer yerde genişletilebilir[69]. Bu kabil güçlükler Kur'an-ı Kerimi dikkatli okumak ve ayetleri arasında irtibat kurmak suretiyle halledilebilir, ayrıca tefsire muhtaç olmaz.
Ahkâma, âhiret ahvaline, kısas ve ahbâra... aid bazı hususlar vardır ki Kur'anda zikr edilmezler. Bunların tefsiri Peygamberimize bırakılmıştır. «Biz sana da Kur'anı indirdik. Tâ ki insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın» ayetiyle, Hz. Peygamber açıklamakla mükellefti. Onun beyanı kavliyle, fiiliyle ve ikrarıyla olurdu. Bundan dolayı Hz. Peygamber ashabının, Kur'ânı ve onunla amel etmeyi onar onar ayetler halinde öğrenmelerini temin ediyordu. Bu öğretimin teferruatı hakkında fazla bilgimiz yoktur. Yalnız şunu söyleyebiliriz ki, Hz. Peygamberin ayetleri tefsir etmesi, programlı bir takrir şeklinde olmayıp ikinci fasılda arz edeceğimiz müteaddid vesilelerle oluyordu.
Hz. Peygamber (A.S.M.)'in Kur'anı açıklamasına bir örnek olarak şu ayeti ele alalım:
«Ey Peygamber (A.S.M.), kadınları boşayacağınız .vakit iddetlerine doğru boşayın...»[70]. Boşamanın makbul şekli ve keyfiyeti bu ayetten vazıh olarak anlaşılmamaktadır, îbn Ömer'in karısını boşaması dolayısıyla varid olan hadis-i şerif ayeti tefsir etmiştir:
İbn Ömer dedi ki: Karımı, o hayızh iken (bir talakla)[71] boşadım. (Babam) Ömer bu durumu haber vermek üzere Resûlullaha gitti. Resûlullah ona : «Oğluna emret, karısına ric'at etsin. Sonra temizlenip, sonra bir hayız daha görüp temizlenene kadar tutsun. Sonra mücameat etmeden, isterse boşasm, isterse ala-koysun. işte Allah Teala'nm dediği iddet budur»[72].
Burada Hz. Peygamber, kavli olarak ve ayetten muradın ne olduğunu tasrih ederek, Îbn Ömer'in hadisesi münasebetiyle ayeti açıklamıştır.
Eş-Şafii'nin dediğine göre: «Resûlullahm sünnetlerinin Kur'an ile iki.vechi vardır: Birincisi, Peygamber Allah'ın indirdiğine olduğu gibi tabi olur. Diğeri, mücmeldir. Resûlullah Allah adına mücmelin mânasını beyan eder. Farz oluş keyfiyetini, umumî veya hususi olduğunu izah eder. Kullardan ne şekilde yapmalarını istediğini bildirir»[73].
Hz. Peygamber (A.S.M.)'in Kur'anı beyan etmesi, bazan da ondaki sarih hükümlere, yine vahye müsteniden ilave yapmakla olur. Hala ve teyzesinin üstüne kadının nikâhlanmasmı, ehli eşeklerin etini haram kılması gibi[74]. Mücmel ayetlerden murad-ı İlahiyi tayin etmek çok zor veya gayr-ı mümkün olduğundan sahabe, bilhassa ahkâm ayetlerinin izahında, Peygamberimizin açıklamalarına son derece ehemmiyet verirlerdi. Burada bu tezahüre dair bir kaç misal vereceğiz.
Hz. Ömer (R.Â.) halka hitaben: «Kur'andan en son nazil plan riba ayetidir. Resûlullah ribayı tefsir etmeden vefat etti. Binaenaleyh ribayı da, riba şüphesi olanı da bırakınız»[75] buyurmuştur.
îmran b. el-Husayn'in (Ö. 52/672) bulunduğu bir mecliste, adamın biri: «Kur'anda olandan başkasından bahs etmeyin.» deyince îmran: «Sen ahmak bir adamsın! Öğle namazının dört rekât olduğunu, onda kıraatin cehr edilmeyeceğini Kitabullahda gördün mü?" Sonra namazı ve zekâtı ve emsali hükümleri sıraladı ve ilave etti: «Bütün bunları Allah'ın Kitabında müfesser olarak buluyor musun? Kitabullah bunları müphem bırakmıştır. Sünnet de tefsir etmiştir»[76].
Gelecek misalde görüleceği gibi Peygamberimizin beyanına muttali olmadıkları hallerde, bazı fakih sa-habiler bile,.Kur'andan yanlış hükümler çıkarabiliyor, fakat, Hz. Peygamberin izahını birbirlerine ulaştırmak suretiyle mütenebbih oluyorlardı.
Abdullah b. Ömer'e, kirpinin haram olup olmadığı sorulmuştu.
«De ki î «Bana vahy olunanlar arasında yiyen bir kimsenin yiyeceği içinde haram edilmiş bir şey bulmuyorum. Yalnız ölü, ya dökülen kan, ya domuz eti — ki bu, şüphesiz bir murdardır—, yahut Allahdan başkasının adına boğazlanmış bir fısk olmak müstesnadır»[77] ayetini okuyarak «ye» dedi. Sonra birisi İbn Ömer'e: Ebu Hüreyre Resûlullahın kirpi hakkında «o habis şeylerden biridir.» dediğini rivayet ediyor.» deyince : «Peygamber böyle diyorsa, mesele onun dediği gibidir.» dedi[78].
îbn Mes'ud gibi, kendisini iîme vermiş Peygamberimize yakın olan sahabiîer, öğrendikleri her ayetin mânasına ve hükmüne de vakıf idiler. Bunları bizzat yahut bilvasıta Hz. Peygamber (A.S.M.)'den, veya aralarında müzakere ederek birbirlerinden öğreniyorlardı. Nitekim İbn Mes'ud şöyle demektedir:
«Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki, Allanın Kitabında hiç bir ayet yoktur ki onun nerede nazil olduğunu, hangi hususta nazil olduğunu bilmiş olmayayım. Kur'anı benden daha iyi bilen, bineklerin ulaşacağı birini bilseydim, onu görmek için yola koyulurdum»[79].
Bu habere istinaden, Hz. Peygamber (A.S.M.)'in Kur'anın tamamını sahabeye açıkladığı hükmü çikarı-lamazsa da, onun ilim halkasına dahil olan ileri gelen ashabın, Kur'ânda anlamadıkları noktaların mahdut olduğuna istidlal edebiliriz. Bazı hallerde de sahabîler, Peygamberimizin tatbikatından bir kısım ayetlerin te'vilini öğreniyorlardı.
Bu rivayette görüldüğü gibi Hz. Âişe Peygamberimizin, Kur'antn emr ettiğini yapması hakkında «Kur’anı te'vil ediyordu.»'ifadesini kullanmıştır[80].
Sahabe gibi onlardan sonra gelen başlıca «Ehlu's-sunne» alimleri de Hz. Peygamberin izahlarını arayıp değerini takdir etmişlerdir. Mekhûl'e göre (Ö. 113/ 731) «Kur'anın sünnete olan ihtiyacı, sünnetin Kur'a-na olan ihtiyacından daha fâzladır»[81]. Kasd ettiği ihtiyaç, açıktır ki insanların anlaması cihetinden, insanların sünnete muhtaç olmasıdır. «Bu sözle, Kur'-an-ı Kerimin mânalarını en iyi bilen insanın, nevadan konuşmayan, konuştuğu ancak vahy-i ilâhî olan Re-sûl-i Ekrem olduğuna işaret etmek istemiştir»[82]
Yahya b. Ebî Kesir (Ö. .129/746) ise : Sünnet Kur*-ana kadîdir. Kitap ise Sünnete kadî değildir- demiştir[83]. Ed-Darimî (Ö. 255/869) bu sözü «Sünnetin Kitaba kadî olması hakkındaki bab» da nakl eder ki, kendisinin de bu görüşe iştirak ettiği anlaşılır. İbn Ku-teybe bu sözü: «Sünnet Kitabı açıklayıcıdır. Kitaptan Allah'ın murad ettiğini bildirir»[84] şeklinde açıklar, îlk nazarda yanlış bir intibaa sebebiyet verecek olan bu sözü Ahmed b. Hanbel (Ö. 241/855) açık bir ifadeye kavuşturmuştur: «Ben böyle söylemeye cesaret edemem, lâkin derim ki: Sünnet Kitabı tefsir ve beyan eder»[85].
El-Evza'î (Ö. 157/774) Hassan b. Atiyye'nin «Cibril Kur1 anı getirdiği gibi, sünneti de Peygambere getiriyordu.» dediğini nakl eder[86]. İbn Huzeyme de (Ö. 311/923) Kur'anm, hadisle anlaşılabileceğini şöyle ifade eder:
«Allah Teâîâ husûsî ve umûmî olarak Resulüne indirdiği Kitabını açıklama işini yine Resulüne havale etmiştir. Hz. Peygamber (A.S.M.), Sünnetiyle Allah'ın namaza kalkanların hepsine değil de, bir kısmına ab-desti emr ettiğini belirtmiştir. Nitekim «Onların mallarından bir sadaka al...»[87] ayetiyle muradının bütün mallardan değil de, bir kısım mallardan zekât (sadaka) alınması olduğunu; «Erkek hırsızla kadın hırsızın... ellerini kesin»[88] ayetinden muradın bütün hırsızlar değil de, bazı hırsızlar olduğunu —çünkü bir dirhem yahut daha az çalana da hırsız denilir —Resûlullah «El kesme, bir dinarın dörtte birinde ve daha ziyadesinde olur.»[89] hadisiyle, Cenab-ı Hakkın muradının, bütün hırsızlar değil, bir kısım hırsızlar olduğunu beyan etmiştir. Cenab-ı Hak peygamberine: «Biz sana Kur'anı indirdik. Ta ki insanlara kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın.»[90] buyurmuştur.
îbn Huzeyme bir başka yerde şöyle diyor:
«Allah. Teâlâ'nın:
«... ak iplik kara iplikten size seçilinceye kadar...»[91]
ayetinde, «hayt = iplik» ismi, gündüzün beyazı ve gecenin karanlığı hakkında vaki olmuştur. Bil ki, arap-lar, haytan bu mânâsına âşinâ değillerdi. Allah Teâlâ Kitabını arapların diliyle indirmiştir, yoksa (arapla-rin) mânalarıyla indirmemiştir. «Hayt» dilleridir, bu ismi, gündüzün beyazı ve gecenin siyahlığı için kullanmak keyfiyeti, Resûlullah kendilerine bildirmeden önce, onların anladığı bir şey değildi[92].
Kanatimizce Îbn Huzeyme'nin bu sözü izaha muhtaçtır. Şöyle ki: Arapça'nın lafzı ile mânasını birbirinden ayırmak mümkün değildir. Kur'an'ın lafzının mânaları, normal olarak, o kelimelerin Arapça'da ifade ettiği mânalardır. Anlaşılan, tbn Huzeyme şunu kas-dediyor: Arapça'da mevcut bazı lafızları Kur'an-ı Kerim, lüğavî mânalarından şer'î mânalara nakletmiştir (salat, zekât, münafık gibi). Bu takdirde bu söze, itiraz edilemez.
Et-Taberl'nin de mütalaasını nakl ederek bu mevzua nihayet vereceğiz:
«... Kezalik Kur'anda varid olan müphem kelimelerin hükmünü, kıyasla, müfesser olana irca etmek caiz değildir. Lakin vacip olan, her biri hakkında tenzilin zahirinin muhtemil olacağı şekilde hükm etmektir. Meğer ki bunlardan bir kısmı hakkında, Resulden zahir hükmü batın hükme ihale eden bir haber varid olmuş olsun. Bu takdirde onun hükmüne teslim olmak vaciptir. Zira Allah'ın muradım açıklayan odur»[93].
Et-Taberî, Tefsirinin birçok yerinde, ayetleri izah ederken kendisinin daha mütemayil olduğu re'yi. Hz. Peygamberden gelen bir haber dolayısıyla terk ettiğini ifade eder. Mesela, «İçinizden kim dininden dönerse Allah... Kendisinin onları seveceği, onların da Kendisini seveceği bir topluluk getirir...»[94] ayetinin tefsirinde : «... Resulden haber varid olmasaydı, bu kavm, *Ebû Bekr ve beraberinde olanlardır, derdim... Fakat Resulün hadisi dolayısıyla bu kavli terk ettik. Zira Allah Teâlâ'nın vahyinde ve Kitabının ayetlerinin te'vi-linde, beyanın ma'dini (aslı) Peygamber salla'1-lâhü aleyhi ve sellem'dir»[95].
Umumî bir hüküm olarak, Kur'an-ı Kerimin tefsir edilmesinin zaruri olduğunu izaha çalıştık. Bizzat Peygamberimizin, Kitabı açıklama işi ile tavzif edildiğini gördük. Fakat bu hiç bir zaman, Kur'anın bütününün veya ekserisinin Hz. Peygamber (A.S.M.) tarafından kafi bir surette tefsire kavuşturulmuş olduğu mânasına gelmez. Bu mevzuda et-Taberi'nin fikri ve tasnifi umumiyetle ilim ehli tarafından hüsn-ü kabul görmüştür. Onun fikirlerini şöyle hülasa edebiliriz : Kür'anın bir kısmının te'vilini Cenab-ı Hakdan başkası bilemez. Bunların ilmini Allah Zatına mahsus kılmıştır. Kıyametin vakti, nefh-i sûr, Hz. İsa'nın nüzulü ve bunlar gibi... Hiç kimse bunların vakti hakkında bir şey bilemez. Yalnız şartlarına dair haberler gelmiştir. Hz. Peygamber (A.S.M.) bu mevzularda bir şey söylediğinde, sadece şartlarını söyler, vaktini tahdid etmezdi. Deccal mevzuu da bunlardan biridir. Bunları Hz. Peygamber (A.S.M.) de günü gününe, senesi senesine bilmiyordu. Ancak Cenab-ı Hak, bu kabil hâdiselerin delillerini ve şartlarını ona bildiriyordu.
Kur'anın bir kısmının te'vilini ise, nazil olduğu lisanı bilen herkes anlar. Fakat Arapça'ya vakıf olan insanlar, nihayet kelimelerin lisanda hangi mânalara geldiğini bilirler, yahut bazı özel sıfatlarla tavsif edilen mevsufları anlayabilirler. Yoksa bu kelimelerle murad edilen birtakım gerekli hükümleri ve durumları kolay kolay anlayamazlar. Zira böylesi bilgileri Cenab-ı Allah Peygamber (A.S.M.)'ine mahsus kılmıştır. Onun beyanı olmadıkça, bunlar idrâk edilemezler. Mesela «Onlara: «Yeryüzünde fesad çıkarmayınız» denilince : «Biz sadece muslinler, düzeltmek için çalışanlarız» derler. Biliniz ki onlar müfsitlerin ta kendileridir, fakat bunu bilmiyorlar» (Bakara, 11-12) ayetini işitince lisan ehli bilir ki ifsad "zararlıdır, terkedilmesi gerekir; ıslah ise faydalıdır, yapılması gerekir. Ancak Allah'ın ifsad ve ıslah saydığı mefhumları bilemez.
Bilmeyi yalnız Zâtına tahsis ettiği hususları ise, Mah'dan başkası bilemez[96].
Buna benzer bir tasnif de Muhammed b. el-Hey-sem'den nakledilir. Bu zat ayrıca der ki:
•Kur'an içinde Cenab-ı Hakkın, ilmini Zâtına tahsis ettiği hususların olduğunu ve bizim için bunlara vakıf olmaya yol bulunmadığım üıkâr etmem. Bu kısmında emir ve nehiy olarak biz kullara herhangi bir şey terettüp etmez. Cenab-ı Hak, onlara inanmak ve cümîeten teslim olmakla kulluğumuzu ortaya koymak istemiştir»[97].
Âlimlerin fikirlerini nazarı itibara alırsak, Kur'ani Kerimin ayetlerini, anlaşılması itibarıyla şöyle sınıf-landırabiliriz .-
a) İlmi Allah'a mahsus olanlar.
b) İlmi yine vahiy ile Hz. Peygamber (A.S.M.) e tahsis edilmiş olan ayetler. Bunlar ekseriya ibadetlere ve amelî ahkâma, bir kısım mugayyabata dair mücmel ayetlerdir. Bu. emir ve hükümler Kur'anda varid olmuş ise de, ne şekilde ifa edileceği bildirilmemiştir. Hz. Peygamber (A.S.M.)'in beyanı olmaksızın, bunlardan ilahî muradı anlamak imkânsızdır. Mesela, Kur'anda sarih bir şekilde (namaz kılın) emri vardır. Müphem olarak vakitlerine de işaret edilmiştir. Fakat arap dilinde «dua etmek- ve «uyluk kemiklerini hareket ettirmek»[98] mânasına gelen »salatadan, Cenab-ı Hakkın muradını ancak Hz. Peygamberin beyanı ve tatbikatıyla anlamamız mümkün olmuştur.
«İşte lûgaten -biri kalb ve lisan işi olan duaya, diğeri de bir hareket-i bedeniye işi olan fi'l-i mahsus iki mânaya gelen salat kelimesi şer'an Hz. Peygamber (A.S.M.)'imizden görülegeldiği üzere kalbi, lisanı, bedenî ef al ve erkân-ı nıahsûsadan mürekkep, gayet muntazam bir ibadet-i kâmilenin ismi olmuştur ki necasetten taharet, hadesten taharet, setr-i avret, va-kit, niyet, istikbâl-i kıble namıyla altısı dışından başlayan şart; iftita-h tekbiri, kıyam, kıraat, rükû', sücud, teşeh-hüd mikdarı ka'de-i ahire namıyla içinde yapılan altı da rükün olmak üzere lâ akal on iki farz-, fatiha, zamm-ı sure, tadil-i erkân, ka'de-i ûla ve saire gibi bir takım vacipleri, bunlardan başka birçok sünnetleri, müstehabları, edebleri, mekrûhatı ve müfsidatı, sonra beş vakit ve cuma gibi farz, Vitir ve bayram gibi vacib, ve diğer sünnet-i müekkede ve gayr-ı müekke-de nevafil olmak üzere enva ve aksamı vardır kî beyanı kütüb-i fıkhiyeye aiddir»[99].
Mezkûr misalde olduğu gibi, ibadât ve muamelata dair bütün ahkâm ayetlerini Peygamberimiz hakkıyla tefsir ve beyan etmiş, teferruatlarına varıncaya kadar anlatmıştır. Mevzulara göre tasnif edilmiş hadis mecmuaları, bu ayetlerin geniş bir tefsirinden başka .bir şey değildir. Ayrıca nasih ve mensuh, emirlerin kafi şekli, terğib ve terhib babından olan ayetlerde de murad-ı ilahiye, hadislerle hüküm verilir.
îîmi Hz. Peygamber (A.S.M.)'e mahsus ayetler," sadece ibadât ve ahkâma aid olan ayetler değildir. Bazı muğayyebata, bir takım uhrevî ahvâle, ahbar ve kısasa dair tafsilat da bu cümledendir. Bunların misallerini İlerde arz edeceğiz.
îşte ilmi kendisine mahsus kılman ayetleri ve bu ayetlerden —insanlara ulaştırmakla mükellef olduğu ilahî muradı, peygamberimiz (A.S.M) beyan etmiştir. Bu hükmün haricinde kalan hususlarda çeşitli vesilelerle açıkladığı ayetler olduğu gibi, tefsir etmediği ayetler de olmuştur. Bir kısım ayetleri açıklamaya matuf izahları olmuş ise de, bunları ayetin kat'i tefsiridir, diye tevkifi bir tarzda söylememiştir. Muhatabın durumuna göre bazan lâzımını, bazan semeresini gösterir tarzda beyan etmiştir.
Böylece muayyen bir seviyeye ve muayyen bir asra değil de, kıyamete kadar gelecek bütün zamanlardaki bütün insanlara hitab eden umumî bir irşad kitabı olan Kur'andan, her asır ve her insan, kalbi ve fikri hayatını tatmin edecek mânalan anlama imkânına kavuşmuştur. Bu bazılarının zannettiği gibi Kur'an için bir nakısa değil, bilakis gayesinin lazımıdır ve mucive-vı taraflarından biridir. Bazı tariflere göre müteşabih sayılan bu ayetlerin te'vilini, Cenab-i Hak belki de Peygamber (A.S.MJ 'imize bildirmiştir. Fakat bu hususlarda Peygamber (A.S.MJ'imizin kat'î beyanlarda bulunmayışı, insanların Kur'an-i Kerimin ayetlerini bizzat teemmül ve tedebbür etmeleri, tefekkür hürriyetini temin gayelerine matuftur.
Bunlardan başka Kitapta ve sünnette vafid olmayan, bilmemekte zarar, bilmekte ise ameli bir faide bulunmayan hususlar vardır. Sahabiler bunları sormamışlardır, fbn Abbas'dan rivayet edilen bir söze göre, «Hz. Peygamber (A.S.MJ'in ashabı, sadece kendilerine faidesi olan meseleleri sorarlardı»[100]. Fakat birtakım basit zihinler, lüzumsuz şeyleri kurcalamış, eski tefsirlerin bazısı, lüzumsuz bir konuda bir yığın kavillerle doldurulmuştur. Mesela el-Bakara sûresinin 73. ayetinin tefsirinde «Buzağının hangi uzvuyîa maktule vurulduğu»[101], Hûd sûresinin 40. ayetinin tefsirinde Hz. Nuh ile beraber gemiye binenlerin kaç kişi olduğu meseleleri[102] gibi. Et-Taberi gibi bazı mü-fessirler ise bu kabil meseleleri, istemeyerek, bazan da tenkid ederek nakl etmişlerdir.
c) Kur'anın bir kısım ayetlerini anlamak, onun ayet ayet nüzulüne şahit olan, ayetlerin fiiliyle ve kav-liyle tefsirini yapan Peygamberimize müsahabct eden sahabenin beyanına mütevakkıftır. Bu kısma daha çok, nüzul sebepleri dahildir. Nüzul sebeplerine dair rivayetler zahiren ashaba mevkuf olsa da, hükmen mer-fû sayılırlar[103].
ç) Ulemanın tefsir etmeye muktedir olduğu ayetler. Resûlullah, Kur’anın mühim kısımlarını açıklamakla beraber, âlimlerin içtihadlanyla istinbat edecekleri hükümler ve nüfûz-u nazarlarıyla keşf edecekleri incelikler çoklukla bulunmaktadır, ilimde rüsûh kazanmayan bazı kimselere göre tenakuz ve ayetler arasında ihtilaf zannedilen hususların hakikatini beyan etme işi de bu kısma dahildir[104].
d) Arap lisanına aşina olan her insanın derecesine göre anlayacağı hususlar[105].
Peygamber (A.S.M.)'izin Kur'ânın ne kadarını izah ettiği mevzuunda ihtilaf edilmiştir. «Kur'anın bütün ayetlerini, yahut tamamına yakın ekseriyetini beyan etmşitir.» diyenler olduğu gibi, «tefsir ettiği ayetler sayılacak kadar azdır.» diyenler de olmuştur. Bu hususta kat'İ bir delil bulunmadığından, ayrıca haberlerin sıhhati için ileri sürülen şartlar farklı olduğundan (mesela, bilhassa tefsir sahasında sayısı çok olan mürsel haberler, bazıları indinde sahih sayılırken, bazılarınca ihticaca salih olmayan zaif haberler cümlesinden, addedilmektedir) ve bu sahada, geniş çerçeveli müstakil bir araştırma yapılmadığından, bu mesele hakkında fikir beyan edenler, umumî prensiplerden ve birtakım ip uçlarından hareket ederek hüküm çıkarmışlardır. Gelecek sahifelerde, bu iki aşırı görüşün delillerini tahlil edeceğiz. Dağınıklığa meydan vermemek maksadıyla, her delili zikr ettikten sonra, münakaşasını da birlikte yapacağız. Fakat daha önce, bn mevzua dair Hz. :Âişe'nin sözünü inceledikten sonra her iki tarafın iddialarını tahlil edeceğiz.
a) Hz. Peygamberin Tefsir ettiği mikdar hakkında Hz. Âişe'nin sözü :
«Peygamber (Â.S.M.), Cebrail'in kendisine öğrettiği, sayılabilecek kadar mahdut ayet haricinde, Kur'-andan'bir şey tefsir etmezdi»[106].
Bu hadisin isnadı hakkında cereyan etmiş olan . münakaşaların ve sahih olmak kaydı ile mânasını tevcihe dair fikirlerin hülasasını belirtmemiz gerekiyor.
Et-Taberi hadisin senedindeki Ca'fer b. Muham-med ez-Zübeyrî'nin hadis ve asar ehli arasında bulunmadiğini söyler[107]. îbn Kesir (Ö. 774/1373) : «Bu hadis münkerdir ve garibdir. İsnaddaki Ca'fer b. Muham-med hakkında el-Buhârî: «Hadisinde mütabeat edilmez». Hafız Ebû'1-Feth el-Ezdî de : munkeru'l hadis olduğunu söyler»[108] Ahmed Muhammed Şâkir ise, uzun tahkiki neticesinde, cerh ve tadil ulemasının ekserisinin bu şahsı sika saydıklarını belirterek, tevsik edilmesini tercih eder.[109]
Et-Taberi, !Âişe hadisini rivayet ettikten sonra hülasa olarak şu mütalaayı serd eder: «Bu hadis bizim iddiamızı takviye eder. Zira biz, Kur'anın bir kısmı ancak Hz. Peygamber (A.S.M.)'in beyanı ile anlaşılabilir, diyoruz. Emir ve nehye, helal ve harama, hadlere ve farzlara dair mücmel ayetlerin tafsil edilmesi, tenzilin zahirinde mücmel olan sair maânî-i şeriatın açıklanması bu cümledendir. Bunların tafsilat ve hükmü resulün lisanı üzere, 'Allah indinden varid olmadıkça bilinmez. Cenab-ı Hak bunları yine vahiy tarikiyle, Cibril yahut dilediği bir başka elçisi ile, resulüne bildirir, îşte Cibril'in talimi ile, Hz. Peygamber (A.S.M.)' in ashabına beyan ettiği ayetler bunlardır. Ve şüphesiz ki, bunlar sayılabilecek kadardır.
Mezkûr Âişe hadisinden murad, bazı gabilerin vehm ettiği gibi, Resûlullahm hiç denecek kadar az tefsirde bulunduğu olsaydı, kendisine indirilen Kur'an sanki kendisinin açıklaması için değil de, mânasını ve izahını başkasına bırakması için nazil olmuş olurdu. Cenab-ı Hak, Resulüne* kendisine inzal ettiğini, insanlara tebliğ ve tebyin etmesini emr etmiştir. Resûlullahm da bu emri yerine getirdiği sabittir.
Abdullah b. Mes'ûd'un hadisinde, Peygamberin Kur'anı, mânaları vo amel edilecek hükümleriyle anıkladığı sahih olarak rivayet edilmiştir. Bütün bunlar, mezkûr iddianın cehalete dayandığını gösterir. Diğer taraftan hadisin senedi, Ca'fer b. Muhammed sebebiyle illetlidir. Tâbiûndan tefsirden ictinab edenler, fetvadan kaçınanlar gibidir. Onlar Genab-ı Hakkın Resulü ile dinini ikmâl ettiğini, her hadisede nass ile yahut delâletle bir hükmü bulunduğunu ikrar ediyorlardı. Kaçınmaları o mevzularda Cenab-ı Hakkın hükmü olduğunu inkâr etmekten değildi, tçtihadlarmın, ulemaya yüklenen dereceye ulaşamamasından korkuyorlardı. Tefsirden ictinab edenler de, te'vilin ulemaya kapalı olmasından değil, sözlerinde isabet edememe endişesinden idi»[110]
Kitâbu'l-Mebânî sahibi Âişe hadisini şöyle değerlendirir :
«Hz. Peygamber (A.S.M.)'in, Cibril'den öğrenmeye muhtaç olduğu ayetler vardı. Zira o, Resûlullahm müşahade etmediği ahvali müşahade ediyordu. Bize göre Resûlullah, kendi indinden çok az tefsir etmiştir». Bu zat daha sonra ashabın, vahyin nüzulünü müşahade ettiklerini ve lisana vakıf olduklarını zikr ederek, bu sebeple onların çok az ayetin tefsirine muhtaç olduklarını, bunların da şer'i ahkâmın icmal edildiği vo izahı Peygamberin beyanına mütevakkıf olan ayetler olduğunu söyler.[111]
îbn Atiyye (Ö. 542/1147) : «Bu hadisin mânası; Kur'anm mugayyebatı, mücmelinin tefsiri ve emsali gibi Allah bildirmedikçe ıttılaına yol olmayan hususlardadır.» diyerek, Resûlullahın az tefsir etmesini, bu sahalara tahsis eder.[112]
îbn Kesir de et-Taberi gibi, Âişe hadisinde geçen «az ayetlerin», ancak Allah'ın tevfikiyle malûm olacak ayetler olduğunu kabul eder ve : «Şayet hadis sahih ise,' sahih mânası budur» der[113]
Böylece anlaşılıyor ki Peygamber (A.S.M.Timizin Kur'anı izahı; Cibril'in getirdiklerine münhasır değildir. Tâbiundan Hassan b. Atiyye'den el-Evza'i şu sözü nakl etmektedir: «Cibril Kur'anı getirdiği gibi, Kur'anı tefsir edecek sünneti de Peygambere getiriyordu».[114] îbn Abdi'1-Berr (Ö. 463/1070) gibi sünnetin kâfi derecede Kur'anı izah ettiğini söyleyen ve re'yle tefsirin hududunu daraltan bazı âlimlerin delillerinden biri de bu sözdür.[115] Bu hüküm'Âişe hadisine tamamen muhaliftir. Fakat bu iki söz şöyle uzlaştırılabilir: Sünneti gayr-ı metlüvv vahiy sayan âlimlere göre Cibril'in tefsirini bildirdiği ayetler çok fazladır. Bu kanaatta olmayanlara göre ise İzahı Cibril tarafından bildirilmiş olan ayetler çok azdır. Hadis rivayetlerinde Hz. Peygamberin Cibril'den sorduğu nadiren tasrih edildiğinden, bu iki anlayış da muteber olabilir.
Peygamber (A.S.M.Timizin Cibril'den öğrendiğini tasrih ettiği hadis rivayetlerini toplamaya çalıştık. Bunlardan birkaçını misal olarak arz edip diğerlerine işaret edeceğiz.
Birinci misal: *Allaha ve Resulüne (mü'minlere) (ıarb açanların, yeryüzünde (yol kesmek suretiyle} fesâdcılığa koşanların cezası, ancak öldürülmeleri, ya asılmaları, yahud (sağ) elleriyle (sol) ayaklarının çaprazvari kesilmesi, yahud da (bulundukları) yerden sürülmeleridir»[116] ayetinin tefsiriyle ilgili olarak şu hadis rivayet edilmiştir:
Buna göre Peygamber (S.A.V.)'imiz, ayette zikr edilen harb açanlardan maksadı ve onlar hakkındaki hükmün tafsilatını istemiş, Cibril de «hırsızlık yapan ve yol kesen hakkında, çalması sebebiyle elini kes, yol kesmesi sebebiyle de ayağını kes. Adam öldüreni, sen de öldür. Katil, yol kesme ve namahremin ırzına tecavüz suçlarını irtikâb edeni de as.» diyerek tafsilat getirmiş oluyor.[117]
İkinci misal: *Sen bağışlama yolunu tut. îyiliği emr.et ve cahillerden yüz çevir.»[118] ayeti inince Peygamberimiz bunun mânasını Cibril'den sormuştu. Cibril de: «Cenâb-ı Allah, sana zulmedeni bağışlamanı, seni mahrum bırakana vermeni, seni terkedeni ziyaret etmeni emrediyor»[119] demişti.
Üçüncü misal: «... İşte onlar işlediklerinin en güzellerini kabul edeceğimiz, günahlarından geçeceğimiz kimselerdir,..»[120] ayeti hakkında şöyle bir rivayet gelmiştir.
«İbn Âbbâs'dan : Hz. Peygamber (A.S.M.) Rûhü'l-Emîn'den şöyle nakl etti: «Kulun sevapları ve günahları (kıyamet günü) getirilir, birbirleriyle kısas ve mukabele edilir. Bir tek hasenesi' kalsa bile, Allah Teâlâ o kulu cennetinde ihsanına mazhar kılar».[121] Bu rivayetten, Peygamberimiz sormadan, Cibril'in bu haberi getirdiği anlaşılmaktadır.
Az önce işaret etmiş olduğumuz gibi, Cibril'in tavassutunun tasrih edildiği haberler Cok azdır ve bu haberler yaygın değildir.[122]
Hz. Peygamber (A.S.M.)'in Cibril'e sorduğuna dair gelen rivayetler incelendiğinde şu hususlar dikkati çeker:
1- Kütüb-i sitte, el-Muvatta ve Ahmed b. Han-bel'in Müsnedi gibi birinci derecede nazar-ı itibara alınan hadis kitaplarında, bu nevi rivayetlere tesadüf edilmemektedir.[123]
2- Bahis mevzuu sualler itikadî meselelere, yahut amelî hayata taalluk etmemektedir.
3- Hz. Peygamber (A.S.M.)'in, «sadece Cibril'in öğrettiği ayetlerin tefsirini yaptığına dair* olan rivayet sahih ise, herhalde Hz. Âişe'inin bundan kasdı, Cib-' ril'den rivayetin tasrih edildiği, Tasladığımız az sayıdaki bu rivayetler değildir. Bundan şu netice çıkarılabilir : Cibril t.alinvettiği halde, ekseriyetle onun tavassutu zikr edilmiyordu.
4- Hz. Âişe hadisini ve mevcut rivayetleri ha-zar-i itibara alırsak, buna bir de eskiden «Tefsiru Cibril» şeklinde yazılmış" bir mecmuanın[124] mevcûdiyetini ilave edersek, ttz. Peygamber -(A.S.M.)'in bazı ayetlerin izahını Cibril'den sorduğu hakkında bir ka-naata sahip oluruz. Resûlullahın müşahade etmediği bazı ahvali, Cibril'in müşahede etmesi sebebiyle, bazı ayetlerin tefsirini bilmek hususunda, Peygamberin Cibril'den sorması makul bir keyfiyettir[125]
b) Hz. Peygamber (A.S.M.)'in çok az tefsir ettiğini iddia edenler:
Bunlar el-Gazzali (Ö. 505/1111),[126] es-Suyûtî (Ö. 911/1505)[127] ile son asır bilginlerinden Ahmed. Emîn ile[128] Kasım el-Kaysî[129] gibi âlimlerdir. Hz. Peygamber (A.S.M.)'in Kur'andan çok az bir kısmı tefsir ettiğini ileri süren bu âlimlerin dayandıkları başlıca deliller şunlardır:
1- Hz. 'Âişe'nin sözü ki,[130] bu rivayetin tahlilini ve ne şekilde anlaşılması lâzım geldiğini az önce bahis mevzuu etmiştik.
2- Bazı ayetlerin tefsirinde sahabe ve müfessir-ler ihtilaf etmişlerdir. -Burada çok kaviller vardır.» demişlerdir. Aynı ;mesele hakkında, cem ve tevfik edilmesi mümkin pİmayan kaviller çoktur. Bu kavillerin hepsinin de Resûlullahdan işitilmiş olması ise muhaldir. Biri işitilmiş ise, diğerleri reddedilmelidir. Şu halde kafi olarak anlaşılıyor ki, her müfessir istinbatı île kendisine inkişaf eden mânayı söylemiştir.
Bu delile göre şöyle denilebilir: Sahabe arasında bazı ayetleri tefsir etmek hususunda ihtilaf yok değildi. Fakat ihtilaf büyütülecek kadar fazla değildir. Aralarında ihtilafın en az olduğu nesil sahabe neslidir. Ayrıca aralarındaki ihtilaf, ekseriyetle tezat ihtilafı değil, tenevvü ihtilafıdır. Bu tenevvü ihtilafı da iki kısımdır :
Aynı maksadı, farklı zâtlar değişik tabirlerle ifade Edebilir veya aynı şeyin farklı yönlerine işaret edebi-
lirler. Mesela, için biri «Kur'an'a ittiba», diğeri de «İslâm» demiştir. Her iki kavil de müttefiktir. İkisi de aynı şeye işaret etmiş, lakin her biri sıfatlarından biriyle vasf etmiştir. İkincisi onlardan her birinin, umumi bir mefhûmun bazı özelliklerini, misal kabilinden zikretmesidir. Bu durumda onların maksadı muhatabın dikkatini nev'e çekmektir, yoksa umûm ve hususuyla tam tamına bir lahdid ve tayin değildir. Mesela:
*...îşte onlardan kimi nefsine zulmedendir, onların bazısı mu'tedildir, onlardan bir kısmı da Allahın izniyle hayrat (ve hasenat yarışların) da öncü ol (up kazan) andır...».[131]
farzları yapmayan, haramları işleyen kimseyi, farzları yapan ve haramları terk eden kimseyi ise ileri geçen ve farzları yapmakla birlikte başka hasenat da işleyen kimseyi ifade eder. îmdi onlardan her biri bu umumî mefhûmu, taat nevilerinden biri hakkında zikr eder .Biri şöyle der: vaktin evvelinde, vakit içerisinde namazım kılandır. İse ikindi namazını, ısfırar vaktine kadar tehir edendir».
Diğeri de şöyle der: «Sabık, zekâtını vermekle beraber sadaka ile de ihsanda bulunandır. Muktasıd, yalnız farz zekâtı verendir. Zalim ise zekâtı vermeyendir, işte bu iki nevi, selef tefsirinde, ihtilaflı zannedilen tefsirin ekseriyetinin durumunu ifade eder.
Selef arasındaki ihtilafın-bir kısmı da, lafzın iki tarafa da muhtemü olması .sebebiyledir. Bu da ya lafzın lügatte «müşterek» bir kelime olmasından (mesela, gecenin hem başlaması hem de geçmesi manasına gelir, yahut her ikisine de muvafık olduğu halde, murad o iki neviden yahut iki şahıstan biri olmasından ileri gelir. Mesela sonra yaklaşti, derken sarkdı[132] ayetindeki zamirler gibi. Selef hakkında bazılarının ihtilaf saydığı hallerden biri de onların, mânaları, birbirine yakın lafızlarla ifade etmeleridir.[133]
ebeden muhtelif tefsirlerin rivayet edilmesinin sebeplerinden biri de, onların bazan aynı ayeti earklı kıraatlere göre tefsir etmiş olmalarıdır. Halbuki bu durumda, bir ayet hakkında onlardan iki ayrı tefsirin varid olması ihtilafa delâlet etmez. Her tefsir göredir. Nitekim selef buna işaret etmiştir. et-Taberî «Gözlerimiz döndürülmüştür»[134] ayeti hakkında îbn Abbas ve diğerlerinden kapatıldı, görmesine mani oIundu ayrıca döndürüldü, büyülendi» manasını tahric etmiştir. Katâde (Ö. 118/736) bu iki tefsiri şöyle tevfik eder : Teşdidle okuyan muhaffef okuyan ise mânasını kasd etmiştir. Keza[135] ayetinde kıraati cima mânasına, ise el ile temas manasınadır. İhtilaf yoktur.[136]
Selef arasındaki tefsir ihtilaflarında son olarak, sahabeye nisbet edilen rivayetlerin sahih olup olmadığının iyice.araştırılması gerektiği belirtilmelidir.
3- Hz. Peygamber (A.S.M.)'in Kur'anın bütün mânalarını beyan etmiş olması müteazzirdir. Bu an: cak«az ayetler için mümkündür. Binaenaleyh ayetlerden murad-ı ilahî, emareler ve delillerle istinbat edilir. Kullarının iyice düşünmeleri gayesiyle Allah, Kitabındaki her ayetin, kat'î muradını bildirmesini Resulüne emir etmemiştir[137]
Bu iddiaya şöylo itiraz edilebilir: Aklî cihetten bu sözün doğruluğu teslim edilemez. Zira Resûlullah bütün ayetleri de tefsir, edebilirdi. Bunda bir imkânsızlık yoktu. Böyle bir umumi hükümle, Peygamber (A.S.M.) imizin çok az tefsir ettiğine istidlal olunamaz.
4- Resûlullah bütün ayetlerin mânasını açıklasaydı
- Allahım, onu dinde fakih eyle ve ona te'vili öğret» duasına, îbn Abbas'ı tahsis etmesinin mânası kalmazdı.[138] Bu takdirde, tefsir de tenzil gibi sadece nakl edilen bir şey olmak gerekirdi. Sahabenin de anlayış bakımından müsavi olmaları iktiza ederdi.
Bundan Peygamber (A.S.M.) 'imizin, Kur'amn bütün mânalarını izah etmediği çıkarılabilir. Lâkin iddia edildiği gibi sadece çok azını açıkladığına delil olamaz.
5- Allah Teâlâ «Halbuki onu Resule veya aralarında yetki sahibi kimselere götürmelerdi, onlardan istinbat edebilenler onun ne olduğunu bilirlerdi»[139]
buyurmak suretiyle ilim ehli için istinbatı (delillerden içtihad ederek hüküm çıkarmayı) kabul etmiştir. Malûmdur ki istinbat sema'nm (işitmenin ve naklin) zıddıdır.[140]
Bu delil de müddeayı isbata kâfi değildir. Peygamberimizin Kur’anın ekserisini beyan etmesiyle, içtihada meydan kalması birbirine münafi değildir.
6- Kur'amn yalnız bir kısım ayetleri için Hz. Peygamber (A.S.M.)'e merfû ve müsned tefsir rivayetlerine tesadüf edilir[141]
7- Ahmed b. Hanbel (Ö. 241/855) gibi rivayete ehemmiyet veren bir zat bile «üç şeyin aslı yoktur: Meğâzî, melahim ve tefsir.» demiştir. Onun gibi bazı âlimler, bu babdan gelen'rivayetlerin sıhhatini kafi olarak inkâr etmişlerdir. Müfessirlerin bu sahada va-rid olan rivayetlere güvenmediğinin bir delili de, onların rivayet edilenlerle bağlı kalmayıp, içtin adlarıyla ilaveler yapmış olmalarıdır. Şayet bu rivayetler onların nezdinde sahih olsaydı, nassm hududunda dururlardı.[142]
İbn Teymiyye'ye göre İmam Ahmed'in bu sözünden murad; tefsire dair rivayetlerin ekseriyet itibariyle mürsel haberlere dayandığıdır.[143] Yine İmam Ahmed'in mezhebinde olan muhakkikler: «Bu sözden muradı, çoğunun muttasıl sahih senetleri yoktur.» demektir. Yoksa tefsir hususunda sahih rivayetler çoktur.»[144] demişlerdir. Ayrıca Ahmed b. Hanbel, AH b. Ebi Talha'mn (Ö. 143/760), İbn Abbas'dan mervi tefsiri hakkında «Mısır'da tefsire aid bir sahife vardır. Bu sahifeyi Ali b. Ebî Talha rivayet etmiştir. Bir kimse bu sahife için Mısır'a sefer etse, seyahati boşa gitmez.» demiştir.[145] Ayrıca kendisi Müsned'inde tefsire dair birçok hadis rivayet etmiştir. Mevzulara göre Müsned'i tertib eden el-Fethu'r-Rabbânî isimli eserin XVIII., cildinin (Ç5-354.) sahifeleri arasında, onun tefsire dair rivayetleri toplanmıştır. İbnu'n-Nedim el-Fihrist adlı kitabında Ahmed b. Hanbel'in müstakil bir tefsir kiteibı olduğunu bildirir.[146] îbn Teymiyye de onun bu tefsirini zikr eder.[147]
Şu h^lde Ahmed b. Hanbel'in «tefsirin aslı yoktur» demekten kasdı, sahih tefsir rivayetlerini nefy etmek değil, zihinleri ikaz ve tenbih etmektir. Fecru'l-İslam yakarı, Ahmed b. Hanbel'in bir sözünün zahirine istinaden sathî bir hükümle, onun sahih ve merfû tefsiri mutlak surette nefy ettiğini ileri sürmesi ve bunu tefsirijcı bu nevini inkâr sadedinde sevk etmesi, bu mevzuda, tafsilat vermemize sebep olmuştur.
Es-Suyûtî, ez-Zerkeşî (Ö. 794/1392) nin, merfû sa-hîh tefsirin çok olduğuna dair sözünü nakl ettikten sonra: «Ben derim ki, bu kısımdan sahih olan çok azdır. Hattâ, hakiki olarak merfû olan, son derece azdır. Bunların cümlesini kitabımızın sonunda serd edeceğim.»[148] diyor. Es-Suyûtî aynı eserinde tasrih ettiği gibi, kitabında, merfû rivayetler arasından yalnız sahihlerini değil, mürsel ve zaif hadisleri de riakl etmiştir.[149] Aynı müellif ed-Durru'UMensur eserinde ise, yüzlerce merfû rivayet nakleder. Bu tezat şundan ileri gelmiştir: Bir talebesine, kendi hattıyla,, el-İtkan'ı rivayet izni verdiği icazetname 883 tarihini taşımaktadır.[150] Halbuki ed-Durru'1-Mensur'u, 898'de bitirdiğini, eserin sonunda kaydeder. Demek ki aradan geçen 15 senede, bilgisini artırmış ve bu konuda fikrini değiştirdiğini belirtmiştir.[151]
Ancak es-Suyûtî, el-îtkânda merfû rivayetleri sıraladıktan sonra şu sözlerle kitabına nihayet verir: «îbn Teymiyye nakl ettiğimiz sözlerinde ve başka yerlerde Hz. Peygamberin, ashabına Kur'anih tamamını yahut tamamına yakın ekseriyetini tefsir ektiğini sarahaten söylemektedir. Ahmed ve İbn Mâce'riin Ömer'den rivayet ettikleri" haber de bu kavli te'yid etmektedir.[152] el-Bezzâr'm Âişe'den tahriç ettiği hadis İbn Kesîr'in dediği gibi münker bir hadistir, İbn Cerir ve diğerleri bu hadisi şöyle te'vil ederler: Habisteki az ayetler, Resûlullah (A.S.M.)'m anlamakta müşküat çektiği ve, Cenabı Haktan ilmini taleb ettiği, Cenab-ı Hakkın'da Cibril lisanıyla indirdiği müşkil ayetlere işarettir.[153] Bu sözleri ile es-Suyûti; az önce nakl ettiğimiz iddiasındaki aşırılığı[154] hafifletmiş oluyor.
Netice olarak diyebiliriz ki, Hz. Peygamber (A.S. M.)'in Kur'andan çok az ayeti tefsir ettiğini, bunun haricinde! beyanda bulunmadığını ileri süren zevatın delilleri, müddealarım isbata kâfi gelmemektedir. Daha çok uıtıumi prensiplerden ve bir takım ip uçlarından hareket ederek dâvalarını isbata çalışmışlardır.
c) Hz. Peygamber (A.S.M.)'in Kur'anın tamamını açıkladığını iddia edenler:
Bu icfçliayı ortaya atanların başında îbn Teymiyye (Ö. 7J28/1328) gelir. Fikirlerini tefsir usulüne dair yazdığı [Mukaddime fi Usûli't-Tefsir adlı eserinde açıklar.[155] Delillerini şöyle sıralayabiliriz:
1- Allah Teâlâ Resulüne hitaben : «Biz sana da Kur'âm indirdik. Ta ki insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasm.» buyurmuştur. Ayetteki «beyan»,; Kur'anın bütün mânalarını içine alır. Resû-lullah Kur'ânm lafızlarını olduğu gibi, mânalarını da beyan ermeseydi, Allah'ın kendisine yüklediği açıklama işinde kusurlu olurdu.
Bu iddiaya şöyle itiraz edilebilir : Müddea için ayetin umubıiyeti ile istidlal etmek sahih bir istidlal değildir. Resûlullah beyan ile mükellef olmak hasebiyle, insanların fikir ve içtihatlarıyla vasıl olamayacakları meselelere, onların anlamakta müşkilat çektikleri ve kendisine sordukları ayetleri açıklardı. Anlayabildikleri ayetleri açıklamasına lüzum yoktu. Cenab-ı Allah ayetlerinin tedebbür edilmesini, ibret alınmasını mü-teaddid yerlerde emr etmektedir. Tedebbür, meseleyi iyice düşünüp varacağı akibeti anlamaktır. Allah insanlara «anlayamayacağınız şu ayetleri düşünülp ibret alınız» diyerek abes iş yapmaktan münezzehtir. Halbuki ,ashabın birçoğu Kur'anı mücerred -dinlemekle, Resû-lullah kendilerine açıklam aks izin, anlamışlar ve müteessir olarak müslümanhğı kabul etmişlerdi.
2- Osman b. "Affân ve Abdullah b. Ivjes'ûd gibi ashabın, Resûlullahdan on ayet öğrenince, onlardaki ilim ve ameli öğrenmeden diğerlerine geçmlediklerino dair Ebû Abdirrahmân es-Sülemı rivayeti, Hz. Peygamberin, onlara bütün ayetlerin mânasını öğrettiğini gösterir. Keza Abdullah b. Ömer'in, el-Bakara sûresini öğrenmek gayesiyle sekiz sene meşgul plması da buna delâlet eder. Allah Teâlâ ayetlerinin iyice düşünülmesini emr ediyor. Sahabe bu emre imtisalen, Kur'-ân ayetleri üzerinde çokça gururlardı. Mânasını anlamadan kelâmın tedebbür edilmesi mümkün değildir, îşte bunlar, sahabenin Kur'anın lafızlarını olduğu gibi, mânalarını da Hz. Peygamber (A.S.M.)'den öğrenmiş olduklarına deliî teşkil eder.
Kur'anın onar onar ayetler halinde öğre bilmesine dair-rivayet, müddeayı isbata kâfi gelmez. Bu sözden maksat şu olmalıdır: Hz. Peygamber (A.SM.) Kitabullahm sathî bir nazarla okunup geçilmesini istemiyor, ashabı tezekküre sevk ediyor, ayetlerin müştemil olduğu mânaları, hükümleri ve ibretleri iyice anlamalarını istiyordu. Müşkiî gelen yerleri izah pdiyordu. Yahut imal-i fikr etmeleriyle mânalar kendilerine inkişâf ediyordu. On ayetin ihtiva ettiği belli paslı mânaları akıllarına ve kalplerine nakş edince, diğerlerine geçiyorlardı. Böylece Peygamber (A.S.M.)'imiz onların Kur'ânı, onar onar ayetler halinde öğrenmelerini temin ediyordu. Yoksa bu rivayetten Peygamber (A.S.M.) 'imizin, programlı bir takrir suretinde her on ayeti okuyup sonra onları teker teker açıkladığı mânası çıkarılmamalıdır.
3- Herhangi bir topluluk tıp, matematik gibi bir ilim dalına ait bir kitabı okuduğu halde, onun izahını istememeleri âdeten mümkin değildir. Kendilerine dünya ve ahiret saadetini tekeffül eden Allah'ın kitabı ise, buna daha. çok layıktır.
Bununla, sahabenin Kur'anı, anlamış olmaları lazım geldiği kasd ediliyor. Sahabe Kur'anla nasıl amel edeceklerini biliyorlardı. Kur'anın mânalarını umumiyetle en iyi anlayan insanlardı. Fakat bu, Kur'anın her ayetinin mânasını Hz. Peygamber (A.S.M.)'den öğrenmiş oldukları mânasına gelmez.
4- Ömer b. el-Hattâb'ın, ribanm Hz. Peygamber (A'.S.M.) . tarafından tefsir edilmediğine dair sözü. Ömer: «Kur'andan en son nazil olan, riba ayetidir. Be-sûlullah riba ayetini tefsir etmeden irtihal etti. Binaenaleyh ribayı da, riba şüphesi olanı da bırakınız»[156] Bu söz fehvası ile delâlet eder ki, Hz. Peygamber (Â.S.M.) nazil olan her şeyi açıklıyordu. Vefatına yakın olduğundan, bu ayeti açıklamamıştı. Eğer böyle olrriasaydı, Ömer'in tahsisen bu ayetin tefsir edilmediğini ' zikr etmesinin mânası olmazdı.
Bu sözden sahabenin, riba ayetini anlamakta müş-kilat çektiği çıkarılır. Nitekim hükmünü iyice bilmedikleri başka ayetler de vardı. Lâkin bundan, her ayetin mânasını ayrı ayrı Peygamber (A.S.M)'imizin bildirdiği mânası çıkarılamaz.[157]
Görülüyor ki bu iddianın kifayetsizliğine başka deliller olmasa bile, bizzat iddia sahiplerinin ileri sürdükleri deliller dahi, tenkide tahammül edemiyecek kadar zayıf ve müddeayı isbattan uzaktır. «Kur'anm tamamının mânasını Resulullah ashabına bildirmişti." şeklinde verilen hüküm, acele ile verilmiş bir hükme benzemektedir. Ancak bu noktada şöyle bir sual zihinlerde beli-rebilir: *Hz. Peygamber (A.S.M.) Kur'anırç tamamım açıkladığı halde, bu izahlar bize intikal etmemiş olamaz mı?* Böyle bir sual, mezkûr tezi müdafaa edenlerin iddiasını takviye edebilir. Şimdi zikredeceğimiz rivayet, böyle bir ihtimali hatıra getirebilir: Abdur-rezzak'm Ebû Hureyre'den rivayetine göre (o şöyle demiştir : Ömer halife olunca «amel edilenle^ müstesna olmak şartı ile, Resûlullalıtan az rivayet ediniz.» dedi.[158] Ed-Dârimî de bunu uzun bir hadhs içerisinde Kuraza b. Kâ'b'den rivayet ettikten sonra der ki : «Bize göre bu nehiy, Resûluîlah zamanında vaki olan hâ-disat, (oyyâm-j Eesûlillâhl hakkındadır. Yoltsa farz ve sünnetler hakkında değildi.[159] Belki dejbu ve emsali tedbirler, ahkâm ayetlerinin haricinde îîalan ayetlerin tefsirine dair oîan haberlerin rivayetini azaltmış olabilir. Fakat bu tedbirin Ömer devrinde ;ne derece câri olduğunu ve onun vefatından sonra ashabın buna ne kadar riayet edip etmediğini bilmiyoruz.
Osman, Talha, ez-Zubeyr gibi yakın sahâbilerin çok az hadis rivayet ettikleri de burada hatıra gelebilir. Meselâ ez-Zubeyr, Resûlulîahdan. rivayet edilmiş bazı sözleri işittiğinde, bunları kendisinin de bildiğini, fakat rivayet etmediğini söylemiştir.
Keza sahabenin bazı ayetler hakkında ancak soruldukları zaman, Peygamberimizin izahını naklettiklerine dair rivayetler de az değildir. Bundan, rivayet etmediklerinin de bulunduğu düşünülebilir. Fakat on-lann bu davranışları kasda makrun da olmayabilir. Sonra bazı sahâbilerin az hadis rivayet ettiğine dair, haberler, olsa olsa onlardan, mâlımı olan bir kısmının davranışlarını ve mizaç hususiyetlerini belirtir. Umumuna teşmil edilemez. Burada sahabenin ancak sorulduğu zaman söylediklerine ait birkaç misal vereceğiz.
Umeyye, Âişe'den el-Bakara sûresinin 284. ayetiy-le eri-Nisâ sûresinin 123. ayetinin tefsirini sordu. Hz. 'Âişe: «Ben bu ayetleri Resûlulîahdan soralı beri, hiç kimse onu benden sormadı.» dedi. Sonra Peygamberimizin bu ayetler hakkındaki izahım zikr etti.[160]
Mısırlı bir adam Ebû'd-Derdâ'ya: «Dünya hayatında da, âhîretde de onlar için müjde vardır».[161] ayeti hakkında ne dersin? Diye sormuştu. Ebu'd-Der-dâ cevaben dedi ki:
«Sen öyle bir şey sordun ki, onu Resûlullahdan sormuş olan bir adamdan sonra, onu soranı işitmedim. Dünya hayatındaki müjdeleri sadık rü,ya görmektir».[162]
Bazı rivayetlerden anlaşıldığına göre, Hz. Peygamber, amel ve ibadete ait olmayan, bazı ayetleri, kendisinden sorulmadan önce izah etmiyordu. Ancak sorulduğunda, Cenab-ı Hakkın kendisine bildirdiğini söylüyordu:
Hz. Âişe Peygamberimizden (A.S.M.), «yer başka bir yere değiştiği gün» insanların nerede olacağını sorunca Hz. Peygamber (A.S.M.) : Sen bana öyle bir şey sordun ki, onu daha önce ümmetimden hiç kimse sormamıştı. Bu, insanların Cehennem köprüsü üzerinde (başka rivayetlerde: Sırat üzerinde) olduğu sıradadır.» demişti.[163]
Hz. Osman - «Göklerin ve yerin anahtarı onundur...» (Zümer, 63) ayetinin izahını Peygamberimizden sorunca Peygamberimiz mezkûr «anahtarlar» hakkında : «Bunu senden önce hiç bir kimse sormadı onun tefsiri şudur:
«'Allah'dan başka tanrı yoktur. Büyük Allah'dır. her noksandan münezzehtir ve hamd O'nadır.
Allah'dan mağfiret dilerim. Allah'ın yardımı olmaksızın kuvvet yoktur. Evvel ve Âhir, Zahir ve Batın O'dur. Hayır O'nun elindedir. Öldüren ve hayat veren O'dur. Ve O her şeye kadirdir». Ey Osman, kim her sabah on kere bunları söylerse, kendisine altı haslet verilir. Birincisi : İblisten ve askerlerinden korunur. İkincisi: Kendisine bir kmtar ecir verilir. Üçüncüsü: Cennetteki mertebesi bir derece daha yükseltilir. Dördüncüsü .-Kendisine huriler eş kılınır. Beşincisi: Yanma on iki melek gelir. Altıncısı: Kur'an'ı, Tevrat'ı, İncil'i ve Zebur'u okuyanın sevabına nail olur. Aynca ey Osman, makbul bir hac ve makbul bir umre yapmanın sevabı ona verilir ve o gün vefat ederse şehid sayılır».[164]
Hz. Peygamberin (A.S.M.), Kur'ânın tamamını tefsir ettiğine dair iddianın tahlilini bitirirken, müs-takiîlen Peygamberimize (A.S.M.) isnad edilen bir tefsire de kısaca temas etmemiz gerekmektedir. Es-Sa'-lebi (Ö. 427/1035) tefsirinin mukaddimesinde, kaynaklarını sıralarken diyor ki: «... Tefsîru Cebrâ'il ki tamamını müellifine okudum. Tefsîru'n-Nebî ki bir kısmını musanmfmdan dinledim, kalanı için de bana icazet verdi. Tefsîru's-Sahâbe ki tamamını musannıfma okudum. Bunların hepsini de fakih Ebû'l-Hasan Mu-hammed b. el-Kâsım tasnif etmiştir»[165]
Yâkût el-Hamavî, el-Vâhidî'nin (Ö. 468/1075) eserleri arasında Tefsîro'n-Nebî isimli bir eserin bulunduğunu yazar.[166]
Bunlardan anlaşılıyor ki, bazı âlimler, Peygamberimizden (A.S.M.) nakl edilen tefsir rivayetlerini bir araya toplamaya çalışmışlardı. Her halde bu mecmualar Kur’ânın bütün ayetlerine dair tefsir rivayetlerini ihtiva etmemek gerekir. Zira Peygamberimizden (A.S.M.) izahı rivayet edilmeyen ayetler çoktur, hatta ekseriyettedir. Başta Peygamberinize (A.S.M.) ait olmak üzere me'sûr tefsiri toplamayı istihdaf eden başlıca rivayet tefsirlerinden Abdurrezzâk (Ö. 211/820), Yahya b. Sellâm (Ö. 200/815), et-Taberî, İbn Ebî Hatim (Ö. 327/939), İbn Kesîr, (Ö. 774/1372) gibi âlimlerin tefsirleriyle, bütün bu eserlerden ve ayrıca rivayete dayanan yüzlerce eserden, me'sûr tefsire dair her türlü rivayeti toplamaya çalışmış olan es-Süyûtînin ed-Durru'1-Mensûr isimli tefsiri gözden geçirilirse bu neticeye varılır. Ancak ayetlerle herhangi bir yönden ilgisi bulunan hadisi şerifleri, ilgili ayetin tefsirinde nakl etmek suretiyle hareket edilirse, o takdirde, «Tef-sîru'n-Nebî» adı verilen bir mecmuanın hacmi tabia-tiyle çok büyük ve tefsiri yapılan ayetlerin de Kur'a-nın tamamına yakın bir ekseriyetini teşkil edeceği düşünülebilir. Rivayetlerin hayli kabarık bir yekûn teş'kil ettiği ve rivayetlerin geniş çapta toplanmasına ehemmiyet verildiği hicri dördüncü ve beşinci asırlarda, hayli zaif rivayetlerle şişirilmiş hacimli bir «Tef-sîru'n-Nebî» derlenmiş olması da, büsbütün uzak bir, ihtimal değildir.
ç) Hz. Peygamberin (A.S.M.î Tefsirinin Mikdan Hakkında Şahsî Fikrimiz:
Hz. Peygamberin (A.S.M.), Kur'ândan ne kadarını izah ettiğine dair biri ifratın, diğeri de tefritin ifadesi olan her iki iddianın delillerini serd edip, münakaşasını yapmış bulunuyoruz. Her iki tarafın delillerinde de, tabiatiyle hakikat payı vardır. Onların hatası, bunları mikdarmca takdir etmeyip, çok büyük neticeleri bu delillere bina etmeye Çalışmış olmalarındadır.
Kanaatimiz odur ki Hz. Peygamber (A.S.MJ ne birincilerin dediği kadar az tefsir etmiş, ne de İbn Teymiyye'niri iddia ettiği gibi Kur1 ânın tamamını veya tamamına yakın ekseriyetini izah etmiştir. Bu kanaatten dolayıdır ki, her iki tarafın aşırılığını tenkid ettik. Hadis kitapları ile belli başlı rivayet tefsirlerini taramak neticesinde bu kanaata sahib olduk. Vasıl olduğumuz netice, mevhum ve müphem bir orta yol taraftarlığından uzak, kifâyetli bir istikra sonucunda, nisbeten tebellür etmiş bir kanaatin ifadesidir, ileride gelecek olan, Hz. Peygamberin (A.S.M.). tefsirine dair çokça misalleri muhtevi fasıl mütalaa edildiği takdirde, bu kanaatimizin haklı olduğu anlaşılacak ve görülecek-tir ki; Hz. Peygamber (A.S.M.) mükellef olduğu kadarı ile Kur'ânı beyan etme işini yerine getirmiştir. îti-kad, ibadet ve ameli hükümlere dair mücmel ayetleri, teferruatına varıncaya kadar açıklamış, bunlardan murad-ı ilahîyi kavliyle ve fiiliyle beyan etmiştir. Bu kısma dahil olan ayetlerden, âlimlerin içtihadla-rıyla ulaşabilecekleri bir kısım mücmel ayetleri ise açıklamadığı da olmuştur. Bundan dolayı sahabe devri de dahil olmak üzere, bazı ayetlerin tefsirinde farklı içtihadlar bulunagelmiştir,
Uhrevî ahvâle dair ayetleri, terğib ve terhib babından olan ayetleri, bir kısım muğayyebata, ibrete medar olan kıssalara ait ayetleri tavsif ve tasvir ederek, bazan temsil yolunu kullanarak, insanların anlayacakları tarzda açıklamış ve teferruatlarını bildirmiştir. Keza bazı mübhemleri vuzuha kavuşturmuş, maksudu tayine medar olacak lûgavi izahlarda bulunmuş, müşkil ayetleri tavzih etmiştir.
Hz. Peygamber (A.S.M.), insanların ilmî seviyelerinin terakki etmesi ile daha iyi anlayacakları birtakım müteşabih ayetleri, keza arap diline vakıf olmakla anlaşılabilecek ayetleri izah etmemiştir. Ayrıca normaL bir kültür seviyesine sahip olanların idrâk edebileceği hususları da açıklamasına lüzum kalmamıştır. Ancak bu neviden olan ayetler hakkında suale muhatap olduğu hallerde, muhatabın aklî seviyesine göre izahda bulunduğu vakidir.
Böylece o, Peygamber (A.S.M.)'in azanlarını bir tarafa atarak Kur'anı re'yine göre tefsir etmek isteyenlere meydanı boş bırakmadığı gibi, ayetlerin tamamını veya ekserisini kafi bir tefsire kavuşturmak suretiyle, Kur’an tefsirini de Tenzil gibi nakl edilen bir hale getirmemiş ve tefsiri dondurmayarak akılların ve istidâdlaruı kıyamete kadar onda yeni yeni ve-cihler bulabilmesini mümkin kılmıştır.[167]
Kur'anı tefsir etmek isteyen her şahıs, diğer şartlarıyla birlikte, ilk planda sahih bir surette Peygamber (A.S.M.)'imizden rivayet edilen tefsirlere vakıf olmak ve bunlardan kat'î olarak tahdid ifade edenlerin hududunda durmak mecburiyetindedir.[168] Peygamber (A.S.M.) 'imizden menkul, sahih beyanlara muttali olduktan sonra, müfessir Kur'anı tefsir ederken hata ihtimalini oldukça azaltmış sayılır. Bunları nazar-ı itibara aldıktan sonra, tefsir etme şartlarını haiz olan zat, kabiliyetine göre Kura'nı izah edebilir.[169]
Mikdar bakımından Peygamber (A.S.M.)'imizin tefsirini ele almak bizi, zahiren sahabeye mevkuf olduğu halde, hükmen ve manen Hz. Peygamber (A.S. M.)'e merfû olduğu ileri sürülen rivayetlerin hükmünün ne olduğu hakkında beyana sevk etmektedir. Ri-ı. vayete fazla ehemmiyet verip, re'ye'çok az hak tanıyanlar ve Peygamber (A.S.M.).'imizin, Kur'anın hemen hemen tamamını izah ettiğini kabul edenler, umumiyetle sahabe tefsirinin hükmen merfû olduğunu kabule mütemayildirler. Bu tezin en meşhur temsilcisi plan Jbn Teymiyye diyor ki:
«Sahabeden nakl-i sahih ile nakl edilene insanın içi yatar. Zira ya bizzat veya bilvasıta Resûlullahtan işitmiş olması ihtimali kuvvetlidir. Onlar, Ehl-i kitap--tan nadiren rivayet ederler. Hele sahabî kat'i bir ifade ile söylemişse, Ehl-i kitaptan rivayet etme ihtimali düşünülemez. Çünkü Peygamber tarafından, onları tasdik etmekten nehy edilmişlerdi.[170]
El-Hâkim de (Ö. 405/1014) «Bizim indimizde sahabenin tefsiri Peygambere merfûdur.»[171] diyor. Es-Suyûtî onun bu sözünü nakl ettikten sonra «Müteah-hirundan Îbnu's-Salâh CÖ. 663/1245) ve diğerleri, el-Hâkim'in bu sözüne itiraz etmişlerdir. Zira bu hüküm sebeb-i nüzul gibi, re'yüı dahli olamayacağı hususlardadır. Ben sonra Ulûmu'l-Hadis kitabında, bizzat el-Hâkim'in, bu hususu şu ifadesiyle tasrih ettiğini gördüm : «Sahabenin tefsiri de mevkuf haberler arasındadır. Müsned, fyani merfû) olduğunu söyleyenler, sebeb-i nüzule dair haberleri kasd ederler.» Böylece el-Müstedrek'de teşmil ettiği hükmü, burada tahsis etmiş oluyor.»[172]
Sahabe tefsirim, umumi olarak merfû kabul edenler, bu kanaatin bir gereği olarak, onlar arasındaki tefsir ihtilaflarını tevfik etmeye gayret ederler. Bu ihtilafın tezat ihtilafı değil de, tenevvü ihtilafı olduğunu isbata çalışırlar.[173]
Kur'andan herhangi bir ayetin nüzul sebebi hakkında, vahyi müşahede eden sahabinin verdiği haber, müsned (merfü) bir hadis sayılır. el-Hâkim, İbnu's-Salâh ve başkaları buna kaildirler.[174] Nüzul sebebini bildiren rivayetler umumiyetle «Bu ayet fülan hâdise hakkında nazil oldu.» sigası ile varid olur.. Bu şekilde gelen rivayetlerin, her zaman ayetin, hakikaten o hâdise hakkında nazil olduğuna delâlet etmeleri gerekmez. Zira sahabî bazan ayetin, o hükmü de tazamtnun ettiğini anlatmak için böyle söylemiş olabilir.[175] Bundan dolayı bu sigayîa gelen rivayetlerin merfû sayılıp sayılmayacağı hakkında iki görüş vardır. el~Buhâri bunları da müsned haberlere idhal eder. Başkaları müsned haberler arasına almaz. Müsned eserlerin ekserisinde böyle kabul ederler. Fakat sahabî önce sebep teşkil eden hadiseyi zikr eder, sonra ayetin nazil olduğunu söylerse, hepsi boy-leşini müsned sayarlar.[176]
Bundan başka, Peygamber (A-S.M)'imizden öğrenmiş olduklarına delalet ettiği için, sahabenin icma ettikleri herhangi bir meselenin sıhhatinde ve kabulünün vacip olduğunda ihtilaf yoktur. îcma etmedikleri takdirde beyanlarının hüccet olup olmadığı hakkında münakaşa varsa da, beyanlarına itimad etmek ,tarafı galip gelir.[177] el-Gazzâli ise: «Sahabi ref etmeyince içtihad ettiği sabit olur. Sahabe de içtihadında diğer müçtehidler gibidir.»[178] diyerek sahabeye mevkuf tefsirin kabulünün vacip olmadığını belirtir.
