Tarihte Tefsir Hareketi ve Tefsir Anlayışları

 

Ali Eroğlu

 

Ekev Yayınları

 

 

 

 

 

TARİHTE TEFSİR HAREKETİ VE TEFSİR ANLAYIŞLARI 3

Önsöz. 3

1-TEFSİR VE TE'VÎL KELİMELERİNİN İFADE ETTİĞİ MANA VE ARALARINDAKİ FARK.. 3

1.1. Tefsir 3

1.2. Te'vîl 3

1.3. Tefsîr ile Te'vîl Arasındaki Fark. 4

1.4. Kur'ân Tefsirine Duyulan İhtiyaç. 4

1.5. Tefsir İlmi 4

1.5.1. Tarifi 4

1.5.2. Konusu. 4

1.5.3. Gayesi 5

1.5.4. Tefsir İlminin Önemi 5

1.6. Tercüme. 5

1.6.1. Harfi Veya Lafzı (Müsavî) Tercüme. 5

1.6.2. Tefsîrî Tercüme. 5

1.6.3. Tefsîrî Tercüme ile Harfi Tercüme Arasındaki Fark. 6

1.6.4. Tefsîrî Tercümenin Şartı 6

1.6.5. Kur'ân'ın Tercüme Edilip-Edilemeyeceğine Dair Mezheplerin Görüşleri 6

1.6.6. Meal 7

1.6.7. Kur'ân'ı Tercüme Edenlerde Bulunması Gereken Önemli Nitelikler 7

1.6.8. Kur’ân-ı Kerim'in Tercüme Tarihi 8

2- TEFSÎR ÇEŞİTLERİ 8

2.1. Özden Uzak Tefsir 8

2.2. Hakîkî Tefsir 8

2.3. Rivayet Tefsîri 9

2.3.1. Kur'ân'ın Kur'ân'la Tefsîri 9

2.3.2. Kur'ân'ın Sünnetle Tefsîri 10

2.3.4. Kur'ân'ın Sahabeden Gelen Rivayetlerle Tefsîri 12

2.3.5. Tabiûn'un Tefsirdeki Yeri 14

2.3.6. Rivayet Tefsirinin Za'fi ve Sebepleri 16

2.3.6.1. Tefsirde Çokça Uydurma Haberin Bulunması 16

2.3.6.1.1. Doğuşu. 16

2.3.6.1.2. Sebepleri 17

2.3.6.1.3. Tefsire Tesiri 17

3.6.1.4. Değeri 17

2.3.6.2. İsrâiliyyât 17

2.3.6.3. İsnadların Hazfı/Zikredilmemesi 18

2.4. Re'y/Dirâyet Tefsiri 18

2.4.1. Birinci Grubun Delilleri 19

2.4.2. İkinci Grubun Delilleri 20

2.4.3. İhtilafların Sonucu. 21

2.5. Başlıca Rivayet ve Dirayet Tefsirleri 21

2.5.1. Belli Başlı Rivayet Tefsirleri 21

2.5.1.1. Câmi'u'l-Beyân An Tefsîri'l-Kur'ân. 21

2.5.1.2. Bahru'l-Ulûm.. 22

2.5.1.3 el-Keşfve'l-Beyân 'an Tefsîri'l-Kur'ân. 22

2.5.1.4. el-Vahidî'nin Tefsirleri 23

2.5.1.5. Meâümü't-Tenzü. 23

2.5.1.6. el'Muharrerü'l-Vecîzfi Tefsîri'l-Kitabi'l-'Azîz. 24

2,5.1.7. Tefsîrü'l-Kur'âni’l-'Azîm.. 25

2.5.1.8. ed-Dürrü'l-Mensûr Fî Tefsîri'l-Me'sûr 25

2.5.1.9. Mehâsinü't-Te'vil 25

2.5.2 Belli Başlı Dirayet Tefsirleri 26

2.5.2.1. el-Keşşâfan Hakâiki’t-Tenzîl ve Uyûni'l-Akâvîlfi Vucûhi’t-Te'vîl 26

2.5.2.2. Mefâtihu'l-Ğayb. 27

2.5.2.3. Envâru't-Tenzü ve Esrâru't-Te'vil 27

2.5.2.4. Medarikü't-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vîl 28

2.5.2.5. Lübâbü't-Te'vîl fi Meâni't-Tenzil 28

2.5.2.6. İrşâdu'l-Akli's-Selîm ilâ Mezâye'l-Kur'âni’l-Kerim.. 29

2.5.2.7. Rûhu'l-Meânî fi Tefsîri'l-Kur'âni'l-Azîm.. 29

3- BAZI TEFSİR ANLAYIŞ VE EĞİLİMLERİ 30

3.1. Dilbilimsel/Filolojik Tefsir 30

3.2. Kelâmî Tefsîr 30

3.3. Fıkhî Tefsirler 31

3.4. Tasavvufî Tefsirler 31

3.5. İlmî Tefsîr 31

3.6. İçtimaî Tefsîr 32

3.7. Mezhebi Tefsirler 32

3.7.1. Şia'nın Tefsîr Anlayışı 33

3.7.1.1. İmâmiyye Şîasının Tefsîr Anlayışı 33

3.7.1.2. Zeydiyye'nin Tefsir Anlayışı 33

3.7.2. Haricîlerin Tefsîr Anlayışı 33

3.8. Felsefî Tefsîr 34

3.9. Konulu Tefsir 34

SONUÇ.. 34

KUR'ÂN NASIL TEFSİR EDİLMELİ ?. 34

KAYNAKLAR.. 37

 


TARİHTE TEFSİR HAREKETİ VE TEFSİR ANLAYIŞLARI

 

Önsöz

 

İnsanın bugünü anlayabilmesi, geleceğe yönelik projeler yapabilmesi için, tarihin önemi son derece büyüktür. Zira tarih geçmişin aynasıdır. O bakımdan insan oğlunun tarihe kayıtsız kalması elbette ki düşünülemez. Bireysel ve toplumsal hayatı tanzim ederken, tarihe başvurarak, geçmişte meydana gelmiş olaylardan dersler çıkarıp ibret almak, dün olduğu gibi bugün için de adeta bir zorunluluktur. Öyle ki, bu olayları siyasal, kültürel, toplumsal boyutlarıyla araştırma ve incelemeye tabi tutarak, onlardan bir kısım prensipler ve yasalar çıkarma gerekliliği günümüz için de geçerlidir.

Çağımızda bu gerekliliği iyi kavramış toplumların tarihî olayları derinlemesine araştırdıklarını, bu olayları bütün boyutlarıyla incelediklerini ve araştırmalar esnasında elde ettikleri tarihî dokümanları tasnif ederek koruma altına aldıklarını görmekteyiz. Bunun sonucu elde edilen bilgiler, bulgular ve sebep-sonuç ilişkileri, zamanımızda cereyan eden bir çok olayı anlama ve değerlendirmede günümüz insanına ışık tutmakta, yol göstermektedir.

Ayrıca tarih ve tarihle ilgili diğer bilim dallarının sürekli gelişme göstermiş olduğunu, bu gelişmenin bir sonucu olarak da tarihin çeşitli bilim dallarına ayrıldığını, Tefsîr Tarihi'nin de bu dallardan biri olduğunu söyleyebiliriz. Tefsîr açısından baktığımızda, tefsîrin başlangıcından itibaren gelişme, duraklama dönemleriyle çeşitli yönlere ayrılma, çeşitli temayül ve anlayışların ortaya çıkması, tefsir metodolojisinin gelişme göstermesi gibi hususlarla, tefsirlerin yazıldığı dönemin ferdî, içtimaî, siyasî ve daha başka bir çok yansımaların tesbitinin yapılabileceği bir ilim dalı olarak görmek gerekir.

Özetle Tefsir Tarihi, müfessirleri ve eserlerini tefsirlerinde uyguladıklar! yöntemlerin ve tefsîrde çeşitli anlayışların nasıl ortaya çıktığını, hangi kültür ve medeniyetlerden etkilendiklerini tesbit etmeye çalışan bir bilim dalı olarak karşımıza çıkmaktadır. İşte biz de tefsîr tarihinin bu öneminin bilincinde olarak, detaylara girmeden faydalı olur düşüncesiyle, tefsîr tarihi hakkında genel bilgileri özet olarak içeren bir kitap hazırlamayı uygun gördük.

Aslında, öteden beri tefsîr derslerini okuturken, sürekli olarak tefsîr tarihi ile ilgili topladığım dökümanları yeniden detaylı bir şekilde değerlendirmeyi ve daha hacimli bir eser yazmayı düşünüyordum. Ancak, böyle bir eserin okunması ve okutulması eğitim ve öğretimin pratik amaçları açısından uygun gözükmemekteydi. Bu yüzden hacmi küçük ve tefsîr tarihi hakkında genel bilgileri içeren bir eserin yazılmasının daha uygun olacağı kanaatine vardım.

Üç bölümden meydana gelen bu eserin birinci bölümünde; tefsîr, te'vîl, tercüme kavramlarının sözlük ve terim manaları ile aralarındaki farkları belirlemeye ve Kur'ân tefsirinin önemine dikkat çekmeğe, ikinci bölümde ise; tefsîrin genelde rivayet ve dirayet olmak üzere iki kısma ayrıldığını ve bunlara örnek teşkil eden en meşhur tefsîr kitaplarını yazarlarıyla birlikte kısaca tanıtmaya çalıştık.

Üçüncü bölümü ise; içtimaî, felsefî, filolojik, edebî ve konulu tefsîr gibi tefsîr hareketlerine ve Ehl-i Sünnet, Mu'tezile, Zeydiyye gibi fırkaların tefsîre yaklaşımlarına ayırdık.

Sonuç kısmında ise; "Kur'ân'ın Tefsîri Nasıl Yapılmalı?" başlığı altında, Kur'ân tefsîr edilirken nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini belirlemeye gayret ettik.

Bir emek mahsulü olan bu çalışmanın faydalı olacağı ümidiyle.

Doç. Dr. Ali Eroğlu Erzurum-2002. [1]

 

1-TEFSİR VE TE'VÎL KELİMELERİNİN İFADE ETTİĞİ MANA VE ARALARINDAKİ FARK

 

1.1. Tefsir

 

"F-s-r" kökünden türeyen "tefsir" kelimesi "tef il" babından mastardır. Çoğulu "tefâsîr"dir. "Fsr" örtülü bir şeyi açmak anlamındadır. "Tefsîr" ise, bir kelimeden kastedilen asıl manayı açığa çıkarmak, izah etmektir. Başka bir ifâdeyle, asıl kelimeyi daha kolay bir kelimeyle ifâde etmektir. [2]

"Tefsîr" kelimesinin açıklamak ve örtülü bir şeyden örtüyü kaldırmak anlamına gelen "s-f-r" kelimesinden kalb yoluyla alındığını iddia edenler de olmuştur. [3]

 

1.2. Te'vîl

 

"Te'vîl", "tef îl" babında "e-v-1" kökünden türemiştir. Râgıb el-İsfahânî (ö. 502/1108) bunu şöyle açıklar. "E-v-1" asla rücu demektir "Te'vîl" ise bir şeyi ilmen veya fiilen kendisin­den murad olan gayeye döndürmektir. [4]

Meselâ, sudan maksat hayat olduğuna göre, suyu hayata irca etmek bir te'vîldir. Böylece hayat suyun meali olur. "Su" kelimesinden mecaz olarak "hayat" mefhumunun kastedilmesi kelime ile ilgili te'vîldir. Suyun nasıl bir hayat yapacağının bilinmesi ise ma'nevî bir te'vîldir. İşte bu ikisi ilmî bir te'vîldir. Ama suyun bilfiil hayat yapılması ise fiilî bir te'vîldir. [5]

 

1.3. Tefsîr ile Te'vîl Arasındaki Fark

 

Tefsir ile te'vîl, genellikle bir anlamda kullanılır. Farklı olarak kullanıldıkları yerler de vardır, Tefsîr, te'vîlden daha umûmîdir. Tefsîr daha çok kelimelerde kullanılır, cümlelere ilişmez. Te'vîl ise, cümlelerde kullanılması yanında, özellikle ilâhî kitapların manalarını izahta kullanılır. Tefsîr, ancak bir manaya ihtimali olan lafzı açıklamaktadır. Te'vîl ise, delillerden birine dayanarak, ihtimal dahilinde olan manalardan birine lafzı tevcih eylemektir. Ayrıca dirayetle ilgili olana te'vîl, rivayetle ilgili olana tefsîr denilmiştir. [6] Bu hususu İmâm Matûridî şöyle açıklamıştır: "Tefsirde bu lafızdan kastedilen şudur; Allah bununla şunu kasdetti diye Allah'a karşı bir şehadet vardır. O bakımdan kesin bir delil olursa sahîh, yoksa mücerret rey ile tefsîr olmuş olur ki bu yasaklanmıştır. Te'vîl ise, kesin ve Allah'a karşı bir şehadet olmaksızın lafzın muhtemel olduğu manalardan birini tercih etmektir". [7]

Daha çok ilk asırlarda yaşayan alimler, tefsîr ile te'vîl arasında mana farkı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Fakat sonraları bu iki kelimeden her biri diğeri yerine kullanılmaya başlanmıştır. [8]

 

1.4. Kur'ân Tefsirine Duyulan İhtiyaç

 

Hz. Peygamber (s.a.v.)'e yirmiüç yılda nazil olan Kur'ân-ı Kerim, dünyada mesut bir hayat yaşamanın ahirette de ebedî mutluluğa ermenin yollarını gösteren ilâhî bir kitaptır.

"Biz her gönderdiğimiz peygamberi, ancak kendi kavminin dili ile gönderdik ki onlara apaçık anlatsın." [9]

İlâhî kelâmının gereği olarak her peygamberi kendi kavminin dili ile göndermek, Allah'ın değişmez kanunudur. Çünkü muhataplar, ilâhi emirleri, ancak bu sayede tam olarak anlayabilirler; herhangi bir mazeret ileri süremezler. Onun için lisanı mükemmeliyetin bütün meziyetlerini cami bir üslûba sahip olan Kur'ân'ın dili arapça idi. Fakat Kur'ân'ın muhatapları, yalnız bir kabile veya millet değil, bütün bir beşeriyyettir. Öyleyse dünya ve ahiret mutluluğunu temin edecek prensiplere sahip olan bu Yüce Kitab'ın mana ve maksatlarının muhatapları tarafından iyice anlaşılması lazımdı. Çünkü fert ve cemiyetlerin maddeten ve manen sağlam bir temel üzerinde yükselebilmesi, Kur'ân-ı Kerim'in koymuş olduğu talimatın anlaşılmasına ve ona uyulmasına bağlıdır. [10]

Kur'ân'ın, esaslarını tesbit ettiği temel prensiplerin amelî sahaya aktarılması ise, hiç şüphe yok ki onu anlamak ve üzerinde kafa yormaya bağlıdır. Bu da tefsir ilminin konusudur. Bu bakımdan insanların akıllarının alacağı, idrâklerinin ereceği şekilde Kur'ân'ın tefsir ve izahına ihtiyaç vardır. Çünkü ilmi yükseltmek, insanlığı kurtarmak ve ıslah etmek için indirilmiş olan mukaddes Kitabımız'ın ihtiva ettiği mucizevî hazinelerin anahtarı tefsirdir. [11]

 

1.5. Tefsir İlmi

 

1.5.1. Tarifi

 

Allah'ın muradına delâlet etmesi bakımından, beşerin gücü ölçüsünde, Kur'ân'dan bahseden bir ilimdir.

Tarifte "Kur'ân'dan bahseden" deyimiyle Kur'ân'dan başka başka şeyleri konu edinen ilimler, "Allah'ın muradına delâlet etmesi" ifadesiyle lafızları, edâ keyfiyyeti ezberlenip bellenmesi bakımından Kur'ân'dan bahseden kıraat ilmini, Kur'ân lafızlarının yazılışıyla ilgili Hatt-ı Mesâhif ilmini Kelâm ve Fıkıh ilmini ilgilendiren konular çıkarılmıştır.

"Beşerin gücü ölçüsünde" derken de Kur'ân âyetlerin­de, Allah'ın aslında neyi kasdettiğini, müteşabih âyetlerin durumunu bilememe gibi hususlar çıkarılmış bulunmaktadır. [12]

 

1.5.2. Konusu

 

Tefsir ilminin konusu, Allah kelâmı, yani Kur'ân-ı Kerim'in yüce âyetleridir. Çünkü tefsür, Kur'ân âyetlerinin ihtiva ettiği en güzel ve en mükemmel manaları, yüce gerçekleri, derin nükteleri inceleyen bir ilimdir. Bunun için diğer ilimlerden üstündür. Zira her ilmin değeri, o ilmin konusunun değerli, üstün ve çok yüce olmasıyla mütenasiptir. [13]

 

1.5.3. Gayesi

 

İnsanlığa mutluluk ve huzur yollarını gösterip, dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamaktır. [14]

 

1.5.4. Tefsir İlminin Önemi

 

Bir ilmin, bir san'atın şerefli ve önemli olabilmesi, o ilme son derece ihtiyaç duyulmasına, o ilmin ve san'atın konusunun şerefli, gayesinin önemli olmasına bağlıdır. O bakımdan sarraflık san'atı, tıp ilmi, hukuk ilmi gibi ilimlerin önem ve kıymetleri büyüktür. Çünkü sarraflığın maddî yönden pek değerli olan altın, gümüş ve emsali maddelerdir. Tabipliğin gayesi, bütün insanlığın sıhhatidir. Dericilik ve demircilik birer san'attır. Fakat bu san'atlar konu bakımından sarraflıkla mukayese edilemez.

Yukarıda öğrendik ki tefsirin konusu Yüce Allah'ın kelâmı, gayesi de ebedî saadeti kazandırmaktır. İşte bu yüzden ilimlerin en üstünü tefsîr ilmi olduğu söylenmiştir. [15]

 

1.6. Tercüme

 

Tercüme, lügatte birçok manaya gelmektedir. Ancak biz, konuyu ilgilendiren iki manasını vereceğiz.

1- Tercüme, bir sözü, manasını açıklamaksızın, bir düden diğer bir dile aktarmaktır. Bu, aynı manada iki kelimeden birini diğeri yerine koymaktır

2- Bir sözü kendi dilinden başka başka bir dile tefsîr edip açıklamaya, tercüme denir.

Tâcu'l-'Arûs'ta; "Tercüman, dili açıklayandır. Kişinin kendi sözünü bir başka dille açıkladığında, onu tercüme etti denir" denilmektedir. [16]

Cevheri ise; "Tercüme, bir sözü bir dilden başka bir dile nakletmektir" [17] diye söyler.

Yukarıdaki ifâdelere göre, tercümeyi iki kısma ayırabiliriz: [18]

 

1.6.1. Harfi Veya Lafzı (Müsavî) Tercüme

 

Tercüme edilen aslın nazmında, tertibinde aslına uygun­luğu ve bütün manaları gözetilerek bir sözü, bir dilden diğer bir dile aktarmaktır.

Böyle bir tercüme aynı dildeki müteradif kelimeleri birbirinin yerine koymakla da olabilir.

Başka dillere ait aynı manaya gelen kelimeler de olabilir. Böyle bir tercüme aslına uygun olmalı, orjinalinin manasını, metod ve üslûbunu, belagatını tamamen kendinde bulundurmalıdır. Bunun ne kadar zor olduğu aşikârdır. İnsan­ların eserleri arasında bile böyle bir tercüme" yapmak oldukça zordur. Çünkü diller arasında farklar vardır. İnsanların üslûpları, ifâde ettikleri manalar farklıdır. Bütün bunlar, bu tip bir tercü­menin ortaya çıkmasına büyük bir engel teşkil etmektedir. İşte böyle bir tercüme, Kur'ân için söz konusu olursa, büsbütün imkânsız olur. Bu yüzden Kur'ân'ın harfi tercüme ile tercüme edilemeyeceğine, eski ve yeni bütün İslâm alimleri ittifak etmişlerdir.

Çünkü Kur'ân'a yapılan harfî tercüme, hiçbir zaman asıl maksadı ifâde etmede orjinalinin yerini tutamayacaktır. Mucize yönü, zayi olacaktır. Kur'ân'ın nazmı ve manası bozulacaktır. Hürmeti çiğnenmiş olacaktır. Neticede insanların dünya ve âhiretle ilgili düzene sokma ve bu işlerle alâkalı hükümleri ortaya koyma özelliğini kaybedecektir. [19]

 

1.6.2. Tefsîrî Tercüme

 

Aslın kelime dizilişindeki ve terkibindeki nizama riâyet etmeksizin, doğrudan doğruya manasının diğer bir dile aktarıl­masıdır. Bunda önemli olan mana ve maksatların tam olarak güzelce ifâde edilmesidir. İşte bu sebeple, buna manevî tercüme adı da verilir.

Tefsîrî tercümeyi yapan, aslın terkibinin delalet ettiği manayı kasteder ve onu anlar. Sonra -her kelimenin üzerinde durmadan, başkasını onunla değiştirmeye zorlamaksızın- aslın sahibinin muradına uygun bir şekilde, aslın manasını ifade edecek bir kalıba döker.

Tefsîrî tercüme, bir çeşit tefsir demektir. Aslın aynı sayılmaz. Belki onun mealini bir dereceye kadar anlatmış, açıklamış olur. Kur'ân'ın bu şekilde tercümesi caiz görülmüş­tür. Bununla birlikte başka bir tercümenin caiz olabilmesi için, tefsirdeki şartlara riâyet edilmesi gerekir. Sadece şahsî görüş ve lügata dayanılarak yapılmış olan bu çeşit tercümeleri okumak caiz görülemez. [20]

 

1.6.3. Tefsîrî Tercüme ile Harfi Tercüme Arasındaki Fark

 

Yukarıdaki tarif ve açıklamalardan tefsîrî tercüme ile harfi tercüme arasındaki fark açıkça anlaşılmaktadır. Bunları tekrar etmeden bu iki tercümeye iki misal vermeye çalışacağız:

Meselâ.. [21] âyetini harfî tercüme yapacak olursak, şöyle hareket etmeliyiz:

Elleri boyuna bağlamayı ve büsbütün açmayı ifâde eden bir söz bulmalıyız. Tercüme edilen dilde bulunan böyle bir kelime, çoğu zaman okuyucunun kastettiği manayı ifade etmez.. Tam aksine bu dili bilenler, Kur'ân'ın yasaklamış olduğu bu manayı bir türlü anlayamaz. Hatta kendi kendine şöyle der:

Akl-ı selim sahibi hiçbir kimsenin, Kur'ân'ın yasakla­mış olduğu böyle bir fiili, kendi kendine yapması düşünülemez. Çünkü bu, sahibini gülünç duruma düşürür, âlemin maskarası yapar.

Ama bu âyete yapılacak olan tefsîrî tercüme böyle değildir. Çünkü tercüme edilen dilin üslûbuna uygun olarak, israf ve cimriliğini ortaya koyacak şekilde o dile tercüme edilir. Böylece Yüce Allah'ın bu âyetten neyi kastettiği anlaşılır. Bunun da tefsîrî tercüme ile olabileceği kolay ve açık bir şekilde ortaya çıkar. Ama bu manayı, harfi tercümeyle elde edemeyiz. Bunu anladıktan sonra, hiç tereddüt etmeden böyle bir tercümenin caiz olduğuna söylemek zor olmayacaktır. [22]

İslâm alimleri, beşerin gücü dahilinde, tefsir yapabilme ehliyetine sahip kimselerin, Kur'ân'ı tefsir etmelerinin caiz olduğunda ittifak etmişlerdir. Kur'ân'ın tefsîrî tercümesi de, bu hükmün şümulüne girmektedir. Bunda hiç şüphe yoktur. Çünkü tefsîrî tercümenin ifâdesi, tefsîr ifâdesine denk bir ifâdedir. [23]

 

1.6.4. Tefsîrî Tercümenin Şartı

 

Tefsirdeki şartlara riâyet edilmelidir. Yani Peygamber'in hadislerine, Arap dili ve edebiyatıyla ilgili ilimlere, dinde tesbit edilmiş usûl kaidelerine dayanmalıdır.

Mütercim, bozuk inançtan uzak olmalı, Kur'ân'a muhalif kendi bozuk inancına göre tercüme yapmamalıdır.

Her iki dilin üslûp ve hususiyetlerini çok iyi bilmelidir. [24]

Önce Kur'ân metnini yazmalı, ardından tercümesini koymalıdır. Böylece okuyucuya karşılaştırma imkânı sağlamalıdır. [25]

 

1.6.5. Kur'ân'ın Tercüme Edilip-Edilemeyeceğine Dair Mezheplerin Görüşleri

 

Kur'ân'ın yüce manasını anlamak için tercüme edilme­sinde ittifak vardır. Nitekim Şâtıbî, tercümenin bütün müslümanların ittifakıyla caiz olduğunu söyler. [26] Bu, herkesin doğru­luğunu kabul edeceği mükemmel bir sözdür. Ayrıca Zemahşerî (ö. 528/1133), İbrahim sûresinin "Biz gönderdiğimiz her peygamberi kendi milletinin diliyle göndeririz ki onlara apaçık anlatsın" mealindeki dördüncü âyetini açıklarken şöyle der:

"Hz. Peygamber yalnız Araplar'a değil, bütün insanlara, hatta insanlara ve cinlere peygamber olarak gönderilmiştir. İnsanların dilleri ise çeşitlidir. Kur'an kendi dilleriyle nazil olduğundan Araplar onu anlar, fakat başka milletlere tebliğ ne ile olabilir? diye sorarsan, şöyle cevap veririz:

Kur'ân'ın bütün dillerde nazil olmasına gerek yok. Çünkü tercüme bunun yerini tutar. Çünkü Hz. Peygamber'e vahyin nazil olduğu dil, Arapça'dır. Kur'ân'ı Araplar'a bu dille tebliğ etmiştir.. Araplar da başka milletlere kendi dilleriyle tercüme ederler." [27]

Tercüme etmenin cevazı, daha ilk asırda ortaya çıkmıştır. Çünkü İranlı’lar, Selmân-ı Fârisî'den Fatiha sûresini Farsça'ya tercüme etmesini istemişler, o da tercüme edip göndermiştir. İranlılar bu tercümeyi manayla okumuşlar, böylelikle dilleri yatışır. Bu Hz. Peygamber'e arzedilince o da bunu menetmez. Hicrî ikinci asırda İslâm fakihleri, bu meseleyi her bakımdan ele alarak tartışmışlardır. Özellikle Hanefîler, çevreleri icabı, bu konu ile daha çok ilgilenme durumunda kalmışlardır. Bu yüzden Hanefî fıkıh kitaplarında bu konuya dair geniş bilgiye rastlamaktayız. [28] Diğer mezhepler, bu konuya daha az değinirler. Bununla beraber Şafiî, Maliki ve Hanbelî fakihleri, Kur'ân'ı anlamak için tercümeyi, Hanefî'ler gibi kabul etmişlerdir. Bu çeşit tercümeye itiraz eden yoktur. Şifahî tercüme yapılabileceği gibi, yapılan tercümenin yazılmasına hiçbir manî yoktur. Kur'an tercüme edilemez demek, Kur'ân'ı anlaşılmaktan alıkoymak demektir. [29]

 

1.6.6. Meal

 

Meal, "evi" maddesinden, te'vîl manasına gelen mimli mastardır. Bir şeyin varacağı yer ve gaye manasına yer ismi olur ki te'vîlin hasılı ve neticesi demektir. Ayrıca meal, bir şeyin koyulaşıp katı hale gelmesi, davarın zayıflaması, bir şeyi eksiltmek manalarına da gelir. Onun için örfte, bir kelâmın manasını her yönüyle aynen değil de biraz noksanıyla ifâde etmeye de meal denilmiştir. Bazı Kur'ân mütercimlerinin, tercüme sözü yerine meal tabirini tercih etmeleri, bu eksikliğe işaret etmek için olmalıdır. [30]

 

1.6.7. Kur'ân'ı Tercüme Edenlerde Bulunması Gereken Önemli Nitelikler [31]

 

Yukarıda belirtildiği gibi, Arapça bilmeyenlerin Kur'ân'ı anlamaları, ancak Kur'ân'ın tercümesiyle mümkün olabilir. Kur'ân'ı tercüme etmek ise, büyük ve ciddi bir sorumluluk ister. Çünkü burada tercümesi söz konusu olan Allah'ın kelamıdır. Böyle bir tercümede son derece hassas olunması ve hata yapmaktan kaçınılması gerekir. Ancak sadece hassas davranmak, dikkatli olmak yeterli olmaz. Kur'ân'ı tercüme edeceklerde, bir kısım niteliklerin de bulunması gerekir. Kur'ân gibi ilahî bir kitabı tercüme ederken aşağıda bahsedeceğimiz nitelikler kendilerinde bulunmayanların, böyle bir işe teşebbüs etmeleri sonucu, son derece fahiş hataların ortaya çıkmasına neden olduğu yapılan Kur'ân tercümelerinin incelenmesinden anlaşılmıştır:

Birincisi, Kur'ân'ı tercümeye kalkışanların Arap dili ve edebiyatının inceliklerini çok iyi bilmeleri gerekmektedir. Çünkü Kur'ân'ın dili Arapçadır ve o, Arap dilinin en beliğ eseridir.

İkincisi, Kur'ân'ın tercüme edileceği dilin çok iyi bilinmesidir. Mesela, Türk dilini iyi bilmeyen, dilin edebiyat ve gramerinden haberi olmayan ve yeterli kelime bilgisi bulunmayanların, yapacakları tercümelerin hatalı ve eksik olacağı herkesin bildiği bir gerçektir. Çünkü İngilizce, Almanca vs. gibi yabancı dillerden Türkçe'ye tercüme edilen kitaplarda en çok karşılaştığımız problem, Türk dilinin iyi bilinmeme­sinden kaynaklanan tercüme problemidir. Bunun sonucu, tercüme edilen kitabın sunacağı mesaj ya anlaşılamamakta, ya da yanlış anlaşılmaktadır.