El-Gazzâli'nin bu ifadesinde bulunmayan veya gizli kalan bir yönü vuzuha kavuşturmak -gerekir. Şöyle ki: Sahabî Hz. Peygamber (A.S.M.)'den işittiği veya gördüğü bir meseleyi nakletmeyip, kendisine ait bir izahta bulunabilir, fakat bu izah herhangi birinin mütalaası durumunda değildir. Yani âdeta içtihadla elde edilmesi mümkün olmayan bir bilgi söz konusudur. Sahabî, ancak vahiy çağında yaşamış bir kimsenin vakıf olabileceği bir karineye yahut yine ancak öyle birinin muttali olabileceği bir lisan inceliğine dayanarak bu izahı yapmış olabilir. Bu izah Kur'an veya sünnetin bir mevzüunun tefsiri olup, bu açıklama olmaksızın o nass, anlaşılması gereken tarzda anîaşıla-mayacaksa, bu takdirde Sahabî'nin bu izahı ile amel etmek şart olur, sırf içtihadı bir mes'ele sayılamaz.[179]
Zahiren sahabeye mevkuf rivayetler içinde, hükmen ve manen merfû sayılması icab eden sahalardan biri de, re'y ve içtihatla haber verilmesi mümkin olmayan ğaybî ve uhrevî ahvâli bildiren rivayetlerdir.[180] Bu nevi rivayetlerin manen merfû sayılması için onların Ehl-i kitaptan nakl edilmediğinin mü-teyakkan olması ve şahabının kat'i bir ifade kullanmış olması şarttır. Keza herhangi bir şeyin haram veya helal olduğu meselesinde, şahabı, kat'î bir ifade kullanıyor ve içtihat ettiğine dair bir karineye rastlanmıyorsa, bunları da helal ve haramın kendisinden alındığı zattan öğrenmiş olduklarına hükm edilir.[181] Gelecek haber, buna bir misal teşkil eder :
«Mesrûk diyor ki: «Âişe'den «karısı hayizlı iken, kocasına ondan neyin helal olduğunu sordum. *Cima haricinde her şeyi yapabilir.» dedi».[182] Hz. Âişe'nin bunu kendi indinden söylemediği anlaşılmakta olduğundan, hadis hükmen merfû sayılır.
Burada, manen merfû sayılan diğer neviden olan rivayetlere de birkaç misal vermek istiyoruz:
Abdullah b. Mes'ûd dedi ki : Âdemoğlunda bir şeytan, bir de melek lümmesi[183] vardır. Şeytan lüm-mesi şer ile tehdîd ve hakkı tekzib eder. Melek lümmesi ise, hayır vâd eder ve hakkı tasdik eder; her kim (içinde bu hissi) bulursa bilsin ki o Allahtandır, Alla-ha hamd etsin. Öbürünü hisseden de şeytandan Alla-ha sığınsın. îbn Mes'û'd sonra: «Şeytan sizi fakir olacaksunz diye korkutur.,.»[184] mealindeki ayeti okudu.[185]
Görülüyor ki bu haberde İfan Mes'ûd gayb ve esrar âleminden kafi bir ifade ile haber vermektedir. Ehl-i Kitabdan nakl edilmediği kanaati de hasıl olduğundan, bunu Peygamber (A.S.MJ'imizden öğrenmiş olduğuna hükm edilir.
Yine Abdullah b. Mes'ûd'un anlattığı bir kıssa içerisinde şöyle dediği rivayet edilmiştir.
«...Hiç bir insan yoktur ki, biri Cennette, diğeri Cehennemde olan bir konağa" bakmasın. İşte «hasret günü» o gündür. Cehennem, ehli Cennet tekiIeri görür ;ve onlara denir ki: «Siz de çalışmış olsaydınız! .(Oraya girerdinizJ» Onları bir hasrettir ahr. Cennet ehli de Cehennemdeki evi görür ve onlara.- «Allanın lûtfu size yetişmeseydi! (oraya girecektiniz)» denir[186]
Bu kabil manen merfû hadisler, nisbeten bir yekûn teşkil edecek kadar çoktur. Bunlara sadece işaret etmekle yetineceğiz.[187] [188]
Hadisler Kur'anı tefsir eder. Bu tefsir başkalarının!" gibi değil, yine vahiyle te'yid edilmiş Resûlullah (A.S.M.)'m izahıdır. Binaenaleyh hadislerin Kur'ana muvafık olması ve ondan bir asla dayanması, prensip olarak kabul edilmesi gereken bir keyfiyet olur. Bu sebeple menşei sahabe devrine çıkan erken bir zamanda, rivayet edilen hadislerin Kur'andaki mesned-lerinin bahis mevzuu olduğunu müşahede ediyoruz. Bundan sonra göreceğimiz «her hadisin mutlaka Kur'-andan bir ayete raci olması gerektiği» mevzuu ile yakından alâkalı ve büyük bir ihtimalle orada ele alacağımız nazariyelere sebep teşkil eden «hadislerin Kur'-ândan mısdaklarının bildirilmesi» vakıası acaba hangi zemin üzerinde neşv ü nema bulmuştur? Kanaatimizce bu hâdisenin âmilleri şunlar olmalıdır:
a) Bu suale karşı şüphesiz ki hatıra gelen ilk cevap, hadislerin Allanın kitabına arz edilmesini bildiren bir hadis-i şerifin mevcudiyetidir. Üstüne mühim hükümlerin bina edildiği bazı hadisler gibi, bu hadis hakkında da uzun münakaşalar cereyan etmiştir ki, biraz sonra bunlara temas edeceğiz.
b) Kur'anda her şeyin açıklandığına dair bazı ayetlerin varlığı.[189]
c) Bunun, Hz. Peygamber (A.S.M.)'e nisbet ederek hadis uydurmaya veya ona nisbet edilen söz ve hükümlerde hataya düşülmesine karşı bir tedbir olması da, hatıra gelen belli başlı sebepler arasındadır.
ç) Hadis rivayetinde şiddet gösteren halife Ömer b. el-Hattâb'm tedbirleri ve'birçok sahabenin hassasiyeti[190] karşısında, ravilerin doğruluklarını isbat vo kendilerini töhmetten uzak tutmak gayretleri de, buna sebebiyet vermiş olabilir.
d) Demin işaret edilen hadisin. Peygamber (A.S.M.)'imiz tarafından söylenmediğini farz etsek bile, birçok hadisin nihayetinde bizzat Peygamber (A.S.M)'i-miz tarafından, Kur'andan alakalı bir ayetle istişhad edilmesinde, böyle hareket etmeye açık bir teşvik sezmekteyiz. Peygamber (A.S.M.)'imizin hadisin nihayetinde, ilgili ayeti okuması, müteaddid gayelere matuflmakta ise de, bu teşvik ruhu hepsinde müşterek bir unsur olarak kendini hissettirmektedir. O, böylece söylediği sözün, o ayetin açıklamasına dair olduğunu belirtmek, müslümanları Kur'anla devamlı bir münasebet kurmaya yöneltmek, söylenen sözlerin ve verilen hükümlerin mutlaka bir delile dayanması icap ettiğini ders vermek istiyordu. Belki de söylediği her şeyin, Kur'andan bir esasa dayandığını belirtmek, kendisinin onun açıklayıcısı mevkiinde olduğunu hatırlatmak istiyordu. Mevzuu dağıtmamak için bu, ayetle istişhad meselesine ait misalleri az sonra topluca vereceğiz.
e) Daha sonra umumî bir hüküm halinde ifade edilecek olan «sünnetteki her şey Kur'andan bir esasa dayanır.» kanaatine iştirak eden sahabîlerin mevcut olması. Mesela-, Abdullah b. Mes'ûd'un (Ö. 34/ 654) rivayet ettiği hadislere, Kur'andan bir ayeti şahid getirmesinin misalleri çok fazladır, hatta bunun kendisi tarafından bir kaide ittihaz edildiği, bizzat ifadesiyle sabittir:
Bu haberde îbn Mes'ûd'un «Biz size bir hadis söy-ledikmi, Allanın Kitabından onun tasdik edici delilini de getiririz.» [1]dediği ve hadîsin arkasından onu doğrulayan bir ayet okuduğu açıkça görülmektedir.
Abdullah b. Abbâs (Ö. 68/687) Resûiullah (Â.S. M.)'in kuşluk namazını kıldığını işitince, Dâvud Aley-hisselam hakkındaki «Biz dağlan kendisine musahhar kıldık ki, bunlar akşamleyin ve kuşluk vakti onunla birlikte durmayıp teşbih ederlerdi.»[191] ayetine irca etmişti.[192] Bir rivayete göre o şöyle demişti: «Duna namazını bu ayetten başkasında bulamadım.».[193]
Ebû Musa el-Eş'ârî (Ö. 44/664) «Bu ümmetten, Yahudi ve Hıristiyaniardan her kim beni işitir de, sonra benimle irsal edilene iman etmezse Cehenneme girer.» hadisi hakkında diyor ki.- «Kendi kendime dedim : Re-.sûlullahın söylediği her şey Allah'ın Kitabında vardır. Okuyup arayınca (dayandığı ayeti) buldum[194] Herhangi bir güruh onu tanımazsa ateş onun va'd edilen yeridir. Sen de bundan şüphe içinde olma...»[195]
Sa'îd b. Cubeyr (O. 95/713) : «Bana ResûJulIahdan hiç bir hadis vechi üzere ulaşmadı ki, onun mısdakını Allahm Kitabında bulmuş olmayayım.» diyor. Sonra mezkûr (Hûd 17) ayeti ve onunla iJgili misal verir.[196]
f) Hadisler için ayetlerden şahid getirme mevzuuna son bir sebep olarak da şu husus hatıra gelmektedir: Kur'anı kendi re'ylerine göre tefsir etmek isteyen garazkârların ve onların tesirinde kalan saf insanların, kendilerine hadis rivayet eden sahabeden, nakl ettikleri hadislerin Kur'andaki asıllarını istemiş olmaları da bu vakıaya sebep teşkil etmiş olmalıdır.[197]
Bu rivayetlerde başlıca şu sığalar kullanılır:
1- «Ebû Hureyre dedi ki, Resûlullah şöyle buyurdu: «Yüce Allah yaratacağı mahlukların ne hal üzere bulunacaklarını takdir edip de onlara ait kazayı tamamladığı zaman, akrabalık ayağa kalkıp : CYarab!) burası akrabalık münasebetlerini kesmekten sana sığınanların makamıdır, dedi... Bundan sonra Resûlullah (A.S.M.) isterseniz şu ayetleri okuyunuz buyurdu:[198] «Demek idareyi ve hakimiyeti ele alırsanız hemen yer yüzünde fesad çıkaracak, akrabalık münasebetlerini bile parçalayıp keseceksiniz öyle mi?»[199]
Ebû Hureyre Peygamber (A.S.M.)'imizin şöyle de-. diğini rivayet eder: Şüphesiz Cennette bir ağaç vardır ki bir süvari onun gölgesinde yüz sene yürüse de onun gölgesini kat' edemez.» isterseniz[200] «yayılmış (daimi) gölgeler- ayetini okuyun.»[201]
2- «Sonra Resûlullah şu ayeti okudu.»
Abdullah b. Mes'ûd Resûlullah (A.S.M.)'in şöyle dediğini rivayet eder: Zekâtını vermeyen herkesin karşısına kıyamet günü, boynuna dolanan çok zehirli bir erkek yılan dikilir. Sonra Resûlullah bize : «Allanın fazlından kendilerine verdiğini infakta cimrilik edenler zinhar bunun, kendileri için bir hayır olduğunu sanmasınlar. Bilakis bu onlar için bir serdir. Onların cimrilik ettikleri şey kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır...»[202] ayetini okudu.[203]
Ukbe b. !Âmir Resûlullah (A-S.M.)'ın şöyle dediğini rivayet eder:[204] Kul isyan içinde olduğu halde Allah'ı, ona arzu ettiğini veriyor görürsen (bil ki) bu istidraçtır. Resûlullah sonra şu ayeti okudu: *Onun için, bunlar kendilerine ne hatırlatıldı, öğüt verildiyse onları unutunca üzerlerine her şeyin (her zevkin, her nimetin) kapılarını açtık, nihayet kendilerine verilen o şeyler (o genişlik ve o serbestlik) yüzünden (tam şı-marıp) ferahladıkları vakit de onları ansızın tutup ya-kalayı verdik ve artık o anda onlar bütün, ümitlerinden mahrum kaldılar.»[205]
«Sonra Resûlullah (A.S.MJ dedi ki» sigasıyla gelen rivayetler:
Ebû Sa'îd'den; Resûluîlah dedi ki: Mü'minin ferasetinden sakının. Zira o, Allah'ın nuru ile bakar, Sonra Resûluliah dedi ki[206] «... Elbette bunda feraseti olanlar için ibretler vardır.»[207]
5- «Bunun, Allah'ın kitabında tasdik edici delili şu ayettir.»[208] sigasıyla varid olan rivayetler: Ebû Hureyre[209] Hz. Peygamber (A.S. M.)'den şöyle dediğini rivayet ediyor:
«Allah Teâlâ buyuruyor ki: Salih kullarunıüçirt gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç bir beşerin kalbine gelmeyen nimetler hazırladım. Bunun Allah'ın Kitabından onu tasdik edici delili «Artik onlar için yapmakta olduklarına bir mükâfat olarak; gözlerin aydın olacağı (nimetlerden) neler gizlenmiş bulunduğunu kimse bilemez.» ayetidir.[210]
Bu hadis Müslim tarafından, el-Muğîre br.Şu'ba dan mervî, başka uzun bir hadis içinde zikredildikten sonra[211] lafzıyla varid olmaktadır.
Ebû Hureyre'den, Resûlullah dedi ki: «Allah sadakayı kabul eder ve onu sağ eline alarak, sizden birinin tayını besleyip büyüttüğü gibi büyütür, öyle ki bir lokma (sadaka) Uhud Dağı gibi olur. Bunun Allah'ın Kitabından tasdik edici delili şu ayettir: «Onlar bilmediler rai ki şübhesiz Allah, kullarından (sadır olan) tevbeyi kabul edecek, sadakaları alacak olan ancak Kendisidir ve hak i küt de tevvab,ve rahim yalnız Odur.»[212]
Bazı hallerde, hadisin . nihayetinde ayet okunduğuna dair fıkralar zahiren Peygamber (A.S.M.)'imize mensub ise de,'hakikatte müdrec olduğu sarihler tarafından ifade edilir. Müdrec olup olmadığını tayin etmek bazan hakikaten zorlaşır. Çünkü fail tasrih edilmeyince, gaib fiildeki (üçüncü şahıs) zamir. Peygamber (A.S.M.)'imize, râvi sahabîye veya isnaddaki râ-vilerden herhangi birine râci olabilir. Mesela;
Ebû Hureyre, Resûlullah (A.S.M.)'ın şöyle buyurduğunu söylemiştir -. «Fakir, bir iki hurmanın veya bir iki lokmanın savuşturduğu kimse değildir. Asıl fakir, istemekten çekinendir». İsterseniz şu ayeti okuyunuz. «İnsanlardan ısrarla bir şey istemezler.» (el-Bakara, 273)[213]
İbn Hacer hadisin sonundaki ayetin, el-Buhâri'nin şeyhi İbn Ebî Meryem tarafından okunduğunu tahkik eder.[214] Fakat en-Nesâ'î'nin tef şirindeki rivayetin sonunda şeklinde merfû olarak görünmektedir.[215]
Ebû Hureyre'nin rivayetine göre Resûlullah dedi ki: Kıyamet günü, iriyan bir adam gelir ki, Allah katında sivrisinek kanadı kadar çekmez (yani hiçbir kıymeti olmaz.) Ve dedi ki [1]Şu ayeti okuyunuz «... Biz kıyamet gününde onlar için hiçbir ölçü tutmayacağız.»[216]
îbn Hacer bu hadisi şerh ederken diyor ki:
*Ve dedi ki:[217] Şu ayeti okuyunuz, sözünde, kail sahabi olabileceği gibi, hadisin bakiyesi cümlesinden olarak merfû da olabilir.».[218] Hadisin Müslim rivayetinde kısmı yoktur. et-Taberî rivayetinde ise şeklindedir. Hiç birinde fail tasrih edilmemiştir.
b) Sahabenin ayetlerle istişhad etmelerine misaller:
Rivayetlerden anlaşıldığına göre, çok hadis rivayet . eden ashabdan Ebû Hureyre (Ö. 58/678), Enes b. Mâlik (Ö. 93/712), Ebû Sa'îd el-Hudri (Ö. 78/697), Abdullah b. Mes'ûd (34/654), Âişe (58/678) gibi sahabilerde-daha çok rastlanmak üzere, sahabîler muhatabîarını ikna etmek ve doğruluklarına şahid getirmek gayesiyle, içtihadlanyla hadise muvafık ayeti zikr ediyorlardı.
I. Misal:
Ebû Hureyre şöyle diyordu: Resûlullah buyurdu ki: «Her doğan çocuk ancak fıtrat üzere doğar. Bundan sonra anası, babası onu yahudi yaparlar, nasrâni yaparlar, mecûsî yaparlar.[219] Bundan sonra Ebû Hureyre: İsterseniz şu ayeti okuyunuz, dedi: «O halde sen, yüzünü bir muvahhid olarak dîne, Allah'ın a fıtratına çevir ki, o insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışına (hiçbir şey) bedel olamaz. Bu dimdik ayakta duran bir dindir. Fakat insanların ço ğu bunu bilmezler.»[220]
II. Misal:
Ebû Sa'îd el-Hudri'nin Peygamber (A.S.M.)'imiz-den rivayet ettiği uzun bir hadis içinde kıyamet gününde insanların hâli ve âz çok sevabı olanların Cehennemden çıkarılacakları bildirilir, «En sonunda Allah meleklerine şöyle buyuracaktır: «Gidiniz, kalbinde zerre kadar hayır olanları çıkarınız.»[221] Ebû Sa'id bu hadisi söylediği zaman şunu da ilave ederdi : Eğer tasdik etmezseniz, (şu ayeti) okuyun. «Şüphesiz ki Allah zerre kadar haksızlık etmez. (Zerre mikdarı) bir iyilik olursa onun (sevabını) kat kat artırır. Kendi canibinden ayrıca pek büyük bir mükâfat verir.».[222]
III. Misal:
Abdullah b. Mes'ûd en büyük günahların şirk, çocuğunu öldürme ve komşunun karısıyla zina olduğunu, Hz. Peygamber (A,S.M.)'den rivayet ettikten sonra diyor ki: Şu ayet, Resûlullahın bu sözünün tasdiki olarak inmiştir: OnIar ki Allah'ın yanında başka bir Tanrı daha (katıp) tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunlar (dan birini) yaparsa cezaya çarpar.»[223]
Görüldüğü gibi sahabîler, hadis nakl ettikten sonra, kalıplaşmış çeşitli ibareleri kullanmalarım müte-akib, herhangi bir ayet okumakla, Hz. Peygamber (A. S.M.)'in o sözünün, okudukları ayetin tefsiri olduğunu anlatmak istiyorlardı. Bazan kendilerini töhmetten kurtarmak için böyle yapıyorlar, bazan muhataplarında bir tereddüd eseri görmüş olduklarından, hadisin Kur'andaki mısdakını belirtmiş oluyorlardı. Bu tatbikatın misalleri çok fazladır[224].
Mebde' itibarı ile, sünnetin Kur'ana muvafık olması gerektiği kabul edilince, rivayet edilen hadislerin muteber olup olmayacağı, Kur'anla mukabele etmek suretiyle anlaşılmak istenmiştir. Bu fikirde olanlar, bu mevzuda bir de hadis rivayet ederler. Buna gö re Peygamber (A.S.M.)imizin şöyle dediği rivayet edilir:
«Bana nisbet edilen her şeyi, Allah'ın Kitabına arz ediniz. Ona uyarsa ben söylemişimdir. Ona muhalif ise ben söylememişimdir. Ben ancak Kitabullaha mu-, vafık olurum. Zaten Allah beni onunla hidayet etmiştir,»[225]. Bu hadisin sebebiyet verdiği münakaşalara demin işaret etmiştik. Şimdi bu münakaşaların hülasasını arz edeceğiz.
İbn Abdi'1-Berr (Ö. 463/1070) : «Bu sözün, sahih nakli, sakîminden ayırt eden ilim ehli indinde, Peygambere nisbeti sabit değildir.» diyor[226].
El-Hattâbî CÖ. 388/998), -Bana Kur'an ile bir misli daha verildi.» hadisini açıklarken şöyle diyor: «Bu rada, hadisin Kur'ana arz edilmeye ihtiyaç olmadığına da delâlet vardır. Zira hadis sabit olunca bizatihi hüccet olur. «Benden size gelen hadisi Kitabullaha arz ediniz...- diye rivayet edilen sözün aslı yoktur, batıl bir hadistir[227]. Abdurrahmân b. Mehdi (Ö. 198/813) : «Bu hadisi zındıklar ve hâriciler uydurmuşlardır.»[228] diyor.
Bir kısım ilim ehli «Biz her şeyden önce bu hadisi Kitabullaha arz eder ve görürüz ki, bu hadis Kitaba muhaliftir. Çünkü Kur'anda, Peygamberin sözlerinden yalnız Kitaba muvafık olanın alınması şartı yoktur. Bilakis o, mutlak surette Peygambere ittibaı emr etmektedir»[229].
Bu mevzuda eş-Şâtıbî (Ö. 790/1388) ise şöyle demiştir :
«Bu hadis, rivayet itibarı ile sahih değilse, iki taraftan hiç biri için hüccet teşkil etmez. Şayet sahih ise, yahut kabulü gerekli bir tarikten geliyorsa, elbette na-zar-ı itibara almak lazımdır. Zira hadis, ya sırf Allah tarafından gelen vahiydir, veya Resûlullahm makbul bir içtihadıdır. Her iki takdirde de onun Kitabullah ile tenakuz halinde olması mümkin değildir. Zira Peygamber «Kendi nevasından söylemez. O kendisine (Allah tarafından) gelen bir vahiyden başkası değildir.»[230] Bu kavle, Peygamber hakkında hatanın cevazı tefer-ru' etse bile, hatada devam etmesi mümkin değildir. Muhakkak surette doğruya rücû eder. Ancak onun hakkında hatayı nefy etmek, içtihadiyle Kur'ana mua ve muhalif hüküm vermiyeceğini söylemekden evlâdır... O halde her hadis, mezkûr hadisin tasrih ettiği gibi Kitabullaha muvafık olmalıdır. Senedi ister sahih olsun, ister olmasın, mânası sahihtir.» Et-Tahâvî bu mânada Resûlullahdan şu hadisi rivayet eder:
Bu da hadisin doğruluğunda kıstas olarak, mû’minlerin kalblerinin yatışmasını ve o hadise ısınmalarını göstermektedir. Yine et-Tahâvî (Ö. 321/933) şu hadisi rivayet eder:
«Benden, tanıyıp (ünsiyet edeceğiniz) ve garib kar-şılamıyacağmiz bir hadis size söylendiğinde, —söylemiş veya söylememiş olayım— onu tasdik edin, bilip kabul edemiyeceğiniz ve sizce maruf olmayan bir hadis bana nisbetle söylendiğinde, o sözü tekzib ediniz. Zira ben ünsiyet edilmeyen, kabul edilemiyecek şeyi söylemem.»
Bu şöyle olur: Allanın Kitabına ve Peygamebr (A.S.M.)'in sünnetine, —-mânasının onlarda bulunması sebebiyle— muvafık olursa kabulü gerekir. Zira Hz. Peygamber (A.S.M.) bu lafızlarla olmasa da, bu mânayı başka lafızlarla ifade etmiş olmalıdır. Şayet söylenen hadisi Kur'an ve Sünnet tekzib ediyorsa, onun reddedilmesi ve söylememiş olduğunun bilinmesi vacip olur. Elhasıl, hadisin muteber olması için, Kur1 ana mu-vafık olması ve muhalif olmaması şarttır.[231].
Ibn Abbas, Resûlullah (A.S.M.)'dan hadis nakî eden, Beşîr el-Adavî'ye kulak vermemiş, sebebini sorunca da Îbn Abbas: «Bir zamanlar (yalancılığın zu. hûr etmesinden önce) bir şahıs «Resûiullah şöyle dedi» der demez, gözlerimiz ona çevrilir, hemen onu dinlemeye koyulurduk. însanlar hertürlü işi irtikâp etmeye başlayınca, haîkdan yalnız bizce maruf olan (hadisi) almaya başladık.» demişti[232].
Bu hadis hakkındaki münakaşayı böylece hülâsa ettikten sonra, şinldi de Kur'ana muarız bir hadis karşısında âlimlerin ne şekilde haröket ettiklerini göreceğiz.
«Onlar hâla Kur'anı gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o AHahdan başkası tarafından olsaydı, elbet içinde bir birini tutmayan, birçok şeyler bulurlardı.»[233] ayeti kerimesine dayanarak, bütün ümmet şeriatta ihtilaf ve tenakuz olmayacağında ittifak etmişlerdir. Hal böyle olunca, Kur'ana muvafık olmayan hadisler olabilir mi ve bunların durumu ne olacaktır? suali, hadisin, Kur'anı açıklaması mevzuunda güç bir mesele, olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dinin asli olan Kur'ana, muhalif olduğu kat'î surette tayyün eden haber merdûddur. Şu muhalefet kat'î değil de zannî ise, bu takdirde müçtehitlerin çeşitli görüşleri vardır. Sıhhat şartlan tekemmül eden haber-i vahidin, makbûliyetine karar vermek için Kitabulla-ha arz edilmesi Jazim mıdır değil midir? münakaşası çıkmıştır. Eş-Şâfi'i (Ö. 204/819) «arz edilmesi gerekmez.» derken, Isa b. Ebân fÖ. 220/835)[234]
-Size bir hadis rivayet edildiğinde, onu Kitabullaha arz ediniz. Ona muvafakat ederse kabul ediniz, yoksa reddediniz.» hadisiyle ihticac ederek gerekli olduğunu söylemiştir.
Bu meselenin, selef-i salihinde aslı vardır. 'Âişe «ölü, ailesinin ağlaması dolayısıyla tazib olunur.» hadisini, bu asla istinaden «Hakikaten hiçbir günahkâr diğerinin günâh yükünü çekmez. Hakikaten insan için kendi çalıştığından başkası yoktur.»[235] ayetlerini delil göstererek reddetmişti. Keza îsra gecesi, Peygamber (A.S.M.Timizin Cenab-ı Hakkı gördüğünü de «Ona gözler erişemez.»[236] ayetine dayanarak reddetmişti. Fakat başkalarına göre bu, ayetle tenakuza düşmeyen bir başka asla dayanmaktadır. O da ahirette Allah Teâlânm görüleceğine dair, kat'iyet derecesine ulaşan, Kur'an ve sünnetteki delillerdir. Dünyadaki ile ahiretteki görülmesi arasında fark yoktur. Ömer b. el-Hattâb ile Âişe, Fâtıma b. Kays'm, üç talakla boşanan kadının sükna ve nafaka hakkı olmadığına dair rivayet ettiği hadisi, Kitabullaha muhalefetinden dolayı reddetmişlerdi[237]. Ömer dinî hükümleri böyle bir kadından almayacağını, 'Âişe ise onun hafızasının ve zabtının yerinde olmadığını belirtmişti.
Selefin bu arz keyfiyetini tatbik ettiğine dair başka misaller de vardır[238]. Mâlik b. Enes (Ö. 179/795)
de bunu birçok meselede muteber saymıştır. Mesela, «Köpeğin yaladığı İcabın yedi kere yıkanması» hadisi hakkında: Böyle bir hadis rivayet edilmektedir ki, hakikatini bilmiyorum, diyor. Sonra hadisin zaif olduğunu söyleyerek «avladığı yenir de, nasıl olur salyası kerih görülür?» def.
Yine îmam Mâlik «Her kim oruç borcu olarak ölürse, onun yerine velisi onıç tutar.»[239] hadisini, külli Kur'anî asla, «Hakikaten hiçbir günahkâr diğerinin günâh yükünü çekmez. Hakikaten insan için kendi çalıştığından başkası yoktur.» aslına münafi olması sebebiyle ihmal etmiştir.
Hadislerin Kur'ana muvafakati meselesinde îmam Ebû Hanife de Ö. 150/767) Mâlik gibi hareket eder. Nitekim kur'a haberini, şer'î asıllara muhalefeti sebebiyle reddetmiştir. Çünkü asıllar kafidir, Haber-i va-hid ise zannî delildir.[240] Kat'î bir delilin (Kur'an-dan bir esasın) şehadet etmediği, bununla beraber kafi bir esasa muarız da olmayan haber de umumiyetle makbul sayılmaz[241][242]
Hz. Peygamber (A,S.M.)'in hadislerinin Kur'anla münasebeti, yani hadisler Kur'anın tefsiri midir? Yoksa müstakil hükümler mi ifade ederler? meselesini de burada incelememiz lazım gelmektedir. Bu mevzuda belli başlı birkaç nazariye vardır. Sünnetin, sadece Kur'anın beyanından ibaret olduğunu kabul edenler, her hadisin muhakkak surette bir ayete raci olduğunu ileri sürerler. Sünneti müstakil bir hüküm ve bizatihi hüccet telakki edenler, hadislerin Kur'ana rücûunun şart olduğunu kafi olarak reddederler. Bir de, esas itibariyle, rücû meselesini benimsemekle beraber, sünnetin bir kısmını bundan istisna eden, nisbeten te'lifci bir görüş vardır. Şimdi sırasıyla bu nazariyeleri ele alacağız.
a) Her hadisin mutlaka bir ayete raci olduğunu İleri sürenler:
Sahabe devrinden itibaren, sünnetin Kur'ana racî olduğunu ifade eden âlimler olmuştur. Fakat meselenin münakaşasına daha sonra, hicrî üçüncü asırda başlanmış ve sünnetin Kur'ana raci olduğunu, istikra ve tetkik neticesinde eş-Şâfi'î şu sözüyle vuzuha kavuşturmuştur :
«Resûlullahm bütün hükümleri, Kur'andan fehm ettiği esaslara dayanır»[243]
Bu fikri benimseyenler derler ki; Sünnet, mânası itibarı ile Kitaba racidir. Yani o, mücmelinin tafsili, müşkilinin beyanı, muhtasarının genişletilmişidir. Çünkü Cenab-ı Hakkın şu kavlinin delaletiyle sünnet, Kitabın açıklamasından ibarettir: «Biz sana da Kur'a-nı indirdik. Tâki insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasm.»[244]. Sünnette hiç bir şey yoktur ki, Kur'an onun mânasına icmali veya tafsili olarak de-Üâlet etmesin. Allah Teâlâ Kur'anı «Her şeyin apaçık bir beyanı»[245] yapmıştır. Bu sebeple sünnetin de, filcümJe onda olması lazım gelir, «Biz o Kıtanda Jıiçbir şoyi eksik bırakmadık.»[246] «Bu gün şirin dininizi kemâle erdirelim.»[247] ayetleri de bu mânadadır. Bu son ayetten maksat «Kur'anı indirmekle» dinin kemâ-Jo erdiğidir. Şu halde neticede sünnet, Kitapdakinin beyanıdır. Kitaba raci olmasının mânası da budur. Keza istikra da buna delâlet eder[248]. Sahabeden bu kanaatte olanların bir kısmını daha önce zikr etmiş-tik[249].
İleri gelen birçok muhaddisin do aynı fikirde olduğunu, hadis kitaplarından anlıyoruz. Bu hususiyet en fazla el-Buhâri'de CÖ. 256/870) göze çarpar. el-Buhârî Sabih'inin hemen her sahifesinde, rivayet ettiği hadisleri, Kur'andaki asıllarına ra.pt eder. Ezcümle :
Kitâbu'l-Vuzû[250]:
[251]Ayeti ile başlar. Sonra bu mevzudaki bütün hadisleri zücr eder.
Kitâbu'1-Hayz[252]
[253]Şeklinde başlar. Kitâbu'1-Hac[254]
[255]Şeklinde başlar.
El-Buhârî'nin ayetlerin tefsiri sadedinde rivayet ettiği hadislerin, ayetle alakası yakın olduğu gibi, gelecek misalde görüleceği şekilde, uzak da olmaktadır:[256] unvanında zikrettiği ayet hakkında, îbn Ömer'in Hz. Peygamber (A.S.M.)'i Zî'1-Huleyfe mevkiinde ihrama girerken gördüğüne dair hadisi rivayet eder[257]. Bazaotı ayet için bir bab tahsis ettiği halde, hiç hadis nakl etmez. Ayeti nihayetine kadar yazmakla iktifa eder. Ayetin mânasının, siyak ve sibaktan anlaşılacağını belirtmek ister:[258]
[259]ayetini yazmakla yetinir.
[260].Bu babda Kabe'yi, Habeşlîlerden birinin tahrip edeceğine dair hadisi zikr eder.
EI-Buhâri'de bu mevzuda sayılamıyacak kadar çok misal vardır. Böylece el-Buhâri, ayetle başlattığı babda, rivayet edeceği hadislerin, herhaçıgi bir cihetten o ayetin izahını mutazammm olduğunu göstermek istemektedir. Böyle olduğu halde onun, keza Müslim (Ö. 261/874), et-Tirmizî (Ö., 279/892), en-Nesâ'i (Ö. 303/915) gibi imamların hadis mecmualarında «Kitâ-bu't-Tefsîr» adlı bir bölüm ayırmalarından maksat, dar mânada, tefsirin şümulüne giren hususları nakl etmek için olmalıdır,
En-Nesâ'î Sünen'üıe şöyle başlar:[261]
Müteakiben taharetle alakalı-hadisleri zikr eder.
Kitâbu'l-Hayz'a şöyle başlar:[262]
İbn Mâce (Ö. 273/886) Sünen'inde[263]
[264]ayetini yazıp müteakiben, Hz. Peygamber (A.S. M.)'den «Yanında olan yetimin malından, israf etmeyerek ve istifade etmek için iddihar etmeyerek ye!» hadisini rivayet etmektedir.
Ed-Dârimi de Sünen'inde [265][266]dedikten sonra ilgili hadisleri nakl eder[267]
Bu takdirde, bütünüyle sahih hadisler, Peygamber (A.S.M.)'imizin Kur'an-ı Kerim'i açıklamasından ibarettir. Nitekim eş-Şâfi'î pek kesin bir dille bunu da şöyle ifade etmiştir: «İmamların bütün söyledikleri sünnetin şerhidir; bütün sünnet de Kur'an-ı Kerim'in şerhidir.»[268]. Kitabın filcümle sünnetin külliyatını ta-zammun etmesini eş-Şâtibî şöyle izah eder :
1- Delâlet vechi son derece umûmi olabilir. Sünnetle amel etmenin sıhhatine ve ona ittiba etmenin lüzumuna, Kitaptan delil bulmak şeklinde olan delâlet gibi.
2- Namaz, zekât, oruç, taharet ,hac, zebâih, sayd, eti yenilen ve yenilmeyen hayvanlar, nikâh, talak, zı-har; lian, büyü, cinayet gibi Kur'anda mücmel olan hükümleri beyan eden ve âlimler indinde meşhur olan hadiöîer. «Biz sana da Kur'anı indirdik. Tâ ki insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasm.»[269] ayeti kerimesinin şümulüne girdiği en zahir olan kısım budur.
3- Kitapta icmalen, sünnette ise şerh ve ziyade ile kemâl veçhile bulunan hususlar. Kur'an celb etmek için dünya ve ahiret mesalihini, def etmek için onların mefasidini bildirir. Maslahatlar üç kısmı geçmez : Zaruriyyatla tamamlayıcıları; hâciyyât ve tara amlayıcılan; tahsîniyyât ve tamamlayıcıları. Sünnete göz gezdirirsek, onun bu mes'eleleri takrir etmekten başka bir şey yapmadığını görürüz. Yalnız Kitap, rücû edilecek asıllar vermiştir, sünnet ise teferruatını bildirmiştir[270].
4- îki vazıh taraf arasında kalan içtihad sahası vardır. Şöyle ki: Kur1 anda iki uç hakkında nass bulunur, ilcisi arasında hangi tarafa ait olduğu sarih olarak bilinmeyen bir saha kalır. Eğer hükmü kolayca ulaşılabilecek neviden olursa, müçtehitlerin nazarlarına bırakılır; zor ise yahut içtihadın cereyan etmediği taabbüdî bir mahal ise, o halde Resûlullahdan beyan varid olur. İki taraftan birine lahik olup olmadığını veya başka türlü olan hükmünü açıklar. Mesela; Allah Teâlâ tayyibatı helal, habâisi haram kılmıştır. Bu iki asıl arasında, taraflardan birine lahik olması muhtemel olan hususlar kalmıştır. Hz. Peygamber (A.S.M.) vuzuha kavuşturacak hükümleri beyan etmiştir. Nitekim dört ayaklı yırtıcı hayvanlardan azı dişli olanlarla, kuşlardan tırnaklı ve pençeli olanların etini haram kıldı[271], ehlî eşeklerin etini haram kıldı ve «onlar murdardır» dedi[272]. Bütün bunlar, habâis aslına ilhak mânasına racidir. Nasıl ki keler (zabbl[273], tavşan[274], vs.yi tayyibat aslına ilhak etmiştir[275].
5- Usûl ile fürû arasında kalan kıyas sahası. Kur'anda birtakım asıllar varid olmuştur ki, benzerlerinin hükmünün de, o asılların hükmünün aynı olduğuna işaret eder. Kitapta bir asıl bulunur, sünnette de o mânada, ona ilhak edilecek yahut ona benzeyecek şekilde bir hüküm görülür. îster bunu Hz. Peygamber (A.S.M.) kıyasla söylemiştir, isterse vahiy ile söylemistir, diyelim netice aynıdır; zira bizim anlayışımızda kıyas yerine geçer. Asıl olan kitap, müfesser mâna ile onu içine alır.
Mesela; Allah Teâlâ, zevcin, anne ile kızını, bir arada nikâhı altında bulundurmasını nehy etmiştir. Kur'-anda «zikr edilenlerden başkasının helal olduğu»[276] varid olmuştur. Hz. Peygamber kıyas babından, kadının teyzesi ve halası ile nikâh altında cem edilmesini de Karam kılmıştır[277]. Zira diğerleriyle cem edilmesini zemmeden mâna ve sebep, burada da mevcuttur. Bu mevzuda hadis de rivayet edilir: «Siz bunu yaparsanız, rahiminizi kat1 edersiniz.» Buradaki ta'Hl, kıyas veçhini iş'âr eder [278].
6- Kur'anın müteferrik delillerinin, mecmuun-da bulunan aynı mânayı, bir hüküm halinde hadisin ifade etmesidir. Böylece anlaşılır ki bu mâna, tek tek delillerin mecmuundan alınmıştır. Mesela; Hz. Peygamber «zarar ve mukabele bizzarar yoktur» demiştir. Bu hüküm, bu mevzudaki kat'î Kur'-an aslının hükmüne dahildir. Çünkü karşılıklı zarar vermek, şeriatın külli kaidelerinde ve cüz'î vak'aların-da men' edilmiştir. «Sırf zulm edebilmeniz için zararlarına, olarak tutmayın.»[279] «(evleri) Başlarına dar etmek için kendilerine zarar yapmayın.»[280], «Ne bir anne çocuğu yüzünden, ne de çocuk kendisinden olan (bir baba), çocuğu sebebiyle zarara sokulmasın[281] gibi ayetlerde zarar men' edilmiştir. Cana, mala, ırza tecavüzün, gasb ve zulmün yasaklanması da hep bu mânadadır[282].
7- Sünnette daha fazla açıklama olmakla beraber— hadislerin tafsilatı, Kur'anın tafsilatında aranabilir. Fakat bunu iddia eden kimse, sünnetteki bütün mânaları, Kur'anda nass veyahut işaret olarak bulmakla mükelleftir ve bu münasebet başka cihetten değil de, vaz-ı lûgavî yönünden olmak gerekir. Misal olarak, kocası tarafından üç talakla boşanan Fâtıma b. Kays'a, Peygamberin sükna've nafaka hakkı vermediğine dair hadisi zikredebiliriz. Aslında, bu durumda olan kadının (mebtûte) nafaka olmasa da, sükna hakkı vardır. «Onları eylerinden çıkarmayın. Kendileri de çıkmasmlar, meğer ki apaçık bir kötülük (meydana) getirmiş olsunlar...»[283]ayetinde bu hüküm vardır. Yalnız Fâtımab. Kays'm meselesinde farklı bir durum mevcuttur. O da, kocasına lisanıyla kötü sözler söylemiş olmasıdır. Resûlullaîım bu tatbikatı, ayetin
(apaçık bir kötülük) kısmının tefsiri
oluyordu[284]. Hadiste, sarih ayetlere münafi zannedilen hüküm, buna dayanmaktadır. Hz. Peygamber (A.S.M.)
•Cennette kamçı kadar bir yer, dünyadan ve dünyada olanlardan hayırlıdır* buyurduktan sonra: «İsterseniz «(O vakit) kim o ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulursa artık o, muhakkak muradına ermiş olur..!»[285]ayetini okuyun.» demiştir[286].
Eş-Şâtıbî bu hususta on misal getirdikten sonra diyor ki:
«Bu tarza sünnette çok rastlanır. Lâkin Kur'an nass yahut arapların kullandığı işaret ve emsali üslûplarla işaret etmek bakamından bu maksat için kâfi gelmez. Bunun birinci şahidi namaz, hac, zekât, hayız, ni-fas, lukata, karz, musakat, • diyat, kesâmât ve sayıla-rmyacak kadar benzeri meselelerdir. Bu fikri iltizam eden şahıs, iddiasını isbattan aciz kalır. Meğer ki arap dilinin kabul edemiyeceği, selef-i salihinin ve rüsûh sahibi âlimlerin muvafakat edemiyeceği tutamaklar bulmakta tekellüfe girmiş olsun. Bir adam, demin ten-bih edilen bu kapıyı açmayı arzu etti. Fakat tekellüfe düşmeksizin bu işi eda edemedi. Müşarünileyh, bu makamda yalnız Müslim'in Sahih'indeki hadislerin mânalarını istihraç etmek için çabaladı...»[287].
Kş-Şâtıbî'nin zikrettiği iddiada olanlardan biri Ab-dusselâm b. Berrecân'dır (Ö. 627/1270). Bu zat el-İrşâd isimli tefsirinde şöyle demektedir: «Resûlullahm söylediği her şey, Kur'anda mevcuttur. Uzak olsun, yakın olsun aslı Kur'andadır. Onu anlayan anlar, görmeyen görmez. Cenabı Hak «Biz o Kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık.[288] buyuruyor»[289]. ez-Zerkeşi İbn Berrecân'dan bu mevzua dair on beş sahifelik bir kısmı iktibas eder. Bu kısım her hadisin, Kur'andan bir asla irca edilebileceğine dair misalleri ihtiva eder[290]. Bu misallerin bir kısmında, tekellüfe düştüğü müşa-hade edilir. Tekellüfe birkaç misal verelim. Mesela «Üstteki (veren) el, alttaki (alan) elden hayırlıdır» hadisini «Müstağni olan Allandır, sizler muhtaçsınız»[291]ayetinden çıkarmaktadır. Keza Deccah «Sana va'dedilen bir cezan var ki mutlaka, o cezanı tam zamanında bulacaksın»[292] ayetine irca eder. «Siz dönerseniz biz de döneriz...»[293] ayetinden ise Hz. İsa'nın geleceğini çıkarır.
b) Hadislerin Kur'ana rücûunun şart olmadığını söyleyenler:
Bir kısım âlimler, sünnetin Kur'ana raci olması şartını reddederler. Bunların delilleri şöyle sıralanabilir:
1- Cenab-ı Hak Kur'anda birçok ayetlerde Hz. Peygamber (A.S.M.)'in hükmüne razı olunmasını, onun emir ve nehiylerine ittibam farz olduğunu tasrih etmektedir[294]. Bunlar Hz. Peygamber (A.S.M.V in sünnetinde, Kitapta olmayan hususların mevcudiyetine delil teşkil eder.
Aksi tezi müdafaa edenler bu delile karşı şöyle cevap verirler. Kitabın anlaşılmasında başka ihtimaller de olacağından, Kitabın sünnet tarafından açık-ianması gerekmiştin Sünnet, ihtimallerden birini beyan eder. Mükellef beyana muvafık amel ederse, Allah'ın, kelâmından murad ettiği şeye itaat etmiş olur. Beyana, muhalif hareket ederse Allah'ın murad ettiğine muhalefet, dolayısıyla isyan etmiş olur. Beyanının muktezasinda da Resulüne âsi olur. Şu halde her iki itaati ayrı ayrı emr etmek, itaat edilenin mutlaka te-baVününü gerektirmez. Bu lazım gelmeyince mezkûr ayetlere dayanarak, sünnette, Kitapta bulunmayan şeylerin mevcut olduğuna istidlal olunamaz. Belki Allah ve Resulü (A.S.M.)'nün emri, ayh-i mânada içtima ederler. Böylece iki isyan ve iki itaat, iki cihetten vaki olabilir. Bu muliaz değildir.
Sünnette, Kitaba ziyade olduğu müsellemdir. Lâkin bu ziyade, şerhin meşrûh üzerine ziyadeliği gibi midir? (Çünkü şerhte meşrûhta olmayan beyan vardır. Böyle olmasa şerh olmazdı.) Yoksa Kitapta olmayan başka mânanın ziyadeliği midir? Bu husus münakaşalıdır. Sünneti Kitaba irca edenlere göre, bu münasebet, meşrûhta olmayanın şerh de mevcudiyeti kabı-İmdendir. Hüküm Kur'anda icmali, sünnette tafsili ise birbirinden farklı zannedilir. Meselâ (egumussalah) kavlinde salat mânası icmaî edilmiştir. Peygamber (A.S.M.)'imiz de açıklamıştır. Böylece beyanda, mübey-yende olmayan ortaya çıkmıştır. Fakat beyanın mânası tıpkı mübeyyenin mânâsıdır. Ama hükümde muhteliftirler. Çünkü açıklanmadan önce mücmel hakkında yapılması gereken iş, tevakkuf etmektir. Açıklandıktan sonra ise muktezasmca amel etmek şart olur. Hükümde muhtelif olunca, mânaca da muhtelif zannedilirler.
2- Sünneti bırakarak yalnız Kur'ana ittiba etmek isteyenleri zemmeden hadisler varid olmuştur. Sünnette mevcut olan, Kitapta da bulunmuş olsaydı, o takdirde sünnet terk edilmiş olmazdı. Nitekim Peygamber (A.S.M) 'imizden şöyle bir hadis. rivayet edilmiştir :
«îçinizden hiç birinin, koltuğuna yaslanmış vaziyette iken, kendisine benim emir ve nehiylerimden biri ulaştığında «Başkasını bilmem, biz Allah'ın Kitabında gördüğümüze uyarız.» dediğini sakın görmeyeyim.»[295]
Başka hadislerde, Resûlullah (A.S.M.)'in haram kıldığının, Allah'ın haram kıldığı gibi olduğu bildirilmiştir.[296] İşte bu hadisler, sünnette Kitapta olmayanın mevcudiyetini gösterir.
3- İstikra, yani tam bir araştırma, sünnette olduğu halde Kur'anda nass halinde bulunmayan birçok hükmün mevcudiyetini gösterir. Kadının, halası ve teyzesi üstüne nikâhlanmasınm, ehli eşeklerin ve dört ayaklı her azı dişli yırtıcı hayvanın haram olunması, müslümanm kâfire kısas edilerek öldürülmeyeceği gibi. Keza Mu'âz b. Cebel ile Peygamber (A.S.M ) imiz arasında şöyle bir muhavere geçmişti. Peygamber:
— Ne ile hükm edeceksin?
— Allahm kitabı ile.
— Onda bulamazsan?
— Resûîullahın sünneti ile hükm ederim. Mu'âz'ın bu cevabından da, Kur'anda olmayanın, sünnette mevcut olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
îkinci ve üçüncü maddelerde yapılan itirazlara karşı, sünnetin Kitaba raci' olduğunu söyleyenler; Kur' anda olmadığı ileri sürülen bu meselelerin, aslında yine ona dayandığını, Resûlullah (A.S.M.)'ın vahiyle yahut içtihad etmek suretiyle bu hükümleri beyan ve tafsil ettiğini, lâkin onun bu isünbatlarmın diğer müçte-hidlerin yaptığı içtihadlar nev'inden olmadığını tek tek izah etmeye çalışırlar[297]. Yine bunlara gön Mu'âz hadisi münakasalıdır. Zira Kur'anda olan her büküm, sünnetin tamamına takdim edilmez. Çünkü mütevatir hadisler, delil olma babında Kur'andan geri kalmaz. Bu sebebten Mu'âz hadisindeki takdim key-fiyyeli, daha kolay ve yakın olanla, yani Kitapla başlama mânasına te'vil edilmiştir[298].
4- Yalnız Kur1 ana iktisar etmek, sünnetin haricine çıkan nasipsiz kimselerin kârıdır. Onlar her şeyin Kur'anda beyan edildiği esasına dayanarak, sünnet ahkâmını bir tarafa atmışlar ve bu hal onların Cemaatten çıkmalarına ve Kur'anı, Allah'ın indirdiği maksattan başka bir tarzda te'vil etmelerine müncer olmuştur.
Rivayete göre Ömer b. el-Hattâb demiştir ki: «Size birtakım insanlar gelerek, Kur'anın müteşabih ayel-leriyle size karşı çıkacaklardır, sizinle mücadele edeceklerdir. Siz de onları hadislerle kıstırın. Zira sünnete vakıf olanlar, Allah'ın Kitabını en iyi bilenlerdir.»
Ömer gibi başka sahabîîer de sünnete sarılmanın lüzumuna dair sözler söylemişlerdir[299].
Sünnete ehemmiyet vermiyenler bir de hadis zikr ederler. Buna göre Kur'ana muvafakat etmedikçe, hadis nazar-ı itibaxa alınmamalıdır. (Hadislerin Kur'a-na arz edilmesine dair olan bu hadis ve hakkındaki münakaşalar kitabımızın 91-95. sahifelerinde geçmişti. Sünnetin Kur'ana rücûunun şart olmadığını kabul edenler, o hadisin sahih olmadığını söylerler.)
Aksi tezi müdafaa edenler bu itiraza karşı cevaben derler ki: Sünnetten hurûc edenler, re'ylcrine itimad edip, sünneti bir tarafa attıkları için bu balo düşmüşlerdir, başka cihetten değil. Sünnet Kitaptaki mücmeli beyan, mutlakı takyid, umumu tahsis ederek Kur'a-nı Kerimin birçok sığalarını, lügat mânasından başka mânaya tahvil eder. Böylece bilinir ki Allah'ın muradı, sünnetin beyan ettiğidir.' Sünnet bir tarafa atılırsa, mücerret lieva ile sığaların zahirine ittiba edilirse, böyle yapan kimse istidlalinde dâil, Kitap hususunda da cahil sayılır. Karanlıkta dolaşır, doğruyu bulamaz. Zira dünyevi hususlara ait menfaat ve mazarratı idrâk etmekte bile akılların iktidarı çok mahduttur. Uh-revî meselelerde ise hakikati idrâkten daha uzaktır[300].
c) Sünnetin Kur'ana raci olduğunu bazı istisnalarla kabul eden te'lifçi görüş:
Sünnetin Kur'ana raci olup olmadığı mevzuunda bir başka nazariye de, eş-Şâtıbî'niıı benimsediği, nis-beten te'Iifçi bir görüştür. Ona göre Kitap sünnete delâlet eder. Sünnet sadece onu açıklamak için gelmiştir. Fakat bu beyan emir, nehiy, izin gibi meselelere nisbetledir ve bilcümle, teklif cihetinden efâl-i mükellefine taalluk eden hususlardadır. Lâkin bunun haricinde kalan, geçmiş ve gelecekten haber verme gibi emir, nehiy ve izne ait olmayan meseleler iki kısımdır:
1- Kur'anı tefsir mevkiinde varid olan haberler ki, böyle hadislerin Kitabı beyan ettiğinde münakaşa yoktur. Mesela:
«...Kapısından secde ederek (eğilerek, saygı göstererek) girin ve dileğimiz hıtta (dır, günâhlarımızın dökülüp düşmesidir) deyin,..»[301]ayeti hakkında:
«Kapıdan kıçları üzerinde emekleyerek girdiler.»[302] demesi, «Zulriı edenler sözü, kendilerine söylenenden başkasına çevirmişlerdi.»[303] ayeti hakkında da demesi gibi.
«Allah yolunda öldürülenleri salan ölüler sanma, bilakis onlar Rableri katında diridirler.»[304] ayeti hakkında: «Uhud'da kardeşleriniz şehid olunca, Allah Teâlâ onların ruhlarını yeşil kuşların içlerine koydu ki, Cennetin ırmaklarından su içerler, meyvelerinden yerler ve Arş'm gölgesinde asılı altın kandillere giderler, istirahat ederler...»[305] demesi gibi.
«Keşke benîm size karşı bir kuvvetim olsaydı, yahut sarp bir kal'aya sığınabilseydim!»[306] ayeti hakkında : «Allah Lût Peygambere rahmet etsin. Andolsun o çok sağlam bir kal'aya sığınıp duruyorken, kavmine «Keşke benim size karşı bir kuvvetim olsaydı!...» demiştir. Allah ondan sonra hiçbir Peygamber göndermedi ki, bir cemaate dayanmamış olsun.»[307]demesi gibi.
2- Varid olan hadisin tefsir mevkiine geçmemesi ve onda itikadi veya amelî bir teklif bulunmamasıdır. Bu sınıfa dahil olan hadislerin Kur'andan bir esasa dayanmaları lazım gelmez. Zira bu sınıfa dahil olanlar, teklif haricinde kalan zaid meselelerdir. Kur'an teklifle alakalı olarak nazil olmuştur. Sünnetin bunun haricine çıkmasında mahzur yoktur. Sahih hadislerden bu kısma dahil olan hadisler vardır. Abraş, kel ve kör hakkındaki hadis[308], âbid Cüreyc[309], yahut Hz. Musa'nın vefatını anlatan hadis gibi[310].
Peygamber kıssaları, bizden önceki ümmetlerin kıssaları gibi, üzerine amel bina edilmeyen hususlar da böyledir. Lâkin bu kıssalarda da, Kur'an kıssaları gibi ibretler vardır. eş-Şâtibî ilaveten der ki: «Bazı hallerde bunlar terğib ve terhibe raci olmaları, dolayısıyla emir ve nehye hizmet etmeleri sebebiyle, Kitapta çok umumi bir şekilde mevcut olan mücmeller kısmına dahil olmaktan büsbütün hâli sayılmazlar»[311].
Muasır âlimlerden Subhî es-Salih de bu te'lifçi görüşü benimsemektedir:
«Bu durum karşısında sünnet, bütün tafsili delilleriyle birlikte Kur'an-ı Kerim'e yönelmiş oluyor; zira hiçbir âlim, sünnetin getirdiği ile amel etmenin, Kur'an ile amel olduğuna itiraz etmez. Çünkü sünnetle amel etmenin vacip olduğunu gösteren Kur'an-ı Ke-rim'dir. Kur'anı Kerim daha umumi, hadis ise daha hususîdir. Külli hükümleriyle daha umumî olanın, cüz'i hükümleriyle daha hususî olanı kapsadığında şüpho yoktur. Kur'an ile hadis arasında prensip bakımından mevcut olan birlik, —prensipler üzerinde bile olsa — hadisin yalnız başına bir hüküm getirmesine veya mevcut bir hükmü izah etmesine mâni değildir. Şurası muhakkak ki Allah Teâlâ, Allah'a ve âhiret gününe îmân eden ve zâtını çok ananlar için Resulünü önder, sünnetini kılavuz ve nebevi hidayetini de güzel bir örnek yapmıştır.»[312].
Ona göre «Kur'ânm her şeye şâmil olduğu, her şeyi açıkladığı ve Allah Teâlâ'nm ona dere etmedik bir şey bırakmadığı mes'elesi ile, ana prensipleri Kur'an-da mevcut olmakla beraber, onun ne isbât ne de nefy etmediği hükümlerin, sünnette yer aîdîğı mes'eJesini hiçbir müşkilâta ve haksızlığa mahal kalmadan uz-laştırabiîiriz. Bu mutedil görüş, hadise «islâm m teşri asıllarından ikincisi» adım tereddütsüz vermemizi mümkün kılmaktadır.»[313].
Öyle anlaşılıyor ki, rivayete fazla ehemmiyet verenler, birçok hadisin ihmaline müncer olacağına kanaat getirdiklerinden, sünnetin Kitaba raci olduğu, hadislere Kitaptan bir mesned bulmanın gerektiği fikrini kabul etmemişler ve bunu bazı delillerle de takviye etmeye çalışım şiardır. Bu sebeple senedi münakaşalı olan «hadislerin Kur'ana arz edilmesini» isteyen hadisi kabul etmemişlerdir.
Hadislere kasden ehemmiyet vermeyen ve Allah'ın Kitabını heva ve heveslerine göre anlamak isteyenleri bîr tarafa bırakacak olursak, bir kısım âlimler de, Hz. Peygamber (A.S.M.)'e nisbet edilerek, sıhhatinin tesbiti zor olan birçok hadisin yayıldığını görerek, rivayet edilen hadislerin makbuliyetini sağlam bir esasa bağlamaya taraftar olmuşlar, ve onların Kitabullah ile karşılaştırılmasını şart koşmuşlardır.
Kullanılmasında mübalağa edilmemek, tefrite düşmemek şartiyle bu karşılaştırma keyfiyeti, yerinde bir tedbirdir. Sonra bu arz (karşılaştırma) İşini, mezmum sıfatlardan arınmış râsih alimlerin yapması elzemdir. Sıhhat şartlarım kendinde toplayan haber, haber-i vahid de olsa, iyice ölçüp biçmeden inkâra müsaraat etmemelidir. Zira âlim sahabîler bile (Âişe ve tbn Ömer gibi) [314]bu arz işinde ihtilafa düşerek, hata edenleri olmuştur. Hz. Peygamber (A.S.M.)'in söylediği müteyekkan olan sözü, muteber saymak gayesiyle Kitaba arz etmek doğru olmaz. Çünkü bu hadis bizatihi hüccettir. Her halde bundan olmalıdır ki, bir taraftan «sünnetin bütünüyle Kitab'ın şerhi olduğunu^ kabul eden îmanı eş-Şafi'î, sahih hadisleri Kur'an ile karşılaştırmaya lüzum görmemiştir. Çünkü hadisin, Kitaptan bir asla dayandığı muhakkaktır. Faka! biz her zaman bu münasebeti bilemeyebiliriz. Kanaatimizce bu münakaşa daha çok nazarîdir. Mebde' itibariyle sünnet ister Kitaba raci olsun, ister olmasın, amelî bakımdan hiçbir müçtehid ve hiçbir müfessir sünnetten müstağni kalamaz ve kalamamıştır. Doğrusu «Kitabın sünnete terk ettiği bir saha, sünnetin de Kitaba bıraktığı bir saha vardır.»[315]
Sahabe devrinin sonlarında, islamiyeti anlamakta mezmûm re'ye dayanan bir takım sapık zihniyetlerin yavaş yavaş ortaya çıktığı görülür. Zamanla hem bunların, hem de Kitabullahı bilmeyenlerin adedi arttı. Kur'ânm sahih izahının, —mevcud olması halinde,— birinci derecede, hadislere bağlı olduğunu idrâk eden «enlu's-Sünne»nin yanında, bir takım haricî menşe'le-rin tesirinde kalan bidat ehli boy göstermeye başladı. Bunlar, hadisleri kendileri için büyük bir engel sayıyor, bu sebepden de onları hükümsüz bırakmanın, ehemmiyetini azaltmanın çeşitli yollarını arıyor, böylece hainâne emellerini gerçekleştirmeye çalışıyorlardi. Sanki «Allah ile Resulünün arasını ayırmak istiyorlardı»[316].
Kitabı sözleriyle ve fiilleriyle açıklayan, hevasıy-la söz söylemeyen zatın sünnetlerini bir kenara itince, Kur'ânm müteşabih ayetlerinden istifade ederek maksatlarına ulaşmak kolay olacaktı. Hz. Peygamber (A.S.M.) Kur'ân-ı Kerîm'in hevaya ve mezmûm re'yo göre tefsir edilmesini nehiy ve faillerini müthiş azapla tehdit ettiği gibi, Kur1 ânı maksadından başka şekilde izaha girişecek olanların çıkacağını da haber vermişti :
«Ümmetimin helaki, Kitapta ve sütte olacaktır. «Ey Allah'ın Resulü, buradaki kitap ve süt nedir?» diye sorulunca buyurdu ki; Kur'ânı öğrenip onu Allah'ın indirdiği gayeden başka bir şekilde te'vil ederler...»
Bir başka hadiste de şöyle buyurmuştur:
«Ümmetim için en çok korktuğum, lisanı iyi bilip Kur'ânla mücadele eden münafıktır»[317]. Bu mânada başka hadisler de vardır[318].
Bunlar sanki Kitabı açıklamaya yetkili kılınan Resûlullah (A.S.M.) değil de, kendileri imiş gibi, Kur'ân-ı Kerim'i gelişi güzel, daha doğrusu lıeva ve heveslerine göre te'vil etmek istiyorlardı. Mutezile fırkasına dahil olanların ekserisi, Revafız, Havaric, Mür-cie ve Cebriye fırkaları heva ehlinin belli başlı guruplarını teşkil ediyordu. îbn Abdi'l-Berr'in dediği gibi «Her türlü b.id'at ehli sünnetlerden yüz çevirmişler, Kitabı sünnetin beyan ettiğinden başka tarzda tefsir ederek sapmışlar ve saptırmışlardır»[319].
Butlanı zahir birçok fırka bir tarafa, îslâmm hakiki temsilcileri olduklarını iddia eden Mutezileden bazıları, Cenab-ı Hak tarafından tekvin ve tenzil işinde müşavir seçilmişler gibi, kuruldukları yerden «Falan hadisi akıl hücceti tekzib eder.» «Filan hadis Allah'ın Kitabına aykırıdır» gibi hükümler vermişlerdir. Bunlar bir nevi Allah ile Resulünün arasını açmaya çalışmış, güya Kur'âna temessük ederek, nevalarına uymayan hadisleri ona muhalif sayarak inkâr etmişlerdir. Bu iddialarına birkaç misal vermek, mevzuu daha da.vuzuha kavuşturacaktır.
Fakih sahabilerden îmrân b. Husayn'ın (Ö. 52/ 672) bulunduğu bir mecliste adamın biri: «Kur'ânda olandan başkasından bahs etmeyin» deyince îmrân : «Sen ahmak bir adamsın!» dedi. Sonra namaz, zekât ve emsali hükümleri sıraladı ve «Bunları Allah'ın Kitabında tefsir edilmiş olarak buluyor musun? Kita-bullah bunları mübhem bırakmıştır, sünnet de tefsir etmiştir» demişti[320]. Yine aynı sahabîye bir adam : «Siz bize öyle hadisler söylüyorsunuz ki, Kur'ânda onların aslını bulamıyoruz» deyince kızmış ve onu irşad etmeye çalışmıştı[321].
Sa'îd b. Cubeyr bir gün Peygamberimiz (A'.S.M.)'-den bir hadis rivayet etti. Bir adam: «Allahuı Kitabında buna muhalif ayet var» dedi. Sa'îd cevaben: «Sana Resulullahdan bir hadis söylerken, sakın ona Allanın Kitabıyla muaraza ettiğini görmeyeyim! Allahın Resulü Kitabullahı senden daha iyi bilirdi» diye cevap vermişti[322].
Gelecek misalde göreceğimiz gibi, hadislerin Kur1-ân ile tenakuza düşeceğini iddia edenler her zaman kötü maksatlı kimseler değildi. Bazen derinliğine bilgisi olmayan, bir ayetin zahirine tutunarak itiraz eden, malûmatı az şahıslar da bulunuyordu: Ma'mer b. Raşid el-Câmi' isimli hadis mecmuasında Talik b. Habîb'den şöyle nakl ediyor. Talik dedi ki, Câbir b. Abdullah'a «Onlar ateşten çıkmalarını dilerler. Halbuki onlar bundan cilacılar değildir. Onlar için kendilerini tutup durduracak bir azap vardır.»[323] âyeti hakkında ne dersin? Halbuki sen, bir kavmin ateşten çıkacağını iddia ediyorsun! Dedim. Cabir cevaben : «Şehadet .ederim ki, bu ayet Resûlullaha nazil oldu. Sen ona iman etmeden önce biz iman ettik, sen tasdik etmeden önce biz tasdik ettik. Yine şehadet ederim ki, ResûIuHahdan, Cehennemden bir kavmin çıkacağını bizzat işittim.» Bunun üzerine Talik: «Şüphe yok ki böyledir. Vallahi bundan böyle, seninle mücadele etmem" dedi[324].
Bu mevzuun çok kurcalandığını, Kitapla sünnet arasında, tenakuz zannedilen hallerde, takip edilecek hatt-ı hareketi göstermek üzere muştaki] kitaplar te'-Jif edildiğinden anlıyoruz. Mesela, Ahmed b. Hanbel (Ö. 240/855) bu mevzuda «Tâ etu'r-Resûl» adlı bir kitap te'lif etmiştir[325]. Şimdi bazılarının akıllarına dayanarak ve bir kısım ayetleri serrişte ederek inkâr ettikleri meselelere birkaç misal vereceğiz:
Hz. Peygamber (A.S.M.) "Kabirde'suale çekileceğiniz bana bildirildi» buyurmakla ve birçok dualarında «kabir azabından» Allah'a sığınmakla, kabirde sual ve azap cereyan edeceğini, tevatür derecesine varan birçok hadisleriyle bildirmiştir[326] Meselenin Kur1-ân ayetlerinden de delili vardır. Allah Teala şöyle buyurarak kıyamet gününden önce, bazı kimseleri tazib edeceğini bildirmiştir:
«(Azâbdan biri deî ateşdir ki onlar sabah, akşam arzolunacaklar, kıyametin kopacağı gün de «Fir'avn haanedâmnı azabın en çetinine sokun» (denilecek)»[327]. «Onların ne dünyada, ne de kıyamet gününde ateşe arz edilmeleri caiz değildir. Zira kıyamet günü onlar şiddetli azaba atılacaklardır... Sika kimselerden, Peygamberin kabir azabından istiaze ettiği, birçok tariklerden rivayet edilmiştir... îşte bunlar kâfirlerin kabir azabına duçar olacaklarını bildirir[328].
Peygamberimiz (A.S.M.) bu ayetin tefsiri mahiyetinde şöyle demiştir:
«Sizden biriniz ölünce, mevkii sabah akşam kendisine gösterilir. Cennetlik ise cennetteki mevkii, cehennemlik ise cehennemdeki yeri arzedilir ve bu iş kıyamet günü onu diriltinceye kadar devam eder»[329] Ayrıca Peygamberimiz (A.S.M.) «Allah, îman edenlere dünyâ hayatında da, âhiretde de, o sabit sözlerinde, dâima sebat ihsan eder. Allah zaalimleri (kâfirleri) şaşırtır. Allah ne dilerse yapar»[330] ayetinin, kabir azabı hakkında olduğunu tasrih etmiştir[331].
Bütün bu delillere göz yumarak, onlar kabir azabını inkâr etmişlerdir. Onların tutamakları şu ayetlerdir :
«De ki: «Sizi Allah diriltiyor, sonra sizi O öldürecek. Bilahere yine sizi, hakkında hiçbir şüphe bulunmayan kıyamet gününe O getirip toplayacaktır»[332]. «O, (önce) size hayat veren, sonra sizi öldürecek, daha sonra da sizi yine diriltecek olandır»[333].
Onlar ihya ile imate arasında başka bir hayattan haber vermeyen bu ve benzeri bazı ayetleri öne sürerek derler ki: «Allah Teaîa insani; ölümle kıyamet günündeki diriltme arasında, ihya edeceğini, azap yahut mükâfat vereceğini icmalen olsun, tafsilen olsun zikr etmemiştir.» İbn Kuteybe (Ö. 276/889) bunlara cevaben der ki:
«Biz de deriz ki: Kitabullahda icaz, ihtisar, işaret ve îma vardır. Bazan sıfatı bir yerde getirir, başka yerde getirmez. Böylece iki yerden birinde hazf edildiğine istidlal olunur. Resûlullahm hadisi de kitabı açıklar, Allah'ın neyi murad ettiğine delâlet eder[334]. ;
Hz. Peygamber (A.S.M.) bir hadisinde : «Biz peygamberler topluluğu varis bırakmayız; bıraktığımız mal sadakadır» demiştir[335].
Onlar: «Siz Peygamberin böyle söylediğini rivayet ediyorsunuz. Bu Allah'ın şu kavline muhaliftir: «Ki bana da mirasçı olsun, Yakub hanedanına da mirasçı olsun...»[336]. Keza «Süleyman Davud'a mirasçı oldu...»[337] ayetine muhaliftir. Ayrıca Fatıma, halife Ebû Bekr'den babasının mirasını istemişti. Ali b. Ebi Tâlib ile Abbas da aynı şekilde hareket etmişlerdi.» İbn Kuteybe onlara karşı şöyle cevap verir:
«Biz deriz ki: Bu hadis Hz. Zekeriya'nm sözüne muhalif değildir. Maksat mala varis olması değildir»[338]. İbn Abbas'm tefsirine göre Hz. Zekeriya'-nın ilmine, Yakub hanedanının ise mülküne varis oldu. Hz. Süleyman'ın veraseti de «mülk, nübüvvet ve ilim» verasetidir. Mülk ise sultan, hüküm ve siyaset demektir. Mal değildir[339]
Kader, rü'yet (ahirette Allah Teala'nin mü'minler tarafından görülmesi), şefaat, mûcizat ve sıfatı ilahiye gibi usûl ve vasiyet, muharremat gibi birçok fürü meselelerinde Mutezilenin tutumu aynı şekildedir. Bunların ve benzerlerinin soğuk tekellüfleri de göstermektedir ki, Allah'ın Kitabını Resûlullah (A.S.M.)'in izahlarına dayanarak anlamak lazımdır. Yoksa herkes kafasından hadislerin Kur'âna veya akla muhalif olduğunu ileri sürerse, iş çıkmaza varır.
9- Hz. Peygamber (A.S.M.)'den Gelen Bazı Tefsir Rivayetlerini Âlimlerin Dirayet Yolu ile İzah Etmeleri :
Hz. Peygamber (A.S.M.)'in bir kısım ayetler hakkında yaptığı tefsir kat'îyyet ifade eder. Mesela, Ce-nab-ı Hakkın mü'minler tarafından ahirette görülmesi mevzuundaki sahih hadisler, rü'yeti nefy ettiği intibaını veren ayetleri (el-En'âm 103 ve el-A'râf 143) kat'î tefsire kavuşturmuş[340] ve nefyin mutlak olmadığını belirtmiştir. Kabir sualine işaret eden ayetle (îbrâhîm 27) kabir azabına işaret eden (el-Mü'min 46) ayetini birçok hadisleriyle kat'î tefsire kavuşturmuştur[341]. Bu hallerde ümmete düşen, Allah'ın muradını, olduğu gibi Hz. Peygamber (A.S.M.)'in beyanından almaktır. Fakat bazı hallerde âlimler, Resûlullah (A.S.M.)'m herhangi bir ayeti tefsir eden hadisini, ilk nazarda akla gelen şekliyle değil de, bazı izahlarda bulunarak mânasını tevcih etmek suretiyle kabul ederler. Bu, daha çok herhangi bir ayetin tefsirinde, hasrı iham eden lafızlarla varid olan hadisler için söz konusu olur.
Mesela, bazı hallerde Hz. Peygamber (A.S.M.), bir hadis söyledikten sonra «îşte AIlah Teala'nın şu ayeti, bunu ifade eder.» diyerek ayet -okuması halinde, o ayetin başka mânası nefy edilmiş olmayabilir. Peygamberimiz (A.S.M.), ayetteki bir veya birkaç mânayı belirtmiş olur. Nitekim gelecek hadisten bunu anlamaktayız. Peygamberimiz (A.S.M.) el-Bakara 143 ayeti hakkında, ümmet-i Muhammed'in kıyamet günü, diğer ümmetler hakkında şahidlik edeceğini belirterek
buyurmuştur[342]. Yine ayni ayetin tefsiri hakkında Peygamberimiz (A.S.M.)'den şu hadis rivayet edilmiştir :
Ebû Hureyre şöyle anlatıyor: Hz. Peygamberle beraber bir cenazeye gittik. Cenaze üzerine namazı kıldıktan sonra, cemaat Ölü için «ne iyi adamdı!» deyince, Resûluîlah «vacip oldu» dedi. Sonra yine beraberce bir cenazeye gittik. Meyyit üzerine namaz kıldıktan sonra, cemaat «ne kötü adamdı!» deyince Resûluîlah «vacip oldu» dedi. Ubey b. Kâ'b kalkarak: «Ya Resûleî-lah, «vacip oldu» sözünüzün mânası nedir? dedi. Buyurdu ki: «Allah Teaîa'nın şu sözüdür:
Bu hadislerle izaha kavuşturulan işbu Bakara, 143 ayeti, müslümanlarm insanlar üzerinde şahitler olduklarını beyan ediyor. Birinci hadiste müslümanlarm ahiretteki şehadetlerinin, ikinci hadiste ise dünyadaki şehadetlerinin muteber olduğu bildirilmektedir. Böylece hadisler, ayetin, birbirine zıd olmayan ayn ayrı yönlerini ifade etmiş olmaktadırlar.
Peygamberimiz (A.S.M.) bazan, umumi bir ismin şümulüne giren nevilerden bir kısmını temsil tarikiyle zikr etmiş olabilir. Maksad muhatabın dikkatini nev'e çekmektir, yoksa umum ve hususu ile o ismi, tam tamına tahdit ve tarif değildir. Mesela,[343] ayetindeki «meşhûd» hakkında
«kıyamet günü»[344], «cuma günü»[345] ve «arefe günü»[346] denildiği merfu olarak rivayet edilmiştir. Bu rivayetlerin hepsinin de sahih olmasına bir mani yoktur. Zira görülmek ve şehadet edilmek mânası bunların hepsi için sahihtir. Bu ayetin tefsiri olmaya, bunlar ve bu neviden olan diğer mefhumlar, muvafık olabilir.
«Andolsun fecre, on geceye, hem çifte, hem teke»[347] ayeti hakkında Ca-bir'den merfûen:
«On gece: Kurban bayramından önceki on gece, vitr (tek) : arefe günü, şef (çift) ise kurban bayramı günüdür» hadisi rivayet edilmiştir[348]. îmrân b. Hu-sayn ise şöyle rivayet eder:
«Buradaki tek ve çiftken maksud namazlardır ki onla rın bazısı lekf-bazısı ise çift rek'atlıdır»[349]. Ayrıca başka iki riy.ayek daha vardır[350]. Bu tefsirlerin her-biri umumî bir ismin, şümulüne dahil olan mânalardan birini zikr ettiği için, tefsirler birbirine münafi değildir.
Bazı lafızlar lügatte müşterek olur. Böyle kelimelerde, Hz. Peygamber (A.S.M.)'in istimaline bakarak hemen kafi muradı tayin hususunda acele etmemek lazımdır.
Fâtıma b. Ebî Hubayş Resûlullah (A.S.M.)'a gelerek îstihaza kanından şikâyet etmişti. Resûlullah (A. S.M.) ona dedi ki:
«Bekle, âdet (hayjzî zamanın gelince artık namaz kılma. Âdet zamanın geçince gusledip gelecek âdet zamanına kadar namazını kıl»[351]. Burada Hz. Peygamber (A.S.M.) i hayız mânasına kullanmıştır. Buna bakarak lügatte ezdaddan olan in hayız olduğu söylenebilir. Nitekim hadisi rivayet ederi en-Nesâ'î «Bu hadis kar'in hayız olduğuna delildir» demiştir. en-Nesâ'î'nin aynı babda rivayet ettiği bir başka hadiste Peygamberimiz (A.S.M.)'in bir kadına, kar' müddetince namazı terk etmesini söylediği görülür. Böyle kabul edilince, sahabeden Ömer ile Âişe arasındaki ihtilaf, keza sonra gelen müçtehitler arasındaki kar' kelimesi hakkında görülen anlayış farkı yersiz sanılır.
Et-Tahâvî bu mevzudaki haberleri serd ettikten sonra der ki:
«Bu hakikî bir muarazadır. Resûlullahm müsta-haze hakkında «kar' günlerinde namazını bırak» ha-disiyle ihticac ederek, kar' Resûlulîahm lisanı üzere hayızdır, diyebilirdik. Fakat böyle yapmayacağız. Zira araplar hem hayız, hem de tuhr, hem de hayız ve tuhru cem ederek ikisini birden kar olarak adlandırırlar»[352].
Herhangi bir ayetin izahını Resûlullah (A.S.M.) bazan lazımı, bazan naziri, bazan da semeresi ile yapmış olabilir. Bu hususlara dikkat edip, bazı hadislerin hasr ifade ettiği tevehhüm edilmemelidir. Şimdi müfes-sirJerden bazılarına göre hasr ifade ettiği sanılan. Peygamberimiz (A.S.M.)'e ait bir kısım ayet tefsirlerini ve bunlar hakkında bazı alimlerin tevcihlerini zikr edeceğiz.
î. Misal:
Bu hadislerde Peygamberimiz (A.S.M.)'in «gazaba uğrayanlar yahudiler; sapıklar da hıristiyanlar-dır»[353] dediği rivayet edilmektedir. et-Tirmizi'nin rivayeti şöyledir:
«Yahudiler gazaba uğrayanlar, hıristiyanlar ise sapıklardır.» Peygamberimiz (A.S.M.)'e ait olan bu tefsir, sahih isnadla nakl edildiğinden, hemen hemen bütün mufessirler tarafından kabul edilmiştir. Halbuki «ga-zaba uğrayanlar ve sapıklar» mefhûmu umumidir, hak .yoldan sapan her çeşit fırka, taife ve insan bu umumiyet içine dahil olur. Öyleyse Hz. Peygamber (A.S.M.)'in bu mefhumları mezkûr iki taifeye tahsis-etmesinin hikmeti nedir? el-İsfahânî diyor ki:
«Gazaba uğrayanlardan murad, İslâm caddesinden sapan her fırka ve mezheptir. Bazı müfessirlerin onlardan bir fırkayı tayin etmeleri,, umumiyeti en meşhur ve en vazıh ferdi ile temsil etme babındandır.
îbn Ebî Hâtim'in «Mufessirler arasında in yahudiler, in ise hristiyanlar olduğunda ihtilaf edildiğini bilmiyorum» sözünden de murad budur»[354].
Muhterem İsmail Cerrahoğlu da bu mevzuda şöyle bir tevcihte bulunmaktadır:
«Buna göre yahudilerin ve hristiyanlarm, Fatihadaki mağdubun aleyhim ve dâllinden birer misâl oldukları anlaşılmaktadır. Yahudiler ve hristiyanlar ehli kitâb olduklarından, müşrik ve sair din mensuplarından daha ehvendirler. Diğerlerine nazaran islâ-ma zıd olsalar da daha yakındırlar. Burada âyetin iki nev'e tahsis edilmesindeki ibret açıkça kendini göstermektedir. Artık islâmm zıddı-karîbi olandan kaçınılması emredilirse, Zıdd-ı baîdi olandan kaçınılması evleviyyetle sabit olacaktır. O halde, Peygamber, sapıklık grubunda olan herkese ıtlak edilebilecek Mağdubun aleyhim ve dâllin mefhumlarım bazı muayyen gruba tahsis edebiliyordu»[355]
Es-Suheylî ise; Allah Tealanm yahudiler hakkında «gazab üstüne gazaba uğradılar»[356] ayetini, hristi-yanlar hakkında ise
«Bundan evvel hakîkaten hem kendileri sapmış, hem bir çoğunu sapdirmış ve (halâ da) dümdüz yoldan ay-rıhp sapagelmiş bir kavmin heva (ve heve) sine uymayın»[357] ayetini bu hadis için şahit göstermekledir (306). .
Ebû Sa'îd el-Hudrî dedi ki: İM adam (Kür'ânda zikr edilen) «Tâ ilk gününde temeli takva üzerine te'-sis edilen mescid»[358] hakkında münakaşa etmişlerdi. Biri «Kubâ mescididir» diyor, diğeri «Resûlullahın (Medine'deki) mescididir» diyordu. Bunun üzerine Resûîullah dedi ki: «O, benim bu mescidimdir»[359].
Bu mescidin Medine'deki mescid-î nebevi olduğu hakkındaki rivayetler sahihtir. Halbuki ayet Küba* mescidi hakkında nazil olmuştu. Nitekim İbn Atiyye «Kıssaya münasib olan, Kubâ' mescidi olmasıdır. Lâkin hadis varken fikir yürütülmez» demiştir[360]. el-îrâki de «Kubâ mescidi olduğuna delâlet eden hadisler de varid olmuş ise de,- bu hadis daha sahih, daha sarih ve daha müreccahtır» demektedir[361]. İbn Kesir ise umumi bir kaide koyarak, bu hadisi o kaidenin ışığında şöyle tevcih eder;'
«Sahih olan şudur ki, bu hadisle, ayetin Kubâ' mescidi hakkında nazil olması arasında münafat yoktur. Zira muayyen bir vasıfta müşterek olunca, bir şeyi zikr etmek, diğerlerini zikr etmeye münafi olmaz. Allah pek iyi bilendir»[362]
îbn Kesir'in ifadesine göre[363] seleften İbn Ab-bas, Urve b. ez-Zubeyr, eş-Şa'bî, el-Hasanu'l-Basrî, Sa'id b. Cubeyr ve Katâde Kubâ mescidi olduğunu tasrih etmişlerdir. Onlarin buna kail olması da, hadisin 1 hasr ifade etmediğini göstermektedir.
Bir hadisinde Peygamberimiz (A.S.M.) Fatiha sûresi hakkında
«Elhanıdü lillahi.Rabbi'l-âlemîn (sûresi) seb'-i mesanî ve yüce Kur*ândır»[364] demiştir. İbn Kesir, el-Hicr 87 ayetinin tefsirinde, ashabın bir kısmı ile bası alimlerin
hakkında: «En uzun yedi sûre- dediklerini nakl ettikden sonra ilave ederek der ki: «Netice bakımından Jbu kaviller arasında münafat yoktur. Zira el-Mesanî sıfatı her ikisinde de mevcuttur. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'in tamamını da bu şekilde tavsif etmek dahi buna münafi olmaz...»[365].
Ebû Hureyre'den: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki: «Allah'ın, kendisi sebebiyle hataları afvettiği ve dereceleri yükselttiği şeyi size bildireyim mi? «Bildir ey Allah'ın Resulü!» dediler. Buyurdu ki: «Zor şartlarda abdesti güzelce tamamlamak, mescitlere çok adım atmak ve bir namazın peşinden diğerini beklemektir. İşte bunlar ribattır, bunlar ribat-tır»[366].
Hz. Peygamber (A.S.M)'ın bu hadisiyle Âli İmrân,
200 ayetindeki «ribat yapınız» kısmını tahsis ittiği söylenmiştir. İlk nazarda da böyle anlaşılmaktadır. «Ribât»m lügat mânası, düşman için at bağlamaktır. Sonraları düşmanın taarruz ve şerrine karşı kalelerde nöbet bekleyen, atlı olsun, piyade olsun herkes için murabıt denmiştir[367]. îbn Atiyye diyor ki: «Doğrusu, ribat Allah yolunda müdavemet etmektir...
Hz. Peygamberin «ribat budur» demesi, muharebe için Allah yolunda at beslemeye teş-bihden ibarettir. Çünkü bir namazın arkasından öbürünü beklemek suretiyle namaza müdavemet etmek de kurtarıcı yollardan biridir. Ribatm lügatteki mânası, başta zikr ettiğimiz mânadır (Düşman için beslenen atlar). Resûlulîah (A.S.M.)'m böyle demesi onun
«Kuvvetli olan, pehlivan değildir. Pehlivan, gazabına hakim olandır.» Yahut «Miskin (fakir) ortalıkta dolaşıp da bir iki lokma ile savılan kimse değildir» demesi kabilindendir»[368].
Es-Sindî ise hadisi şöyle izah ediyor-:
«Hadisteki «îşte ribat budur» sözü ile, ayet-i kerîmedeki ve râbıtû kavlinin murad dilciği söylenmiştir. Ribatın hakikati, nefs ve cismi taatlere bağlamaktır. (Hadisteki ribattan kasdın) «efdal olan ribat» olduğu ifade edilmiştir. Bibat düşmanı men' etmek için hudutta beklemektir. Bu ameller de insanda şeytanın yollarını tıkar ve nefsi şehvetlerden men' eder. Nefis ve şeytana adavet etmek, düşmanı kahre müncer olacak büyük cihattır. Bunun için şanını tazim gayesiyle muarref ve mükerrer olarak :denilmiştir[369].
Ukbe b. Âmir minberde şöyle söyledi = Allah, «Siz de onlara (düşmanlara) karşı gücünüzün yetdiği kadar kuvvet ve (cihad için) tiağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki...» buyuruyor. Biliniz ki ben Resulullahdan işittim, kendisi minber üzerinde iken: «Allah buyııruyor: «Siz de onlara karşı gücünüzün yetdiğî kadar kuvvet... hazırlayın»[370]. Gözünüzü açın, kuvvet .ancak atmaktır. Gözünüzü açın, kuvvet ancak atmaktır. «(Üç defa) böyle buyuruyordu». İlk nazarda Hz. Peygamber (A.S.M.)'in, bu hadisle, kuvvet mefhumunu, «atmak» şeklinde tahsis ettiği anlaşılıyor. Halbuki kuvvetin mânasının çok daha geniş olduğu malûmdur. et-Taberî bu hadisi şöyle izah ve tevcih ediyor:
«Doğrusu şudur ki, Allah Teala mü'minlere, cihada hazır olmalarını, harp âletlerini ve düşmanlarına karşı kendilerine kuvvet sağlayacak şeyleri (silah, atıcılık, düşman için bağlanıp beslenen atlar vs.) hazırlamalarım emr etmiştir. Allah Teala «kuwet»i umumî olarak zikr etmişken, onu kuvvetin mânalarından birine tahsis etmeye sebep yoktur. Mezkûr hadisle tahsis edildiğini söyleyenlere cevaben deriz, ki: «Haberde bu şekilde varit olmuş ise de, o haberde, kuvvetin sadece «atmak» mânasının murad edildiğine delâlet eden bir şey yoktur. Zira haberde «Gözünüzü açın, kuvvet atmaktır» diyor. «Kuvvet atmaktır, başkası kuvvet değildir» demiyor. Kılıç, mızrak, kargı da, müşriklerle savaşta yardımcı olacak her şey de «atmak» gibi kuvvet cümlesindendir...»[371]
El-Beyzâvî de ayetteki kuvveti, «savaşta kuvvet temin eden her şey» olarak tefsir ettikten sonra Ukbe hadisini zikr etmesini müteakip, hadisi şöyle tevcih eder: «Aleyhi's-salâtü ve's-selâmm, kuvveti atışa tahsis etmesi, onun kuvvetin en başta gelen, en kuvvetli unsuru olmasındandır»[372]. «Kuvvetten istifade atışa bağlıdır. Kuvvet miyanında bilhassa atışın hususi ehemmiyeti vardır» demek istemiştir. Yoksa «kuvvet» demek sâde atış demek değildir»[373].
Bu misallerden anlaşıldığı üzere, Peygamberimiz (A.S.M.)'e mensup bazı tefsir rivayetlerini, maksat ve hikmetten sarf-ı nazar ederek, lafzın zahirine göre anlamamak lazımdır. Bilakis ehliyetli âlimlerin, onları tevcih etmek suretiyle hikmetlerini anlatmaları gereklidir.[374]
Daha önce müteferrik yerlerde işaret edildiği gibi, Hz. Peygamber (A.S.M.) Kur'ândan ashabına açıklamış olduğu hususları, programla ders veren bir muallim gibi takrir etmiyordu. Birtakım vesilelerle, bazı ayetleri izah ediyoi'du. Kendisine vahy olunan ayetleri insanlara tebliğ eder, ameli hüküm ihtiva eden. ayetlerden, mücmel olan birçoğunu açıklar, ne şekilde amel edileceğini kifayet mikdarı beyan ederdi. Onlara daha fazla teferruat ilave edilmesi, bilahere kendilerinin tatbikat ve izahları, müslümanlarm tatbikatını değerlendirmesi v şeklinde zamanla oluyordu. O bazan herhangi bir ayeti okurken kendiliğinden açıklıyor, bazan müslümanlarm veya gayri müslimlerin suallerine muhatap olması üzerine^ yahut makam ve siyak münasebetiyle açıklıyordu. Bazan bir hadisinin sonunda, hadisin tefsirini tazammun eden ayeti okumak suretiyle Kur'ânm mânalarını öğretiyordu. Müteakip sa-hifelerde, Hz. Peygamber (A.S.M)in tefsirine vesile teşkil eden bu durumları misalleriyle arz edeceğiz.
1- Hz. Peygamber (A.S.M).'in ayeti okuyarak kendiliğinden tefsir etmesi: Ayetin nazil olmasının akabinde, hutbe irad ederken yahut başka bir vesile ile Peygamberimiz ayeti okurken, herhangi bir suale muhatap olmaksızın, bazan tefsir edeceğini tasrih ederek, bazan etmeyerek, bazı ayetlerin mânasını bildirirdi. Aşağıda bunların misallerini zikr edeceğiz.
a) Tefsir edeceğini tasrih etmesi:
Hz. Ali (R.A.) dedi ki: Size en büyük müjde ihtiva eden ayeti bildireyim mi? O ayet şudur: «Başınıza gelen her musibet, kendi yaptıklarınız sebebiyledir. Allah ise günahların bir çoğunu bağışlıyor» (Şûra, 30). Resûîullah bu ayeti okuyup bana dedi ki: Ey Ali, bu ayeti sana tefsir edeceğim . Size dünyada gelen her türlü hastalık, ceza, be^Iâ yaptıklarınız sebebiyledir. Allah Teala, ahirette onlan ayrıca tekrar cezalandırmayacak bir kerem sahibidir. Dünyada affedip de ceza vermediği duruma gelince, Allah Teala, affından sonra cezalandırmaya dönmeyecek olan bir lıiîim sahibidir»[375] Görüldüğü gibi Hz. Peygamber (A.S.M.) :
«Ben o ayeti sana tefsir edeceğim ya Ali!» demek suretiyle tefsir edeceğini açıkça bildirmiştir. Bu duruma başka misaller de vardır[376].
b) Herhangi bir vesile ile Kur'ân okurken tefsiri :
Adi b. Hatim dedi ki.- Tevbe sûresinden «(Yahudiler ve Hıristiyanlar) hahamlarını ve papazlarım, AI-Iah'dan başka rabler edindiler» (Tevbe, 31) ayetini okuduğu sırada Resûlullahın huzuruna vardım. Dedi ki.- Onlar, hahamlarına ve papazlarına ibadet etmediler, lakin onlar herhangi bir şeyi helal kılınca, öbürleri de onlara uyarak helal saydılar»[377]
Suheyb (R.A.) dedi ki: Resûlullah (A.S.M.) «İyi işler yapanlara en güzel bir mükâfat ile bir de ziyade vardır* (Yûnus, 26) ayetini okuyup dedi ki: «Cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme girince bir münadi şöyle seslenir : Ey cennet ehli, Allah Teala-nm size karşı bir vadi vardır ki onu gerçekleştirmek istemektedir. Onlar: — Allah bizim mizanımızı ağır kılmadı mı, yüzümüzü ak çıkarmadı mı ve cennete girdirip cehennemden kurtarmadı mı? Daha başka no vadi olabilir ki?» derler. Resûlullah devamla: Bunun üzerine Allah hicabı açar, onlar da O'na bakarlar. Allah'a yemin ederim ki onlara bu temaşadan daha sevimli gelen hiç bir şey olmayacaktır»[378].
III. Misal:
Berâ b. Âzib (R.A.)'den: Hz. Peygamber (A.S.M.) «Allah, iman edenlere dünya hayatında da âhirette de o sabit sözde daima sebat ihsan eder» (İbrahim, 27) ayeti hakkında: «Bu ayet kabir azabı hakkında nazil olmuştur. Kabirde ölüye: Rabbin kimdir? diye sorulur. O da: Rabbim Allah ve Peygamberim Muh'am-med'dir. İşte bu, Aziz ve Celil olan Allah'ın «Allah iman edenlere dünya hayatında da âhirette de o sa-Bit sözde daima sebat ihsan eder» ayetindeki «sabit: söz»ün delâlet ettiği sözdür» buyurdu[379]. Misallerde görüldüğü gibi Hz. Peygamber tA.S.M.), herhangi bir vesile ile ayeti okumasını müteakip, onun hakkında bir açıklamada bulunuyordu. Buna dair çok misal mevcuttur[380].
c) Ayetin nüzulünü müteakip tefsir etmesi:
îmran bin Husayn diyor ki: Resûlullah bir gazvede bulunuyordu. Yolda ilerlerken O'nun ashabı birbirlerinden uzaklaşmışlardı. Birden Resûlullah şu ayeti yüksek sesle okudu. «Ey insanlar, Rabbinizden sakının zira kıyamet zelzelesi pek müthiş bir şeydir» (Hac, 1). Ashab derhal bineklerini süratlendirerek Hz. Peygamberin etrafında toplanınca: «Bu günün hangi gün olduğunu biliyor musunuz?» dedi. «Allah ve Resulü pek iyi bilir» dediler. Bu gün, Allah'ın Hz. Âdem'i çağıracağı gündür. O'na «Ey Âdem, ateşe girecekleri gönder» der. O: «Ateşe girecekler ne kadardır?» diyecek. Allah: «Her bin kişiden dokuzyüz doksan dokuzu cehennemde, biri cennettedir.» Bunun üzerine ashabı derin bir sükûta gömülüp, çok üzüldüler. Resûlullah bu durumlarını görünce onları müjdeler ve «Sizden bir kişiye mukabil Ye'cüc ve Me'cüc'den bin kişi cehenneme gönderilecektir» buyurur[381].
Tebûk gazvesinden dönerken[382] nazil olan bu ayet;i, Peygamberimiz (A.S.M.) ashabını toplayarak izalr etmiştir. Ayette (9) zikri geçen günün, hangi gün olduğunu bildirmiştir.
Ebu Hureyre dedi ki: «Eğer yüz çevirecek olursanız, yerinize başka bir topluluk getirir de onlar sizin gibi olmazlar» (Muhammed, 38) ayeti indiğinde Sel-man Resûlullahm yanında bulunuyordu. Ashab: Biz yüz çevirdiğimizde bizim yerimize getirilecek olanlar kimlerdir acaba? deyince( Resûlullah, elini Selman'm omuzuna koyarak: «Bunun kavminden kimseler olacaktır. Nefsimi elinde tutan Allah'a yemin ederim ki din, üîker yıldızında asılı olsaydı bile Faris diyarından bazı şahsiyetler ona kavuşabilirler di» buyurdu [383].
Bu rivayete göre, Hz. Peygamber (A.S.M.) bu ayeti nazil olmasını müteakip izah etmiş, ondaki müb-hem bir hususu bildirmiştir.
ç) Hutbe irad ederken açıklamasına dair misaller :
Ebu'd-Derdâ diyor ki: Hz. Peygamberin minberde «Rabbinin huzurunda hesap vermekten korkan kimseye iki cennet var» (Rahman, 46) ayetini okuduğunu işitince dedim ki: «Ey Allah'ın Resulü, zina etse, hırsızlık yapsa da (yine buna nail) olur) mu?» Resûlul-lah yine ayeti okudu; Ben tekrar aynı soruyu sordum. Hadisin devamında üçüncü defa sormasından sonra Resûlullah yine ayeti okudu ve «Ebu'd-Derdâ istemese de (böyledir)» buyurur[384] II. Misal:
Ebû Sâ'îd el-Hudrî anlatıyor: Resûlullah bir gün .hutbe irad edip *Kim Rabrnne suçlu olarak gelirse onun için cehennem vardır, orada ne ölür ne de yaşar» (Tâhâ, 74), ayetine gelince buyurdu ki: «Cehennemde temelli kalacak olanlar vardır, ne ölürler ne de yaşarlar. • Ama orada devamlı kalmayacak olanlara gelince, ateş onlara bir miktar dokunur, sonra şefaatçiler şefaat ederler. Müteakiben onlar bölük bölük alınıp «hayat» veya «haya» nehri denilen bir ırmağa atılıp oradan sel uğrağında kalan otlar gibi sür'atle biterler"[385]. Buna başka misal de vardır[386].
«Allah Tealanm şu kavli hakkında Resûlullah (A.S. M.) dedi ki...» sigası ile varid olan tefsirler:
Daha ziyade rivayete dayanan eski tefsirlerde bu siga ile rivayet edilen ayet tefsirlerine çok rastlanır. Bu neviden olan rivayetlerle gelen izahları, Peygamberimiz (A.S.M.)'in hangi vesilelerle yaptığı hakkında kat'i bir söz söylenemez. Bu hadisleri söylerken, ekse riyet itibariyle Hz. Peygamber (A.S.M.)'in söz konusu ayetleri okumadığını zannediyoruz. Bazan sahabenin, çokça da sonradan gelen herhangi bir râvinin, ilgili hadisi, ayetin mânasına muvafık görmesi neticesinde1, bu siga ile rivayet edilen tefsirlerin çoğunun meydana geldiği kanaatindeyiz. Fakat her hal u kârda, ayetin mânasına uyduğunu gösterir. Misal olarak bu rivayetlerden birini zikr edelim :
«Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz...» (Ali îmran, 110) ayeti hakkında, Resûlullah (A.S.M.)'m «Siz daha önce gelmiş olan yetmiş, ümmetin en hayırlısı ve Allah katında en kerîm olanısınız.» dediği rivayet olunmaktadır[387]. Bu neviden başka misaller de mevcuttur[388].[389]
Bu, Resûlullah (A.S.M).'ın herhangi bir ayeti okuyarak «mânası nedir bilir misiniz?», «Bu ayetin ne hakkında indiğini bilir misiniz?» gibi' muhataplarının dikkatini çekecek bir sual sorması suretiyle olur. Sual bazan ayette geçen bir kelime ile ilgili olur. Bazı hallerde de «Niçin güldüğüm^ biliyor musunuz?» gibi, ayetle ilgili olmadığı halde, verdiği cevap bir ayetin tefsiri olur. Maksat, etrafmdakilerin zihinlerini yeni bir şey öğrenmeye hazırlamaktır, yoksa onlardan istizahta bulunmak veya bilip bilmediklerini anlamak değildir. Zaten ashab, bildikleri bir şey olsa bile, Re-sûlullaha karşı söylemelerine, edebleri müsait değildi. Onun için cevap, hemen hemen her zaman «Allah ve Resulü çok iyi bilir» şeklinde olurdu.
Hz. Peygamber (A.S.M), «Kim Benim zikrimden yüz çevirirse onun hakkı da dar bir geçimdir...» (Tâ-ha, 124) ayeti, biliyor musunuz kimin hakkında inzal buyurulmuştur? diye sorunca dediler ki: «Allah, ve Resulü pek iyi bilir.» Buyurdu : O, kâfirin kabrinde göreceği azaba dairdir...». Hz. Peygamber bundan sonra, ona doksan dokuz yılan musallat kılınıp, kıyamete kadar onu ısıracaklarını bildirmiştir[390].
Resûlullah CA.S.M.) «O gün (yer) bütün haberlerini anlatacaktır» ayetini okuyarak, «Onun haberleri nedir, bilir misiniz?» dedi. «Allah ve Resulü pek iyi bilir» dediler. Buyurdu: «Onun haberleri, sırtında taşıdığı her erkek ve kadın hakkında, «falan gün, falan şeyi yaptı» diyerek şahitlik etmesidir»[391].
Enes diyor ki: Hz. Peygamberin huzurunda bulunuyorduk. Güldü ve «Biliyor musunuz neye gülüyorum?» dedi. «Allah ve Resulü pek iyi bilir» dediler. Buyurdu ki: «Kıyamet gününde, kulun Rabbiyie mücadele etmesine gülüyorum (şaşıyorum) .»Kul diyecek ki: Ey Rabbim, sen beni zulümden masun kılmadın mı? Cenab-ı Allah : Evet. Kul: Öyleyse ben kendim hakkında, sadece kendimden şahid isterim, başkasını kabul etmem.» Allah Teala: Şahid olarak ben kâfi değil miyim, kirâmen kâtibin melekleri kâfi değil mi?» diye defalarca tekrar buyurur. Sonra da o kulun ağzı mühürlenir, azaları ne yapmışsa anlatır. O kul: «îste-miyorum sizi, defolun, ben mücadele ediyorum» der[392].
Görüldüğü üzere, insanın kendisi aleyhindeki şahitliği bildirilerek şu ayetler tefsir edilmiştir; «Nihayet oraya, vardıklarında kulakları, gözleri ve derileri, yaptıkları hakkında onların aleyhine şahitlik ettiler, derilerine dediler ki % «Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?..» (Fussilet, 21-22). Bu nev'in başka misalleri de vardır.
Kur'ân araplarm belagata çok ehemmiyet verdikleri, beliğ sözü anlayarak tesirinde kaldıkları bir devrede nazil oldu. Sonraları yabancı milletlerle karışmaları neticesinde arapların çoğunun anlayamaz hale geldiği, lisana müteallik bazı Kur'ânî incelikleri, sahabe umumiyetle idrâk ediyordu. Yalnız çeşitli sebepler dolayısıyla, aralarında Kur'ânı anlama bakımından farklılıklar vardı. Daha önce görmüş olduğumuz gibi, lisana vakıf olmakla bilinemiyecek hususlar bulunduğundan, onlar bazı hallerde Hz. Peygamber (A.S.M)'e sormaya muhtaç oluyorlardı. Sualler, ne şekilde amel edeceklerini öğrenmek için bir kısım ayetlerle ilgili olduğu gibi, bazan Kur'ândaki veciz kelimeler sebebiyle, yahut iki veya daha çok ihtimalin mevcut olduğu hallerde, onlardan birinin tercih edilmesi sebebiyle oluyordu [393]. Bazan merakın tahrik etmesi neticesinde, ğaybî veya uhrevî bir meseleyi öğrenmek arzusu ile oluyordu.
Sual sorma hakkında, birtakım kayıtları ve tahditleri ihtiva eden ayetler olduğu gibi, Peygamberimiz (A.S.M.)'in nehye delâlet eden hadisleri, sahabenin de bir vakıa olarak nehyi ikrar eden haberleri vardır. Bilindiği gibi, öğrenme arzusu ile sorulan faydalı sorular olduğu gibi eğlenmek, istihfaf etmek, müşkil durumda bırakmak gayeleriyle sorulan yahut inkâr edası ile yöneltilen veya neticesine fayda terettüp etmeyen sualler de bulunabilir. Varid olan nehiyler bü ka-bîl sualler içindir. Ancak naslann zahirine bakarak, nehyin şümulünü geniş telakki eden ve genişletmek isteyen kimseler de olmuştur. Şinidi nehye dair ayetr hadis ve haberleri serd edeceğiz.
«Ey îmari edenler, Allanın afvetdiği şeyleri—ki eğer size açıklanırsa ve siz bunları Kur'ân inerken sorul» da hükmü kendinize izhar edilirse fenanıza gidecektir— sormayın. Allah çok yarlığayıcıdır, cezada da aceleci değildir. Sizden evvel bir kavm da onları sordu da, sonra o yüzden kâfirler oldular»[394].
Bu ayetin nüzul sebebi olarak muhtelif hadiseler rivayet edilmiştir[395]. et-Taberi'nin dediği gibi «Sebebi, çok sual sorarak Peygamber'! iz'aç etmeleridir. Babasının kim olduğunu soran, haccın her sene mi olduğunu soran ve buna benzer sorular soranlar hakkında nazil olduğu anlaşılmaktadır. Zira bu hususlarda sahih haberler varid olmuştur*[396].
Nehiy konusunda bir başka ayet meali şöyledir: «Yoksa sîz de evvelce Musâya sorulduğu gibi Peygamberinizi sorguya mı çekmek istiyorsunuz? Kim îmanını küfr ile değişirse dümdüz yolu sapıtmış olur»[397].
Bu mevzüdaki hadislere gelince : Ebu Hüreyre'den rivayete göre, ResûluJlah hac ayetini tebliğ ettiğinde, bir adam haccın her sene için mi farz olunduğunu sordu. Resûlullah: «Evet, dersem farz olur. Farz olduğu halde terk ederseniz saparsınız. Ben bir şey söylemediğim müddetçe, siz de sükût edin (sormayın). Zira sizden önceki milletleri, çok sormaları ve peygamberlerine karşı olan ihtilafları mahv etmiştir!..»[398].
Ma'mer b. Râşid ile et-Tirmizi rivayetinde' farklı olarak
«Ben sizi kendi halinize bıraktıkça, siz de beni bırakın; size bir şey söylediğimde ise derhal benden öğrenin. Sizden önceki ümmetlerin helakine sebeb olan şey, çok sual sormaları, olmuştur»[399]-.
«Allah birtakım hudutları çizdi, onları aşmayın. Birtakım farzları koydu onları zayi etmeyin. Bazı şeyleri haram kıldı, onları çiğnemeyin. Bazı hususları ise, —unuttuğundan değil, merhamet sebebiyle — terke-dip (bildirmedi), siz de böylece kabul edip kurcalamayın»[400] şeklindedir. Bu ve bu mânadaki hadislerle Hz. Peygamber (A.S.M.) tebliğ ettiği emirlerin yerine getirilmesini, meskût geçilen hususların kurcalanmamasını emr etmektedir. Şu hadis bunu daha sarih olarak belirtmektedir:
Söz konusu hadisinde Resûlullah (A.S.M.) şöyle demektedir: «Müslümanların içinde, şüphesiz büyük günâh sahibi olan, o kimsedir ki insanlara haram edilmedik bir şeyin hükmünü sorar da o, sırf bu sualden dolayı haram kılınmış olur»[401].
Sahabeden Enes b. Mâlik, «Biz, Kur'ânda Resûlul-laha bir şey sormaktan nehy olunmuştuk» demektedir[402]. Yine aynı sahabi bir başka haberde şöyle diyor : *ResûlulIaha bir şey hakkında sual sormaktan nehy olunmuştuk. Bundan dolayı çöl ahalisinden akıllı bir'îkimsenin gelmesi, Peygambere sual sorup bizlerin de onu dinlememiz hoşumuza giderdi»[403]. Nevvâs b. Sem'ân da bü mevzuda şöyle diyor:
»Ben Medine'de Resûlullahın maiyyetinde 'bir sene (bir ziyaretçi gibi) ikamet ettim. Beni vatanımdan hicret edip Medine'ye yerleşmekten, ancak Resülullaha (bol bol) sual sormak hevesi men' ediyordu. Zira herhangi birimiz Medine'ye hicret edip orada vatan tuttuğu zaman, artık Resûlullaha bir şeyin mahiyyetin-den süaî soramazdı. îşte ben Medine'de müsafir iken Resûlulîaha birr ve ismin[404] mahiyetini sordum. Re-sûlullah: "Birr, ahlâkın güzelliği, ism ise, vicdanını tırmalayıp seni huzursuz kılan ve insanların muttali olmalarını istemediğin şeydir» buyurdu[405]
Kâjrij îyâz'ın açıklamasına göre, Resûlullah (A.S. (M.) böyle sual sorma imkânının Medine'de yerleşen muhacirlere değil, muvakkaten ikamet eden ziyaretçilere veriyordu. Muhacirler de bedevilerden ve diğerlerinden, böyle ziyarete gelen yabancıların sual sormaları ile ferahlıyorlardı. Çünkü yabancılar hem sual sormak hususundaki meşakkati yükleniyorlar, hem de bunda mazur tutuluyorlardı. Muhacirler de onlara verilen cevaptan istifade ediyorlardı[406].
El-Berâ1 b. Âzib, Ebû Ya'lâ'nm kendisinden rivayetine göre şöyle demiştir : «Bazan Resûluîlaha bir şey hakkında sormak isterdim, bir sene geçtiği halde onun mehabetinden sormaktan çekinirdim. Doğrusu, biz bedevilerin gelmesini temenni ederdik»[407].
Ebû Ümâme anlatıyor-. «Resûlullahın ashabı derlerdi ki, Allah bedevilerle ve onların süalleriyle bizi müstefid ediyordu. Bir gün bedevinin biri gelerek, «Allah Kur-ânda eza verici bir ağaç zikr ediyor. Cennette insanı inciten ağacın olacağını sanmazdım» deyince Hz. Peygamber: «Hangi ağaç?» diye sormuş, bedevi : *Sidr = Arabistan Kirazı, zira onun insana batan dikenleri vardır» diye cevap vermişti. Bunun üzerine Resûlullah buyurdu ki: «Allah Teâla «Dikensiz kiraz ağaçlan» . (el-Vakı'a, 28) buyurmuyor mu? Allah onların dikenlerini gidermiş ve her dikenin yerine bir meyve koymuştur. O ağaç öyle meyve verir ki, her bir meyvenin yetmiş iki çeşit tadı bulunur, o tadlardan hiç biri diğerini tutmaz»[408].
Bir defasında ashab, bir a'rabiyi, el-Ahzâb 23'de geçen «adadığını ödeyenlerdin, kimler olduğunu Resûlullah (A.S.MJ'dan sormaya teşvik etmişlerdi. Râvî Talha anlatıyor: Bedevi sorunca Hz. Peygamber cevap, vermedi, tekrar sordu yine cevap vermedi. Sonra ben mescidin kapısından çıkarken buyurdu ki: «adadığını ödeyenleri soran nerede?» dedi. Bedevi: «Benim» deyince «(beni göstererek) işte bu adadığını ödeyenlerdendir» buyurdu[409]
İbn Abbas da ashabın sual sorma hakkındaki tutumlarını şu sözleriyle ifade etmektedir[410];
«Resûlullahm ashabından daha hayırlı olan hiç kimse görmedim. Resûlullah aralarından ayrıldığında, ondan sadece on üç mesele sormuş bulunuyorlardı. O meselelerin hepsi de Kur'anda mevcuttur: «Sana haram olan "d ayı, ondaki muharebeyi sorarlar...»[411]. «Sana kadınların ay halini de sorarlar...»[412] gibi. Onlar sadece kendilerine faydası olan şeyleri sorarlardı^.
El-Bezzâr'm rivayetine göre, onların sordukları meseleler on iki tane olup hepsi de Kur'ândadir[413]. îbn Abdilberr'in rivayetinde on üç tane olduğu görülür[414]. er-Râzî ise on dört mesele olarak îrad eder[415]. Hem ed-Darinıî, hem de el-Bezzâr'ın isnad-ları sahih, ricalleri mâruftur.-eş-Şatıbî.
«Sadece kendilerine faydası olan şeyleri sorarlardı» kısmından sonra:
-Yani onların durumları ekseriya böyle idi» diyerek istisnaların olabileceğine işaret etmektedir[416].
îbn Abbas bu sözüyle, müslümanlar arasında sonradan iştihar eden mâruf «sahabe» tarifi şümulüne giren insanların değil de, Resûlullah (A.S.M.)'la mu-sahabeti fazla olan, ona yakın ve ileri gelen ashabı kasd etmiş olmalıdır. Az önce nakl ettiğimiz, sualden nehye dair sahabe haberlerinden de, ashabdan biri tarafından kullanılan «ashabı Resûlillah» tabiriyle, onlardan ileri gelenlerinin maksûd olduğuna istidlal edebiliriz. Bu tarzda tevcih edilmezse, îbn Abbas'a nisbet edilen bu söz doğru olmaz. Zira Hz. Peygamber (A.S. M.)'e bunların haricinde, Kur'ân tefsirine dair çok sualler sorulmuştur.
Bu söz, ashabın fazla, lüzumsuz ve iz'aç edici sualler sormadığı hakikatini ifade ederse de, istisnaları olmadığı söylenemez. Kurân-ı Kerim'de, —bu on iki veya on üç meseleyi tadad eden âlimlerin dahil etmedikleri— bunlardan başka, müslümanlar tarafından sorulduğu anlaşılan iki mesele daha görmekteyiz: «Senden kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: Onlara dair fetvayı size Allah veriyor...»[417] ve «Senden fetva isterler. De ki: «Allah, kelâlenin yani babası ve çocuğu olmayanın mirası hakkındaki hükmü (şöylece) açıklar...»[418]. Aynı zamanda, gelecek haberden, Ömer b. el-Hattâb'm bu ikinci.meseleyi Hz, Peygamber (A.S.MJ'e sormuş olduğunu anlamaktayız:
«Ömer Cuma günü hutbede, cemaata dedi ki: Arkamda, bana göre kelâle'den daha mühim bir mesele bırakmıyorum. Onun hakkında Resûlullaha sormuştum, bu mevzuda olduğu kadar; hiç bir zaman bana öylesine sert davranmamıştı. Öyle ki kargıyla boğazıma dokundurarak «en-Nisâ' sûresinin sonundaki yaz ayeti[419] sana yeter!» demişti»[420].
Geçen misalden Resûlullah (A.S.M.)'m bir sual karşısında kızdığını anlıyoruz. Cevabında «sana yeter» dediği ayet, kelâle hakkında nisbeten beyanı muhtevidir. Muhtemelen Peygamberimiz' (A.S.M.), Hz. Ömeç gibi birisine, o ayetteki.beyanın kâfi gelmesi gerektiği kanaatinde olduğundan, tafsilat vermeye lüzum görmemişti. Maamafih suali tamamen cevapsız da bırakmış sayılmaz. Bu hadiseye bakarak, sual sormanın mutlak bir şekilde mezmûm olduğuna istidlal edilemez.
Bunların yanında, —şimdiye kadar zikr ettiğimiz, haberler kadar meşhur olmamakla beraber— sual sormaya teşvik eden bir hadisi de kayd etmek isteriz : Mikdâd diyor ki: Hz. Peygambere dedim, «Senden işittiğim bir şeyde şüphem var.» Buyurdu: «Herhangi bir işte şüphe eden, onu benden sorsun»[421].
Ayrıca faydalı meseleleri sormaya teşvik eder mahiyette şu ayetler de görülmektedir : «Eğer bilmiyorsanız ehİ-i zikre sorun»[422]. «Halbuki bunu peygambere ve onlardan emir sahiplerine döndürmüş olsalardı, içlerinden istinbat edebilecek olanlar herhalde bilirlerdi-[423]. ,
Sualden nehy eder mahiyetteki, tafsilatlı olarak sıralamış olduğumuz naslar, dikkatli bir şekilde düşünülürse, bu nehyin mutlak olmadığı neticesine varılır[424]. Nitekim yanlış b;r.zehaba kapılmayı önlemek için, bir çok âlim bu meseleyi izah etmişlerdir.
El-Hattabî şöylo açıklamıştır:
«Bu nehiy, ihtiyaç duyulmayan, abes olarak ve te-kellüfe girerek sual soran hakkındadır; yoksa zaruret ve ihtiyaç halinde soran için değildir. Mesela, Benû îsrâ'îl'in bakara hakkındaki sualleri abesle iştigal nev'indendir. Lâkin bir hükmün açıklanmasını isteyen ve ilmî bir istifade için soran kimse, bu tehdidin şümulüne dahil değildir»[425]
Ebû Bekr İbnu'l-Arabî nehy olunan suallerin, bizzat ayetle mukayyed olduğunu belirtmiştir: .
«Bir gafil topluluk bu ayete (el-Mâ'ide '101) tutunarak hükme muhtaç meselelerin (navâzil), vukua gelmeden önce sorulmasını men' etmişlerdir ki, doğru değildir. Zira ayette tasrih ediliyor ki nehy edilen sual, cevabında feııalaşılan, hoş karşılanmayan suallerdir. Navâzil meselelerinde bu durum söz konusu değildir.»
îbnu'I-Arabî'den mezkûr mütalaayı nakl eden îbn Hacer, «Onun bu sözü doğrudur; lâkin el-Kurtubî'nin dediği gibi, âdeti veçhile «gafiller» tabirini kullanması doğru değildir. Müslim'in rivayet ettiği «Müslümanların içinde büyük günâh sahibi olan, 'O kimsedir ki insanlara haram edilmedik bir şeyin hükmünü sorar da o, sırf bu sualden dolayı haram kılınmış olur» hadisi, .ayetten muradı açıklamaktadır»[426].
Eş-Şâtıbî mezmûm sualleri şöyle sıralamaktadır;
1- Dinî cihetten faydası olmayan sualler (Hz. Peygamber (A.S.M.)'e babasının kim olduğunu soran
adamın suali gibi).
2- Kifayet mikdarı bilgi sahibi olunduğu halde .sorulan sualler (Benû Isr&'ll'in bakara hakkındaki sualleri gibi).
3- Mevcut durumda ihtiyaç hissedilmeyen şeyi sormak. Bu — Allah bilir ya — hakmda hüküm nazil olmayan meselelere mahsustur. Hz. Peygamber (A.S. M.)'in: «Ben sizi kendi halinize bıraktıkça siz de beni kendi halime bırakın» sözü ile: «Allah Teala, bazı hususları da, unuttuğundan değil, size merhametinden dolayı bildirmeyip, meskût geçmiştir, binaenaleyh siz de onları kurcalamayın» sözü buna delâlet etmektedir.
4- Resülullah (A.S.M.)'m açıkça nehy ettiği zor, çetrefilli meseleleri sormak.
5- Hükmün illetini sormak.
6- Tekellüf derecesinde sormak.
7- Kitab ve sünnete re'yle karşı çıkmak gayesiyle sormak.
8- Kur'ânm müteşabihatı hakkında sormak.
9- Selef-i salihin arasında cereyan eden hadiseyi sormak.
10- Hasmı zelil etmek, ilzam etmek ve galebe talebiyle sormak.
«Bizim tanrılarımız mı iyi yoksa o mu?» dediler. Bunu sadece tartışma için ortaya attılar. Doğrusu onlar kavgacı bir kavimdir» (Zuhruf, 58). «İnsanlardan Öylesi vardır ki dünya hayatına dair sözü, hoşuna gider. Kalbinde olana (yani sözünün özüne uyduğuna* da Allah'ı şahid tutar. Oysa o hasımların en yamanı-dır» (el-Bakara, 204) gibi ayetlerde, zemmedilen durum budur[427].
Böylece sual sormanın mutlak bir şekilde men1 edilmemiş olduğunu gördükten sonra, bir kısım ayetler hakkında müslümanlann Resûlullaha tevcih ettikleri sualleri ele alacağız. [428]
Kur'ânda bazı hususlar mübhem bırakılmış, kas-den tayin edilmemiştir.- Tayin etmemek şu gayelere matuftur: Başka yerde açıklandığından ihtiyaç olmaması, şöhreti sebebiyle bilinmesi, setr edilmesinin mu-rad olması, tayininde zikre değer bir. fayda bulunmaması, hükmün umumî olduğuna tenbih etme gayesi, ismi zikr etme yerine mükemmel bir tavsifle tazim etme yahut eksik tavsifle tahkir etme gayesiyledir[429]. Bazı müslümanlar, Kur'ândaki bazı mübhemleri sormuş,, Resûlullah da onları tayin etmiştir.
îbn-i Âbbas dedi ki: Birisi Hz. Peygamberden Sebe* hakkında (Sebe\ 15) sorup, «Ey Mahm Resulü Sebe nedir, erkek mi kadın mı yoksa bir yerin rai adıdır?» Resûlullah buyurdu ki: «Bir adamın adıdır; onun on evladı oldu. Onlardan altısı Yemen'e, dördü de Şam'a yerleşti. Yemen'dekileri Mezcih, Kinde, Ezct, Eş'arîyyûn, Enmâr ve Himyer'dir, hepsi de araptır. Şam'dakiler ise: Lalım, Cüzam, 'Âmile ve Gassan'-dır[430].
Hz. Ali : «Resûlullahdan hacc-ı ekber gününü sordum, o da: «Kurban bayramı günüdür» dedi»[431]
Ubey b. Kâ'b bildiriyor: «Onu (Yunus'uJ yüz bin insana, ya da daha fazla olanlara peygamber gönderdik» (es-Saffât, 147) ayetindeki (fazlalığı) sordum, Re-sûlullah «yirmibin» dedi[432]. Bu nev'in başka misalleri de vardır[433][434]
Mücmel, delâleti vazıh olmayan, maksadın kafi olarak anlaşılması için beyan edilmesi gereken söze denir. Kelimenin lügatte müşterek olması, zamir merciinin ihtilaflı olması, atf veya îsti'naf ihtimali, lafzın garabeti icmal sebepleri arasındadır [435].
Haccın farziyyetine dair ayette «... Ona bir yol bulabilenlerin (gücü yetenlerin) Beyti hacc etmesi Alla-hin insanlar üzerinde hakkıdır...»[436] buyurulmak-tadir. Bir adam buradaki «yol» un mânasını sorunca, Besûlullah (A.S.M.) «azık ile binek» olduğunu bildirmiştir[437].
Ümmü Hâni «... Toplantı yerinde meşru olmayanı yapacak mısınız?» (el-Ankebut, 29) ayetinde bildirilen «meşru olmayan» işin ne olduğunu sorunca, Resûlul-lah «Yoldan geçenlerle alay ediyorlar ve onlara fiske halinde taş atıyorlardı» demiştir[438].
Mahmûd b. er-Rebi diyor ki: Elhâkümü't-tekâsür nâzü olunca Resûlullah sûreyi bize okudu, «Sonra o gün size verilen nimetlerden elbette sorulacaksınız»[439] ayetine gelince, yanındakiler: «Hangi nimetlerden sorulacağız ki ola ola bir suyumuz, bir de hurmamız var, kılıçlanınız boynumuzda asıîı (her an savaş içindeyiz), düşmanımız ise karşıda, daha neden sorulacak bize?» deyince buyurdu ki: «Bu nimetler ilerde olacaktır»[440]. Gönül ferahlığının[441], sıhhat ve emniyetin[442], karın doyurma, soğuk su, gölge, güzel ve normal yaradılışın, uyku lezzetinin[443] insanı örtecek esvabın, başını sokacak evin[444] sorulacak nimetler cümlesinden olduğuna dair rivayetler de vardır. Mücmel ayetler hakkında sualler azimsanmıyacak kadar çoktur[445].
Bazı müslümanlara garib gelen kelimelerin ReSû-luîlah (A.S.M.)'a sorulduğuna da rastlamaktayız.
Hz. lÂişe'nin sorusu üzerine Resûlüllah (A.S.M.) Hacc, 78 ayetindeki «harec» kelimesini «darlık» olarak tefsir etmiştir[446].
Bu rivayete göre Resûlüllah (A.S.M.)'a teşbihin yani subhânallahi sözünün mânası sorulmuş, o da «Allah'ı kötülüklerden tenzih etmektir» cevabını vermiştir[447].
Ümmü Selemo diyor ki: «Ya Resûlallah, bana Allah ; Teala'nın (el-Vakı'a, 22) kavli hakkında bilgi verir misin?» dedim. Dedi ki: «Hür: beyaz, îyn i ceylan gözlü, etrâb, yani aynı yaştadırlar» demekdir[448]. Bu hususta başka misaller de vardjr[449].[450]
Ubâde b. Sâmit'ten rivayete göre o, Hz. Peygamber (A.S.M.)'e şcfyle bir sual sormuştu: «Ya Resûlal-lah, Allah Tealanın «Dünya hayatında da ahirette de onlara müjde vardır (Yûnus, 64) kavli hakkında ne dersiniz (bu müjde nedir?) Resûlulîah buyurdu ki: Ümmetimden hiç kimsenin senden önce sormadığı — yahut senden önce hiç kimsenin sormadığı— bir şey sordun, ayetteki buşrâ (müjde) salih kişinin (bir lafza göre: müslüman kişinin) gördüğü veya ona gösterilen sadık rüyadır»[451].
Bazı hallerde ayette varid olan kelimenin mânası maruf olur, fakat maksûdu anlaşılmaz ve lûgavî malûmat için değil de, maksûdu anlamak gayesiyle Hz. Peygamber (A.S.M.)'e sual tevcih edilir. Bu hadiste, Resûlulîah (A.S.M.), Allanın veli kullarına dünyada ihsan edeceği müjdenin salih ve sadık rü'ya olduğunu tayin etmiştir.
Hüküm ifade eden ismin tavsifine dair sualler:
'Ayet, selam vermeden ve istinas edilmeden[452] başka bir eve girmeyi men' etmektedir. Ebû Eyyûb diyor ki: «Ey Allanın Resulü, selamı biliyoruz, ya istinas nasıl olur?» buyurdu ki: «Adamın subhanal-lah, elhamdülillah, Allahu ekber (gibi bir şey) söylemesi, öksürmek suretiyle hane halkına geldiğini bildirmesidir»[453].
Mu'âz ayette[454] emr edilen «nasûh tevbe»nin nasıl olacağını sorunca buyurmuşlar ki «Kul bulaştığı günâhtan tam. nadim olur, Alîahdan afv diler, sütün memeye dönmemesi gibi o günâha dönmez»[455].bb. Herhangi bir İsmin tavsifini istemeleri-.
îbn Abbas'tan rivayete göre : «îyi bilin ki Allah'ın velilerine korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır»[456] ayetinde geçen «Allah'ın veli kullananın tavsifi istenmiş, Resûlullah: «O kimselerdir ki görüldüklerinde Allah Teala hatırlanır buyurmuştur[457].
Hurileri tavsif eden bir ayette[458] geçen «Saklı inci timsalleri gibi» tabirinin mânası sorulunca, «Onların safveti, el değmemiş olan, sedefteki inci safveti gibidir» demiştir[459]. Bu hususta başka misaller do vardır[460].[461]
Peygamberimizden, «Itabbinln, seni övgüye değer bir makama çıkaracağını, umabilirsin» (îsra, 79) aye-tindeki makam sorulmuştu. Onun «şefaat» makamı olduğunu söyledi[462].
«... Gökleri ve yeri altı günde yaratandır. (Bundan evvel ise) Onun arşı su üstünde idi»[463] ayetiyle ilgili olarak, Ebû Rezin el-Ukeylî diyor ki: «Ya Resû-lallah, gökleri ve yeri yaratmadan önce Rabbimiz nerede idi?» diye sordum. Dedi İd : Yüksek ve kesif bir bulutun üstünde idi ki o bulutun üstünde de altında da hava bulunuyordu, sonra da Arşını su üzerine yarattı»[464].
Bu hadis-i şerif, ayet-i kerime gibi müteşabihtir. Yani bazı mânalar anlaşılmakla birlikte, kafi bir mânaya hükmetmek zorluğu ile karşı karşıyayız. Ayet ile hadisin hatırlattığı bir hususu kısaca yazmak istiyoruz : Astronomide, kâinatın başlangıçta bir gaz bulutu halinde olduğu, sonra bu maddeden cisimlerin fırladığı, dünyanın da bunlardan biri olup, oradan yükselen gazların ve buharların yağmur şeklinde tekrar dünyaya dönerek denizlerin meydana geldiği, hakim bir kanaattir[465].
III-. Misal:
«Sonra (ey insanlar), hiç şüphesiz, hepiniz Rab-binizin huzurunda muhakemeye duruşacaksıniz»[466].ayeti inince Zübeyr: «Aramızda dünyada olup bitenden sonra, yine rni muhakeme tekerrür edecek?» diye sordu, ResûluIIah ««Her hak sahibine hakkı verilinceye kadar» cevabını verince Zübeyr: «Öyleyse vaziyet müthiş!» dedi[467]. Bu konuda başka misaller de vardır[468].[469]
Mü'minler Allahm kitabını anlamak ve üzerlerine terettüp eden amellerin keyfiyyetini öğrenmek için so rarken, diğer taraftan müşrikler, hristiyanlar ve bilhassa yahudiler kâh istihza ve imtihan etmek, kâh müslümanlan şaşırtmak yahut Hz. Peygamber (A.S.M.)'i müşkil mevkide bırakmak zan ve emeliyle birtakım sualler sorarlardı. Bu sualler mevzu itibariyle, Kur'ânda tenakuz arama, kevniyyat, bed-i hilkat, geçmiş ümmetlerin ve peygamberlerin, ahvali vs. meselelerine racidir. Şekil itibariyle de sualler ekseriya bir hey'et tarafından, mürettep bir tarzda tevcih edilirdi. [470]
Yahudiler gelerek Resûlullah (A'.S.M.)'a dediler ki: «Senden beş şey soracağız. Bunların cevabını verirsen hak peygamber olduğunu anlayacağız.» Sonra. îsrâ'il'in kendine haram kıldığı şeyi[471], peygamberin alâmetini, ra'di ve sesini[472], çocuğun erkek veya kız olmasının sebebini ve semanın haberini kendisine kimin getirdiğini [473]sordular. Peygamberimiz (A.S. M.) bunların cevaplarını vererek, ilgili ayetleri açıklamıştır.
Uzunca olan bu hadiste, rivayete göre Peygamberimiz (A.S.M.) birinci soruya «Deve eti», ikincisine «Gözleri uyur, kalbi uyumaz» üçüncüsüne «Buluta müvekkel melektir», dördüncüsüne: «İkisinin suyu birleşir, erkeğinki galip gelirse çocuk erkek, kadınmki galip gelirse kız olur», beşincisinin «Cibril» diye cevap vermiştir. Yahudiler de tasdik etmişlerse de Cibril hakkında «O bizim düşmanımızda, harb ve azab in- dirir, Mikâil deseydiniz tabi olurduk» demişlerdir[474]
Bir yahudi gelerek Resûlullah (A.SM.)'a dedi ki: «Sen cennette, cennet ehlinin yiyip içeceğini iddia ediyorsun?» cevaben buyurdu ki: «Onlardan her birine; yemek, içmek ve cinsî iktidar bakımından yüz adamın kuvveti verilecektir.» Adam : «Yiyen ve içenin dışarı çıkma ihtiyacı olur. Halbuki cennette bu yoktur», deyince Hz. Peygamber bu ihtiyacın ter şeklinde vücuttan atılacağını bildirdi[475]. Bu hadise vesilesiyle cennette yeme ve içmeyi haber veren ayetlerin tefsiri[476] yapılmış olmaktadır.
Bir yahudi arkadaşına dedi ki: «Gel seninle şu peygambere gidelim de «Andolsun ki biz Musa'ya açık Açık dokuz âyet verdik»[477] ayeti hakkında soralım» dedi. Öbürü: «Onun hakkında peygamber deme, zira :seni işitirse gözü dört açılır» dedi. Derken gelip sordular; Nebi (A.S.M.) dedi ki: (O dokuz ayet.şunlardır) : Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmayın, hırsızlık etmeyin, zina etmeyin, haksız yere Allanın muhterem kıldığı canı öldürmeyin, sihir yapmayın, faiz yemeyin ve suçsuz bîrini, öldürtsün diye idareciye tesli metmeyin, namuslu kadına zina iftirası atmayın (yahut savaştan kaçmayın, dedi. Bu tereddüt râvî Şu'be'dendir). Ve size mahsus olarak ey yahudiler, Cumartesi günü hududu aşmayın»[478] Bundan sonra yahudiler, Hz. Peygamberin elini ayağını öpmüşler, peygamberliğine şehadet ettikleri halde, yahudilerin öldürmelerinden korkarak açıkça İslama girmemişlerdir. Yahudilerin sual tevcih etmelerine başka misaller de vardır[479].[480].
Yahudiler birçok meseleyi Peygamberimiz .(A.S.M.)'e sorduğu gibi, bazan Hz. Peygamber (A.S.M.)'in de onlara sual sorduğuna ve bu sualin herhangi bir ayetin tefsirine vesile olduğuna şahit oluyoruz:
Zeyd diyor ki: Resûlullah yahudilere haber gönderdi ve dedi ki: «Onlara niçin haber1 gönderdiğimi biliyor musunuz?» Dediler: Allah ve Resulü bilir. Buyurdu : «Ben onlara Allanın *O gün ki yer başka bir yere tebdil olunacaktır...»[481] sözü hakkında sormak için haber gönderdim. O gün yer gümüş gibi beyaz olacaktır.» Yahudiler gelince onlara sordu. Cevaben dediler: «Beyaz, has undan yapılmış ekmek gibi beyaz olacaktır»[482]
Muğîre b. Şu'be dedi ki: Hz. Peygamber bazı ihtiyaçları için beni, Necrân ahalisine gönderdi. Onlar bana «Senin inandığın peygamber, Musa'nın kardeşi olan Harun'un, Meryem'in kardeşi olduğunu iddia etmiyor mu? — Halbuki Mûsâ, îsâ'dan şu kadar sene önce yaşamıştır.» (Müslim rivayetinden) — dediler. Buna karşı nasıl cevap vereceğimi bilemedim. Avdet ettiğimde meseleyi Resûlullaha anlattım. Buyurdu ki: «Hz. Meryem zamanındaki insanlar, kendilerinden önce geçen peygamberlerinin ve iyi kimselerin isimlerini çocuklarına isim yaparlardı»[483]
Necrân hristiyanîarı «Ey Harun'un kız kardeşi senin baban kötü bir adam değildi. Anan da iffetsiz bir kadın değildi»[484] ayetini kasd ediyorlardı. Kâ'bu'l-Alıbâr da tarihî malûmatına itimad ederek, ayetteki Harun'un, Hz. Musa'nın kardeşi olmadığını söylemişti[485]. Hz. Peygamber (A.S.M.) bu ayetteki kardeşten muradın, aynı ana veya babadan dünyaya gelen çocuklar olmadığını, buradaki HârıuVun, Musa'nın kardeşi değil de, onun adının verilmiş olduğu başka bir Hârûn olduğunu bildirmiştir[486]. Yahut Mûsâ'-nm kardeşi olan Harun'un soyundan olduğu için, bu karabete işaret edilmiştir. Nasıl ki Tamım kabilesinden olana «yâ ehâ Tamim!» (ey Tamimin kardeşi!), Mezarîye «yâ ehâ Muzar!» denilir. Âli b. Ebî Talha ile es-Suddi bu ihtimale işaret etmişlerdir. Meryem'in kavmi içinde, Hârûn isimli salih bir adamı, zehadet.ve ibadette nümûne almış olması sebebiyle, o adama nis-bet edildiği ihtimali üzerinde de durulmuştur[487]. Mezkûr hadis, bu tefsirlere kapı açmış ve hristiyanla-rın inkâr mahiyyetini taşıyan bu sualleri vesilesiyle aylti açıklamıştır.
Müşriklerin, yahudilerin ve hristiyanlarm birçok sualleri, müteaddit ayetlerin nüzulüne sebep olmak suretiyle, o ayetlerin anlaşılmasını kolaylaştırmıştır. Fakat bu kabil haberleri bahsimizden hariç tuttuğumuzdan, burada onlara misâl vermeyeceğiz. [488]
Hz. Peygamber (A.S.M.) bazan bir hükmü belirttikten yahut izah ettikten, bir nasihatta bulunduktan veya herhangi bir davranışta bulunduktan sonra bir ayet okurdu. et-Taberî bir yerde, Resûlullah (A.S.M.)'-m böyle hareket etmesi hakkında «ayetle temessül etmesi, temessül suretiyle açıklaması» tabirini kullanır ki yerinde bir tabirdir[489]. Hz. Peygamber (A.S.M.)'-in Kur'ânı açıklamasının en mühim unsurlarından ve en çok rastlanan tarzlarından biri budur. Bu konuya başka bir vecihten daha önce temas etmiştik[490]. Resûlulîah (A.S.M.î'm ayet okuması her zaman aynı gayeye matuf değildir ve aynı makamda cari olmaz, müteaddit hallerde tezahür edebilir ki şöyle sınıflandırabiliriz: [491]
Ayetin mânasını sadece te'kid eden hadisi söyledikten sonra Resûİullah (A.S.M.)'ın o ayeti okuması şeklinde tezahür eder.
Ebû Hüreyre'den rivayete göre Resûİullah (A.S. M.) : «Kadınların hayırlısı odur ki, kocası kendisine bakarken mesrur olur, bir şey emr ettiğinde yapar, yalnız kalınca kendi ırzını ve onun malını korumakla kocasının hukukunu muhafaza eder» dedikten sonra «Erkekler kadınlar üzerine hâkimdirler. Çünkü Allah, insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılmış ve ayrıca erkekler mallarından (kanlarını ve çocuklarını geçindirmek için) harcamada bulunmuşlardır»[492] ayetini okumuştur[493].