Dünya ve ahiret mutluluğunu temin etmek maksadıyla indirilen Kur'ân, insanlar için bir hidâyet rehberidir. Yani bir yönüyle de Kur'ân, dünya hayatında mutlu olmanın yollarını gösterirken insanı devamlı düşünmeye, evrendeki  varlıkları incelemeye, onların üzerinde kafa yormaya teşvik eder ve modern İlmin sahasına giren bir kısım konularda insana ışık tutar. Bu sebeple Kur'ân'da mevcut bazı âyetlerin manası, modern ilmin ulaştığı veriler sayesinde anlaşılabilecektir. Yani Kur'ân'ı anlayabilmek için, sadece Kur'ân ilimlerini ve Arap dilini bilmek kâfi gelmeyecektir. Bunun yanında tıp, fizik, tarih, psikoloji, sosyoloji vs. gibi çağdaş ilimleri bilmek gerekecektir. Ancak bütün bu ilimleri tek başına bir kişinin bilmesi mümkün gözükmemektedir. O bakımdan bu, uzmanların yapacağı bir çalışma sayesinde mümkün olabilir. Onların oluşturacağı bir komisyonun Kur'ân tercümesini yapma işini üstlenmesi daha uygun olacaktır.

Tercüme yaparken tefsir kitaplarından da yararlanmak gerekmektedir. Çünkü genelde tefsirlerin Kur'ân'ın anlaşılma­sında katkıları büyüktür. Özellikle Kur'ân'ı dil yönünden inceleyen me'âni'l-Kur'ân, garîbu'l-Kur'ân ve i'râbu'l-Kur'ân alanında yazılan tefsirlerin, Kur'ân'ın manalarının anlaşılma­sında önemli katkılarının olacağı göz ardı edilmemelidir. Tabiî ki dil yönünden Kur'ân'ı incelediğini söylediğimiz tefsirlerin dışında yazılan tefsirler de vardır. Bunlarda da Kur'ân dil yönünden incelenmektedir. Onlardan da yararlanmak gereke­cektir. Ancak bu konuda hassas olunmak zorunluluğu vardır. Çünkü müfessirlerin, zaman zaman bazı âyetleri yorumlarken yanıldıkları bir vakıadır. Onun için bu eserlerden alınan bilgiler ve yorumlar, iyice incelenip doğruluğundan emin olunmadıkça, yararlanma yoluna gidilmemesi gerekmektedir. Her yorumu doğru olarak kabul etmek, hiç de doğru bir uygulama değildir. Hataya düşmemek için, bu tür yorumları, dikkatlice incelemek de mütercimin üstleneceği en önemli görevlerden biridir.

Diğer bir husus ise, mütercim, tamamen hür ve hiçbir fikrin, zihniyetin etkisinde kalmadan, Kur'ân âyetlerini aslına uygun bir tarzda, şahsî düşünce ve anlayışlardan uzak, tamamen objektif bir metodla ele alıp tercüme etmelidir. Çünkü Allah'ın murad etmediği manayı O'na isnad etmek, tamamen bühtan ve iftiradır.

Aslında bu, sadece Kur'ân tercümelerine ait bir husus değildir. Çevirisi yapılan her eserde durum aynıdır. Mütercimler, zaman zaman fikirlerine uymayan veya kendilerince anlaşıla­mayan metinleri ya tercüme etmezler, ya da anlayamadıkla­rından kendi fikirlerine uydurmaya çalışırlar. Sonuçta bu tip tercümeler, mütercimin fikirlerini aksettirmekten öteye geçmez. Şunu bir daha vurgulayalım ki, tercümelerde yapılan hatalar, her zaman yanlı yorumlardan kaynaklanmaz. Aksine, sık sık hata yapılmasının temelinde, bilgisizlik ve yetersizlik vardır. Bu da haklı bir mazeret olmayacağından tercüme gibi ciddi bir işe, bilgi birikimine sahip olmadan, eksiklikleri tamamlamadan teşebbüs etmek, hiç de akıllıca bir hareket değildir.

Bugün Kur'ân'ın pekçok tercümesi yapılmıştır, hâlâ da yapılmaktadır. Anlaşılması güç olan, yetkili olsun olmasın herkesin meal yazmaya teşebbüs etmesidir. Pek tabi bunun, Kur'ân'a ve ilme hizmet gayesiyle yapıldığını söylemek zordur. Genelde bu konuda şahsî çıkarların ön plana çıktığını söyleyebiliriz. Çünkü mealleri incelediğimizde, mütercimlerin büyük ölçüde birbirlerinden yararlandıklarını, birinin düştüğü aynı hataya diğerinin de düştüğünü çok açık bir şekilde görürüz.[32]

 

1.6.8. Kur’ân-ı Kerim'in Tercüme Tarihi

 

Henüz Hz. Peygamber (s.a.v.) hayatta iken, İslâmiyet Arabistan yarımadasının dışına taşarak, çeşitli milletler arasında yayılmaya başlamıştı. Dilleri Arapça olmayanlar, Kur'ân'ı Kerim'i kolayca anlayamıyorlardı. Çünkü Kur'ân'ın dili Arapça idi. Herkesin Arapça'yı bilme imkânı da bulunmamaktaydı. Ayrıca Arapça bilmeyen bu müslümanlara Allah kelâmını kendi dilleriyle anlatmak, müslüman olmayanlar arasında İslâm'ı yaymak gerekliydi. Bütün bunlar, Kur'ân'ın tercüme edilmesin zaruri kılıyordu. Ancak bu sayede ilâhî kelâm anlaşılabilir, İslâm, daha hızlı yayılma imkânını bulabilirdi.

Bu ihtiyaç sebebiyledir ki İslâm tarihinde ilk defa İranlılar, Selmân-ı Fârisî (r.a.)'den Fatiha sûresini Farsça'ye tercüme etmesini istemişler, o da onların isteklerini yerine getirip, Fatiha sûresini Farsça'ya tercüme etmişti. Yüce Peygamber (s.a.v.) de bu hareketi uygun bulmuşlardı. [33]

Buna göre Kur'ân'ı tercüme hareketi ilk defa Hz. Peygamber devrinde başlamıştır. İlk mütercim Selmân-ı Fârisî, Kur'ân'ın tercüme edildiği ilk dil de Farsça olmuştur. Fakat bu tercüme sadece Kur'ân'ın bir sûresinin tercümesi olup, zamanımıza kadar geldiği henüz tesbit edilememiştir.

Muhammed Hamidullah, Kur'ân-ı Kerim'in henüz zamanımıza kadar gelip gelmediği tesbit edilemeyen tam bir tercümesinin, 270/883 tarihine doğru, Hind diline yapıldığını nakletmekte, zamanımızda el yazması nüshaları mevcut Farsça ve Türkçe'nin batı ve doğu olmak üzere iki lehçesine, Samanoğulları'ndan Mansûr İbn Nûh zamanında 345/956 tarihinde bir grup alim tarafından Kur'ân'ın tercümeleri yapıldığını söylemektedir.

İşte o tarihten bu yana İslâm dünyasında tercümeler artmaya başlamıştır. Urduca'da yüz kadar, Farsça'da yüze

yakın, Türkçe'de buna yakın sayıda çokça Kur'ân tercümesi bulunmaktadır.

Kur'ân'ın batı dillerine ilk tercümesi, Latince'ye Robertus ve Hermannus tarafından m. 1143 tarihinde yapılmıştır. Daha sonra bu tercümeler hızlanmış, çeşitli Avrupa dillerinde Kur'ân'ın pek çok tercümesi yapılmıştır. Muhammed Hamidullah; "Kur'ân'ın yüzden fazla dilde tercümelerinin bulunduğunu tesbit ettim" demektedir. [34]

 

2- TEFSÎR ÇEŞİTLERİ

 

2.1. Özden Uzak Tefsir

 

Kelimelerin tahlili, cümlelerin i'râbi, Kur'ân'ın ihtiva ettiği belagat nükteleri ve fennî işaretleri açıklamakla yetinen yani sadece lafızla ilgilenen tefsirdir ki buna özden uzak manasına gelen câff tefsiri denir. Çümkü bu tefsir, müslümanlarca bilinen tefsirden ziyade, Arapça'nın gramer tatbikatını uygulamak demektir. [35]

 

2.2. Hakîkî Tefsir

 

Kur'ân'ın asıl gayesini teşkil eden, insanların hidâyeti için lüzumlu bilgileri şerh eden tefsir çeşididir ki aslında tefsîr demeye layık olan da budur. [36]

İbn Abbas'a göre de tefsîr dört kısımdır:

1- Kendi dilleri olduğu için Arapların anladığı ve bildiği tefsîr.

2- Hiçbir müslümanın bilmediğinden dolayı mazur sayılamayacağı, yani herkesin bilmesi lazım gelen helal ve haramlarla ilgili tefsîr.

3- Alimlerin bildiği tefsîr ki, bu onların içtihadına dayanır. Çok kere buna te'vîl denir. Bu da hüküm çıkarma, mücmeli beyan, umumu tahsis gibi hususlardır ki alimlerden başkası delillere dayanarak, mücerred re'ye dayanmaksızın, içtihad yapma selahiyetine sahip değildir.

4- Daha ziyade müteşabihlere ve kıyamete ait haberlere, ruhun hakikatina mahsus olan Allah'tan başka kimsenin bilemeyeceği tefsîr. Bu konuda ictıhad caiz değildir. [37]

Bir başka değerlendirme ile de tefsîr; rivayet ve dirayet tefsîri diye iki kısma ayrılır. [38]

 

2.3. Rivayet Tefsîri

 

Kur'ân-ı Kerim'in, Hz. Peygamber'in sünneti, sahabenin ve tâbiûn'un sözleriyle şerh ve izah edilmesine rivayet veya me'sûr tefsîr adı verilir. [39]

 

2.3.1. Kur'ân'ın Kur'ân'la Tefsîri

 

Kur'ân'ın Kur'ân'la tefsîrine dair misaller:

Misal 1- "Adem, Rabb'inden bir kısım kelimeler aldı" [40] âyetindeki kelimelerin ne oldu­ğunu; Dediler:

Ey Rabbimiz, biz kendimize yazık ettik, eğer bizi bağışlamaz ve bizi esirgemezsen herhalde maddî ve manevî en büyük zarara uğrayanlardan olacağız." [41] âyeti açıklamaktadır. [42]

Misal 2- ..."Size aşağıda okunacaklar hariç olmak şartıyla hayvanların etleri helal kılındı" [43] âyetindeki yenilmeleri haram olanların neler olduğu, Mâide sûresinin "ölü, kan, domuz eti, Allah'tan başkasının adına boğazlanan -henüz canı üzerinde iken yetişip kestikleri müstesna olmak üzere- boğulmuş, vurulmuş, yukarıdan yuvarlanmış, susulmuş, canavar yırtmış olup da ölenler, dikili taşlar üzerinde, onlar adına boğazlanan hayvanlar, fal oklarıyla kısmet ve hüküm aramanız üzerinize haram edilmiştir." mealindeki âyeti açıklamaktadır. [44]

Misal 3- "Tarık'ın ne olduğunu sana hangi şey bildirdi" [45] âyetindeki kelimesinin ne olduğunu müteakip âyet açıklamıştır. [46] "O, ziyasıyla karanlığı delen yıldızdır. " [47]

Misal   4-   Bakara sûresinin "(Peygamberce iman hususundaki) tavsiyemi yerine getirin, ben de size karşı olan ahdimi tastamam yerine getireyim" [48] mealindeki âyeti müc­meldir. Çünkü bu âyette iki tane "ahd" kelimesi geçmektedir. Fakat bunlardan Allah'ın muradının ne olduğu belli değildir. Seief müfessirleri, bu "ahd'Meri âyetlerle tefsir etmişlerdir. Buna göre Mücâhid ve Katâde, Allah'ın (c.c.) bu âyette geçen "ahd" lerle Mâide sûresinde geçen şu mealdeki âyetinin hükümlerini kastettiğini söylerler: 

"Andolsun ki Allah (c.c.) İsrail oğulla­rından sapasağlam söz almıştı ve içlerinden on iki kefil göndermiştik, Allah onlara demişti ki; şüphesiz ben sizinle beraberim. Celâlim hakkı için eğer namaz kılar, zekât verir, Peygamberlerime inanır, onlara kuvvetle yardım eder, Allah yolunda infak ederseniz" [49] âyetinin bu kısmı, birinci "ahd"in tefsiridir. İkinci "ahd"in tefsiri de âyetin devamı ve şarta cevap olan "Elbette kabahatlarınızı örterim,  mutlaka sizi altından ırmaklar akan cennetlere sokarım" [50] mealindeki cümledir [51].

Kur'ân'la Kur'ân'ın tefsirine dair misaller pek çoktur. Bazı bilginler, mutlak olan lafzın mukayyed, âmm olan lafzın hass üzerine hamledilmesini de Kur'ân'ın Kur'ân'la tefsirinden saymışlardır. Ayrıca birbirine zıt gibi görünen âyetlerin arasını cem etmenin de yine aynı cins tefsire dahil olduğunu ileri sürmüşlerdir. Meselâ, bir kısım âyetlerde Adem (a.s.)'ın toprakta [52], bir kısmında çamurdan [53], balçıktan [54], salsal'da [55] yaratıldığı anlatılmıştır. Yoksa âyetler arasında bir zıtlık söz konusu değildir. [56]

Manaları farklı olmayıp kıraatların birbirine hamledilmesi de bu tür tefsirdendir. [57]

Meselâ ... "Yahut altından bir evin olsun" [58] âyetinin İbn Mes'ûd'a nisbet olunan şeklindeki kıraati, meşhur kıraattaki kelimesini tefsîr eder.

Her sözden maksat, o sözün sadece kelimelerini değil, onun ifâde ettiği manaları da anlamaktır. O halde Kur'ân'ı Kerim'in lafızlarını bilmenin yanında, manasının anlaşılması daha önemlidir. [59]

Kur'ân'ı anlayabilmek için başvurulacak bir kaynağa ihtiyaç vardır. Şüphe yok ki başvurulacak ilk kaynak, anlaşılması gaye edinilen bu yüce kitabın kendisidir. Çünkü onun bir yerinde mücmel olan, diğer bir yerinde tafsil edilmiş, bir yerinde hülasa olarak anlatılan, başka bir yerinde genişletil­miştir. [60] Biz buna Kur'ân'ın Kur'ân'la tefsîri adını veriyoruz. [61]

 

2.3.2. Kur'ân'ın Sünnetle Tefsîri

 

Kurân'ı tefsîr ederken Kur'ân'dan sonra başvurulacak en mühim kaynak, hiç şüphesiz Hz. Peygamber'dir. Çünkü mutlak olarak Kur'ân'ı en iyi bilen O'dur. Kur'ân'ı tebliğ ve tebyin etme görevi de O'na verilmiştir:

"Ey Peygamber! Rabbinden indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan (Allah'ın) elçiliğini tebliğ (ve ifâ) etmiş olmazsın [62] "

"Habibim! Biz sana Kur'ân'ı indirdik. Ta ki insanlara ne indirildiğini açıkça anlatasın ve onlar da fikirlerini iyice kullansınlar." [63]

Bu ifâhî sözler, "İslâm'da tefsîr hareketinin, harici bir tesirle değil, kendi öz bünyesinden doğduğunu" [64] ispat etmektedir. Çünkü Kur'ân'ı Kerim, kendisinin tefsîr edilmesini bizzat kendisi istemiştir.

Hz. Peygamber, muhataplarına, sadece Kur'ân'ın lafız­larını değil, manalarını da beyan ediyordu. Hatta İbn Teymiyye (ö. 728/1328):

"Hz. Peygamber'in Kur'ân'ın lafızlarını, asha­bına açıkladığı gibi, Kur'ân'ın manalarını da açıkladığının bilinmesi gerekli olur. Çünkü -ta ki insanlara ne indirildiğini açıkça anlatasın- [65] ilâhî kelamı, hem lafza hem de manaya şamildir" [66] demektedir.

Bugün, Hz. Peygamber'in tefsîri diye müstakil bir tefsîr mevcut değildir. Ancak Hz. Peygamber'in tefsirine, hadis mecmualarının muhtelif babları arasında, rivayet tefsirlerinde rastlan il ab i lir. Bu konuda müstakil bir tefsîre henüz rastlan­mamakla beraber, daha önce bazı çalışmaların yapıldığını gösteren haberler mevcuttur. Nitekim Ebû İshak es-Sa'lebî (ö. 427/1035), tefsirinin mukaddimesinde, kaynaklarını sayarken:

"Tefsîrü'n-Nebî ki bir kısmını, musannıfından dinledim. Kalan için bana icazet verdi. Tefsîrü's-sahâbe ki tamamını, musannıfına okudum. Bunların hepsini de fakih Ebu'l-Hasan Muhammed b. Kasım tasnif etmiştir" demektedir. [67]

Yakut el-Hamevî (ö. 622/1225) de, Ebu'l-Hasan Ali b. Ahmet el-Vahidî (ö. 468/1071)'nin Tefsîrü'n-Nebî adlı bir eserinin olduğunu söylemektedir. [68]

Ayrıca Hz. Peygamber'in tefsiri adlı doktora çalışmasında, bu konuda müstakil bir eserin zamanımıza kadar ulaşmadığı ifade edilmektedir. [69]

Hz. Peygamber'in, Kur'ân'ın ne kadarını tefsir ve beyanda bulunduğu hususunda ihtilaf vardır:

Başta İbn Teymiyye olmak üzere, bir kısım alimler, Hz. Peygamber tarafından Kur'ân'ın bütün manalarının açıklandı­ğını kabul etmişlerdir. el-Huveyyî (ö.?)[70] ve es-Suyutî (ö. 911/1505)'nin de içinde bulunduğu diğer bir grup alim de Hz. Peygamber'in Kur'ân'dan çok az şeyi tefsîr ve beyanda bulunduğu görüşündedir. [71]

Her iki görüşün de mübalağalı taraflarına işaret eden Muhammed Hüseyin Zehebî (ö. 1399/1978), Hz. Peygamber'in izah edip açıkladığı âyetlerin, sahih hadis kitaplarında görüldü­ğü üzere, çok az olmadığını, fakat bütün Kur'ân'ı da kapsamadığını söylemektedir.[72] Çünkü Kur'ân'da öyle âyetler vardır ki onları Allah (c.c.)'dan başkasının bilmesine imkan yoktur. Öyle âyetler de vardır ki onları ancak ilim sahipleri bilebilir. [73] Bundan başka, dilleri arapça olduğundan, arapların anladığı ve bildiği hususlarla; kıyametin zamanı, ruh'un hakikati v.s. gibi yalnız Allah'ın bildiği şeyler, Hz. Peygamber tarafından açıklanmamıştır. [74]

Ayrıca sahabe arasında bir kısım âyetlerin tefsîr ve te'vîli hususunda ihtilaf çıktığı bilinmektedir. Eğer Peygamberimiz (s.a.v.) sahabeye her şeyi açıklamış olsaydı, hadislere müracaat etmek suretiyle derhal müşkülen halletme yoluna giderler ve aradaki ihtilaf kendiliğinden kalkmış olurdu. Halbuki bu konuda sahabenin ihtilaf ettiklerine dair belgeler vardır. [75]

Binaenaleyh, Hz. Peygamber'in, Kur'ân'ın tamamını tefsir ve izah ettiği yolundaki görüş ile Kur'ân'dan az bir miktarını açıklamıştır, şeklindeki görüşe büyük bir ehemmiyet verilmez. Ama Hz. Peygamber'in tefsîrinin çok az olmadığını ve fakat bütün Kur'ân'ı da içine almadığını belirten görüş, kanaatimizce en isabetli görüştür.

Sünnet'in, Kur'ân'ı tefsîr ettiğinde ihtilaf yoktur. Ancak, tefsire dair rivayet edilen zayıf ve mevzu hadislerden sakınmak gerekir. [76] O bakımdan müfessir, muhaddis olmalıdır. Hadisin, isnad ve metninin sahih olup olmadığını araştırmalıdır. Ayrıca isnad zincirinde adı geçen ravilerin cerh ve ta'dil yönünden durumlarını bilmelidir. Çünkü Hz. Peygamber'e isnad edilen tefsire, kıssacılar tarafından bir kısım ilaveler yapıldığı; O'nun söylemediği bir hususu O'na nisbet eden yalancıların ortaya çıktığı tarihî bir gerçektir.

Bunlar arasında, çoğunu israiliyatla ilgili hususların teşkil ettiği; akıl ve mantık ölçüleri dışında kalan şeyler de vardır. Bu yüzden İmâm Ahmed: "Üç kitabın aslı yoktur. Bunlar megazi, telahim ve tefsîr'dir", demiştir. [77]

İmâm Ahmed'in bu sözden maksadı, tefsire dair hadislerin sahih olmadığını ifade etmek değildir. Taraftarlarının

da belirttiği gibi, asıl maksadı tefsire dair hadislerin çoğunun, muttasıl sahih senedlerinin olmadığını bildirmektir. Yoksa, bu hususta çok miktarda sahih hadis vardır. [78] Binaenaleyh İmâm Ahmed'in bu sözünden, Ahmed Emin'in "Hz. Peygamber'den tefsire dair gelen hadislerin aslı yoktur; bunlar sahih de değillerdir" [79] şeklinde bir mana çıkarması yanlış ve hatalıdır.

Önce şunu belirtelim ki, Ahmed Emin bizzat kendisi, Resulullah (s.a.v.)'tan nakledilen tefsirlerin pek çok olduğunu itiraf etmekte ve "sıhah-ı sitte"yi şahid göstermektedir. [80]

Öte yandan İmam Ahmed, Müsned'inde, tefsire dair birçok hadis nakletmiştir. Öyle ise onun tefsire dair her şeyin sahih olmadığına hükmetmesi mümkün değildir. Çünkü bu, kendi kendini nakzetme olur şu da var; bir hadisin sahih ve sabit olmadığını söylemek, o hadisin zayır ve mevzu olduğuna hükmetmeyi gerektirmez. Çok kere muhaddisler, "bu hadîs sahih değildir, bu hadis sabit değildir" derler ki, hadis ilmini bilmeyenler, o hadisin zayıf veya mevzu olduğunu sanırlar. Halbuki onların bu düşünceleri, hadis ıstılahlarını bilmeme­lerinden ve muhaddislerin kullandıkları ifadeleri iyi bilmeme­lerinden ileri gelmektedir. [81]

Öyle ise İmam Ahmed'in tefsîr'e dair sözünü yanlış anlamamalı, tefsîrle ilgili hadislerin tümü hakkında şüphe etmemelidir. Çünkü muttasıl, sahih senedlerle Hz. Peygamber'e kadar ulaşan öyle hadisler vardır ki onlar hakkında şüphe etmeye imkan yoktur. Bu hususta Sahîheyn ve diğer hadis kitaplarının tefsîrle ilgili bölümlerini incelemek kafidir.

Hz. Peygamber, ya sözüyle veya bizzat uygulayarak ya da ashabının söz ve hareketlerini değerlendirerek, Kur'ân'ı şerh ve beyan ederdi. Bunu yaparken uygulamış olduğu metod şu şekilde özetlenebilir:

Hiçbir suale muhatap olmadığı zamanlarda, bazen tefsîr edeceğini tasrih ederek, bazen etmeyerek bir kısım âyetlerin manalarını bildirirdi. Bu çeşit açıklamaları, âyetin nazil olmasının peşinden hutbe irad ederken, yahut başka bir vesile ile Hz. Peygamber âyetleri okurken olurdu. Bazen herhangi bir âyeti okur, sonra âyet hakkında sual açarak âyetin manasını bildirir [82]; bazen de sorulan suallere cevaplar vererek açıklama­larda bulunurdu. Hz. Peygamber'e yöneltilen suallerin çoğu müslümanlar ve az denecek kadar ehl-i kitab ile müşrikler tarafından tevcih edildiği anlaşılmaktadır. [83]

Müslümanlar, müphem'in tayini, mücmel'in açıklan­ması, kendilerine garip gelen lügavî manaların beyanı, âyetteki maksadın belirlenmesi gibi hususlarda sorular soruyorlardı. [84]

Ehl-i kitab ile müşrikler ise, daha çok, kâh alay ve imtihan etmek, kâh müslümanları şaşırtmak, yahut da Hz. Peygamber'i zor durumda bırakmak maksadıyla birtakım sualler soruyorlardı. [85]

Hz. Peygamber, bazen de Kur'ân'ın manasını tekid suretiyle beyanda bulunur [86]; umûmu tahsis, mutlak'ı takyid eder; müşkili açıklar, müphemi izah ederdi. Bunun dışında herhangi bir âyetin umûmî durumuyla neye delalet ettiğini, ondan maksadm ne olduğunu vasıflandırma ve temsil yoluyla açıklamalarda bulunduğu da olurdu.[87]

Hz. Peygamber'in tefsîrine dair örneklere tefsîr kitaplarında, özellikle "Câmiu'l-Beyân" gibi rivayet tefsirle­rinde, hadis kitaplarında müstakil olarak düzenlenen "Kitabu't-Tefsîr" bölümlerinde rastlamak mümkündür. Biz burada bu hususta seçilmiş bazı örnekleri vermeye çalışacağız:

1- Peygamberimiz, Fatiha sûresi'ndeki [88] den maksadın ne olduğunu:

"Gazap edilmiş olanlar, Yahudiler, sapmış olanlar Hrıstiyanlar'dır" [89] hadisi ile açıklamıştır.

2- Tirmizî ve İbn Hibbân'ın İbn Mes'ûd'dan rivayetlerine göre, Hz. Peygamber (s.a.v.), "Namazlara özellikle orta namaza devam edin" âyetinde [90] geçen "orta namaz"dan maksadın ikindi namazı olduğunu; "orta namaz, ikindi namazıdır" [91] hadisi ile beyan etmiştir.

3- "İman edenler ve imanlarını bir haksızlıkla karıştır­mayanlar. İşte güven hakkı onlarındır, doğru yolu bulanlar da onlardır" [92]  âyeti nazil olunca, Ashâb:

 "Hangimiz nefsine zulmetmez ki" diyerek telaş ve heyecana düştüler. Bunun üzerine Hz. Peygamber:  

"Şüphesiz (Allah'a) ortak koşmak büyük bir zulümdür" âyetine [93]  dayanıp, burada söz konusu olan zulmün  "şirk"   olduğunu açıklayarak, sahabenin telaş ve heyecanını dindirdi. [94]

4- Peygamberimiz (s.a.v.) bir gün hutbede 

 “Siz de düşmanlarınıza karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazır­layın" [95] âyetini okumuş ve bu âyette geçen "kuvvet'i "atmak'la tefsir etmiştir. [96]

5- Ahmed İbn Hanbel ve Müslim'in, Enes b. Mâlik'ten rivayet ettiklerine göre, Peygamberimiz (s.a.v.), Kevser sûresinde geçen "kevser" [97] sözcüğünü "Kevser, Cennet'te Rabbimin bana bahşettiği bir nehirdir" hadisi [98] ile açıklamıştır. [99]

 

2.3.4. Kur'ân'ın Sahabeden Gelen Rivayetlerle Tefsîri

 

Hiç şüphesiz Hz. Peygamber, Kur'ân'ın manasını mücmel ve mufassal olarak biliyordu. Çünkü bu hususta "O'nu (göğsünde) toplamak, dilinde akıtıp okutmak, şüphesiz bize aittir" [100] mealindeki âyet-i kerime işaret etmektedir. Bunun gibi Hz. Peygamber'in sohbetinden feyz alan sahabenin, Kur'ân âyetlerinin bir kısmının manalarını bilmeleri pek tabiidir. Zira Kur'ân, Arapça olarak nazil olmuştu. Arapların dili ise Arapça idi. Ama yalnız Arap dilini bilmekle Kur'ân'ın bütün manalarını tafsili olarak anlamak ve inceliklerini bilmek sahabe için kolay değildi. Bilakis anlayamadıkları hususları araştır­maları ve bu konuda Hz. Peygamber'e başvurmaları gerekliydi. Bunun böyle olduğu apaçıktır. Çünkü Kur'ân'da mücmel, müteşabih ve anlaşılması güç olan belli bîr bilgi seviyesi isteyen diğer hususlar vardır. [101]

Hz. Peygamber'den sonra, tefsirde en önemli yeri sahabe almaktadır. O bakımdan sahabeden gelen haberlerle Kur'ân'ı tefsir etmenin önemi büyüktür. Çünkü onlar, Kur'ân'ın nüzulüne şahid olup, hangi sebeplerle indiğini bilmektedirler. Bu yüzden, aklen bilinmesi mümkün olmayan gaybî hususlarda, sahabe tefsirinin Hz. Peygamber'e dayanan merfu' hadîs hükmünde olduğuna alimlerin çoğunluğu kail olmuştu. [102]

Bir kısım ulema, sahabeye dayanan tefsirin delil olarak alınmasının gerekli olduğunu söylemiştir. Çünkü sahabe Arap oldukları için, Arap dilini çok iyi biliyorlardı. Cahiliye şiirine de vakıf idiler. Olaylara ve sebeplere şahid olmuşlardı. Ayrıca tam bir anlayış, doğru ilim ve sarsılmaz mutlak bit imana sahip idiler. Diğer taraftan Kur'ân'ı anlamaya büyük bir iştiyak duyuyorlardı. Bu iştiyakla Kur'ân'ın manalarını anlamaya koyulan sahabiler, Kur'ân'ı biliyor ve muhtevasını öğrenmeye gayret ediyorlardı. Nitekim "Abdullah İbn Ömer'in, Bakara sûresini öğrenmek için, bu sûre üzerinde sekiz sene durduğu" söylenmektedir.[103] Hiç şüphesiz İbn Ömer'in öğrenmek için yıllarca bu sûrenin üzerinde durması, hafızasının zayıflığından değildi. Belki farzlarını, hükümlerini ve bunlarla ilgili hususları öğrenmek için senelerini vermişti. [104] Ebû Abdirrahman es-Sülemî (ö.72/691) "Kur'ân'ı okuyan Osman (r.a.), İbn Mes'ûd (r.a.) ve bunlardan başka diğer zevat, Hz. Peygamber'den on âyet öğrendiklerinde, (bu âyetlerde) bulunan ilim ve ameli beraber öğrenmedikçe, diğerlerine geçmediklerini bize anlatır ve Kur'ân'ı, ilim ve ameli beraber öğrendik, derlerdi" demektedir. İşte bu yüzdendir ki sahabe, bir sûrenin üzerinde yıllarca duruyo [105], onun manalarını anlamaya çalışıyordu.

Sahabe tefsirinin kaynaklarının başında Kur'ân-ı Kerim geliyordu. Bir âyetin tefsîrini Kur'ân'da bulamazlarsa, Hz. Peygamber'e baş vururlar, bilmediklerini O'na sorar ve aldıkları cevaplarla yetinirlerdi. Hz. Peygamber'in ahirete irtihaliyle sahabenin en önemli feyiz kaynağı kesilmiş ve sahabe Kur'ân'la karşı karşıya kalmıştı. [106] Bilindiği gibi, Hz. Peygamber, Kur'ân'ın tamamını tefsir etmemişti. Bu yüzden O'nun izah etmediği âyetlerin tefsirine dair bir şey bulamayan ashab, kendi ictihad ve reyleriyle Kur'ân'ın nazil olduğu zaman Arap yarımadasında bulunan Yahudi ve Hrıstiyanların durumlarını çok iyi bilen ashab, Hz. Peygamber'den sonra, Kur'ân'ı tefsir etmeye en selahiyetli kişilerdi. [107]

Bununla beraber, ilmi şahsiyetleri farklıydı. Kimisi, Arap dilinin inceliklerine vakıfken; kimisi, bunun dûnunda bulunuyordu. Kimisi, devamlı Hz. Peygamber'le beraberdi. Dolayısıyla bir başkasının bilmediği birçok nüzul sebebini biliyordu. [108] Zeka ve anlayış bakımından da farklıydılar. Bu sebepten az da olsa, sahabe arasında bir kısım ihtilaf zuhur etmişti. [109] O halde sahabenin hepsinin, Kur'ân'ı aynı seviyede anlamasına imkan yoktu. Sadece Arap olmaları, Kur'ân'ın tefsirini bilmek için kafi değildi. O bakımdan İbn Haldun (ö.808/1406)'un "Kur'ân, Arap dili ve onun belağatıyla nazil olmuştur. Binaenaleyh Arapların her biri, Kur'ân'ı anlıyor; kelime ve terkiplerinin manalarını biliyorlardı."[110] şeklindeki mübalağalı ifadesini reddeden Muhammed Hüseyin ez-Zehebî'yi haklı bulmaktayız. O şöyle demektedir:

"İbn Haldun'un bu konuda isabet etmiş olduğunu sanmıyorum. Zira Kur'ân'ın arap dili ile inmiş olması, her Arab'ın Kur'ân'ın ayrı ayrı terkiplerinin manasını bilmesini gerektirmez. Gerçek böyledir." [111] Hatta ondan asırlarca önce yaşayan İbn Kuteybe (ö.276/889) Araplar, Kur'ân'da mevcut olanların hepsini, garibi ve müteşabihi bilmede müsavi değillerdi.Tam aksine birbir­lerine üstünlükleri vardı" demektedir. [112]

Nitekim Hz. Ömer, 'Abese sûresini [113] âyetine kadar okumuş; "Bunların hepsini biliyoruz, fakat /ebben" in manasını bilmesen ne var! Allah'a yemin ederim ki, bu bir tekellüf (yapamayacağın işi yüklenme)dir. İşte bu Kitap'tan size beyan edilene uyun, beyan edilmeyeni ise (Allah'a) bırakın (havale edin)."[114] demiştir.

Yine Hz. Ömer minberde iken âyetini [115] okuduğu sonra /tehavvuf'un manasını sorduğu ve Huzeyl kabilesinden   bir kişinin "bize göre (manası), noksanlaşmaktır" diye cevap verdiği rivayet edilmektedir. [116]

Ayrıca İbn Abbas (ö. 68/687) şöyle bir itirafta bulunmaktadır:

"Bir kuyu hakkında mahkemeleşmek üzere, iki bedevi bana gelinceye kadar ın manasını bilmiyordum. Onlardan biri " bî/Ene fetartuhâ" yani onu ben icat edip çıkardım dedi".[117]

Yukarıda verdiğimiz misallerden açıkça anlaşılıyor ki sahabe, Kur'ân'ın ayrı ayrı kelime ve terkiplerinin manasını bilmiyordu. Eğer bilselerdi, Hz. Ömer /tehavvuf' kelimelerinin manasını başkasına sormaz; Kur'ân'ın tefsirini en iyi bilen İbn Abbas [118] ancak başkasından duyduktan sonra, kelimesinin manasını öğrendiğini itiraf etmezdi.

Arap dilini bilme, zeka ve anlayış bakımından farklı olan sahabenin, Kur'ân'ı aynı derecede anlayamayacaklarını söyledik. Zira Maide sûresinin "Bugün sizin dininizi kemale erdirdim..." mealindeki 3. âyeti nazil olunca, birçok sahabe, bu âyetin yalnız dinin kemalini haber verdiği ve müjdelediği zannma kapılarak, sevinmişlerdi. Ama Hz. Ömer, Hz. Peygamberin öleceğini anlamış ve ağlamıştır. Hz. Peygamber, o günden sonra ancak seksenbir gün yaşamıştı.' [119] Bu ve benzeri rivayetler, sahabenin Kur'ân'ı anlamada farklı olduklarını açıkça göstermektedir.

Sahabenin tefsirde başvurduğu diğer bir kaynak da Semavî kitaplar, Yahudi ve Hrıstiyanlardır. Sahabe, Kur'ân'ın gayet veciz olarak bahsettiği bazı olayların detayını öğrenmek maksadıyla Ehl-i Kitab'a başvururdu. Bu durum, Hz. Peygamber'in bu konuda bir açıklama yapmamış olmasından ileri geliyordu. Çünkü Hz. Peygamber'den bu hususta herhangi bir açıklama gelmiş olsaydı, o peygamber var olduğu müddetçe, başkasına başvuracak değillerdi. [120]

Evet, sahabe Ehl-i Kitab'a başvurmuştu. Ama başvurulan bu son kaynak, öncekiler kadar önemli değildi. Dar ve sınırlıydı. Ayrıca Tevrat ve İncil ilâhî kitap olma vasfını kaybetmişti. İnsan eliyle çokça değiştirilip, tahrif edilmişti. O bakımdan sahabe, tabii olarak ilâhî olma vasfını kaybetmiş olan bu kitaplara başvururken dikkatli hareket ediyor, Kur'ân'ı titizlikle muhafaza ediyordu. Binaenaleyh Kur'ân'a ve kendi inancına uygun olanı alacaktı. Kur'ân'a ve akidesine ters düştüğünden açıkça yalan olanları atacak, kabul etmeyecekti. Bunların dışında Resûlullah (s.a.v.)'ın "Ehl-i Kitab'ı tasdik de etmeyin tekzîp de; sizler, -Biz, Allah'a ve O'nun tarafından indirilene inandık [121] deyiniz [122] şeklindeki emrine uyarak, tasdik ve tekzip olmayanı bulunursa, işte bu hususta susacaklardı. "Yalandır" veya "doğrudur" diye onun üzerinde hüküm verme­yeceklerdi. [123]

Sahabe asrında, tefsir henüz tedvin edilmemiş; hadis ilminin bir kolu olarak ortaya çıkmış, hadis rivayetleri gibi rivayet edilmiştir. Kur'ân'ın tamamı değil, kapalı kısımları tefsir edilmiş; mezhebi ihtilaflara oldukça az yer verilmiştir. Kur'ân'ın manalarını anlayış farkları ve Ehl-i Kitab'a yapılan müracaatlar, oldukça az olmuştur. [124]

Aralarında tefsîr etme yönünden farklar bulunmakla beraber, tefsirde meşhur olan birçok sahâbî vardır. Bu yüce zevata nispet edilen tefsirler, hadis kitaplarının "Kitabu't-Tefsîr" ve muhtelif bölümlerinde, me'sûr tefsîrlerde ve diğerlerinde dağınık olarak mevcuttur. [125]

 

2.3.5. Tabiûn'un Tefsirdeki Yeri

 

Sahabe asrının sona ermesiyle tefsirin ilk merhalesi son buluyor, sahabeye talebelik edip, bilgilerinin çoğunu onlardan alan tabiûn asrından itibaren tefsirin ikinci merhalesi başlıyordu. Bunlar, Hz. Peygamber'in "insanların en hayırlısı benim asrımda olanlar, sonra onları takip edenler, sonra onları takip edenlerdir."[126] şeklinde övdüğü ikinci hayırlı nesildir. Bu nesil, Hz. Peygamber'in asrına yakın bir zamanda yaşamış, sahabe ile görüşüp, onlara talebelik etmiş, Kur'ân'ın ahkâm ve tefsirinin öğrenmiştir. Bu bakımdan tefsîr konusunda, kendilerine başvurulan sahabiler olduğu gibi, tabiîlerin ileri gelenlerinden de tefsire dair söz söyleyen, Kur'ân'ın anlaşılmayan manalarını muasırlarına açıklayan Mücâhid (ö. 104/721), Sa'd İbn Cübeyr (ö. 95/713), Katâde (ö. 117/735) ve emsali meşhur müfessirler yetişmiştir.

Yüce Allah (c.c), Hz. Peygamber'in hayatında ve Dört Büyük Halife zamanında, müslümanları birçok şehri fethetmeye muvaffak kılmıştır. Müslümanların tamamı, yalnız kendi şehirlerinden herhangi birinde yerleşip kalmamışlar, bilakis İslam'ın nurunu parlatmak için muhtelif şehirlere dağılarak, oralarda yerleşmişlerdi. Medine'den uzaklaşan bu muhterem zevat içinde vezirler, valiler, kadılar, muallimler ve daha başka şahsiyetler bulunmaktaydı.' [127]

Sahâbîler, göç ettikleri şehirlere, ilimleri, kültürleri ve Hz. Peygamber'den muhafaza ettiklerini de beraberlerinde

götürmüşlerdi. Tabiîlerden bir çoğu, sahabe ile görüşmekle kalmamış, onlardan ilim alıp, aldıkları bu ilimleri kendilerinden sonra gelenlere aktarmışlardı. Bunun neticesinde, muhtelif şehirlerde, üstadları sahabe, talebeleri tabiî olan tefsîr mektepleri kurulmuştu. Mekke, Medine, Irak tefsîr mektepleri bunların meşhurlarıydı. Başkanlığını İbn Abbas'ın yaptığı Mekke mektebinde, birçok değerli şahsiyetler yetişmiştir. Bunların arasında Mücahid, Sa'd İbn Cübeyri, Tâvûs İbn Keysân (ö. 106/724), 'Atâ İbn Rebah (ö. 114/732) ve emsali seçkin simalar bulunmaktaydı.[128]

Medine mektebinin başında Ubeyy İbn Ka'b (ö. 30/650) vardı. Bu mektepte yetişenler arasında, Zeyd İbn Eşlem (ö. 136/753), Ebu'l-'Aliyye (ö. 90/708), Muhammed İbn Ka'b el-Kurazî(ö. 118/736) gibi alimler vardır. [129]

Irak mektebinin kurucusu Abdullah İbn Mes'ûd (ö. 32/652) idi. Gerçi Irak'ta başka sahâbîler de vardı. Iraklılar, bir dereceye kadar onlardan da istifade etmişlerdi. Şu kadar var ki İbn Mes'ud bu mektebin ilk kurucusu sayılmıştır. Çünkü tefsîrde meşhur olmuş ve bu konuda kendisinden çok şey rivayet edilmiştir. 'Alkame (ö. 61/680), Katâde, Irak mektebinde yetişen meşhur müfessirlerden bazılarıdır. [130]

Tabiûn asrında yetişen alimlerin bilhassa tefsîrde temayüz edenlerin ekseriyeti mevâliden idiler. Yani Arap değillerdi. Nitekim Abdurrahman İbn Zeyd İbn Eşlem (ö. 182/798) "Abâdile vefat ettikten sonra, fıkıh bütün beldelerde mevâlî'nin elinde idi. Mekkeliler'in fakihi 'Ata İbn Rebâh; Yemenliler'in ki Yahya İbn Kesir...idi ki bunların hepsi mevâlî idiler" demektedir. [131]

Hz. Peygamber ve sahabe asrından uzaklaşan tabiîlerin ihtiyaçları fazlalaşmıştı. Bu yüzden de birçok dinî problemi halletmek mecburiyetinde kalmışlardı. Neticede, tefsirle uğraşan tabiûn alimleri, öncekilerin noksanlarını tamamlamaya koyulmuş, anlaşılamayan hususların çoğaldığı ölçüde, tefsiri de artırmışlardı. [132] Çünkü Hz. Peygamber ve sahabenin tefsîrleri, Kur'ân âyetlerinin tamamını kapsamıyordu. Üstelik insan düşüncesi gelişiyor, hadiseler çoğalıyordu. Bu hadiseler karşısında yeni yeni problemler ortaya çıkıyordu.

Tabiûn tefsirinin başlıca kaynaklan, Kuran, Sünnet, Sahabe tefsîrleri, Semavî Kitaplar ve Ehl-i Kitap'tı. Eğer mezkûr kaynaklarda, âyetlerin tefsirine dair bir şey bulamazlarsa, o zaman mürfed lafızların -Peygamber ve sahabe devrindeki kullanılışı göz önünde bulundurularak- lügat, iştikak ve sarfına başvuruyor" [133], Cenâb-i Hakkın kendilerine ictihad ve re'y yönünden müyesser kıldığı ile tefsîr ediyorlardı.

Evet, bu devirde, Kur'ân âyetlerinin çoğunu ihtiva eden tefsirler zuhur etmiştir. Sahabe devrine nispetle ihtilaflar artmıştır. Her lafzın, her âyetin tefsiri de çoğalmıştır. Âyetler etrafında mezhebi ihtilaflar baş göstermiş, tefsîr tedvin edilmiştir. Hadis rivayeti şeklinde de olsa, tefsîr müstakil bir şekil almıştır. Ehl-i Kitâb'a ve semavi kitaplara müracaatın sonucu olarak, israiliyata dair birçok şey tefsire girmiştir. Bunun sebebi, bir taraftan birçok Yahudi ve Hnstiyanın müslüman olması öte yandan tabiîlerin yahudi ve hristiyanlardan işittiklerini müsamaha ile karşılamalarıydı. [134]

Ayrıca bu asırda, Kur'ân'da hiç anlaşılmayan bir husus bırakılmaması konusunda da, müfessirler arasında bir hırs olduğu müşahade edilmektedir." [135]Nitekim Mücâhid hakkında, el-A'meş (ö. 148/765) "O acaip bir şey duyduğunda, muhakkak onu görmeye giderdi. Hadramevt'e bir kuyuyu görmeye, Hârût ve Mârufu araştırmak için tâ Bâbil'e gitmişti", demiştir. [136]

Hz. Peygamber ve sahabeden herhangi bir âyetin tefsîrine dair nakledilen bir şey yoksa, bu durumda, tabiûn tefsirlerine baş vurulup, onların tefsire dair görüşleri delil olarak alınır mı? alınmaz mı? bu hususta alimler ihtilaf etmişlerdir.

Ahmed İbn Hanbel (ö. 241/855)'den biri kabul, diğeri reddi ihtiva eden iki rivayet vardır. [137] Diğer bir kısım alimler de tabiûn tefsirinin delil olarak alınamayacağı görüşündedirler. İbn Akîl bunu tercih etmiş, Şu'be'den de bu görüş nakledilmiştir. [138]

Tabiî tefsirinin delil olamayacağı görüşünde olanlar, tabiîlerin, Hz. Peygamber'den işitmediklerini, olayları ve sebepleri müşahede etmediklerini delil olarak ileri sürerler. Buna göre, sahabe tefsiri hakkında söylendiği gibi, tabiîlerin tefsîri Hz. Peygamber'den duyduklarına hamletmek mümkün değildir. Çünkü sahabenin tefsîri, Hz. Peygamber'den duyduk­larına hamledilmiştir. Halbuki tabiîler için böyle bir şey söz konusu değildir. O halde tabiîler, bir âyetten muradın ne olduğunu anlamada hata edebilirler. Delil olmayan bir şeyi delil sayabilirler. Ayrıca tabiîlerin adl olduklarına dair nass da yoktur. Halbuki sahabenin adli olduğu, nassla sabit olduğu söylenmektedir. [139]

Ancak alimlerin ekseriyeti, tabilerin tefsire dair görüşlerinin delil olarak alınacağı kanaatindedir. Çünkü tabiîler tefsirlerinin çoğunu sahabeden almışladır.' [140] Nitekim Mücahid "Mushaf ı, Fatiha'dan sonuna kadar. İbn Ahbaba arzettim. Onu, Kur'ân'un her âyetinde durdurup ona o âyetten soru­yordum" [141] diye beyanda bulunmakta; Katâde de "Kur'ân'da hiçbir âyet yoktur ki ona dair bir şey işitmiş olmayayım" demektedir. [142] İşte bu yüzden müfessirlerin ekseriyeti, tabiîlere itimad etmiş, tefsilerini nakletmiştir.

Bir meselede görüş belirtme mümkün olmaz ve tabiûn'un Ehl-i Kitab'tan naklettiği şüphesi de bulunmazsa, o takdirde tabiîlerin yaptıkları tefsîrler delil olarak alınabilir. Eğer böyle bir şüphe varsa terkedilmeli, delil sayılmamalı ve ona itimad edilmemelidir. Ama herhangi bir görüş üzerinde icmâ ederlerse, o görüşü almak ve ondan başkasına baş vurmamak gerekir. [143]

Nitekim İbn Teymiyye, Şu'be ve diğer bir kısım alimin "tabilerin furû' hakkındaki sözleri hüccet değildir, tefsir de nasıl hüccet olsun" şeklindeki ifadelerini kaydederek, şu beyanda bulunur:

 "Bu, (tabiîlein kavli) birbirlerine karşı hüccet olamaz, demektir. Doğrusu da budur. Ama bir şeyde icmâ ederlerse, o şeyin hüccet olduğunda asla şüphe yoktur. Ancak aralarında ihtilaf ederlerse, o zaman birinin sözü, diğerine ve kendile­rinden sonra gelenlere hüccet olamaz. Artık bu hususta Kur'ân ve Sünnet'in lügatına veyahut da umûmî Arap diline, nihayet bu sahabe kavillerine müracaat edilir." [144]

İlk tefsir kitabının Sa'd İbn Cübeyr'e ait olduğunu [145], Mücâhid'in elinde bir kısım levhalar olduğu halde Kur'ân'ın bütün tefsirinden İbn Abbas'a sorduğu [146] zamanımıza kadar ulaşan haberlerdendir. Daha başkalarına tefsîrle ilgili tasnif isnâd edilen haberler de vardır. [147] Bu eserler zamanımıza kadar ulaşmamıştır. Ancak elimizde bulunan rivayet tefsîrleri, bilhassa ilk tefsîrleri bir araya toplayan ilk vesika olarak bilinen Ebû Ca'fer et-Taberî (ö. 310/ 923)'nin Câmiu'l-Beyan adlı tefsîri, tabiîlerin tefsire dair re'y ve ictihadlarının çoğunu bize nakletmektedir. Şu var ki, zamanmmıza kadar ulaşan tefsîrle ilgili eserler, tabiîlerden sonra gelen tebeu tabiîn nesline aittir.

Tebeu tabiîn asrı; tefsîr, tedvin ve tasnifinin yoğunlaş­maya başladığı bir dönemdir. Bu asırda hususi rivayetlerle tabiîler devrinde temayüz eden, meşhur üş tefsîr mektebinin arasında fark gözetmeksizin Hz. Peygamber, sahabe ve tabiûn tefsîrlerini toplamaya önem veriliyor [148],  birçok tefsîr te'lif ediliyordu.[149] Tefsir ilmi genişliyor, te'lif edilen bu kitaplar, öncekilere nispetle tefsir ilmi daha cami' oluyordu. Bu eserlerden zamanımıza kadar ulaşanlar olmakla beraber, birçoğu bize kadar gelmemiştir.

Daha önce belirttiğimiz gibi, et-Taberî'nin Câmi'u'l-Beyan'ı bu tefsirleri muhafaza eden vesikalardan biri ve en mühimmi olarak bilinmektedir. Bu bakımdan bu tefsir, selefin tefsirleri hakkında bilgi edinmek isteyenlerin en önemli müracaat kitabı olarak görülmektedir.

Zamanımıza kadar ulaşan müstakil tefsirlerden birisi tebeu tabiîn'in ileri gelenlerinden Süfyân İbn Sa'd es-Sevrî (ö.161/778)'ye aittir. Bu kitapta, Kur'ân'ın tamamı değil, müellifin tefsirine ihtiyaç hissettiği âyetler tefsir edilmektedir. Bu eserin yarım bir nüshasını İmtiyaz Alî Arşî, Rampur'da bulmuş ve bunun Süfyân'a ait tefsirin bir cüz'ü olduğunu ispat eden bir önsöz ile beraber yayımlamıştır. Süfyân, sistematik olarak bir tefsir yazmadığı için eserinin ne kadar eksik olduğu bilinmemektedir. [150]

Ayrıca tefsir ilminde önemli bir şahsiyet olan Mukatil b. Süleyman (ö. 150/767)'m Tefsiri de zamanımıza kadar gelen tefsirlerden biridir. 'Abdullah Mahmûd Şehhâte, Tarihu'l-Kur'ân adlı eserinde, bu tefsirin nüshalarını Kahire, Londra ve Türkiye kütüphanelerinden toplayarak neşretmiştir. O'na göre, Kur'ân'ı baştan başa ilk tefsir edenin Mukâtil, Kur'ân'ın tamamının âyet âyet tefsir edildiği ilk eser de Mukâtil'in tefsiridir. [151]

Bu tefsir, üzerinde yüzlerce sene geçmesine rağmen, okuyucuya zamanımızda yazılmış irtiba'ını vermektedir. Mukâtil, bu tefsirinde aklı ve nakli birleştirmekte, ihtilafları zikretmeksizin en kuvvetli görüşleri tercih etmektedir.[152] Binaenaleyh Yahya İbn Sellâm (ö.200/815)'dan yarım asır önce yaşayan Mukâtel'in, tercih metodunu ilk uygulayan olduğunu söyleyebiliriz. Yahya İbn Sellâm ve Muhammed İbn Cerîr et-Taberî de tercih ve tenkidde bulunmuşlardır. Ancak tenkid ve tercih, kuvvetli ve açık olarak et-Taberî'nin tefsirinde görülmektedir.[153]

et-Taberî ve muasırı müfessirler devrinde, tefsir tamamen hadisten ayrılmış, başlı başına bir ilm haline gelmiştir. Sahabe, tabiûn ve tebeu tabiîn tefsirlerine dayanan bu tefsirlerde, daha çok et-Tefsîr bi'1-Me'sûr hakimdir.

Bu asrın seçkin siması olan et-Taberî, Kur'ân lafızlarını kelime kelime, âyet âyet ele almış, ihtilafları zikretmiş, daha sonra da deliller serdederek, bu deliller arasında tercihte bulunmuş, âyetlerden hükümler çıkarmıştır. Geçmiş kıymetli hazinelerin kaybolmamasını gelecek nesillere te'min husu­sunda, naklî tefsirlerin en mükemmelini teşkil eden bu tefsir, elimizde bulunan veya bulunmayan selef tefsirlerinin muhafaza edildiği büyük bir hazinedir. [154]

et-Taberî ve muasırı müfessirlerden sonra gelen Ebu 'Ali el-Farisî (ö.377/987), Ebû Ca'fer en-Nahhâs (ö.338/950) ve emsali müfessirler [155], rivayet tefsirinin hudutlarını aşamadılar, fakat senetleri hazfettiler, kimin söylediğini belirtmeden birçok haberi topladılar. Bu yüzden durum karışmış, doğru yanlıştan ayrılmaz olmuştu.[156] Hatta bu kitapları okuyan herhangi bir kimse, bunlarda mevcut her şeyin sahih olduğunu zannederek, hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu ayıramayacak şekilde kıssa ve israiliyatla dolu olduğunu görecektir. İşte bu yüzden eserlerine almış oldukları rivayetler, tenkitlere hedef olmuştur. Eğer bu asırda hakkı ortaya koyan, yanlışı ortadan kaldıran muhakkik alimler olmasaydı, gerçek bilgiler yok olur, doğru yanlışla karışır, İslâm'a hücum edenlere çokça fırsat verilmiş olurdu.[157]

 

2.3.6. Rivayet Tefsirinin Za'fi ve Sebepleri

 

Kur'ân'ın Kur'ân'la, Sünnet'le, sahabe ve tabiûna dayanan nakillerle tefsir edilişine, rivayet tefsiri dendiğini biliyoruz. Kur'ân'ın Kur'ân'la, sahih sünnetle tefsiri makbul bir tefsirdir. Bu konuda ihtilaf olmadığı gibi, şüpheye de yer yoktur. Sened ve metninde zayıflık bulunan sünnetle Kur'ân'ı tefsir, makbul değildir.

Sahabe ve tabiûnun görüşleri ile Kur'ân'ın tefsir edilmesinde ihtilaf olduğunu daha önce belitrniştik. Pek tabii bu usûl ulamasını bir değerlendirmesidir. Yoksa hemen hemen bütün müfessirler sahabe ve tabiûnun tefsire dair sözlerini nakledegelmişlerdir. Böylece bu sözlerin tefsir açısından büyük bir değerinin olduğunu ortaya koymuşlardir. Fakat bazen sahabe ve tabiîlerden gelen bu rivayetler içerisinde, sağlamını zayı­fından ayıramayacak derecede zayıf haberlerin var olduğu bir gerçektir. Özellikle Ali İbn Ebî Talib ve İbn Abbas (r.a.)'a nispet edilerek, rivayet edilen haberlerden pek çoğunun zayıf olduğu bilahere ortaya çıkmıştır. Bu durum, alimlerin dikkatini çekmiş, bu haberleri araştırmalarına, cerh ve ta'dil'e başvurmalarına en büyük amil olmuştur. Hatta İmâm Şafiî "İbn Abbas'tan (tefsire) dair, ancak yüz kadar hadis sabit olmuştur" diyerek bu durumun ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmiştir. [158]

 

2.3.6.1. Tefsirde Çokça Uydurma Haberin Bulunması

 

2.3.6.1.1. Doğuşu

 

Başlangıçta tefsirle hadis birbirinden ayrılmış, müstakil bir durumda değildi. Tefsîrle hadis bir aradaydı. O bakımdan tefsirdeki uydurma hareketi, hadisle beraber başlamıştır. Uydurma hareketinin başlangıç tarihi hicrî 41 yılıdır. Çünkü müslümanlar arasında vuku bulan ihtilaflar bu tarihte yoğun­laşmaya başlamış, "Şîa", " Havâric" ve "Ehl-i sünnef'gibi bir kısım fırkalara bölünmüşlerdi.[159]

 

2.3.6.1.2. Sebepleri

 

Bu bölünmeler sonucunda mezhep taassubu baş göstermiş, her fırka kendi mezhebinin doğruluğunu ispat edip yayabilmek için delilini Hz. Peygamber'e veya sahâbe'ye dayandırıyordu. Böylece delilinin daha güvenilir ve makbul olduğunu göstermiş oluyordu.

Siyasetin de bu konuda büyük bir etkiye sahip olduğunu görüyoruz. Bu yüzden Abbasî halifelerine yaranmak isteyen bazı kimseler Hz. İbn Abbâs'a nisbet ederek çokça hadis rivayet etmişlerdir.

Ayrıca harple İslâm'ı yıkamayacaklarını anlayan İslâm düşmanları, çeşitli hile ve desiselerle bu yüce dini yıkmak için maksatlı olarak hadis uydurmaya başlamışlardı.[160]

 

2.3.6.1.3. Tefsire Tesiri

 

Uydurma yüzünden selef müfessirlerinin bıraktıkları büyük kültür mirasının çoğu kayboldu. Çünkü öyle şüpheye düşüldü ki güvenilir haberler bile bir kenara atıldı. Hatta sahih olsa bile, ele geçen her haber, reddedilmeye başlandı. Sahih rivayetler, zayıflarıyla karıştı. Sahihi, zayıftan ayıramayacak durumda olan bazı kimseler, rivayet edilen her habere aynı gözle bakmaya başlamışlardı. Hatta tümünün sahih olduğuna hükmeder hale gelmişlerdi. Bazen bir müfessirin birbirine zıt iki görüşünü görmüşler, onu tenakuza düşmekle, müslümanları da şüpheli ve birbiriyle çelişkili olan rivayetleri kabul etmekle suçlamışlardır. [161]

 

3.6.1.4. Değeri

 

İsnâd yönü bir tarafa, şahsî görüş olması bakımından uydurma tefsirin ilmî bir değeri olabilir. Çünkü bu tefsir, uydurulan bir habere dayandırılır. Tefsîr ise, daime hayalî ve âyetten uzak bir şey değildir. Çoğu zaman ilmî bir değeri olabilir. Meselâ, tefsire dair bir söz uyduran, o sözü Hz. Ali veya İbn Abbâs'a nispet eder. Kendine ait bir söz uydurmaz. Halbuki bu, sadece onun görüşü ve âyetin tefsirine dair bir içtihadıdır. Çünkü onu kendi şahsî düşüncesine göre söylemiştir. Çoğu zaman doğru da olabilir.