Ebû Musa'nın rivayetine göre Peygamberimiz (A.S.M.) : «Allah zalime muhakkak ki mühlet verir, verir de onu yakalayacağı zaman göz açtirmaksızm ansızın yakalar» buyurduktan sonra[494] «Rabbinin yakalayışı — (ahalisi) zulm eder halde bulunan memleketleri yakaladığı zaman — işte böyle olur. Şüphesiz ki onun çarpması pek acıklıdır, pek çetindir»[495] ayetini okumuştur. Her. iki misalde zikr edilen hadisler, okunan ayetlerin mânasını te'kid etmektedirler. [496]
Çokça rastlandığı gibi, Hz. Peygamber (A.S.M.) bir hadis söyledikten sonra, onun doğruluğuna bir şahit olmalt gayesiyle Allahin kitabından tasdik edici delilini okurdu. İhtiyacı olmadığı halde böyle bir davranışa girmesinin hatıra gelen âmilleri daha önce zikr edilmişti[497], Ayrıca buna dair birçok misaller verilmişti (114). Hadisinin Kur'ândaki asimi bizzat kendisinin bildirmesiyle Resûlullah (A.S.M.), söylediği sözün, o ayetin tefsirini tazammun ettiğini belirtmiş olmaktadır. [498]
Hz. Peygamber (A,S.M.) bazan bir hadisiyle, ayetin ihtiva ettiği mücmel bir noktayı beyan eder ve beyanının raci olduğu asla dikkati çekmek için, o ayeti okurdu. Bu icmal bazı hallerde o kadar şiddetlidir ki, Resûlullah (A.S.M.)'m ayeti okumadığım farz ettiğimizde, hadisin ayetle ilgisini bulmak âdeta imkânsız olurdu. ,
Resûlullah (A'.S.M.) şöyle buyurdu: «Kıyamet günü (cennet ehli, cennete; cehennemlikler de cehenneme ayrıldıkdan sonra) ölüm, aklı karalı alaca bir koyun suretinde olarak getirilir. (Cennet ile cehennem arasında durdurulur). Müteakiben : Ey cennet ahalisi! Sizler bunu tanıyor musunuz? denilir. Cennetlikler hemen boyunlarını uzatıp başlarını ona doğru -kaldırırlar ve ona (o koyuna) bakarlar. Ve cennet ahâlîsi: Evet, tanıyoruz, bu ölümdür derler. Sonra: Ey cehennem ahâlîsi! Sizler bunu tanıyor musunuz? diye sorulur. "Onlar da başlarını kaldırarak bakarlar ve: Evet tanıyoruz, bu ölümdür derler. Bunu ta'kîben koyun suretindeki ölümün (cennetle cehennem arasında) kesilmesi emrolunur ve derhal boğazlanır. Bundan sonra: Ey cennet halkıl .Cennetde ebedî yaşıyacaksımz, artık ölüm yoktur. Ve ey cehennem halkı! Sizler de karargâhınızda ebedîsiniz, artık ölüm yoktur denilir.» Bundan sonra Resûlullah şu ayeti okudu: «Sen. onları ilâhî emrin yerini bulduğu vakit ile, hasret (ve nedamet) günü ile korkut. Onlar hâlâ gaflet içindedirler, onlar hâlâ îman etmiyorlar. Şüphe yok ki arza ve onun üzerindekilere biz vâris olacağız biz! Onlar (nihayet) bize döndürüleceklerdir»[499]. Resûlullah (A.S.M.) bu ayeti okurken eliyle dünyâya işaret etmiştir[500].
«Hiçbir bir kul yoktur ki onun için gökte iki kapı bulunmasın. Kapılardan birinden rızkı çıkar, öbüründen yaptıkları ve söyledikleri girer. Kul ölünce, onlar da onu kaybederler ve üzerine ağlarlar» Resûlullah bunu söyledikten sonra[501] «Ne gök, ne yer onların üstüne ağlamadı»[502] âyetini okudu ve kâfirlerin, yerde salih bir amel işlemedikleri gibi, Göğe de hiçbir sözlerinin yükselmediğini söyledi.
Berâ (R.A.)'den rivayete göre Resûlullah (A.S.M.) kâfirin ruhunun kabzedilip göğe çıkarılışını anlatırken dedi ki: Melekler onu yükseltirler, meleklerden müteşekkil hiç bir meclise uğramazlar ki «nedir bu habîs rûh?» denilmesin. Yükselten melekler de dünyada iken kendisine verilen en kötü vasıfla onu anarak «fülancadır» diye cevap verirler. Nihayet göğe varırlar ve gök kapısının açılmasını isterler, ama bu kapı onlara açılmaz[503]. Resûlullah bunu söylemesini müteakip : «Bizim âyetlerimizi yalan sayıb da onlara karşı kibirlenmek isteyenler (yok mu?) onlar için gök kapıları açılmayacak, onlar deve iğne deliğine girinceye İcatlar, cennete girmeyeceklerdir. Biz günahkârları böyle cezalandırırız»[504] ayetini okumuştur.
Bu üç misalde zîkr edilen hadislerle Resûlullah (A.S.M.), söz konusu ayetlerde geçen «hasret günü», «gök ve yerin, ağlaması» ve «gök kapılarının açılması» mefhumlarını beyan etmiş, ayetleri okumak suretiyle de onları açıkladığına dikkatleri çekmiştir[505].[506]
Resûlullah (A.S.M) «Dua ibadetin ta kendisidir» dedikten.sonra, «Rabbiniz şöyle buyurdu: «Bana dua edin. Size icabet (ve duanızı kabul) edeyim. Çünkü bana ibâdetden büyüklük taslay (ıb uzaklaş) anlar hor ve hakıyr cehenneme gireceklerdir»[507] ayetini okudu[508]. Hz. Peygamber hadisinde belirttiği hükmü ayetten, çıkarmış, ayeti okumak suretiyle de merciini bildirmiştir.
Resûlullah (A.S.M.) «Yalan şahitlik, Allaha şirk koşmaya denk sayılır» dedikten sonra «...O halde murdardan, putlardan kaçının, yalan sözden çekinin»[509] ayetini okuyarak[510], onunla istidlal ettiğini bildirmiştir.
Hz. Ebû Bekir'den rivayete göre, Resûlullah (A.S. M.) : «Herhangi bir günâh işledikten sonra abdest alıp iki rek'at namaz kıldıktan sonra, o günâhtan dolayı Allah'a istiğfar eden hiç bir müslüman yoktur ki Allah onu afv etmesin» dedikten sonra «Kim bir kötülük yapar, yahud nefsine zulmeder de sonra Allahdan mağfiret isterse o, Allahı çok yarhğayıcı, çok esirgeyici bulur»[511] ve «Ve çirkin bir günâh işledikleri, yahud nefslerine zulmetdikleri vakit Allahı hatırlayarak hemen günâhlarının yarlığanmasuıi isteyenlerdir...»[512] ayetlerini okumuştur[513] Mağfiret dileyenin afv olunacağına dair sözüne, bu ayetlerle istidlal olunacağına dikkati çekmiştir. Bu hususta başka misaller de vardır[514][515]
«Mü'minin firasetînden sakının; zira o Allanın nuru ile bakar» dedikten sonra Resûlullah «Elbette bunda işaretten anlayanlar için ibretler vardır»[516] ayetini okudu[517] Mü'minin firasetinden bahs etme rakamında Hz. Peygamber (A.S.M), firaset ehline yer veren ve onlara mahsus birtakım ibretler olduğunu bildiren bu ayeti .okumuş, ibret alanların da mü'minler olduğuna işaret etmiştir.
«Dünyada (şöhret için) çıkmak istediği makam ve dereceye çıkan hiç bir kul yoktur ki Allah ahirette, ondan daha büyük derece indirmesin» (veya ... Allah, onu ahirette daha büyük bir dereceye koymasın.)[518] dedikten sonra, makam münasebetiyle âhiretteki derece farklarının daha büyük olduğunu bildiren «Bak, biz onların kimini kiminden nasıl üstün kıldık. Elbette âhiret, derece farkları itibariyle de daha büyüktür, üstün kılmak bakımından da daha büyüktür»[519] ayetini okumuştur.
Mekke'nin fethi günü, Kâ'benin etrafındaki 360 putu, Hz. Peygamber asasiyle iterken, bu vaziyetin, şu ayetlerin bir nevi tefsiri olduğuna işaret etmek, üzere «De ki: «Hak geldi, batıl zeval buldu. Şüphesiz ki batıl dâim zeval bulucudur»[520] ayeti ile, «De kî: «Hak geldi, batıl (şirk) kayboldu gitti ve geri de dönmez»[521] ayetini okudu[522].[523]
Hz. Peygamber (A.S.M.) bazı hallerde, ayetle doğrudan doğruya ilgisi olmayan bir mevzu hakkında konuşurken, siyak münasebetiyle konuyu bir ayete getirir ve bu vesile ile o ayet hakkında beyanda bulunurdu.
Bu rivayete göre, bir gün Resûlullah (A.S.M.) diyordu ki :
«Kim Allaha kavuşmak isterse, Allah da ona kavuşmayı ister. Kim Allaha kavuşmaktan hoşlanmazsa, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.» Râvi diyor ki: Bunun üzerine oradakilerden bir topluluk yere kapanıp ağlamaya koyuldular. «Niçin ağlıyorsunuz?» deyince «Biz de ölümden hoşlanmıyoruz» dediler. Bunun üzerine buyurdu ki: «Öyle değil, ölüm gelip çattığında «Şimdi, eğer o, mukarreblerden ise, artık rahatlık, güzel rızik ve Naıym cenneti onundur»[524]. O vakit, ölen kimse bununla müjdelenince Aziz ve Celil Allaha kavuşmak arzu eder, Allah Teala ise ona kavuşmayı daha çok ister. Lâkin «(Ölen) eğer tekzibçilerden, sapıklardansa, işte (ona da) kaynar sudan bir ziyafet! Ve cehenneme bir atılış»[525]. O adam bununla müjdelenince Allaha kavuşmayı istemez, Allah Teala ise ona kavuşmayı daha çok kerih görür»[526].
Resûlullah (A'.S.M.)'a içinde taze kurma bulunan bir tabak getirilince «Güzel bir kelime, kökü sabit (ve sağlam) ve dal (lar) ı da yukarıda olan güzel bir ağaç gibidir»[527] ayetini okudu ve «O ağaç hurmadır* dedi. «Kötü bir kelimenin hali de (göğdesi) toprağın üstünden kopanlıvermiş kötü bir ağaç gibidir ki onun lıiç bir sebatı (tutunma ve yerinde kalma kabiliyyeti) yokdur»[528]. «O da hanzala (ebu cehil karpuzu) dır»[529] dedi[530].
Hurma getirilmesi, bu ayetlerin böylece açıklanmasına vesile olmuştur.
Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlullah (A.S.M.) buyurdu ki:[531] «Ey insanlar Allah tayyibdir (yani noksanlardan münezzeh, paktır) ve tayyib (pâk, helal) olandan başkasını kabul etmez. Allah Teala (bu hususta) Resullere ne emretmişse, mü'minlere de onu emretmiştir. Resullere: «Ey resuller, tertemiz ve helal olan şeylerden yiyin, güzel amellerde bulunun. Çünkü Ben ne yaparsanız hakkiyle bilenim» (el-Mü'min, 51). Mü'minlere de: «Ey iman edenler! Size nzık olarak verdiğimiz şeylerin temizlerinden yiyin. Yalnız Allah'a kulluk ediyorsanız, O'na şükredin» (el-Baka-ra, 172) buyurdu.
Sonra Resûlullah dedi ki,: «Bir kimse ki Âllaha itaat yolunda kirlenmiş ve tozlara karışmış olarak uzun seferler yapar, ellerini semâya uzadır: Ya Rab! diyğrek dua eder. Halbuki yemesi haram, içmesi haram, giymesi haramdır, haram ile gıdal anmış tır. İşte sıfatı şunlar olan böylesi için nereden ve nasıl dua kabul edilir.»
Bir başka hadisinde «Temiz ve helal ye ki duana icabet edilsin? Muhammed (A.S.M.)'in nefsi yedinde olan Allaha yemin ederim ki, kişi haram lokmayı içine yuvarlayınca kırk gün müddetle ondan kabul olunmaz» demiştir[532].
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber (A.S.M.) helal yemenin lüzumundan söz ederken, siyak münasebetiyle umumî ve mutlak olarak duaya icabet edileceğine dair şu ayetleri tahsis etmek suretiyle açıklamıştır:
«Kullarım sana Beni sorarlarsa bilsinler ki Ben yakınım. Onlardan biri Bana dua ederse duasına karşılık veririm. O halde onlar da Bana icabet etsinler. Beni tasdik etsinler ki doğru yolu bulalar» (el-Bakara, 186).
«Rabbiniz buyurdu ki! Bana dua edin, duanıza icabet edeyim. Bana kulluk etmeye tenezzül etmeyenler, zelil olarak cehenneme gireceklerdir» (el-Mü'min, 60.)
Bu misalden de bir cenaze münasebetiyle Hz. Peygamber (A.S.M.)'in mezkûr iki ayeti açıklamış olduğunu anlıyoruz.
Seleme b. el-Ekva diyor ki: Hz. Peygamber (A.S. M.) ile beraber bulunuyorduk, yanımızdan bir cenaze geçirildi ve ölü hakkında güzel şeyler söylendi. Bunun üzerine : «Vacib oldu» buyurdu. Sonra yanından bir başka cenaze geçirildi ve ölü hakkında başka türlü sözler sarfedildi (yani kendisinden iyi şekilde bahsedilmedi) . Yine: «Vacib oldu» buyurdu. -— *Ne vacib oldu ya Resûlellah?» dediler. Cevap verdi: — «Melekler, Âllahıtı semâdaki şahitleri, siz ise yerdeki şahitlerisiniz, neye şahitlik ederseniz vacib olur, olması gerekir.» Sonra da şu ayetleri okudu: «De kî: Çalışın; Allah, Resulü ve mü'minler amellerinizi göreceklerdir» (Tevbe, 105). Dedi ki: (Bu) Allah Teala'mn şu sözünün manasıdır: «Tâ ki insanlar hakkında şahidler olasınız» (Bakara, 143)[533]. Peygamberimiz (A.S.M.)'in siyak münasebetiyle beyan ettiği başka ayetler de vardır[534].[535]
Kısa ziyade kelimeler kullanmak suretiyle bazı veciz ayetleri açıklama tarzının ilk numunelerini Hz. Peygamber (A.S.M.)'in tefsirinde bulmaktayız. Bu ziyadeler kısa.olmakla beraber bazan çok mühim izahlara medar olurlar. Umûmun tahsisi, mücmelin beyan edilmesi gibi vazifeler ifa ederler.
Hz. Ebû Bekir'den rivayete göre Resûlullah, «... Kira bir kötülük yaparsa onunla cezalanır»[536] ayetini, kısa bir ziyade ile «Kim bir kötülük yaparsa onunla dünyada .cezalanır»* şeklinde, dünya hayatına tahsis etmek suretiyle tefsir etmiştir[537]. Başka hadislerden, bu tahsisin mü'minler hakkında olduğu anlaşılmaktadır. Mesela, Âişe'nin rivayet ettiği bir hadiste, bu ayet hakkında Hz. Peygamber (A.S.M.) : «Mü1-min, işlemiş olduğu en kötü amelle dünyada cezalanır» dedikten sonra hastalık, meşakkat, musibet gibi elem veren durumların, mü'minin günahlarına keffa-ret olacağı ve onun, dünyadan temizlenmiş olarak çıkacağı bildirilir[538].
Rivayete göre Hz. Peygamber (A.S.M.), «Ey îman edenler! Siz nefisleriniz (i ıslah etmiy) e bakın. Kendiniz doğru yolu bulunca sapanlar size zarar vermez»[539] ayetine, kısa bir ziyade ile şu açıklamayı getirmiştir : «... Kendiniz doğru yolu bulunca kâfirlerden sapanlar size zarar vermez»[540]. Böyle bir açıklama olmasa, bu ayetten bir çoklarının anladığı gibi, herkesin sadece nefsi ile ilgilenmesi şeklinde bir mâna çıkarılırdı[541]. Bu tefsir, mü'minlerin kendi aralarında «neme lazım»cıhk olamayacağını, marufu emir, münkerden nehy etmelerinin lâzım geldiğini göstermektedir.
«Cennetlikler için orada temizlenmiş eşler vardır»
(el-Bakara, 25) ayeti hakkında, Ebû Sa'îd el-Hudrî Hz. Peygamber (A.S.M.)'in: «Hayızdan, gaitadan, tükürük ve balgam gibi hallerden temizlenmiş» izahını rivayet etmiştir[542].
Rivayete göre Hz. Peygamber (A.S.M.) «Dinlerini (bir kısmına inanıb bir kısmını inkâr etmek sûretiyle) parça parça edenler, ayrı ayrı fırkalar olanlar (yok mu?) sen hiç bir vech ile onlardan değilsin»[543] ayetine şu fıkrayı ziyade ederek. Onlar da senden değildirler, onlar bu ümmetten olan bid'at, şüphe ve dalâlet ehlidir» demiştir[544]. Böylece, itikadı ve ameli düzgün olan mü'minlerin birbirleri hakkında bu ayeti kolayca tatbik ederek, büyük zararlara yol açılmasına mani olmuştur. Bu neviden başka misaller de mevcuttur[545]. [546]
Bilindiği gibi tefsir yollarının en güzeli ve en doğrusu, Kur'ânın yine Kur'ân ile açıklanmasıdır[547] Zira Kur'ânın bir yerinde umumî olan, bir başka yerinde tahsis edilir. Herhangi bir ayette mücmel olan husus, bir başka ayette mufassal olarak zikr edilmiş olabilir. Bunlara ait misaller çoktur. Kur'ânm açıklanmasında bu yola baş vurmanın ilk numunelerini de Hz. Peygamber (A.S.M.)'in tefsirinde buluyoruz.
«îman edenler, bununla beraber îmanlarını zulümle de bul aktırmayan! ar, işte ancak onlardır ki emin olmak hakkı kendilerinindir. Onlar doğru yolu bulmuş kimselerdir»[548] ayeti inince, -İçimizde nefsine zulm etmeyen kim var?» diyerek, bu durum Resûlullah (A. S.M.Vm ashabına ağır gelmişti. Bunun üzerine Resûlullah (A.S.M.) dedi ki: »Zannettiğiniz gibi değil, buradaki zulüm Lokman'in oğluna dediğidir: «Evladım sakın Allaha ortak koşma. Çünkü şirk elbette büyük bir zulümdür»[549] (Lokman, 13).
Böylece Peygamberimiz (A.S.M.), başka bîr ayete dayanarak, umumî bir mânayı tahsis etmiş ve yanlış anlamanın önüne geçmiştir.
«De ki: «Ey kendilerinin aleyhinde (günâhda) haddi aşanlar, Allanın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günâhları bağışlar»[550] ayeti inince bir adam kalkarak: *Şirki de mi ey AHahm Resulü?» deyince Hz. Peygamber CA.S.M.) bu suali kerih görerek buyurdu[551]: «Şüphesiz ki Allah, kendisine eş tanınmasını bağışlamaz. Ondan başkasını, dileyeceği kimseler için, yarhğar. Kim AJIaha eş tutarsa muhakkak pek büyük bir günâh ile iftira etmiş olur»[552].
Burada Hz. Peygamber (A.S.M.)'in, mutlak bir ayeti, mukayyed olan diğer bir ayete hami etmek suretiyle Kur'âm Kur'ânla tefsir ettiğini görüyoruz.
Peygamberimiz «Gaybm anahtarları O'riun riez-dindedlr, onları Ö'ndan başkası bilemez...» (En'am, 59) mücmel ayetinde geçen gaybın anahtarlarından muradın ne olduğunu şu mübeyyen ayetle tefsir etmiştir.
Gaybm anahtarları beştir M onları Allah'dan başkası bilemez: «Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru O indirir, rahimlerde bulunanı O bilir. Kimse yarın ne kazanacağını ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Muhakkak ki Allah her şeyi hakkıyla bilen ve her şeyden haberdar olandır» (Lokman, 34)[553].
Hz. Âişe «Andolsun, sizi ilk deta (doğumunuzda) yaratdığımiz gibi (âhiretde de) yapayalınız, teker teker (çırılçıplak) huzurumuza gelmişsinizdir (geleceksiniz)...»[554] ayetini okuyunca.- «Eyvah, o «ne sefalet! Erkeklerle kadınlar bir arada haşr olunacaklar, birbirinin ayıbına bakacaklar!» dedi. ResûJulJah bunun üzerine dedi ki.- «O gün bunlardan herkesin kendine yeter bir işi fderdi, belası) vardır»[555]. Ne erkekler kadınlara, ne de kadınlar erkeklere bakmazlar. İnsanlar bû'birine bakamayacak derecede meşguldürler[556].
Bir başka rivayette İbn Abbas demiştir ki: Hz. Peygamber «Yalınayak, çırılçıplak, sölpük fsünnetsiz) olarak haşrolunacaksınız» deyince, bir kadın : «Ne o birbirimizin avret yerine mi bakacağız?" dedi. Resû-lullah adını söyleyerek: *Ey falanca, o gün bunlardan herkesin kendine yeter bir işi (derdi, belâsı) vardır» (Abese, 37) dedi.
Burada Hz. Peygamber (A.S.M.), birinci ayetin ifade ettiği mânayı, başka bir ayetteki işaretten istifade ederek vuzuha kavuşturmuştur. Bu durumun başka misalleri de vardır[557].[558]
«...Artık İçinizden kim hasta olur, yahud başından bir eziyyeti bulunursa ona orucdan, ya sadakadan, yahud da kurbandan (biriyle) fidye (vacip olur)...»[559] ayetinin tefsiri makamında şu hadis va-rid olmuştur. Kâ'b b. Ucre diyor ki: İhramda iken Re-sûlullah bana uğradı. O sırada ben de tencerenin altında ateş yakıyordum. Bitler ise yüzüme dağılacak kadar fazla idi. Resûlullah bana: «Başındaki bu haşe-rat sana eziyet vermiyor mu?» dedi. «Evet» dedim. Buyurdu ki: «Başını tıraş et, üç gün oruç tut, yâ Cher fakire yarım şâ' olmak üzere)[560] altı fakir doyur, yahut da bir koyun boğazla* demiştir[561]. Böylece ayetteki oruç, sadaka veya kurban fidyesinin keyfiy-yetini izah etmiştir.
Kur'ânda «... bîr hak olmadıkça AHahin haram ettiği cana kıymayın...»[562] buyurulmuştur. Resûlullah (A.S.M.) bu hadisiyîe ayetteki «bir hak olmadıkça-» kısmını açıklamış, hangi hallerde öldürmenin haklı olacağını şöyle vuzuha kavuşturmuştur: «Allah'dan başka tanrı olmadığına ve benim Allattın resulü olduğuma îman eden hiçbir müslüman kişinin kanı helâr olmaz. Ancak şu üç şeyden birini yaparsa (kanı helâl olur) : Adam öldürmek, evli iken zina etmek, dinden, çıkıp müslümanlardan ayrılmak[563].
Hırsızlık yapanlar hakkında Kur'ânda «Hırsız erkek ve kadının yaptıklarına karşılık Allah'dan bir ceza olarak ellerini kesiniz»[564] Duyurulur. Ayette umumî olarak zikr edilen sirkatin, ukubete müstahak olan haddini, Resûlullah (A.S.M.) şu hadisiyle şöyle tahsis ve tebyin etmiştir: «Çeyrek dinar veya daha fazla mikdar çalanın eli kesilir»[565],
Hz. Peygamber (A.S.M.)'in ibadetlere ve muamelata dair mücmel ayetleri beyan etmesinin misalleri sayılamıyacak kadar çok ve teferruatlıdır. Fıkıh mev-zularma göre tertib edilmiş olan sahih hadis kitapları, hep bu neviden olan açıklamalarla doludur. [566]
Mikdar itibariyle Hz. Peygamber (A.S.M.)'in tefsirini incelerken kayd ettiğimiz gibi, Ibn 'Âtıyye ve başka âlimlere göre, «tefsirini Cibril'in öğrettiği ayetlerin» önemli bir kısmı, muğayyebata ait olan ayetlerdir. Resûlullahm bu kısma dahil olan beyanları başlıca şu mevzuları ihtiva eder: Hilkatin başlangıcı, insanın yaradılışı, Allah Tealanm kâinatı tedbiri, kader ve ecel, ölümden sonraki ahval, kalb ve nefsin halleri, islâm, ümmetinin geleceği, âhir zaman halleri, cennet ve cehennem ahvali v.b. Şimdi mezkûr mevzulara dair misaller vereceğiz. [567]
Bu hadis «O, rahmet etmeyi (Iûtfu ile) kendi üstüne almıştır» [568]ayetini açıklamaktadır. Buna göre Ebû Hüreyre, Hz. Peygamberin şöyle dediğini bildirmektedir.- Allah Teala mahlûkatı ilk yarattığında, Muhakkak ki Benim merhametim gazabımdan ileridir» diye nezdinde duran bir taahhüdname yazarak Arşının üzerine koymuştur[569]
Ebûf Rezin el-Ukeylî diyor ki: «Ya Resûîallah, gökleri ve yeri yaratmadan önce Rabbimiz nerede idi?» diye sordum. Dedi ki: Yüksek ve kesif bir bulutun üstünde idi ki o bulutun üstünde de altında da hava bulunuyordu, sonra da Arşını su üzerine yarattı»[570].
Bu hadis-i şerif, ayet-i kerime gibi müfeşabihtîr. Yani bazı mânalar anlaşılmakla birlikte, kafi bir mânaya hükmetmek zorluğu ile karşı karşıyayiz. Ayet ile hadisin hatırlattığı bir hususu kısaca yazmak istiyoruz : Astronomide, kâinatın başlangıçta bir gaz bulutu halinde olduğu, sonra bu maddeden cisimlerin fırladığı, dünyanın da bunlardan biri olup, oradan yükselen gazların ve buharların yağmur şeklinde tekrar dünyaya dönerek denizlerin meydana geldiği hakim bir kanaattir.
«Melekler nurdan, cinn halis ateşten, Âdem ise size tavsif edilen şeyden (balçıktan, süzülmüş hülasadan, ateşte pişmiş gibi kuru çamurdan) yaratıldı»[571]. Bu nevin misalleri fazla değildir[572] [573]
aa. Hz. Adem'in yaradılışı hakkında açıklamalara Ebû Musa el-Eş'arî'den şöyle dediği rivayet olunuyor : Resûlullah buyurdu ki: Allah Teala Âdem'i, yeryüzünün her yerinden avuçladığı bir avuç topraktan yarattı, bundan ötürüdür ki, Âdemoğulları yere göre olmuşlardır; onlardan kimisi pembe tenli, kimisi siyah, kimisi beyaz, kimisi de esmer ve bu renklerin arasındaki renklerdedir. Âdem. oğullarının da (yer gibi) sarp olanı, düz ve yumuşak olanı, iyi olanı ve kötü olanı vardır[574].
Bu hadis «Sizi bir toprakdan yaratmış olması da O'nun ayetlerindendir»[575] ve «Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin birbirine uymaması dk O'nun ayetlerindendir»[576] ayetleri ile ilgilidir. Bu nevin birkaç misali daha vardır[577].
bb. İnsanın ana karnında yaradılmasına dair açıklaması
Abdullah b. Mes'ud bildiriyor: Hem doğru söyleyen, hem de Allah tarafından doğrulanan Resûlullah bize dedi ki: Sizden her birinizin hilkati ilk kırk gün zarfında derlenip toparlanır. Bunun kadar bir zaman zarfında alaka olur. Sonra bu kadar bir müddet içinde bir çiğnem, et parçası (gibi şeyler) olur. Daha sonra melek gönderilip ona ruh üflenir ve dört söz emredilir yani rızkını, ecelini, amelini, bir de bedbaht mı bahtiyar mı olacağını yazması emredilir[578]..
Resûlullah (A.S.M.) bu hadisiyle «Ey insanlar, eğer siz öldükden sonra tekrar dirilmek hususunda herhangi bir şüphe içinde iseniz şu muhakkakdır ki biz sizi (n asimizi) toprakdan, sonra (onun zürriyeti-nl) insan suyundan, sonra alakadan, daha sonra da hilkati belli belirsiz bir çiğnem etten yaratdik...»[579] ayetini tefsir etmiştir[580] [581]
Ebû Hureyre Hz. Peygamber (A.S.M.)'iri şöyle söylediğini bildirmiştir : Cenab-ı Hak gökyüzündeki meleklere bir emrin infaz olunmasını hükmettiği zaman, Allah Teala'nın —düz bir taş üstündeki zincir sesi gibi mehabetli olan— bu ilâhî hükmüne melekler tama-miyle inkiyad ederek [korku ile) kanadlarını birbirine vururlar. Gönüllerinden bu korku gidince de melekler (Cebrail ve Mîkâil gibi mukarreb meleklere) : «Rabbiniz ne söyledi» diye sorarlar. (Mukarreb melekler :) «Allah'ın söylediği hak sözdür», diye Allah'ın hüküm ve takdirini bildirirler ve Allah Yücedir, Büyüktür» derler (Sebe, 23). Allah'ın emir ve takdirini, söz hırsızı bir şeytan işiterek, birbiri üstüne dizilmiş söz hırsızı şeytanlara iletir (Ravî Süfyan onların bu sıklığını elleriyle de göstermişti). Böylece işittikleri sözü birbirine naklede ede nihayet büyücünün veya kâhinin lisanına kadar gelir. Şeytanlar bu vaziyette iken meleklerin konuşmalarını işiten en üstteki şeytana bir ateş parçası yetişip altındakilere o haberi ulaştırmadan onu yakar. Bazı defa da ateş erişmeyip altındaki kâhine haberi verir. O da haberle beraber yüz yalan da üstüne koyarak halka söyler (ilâhî emir yeryüzünde hakakkuk edince de) «kâhin falan gün bize şöyle söylememiş miydi?» denir durur, yani gökten sızdırılan o söz sebebiyle doğrulanır[582].
Resûlullah (A.S.M.) tarafından ayetin[583] zikr edilmesinden de açıkça anlaşılıyor M bu hadis, ayetin tefsirini tazammum etmektedir[584].[585]
Hz. Ali şöyle dedi: Resûlullah (A.S.M.) bir gün oturmuş ve elinde bulunan bir değneği düşünceli bir halde yere vurub dürtüşdürüyordu. Bir ara başını kaldırdı ve : «Sizden hiç bir nefis müstesna olmamak üzere cennetdeki yeri de ateşdeki yeri de bilinmişdir, buyurdu. Bunun üzerine sahabîler: «Yâ Resûlellah! O halde niçin amel edip çalışıyoruz? Biz bu bilinmiş olan yazımız üzerine i'timad etmiyelim mi? (yani o halde amelin faidesi nedir) dediler. Resûlullah:
«Hayır, siz o bilinmiş olan yazınıza dayanıb dur-mayıruz. Amel edib çalışınız. Çünkü herkes niçin yaratıldıysa o, kendisine kolaylaşdınlmişdır, buyurdu. Sonra da şu mealdeki ayetleri okudu:[586] «Bundan sonra kim verir ve sakınırsa, o en güzeli de tasdik ederse, biz de onu en kolaya hazırlarız. Anıma kim cimrilik eder, kendisini müstağni görür ve o en güzeli yalan sayarsa, biz de ona en güç olanı kolaylaşdın-Vız »(35).
İmrân b. Husayn'm bildirdiğine göre (36), Muzey-ne kabilesinden iki kimse Resûlullahın yanma geldiler ve şöyle dediler:
— Yâ Resûlellah! İnsanların bu gün işlemekde oldukları ve emek çekib didinegeldikleri şeye ne buyurursun? Bu, üzerlerine hükmedilen ve geçmiş bir kaderden olarak kendilerine gelen bir şey midir? Yahut Peygamberlerinin getirdiği ve üzerlerine hüccet sabit olan şeylerden olarak kendilerinin karşılaşacakları şeyler içinde midir? Resûlullah şöyle buyurdu:
— Hayır, bu ikinci şekil değil. Fakat üzerlerine hükmolunan ve kendilerine gelen bir şeydir (kaderdir). Azîz ve Celîl olan Allahm Kitabında bunun tasdiki şu ayettir[587] : «Her bir nefse ve onu düzenliyene, sonra da ona hem kötülüğü, hem korunmasını ilham edene...»
Birinci hadisin sonunda Hz. Peygamber (A.S.M.)'-in ayetle temessül etmesinden, ikincide de ayetle istiş-had etmesinden de açıkça anlaşılıyor ki mezkûr hadisler, söz konusu ayetleri tefsir etmektedir[588].[589]
Ebû Hureyre'den; Peygamber buyurdu ki: «Kul bir günâh yaptı mı kalbine siyah bir nokta konulur. O, bunu tevbe ve istiğfar ile koparıp attığı zaman kalbi cilalandınlir. Fakat tekrar (günâha) dönerse o noktalar artırılır. Nihayet kalbini kaplar. îşte bu, Cenab-ı Hakkın şu ayette beyan buyurduğu «pas»dır[590] :
«Hayır (hakikat öyle değil), bil'akis, onların irtikâb edegeldikleri ma'siyetler kalblerini paslandırmiş-dır»[591].
Abdullah b. Mes'ud'dan rivayete göre; Hz. Peygamber şöyle demiştir: Âdem oğlunun kalbine, hem şeytanın hem de meleğin ilka ettiği telkinat vardır. Şeytan şerle korkutup hakkı tekzib ettirmek ister. Mö-lek ise hayır vadedip hakkı tasdik ettirmek ister; her kim bunu hissederse bilsin ki Allahtandir, Allaha hamdetsin. Her kim diğerini hissederse şeytanın şerrinden Allaha sığınsın. Sonra da: «Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size çirkin şeyleri yapmayı emreder. Allah ise size mağfiret ve lütuf va'dediyor. Şüphosiz Âllah'm lütfü geniştir» (el-Bakara, 268) ayetini okudu[592].[593]
Hz. Peygamber (A.S.M.)'e *De ki: «O, size üstünüzden, yahud ayaklarınızın altından bir azâb gönderme-yo veya sizi birbirinize katıb kiminize kiminin hıncını tatdırmaya kadirdir.»[594] ayeti hakkında sorulunca şu cevabı verdi : «Onlar olacaktır, fakat bu ayetin te'-vili Cayete mâsadak olacak hadiseler) henüz gelmemiştir.»[595].
Bu ayetin tefsiri ile ilgili bir başka hadis şöyledir:
Cabir'den yapılan bu rivayete göre: Bu ayet nazil olduğunda ResûluIIah, birinci ve ikinci azabdan AI-laha sığınmış, üçüncüden sonra ise «Bu ehvendir.» demiştir[596]. Gelecek hadis, bu Cabir hadisinden maksadı açıklamaktadır: Ibn Abbas'm Peygamber (A.S. M.)'imizden rivayeti şöyledir:
«Ümmetimden dört şeyi kaldırması için Allaha dua ettim. Bunlardan ikisini kaldırdı, diğer ikisini kaldırmaya razı olmadı. Gökten recmi (taş yağmasını), hasfı Cyere batmayı), onları birbirine katmayı ve birbirinin hıncını tatdırmayı ümmetimden kaldırmasını diledim. Hası ile recmi kaldırdı, öbür ikisini kaldırmaya razı olmadı.»[597] hadisi[598], hasf ile recm'in de vaki olacağını bildirmektedir. îbn Hacer, Cabir'in ri-. vayet ettiği hadisle bu hadis arasında — ilk nazarda zannedilen— tearuzu gidermek maksadı ile der ki: «Cabir hadisindeki mezkûr iâze muayyen bir zamana mahsustur. O zaman da sahabe devri ile hayrul-ku-rûn zamanıdır. (Muhtemelen tabi'ûn ve etbâu't-tabi'-în neslini kasd ediyor). Fakat o devirlerden sonra bunların vukuu caizdir.»[599] der ve az önce zikr ettiğimiz «Onlar olacaktır; fakat bu ayetin te'vili henüz gelmemiştir.» hadisiyle istidlal eder.
Netice olarak diyebiliriz ki, Hz. Peygamber (S.'Â. V.) söz konusu ayette, İslâm ümmetinin istikbaline dair bazı işaretlerin bulunduğunu müteaddit hadisle-riyle bildirmiştir.
Ebû Hureyre (R.A.)'dan rivayete göre şöyle demiştir : Resûlullah (A.S.M.) buyurdu ki: «Nefsim elinde olan Zata yemin ederim ki, sizden öncekilerin tutumlarını karış karış, zira zira, kulaç kulaç izleyeceksiniz; öyle ki onlar bir kertenkele deliğine girmiş olsalar siz de gireceksiniz.' «Oniar kimdir, ey' Allahm Resulü ? Ehl-i Kitab mıdır?» diyo sorulunca: «Başka kim olacak ki?» dedi. Ebû Hureyre devamla dedi ki; İsterseniz Kur'ânın şu ayetini okuyun: *Siz, (ey münafıklar) kendinizden öncekiler gibisiniz. Üstelik onlar kuvvetçe sizden daha çetin, mal ve evlad bakımından sizden dalla varlıklı idiler. Dünya hayatından na-sibleri kadar zevk sürmeye bakmışlardı. İşle sizden öncekiler, nasibleri ile nasıl zevk sürmek istedilerse, siz de öyle kısmetinizle zevk sürmeye baktınız; siz de (gaflete) dalanlar gibi daldınız î...)» İTevbe, 69). Ebû Hureyre: *(Bu ayetteki) haîâk (nasib), din demektir. «siz de (gaflete) dalanlar gibi daldınız» hakkında, «ey Ali ahin Resulü, İranlıların ve rumlarm yaptıkları gibi mi?» diye sordular. Cevaben: «Evet, burada bahsedilen «insanlardan maksad, onlardır» buyurdu[600].[601]
Ebu Hureyre'den Resûiullah şöyle buyurmuştur[602]: «Güneş, battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Güneş batı tarafından doğduğu zaman, toptan bütün insanlar iman edecekler. Fakat işte o gün «Daha evvelden îman etmiş veya îmanında bir hayır kazanmış olmayan hiç bir kimseye (o günkü) îmanı asla faide vermez.»[603]. Hz. Peygamber (A.S.M.) bu hadisiyle, ayetin baş taraflarında bildirilen «Rabbin ayetlerinden birinin», güneşin batısından doğması olduğunu bildirmiştir.
Ebû Said el Hudrî Resûlullah (A.S.M.) 'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
Ye'cüc ve Me'cûc'un sedler açılıp, Allah Teâ-lâ'nm tavsif ettiği şekilde «onlar her tepeden dünyaya saldırınca (Enbiya, 96) çıkıp bütün yeryüzünü kaplarlar. Müslümanlar bir tarafa çekilip şehirlerine ve sığınaklarına girerler, davarlarını da yanlarına alırlar.
Nihayet Ye'cûc ile Me'cûc bir nehre vannca öylesine içerler ki hiç su bırakmazlar. Onların en arkada kalanları gelince içlerinden biri: «bir zamanlar burada su varmış!». Derken yeryüzüne hakim olurlar ve içlerinden biri: «îşte yeryüzü ahalisinin işini bitirdik, şimdi de göktekilerle uğraşacağız» diyecek. Onların birisi mızrağını semaya fırlatınca kan rengine boyanmış olarak geri dönecek. Bu kere: «göktekileri de öldürdük» diyecekler. Onlar bu halde iken Allah çekirge kurtçukları gibi bir haşerat nev'i gönderecek. Bu kurtçuklar onların boyunlarına musallat olup, onlar çekirge gibi birbiri üstünde ölecekler. Müslümanlar onlardan en küçük bir ses dahi işitmez olunca «Kim Allah rızası için ölüm tehlikesini göze alarak onların ne durumda olduklarını öğrenecek?» derler. İçlerinden biri bunu göze alıp çıkar. Bir de ne görsün, hepsi ölmüşler. Hemen müslümanları «müjde, müjde! düşmanlarınız ölmüş!» diye çağırır. Halk çıkar, davarlarını da salıverirler. Otlak olarak Ye'cûc ve Me'cûc'un etlerinden başka bir şey bulamazlar. Davarlar nebat yemekle elde edemiye-cekleri bir beslenme temin ederek tavlanırlar»[604].
Bu ve emsali hadislerle, Ye'cûc ve Me'cûc'un hurucunu zikr eden ayetler[605] tafsilat kazanmaktadır[606]. Yalnız et-Taberî'nin dediği gibi, Kur'ânın bu nevi ayetlerinin, tahdid vechi üzere te'vilini bilmek Cenâb-ı Hakka mahsustur. Binaenaleyh Peygamber (Â.S.M.)'imiz bu mevzularda bir şey söylediğinde, sadece eşratını ve alâmetlerini söyler, vaktini tahdit etmezdi[607].[608]
Bu rivayete [609]göre Resûlullah (Â.S.M.) ashabını toplayarak «Ey insanlar, Rabbinizden sakının. Çünkü kıyamet zelzelesi müthiş bir şeydir.»[610] ayetini okuduktan sonra, «Bunun hangi gün olduğunu biliyor musunuz?» diye sormuş, müteakiben o günün dehşetini anlatarak ve her gebe kadının çocuğunu düşüreceği zamandır. Ve onda mahşer halkını sarhoşlar halinde görürsün. Halbuki onlar hiç de sarhoş değillerdir. Fakat AlIahin azabı çok şiddetlidir.»[611] ayetinin bu esnada tahakkuk edeceğini bildirmiştir. Bu hadisin tercümesi başka bir vesile ile, daha önce geçmişti[612].
Hz. Peygamber (A.S.M.) : «O gün (huzura) arz olunacaksınız. Öyle ki size âid hiçbir sır gizli kalmayacak.»[613] ayetini beyan makamında: «İnsanlar kıyamet günü Allaha üç kerre arz olunur. Bu arzların ikisi cidal ve i'tizarlardır. Üçüncüsüne gelince, işte o zaman sahifeler ellerde uçuşur, kimi sağından alır, kimi soîundan.»[614] demiştir. Bu neviden başka misaller de vardır[615].[616]
Ebû Hureyre'den: Peygamber şöyle buyurdu: -«Cennet ve cehennem münakaşa ettiler. Cennet şöyle dedi: «Neye bana insanların yalnız fakirleri giriyor?» Cehennem de : «Neden bana sadece zorbalar ve mütekebbirler giriyor?» dedi. Cenâb-ı Allah cehenneme : «Sen benim azabımsm, dilediğimi seninle ta'zib «derim.», cennete ise «Sen benim rahmetimsin, seninle dilediğime rahmet ederim, sizin herbiriniz için dolmak vardır.» buyurur. Cenâb-ı Hak cennetin boşluklarını doldurmak için yeniden birtakım halk yaratır. Cehenneme gelince, insanlar oraya atıldıkça o, «daha var mı?» der. Nihayet Allah Teâlâ ayağını cehenneme koyar (kahr ve tezlil eder), oda: Yetişir, yetişir, yetişir! der. İşte o zaman cehennem, dolar ve bazısı bazısına büzülüp toplanır.»[617].
Bu hadis «O gün cehenneme «Doldun mu?» diyeceğiz. O da «Daha var mı?» diyecek.»[618] ayetinin tefsirine dairdir.
Hz. Peygamber (A.S.M.)'in muğayyebat sahasına, giren daha başka mevzulardaki ayetler hakkında da. açıklamaları vardır[619]. Fakat kâfi derecede misal arz ettiğimiz kanaatiyle bu konuyu daha fazla uzatmayacağız. [620]
Kur'ânda müttakîlerin vasıfları zikr edilirken : *Bir de onlar işledikleri (günâh) üzerinde, bilib dururlarken ısrar etmeyenlerdir.»[621] sıfatı da sayılmaktadır. Resûlullah (A'.S.M.) «İstiğfar eden ısrar etmiş olmaz, günde yetmiş kerre (günâha) dönse bile.-[622] demekle, samimî olarak tövbe edip nedamet duyanın, aynı günâhı defalarca tekrarlamış olmasından dolayı musir sayılmayacağını belirtmiştir. Böylece insanların önünde, ahlaken yükselme imkânlarının her zaman için mevcut olduğunu göstermiştir.
«Eğer yasak edildiğiniz büyük (günâh) 1ardan kaçınırsanız sizin (öbür) kabahatlerinizi Örteriz ve sizi şerefli bir mevkiye (getirib) sokarız.»[623]Bu ayetteki büyük günâhların neler olduğu, müteaddit hadislerde şöylece bildirilmiştir.
Enes îbn Malik diyor ki: Resûlullah büyük günahları zikretti (veya kendisine büyük günahlar soruldu). Dedi ki: «Allaha şirk koşmak, adam öldürmek, bir de ana babaya isyan etmektir». Sonra dedi ki: «En büyük günahın ne olduğunu söyleyeyim mi? O da yalan sözdür (yahut yalancı şahitliktir). Ravî Şu'be diyor ki • Galip zannıma göre «yalan şahitlik» demiştir[624]
Peygamber (A.S.MJ'imize Allah nezdinde en büyük olan günâhlar sorulduğunda cevaben: «Seni yaratmış olduğu halde Allaha bir nazır uydurmalıdır, sonra seninle beraber yemesinden korktuğun için çocuğunu öldürmendir, sonra komşunun hanımıyla zina edişmendir.»[625] buyurmuştur.
Ebû Hureyre'den : Resûlullah : «Helak edici olan yedi şeyden çekininiz» buyurdu. Yâ Resûlullah ! Onlar nedir? denildi. Resûlullah: «Allah'a şirk koşmak, sihir yapmak, bir hak karşılığı olmak müstesna Allah'ın haram kıldığı bir hayatı öldürmek, yetim malı yemek, ribâ (faiz) kazancı yemek, düşmana hücum sırasında harbden kaçmak, zinadan masun olub hatırından bi-Ie geçmiyen müsliman kadınlara zina isnad etmek» buyurdu[626].
Bir defasında Hz. Peygamber (A.S.M.)'e *Keba'ir nedir?» diye sorulunca «Dokuzdur» dedikten sonra sirk, sihir, adam öldürmek, riba yemek, yetim malı yemek, harbden kaçmak, namuslu mü'min kadınlara zina iftirasında bulunmak, ana ve babaya isyan etmek, Beyt-i Haram'ı istihlâl etmek günâhlarını zikr etmiştir[627].
Bir başka hadiste «... ve yedi büyük günâhdan kaçınırsa...»[628] varid olmuştur ki, tahdit intibaını uyandırmaktadır. Bu mevzuda başka sahih hadisler de vardır,[629]. Bunlara dayanarak birçok âlimler kebâ'iri tahdid etmeye çalışmışlar ise de bizce en makul olanı, el-Kâsımî'nin şu mütalaasıdır:
«Bana göre doğru olan, kebâ'iri tadad hususunda sahih hadislere iktisar etmektir; zira Allahın Kitabını tebyin eden ve onun te'vilinln emanet edildiği zat Resûlullahdır. Allahm Kitabını açıklamakta sahih sünnete müracaat edilir. Kebâ'irin de kat'î tahdidi için değil de, tarifi için merci yine sünnettir. Bir kıstm fu-kaha kebâ'iri tahdid için tekellüf etmişler ve hudutları hakkında uzun uzadiya münakaga etmişlerdir. Bu tahditlerin îümi efradını cami değil, kimi de ağyarını mani değildir. Bu mevzuda sahih hadislerin vürû-dundan sonra bütün bu gayretler, muhtaç olunmayan çalışmalardan ibarettir.»[630].
Resûlullah (A.S.M.) tarafından kebâ'irin kat'î bir surette tahdid edilmemesi mühim bir hikmete meb-nidir. S mır! andırılmış olsaydı, insanlar bu ayete güvenerek öbür günâhları küçümseyebilirlerdi.
Ebû Zerr şöyle demiştir: Resûlullah (A.S.M.) buyurdu ki: Ben cennet ehlinin cennete son girecek ve ateş ehlinin cehennemden son çıkacak olanını biliyorum. Bu bir kimsedir ki, kıyamet günü gelir ve : *Ona günâhlarının küçüklerini arz edip büyüklerini ondan kaldırınız» denilir. Bunun üzerine ona küçük günahları arz olunur ve kendisine: «Sen, şu.ve şu gün, şunu ve şunu yaptın, şu ve şu gün de şunu ve şunu yaptın denildiğinde, O: Evet der ve inkâr etmeye muktedir olamaz. O, büyük günahlarının kendine arzedil-meşinden korkar bir halde iken ona: «Her seyyienin yerine senin için bir hasene vardır» denilir. (Günahları affedildiği halde) o adam bir de kalkıp : «Ya Rabbî, ben birtakım işler (günahlar) yapmıştım ki onları burada görmüyorum?» der. Bunun üzerine Eesûlullahm, dişleri görünecek derecede güldüğünü gördüm.»[631].
Mezkûr hadis «...çünkü bunların kötülüklerini Allah iyiliğe çevirir...»[632] ayetinin tefsirini tazam-mun etmektedir.
Buna göre ResûluUah. (A.S.M.) «... mala olan sev-.gisine rağmen malını akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, isteyenlere ve boyunduruk altında bulunan köle ve esirlere veren»[633] ayetini açıklamak üzere buyurmuştur ki: «(Ayetteki) mala olan sevgisine rağmen malını veren» den maksad, «Sıhhatin yerinde iken, mal hususunda hırslı iken, yaşayacağını umarken ve fakirlikten korkarken vermendir.» demiştir[634].
Ebû Hureyre şöyle dedi: Resûiullah buyurdu ki: -Her kim bir iyilik niyet eder de yapamazsa lehine bir iyilik yazılır. Ve her kim de bir iyilik niyet eder ve onu yaparsa lehine on ilâ yediyüz misline kadar kat kat olarak yazılır. Her kim bir kötülük niyet eder, fakat onu yapamazsa bu yazılmaz. Ve eğer bunu yaparsa yazılır.»[635].
Resûiullah (A'.S.M.) böylece «Kim (Allahaî bir iyilikle, güzellikle gelirse işte ona bunun on katı var. Kim de bir kötülükle gelirse bu, o mikdardan başkanıyla cezalanmaz.»[636] ve «Mallarını Allah yolunda harcayanların hali, yedi başak bitiren, her başakta yüz «tane» bulunan bir tek tohumun hali gibidir. Allah kime dilerse ona katkat verir. Allah ihsanı bol olan, hakkıyle bilendir.»[637] mealinde olan ayetleri açıklamaktadır. [638]
Resûlullah (A.S.M.) birçok hadisleriyle, Kur'ânda mücmel olan peygamberler hakkındaki kıssalar ve geçmişte cereyan etmiş bazı hadiseler hakkında açık-lamalarda bulunmuştur. Bu kıssalar Kur'ânda mücerret, o vak'aları bildirmek için değil, cereyan etmiş hadiselerden insanların ibret alması gayesiyle varid olmuştur. Kıssalar, Kur'ânın indiriliş maksadlanru gerçekleştirmek için nakledilir. Hz. Âdemden beri bütün peygamberlerin tevhide çağırdıklarını bildirmek, Hz. Muhammed (A.S M.) 'in nübüvvetini isbat etmek, hem onun hem de müminlerin kalblerini takviye edip teselli vfirmek, ibret çıkarılmasını te'min etmek, şeytandan sakındırmak v.b. gibi esasi gayeler, bunların başında gelir. Resûlullah (A.S.M.)'in açıklamaları da aynı gayelere müteveccihdir. Gerek merak saikiyle sorulan bir suale cevap olarak anlatırken, gerek mev'i-za esnasında hikâye ederken, onun bildirdiği kıssalar, hep hisse çıkarmak gayesini güder, insanların ekserisinin, hakikatleri daha ziyade, dinlemeye teşvik edici kıssalar arasında öğrendiği malumdur. Bu hitme-te binaen, gerek Kur'ân-ı Kerimin ayetleri, gerek Hz. Peygamber (A.S.M.)'in hadisleri, Kur'ânın indiriliş maksadlarını gerçekleştirmek gayesiyle, muhatapla,-rm dikkatlerini uyanık tutan, fikirleri daha kolay ve etkili bir tarzda karşısındakine maleden ve bir nevi «tevhid tarihi» demek olan kıssaları, bol bol serdet-mislerdir.
Sünnette varid olan kıssaların büyük bir kısmının hülasası Kur'ânda mevcuttur, sünnet sadece tafsilat verir. Resûlullah (A.S.M.)'m hikâye ettiği bazı kıssaların esası Kur'ânda yoktur; fakat bu kıssalar vasıtasıyla bazı ayetleri anlamak kolaylaşır. Şimdi her iki nev'e dair misaller vereceğiz. [639]
Resûlullah (A.S.M.) dedi ki: israil oğullan, çırıl' çıplak yıkanırlar ve birbirlerinin mahrem yerlerini görürlerdi; halbuki Mûsâ tek başına yıkanırdı. (Bir gün) dediler ki: «Allah'a yemîn ederiz, Musa'yı bizimle birlikte yıkanmaktan raeneden, husye iltihabından başka-bir şey değildir.» Hz. Peygamber (A.S.M.) devam etti: Bir gün Mûsâ, yıkanmak için ayrılmıştı; elbiselerini bir taş üzerine koydu; fakat taş, elbiseleriyle birlikte yuvarlanmağa başladı. Mûsâ, «elbisem, ey taş, elbisem ey taş! diyerek taşın arkasından koşturunca, İsrail oğullan Musa'nın mahrem yerlerini gördüler ve dediler ki: «Allah'a yemîn ederiz, Musa'da hiç bir şey yokmuş». Hazreti Peygamber (A.S.M.) ilave etti: Mû-sâ'nın mahrem yerleri görününce taş durdu; Mûsâ elbiselerini aldı ve taşa vurmağa başladı[640].
Et-Tirmizl ile et-Taberi rivayetlerinin sonunda merfû olarak
«işte Allah Teâlâ'nin «Ey îman edenler, siz de Mû- incitenler gibi olmayın. Nihayet AHah onu dedik-leri şeyden temize çıkardı.»[641] kavl-i ilâhisi bunu ifade eder.»[642] ziyadesi vardır, israil oğullarının Hz. Musa'yı ne şekilde incittiklerini ve onun nasıl temize çıktığını böylece öğrenmiş oluyoruz.
Abdullah b. Mes'ûd anlatıyor: «Resûlullah dedi ki: «Bizden öncekiler yetmiş bir fırkaya ayrıldılar; onlardan üçü kurtuldu, diğerleri ise helak oldu. Bu üç fırkadan biri kırallara karşı gelip Allahm ve Meryem oğlu İsa'nın dini uğruna onlarla savaştı, kirallar da onları öldürdüler. Bunlardan ikinci fırkanın kırallara karşı duracak kuvvetleri olmadığından, kavimleri arasında kalıp onları, Allahm ve Meryem oğlu Isanm dinine davet ettiler. Kıralîar onları da öldürdüler, testerelerle biçtiler. Üçüncü fırkanın ise ne kıralların karşısına çıkacak, ne de kavimlerinin içinde kalarak onları Allahm ve Meryem oğlu Isanın dinine davet edecek güçleri yoktu. Onlar da dağlara ve sahralara gidip, oralarda zühd hayatına girdiler. İşte Allah Teâ-îâ'nm «Onların ihdas ettikleri ruhbanlığa gelince, onu üzerlerine Biz farzetmedik» (Hadid, 27) sözünden maksad. budur. Dedi ki: Bunu sırf Allahm rızasını aramak gayesiyle yapmışlardı. (Ayetteki) «fakat buna hakkiyle riayet de etmediler». fıkrası hakkında dedi ki: «Yani kendilerinden sonra gelenler buna hakkiyle riayet etmediler. «Biz de içlerinden iman edenlere mükâfatlarını verdik» fıkrası hakkında da: «İşte onlar, bana iman edip benim risaletimi tasdik edenlerdir. «Onların birçoğu ise doğru yoldan çıkanlradı»: Onlar ise, beni inkâr ve tekzib edenlerdir.»[643]
Bu rivayete göre Resûlulah (A.S.M.) «...Onların flıdas ettikleri ruhbanlığa (gelince!) Onu üzerlerine biz farzetnıedik. Ancak (onlar bunu sırf) Allanın n-fcaasım aramak için yapdilar. Fakat buna hakkıyle riayet de etmediler. Biz de içlerinden îman edenlere mükâfatlarını verdik. Onlardan bir çoğu ise (doğru yoldan) çıkanlardı.»[644] ayetini tefsir etmiş ve Hz. İsa'dan sonra hıristiyanlarm durumunu bildirmiştir. Bu mânada bir haber îbn Abbas'a mevkuf olarak da ri-Tayet olunmuştur[645].
Ebû Ubeyde b. el-Cerrah anlatıyor: «Yâ Resûlel-I&h, kıyamet günü azabı en. fazla olanlar kimler olacaktır?» diye sormuştum. «Bir peygamberi öldüren yahut münkeri emredip marufu yasaklayan kimselerdir» diye cevap verip sonra da şu ayeti okudu: «Alla-hm ayetlerini inkâr edenler, haksız yere peygamberleri Öldürenler, insanlar arasında adaleti emredenler Öldürenler (yok mu), onları acı veren bir azab ile -müjdele, îşte onların yaptıkları, dünyada da ahirette de boşa çıkmıştır. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur». Müteakiben Resûlullah buyurdu ki: «Ey Ebâ Ubeyde, îsrail oğullan bir günün evvelinde bir saat içinde kırk üç peygamber öldürmüşlerdi, îsrail oğullarının âbid-lerinden yüz on iki yiğit ayağa kalkıp, onları öldürenlere marufu emr ve münkerden nehyettiler. Bunun üzerine aynı günün sonunda, onların da hepsi öldürüldü, îşte Allah azze ve celle hazretlerinin (bu ayette) zikrettiği zevat bunlardır.»[646]
Resûluîlah (A.S.M.) bu hadisiyle, hadisin metninde zikri geçen Âli İmrân 21-22. ayetlerini açıklamış, îsrail oğullarının, peygamberleri ve marufu emreden temiz insanları nasıl öldürdüklerini anlatmıştır: «Al-lalım ayetlerini inkâr edenler, haksız yere peygamberleri öldürenler ve adaleti emreden insanları öldürenler (yok mu) onlara acı bir azabı müjdele.» (Âli İm-rân, 21).
Ebû Ümame, birinin Hz. Peygambere şöyle sorduğunu naklediyor: «Yâ Resûlellah, Âdem peygamber mi idi?» Dedi ki: «Evet, ilahi vahye ve kelama maz-har olmuş bir peygamber idi», O şahıs : -— «Peki, onunla Nûh arasında ne kadar zaman geçti?» Hz. Peygamber : ~ «On nesil". O şahıs : — «Nûh ile İbrahim arasında ne kadar zaman geçti?» Hz. Peygamber: — «On nesil». Dediler ki: — «Ya Resûlallah, resullerin sayısı ne kadardır?» Buyurdu : — «Büyük bir yekûndur, üç yüz on beş zattırlar»[647].
Bu hadis, resul olan peygamberlerin sayısının (315) olduğunu ve bazı peygamberler arasında müddetin ne kadar olduğunu bildirmek suretiyle, *... Yine öyle peygamberler yolladık ki sana onların kıssalarını haber vermedik...» [648]ayetinin tefsirini ihtiva etmektedir. [649]
Az önce söylediğimiz gibi bunlar, esasları Kur'ân-da mevcut olmadığı halde Hz. Peygamber (A.S.M.) tarafından anlatılan ve herhangi bir ayetin izahını kolaylaştıran kıssalardır.
Ebû Hüreyre Resûluilah (A.S.M.)'m şöyle buyurduğunu söylemiştir:
Peygamberlerden biri sefere çıktı ve çıkmadan önce halka.- «bir kadınla evlenmeye niyet eden ve fakat henüz evlenmemiş olan, bir ev inşa eden ve henüz çatısını örtmemiş olan, koyun veya deve satın alan ve onlardan doğacak yavruları bekliyen kimse, benimle birlikte gelmesin; dedi ve (düşmanla) dövüşmek için ilerledi. Bir şehrin yanma geldiği zaman, vakit, ikindi veya ona yakın bir vakitti. Güneşe dedi ki: «Sen. (Allah'ın emrinde) bir memursun, ben de bir memurum; Allahım, onu benim için bir müddet tut.» Ve Allah da, ona zafer verinceye kadar, güneşi tuttu. (Zaferden sonra) ganimetleri topladılar. Bunları yemek (yakmak) için bir ateş geldi, fakat yemekten imtinp etti. Bunun üzerine Peygamber dedi ki: «Aranızda bir sahtekâr var; her kabileden bir kişi bana bîat etsin». Her kabileden birer kişi gelip ona bîat ettiler. Bunlardan birinin eli, peygamberin eliyle birleşince, peygamber «sahtekâr sizin aranızda; kabilesi bana biat etsin* dedi. Kabile ona bîat etti; iki veya üç şahsın eli, peygamberin eliyle birleşince, peygamber dedi ki: Sahtekâr sizin aranızda; sahtekârlığı siz yaptınız». Hazreti Muhammed (A.S.M.) devam etti: Bunun üzerine, o şahıslar, öküz başı gibi altın çıkardılar ve diğer ganimetler arasına koydular. Ateş geldi ve (hepsini) yedi (yaktı). Hazreti Peygamber (A.S.M.) ilâve etti: Ganimet, bizden evvel hiç kimseye helâl olmamıştı. Fakat Allah bizim zayıflığımızı ve aczimizi görmüş ve •onu bizim için meşriı kılmıştır.»[650];
Bu kıssanın esası Kur1 ânda yoktur; fakat «Hakry katen, Allah, hiç bir peygambere — o, (gökden inecek) ateşin yiyeceği bir kurban getirinceye kadar— îman etmememizi bize emretti» diyen (Yahudi) ler (e) deki «Size benden evvel nice peygamberler apaçık delîHer ve mu'cizelerle beraber, o dediğinizi de elbet getirmişdi. O halde (sözü) doğru (insan) Iar idiniz de onları neye Öldürdünüz?»[651] ayeti bu suretle anlaşılmaktadır, îsrail oğullarına ganimetin helâl olmadığını, ganimetlerin fakirlere dahi verilmediğini, mu'ci-zevî bir tarzda gelen ateş tarafından yenildiğini, ateşin ancak hîle karışmayan halis ganimetleri yediğini ve bunun peygamberin doğruluğuna bir alâmet sayıldığını böylece öğreniyoruz. Bu kıssa tafsilatlı olarak Ahdi Atik'de bulunmaktadır[652].
Habbab b. el-Eret diyor ki: «Bi'setin başlangıcında) Resûlullah, Kabe'nin gölgesinde bir cübbeye bürünmüş bir halde iken, kendisine halimizden şikâyet ettik : «Bizim için Allahtan yardım dilemez misin? dua etmez misin?» dedik. Buyurdu ki: —• «Sizden önceki ümmetlerde mü'min kişi alınır, onun için yerde bir çukur kazılır, oraya konulup testere getirilir, ba.şı ikiye biçilir, demir tırmıklarla eti kemiğinden taranmak sûretiyle ayrılırdı da, bütün bu yapılanlar onu dininden -döndürmezdi. Allaha yemin ederim ki, Allah bu dini kemale erdirecektir. Öyle ki bir süvari San'a'dan kalkıp Hadramavt'e kadar — Allahtan ve kurdun koyunlarına saldırmasından başka hiçbir şeyden korkmaksızın gidebilecektir, fakat siz acele ediyorsunuz.»[653].
Bu rivayet «(Ey mü'minler) yoksa siz, sizden evvel geçenlerin hâli başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluklar, sıkıntı dar) gelib çatdı ve (çeşitli belâlarla) sarsıldılar ki,...[654] ayetinde mücmel olarak geçen «evvelkilerin başına gelen halleri», bazı misaller vermek suretiyle açıklamaktadır.
III. Misal:
Cabir b. Abdullah diyor ki: «Hz. Peygamber Hicr diyarından geçerken dedi ki: «Mucize istemeyin, zira Hz. Salih'in kavmi mucize istedi. Ona. verilen mucizevî dişi deve, şu geçitten gelip, şu geçitten de çıkıyordu. Onlar, Rab'lerinin emrini dinlemeyip onu boğazladılar. Nöbetleşe olarak bir gün deve onların suyunu içiyor, bir gün de onlar onun sütünü içiyorlardı. (Nankörlük ederek) onu boğazlayınca, o müthiş sayha onları ansızın yakalayiverdi. Allah Teâlâ, haremine sığınan bir tek adam haricinde, onların hepsini helak etti.» Dediler ki: «Kimdi o adam, ya Resûlellah?» Dedi ki: «Ebû Riğal idi, haremden çıkınca diğerlerinin basma gelen azab, ona da isabet etti.»[655]
Hz. Salih'in dişi devesi ve Semûd kavminin onu öldürdükleri bazı ayetlerde bildirilirse de, Peygamber (A'.S.M.)'imizin anlattığı şekliyle, kıssanın bir kısım unsurları Kur'ânda mevcut değildir. Aynı mevzua dair, Semûd kavminden dişi deveyi öldüren adamın tavsifini ihtiva eden şu hadis de böyledir.
Resûhülah (A'.S.M.) bir defasında, hutbe irad ederken, Semûd kavmine verilen dişi deveden ve onu boğazlayan adamdan bahsetti. «En nasibsizleri ayaklandığı zaman[656] (Şems, 12) ayetini okuyup: «Kavminde muteber, şımarık, (Zübeyr b. Avvâmm amcası) Ebû Zem'a gibi güçlü kuvvetli bir adam, deveye doğru ("boğazlamak üzere) ayaklanmıştı.»[657].
Bu sıfatlar Kur'ânda[658] zikr edilmemektedir. Bu-nev'in başka çok örnekleri mevcuttur[659].[660]
Hz. Peygamber (A.S.M.)'in Kur'ânı açıklama tarzlarından biri de sünnetin, Kitabın mânasına muvafık bir tarzda varid olması şeklinde görülür. Beyanın bu tarzından maksad, hükmün takviye edilmesidir. Yoksa aynı mâna, ayette de ifade edilmiştir. Ayetin ifade ettiği hüküm ve mâna, farklı vesilelerle belirtilmek suretiyle kuvvet kazanmakta ve böylece Hz. Peygamber hatırlatma vazifesini yerine getirmektedir.
Ebû Sa'id el-Hudrî tarafından merfû olarak rivayet edilen bir uzun bir hadis[661] içinde, Cenâb-ı Hakkın, hiç bir hayırları olmadığı halde cennete idhal edeceği insanların şöyle söyleyecekleri bildirilir: Ey Rabbimiz! Sen âlemlerden hiç kimseye vermediğini bize ihsan ettin, derler. Kendilerine: Size bundan efdal bir atiyyem var, buyurur. Ey Rabbimiz! Bundan efdal ne var? derler. Allah Teâîâ: Benim rızam ! Artık bundan sonra ebediyyen size gadab etmem, buyurur.
Bu hadis «Allah, mü'min erkeklere de, mü'min kadınlara da —kendileri, içinde ebedî kalıcı olmak üzere— altından ırmaklar akan Adn cennetlerini ve çok güzel meskenler va'detdi, AHahm (onlardan) razı olması ise daha büyüktür. İşte bu, asiFbu, en büyük seadetdir.»[662] ayetinde bildirilen mânayı te'kid etmektedir.
Resûlullah (A'.S.M.) : «Din hususunda aşırılıktan sakının; çünkü sizden öncekiler dinde mübalağa ve aşırılıkları yüzünden helak olmuşlardır.»[663] buyurmak suretiyle «De ki: «Ey ehl-i kitab, dîninizde haksız yere haddi aşmayın...»[664] ayetinin mânasını, te'kid ederek açıklamaktadır.
«Ey îman edenler, içki, kumar, (tapmıya mahsus) dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır. Onun için bun Har) dan kaçının ki muradınıza eresiniz.»[665] ayeti nazil olunca Hz. Peygamber (A.S.M.) : «İçki haram edildi.»[666] demek suretiyle, ayetin ihtiva ettiği hükmü te'kid ederek açıklamıştır.