Sonuç şu ki, kendi görüşünün revaç bulup, kabul görmesini istemiş, sahabeden birine nispet etmiştir. Şüphesiz sahabeye nispet edilen bu tefsir, fîkir olarak ilmî değerinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Bunun değersiz tarafı, sahabeye nispet edilmesidir. [162]

 

2.3.6.2. İsrâiliyyât

 

İslâmî eserlere, özellikle tefsîr kitaplarına, eski dinlerin mensupları vasıtasıyla giren haberler vardır ki, bunlara İsrâiliyyât adı verilir.

İsrâiliyyât, Kur'ân'da kısa ve özlü bir şekilde bahse­dilen eski toplulukların kıssa ve haberlerinde söz konusu olmuştur. Zamanın insanı, merak edip bu haberleri öğrenmek istemiştir.

İşte Kur'ân'ı ve onun muhtevasını öğrenmek isteyen sahâbî ve tabiîler, bahsi geçen kıssa ve haberlerin tafsilatını öğrenmek için özellikle Tevrat ve İncil'in mensuplarına, Yahudi ve Hristiyanlara soruyorlardı. Fakat dine ve inançlara aykırı olanlarını kabul etmiyorlardı. Doğruya ve yalana ihtimali olan haberlerin doğruluğuna veya yalan olduğuna kesin olarak hükmetmiyorlardı. Yüce Peygamber'in "Ehl-i Kitab'ı tasdik de etmeyin, tekzîb de; sizler 'biz Allah'a ve O'nun tarafından indirilene inandık'[163] deyiniz."[164] şeklindeki emrine uyuyorlardı.

Buna göre isrâiliyyât, sahabe devrinde tefsîre girmeye başlamıştır. Ama sahabe, İsrailî haberleri alırken titiz davranmış, her haberin doğruluğuna hükmetmemiş, tenkid süzgecinden geçirmiştir. Bu konuda verilecek misaller pek çoktur. [165] Biz bir tek misal vermekle yetineceğiz.

Ebû Hureyre (r.a.)'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Bir gün, Resûlullah (s.a.v.) cuma gününden bahsederken, 'Onda bir saat vardır ki, hiçbir müslüman kul yoktur ki, namazda bulunup ve o saate rast gelip Allah'tan bir şey dilesin de Allah ona (dilediğini) vermesin" diye buyurdu." [166]

İşte sahabe bu saatin tayin edilmesinde ihtilaf etmişlerdir. Bu saat her zaman var mıdır? Yoksa yılın her cumasında bulunmakta mıdır? Kâ'bu'l-Ahbâr, Tevrat'tan hatırında kalana itimat ederek, bu saatin yılın yalnız bir cumasına mahsus olabileceğini zannetmiş, Ebû Hureyre'ye o şekilde cevap vermişti. Fakat Tur dağında, Ebû Hureyre ile yaptıkları bir sohbette, Ebû Hureyre Ka'b'ın bu fikrini kabul etmemiş, Resûlullah'tan duyduğu "senenin her cumasında, bu saat vardır" rivayetine dayanarak düzeltmiştir. Ka'b da tekrar Tevrat'a başvurarak Ebû Hureyre'nin doğruluğunu tasdik etmiştir. Diğer bir rivayette de Ebû Hureyre, Abdullah İbn Selâm (r.a.)'a nakletmiş, Abdullah, o zaman gecikmeden "Ka'b yalan söylemiş" deyivermiştir. [167]

Bu olay, sahabenin her söylene sözü kabul etmediğini, aksine güçleri yettiği ölçüde, doğruyu araştırdıklarını ve ehl-i kitabın doğru olmayan sözlerini kabul etmediklerini gösterir bir belgedir.

İsrailiyâta karşı sahabenin gösterdiği bu titizlik, daha sonraki nesillerde zayıflamaya başlamış, bu çeşit haberler müsamaha ile karşılanıp, sahih-zayıf demeden nakledilmiş, neticede tefsir kitapları, bu tip haberlerle kabarmaya başlamış, bunları ihtiva eden müstakil ederler bile te'lif edilmiştir. [168]

 

2.3.6.3. İsnadların Hazfı/Zikredilmemesi

 

Rivayet tefsirinin za'f sebeplerinden biri ve en tehli­kelisi isnadların hazfıdır. Sahabenin, haberlerin sıhhatini araştırdığını biliyoruz. Sahabeden birine bir haber rivayet edildiğinde, o haberi araştırır, doğru olduğuna şahid bulur, yemin ettirir, ondan sonra kabul ederdi. Aksi takdirde kabul söz konusu olmazdı. Sahabenin hepsi adildir. Bunu biliyoruz. İşte onların adilliklerine yakışan da bu şekilde harekettir. Hz. Ömer'in Ubey İbn Kab'dan rivayet ettiği bir hadisin doğruluğuna dair delil istemesi bu hareketlerden biridir.

Sahabe haberlerin sıhhatini araştırırken, sened sormu­yordu. Sebedleri sorma işi, sahabeden sonra gelen nesle nasip olmuştur. Çünkü bu asırda, yalan ve uydurma haberler yaygınlaşmaya başladı. Bu yüzden bir haber, senedler rivayet edildiği ve ravilerinin adaleti, sabit olduğu zaman kabul ediliyordu. Senedi bulunmayan veya sika/güvenilir olmayan ravilerden nakledilen haberler, makbul sayılmıyordu. Nitekim İbn Sirîn'in şöyle dediği rivayet edilir: "Selef (önceleri) isnadı sormuyorlardı. Fitne (uydurma ve yalan hareketi) ortaya çıkınca (rivayet ettiğiniz) şahısların adlarını bize söyleyiniz diye söylemeye (başladılar)."

Tabiîler devrinde durum böyleydi. Hz. Peygamber ve sahabeden rivayet ettiklerini bir senedle naklediyorlardı.

Tabiîlerden sonra gelen nesil içinde, tefsîr toplayıp, topladığı tefsîri tedvin eden Süfyan İbn Uyeyne, Veki' İbnu'l-Cerrâh ve benzeri şahsiyetler vardı. Bu sayede Hz. Peygamber, sahabe ve tabiûn'un tefsîrlerini, isnadlanyla birlikte ihtiva eden birçok tefsîr te' lif edilmiştir.

Bu asırdan sonra ortaya çıkan bir kısım müfessirler, rivayet ettiklerine sıhhati araştırmaya, ravisini söylemeden nakilde bulunmaya, senedleri hazfetmeye başlamışlar, derken tefsire giren girmiş, sahih ile zayıf birbirine karışmıştır. Bu müfessirlerin her biri kalbine doğan her sözü nakletmeye ve o söze güvenir olmaya başlamıştır. Kendilerinden sonra gelenler, bu sözleri bir asılmış gibi zannederek nakletmeye koyulmuş­lardır.

Gerçek şu ki, isnadların hazfi meselesi, rivayet tefsirinin za'af sebeplerinin hemen hemen en tehlikelisi olmuştur. Çünkü bu, tefsîr kitaplarını inceleyenlerin, rivayet edilen her şeyi doğru sanmalarına, bu uydurma kıssa ve israiliyâtı sağlamdır diye nakletmelerine neden olmuştur. Halbuki bunlar arasında akla ve nassa uymayan birçok şey mevcuttur.

Uydurma tefsirin ve israiliyâtın tehlikesi, isnadlar zikredilmek suretiyle giderilebilir. Maalesef senedlerin hazfı, bize her şeyi karanlık göstermiştir. Keşke şu senedleri hazfedenler İbn Cerîr et-Taberî (ö.310/922) gibi her haberin senedini verselerdi, senedleri görenlerin, hangi haberin sahih, hangi haberin zayıf olduğunu tesbit etmeleleri kolay olurdu.

Uydurma tefsîr ve israiliyât, tefsîr için büyük bir tehlikedir. Bu tehlike, isnadlar verilirse telafisi mümkün olabilir. Maalesef senedler hazfedilmiş, böylece her şey karanlığa gömülmüştür. Eğer yukarıda söz konusu edilen müfessirler İbn Cerîr et-Taberî gibi her haberin isnadını vermiş olsalardı, senedleri görenler, hangi haberin zayıf, hangisinin sahih olduğunu tesbit edebilirlerdi. [169]

 

2.4. Re'y/Dirâyet Tefsiri

 

Tefsirin diğer bir çeşidi de re'y tefsiridir. Re'y, itikad, ictihad, kıyas manalarına gelmektedir. Kıyasla tanınmış ilim erbabına "Eshâbu'r-re'y" denilmesi de bundan ileri- gelir. Burada re'y tefsirinden maksat, ictihadla yapılan tefsirdir. Buna göre re'y tefsîri, Kur'ân-ı Kerim'in tefsîri için lüzumlu bilgilere sahip olan bir alimin ictihad ederek meydana getirdiği tefsirdir.

Çok eski devirlerden beri, Kur'ân'ın re'y tefsirinin caiz olup olmadığı ihtilaf konusudur. Böylece iki ayrı görüş ortaya çıkmıştır. Bir kısım alimler, bu işi yapmamış, yapmak isteyenlere de karşı çıkarak, alim, edib arif de olsa hiçbir kimseye Kur'ân'ın bir kelimesini dahi, re'y ile tefsîr etmesi caiz değildir demişlerdir. Kur'ân'ı tefsîr etme niyetinde olan bir kimsenin takip edeceği en güzel yol, Hz. Peygamber ve sahabeden rivayet edilenlerle yetinmesi olacağı görüşündedirler.

Diğer bir kısım, tam aksine, bilgili bir şahsın her zaman için Kur'ân'ı ictihadla tefsîr edilebileceğini ileri sürmektedirler. Şüphesiz her iki grubun hatalı yönleri bulunmaktadır. [170]

 

2.4.1. Birinci Grubun Delilleri

 

1- Re'y ile tefsir, bilmeden Allah namına söz söyle­mektir. Bilmeden Allah adına söz söylemek dînen yasaktır. Çünkü re'y ile tefsir yapan, çoğu zaman Allah'ın muradına uygun bir tefsir yaptığında kesin bir bilgiye sahip değildir. Netice şu ki, o, zanna göre söz söylemek demektir. Allah'ın şu sözü bunun açık delilidir:

"Rabbim bilmeyeceğiniz şeyleri kendisine isnad etmenizi haram kılmıştır." [171]

2- Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerimde, Kur'ân'ın izah ve tefsirine Hz. Peygamber'in selahiyetli olduğunu "Habibim! Biz sana da Kur'ân'ı indirdik. Ta ki insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın."[172] mealindeki âyetle ilan etmektedir. Bundan da Hz. Peygamberden başka hiçbir kimsenin Kur'ân'ı tefsir ve izaha yetkili olmadığı anlaşılır.

3- Re'y ile Kur'ân'ı tefsir etmenin mahzurlu olduğuna dair hadislerden de deliller vardır. Meselâ; İbn Abbâs, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:

"Benden olduğunu bildiklerinizin dışında, bana isnad ederek hadis (nakletmekten) sakının. Kim bile bile bana yalan (söz) isnad ederse, Cehennem'de oturacağı yere hazırlansın. Kim Kur'ân hakkında (delilsiz) re'y ile söz söylerse o da cehennemdeki yerine hazırlansın” [173]. Cundeb'den rivayet edilen diğer bir hadis de şu mealdedir: "Kur'ân hakkında mücerred kendi re'yi ile söz söyleyen kimse isabet etmiş olsa bile, hatadadır."[174] Bu hadisler, Kur'ân'ın re'y ile tefsîrinin caiz olmadığını açıkça göstermek­tedir.

4- Bazı sahâbî ve tabiîlerin Kur'ân hakkında kendi re'yleri ile söz söylemekten çekindiklerine dair bir kısım haberler de mevcuttur. Meselâ, Hz. Ebû Bekir'e Kur'ân'dan bir şeyin manası sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: "Allah'ın kitabı Kur'ân hakkında Allah'ın murad etmediği bir şey söylersem, acaba hangi sema beni altında barındırır ve hangi yer üzerinde taşır. Nereye giderim ve nasıl yaparım?" [175] Saîd İbnul-Müseyyeb de helâl ve haram kendisine sorulduğunda konuşur, ama Kur'ân tefsirinden bir şey sorulduğunda hiçbir şey duymamış gibi susardı. Şa'bî ise, "Kur'ân, rûh ve re'y ile tefsiri men eden, bunlardan başka pekçok rivayet vardır."  [176]   der.

Fakat Kur'ân'ın re'y ile tefsîrinin caiz olmadığına dair serdedilen bütün bu deliller, bir müfessirde bulunması gereken bütün şartlar gerçekleştikten sonra, re'y tefsîrinin caiz olacağını söyleyenlerce teker teker ele alınarak cevaplandırılmıştır:

1- Re'y tefsîri zanna dayanabilir. Bu Cenab-ı Hakk'a karşı bilmediğini söylemek değildir. Çünkü zan, bir çeşit ilimdir. Ayrıca ilmî yakîn ifade edecek aklî ve kat'î bir delil varsa, o vakit zan ile söylemek yasak olabilir. Elde mevcut kesin bir delil bulunmazsa, zann ile söz söylemek kâfidir. Çünkü zann ile amel etmenin kesin olduğu, Allah'tan kesin bir delile dayanmaktadır:

"Allah hiç kimseye gücünün yettiğinden başkasını yüklemez." [177]

Ayrıca "Allah, ictihad edip de içtihadında isabet edene iki, hata edene bir sevap verir." hadisi de buna delildir. Bir de Hz. Peygamber, Mu'az b. Cebel (r.a.)'i Yemen'e gönderirken ona, oraya vardığında ne ile hükmede­ceğini sormuştur. Mu'az, önce Kur'ân'la, onda bulamazsa sünnetle, onda da bulamazsa kendi re'yine baş vurarak ictihad edeceğini bildirmiştir. Hz. Peygamber, bu cevaptan memnun olduğunu "Elçisinin elçisini, Allah'ın Resulünün razı olduğu şeye muvaffak kılan Allah'a hamd olsun"[178] şeklinde dua ile dile getirmiştir.

2- Nahl sûresinin "Habibim, biz sana Kur'ân'ı indirdik. Tâ ki insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın" mealindeki âyeti, tefsirin yalnız Hz. Peygamber'e has olduğunu ifade etmez. Beyan ve izah ettiği hususlar da vardır, beyan etmedikleri de. Beyan ettiği hususlarda başka izaha ihtiyaç yoktur. Beyan etmediği hususlarda ilim erbabı, düşünmek ve düşündüklerini açıklamak durumundadır. Çünkü bahsi geçen âyetin sonunda Yüce Allah; "Onlar da fikirlerini iyice kullansınlar" buyurmaktadır.

3- Kur'ân-ı Kerim hakkında re'y'e dayanarak fikir beyan etmeyi men eden hadislere gelince; bu hadislerde söz konusu olan yasaklama, Kur'ân'ın, ancak Hz. Peygamber ve sahabeden rivayet edilen haberlerle tefsîri mümkün olan müşkil ve müteşabih kısımlarını tefsire teşebbüs edenler hakkındadır.

Bu hadiste bir delile dayanmadan Kur'ân'ı tefsire teşebbüs edenler kastedilmiştir. Şüphesiz delile dayanarak, Kur'ân'ı tefsîr etmek caizdir. Aslında gerçeği bildiği halde, kendi mezhebi, arzu ve isteğine göre Kur'ân'ı tefsîr etmeye çalışanlar, bu hadisin şümulüne girmektedir.

Bir de müfessirin maksadı samimi olabilir. Bu maksa­dına Kur'ân'dan bir delil göstermek ister. Fakat Allah'ın muradının, kendi istediği şey olmadığını bilir. Tıpkı nefis ile mücahedeye çağıran kimsenin; "Fir'avn 'a gidin; çünkü o hakikaten azmıştır."  [179] âyetindeki Fir'avn'dan maksadın, "nefis" olduğunu söylemesi gibi. Şüphe yok ki, bu kişi Kur'ân hakkında re'y ile söz söylemiştir.

Belki bu yasaklama, müfessirin bilmesi gereken mübhem, hazf, takdim, te'hir, nâsih, mensûh ve benzeri hususlarda sahabeden gelen rivayetlere baş vurmadan, sadece Arap dilinin zahirine göre Kur'ân'ı tefsir edenlere aittir.

Nakil, hataya düşmemesi için her müfessire lazımdır. Anlayış ve sahih re'yleri istinbat etmek bakımından derinleşme, ikinci bir adımdır. O bakımdan sadece Arapça'nın zahirini anlamak kâfi değildir. Nitekim [180] âyetinin tefsirinde olduğu gibi. Bu âyetin asıl manası:

"Biz Semûd'a (Salih'in risaletinin doğruluğuna) açık bir mucize olarak verdik. Onlar da (naka/deve'yi öldürmek suretiyle) kendilerine zulmettiler" demektir.

Fakat Arap diline göre manalandırılan "îj^u-"/ Mubsiraten" kelimesinin "el-ibsâr bil-'ayn" dan geldiğini düşünerek, bu kelimenin devenin durumunu belirttiğini, mana yönünden onun özelliği olduğunu zanneder. Onların ne ile, kime zulmettiklerinin bilemez. [181]

Semûre b. Cundeb'ten rivayet edilen hadisin sıhhatinin sabit olmadığı cerh ve ta'dil alimlerince belirtilmiştir. [182]

4- Sahabe ve tabiûndan bazıları, re'y ile tefsirden çekinmişlerdir. Bunun sebebi, onların talcvâsı ve ihtiyatlı davranmalarıydı. Çünkü onlar, doğruya isabet edememekten korkuyorlardı. Onların çekinmeleri, doğruluğunu bilmedikleri şeyle mukayyed olabilir. Ama doğruluğunu bildikleri takdirde (zannî bile olsa) söylemekten hiçbir zaman çekinmemişlerdir. Mesela; Hz. Ebû Bekr'e "Kelâle"nin ne olduğu soruluyor. O da, "Bu konuda kendi görüşüme göre konuşuyorum. Eğer doğru ise Allah'tan, yanlış ise benden ve şeytandandır, "kelâle" şudur" diye cevap vermiştir. [183]

Selef, kendilerinden daha bilgili kimseler bulunduğu için de, bir saygı ifadesi olarak tefsire dair söz söylemekten çekinmiş olabilirler. Aksi halde, Allah'la insanlara açıklanma­sını emrettiği ilmi gizleyenlerden olurlarda.[184]

 

2.4.2. İkinci Grubun Delilleri

 

Kur'ân'ın re'y ile tefsirinin caiz olduğunu ileri sürenler, görüşlerini aklî ve naklî birçok delil ile isîfcata çalışmışlardır. Bu grubun delillerini aşağıdaki şekilde sıralaıbiliriz:

1- Bu grup, her şeyden önce, Kurân-ı Kerim'de mevcut birçok âyeti delil olarak ileri sürmüşlerdir Çünkü birçok Kur'ân âyetinde, insanoğlundan Kur'ân düşünnnesi ve onun üzerinde kafa yorması istenmekte, Kur'ân'ı düşünmeyenler, üzerinde kafa yormayanlar şöyle kınanmaktadır:

"Ne diye Kur 'ân’ı düşünmüyorlar, yoksa kalplerinin üzerinde kilitler mi vurulu" [185]

"(Ey Muhammed) Bu Kur'ân âyetlerini iyiden iyiye düşünsünler, temiz akıl sahipleri ibret alsınlar diye sana indirdiğimiz feyiz kaynağıdır. "[186]

İşte bu âyetler, Kur'ân'ın re'y ile tefsir edileceğinin en büyük delilidir.

Yine Yüce Allah'ın; "Onlara eminlik veya korku haberi geldiği zaman, onu yayıverirler. Halbuki bunu (kendilerine gelen haberleri), Peygamber'e ve müminlerden yetkili kişilere götürmüş olsalardı/onlara müracaat etmiş olsalardı, içlerinden işin iç yüzünü araştırıp çıkaranlar, onun ne olduğunu/haberin neye delalet ettiğini bilirlerdi." [187] İlâhî buyruğu, ilim sahiplerinin, akıllarını kullanıp, ictihad ederek Kur'ân'dan bir kısım ahkâmı çıkaracaklarının delilidir.

Bu durumda, yüce Allah'ın bilgisini zat'ına tahsis ettiği bir kısım âyetler dışında, yetkili kişilerin Kur'ân'ı te'vîle kalkışmasında, bir mahzur düşünülebilir mi? Eğer böyle bir mahzur söz konusu olsaydı, bilmediğimiz ve anlayamadığımız şeylerden öğütlenmek, ibret almak durumunda kalmaz mıydık? Bir hüküm çıkarabilir miydik?    Neticede Allah'ın kitabında mevcut birçok şey anlaşılmaz olmaz mıydı? Bu durum Kur'ân'ın muhtevasına ters düşmez miydi?

2- Eğer re'y tefsiri caiz değilse, ictihad da caiz olmazdı. Böylece Kur'ân'da mevcut birçok ahkâm, belirlenmemiş olurdu.  Bunun da pek çok sakıncalarının olacağı erbabına malumdur. Öyle ise re'y tefsiri, caiz olmalıdır. Çünkü ictihad kapısı daima açıktır. İctihad yapabilecek kapasitede olanlar, ictihad etmekle mükelleftir. Müctehid, içtihadında yanılsa da, isabet etse de, sevap kazanır. Bildiğimiz gibi Peygamberimiz, baştan sona bütün Kur'ân âyetlerini tefsîr etmemiştir. Bu da açıkça gösteriyor ki, O, kendisinden sonra gelecek nesillere, Kur'ân'dan tefsîr etmediği, hükümlerini açıklamadığı âyetlerin tefsirini, bir vazife olarak bırakmıştır.

3- Sahabe, Kur'ân'ı okumuş, onun tefsirinde ihtilaf etmiştir. Tefsîr'e dair her şeyi Peygamber'den duymadıkları da bir gerçektir. Çünkü Hz. Peygamber, Kur'ân'ın bütün manalarını, sadece sahabeye açıklamamıştır. Bir kısmını açıklamış, geriye kalan kısmını onların ictihadlarına bırakmıştır. Eğer re'y tefsiri caiz olmasaydı, sahabe, Allah'ın yasaklamış olduğu bir şeyi yapmaya kalkışmış olurdu ki, sahabeyi böyle bir şeyi yapmaya kalkışması söz konusu değildir.

4- Hz. Peygamber, İbn Abbâs'a dua etmiş ve duasında şöyle buyurmuştur:

"Allah'ım, onu dinde fakîh kıl ve ona te'vîli öğret." Eğer Kur'ân tefsiri sadece nakle dayanmış olsaydı, Peygamberimizin bu duasının bir anlamı kalır mıydı? Elbette kalmazdı. Çünkü Peyganberimizin, İbn Abbâs'a yaptığı bu dua ile naklin ötesinde bir şeyi kastetmiştir. Bu da re'y ve ictihaddır [188].

 

2.4.3. İhtilafların Sonucu

 

Her iki grubun görüşleri incelenirse görülür ki, aralarındaki ihtilaf, hakikî değil, lafzîdir. Çünkü re'y iki kısımdır. Birincisi, Kitab'a, Sünnet'e Arap dili ve üslûbunun kurallarına tamamen uygun, tefsir için lüzumlu bütün şartları haiz olanıdır ki, bunun caiz olduğunda şüphe yoktur. Diğeri ise; nasslara ve Arap dili kurallarına uygun olmayan tefsir için lüzumlu bilgileri taşımayandır.

İşte  re'y tefsirinin  caiz olmadığını  söyleyenler, bu konuda selâhiyetli olmayanları kastetmektedirler. Onlara göre, re'y tefsirinin caiz olmaması, lüzumlu şartları haiz olmayan tefsire hamlolunabilir. Çünkü o takdirde, nasslara ve Arap diline muhalif olmaktadır ki, bu ise caiz değildir. Hz. Peygam­ber'in yasakladığı da budur. Nitekim bunun hakkında İbn Mes'ud; "Kendileri Kur'ân'a sırt çevirirken, sizi Allah'ın kitabına çağıran bir kısım topluluklar  göreceksiniz. Böyle durumlarda bid'atlardan ve dinî mes'eleleri ince eleyip sık dokumaktan sakının" derken, Hz   Ömer; "İmanı, kendini (kötülüklerden) alıkoyan mümin ile aleni olarak günah işleyen kimselerden müslümanlara zarar geleceğinden korkma. Fakat ben Kur'ân'ı okuyup, iyice bildiği halde, sonra O'nu gerçek tefsirinin aksine izah edenlerden endişe ederim" diyerek endişelerini dile getirmektedir. İşte bu endişeler, tefsir için lüzumlu bilgileri sahip olmadığı halde, arzu ve isteğine uyarak Kur'ân'ı tefsire kalkışanlar hakkında geçerlidir.

Re'y tefsirine cevaz verenlerin sözünü de, tefsir için lüzumlu şartları taşıyanlara hamletmek mümkündür. Böylece aradaki ihtilafın hakikî değil, lafzî olduğu anlaşılmış olur [189].

 

2.5. Başlıca Rivayet ve Dirayet Tefsirleri

 

Kur'ân-ı Kerim'in tefsirine dair pek çok eser te'lif edilmiştir. Daha ziyade Asr-ı saadet'e yakın zamanlarda, rivayet tefsirleri kaleme alınırken, sonraki dönemlerde yazılan tefsirlerde dirayet daha fazla önem kazanmıştır. İlk dönem rivayet tefsirlerinin bir kısmında, dirayet hemen hemen yok gibidir. Bir kısım rivayet tefsirleri ise, hem rivayete hem de dirayete önem vermişlerdir. Ancak bu eserler, rivayet ağır­lıklıdır. Dirayet tefsirleri de tamamen rivayetten soyutlanmış değildir. Rivâyetsiz dirayet tefsiri olamaz Ancak bu tefsirlerde, dirayet daha çok yer almıştır. [190]

 

2.5.1. Belli Başlı Rivayet Tefsirleri

 

 

2.5.1.1. Câmi'u'l-Beyân An Tefsîri'l-Kur'ân

 

Bu eser; ilim, amel ve Allah'ın kitabını hıfz, manalarını hakkıyla bilme, bütün tarihlerinin sahihini, zayıfını, sahabe ve tabiîlerin hallerini ihata etme bakımından döneminin en büyük âlimlerinden biri olan Muhammed İbn Cerîr et-Taberî (ö.310/922)'nindir. Bu tefsir, rivayet tefsirlerinin en büyüğü, sahabe ve tabiîlerden gelen bilgileri toplayan bir ilim hazinesidir.

Taberî, âyetleri tefsir ederken Hz. Peygamber'den, sahâbîlerden, tabiîlerden gelen rivayetleri sırasıyla nakleder. Rivayetler arasında bir değerlendirme yaparak hangisinin âyetin tefsirine uygun olduğunu tercihler yapmak suretiyle belirtir. İ'raba ve dil kaidelerine geniş yer verir. Ayetlerden elde edilen hükümleri bildirir. Şu kadar var ki, bazen senetleriyle birlikte sahîh olmayan birçok haberi nakleder ve bunların sahîh olmadıklarına dikkat çekmez. Seneddeki ricalin cerh ve ta'dil bakımından durumunu belirtmez. Naklettiği haberlerin senetleri yazması bu tefsirin başlıca meziyetlerindendir. Böylece hangi rivayetin sahih veya zayıf olduğu okuyucu tarafından anlaşılabilir. [191] 

Son zamanlarda, bu eserin otuz cilt halinde güzel baskıları yapılmıştır. Biri muhaddis, diğeri edîb olan iki kardeş, Ahmed Muhammed Şâkir ve Mahmud Muhammed Şâkir son yıllarda et-Taberî tefsirini yeniden ele almışlar ve tekmil rivayetleri tenkid ederek neşre hazırlamışlardır. Dünya çapındaki bu çalışma, maalesef muhaddis olan zatın vefatı üzerine yarım kalmıştır. Edisyon kritiği yapılan bu eser, on altı cilt halinde tab edilerek istifadeye arzedilmiştir. [192]

 

2.5.1.2. Bahru'l-Ulûm

 

Bu tefsir, İmâmu'1-Hüdâ namıyla meşhur olan Hanefî fakihi ve kelâmcısı Ebu'1-Leys es-Semerkandî (ö.383/993)'nin te'lifidir. Bu eser, "Tefsîru Ebi'l-Leys es-Semerkandî" adıyla da anılmaktadır. Orta hacimli, açık ibareli güzel bir tefsirdir. Rivayet tefsîrlerindendir. İçinde sahabe ve tabiûn'un tefsirleri zikredilmektedir. Fakat rivayetlerin senedleri söylenmemiştir. Bu tefsirin yazma nüshaları, şark ve garb kütüphanelerinde mevcuttur [193].

 

2.5.1.3 el-Keşfve'l-Beyân 'an Tefsîri'l-Kur'ân

 

Müellifi, Ebû İshak Ahmed b. İbrahim es-Sa'lebî (ö. 427/1035)'dir. Ebû İshak, müfessir, Kur'ân ilimlerinde maharet sahibi, nakli sağlam, mukrî, vaiz, edîb bir alimdir. Birçok zevattan ilim almış ve rivayette bulunmuştur. Kendisinden de Ebu'l-Hasan el-Vâhidî (ö. 468/1075); Ebû Sa'îd eş-Şüreyhîye emsali zatlar rivayette bulunmuşlar ve ilim almışlardır. [194] Çok hocası vardı ve çok şey rivayet etmişti. Ebu'l-Gâfîr b. İsmail en-Nîsâbûrî Tarih'inde ondan güvenilir bir şahsiyet diye bahseder. Hicrî 427 yılı Muharrem ayında vefat etmiştir. [195]

Ebû İshak'ın bu tefsirinden başka el-Arâis fi Kasasi'l-Enbiyâ ve benzeri eserleri de vardır. Şüphesiz en önemli eseri tefsiridir. Bu tefsirin Avrupa, Mısır, İstanbul'da çeşitli yazma nüshaları vardır. Kılıç Ali Paşa kütüphanesinde 79 numarada, baş tarafı eksik birinci cildi vardır. Ayasofya kütüphanesinde 289 numaradaki eser, Abdullah İbn Mübarek (ö.181/797)'in el-Vâdıh fî Tefsiri'1-Kur'ân'ı olarak gösterilmiştir. Halbuki bu, el-Keşf in 4. cildidir. Ayrıca Damad İbrahim Paşa'da 156 numa­radaki nüshasıyla, Veliyüddîn'de 130-131-132-133 numarala­rında kayıtlı bulunan dört ciltlik nüsha gibi gayet güzel tam nüshaları da vardır.

es-Sa'lebî, tefsirinin mukaddimesinde, çeşitli fırkaların tefsir yazdığını ve fakat yazılan bu tefsirlerden bir kısmının Ehl-i Sünnet yoluna aykırı olduğunu, bir kısmının ise ya tamamen rivayete, ya da tamamen dirayete hasredildiğini, derli toplu bir kitaba rastlamadığını, dolayısıyla halkın böyle bir kitaba ihtiya­cı olduğunu, hatta halkı, ondan böyle bir kitabı yazmasına istekli gördüğünü; bunun için de derli toplu gayet güzel özetlenmiş, anlaşılır bir tefsir yazmağa koyulduğunu; bu eseri, okuduğu notlar, çeşitli cüzler ve üç yüze yakın bilginden işittiği sözlerden başka dinlediği yüz mecmuadan faydalanarak yazdı­ğını belirtir . [196] Tefsirini yazarken elde ettiği kaynakları, kendi isnad zinciriyle tek tek zikreder ve şu şekilde bir sıralama yapar:

1- Önce sahâbe(sahâbeden yalnız İbn Abbas'ın tefsîrini), tabiûn ve tebeu tabiîn müfessirlerinin tefsirlerini ve rivayet tariklerini zikreder. [197]

2- Kendi asrında yaşayan möfess iri erden İbn Fûrek (ö. 406/1015), Ebû Amr el-Fûratî, es-Sülemî (ö. 412/1021) gibi zatların tefsirlerini isnatsız [198] verir.

3- el-Ferrâ (ö. 207/923), el-Kisâî (ö. 189/805), Ebû Ubeyd (ö. 223/837), Ebû İshak ez-Zeccâc (Ö.207/923) gibi alimlerin Meâni’l-Kur'ân'larını [199]

4- en-Nadr İbn Şümeyl (ö. 204/820), Ebu'l-Hasan el-Ahfeş (ö. 215/830), el-Müberrid (ö. 174/790), Kutrub (ö.206/821) ve İbn Kuteybe (ö.267/880)  gibi alimlerin Ğaribu'l- Kur'ân'larını' [200]

5- Kıraat kaynaklarını [201]  ,

6- Vehb İbn Münebbih'in Mübîedâsı ve İbn İshak'ın Meğâzi sini kendi isnadlanyla birlikte zikreder [202]

Kur'ân'ın, Kur'ân ehlinin ve Kur'ân okumanın fazileti [203], Kur'ân ilminin üstünlüğü [204], tefsir ve te'vîlin lügat ve ıstılah manaları ve bunlar arasındaki farklar başlıkları altında bilgiler de verir [205].

İbn İshak, bu eserinde zahirî ve bâtını tefsiri bir araya toplamaktadır. Ancak, batini tefsir, ikinci derecede kalmaktadır. Her sûrenin tefsirine başlamadan önce, o sûrenin kaç harf, kelime ve âyetten meydana geldiğini söyler. Nakle çok önem verir. Nahvi ve fıkhî meseleleri izah eder. İsrailiyyâta çok yer verir. Sağlam ve çürük demeden her türlü rivayeti nakleder. Eğer kendisinden önce yazılmış güvenilir bir tefsir bulunma­dığını   söyledikten sonra, böyle çürük nakilleri almasaydı tenkide maruz kalmazdı [206].

 

2.5.1.4. el-Vahidî'nin Tefsirleri

 

Ebu'l-Hasan Ali b. Ahmed b. Muhammed b. Ali b. Metteveyh el-Vâhidî en-Nîsâbûrî (ö.468/1076), aslen Sâve'lidir. Tefsir sahasında asrının en önde gelen alimlerinden biri idi. Arap dilini, Ebu'l-Hasan el-Kuhunduzî ed-Darîr'den, lügati, Ebu'1-Fadl Ahmed İbn Yûsuf el-Ârûzî'den, tefsiri ise Ebû İshak es-Sa'Iebî'den okudu. Kendisinden de bir çok alim ders almış ve hadis rivayet etmiştir.

O, müfessir, dilci, fakih, şâir, tarihçi bir zat idi. Nizâmü'1-Mülk, el-Vâhidî'ye ikramda bulunur, saygı gösterirdi. Zaten o, saygıya layık bir şahsiyettir. Keski geçmiş alimleri küçümsememiş olsaydı. Onlar hakkında layık olmayan sözleri söylemeseydi. Bir çok eser te'lif eden el-Vâhidî, 468/1075'de vefat etmiştir. [207]

Eserlerinin bir çoğu zamanımıza kadar gelmiştir. Bu eserler arasında el-Basît, el-Vasît, el-Vecîz, adlı tefsirleri ile sebeb-i nüzûl'a dair te'lif ettiği Esbâbu'n-Nüzûl adlı eseri vardır.

el-Vecîz adlı tefsiri, et-Tefsîru'1-Münîr li Meâlimi't-Tenzîl adlı tefsirin hamişinde 1955 yılında Mısır'da basılmıştır.

el-Basît'in Nuruosmâniye'de 236, 238, 239, 240 numa­ralarda kayıtlı tam bir nüshası vardır.

el-Vasît'in Bayezid kütüphanesinde 519 numarada kayıtlı tam bir nüshası vardır.

el-Vahidî'nin tefsirinde takip etmiş olduğu metod hakkında derinlemesine bir araştırma yapmadık. Ayrıca bu konuda yapılmış bir çalışma da elimize geçmedi. O bakımdan, tefsirinde takip etmiş olduğu metodu anahatlarıyla tanıtma imkânına sahip değiliz. Yalnız, derinlemesine olmasa da yaptığımız araştırmalara, el-Vecîz, el-Basıt adlı tefsirlerin mukaddimelerinde verilen bilgilere göre kısa ve genel bir değerlendirme yapmayı uygun bulduk.

Buna göre el-Vâhidî, el-Basît'in mukaddimesinde Kur ân'ı tefsir etmek için lügatin ve nahvin zaruri olduğunu anlatır [208] . Bu yüzdendir ki, bahsi geçen tefsirde lügate ve gramer kaidelerine çok fazla yer verir. Adeta asıl tefsir, lügatlar ve nahiv kaideleri arasında görünmez olur [209]. Fakat bu tefsirde lügat ve nahiv kaideleri gayet güzel işlenmiştir. O bakımdan tefsir okunduğunda el-Vahidî'nin Arap dilini bilmedeki üstünlüğü açıkça görülür. Âyetleri kelime kelime ele alır, lügatlarıni verir. Bir rivayet tefsiri olması yönüyle de sahabe ve tabiûn'dan ileri gelen müfessirlerin tefsirlerini zikreder. Âyetin manasıyla uyuşmayan bozuk ve hatalı tefsirleri zikretmez [210].

Yer yer Me'âni'l-Kur'ân müelliflerinden el-Ferrâ, Ebû Ubeyde, İbn Kuteybe, ez-Zeccâc gibi müfessirlerden nakillerde bulunur [211].

el-Vasît'ında her sûrenin faziletine dair zikrettiği bazı mevzû/uydurma hadisleri bu tefsirinde zikretmez [212].

Kıraat konusunda Kırââtı Seb'a'yı esas alır. Kıraatları zikrederken kıraat imamlarının isimlerini vermez [213]. Âyetlerin manalarını nüzul sebeplerini vererek açıklamağa çalışır [214].

el-Vasît adlı tefsirinde takip ettiği usûl hakkında merhum Ömer Nasuhi Bilmen şu şekilde bir beyanda bulunmaktadır:

"el-Vasît namındaki eserinde, sûrelerin tefsirinden evvel, fezâil hakkındaki hadisleri yazıyor, sonra âyetleri parça parça tefsir ediyor, fakat tafsilat vermiyor. Âyetleri, lügat ve mefhum itibariyle güzel açıklayıp tahlil ediyorsa da en mühim hatıra gelecek bazı problemleri halledecek bir üslûb takib etmiyor [215]. el-Vecîz'inde de İbn Abbas ve O'nun derecesinde tefsirde söz sahibi şahsiyetlerin tefsirlerini esas aldığını belirtir. Bu tefsirde de âyetleri kelime kelime ele alır, gayet kısa ve özlü tefsîrler yapar [216]. Bundan maksadı, bu tefsirin mukaddimesinde belirttiği gibi, himmetleri ölmüş kişilere gayret verme ve onları okumaktan alıkoymamaktır' [217].

Lügat ve nahiv kaidelerine çok az yer verir. Yeri geldiğinde kısaca nüzul sebeplerini zikretmeyi ihmal etmez [218]. Kıraatları pek zikretmez. Ayrıca tefsir esnasında verdiği bazı tefsirlerin kime ait olduğunu belirtmez. Hurûfu Mukattaa'ya mana verir [219]. Sûrelerin faziletleriyle ilgili hadisleri bu tefsirinde de nakletmez. [220]

 

2.5.1.5. Meâümü't-Tenzü

 

Müfessir el-Beğavî'nin tefsiridir. Müfessir el-Beğavî 433/1041'de Horasan'ın Bağşûr kasabasında dünyaya gelmiş, orada yetişmiş, sonra ilme olan istek ve arzusu onu Merverrûz'a, şeyhi el-Kâdî el-Hüseyin'den fıkıh ilmini tahsile sevketmiştir. Merverrûz'a giden el-Beğavî orada yerleşmiş ve orayı kendisine ikinci vatan olarak kabul etmiştir. Sadece Merverrûz'da kalmayıp, Horasan şehirlerinin bir çoğunu dolaşmış, yüzlerce alimden rivayet edip ilim tahsil etmiş, kendisini yetiştirmiştir.

Kendisini ilim bakımından yetiştiren el-Beğavî, Merverrûz'da bir ilim tedris meclisi tesis ederek, sonradan her biri değerli bir ilmî şahsiyet sahibi olan talebelerini yetiştir­miştir. Bu arada telif işine de devam etmiştir. Bir çoğu zamanımıza kadar gelen, İslam dünyasında itibar gören değerli eserlerini yazmıştır. 516/1122 yılında Merverrûz'da vefat etmiştir.

Müfessir el-Beğavî, Meâlimü't-Tenzîl adlı eserini, tefsîr, hadis, fıkıh, kıraat, lügat ve daha başka bir çok ilimlere dair telif edilmiş olan eserlerden kaynaklanarak vücuda getirmiştir. Fakat bu eserlerden yaptığı nakilleri her zaman olduğu gibi kabul etmemiş, tenkid ve tercihlerde bulunmuş, hatta bir kısmını tefsirine almayıp tecrid etmiştir. Kur'ân âyetlerini kelime kelime, cümle cümle ele alıp tefsîr etmiş, Kur'ân'ın Kur'ânla, Kur'ân'ın sünnetle tefsirine büyük önem vermiştir. Ayetlerin tefsîr ve beyan edilmesinde, i'râb ve tahlillerinin yapılmasında, âyetlerde geçen kelimelerin lügat manalarının açıklanmasında sık sık Kur'ân'a ve Sünnet'e başvurmuştur. Kur'ân âyetlerinin anlaşılmasında önemli rolü olan sebeb-i nüzûllara yer vermiştir.

Kur'ân'da neshin cereyan ettiği görüşünde olan el-Beğavî, selefe bağlı olmasına rağmen, nesh'i ıstılah manasına kullanmıştır. Kur'ân'da 49 âyetin mensûh olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Kur'ân'ın meşhur sünnetle, sünnet'in Kur'ân'la neshedileceğini yaptığı tefsirle göstermiştir.

O, büyük bîr muhaddistir. Bu sebeple gerek tefsirinin mukaddimesinde ve gerekse tefsir esnasında zikrettiği isnâdların hemen hemen hepsi sahih ve sağlamdır. Bunun yanında el-Kelbî'nin tefsiri başta olmak üzere bazı zayıf isnadlt haberleri tefsirinde rivayet etmiştir.  Ancak bu haberlerin zayıflığına dikkat çekmiştir.  Öte yandan sıhhat durumunu belirtmeden naklettiği bir kısım zayıf haberler de vardır. Fakat o, özellikle tefsirinde mevzû/uydurma   hadis  rivayet  etmemeye  titizlik göstermiştir. Öyle ki, her sûrenin faziletiyle ilgili Übeyy İbn Kâb'a nisbet edilen mevzû/uydurma hadisleri, Ebû İshak es-Sa'lebî ve el-Vâhidî'nin yaptığı gibi, tefsirine almamıştır.

el-Beğavı, tefsirinde bir kısım israilî haberleri zikretmiştir. Bu haberler içerisinde sahîh, zayıf hatta asılsız olanları vardır. Fakat bunların hepsini olduğu gibi kabul etmemiş, yer yer tenkid edip reddettiği veya zayıf gösterdiği haberler olmuştur. Maalesef hiçbir tenkide tabi tutmadan naklettiği bazı asılsız haberleri de tesbit edilmiştir.

Müteşâbih âyetleri tefsir hususunda selef gibi düşü­nerek te'vîl etmemiştir. Bazen kendine göre, bazı müşkil meseleler ortaya atıp sual-cevap şeklinde bir metod uygulaya­rak, bunları halletmeye çalışmıştır. Emsâlü'l-Kur'ân'a büyük önem vermiş, özellikle şerh ve izahlar da bulunmuştur. Kur'ân'daki yemin ve tekrarların hikmetlerini gayet güzel bir şekilde kısaca izah etmiştir.

Tefsirinde daha çok mütevâtir kıraatlara yer vermiş, bazen âyetlerin tefsirini yapabilmek için müdrec ve şâzz kıraatlara da başvurmuş, bazı mütevâtir kıraatların lügat bakımından üstün olduklarını mukayese ederek belirtmiştir. Şafiî fukahasının ileri gelenlerinden olan el-Beğavî, tercih ashabından sayılmıştır. O bakımdan şahsına münhasır olarak tefsirinde fıkhî meseleleri işlemiş, bu husustaki görüşünü isbatlamıştır. Yer yer kendi mezhebinin görüşünü teyide çalışsa da kendisinde mezhep taassubu hissedilmemiştir. Aksine diğer müctehidlerin görüşlerini hürmetle zikretmiştir.

İtikadda selef mezhebini benimsemiştir. İtikadla ilgili âyetleri tefsir ederken pek fazla münakaşalara girişmemiş, delillerini zikretmekle yetinmiştir.

Âyetlerin lügavî manalarını ye i'râb durumlarını teferruata dalmadan, ihtiyaç hasıl olduğunda bir durumu aydınlatmak için zaman zaman lügate ve nahve başvurarak, Arapların sözlerinden ve şiirlerinden şâhidler getirerek izaha çalışmıştır.

Böylece tefsîr, hadis, fıkıh, kıraat, lügat, nahv ve Kur'ân ilimleri gibi İslâmî ilimleri çok iyi bilen büyük bir âlim olduğunu ortaya koymuştur. Nitekim sonradan gelen müfessirlerin sık sık Meâlim'e atıfta bulunarak aynen  iktibaslarda bulunmaları, hatta zaman zaman onun görüşlerini diğer müfessirlere tercih etmeleri bunu isbat etmektedir [221] .

 

2.5.1.6. el'Muharrerü'l-Vecîzfi Tefsîri'l-Kitabi'l-'Azîz

 

Bu tefsîr, Ebu'1-Hakk İbn Gâlib İbn Atiyye el-Muharibî'nin eseridir. İbn 'Atiyye bu eseriyle "îmâmü'l-Müfessirin" unvanına layık olmuştur. Gırnata'lıdır. 481/1088'de doğup, 542/1147'de Mağnb'da ölmüştür.

Bir ilim ve fazilet yuvasında yetişen İbn 'Atiyye, zeki ve güzel anlayış sahibi bir şahsiyet olarak şöhret bulmuştur. Fıkıh, hadis, tefsîr ve dil ilimlerinde mahir, ifadesi güzel, kavrayışı mükemmel büyük bir alim idi.

Selefin yolundan giderek telif ettiği tefsirinde rivayet ile dirayeti bir arada toplamıştır. Kendi ifadesine göre Ehl-i Bid'at'ın görüşlerini nakletmekten sakınmış, gereken yerlerde onlara cevaplar vermiştir.

Tefsirinin mukaddimesinde dillerini muhafaza eden ve edemeyen Arap kabilelerine dair bilgiler veren İbn Atiyye, Kur'ân'da Arapça olmayan kelimelerin mevcut olup-olmadığı konusunda şu açıklamayı yapmaktadır:

"Taberî ve bir kısım alimlere göre, Kur'ân'da Arapça'dan başka kelime yoktur. Diğer milletlere ait olduğu söylenen kelimeler, aslında Araplarla diğer milletlerin tesadüfen ortak olarak kullandıkları kelimelerdir. Bu doğru değildir. Çünkü özleri Arap olanların dillerine seyahatler neticesinde bazı lügatler girmiştir. Ama bunlar pek azdır. Bu kelimeler, Araplar tarafından kendi dil kalıplarına göre kullanılarak kendilerine mal edilmiştir. Çok nadir de olsa diğer milletlerle aynı kelimeleri kullanmış olabilirler.

İbn  Atiyye'nin tefsirinde rivayet tariki, bir nakilcilikten ibaret değildir. Uydurma ve hurafe cinsinden sayılabilecek bir kısım haberler tefsîre alınmamıştır. İsrailiyyat konusunda da oldukça ihtiyatlı bir yol takip edilmiştir. Mütevatir ve şâzz kıraatler zikredilip, buna göre âyetler manalandırılmağa çalışılmıştır. İbn ' Atiyye, Maliki mezhebinin büyük fakihlerinden birisi olarak şöhret kazanmıştır. Onun için de tefsirinin bir çok yerinde Maliki mezhebine ait görüşler serdedilmiştir.

Muhammed Hüseyin ez-Zehebî, onun Mutezile mezhebine meyilli olduğunu söylemiştir. Fakat İbn 'Atiyye'nin tefsirdeki metodunu inceleyen Dr. Abdulvehhâb Fayid, bunun doğru olmadığını ispatlamış, aksine Ehl-i Sünnet'e mensub olduğunu delilleriyle ortaya koymuştur.

İbn 'Atiyye bâtını tefsîre karşı çıkmış, Kur'ân'ın manasının zahirinden saptırılmasının doğru olamayacağını söylemiştir. Arap şiirlerinden çokça şahid getirerek âyetlerdeki manaları izaha çalışmıştır. Nahv ilmine büyük önem vermiştir. O bakımdan garbın Zemahşerî'si diye ün salmıştır [222].

 

2,5.1.7. Tefsîrü'l-Kur'âni’l-'Azîm

 

Bu eserin müellifi 'İmâdüddîn Ebu'1-Fidâ İsmail İbn Ömer İbn Kesîr'dir. 690/1291 yılında doğmuş, 774/1372 yılındavefat etmiştir. Şam'da yetişmiş büyük bir alimdir. Özellikle tefsir, hadis ve tarih ilimlerinde derin bir vukufıyeti vardır.

Tefsiri, rivayet, tefsirlerinin en meşhurlarından biridir. Bu konuda İbn Cerîr et-Taberî'nin tefsirinden sonra ikinci kitap olarak itibar görmektedir.

İbn Kesîr bu eserinde, selef müfessirlerinden rivayete itina göstermiştir. Hz. Peygamber ve seleften gelen haberlerle, Allah'ın kelâmını tefsir etmiş, yeri gelince de cerh ve ta'dile yer verip, haberlerin sıhhatni belirtmiştir.

İbn Kesîr, tefsirine çok önemli uzun bir mukaddime yazmış, orada tefsir ve Kur'ân'la ilgili bir çok hususu dile getirmiştir. Fakat bu mukaddimesinin büyük bir kısmını, üstadı İbn Teymiyye'nin Mukaddime fi Usûli't-Tefsîr isimli kitabından aktarmıştır.

Tefsirinde şöyle bir metod uygulamaktadır:

Önce âyetleri zikreder, ardından kolay ve vecîz bir ifadeyle tefsirini yapar. Tefsir ettiği âyetin, diğer bir âyet ile izahı mümkün ise onu dile getirip, Kur'ân'la Kur'ân'ın tefsiri dediğimiz bu kısma son derece önem verir. Bu kısmı belirttikten sonra, âyetlerle ilgili merfû hadisleri serdetmeğe çalışıp, delil olup-olmayanlarını açıklar. Ardından selef görüşlerini kaydeder. Tefsirler arasında tercihler yapar. Haberlerin değerlendirmesini yaparak sahîh ve zayıf olanlarını tesbit eder. İsrailî bir kısım haberlerin asılsız olduğuna dikkat çeker. Buna bazen kısaca, bazen de açıklamalarda bulunarak genişçe yer verir. Ahkâm âyetlerini tefsir ederken fıkhı münakaşalara girerek, müctehidlerin görüşlerini ve delillerini nakleder. Belagat, lügat, sarf ve nahiv konuları üzerinde hemen hemen hiç durmaz [223].

 

2.5.1.8. ed-Dürrü'l-Mensûr Fî Tefsîri'l-Me'sûr

 

Bu eser,  Celâleddîn es-Suyûtî (ö.911/İ505)'nin tefsiridir. Bu eseri, kendi ifadesine göre Tercümânü'l-Kur'ân

adlı kitabından özetlemiştir. Tercümânü'l-Kur'ân'da topladığı hadisleri ve haberleri senedleriyle zikrederek büyük bir tefsir meydana getirmiştir.

Fakat sonraları bu eseri okuyacaklarda gayret eksikliği olacağını düşünerek, bunu özetlemeğe karar vermiştir. Bu eserden senetleri kaldırıp, yalnız hadisleri tahric edenleri zikrederek ed-Dürrü'l-Mensûr fi Tefsiri'l-Me'sûr adıyla muhtasar bir tefsir meydana getirmiştir ki, beş ciltten ibarettir. Ancak haklarında hadis ve ahbâr mevcut olan âyetler alınmış ve sadece onlarla ilgili rivayetler naklolunmuştur. Bu tefsîrde, Taberî tefsirinde olduğu gibi rivayetlerin tercih, tashih ve tenkidiyle ilgili tenkidler yoktur. Dirayete yer verilmemiştir. Rivayet tarikine büyük önem verilmiştir [224].

 

2.5.1.9. Mehâsinü't-Te'vil

 

Bu eserin yazarı, Muhammed Cemâlüddîn el-Kâsımî'dir. Şam'da doğmuş ve 1914'de Şam'da vefat etmiştir. Kâsımî dinî ve edebî ilimlerde büyük bir mevki sahibidir. Yüzden fazla eser te'lif etmiştir.

Mehâsinü't-Te'vîl adlı tefsiri, Tefsîrü'l-Kâsımî diye tanınmıştır. Onyedi ciltlik büyük bir eserdir. Birinci cildi üçyüz elli sahife olup sırf tefsîr usûlüdür. Onyedinci cildin sonunda beş tane fihrist vardır. Bunlardan üçüncüsü   "Fihrisü Mevduâti'l-Kur'ân Hasebe Sahihi'l-Buhari" adıyla ellisahifelik çok değerli fihristtir. Buharî'nin doksan yedi kitabındaki bablarda geçen âyetlerin sûre ve âyet rakamlarını göstermek­tedir. Buharî'nin Tefsîr kitabı hariç tutulmuştur. Bu eser, Muhammed Fuâd Abdulbâkî tarafından tahkik edilerek neşredilmiştir.

Bu tefsîrin başlıca özellikleri şunlardır:

Önce tefsîrini yapacağı sûrenin adını, Mushaf taki sıra numarasını, sonra varsa diğer isimlerini ve isimlendirilme sebeplerini, mekkî veya medenî oluşunu, âyet sayısını ve fazileti hakkındaki hadisleri kaynaklarıyla birlikte yazar. Tefsîr edeceği âyetin baş tarafına "Allah'ın şu sözünün yorumuna dair görüş" ifadesini koyup ardından âyeti yazar. Âyetin kıraatında farklılık varsa onu belirtir. Dil ve tefsîr alimlerinden nakiller yaparak âyetle ilgili rivayet tefsiri metoduna uygun bir şekilde açıklamalarda bulunur. Yani âyeti, önce âyetlerle açıklar, açıklayacak âyet bulamazsa Hz. Peygamber'in hadislerine baş vurur. Daha sonra da büyük müfessirlerin görüşlerinden tercihlerde bulunarak, âyetleri tefsîr etmeye çalışır. Faydalı gördüğü kısımları, kaynaklarını belirterek aynen almış, bazen tenbihât başlığı altında âyetle ilgili yapılan çeşitli yorumları madde madde sıralamaya çalışmıştır. Çoğu zaman Kur'ân cüzlerinin sonuna, ay ve yıl olarak tefsirlerini bitirdiği tarihleri kaydetmiştir [225].

 

 

2.5.2 Belli Başlı Dirayet Tefsirleri

 

 

2.5.2.1. el-Keşşâfan Hakâiki’t-Tenzîl ve Uyûni'l-Akâvîlfi Vucûhi’t-Te'vîl

 

el-Keşşâf, Ebu'l-Kâsım Mahmûd İbn Ömer İbn Ahmed ez-Zemahşerî el-Harizmî'nin eseridir. Cârullah lakabıyla da anılan ez-Zemahşerî, 467/1075'de Harizm'e bağlı Zemahşer kasabasında doğdu [226]. Bazı yazarlar, Zemahşerî'nin 462/1069 yılında doğduğunu ileri sürmüşlerdir [227]. Ancak bu görüş, pek fazla itibar görmemiş ve çok zayıf bir ihtimal olarak değerlendirilmiştir.

Bir kaza sonucu bir ayağını kestirmek ve takma bir bacakla yürümek zorunda kalmıştı. Babası, ayağı sakat olan oğlunu hiç değilse hayatını oturarak kazansın diye terzi yapmak istemiş, ancak çocuğunun ısrarı üzerine onu bir medreseye vermişti. Dindar bir aileden geldiği anlaşılan ez-Zemahşerî, ilk bilgilerini babasından almıştır. Ancak onun yetişmesinde en etkili şahıs, zamanın lügat, nahiv ve tıp alanında sayılı alimlerinden biri olan Mahmûd b. Carîr ed-Dabbî (ö.507/1113) olmuştur. Zemahşerî, itizalle ilgili fikirleri, Harizm'de, ed-Dabbî'den öğrenmiştir,

Zemahşerî'nin üstün bir kabiliyete sahip olduğunu gören ed-Dabbî, ona, maddî ve manevî her türlü yardımı yapmıştır. Eskiden beri bir kültür merkezi olan Buhârâ'ya da giden ez-Zemahşerî, ilim tahsili için Horasan, İsfahan, Bağdad, Şam, Mekke gibi ilim merkezlerini dolaştı. Kabe'de uzun süre kaldığından kendisine Cârullah/Allah'ın komşusu lakabı verildi.

Çok sayıda talebe yetiştiren ez-Zemahşerî, tefsîr, hadis, fıkıh, kelâm, nahiv, lügat, edebiyat, aruz, biyografi gibi sahalarda pek çok eser yazdı. Ancak bunların içerisinde en önemlisi ve onun şöhret kazanmasında büyük rolü olan eseri, el-Keşşâf adlı tefsiridir.

el-Keşşâf in önemi; bu eserin Kur'ân tefsîrinde aklın ön plana çıkarılışının bir dönüm noktasını teşkil etmesi, itizalî fikirleri içermesine rağmen, Kur'ân'ın i'câzını ortaya koymak için Abdulkâhir el-Cürcânî'nin geliştirdiği metodun uygulama sahasına konulmuş olmasıdır. Ayrıca bu eserin, dirayet tefsirinin ilk ve en orjinal örneği olmasıdır. Biz de bu yüzden el-Keşşâf ı dirayet tefsirlerinden biri olarak sunmaya kalkıştık. Çünkü kendisinin Ehl-i Sünnet'ten olduğunu söyleyen hiçbir müfessir, bu eserden müstağni kalamamıştır.