Resûlullah (Â.S.M.) : «Allahdan başka hak ilâh olmadığına ve Muhammed'in Resûlullah olduğuna şeha-det, namazı ikâme, zekâtı eda edinceye kadar insanlarla muharebe etmek bana emrolundu. Onlar bunları yapınca kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak İslâmm hakkı mukabili olmak müstesna. İnsanların (gizli işlerden dolayı olan) hisâblan da Allah'a âiddir.»[667] diyerek, «Haram olan o aylar çık-dığı zaman artık o müşrikleri, onları nerede bulursanız, öldürün, onları (esir olarak) yakalayın, onları hab-sedin, onların bütün geçid yerlerini tutun. Eğer tevbe ederler, (tevbelerini ve îmanlarını tasdik için) namaz kılarlar, zekât verirlerse yollarını serbest bırakın...»[668] ayetini te'kid etmek suretiyle açıklamıştır. Bu neviden başka misaller de mevcuttur[669][670]
Hasr edilmeyen müsemmalarm hepsine birden şâmil olan lafza umûm lafzı denir. Umûmi lafızlar ba-zan tahsis olunur. Kur'ân, Kur'ân ile tahsis edildiği gibi, sünnet ile de tahsis edilebilir. Nitekim bunun aksi, yani sünnetiiı umumiyetinin Kur'ân ile. de tahsis olunduğu vakidir. Resûlullah (A.S.M.)'m bütün dinî beyanatı vahy ve ilhama istinad ettiğinden, sünnetin Kur'ânı tahsis etmesi caiz olur. Fakat umûmun tarifi ve hükmü hakkında bazı farklı görüşler vardır[671]. 'Aşağıda Kur'ânın umûmunun, Resûlullah (A.S.M.) tarafından tahsis edilmesine misaller vereceğiz.
Ebu Hureyre dedi ki : Birisi Resûlullaha şöyle bir soru sordu: «Ey Allahın Resulü, biz deniz seyahatma çıkıyor ve yanımıza az mikdar su alıyoruz. Bununla abdest alsak, içecek su sıkıntısı çekiyoruz. Deniz suyu ile abdest alabilir miyiz1?» Resûlullah buyurdu ki: «Denizin suyu pak, meytesi ise helâldir»[672]. Başka bir hadiste: «Bize iki meyte ve iki kan helal kılındı; meyteler: balık ile çekirge, kanlar ise: karaciğer ile dalaktır»[673].
Birinci hadis deniz meytesinin (boğazlanmayarak ölen hayvan eti) helal olduğunu belirtmekteidr. ikinci hadis ise meyteîerden balık ile çekirgenin, kanlardan ise ciğer ile dalağın helal kılındığını ifade etmektedir. «Size meyte, kan, domuz eti ... haram kılındı»[674] ayeti meyte ile kanı umumî olarak haram kılmaktadır. Mezkûr hadisler ise bu ayeti tahsis etmek suretiyle murad-ı ilahîyi açıklamaktadır.
«Zina eden kadınla erkekten her birine yüz değnek vurun»[675] ayetinde zina eden herkese yüz değnek vurulması umumî olarak emr olunmuş, Resûlullah (A'.S.M.) bu emri bekârlara tahsis etmiş, evli olan erkek ve kadın için ise recm cezasını tesbit etmiştir[676].
Hz. Peygamber buyurdu ki: «Allah, onlara bir yol gösterdi Cyani haklarındaki hükmünü bildirdi) : Evli zinakâr değnekle döğülüp sonra recmolunur, bekâr ise değnekle döğülür sonra da sürülür.»[677].
Bir "başka rivayette, hadis şu lafızla varid olmuştur:
«Evli zinakâra yüz değnek vurulup taşlanır, bekâr ise yüz değnek vurulup bir sene sürgün edilir»[678].
Eş-Şâfi'î rivayetinin başında: ziyadesi vardır[679]. Buradan anlaşıldığına göre, önceleri zina suçunu irtikâp edenler «Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin; eğer onlar şahitlik ederlerse o kadınları ölüm. (alıp) götü-rünceye kadar ya da Allah onlara bir yol gösterince-ye kadar evlerde tutun (dışarı çıkarmayın). İçinizden bir çift fuhuş yaparsa onlara eziyyet edin...» (Nisa, 15-16) frükmünce evlerden dışarıya çıkarılmıyor veya buna ilaveten onlara dille eziyette de bulunuluyordu. Had ayeti[680] inince Resûlullah (A.S.M.) bekârlara yüz değnek ve bir sene de nefiy cezası olduğunu söyledi. Bu hükmün en-Nisâ 15. ayetinde va'd edilen hüküm olduğunu belirtmek için de Işte! Allah onlara bir yol gösterdi» demiştir. Eş-Şâfi'î'nin dediğine göre, bu hadiste bildirilen evli zinakârlar hakkındaki değnek cezası,-Resûlullah (A.S.M.)'m tatbikatı ile mensuhtur. Zira o evli olarak birbiriyle zina eden Mâ'iz b. Mâlik ile zaniye kadını sadece recm ile tecziye etmiş, değnek vurdurmamıştı[681]. Et-Ta-beri bu hususta icma olduğunu söyler[682]. Fakat Ahmed b. Hanbel hadisin zahiriyle amel ederek, değnek cezasıyla recmi beraber tatbik etmeyi doğru bulur[683].
«Tevratta onlara: cana can, göze göz ... kısas edilir, diye hükmettik.»[684] ayeti umumîdir. Buna göre kâfir zimmiyi öldüren müslüman, kısas olarak öldürülür. Keza öldürülen köleye kısas olarak hür kimse öldürülür. Nitekim Ebû Hanife ayetin umumiyetiyle ihticac ederek böylece içtihad etmiştir. Fakat Sahîheyn'-de Hz. Ali'den merfûen Resûlullah (A.S.M.)'m -Kâfire kısas olarak müslüman öldürülmez.»[685] dediği rivayet edilince, onun ayetin umumiyetini tahsis ettiği malûm olur.»[686]
Hanefi âlimleri, bu hadisteki «kâfir» den muradın, harbî kâfir olup zimmî kâfir olmadığını, Hz. Peygamber (A.S.M.)'dan da bir zimmîye kısas olarak bir müs-lümanı öldürttüğünün rivayet olunduğunu söylerler[687].
«Öğüt kâr edecek kişinin öğüt alacağı kadar bir süre yaşatmadık mı sizi? (Üstelik) size uyarıcı da geldi».[688] ayetinde zikr edilen ömür umumîdir. Resûlullah (A.S.M.) bazı hadisleriyle bu ömrü altmış sene olarak tahsis etmiştir.
îbn Abbas diyor ki: Resûlullah şöyle buyurdu : «Kıyamet günü «Altmış yaşayanlar nerede?» diye nida edilir. (Zira) Allah Teâlâ'nm «öğüt alacak kişinin öğüt alacağı kadar bir süre yaşatmadık mı sizi?» sözündeki ömürden murad budur.[689]
Ebû Hüreyre Resûlullah (A.S.M.)'ın. şöyle dediğini rivayet eder: Allah, bir insana altmış sene ömür verince, artık bu hususta o kulunun mazeret ileri sürmesine imkân bırakmamıştır[690].
İbn Kesir ayette maksud ömrün altmış sene olduğuna dair Ahmed b. Hanbel, el-Bezzâr, îbn Cerîr ve İbn Ebî Hatim tarafından rivayet edilen hadisleri .nakl ettikten sonra diyor ki: «Bu hadis, bu tariklerden sahih ve sabittir. Hadis ilminin üstadı el-Buhâri'nin razı olduğu tarik, tek başına sabit olsa bile kâfidir. el-Bubâ-rî'nin sihhatine şehadeti yanında, İbn Cerîr'in mütâlâasına iltifat olunmaz.»[691]. îbn Cerîr senedinde «durumundan emin olunmayan kimseler» bulunduğunu iddia ederek, hadiste bildirilen yaşı değil de, akıl ve fehmin kemâle erdiğini söylediği, kırk senelik ömür olmasını tercih eder[692].
«Bilin ki ganimet aldığınız şeylerin beşte biri Al-laha, Resulüne ve akrabalığı bulunanlara, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir».[693] ayetindeki «akrabaları», yani Benû Hâşim ile Benû Abdilmuttalib olarak tahsis etmiştir[694]
«Bir selam ile selamlan dığmiz zaman, siz de ondan daha güzeliyle selam verin yahut verilen selamı iade edin.»[695] ayetini, müslümanlara tahsis etmiştir. Çünkü küfr ehli için daha güzel yahut redd-i misil şeklinde mukabele etmeyi nehy etmiş, onlara sadece «Size de öyle olsun.»[696] demeye müsaade etmiştir. Bu nev'in misalleri fazladır[697] [698]
«Mutlak; bir has lâfızdır ki, delâlet ettiği efrattan lâalettâyin birini ifade eder, bu efradın hepsine şayi olursa da ihata veçhile şâmil olmaz.»[699]. «Şümul ve ihataya, tayin ve tahsise delâlet eden bir şeyin intifa-siyle cinsinde şayi olan lafza mutlak, ve böyle bir şü-yûdan hariç olan lafza mukayyed denilir.»[700]. Zahiren mutlak, umûm gibi ise de, mutlakta şümule delâlet eden kim, ne, nerede gibi umumî lafızlar, istiğrak ifade eden muarref isimler söz konusu olmadığından mutlak olan lafız, sadık olduğu fertlerden muayyen olmayan bir kısmına şayi olur, yoksa umûm lafızda olduğu gibi içinden bir şey kaçırmayacak derecede bütün efradını şamil ve muhit olmaz. Hz. Peygamber (A.S.M.)'in Kur'ânı açıklama şekillerinden biri de, ondaki bazı mutlak lafızları takyîd etmek suretiyle olmuştur.
«(Namazda) Fâtihatu'l-Kitabı okumayanın hiç namazı yoktur.»[701]
Bu hadisle «...Artık Kur'ândan kolay geleni okuyunuz...»[702] ayetini takyid etmekte, kıraatin Fatiha olarak tayini bahis konusu olmaktadır. îmanı Ebû Hanjfe ayetin ıtlakına ve içtihadını te'yid eden bazı hadislere dayanarak namazda kıraatin Fatiha olarak taayyün etmediğini, ancak vacib olduğunu kabul eder.
Hz. Peygamber (A.S.M.)'in hanımı Ümmü Seleme diyor ki: Bir adam bir kadınla evlenmiş ve onu arka üstü yatırmak istemiş, kadın ise reddetmiş ve «Resûlullaha sormadıkça buna müsaade etmem» demişti. Kadın gelip bu durumu bana anlattı. Ümmü Seleme de Resûlullaha nakledince : — «Ona haber gönder (gelsin) » dedi. Kadın gelince Resûlullah ona şu ayeti okudu : «(Ey erkekler) kadınlarınız sizin tarlalaruıızdır. O halde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın» (Bakara, 223), amma tek yerden, tek yerden!»[703]
Huzeyme b. Sabît'den; «Bir adam Hz. Peygambere, kadınlara arka taraftan varmanın hükmünü sordu,. Cevaben: — «Helaldir» dedi. Adam arkasına dönüp ayrılınca, (yanlış anlamaması için) onu çağırdı veya çağırılmasını istedi. Sonra buyurdu ki: «Ne demiştim? İkisinden hangisi, arka taraftan öndekine ise evet; amma arka taraftan arkadakine gelince hayır! Allah, doğruyu söylemekten haya etmez (çekinmez): Kadınlara arkadan varmayınız»[704]
Bu hadislerle Resûlulîah[705] «(Ey erkekler) kadınlarınız sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın.»[706] ayetinin ıtlakını takyid etmektedir[707].
Birisi Hz. Peygamber (A.S.M.)'e şöyle bir soru -sordu: — «Kadının kocası üzerindeki hakkı nedir?»
305.; el-Beyhakî, es-Sunenu'1-Kubrâ, VII. 195.; ed-Durru'l-Mensûr, I. 262).
Buyurdu ki: «Yediğinde yedirirsin, giydiğinde giydirirsin. Onun yüzüne vurma, ona çirkinlik isnad etme ve onu ev dışına çıkarma, kovma tondan uzak kalmak istediğinde bunu evin içinde yap)»[708].
îkrime : «...Dik kafalılık, şirretlik etmelerinden korktuğunuz kadınlara öğüt verin, yataklarından ayrılın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün» ayetini izah ederken «şiddetli olmayan bir şekilde dövün» demiş ve ilave etmiştir ki: Resûlullah şöyle buyurdu : «Meşru bir hususta size isyan ederlerse, onları şiddetli olmayan bir şekilde dövün.»[709].
Gelecek hadis rivayetlerinden de bu husus açıkça anlaşılmaktadır.
Abdullah b. Amr'dan rivayete göre şöyle demiştir: «Hz. Resûlullah hayatta iken bir kadın hırsızlık yap-ılıştı. Malları çalınanlar gelip dediler ki «Yâ .Resûlullah, bu kadın malımızı çaldı». Kadının akrabaları dediler ki: «Biz tazmin edelim, fidye verelim». Resûlullah : — «Elini kesin!», dedi. Bu kere: Beş yüz dinar fidye verelim (de kesilmesin)» dediler. O: elini kesin!» dedi. Bundan sonra kadının sağ eli kesildi. Kadın : «Tövbem kabul edilir mi?» deyince Resûlullah : — «Bu gün, sen yaptığın suçtan dolayı, anandan doğduğun gündeki gibisin». Bunun üzerine Allah Teâlâ -. «Kim yaptığı zulümden sonra tövbe eder, halini düzeltirse, şüphesiz Allah onun tövbesini kabul eder. Çünkü Allah, bağışlayan, merhamet edendir» ayetini indirdi.
Benî Mahzûm kabilesinden olan bu kadının durumu Sahîheynde tafsilatlı olarak rivayet edilmektedir. Üsame'nin şefaat teşebbüsü Resûlullahı çok kızdırmış, -Muhammedin kızı Fatıma da çalsa, elini kestirirdim» demiştir. Hz. Aişe'den öğreniyoruz ki «bu kadın sonradan hâlini düzeltip evlendi. Ara sıra yanıma gelirdi, ben de onun ihtiyaçlarım Resûlullaha iletirdim» diyor» (Müslim, Hudûd, 8; Büharî, Hudûd, 11).
Bu hadislerle, serkeşlik eden kadınları, kocalarının dövmesine izin veren ayetin[710] «yataklarından aynim ve dövün» fıkrası, dövmenin şiddetli olmaması ve yüze vurulmaması tarzında tak-yid edilmiştir.
«Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık, Allahtan bir ceza olarak ellerini kesin.»[711] ayetinin ıtlakı, sünnet tarafından «sağ el» olarak tak-yîd edilmiştir[712].[713]
Kur'ânm müşkilinden murad, herhangi bir ayetin, diğer bir ayete muarız olduğunu iham etmesidir[714]. «Onlar haalâ Kur'ânı gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allahdan başkası tarafından olsaydı elbet içinde birbirini tutmayan bir çok şeyler bulurlardı.»[715] ayetinin tasrih ettiği gibi, Kur'ânda tearuz olması mümkün değildir. Tearuz ettiği sanılan hususların izale edilmesi gerekir. Sahabe ve sonradan gelen bazı âlimlerin bu nevi izahları bulunduğu gibi, Hz. Peygamberin de bazı müşkülen tavzih ettiğini görmekteyiz.
Ebû Sumeyye diyor ki: (Meryem, 71) ayetindeki vürûd'un mânası hakkında ihtilafa düştük. Câbir b. 'Abdullah'a rastladım. İhtilafımızı, bir kısmımızın «Mü1-min cehenneme girmez.», diğer bir kısmımızın da «Herkes cehenneme girer.» dediğini söyledim. Elleriyle kulaklarım tutarak: «Sağır olsunlar, Resûlullahdan şöyle işitmediysem :
Buyurdu ki: (Ayette geçen) vürûd, duhûl, yani girmek manasınadır; hiçbir muttaki veya kâfir yoktur ki cehenneme girmesin. Fakat mü'minlere, Hz. İbrahim'e olduğu gibi serin ve selamet olur; hatta ateşin, (yahut cehennemin, dedi) onların serinliğinden dolayı hışırtısı vardır. «Sonra müttakileri kurtarır ve za-Iİmîeri orada öyle diz üstü çökmüş olarak bırakırız.» (Meryem, 72)[716].
Buradaki işkâl şundan ileri gelmektedir: Ayette «Sizden hiç biriniz müstesna olmamak üzere ille oraya (cehenneme) uğrayacaktır. Bu, Rabbinin uhdesine vacib kıldığı, kaza etdiği bir şeydir.»[717] buyurulmaktadır. Halbuki birçok ayette muttakilerin cehennemde yanmayacağı bildirilmektedir.Resûlullah (A.S.M) bütün insanların cehenneme gireceğini, fakat mü'minler için, Hz. İbrahim'e olduğu gibi, ateşin «serin ve selâmet olacağını»[718] beyan etmek suretiyle bu işkâli gidermiştir.
Şu hadisler de mezkûr ayetin izahına dairdir:
Hz. Hafsa diyor ki: Resûlullahın ' şöyle dediğini işittim: «Bedir veya Hudeybiye gazvesine iştirak eden herhangi bir müslümanm cehenneme girmeyeceğini ümid ederim». Bunun üzerine dedim ki: «Ya Resûlul-lah,f Allah Teâlâ «İçinizden oraya (cehenneme) girmeyecek hiç kimse yoktur. (Oraya girmeleri) Rabbinin, üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür» buyurmuyor mu?» Hz. Peygamber: — «Allah Teâlâ'nm «Sonra müt-takileri kurtarır ve zalimleri orada öyle diz üstü-çökmüş olarak bırakırız» buyurduğunu işitmedin mi?» dedi[719].
İbn Mes'ûd'un merfû olarak rivayetine göre Re-sûlullah (A.S.M.) :
Yani: «Bütün insanlar oraya gelir, sonra da amelleri ile oradan çıkarlar» demiştir[720].
Sahîhaynda vürûd'un «duhûl» mânasına geldiğine delâlet eden şu hadis rivayet edilmektedir:
«Müslümanlardan, üç çocuğu ölüp de kendisine — Allanın andı yerini bulacak kadar müstesna— cehennem ateşi dokunacak hiçbir kimse yoktur»[721].
Hadisteki «tahilletu'l-kasem», yemim helâl kılan şey yani yemini yerine getiren şey demektir. Buradaki .yeminden maksad da (Meryem, 71) ayetinde mukadder olan yemindir...»[722]
II. Misâl:
«... Altını ve gümüşü yiğıb ve birikdirib de onları Allah yolunda harcamayanlar (yok mu?) işte bunlara pek acıklı bir azabı muştula!» (Tevbe, 34) ayeti nazil olunca, bu müslümanlara ağır geldi. Çünkü bu ayetin mirasa manî olduğunu sanmışlardı. Ömer b. el-Hattâb müslümanları temsilen Hz. Peygamber (A.S.MJ'den istizahda bulundu. Resûlullah (A.S.M.) : «Allah zekâtı sadece, mallarınızın geriye kalan kısmını temizlemek için farz kılmıştır. (Ölümünüzden) sonraya bırakacağınız mallarda ise mirası farz kılmıştır.» buyurdu[723]. Böylece bu ayetin meşru yollardan kazanıp biriktirmeye mani olmadığı, ayet-i kerîmedeki tehdidin ancak mallarının zekâtını vermeyenler hakkında olduğu tavazzuh etmiştir. [724]
Burada herhangi bir sebeple Kur'ânda kapalı ve muğlak bırakılan, haklarında kat'î izahın ancak nakle mütevakkıf olduğu mübhem hususların Resûlıülah (A. S.M.) tarafından açıklanmasına misaller verilecektir, tbhamin sebep ve nevilerini, daha önce hülâsa olarak zikr ettik[725]
Suheyb, Peygamberimizden şöyle rivayet ediyor r «Cennetlikler cennete girince yüce Allah buyurur ki: »Daha fazla bir şey ister misiniz?»... Sonra Allah, cemalini onlara gösterir). Artık yüce Rab'lerine bakmaktan daha sevimli bir nimete mazhar olamazlar». Sonra «İyi iş, güzel amel yapanlara en güzel iyilik bir de ziyade vardır» ayetini okudu.»[726].
«İyi iş, güzel amel yapanlara en güzel iyilik, bir de ziyade vardır...»[727] ayetindeki ziyade»nin «ce-mal-i ilâhiye nazar» olduğu, bu hadisten anlaşılmaktadır.
Bir başka hadiste ise, kıyamet günü bir münadî-nin:
En, güzel iyilik: Cennet, ziyade ise Yüco Allah'ın cemâline bakmaktır»[728] diyeceği bildirilir. îbn Kesir'in ifadesine göre, bu hususta başka hadisler de vardır ve Selefden Ebû. Bekr es-Sıddîk, Huzeyfe, tbn Ab-bâs, Sa'id b. el-Museyyeb, Mucâhid, Katâde, el-Hasa-nu'1-Basrî ve diğerleri de «ziyade»nin Allah Teâlâ'nın vechi kerimine nazar olduğunu söylemişlerdir[729].
Semure'den rivayete göre Resûlullah şöyle demiştir : «es-salâtu'1-vustâ, ikindi namazıdır.»[730].
Bu hadis «Namazları ve es-salâtu'I-vustâyı devamlı olarak yerine getirin.»[731] ayetindeki «as-salâtu'l-vustâ" mn ikindi namazı olduğunu bildirmektedir.
Hz. Ali diyor ki: Hz. Peygamber (A.S.M.), Hendek muharebesinin olduğu gün dedi ki: «Bizi es-salâtü'l-vustâdan alıkoydular, tâ ki güneş batana kadar. Allah onların kabirlerini ve evlerini (yahut «içlerini» dedi, tereddüt râvi Yahya'dan ileri gelmektedir) ateşle doldursun».[732] hadisi de ikindi namazı olduğunu bildirmektedir.
Salât-ı Vustâ hakkında başka kaviller varsa da, -cumhura göre ikindi namazıdır[733].
«Nihayet Tâlût ve kendisi ile beraber olan mü'min-ler ırmağı geçince...»[734] ayetinde zikr edilen Tâ-lûfım ashabının adedini; Hz. Peygamber (A.S.M.)'in üç yüz on küsur olarak bildirdiği şu hadisten anlaşılmaktadır :
El-Berâ diyor ki: «Hz. Peygamberin Bedire iştirak «den ashabı, sayılarının, Tâlûtun kendileriyle birlikte nehirden geçtiği mü'minlerin sayısı kadar, yani üç yüz on küsur olduğunu söylerlerdi. El-Berâ diyor ki:'«Vallahi, mü'nıin olmayan hiç kimse onunla beraber nehri geçmedi».[735]
Enes b. Malik diyor ki.: «Allah Teâlânın» ... kantar kantar altın ve gümüşü ... aşırı sevmek, insanlara cazip gösterilmiştir» (Ali İmran, 14) sözütnde geçen kantar) hakkında Resûlullaha bir sual yöneltmişti. «Kantar, iki bin ukiyyedir» diye cevap verdi[736].
«Nikah bağını elinde tutan, kocadır»,[737] Bir erkek, nikâh kıyıldıktan sonra, henüz karı koca olmadan karısını boşadığı takdirde, belirtilen meh-rin yansını; boşadığı karısına vermekle mükelleftir. 'Ama «kadın veya nikâh bağı elinde olan» kimse bu haktan vazgeçerse, o takdirde bir şey gerekmez. Bu hükmü bildiren ayette[738]geçen «nikâh bağını elinde tutan »m kim olduğu müphemdir. Bu hadiste Hz. Peygamber (A.S.M.)'in «nikâh bağını elinde tutan, kocadır» dediği bildirilmektedir. Koca olmasına göre mâna şöyle olur.- «Ey kocalar! bu durumda vermeniz vacib olan mikdar, meh-rûı yarısıdır. Fakat tamamını da bağışlayabilirsiniz». Hz. Peygamber (A.S.M.) tarafından mübhemin tayin edildiğine başka misaller de vardır[739].[740]
Istılah olarak nesh, «Bir nassm hükmünü, artık onunla amel etmek caiz olmayacak tarzda, daha sonraki bir nassın ilga etmesidir»[741]. Neshin selef arasında istimal edilmesi, daha geniş bir sahayı içine alır. Onlar hükmün kaldırılmasına nesh dedikleri gibi, tahsis ve takyid suretiyle umûmun, mutlaka, vs. delâletlerinin ref edilmesi için de nesh kelimesini kullanıyorîardı. Hatta şart, istisna ve sıfat için dahi bu kelimeyi kullanırlardı. Zira bunlar da zahirin delâletini kaldırmayı ve muradın beyanını tazaramun eder[742].
Kux^ân-ı Kerîmdeki ayetlerden herhangi birinin hükmünün mensûh olduğuna dair, Hz. Peygamber (A. S.M.) tarafından söylendiği rivayet olunan bir habere rastlamadık. Hatta selefin istimalindeki geniş mânada dahi, bu kelimenin Hz. Peygamberden nakledildiğini görmedik. Usûl kitaplarında, sünnetin vazifelerinden ve Kur'ânı açıklama şekillerinden birinin nâ-sih ve mensühu beyan etmek olduğu belirtilir. Şu halde sünnetin neshi beyan etmesi, neshe delâlet etmek suretiyle olmalıdır. Kur'ânın nüzulünü müşahede eden sahabiler aynı mevzua dair olan ayetlerden mukaddem ve muahhar olanları bildikleri için Resûlullah (A. S.M.Kın tasrihine lüzum kalmadan, her iki manasına göre neshe muttali oluyorlardı. Nitekim ayetlerin nüzul sebeplerine de bu şekilde vakıf oluyorlardı. Binaenaleyh nüzul sebeplerini öğrenmekte olduğu gibi, na-sih ve mensûhu Öğrenmek için de başlıca kaynak sahabenin beyanından ibarettir. Fakat Resûlullah (A.S. M.)'in bazı hadisleri mensûh ayetlere delâlet etmektedir. Buna dair misallere de az rastlanmaktadır.
«Sizden birinize ölüm gelib çatdığı vakit —eğer mal bırakacaksa— anaya, babaya, yakın akrabaya meşru' bir sûretde vasiyyetde bulunmak takva sahib-leri üzerinde bir hak olarak farzedildi.»[743] ayeti en sahih kavle göre, en-Nisa sûresinin 11 ve 12, ayetlerindeki mîras hükümleriyle nesh edilmiştir. Zikr edeceğimiz şu hadis de bu neshi beyan ve te'kid etmektedir.
Ebû Ümame diyor ki: «Veda haccı sırasındaki hutbesinde Resûlullahm şöyle dediğini duydum: «Allah, her hak sahibine hakkını verdi, artık varis için vasiy-yet yoktur.»[744].
iValideyn ile varis olan akrabaya vasıyyetin vü-cûbunun nesh edilmiş olduğu icma ile sabittir; hatta mezkûr hadîse göre bu vasiyyet nehy edilmiştir. Mîras ayeti, ashab-ı feraiz ve asabeler için müstakil bir hüküm ve Allah indinde yapılması gerekli bir farzdır. Bu hükümle vasiyyet ayetinin hükmü tamamen kaldırılmış olur. Ancak mirasa müstahak olmayan akrabalar kalır ki, bu ayetin şümulüne girmesi sebebiyle ve ayete istinas için, onlara sülüsden vasiyyet etmek müs-tehab olur.»[745].
II. Misâl:
«Sana haram ayı, ondaki savaş (in hükmünü) soruyorlar. Deki «O ayda savaş, büyük bir günahtır. Fakat insanları Allahm yolundan çevirmek, Allahi, inkâr etmek «Allah katında daha büyük bir günahtır.»[746] ayeti, haram aylarda savaşmanın haram olduğunu tasrih etmektedir. Et-Taberî'nin ifadesine göre : «Te'vil ehli bu .ayetin mensuh mu yahut hükmünün sabit mi olduğunda ihtilaf etmişlerdir». Bu müellif her iki görüş sahiplerinin mütalaalarını nakl ettikten sonra devam ederek diyor ki:
«Bize göre doğru olan. Atâ b. Meysere'nin şu sözüdür: Haram aylarda müşriklerle kıtali nehy eden hüküm, «... (Bununla beraber) müşrikler sizinle nasıl top yekûn harb ederlerse siz de onlarla top yekûn harb edin...»[747] ilahî kavliyle riesh edilmiştir. Bu ayetin (et-Tevbe 36) öbürünü (el-Bakara 217) nesh etmiş olduğunu şundan dolayı kabul ettik ki; haram ayların bir kısmında, Resûlullahm Huneyn'de Hevâzin ile, Tâ'if de Sakîf kabilesiyle muharebe ettiği ve Ebû [Âmir'i, oradaki müşriklerle savaşmak üzere Evtâs'a gönderdiği hususundaki haberler meşhur olmuştur. Bu yak'a Şevval ve Zi'lka'de'nin bir kısmında olmuştu ki bunlar haram aylardandır. Böylece malûm olur ki, bu aylarda savaşmak haram olsaydı ve bu iş masiyet sayılsaydı, Resûîullah bu fiili işlemekten en uzak duran-insan olurdu.»[748]. .
Şu halde Hz. Peygamber (A.S.M.)'in bu davranışı, haram aylarda savaşmayı, mutlak olarak nehy eden ayetin mensuh olduğuna delâlet etmiştir. [749]
Hz. Peygamber (Â.S.M.) birçok ayetlerde emrolu-nan hususları, bizzat tatbik ederek göstermiş, böylece o ayetlerden ilâhî muradın ne olduğunu iyice açıklamıştır.
Cabir, Hz. Peygamber (A.S.M.)'in haccını tafsilatlı olarak anlatan uzun hadisinin bir yerinde diyor ki: «Nihayet onunla birlikte Beytullaha geldik. Hacer-i es-vedi istilam etti. Üç defa koşar adımlarla, dört defa da mûtad yürüyüşle tavaf yaptı. Sonra da Makam-ı îb-rahime geçti ve hemen : «Siz de Makam-ı İbrahimden bir namazgah edinin» (Bakara, 125) ayetini okudu. Makamı, kendisiyle Beyt araşma alarak iki rekat namaz kıldı»[750]. Resûîullah (A.S.M.)'ın bu tatbikatından *Siz de İbrâhîmin makamından bir namazgah edinin.. emr-i ilâhisinden neyin murad edildiğini, nerede ve ne şekilde yapılacağı anlaşılmaktadır. Zira Makâm-ı îbrâhîm için Arafat, Muzdelife, şeytan taşlama yerleri, harem-i şerif vs. mahaller olduğu da söylenmiştir. «Fakat ayette varid olan «makâm-ı îbrâhim» den nerenin kasd edildiğini bu hadis vasıtasıyla bizzat Resûlullahdan kat'î olarak öğrenmiş bulunuyoruz.»[751]. Nitekim müslümanlar arasında maruf olan da, hadiste bildirilen yerdir.
Selman el-Farisi'den rivayete göre demiştir ki: Bir -adam Resûlullaha gelip «es-selamu aleyke (sana selam olsun) dedi. O da ve aleyke ve rahmetullah (selam ve Allahm rahmeti sana da olsun) diye karşılık verdi. Sonra bir başkası geldi, es-selamu aleyke ve rahmetullah (selam ve Allahm rahmeti sana oîsun) dedi. Resûlullah : ve aleyke ve berekâtulîah (bunların, aynısı, ayrıca Allahm bereketi sana da olsun) dedi. Sonra bir başkası gelip es-selamu aleyke ve rahmetullahi ve berekâtuhu (selam, Allahm rahmeti ve bereketi sana -olsun) dedi. Resûlullah ve aleyke (bunların aynısı sana da olsun) dedi. Bunun üzerine o adam: «Yâ Re-sûlullah.anam babam sana feda olsun, sana falan ve falan adam gelip selam verdiler, sen de onlara, bana verdiğin karşılıklardan daha falzasiyle mukabele ettin» dedi. Resûlullah da cevaben: «Sen bize artık söyle7 necek bir şey bırakmadın ki! Allah Teâlâ, «Bir selam ile selamlandığınız zaman, siz de ondan daha güzeliyle selam verin, yahut verilen selamı ayniyle karşılayın...» buyuruyor; biz de sana aynısiyle mukabele ettik»[752],
Resûlullah (A.S.M.) böylece *Bir selâm ile selâm1andığınız vakit siz ondan daha güzeli ile selâmı alın. veya onu ayniyle karşılayın...»[753] ayetini ameli olarak göstermiş olmaktadır.
İbn Ömer dedi ki: «Resûlullah, seferlerinden birinde havf namazı kıldırdı, Müslümanların bir kısmı düşman karşısında dururken, Hz. Peygamber beraberinde olan diğer kısma bir rekat namaz kıldırdı. Sonra kılanlar gittiler, bu kere ötekiler geldi; onlara da 'bir rekat (yani ikinci rekatı) kıldırdı. Sonra her iki kısım da kılmadıkları 'birer rekatları kaza ettiler. Râvi, îbn Ömer'in, «Korku bundan da fazla olursa, hayvanına binmiş vaziyette yahut ayakta iken ima ederek kıl» dediğini söyledi[754].
En-Nisâ suresinin 102, ayetinde *Sen de içlerinde bulunup onlara namaz kıldırdığın vakit, pnlardan bir bölük seninle beraber namaza dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar. (Namazda olanlar) secdeye vardıklarında arkanıza geçsinler, bu kere namaz kılmayan öteki bölük gelsin, seninle berabe'r namaz kılsınlar...» buyurularak salâtu'l-havfın nasıl eda edileceği bildirilmektedir. Hz. Peygamber (A.S.M.) de bu hadiste görüldüğü gibi bizzat tatbik etmek suretiyle açıklamıştır. Yalnız tatbiki hakkında bulada zikr ettiğimizden başka sahih rivayetler de vardır. Et-Taberî'ye göre Peygamber (A.S.M.) sahih olarak nakl edilen bütün bu vecihleri ümmetine öğretmiş, sonra bunlardan diledikleri ile amel etmeyi onlara mubah kılmıştır[755].[756]
Misallerine az rastlanılan bu kısımda, herhangi bir ayetin Resûlullahm yanında izah edilmesine karşı, onun sükût etmek suretiyle, bu izahı tasvib ettiğine dair misaller vereceğiz.
Amr b. el-Âs, Zâtu's-selasil gazvesinin cereyan ettiği hicri 7. yılda Peygamber (A.S.M.) tarafından gönderildiği bir sefer esnasında, soğuk bir gecede yıkanması iktiza edince sıhhatinden endişe ederek yıkanmamış, teyemmüm etmek suretiyle arkadaşlarına imamlık etmişti. Dönüşünde Resûlullaha durumu anlatmış, O : «Arkadaşlarına cünüb olarak mı namaz kıldırdın?» diye sorunca Amr: «Ey Allanın Resulü, ben çok soğuk bir gecede ihtilam oldum, yıkandığım takdirde heîâk olacağımdan korktum ve Azîz olan Allattın şu kavlini hatırladım: «Kendilerinizi öldürmeyin. Şübhe yok İri Allah sizi çok esirgeyicidir.»[757]. Ben de teyemmüm ettim ve arkadaşlarıma namaz kıldırdım.» dedi. Resûlullah güldü ve bir şey söylemedi[758].
Ebû Davud'un bundan sonraki 335 numaralı hadisinde Amr'm bir seriyye kumandanı olarak gönderildiği, teyemmüm değil de cünüb iken namaz abdesti gibi abdeit almış olduğu rivayet olunur.
Abdullah b. Mes'ûd (R) şöyle dedi: Bir kerre Peygamberin huzuruna Yâhûdi âlimlerinden bir âlim geldi ve : Yâ Muhammed ! — yahut da: Yâ Eba'l-Kasım! — Hiç şüphesiz yüce Allah kıyamet gününde gökleri bir parmağında, yer tabakalarını da bir parmağında, bütün dağları, ağaçları da bir parmağında, sulan ve topraklan da bir parmağında, diğer mahlûkları da bir parmağında tutar. Sonra onları hareket etdirerek: Melik ancak benim! buyurur dedi. Resûluîlah (A.S.M.), Y/â-hûdî âliminin söylediği bu haberden memnun olub onu tasdik etmek üzere güldü. Sonra Resûluîlah şu âyeti okudu[759] «(Müşrikler) Allâhı hak olduğu veçhile takdir edemediler. Halbuki kıyamet günü Arz topdan onun bir kabzasidir. Gökler de onun sağ eli ile dürül-müşdür. O, katmakda devam etdikleri ortaklardan münezzehdir, çok yücedir.»[760]
Resûlullah (A.S.M.)'m bu davranışı, yahudi bilgininin söylediklerini tasvib ettiğini ve bu sözlerin, kendisi tarafından okunan ayetin tefsirine ait olduğunu gösterir. [761]
Karşılaştığımız misallerden anlaşıldığına göre Resûlullah (A.S.M)'m Kur'ân hakkındaılûgavî cihetten açıklamalarda bulunmasına, ekseriyetle suale muhatap olması vesile teşkil etmektedir. Onun açıklamaları, ekseriyet itibariyle lügat ve tefsir ehlinin lûgavî ( izahları tarzında değildir. Teferruata girmeden, soranın durumuna göre, en kısa yoldan mânanın anlaşılmasını istihdaf eder. Binaenaleyh bazan kelimenin sadece müradifini söyler, bazan tavsifi muhtevi tariflerde bulunur, yahut ondan maksadın ne olduğunu bildirirdi. Bazı hallerde kelimenin şer'î mânasını belirtirdi. Şimdi, zikr ettiğimiz kısımlara dair misaller vereceğiz. [762]
Hz. Peygamber (Â.S.M.), «Böylece sizi (ey Muhammed ümmeti) vasat bir ümmet yapmışızdır.»[763]
ayetinde varid olan ve müteaddt mânalara gelen «vasat» kelimesinin, burada «âdil» mânasına olduğunu bildirmiştir[764].
Hz. Aişe «Din. .(işlerin)de üzerinize hiçbir güçlük de yüklemedi...»[765] ayetinde varid olan «haraç» kelimesini, Peygamberimize sormuş, o da: «darlık» olarak açıklamıştır[766].
-Tevbe edenler, ibâdet edenler, ham d edenler, seyahat edenler, rükû edenler...»[767] ayetindeki «sâi-
hîn»in hangi mânaya gediği sorulunca Resûlullah : «oruç tutanlar« demek olduğunu söyledi[768].
Bu rivayete göre Resulullah (A.S.M.), Kur’anda varid olan « kunut » kelimesi[769], «her yerde taat manasına gelir» demiştir[770] Taat, bu kellimenin «sukut eylemek, dua etmek, namazda ayakta durmak», gibi müradiflerinden biridir.
Resullullah (A.S.M.)’ ın Kur’andaki bazı kelimeleri müradifleri ile açıklamasına dair başka misallerde vardır.[771] [772]
El-Mâ'ide sûresinin ikinci ayetinde ve başka ayetlerde geçen «birr ve ism» hakkında Resûlullah: «Birrr ahlâk güzelliği, ism ise vicdanını tırmalayıp seni huzursuz kılan ve insanların muttali olmasını istemediğin şeydir»[773] demiştir.
Bir ayette şöyle buyuruîur: «Âllaha karşı gelmekten sakınanlara vâdedilen cennet şöyledir: Orada te-miz su ırmakları tadı bozulmayan süt irmaklan, içenlere zevk veren şarap ırmakları, süzme bal ırmakları vardır» (Muhammed, 15).
îbn Ebî Hâtim'in merfû olarak rivayet ettiği bir hadiste için: sâfi, bulanıklık bulunmayan», hakkında davarların memesinden çıkmamış olan hakkında[774] «insanların ayaklarıyla sıkıp çıkarmadığı şarap» hakkında «arının içinden çıkmamış olan» şeklinde tavsif etmek suretiyle açıkladığı[775] görülmektedir.
Ed-Deylemî ve el-Askerî'nin merfü olarak rivayetlerine göre[776] Hz. Peygamber «Kur'ânı, tane tane oku»[777]
«Kur'ânı vazıh bir tarzda oku, kötü hurmanın ağızdan savurulması gibi savurma, şiir gibi süratle okuyup geçmeyin, garib ve bedi hususlarında durırp düşünün, onunla kalbleri harekete , getirin, kasdmız (çabucak) sûrenin sonuna gelmek olmasın.» demiştir[778].
Resûlullah (A.S.M.) «Kulaklar başa dahildir.» demekle, abdest ayetinde (el-Mâ'ide 6) yıkanması' farz olarak emr edilen «vech» i tarif etmekte, kulakların yüzden sayılmadığını belirtmektedir.[779]
Bir defa sakalını örten bir adamı görünce ona: «Aç onu, zira sakal veçhe (yüze) dahildir.» demişti[780].
Resûlullah (A.S.M.) «gıybet nedir bilir misiniz?» diye sorduktan sonra «Allah ve Resulü bilir.» diye cevap verdiler. Buyurdu: «Gıybet, dîn kardeşini hoşlanmayacağı bir şeyle anmandir.»
Bunun üzerine kendisine: «Ya benim söylediğim şey kardeşimde mevcut ise, buna ne dersin ya Resûlullah» denildi. Buyurdu ki: «Eğer senin söylediğin husus onda varsa, onun gıybetini yapmış olursun, onda bulunmuyorsa ona iftira etmiş olursun»[781]. Böylece «Kiminiz kiminizi gıybet etmesin»[782] ayetini açıklamaktadır. III. Misâl:
«Hac bilinen aylardadır. Kim o aylarda, (ihrama girerek) haccı kendisine farz kılarsa, bilsin ki hacda ne refes, ne füsûk ve ne de cidal olamaz...»[783] ayeti hakkında Hz. Peygamber (A.S.M.)'in :
«Refes : kadınlarla cinsî münasebete dair fahiş söz veya ima, füsûk: her türlü masiyet, cidal: kişinin yanındaki kimse ile olan münakaşasıdır»[784]. Dediği rivayet olunmaktadır. [785]
«Cenâb-ı Allah, Hz. İbrahimi insanlara imam (rehber) yaptığını bildirince o, zürriyetinden de kendisi gibi imamlar yaratmasını dilemiş, Allah ise: «Zalimlere ahdim erişmez» demişdi.»[786] ayetinde varid olan «and», «nübüvvet» ile tefsir etmiştir[787]. Bu kelimenin lûgattaki birçok mânaları arasında nübüvvet mânası görülmez. Fakat burada ondan nübüvvetin maksûd olduğu belirtilmiştir.
Cenâb-ı AUahın Hz, Musa'ya emrini nakleden «...ve onlara Allanın günlerini hatırlat...»[788] ayetindeki «Allanın günlerinden maksûdun, «Allanın 'nimetleri» olduğunu bildirmiştir[789]. Bu mânaya gelmesi «hâliyyet ve mahalliyyet itibariyledir»[790][791].
İbn Abbas- Hz. Peygamber (A.S.M.)'in, «(Allah) yarattığı her şeyi güzel yaptı[792] ayeti hakkında şöyle söylediğini rivayet etmiştir: «Amma (meselâ) maymunun kıçı güzel değildir; fakat onun yaradılışını muhkem kılmıştır.»[793]. Böylece ayette varid olan
nin geniş mânasının kastedildiğini bildirmistir. Hz. Peygamber (A.S.MJ'in böyle söylediği sabit ise, muhtemelen «(Bu) her şey'i muhkem, sapasağlam yapan AHahm san'atıdır...»[794] ayetini nazarı itibara almıştır.
Bu rivayetlere göre Resûlullah (A.S.M.î, «Bir zaman Musa kavmine şöyle demişti: «Ey kavmim, Alla-hm sizin üzerinizdeki ni'metini düşünün ki içinizden peygamberler gönderdi, sizi melikler yapdi (Maide, 20) ayetindeki «melik» kelimesinin geniş mânada kullanıldığına dikkati çekmiştir.
Hz. Peygamber (A.S.M)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: «İsrail oğullarında birisinin hizmetçisi, bineği ve karısı olunca onu melik (kıral) sayarlardı»[795]
Zeyd b. Esîem, ayette geçen «sizi melikler yaptı» fıkrası hakkında Resûlullahm şöyle dediğini rivayet etmektedir,: «Kim bir eve ve hizmetçiye malik olursa, o meliktir»[796].
III. Misâl:
«Kendilerine Kitaptan nasip verilenleri görmedin mi? Cibte ve tâğûta (batıla) inanıyorlar ve inkâr edenler için: «bunlar iman edenlerden daha doğru yoldadır» diyorlar».[797] ayetinde varid olan cibte kelimesi lügatte put, kâhin, sihirbaz, hayırsız ve faidesiz, hasis ve kötü şeye[798] denir. Tark: yere çizgiler çizmektir; burada maksûd remil ilmidir. îyâfe: kuşlarla tetayyür ve tefeül etmek; tiyara: kendisiyle teşaüm olunan yaramaz fal demektir, Bu mefhumlar da, cibt'e[799] ilhak edilmek suretiyle bu kelimenin delâleti genişletilmektedir.[800]
Bir bedevi gelerek «Ey Allahm Resulü! Beni cennete gönderecek bir amele delâlet et.» dedi. Cevaben buyurdu ki: «Veciz söz söylersem, meseleyi daha geniş anlatmış olurum: Neşeme i'tak (âzad) et veya fekk-i rakabe et (bir boyunu kölelik zincirinden çöz)». Bunun üzerine bedevi: — «Bu ikisi aynı şey değil midir?» Resülullah: — *İ'tak-ı neşeme: tek başına âzad || etmendir, fekk-i rakabe ise: âzad edilmesine yardnn-[801]
Burada Resülullah (A.S.M.) birbirinin müteradifi <olan iki kelime arasındaki nüansı belirterek
«Sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin? Bir boynu (kölelik zincirinden) çözmek, yahut şiddetli bir açlık gününde ... doyurmaktır.»[802] ayetinin tam ve inceden inceye tahdid edilmiş mânasını açıklamıştır.
Arâbînin biri gelerek *Ya Resûlallah, Allah cennette insana eza veren, inciten bir ağacın olduğunu zikr ediyor» dedi. «Nedir o?» diye sorunca «sidr» olduğunu söyledi. Resûlullah buyurdu ki, Allah Teâlâ buyurmuyor mu? Allah onun dikenini[803] silmiştir de her dikenin yerine bir meyve yapmıştır...[804].
«Sidr-i nıahdûd», Arabistan kirazı ta'bir olunan meşhur nabk ağacının ismidir. «Mahdud» iki mâna ile tefsir edilmiştir. Birisi silinmiş, tesviye edilmiş, düzgün demektir. Arabistan sidri dikenli bir ağaç olduğu için bununla Cennet sidrinin dikensiz olduğu anlatılmıştır.»[805].
Resûlullah (A.S.M.) kelimenin bu mânasına dikkati çekmiş ve bu mâna üzerinde temerküz eden mühim farkı belirtmiştir. [806]
Bundan maksad, Hz. Peygamber (A.S.M.)'in Kur'-ânda varid olan herhangi bir garib kelimeyi, doğrudan doğruya ayeti açıklama mevkiinde değil de, başka. bir vesile ile ayetteki mânada kullanmasıdır. Müfes-sirler bazı kelimeleri açıklarken Hz. Peygamber (A'.S. M.)'in bu kabil istimallerinden istifade ederler.
Sahabeden Osman b. Maz'ûn vefat edince Resûlullah (A.S.M.) : demişti.
*Ona yakîn geldi, vallahi ben onun için hayır (âkibet) ümid ederim.»[807].
Bir başka hadisinde, insanların yaşayış tarzlarının en hayırlısını bildirirken: demiştir.
«...Namazı ikame eder, zekâtı verir, insanlardan yana da, hayırdan başka bir işte bulunmayarak kendisine yakın gelinceye kadar Rabbine ibadet eder durur[808].
Her iki hadiste de «yakın» kelimesi ölüm mânasına gelmektedir. Binaenaleyh Hz. Peygamber (A.S.M.V in bu mânada kullanması «Sana yakın gelinceye kadar Rabbine ibadet et»[809] ayetindeki -yakın» in mânasını anlamamızı te'min etmektedir.
«Ebû Hüreyre'den: «Hz. Peygamber, ashabı ayrı ayrı halkalar halinde otururken onların yanma varınca : «Ne o, niye böyle izîn (dağınık) oturüyörsünüz'?-dedi[810].
Bu hadiste izin kelimesi, halka halka, dağınık bir şekilde bulunmak hakkında kunanılmıştır. «Sağdan soldan ayrı ayrı gruplar halinde...»[811] ayetinde varid olan bu kelimenin mânası, bu hadis vası-tasiyle anlaşılır.
Et-Taberî «Musa kavmine demişti ki «Allanın üzerinizdeki nimetini hatirlayınt O sizi Firavun hanedanından kurtardı. Onlar, sizi işkencenin en kötüsüne mâruz bırakıyorlardı. Bunda Rabbinizden, size büyük bir imtihan vardı»[812] ayetinin tefsirinde, hakkında: «Mânası, bırakıyorlar demektir. Hayat, terk demektir. Nitekim Resûlullahdan gelen haberde de böyledir .-
«Müşriklerin kocalarını öldürün, kadınlarım bırakın.»[813]. Bu neviden başka misaller de vardır[814],[815]
Edebî san'atları isimlendirmenin ve edebî ıstılahların, sadr-i Islâmdan sonra muahhar devirlerde ortaya çıktığı malûmdur. Binaenaleyh Hz. Peygamber (A. S.M.) 'in bu sınıfa giren ayetleri açıklamasını, belagat âlimlerinin izahları ile kıyas etmemelidir. Hz. Peygamber (A.S.M.), sonradan mecaz, hazf, kinaye vs. şeklinde adlandırılan hususiyetleri ihtiva eden ayetlerin, sadece maksadlarının anlaşılmasına medar olacak bazı irşadlarda bulunmuştur.
Adî b. Hatim diyor ki: «Sizin için fecrin beyaz ipliği siyah iplikten seçilinceye kadar yeyin, için..,[816] ayeti nazil olunca, biri siyah diğeri beyaz olarak iki ip alıp yastığımın altına koydum. Böylece onlara bakıp beyazı siyahtan ayırdedecek zaman gelince oruca başladım. Sabah olunca- Resûlullahm huzuruna varıp yaptığım işi anlattım. Buyurdu ki: «Öyleyse senin yastığın çok enlidir (yani kafan kalın olduğundan bundaki inceliği anlayamadın). Bu ayetten maksad, sadece gündüzün beyazlığı ve gecenin karanlığıdır»[817].
î!l-Buhârî ve Müslim'in ashabdan Sehl b. Sa'd'den rivayet ettikleri bir hadisten anlaşıldığına göre, bu ayet ilk nazil olduğunda minel-fecri i fecrin beyanı yoktu. Sonra nazil oldu[818]. Hz. Peygamber (A.S.M.)' le temas eden müslümanlar, onun açıklamasından mu-rad edilen mânayı anlıyorlardı. Fakat temas etmeyen bedeviler, yahut «hayt» m lügatte gece ve gündüz mânasında kullanılabileceğini bilmeyenler, ayeti Adî b. Hatim gibi anlamışlardı[819] Bu ayetin ve ilgili hadislerin anlaşılması hakkında çok kaviller varsa da bizim burada belirtmek istediğimiz şudur:
Ayetteki «haytdan muradın, lügatteki hakikî mânanın (ip) değil de mütearef mecaz olarak gece ve gündüz olduğudur. «Bu (ayetten maksad) sadece gündüzün beyazlığı ve gecenin karanlığıdır.» sözü ile Re-sûlullah (A.S.M.) tarafından beyan edilmiştir.
«(Ey erkekler) Kanlarınız sîzin tarlanızdır; o halde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın...»[820].
«Hars; esasen ziraat gibi ekin ekmek demek olub ekin yeri, mezraa mânasına isim de olur ki burada bu mânayadır. Bu ta'bir ile kadının kadınlık uzvu bir tarlaya, erkeğin nutfesi tohuma, doğacak çocuk da bitecek hasılata teşbih edilerek bir istiare yapılmış ve bununla Allanın emrettiği mevzi-i hars, izah buyurul-muştur ki mâna şu olur: kadınlar sizin ekinli ğinizdir, siz onlara insan ve müslüman tohumları ekip hasılat olarak zürriyyet yetiştireceksiniz.
Binaenaleyh harsinize hars mânası unutulmamak ve mevzi-i harstan olmak şartı ile dilediğiniz taraftan, herhangi bir vaz'iyette isterseniz gidiniz»[821].
Ayetin müfessirler tarafından bildirilen bu inceliklerini, — nisbeti sahih ise — İbn Abbas'dan rivayet olunan şu hadis ifade etmektedir:
İbn Abbas'tan, Resûlullah (A.S.M.)'ın «(Ey erkekler), karılarınız sizin tarlanızdır...» ayeti hakkında, şöyle dediği rivayet edilmiştir: «Mahsûl nerede olursa tarla oraya denilir»[822]. Bu hadis harsin, ancak nebatın bittiği yer olduğunu ifade etmektedir. Bu teşbihi ihtiva etmese bile, dübürü men' eden, ancak bir yolun helal olduğunu bildiren birçok hadis de aynı mânayı istihdaf eder[823]. Peygamber (A.S.M.)'in beyanının delaletiyle buradaki teşbihin hakikatine ve vech-i şebehe (benzetme cihetine) nüfuz edilmese, bazılarının anladığı gibi, her türlü, davranışın mubah olduğu neticesi çıkarılabilirdi.
Kur'ânda «... Mescidlerde ftikâfda bulunduğunuz; zaman, kadınlarınıza (geceleri de) yaklaşmayın...»[824] buyuruiur. Mübaşeret asimda «beşerenin Cderi-nin dış yüzü) beşereye dokunması» mânasına gelir[825]. Mübaşeretten lügat mânasının kasd edildiğini zannederek Öpmenin ve el ile dokunmanın da nehy edildiğini söyleyenler olmuştur. Fakat burada mübaşeretin cimâdan kinaye olduğunu, biz Peygamber (A.S.M) 'in fi'Iî sünnetinden öğreniyoruz. ResûluIIah (A.S.M.) mescidde i'tikâfta olduğu halde, başını mescid-den dışarı uzatmış[826], Hz. Aişe de hayızlı iken başını yıkayıp taramıştır:
«Hz. Aişe dedi ki: «Hz. Peygamber mescidde (i'ti-kâfda), ben.de adetli olarak hücremde iken, başını bana yaklaştırır, ben de yıkayıp saçlarını tarardım»[827].
Bu mevzuda Ibn Abbas'ın da şöyle söylediği rivayet olunmuştur:
«Mübaşeret cima demektir, lâkin :Alîah kinaye eder.»[828].
«O (Allah) takva ve mağfiret ehlidir.»[829] ayetinde icaz ve hazf vardır. Gelecek rivayetten anlaşılacağı üzere, bunu, Resûlullah (A.S.M.) 'm açıklamasına, ihtiyaç hasıl olmuştur.
«O takva ve mağfiret ehlidir.» ayeti hakkında, şöyle dedi: Allah Tebareke ve Teâîâ der ki: «Cezasından sakınılmaya layık olan Ben'im, her kim Ben'den sakınırda Benimle birlikte başka ilah tanımazsa, onu afvu mağfiret etmek Bana ait olur.»[830]. Bu neviden başka misaller de vardır[831].[832]
Resûlullah (A.S.M.)'ın Kur'ânı açıklama tarzlardan biri de herhangi bir ayetin hey'et-i umûmiyesiyle peye delâlet ettiğini bildirip, ondan maksûdune olduğunu tayin etmek şeklindedir. Bu kabîl açıklamalarda pek tabiîdir ki, bazan tam lûgavî delâlet bulunmaz. Bu nev'in misalleri de çokça bulunur.
«Allah bir kulunu sevdiği zaman Cebrâ'île der ki: *Ben fülanı sevdim, sen de sev.» Cebrâ'îl de gökteki-lere aynı şekilde nida eder. Sonra onun için yer yüzünde de bir sevgi yerleşmiş olur. îşte Aziz ve Celîl olan Allanın «Hakikat, îman edib de iyi iyi işler yapanlar (yok mu?) çok esirgeyici Allah onlar için bir sevgi verecektir.»[833] ayeti bunu ifade eder»[834]. Bu hususta başka rivayetler de vardır[835].
Ebû Saîd Hudrî ile Ebû Hureyre (R) den; Peygamber (A.S.M.) : «(Cennette) Bir münadî: Dâima sıhhatli kalmanız ve ebediyyen hasta olmamanız sizin hakkınızdır. Dâima genç kalmanız ve ebediyyen ihtiyarlamamanız sizin hakkınızdır. Dâima ni'metler içinde hoş hâl olmanız ve ebediyyen sıkıntı ve çetinliğe maruz kalmamanız sizin hakkınızdır! diye nida edecek-dir» buyurdu, işte bu, Aziz ve Celîl olan Allah'ın şu kavlidir[836]:
«Onlara: işte yapmakda devam ettiğiniz (iyi işler) sayesinde mirasçı edildiğiniz cennet budur! diye nida edilecekdir.»[837].
Aynı ayetin baş tarafı şöyledir.- «...Hamd olsun Allaha ki, derler, bizi hidâyetiyle buna (Cennete) ka-vuşdurdu. Eğer Allah bize hidâyet etmeseydi kendiliğimizden bunun yolunu bulmuş olamazdık. Andolsun İd. Rabbimizin peygamberleri gerçeği getirmişlerdir». Şu hadis de ayetin bu kısmından maksudun ne olduğunu bildirmektedir:
Ebû Saîd dedi ki: Resûlullah şöyle buyurdu : «Cehenneme girenlerin her biri (iman etmiş olması ha~ Ünde) cennette kendisine ayrılan konağı görecek ve diyecek ki; «Keşke Allah bizi hidayet etseydi!» Böylece bu (görmeleri) onlar için hasret ve pişmanlık olur.
Cennete girenlerden de her biri (iman etmemiş olması halinde) cehennemde varacağı yeri görüp diyecek ki: «Allah bizi hidayet etmemiş olsaydı (halimiz ne olurdu!)» İşte bu da onların şükürleri olur»[838].
Her insan için, hem cennet hem de cehennemde birer yer hazırlanmış olduğunu, cennete giren mü'-minlerin, oradaki cehennem ehline ait yerlere varis olacaklarını, ayetteki verasetin bu keyfiyetle ilgili olduğunu, cehennemliklerin hasret ve nedametini, cennetliklerin ise şükrünün ayetteki gibi olacağını bu hadis bildirmektedir.
Cenâb-ı Allah, hakikî mü'minlerin bazı vasıflarını «ıraladıktan sonra: «...Yanları yataklarından uzaklaşır, korkarak ve umarak Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (hayır işinde) harcarlar[839] buyurur. Burada geçen «yanlan yataklarından uzaklaşır» cümlesinden, teheccüd namazının mu-rad olduğunu, şu hadisler açıklamaktadır: Şayet bunu Peygamber (A.S.M.)Jimiz bildirmemiş olsaydı, lûgavî bilgilerle çıkaramazdık.
Muaz b. Cebel, Allah Teâlâ'nın «Yanları yataklarından uzaklaşır» kavli hakkında Resûiullahm şöyle dediğini rivayet eder: «Bu, kulun geceleyin namaza kalkmasıdır»[840].
Muaz b, Cebel'den: «Sonra Resûlullah buyurdu ki. «Hayır kapılarını sana bildireyim mi? Oruç.- kalkandır, sadaka: günahı söndürür. (Bu kapılardan biri de) kişinin gecenin ortasında kalkıp namaza durmasıdır». Müteakiben bu ayeti sonuna kadar okudu».[841].
«Onlar sabah akşam ateşe arzoltmurlar...» [842] ayetinden maksudun ne olduğunu şu hadis tayin etmektedir :
«Sizden biriniz ölünce, sabah akşam (ukbadaki) yeri kendisine gösterilir; Cennet ehlinden ise cennetten, cehennem ehlinden ise cehennemden (yeri gösterilir), kıyamet günü Allah kendisini dîriltinceye ikadar böylece devam eder»[843]. Böylece bu ayetten, — müstahak olanlar için — kabir azabının, sabit olduğunu Resûlullah bildirmiş olmaktadır[844].
Resûlullah (A.S.M)'ın Kur'ânı açıklama tarzlarından biri de, onda zikr edilen bir mevzuun, birtakım vasıflarını belirtmek suretiyle, insanların, akıllarına ve kalblerine daha iyi yerleştirmek gayesine racidir. Tavsif etmesi terğîb, terhib, şer'î bir meseleyi açıklama, övülen veya zemmedilen şahıs veya durumların evsafını belirtme vs. için olur.
Ebû Hüreyre «...İşte o küfredenler (yokmu? onlar için ateşden elbiseler biçilmişdîr. Başlarının üzeri-
ne de kaynar su dökûlecekdir onların. Bununla karınlarının içinde ne varsa hepsi ve derileri eritil ecekdir.»[845] ayetini okuyarak buna dair ResûJullahdan şu .sözü işittiğini söyler:
«Kaynar su başlarının üzerinden dökülür, beyinlerinden geçer, tâ karınlarına varır, içlerindeki bağırsaklara gövdelerinden sıyırarak ayaklarından çıkar (yahut ayaklarım darma dağınık eder). îşte (Allah Teâlânın zikr ettiği) eritme budur. Sonra bu ameliye tekrarlanır (durur).»[846].
Görüldüğü gibi bu hadis terhîb gayesine matuf olarak, ayette zikr olunan eritmenin dehşetim tafsil ye -tavsif etmektedir.
Ebû Saîd el-Hudrî, «Ateş yüzlerine vurub yakacak, =orada onlar, dişleri sıntıb kalacaklardır.» (269) ayeti hakkında Resûlullahm şöyle dediğini bildirir: «Ateş onu büryan eder de, üst dudağı başının ortasına ulaşır, alt dudağı ise sarkar, nerdeyse göbeğine varır».[847]
Ümmü Seleme, kendisi ile Resûlulİah arasında şöyle bir konuşma geçtiğini bildirir.
— Ya Resûlulİah, Allah Teâlâ'mn hûrun. îyn sözü ne demektir, (anjatır nusın?
— Hûr ı beyaz, îyn ceylan gözlü demektir. Onlar, pembe be^az tenlidirler, beyazlıkları nesr (kerkenes) kuşunun kanatlarının beyazlığı gibidir.
— 'Allah Teâlâ'nın «Onlar saklı inciler gibidirler» (el-Vakı'a, 23) kavlini anlatır mısın?
— Onların saffeti, sadeflerin içinde el denmemiş, gün görmemiş incilerinki gibidir.
— «O cennetlerde* iyi ve güzel kadınlar vardır»-sözünü anlatır mısm? Resûlulİah :
— iyi huylu, güzel yüzlü demektir. Ümmü Seleme:
— Allah Teâlâ'nm *Şaklı yumurta gibi bembeyaz eşler* (Es-Saffat, 49) sözünün ne demek olduğunu.anlatır mısın? Resûlulİah:
— Onların tenlerinin nazikliği, yumurtanın kabuğuna bitişik olan zarın inceliği gibidir. Ümmü Seleme;
— Ya Resûlulİah, Allah Teâlâ'nm «Hep yaşıt sevimli kadınlar» sözü ne demektir?.
— Onlar, dünyada ihtiyarlıktan . gözleri sulanıp çapaklanmış, saclarının akı karasına karışmış olarak rüİhları kab, edilen ve fakat Allah Teâlâ'nm ahirette genç, bakire, sevilen, kocasını seven kadınlar halinde yeniden yarattığı etrâben, yani aynı yaşta olan kadınlardır[848].
Bu hadiste cennet nimetlerinin bazılarına ait, tergîb gayesine yönelen birtakım tavsifler yer almaktadır.
Abdullah, b. Mes'ud'dan rivayet edilmiştir: «Allah, kime doğru yolu gösterir, imana muvaffak ederse, onun göğsünü İslama açar...»[849] ayeti nazil olun-pa Resûlullah buyurdu ki: «Nur kalbe girince genişler ve açılır». Sordular: «Bu hâlin (dışarıda) alâmeti var mıdır?» Resûlullah : — «Ebediyyet yurduna yönelmek, aldanma diyarından uzaklaşmak, ölüm gelmeden önce ölüme hazırlanmaktır»[850]. Bu nevin başka misalleri de vardır[851][852].
Meseller Kur'â-n-ı Kerîmde mühim bir yer işgal eder. El-Beyhakî'nüı rivayet ettiği merfû bir hadiste mesellerin, Kur'ânın beş vechinden biri olduğu ve on-lardan ibret alınmasının lüzumu hatırlatılır[853]. Tezkır, teşvik, zecr, ibret, takrir, mânaları akla yaklaştırma, mücerret mânaları hissedilir bir hale getirme, mesellerin faideleri cümlesindendir. Bu gibi hikmetlere binaen Cenâb-ı Hak Kitabında birçok mesel îrâd' etmiş, Kesûlullah (A.S.M.)'m beyanında da mesel önemli bir yer tutmuştur. Şimdi Hz. Peygamber (A.S.M)'in temsil yolu ile bazı ayetleri açıklamasına misaller vereceğiz, .
Cabir b. Abdullah anlatıyor: Bir gün Resûlullah yanımıza gelip şöyle dedi: «Rüyamda gördüm ki Cebrail baş ucumda, Mikâil ayaklarımın yanında durup biri öbürüne diyor ki: «Şu zat hakkında bir mesel irâd et». Bunun üzerine şöyle dedi: «Kulağın işitsin kalbin de iyice anlasın ki, seninle ümmetinin durumu şuna benzer: Bir hükümdar, bir mülk edinir, sonra da orada bir mesken bina ettirir, daha sonra da orada bir ziyafet tertib eder. Müteakiben bir elçi göndererek ahaliyi ziyafete davet eder. Onlardan bir kısmı elçinin davetine icabet, bir kısmı ise onu terkeder. îşte Allah Te-âlâ: o hükümdar, mülk: îslam, mesken cennet ve sen de, ey Muhammed: elçisin. Senin tebliğine kulak veren, İslama girer; İslama giren de cennete girer;, cennete giren de oradaki nimetlerden istifade eder»[854]
Bu mesel ile «Allah selâm evine (cennete) çağırır ve O, kimi dilerse onu doğru yola iletir?» [855]ayeti
açıklanmış olmaktadır.
[856]İbn Mes'ûd dedi ki: Resûlullah eliyle bir çizgi çizdi, sonra: «îşte bu Allahm dosdoğru yoludur.» dedi. Arkasından o çizginin sağından ve solundan birtakım çizgiler daha çizdi ve dedi ki: «Bunlar da dağınık ve aykırı yollardır. Bunlardan hiçbir yol yoktur ki, üzerinde oraya çağıran bir şeytan bulunmasın.» Sonra da şu ayeti okudu: «Şübhesiz ki (emretdiğim) bu (yol) benim dosdoğru yol umdur. O halde ona uyun. (Başka aykırı) yollara tâbi' olmayın. Sonra sizi Onun (Alla-hin) yolundan ayırır...»[857].
Aynı mânayı anlatmak için Resûlullah tarafından îrad olunan bir başka temsil de şöyledir:
Nevvas b. Sem'ân naklediyor: Resûlullah buyurdu M:
«Allah, sırat-ı müstakim hakkında şöyle bir temsil îrad buyurdu: Dosdoğru bir yol ve bu yolun iki tarafında iki duvar, duvarlarda ise açık olan müteaddit kapılar var; kapılar da sarkıtılmış örtülerle örtülmüş. Bu yolun girişinde bir tebliğci bulunup diyor ki: Ey ahali, geliniz ve hepiniz bu doğru yola giriniz, dağıl-mayınız. Aynı .şekilde seslenen bir başka tebliğci de yolun üstünde bulunmaktadır ki, insan o kapılardan herhangi birini açmak ister istemez: «Eyvahl Ne yapıyorsun! Sakin açma, zira açarsan girersin» der.
İşte o doğru yol: îslamdır. (Yolun iki tarafındaki) iki duvar: Allahın hududîarıdır. Yola bakan (açık ve fakat perdeli) kapılar: Allahın haramlarıdır. Yolun başındaki tebliğci: Allahın Kitabı, yolun üstündeki tebliğci ise: Her müslüman kişinin kalbindeki Allahın vaizidir»[858].
îbn Ömer, Hz. Peygamber (A.S.M)'in .şöyle dediğini rivayet etmektedir:
«Sizden önceki ümmetlerin ömür müddetleri ile, sizin ömür müddetinizin durumu, ikindi namazı ile akşam namazı arasındaki müddet gibidir. Sizinle ya-hudi ve hıristiyanların durumu da şuna benzer: Bir zat birtakım işçiler tutar ve onlara der ki: «Kim benim işimde günün yarısına kadar bir kırata çalışmak ister?» Yahudiler kabul edip çalıştılar. Sonra o zat derki : «Kim benim işimde günün ortasından ikindiye kadar çalışmak ister?» Hıristiyanlar kabul edip çalıştılar. İşte şimdi de siz, ikindiden akşama kadar ilci kırata-çalışıyorsunuz. (Durum böyle olunca) onlar (itiraz edip) dediler ki: «Niçin biz daha çok çalıştığımız halde daha az ücret alıyoruz?» O zat cevaben dedi ki:
— «Size zulmedip' hakkınızdan noksan verdim mi?» Onlar: — «Hayır (noksan vermedin) deyince o zat:
— «İşte bu benim lütfumdur ki dilediğime veririm» dedi[859].
Ebû Musa el-Eş'arf nin rivayet ettiği bir başka temsil de şöyledir:
Müslümanlarla, yahudi ve hıristiyanların meseli, şu adamın durumuna benzer ki, o kendisine muayyen bir iş yapmaları için birtakım kimseleri, geceye kadar, belli bir ücret karşılığında işçi olarak tutar. O adamlar gün ortasına kadar çalışırlar sonra derler ki: «Bizim şart koştuğun ücretine ihtiyacımız yok, boşuna çalıştık.» îş sahibi adam onlara: «Böyle yapmayın, işinizin kalan kısmını tamamlayın, ücretinizi tam olarak alın.» dediyse de, onlar kabul etmediler ve işi bıraktılar. Onlardan sonra başkalarını tuttu ve dedi ki: "Günün kalan kısmını tamamlayın, onlara tdaha öncekilere) şart koştuğum ücreti size vereceğim. Onlar da çalıştılar, ikindi vakti girip de ikindi namazını kılınca dediler ki: Çalıştığımız boşuna, bu iş için bize vereceğin ücret de sana olsun.» Bunun üzerine iş sahibi adam: «Kalan işinizi tamamlayın, günün bitmesine çok az bir şey kaldı.» dediyse de imtina ettiler. Müteakiben günün kalan kısmını ikmâl etmek, güneş ba-tıncaya kadar çalışmak üzere başkalarını tuttu. Onlar da her iki takımın yaptığı işi tamamladılar (ücretlerini aldılar), işte müslümanların kabul ettikleri (mazhar oldukları) nur yüzünden durumları, bu temsildeki gibidir[860].
Bu temsillerle Hz. Peygamber (A.S.M.) şu ayeti açıklamış olmaktadır -.
«Ehli Kitap bilsinler ki, Allanın mülkünden hiçbir şey üzerinde mülkiyet ve tasarrufları yoktur ve lütuf Allahın elindedir, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.»[861].
Bundan bir önceki ayet de, Ehl-i Kitabı son peygambere îman etmeye çağırmakta, böyle yaptıkları takdirde, Allanın rahmetinden iki kat nasibe mazhar olacaklarını bildirmektedir. Resûlullah (A.S.M.) îrad ettiği temsil ile, onların bu kabîl davetlere kulak vermediklerini de anlatmak istemiştir. Keza bu ümmetin Allahın fazl ve keremiyle, kolay ve müsamahakâr bir şeriata tabi olmalarından dolayı, az amel ile çok mükâfata nail olacaklarını açıklamıştır[862]. Peygamberimizin ayetleri temsillerle açıklamasının başka misalleri de vardır.[863] [864]
Kur'ân-ı Kerîmde netice ve hülasası, hüküm halinde bildirilen bazı hakikatlerin, akıllara ve kalble-re adamakıllı nakş edilmesi gayesiyle, o hakikatlerle alakalı olarak cereyan edecek hadiseler, Resûhıllah (A.S.M.) tarafından tasvir edilir, onlara dair teferruat verilir. Tasvirler çok canlıdır, hareketle doludur. Öyleki bunları dinleyen, âdeta anlatılan hadiseleri görüp yaşadığını zanneder. Bu kabil tasvirler çoktur ve Kur'ân tefsiri bakımından ehemmiyetlidir. Bir çok ayetlerin tefsirini layıkıyla anlamak bunlar sayesinde mümkün olur.
Ebû Said el-Hudrî diyor ki: Resûlullah şöyle buyurdu[865]:
«Kıyamet günü (cennet ehli, cennete; cehennemlikler de cehenneme ayrıldıkdan sonra) ölüm, aklı karalı alaca bir koyun suretinde olarak getirilir. (Ebû Kureyb şunu ziyade etti: Cennet ile cehennem arasında durdurulur) «Müteakiben: Ey cennet ahalîsi! Sizler bunu tanıyor musunuz? denilir. Cennetlikler hemen boyunlarını uzadıp başlarını ona doğru kaldırırlar ve ona (o koyuna) bakarlar. Ve cennet ahâlisi: Evet, tanıyoruz, bu ölümdür derler. Sonra: Ey cehennem ahâlisi! Sizler bunu tanıyor musunuz? diye sorulur. Onlar da başlarını kaldırarak bakarlar ve: Evet .tanıyoruz, bu ölümdür derler. Bunu ta'kîben koyun suretindeki ölümün (cennetle cehennem arasında) kesilmesi emrolunur ve derhal boğazlanır. Bundan sonra : Ey cennet halkı! Cennetde ebedî yaşıyacaksmız, artık ölüm yoktur. Ve ey cehennem halkı! Sizler de kararagâhmızda ebedîsiniz, artık ölüm yokdur denilir». Bundan sonra Resûlullah şu ayeti okudu: «Sen onları ilâhî emrin yerini bulduğu vakit ile, hasret (ve nedamet) günü ile korkut. Onlar hâlâ gaflet içindedirler, onlar hâlâ iymân etmiyorlar...»[866]. Resûlullah (A. S.M.) bu ayeti okurken. eliyle dünyaya işaret etmiş-dir[867].
Böylece, bu âyette bildirilen «ilahî enirin yerini bulacağı büyük nedamet günü», nisbî mücerretliğinden çıkarılarak müşahhaslaştmlmakta ve muhatapların muhayyilelerinde her zaman asılı duran canlı bir tablo haline getirilmek suretiyle, kolay kolay unutulama-yacak bir muhteva içine yerleştirilmektedir. Resûlullah (A.S.M.)'ın eliyle işaretinden de, ayette işaret olunan gaflet diyarının, dünya olduğu anlaşılmaktadır.
Safvân b. Mihrez şöyle dedi: Kâbede Abdullah b. Ömer ile beraberdik. O tavaf ederken, bir adam yanına gelerek: «Ey îbn Ömer, Resûlullah'm necva hakkında ne söylediğini işittin?» diye sordu. O dedi ki: Resûlullahın şöyle dediğini işittim:
«Kıyamet gününde mü'min "Rabbine yaklaşır. Hatta Allah onun üzerine şefekat kanadını koyar da (gizlice) ona bütün günâhlarını takrir edip söyler. Rabbi kuluna: Sen şu günâhı tanıyor musun? der. Kul; Tanıyorum, yâ Rabbi! diye cevap verir. Bu iki defa tekrarlanır. Bu sıkıntılı hâl Allahın dilediği bir hadde ulaştıktan sonra, Cenâb-ı Hak buyurur ki: (Ey kulum!) Ben senin aleyhindeki bu günâhları dünyada iken halkdan gizledim. Bu gün de senin lehine bunları mağfiret ediyorum. Arkasından ona hasenatının sa-hifesi (veya kitabı) sağ eline verilir. Kâfirlere ve münafıklara gelince, onlar birçok şahidin gözleri önünde «îşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir. Haberiniz olsun ki Allanın la'neti zalimlerin tepesinde-dir.» diye nida olunup ilan edilirler.»[868].
Hz. Peygamber bu hadîsiyle, bir sahnesi şu ayette bildirilen bir hadiseyi tasvir etmiştir: «... Onlar Rab-lerine arzedilecekler,- şahidler de «İşte bunlar Rableri-ne karşı yalan söyleyenlerdir» diyecek. Haberiniz olsun ki Allanın la'neti zalimlerin tepesindedir.»[869]
Ebû Hureyre'den rivayete göre Resûlullah (A.S. M.) şöyle, buyurdu:
«Ölünün yanına melekler gelirler. Eğer iyi bir kimse ise derler ki: «,Çık, ey temiz bedendeki temiz.ruh! Ögülmüş, beğenilmiş olarak çık! Rahatlık ve hoşluk,.' etmeyecek olan Rabbine kavuşmak müjdesiyle
sevin!> Bunu söyleyip sonra onu göğe doğru yükseltirler." Göğe çıkınca, öriun için kapının açılmasını isterler. — «Kimdir o?» diye sorulur. Getiren melekler: — «Falancadır» diye cevap verirler. Semadakiler de : «Temiz bedende olan temiz ruh, merhaba! Öğülmüş ve beğenilmiş olarak gir! Rahatlık ve hoşlukla, gazab etmeyecek olan Rabbine kavuşmak müjdesiyle sevin!» Allah Teâlanın olduğu semaya yükselinceye kadar, bu söz. kendisine tekrarlanır.
Fakat ölen kötü bir kimse ise, melek ona der ki : «Çık, ey kötü bedendeki kötü ruhi Kınanmış olarak çık! «Kaynar su ve irine ve bunlara benzer daha başka »azaplara» (Sad, 58) kavuşmakla sevin!» Böyle demeleri üzerine ruh çıkar, sonra göğe yükseltilip kapının açılması istenir. — «Kimdir o?» diye sorulur. — «Falancadır» diye cevap verilir. Semadakiler: — «Merhaba olmasın sana ey kötü bedendeki kötü ruh! Kınanmış olarak dön! Zira gök "kapıları sana açdmayacaktır» derler. Bunun üzerine gökle yer arasında salıverilir», nihayet kabre düşer»[870] ElBerâ diyor ki -. Resûlullah, kâfirin ruhunun kab-.zedilip göğe yükseltilişini anlatırken buyurdu ki:
Onu çıkarırken, uğradıkları her melaike meclisinde şöyle derler: «Bu kötü ruh nedir?» Dünyada iken4-kendisine takılan en kötü lakabı söyleyerek: — «Falancadır» derler. Nihayet onu göğe çıkarıp kapısının açılmasını isterler. Fakat gök kapılan onlara açılmaz.» .Sonra da Resûlullah şu ayeti okudu :
«Bizim ayetlerimizi yalanlayan ve onlara inanmaya tenezzül etmeyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve deve iğne deliğinden geçmedikçe onlar cennete giremeyeceklerdir! İşte suçluları böyle cezalandırırız» (A'râf, 40).[871]
Bu son hadisten de açıkça anlaşıldığı üzere Hz. Peygamber (A.S.M.), tasvirli izahının sonunda okuduğu ayeti, müşahhas bir tafsilatla tefsir etmektedir.
Zikr ettiğimiz misallerden anlaşılacağı üzere, Kur-ânda mücmel olan bazı ayetler, Resûlullah (A.S.M.) tarafından yapılan bu kabil tasvirlerle beyan edilmekte, onlardan muradın ne olduğu bildirilmektedir. Böyle tasvirlere çokça rastlanmaktadır.[872] [873]
Bazı hallerde Hz. Peygamber (A.S.M.), söylediği herhangi bir söze yahut belirttiği bir hükme, bir ayetle istidlal ettiğini tasrih ederdi. Bu tasrih ekseriyetle ilgili ayeti hadisin sonunda okuması tarzında olur. Bazan ayetin nüzulünü müteakip, ondan çıkardığı neticeyi bildirir, yahut bir hadîs îrad ettikten sonra çünkü Allah şöyle buyuruyor...» şeklinde belirtir, Bazan ayeti herhangi bir şekilde aynen zikr etmez, fakat onun mânasını ifade ettikten sonra, bu mânaya dayanarak bir netice çıkarır. Bu kabü istidlâlleriyle umumi bir kaide ortaya koyar, ayetteki ince bir nükteyi biidirir veyahut ciddî bir tefekkür neticesinde malûm olacak bir hususa dikkati çekerdi. Böylece söz. konusu ayetin ihtiva ettiği birtakım mânaları beyan etmiş olurdu.
I Misâl:
Resûlullah (A.S.M.) : «Dua ibadetin ta kendisidir[874] dedikten sonra «Rabbiniz (şöyle) buyurdu» *Bana dua edin. Size icabet edeyim. Çünkü bana ibâdetden büyüklük tastaytib uzaklaşanllar hor ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir.»[875] ayetini okumakla, mezkûr hükmü bu ayetten çıkardığını belirtmektedir. Çünkü önce tahsisen dua emre dilmekte, sonra da erar olunan ibadetten tekebbür edenlerin duçar olacakları azab bildirilmektedir. Bundan duanın ibadetin özü olduğu anlaşılmaktadır.
II. Misal:
«Bir kimsenin mescide devam itiyadında bulunduğunu gördünüz mü onun îmanına şahid olun. Çünkü 'Allah buyurmuştur ki[876] ; «Allahm mescldlerini ancak Allah a ve ahiret gününe îman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, ve Allahdan başkasından korkmayan kimseler İ'mareder (şenlendirir). îşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır».[877]
Nasr sûresinin indirilmesinden Hz. Peygamber (A1.. S.MJ ecelinin yaklaştığını çıkarmıştı. Zira fethin müyesser olmasından ve dinin kemale ermesinden risa-let vazifesinin tamamlandığı anlaşıldığı gibi, istiğfarın emrolunmasından da ahirete irtihalinin yaklaştığı çıkarılırdı. Nitekim nüfuz-u nazar sahibi bir kısım sahabe de bunu sezmişlerdi. Besûlullah (A.S.M.)’ın mezkûr hadisinde ise bu netice şöyle tasrih ediliyor:
«Sanki bu sene (yani bu sûrede bildirilenlerin tahakkuk ettiği sene) vefat edeceğime dair bana haber veriliyor»[878]
«Hiçbir nefs zulm ile Öldürülmez ki onun kanıtmn günâhından Âdem (atanın) birinci oğlu (Kabil nisabına) muhakkak bir pay ayrılmış olmasın. Çünkü Âdem'in o oğlu, öldürme cinayetini âdet edenlerin birincisi olmuşdu».[879]
Bu kaide şu ayetten çıkarıldığı intibaını vermekte ve ayeti açıklamaktadır: «... Kim bir canı, bir can mukabilinde veya yer yüzünde bir fesad çıkarmak-dan dolayı olmayarak — öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu kurtarırsa bütün insanları diriltmiş gibi olur...».[880]
«Çünkü bigayri haklan birini kati eden. katil, umu-miyyet. üzere hakkı hayatı tanımamış, kanların hürmetini, nefislerin ismetini hetketmiş, katli nefse yol açmış, sairlerine de cür'et vermiş olur (...) Ma'lumdur ki herhangi bir teşbih, müşebbeh ile müşebbehünbi-hizı her cihette ve cemi'i ahkâmda müsavi olmalarını iktiza etmez. Binaenaleyh bundan umuma müteallik olan katil veya ihyanın bir kişiye müteallik katl-ü ihyadan hiç bir veçhile farkı yoktur demek anlaşılmamalıdır...».[881]
İşte Resûlullah (A.S.M.) bir taraftan ayetten böyle bir hüküm çıkarırken, diğer taraftan ayetin zahiri üzere anlaşılmamasını temin etmek'gayesiyle, bahis Jkonusu mes'uliyetin «bir pay ayrılmak» şeklinde olacağını bildirmektedir.
Resûlullah (A.S.M.) şöyle buyurdu: «Herkim iyi bir âdet koyar da ona uyulursa, o kimseye kendi se-vabiyle beraber, kendisine tabi olanların da sevabının bir misli verilir; onların ecirlerinden de hiçbir şey nok-sanlaştırılmaz. Herkim de kötü bir âdet çıkarır da ona uyulursa, kendi günahıyla beraber kendisine tabi olanların da günahının bir mislini yüklenir; onların günahlarından da hiçbir şey noksanlaştınlmaz.»[882] hadisi de bu kabildendir. «Çünkü onlar kıyamet gününde kendilerinin günâh yüklerini kamilen taşıdık-dan başka sapdırdıklan bilgisiz kimselerin veballerinden bir kjsmım da yükleneceklerdir...»[883] ayeti de mezkûr hadisi te'yid etmektedir.
îbn Abbas'tan rivayete göre Resûlullah dedi ki:[884]
«İşitmek, gözle görmek gibi değildir; Allah, buzağı mevzuunda kavminin ne yaptığını Musa'ya bildirdiğinde elindeki levhaları bırakmamıştı, vakta ki ne yaptıklarını gözleriyle gördü, o zaman levhaları bıraktı.» Hz. Mûsâ Tûr'da iken Cenâb-ı Hak ona «Biz senden sonra kavmini imtihana çekdik. Sainiriy onları sapûırdı.»[885] diye onların yaptıklarını bildirmişti. Bunun üzerine «Mûsâ, kavmine öfkeli, kederli döndüğü zaman dedi ki: «Size bırakdiğım şu makamımda arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Kabbinizin emrini (beklemeyib) acele etdiniz ha!» (Tevrat) levhaları (nı) bırakıverib kardeşinin başından tutdu, onu kendine doğru çekiyordu...”[886]
Görüldüğü gibi Resûîullah (A.S.M.) : «îşitmek, gözle görmek gibi değildir» kanaatine, mezkûr Kurr’ân metni Ue istidlal ettiğini açıkça bildirmektedir». Onun bu kabil istidlallerinin, başka misalleri de vardır.[887] [888]
ResûluIIah (A.S.M.) muhataplarının aklî seviyelerine göre, onların anlayacakları şekilde konuşurdu. Beyanlarında karşısındakinin haleti rûhiyesini nazan itibara alır, irşadın gerektirdiği en uygun tavır ve ifadeyi kullanırdı. Mücerret hakikatleri müşahhas hâle getirir, gaybî ve uhrevî hadise, nimet, azab vb. hususları, insanlara alışıp gördükleri, me'lûflan. olan durumlarla fehme yaklaştırmaya çalışırdı. Çünkü risaletin hedefi, her seviyeden fertleri ihtiva eden umum beşeriyeti irşad etmektir, sadece muayyen ve yüksek bir kültür seviyesine hitab etmek değildir. Binaenaleyh Peygamber (A.S.M.)'in açıklamalarında, bu esasî noktayı gözden uzak tutmamak gerektir.
I. Misâl:
Cennet hakkında bilgi edinmek isteyen bir bedevi ile Resûîullah (A.S.M.) arasında şöyle bir muhavere geçtiği rivayet olunmaktadır: Bedevi:
— Orada meyve bulunur mu?
— Evet, bulunur. Orada Tuba denilen bir ağaç da vardır.
— Dünyamızdaki hangi ağaca benzer?
— Senin arzmdaki ağaçlardan hiç birine benzemez. Sonra Hz. Peygamber dedi İti: Şam'a gittin mi?
— Hayır. Peygamber:
— Şam'da cavza (ceviz veya bir nevi üzüm) denilen bir ağaca benzer ki, bir gövde üzerinde yükselir, üst kısmı ise alabildiğine yayılır.
— Kökünün (kaidesinin) genişliği ne kadardır?
— Senin henüz büyümüş genç deven yola düşse, ihtiyarlığından boyun kemiği kınhncaya kadar (do-lansa yine de) onun kaidesini ihata edemezdi.
— Onda üzüm olur mu?
— Evet.
— Salkımının büyüklüğü ne kadardır?
— Yorulmak bilmez alaca, karganın gidişiyle bir aylık mesafe kadardır.
— Tanesinin büyüklüğü ne kadardır?
— Baban, sürüsünden hiç büyükçe bir teke kesmiş midir?
— Evet.
— Peki, derisini yüzüp de anana vererek; «Al da bunu bize kova yapıver.» demiş midir?
— Evet. Sonra bedevi dedi ki:
— Şu halde o cennet beni de ailemi de doyurur. Resûlullah -.
— Evet, aşiretini-de (doyurur)! dedi,[889]
Bu muhavere, Kur'âıım «(hiçbir zaman) kesil(ib tükenmeyen, yasak da edilmeyen birçok (cinsdeî meyve der) arasında»[890] ayetlerinin, bir arap bedevisine Resûlullah (A.S.M.) tarafından, onun alışkın olduğu şeylerle izahını ortaya koymaktadır.
II. Misâl:
Hz. Peygamber «Ey, insanlar! Rabbinîzden korkun* çünkü kıyamet saatinin zelzelesi cidden korkunç bir şeydir. Onu gördüğünüz gün, her emziren kadın emzirdiğinden geçer, her gebe yükünü bırakır? insanları sarhoş görürsün, oysa sarhoş değillerdir, ama Allahin azabı şiddetlidir.»[891] ayetindeki günün,[892] kıyamette bin kişiden dokuz yüz doksan dokuzunun cehenneme gönderileceği gün olduğunu bildirince, bu muhataplara çok ağır geldi.[893] Müteakiben «Ya Resülullah, bu (binde bir) kişi hangimizdir?» diye sordular. (et-Tirmizî, et-Taberî vs.'nin İmrân b. Hu-sayn'den rivayetlerinde:[894] «Oradakiler öylesine umutsuzluğa kapıldılar kî, gülümseme alameti olarak hiçbir diş görünmez oldu. Resülullah ashabının, içine düştüğü hali görünce:) *Size müjdeler olsun! 'Muhakkak gizden bir kişiye mukabil Ye'cûc ve Me'cüc'den bin kişi (cehenneme gönderilecektir) diye cevap verdi. Görülüyor ki Resülullah (A.S.M.) terhîb gayesiy-Je anlattığı vaziyetin muhatapları üzerinde, onları ye'-se düşürecek derecede, fazlasiyle tesir ettiğini müşahede edince, derhal ümidlendirme cihetini de göstermiştir. Kur'ânda da tergîb ve ümitlendirineye, terhîb ve endişelendirme mukarin olur.[895] Böylece îslam-da matlub olan, kulun korku ile ümid arasında bulunması temin edilir.
III. Misâl:
Sür'un ne olduğunu soran bîr bedeviye *Sûr, içine üflenen bir boynuzdur.» demiştir.[896] Fakat sayhasiyle bütün canlıları düşürüp öldürecek olan sûrun, sadece basit bir boynuz zannedilmesi düşüncesini izale etmek için bir başka zaman demişti ki:
«Bütün Mina ahalisi toplansa bu boynuzu kaldıramazlar.».[897] Maksad sûrun azametini anlatmaktır, yoksa onun hakikatini ve mahiyetini bildirmek değildir. Böyle teşbihler olmasa, birçok insan bir boynuzun, ayetlerde bildirilen[898] neticeyi temin edeceğini düşünmeye yol bulamaz. Bu kabil mikyaslar, uhrevî mevzularda birer tefekkür mirsadı olmaktadır.
IV. Misâl:
*Seni dilediği herhangi bir sûretde terkîb edendir.» (înfitar, 8) ayetinin tefsirinde et-Taberî şu haberi nakl etmektedir:
Ebû Rebâh el-Lahmi'den rivayete göre, Hz. Peygamber ona: — *Ne evladın oldu?» diye sormuş, oda: — «Ya Resûlullah! Ne evladım olabilir; ya oğlan ya kız» demişti. Resûlullah yine sordu: — *Kime benziyor?* O cevaben: — «Yâ Resûlellah! kime benzeyebilir,' ya babasına ya anasına» dedi. O vakit Peygamber şöyle buyurdu -. — «Öyle deme, nutfe rahimde istikrar edince Allah Teâlâ onunla Âdem arasındaki her nesebi ihzar eder, Allahın Kitabında şu ayeti okumadın mı? : «Seni dilediği herhangi bir sûretde terkîb edendir O.» Terkîb etti: «sülük ettirdi, o surete koydu» demektir.».[899]
îbn Kesîr bu haberi et-Taberf'den nakl ve ayrıca İbn Ebî Hatim ile et-Taberânî'ye de nisbet ettikten sonra, her üçünün de isnadında bulunan Mutahhar b. el-Heysem'in «metrûku'l-hadis» sayılması sebebiyle, isnadının sabit olmadığını söyler ve devamla der ki: Fakat Sahihân'da Ebû Hüreyre'den şu hadis rivayet olunmuştur:
Ebû Hüreyre, bir adamla Resûlullah (A.S.M) arasında geçen şöyle bir muhavereyi nakl eder; Adam (şüphe ve telaşla) sorar.-
— Ya Resûlellah! Karım siyah bir oğlan doğurdu!
— «Senin develerin var mı?» —Evet, var.
— «O develerin renkleri nasıldır?»
— Kırmızıdır.
— «Bunların içinde beyazı siyaha çalar boz deve var mıdır?»
— Evet, develerim içinde boz renkli deve vardır.
— «Peki, o boz renk develer nereden geldi?»
— Soyunun bir damarına çekmiş olması gerek. —• «îşte oğlun da, eski bir soy köküne çekmiş olabilir.».[900]
Buradan anlaşıldığına göre; «bir nutfe Âdem'den beri atalarından intikal edegelen neseblerin hususiy-yetlerinin her birini ihtiva edebilir ... tabi'î ve irsî demek olan bu atavizm hususunda dahi faili mü'essir, tabiat değil, Allah Teâlâ'nm meşiyyetidir. Çünkü ana. baba gibi yakın ataların hususiyyetlerine tâ Âdem'e kadar varan uzak atalardan birinin hususiyyeti galebe ettirilmesi, o muhtelif tabi'atler ve suretler üzerinde Allah Teâlâ'nm meşiyyet ve irâdesi hâkim olduğunu gösterir. Demek ki iyi veya kötü olarak tabi'î ve irsi kıymetler yok değildir. Onlar da mülâhaza olunmalıdır. Lâkin hüküm onlarda değil mücerred Allah Teâ-lâ'mn meşiyyetinde olduğu bilinmeli ve ona yükselmeğe çalışmalıdır.».[901]
Resûlullah (A.S.M.) ayetin ihtiva ettiği bu sırrı, istimal ettiği bu hadiseye tatbik etmiş, bunu muhatabının seviyesine göre ve me'lûfu olan vaziyetlere nazarı dikkatini çekerek açıklamıştır. [902]
Beşeriyet için hidayet kaynağı olan ilâhî Kitabı, insanlara elleriyle tutacakları kâğıtlar halinde gökten indirmeyip, vahiy yolu ile göndermeyi dileyen hikmet, vahye mazhar olan zata, onu sadece tebliğ değil, aynı zamanda tebyin etme vazifesini de vermiştir. Açıklama ihtiyacı, en azından eğitim ve öğretim hayatının, kitaplar kadar, öğreticilere de olan ihtiyacı derecesindedir.
Her bakımdan seviyeleri ne olursa olsun, Kur’ânın ilk muhataplarının, ileri gelenleri bile, Kur'ânla amel etmek ve onu iyice anlamak hususunda Peygamber (A.S.M.)'in tefsirlerine ihtiyaç duyuyorlardı. Hz. Peygamber (A.S.M.) çeşitli seviye farklılıkları gösteren muhataplarına Kur'ânı açıklama durumunda idi. Açıklaması bizzat veya bilvasıta olurdu. Onun öğretmesi programlı bir takrir tarzında değildi. Açıklanmaya kat'î olarak muhtaç olan, bilhassa amelî ahkâma dair ayetleri, sözleri ve fiilleriyle kendiliğinden beyan ettiği gibi; sorulma, müşlümanların anlayış ve davranışlarını değerlendirme, herhangi'bir vesile ile ayeti okuma vb. neticesinde de açıklardı.
Sual, onun tefsirinin mühim kaynaklarından biridir. Hüsnüniyete mukarin olmayan ve neticesinde kayda değer bir faide terettüp etmeyen yersiz suallerden memnun kalmasa da, yöneltilen sualleri ekseriya cevaplandırdığını görüyoruz. Binaenaleyh sormayı nehy eden bazı naslarm zahirine bakarak, bunların mutlak bir nehiy ifade ettiği sanılmamalıdır. Peygamberimiz .irtihal edinceye kadar sahabenin kendisine sadece on iki veya on üç meseleyi sormuş oldukları hakkında İbn Abbas'a nisbet edilen hükmün te'vile muhtaç olduğu kanaatindeyiz. Zira suallerin bu miktardan çok fazla olduğunu ve cevapsız kalmadığını tesbit etmiş bulunuyoruz.
Hz. Peygamber (A.S.M.)'in açıklaması umumu tahsis, mücmeli beyan, mübhemi tayin, müşkili tavizin etmek, kelimelerin lûgavî delâletlerinin genişliği-jü göstermek suretiyle islâmî mânalarını bildirmek, maksûdun tayini için bazı lûgavî izahlarda bulum m ak, «yet metnine kısa açıklayıcı ilaveler yapmak suretlerinde olurdu. İnsanları irşad, terğîb ve terhîb gayesiyle ahlâkî, gaybî ve uhrevî hayata ait birçok ayetleri de tefsir etmiştir. Temsil yolunu kullanarak ve Kur’ânda mücmel bırakılmış kıssalar hakkında tafsilat vererek açıkladığına da çokça rastlanır. Resûlullah (A. ~ S.M.)'ın tefsirlerinin hiç denecek kadar az değil, azım-«anmayacak kadar çok olduğunu görmüş bulunuyoruz. Bununla beraber Kur'ânm hemen hemen tamamı-th tefsir ettiği iddiasını kabule yanaşmıyoruz.
Her nevi tezahüründe Resûlullah (A.S.M.)'m tefsirinin gayesi, sadece ayetlerin maksadının anlaşılma-sıdır. Nitekim sahabenin de Kur'ânı okumak ve anlatmaktan gayesi, onun tatbik edilmesidir. Ameli bir hüküm ifade etmeyen hususlarda onlar tekellüf gösterip lüzumsuz derinleşmekten uzak duruyor, umumiyetle siyaktan anladıkları icmali mâna İle iktifa ediyorlardı. Bundan dolayı, daha sonraki şartların ortaya çıkardığı, Kur'ânla ilgili kesif ilmî faaliyetin benzerim, Hz. Peygamber (A.S.M.) 'in tefsirinde aramak boşunadır. Ve unutulmamalıdır ki, o zamana ait tefsir hususiyetlerini, bazan sonraki ıstılahlarla ifade etmemiz, bizim anlayışımıza göredir.
Hz. Peygamber (A.S.M.)'in beyanlarının kaynağı, nazarî olarak bazı farklı görüşlerle izah edilmiş ise de, netice itibariyle ehl-i sünnet tarafından kendisine nisbeti sahih olan beyanların mutlaka nazar-ı itibara alınması gereken bağlayıcı vasfı haiz olduğu kabul edilmiştir. Kur'âm tefsir eden her şahsın bunları bilmesi şart koşulmuştur. Çünkü Hz. Peygamber CA.S. M.)'in hadislerine müracaat edilmeden, Kur'âm, Alla-hm maksadına uygun bir tarzda anlamanın imkânsız olduğu, şüpheye yer kalmayacak şekilde sabittir. Fakat yine sabittir ki muhit bir ilimden gelen Allah kelâmı, kıyamete kadar gelecek bütün insanlığın irşadına ve manevî ihtiyacına, fazlasiyle kâfi gelecek mucizevî bir zenginliğe-ve câmiiyyete sahiptir.
Allanın tekvin sıfatından gelen kâinatın, devamlı yenilenme içindeki akışını, birtakım değişmez esaslar ayakta tuttuğu gibi; onun kelâm sıfatından gelen Tenzilinin, sadece esas maksadlan Hz. Peygamber tarafından kat'î olarak açıklanmış; zamana, istidada, himmet ve teveccühe onda yeni yeni vecihler bulma hakkı tanınmıştır. Bu, Peygamber (A.S.M.) 'imiz tarafından da ifade olunmuştur : «Âlimler ondan doymaz, çok tekrarlanmakla eskimez, bedî mânaları tükenmez.» [903]
Abd b^Humeyd b. Nasr el-Keşşî (Ö. 249/865), el-Musned (Yazma), Süleymaniye (Ayasofya) Ktp. No. 894.
Abdurrezzâk b. Hemmâm (Ö. 211/826), Tefsîru Abdirrezzâk (Yazma), Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Ktp. İsmail Saib Sencer Koleksiyonu, No. 4216.
Alâ'uddin Alî el-Muttakî b. Husâmiddîn el-Hindî (Ö. 975/1567), -Kenzu'I-Ümmâl fi Sunenil-Akvâli ve'I-Efâl, Haydarâbâd, 1950/1369.
Ebû Dâvûd, Süleyman b. el-Eş'as eş-Sicistânî (Ö. 275/88), -Su-nenu Ebî Dâvûd), el-Kâhire, 1369/1950.
Ebû Ya'Iâ el-Mevsili, -El-Musned (Yazma), Süleymaniye (Fatih)-Ktp. No. 1149.
Ahmed Emin, -Fecru'l-tslâm, el-Kâhire, 1965.
Ahmed Abdurrahmân el-Bennâ, -El-Fethu'r-Rabbânî 11 Tertibi Musnedi Âhmed b. Hanbeî (el-Fethu'r-Rabbânî), Mısır, 1372.
Asım Efendi, Ebû'l-Kemâl Ahraed, -El-XJkyânûsu'l-Basît fî Terce-meti'l-Kâmûsi'l-Muhît (Kamus Tercümesi), İstanbul, 1250.
El-Beyzâvî, el-Kadî Nâsıruddîn (Ö. 685/1286), - Envâru'tTenzü ve-Esrâru't-Te'vİl, el-Kâhire, 1311 (El-Hatİbu'ş-Şirbînî'nin es-Sirâ-cu'1-Munîr'i'nin hamişinde).
El-Bezzâr, Ebû Bekr Ahmed b. Amr (Ö. 292/905), -El-Musned (Yazma), c. VI, Köprülü Ktp. No. 426.
-El-Musned (Yazma), Murat Molla Ktp. No. 578 (Mutlak olarak zikredüirse maksad Köprülü nüshası, (Murat Molla) denildiğinde de maksad bu nüshadır).
Bilmen, Ömer Nasûhî, -Hukuki tslâmiyye ve îstilahatı Fıkhiyye-Kamusu, c. I, İstanbul, 1967.
El-Buhârî, Muhammed b. İsmâ'il (Ö. 256/870), -El-Câmi'u's-Sa-hlh (el-Buhârî), İstanbul, 1315.
Eülûgu'l-Emânî min esrâri'l-Fethl'r-Rabbânî (el-Fethu'r-Rabbânî ile bir arada), -Bakınız : Ahmed Abdurrahmân el-Bennâ.
EI-Burhân, -Bakınız: Ez-Zerkeşt.
Câmi'a Beyânİ'l-llm, -Bakınız: îbn Abdilberr.
Cerrahoğlu, İsmail, -Kur'ân' Tef şirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Âmiller, Ankara, 1968. -Tefsir Usûlü, Ankara. 1971.
Çantay, Hasan Basrî, -Kur'ân-ı Hakîm ve MeâM Kerîm (üçüncü baskı), İstanbul, 1377/1958. (Ayet meallerinin ekserisi bu eserden alınmıştır).
Ed-Dftriml,. Ebû Muhammed (Ö. 255/869), -Musnedu'd-Dârimî (Yazma), Bayezit Umûmî (Veliyyüddin Ei.) Ktp. No. 824. -es-Sunen, el-Kâhire, 1386/1966.
Ed-Durru'1-Mensûr, -Bakmız : Es-Suyûtî.
El-Fethu'r-Rabbânî, Bakınız : Ahmed Abdurrahmân el-Bennâ.
El-Gazzâlî, Ebû Hâmid Muhammed (Ö. 505/İ111), -îhyâ'u Ulû-mî'd-Dîn, c. I, el-Kâhire, 1306.
Goldziher, I., Mezahibu't-Tefsîri'l-lslâmî (Arapçaya çeviren Ab-du'I-Halîm en-Neccâr), el-Kâhire, 1374/1955 (Mezâhibu't-Tef-sîr).
El-Hâkim, Ebû Abdirrahmân Abdullah en-Neysâbûrl (Ö. 405/1014-15), -El-MustedTek alâ's-Sâhîheyn, Haydarabâd, 1342). (ez-Ze-hebî'nin Telhîsu'l-Mustedrek adlı eseri ile bir arada).
Hemmâm îbn Munebbih'in Sahîfesi (ö. 101/718), Nşr. Muhammed Hamidullah, Trc. Talât Koçyiğit, Ankara, 1967.
El-Humeydî, Ebû Bekr Abdullah b. ez-Zubeyr (Ö. 219/834), -El-Musned, Nşr. Habİbu'r-Rahmân eî-A'zami, Haydarâbâd, 1963/ 1382.
îbn Abdilberr en-Nemerî, Ebû Amr Yûsuf (Ö. 463/1070-71), -Ca-mi"u Beyâni'I-îlm ve Fadlih, Nşr. Abdurrahmân Muhammed Usmân, el-MedSnetu'I-Munevvere, 1388/1968.
îbn Ebî Hatim er-Râzî, Ebû Muhammed Abdurrahmân (Ö. 327/ . 939), -Tefsîr (Yazma), Süleymaniye (Ayasofya) Ktp. No. 175. (Âli îmrân başından en-Nisâ sûresinin âhirine kadar, eksik tefsir. Hamişinde Îbnu'l-Mımzir Tefsirinden geniş ölçüde iktibaslar vardır).
İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr Abdullah (Ö. 235/849), -El-Musannaf (Yazma), Köprülü Ktp. No. 438.
İbmTI-Esîr, Mecduddîn Ebû's-Sa'âdât Muhammed, Cami'u'I-Usûl fi Ehâdîsi'r-Resûl (Yazma), Köprülü,Ktp. No. 276 (v. 51-79).
İbn Atiyye, Ebû Muhammed Abdu'1-Hakk îbn Ebî Bekr (Ö. 542/ 1147), -EI-Muharreru'1-Vecîz fi Tefsîri Kelâmi'1-Azîz, (Yazma),
c. I, Bayeztt Umumi (Veliyüddin Ef.), No. 95. ttan Hacerel-Askalân! (Ö. 852/1449), -Fethu'1-Bârt bi Şerhi Sa- hîhi'l-Buhârİ, el-Kâhire, 1378/1959. îbn Huzeyme, Muhammed b. tshâk b. Kuzeyme en-Neysâbûrî (ö.
311/923), -Es-Sahîh (Yazma), Topkapı Sarayı (III. Ahmed)
Ktp. No. A. 348. îbn Kesir, Ebû'1-Pldâ İm&duddîn tsmâ'îl (Ö. 774/1373), -Tefsîru'I-
Kur'âni'1-Azîm (îbn Kesîr), Beyrut, 1385/1966. îbn KuJSeybe, Ebû Muhammed b. Müslim (Ö. 276/889), -Te'vîlu Muhtelifi'l-Hadîs, Nşr. Muhammed Zuhrî en-Neccâr, el-Kâhire 1966/1386.
îbn Mâce, Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî (Ö. 275/886), -Sunenul-Mustafâ, Mısır, 1372/1952. İbnul-Munzlr, Muhammed b. îbrâhlm Ebû Bekr en-Neysâbûrî (Ö. 319/931), Tefsir, -Bakınız : Îbn Ebî Hatim. Îbnu'n-Nedîm, Ebû'l-Ferec Muhammed b. îshâk (Ö. 385/995), -Kitâbu'l-Pihrist, Nşr. Rızâ Teceddud, Tahran, 1391 H. 1350 HŞ./
Îbn Teymiyye, Takİyyuddîn Ebû'l-Abbâs Ahmed (Ö. 728/1328), -Mufcacfcüme fi Usûli't>Tefs!r, Dimaşk, 1936/1355,
-Tefsîru Sûretl'l-îhlâs, Mısır, tarihsiz. El-İtkân, - Bakınız :' Es-Suyûtî.
Kasım el-Kaysî, Târîhu't-Tefsîr, Bağdâd, 1385/1966. El-Kâsımî, Muhammed Cemâluddîn (1332/1914), Tefsİra'l-Kâsımî (el-musammâ:) -Mehâsinu't-Te'yîl, Nşr. Muhammed Fu'âd Abdulbâkî, (el-Kâhire), 1376/1957.
Kur'ân Tefsirinin Doğuşu, -Bakınız : Cerahoğlu, İsmail. Eî-Kurtubî, EbÛ Abdillâh Muhammed b. Ahmed (Ö. 671-/1273),
-El-Câmi li Ahkârai'l-Kur'ân, Dâru'ş-Şatı, Mısır, tarihsiz. Lubâbu'n-Nukûl, -Bakınız : Es-Suyûtî. Mehâslnu't-Te'vîl, -Bakınız : EI-Kâsımî. Mâlik b. Enes (Ö. 179/795), -EI-Muvattâ, Nşr. Muhammed Fu'âd
Abd'u'1-Bâkî, 1370/1951. Ma'mer b. Râşid (Ö/153/770), -El-Câmî (Yazma), Ankara dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi Ktp. İsmail Saib Sencer Koleksiyonu, No, 2164. Mansûr Ali Nâsif, -Et-Tâcu'I-Câmi'u H'l-Üsûl fi Ehâdîsi'r-Resûl, 3. basım, el-Kâhire, 1382/1962.
Mukaddime fi Üsûli't-Tefsîr, -Bakınız : İbn Teymiyye. Mukeddemetân fî Üluml'l-Kur'ân ve humâ Mükeddemetu Kitâbil-Mebânl ve Mukaddemetu İbn Atiyye (Mukaddemetân),
Mısır, 1954. (A. Jeffery tarafından neşr edilmiştir). Mukâtil b. Süleyman (Ö. 150/767), Tefsİm. Mukâtil (Yazma), Sü-leymaniye (Hamidlye) Ktp. No. 58. Musnedu'd-DârimS, -Bakınız: Ed-Dârimî. Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî (Ö. 261/875), -El-Câmi'us-Sahîh,
Nşr. Muhammed Fu'âd Abdülbâki, Mısır, 1374/1955. (Müslim). El-Mustedrek, -Bakınız : El-Hâkim. El-Muvâfakât, -Bakınız : Eş-Şâtıbî. El-Muvatta, -Bakınız : Mâlik b. Enes. En-Nesâ'î, Ebû Abdirrahman Ahmed b. Ali b. Şu'ayb (Ö. 303/
915), Sunenu'n-Nesâ'î, Mısır, 1348/1930 (es-Suyûtî'nin şerhi ve es-Sindî'nin Haşiyesi ile bir arada).
Tefsîru'n-Nesâ'i (Yazma), İstanbul Üniversitesi Ktp. Arapça yazmalar kısmı, No. 3257. Es-Salebİ, Ahmed b- Muhammed Ebû îshâk, (Ö. 427/1035), -EI-Keşfu ve'1-Beyân an Tefsîri'l-Kur'ân (Yazma), Bayezit Umumî (Veliyüddin) Ktp. No. 130, 133. Sofuoğlu, Mehmed, -Sahîh'i Müslim ve Tercemesi, İstanbul, 1386/
1967-1390/1970.
Subhi es-Sâlih, Hadîs İlimleri ve Hadis Istılahları, Trc. M. Yaşar Kandemir, Ankara, 1971.
Sufyân eş-Sevrî (Ö. 161/777), - Tefsiru'l-Kur'âni'l-Kerîm, Nşr. İm-^ tiyâz Alî Arşî, Rampur, 1385/1965. Es-Suyûtî, Celâluddin Abdurrahmân (Ö. 911/1505), -Ed-Durru'l Mensûr fî't-Tefsîri bi'3-Me'sûr, Mısır, 1314.
-El-İtkân fî ÜIûmi'l-Kur'ân, Mısır, 1370/1951.
-Lubâbu'n-Nukûl fi Esbâbi'n-Nuzûl, Dİmaşk, 1379. Eş-Şâfi'î, Ebû Abdillâh Muhammed b. İdrîs (Ö. 204/819-20), Ahkâmu'l-Kur'ân (Yazma), Murat Molla Ktp. No. 16.
Er-Risâle, Nşr. Muhammed Seyyid Keylânî, Mısır, 1388/1969. Şerhu Me'ânı'1-Âsâr, -Bakınız : Et-Tehâvİ.
Eş-Şâtıbî, Ebû tshâk İbrahim b. Mûsâ (Ö. 790/1388), -El-Muvâfakât fî Usûli'l-Ahkâm, Nşr. Muhammed Muhyi'd-Dîn Abdulhamid, el-Kâhire, 1969-1970. Et-Taberânî, Ebû'l-Kâsım Süleyman b. Ahmed (Ö. 360/971), -El-Mu'cemu'l-Kebîr (Yazma), İstanbul Millet (Feyzullah Ef,)
Ktp. No. 546.
El-Mu'cemu'ş-Sagîr (Yazma), İstanbul Millet (Feyzullah Ef.)
Ktp. No. 545.
Et-Taberî, Ebû Ca'fer Muhammet! b. Cerîr (Ö. 310/922), -Câmi'u'I-Beyân an Te'vîli'l-Kur'ân (et-Taber!), Nşr. Ahmed Muham-med Şâkir ve Mahmûd Muhammed Şâkir, C. I.-XV, Mısır, 1374/1955.
-Ayiu eser, el-Kâhire, Matba'atu'l-Halebî, 2. basım, 1373/1954. (Bu neşirden yapılan nakillere (Halebî) şeklinde kayıt konmuştur).
Et-Tâc, -Bkaniz : Mensur Alî Nâsıf.
Tefsîru'n-Nesâ'İ, -Bakınız : En-Nesâ'î.
Et-Tefsîr ve'1-Mufessirûn, -Bakınız : Ez-Zehebî, Muhammed Hu-seyn.
Et-Tahâvî, Ebû Ca'fer Ahmed b. Muhammed (321/933), -Şerhu Me'ânî'1-Âşâr, el-Kâhire, 1386.
Te'vilu Muhtelifi'l-Hadîs, -Bakınız : İbn Kuteybe.
Et-Tirmizî, Ebû İsâ (Ö. 279/892), Sunenu't-Tirmizî, Nşr. Ahmed Muhammed Şâkir ve arkadaşları, el-Kâhire, 135&-13. (et-Tir-mizî).
El-Vâhidi, Ebû Huseyn Alî b. Ahmed (Ö. 468/1076), -Eshâbu'n-Nuzûl, Mısır, 1379/1959.
VVeinsinck, A. J., -El-Mu'cemu'1-Mufehresu li Elfâzi'1-Hadîsi'n-Ne-bevî (— Concordance et indice de la Tradition Musulmane), Leiden, 193&-1969.
Yahya b. Sellâm b. Şâ'lebe et-Teymî (Ö. 200/815), -Tefsiru Yahya b. Sellâm (Yazma), Tunis Abdeliyye Ktp. No. 134'de kayıtlı bulunan bu tefsirin fotokopisini muhterem İsmail Cerrahoğ-îu bey lütfetmiştir).
Yazir, Mubammed Hamdi, -Hak Dini Kur'ân Dili, İstanbul, 1935-1939, (Hak Dini Kur'ân Dili).
Ez-Zehcbî, Muhammed Huseyn, -Et-Tefsîr ve'l-Mu£essirûn, c. I, el-Kâhire, 1381/1961.
Ez-Zerkeşî, Bedruddîn Muhammed b. Abdillâh (Ö. 794/1392), -El-Burhân fî Ulûmi'l-Kur'ân, Nsr. Muhammed Ebû'I-PadI İbrahim, Mısır, 1376/1957, (el-Burhân).
[1] El-Muvâfalcât, IV. 9-38.
[2] Et-Tefsîr ve'1-Müfessİrûn, I. 45-57.
[3] Kur'ân Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Amiller, s. 16-44,
[4] Prof. Dr. Suat Yıldırım, Peygamberimizin Kur’an’ı Tefsiri, Kayıhan Yayınları: 13-14.
[5] Şâd 37.
[6] eş-Şu'arâ' 195.
[7] Ahmed Emin, Fecru'l-îslâm, el-Kâhire, 1965, s.
[8] Yûsuf 2.
[9] el-Anlcebût 51.
[10] Mtıkaddemetân fî 'ulumi'l-Kur'an, Mısır, 1954, s. 185-186.
[11] en-Nahl 89.
[12] et-Taberî, Câmiu'l-Beyân 'an Te'vili'l-Kur'ân, Mısır, 1374/ 1955, I. 80, Ha. No. 81.; Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, Sü-leymaniye (Hamidiye) Ktp. (yazma) No. 58, v.2a.
[13] Ahmed 'Aüdurrahmân el-Bennâ', el-Fatlm'r-Rabbânî II Tertibi Musnedi Ahmed b. Hanbel, 1372, XVIII. 121.; et-Taberî, IX. 241-243, Ha. No. 10523.; Mukaddemetân, s. 187.
[14] İbn Kesîr, Tefsîru'1-Kur'ânİ'l-âzîm, Beyrut, 1385/1966, VII. 217.; Mukaddemetân, s. 187.
[15] Bu tarifler için bakınız. Muhammed Huseyn cz-Zehebî, ek . Tefsîr ve'1-Mufessirûn, el-Kâhire, 1381/1961, 1. 13-22.; İsmail Cerrahoğlu, Kur'an Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Amiller, Ankara, 1968, s. 7-15.
[16] Mukaddemetân, s. 172.
[17] es-Suyûtî, el-İtkân fî-'ulûmi'l-Kur'ân, Mısır, 1370/1951, II. 173.
[18] İbn Teymiyye, Tefsîru Sûreti'l-İhlâs, Mısır, tarihsiz, s. 103 -108.
[19] et-Tefslru ve'1-Mufessİrün, I. 22.
[20] Et-Tirmizî, es-Sunen, K. et-Tefsîr, 1. bab.; et-Taberl, I. 78.
[21] Et-Tirmizî, es-Sünen, K. et-Tefsîr, 1. bab; Ebû Dâvûd, es-Sünen, el-Kâhire, 1369/1950, Ha. No. 3652.; et-Taberî, I. 79, Ha. No. 80.
[22] îbn 'Abdtt-Berr, Câmi'u Beyâni'l-'İIm, el-Medîne, 1388, II. 267.; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV. 155.'
[23] El-Kâsimî, MehâsinÜ't-Te'vîI, Mısır, 1386/1957, I. 10.
[24] El-ltkan, II. 179.
[25] El-Gazzâll, İhya'u 'Ulümi'd-Dln, el-Kâhire, 1308, I. 226 - 227.
[26] Mukaddemetftn, s. 263 .
[27] Mehâsinü't-Te'vîl, X. 166 -167.
[28] El-Kurtubî, el-Câmi 'Ii .Ahkâmi'l-Kur'an, Mısır/ tarihsiz, I. 28.
[29] Bu sözler için bakınız: et-Taberî, I. 86.; Mukaddemetân s. 183-184.; İbn- Kesîr, Teisirti'l-Kur'âni'l-'Azîm, Beyrut, 1385, I. 11-12.
[30] İbn Kesîr, I. 12.
[31] Mukaddemetân, s. 196-197.
[32] Eş-Şâtıbî, el-Muvâfakât, el-Kâhire, 1969/1970, III. 285-286. Eş-Şatibî'nin bu mütâlâasını Goldziher'in (Mezâhibu't-Tef-sîri'l-İsIâmi, el-Kâhire, 1374/1955 s. 80) iddiasıyla karşılaş, tınmz. O, rivayet tefsirinden bahsederken, müslumanların rivayet haricinde hiç bir şeyi ilim saymadıklarını, tofokkü-re ehemmiyet vermediklerini söyler. Buna karsı H7,. Aii'niiı şu sözünü serd etmek kâfidir : Ona, Hz. Peygamberin, kendisine Kur'andan başka bir şey bırakıp bırakmadığı sorulduğunda : «Hayır, yanımızda Kur'sndan vs kişinin, Kitabı hususunda mazhar olduğu anlayıştan... başka bir şey yoktur.» (el-Buhârl, el-Câmi'us-Ssnîh, İstanbul, 1315, K. ed-Diyât, 31. bab, VIII. 45) Ahmed b. Hanbel rivayetinde ise «Allah'ın, insana verdiği Kur'an anlayışından... başka bir şey yoktur.» laizıyladır, fel-Müsncd, I. 79). Tefsirin semaa mevkuf olmadığı hakkında ayrıca bakınız : el-Kurtubl, I. 28.
[33] Et-Tabert, I. 74 - 75., Buna benzer bîr tasnif Kitâbu'1-Mebânî sahibi tarafından da nekledilir. (Mukaddemetân, s.
[34] En-Nisâ' 176.
[35] Mukaddemetân, s. 187.; İbn Kuteybe, Te'vîlu Muhtellfi'l-Hadîs, Nşr. Muhammed Zuhrî en-Neccâr, el-Kâhİre, 1386/ 1966, s. 24.
[36] Abese 31.
[37] İbn Kesir, VII. 217.; Mukaddemetân, s. 187.; Fecru'1-İsIâm, s. 196.
[38] En~Nahl 47.
[39] Mehasinu't-Te'vîl, I. 101.
[40] Et-Tekvîr 7.
[41] İbn Kesîr, VI. 413-414.; îbn Hacer, Fethu'1-Bârî bi şerhi Sahîhi'l-Buhârl, Bıüâk, 1300 H. X. 322.; es-SuyÛtî,. ed-Durru'l-Mensûr fi't-Tefsîri bi'1-Me'sûr, Mısır, 1314 H., VI. 154.
[42] El-Bakara 266.
[43] EI-Buhârî, K. at-Tefsîr, V. 163 -164.; Muhtasar olarak Sufyân es-Seyrî, Tefsîr, Rampur. 1385/1965, s. 32.
[44] ed-Durru'1-Merisûr, VI. 111; Mehâsinu't-Te'vîl, I. 99 (Not:2İ ed-Dârimi'den naklen.; İbn. Kesir, VI. 414.,
[45] İbn Kesir, VI. 413-414.; el-Kurtubî, IX. 6199 ve I. 30.
[46] El-Bakara 269
[47] Mukaddemetân, s. 193.; el-İtkân, II. 192.
[48] Ed-Dârimî, es-Sünen, el-Kâhire, 1386/1966, I. 205, Ha. No. 1125.
[49] Et-Taberî, î. 81, Ha. No. 84.
[50] Et-TaTaeri, I. 8If Ha. No. 87.
[51] Prof. Dr. Suat Yıldırım, Peygamberimizin Kuranı Tefsiri, Kayıhan Yayınları: 17-28.
[52] Prof. Dr. Suat Yıldırım, Peygamberimizin Kuranı Tefsiri, Kayıhan Yayınları: 29.
[53] EI-En'âm 7.
[54] En-NahI 44.
[55] En-Nisâ 105.
[56] En-Nahl 64.
[57] El-Mâ'ide 67.
[58] EI-Muvâfakât, III. 26.
[59] EI-Kıyame 19.
[60] Mukaddemetan, s. 195,
[61] Kur'an Tefsirinin Doğuşu, s. 20 (eî-İtkân'dan naklen).
[62] Et-Taberî, I. 74.
[63] Ebû Dâvûd, K. es-Sünne, 5. bab. Ha. No. 4604.; Mukadde-metân, i. 195.
[64] Ilın Kesir, I. 7.
[65] El-Kurtubî, I. 32.
[66] Te'vîlu Muhtelifi'I-Hadîs, s. 166.; İbn Teymiyye, Mukaddime fî UsûHVrefsir, Dimaşk, 1355/1936, s. 25.
[67] En-Necm 3-4.
[68] El-Muvftfakat, IV. 15.; Muhammed Haindi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul, 1935-39, VI. 4571.
[69] Ez-Zerkaşî, el-Burhân fi 'UIûmi'l-Kur'ân, Mısır, 1376/1957, II. 175. Bu husustaki misaller içîn aynı eser II. I86-l96'ya müracaat ediniz. Keza el-Muvâfakât, III. 196.; İbn Kesîr, I. 7.
[70] Et-Talâk 1.
[71] Bu ziyade, Müslim rivayetindendir.
[72] EI-Buhâri, K. et-Tefsîr, VI. 67 ve K. et-Talâk, 1. bab, VI. 163.; Müslim, el-Câmi'us-Sahîh, Nşr. M. Fu'âd Abdulbâkî, 1374/1955, XVIII, 1. bab, Ha. No. I.; Ebû Dâvûd, Ha. No. 2179, 2185.; Et-Tahâvî, Şerhu Me'ftnll-Asftr, el-Kâhire, 1386. III. 53.
[73] Eş-Şâfiî, er-Risftle, s. 52, Ha. No. 298.
[74] El-Kurtubî, I. 33 - 34.
[75] Ahmed b. Hanbel, el-Fethu'r-Rabbânî, XVIII. 54.; tim Mâ-ce, es-Sünen, Mısır, 1372/1952, K. et-Ticârât, 58. bab, Ha. No. 2276 (Ravi Sftîd b. el-Müseyyeb, Ömer'e mülaki olmadığından bu hadis munkatidir.). (24) Câmi'u Beyâni'1-llm, II. 234.; el-Muvâfakât, IV. 19.
[76] Cami’u Beyani’l-İlm, II. 234; el-Muvafakat, IV. 19.
[77] El-En'âm 145.
[78] El-Muvâfakât, IV. 23.
[79] EI-Buhâr!, VI. 102.; el-Fethu'r-Rabbânl, XVIII. 36.; el-Bez. zâr, el-Müsned, Murad Molla Ktp., No. 578 (yazma), v, I94a.; et-Taberânl, el-Mu'cemu'1-Kebîr, Feyzullah Efendi Ktp. No. 546 (yazma), v.299a.
[80] El-Buhârl, VI. 93.; Müslim, IV, 42. bab, Ha. No. 217.; ftra Mâce, Ha. No. 889.
[81] Cami'u Beyâni'I-İlm, II. 234.
[82] Subhî es-Salih, Hadis tümleri ve Hadis Istünhlan, Tpc. M. Yaşar Kandemir, Anlçara, 1971, s. 237-238.
[83] Ed-Darimî, es-Sünen, I. 117, Ha. No. 683.; el-Kurtubl, I. a.
[84] Te'vîlu Muhtelifi'l-Hadis, s. 199.
[85] Câmi'u Beyâni'1-İlm, II. 234.; el-Muvâfakât, IV. 19.
[86] Ed-Dârimî, es-Stinen, I. 117.; Te'vilu Muhtelifi'1-Hadls, s. 166.; el-Kurtubî, I. 33.
[87] Et^Tevbe 104. C
[88] El-Mâide 38.
[89] Eş-Şâfii, er-Risâle, s. 41, Ha. No. 224.; el-Humeydî, el-Miis-ned, Nşr. Habibu'r-Rahmân el-A'zamî, Haydarâtoâd, 1963/1382, I. 280, Ha. No. 279.;, el-Muvattâ, el-Hudûd, 24.; Müslim, el-Hudûd, Ha. No. 14.; Ebû Dâvûd, Ha.'No. 4384.; et>Tirmlzî, K. el-Hudüd, 10. bab, Ha. No. 1445.
[90] İbn Huzeyme, es-Sahîh, Topkapi Sarayı (III. Ahmed) Ktp. A. 348, (yazma), v, 3a-3b.
[91] El-Bakara 187.
[92] tbn Huaeyme, es-Sahlh, v. 200a.
[93] Et-Taberî, IV. 82-83.
[94] El-Mâide 54.
[95] Et-Taberî, I. 419.
Prof. Dr. Suat Yıldırım, Peygamberimizin Kuranı Tefsiri, Kayıhan Yayınları: 29-40.
[96] Et-Taberf, I. 74 - 75.
[97] Mukaddeme tân, s. 194.
[98] EI-Beyzâvî, Envâru't-Tenzîl ve Ensâru't-Te'vîl, el-Kâhire, 1311 H., I. 36. (es-Sirâcu'l-Munîr'in hamişinde).
[99] Hak Dini Kur'an Dili, I. 191
[100] El-Muvâfakât, IV. 214.; el-îtkftn, I. 197-198.
[101] Et-Taberl, II. 231.
[102] Et-Taberî, XII. 40-43.
[103] El-Burhân, III. 157.; Lübâbu'n-Nukûl fi Esbâbi'n-Nüzûl, Dimaşk, 1379 H., e. 4.
[104] Buna dair misaller için bakınız : el-Muvâfakât, lif. 18.
[105] Karşılaştırınız : el-Muvâfakât, III. 16-17.
Prof. Dr. Suat Yıldırım, Peygamberimizin Kuranı Tefsiri, Kayıhan Yayınları: 40-45.
[106] Et-Taberî, I. 84, Ha. No. 90.
[107] Et-Taberî, I. 84.
[108] ibn Kesir, I. 12.
[109] Et-Taberi, I. 84.
[110] Et-Taberl, I. 87-89.
[111] Mukaddemetân, s. 191.
[112] îbn Atiyye, cI-Muharreru'1-Vecî?; Bayezit Umumi (Veliyyüddin Ef.) Ktp., No. 95, (yazma), l.v.3a.
[113] îbn Kesir, I. 12.,
[114] Ed-Dirim, es-Sünen, T. 117, Ha. No. 593.
[115] Câmi'u Beyâni'I-llm, II. 233-234.
[116] El-Mâİde 33.
[117] Et-taberî, X. 267, Ha. Nq. 11854; en-Nesâî, VII.
[118] El-A'râf 199.
[119] Abdurrezzâk, Tefsir, v. 31b. (Ubeyy b. KâtTden münkati bir isnatla rivayet; eder.). İbn Kesir, III. 265. (et-Taberî'-den nakl eder ve der ki: «Bu habere "başka vecihlerden de sahici vardır, tbn Merdeveyh merfu ve mevsul olarak rivayet etmiştir.) Fethu'I-Bârî, IX. 375.
[120] El-Ahkâf 16.
[121] Abd b. Humeyd, el-Müsned, Süleymaniye (Ayasofya) Ktp., No. 894, (yazrna), v. 91b.; İbn Kesir, VI. 282. (et-Taberî ve İbn Ebî Hâtim'den «isnadı ceyyiddir.» diyerek nakl eder.); ed-Dumı'1-Mensûr, VI, 41.
[122] Araştırma esnasında tesadüf ettiğimiz diğer rivayetler : el-Bakara sûresinin 30. âyetinin tefsiri ile ilgili olarak; et-Taberî, I. 472-473, Ha. No. 617.; el-Kasas sûresi 27. ayet hakkında : îbn Kesîr, V. 275. (et-Taberî, İbn Ebî Hatim ve el-Bezzâr'dan), ez-Zümer sûresi 68. ayet hakkında: îbn Kesir, VI. III, (Ebû Ya'Iâ el-MavsiIÎ'den).; el-İtkân. II. 200. (İbn Ebî'd-Dtinyâ'dan).; el-lnşîrah sûresi 4, ayet hakkında: et-Taberî (Halebî), XXX. 235.; Ebû Ya'lâ el-Mavşılî, el-Müsned, Süleymaniye (Fatih) Ktp., No. 1149, 78a.; îbn Kesîr fazla olarak Itm Eb! Hâtim'e nisbet eder : VII. 319.); ibn Hacer ayrıca îbn Hibbân'ın tashih ettiğini, eş-Şftfiî, Sa'îdb. Mansûr ve Abdurrezzak'm rivayet ettiğini söyler: Fethu'l-B&rl, X. 341-342.; eş-Şâfiî, er-Risâle, s. 12, Ha. No. 37 Müc&hİd'e mevkuf olarak bu haberi rivayet eder.; el-Kevser sûresi 2. ayet tefsiri hakkında : İbn Kesir, VII. 388. İbn Ebl Hâtİm ile el-Müstedrek'den).; ed-Durru'1-Mensûr, VI. 403 de fazla olarak İbn Merdevayh ile el-Beyhakl (es-SÜnenÜl'-Kübrâ)ya nisbet eder.
[123] En-Nesâ'1'nin bir rivayeti bundan müstesnadır.
[124] Es-Sa'lebl, -el-Keşfu ve'1-Beyân 'ari Tefslri'l-Kur'ân, Bayezit Umumi (Veliyyüdduı Ef.), Ktp,, No. 130, 133, (yazma), I. v. 5b. Bu Tefsirin musannifi Ebu'l-Haseh Muhammed b. el-Kâsım'dır.
[125] Mukaddemetan, s. .191.
[126] El-Gazzâlî, İhyâ'u 'UIûmi'd-Bîn, I. 225.
[127] El-itkân^ II. 174-175, 179.
[128] Fecru'l-islâm, s. 199.
[129] Kasım el-Kaysi, Târîhü't-Tefslr, Bağdâd, 1385/1966. s. 49-50.
[130] Aynı yer.
[131] Fâtır 32.
[132] En-Necm 8.
[133] Krş. Mehâsİnu't-Te'vîl, I. 17-19. Sahabenin tefsirine daîr.bu fikir ve ifadeler aslında tbn Teymiyye'ye ait olup, (Mukaddime fî Usulit-Tefsir, s. 41-44 (Adnan Zarzur neşri, Kuveyt - Beyrut, 1392/1972) daha sonra bir çok âlim tarafından benimsenmiştir, tbn Kesir (Tefsirinin mukaddimesinde Suyûtî (itkan, II. 176-177), M. H. ez-eZhebî (et-Tefsir ve’l-Mufessirun, I. 133-136.) bunlardan bazılarıdır.
[134] El-Hicr 15.
[135] En-Nisa 43.
[136] El-İtkan II. 183-184.
[137] El-ltkan. II. 174. (el-Hûyî'den naklen).
[138] EI-Kurtubi, I. 33.; et-Tefsîr ve'1-Müfessirün, I. 51.
[139] En-Nisâ' 83.
[140] İhyâ'u 'UIûmi'd-Din, I. 225.
[141] Aynı yer.
[142] Fecru'l-lslâm, s. 199.
[143] Mukaddime fi usüli't-Tefsîr s. 14.
[144] El-Burhân, III. 156.; el-İtkân, II. 178.
[145] El-ltkân, II. 188. (Ebû Ca'fer en-Nahhâs'dan nakl eder).
[146] îbn Nedim, el-Fihrist, Tahran, 1391 H./1350 HŞ./1971, s. 285.
[147] Mukaddime fî Usuli't-Tefsir, s. 29.
[148] El-îtkân, II. 179.
[149] Aynı eser, II. 205.
[150] el-itkan, M. E. İbrahim neşri, Kahire, 1387, I. 10.
[151] Bu iki eser arasında, misal olarak şu sahibeleri karşılaştırırsak, el-îtkan'da olmayan rivayetleri görürüz :
Bahis mevzuu ayet ed-Durru'1-Mansur el-İtkan
eİ-Kıyâfne 22-23 VI. 290 Il. 203
en-Nisâ' 123 I. 375 II. 193
el-Bakara 30 I. 110 II. 191
el-Bakara 70 I. 77 II. 191
Âli İmrân 102 II. 59 II. 192
Ali tmrân 200 II. 114 II. 192
el-En'âm 44 III. 12 II. 193
el-Enfâl 68 . III. 203 II. 194-195.
[152] Bu hadis kitabımızın 35, sahlfesinde geçmişti
[153] El-îtkân, II. 205.
[154] El-îtkân II. 179.
[155] Mukaddime fî Usûli't-Tefslr, s. 5-6.
[156] 'Ömer'in bu sözü kitabımızın 35. sahifosinde geçmişti.
[157] Et-Tefsir ve'1-Müfessirûn, I. 49-52,
[158] Mukaddemetan, s. 196.
[159] Ed-Dârimİ, es-Sünen, I. 75.
[160] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, VI. 208.; et-Tirmizi, K. et-Tefsîr.; et-Taberî, VI. 117, Ha. No. 6495.
[161] Yûnus 64.
[162] Ahmed b. Hanbel, el-Pethu'r-Rabbânî, XVIII. 176.; el-Hu-meydî, I. 193, Ha. No. 391.; et-Tirmizî, K. SıfatJ'l-Kıyâme, 3. bab, Ha. No. 2273.; tbn Mâco, Ha. No. 3898. Bu neviden rivayetler için bakınız : EI-Mâ'îde 105 hakkında: Ebû Sa*~ lebe'den Ebû Dâvûd, Ha. No. 4341.; et-Tirmizî, K. et-Tef-sîr, İbn Mâce, Ha. No. 4014.; et-Taberi, XI. 146, Ha. No.. 12863.; Ali 'îmrân 169 hakkında İbn Mes'ûd'dan : 'Abdur-reraâk, Tefsîr, v. 15a-15b.; Müslim, XXXIII, 33, Ha. No..' 121.; Jbn Ebî Hatim, Tefsir, v. 87a.; et-Tirmizî, K. et-Tef-sîr.; Fâtır 32 hakkında : Ahmed b. Hanbel, el-Fethu'r-Rabbânî, XVIII. 252-253.; et-Taberî (Halebî), XXII. 137.; 'Ab-dürrezzâk, Tefsîr, (başka isnatla Ebû'd-Derdâ'dan merfu-en), v. 75b.; İbn Kesîr V. 584, (İbn Ebî Hatim'den).
[163] Müslim, L, 2. bab. Ha. No. 29; tbn Mâce, Ha. No. 4279; el-Hâkim, el-Müstedrek, Haydarâbâd-ed-Dakkan, 1342 H., II. 352.; et-TirmizI, K. et-Tefstr.; et-Taberî, (Halebi), XIII. 253.; Ahmed b. Haribel, el-Müsned, VI. 35.; ed-Dârimi. K. er-Rikak, 88.
[164] İbn Kesîr, VI. 106. (Ilın Ebî Hâtîm ile Ebü Ya'Iâ el-Mav-silî'den «garJbdir ve isnadında şiddetli bir nekâret vardır» diyerek.
[165] Es-Sa'Iebi; el-Keşfu ve'I-Beyân, I. v. 5b.
[166] Yâkût el-Hamavî, irşâdu'1-Erib İlâ Ma'rifeti'I-Edib (Mu1cemüI-Üdebâ'), Mısır, 1923, V. 98.