İşte Zemahşerî, bu eserinde dirayet tefsîrine çok büyük önem vermiş; Kur'ân'ın fesahat ve belagat yönünden bütün edebî eserlerden daha üstün olduğunu, hatta bütün semavî kitaplardan daha mümtaz bir mevkiye sahip olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır. Eser, bu konuda en çok güvenilen ve hemen hemen hiçbir araştırmacının müstağni kalamayacağı bir kaynak olma özelliğini taşımaktadır. Ancak akla büyük önem verile'n ve Kur'ân'ın i'cazını ortaya koyabilmek için çok büyük gayretler sarfedilen bu eserde, bazen zayıf hatta uydurma olan haberlere rastlamak mümkündür. İsrailî haberlerden arındırıl­maya ciddi bir emek verilen bu eserde, her sûrenin faziletine dair Übeyy b. Ka'b'a nisbet edilerek nakledilen pek çok uydurma hadis vardır. Bana göre bu, Ebû İshâk es-Sa'lebî'nin geliştirdiği bir geleneğin Ebu's-Suûd'a, hatta günümüze kadar uzanan bir halkasıdır. Belki de uydurma hadislerin el-Keşşâf ta yer alması, Zemahşerî'nin hadis ilminde ihtisasının yeterli olmayışındandır.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, el-Keşşâf in hiçbir zaman göz ardı edemeyeceğimiz bir yönü; “Kur'ân'ı fesahat ve belagat yönünden incelemesi, edebî özelliklerini ortaya koymaya çalışması, bunu yaparken de filolog müfessirlerin eserlerinden, özellikle bu eserleri bünyesinde toplayan Ebû İshâk ez-Zeccâc (ö.311/923)'ın Meâni'l-Kur'ân adlı eserinden faydalanması ve Abdulkâhir el-Cürcânî'nin Delâilu'l-î'câz'ında ortaya koyduğu i'caz metodunu, Kuran tefsirinde uygulama çalışmasıdır. Ayrıca bu eserde gereksiz sözlere, uzatmalara, asılsız hikâyelere, İsrailî haberlere yer verilmemiş; mümkün mertebe bu tür bilgilerden arındırılmış, meânî, beyân ve bediî ilimlerinden büyük ölçüde istifade edilmiştir. Problem olarak görülen hususlar, soru-cevap usulü kullanılarak halledilmeye çalışılmıştır [228].

 

2.5.2.2. Mefâtihu'l-Ğayb

 

Meşhur kelâm alimi Fahruddîn Ebû Abdillah Muhammed İbn Ömer b. el-Hüseyin, 543/1148 veya 544/1149'da, babası Hatîbu'r-Rey'in bulunduğu Rey şehrinde doğdu [229]. Bundan dolayı da İbnu Hatîbi'r-Rey unvanını aldı. Doğduğu şehirde ve Merağa'da meşhur hocalardan tahsilini tamamladıktan sonra, bir şafıî ve eş'arî alimi olarak çalışmalara başladı. Harizm'de egemen olan mutezile fikirlerine karşı mücadele etmek için oraya gitti. Fakat sonraları, bu bölgeyi terk etmeye mecbur edildi. Oradan ayrılıp Buhara ve Semerkand'a gitti. Bir ara Gazne ve Hindistan'a gittiyse de, sonraları Herat'a yerleşti. Herat'ta kendisine bir medrese tahsis edilen Razî, burada Şeyhülislâm lakabıyla ün kazanarak kalabalık bir talebe grubunu etrafında topladı. Dostlarının yanında, düşmanları da vardı. Kardeşi Ruknuddîn de Râzî'ye düşman olanlardan biriydi. Bir ara Kerrâmîler, ona çok büyük baskılar yaptılar, ona İslâm dinini yıkmış bir insan olarak hücum ettiler ve onu büyük bir tehlikeye maruz bıraktılar. Nakledildiğine göre 606/1209 yılında Kerrâmîlerin teşvikiyle zehirlenerek Herat'ta öldürüldü [230].

Fahruddîn er-Râzî'nin, Mefâtihu'1-Ğayb adlı büyük bir tefsiri vardır. Buna et-Tefsîru'l- Kebîr' de denilir. Bazılarına göre, bu eser Râzî tarafından tamamlanamamış, daha sonra talebeleri tarafından tamamlanmıştır. Râzî, genellikle sûrelerin tefsirini bitirdiği tarihi, o sûrenin tefsîrinin sonunda kaydet­miştir. Mesela, Fetih sûresinin tefsirini 603/1206 yılında Zilhicce ayında bitirmiştir. Bundan sonraki sûrelerin sonlarında tarih görülmemektedir. Fetih sûresinden sonraki sûrelerin başkaları tarafından tamamlandığı düşünülebilir. Keşfu'z-Zunûn'a göre bu tefsîrin eksik kalan kısmı, Şihâbuddîn ed-Dımeşkî(ö. 639/1241) tarafından tamamlanmıştır [231].

er-Râzî, tefsirinde özellikle aklî ilimlere genişçe yer vermiş, felsefe ve kelâm konularını çok işlemiştir. Bu yüzden çeşitli itirazlara uğramıştır. Bu tefsire, Burhanuddîn en-Nesefî (ö. 687/1288) el-Vâdıh adı ile bir telhis ve Ayasuluğ kadısı Muhammed ise ayrı bir telhis yazmıştır. Giritli Sırrı Paşa ise bazı sûrelerin tefsîrlerini özetleyerek Türkçe'ye tercüme etmiştir. Muallim Naci de Fetih süresindeki aklî sırları ihtiva eden kısmını özet olarak tercüme etmiştir. Süleyman Tevfik Bey ise, bu tefsîri "Tafsîlü'l-Beyân fi Tefsîri'l-Kur'ân" adıyla tercüme etmiş ve bu tercüme cüz cüz basılmıştır. Mefâtihu'l-Ğayb birkaç defa neşredilmiştir.

Özelliklerini kısaca şöylece özetleyebiliriz:

Fatiha sûresi, bir cilt tutacak kadar genişçe tefsir edilmiştir. Sûreler ve bir çok âyetler arasındaki münasebetler ve insicam, gayet güzel gösterilmiştir. Dirayete çok önem verilmekle birlikte rivayet de ihmal edilmemiştir. er-Râzî, Fıkıh ve ilahiyat meselelerinde Şafiî, kelâmı meselelerde Eş'ârî asıllarına sadık kalmıştır. Kaderiyye'nin görüşünü reddetmiş, kader konusunda orta yolu savunmuştur. Ahlâk, ilahiyat, felsefe ve hey'et konularını büyük bir vukufla ele alıp muhakeme etmiş, okuyucuyu yormayacak tarzda vecihler ve meselelere

ayırarak tesbit etmiştir. er-Râzî, yer yer işârî beyanlarda da bulunmuştur. Nûr sûresinin 35. âyetinin tefsiri sırasında işârî tefsîr olan İmam Gazzâlî (ö.505/1132)'nin Mişkâtu'l-Envâr ismindeki meşhur risalesini eserine katmıştır [232].

 

2.5.2.3. Envâru't-Tenzü ve Esrâru't-Te'vil

 

Nâsıruddîn Ebû Saîd Abdullah İbn Ömer İbn Muhammed el-Beydâvî'nin eseridir. O, İslâmî ilimlerin hemen hemen her dalında eser telif etmiştir. Biyografisinden bahseden yazarlar, onun mükemmel bir ilmî kabiliyete ve geniş bir kültüre sahip olduğunu ve bu yüzden de "Allâme" unvanını aldığını bildirirler. Şîrâz baş kadılığı yaptığı için, Kadî veya Kadı'I-Kudât diye de meşhur olan el-Beydâvî, Şîrâz yakınlarında bulunan Beydâ kasabasında doğmuştur. Babasının Şîrâz baş kadılığına tayin edilmesinden sonra, Şîrâz'a gitmiş ve ömrünün büyük bir kısmını geçirdiği Şîrâz'da geniş bir ilmî çevre bulmuştur.

Babasından icazet aldıktan sonra, memleketindeki alimlerden aklî ve naklî ilimleri tahsil etmiştir. Bir süre Fahruddîn Şîrâzî'den boşalan Şîrâz baş kadılığına tayin edildi. Bir taraftan bu görevi sürdürürken bir taraftan da talebe yetiştirmeğe devam etti. Bu görevde fazla titiz ve müsamahasiz davrandığından dolayı bir süre sonra baş kadılıktan azledildi. Daha sonra Tebriz'e yerleşti ve orada vefat etti.

el-Beydâvî, lisan, edebiyat, fıkıh, felsefe, tarih, mantık ve tefsîr ilimlerinde büyük birikimi olan bir şafıî alimidir. Bu ilimlerle ilgili olarak kıymetli eserler vücuda getirmiştir [233]. Tefsîri, Envâru't-Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl adını taşır. Beydâvî, eserinin baş kısmındaki girişten sonra eserinin mahiyeti ve metodu hakkında özetle şunları söyler: "Şüphesiz ki, ilimlerin en büyüğü ve en önemlisi dinî kuralların kaynağı ve esası tefsîr ilmidir. Dinî ilimlerin hepsinde, usûlünde ve furûunda mahir olan, bütün Arap dili sanatlarında ve edebî fenlerinde üstün olan kimselerden başkasına, tefsire girişmek ve bu konuda konuşmaya başlamak uygun olmaz. Uzun zamandan beri, içerisinde sahâbîler, tabiîler ve sonraki salih seleflerden bana ulaşan nakillerin hülasasının bulunduğu böyle bir kitabı tasnif etmeyi düşünüyordum." [234]

Bu tefsîrde, yapılan yorumlarıyla Arap dili kurallarına uyulmuş ve hadislerden deliller getirilerek âyetlerin manaları açıklanmıştır. Bu haliyle mükemmel bir tefsîr olan bu eseri, el-Beydâvî yazarken, felsefe ve kelâm bahislerinde, Fahruddîn er-Râzî'nin Mefâtihu'l-Ğayb'ını, lügatle ilgili konularda, ez-Zemahşerî'nin el-Keşşâf mı kaynak edinmiştir. Bunlar dışında başka eserlerden de yararlanmıştır. Bu eserin, bir çok meseleyi özlü bir şekilde ihtiva etme bakımından bir üstünlüğü vardır, el-Beydâvî, birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü derecedeki tefsir vecihlerini arka arkaya sıralar. Zayıf gördüğü görüş ve rivayetlere de "kîle/denildi ki" sözüyle işaret eder. Şarkta ve garbta bir çok defa basılmış olan bu tefsir, el-Beydâvî'nin ifadesindekı zorluk ve sûre sonlarına koyduğu uydurma hadisler sebebiyle tenkitlere uğramıştır [235].

 

2.5.2.4. Medarikü't-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vîl

 

Hafızuddîn Ebu'l-Berekât Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî'nin eseridir. en-Nesefî, ez-Zemahşerî ve Fahruddîn er-Râzî gibi şahsiyetlerin de yetiştiği Mâveraunnehir bölgesinde yaşamıştır. en-Nesefî, Özbekistan'daki Soğd ülkesinin Nesef şehrinde doğmuştur. Nesef, Buhâra-Belh yolu üzerindedir. Onun doğum ve ölüm tarihleri bilinmemektedir. Hicrî VIT. asırda yaşadığı tahmin edilmektedir. Kirmân'daki el-Kutbiyye es-Sultaniyye medresesinde müderrislik yapmıştır. Eserlerinden Kenzu'd-Dekâik ve Kitâbu 1-Kâfi"nin de bizzat kendisi tarafından aynı medresede okutulduğu bilinmektedir.

en-Nesefî, yüzlerce talebe yetiştirmiş, hemen her alanda pek çok eser kaleme almıştır. Yazdığı eserler büyük ilgi görmüş ve asırlar boyu medreselerde okutulmuştur. Tefsiri en önemli eserlerinden birisidir. Bazıları da onu mezhepte müctehidlerin sonuncusu olarak kabul etmiştir. Türk-İslâm dünyasında bir "Hanefi Fakihi" olarak da şöhret kazanmış, eserleri günümüze kadar ulaşmıştır.

"Medârikü't-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vîl" adlı tefsiri özellikle Hanefî mezhebi müntesipleri arasında ün kazanmıştır. Kıraat ve i'râb konularına ağırlık verilen bu tefsirde, kelâmı konuları da ihtiva eden âyetlerin tefsirinde Ehl-i Sünnet'in görüşlerini açıklamaya ve delillendirmeye özel bir özen gösterilmiştir. Eser zaman zaman da kıssalar, darb-ı meseller ve güzel sözlerle süslenerek anlatımı güzelleştirilmiştir. Müfessir, zayıf gördüğü rivayetleri "kîle" lafzı ile nakletmiştir. Tefsirde dirayet metodu öncelikli olmakla beraber, onda rivayet metodu da genişçe işlenmiştir. Nakillerde ve âyetlerde İbn Abbas'ın açıklamalarına çokça yer verilmiştir. Diğer müfessirler, sahabe, tebiûn ve etbâu’t-tâbii'den nakiller yapılmıştır. Fakat en-Nesefî'nin asıl kaynağı Keşşaf tefsîridir. Şu kadar var ki o, Keşşaftan yaptığı nakillerde, ondaki itizâlî görüşleri ayıklamaya dikkat etmiştir.

Sonuç olarak en-Nesefî'nin tefsiri, fıkıh, kıraat, kelâm, dil ve belagat yönleriyle son derece kapsamlı ve faydalıdır [236]. en-Nesefî, bu tefsirinde el-Keşşâfta kullanılan soru-cevap metodunu, istinaf/başlangıç cümleleri ile ifade etmeye çalışmıştır. [237]

 

2.5.2.5. Lübâbü't-Te'vîl fi Meâni't-Tenzil

 

Bu, Ebu' 1-Hasan Alâüddîn Alî b. Muhammed b. İbrâhîm ei-Hâzin el-Bağdâdî'nin eseridir. el-Hâzin 678/1279 yılında Bağdat'ta doğdu. İlk öğreniminden sonra Bağdat'ta Müstansiriyye medresesinin dârü'l-hadis şeyhi İbnü'd-Devâlîbî'den, daha sonra gittiği Dımaşk'ta Bahâeddin Kasım b. Muzaffer İbn Asâkir ve Vezîre bint Ömer b. Es'ad'dan hadis dersleri aldı. Hâzin, tefsîr, hadis, fıkıh ve tarih ilimlerinde kendini iyi yetiştirmiş bir alimdir. İdareciliğini yaptığı zengin kütüphane, onun telif çalışmalarına önemli katkı sağlamıştır. 741/1341 yılında Halep'te vefat etti ve Sûfîler mezarlığına defnedildi.

Lübâbü't-Te'vîl, müellifin en tanınmış eseri olup daha çok "Tefsîru'l-Hâzin" diye anılır. Bu tefsîrini, el-Beğavî'nin Me'âlimü't-Tenzîl adlı eserinden özetlemiş ve buna el-Keşşâf, Mefâtihu'1-Ğayb ve Envârü't-Tenzîl gibi muteber   tefsîr kitaplarından topladığı bilgileri ilave ederek meydana getirmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'in tefsîri, mushaf haline getirilmesi, yedi harf üzere inzali, tefsîr ve te'vîlin manası, istiâzenin lafzı, manası ve hükümleri gibi konuların ele alındığı bir mukaddime ile başlayan ve 725/1324 tarihinde tamamlanan Lübâbü't-Te'vîl, hem rivayet hem de dirayet tefsîri özellikleri taşır.

Lübâbü't-Te'vîl'de âyetin, öncelikle âyet ve hadis ile tefsîrine özen gösterilmiş, Eş'arî ve Şâfıî mezheplerinin görüşleri çerçevesinde itikadı ve fıkhî hükümlere dair geniş bilgi verilmiştir. Her sûrenin başında o sûrenin ismi, kaç âyet ve harften meydana geldiği, nerede nazil olduğu gibi hususlarda bilgi verilir, sûrenin faziletiyle ilgili hadisler nakledilir. Daha sonra âyetler kelime kelime veya cümle halinde ele alınarak tefsîr edilir. Yer yer terğîb ve terhîb konularına temas edilir, bunlarla birlikte tarihî olaylar, kıssalar ve İsrâiliyyat'a dair pek çok rivayet zikredilir. Ancak eser özellikle İsrâiliyyat'a ait kıssalar sebebiyle eleştirilmiştir. el-Hâzin bu tür rivayetleri yer yer tenkit etmiş, er-Râzî ve el-Beydâvî gibi müfessirlerin görüşlerine dayanarak bunların zayıf ve asılsız olduğunu söylemişse de bu kıssaların çoğu tenkit etmeden nakletmiştir.

Lübâbü't-Te'vîl, Mısır'da Bulak, Ezheriyye, Hayriyye ve Meymeniyye matbaalarında, kenarında Nesefî'nin Medârikü't-Tenzîl adlı tefsîri olduğu ha!de dört cilt olarak basılmış, ayrıca kenarında Muhyiddîn İbnü'l-Arabî'ye nisbet edilen bir tefsîrle birlikte tekrar 1317/1899 yılında Kahire'de neşredilmiştir. Eserin el-Beğavî'nin Me'âlimü't-Tenzîrinin hamişinde beş cilt halinde 1331/1912 yılında Kahire’de yapılmış bir başka neşri daha vardır. Bunların dışında da baskıları bulunan eser, son olarak Abdulğanî ed-Dakar tarafından kısmen ihtisar edilip notlar eklenmek suretiyle 1415/1994 yılında Dımaşk'ta üç cilt halinde yayımlanmıştır. Ancak bunların hiçbiri ilmî neşir niteliği taşımamaktadır. Lübâbü't-Te'vîl, Mûsâ b. Hacı Hüseyin el-İznikî (ö. 833/1429) tarafından Enfesü'l-Cevâhir adıyla Türkçe'ye çevrilmiştir" [238].

 

 

2.5.2.6. İrşâdu'l-Akli's-Selîm ilâ Mezâye'l-Kur'âni’l-Kerim

 

Şeyhu'l-İslâm Ebu's-Suûd'un eseridir. Asıl adı Mehmed b. Muhyiddîn Mehmed olan Ebu's-Suûd, İstanbul'daki Müderris köyünde veya İskilip'te doğmuş, İstanbul'da yetişmiş, Sütlüce semtinde ikâmet etmiştir. Önce babasından, sonra da aralarında İbn Kemâl'in de bulunduğu muhtelif hocalardan ders almıştır. Henüz talebe iken II. Beyazıd'ın dikkatini çekmiş ve onun tarafından mükâfatlandırılmıştır. Gebze, İnegöl ve İstanbul'un değişik medreselerine tayin edilmiş, daha sonra Bursa ve İstanbul kadılığına getirilmiştir. Kanunî tarafından Rumeli kazaskerliğine atanmış, nihayet otuz sene yürüttüğü Şeyhu'l-İslâmlık makamını kazanmıştır. 982/1574'de İstanbul'da vefat etmiştir.

Ebu's-Suûd Efendi, Türkçe, Arapça ve Farsça'yı iyi yazıp konuştuğu gibi ince bir şiir zevkine de sahipti. Arap dilindeki üstünlüğüne İrşâdu'l-Akli's-Selîm ilâ Mezâye'l-Kur'âni’l-Kerim adlı tefsîri büyük bir delildir. Bu eser, İslâm aleminde haklı bir şöhret kazanmıştır. Bu eserden dolayı Kanunî, Ebu's-Suûd Efendi'ye ihsanlarda bulunmuş ve ona derin takdirlerini belirtmiştir. Tefsirinin başlıca kaynakları, ez-Zemahşerî ve el-Beydâvî'nin tefsirleridir. İfadelerindeki akıcı­lık, tasvirlerindeki güzellik hemen göze çarpmaktadır. Nüktelerin bolluğu, âyetlerin birbirleriyle münasebetini açıkla­ması ve gramer tahlilleri yönünden  Beğdâvî"nin tefsirinden daha güzeldir. Bir çok yerde ez-Zemahşerî ve el-Beydâvî'yi eleştirir. Dokuz cilt halinde müstakil basımı yapıldığı gibi, Mefâtihu'l-Gayb tefsîriyle birlikte de basılmıştır.

Bu tefsirin, diğer tefsirler yanındaki özellik ve üstün­lüklerini şöyle sıralayabiliriz:

Konular genişçe ele alınarak tefsir yapılmış, itikadı, fıkhî ve tarihî meseleler işlenirken dirayet metodu çok güzel bir şekilde kullanılmıştır. el-Keşşâf tefsirinin Mutezilî fikirleri, güçlü delillerle çürütülmüş, dil ve gramer inceliklerinden detaylı bir şekilde bahsedilmiştir. Ebu's-Suûd, Maturidî itikadını ve Hanefî mezhebi fıkhını benimsediği için onların görüşlerine uygun tefsirler yapmıştır. el-Beydâvî gibi her sûrenin faziletine dair uydurma hadisleri zikrettiğinden dolayı önceki tefsirler gibi bu da tenkit edilmiştir [239].

 

2.5.2.7. Rûhu'l-Meânî fi Tefsîri'l-Kur'âni'l-Azîm

 

Müfessir Ebu's-Senâ Şihâbuddîn Mahmûd el-Âlûsî'nin eseridir. el-Âlûsî, 1217/1802 tarihinde Bağdat'ta doğmuş ve orada 1270/1853 yılında vefat etmiştir. Babasından ve diğer alimlerden ders alarak yetişmiş, böylece daha onüç yaşında iken ders vermeye ve eser te'lifine başlamıştır.

Zekâsı, aklı, hafızası ve tatlı ifadesiyle ender kabiliyet­lerden birisidir. Fıkıhta, Şafiî mezhebine bağlı olmakla birlikte bir çok meselelerde Hanefî mezhebine uymuş, hatta bir süre Bağdat'ın Hanefî müftülüğünü yapmıştır.

Şair ve edebiyatçı olarak şöhret bulan el-Alûsî'yi öne çıkaran eser, Rûhu'1-Meânî fî Tefsîri'l-Kur'âni'l-Azîm adındaki eseridir. Yazımı beş yılda tamamlanan bu eser, sekiz cilt halinde neşredilmiştir. Ayrıca otuz cüz halinde Mısır'da da basılmıştır. Bu eserde daha çok dirayete ağırlık verilmekle birlikte, rivayet usulleri ihmal edilmemiş, her iki metodu birleştiren bir yol izlenmiştir. Tefsirinin bazı yerlerinde işârî tefsîr metoduna da başvurmuştur. Tefsirin özellikleri kısaca şunlardır:

Önsözde Kur'ân ve tefsîr konularıyla ilgili bilgiler vardır. Sûreler ve âyet grupları arasındaki münasebetler belirtilmiş ve onların faziletlerine dair haberlere yer verilmiştir. Kıraat vecihleri gösterilmiş ve Arap dili incelikleri ve edebî sanatlar çerçevesinde tahlillerde bulunulmuştur. Bazı âyetlerin tefsiri çok detaylı olarak yapılmış, önceki müfessirlerin bazı görüşleri de tenkit edilmiştir. Astronomi, tabiat ilimleri ve felsefe konularının tefsirlerde yer almasına karşı çıkılmış olmasına rağmen, bu konularla ilgili olarak bilgilere de yer verilmiştir. Üçüncü bir başlık altında işârî tefsîr yapılmış, fakat manasız yorum ve yanlış anlayışlardan kaçınılmıştır. Bu eserde, ez-Zemahşerî,  er-Râzî, Kâdî Ebû Hayyân, Ebu's-Suûd, es-Suyûtî, İbnu'l-Arabî, İbn Teymiyye ve diğer pek çok müfessirin tefsirlerinden yararlanılmıştır [240].

 

3- BAZI TEFSİR ANLAYIŞ VE EĞİLİMLERİ

 

3.1. Dilbilimsel/Filolojik Tefsir

 

İslâm coğrafyasının genişlemesi sonucu müslümanlar, farklı ırklara, kültürlere, dinlere, dillere ve medeniyetlere mensup insanlarla karşılaşmışlar, bunun sonucunda o milletlerden İslâm'ı kabul edenler olmuş ve bu yüzden bir kısım problemler ortaya çıkmıştır. Bu problemlerden biri de İslâm'a yeni giren milletlerin, Kur'ân'ı okuma ve onu anlama istekleriydi. Araplar, dillerinin güzelliklerinden ve incelik­lerinden haberdar idiler. Ancak yeni müslüman olan diğer milletler, Arap dilini öğrenmek zorundaydılar. Bu farklı milletlerin etkisiyle Arap dilinde bir takım farklılaşmalar meydana geldi. Örneğin İran, Hind ve Yunan edebiyatının, Arap edebiyatına tesir etmesi gibi. Bütün bunlar, Arap dili ve edebiyatı kurallarının çıkarılıp tespit edilmesi ve Kur'ân'ın filolojik açıdan incelenmesi sonucunu doğurmuştur. Çünkü Kur'ân, Arapça'dır ve Arap dili kurallarını tespit etmede baş vurulacak en önemli kaynaklardan biridir. Ayrıca Kur'ân'ın anlaşılmasında Arap şiirinin de önemli bir fonksiyonu vardır [241].

Arap dili ile ilgili çalışmalar hicri II. asırdan itibaren başlamış, Sibeveyh (ö. 180/796), el-Ahfeş (ö. 177/793) ve Halil b. Ahmed (ö. 170/786) gibi meşhur dil bilginleri yetişmiştir [242].

Kur'ân'ı filolojik açıdan tefsîr edenler eserlerini, Me'âni'l-Kur'ân, İ'râbu'l-Kur'ân, Garîbu'l-Kur'ân veya Mecâzu'l-Kur'ân diye isimlendirmişlerdir. İbnu'n- Nedîm el-Fihrist adlı eserinde filolojik tahlillerle ilgili pek çok eserin adını vermektedir [243]. Filolojik açıdan Kur'ân'ı inceleyen müfessirlere, Ehlü'l-Meânî denilmiştir. Bunlar el-Ahfeş, Ebû Ubeyde, İbn Kuteybe, el-Ferrâ, Ebû İshâk ez-Zeccâc gibi dilci müfessirlerdir.

Başlangıçtan günümüze kadar pek çok müfessir Kur'ân'ı açıklarken Arap dili açısından yorumlar yapmışlardır. Bu filolojik yorumlar, bir kısım tefsirlerde daha geniş yer tutarken, diğerlerinde ise daha az yer almıştır. Müfessirler, Kur'ân'ın i'câzını ifade ederken en güzel misalleri yine Kur'ân'dan vermişlerdir. Meselâ, Kur'ân'ın belagatını ve i'câzını ortaya koyan filolojik tahlilleri, ez-Zemahşerî'nin el-Keşşâf’ında görmek mümkündür. Aynı şekilde Beydâvî de Kur'ân'ın edebî yönüne büyük oranda yer vermiştir. Bunların yanında en-Nesefî ve Ebû Hayyân'ın tefsirlerinde de filolojik tesbitler yer almaktadır. Bu da gösteriyor ki, hemen hemen her tefsirde kısa da olsa bu tür değerlendirmeler bulunmaktadır. Ancak her tefsirde yer alan bu lügavî, açıklamalar, Muhammed Abduh ve takipçileri tarafından ciddi bir şekilde tenkit edilmiş ve bu tür tefsirlere özden yoksun manasına câff tefsiri denmiştir [244].

 

3.2. Kelâmî Tefsîr

 

İçerisinde kelâmî problemlerin yer aldığı tefsîre Kelâmî Tefsîr adı verilir. Çünkü böyle tefsirlerde, müfessir Kur'ân-ı Kerim'i baştan sona tefsir ederken ilgili olan âyetleri de kelâmı yönden açıklamaya çalışır.

Kur'ân tefsirinde bu tür yorumların görülmesi îslâmiyetin, diğer kültür ve medeniyetlerle tanışmasıyla başlamıştır. Çünkü bu medeniyetlerin İslâm'a girmesiyle inanç, ibadet, hukuk, siyaset gibi alanlarda daha düzeyli çalışmaların yapılması zorunlu oldu. Şu da bir gerçektir ki kelâmî problemlerin ortaya çıkmasında, İslâm medeniyetinin sadece diğer kültür ve medeniyetlerle olan ilişkileri değil, aynı zamanda İslâm tarihinde yaşanan siyasî ve toplumsal olayların da büyük rolü olmuştur.

Nitekim herhangi bir mezhebin görüşünü benimseyen müfessir, Kurân'ı kendi mezhep öğretileri doğrultusunda yorumlamaya çalışmıştır. Bilindiği kelâmî münakaşalar, inançla ile ilgili görüş farklılıklarından doğmuştur. Bu sebeple farklı mezheplerden olan müfessirler, kendi fikirlerinin doğruluğuna Kur'ân'dan deliller arayıp bulmuşlar ve tefsirlerinde kelâmî meseleleri buna göre yorumlamaya çalışmışlardır. Bu husus, Mutezile ve Eş'arî mezheplerine mensup olan müfessirlerde açıkça görülmektedir. Kelâmî meseleler üzerinde fazlaca duran ez-Zemahşerî ile Fahruddîn er-Râzî bunlardandır.

Kelâmî tefsirlerde çoğunlukla hürrriyet, sorumluluk, Allah'ın sıfatları vb. konular üzerinde durulur [245].

 

3.3. Fıkhî Tefsirler

 

Fıkhî tefsirler, Kur'ân'ın ibadet ve hukukla ilgili âyetlerini açıklamayı ve onlardan hüküm çıkarmayı gaye edinir. Bu tefsirlerde genellikle ahkâmla ilgili beşyüz ila bin arasında değişen sayıda âyet, mezhep görüşleri doğrultusunda değerlen­dirilmeye çalışılmıştır [246] . Ancak ahkâm âyetlerinin sayısında bir ittifak yoktur. Alimler bu konuda farklı görüşler serdetmişlerdir.

Mukatil b. Süleyman (ö.l50/767)'in tefsiri, ilk fıkhî tefsîrdir. 1980'de Abdullah Şahhâte tarafından tahkik edilerek neşredilmiştir. Bu eserde emir-nehiy, helal-haram ile alakalı olmak üzere beşyüz âyet tefsir edilmiştir [247].