[167] Karşılaştırınız: et-Tefsîr. ve'1-Müfessirûn, I. 53-57.
[168] EI-Burhân, II. 156.; el-İtkân, II. 176.
[169]Prof. Dr. Suat Yıldırım, Peygamberimizin Kuranı Tefsiri, Kayıhan Yayınları: 45-71.
[170] Mukaddime fî Usûli't-Tefsîr, s. 14.
[171] EI-Burhân, III, 157.
[172] El-ltkân, II. 179.
[173] İbn Teymiyye'nin bu izahları için kitabımızın 53-56. sahife-lerine bakınız.
[174] Es-SuyüLî, Lubâbu'n-Nukûl, s. 3-4.
[175] Zikr edilen yer.; İbn Teymiyye, Mukaddime (Zarzûr neşri), s. 48.
[176] Lubâbu'n-Nukûl, s. 4. (İbn Teymiyye'den naklen).
[177] El-Muvâfakât, III. 218. 225.
[178] İhyâ'u 'Ulûmi'd-Dîn, I.
[179] Krş. el-Muvafakat, III. 220.
[180] Ahmed Muhammed Şâkir, (et-Taberî, III. 296-298, Ha. No. 2435 şerhinde.).
[181] Ahmed Muhammed Şâkir, (et-Taberî, IV. 377, şerh kısmında).
[182] Et-Taberî, IV. 377.; et-Tahâvî, Şerhu Me'âni'1-Âsâr, III. 33.
[183] Liimme : «Lâmm zammı ile yar ve sâhib ve hemdeme denir. Yahut hemsefer olan refika denir. Ve bir adamın munis ve elûfu olan nesneye ve kimseye denir.» (Mütercim Asım Efendi, Kamus tercümesi, LMM Md.).
[184] El-Bakara 268.
[185] Bu hadîs için bakınız: 'Abdurrezzâk, Tefsir, v. 9b.; en-Nesâ'î. Tefsîru'n-Nesa'î, İstanbul Ün. Ktp., A. 3257, (yazma), v. 12b.; Ebû Ya'Iâ el-MavsiIî, el-Miisned, Süleymani-ye (Fftfih) Ktp., No. 1149, (yazma), v, 230a.; etTaberî, V. 571 - 572.
[186] Et-Taberî, III. 2.9fî-298, Ha. No. 243^. Ahmed Muhammed Şâkİr hadîsin şerhinde : «Haber bizce hükmen merfûdur. Zira re'yle malum olmayan hususlardanriır. el-Hâkim el-Müstedrek'dc, TV. 296-298'de rivayet etmiş, ez-Zehebî de tashihine muvafakat etmiştir. Hadis Mecnîa'u'z-Zevâ'id, X. 328-,330'da mevcuttur.»
[187] İbn Mos'ıid'dan, zekât vermeyenlerin âhiretteki durumları hakkında; el-Humeydî, el-Miisned, I. 52, Ha. No. 293.; efc-Taberî, VII. 436, Ha. No. 8235.; îbn Ebî Hatim ve İbnu'I-MÜnzir, Tefsir, v. 98a.; et-Tİrmizî, K. at-Tcfsir.; en> Nesâ'i, es-Sünen, V. 11., el-Müstedrek, II. 298-299. En-Nisâ* 40 tefsirinde, Allah'ın zerre kadar olsun bir hase-neyi kat kat artıracağı hakkında İbn Mes'ûd'dan : et>Tabe-rî, VIII. 364.; ed-Durru'1-Mensûr, II. 163.; El-Hicr 2 tefsirinde, günahkâr ehl-i kıblenin Cehennemden çıkarılacakları hakkında Ebû Mûsâ el-Eş'arî'den : et-Tabe-rî (Halebî), XIV. 2.; .
El-Bâkara 24 tefsirinde, el-Hicâra'nm tavsifi hakkında İbn Mes'ûd'dan: et-Taberi, I. 381, Ha. No. 503.; el-Müstedrek, II. 261,; ed-Durru'1-Mensûr, I. 36.;
El-îsrâ' 79 tefsirinde, İbn Mes'ûd'dan kıyamet gününde Peygamberimizin şefaati hakkında: et-Taberî (Halebî), XV. 144.; et-Tayâlisî, el-Müsned (îbn Kesîr, IV. 339).; el-Mü'min 46 tefsirinde, şehitlerin ruhlarının durumu hakkında : tbn Kesîr, VI. 143. (İbn Ebî Hatim, es-Süddî ve Süfyân es-Sevrî'den naklen).;
El-Mâ'ide 119 tefsirinde, Allahm yarattığını değiştirenlerin cezası hakkında; İbn Mes'ûd'dan ; Ebû Dâvûd, Ha. No. 4169.; et>Taberî, IX. 221, Ha. No. 10488. (Ancak bu hadîs İbn Mes'ûd tarikiyle merfû olarak da rivayet edilmiştir:' Bakınız: ed-Dâriml, Musnedu'd-Dârimî, Eayezid Umumi (Veîiyyüddin Ef.) Ktp., No. 824, (yazma), v. 153a.; en-Ne-sâî, Tefsîru'n-Nesâ'î, v. 102a.; Musnedu Ebl Ya'Iâ, v. 237a.; Ebû Dâvûd, Ha. No. 4168.
[188]Prof. Dr. Suat Yıldırım, Peygamberimizin Kuranı Tefsiri, Kayıhan Yayınları: 72-76.
[189] Bu ayetler şunlardır : el-Mâ'İde 4; el-En'âm 38; en-Nalıl 89.
[190] Et-Taberî (Halebi), XXII. 120.; İbn Kesîr, V. 572. (et-Ta-berî'den).
[191] Şâd 18.
[192] îbn Kesîr, V. 51. et-Taberî'den).
[193] El-Beyzâvî, Envâru't-Tenzîl, IV. 146.
[194] Bu haber hakkında bakınız: Tefsîru'n-Nesâ'î, v. 43a.; et-Taberi, XV. 281. Şerhde Mahmûd Şâkir: Mecma'u'z-Zevâid, VIII. 261-262'de Ahmed b. Hanbel, eMSezzâr ve et-Taberâ-nî'ye nisbet eder.
[195] Hûd 17.
[196] Et-Taberî, XV. 281. fşerhde Mahmûd Şâkir: Hadis burada miirseldfr. el-Hâkjrn eJ-Müstedrek. II. 342 ve Ahmed MÜs-nndinde, IV, 396'da mevsul olarak rivayet ederler.).
[198] Hadîs için bakınız: el-Buhârî, K. et-Tefsîr, VI. 43 ve K. el-Edcb, VII. 72.; Müslim, XLV, 6. bab, Ha. No. İR.; Ah-med b. Hanbel, el-Pethu'r-Rabbânl. XVIII. 274.; Tefsiru'n-Nesâ'î, v. 91b.
[199] Muhammed 22.
[200] EI-Vâki'a 30.
[201] Musnedu'd-Dârlml, v. 165a.; el-Buhârî, K. et-Tefsîr, VI. 57.,-et-Tirmizî, K. Sıfatı'1-Cenne, 1. bab, Ha. No. 2524 ve K. et-Tefsîr,; et-Taberî (Halebî), XXV. 183. Bu sığayla gelen rivayetlere misal olarak aynca : el-Ahzâb 6 ayeti hakkında : eî-Euhârî, K. et-Tefsîr, VI. 22.; eş-Şcms 8 âyeti Iıak-. kında : et-Taberî (Halebi), XXX. 211.; es-Secde 17 hakkın-, da: Ma'mer, el-Câmî', v. 68b.; Musnedu'd-Dârimî, v. 164a. 164b.; et-Taberî (Halebî), XXI. 105.; et-Taberânî, el-Mu'-cemu's-Sağîr, Feyzullah Ef. Ktp., No. 545, v. 9a..
[202] Ali İmran 180.
[203] Hadis için bakınız: et-Taberi, VII. 436, Ha. No. 8285. (Ahmed Şâkir ayrıca Ahmed b. Hanbel, en-Nesâ'î, et-Tirmizi ve îbn Mâce'ye nisbet eder.).
[204] El-Buhârî, K. et-Tefsîr, V. 172.; et-Tirmizî, K. et-Tefsîr.; en-Nesâ'I, K. ez-Zekât, V. 11,; İbn Huzeyme, es-Sahlh, v. 228b. (Bu kaynaklar, bundan Önceki (2) numaralı notta zlkr edilen Abdullah b. Mes'ûd hadisini «summa telâ Resûlullah,..» lafzıyla rivayet ederler.) 'Ukba b, 'Âmir hadisi İçin bakınız : Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, IV. 145.; et-Taberî, XI. 362, Ha. No. 13241.; îbn Kesir, III. 23,; ed-Durru'1-Men-. sür, III. .12.
[205] el-En'âm 44.
[206] Et-Taberî (Halebî), XIV. 46.; et-Tirmizi, K. et-Tefsir.; îbn Kesir, I. 576'da bu hadisi Sünen kitaplarına nisbet eder.
[207] El-Hicr 75.
[208] Ahmed b. Hanbel, el-Müsrted, II. 471.; et-Tirmizî, K. ez-Zekât, Ha. No. 662.; Tefsîrulı-Nesâ'İ, v. 40a-40b.; el-Mus-tedrek, II. 333.
[209] Et-Tirmizî, K. et-Tefsîr.
[210] Es-Secde 17.
[211] Müslim, K. el-îmân, 84. bal), Ha. No. 312.
[212] Et-Tevbe 104.
[213] El-Buhâri, K. et-Tefsir, V. 164.; en-Nesâ'î, V. 85.; İbn Hu-zeyme, eş-Sahih, v. 24b.; Ebû Ya'Iâ, el-Müsned, v. 289b.
[214] Fethu'1-Bâri, IX. 270.
[215] Tefsîru'n-Nesâ'î, v. 13a.
[216] El-Kehf 105.
[217] El-Buhârî, K. at-Tefsîr, V. 236.; Müslim, XL, Ha. No. 18.; et-Taberî, (Haleb!), XVI. 35.
[218] Fethu'1-BârI, X. 41.
[219] Müslim, K. el-Kader, 6. bab, Ha. No. 22.; el-Bıtfıârî, K. efc-Tefsîr, VI. 20.; Ebü Ya'lâ, el-Müsned, v. 290a.
[220] Er-Rûm 30.
[221] İbn Mâce, Ha. No. 60.; et-Taberî, VIII. 361-362. Ha. No. 9506, 9507. (Şerhde Ahmed Şâkir ayrıca : el-Buhârî, Müslim, et-Tayâlist ve Ahmed b. Hanbel'e de bu hadisi nisbel; eder.).
[222] En-Nisâ' 40.
[223] El-Furkân 68.
[224] Bunlardan bir kısmı için bakınız : Ebû Hüreyre'nin «Sterden öncekilerin yolunu takip edeceksiniz.» hadisi için et-Tevbe 69 ayetini şahid getirmesi hakkında : Musnedu Ebî Ya'lâ, v. 286a.; Fetret ehli, ahmak vs. gibi kimselere kıyamet günü Peygamber gönderilerek mükellef olacakları hadisi için cl-tsrâ 15 âyeti ile iştişhadi hakkında ; et-Taberî, (Halebî), XV. 54.; fbn Kosîr, I. 23.; «Hiç biriniz zara'tu demesin, lâkin harastu desin.» hadisi için, yine Ebû Hüreyre'nin el-Vâki'a 62-64 ayetleri ile iştişhadı hakkında : İbn Kesîr, VI. 532. (et-Taberî ve el-Bezzâr'dan).; et-Taberî (Halebî), XXVII. 198.; Enes b. Mâlik'in «Herkim dünyayı ihlâs üzere terk ederse...» hadisi için et-Tevbe 5 ayetiyle iştişhadı hakkında : İbn Mâce, Mukaddime, 9. bab, Ha. No. 6O.;'Âişe'nİn rû'yet meselesinde el-En'âm 103 ve eş-Şû-râ 51 ile iştişhadı hakkında : Müslim, K. el-îmân, Ha. No. 287.
Prof. Dr. Suat Yıldırım, Peygamberimizin Kuranı Tefsiri, Kayıhan Yayınları: 81-90.
[225] İbn 'Abdi'1-Berr, Câmi'u Bejâni'l-llm, II. 233.; el-Kurtubi, I. 33. et-Taberinin, Zeyd b. Alî (Ö. 122/740)'den senediyle rivayet ettiği mürsel bir hadisde : «Size birtakım râviler gelecektir. Kur'âna muvafık olanı alın, böyle olmayanı bı-rakm.» denilmektedir. (et-Taberî (Halebî), XXV. 112.).
[226] Cami'u Beyâhi'l-'îlm, II. 233-234.; el-Mıivâfakât, IV. 13.
[227] El-Kurtubl, I. 33.
[228] EI-Muvâfakât, IV. 13.
[229] Câmİ'u Beyânl'I-'îlm, II. 234.
[230] En-Necm 3-4.
[231] El-Muvâfakât, IV. 15-16.
[232] Müslim, Mukaddime, 4.
[233] En-Nisâ" 82.
[234] İsâ b. Ebân, İmam Muhammed'in arkadaşlarından olup 20 sene kadılık yapmıştır. Haber-i vahid hakkında bir -kitap te'Jif etmiştir, îbn Nedim, el-Fihrîst, s. 258).
[235] En-Necm 38-39,
[236] Eî-En'am 103.
[237] Fecru'I-İslâm, s. 217.
[238] Bu misaller için: el-Muvâfakat, III. 10-12.
[239] Mansûr 'Alî Nâsif, et-Tâcu'1-Câmî' Il'i-Usûl fî ehâdîsl'r-. Resul, (el-Kahire), 1381/3961, II. 78-79 da hadisi el-Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve en-Nesâî'den nakl eder. Şerhinde der ki : Bir kısım sahabe ve tabiim ile AhmedT el-Leys, Is-hâk ve kadim mezhebinde eş-Şâfi'î buna kaildirler. Mâlik, Ebû Hanîfe ve cedid mezhebinde eş-Şafi'I de «Savm beden! bir ibadet olduğundan, hayatta olsun, mematta olsun namaz gibi onda da niyabet caiz değildir. Vacip olan, ölüye niyabeten itâmdir.» derler
[240] El-Muvâfakat, III. 13.
[241] Aynı yer, s. 14.
[243] tbn Teymiyye, Mukaddime fî Usûli't-Tefsîr, s. 25.; îbn Kesir, I. 7.; Subhî es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s. 240. (eş-Şâfi'î'nin, er-Rİsâle adlı kitabından naklen).
[244] En-NahI 44.
[245] En-NahI 89.
[246] EI-En'âm 38.
[247] El-Ma'ide 3.
[248] EI-MuvâfakAt, IV. 9 (Bu istikranın misalleri ilerde geleçektir)..
[249] Bu kitabımızın 79-80 sahifelerine bakınız.
[250] El-Buhârl, I. 42-67.
[251] El-Maide 6.
[252] El-Buhari, I. 76-85.
[253] El-Bakara 222.
[254] El-Buhari, II. 140-225.
[255] Âli İmrân 97.
[256] El-Hac 27.
[257] EI-Buhârî, K. al-Hac, 2. bab, II. 140.
[258] El-Buhâri, II. , 158.
[259] İbrâbîm 35.
[260] EI-Mâ'ide 97.
[261] En-Nesa’i, I.6.
[262] El-Bakara 222. Ayrıca en-Nesâ'î'dc bakınız : II. 139; V. 43; II. 141.
[263] İbn Mâce, Ha. No. 2718.
[264] En-Nisâ' 6.
[265] Ed-Dârimi, K. es-Sıyâm. 29. bab, I. 348.
[266] El-Bakara 185.
[267] Ed-Dârimî, es-Sünen, I. 133.; II. 48'de bu konuda bakılabilir.
[268] Sıbhi es-Salİh, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s. 241. (Kava'İdu't-Tahdis, s. 33'den naklen).
[269] En-Nahl 44.
[270] Daha fazla malûmat ve misalleri için : el-Muvâfakât, IV. 19-23.
[271] El-Buhârî, K. ez-Zebâ'ih, 28. bab.; Müslim, XXXIV, Ha. No. 160'.
[272] Müslim, XXXIV, Ha, No. 22.; el-Buhârî, K. ez-Zebâ'ih, 28. bab.
[273] Müslim, XXXIV, 7. bab.; Ebû Dâvud, Ha. No. 3793.
[274] Müslim, XXXIV, 9. bab.; Ebû Dâvûd, Ha. No. 3791.
[275] Bu mevzuda difter misaller için bakınız : cl-Muvâ/akât, IV. 23-27.
[276] En-Nİsâ' 23.
[277] Müslim, K. en-Nikâh, 16. bab.
[278] Bu ve diğer misaller için bakınız : el-Muvâfakât, IV. 27-31.
[279] EI-Bakara 231. .
[280] Et-Talâk 6.
[281] El-Bakara 233.
[282] El-Muvâfakât, III.-9-10.
[283] Et-Talâk 1.
[284] Fâtıma b. Kays hadisi için : eş-Şâfi'î, Ahkâmu'I-Kur'ân, s. 5.; el-Humeydî, Müsned, I. 176.; Müslim, XVIII, Ha. No. 38.; Ebû Dâvûd, Ha. No. 2288.; cn-Nesftl, VI. 74.; et-Tirmizî, XI, Ha. No. 1180.
[285] Âli 'îmrân 185.
[286] Abmed b. Hanbel, el-Afüsned, II. 438.; et-Tirmizî, K. et-Tef-slr.; el-Müstedrek, II. 299.; et-Taberî, VII. 453-454, ,Ha. No. 8315.
[287] El-Muvafakat, IV. 34.
[288] El-En'âm 38.
[289] El-Burhân, II. 129.
[290] Aynı eser, II. 130-345.
[291] Kıtal, 38. Bkz. el-Burhan, II. 144.
[292] Tâhâ, 97. Bkz. el-Burhan, II. 140
[293] îsrâ, 8.
[294] En-Nisâ' 65; 59.; el-Mâ'ide 92.; el-Haşr 7 ve emsali ayetler.
[295] Eş-Şâü'İ, er-Ris&le, s. 51, Ha. No. 295.
[296] Bu mânadaki diğer hadisler için bakınız : Ebû Dâvöd, K. es-Sünne, 5. bato, Ha. No. 4604.; el-Muv&fakM. IV. 10-11.
[297] El-Muvâfak&t, IV. 17-35. sahifelerine bakınız.
[298] Aynı eser, IV. 7.
[299] Bu sözler için bakınız : el-Muvâfakftt, IV. 12-13.
[300] El-Muvâfakât, IV. 9-17'den hulâsa olarak
[301] El-Bakara 58.
[302] Ahmed b. Hanbel, el-Fethü'r-Rabb&nl, XVIII. 73.; el-Buhâri, K. et-Tefsîr, V. 148.; Müslim, K. et-Tefsîr, Ha. No. I.; Tefsîru'n-Nesâ'î, v. 3a.; ct-Taberi, II. 112, Ha. No. 1019.
[303] El-Bakara 59.
[304] Âli 'îmrân 169.
[305] İbn Ebl Şeybe, el-Musannaf, Köprülü Ktp., No. 438, (yazma), v. 132b.; Tefsîru 'Abdirrezzâlc, v. 15a-15b.; Ahmed b. Hanbel, el-Pethu'r-Rabbâni, XVIII. 109.;'Ebû Dâvûd, Ha. No. 2520.; et-Tifmlzî, K. et-Tefsîr.; et-Taberî, VII. 384-385, Ha. No. 8205.; el-Müstedrek, II. 88.; İbn Ebi Hatim ve İbnu'l-Münzir, v. 87a.
[306] Hûd 80.
[307] Müslim, K. el-Fazâ'İl, Ha. No. 152.; et-Tirmizt, K. e^Tefslr, (Yûsuf sûresi).; et-Taberî, XV. 420.; el-Müstedrek, II. 561.
[308] El-Buhârİ, K. el-Enbiyâ', 51. bab, IV. 146-147.
[309] Aynı eser, XXI, 7. bab, II. 60-61.
[310] Ayni eser, K. el-Enbiyft*, Bâbu Vefâtİ Mûsâ, IV. 130-131.
[311] El-Muvftfakât. IV. 36-37.
[312] Subhİ es-Sftlih, Hadîs İlimleri ve Hadis Istılahları, s. 239-240.
[313] Aynı eser, s. 240.
[314] tbn Kesîr'in er-Rûm sûresi 52, âyetinin tefsirinde nakl ettiğine göre; İbn 'Ömer Hz. Peygamberin, Bedr'de Öldürülen kâfirlere hitap ettiğini rivayet etmiş, Âİşe «Bunun için, sen —arkalarını dönüp giderlerken— o daveti ölülere de duyuramazsm (er-Rûm 52)» ayetine istinaden tbn 'Ömer'i tevhîm etmişti. Fakat tbn Kesir'İn ifadesine göre, sahih hadîslerden şahidi olduğu için —ulema indinde sahih olan, îbn "Ömer rivayetidir (îbn Kesir, V. 369).
[315] Prof. Dr. Suat Yıldırım, Peygamberimizin Kuranı Tefsiri, Kayıhan Yayınları: 96-116.
[316] En-Nisâ' 150.
[317] Bu İki hadis için : Câmi'u Beyâni'I-'İİm, II. 236.; Birincisini Ahmed b. HarVbel, el-Müsned, IV. 155'de 'Ukbe b. 'Âmir'-den nakl eder,
[318] El-ltkân, II. 190.
[319] Câmi'u Beyâni'I-'İIm, II. 236.
[320] Aynı eser, II. 234.; Mukaddemetân, s. 192-193.; eî-Muvâ-fakat, IV. 19,
[321] Ebû Dâvûd, Ha. No. 1661.
[322] Müsnedu'd-Dârimî, v. 35a.; nd-Dârimî, es-Sünen, I. 118, Ha. No. 596.
[323] El-Mâ'ide 37.
[324] Ma'mer b. Râşİd, el-Câmi', Ankara Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi Ktp. (İsmail Saib Sencer kısmı, No. 2164, (yazma), v. 67b
[325] Goldziher, İslâm Ansiklopedisi, I. 171, Ahmed b. Hanbel Md.; îbn Nedim, el-Fihrist, s. 285.
[326] Bu hadislerin bir kısmı için bakınız: Müslim, K. el-Kusûf, Ha. No. 11.; el-Buhârî, III, 24. bab.; Ebû Dâvûd, K. es-SünneT 27. bab. Ha. No. 47504755.; en-Nesâ'İ, K. el-Cenâ'iz, 108. bab.; et-Tirmizİ, K. el-Cenâ'îz, 8. bab,; îbn Mâce, K. et-Ticârât, Ha. No. 3-4.; ed-Dârimî, es-Sünen, K. es-Salât, 2. bab.
[327] El-Mü'min 46.
[328] Te'vilu Muhtelim-Hadîs, s. 247-248.
[329] Tefsîru'n-Nes&'i, v. 87a.; et-Taberânî, el-Mu'cemiTs-Sağir, v. 142b. 'Abd b. Humeyd, el-MÜsned, v. 99b-100a.
[330] İbrahim 27.
[331] Müslim, XLI, 17. bab, Ha. No. 73.; el-Buhâri, K. et Tefsir, V. 220.; tbn Ebî Şeybe, el-Musannaf, v. 12a.; Ahmed b. Hanbel, el-Fethü'r-Rabbânî, XVIII. 188.; Ebû Dâvûd, Ha. No. 4750.; et-Tirmizî, K. et-Tefsîr; en-Nesâ'î, IV. 11.; Tefsîru'n-Nesâ'î, v. 47b.; İbn Mâce, Ha. No. 4269.; et-Ta-borî, XIII. 213-216 (Halebî).; İbn Kesîr, IV. 124-136.; Fet-hu'l-Bârl, III. 474-476.
[332] El-Câsiye 26.
[333] El-Hac 66.
[334] Tc'vilu Muhtelifi'l-Hadîs, s. 245.
[335] El-Buhârî, K. Fazâ'ili Ashâbi'n-Nebİ, 12. bab.; Müslim, K. el-Cihad, Ha. No. 49-52.; Ebû Dâvûd, K. İmâre, 19. bab, Ha. No. 2963.; et-TirmizI, K. es-Siyer, 19. bab.; Ahmet! b. Hanbsl, el-Müsned, I. 4.
[336] Meryem 6.
[337] En-Neml 16.
[338] Te'vilu Muhtelifi'I-Hadîs, s. 300 ve devamı.
[339] Aynı eser, s. 302-303.
[340] Hadislerin bir kısmı İçin: Müslim, V, Ha. No. 212.; et-Tirmizl, K. Sıfati'l-Cenne, 16. bab.
[341] Bu mevzudaki hadisler kitabımızın 120-121. sahif el erindedir.
[342] El-Buhârt, K. et-Tefsîr, V. 151.; Ahmed b. Hanbel. el-Fet-hu'r-Rabbânî, XVIII. 77.; 'Abd b. Humeyci, el-Müsned, v. 120b.; îbn Mâce, Ha. No. 4284.; Ebû Ya'lâ, el-Müsned, t. 68a.; et-Taberi, III. 146.
[343] El-Burûc 3.
[344] îbn Kesir, VII. 253 (Ahmed b. Hanbel'den).; ed-Durnı'l-Mensûr, VI. 331-332) (eî-Hâkim, el-Beyhakî ve tbn. Merde-veyh'den).; et-Taberî, (Halebî), XXX. 130.
[345] Et-Taberî (Halebl), XXX. 131.; es-Sa'lebî, IV. 1583a.; îbn Kesir, VII. 254.
[346] Et-Tİrmizl, K. et-Tefslr.; Abmed b. Hanbel, el-Fethu'r-Rab-bânî, XVIII. 324.; et-Taberî (Halebî), XXX. 129.; es-Şa'-lebî, IV, v. 1582b.; îbn Kesir, VII. 253 (İbn Ebi Hâtim'-den).
[347] EI-Fecr 1-3.
[348] Tefsiru'n-Nesâ'î, v. 115b.; ed-Durru'1-Mensûr, VI. 345.; es-Sa'lebi IV, v. 1597a.; îbn Kesîr, VII. 281.
[349] Et-Taberî (Halebl), XXX. 172.; et-Tirmizî, K. et-Tefsîr; el-Müstedrek, II. 528.; es-Sa'Iebî, IV, v. 1597a.; ed-Durru'I-Mensûr, VI. 346.; tbn Kesîr, VII. 282.
[350] Et-Taberî (Halebî), XXX. 172.; İton Kesîr, VII. 282. ed-Durru'l-Mensûr, VI. 345.
[351] En-Nesâ'İ. I. 121.; tbn Mâce, Ha. No. 620.
[352] Şerhu Me'ânî'1-Âsâr, III. 60-64.
[353] Et-Taberî, I. 185, Ha. No. 195, 209.; et-Tirmizi, K. et-Tcfsir.; et-Tâc, IV. 37 (Ahmed b. Hanbel, İbn Hibbân ve et-Tirmizî'den).
[354] Mehâsinu't-Te'vil, I. 24.
[355] Kur'an Tefsirinin Doğuşu, s. 26.
[356] El-Bakara 90.
[357] El-Mâ'ide 77.
[358] Et-Tevbe 108.
[359] Et-Taberî, XIV. 480, Ha. No. 17220.; en-Nesâ'î. II. 36.; et-TirmizS, K. et-Tefsir.; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III. 24.; el-Müstedrek, II. 334.; 'Abd b. Humeyd, el-Müsned, v. 27a (Ubey b. Kâ'b'den)..
[360] Sünenü'n-Nesâ'i, II. 37 (es-Suyûtl'nin şerhinden).
[361] Aynı yer.
[362] tbn Kesîr, III. 454. ve IV. 172.
[363] İbn Kesir, III. 454.
[364] El-BuhârI, K. efr-TefsIr, V. 146.; et-Taberî, I. 107, Ha. No. 134.
[365] îbn Kesir, IV. 172.
[366] Müslim, K. et-Tahâre, Ha. No. 4l.;»Ahmod b. Hanbol, el. Müsned, İT. 277.; et-Tirmizî. I, Ha. No. 52.; et-Taberî, VII. 50(5-507, Ha. No-8397. en-Ne.sâ'î, I. 90.; el-Müstedrek, II. 301.; Ebû Ya'Iâ, v. 294b, 77a.
[367] Et-Taberî, VII. 50.8-509.
[368] İbn 'Atiyye, el-Muharrenı'l-Veciz, I. v. 175b.
[369] Sünenu'n-Nesâ'î Hamişinde Hâşiyetu's-Sindî, I. 90). <320) Aîımed b. Hanbel. el-Fethu'r-Rabbânî, XVIII. 152.; Müslim, K. el-îmûre, Ha. No. 167.; Süfyan es-Sovri, Tefsir, s. 78.; Ebû Dâvûd, Ha. No. 2514.; et-Tirmizl, K. et>Tefsîr.; İbn Mâce. Ha. No. 2813. el-Müstedrek, II. 328.; Simnnu'd- Darimî, K. el-Cihâd, 14. bab. (319) El-Enfâl 60. (321) Et-Taberî XIV. 37.
[370] El-Enfal 60.
[371] Et-Taberi XIV. 37.
[372] EI-Eeyzâvî,. Envâru't-Tenzîl, II. 277.
[373] Hasan Basri Çantay, Kur'an-i Hakîm ve ve Meâl-i Kerîm, İstanbul, 1377/1957, I. 266 (Not : 38).
[374] Prof. Dr. Suat Yıldırım, Peygamberimizin Kuranı Tefsiri, Kayıhan Yayınları: 116-124.
[375] Ahmed b. Hanbel, el-Fethu'r-Rabbânl, XVIII. 266.; et-Ta-berî (Halebî), XXV. 32.; İbn Kesir, VI. 205 (İbn Ebi Ha-tim'den).; ed-Durru'1-Mensûr, VI. 9.
[376] Er-Ra'd 39 hakkında yine 'Ali'den : el-îtkân, II. 196 (İbn Merdeveyh'den).; el-Fecr 21 hakkında yine 'Ali'den: ed-Durra'I-Mensûr, VI. 349 (fbn Merdeveyh'den).
[377] Et-Taberî, XIV. 209, Ha. No. 16631.; ekTirmizî, K. et-Tef-sîr.; ed-Durru'I-Mensûr, III. 230.; el-Buhârî, et-Târîhu'I-Kebir, IV. 1-106 CAhmed M. Şâklr'den).
[378] Et-Tataerl, XV. 67, Ha. No. 17626.; Ahmed b. Hanbel, el-Fethu'r-Rabbânî, XVIII. 175.; Müslim, I. 297 (Ahmed ile Müslim .rivayetinde ayet nihayettedir.).; et-Tirmizi, K. et-Tefsir.; İbn Mfice, Ha. No. 187.
[379] Müslim, LI, Ha. No. 73.; et-Tlrmlzî, K. et-Tefsir.; en-Nesâ'i, IV. 101.; İbn Mâce, Ha. No. 4269.; Tefsiru'n-Nesâî, v. 47b.
[380] El-İtkân, II. 196 (Hîîd 117).; el-A'râf 143 hakkında: et-Ta-berî, XIII. 99, Ha. No. 15088.; et-Tirmizî, K. et-Tefsir.; Ahmed b. Hanbel, el-Fethu'r-Rabbâni, XVIII. 144.; el-Müs-tedrek, II. 320-321.; en-Nisâ' 41 hakkında : et-Taberî, VIII. 370, Ha. No. 9518.; ed-Durru'1-Mensûr, II. 164.; Ali 'tm-rân 104 hakkında: îbn Kesir, II. 86.; ed-Durru'1-Mensûr, II. 62.; el-İtkân, II. 192. Âli 'tnırîin 102 hakkında: et-Tir-mizî, XL, Ha. No. 2585.; Tefsîru'n-Nesâ'î, v. 17a.; İbn Mâce. Ha. No. 4325.; el-Müstedrek. II. 294.; et-Taberânî, el-Mu'-cemu's-Sağir, v. 139b.; İbn Ebî Hatim, v. 51b-52?.; ed-Dur-ru'I-Mensûr, II. 59. el-Kamer 4849 hakikini a : îbn Kesîr, VI. 479.; ed-Durru'1-Mensûr, VI. 137. el-VâJa'a 7 haklnnda: İbn Kesir, VI. 509.; Ahmed b. Hanbel, el-Fethu'r-Rabbânîf XVIII. 296.; et-Tİrmizî, K. et-Tefsir.; ed-Durru'1-MensÛr,
VI. 163. ct-Taîâk 2 haklnnda: Tefsîru'n-NeSâ'î, v. 106b. el-Me'âric 36-39 hakkında: ei-Müstedrek, II. 502; ed-Durral'-Mensûr, VI. 267. el-MüzzemmiI 17 hakkında: İbn Kesir,
VII. 149.; ed-Durru'I-Mensür, VI. 279. el-Muddessir 56 hakkında: 'Tefsîru'n-Nesâ'î, v. 110a.; et-Tirmizî, K. et.-Tef-. sir.; îbn Mâce, Ha. No. 4299.; el-Müstedrek, II. 508.; İbn Kesîr, VII. 165.; ed-Durru'1-Mensûr, VI. 287. ct-Tekvİr" 7 hakkında: îbn Kesir, VII. 223.; ed-Durru'I-Mensûr, VI. 154. el-Hac 19-20 hakıknda: el-Müstedrek, II. 387,; et-Taberi,. (Halebî), XVII. 133-İ34.; İbn Kesîr, IV. 625.
[381] Ahmed b. Hanbel, el-Fethu'r-Rabbâni, XVIII. 211- 212, et-Taberİ (HaJebî), XVII. İli.; et-Tirmizî K. ef^Tefsîr. Başta ayet zikri geçmeksizin Ebû Saîd el-Hudri'den : el-Bu-hârî, K. et-Tefsîr, V. 241.; Abd b. Humeyd, el-MUsned, v. 121b.; Tefsîrü'n-Nesâ'l, v. 68a-68b.; Tefsîru Abdirrezzak, v. 60a (Enes'den).; Yahya b. Sellâra, Tefsir, v. 39a (el-Hasandan). Müslim, I., Ha. No. 379
[382] tbn Kesîr, IV. 611 (İbn Ebl Hâtim'den). ( 9 ) EI-Hac 1.
[383] Et-Taberî (Halebî), XXVI. 6^; et-Tirmİzî, K. et-TefsIr.; ed-Durrul'-Mensur, VI. 57.; îbri Kesîr, VI. 325.
[384] TefsIru'n-Nesâ'İ, v, 99a-99b.; Ahmed b. Hanbel, el-Pethu'r-Rabbânî, XVIII. 293.; et-Taberî (Halebî), XXVII. 146.; îbn Kesîr, VI. 501 (Banlardan başka el-Beğâvî'den),; ed-Durru'I-Mensûr, VI. 146.
[385] îbn Kesir, IV. 527 (tbn Ebi Hâtim'den, ayrıca ayet zikri geçmeksizin Ahmed b. Hanbel ve Müslim'den).
[386] Bu neviden bir başka ayet tefsiri, ez-Zu3ıruf 77 hakkında: îbn Kesir, VI. 240 (el-Buhâri'den).
[387] Tefsîru 'Abdirrezzâk, v. 6b.; 'Aüd b. Humeyd, el-Müsned, v. 61b.; et-Tirmizî, K. et-Tefsîr.; et-Taberl, VII. 104, Ha. No. 7622.; Tefsîru İbn Ebi Hatim, v.55a.; Ahmed M. Şakir ayrıca şunlara nisbet eder : İbn Mâce, Ha. No. 4288.; el-Müstedrek, IV. 84.; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V. 3, Sünenü'd-Dâriml, III, 318.
[388] Başka misaller İçin bakınız : en-Nebe' 23 hakkında: îbn Kesir, VII. 198 (îbn Ebî Hatlm'den). 'AH 'İmrân 134 hakkında: Tefsîru 'Abdirrezzâk, v. 14a.; Ebû Dâvüd, Ha. No. 4778.; îbn Kesir, II. 116. en-Necm 42 hakkında: îbn Kesir, VI. 463 (el-Beğâvî'den).
[390] Et-Taberî (Halebî), XVI. 223.; İbn Kesîrf IV. 544-545, (el-Bezzâr'dan).; Etiû Ya'lâ, el-Müsned, v. 300a.; el-Mustedrek, II. 381 <-Ebû Sa'İd'den).
[391] Et-Tirmizî, K. et-Tefsîr.; Tefsîru'n-Nesâî, v. 118a.; Ahmed b. Hanbel, el-Fethu'r-Rabbânî, XVIII. 234.; el-Müstedrek, II. 532.; İbn Kesîr, VII. 349.; ed-DurruI'-Mensûr, VI. 380.
[392] Müslim, LIH, Ha. No. 18.; EI-Bezzâr, el-Müsned, v. 18a48b.; et-Taberl (Halebî), XXIV. 107.; İbn Kesîr, VI. 168, 642.
[393] El-İtkân, II. 174.
[394] EI-Mâ'ide 101-102.
[395] Ayetin nüzul sebepleri için bakınız : et-Taberî, XI. 98-112.; el-Buhârî, K. et-Tefsîr, V. 190.; Ahmed b. Hanbel, el-Pet-hu'r-Rabbânî, XVIII. 133.; et-Tirmizî, K. ef>Tefsîr.; en-Nesâ'I. V. 110.; Fethu'I-Bârî, IX. 350-351.; ed-Durrul'-Mensur, II. 336.
[396] Et-Taberl, XI. 112.
[397] EI-Bakara 108.
[398] En-Nesâ'î, V. 110.; et-Tirmizî, K. et-Tefsîr.; Ahmed b. Han-bel,, el-Müsned, II. 447-448.; el-Müstedrek, II. 293.; el-Bu-hâiİ, K. el-î'tişâm, 2. bab.; et-Taberî, XI. 105.; Müslim, K. el-Hac, No. 411.
[399] El-Câmi', v. 36b-37â.; et-Tirmizî, K. el-'±lm, 17. bab.
[400] Ed-Durru'1-Mensûr, II. 336 (el-Hâkim'in tashihini söyleyerek).
[401] Müslim, XLTII, Ha. No. 133.; el-Buhâri, K. el-t'tişâm, Bâb mâ yukrahu min kesreti's-su'âl.; Ebû Dâvûd, Ha. No. 4610.
[402] Müslim, K. el-îmân, Ha. No. 10.
[403] Aynı yer, Ha. No. 11.
[404] EI-Mâ'ide 2.
[405] Sahih-i Müslim ve Tercemesi, Mehmed Sofuoğîu, tstan-bul, 1390/1970, VIII. 21,
[406] Aynı yer.
[407] İbn Kesîr, I. 266.
[408] El-Müstedrek, II. 479 (ez-Zehebî, el-Hâkim'iri tashihine muvafakat eder),; İbn Kesir, VI. 519 (İbn Ebî Dâvüd'dan), VI. 518-519'da aynı hadisi Îbnu'n-Neccâr'den).; ed-Durrul-Mensûr, VI, 154.
[409] Et-Taberî, XXI. 147.; et-Tirmİzî, K. ef>Tefsir.
[410] Ed-Dârimî, es-Süneh, I. 48, Ha. No. 127.
[411] EI-Bakara 217.
[412] El-Bakara 222.
[413] îbn Kesir, I. 266.; el-ttltan, I. 197-198.
[414] Câml'u Beyânl'l-'İlm, II. 173.
[415] EI-îtkân, II. 197-198, es-Suyütî diyor ki : îmam er-Râzî «on dört.» lafzı ile îrad eder ve bu ayetleri şöyle tadad eder : EI-Bakara 186, 139, 215, 217, 219, 220, 222, el-Mâ'ide 4, el-Enfâl 1, en-Nâzi'ât 42, Tâ Hâ 105, el-İsrâ' 85, el-Kehf 83. Bu son İki ayette, ruh ile Zulkarneyn'i soranlar Mekke müşrikleri ile yahudilerdir. (Bakınız : el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 168, 172.) Sahabenin sualleri, sahih rivayette olduğu gibi on iki tane olarak kalır.» < 42 ) El-Muvâfakât, IV. 214.
[416] El-Muvafakat, IV. 214.
[417] En-Nisâ' 127.
[418] En-Nisâ' 176.
[419] Kelâle hakkında olan en-NIsâ' 12 ayeti kışın nazil olduğundan ona «âyetu'ş-şitâ'», en-Nisâ' 176 ayeti ise ya?.m nazil olduğundan buna da «âyetu's-sayf» denilmişUr. Yazın nazil olan ayet, birçok sahabenin beyanına göre, en son inen ahkâm aypf,idİr,(Hak Dîni Kur'an Dili, II. 1540). Kelâlenin'tarifi ve hükmü, miras bahsinde münakaşalıdır. Hz\ Ebû Bekr'in ihtiyarına göre, valideyn ile çocuktan başka olan, Hz. Ömer'e göre ise sadece çocuktan başka olan varislerdir. Ömer hu ayetteki çocuğu olmaksızın kaydını, kelâlenin tarifine bir işaret gibi mülâhaza ederini? (Hak Dini Kıır'an Dili, II. 1310'dan).
[420] Ahmed b. Hanbel, el-Fef.hu'r-TCsbbanl, XVIII. 123.; of,-Tn-berî. IX 441, Ha. No. 3O8RB. forada Ahmed M. Şakır ayrıca Müslim'e nisbefc eder.).
[421] Et-Taberî, VIII. 531, Ha. No. 9923.
[422] EI-Enbiyâ' 7. (Bazılarına göre bu ayetteki «es-Zikr»den murad «Kur'ândir.» Buna göre «Ehliz-zikr» Kur'anı bilen mü'minlerdir «Haazin». Bir Iıadis-i şeriî meali : Âlimin ilmine rağmen, sükût etmesi, câhilin cehline rağmen (Öğ-renmeyip) susması yakışmaz. Allah Teâlâ «Eğer bilmiyorsanız ehl-i zikre sorun» buyurmuştur. - Taberânî : Câbir radiyallahü anh». (Hasan Basri Çantay, Kur'an-ı Hakim vo Meâl-i Kerim, II. 548-580, Not: 4).
[423] En-Nisâ' 83,
[424] Hz. Ali'den Kûie Mescidinin minberinden «KitabuIIahda-ki herhangi bir ayetten veya Resûlullahın herhangi bir sünnetinden sorarsanız size 'bildiririm.» dedifH sabit olmuştur, (îbn Kesir, VI. 413-414.; eî-Kurtubî, IX, 6199,)
[425] M. Mıihyiddİn 'Abdulhamîd, (Ebû Dâvûd, Ha. No. 4610
Şerhinde).
[426] Fethu'1-Bârî, IX. 349.
[427] El-Muvâfafcât, XV. 21&-219 (Hülâsa olarak).
[429] El-İtkan II. 145.
[430] Ahmed b. Hanbel, el-Fethu'r-Rabbâni, XVIII. 249-250.; et-Tirmizî, K. et-Tefsîr.; ekTabert (Halebî), XXII. 76.; fbn İCesîr, V. 539 (îsnad için hasen der, ayrıca îbn "Abdil-berr'e nisbet eder).; Fethu'l-Bârîf X. 154 (el-Hâkim'İn tashihini söyleyerek).
[431] Et-Tirmizî, K. et-Tefsîr ve K. el-Hac, 110. bab. Ha. No. 957.; Aynı hadis sual kaydı olmayarak İbn Ömer'den : .Ebû Dâvûd, Ha. No. 1945.; el-Müstedrek, II. 331.; et-Ta-fcerî, XIV. 124, Ha. No. 16447.; İbn Kesir, III. 361-362.
[432] Et-Taberl, (Halebî), XXIII, 104.; et-Tirmizî, K. et-Tefsîr garib diyerek).; tbn Kesîr, VI. 37 (Fazla olarak îbn ETıî Hatimden).
[433] Meselâ, cI-Ahzâlı 23 hakkında: et-Tirmizî, K. etTefsîr.; et-Taberl (Halebî), XXI. 147.; İbn Mâce, Mukaddime, 11. İbn Kesîr, V. 439-440. Muhammed 38 hakkında: et-Tİrml-bi, K. et^Tefstr, et-Taberl (Halebİ), XXVI. 66.; İbn Kesir, VI. 325. el-Fccr 3 hakkında: et-Tirmlzî, K. et-Tefsîr.; es-Sa'lebl, IV. v. 1597a. en-Necm 13 hakkında: et-Tirmizî, K. et Tefsir.; Tefsîru'n-Nesâ'I, v. 96a.; Müslim, I, Ha. No. 291.; et-Taberl, XXVII. 50.
[435] El-ltkân II. 18-19.
[436] Al-İ İmrân, 97.
[437] Süfyân es-Sevrî, Tefsir, s, 37.; et-TİrmlzI, K. et-Tefsîr; et-Taberİ, VII. 39.; îbn Mâce, Ha. No. 2496.; İbn Mâce, Ha. No. 2897 (İbn Abbas'dan).; îbn Ebİ Hâtlm, v. 48a.; îbnu'I-Münzir, v. 48b. (el-Hasanu'l-Basrl'den mürsel olarak).; Tefsîru 'Abdirrezzâk, v. 6a (Katâde'den mürsel olarak).; Kenzu'l-'Ummâl, II. 2 (eş-Şafi'l ile et^Tİrmİzl ve el-Beyha-fcl'den (Âişeden). ed-Durru'1-Mensûr, II. 56.
[438] El-Müstedrek, IV. 283 (ez-Zehebî tashihine muvafakat eder).; Ahmed b. Haribel, el-Fethu'r-Rabbâni, XVIII 221.-. et-Taberî (Halebî), XX. 145.; et/Tlnnİzi, K. et-TefsIr.
[439] Tekâsür, 8.
[440] Ahmed b. Hanbel, el-Fethu'r-Rabbânî, XVIII. 335.; Et-Tirmizi, K. et-Tefsîr.; îbn Mâce, Ha. No. 4158.; el-Humeydî, el-Müsned, I. 33, Ha. No. 61.; Tefsîru 'Abdirrezzâfc, v. 109b.; et-Taberi (Halebî), XXX. 287.; îbn- Kesir, VII. 363.
[441] Ed-Durru'I-Mensûr, VI. 391. (Ahmed b. Hanbel, îbn Mâca ve İbn Merdeveyh ve el-Hâkîm et-Tirmlzi'den).
[442] İbn Kesir, VII, 364 (İbn Ebî Hâtim'den).
[443] Aynı yer, (İbn Ebî Hâtim'den).
[444] Efc-Taberî (Halebî), XXX. 287.; İbn Kesîr, VII. 363 (Ahmed b. Hanbel'den az lafız farkıyla).
[445] Meselâ, ez-Zümer 53 hakkında: Ahmed b. Hanbel, XVIII. 260-261.; et-Taberî (Halebî), XXIV. 16.; İbn Kesir, VI. 100-101.; FcUıu'1-Bârî, X. 170 (Fazla olarak ct-Taberânî, el-Mu'-cemu's-Sağîr'den). cz-Ziimer 63 hakkında: İbn Kesîr, VI. 106 (İbn Ebi Hâtim'den), (ve Ebû Ya'la'dan). el-Mâ'ün 5 hakkında : et-Taberî (Halebî), XXX. 313.; İbn Kesîr, VII. 381 (el-Hâklm, el-Beyhaki, Ebû Ya'lâ, ibn Cerîr'den nakl ve merfu rivayeti talİI eder.).; ed-Durru'I-Mensûr, VI. 400. Ali îmrân 169-170 hakkında : Tefsîru 'Abdirrezzâk, v. 15a-15b.; Müslim, XXXIII, Ha. No. 121.; et-Tirmizî, K, et-Tefsîr.; İbn Ebî Hatim ve İbnu'l-Münzir, v. 87a. en-Nisâ' 123 hakkında: Ahmed b. Hanbel, XVIII. 121-123.; 'Abd b. Hu-meyd, el-Müsned, v. 2a.; el-Bezzâr, el-Müsned (Murat Molla), v. la.; TefsînTn-Nesâ'î, v. 25a.; îbn Ebî Hatim, v. 183b-184a.; efr-Tabert, IX. 241-243. el-Kevser 1 hakkında: el-Buhârt, K. et-Tefsîr, VI. 93.; Tefsİru 'Abdirrezzâk, v. 110a.
[446] El-Mustedrek, II. 391 (ez-Zehebî tashihine muvafakat eder).
[447] Et-Tabert (Halebİ), XV. 2.; ed-Durrul-Mensûr, I. 110.
[448] Et-Taberi (Halebî), XVII. 188.; İbn Kesir, VI. 524 (et-Ta-beranî'den); ed-Durru'1-Mensûr, VI. 150-151 (tbn Merde-veyh'den).
[449] Bu mevzudaki diğer misaller İçin bakınız : et-Tcvbe 114 hakkında : tbn Kesir, III. 463 (İbn Cerîr ve İbn Ebl Ha-tim'den). eş-Şaffat 48-49 hakkında: et-Taberl (Halcbl), XXIII. 57, 58.; İbn Kesir, VI. 12 ve VI. 524-525 (et-Tabe-rânl'den).; ed-Durru'1-Mensûr, VI. 150-151. cr-Kahmân 64 hakkında : ed-DurruI'-Mensûr, VI. 149 (et-Taberânî ve İbn Merdeveyh'den). el-Vâln'â 28 hakkında : ei-Mustedrek, II. 479.; İbn Kesîr, VI. 518-519.; ed-Durru'1-Mensûr, VI. 154, 156. el-Muzzammîl 4 hakkında : ed-Durru'I-Monsûr, VI. 277. el-Burûc 1 hakkında : ed-Durru'1-Mensûr, VI. 331. el-Fur-kân 61 ve en-Nisâ 78 hakkında: zikredilen yer.
[451] Ubâde hadisi: Ahmed b. Haribel, el-Fethu'r-Rabbânî, XVIII. 175-176.; et-Tirmİzl, XXXV, 3. bab, Ha. No. 2273.; îbn Mâce, Ha. No. 3898.; el-Mustedrek, IV. 391. (İbn Ha-oere göre mnnkatı'dır).
[452] En-Nûr 27.
[453] îbn Kesir, V. 84 (İbn Ebl Hâtlm'den, «ğarîb» diyerek).
[454] Et-Tahrîm 8.
[455] Ed-Durru'1-Mensûr, VI. 245 (İbn Merdeveyh'den, aynı mânada sual zikr edilmeksizin îbn Mes'ûd rivayetiyle Ahmed "b. Hanbel, tbn Merdeveyh ve el-Beyhakî'den).
[456] Yûnus 62.
[457] Tefsîru'n-Nesâ'î v. 42a., et-Taberl, XV. 119, Ha. No. 17704.; İbn Kesir, III, 512 (el-Bezzâr'dan),; ed-Durm'I-Mensûr, III. 310.
[458] El-Vâkıa 23.
[459] Efc-Taberî CHalebİ), XXVII. 178.; İbn Kesîr, VI. S24 (et-Taberânî'dert nakl ettiği uzun hadis içinde).; ed-Durru'I-MensÛr VI. 150.
[460] Bu neviden diğer bazı misaller için : el-Kalem 13 hakkında : Ahmed b. Hanbel, el-Fathu'r-Kabbânî, XVIII. 316.; et-Taberf (Halebî), XXIX. 24.; Fethu'1-Bârİ, X. 289.; ed-Durrul-Mensûr, VI. 252. Yûsuf 18 hakkında : eVTaberî (Ha-lebi), XV. 585.; îbn Kesir, IV. 15.
[462] Et-Tirmizî, K. et-Tefsir.; Ahmed b. Hanbel, el-Pethu'r-Bab-bânî, XVIII. 195.; et-Tabert (Halebî), XV. 145.; tbn Kesir, IV. 341.
[463] Hûd 7.
[464] El-Buhârî, LIX, 1. bab, IV. 73.; et-TIrmizi, K. et-Tefsîr.; îbn Mâce, Ha. No. 182.; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, IV. 11-12.; et-Taberî, XV. 246.; e]-Mustedrek, II. 341.; İbn Kesir, III. 537.
[465] Prof. Dr. Abdullah Kızılırmak, Astronomi Dersleri, II. 198-201, Ege Üniv. Mattı., 1966; Veli Ulutiirk, Kur'ân-ı Kerim'de Yaratma, Basılmamış seminer, s. 54-59, Erzurum Atatürk Üniversitesi tslâmî İlimler Fakültesi, 1979.
[466] Ez-Zümer 31.
[467] Et-Tirmizî, K. e^Tefslr.; el-Humeydî, el-Müsned, I. 33, Ha. No. 60, (No, 63 de fazla olarak ffEvet, her hak sahibine hakkı verilinceye kadar.» vardır).; Ahmed b. Hanbel, el-Mtisned, III. 21.; el-Müstedrek, II. 435.; Ahmed b. Han-, bel, el-FethÜT-Rabbânî, XVIII. 259-260-"; BÜIûğul-Emânl şerhinde; Zübeyr'in sözü için «Dünyada aramızdaki sevgi ve vifaktan sonra mı böyle olacak? demektir. O sonra olacak hadiseyi bilmiyordu» izahatı vardır,
[468] Bu neviden diğer misaller için : Hûd 105 hakkında: Ab<3 b. Humeyd, el-Müsned, v. 4b-5a.; et-Taberi (Halebî), XII. 117.; İbn Kesir, III. 571 (EbÛ Ya'3a'dan). el-Feth 2 hakkında : Müslim, XXXII, Ha, No. 94.; Ebû DâvÛd, Ha. No, (îbn Kesir, VI. 327'den).; îbn Hişam, es-Sîre II. 322.; et-TabDrt (Halebî), XXVI. 70. İbrahim 48 hakkında : Müslim, III. Ha. No. 34.; İbn Mâce, Ha. No. 4279.; el-Mustedrek, II. 352.; et-Tirmizt, K. et-Tefsîr.; Ahmed b. Han-bel, el-Fethu'r-Rabbânt, XVIII. 189.; et-Taberî (Halebi), XIII. .252.
[471] Ali îmrân 93.
[472] Er-Ra'd 13.
[473] El-Bakara 97.
[474] Lubâbu'n-Nukûl, s. 12-13.; el-Vâhidî, Eshâbu-n-NuzüI, s. 15 (muhtasar olarak). es-Suyûtî bu hadîsin Ahmed, en-Nesâ'I ve et-TirmizI'den menkul olduğunu bildirir.) îbn Kesîr, el-Bakara, 97.
[475] Abd b. Humeyd, el-Musned, v. 40b.; Tefşîru'n-Nesâ'î, v.89a.
[476] Mesela, ez-Zuhruf 71, 73.
[477] El-lsrâ, 101.
[478] Ahmed b. Hanbel, el-Fethu'r-Kabbânî, XVIII. 197.; et-Tir-mizî, K. et-Tefsîr.; et-Taberî Halebî), XV. 172-173. îbn Kesil*, IV. 358'de ayrıca en-Nesâ'î ile îbn Mâce'ye de nis-bet ettikten sonra hadîsi ta'lîl eder, müşkil bir hadis olduğunu söyler. Zira, râvîlerden Abdullah b. Selemc'nin hıf-zındaki ânza sebebiyle, muhtemelen dokuz ayetle, «on emir»i karıştırmış olduğuna, bu emirlerin Firavun'a karşı hüccet olmalarının düşünülemiyeceğini öne sürer.
[479] Mesela, Hz. Peygamber Medine'ye gelince Abdullah b. Se-lâm'in sorulan hakkında: el-Buhârî, K. et-Tefsîr, V. 148.; en-Nesâ'î, Tefsîru'n-Nesâ'î, v. 3b.; Lubâbu'n-Nukûl, s. 12-13. Fussilet 9-10 hakkında : Bir yahudi hey'etinin sualleri için et-Taberî (Halebi), XXIV. 94.; Tefsîru'n-Nesâ'î, v. 7a.; Müslim, K. el-Munâfikîn, Ha. No. 27.; Ahmed b. Hanbe!, el-Musned, II. 327 (Bu son İki kaynakta yahudilerin suali zikr edilmez) İbn Kesir, VI. ,165'de bu hadisleri talil eder, ez-Zumer 67 hakkında: e^Taberî (Halebî), XXIV. 27. Yû-suf 4 hakkında : İbn Kesîr, bu ayetin tefsirinde İbn Cerîr, el-Beyhâkî, Ebû Ya'lâ, el-Bezzâr ve İbn Ebî. Hatim'den. Ali fmrân 93 hakkında : Ahmed b. Hanbel, el-Pethu'r-Bab-bânî, XVIII. 105.; İbn Ebî Hatim, v. 45a.; et-Taberî, VİII. 15.; et-Tâc, IV. 81.
[481] İbrahim 48.
[482] Et-Taberî (Halebî), XIII. 250.; İbn Kesir, IV. 147-148.
[483] et-Taberî, (Halebl). XVI. 78.; Müslim, K. el-Edob, Ha. No. 9.; et-Tirmizî, K. et-Tefsîr.; Tefsîru'n-Nesâ'î, v. 58 b.; el-Fethu'r-RabbânI, XVIII. 207-208.
[484] Meryem 28.
[485] İbn Kesîr, IV. 453.
[486] Bülûgu'l-Emânî, XVIII. 207-208, not : 3.
[487] İbn Kesîr, Meryem 28 tefsirine bakınız,
[489] Et-Tirmlzî, XIV. 310.
[490] Kitabımızın 81 vd. sahifeferine bakınız.
[492] En-Nisâ 34.
[493] Et-Taberî, VIII. 295.; (Ahmed M. Şakir ayrıca şunlara nisbet eder: Musnedu't-Tayâlisî, 306.; ed-Durru'1-Mensûr, II. 151.).
[494] El-Buhârî, K, et-Tefsîr, V, 214.; Müslim; XLV, Ha. No. 61.; et-Ttrmîzî, K. t-Tefsîr.; et-Taberî, XV. 475.
[495] Hüd 102.
[497] Kitabımızın 78-79. sahifelerine bakınız. U14) Kitabımızın 81-88. sahifelerine bakınız.
[499] Meryem 39.
[500] Muslira, LI, Ha. No . 40.; el-Buhârî, K. et-Tefsir, V. 237.; Tefsîru'n-Nesâ'î, v. 58b.; Ebû Ya'Ia, el-Musned, v. 68a.; et-Taberl, (Halebî), XVI. 87.; et-Tirmizî, K. et-Tefsir.
[501] îbn Kesîr, VI. 253 (Ebû Ya'la ile îbn Ebî Hatim'den).; et-Tirmizî, K. et-Tefsîr («ğarîb» diyerek).; ed-Durru'1-Men-sûr, VI. 30 (ayrıca İbn Merdeveyh, Ebû Nu*aym ve el-Ha-tîb'den).
[502] Ed-Duhân 29
[503] İbn Ebl Şeybe, el-.Musannef, v. 13a-14a (mutavvel olarak.); et-Taberî, XII. 424.; îbn Kesîr, III. 166-67,; Ahmed M. Şa-kir:Ahmed b. Hanbel, IV. 287-88.; Ebû Dâvûd, Ha. No. 3212.; 3753.; el-Mustedrek, I. 37-40 (alâ şerti'ş-Şeyhayn).
[504] El-A'râf 40.
[505] Bu neviden başka misaller için : el-Enbiyâ 104 hakkında : el-Buhârî, K. et-Tefsîr, V. 240.; Musnedu'd-Darimi, y. 162b.; Müslim, LI, Ha. No. 58. el-A'râf 172 hk.: et-Taberî, XIII, 222; el-Mustedrek, I. 27. Ali İmrân 180 hk.: et-Taberf, VII. 436.; el-Buhârl, V. 172.
[507] Ebû Dâvûd, No, 1479.; et-Tjrmizİ, K. et-Tefslr.; Tefsîrulı-Nesâ'î, v. 87a.; İbn Mâce, No. 3828.; et-Taberî (Halebî), XXIV. 78.
[508] El-Mü'min 60,
[509] El-Hac 30.
[510] Et-Tirmizî, K. eş-Şehâdât, 3. bab, Ha. No. 2300.; et-Taberî, (Halebl), XII. 154.; Ebû Dâvûd, Ha. No. 3599.; İbn Kesîr, IV. 637.
[511] En-Nisâ 110.
[512] Ali İmrân 135.
[513] Ahmed b. Hanbel, el-Musned, I. 2.; Ebû Dâvûd, Ha. No. 1521.; et-Tirmizî, K. et-Tefsîr (Ali İmrân 135 tefsirinde).; ibn Kesir," II. 118, 389-390.
[514] Bu neviden diğer misaller için : el-En'âm 44 hakkında : Ahmed b. Hanbel, el-Musned, IV. 145.; eİ>Taberî, XI. 362.; (Mahmûd M. Şakir : Mecma'u'z-Zevâ'id, VII. 20.; ed-Dur-ru'1-Mens., III. 12) el-tsrâ 13 hakkında : et-Taberî (Halebî), XV. 50-51.; tbn Kesîr, IV. 286 (Abd. b. Humeyd'den). eî-Kehf 105 hakkında: Müslim, XL, Ha. No. 18.; el-Buhârî, K. et-Tefsîr, V. ,236.; et-Taberî (Halebi), XVI. 35. en-Nahl 48 hakkında: Abd b. Humeyd, el-Musned, v. 5b.; et-Tirmizî, K. et-Tefsîr. el-Kaşaş 43 hakkında : İbn Kesir, V. 283 (el-Bezzâr'dan).; ed-Durru'1-Mensûr, V. 129 (el-Hâkim’in tashihini söyleyerek). Sehe 39 hakkında: îbn Kesir, V. 558 (Ebû Ya'Ia ve İbn Ebî Hâtim'den). Fussilet 23 hakkında : tbn Kesîr, VI. 171 (Ahmed b. Hanbel).
[516] El-Hicr 75.
[517] Et-Taberî (Halebî), XIV. 46.; et-Tİrmizî, K. et-Tefsîr («gâ-rîb» diyerek).; İbn Kesîr, I. 576.; etTâc, IV. 155 (Yalnız et-Tirmizî'den).
[518] İbn Kesîr, IV. 297 (et-Taberânî'den).
[519] El-İsrâ 21.
[520] El-İsrâ 81.
[521] Sebe 49.
[522] Müslim, XXXII, Ha. No. 87.; eI-Buhârîr K. el-Megâzî, V. 92-93, K. et-Tefsİr, V. 227.; el-Humeydî, el-Musned, I. 46.; Tefsiru'n-Nesâ'l, v, 52b.; et-Tirmizî, K. et-Tefsîr.; tbn Ke-sîr, IV. 343.
[524] El-Vâkıa 88-89.
[525] El-Vakıa 92-94.
[526] Ahmed b. Hanbel, el-Musned, IV. 260.; îbn Kesir, VI. 541.
[527] îbrâhim 24-25.
[528] İbrahim 26.
[529] îbrahîm 26 ayeMnin okunması ve onun «hanzala» ile tefsiri yalnız et-TIrmizl, et-Taberî ve el-Mustedrek'de vardır.
[530] Et-Tirmizî, K. et-Tefslr.; et-Taberl (Halebî), XIII. 205,; Ahmed b, Hanbel, el-Fethu'r-Rabbftnî, XVIII. 187.; Abd b Humeyd, el-Musned, v. 105a.; el-Buhârî, K. el-îlm, I. 22.; Müslim, L. Ha. No. 64.; et-Taberânî, el-Mu'cemu's-Sagir, v, R4a.; el-Mustedrek, II. 352.; îbn Kesir, IV. 122-123.
[531] Müslim, K. ez-Zekât, Ha. No. 65.; Musnedu'd-Dârİml, v. I57b.; et-TlrmlzI, K. et-Tefsîr.
[532] tbn Kesîr. I. 158 (İbn Merdeveyh)'den).
[533] Et-Taberî, III. 149, Ha. No. 2185. (Ahmed M. Şakir : Hadis Müslim'in şartına uygundur. Mecma'u'z-Zevâ'id, III. 4'e bakınız).
[534] Mesela, Ali İmrân 195 halikında : et-Taberî, VII. 491 CA. M. Şakir: Ahmed b. Hanbel, el-Musned, Ha. No. 6570.; el-Müstedrek, II. 71-72.; Hilyetu'l-Evliyâ, I. 147. Lokman 6 hakkında: et-Tİrmizî, K. el-Buyû, 51. bab ve K. et-Tefslr.; İbn Mâce, Ha. No. 2168.; et-Taberî (Halebî), XXI. 60.; İbn Kesîr, V. 377'de talil eder. el-IIicr 87 hakkında : el-Bu-hârî, K. et-Tefsîr, V. 199, 222.; Musnedu'd-Dârimi, v. 186b.;
. EbÛ DâvÛd, No. 1458.; Ebû Ya'lâ. v. 311a.; et-Taberî, XXIII, 466.; el-Kehf 54 hk. : el-Buhârî, K. el-İ'tisâm, VIII, 155-156.; Tefsiru Abdirrezzâk, v. 54a,; Tefsînı'n-Nesâ'î, 54b.; İbn Kesir, IV. 400. en-Nisâ 110 hk.: et-Taberî, II. 491. Yasin 12 hk.: Müslim, V, No. 281.; el-Müstedrek, II. 428. eş-Sâffat 65-66 hk. : îbn Kesîr, VI, 18 (et-Tirmizî, en-Nesâ'î ve İbn Mâce'den). el-A'râf 182 ve ez-Zulınif 55 hakkında: İbn Kesir, VI. 231.(îbn Ebî Hâtim'den).
[536] En-Nisd 123.
[537] Ahraed b. Hanbel, el-Musned, I. 6.; Ebû Yfl'lâ, el-Musned, v. 3a.; et-Taberî, IX. 241, Ha. No. 10522 (Ahmcd M. Şakir Aîrnıed b. Hanbel rivayetini taz'if eder).
[538] Bu rivayetler için: et-Taberî, IX. 244, Ha. No. 10530 (Ah-med M. Şakir tashih eder ve eî-Buhârî; et-Tirmizî, el-İn-şikâk sûresi tefsirinde) ve diğerlerine nisbet ertnr. Bu hadisi Ebû Dâvûd, No. 3093.; İbn Ebi Hatim, v. 184a'da rivayet ederler. Başka rivayet için : el-Fethu'r-Rabbiînî, XVIII. 122.
[539] El-Mâ'ide 105.
[540] Ed-Durru'I-MensÛr, II. 339 (Ahmed b. Hanbel, et-Taberâ-nî, İbn Ebî Hatim ve îbn Merdeveyh'den).
[541] Bu ayet hakkında, başka yönleriyle, Peygamber (A.S.M.)imizin ayrıca uzun açıklamaları da vardır. İbn Kesîr, Ta-berî gibi müfessirlerin bu ayeti tefsirine dair sayfalarında bu rivayetler bulunabilir
[542] Et-Taberl, I. 397.; ed-Durru'I-Mensûr, I. 39 (el-Hâkîmin Şeyheyn şartı üzerine tashihini söyleyerek).; el-İtkân, II. 191 «İbn Kesir, Tefsirinde ref'ine itiraz, Tarihinde ise is-nad için «hasen» der.» demektedir.
[543] EI-En'âm 159.
[544] Et>Taberî, XII. 270-271, Ha. No. 14266 (Mahmûd M. Şakir : Bu habfer merfû olarak sahih değildir. Bu ümmet ve ehl-i salat hakkında olduğuna dair Ebû Hureyre'ye mevkuf 14264 ve 14265. numaralı haberler sahihtir. İbn Kesir ref'i-ni reddeder. Mecma'u'z-Zevâ'id VII. 22-23'de tahric eder, et-Taberânî'nin el-Mu'cemu'1-Evsat'da sahih isnadla rivayet ettiğini bildirir.» diyor). es-Suyûti, el-îtkân, II. 194'de et-Taberânî'nin ve başkalarının «ceyyid bir isnadla» rivayet ettiğini söyler. Sonra : «et-Taberânî sahih isnadla Ebû Hu-reyre'den tahric ettiğine göre Resûlullah dedi ki «Dinlerini parça parça edenler, ayrı ayrı fırkalar olanlar» bu ümmetteki bidat ve neva ehlidir.»
[545] Bu neviden diğer misaller için ; el-Bakara 119 hakkında : İbn Kesir, I. 248. el-Bakara 152 hakkında : ed-Durrul-Men-sûr, I. 148. er-Ra'd 39 hakkında : el-İtkân, II. 196. el-Hicr 47 hakkında : İbn Kesir, IV. 156 ve VI. 10 (ibn Ebİ Hâ-tim'den). el-Enbiyâ 1 hakkında : Tefsiru'n-Nesâ'î, v. 67b.; EbÛ Ya'lâ, el-Müsned, v. 70a.; et-Taberî CHalebî), XVII. 1. ez-Zumer 53 hakkında : et-Tirmizî, K. et-Tefsîr. er-Rah-mân 55 hakkında : İbn Kesir, VI. 525-526 (et-Taberânî'den). el-Vâia'a 37 hakkında : et-Taberî (Halebî), XXVII. 188. el-Cnmu'a 10 baklanda: et-Taberî (Halebî), XXVIII. 103.; ed-Durru'1-Mensûr, VI. 220. et-Taiâk 2 hakkında : ed-Dur-rul-Mensûr, VI. 232. cî-Kıyâme 32-23 hakkında: et-Taberî (Halebİ), XXIX. 193.; ed-Durru'1-Mensûr, VI. 290.