Ahkâmu'l-Kur'ân adı da verilen fıkhî tefsirlerden bazıları şunlardır:

1- İmam Şâfıî (ö.204/819)'nin Ahkâmu'l- Kur'ân’ı,

2- Ebû Bekr el-Cessâs (ö.370/981)'ın  Ahkâmu'l -Kur'ân’ı [248]

3- Ebû Bekr tbnu'l-'Arabî (ö.543/1148)'nin Ahkâmu'l-Kur’an’ı,[249]

4- İlkiyâ el-Herrâsî (ö.504/1110)'nin Ahkâmu'l-Kur’ân’ı. [250]

 

3.4. Tasavvufî Tefsirler

 

Kur'ân âyetlerinin, lafzî ve zahiri manalarından farklı olarak açıklanmasına tasavvufî tefsir denilir. Bu tasavvufî değerlendirmeleri sadece Kur'ân'ın tamamını içine alan Kur'ân tefsirlerinde değil, bunların dışında telif edilen tasavvuf eserlerde de görmek mümkündür. Nitekim Muhyiddîn İbnu'l-Arabî ve Gazzâlî, bazı eserlerinde Kur'ân âyetlerini tasavvufî açıdan yorumlamışlardır.

Tasavvufî tefsir ikiye ayrılır. Birisi; nazarî-sufî tefsir ki, bu bir kısım araştırmalara ve felsefî düşüncelere dayandırılır. Diğeri ise işârî tefsirdir. Bu tefsir ise sülük erbabının bilebileceği bir kısım anlam ve işaretlere göre yapılan tefsirdir [251]. Zira sûfî, seyr-t sülük süreci yaşadıktan sonra direkt olarak Allah'tan aldığı ilhamla âyetleri esrarlı bir üslupla, remiz ve işaret yoluyla açıklamaktadır [252]. Bu nedenle tasavvufî tefsîr'e işârî tefsir de denilmektedir.

Tasavvufî tefsirin makbul olabilmesi için Kur'ân'ın zahirine aykırı olmaması, zahirî mana olmaksızın sadece işârî mananın murad olunduğunun iddia edilmemesi, verilen mananın lafızdan son derece uzak bir mana olmaması ve ayrıca tasavvufî manayı teyid edecek dinî bir delilin bulunması gerekir [253]. Meselâ, Gazzâlî ve bazı sûfîler; Allah'ın; "Ey Mûsâ, Ben (evet) ben, senin Rabbinim. Ayakkabılarını çıkar, çünkü sen, kutsal vadide, Tuvâ'dasın" [254] mealindeki âyette geçen "ayakkabılarını çıkar" emriyle, dünya ve ahiret hakkındaki düşüncelerin, zihinden dışarıya atılmasını kasdettiğini ifade ederler.

İslâm alimlerinin çoğu, Kur'ân'ın zahirine aykırı olmayan işârî ve bâtinî yorumları olumlu karşılamışlardır. Tasavvufî tefsirlerden bazıları şunlardır:

1- Sehl b. Abdullah et-Tusterî (ö.283/896)'nin Tefsîru'l-Kur'âni'l-'Azîm'i,

2- Ebû Abdirrahman es-Sülemî (ö.412/1021)'nin Hakâîku't Tefsir’i  [255] 

3- el-Kuşeyrî (ö. 465/1072)'nin Letâifu'l-İşârât M Tefsîri'l Kur'ân'ı,

4- Nimetullah b. Mahmûd en-Nahcivânî (ö.920/1514)'nin el-Fevâtihu 'l-llâhiyye ve 'l-Mefâtihu 'l-Ğaybiyye adlı eseri [256].

 

3.5. İlmî Tefsîr

 

Kur'ân'da geçen çeşitli bilim dallarıyla ilgili âyetleri, çağın ilmî icat ve gelişmeleri doğrultusunda yorumlayan tefsîrlere ilmî tefsir denir. Böyle tefsirlerde Kur'ân'ın bütün ilimleri ihtiva ettiği iddia edilir ki bu fikirler yeni çıkmış değildir. Eski çağlardan beri bu tefsiri savunanlar varola gelmiştir. Mesela, Gazzâlî de bunlardan biridir. İlmi tefsîr hareketinin, onun tarafından başlatıldığı ve sistemleştirildiği, İhyâu Ulûmiddîn ve Cevâhiru'l-Kur'ân adlı eserlerindeki yorumlarına dayanılarak söylenir. Ayrıca Fahruddîn er-Râzî, Ebu'1-Fadl el-Mursî (ö. 655/1257) ve es-Suyûtî gibi müfessirler de Kur'ân'ı kendi devirlerindeki ilmî gelişmeler ışığında yorumlaya çalışmışlardır. XII. asırdan XIX. asra gelinceye kadar bu konuyla ciddî bir şekilde ilgilenen ve eser yazan alim pek olmamıştır. Ancak XIX. asırda Kâtip Çelebi ve Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi alimler ilmî tefsîr faaliyeti ile yeniden ilgilenmeye başlamışlardır. Böylece bu asırdan itibaren ilmî tefsîr konusunda bir hareketlenme göze çarpmış ve günümüze kadar Kur'ân âyetleri, yeni bilimsel sonuçlara göre yorum­lanmaya çalışılmıştır.

el-İskenderânî (ö.l306/l888)'nin Keşfu'l-Esrâri'n-Nûrâniyye'si sahasında önemli bir eserdir. Daha sonra Gazi Ahmed Muhtar Paşa'nın Serâiru'l-Kur'ân'ı ile Tantavî Cevheri (ö.1359/1940)'nin el-Cevâhir fi Tefsiri'l-Kur'ân adlı eserleri XIX. asırda yazılmış en meşhur ilmî tefsirlerdendir. Tantavî, oldukça hacimli olan bu eserinde, diğer alim ve müfessirleri, ahkâm âyetleri üzerinde durup, diğer âyetleri fazlaca itibara almamalarından dolayı eleştirir ve Kur'ân âyetlerini çeşitli ilmî keşiflerle açıklamaya çalışmıştır. O, tefsirinde hemen hemen her bilimle alakalı açıklamalar yaparken çeşitli resim, grafik ve bazı ilmî makalelere de yer vermiştir.

eş-Şatîbî, Emîn el-Hûlî ve Muhammed Hüseyin ez-Zehebî gibi alimler, ilmî tefsîr hareketini eleştirmişlerdir. Çünkü onlara göre ilmî tefsîr, Kur'ân'ın bir ilimler ansiklopedisi olarak algılanmasına yol açmıştır. Halbuki Kur'ân, ilmî, ahlâkî, hukukî ve dînî bütün hususları ele alan bir kitaptır ve bütün bunların onda yer almasının yegane gayesi insanlara yol göstermektir. Ayrıca ilim, devamlı değişen bir olgudur. Bugün doğru kabul edilen ilmî bir olgu yarın yanlişlanabilir. İşte ilmî tefsîr hareketi bu yüzden de sakıncalıdır. Mesela, Fahruddîn er-Râzî, "O, yeryüzünü size bir döşek ve göğü de bir bina yaptı" [257] mealindeki âyeti "dünyanın dönmediği" şeklinde tefsîr ederken [258], Celâleyn tefsirinde ise; "Yerin nasıl yayılıp, döşendiğine bakmıyorlar mı? " [259] âyeti tefsir edilirken "dünyanın yuvarlak olmadığı" vurgulanır [260]. Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere ilmî tefsir yapan müfessirin, "bu böyledir" şeklinde kesin ifadeler kullanması doğru değildir. Çünkü bugün dünyanın yuvarlak olduğu pek çok delille isbatlanmıştır. [261]

 

3.6. İçtimaî Tefsîr

 

Kur'ân, Asr-ı Saadet'ten günümüze kadar farklı coğrafya ve farklı kültür ve medeniyetlerde değişik yönleriyle incelenmiş ve yorumlanmıştır. Bu arada batı toplumlarında, ilmî, zihnî ve teknolojik alanda değişmeler ve çok yönlü oluşumlar meydana gelirken İslâm toplumunda bir gerileme görülmüştür. İslâm toplumu bu gerilemeyi, doğrudan doğruya Kur'ân gibi değerli bir kaynaktan yeterince yararlanamamaya bağlıyordu. Bu sebeple ilmî tefsîr hareketine hız verildi. Bu düşünce Kur'ân'ı bütün ilimlerin kaynağı olarak görmeye başladı. Bu da yeni bir tefsîr anlayışı meydana getirdi. Şöyle ki, Kur'ân'ın rehberlik vasfını ortaya çıkaran tefsîr görüşünü savunanlar, Kur'ân'ın Müslümanları harekete geçirecek, medeniyetlerin önderliğini yapabilmeyi sağlayacak her türlü prensibe sahip olduğu görüşündedirler. Kısaca, İslâm, Kur'ân'nın insanlara yol gösterdiği bu yönü görmeli ve dünya ve ahiret saadeti için bundan istifade etmelidir.

Bu akımın önde gelen temsilcisi Muhammed Abduh'tur. Başta Abduh olmak üzere bu akımı benimseyenler, filolojik çalışmaları tefsîr olarak kabul etmezler. Onlara göre bu çalışmalar, nahiv ve edebiyat ilgili olan birer egzersizden ibarettir. Aynı zamanda Kur'ân'da fıkhı hükümlerin azlığından bahsederler. Onlara göre, Kur'ân'da insanları ahlakî yönden eğitecek ve ruhî yapılarını mesut edecek hükümler vardır [262]. İşte bizim amacımız, bu mutlulukları sağlayan Kur'ân'ın anlaşıl­masına yardım etmektir. O'na göre Kur'ân'ın Hüdâ ve Rahmet isimlerini insanlara açıklayan bir tefsîr, ancak onlara fayda sağlar. Ayrıca mezhep taassubuna karşıdırlar. Kaynak olarak sadece Kur'ân'ı ve Sünnet'i alırlar, Abduh ve bu akımı benimseyenler aklî yorumlara büyük yer vermişler ve tefsirlerinde isrâîlî rivayetlere almamaya çalışmışlardır. Abduh dışında Muhammed Reşid Rıza ve Mustafa el-Merâğî gibi müfessirler de bu görüşe yakın fikirleri öne sürmektedirler [263].

 

 

3.7. Mezhebi Tefsirler

 

Dinin farklı şekillerde yorumlanması, mezheplerin doğmasına neden olmuştur. Mezhep mensupları, Kur'ân'ı kendi İmamlarının tefsîr ediş şekline göre yorumlamışlardır. Mezhepler, kelâmî ve fıkhî alanda meydana gelmişlerdir. Kur'ân'ı tefsîr eden hemen hemen her alim, tefsîrinde mezhebî çizgisini bir şekilde ifade etmiştir. Bunun sonucunda mezhebi tefsîr adı altında bir tefsir kategorisi oluşmuştur. Bu mezhebi tefsirler, tefsîr tarihi şeklinde yazılan eserlerde yer almıştır. Bu mezheplerin tefsîr anlayışlarından kısaca bahsedeceğiz. Ancak Ehli Sünnet tefsiri adıyla belirginleşmiş bir tefsîr anlayışından bahsetmek oldukça güçtür. Bu nedenle bu yönden biz Şîa'nın ve Haricîlerin tefsirlerinden söz edeceğiz. [264]

 

3.7.1. Şia'nın Tefsîr Anlayışı

 

Şîa, Hz. Ali taraftarı olarak bilinir. Ancak, onlar çeşitli sebeplerle değişik fırkalara bölünmüştür. Hasan el-Askerî'nin 260/874 yılında ölümünden sonra ondört veya yirmi ayrı fırkaya bölündüğü söylenmektedir [265].

 

3.7.1.1. İmâmiyye Şîasının Tefsîr Anlayışı

 

İmâmiyye, kendi İlkelerine göre Kur'ân'ı yorumlamıştır. Bu anlayış sadece İmâmiyye Şîasında değil, diğer fırkalarda da görülmektedir. Şüphesiz ki, bu tür yaklaşımlar, Kur'ân'ı bu şablona göre yorumlamaya neden olmuştur. Böyle bir tefsîr hareketi, Kur'ân'ın âyetlerinin batınî tarzda tefsîr edilmesine yol açmıştır [266].  

Şîî tefsirinde, ismi işaretler, zamirler ve cins isimlerle anlatılan şahıslar eğer övülüyorsa, Ali ve Ehl-i Beyt anlaşılmış, kötüleniyorsa, Ebû Bekr, Ömer, Osman, Emevîler ve Haricîler olarak algılanmıştır. Mesela; İsrâ sûresi 60. âyette yer alan "lanetlenmiş ağaç" ile Emeviler'in kastedildiği söylenmiştir. Yine Mâide Sûresinde geçen "ellezine" ism-i mevsûlüyle Hz. Ali'nin kastedildiği ifade edilmiştir. İsmaîlîler ve İhvanu's-Safâ, batını tefsiri ileri boyutlara vardıranlar arasında yer almaktadırlar.

Şîilerce, Ehl-i Beyt kanalıyla gelen rivayetler makbul sayılır. Bu nedenle Kur'ân tefsirinde umumiyetle imamlardan gelen haberlere yer verilmektedir. el-Kuleynî eserinde, Kur'ân'da bazı bölümlerin bulunmadığı ve Hz. Ali'nin kendisinin topladığı ayrı bir mushafın varlığından bahsetmek­tedir. Ebû Cafer Muhammed et-Tûsî, Ebû Ali el-Fadl b. Hasan et-Tabressî ve es-Seyyid el-Murtadâ adlı alimler bu görüşe karşı çıkmışlardır [267].

İmâmiyye müfessirleri, tefsirlerinde ince ve derin filolojik tahlillere yer vermişlerdir. Ayrıca Tabressî'nin Mecmeu'l-Beyân adlı eserinde kıraat meseleleri çok teknik bir şekilde incelenmiştir.

İmâmiyye'nin tanınmış tefsirleri olarak Ebû Cafer et-Tûsî  (ö.  460/1068):nin   et-Tibyân'ın,  Ebû  Ali  et-Tabressî

 (ö.548/1153)'nin Mecmeu'l-Beyân li Ulûmi'l-Kur'ân'ını ve M. Hüseyin et-Tabatabâî'nin el-Mîzân fi Tefsiri'I-Kur'ân'ını sayabiliriz. [268]

 

3.7.1.2. Zeydiyye'nin Tefsir Anlayışı

 

Zeyd b. Ali b. el-Hüseyin'in yolundan gidenlere verilen isimdir. Zeydiyye'nin tefsîr anlayışı, Ehli Sünnet'e daha yakın bir tefsir anlayışıdır. Ancak Zeydiyye'de de İmâmiyye tefsirinde olduğu gibi bâtını ve zorlamalı yorumlar vardır [269].

Zeydiyye mezhebiyle ilgili olarak tefsîr literatürüne sahip değiliz. Bu grubun en meşhur tefsiri Muhammed b. Ali eş-Şevkânî (ö. 1250/1834)'nin Fethu'l-Kadîr adlı eseridir [270].

 

3.7.2. Haricîlerin Tefsîr Anlayışı

 

Haricîler, Kur'ân-ı harfi/lafzî manada anlamışlar, Kur'ân âyetlerinin yorumuyla ilgilenmemişlerdir. Meselâ, Haricîler'e göre, bir kimse, bir yetimin bir miktar malını yerse "Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, muhakkak ki karınlarını sadece ateşle doldurmaktadırlar ve alevli bir ateşe gireceklerdir" [271] mealindeki âyete göre, o kimsenin cehennem­de yanması vacib olur, fakat o kimse yetimi öldürürse veya karnını yararsa o kimsenin yanmasına gerek yoktur. Çünkü bu konuda bir hüküm yoktur [272].

Haricî tefsîrinin en önemli eseri, günümüze kadar varlığını sürdüren İbâdiyye ekolüne mensup Muhammed b. Yusuf İtfeyyiş'in Himyânu'z-Zâd ilâ Dari'l-Meâd adlı eseridir. [273]

 

3.8. Felsefî Tefsîr

 

İslâm filozofları, İslâm toplumunun bir neferi olarak Kur'ân'ın bazı ifadeleri ve kelimeleri hakkında fikir beyan etmişler. Fakat Kur'ân'ı baştan sona tefsîr etmemişlerdir. Meselâ, filozoflar vahiy ve peygamberliği açıklarken daha sübjektif hareket etmişler ve lafzî manaya bağlı kalmamışlardır, İbni Sina, vahyi, Hz. Peygamber'in Cebrail ile konuşması olarak değil de insanlara bahşedilen üst seviyede bir sezgi gücü (kudsî kuvvet) olarak görür.

İbni Sina, Kur'ân âyetleri hususunda en çok konuşan filozoftur. O, Kur'ân'ı semboller ve rumuzlarla dolu bir kitap olarak görür. Mesela, ona göre arş kelimesi, dokuzuncu feleği simgeler. O, Cenneti, Sıratı ve Cehennemi felsefî olarak açıklar. Ona göre aklî alem Cennet, hayal alemi Cehennem, his alemi ise kabirdir. Cin, gizlenmek; İns ise yakınlaşmak demektir.

Özetle, filozoflar âyetleri lafzı olarak açıklamak yerine, bâtını sembolik olarak yorumlama yolunu seçmişlerdir. [274]

 

3.9. Konulu Tefsir

 

Kur'ân, geçmişten günümüze hemen hemen her yönüyle incelenip, araştırılmış ve yorumlamaya çalışılmıştır. Ayrıca, Kur'ân hakkında bilgi toplarken, bir yandan da Kur'ân'ın herhangi bir konuya nasıl baktığı tesbit edilmeye çalışılmıştır.

Günümüzdeki tefsirler, Kur'ân'ın baştan sona tefsirleri olduğu için ihtiyaca cevap vermekten uzaktır. Bu durum, insanların Kur'ân'ı konu konu ele alıp çeşitli yönlerden açıklama ve yorumlamalarını zorunlu kılmıştır. Bu düşünceyi ciddi bir şekilde ele alan Mısırlı alim Emîn el-Hûlî olmuştur. Bu tefsîr hareketini, günümüzdeki pek çok müslüman ilâhiyatçı ve tefsire ilerde görmek mümkündür [275]. Mesela, Kur'ân'da geçen herhangi bir konu, diğer   bilim dallarından yararlanılarak araştırılmakta ve bu konuda eserler verilmektedir. Bu çalışmalar, "Kur'ân'da Gayb". "Kur'ân'da Denge Kavramı" [276] ve "Kur'ân'da Zaman Kavramı" [277] gibi konularda yapılmaktadır. [278]

 

SONUÇ

 

KUR'ÂN NASIL TEFSİR EDİLMELİ ?

 

Toplumlarda ortaya çıkan her yenilik, her fikir, her hareket az veya çok tepkiyle karşılanır, şaşkınlık doğurur. İnsanların odak noktası haline gelir. İnsanlar bu yeniliği anlamaya ve onu izah etmeye çalışırlar. Böylece toplumlarda fikri, ilmî ve kültürel canlılık baş gösterir.

Kur'ân-ı Kerim'in Hz. Peygamber'e inişi de insanlık tarihinde görülmemiş bir olaydır. İnmeye başladığı andan itibaren Araplar'da fikrî, ilmî ve kültürel canlılık meydana getirmiştir. Ondaki üslûp ve ifade güzelliği Araplar'ın dikkatini çekmiştir. Çünkü Kur'ân'ın, hiçbir ifade tarzına benzemeyen kendine has eşsiz bir üslûbu vardır. Evren ve evrendeki her varlığın işleyiş ve düzenini en ince ve özlü manalarla ortaya koyan, ne şiir ne de nesre uymayan bu harika üslûp, zihinlere yatkınlığının yanında, Kur'ân'ın en kısa âyetinin bir benzerini meydana getirmeyi de imkansız kılan bir özellik taşımaktadır. Kur'ân okunduğunda meydana gelen ahenk ve musikî, âyetler ve sûreler arasındaki insicam, insanları hayran bırakacak şekilde olağan üstüdür. Ondaki belagat ve fesahat en üst seviyededir.

Onun için, Kur'ân'ın ilk muhatapları olan Araplar, hiç görmedikleri duymadıkları, bu ilahî ifadeler karşısında şaşkınlıklarını gizleyememişlerdi. Çünkü ona ne ad koyacak­larını dahi bilememişlerdi. Şiir mi? kahin sözü mü? sihir mi? acaba hangisi? Kur'ân'ı dinlemekten kendilerini alamamışlar ve onun büyülü etkisinden kurtulamamışlardı. İster istemez onun bu etkileyici üslûbuna teslim oluyorlardı. Ne anlatmak istediğini merak ediyorlar ve bu merak saikiyle Resulullah (s.a.v.)'a soruyorlardı:

"Sen bize Arap kelamına benzer bir söz getirdin:

Öz Arap olmamıza rağmen, onu anlayamıyoruz." Resulullah (s.a.v.), cevabında;

Rabbim bana öğretti. Ben de öğrendim" [279] buyuruyordu. Kur'ân'ın mana ve maksatlarını onlara açıkla­maya çalışıyordu. Çünkü o, Kur'ân'ın hem lafız ve hem de manalarını açıklamakla görevlendirilmişti:

"Sana Kur 'ân 'ı indirdik ki, insanlara ne indirildiğini açıklayasın".[280]

Binaenaleyh Kur'ân ve tefsir araştırmaları, ilk defa Resulullah (s.a.v)'ın devrinde başlamış ve tefsir ilmi, İslamın öz bünyesinden doğmuştur.

Hiç şüphesiz Kur'ân'ı anlamanın en güzel yolu, önce Kur'ân'a başvurmak, onu bütünlüğü çerçevesinde ele almaktır. Çünkü gerek Kur'ân âyetlerinin kendi bünyelerinde, âyetin başı ile sonu arasında, gerek âyetler arasında sibak ve siyak ilişkisi ve gerekse Kur'ân'ın tüm cüzleri arasında münasebet bulunduğu inkar edilemez bir hakikattir. Kur'ân araştırmaları göstermiştir ki, Kur'ân, en küçük parçasından en büyük parçasına kadar, fikrî bir uyumluluğa ve bütünlüğe sahiptir. En küçük parçası olan kelimelerden başlayarak terkipleri, cümleleri, belli konulardaki âyet grupları ve kıssaları vs. gibi daha büyük Kur'ân pasajlarının birbirine mükemmel bir şekilde münasebeti vardır. Bu sebeple gerek kelimelerin, çeşitli cümleler içindeki lügat manalarının tesbiti, gerekse Kur'ân’î atmosfer içerisinde kazandıkları orijinal manaların kavranması, ancak Kur'ân'ın bütünlüğü içinde mümkün olabilecektir. [281]

Öyleyse Kur'ân tefsir edilirken, önce Kur'ân'a baş vurmalı; onu çok dikkatli ve titiz bir şekilde incelemeli, âyetler arasında mukayeseler yaparak, sıhhatli bir sonuca varılmalıdır. Çünkü Kur'ân'ın bir yerinde kapalı bir ifade, başka bir yerde tavzih; bir yerde veciz ve kısa olarak geçen bir mana, diğer tarafta tafsilatlı; bir yerde mutlak olan, diğer tarafta kayıtlı; bir yerde umum olan diğer yerde tahsis edilmiş olabilir.

Kur'ân'da tefsiri bulunamayan konularda da, sünnet göz önünde bulundurulmalıdır. Çünkü daha önce belirttiğimiz gibi, Hz. Peygamber Kur'ân'ı açıklamakla görevlendiril­miştir [282] . O:

"Bana, Kur'ân ve onun gibisi (sünnet) verildi" [283] beyanında bulunmuştur. İmam Şafiî "Hz. Peygamberin hükmettiği her şey, Kur'ân'dan anlamış olduğudur" [284] demiştir. Şu halde Kur'ân tefsirinde Sünnet'in önemi büyüktür. Ancak bu konuda titiz davranarak, mümkün mertebe sahih olanlarını almak, zayıf ve uydurma olanlarından sakınmak gerekir.

Sünnet'ten delil bulunmadığı durumlarda sahabenin tefsire dair görüşleri değerlendirilmelidir. Çünkü vahyi bizzat müşahede eden, nüzul sebeplerine vakıf olan ve Resulüllah'ın rahle-i tedrisinde sürekli bulunan sahabe, Kur'ân'ın tefsiri konusunda en fazla söz söyleme yetkisine sahipti, diyebiliriz. Özellikle sebeb-i nüzul ve neshe dair söyledikleri ihmal edilmemelidir. Çünkü bu konulara dair sözleri, merfu hadis gibi itibar edilmiştir. Ancak, bu   konuda da  sıhhati araştırma esastır [285].

Kur'ân tefsirinde başvurulacak en önemli vasıtalardan birisi de Arapça'dır. Çünkü Kur'ân, Arap diliyle inmiştir. Fakat bu konuda az kullanılan manalardan sakınmalı daha ziyade, Kur'ân'ın indiği devirde revaçta olan kullanımlara yer verilmelidir [286]. Arap dilini bilmeden Kur'ân'ı tefsire kalkışmak hiç de müspet bir tavır olarak görülmemiştir. Nitekim Beyhakî, Şuabu'l-îmân adlı eserinde İmam Malik'in şu sözlerini nakleder:

"Arap dilini bilmediği halde Kur'ân'i tefsire kalkışan birini elime verseler, ibret-i alem için onu cezalandırırdım"[287].

Bu sözde, Kur'ân tefsirinde Arap dilinin önemini ve fonksiyonunu açık bir şekilde ortaya koyma vardır. Hiç şüphesiz Kur'ân 'ı anlamak için Arapça, bir gaye değil, önemli fonksiyonu olan bir vasıtadır. Öteden beri eski ve yeni pek çok araştırmacı bu konuya dikkat çekmişlerdir. [288] Zaman zaman Kur'ân tefsirinde gördükleri   eksikliklerin, Arap dili ve edebiyatını bilmemekten kaynaklandığını çok açık bir dille ifade etmişlerdir.

Çünkü Kur'ân'ın dili Arapça'dır. Onun manalarını anlamanın bir yolu da, Arap dilinin kurallarını bilmektir. Aksi takdirde Arapça'yı bilmeyenlerin hata yapmaları, Kur'ân'ı yanlış anlamaları kaçınılmaz olur. Bu kurallar lügat başta olmak üzere, sarf, nahiv, ma'anî, beyan ve bedî ilimleridir. Özetle dilin fesahat ve belagatını ifade eden her şeydir [289]. İbn Rüşd, "(Kur'ân'ı anlamak için) Arap dilini bilmeye ihtiyaç yoktur" diyen bir kişiyi cehaletle itham etmiştir. Dinin, İslam'ın ancak Kur'ân'ın dilini bilmekle öğrenilebileceğini, çünkü Yüce Allah'ın Kur'ân'ı Arapça bir dille indirdiğini söylemiştir [290].

Eş-Şâtıbî, "Kur'ân'ın manasını anlamak isteyen kimse bilsin ki bu, ancak Arap dili sayesinde anlaşılır. Arapça olmaksızın onun manasını anlamak mümkün değildir" demektedir [291].

Sahabe de Kur'ân'ı tefsir ederken Arap diline baş vurmuştur. Çünkü Kur'ân Arapça'dır. "Şüphesiz biz Kur'ân'ı Arapça bir kitap olarak indirdik ta ki kafa yorasınız" [292] . O halde onun mana ve maksatlarını anlayabilmek için Arap dilini iyi bilmek gerekir.

İşte îbn Abbas. Kur'ân lafızlarının bir çoğunun manasını anlayabilmek için Arapça'ya, Arap şiirine baş vuruyor. İşte Hz. Ömer, "ev yehuzehum ala tehavvuf" [293] âyetini minberde okuyor, manasını bilmiyor ve Huzeyl kabilesinden bir bedevi kalkıp izin istiyor ve âyeti manalandırıyor. Şahit olarak bir şiir okuyor. Bunun üzerine Hz. Ömer:

"Ey insanlar! Cahiliye devrindeki şiirinizi bırakmayın. Çünkü onda kitabınızı tefsir edecek şeyler vardır" diyor [294]. Ayrıca İbn Abbâs; "Şiir Arab'ın divanıdır. Allah'ın Arap diliyle indirdiği kitaptan bir kelimenin manasını anlayamazsak, Arab'ın divanına baş vururuz. Onun manasını, oradan araştırırız" [295] diyor. Böylece Kur'ân tefsirinde, Arap dilinin, ne kadar önemli bir kaynak olduğuna bir daha dikkat çekiyor. Ancak Arapça'nın, Kur'ân'ı anlamak için yegane ve yeterli kaynak olmadığı bilinmelidir. Hatta İbn Kayyim el-Cevziye, bu konuda çok dikkatli davranılması gerektiğini belirterek, sadece i'râbla yetinilmemesi ne dikkat çekiyor. Çünkü bunun, kelamın sadece bir manasını, ortaya koyabileceğini ve bu yüzden diğer manaların ihmaline neden olabileceğini ve bunun   sonucu, Kur'ân'ı tahlil ve i'râb eden bir çok kimsenin, hata ettiğini belirtiyor. [296]

İbn Cinnî de, "eğer tefsir manasının yanında i'râbın takdiri mümkün olursa, bu yapılabilir. Çünkü bunun ötesinde bir alternatif yoktur. Ancak takdir edilen i'râb, tefsir manasına aykırı olursa, tefsiri mana alınır, i'râb tashih edilir" der. [297]

el-Kurtubî, "Kur'ân'da bulunan garib kelimeler, ihtisar, hazf, ızmar, takdim ve tehir gibi hususlarda, rivayet ve nakle dayanmaksızın, sadece Arapça'nın zahirine dayanmak doğru değildir. Söz konusu hususların bir çoğu, her şeyden önce nakille bilinebilir. Ancak bu sayede bir kısım yanlışlıklardan korunulabilir" der. Hazf ve ızmara dair çok yerinde bir misal getirir. [298]

Bütün bunlar gösteriyor ki, Kur'ân'ı tefsir edebilmek için, Arap dili ve edebiyatını bilmek önemli olmakla birlikte, Kur'ân'ı anlamak için, yeterli vasıta değildir. Bunun ötesinde, daha başka bir kısım bilgilere de ihtiyaç vardır. Hele nakil konusu hiç ihmal edilmemesi gereken bir husus olduğu da açıkça ortadadır. Yoksa sahabiler, kendileri Arap oldukları halde Hz. Peygamber'e "bizim bilmediğimiz bir Arapça ile bize hitap ediyorsun" şeklinde bir serzenişte bulunurlar mıydı? Demek ki onların anlayamadıkları, daha yeni duydukları, yabancı olduklarını hissettikleri bir kısım şeyler vardı. Peygamberden duydukları her şeyi anlayamadıkları bir hakikatti.