[547] İbn Kesir, I. 7.
[548] EI-En'âm 82.
[549] El-Buhârî, K. et-Tefsîr, VI. 20.; Tefsîru Abdirrezzâk, v. 26b.; Ahmed b. Hanbel, el-Fethu'r-Rabbânî, XVIII. 140.; et-Tirmizî, K. et-Tefsîr.; Tefsîru'n-Nesâ'İ, v. 31b.; el-Bez-zâr, el-Musned (MurBt Molla), v. 158a.; Ebû Ya'lâ, el-Mus-ned, v. 238a.; et-Taberl, XI. 495.; Diğer rivayetler iğin : İbn Kesir, III. 59.
[550] Ez-Zumer 53.
[551] Et-Taberî, VIII. 449, Ha. No. 9730. (Mahmûd M. Şakir ha-dişin isnadını tashihe meyi ©der.).; İbn Kesîr, II. 313'de aynı haberi, Ebû Ca'fer er-Râzİ ile îbn Merdeveyh'den , nakleder.
[552] En-Nisâ 48.
[553] Sufyâh es-Sevrî, Tefsir, s. 199.; el-Buhârî Sahîh'inin beş ayrı yerinde, muhtelif vechlerden az farklarla rivayet eder. Bunlardan biri, K. el-îstiskâ, 29. bab (M.F. Abduîbâkî, Mehâsinu't-Tâ'vil, VI. 2344, Not: l'den).; Müslim, I. Ha. No. 7 (Ebû Hureyre'den bu mânada).; Tefsîru Abdirrez-zâk, v. 71a.; Abd b. Humeyd, el-Musned, v. 100a (Ebû Hureyre'den).; Ebû Ya'lâ, el-Musned, v. 252b.; Ahmed b. Han-bel. el-Fethu'r-Rabbânî, XVIII. 230 (tbn Abbâs'dan).; îbn Mâce, Ha. No. 64, 4044.; et-Taberî (Halebî), XXI. 88.
[554] El-En-âm 94.
[555] Abese 37.
[556] Et-Taberî, XI. 544, Ha. No. 13570 (Mahmûd M. Şakır : «Bu Iıadis el-Mustedrok, IV. 565'dedir, e^Zehebf'ye göre sahih, fakat munkatidir»). Bu hususta başka bir rivayet için bkz. : İbn Kesir, VII, 218 (et-Tinnizî'den «hnsen ve sahih» diyerek, en-NesîVİ'den bu mânada).; et-Taberi (Haîelıi), XVII. 102.
[557] Kur'ânı Kur'ânlatef şirinin bir başka misali için : İbrahim 16-17 ayetlerini, Muhammed 15 ve el-Kehf 2!) ayctîeriyle açıklaması hakkında : Ahmed b. Hanbeî, eî-Fethu'r-Rabbani, XVIII. 186-187.; el-Mustedrek, II. 457.; Tefsİru'n-Nes&'İ, v. 47a-b.; et-Tirmizî, XL, 4. bab, Ha. No. 2583 («garîbn diyerek).; İbn Kesîr, IV. 115. 12 )
[559] El-Bakara 196.
[560] Parantez içindeki ziyade El-Buhari rivayetindendir.
[561] Ahmed b. Hatibe!, el-Fethu'r-Rabb&nl, XVIII. 84.; el-Buhâri, K. et-Tefsîr, V. 158.; Müslim, K. el-Hac, Ha. No. 80.; Ebü Dâvûd, Ha. No. 1856-1858.; et-Tirmizî, K. et-Tefsîr.; îbn Huzeyme, es-Sahih, v. 266b.
[562] El-Enâm 151.
[563] EI-Buhârî, K. ed-Diyât, 6. bab, VIII. 38.; Müslim, K. el-Kasâme, Ha. No. 25.; el-Bezzâr, el-Musned (Murat Molla),. v. 9la (Hz. Osmândan).; Ebû Ya'lâ, el-Musned, v. 24O.b.
[564] El-Mâ'ide 38.
[565] Ebû Dâvûd, Ha. No. 4384, 4385.; el-Humeydl, el-Musned. I; 280.; eş-Şâfi'î, er-Risâle, s. 41, Ha. No. 224.; et-Tirmizî, K. el-Hudûd, 16. bab. Ha. No. 1445.; etTaberî, X..295.
[568] El-En'âm 12.
[569] Tefsînı Abdirrezzâfc, v. 25n-b.; et-Taberî, XI. 274.; İbn Kesir, ITT. 10.; el-Buhâri, LIX, 1. bab.; Müslim, K. et-Tevbe, Ha. No. 16, 15,
[570] Ahmed b. Hanbel, el-Musned, IV. 11-12.; et-Tirmhî. K. at-Tefsîr.; ot-Taberl, XV. 246.; tbn Mâce. Ha. No. 182.
[571] Ahmed b. Hanbel, VI. 168; Müslim, Zuhd, Ha. No, 60.
[572] Bu neviden başka misal : el-Bakara 24 hakkında : et-Taberî, I. 381 (A. M. Şakir : el-Mustedrek, II. 261 (Şeyhayn şartı üzere).; ed-Durru'1-Mensûr, I. 36).; İbn Kesîr, I. 107.
[574] Ebû Dâvûd, Ha. No. 4693.; et-Taberî, I. 481 (Ahmed M. Şaklr: Musnedu Ahmed, IV. 400.; et-Tirmizî, IV. 67-68, el-Mustedrök, II. 261.;. İbn Sa'd).
[575] Er-RÛm 20.
[576] Er-RÛm 22. .
[577] Hz. Âdem'in sulbünden hürriyetinin çıkarılıp misak alınması mevzuunda el-A'râf 172 hakkında: Ahmed b. Hanbel, el-Musned, I. 272.; el-Mustedrek, I. 27 ve II. 544.; et-Taberî. XIII. 222 (M. M. Şakir : Mecma'u'z-Zeva'id, VII. 25 ve VII. 188-189. el-Bakara 38 haklnnda : Bu mevzudaki bif çok rivayeti es-Suyûtî, ed-Durru'I-Mensûr. II. 57-G3 sahi-felerinde toplamıştır.
[578] El-Buhârî, IV. 78.; Müslim, K. el-Kader, No. I.; et-Tabe-rftn!, el-Mu'cemu's-Şagîr, v. 68b.; Ebû Ya'Iâ, v. 237b.; el-Bezzâr (Murat M.), v. .162b.
[579] El-Hac 5.; EI-Mu'minûn 14.
[580] Bu neviden başka misaller : el-Kiyâme 39 hakkında : îbn Kesir, I. 227 (Ahmed, et-Tirnıizî, en-Nesâi'den).; el-İnfi-târ 8 halikında : et-Tabert (Halebİ), XXX. 87.; İbn Kesîr, VII. 233 (Sahiheyn'den).
[582] El-Buhârl, K. et-Tefsir, VI. 28-29. Ahmed b. Hanbel, el-Fethu'r-Rabbanî, XVIII. 157.; et-Tirmizî, K. et-Tefsîr.; tbn Mftce, Ha. No. 194.
[583] Sebe 23.
[584] Aynı ayet hakkında bazı farklarla rivayet edilen başka bir hadis: İbn Kesir, V. 550.; et-Taberî (Halebî), XXII. 91.; el-Fethu'r-Rabbânî, XVIII. 250. Bu nevidert başka misaller için : cr-Ra'd 13 hakkında : et-Tirmizî, K. et-Tefsîr.; el-Fethu'r-Rabbânî, XVIII. 185. Yâsîn 38 hakkında : el-Bn-hârl, K. et-Tevhîd, VIII. 176, K. et-Tefsîr, VI. 30.; e!>Tir-mizî, K. et-Tefsîr.; Müslim, I, No. 251.
[586] El-Buharî, K. el-Edeb, VII, 123.; Ma'mer b. Raşid, el-Cami; v. 21b.; Müslim, K. el-Kader, Ha. No. 6.; Ebû Dâvûd, Ha. No. 4694.; et-Tirmizî, K. et-Tefsîr, Tefsîru'n-Nesâ'î, v. 116b,; Abd b. Humeyd, el-Musned, .v. 14a.; İbn Mâce, No. 78.; et-Tabert (Halebİ), XXX. 223. (35) El-Leyl 5-10. (36 ) Müslim, K. el-Kader, Ha. No. 2650. (Sahih-i Müslim ve tercemesi), VIII. 124-125.
[587] Eş-Şems 7-8.
[588] Bu neviden bazı misaller için : er-Ra'd 39 hakkında: tbn Kesîr, IV. 102 CAhmed b. Hanbel'den.; et-Taberî (Halebî), XIII. 168.; el-ttkân, II, 196. el-Hac 5 hakkjnda : el-Buhârî, K. el-Hayz, I. 82.; Müslim, K. el-Kader, Ha. No. 5.
[590] Et-Tirmîzl, K. etTefsir.; Tefsîrutı-Nesâ'î, v. 113b.; Ahmed b. Hanbel, el-Musned, VII. 240.; îbn Mâce, Ha. No. 4344.; et-Taberl (Halebî), XXX, 98:; tbn Kesîr, I. 82 ve VII. 240-241.
[591] Et-Tatfîf 14.
[592] Tefsîru Abdirrezzâk, v. 9b.; Tefsîru'n-Nesâ'İ, v. 12b.; et-Taberl, V. 571-572. Ha. No. 6170.; Ebû Ya'lâ, el-Musned, v. 230a. Tirmizî de Tefsir bölümünde «hasenun garîb» diyerek rivayet eder. Tahrici için İbn. Kesîr'de bu ayetin tefsirine bkz.
[594] El-En'âm 65.
[595] Et-Tirmizİ, K. et-Tefsîr.; Ahmed b. Hanbel, el-Fethu'r-Rabbânî, XVIII. 138. Fethu'1-Bârî, IX. 262.; et-Taberî, XI. 432-33, Not : 13380.
[596] El-Buhâri, K. etTefsîr, V. 193,; Ahmed b. Hanbel, el-Fethu'r-Rabbânî, XVIII. 139.; Tefsîru Abdlrrezzâk, v. 26a-b.; et-Tirmlzî, K. et-Tefsîr.
[597] Fethu'l-Bârî'den Mehâsinu't-fe'vîl VI. 2356. Bu mânada başka hadîsler de vardır; et-Taberî, XI. 426 ve orada M.M. Şakir'ln tahrici.; Müslim, LII, Ha. No. 20.; et-Taberî, XI. 423, Ha. No. 13367 ve M. M. Şakir'in notuna bakınız.
[598] Et-Taberî, XI. 432, Ha. No. 13379 (M. M. Şakir : Bu hadisi etTirmizî, K. el-Fİten'de rivayet eder). Bu mânada başka hadis İçin:" el-Fethu'r-Rabbânl, XVIII. 139.; Pethu'1-Barî, IX. 262.
[599] Fethul-Bârî, IX. 262.
[600] Et-Taberî, XIV. 342 CM. M. Şakir s. 341 de bu mânada bir haberi el-Buhârf'ye nisbet eder).; Ebü Ya'lâ, v. 286a.; tbn Kesir, IIÎ. 419. Bu nev'e başka misal : en-Nûr 55 hakkında : Tefsîru Abdirrezzâk, v. 26a.; İbn Kesîr, III. 38 (Ah-med b. Hanbel'den) ve V. 120.
[602] Müslim, I, Ha., No. 248.; el-Buhârî, K. et-Tefsîr, V. 195.; Ebû D&vûd, Ha. No. 4312.; TefsSra'n-Nesâ'İ. v. 32-b-33a.; İTm Mâce, No. 1352.; Ebû Ya'lâ, v. 277a.; et-Tirmİzi, K. et-Tefsîr.; Ebû Sa'İd'den : Ahmed b. Hanbel. el-Fethy'r-Rab-bftnl, XVIII. 142.; Abd b. Humeyd, el-Musned, v. 119b.
[603] El-En'âm 158.
[604] Et-Taberî (Halebî), XVI. 21.; İbn Kesir, IV. 592-593; Ah-med b. Hanbel, III. 77; İbn Mâce, Flten, 33.
[605] El-Enbiyâ 96.; el-Kehf 94.
[606] Bu neviden başka misaller için : Âli İmrân 55 hakkında : Muslini, I, Ha. No. 242.; et-Taberî, VI. 458. en-Neml 82 hakkında : et-Tirmizî, K. et-Tefsîr.; et-Taberî (Halebî), XX. 15.; İbn Kesîr, V. 255-257 (et-TayâlIst ve Ahmed b. Hanbel'den).
[607] Et-Taberî, I. 74.
[609] Et-Taberî (Halebİ), XVII. 112 (Lafz ona aittir).; Abd b. Humeyd, el-Musned, v. 121b.; et-Tirmizî, K. et-Tefsîr.; el-Buhârî, K. et-Tefsîr, V. 241.; Müslim, I. 379.; Tefsîru Ab-dirrezzâk, v. 60a (Enes'den).; Tefsîru'n-Nesâ'î, v. 68a-b.^ el-Fethu'r-Rabbânî, XVIII. 211.
[610] el-Hac 3.
[611] el-Hac 2.
[612] s. 142.
[613] el-Hâkka 18.
[615] Et-Tirmizî, XXXV, 4. bab.; Ahmed b. Hanbel, el-Musned, IV. 414.; tbn Mâce, K. ez-Zuhd, 33. bab.; ed-Durru'1-Mensûr, VI. 260.
[616] Bu neviden başka misaller İçin : el-Bakara 143 hlt.: el-Buhari K. etrTeteîr, V. 151.; et-Tirmizî, K. et-Tefsîr.; Abd b. Humeyd, el-Musned. v. 120b.; Ebû Ya'la, v. 68a.; tbn Mace, Ha. No. 4284.; el-Fethu'r-Rabbânî, XVIII. 77. el-Kalem 42 hk.: el-Buhârl, K. et-Tefsîr, VI. 72.; Müslim, I, Ha. No. 302.; el-Mustedrek, IV. 582-584.
[617] Ma'mer h. Râşid, el-Câmi, v. 71b.; Abd b. Humeyd, v. 120a (Ebû Sa'îd'den).; el-Buhârî, K. et-Tefsîr, VI. 48.; Heramam îbn Mımcbbih'in Sahifesi, (Nşr. Muhammed Ha-midullah, Trc. Talât Koçyiğit), Ankara, 1967, s. 89.; Mus-nedu'd-Darlmî, v. 165b.; Tefsîru'n-Nesâ'î, v. 95a. el-Pethu'r-Rabbânî, XVIII.; Müslim, LI, No. 35.; Et-Taberî (Ha.), XXVI. 170.; et-TIrmizî, K. et-Tefsîr.
[618] El-Kâf 30.
[619] Bu neviden başka misaller için : el-A'râf 43 hk.: Müslim, LI, Ha. No. 22.; et-Tlrnıizî, ez~Zumer 72 tefsirinde.; et-Taberî, XII. 440.; el-Pethu'r-Rabbânî, XVIII. 143.; Tefsî-ru'n-Nesâ-'î, v. 33b.; Abd b. Humeyd, v. 124a.; et-Taberânî, el-Mu'cemu's-Sagir, v. 32b. er-Ra'd 39 hk,: el-Buhârî, K. er-Rlkâk, VII. 201.; Müslim, LI, Ha. No. 6. 7.; et-Taberî (Halebî), XIII. 149.; İhtı Kesîr, IV. 89-90.
[621] Âli İmrân 135.
[622] Ebû Dâvûd, Ha. No. 1514.; et-Tirmizİ, K. ed-Daavât, Bâbu ahâdîsi şattâ, et-Taberî, VII.' 225.; îbn Ebi Hatim. v. 68a.; Ebû Ya'lâ, v. 12a.; .îbn Kesîr, II. 119.
[623] En-Nisâ 31.
[624] Müslim, I, Ha. No. 144.; el-Bezzâr, el-Musned, v. 16a.; Îbn Ebi Hatim, 129b.; İbnu'ul-Munzir, v. 129b (Ebû Bekre'den).
[625] Eî-Buhârî, el-Furkân 68 tefsirinde, VI. 14.; et-Tİrmlzî, el-Furkân 68 tefsirinde.; Müslim, I, Ha. No. 141.; Ahmed t>. Hanbel, el-Musned, I. 380.; Ebû Dâvûd, Ha. No. 2310.
[626] Müslim. I, Ha. No. 145.; el-Bııhârî, K. el-Vesftyâ, 23. tali, III. 195.; Ebû DâvÛd. Ha. No. 2874.; et-Tâc, IV. 93.
[627] Ebû imvfid, Ha. No. 2875.; el-Mustedrek, IV. 259.
[628] Et-Taberî, VIII. 237-238 (A. M. ŞaJrir : el-BuMrî (et-Târîhu'1-Kebîr), en-Nesâ'î ve diğerlerine nisbet eder).
[629] Mesela et/Taberî, VIII. 233-252 ve tbn Kesîr, II. 253-269'da bu rivayetleri toplamaya çalışmışlardır.
[630] Mehâsirm't-TeVÎI, V. 1208.
[631] Müslim, I. Ha. No. 314.; et-Taberl (Halebî), XrX. 47. Bu ve bu ayetin tefsirine dair başka hadisler için : ed-Durru'l-Mensûr, V.
[632] el-Furkân 70.
[633] El-Bakara 177.
[634] İbn Kesîr, I. 366 (el-Hâkim'ln Şeyheyn şartı üzere tashihini zikr ederek).; Tefsiru Abdirrezzâk., v. îb.
[635] Müslim, I, Ha. No. 206. Eti mânada başka hadisler de vardır : Mesela, Hemmam İhn Munebbih'm Sahifesi, s. 103.; et-Tirmizl, el-En'âm 160 tefsirinde.; Müslim, I, Ha, No. 203-208.; İbn Kesir, III. 137.
[636] El-En'âm 160.
[637] El-Bakara 261.
[640] Hemmam îbn Mtinebbih'in Sabitesi, s. 93.: Ahmed b. Han-bel, el-Fethu'r-Rabbânî, XVIII. 249.; el-Buhârî. K. el-Gusi, I. 73.; Müslim, K. el-Fezâ'il, Ha, No. 155-156.; Tefsînı'n-Nesâ'î, v. 81a-b.
[641] El-Ahzâb 69.
[642] EtTirmlzî, K. et-Tefsîr.; et-Taberî (Haleti), XXII. 52. el-Buhârî, K. et-Tefsîr, VI. 27'de muhtasar olarak bu ziyade ile îrad eder.
[643] Et-Taberl (Halebl), XXVII. 239-240.; İbn Kesîr, VI. 568 (İbn Ebî Hfttlm'den nokl ve et-Taberî rivayetine işaret öder, mütâbcat sebebiyle hadisin kuvvet kazandığını söyler.). Bu mânada Eneg b. Mâlik hadisi: Ebû DârÛd, Ha. No. 4904.; ed-Durru'I-Mensûr, VI. 179.
[644] El-Hadîd 27.
[645] Tefsîru'n-Nesâ'İ, v. 100a-b.
[646] Et-Taberl, VI, 285-286 (A. M. Şakır tashih eder; ayrıca el-Begavi'ye nlsbet eder).; îbn Ebl Hatim, v. 14b.
[647] El-Mustedrek, II. 262 (Müslim'in şartı üzere, ez-Zehebî de onun tashihine muvafakat öder.); ed-Durru'I-Mensur, t. 51 ve II. 246. Bu mânadaki başka hadisler için aynı eser,. I. 51.
[648] Nisa, 164.
[650] Hemmâra îbn Munebbih'İn Sahtfesİ, s. 110.; Müslim, XXXII, No. 32.
[651] Ali îmrân 183
[652] Ahdi Atik, Yûş'a, X. 12-13 ve Tekvin, XV. 17; Yûş'a, VII.lfi-26 (Henımâm îbn Munebbih'İn SahİfesI, s. 110, Notlar: 238. 241.).
[653] El-Buhârî, K. el-tkrâh, 1. bab, VIII. 56.; İbn Kesîr, I. 445.
[654] El-Bakara 214.
[655] Et-Taberî, XII. 537 ve Halebf, XIV. 50.; îbn Kesir. III. 190 (M. M. Şaldr : Musnedu Ahmed, III. 296.; el-Bidâyeve'n-Nihâye, I. 137 vs.)
[656] EI-A'râf 73, el-Hicr 80-84, eş-Şems 11-14 gibi.
[657] El-Buhârî, K. et-TefsIr, VI. 83-84.; Müslim, LI, Ha. No. 49.; İbnKesîr, VII. 303 (Alrrned b. HanbPl ve diğerlerinden).; Bu meselenin şerhi için: Fethu'1-Barî, X. 334.
[658] Bakınız : eş-Şems 12.
[659] Hz. Peygamberin Kur'ânda mücmel olan kıssaları beyana için; el-Bakara 127 (Ka'benin bina edilmesi) hakkında : et-Taberî, III. 67. el-Mâ'ide 114 (mâ'idenin muhtevası) bak-fanda: et-Taberî, XI. 228-29.; et-Tirmizî, K. et-Tefsîr.; İbn Kesir, İL 681. Hûd 40 (Hz. Nuh'un gemisi) hakkında: et-Taberî (Halebî), XII. 35.; îbn Kesîr, III. 555. Yûsuf 31 hakkında: îîm Kesîr, IV. 24. İbrahim 37 hakkında: et-Taberî CHalebî), XIII. 229-234. el-îsrâ 55 hakkında: el-Buhârî, K. et-Tefsîr, V. 227/eI-Kehf 23 hk.: et-Taberî (Ha-lebî), XV. 273.; îbn Kesîr, IV. 403; el-Kehf 65 hakkında: el-Buhârî, K. el-îlm, I. 38-40.; K. et-Tefsîr, V. 230-235.; Mus-lim, XLIII, Ha. No. 170-171.; et-Taberî (Halebî), XV. 278-79, 282. el-Kehf 81 hakkında : et-Taberî (Halebî), XVI. 3.; et-Tirmlzî, K. et-Tefsîr.; Ebû Dâvûd, Ha. No. 4706.; Ken-■ znl-TJmnıal, II. 4 (Müslim'den).; Ahmed b. Hanbel, el-Mus-ned, V. 119. el-Kehf 82 hakkında : îbn Kesîr, IV. 417 (Ahmed ve el-Buhârî'den).; el-Mustedrek, II. 369.; îbn Kesir, IV, 415. Tâ Ha 40 hakkında : Müslim, LII, Ha. No. 50.; et-Taberî (Halebî), XVI. 164. el-Enbiyâ 63 haldanda : el-Btı-hârî, K. el-Enbiyâ, 8. bab.; efr-Tirmîzî, K. et-Tefsîr.; et-Ta-1 beri (Halebî), XXIII. 71.; Îbn Kesîr, IV. 570. el-Enbiyâ 83-84 hakkında : îbn Kesîr, V. 583 (Sahîheyn'den). el-En-biyâ 87 hakkında: et-Taberî (Halebî), XVII. 81.; îbn Kesîr, IV. 588. en-Neml 15-17 hakkında : tbn Kesîr (Ahmed b. Hanbel'den). eî-Kasas 27 hakkında : îbn Kesîr V. 276-77 (el-Bezzâr ve îbn Ebî Hâtim'den). Şâd 34-S9 hakkında : îbn Kesîr, VI. 63-67. Şâd 42 hakkında : e^Taberl (Halebî), XXIII. 167.; îbn Kesîr, VI. 68. el-Ahkaf 25 hakkında : Îbn Kesîr, VI. 289 (et-Taberânî'den). el-Murfic 4 hakkında : Müslim, LIII, Ha. No. 73.; et-Taberî (Halebî), XXX. 133-34.; et-Tebarânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr, v. 210b-2Un.; Ma'mer b. Râşid, el-Câmi, v. 72a-ft.; Tefsîru'n-Nesâ'i, v. 113b-114b.; Fethu'I-Bftrî, X. 326.; Îbn Kesîr, VII. 257.
[661] Müslim, I, Ha. No. 302.; et-Tirmizî, XXXIX, Ha. No. 2555.; et-Taberî, VI. 262, Ha, No. 6751 (Cabir'den).; İta EM Hâ-ttm. v. 12a.
[662] Et-Tevbe 72.
[663] Mehâsinu't-Te'vîl, VI. 2107 (M. F. Abdulbâkî tahricinde: Musnedu Ahmed. I. 215. en-Nesâ'î, XXIV, 218. bab. İbH Mâce, Ha. No. 3029.).
[664] El-Mâ'ide 77.
[665] El-Mâ'ide 91.
[666] Et-Taberî, IV. 331. Ha. No. 4143 CA. M. Şakir : Musnedu Ahmed, Ha. No. 5390.; et-Teyâlisî, 1957.; ed-Durnı'1-Men-Sûr, II. 314-315).
[667] el-Buhârl, K. el-îmân, I. 11.; Müslim, I. Ha. No. 36.
[668] El-Tevbe.5
[669] Bu neviden diğer misaller için : Fussilet 83 hakkında : İbn Kesîr, VI. 171 (Ahmed b. Hanbel'den). es-Secde 17 hakkında ; Müslim, LI, Ha. No. 2, 4, 5.; Ma'mer b. Râşid, el-Cami, v. 68b.; el-Buhârî, K. et-Tefsîr, VI. 2t; et-Tirmizl, K. et-Tefsîr,; Musnedu'd-Dârimî, v. 164a.; efr-Taberânî, el-Mu'cemu's-Sağlr, v. 9a. el-Hadîd 28 hakkında : el-Buhârî, III. 31.; Müslim, I( Ha. No. 241.; et-Taberî (Halebî), XXVII. 243.; îbn Kesîr, VI. 570.
[671] Bakınız : el-îtkân, II. 16-17.; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuku îslâmiyye ve Istilahatı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul, 1967, I. 6&-74.
[672] Et-Tâc, I. 80.; îbn Kesîr, II. 477-78.; (el-Mu'cerrm'1-Mufeh-res li Elfâzi'I-Hadîs en-Nebevî : Ebû Dâvûd, Tahâre, 41.; etTirmizî, Tahâre, 52.; en-Nesâ'î, Tahâre, 46.; îbn Mâce, Tahâre, 38.; ed-Dâriml, Vuzû, 53.; el-Muvatfca, Tahâre. 13.; Ahmed II. 238).
[673] Abd to. Humeyd, el-Musned, v. 108a,; îbn Kesîr, II. 477-478; et-Tâc, III. 94 (İbn Mâce ve el-Hâkim'den).; İbn Mâce,. Et'ime, 31. bab.
[674] El-Mâ'ide 3.
[675] En-Nûr 2.
[676] Recm hakkındaki hadisler için : îbn Kesir, V. 49-50.
[677] îbn Mâce, Hudûd, 7.; Müslim, Hudûd, 13.; Ebû Dâvud,. Hudûd, 23; Taberî, VIII, 76, Ha. No. 8805.
[678] Müslim, Hudûd, 14; Ahmed b. Hanbel, Musned, V. 318; Teberi, VII, 77, Ha. No. 8806.
[679] Ahkâmu'I-Kur'ân, s. 116,
[680] Bu ayet A. M. Şakir'in dediği gibi (et-Taberî, VIII, 77, Ha. No. 8806 şerhinde) en-Nûr 2, ayetidir.
[681] Ahkâmu'l-Kur'ân, s. 116.
[682] Et-Taberî, VIII. 80.
[683] İbn Kesîr, II. 322.
[684] El-Mâ'ide 45.
[685] El-Mu'cemu'I-Mufehres li Elfâzi'î-Hadîs en-Nebevî : el-Bu-hârt, İlm, 39.; Ebû Dâvûd, Diyât, 11.; et-Tirmirf, Diyât, 16.; en-Nesâ'i, Kasâme, 9.; İbn Mâce, Diyât, 21.; Ahmed, I. 79.; ed-Dârimî, Diyât, 5.
[686] İtm Kesir, II. 580.
[687] ÂIÛsI, Rûhul-Me'ânl, VI, 148.
[688] Fâtır 37.
[689] İbn Kesir, V. 590 (İbn Ebî Hatim, et-Taberâiü'den diyerek).
[690] ElMustedrek, II. 427.; et-Taberî (Halebî), XXII. 142.; el-Buhârî, K. er-RIkâk, VII. 170 (Bu mânada).
[691] İbn Kesir, V. 591.
[692] Et-Tftberî (Halebi), XXII. 142.
[693] El-EnfâI 41.
[694] Eş-Şâfi'î, ©r-Risâle, s. 41, Ha. No. 229.; EbÛ Dâvûd, Ha. No. 2980.; ct-Taberî, XIII. 556, Ha. No. 16119.; Ebû Ubeyd, K. el-Emvâl, s. 331, Ha. No. 842 (M. M. Şakir'den).; tton Kesir, III. 323-324
[695] En-Nisa 86.
[696] Et-TAc, V. 249 (Müslim ve Ebû Dâvûd'dan); Taberî, VIII. 588-589.
[697] El-En'âm 83. hakkında bkz.: Tefsîru Abdirrezzâk, v. 26b.; el-Buhârî, K. et-Tefsîr, V. 193.; Ahmed b. Hanbel, el-Fet-hu'r-Rabbânî, XVIII, 140.; et-Tirmlzî, K. et-Tefslr.; Tef-sîm'n-Nesâ'î, v. 31b.; Ebû Ya^â, eî-Musned, v, 238a.; et-Taberî, XI. 495, Ha. No. 13479. Bu neviden başka misaller için : el-Mâide 38 hakkında : eş-Şafi'î, er-Risâle, s. 41, Ha.-No. 224.; el-Humeydi, el-Musned, I. 280, Ha. No. 279.; Müslim, K. el-Hudüd, Ha. No. 1.; Ebû DâvÛd, Ha. No. 4384, 4385.; ei>Tirmizî, K. el-Hudûd, 16. bab, Ha. No. 1445.; et-Taberî, X. 295, Ha. No. 11912. en-Nûr 33 hakkında : el-Mus-tedrek, II. 398 (eî-Hâkim tashih, ez-Zehebî muvafakat eder ve mevkuf olarak da rivayet edildiğine işaret eder).; ed-rJurrul-Mensûr, V. 46.
[699] Ö. Nasuhİ Bilmen, Hukuku îsîamiyye ve Istılahatı Pık-hiyye Kamusu, I. 67.
[700] Haydar Efendi, Usûl-İ Fıkh Dersleri, İstanbul, 1334 H., s. 148.
[701] Muslini, IV, Ha. No. 34.; ed-Dârimî, Salât, 36.; et-TIrmizî. Mevâkit, 69.; Ahmed b. Hanbel, II. 428.; İbn Mâce, İkâme, 11.
[702] EI-MuzzemmiI 20.
[703] Et-Tirmizi, K, et-Tefsîr.; et-Taberî, IV. 410-411.; Tefsîrıı Abdirrezzâk, v. 13a.; (A. M. Şakir : Ahmed b. Hanbel, VI.
[704] Fethu'l^Bâri, IX. 257 (Ahmed b, Hanbel, en-Nesâ'î, İbn Mâce ve îbn Hibbân'dan).; eş-Şâfi'î, Ahkâmu'l-Kur'ân, s, 164.; Mehâsinu't-Te'vîl, III. 569.; et-Tirmizî, Rızâ, 12.; ed-, Darimî, Nikâh, 30.
[705] El-Bakara 223.
[706] El-Bakara 223.
[707] İbn Hacer'in beyanına göre el-Buhârî, en-Nesâ'î, el-Bez-zâr gibi hadis imamları indinde, dübürün haramhğına dair hadis sabit olmamıştır. Bu işi men edenler-İse, Şey-. heyn şartı üzere olmasa bile, müteaddit tariklerden gelen ve mecmuu ile ihticaca salih olan hadislere dayanmaktadırlar. Ez-Zehebî bu hadisleri bir cüz'de toplamıştır (Fet-hu'i-Bârî, 257-58).; İbn Kesir, I. 461-470.; Şerhü Me'ânî'l-Âsâr, III. 4046 (et-Tehâvî'ye göre men'eden hadisler tevatür etmiştir (s. 42) Mubah olduğuna kail olan tek sa-habi îbn Ömer'in de bizzat rücûu ve reddi aynı eser, s. 41'dedir).; Lubâbu'n-Nukûl, s. 38-39, eş-Şâ'lebî, I. 158b.
[708] Tefsîru'n-Nesâ'î, v. 22a-b. ayni mânada et-T'aberî, VIII. 310 (A. M. Şakir: Ebû Dâvûd, Ha. No. 2142. îbn Mâce, 1850. Ahmed, IV. 446 vs.).
[709] Et-Taberî, VIII. 311-312. (A. M. Şakir: Bu haber mürseldir. Es-Suyûtî ed-Durrul'-Mensûr, II. 155'de, et-Taberî'den başkasına nisbet etmez.) Fakat Câbir tarafından rivayetedilen veda haccma dair hadiste (Müslim, XV, Ha. No. 147.; Ahmed b. Hanbel, el-Musned, III. 320-321.; et-Taberî, VIII. 118) fıkrası bu habere şahidlik eder.
[710] En-Nİsâ 34.
[711] El-Mâ'ide 38.
[712] Ahmed b. Hanbel, el-Musnecî, II. 177. Bu neviden misaller için : et-Tekâsur 8 hakkında : Ahmed b. Hanbel, el-Musned, V. 81.; et-Taberî (Halebl), XXX. 287.; İbn Ke-sîr, VII. 336. el-Bakara 275 hakkında : Ebû Dâvûd, Ha. No. 3485, 3478-3491.
[714] El-ttkân. II. 27.
[715] En-Nisa 82.
[716] Ahmed b. Hanbel, el-Fethu'r-Rabbftnl, XVIII. 209.; Yan-yâ b. Sellâm, Tefsir, v. 24b.; Abd b. Humeyd, el-Musned, v. 142b-143a.; îbn Kesir, IV. 476 (Ahmed b. Hanbel'den nakl eder ve ftgarîbdir. KÜtüb-î Sitte ashabından hiçbiri rivayet etmemiştir.» der. Kenzu'I-Ummâl, II. 4'de ayrıca el-Hâklm ile îbn Mâce'nin -.Tefsirine nisbet eder. Mec-ma'u'z-Zevâ'İd'de İmam Ahmed'in ricalinin, sika kimseler olduğu bildirilir. (Bulûgu'l-Emânî, XVIII. 209.
[717] Ahmed b. Hanbel, el-Fethu'r-Rabbftnl, XVIII. 209.; Yan-yâ b. Sellâm, Tefsir, v. 24b.; Abd b. Humeyd, el-Musned, v. 142b-143a.; îbn Kesir, IV. 476 (Ahmed b. Hanbel'den nakl eder ve ftgarîbdir. KÜtüb-î Sitte ashabından hiçbiri rivayet etmemiştir.» der. Kenzu'I-Ummâl, II. 4'de ayrıca el-Hâklm ile îbn Mâce'nin -.Tefsirine nisbet eder. Mec-ma'u'z-Zevâ'İd'de İmam Ahmed'in ricalinin, sika kimseler olduğu bildirilir. (Bulûgu'l-Emânî, XVIII. 209.
[718] El-Enbiya 69.
[719] Ahmed b. Hanbel, el-Fethu'r-Rabbânî, XVIII. 208-209.; Yahya b. Sellâm, v. 24b.; Tefsînı'n-Nesâ'î, v. 59b.; îbn Mâce, Ha. No. 4281.; et-Taberî (Halebî), XVI. 112.
[720] Et-Tirmizî, K et-Tefsîr.; Ahmed b. Haribel, el-Fethu'r-Kab-bânî, XVIII. 209.
[721] Müslim, 3CLV, Ha. No. 150.; el-Buhârî, Cenâ'iz, 6. bab.; et-Tirmizî, Cenâ'iz, 64. bab; Muvattâ, Cenâ'iz, 38. bab.; tbn Mâce, Cenâ'iz, 57. bab.; en-Neaâ'îr Cenâ'iz,'25. bab. el-Hasan ve Ketâde'den «mürur» (uğramak) mânası da rivayet edilmiş ise de (yani sırat Üzerinden geçmek) cumhur bti hadislere dayanarak «duhul» mânasını tercih et mistir. (Bulûgu'l-Amânİ, XVIÎI. 209'dan).
[722] Sahih-1 Müslim ve Tercemesi, VIII. 100.
[723] El-Mustedrek, II. 333 (ez-Zehebî de sıhhatine muvafakat eder).
[725] Kitabımızın 162. sahifesine bakınız.
[726] Müslim, I, Ha. No. 297, 298.; Tersini'n-Nesıl'î, v. 42a.; et> Tirmizî, K. et-Tefsîr.; Ahmed b. Hanbel, el-Fethu'r-Rab-Dâni, XVIII. 175.; İbn Mâce, Ha. No. 187.; et-Tab.erî, XV. 67.
[727] Yûnus 26.
[728] İbn Kosîr, III. 498 (İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'den).
[729] Aynı eser, III. 497.
[730] Et-Tirmizî, K. et-Tefsîr.; Ahmed b. Hanbel, Gİ-Musn&d, V. 7, 12-13.; et-Taberî, V. 180.; et-Taberânî, el-Mu'cemu'1-Ke-bîr, v. 184b,; et-Tah&vl, Şerhu Me'ânî'I-Âsâr, I. 167-176.
[731] El-Bakara 238.
[732] El-Buhârî, K. et-Tefsîr, V. 162.; Abd b. Humeyd, el-Mus-ned, t. 13a.; Musnedu'l-Bezzâr (Murat Molla), v. 79b,
[733] Et-Taberî, V.. 226-227.; Şerhu Me'ftnll-Asftr, I. 176.; Fet-hu'1-Bârî, IX. 261-265.; Mehâsinu't-Te'vİI, 622-623 (III. c).
[734] El-Bakara 249.
[735] El-Buhârî, K. el-Megâzî, V. 5.; et-Taberî, V. 346 (Ahmed M. Şakir : Musnedu Ahmed, IV. 290.; ed-Durru'1-Mensür, I. 318).; Tefsîrtf Abdlrrezzâk'da Ketâde, Resûlullahdan mürsel olarak (üç yüz kişi) olduğunu rivayet eder.
[736] El-Mustedrek, II. 178 (Şeyheyn şartı üzere, ez-Zehebl de muvafakat eder). Kintâr hakkında başka hadisler: et-Taberî, VI. 250.; ed-Durru'1-Mensûr, II. 10-11, İbn Ebİ Hatim, v. 10a-b.; Musnedu'd-Dârimî, v. 191a.
[737] El-ttkân, II. 192 (et-Taberâni'den lâ be'sebihbir isnad ile).
[738] El-Bakara 237.
[739] Mübhemi tayinine dair başka misaller için : et-Tevbe 3 hakkında: Ebû Dâvûd, Ha. No. 1945.; et-Tirmizî, K. et-Tefsîr.; et-Taberî, XIV. 124. el-Bakara 197 hakkında :.el-İtkân, II. 191. et-Tevbe 36 hk.: et-Taberi, XIV. 235.; el-Bu-hârt, K. et-Tefsîr, V. 204.; Ebû Dâvûd, Ha. No. 1947.; Fet-hu'1-Bârî, IX. 394-395. el-Bakara 87 hk.: ed-Durru']-Mcn-sûr, I. 81. el-Bakara 284 Iık.: el-İtk&n, II. 1.92. Âli İmrân 103 hk. : Mtısnedu'd-Darİmî, v. 183b.; et-Tirmizİ, K. Pezâ'i-Ii'1-Kur'ân, 14. bab.; etrTaberftnî, el~Mu'cemu']-KebîP, v. 314b.; et-Taberî, VII. 72.; İbn Ebî Hatim, 52a.; İbn Kesir, II. 84.; et-Tevbe 108 hk.: et-Taberî, XIV. 477.; en-Nesâ'î, II. 36.; el-Mustedrek, II. 334.; îbn Kesîr, III. 454. Yûsuf 4 hk.: İbn Kesir, IV. 9. Yûsuf 98 hk.: et-Taberî (Halebî), XIII. 65.; îbn Kesîr, IV. 48.
[741] Krş. Suyûtİ, el-İtkân, II. 21.
[742] Mehftsimı't-Te'vîl, I. 32-33.
[743] EI-Bakara 180.
[744] Et-Tâc, II. 226 (et-Tirmizî, Ebû Dâvûd ve en-NesâTden).
[745] İbn Kesîr, I. 372-373.
[746] El-Bakara 217.
[747] Et-Tevbe 36.
[748] Efc-Taberİ, IV. 313.; İbn Kesîr, III. 397'ye bakınız.
[750] Müslim, XV, Ha. No. 147.; et-Taberl, III, 36.
[751] Et-Taberl, III. 36.
[752] Et-Tabefî, VIII, 589.; îbn Kesîr, II. 350-351 (îbn Ebî Hâtimf tbn Merdeveyh, Abdullah b. Ahmed b. Hanbel'den).; ed-Durru'l-Mensûr, II. 188 (ayrıca Îbnu'l-Munzir ve Taberâ~, riî'den).
[753] En-Nisâ 86.
[754] Müslim, Musaflrîn, Ha. No. 306.
[755] Et-Taberî, IX. 161-162.
[757] En-Nisâ 29.
[758] Ahmed b. Hanbel, el-Musned, V. 227.; Ebû Dâvûd, K. et-Tehftre, 126. bab., Ha. No. 334.; İbn Kesîr, II. 254.
[759] Müslim, L, Ha. No. 19.; el-Buhârî, K. et-Tevhtd, VIII. 174.; et-Tirmizî, K. et-Tefsîr.; Ebû Ya'lâ, el-Musned, v. 238a.; el-Bezzâr, el-Musned, (Murat Molla), v. 158a-b.; îtan Kesir, VI. 107.
[760] Ez-Zumer 67.
[763] El-Bakara 143.
[764] Et-Tirmlzİ, K. et-Tefsîr.; EI-Fethu'r-RabbânI, XVIII. 77. Kenzu'I-Ummâl, II. 1-2!; EbÛ Ya'lâ, el-Musned, v. 68a,; Fethu'I-Bârl, IX. 238.
[765] EI-Hac 78.
[766] El-Mustedrek, II, 391 (ez-Zehebl do sıhhatine muvafakat eder).
[767] Eî>Tevbe 112.
[768] El-Müstedrek, II. 335 (Şeyheyn şartı üzere sıhhatine ez-Zehebi de muvafakat eder).; et-Taberi, XIV. 502-503.; Ed-Durru’l-Mensur, III. 281. (et-Taberi, aynı yer.; Ebu-Davud(İbni Kesir, III. 459’da).
[769] El-Bakara 238. 116.; Ali İmran 43.; wz-Zümer 9. ; el-Ahzab 31 vs. ayetlerde bu kelime geçmektedir.
[770] Ahmed b. Hanbel, EI-Fethu'r-RabbânI, XVIII. 92.; et-Taberî, V. 230-231.; İbn Ebî Hatim v. 24b.; Ebu-Ya’la, el-Musned v. 78a. A.M. Şakir: Mecma’u’z-Zeva’id VI. 320’de «Ahmed, Ebu Ya’la ve et-Taberani’nin rivayet ettiğini, İbn Lahi’a sebebiyle ilk ikisinin rivayetlerinin zaif olduğunu söyler. » Bu zat A.M. Şakir’e göre sikadir. İbn Kesir «refi münkerdir» der (I. 281). İbn Ebî Hatim’in isnadında ibn Lahi’a yoktur.Ancak ibn Kesir’e göre seneddeki Darrac ve Ebu’l-Heysam de zaifdir (VII. 113).
[771] İbrahim 5 hakkında: et-Taberî, (Halebi), XVIII. 184.; İbn Kesir, IV. 109. EL-Kalem 13 hakkında: et-Taberî, (Halebi),XXIX. 24.; ed-Durru’l-Mensur, VI. 252; EI-Fethu'r-Rabbânî, XVIII. 316. elBurûc 1, el-Furkân 61 ve en-Nisâ 78 hakkında : ed-Durru'1-Mensûr, VI, 331.
[773] Müslim, XLV, Ha. No. 14.; îbn Kesîr, III. 87.
[774] Bu izahlar Muhammed 15 ayetindeki kelimeler hakkındar dır.
[775] îbn Kesir, VI. 315.; Fethu'1-Bârl, X. 202.
[776] Ed-Durru'1-Mensûr, VI. 277.
[777] El-Muzzemmü 4.
[779] Ahmed b. Hanbel, el-Musned, V. 258.; Ebû Dâvûd, Ha. No. 134.; etTaberî, .X. 32.; Şerhu Me'ânîl-Asâr, I. 33.
[780] İbn Kesîr, II. 508 (Ahmed b. Hanbel'den).
[781] Müslim, XLV, Ha. No. 70.; et-Tâc, V. 25 (aynca Ebû Dâ-Yûd ile et-Tirmizî'den).
[782] EI-Hucurât 12.
[783] El-Bakara 197.
[784] El-İtkan, II. 191.; Kenzu'l-Ummâl, II. 11.
[786] El-Bakara 124.
[787] îbn Kesir, I. 293-294 (tbn Merdevey'den).
[788] İbrahim 5.
[789] Et-Taberî (Halebî), XIII. 184.; îbn Kesîr, IV. 109 (Mus-nedu Ahmed Zevâ'id'inden ve tbn Ebî Hatim'den).
[790] Kamus Tercemesİ, YVM maddesine bakınız.
[792] Es-Secde 7.
[793] El-ttkân, II, 199 (îbn Ebİ Hâtim'den).
[794] En-Neml 88.
[795] îbn Kesîr, II. 533 (îbn Ebî Hâtim'den «bu vechden ğâ-rlbdlr» diyerek).; Ed-Durru'1-Mensür, II. 169-170.
[796] Et-Taberî, X. 161.; ed-Durr-u'I-Mensûr, I. 270, (Bu mürsel. rivayetin mânasında Müslim'de (LIII, Ha. No. 37) Abdullah b. Arar b. el-Âs'a mevkuf bir haber vardır).
[797] En-Nisâ 51.
[798] Kamus Tercemesi, CBT maddesine bakınız.; Bulûgu'I-E-mânî, XVI. 135.
[799] Ahmed b. Hanbel, el-Fethu'r-Rabbânî, XVI. 136.; İbn Ebî Hatim, v. 146a.; İbn Kesîr, II. 316.
[801] Ahmcd b. Hanbel, el-Musned, IV. 299.; Fethu'I-Bârî (ayrıca İbn Hibbân ve îbn Merdeveyh'den), X. 332-333.
[802] El-Beled, 12-13.
[803] EI-Vakı’a 28.
[804] îbn Kesîr, VI, 51S-519 (ftmu'n-Neccâr'dan). el-Mustedrek, II. 479 (ez-Zehebl tashihine muvafakat eder).; ed-Durru'I-MensÛr, VI. 156.
[805] M. Hamdl Yazır, Hak Dlnİ Kur'ân Dili, VI. 4707.
[807] îbn Kesîr, IV. 178 ve VI. 277 (Ahmed b. Hanbel'den nakl-ve el-Buhârt'ye nİsbet eder).; et-Taberî, (Halebî), XIV. 74..
[808] Müslim, K. el-tmâre, Ha. No. 125. İbn Mace Fiten, 14. bab.; Musnedu Ahmed, II. 522.; Tefstruİn.-Nisa, v, 50a-b.; Fethu'1-Bârt, IX. 455.
[809] El-Hlcr 99.
[810] Müslim, IV, Ha. No. 119.; et-Taberi (Haİebi), XXIX. 86.; EbÛ Dâvûd, Ha. No. 4823.; Tefsiru’n-Nesa’i, v. 108b.
[811] El-Me'âric 37.
[812] İbrahim 6.
[813] Et-Taberî (Halebl), XIII. 185.
[814] Bu neviden başka misaller : el-Bakara 22 hakkında: el-Buhftrl, K. et-Tefsir, V. 148.; Tefsînı'n-Nesâ'î, v. 3a.; EbÜ Ya'lâ, el-Musned, v. 234b.; el-Bezz&t (Murat Molla), t. 181b.; îbn Ebl Hatim ve İbmı'l-Munzir, v. 129b.; et-Taberl, I. 369 (haşiye : 3). fi-Bakara 157 hakkında : en-NesA'l, Zt>-Jcât,"î3. bab.; et-Tabert, III- 222. en-Nisâ 2 hk.: tbn. Kesir, II. 197-198. er-Ra'd 4 hk.: Müslim, XII, Ha. No. 11, el-tn-şikâk 2 hk.: et-Taberl (Halebl), XXX. 112.
[816] EI-Bakara 187.
[817] Ahraed b. Hanbel, el-Fethu*r-Rabbânî, XVIII. 81-82.; el-Buhâtt, K. et-Tefsîr, V. 156.; Müslim, XIII, Ha. No. 33.
[818] El-Buhârî, K. et-Tefsir, V. 156.; Müslim, XIII, Ha. No. 35.
[819] Bulûgu'l-Emânî, XVIII. 82.
[820] El-Bakara 223.
[821] M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, I. 777.
[822] Es-Şâ'lebî, el-Keşfu ve'1-Beyân'an Tefsîri'l-Kur'ân, I. v. 158b.
[823] Bu hadîsler için kitabımızın 255. sahifesine bakınız.
[824] Eî-Bakara 187.
[825] Et-Taberi, III. 542.; Kamus Tercemesi, BŞR maddesi.
[826] Hz. Peygamber (A.S.M.Vin hanımlarının hücrelerinin, mescidin bitişiğinde olarak yanyana yer aldığını hatırlamak gerekir (Bkz. M. Hamidullah, islam Peygamberi, Trc, Salih Tuğ, İstanbul, 1969, II. 298).
[827] Ed-Dârimî, es-Sunen, I. 198, Ha. No. 1070, 1074.; et-Tabe-ri, III. Ha. No. 3054 (A. M. Şakir; el-Bıüıârî, Musîim,. Ebû Dâvûd, en-Nesâ'I ve tbn Mâce'ye de nisbet eder.)
[828] El-îtkân, II. 47 (îbn Ebî Hâtim'den).
[829] EI-Muddessir 56.
[830] Et-Tirmîzi, K. Et-Tefsir.; Tefsîrun-Nesâ'i, v. 110a.; İbn Mâce, Ha. No. 4299.; el-Mustedrek, II. 508.; el-Fethıı'r-Rab-bânî, XVIII. 321.; ed-Durru'I-MensÛr, VI. 287.; fbn Kesîr, VII. 165.
[831] Bu neviden başka, misaller: el-Bakara 230 hakkında : et-Taberî, IV. 591. Ha. No. 4893 ve A. M. Şakir'in tahrici. el-Bakara 222 hlc.: et-Taberî, IV. 375, 581. es-Secde 16 hk.: et-Taberl (Halebt).; XXI. 103.; Ahmed b. Hanbol, eâ-Fet-hu'r-Babbânî, XVIII. 231. er-Rahmân 60 hk.: tbn Kesîr, VI. 500-501.; ed-Durru'1-Mensûr, VI. 149.; el-ltkân, II. 202.; Kenzu'l-Ummâl, II. 27,
[833] Meryem 96.
[834] Et-Tirmizî, K. et-Tefsîr.; İbn Kesir, IV. 491 (İlan Ebî Hâ-tim'den nakl, ayrıca Müslim ve et-Tirmizî'ye nisbet eder), s. 490'da ise Ahmed, el-Buhârl ve Müslim'den nakl eder, tu rivayette sonunda ayet zikr edilmez.
[835] Yahya b. Sellâm bu ayetin tefsirinde (v. 25b) bu mantıda bir haberi Kâ'bu'I-Ahbâr'a mevkuf olarak nakl eder.
[836] Et-Tirmizl, K. et-Tefsîr (ez-Zumer 72 tefsirinde).; Müslim, LI, Ha. No. 22.; Tefsîru'n-Nesâ'î, v. 33b.; Abd b. Hu-meyd, el-Musned, v. 124a.; et-Taberânî, el-Mu'cenıu's-Sağîr, v. 32b.
[837] El-A'râf 43.
[838] Et-Taberî, XII. 440.; Ahmed b. Hanbel, el-Musned, II. 319.; İbn Kesir, III. 169.; tbn Mâce, Zuhd, 39. bab.; Mecma*u'z-Zevâid, X. 399.
[839] Es-Secde 10.
[840] Ahmed b. Hanbel, e3-Fethu'r-Rabbânf, XVIII. 231.; et-Ta-faerî (Halebl), XXI. 103.
[841] Et>Tirmizl. Ebvâbu'I-îmân, 8. bab.; Tefslm'n-N&sâ'î, v. 77a-b.; tbn Mâce, Ha. No. 3973.; Abd b. Humeyd, el-Mus-ned, v. 19a.; îbn Kesir, V. 410.
[842] El-Mu'min 40.
[843] Tefsîru'n-Nesâ.'İ, v. 87a.; Abd b. Humeyd, el-Musned, v. 99b-100a.; et-Taberânî, el-Mu'cemu's-Sagîr, v. 142b. tbn Kesir, VI. 143'de tbn Ebi Hatim İle es-Sevri'nin tbn Mes'üd'-dan rivayet ettikleri manen merfû bir başka hadisde : «Âl-i Fir'avnın ruhları siyah kuşlarm içinde olarak sabah akşam cehenneme gidip gelir, tşte cehenneme arzolunma-lan budur.» denilmektedir.
[845] El-Hac 19-20.
[846] El-Mustedrek, II. 387 (ez-Zehebî sıhhatine muvafakat eder).; et-Tirmİzî, Cehennem, 4.; et-Taberî (Halebî), XVII. 133-134.; İfan Kesîr, IV. 625.-(269) Eİ-Mü'mlnün 104.
[847] Et-Tirmizl, K. efc-Tefsîr.; Ahmed b.-Hantoel. el-Pethu'r-Rabbant, XVIII. 217.; Ebû Yala, el-Musned, v. 77b.; el-Mus-tedreîc, ir. 395.; îfon Kesir, V. 41.-
[848] tbn Kesir, VI. 524 (et-Taberânî'den).; ed-Durru'1-Mensûr, VI. 150-151 <ayrıca İbn Merdeveyh ve İbn Cerîr'e nislıet eder).; et-Tafterî bu uzun rivayeti alâkalı ayetlerde (el-V&-kı'a 22, 23, 37; eş-Şâffât 49; er-Rahmân 55) müteferrik olarak nakl eder, et-Taberî (Halebî), XXIII. 57, 58; XXVII. 188. el-Vâkı'a 35-37 adetlerine ait tefsiri, et-Tirmizî, K. et-Tefsîr'de zalf bir isnadla rivayet eder. et^Taberî'nin isnadı da aynı isnaddir. (Bakınız: et-Taberî, XXVII. 185).
[849] El-En'âm 125.
[850] Tefsîru Abdirrezzâk, v. 27a-b.; et-Taberî, XII. 100, Ha. No. 13855.; îbn Kesir, III. 98 (ayrıca tbn Efaİ Hâtim'den). M. M. Şaklr seneddekl Ebû Ca'fer Abdullah b. el-Misver sebebiyle İsnadı taz'îf eder. îbn Kesîr'üı «bu hadisin mürsel ve muttasıl tarikleri birbirini takviye eder» sözünü, «büyük gafletn olarak tavsif eder. Es-Suyûtî, el-îtkân, II. 193'de bu haberi nakl ettikten sonra : «Bu haberler birbirini takviye edek sahih yahut hasen derecesine ulaşır» demektedir.
[851] Tavsif nev'inden başka misaller : Ali îmrân 7 hakkında: et-Taberî, VI. 190.; el-Buhârİ, K. et-Tefsîr, V. İ66.; Müslim, XLVII, No. 1.; el-Fethu'r-Râbbanî, XVIII. 62.; Tef-sîru Abdirrezzâk, v. İla. Yûnus 62 hakkında: et-Taberî, XV. 119, 120-121, ed-purru'I-Mensûr, IV, 314.; îbn Kesîr, III. 512.; Tefsîhı'n-Nesâ'î, 42a-b. Yûsuf 18 hakkında: et-Taberî, XV. 585.; tbn Kesir, IV. 15. el-Kchf 106 hakkında : et-Taberî (Halebİ), XVI. 37-38.; tbn Kesîr, IV. 431 fSahi-heyn'den bu mânada). en-Nebe 24-25 hakkında : Ebu Ya'lâ, El-Müsned, v.-78a.; et-Tirmizî, XL, 4. bab., Ha. No. 2584.; İbn Kesîr, IV. 626. el-tnşikâk 4 hakkında : Tefsîru Abdirrezzak, v. 51b.; et-Taberî (Halebi), XXX. 113.; ed-Durru'l-Mensûr, VI. 329 (el-Hâkim'den «ceyyid bir sened» ile).; Tefsîru Abdirrezzâk, v. 105b. Muhammed 15 hakkında: tbn Kesir, VI. 315.; Fethu'1-Bârî, X. 202. el-Hadîd 3 hakkında : Müslim, XLVIII, Ha. No. 61.; etTirmizî, K. ed-Da'âvât, 68. bab, Ahmed b. Hanbel, el-Musned, II. 381. el-Mâ'ide 96 hakkında : et-Taberî, XI. 70, Ha. No. 12729.; ed-Durru'1-Mensûr, II. 331. et-Tahrîm 8 hakkında : ed-Dur-nı'I-Mensûr, VI. 245 (Ahmed, el-Beyhakî, îbn Merdeveyh'-den).
[853] El-ltkân, II. 131.
[854] Et-Tirmizî, K. el-Emsâl, 1. bab.; et-Taberî, XV. 61 (Her ikisi de mürsel olarak rivayet ederler. Fakat et-Tirmizî inerfû rivayete işaret eder).; Tefsîru Abdirrezzâk, (bu ayetin tefsirinde EbÛ Kılâbe'den mürsel olarak).; Musne-du'd-Darimî, v. 2b (Rebî'atu'l-Cerşî'den).; el-Mustedrek, II. 338'de mavsûl ve sahih olarak rivayet eder. Ez-Zehebî sıhhatine muvafakat eder.; Keza el-Buhârt K. el-î'tîsâm, Bâbu'I-İktidâ bi Süneni Resûlillah, VIII. 140-141, (bu mânada Câbir'den).; el-Mustedrek, IV. 394.
[855] Yûnus 25.
[856] Ahmed b." Haribel, el-Fethu'r-Rabbânî, XVIII. 141.; Mus-nedu'd-Darimî, t. 17b.; Abd b. Humeyd, el-Musned,' v. 150a (Bu mânada Câbir'den).; Tefsîru'n-Nesâ'î, v, 32b.; îbn Mâce, Ha. No. 11.; et-Taberî, XII. 230.; el-Mustedrek, II. 318.; es-Sa'lebl, I. v. 20b.
[857] EI-En'âm 153.
[858] Ahmed b. Hanbel, el-Musned, IV. 182-183.; efc-Tirmizl, K. el-Emşâl, 1. bab.; Tefslru'n-Nesâl, v. 42a.; Îbn Kesir, III. 126.
[859] El-Buhârî, LXVI, V. 107.; et-Tirmizî, K. el-Emsâl, 7. bab.; et-Taberî (Halebl), XXVII, 244.; İbn Kesîr VI. 571.
[860] Ma*mer b. Râşid, el-Câmi, v. 72b,; el-Buhârî, îcâre, II.
[861] EI-Hadîd 29.
[862] Temsillerle açıklamasına başka misallfer : En-Nisâ 143 hakkında: Müslim, L, Ha. No. 17.; et-Taberî, IX. 333.; îbn Kesîr, II. 419. el-Mâ'ide 19 hk.: Müslim, XLIII, Ha. No. 16.; el-Buhârt, K. er-Rakâ'ik, VII. 186. el-Mâ'ide 105 hk.: et-Tirmizî, K. el-Fiten, 12. bab. Ha. No. 2173.; et-Ta-berânî, el-Mu'cerrîu's-Sagîr. v. 129b. et-Tevbe 104 hk.: (Kitabımızın 88. sahifesine bakınız). el-Furkân 12 hk.: et-Taberî (Halebî), XVIII. 187. eş-Şürâ 7 hk.: Tefsîru'n-Ne-sâ'i, v. 88a.; et-Taberî (Halebî), XXV. 9. el-Vâkı'a 34 Wl : Ahmed b. Hanbel el-Fethu'r-Rabbânî, XVIII. 295.; et-Ta-berî (Halebî), XXVII. 185:; îbn Kesîr, VI. 523 (ayrıca et-Tirmizî ve en^Nesâ'î'den).; ed-Durru'1-Mensûr, VI. 157. el-Kalem 42 hk.': et-Taberî (Halebi), XXIX. 40. el-Hâkka 32 hk,: et-Tirmizî, XL, 6. bab, Ha. No. 2588.; İbn Kesir, VII. 107. el-Me'âric 4 hk.: et-Taberî (Halebî), XXIX. 72.; Ebû Ya'lâ, v. 78a, 78b. el-Kân'a 11 hk.: tbn Kesîr, VII. 35T-358.
[863] Meryem 6.
[865] Müslim, LI, Ha. No. 40.; el-Buhârî, K. et-Teîslr, V. 237.; et-Tirmizî, K. et-Tefsîr.; Tefsîru'n-Nesâ'î, v. 58 b.; tbn Mâ-ce, Ha. No. 4327.; Yahya b. Sell&m, Tefsir, v. 23a.; Ebû Ya'lâ, el-Musneö, v. 68a.
[866] Meryem 39.
[867] Sahih-i Müslim ve Tercemest, VIII. 374-375,
[868] Et-Taberî (Halebî), XII. 21.; Müslim; K. et-Tevbe, Ha. No. 52.; Ahmed b. Hanbel, el-Musned, II. 105.; el-Buhârî, K. et-Tefsîr, V. 214.; Abd b. Humeyd, el-Müsned, v. Ula.; tbn Mâce, Ha. No. 183.; ef>Taberi (Şâkir neşri)f VI. 120.
[869] Hûd 18.
[870] Et-Tabert, XII. 424-425.; tbn Mâce, Ha. No. 4262.; îbn Ke-sîr, III. 168.; (M. M. Şaklr : ed-Durru'1-Mensûr, III. 83.; Ahmed ta. Haribel, el-Musned, II. 364-365). .
[871] îbn Ebî Şeybe, el-Musaimaf, v. 13a-14a (rmıtavvel olarak).; et-Taheri,' XII. 424 (M. M. Şakir : Ahmed b. Hantml, el-Mıısned. IV. 287, 288, 295 vs.; et-Teyâlisî, el-Musned, s. 102.; Ebû Dâvûd, Ha. No. 3212 (muhtasaran) ve 4753 (mu-tavvel olarak).; el-Mustedrek, I. 37-40).; Tefsîru'n-Nesâ'i, v. 84a-b.; tbn Kestr, III. 166-167.
[872] Bu neviden misaller : et-Tevhe 34 hakkında: et-Taberl, XIV. 224.; el-lsrâ 79 hakkında : el-Buhârî, K. et-Tevhîd, VIII. 184.; et-Taberî (Halebî), XV. 144.; îbn Kesir, IV. 335.; el-Mustedrek, II. 363.; Fethu'1-Bârî, X. 14. Âli imran 195 hakkında : eVTaberİ, VII. 491, Ha. No. 8370 (A. M. Şakir : el-Mustedrek, II. 71-72.; Musnedu Ahmed, Ha. No. 6570.; Hilyeüı'l-Evliyâ, I. 347.; Mecma'u'z-Zevâ'id, X. 259). el-Furkân 70 hakkında: et-Taberî <Halebl), XIX, 47.; İbn Kesir, V. 169 (Müslim'den).; ed-Dumi'I-Mensür, V. 79-80. el-Mu'minün 113 hakkında: İbn Kesir, V. 44. Yâsîn 59 hk.: et-Taberî (Halebl), XXIII. 22.; İbn Kesîr. V. 623. el-Câsiye 34 hk.: et-Tirmİzi, K. Şıfati'l-Kıyâme, 6. babr. Ha. No. 2428. el-Mu'minûn 107-108 hk.: et-Taberi (Halebî), XVIII. 58-59. et-Tûr 21 hk.: îbn Kesîr, VI. 433. eJHier S. hk.: et-Taberl (Halebî), XIV. 2.; et-Taberânî, el~Mu-ce-mu'I-Kebîr, v. 267a.; tbn Kesir, IV. 152-153.; et-Tâc, IV,. 154-155.; el-îtkân, II. 197. Fussllet 21-22 hk.: Müslim, LIII, Ha. No. 17.; Tefsîru'n-Nesâ'î, v. 87b, Tefsîru Abdirrezzâk, v. 83a.; îbn Kesîr, VI. 170 ve V. 625. vs. eş-Şâffât 8 ve Sebe Z3 hk.; efc-Taberî (Halebî), XXIII. 27.; et-Tirmizî, K. et-Tefslr vs.
[874] Ebû Dâvûd, Ha. No. 1479.; et-Tlrmizt, K. et^Tefsîr.; Tefsl-ru'n-Nesâ'I, v. 87a.; fbn Mâce, Ha. No. 3828.; et-Taberî (Halebî), XXIV. 78.; Îbn Kesîr, VI. 150 (aynca Ahmed* tbn Ebİ Hatim, el-Hâkİm vs. deri).
[875] El-Mu'min 60.
[876] Et-Tlrmizî, K. et-Tefsîr ve K. el-îmân, 8. bab.; Ahmed b. Hanbel, el-Musned, îlî. 68.; îbn Mâce, Mesacid, 19, bab.; ed-Darimî, Salât, 23. bab.; el-itkân, II. 195 (aynca el-Hakim ve ibn Hibban'dan).
[877] Et-Tevbe 13.
[878] Ahmed b. Haıibel, el-Fefchu'r-Rabbânî, XVIII. 340.; Tefsl-ru'n-Nesâ'î, v. 119b-120a.; et-Taberl (Halebİ), XXX. 334.
[879] Et-Tirmizl, K. el-İlm, 14. bab.; en-Nesâ'î, VII. 82.; et-Taberl, X. 218.; tbn Kesîr, ir. 549 (Ebû Dâvûd hariç, Kü- Sîtteden nakî eder).; Ebû Ya'Iâ, 61-Musned, 239a.
[880] EI-Mâ'ide 32.
[881] Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, II. 1657-1658.
[882] Et-Tİrmizî, K. el-İlm, 15. bab.; Müslim, XLVII, Ha. No. 15 (az farkla).
[883] En-Nahl 25.
[884] El-Mustedrek, II. 231 (Şeyheyn şartı üzere tashihine ez-Zehefcî de muvafakat eder).; Te'vîlu Muhtellîi'l-HadÎB, 97.; îbn Kesir, III. 224.
[885] Tahâ, 85.
[886] El-A'raf 50.
[887] îstidlâl için başka misaller : el-Bafcara 282 ftfc.: Müslim, T. Ha. No. 132.; İtin Ebî Şeybe, Kitâbu'l-îmân, s. 18 vs.; Ali İmrân 21 hk.: et-Tabert, VI. 285-286. Ali İmrân 36 hfc.: el-Buhftrl, K. et-Tefsîr, V. 166.; et-Taberî, VI 337.; el-Fethu'r-Rabbânt, XVIII. 102.
[889] Ahmed b. Haribel. el-Musned, IV. 183-84.; îbn Kesîr, 522-23.
[890] El-Vâkl'a 32, 33.
[891] El-Hac 1-2.
[892] Et-Tafaerî (Halebî), XVII. 111.
[893] EI-Buhâri, K. er-Rekâ'ik. VII. 196.; Müslim, I, Ha. No. 379 vs.
[894] EtTirmizî, K. Tefsir.; Tefsîru'n-Nesâ'î, v. 68a-b.; İbn Ke-sîr, IV. 611.; Ahmed fe. Hanbel, el-Pethu'r-Rabbânî, XVIII. 211-212.
[895] El-Muvâfakât, III. 236.
[896] Et-Taberi (Halebî), XVI. 29.; EbO Dâvûd, Ha. No. 4742.; Mehâsinu't-Te'vîl, VI. 2368'de M. F. Abdulbâkî : Musne-du Ahmed, II. 192.
[897] Et-Taberî (Halebî), XVI. 29.; Mehâsinu't-Te'vîl, VI. 2367, not: 4'de M. P. Abdulbâki : et-Tirmizî, ez-Zumer tefsirinde, Ahmed b. Hanbel, III. 73.
[898] Ez-Zumer 68.
[899] Et-Taberî (Halebî), XXX. 87.
[900] îbn Kesir, VII. 233.; Musüm, K. el-Li'ân, Ha. No. 19.; Sahîh-i Müslim ve Tercemesi, IV. 474.
[901] Muhammed Hamdl Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, VII. 5640.