Ama burada şunu tekrar vurgulamak istiyorum: Kur'ân'ı tefsir edebilmek, âyetler arasında mukayeseler yapabilmek ve âyetlerdeki bir kısım kelime ve terkiplerin manasını ortaya çıkarabilmek için, "klasik dil, bedî-beyan, i'râbu'l-Kur'ân, garîbu'l-Kur'ân vs. gibi ilimleri hazmedip, pratik bir değere dönüştürerek daha ileri bir seviyeye taşımalı; ve zorunlu ilişkiden dolayı, düşünceyi daha sağlam temellere oturtmanın bir yolu olarak karşımıza çıkan dilbilim ve semantik ışığında örgütlendirilerek kullanılabilir bir hale getirilmelidir. Böylece bu alan, Kur'ân lafızlarının değişken anlam ve açılımlara delâletini belirlemede vaz geçilmeyecek bir düşünce ve hikmet damarı addedilmelidir" [299].

Yeni durumlar ve düşüncelerle âyetler arasındaki alaka ve münasebetleri kurarken şu kaideye mutlaka riâyet edilmelidir:

"Lafzın Arapça olarak uygun ve elverişli olduğu çerçevenin dışına çıkmamak, kesin bir delil olmaksızın zahir ve racih manadan uzaklaşmamak, apaçık bir zorlamaya düşmemek ve nihayet aslî anlamdan udul etmemek. Zira, Kur'ân'm genel çerçevesini zorlayacak olan bu yorum tekniği ve akla uyarlama girişimi, Kur'ân ötesi değil, tam aksine Kuran dışı, daha açık anlatımla, Kur'ân'dan başka bir şey olacaktır. O halde Kur'ânî lafızların delalet imkanını son sınırlarına kadar götürürken amacı, beşeriyeti mebde ve munteha buutları içinde kemale erdirmek olan Kur'ân çerçevesi, tefsir eğilimlerine, dışına taş anlayacakları bir mecra olmalıdır" [300].

Kur'ân'ın ihtiva ettiği hakikatlerin anlaşılabilmesi; beşeriyete sunduğu hidâyetin tüm insanlar için yegane çıkış yolu olduğunun gösterilebilmesi için, Kur'ân'ın yorumu yapılırken müracaat edilecek ilmî disiplinlerin dağılımı geniş tutulmalıdır [301]. Sosyal ve fen bilimleri alanında yapılan araştırmalar; bunun sonucu meydana gelen ilmî gelişmeler ve buluşlar, göz ardı edilmemelidir. Hatta yeni yeni ortaya çıkan toplumsal problemlerin çözümü ve toplumların refahı için yapılan her ilmî alandaki çalışmalar, Kur'ân ışığında bir değerlendirmeye tabi tutulmalı; Kur'ân'ın insanlar için hedeflediği hidâyetin evrenselliği en güzel bir biçimde takdim edilmelidir.

öte yandan tabiûn başta olmak üzere, geçmiş müfessirlerin görüşleri, bıraktıkları ilmî miras, tamamen zamanı geçmiş eşya gibi düşünülmemelidir. Bunlar da ciddi bir tetkikten geçirilerek değerlendirilmeli, geçmişle gelecek arasında bir köprü kurularak, geçmişin kültürünün gelecek için önemli bir merhale olduğu bilinci yitirilmemelidir. Çünkü Kur'ân ve tefsir araştırmacılarının hiçbiri, ilim tarihine damgasını vurmuş bu kültür birikiminden müstağni kalamadığını, yapılan araştırmalar ortaya koymaktadır. Durum böyle olunca, yeniden Kur'ân'a dönmek parolasıyla, bu kültür birikimini bir çırpıda silip atmak düşüncesinin, gerçekçi bir tutum olarak itibar edilmesi imkansız bir tavır olarak gözükmektedir.

Geçmişte yapılan tefsir çalışmalarını tabulaştırarak, Kur'ân tefsiriyle ilgili her ne varsa yazılmış çizilmiş bundan böyle yapılacak bir şey kalmamıştır, şeklinde tamamen geleneksel ve katı bir tutum izlemenin de doğru bir yaklaşım olacağını söylemek oldukça güçtür. Çünkü toplumlar durmadan değişime uğramaktadır. Toplumlarla birlikte gelenekler ve görenekler de değişmekte; toplumların bünyesinde çözümlen­meyi bekleyen yeni yeni problemler ortaya çıkmaktadır. Bunların maddî ve manevî tarafları vardır. Bütün bunlara çareler ve çözümler aranmaktadır. Böyle bir atmosfer içinde, toplumun dertlerini ve ızdıraplarını dindirmede eski ulemanın düşünceleriyle yetinmek yeterli olmayacaktır.

Öyle ise Kur'ân'ı, onun emirleri doğrultusunda, bu ilme büyük katkıları olan otoriteleri, onların eserlerini, İlmî anlayış ve sorumluluğa uymayan abartılmış bir saygı ve bağlılık ruhuyla, kendi zihnî ve fiilî atılım gücümüzün önüne engel yapmadan, onların çözüm getirici dinamik yöntemlerinden ilham alarak, seçmeci ve değerlendirici yaklaşımlar Kur'ân'ı başka bakış açılarıyla yeniden yorumlamak çabası içinde olmak daha akılcı ve daha doğru bir yol olacaktır. Zaten öteden beri Kur'ân'ı tefsir eden alimler, kendilerinden önce Kur'ân'ı yorumlayanların görüşleriyle mukayyet kalmamış, yeni görüş belirtmelerine onları bir engel görmemişlerdir. Onların fikirleri dışında bir şey söylemeyelim, şeklinde bir düşünceye kapıl­mamışlardır. Böyle olsaydı, muteahhirun alimlerinin tefsir konusunda, istinbat yoluyla ulaşmış olduğu pek çok nükte ve inceliklerin, reddolunması gerekecekti. Fakat hiç de böyle olmamıştır. Çünkü "Allah'ın Kitab'ını yorumlayıp insanlara ulaştırmak isteyen kimse, ancak ve ancak Kur'ân ruhuyla mukayyed olabilmelidir. Allah'ın Kitab'ını yorumlarken önceki ulemanın görüşlerine mutabık olma, muarız olmama endişesini taşımamalıdır. Aksi takdirde bağımlı bir ruh ve havayla problemlere çözümler öneremeyecektir. O sadece geçmişi şu anda yaşama endişesi duyan birisidir. Kur'ân üzerinde tefekkür ve tedebbür müktesebatı bulunan bize kadar ulaşmış tefsirler, her ne kadar onu anlamamıza yardımcı oluyorlarsa da, onların doğrulukları dahi, nihai tahlilde, Kur'ân'ın bizatihi kendisinden elde edilecek anlayış (Kur'ân dünyası, Kur'ân ruhu) ile değerlendirilecektir "[302]. Neticede de İslâm toplumunda, şu anda müşahede ettiğimiz, verileni aşamayan, bilinenin daha ötesine geçemeyen, yeni tarihî safhalar katedemeyen, özümseyip ibda yolunu açamayan durgunluk ve güçsüzlük [303] böylece aşılacaktır.

Binaenaleyh Kur'ân'ın anlaşılması, düşünülmesi ve yorumlanmasını sadece önceki alimlere ait kılmak, Kur'ân tefsirlerini ve Kur'ân'la ilgili yapılan değerli araştırmaları sadece önceki asırlarda yapılanlarla sınırlamak, İslam'ın ilk asırlarında yaşayan alimlerin, Kur'ân ilimlerini, Kur'ân kültürünü genişçe araştırdıklarını, söz konusu Kur'ân ilimle­rinden hiçbir şeyi eksik bırakmadıklarını söylemek ve onlardan sadece nakille yetinmek zihniyetini normal karşılamak nasıl mümkün değilse, aynı şekilde önceki alimlerin yaptıkları değerli çalışmaları, bir tarafa iterek göz ardı etmek de normal sayılamaz. Böylesi bir davranış, hem öncekilere ve hem de sonrakilere haksızlık olacağı bilinmelidir. Kur'ân'la ilgili yapmış oldukları değerli çalışmaları takdir etmek her aki-ı selimin yapması gereken bir husustur. Çünkü Kur'ân ilimlerine ve tefsirine dair çok değerli eserler veren et-Taberî, el-Beğavî, el-Kuşeyrî, Abdulkahir el-Cürcânî, el-Gazzâlî, ez-Zemahşerî, er-Rağıb el-İsfahanî ve er-Razî gibi büyük dahîleri unutmak mümkün olabilir mi? Elbette eksik bıraktıkları meseleler ve konular olmuştur. Hatta yanıldıkları yönler de olabilecektir. Ama şu bir gerçek ki, bize büyük bir kültür mirası bırakmışlardır. Bu bakımdan onlara minnet duyulmalıdır.

Öte yandan muasır alimlerin, öncekilerin eksik bıraktıkları hususları ikmal edeceklerine, onların hasbelbeşer yaptıkları yanlışları düzelteceklerine, toplumda zuhur eden problemleri, Kur'ân ışığında çözümlemek için değerli çalışma­lar yaptıklarına ve yapmaya devam ettiklerine inanmamak, görmemezlikten gelmek de haksızlık olacaktır.

Kur'ân'ı yeniden tetkik ederek, -yeni yeni bir kısım yorumlar getirmek, geçmişle bağların koparılması şeklinde yorumlanmamalıdır. Çünkü asırdan aşıra, nesilden nesile sürüp gelen bu büyük kültür birikiminden yararlanmadan, geçmişe tamamen kapalı, yeni yeni fikirler ve yorumlar gündeme getirmek iddialarının ne derece haklı olduğu tartışma konu­sudur. Hatta bu iddia sahiplerinin, kendilerine göre sundukları yorumlar, ciddi bir tetkikten geçirilecek olursa, geçmişte yapılan yorumların, bir başka üslup ve anlatımla yeniden aksettirilmiş şeklinden başka bir şey olmadığı anlaşılabilecektir. Yani iddialara rağmen, geleneksel tefsir metodunun devam ettirildiği ve yeni olduğu ileri sürülen fikirlere geçmişin izlerinin aksettiği gözden kaçmayacaktır. En azından geçmiş ulemanın Kur'ân'ın dili ve fesahat ve belâgatıyla yaptığı çalışmaları bir tarafa bırakmak mümkün olmayacaktır. [304]

 

KAYNAKLAR

 

1- Abduh, Muhammed- Rıza,  Reşîd, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Hakîm (Tefsîru'l-Menâr), Mısır, 1372.

2- Ahmed b. Hanbel, Müsned, Beyrut, ts.

3- Ahmed Emin, Fecru'l-İslâm, Beyrut, 1969.

4- Ahmed Emin, Duha'l-İslâm, Beyrut, 1935.

5- Akdemir,  Salih, Cumhuriyet Dönemi Kur'ân Tercümeleri, Ankara, 1989.

6- el-Akk, Hâlid Abdurrahman, Usûlü''t-Tefsir ve Kavâiduh, Beyrut, 1994.

7- Albayrak, Halis, Kur'ân'ın Bütünlüğü Üzerine, İstanbul, 1993.

8- Albayrak, Halis,. Tefsir Usulü, İstanbul, 1998.

9- Ateş, Süleyman, İşarî Tefsir Ekolü, Ankara, 1974.

10- Ateş, Süleyman, Sülemî ve Tasavvu fî Tefsiri, İstanbul, 1969.

11- el-Attâr, Ahmet Abdu'l-Ğafûr, Mukaddimem's-Sıhâh, Beyrut, 1984.

12- Aydemir Abdullah, Tefsirde İsrailiyyât, Ankara, 1979.

13-  Aydemir Abdullah, Ebu's-Suûd Efendi ve Tefsirdeki Metodu, Ankara, ts. 138

14- el-Bağdâdî, İsmail Paşa, Hediyyetü'l-Ârifîn Esmâu'l-Müellifîn veÂsâru'l-Musannifîn, Tahran, 1967.

15- Baltacı, Ahmed, Ebû Bekr İbnul-'Arabi'nin Tefsiri ve Tefsîrindeki Metodu (Basılmamış Doktora Tezi)., Erzurum, 1978.

16- el-Beğavî, Hüseyin İbn Mes'ûd, Me'âlimu't-Tenzîl, thk., Hâlid Abdurrahman el-Akk-Mervân Sevvâr, Beyrut, 1987.

17- el-Beydâvî, Nasıruddîn, Envâru't-Tenzîl ve Esrânı't-Te'vîl, İstanbul, ts.

18- el-Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed İbnu'l-Hüseyin, Şuabu'l-İmân, Beyrut, 1990.

19- Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük Tefsir Tarihi, İstanbul, 1973.

20- Brockelmann, Cari, Geschichte der Arabischen Litteratur, Leiden, 1944-1949.

21- Brockelmann, Supplement, Leiden, 1937-1942.

22- el-Buhârî, Muhammed b. İsmail, el-Câmiu's-Sahîh, İstanbul, ts.

23- el-Câhız, Ebû Osman Amr İbn Bahr, Kitâbu'l-Hayavân, thk., Abdusselâm Harun, Beyrut, 1965.

24- Cerrahoğlu, İsmail, "Muhammed b. Cerîr et-Taberî ve Tefsîri", İlahiyat Dergisi, Yıl. 1968, c. XVI.

 

25- Cerrahoğlu, İsmail, Yahya İbn Sellâm ve Tefsîrindeki Metodu, Ankara, 1970.

26- Cerrahoğlu, İsmail, Kur'ân Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Amiller, Ankara, 1968.

27- Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, Ankara, 1988.

28- el-Cevherî, İsmail b. Hammâd, Tâcu'l-Luğa ve Sıhâhu'l-Arabiyye (Sıhâh), thk., Ahmed Abdulğafûr el-Attâr, Mısır, 1956.

29- Çetiner, Bedreddin, Ebu'l-Berekât Abdullah İbn Ahmed en-Nesefî ve Medârikü't-Tenzit ve Hakâiku't-Te'vîl Adlı Eseri (Basılmamış doktora tezi), Erzurum, 1982.

30- ed-Dâvûdî, Şemsüddîn Muhammed b. Ali, Tabakâtü'l-Müfessirîn, Kahire, 1972.

31- Ebû Davûd, Süleyman b. el-Eş'âs es-Sicistânî, Sünenü Ebî Dâvûd, , Beyrut, ts.

32- Ebû Mûsâ Muhammed Muhammed, el-Belâğâtu 'l-Kur'âniyye fi Tefsîri 'z-Zemahşerî ve Eseruha fi Dirâsâti 'l-Belâğiyye, Kahire, 1988.

33- Ebu'1-Bekâ, Külliyât, İstanbul, 1287.

34- Eroğlu, Ali, Müfessir Beğavî, Hayatı ve Tefsîrindeki Metodu (Basılmamış Doktora Tezi), Erzurum, 1987.

35- Fayid, Abdulvehhâb, Menhecü İbn 'Âtiyye, Kahire, 1973.

36- Fazlu'r-Rahman, İslam ve Çağdaşlık, trc., Alpaslan Açıkgenç-Hayri Kırbaşoğlu, Ankara, 3 990.

37- el-Ferrâ, Yahya b. Ziyâd, Me'âni'l-Kur'ân, thk., Abdulfettâh İsmail Çelebi, Kahire, 1972.

38- Güngör, Mevlüt, Cessâs ve Ahkâmu'l-Kur'ân'ı, Ankara, 1989.

39- Güngör, Mevlüt, Kur 'ân Tefsirinde Fıkhî Tefsir Hareketi ve İlk Fıkhı Tefsir, İstanbul, 1996.

40- el-Hamevî, Şihâbuddîn Ebû Abdillah Yakub b. Abdillah, Mu'cemu'l-Büîdân, Tahran, 1965.

41- el-Hamevî, Mu'cemu'l-Udebâ, Beyrut, 1938.

42- Hamidullah, Muhammed, Kur'ân Tarihi, İstanbul, 1993.

43- el-Hâzin, Ali b. Muhammed el-Bağdâdî, Lübâbü't-Te'vîl fi Meâni't-Tenzîl (Hamişinde Meâlimü't-Tenzîl var), Kahire, 1375.

44- el-Hindî, Muhammed Tâhir b. Ali, Tezkiretü'I-Mevduat, Beyrut, 1342.

45- el-Hûlî, Emîn, Kur'ân Tefsirinde Yeni Bir Metod, trc, Mevlüt Güngör, İstanbul, 1995.

46- İbn 'Abdi'1-Berr, Ebû Ömer Yusuf en-Nemerî el-Kurtubî, Câmiu Beyâni'l-İlm ve Fadlih, thk., Abdurrahman Hasan Mahmûd, Kahire, 1975.

47- İbn Âşûr, Muhammed el-Fadl, et-Tefsîr ve Ricâluh, Tunus,1972.

48- İbn Cinnî, Ebu'1-Feth Osman, el-Hasâis, thk., Muhammed Ali en-Neccâr, Beyrut, 1952.

49- İbn Hacer, Şihâbuddîn Ebu'1-Fadl Ahmed b. Ali el-Askalânî, Tehzîbu’t- Tehzib, Haydarabad, 1325.

50- ed'Dürerü 'l-Kâmine fi A 'yâni 1-Mieti 's-Sâmine, thk., Muhammed Seyyid Câdu’l-Hakk, Mısır, 1966.

51- İbn Haldun, Abdurrahman, Mukaddime, Beyrut, ts.

52- İbn Hallikân, Ebu'l-Abbâs Şemsüddîn, Vefayâtü'l-A'yân, Kahire, 1948.

53- İbn Kadî Şehbe, Ebû Bekr b. Ahmed, et-Târîh, Dimaşk, 1994.

54- İbn Kayyım el-Cevziyye, Şemsüddîn Ebû Abdillah Muhammed b. Ebî Beki', Zâdu'l-Me'âd fi Hedyi Hayri'l-İbâd, Mısır, 1970.

55- İbn Kesîr, Ebû'1-Fidâ İsmail İbn Ömer, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, Mısır, ts.

56- el-Bidâye ve'n-Nihâye, Beyrut, 1966.

57- İbn Mâce, Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, Sünenü İbn Mâce, Mısır, 1325.

58- İbn Manzûr, Ebu'l-Fadl Cemâlüddîn Muhammed, Lisânu'l-'Arab, Bulak, 1200.

59- İbn Rafı es-Selâmî, el-Vefeyât, Beyrut, 1402/1982.

60- İbn Tağrîberdî, Ebu'l-Mehâsin Yusuf el-Atabekî, en-Nücûmu'z-Zâhirafi Mulûki Mısrve'l-Kahire, Kahire, 1353.

61- İbn Teymiyye, Ebu'l-Abbâs Takiyyüddîn Ahmed b. Abdilhakîm el-Harrânî, Mukaddime fi Usûli't-Tefsîr, Kuveyt, 1392.

62- İbnu'l-Cevzî, Cemâlüddîn Abdurrahman b. Ali b. Muhammed el-Kureşî, el-Muntazam fi Târihi'l-Mülûk ve'l-Ümem, Haydarabad, 1398.

63- İbnu'l-Esîr, Ebu'l-Hasan İzzüddîn, Üsdü'l-Ğabe fi Ma'rifeü's-Sahâbe, yy., 1970.

64- İbnu'1-İmâd, Şezerâtu 'z-Zeheb fi Ahbâri men Zeheb, Beyrut, ts.

65- İbnu'l-Kıftî, Cemâlüddîn Ebu'l-Hasan, Înbâhu'r-Ruvât, thk., İbrahim Muhammed, Kahire, 1986.

66- İbnu'n-Nedîm, Ebu'l-Ferec Muhammed b. Tshâk, el-Fihrist, nşr., Flügel, Beyrut, ts.143

67- İsmail Paşa (Bağdatlı), Îzâhu'l-Meknûn fi Zeyli alâ Keşfi'z-Zunûn an Esâmi'l-Kütüb ve'l-Fünûn, İstanbul, 1971-1972.

68- Jansen, J. J. G., Kur'ân 'a Bilimsel-Filolojik-Pratik Yaklaşımlar, trc, Halil Rahman Acar, Ankara, 1993.

69- el-Kâsımî, Muhammed Cemâlüddîn, Mehâsinü 't-Te 'vîl (Tefsîru'l-Kâsımî), Kahire, 1376.

70- Kâtip Çelebî, Keşfü'z-Zunûn an Esâmi'l-Kütüb ve'l-Fünûn, İstanbul, 1971.

71- Kehhâle, Ömer Rıza, Mu'cemu'I-Müellifin, Dimaşk, 1376.

72- Kılıç, Sadık, Yazılacak Tefsir Nasıl Olmalı? Yeni Ümit, Sayı: 25, İzmir, 1994.

73- Kırca, Celal, İlimler ve Yorumlar Açısından Kur'ân'a Yönelişler, Kayseri, 1993.

74- Kramers, J. H., İslam Ansiklopedisi, Râzîmad., IX, 645-646.

75- el-Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed, el-Câmi' li Ahkâmi'l'Kur'ân, Kahire, 1968.

76- el-Leknevî, Ebu'l-Hasenât Muhammed Abdulhayy ei-Hindî, er-Ref ve't-Tekmîl, Halep, 1968.

77- Maük İbn Enes, el-Muvaîta, thk. Muhammed Fuâd Abdulbâkî, Mısır, 1951.

78- Muhsin, Abdulhamîd, er-Râzî Müfessiren, Bağdat, 1974.

79- Muhsin, el-Âlûsî Müfessiren, Bağdat, 1986.

80- Mustafa el-Cüveynî, Menhecü' z-Zemahşerîfi Tefsiri 'l-Kur'ân, İskenderiyye, ts.

81- Müslim b. el-Haccâc el-Kuşeyrî, Sahîhu Müslim, thk., Muhammed Fuad Abdulbâki, İstanbul, ts.

82- Nâcî Ma'rûf, el-İsrâiliyyâtfı't-Tefsîrve'l-Hadîs, Dımaşk, ts.

83- en-Nahcivânî, Nimetullah b. Mahmûd, el-Fevâtihu'l-îlâhiyye ve'l-Mefâlihu'l-Ğaybiyye, İstanbul, 1325/1907.

84- Okçu, Abdulmecit,' Kıraat Açısından Taberî ve Tefsiri (Basılmamış Doktora Tezi), Erzurum, 2000.

85- er-Râğıb el-İsfahânî, el-Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredat fi Garibi 'l-Kur'ân, Mısır, 1963.

86- er-Râzî, Fahruddîn, Mefâtihu'l-Ğayb (et-Tefsîrü'l-Kebîr), Mısır. 1308.

87- es-Sa'Iebî, Ebû İshâk Ahmed b. İbrahim, el-Keşf ve'l-Beyân ân Tefsîril-Kur'ân, Beyazıt Kütüphanesi Veliyyüddîn kısmı, No: 131-133, İstanbul.

88- es-Sebbâğ, Muhammed Lütfî, Tefsir Usûlü Araştırmaları, trc, Ömer Dumlu, İzmir, 1999.

89- es-Serahsî, Ebû Bekr Muhammed İbn Ahmed, el-Mebsût, Mısır, 1931.

90- Sergîs, Yusuf İlyâs, Mu'cemu Matbûâü'l-Arabiyye, Kahire, 1928.

91- Sofuoğlu, Mehmet, Tefsire Giriş, İstanbul, 1981,

92- es-Subkî, Tacuddîn Ebû Nasr Abdulvehhâb b. Ali, Tabakâtu'ş-Şâfıiyyeti'l-Kübrâ, Kahire, 1324.

93- es-Suyûtî, Celâluddîn Abdurrahman, Tenvîru'l-Havâlik Şerh 'âlâ Muvatta-i İmâm Mâlik, Mısır, ts.

94- es-Suyûtî, ehkkânft Ulûmi'i-Kur'ân, Beyrut, 1973.

95- es-Suyûtî, Tefsîru 'l-Kur 'âni 1-Azîm (Tefsiru 1-Celâleyn), Kahire, 1342.

96- eş-Şâtıbî, Ebû İshâk İbrahim İbn Musa, el-Muvâfakât, Kahire, 1970.

97- Şehhâte, Abdullah Mahmûd, Târîhu'l-Kur'ân ve't-Tefsîr, Mısır, 1972.

98- eş-Şerkâvî, İffet Muhammed, el-Fikrü'd-Dînî fi Muvâceheti'l-Asr, Beyrut, 1979.

99- et-Taberî, Muhammed b. Cerîr, Câmi'u'l-Beyân 'an Tefsiri Âyi'l-Kur'ân, Mısır, 1968.

100- Tâhir İbn Âşûr, Tefsîru 't-Tahrîr ve 't-Tenvîr, Tunus, ts.146

101- et-Tirmizî, Muhammed b. İsa b. Serve, es-Sünen, Beyrut, ts.

102- el-Vâhidî, Ali İbn Ahmed en-Nîsâbûrî, el-Vecîz (ei-Tefsîru'l-Münir liMealimi't-Tenzî’lin hamişinde), Mısır, 1955.

103. el-Vâhidî, el-Basît, Nuru Osmaniye No: 236-240,(Beş cilt, her cildin ayrı ayrı numarası var), İstanbul.

104- el-Vasît, Beyazıt No: 519, İstanbul.

105. Watt, Montgomery, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, trc, Ethem Ruhi Fiğlah, Ankara, 1981.

106- el-Yâfiî, Ebû Muhammed Abdullah b. Es'ad b. Ali, Mir'âtu'l-Cenân, Haydarabad, 1339.

107- Yazıcı, İshak, Ebu'l-Leys esSemerkandîve Tefsîrindeki Metodu (Basılmamış Doktora Tezi), Erzurum, 1982.

108- Yıldırım, Suat, Peygamberimizin Kur 'ân 'ı Tefsiri, İstanbul, 1983.

110- Yıldırım, Zeki, Müfessir İlkiyâ el-Herrâsi’nin Ahkâmu'l-Kur'ân Adlı Eserine Göre Kıraat Farklılıklarının Hukukî Âyetlerin Tefsîrindeki Rolü (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Erzurum, 1990.

111- ez-Zebîdî, Muhammed Murtazâ, Tâcu'l-Arûs, Beyrut, 1966.

112- ez-Zehebî, Muhammed Hüseyin, et-Tefsîr ve 'l-Müfessirûn. Mısır, 1979.

113- ez-Zehebî, Şemsüddîn Ebû 'Abdillah Muhammed İbn Ahmed, Mîzânu'l-İ'tidâl fî Nakdi-Rical, ta'lik ve tahkik, Ali Muhammed el-Becâvî, Mısır, 1382.

114- ez-Zehebî, Tezkirelü'l-Huffâz, Haydarabad, 1956.

115- ez-Zemahşerî, Cârullah Ebu'l-Kâsım Mahmûd b. Ömer, el-Keşşaf an Hakâiki 't-Tenzîl ve Uyûni 'l-Akâvîl Fî Vucûhi't-Te'vîl, Mısır, 1966.

116- ez-Zerkânî, Muhammed Abdulazîm, Menâhilü'l-İrfan fi 'Ulûmi'l-Kur'ân, Mısır, 1964.

117- ez-Zerkeşî, Bedrüddîn Muhammed b. Abdillah, el-Burhân fî Ulûmi'l-Kur'ân, Mısır, 1972.

118- ez-Ziriklî, Hayruddîn, el-A'lâm Kamusu Terâcimi Eşher’r-Ricâl ve'l-Müstağrebîn ve 'l-Müsteşrikın, Beyrut, ts. [305]



[1] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: III-V.

[2] İbn Manzûr, Lisânu'l-'Arab, Bulak, 1200, VI, 361.

[3] er-Râğıb el-İsfahânî, el-Müfredât fi Garibi'l-Kur'ân, Mısır, 1963, s. 233. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 1.

[4] er-Râğıb el-İsfahânî, el-Müfredât, s. 5

[5] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 2.

[6] ez-Zerkânî, Menâhilü'l-İrfanfî 'Ulûmi'l-Kur'ân, Mısır, 1964,1, 473.

[7] Ebu'1-Bekâ, Külliyât, İstanbul, 1287, s. 188.

[8] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 2-3.

[9] İbrahim: 14/4.

[10] ez-Zerkânî, Menâhilü 'l-İrfân, I, 474.

[11] ez-Zerkânî, a.g.e., I, 474. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 3-4.

[12] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 4-5.

[13] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 5.

[14] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 5.

[15] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 5-6.

[16] ez-Zebîdî, Muhammed Murtazâ, Tâcu 'l-Arûs, Beyrut, 1966, VIII, 305.

[17] el-Cevherî, İsmail İbn Hammâd, es-Sıhâh, thk., Ahmed Abdulğafur Attâr, Mısır, 1956, V, 1928.

[18] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 6-7.

[19] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 7-8.

[20] Geniş bilgi için bkz. ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, I, 9-30. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 8.

[21] İsrâ, 17/29

[22] ez-Zerkânî, Menâhilu'l-İrfân, II, 8

[23] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 9-10.

[24] ez-Zehebî, a.g.e., I, 29-30.

[25] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 10.

[26] eş-Şâtıbî, el-Muvâfakât, II, 48

[27] ez-Zemahşerî, Cârullah Ebu'l-Kâsım Mahmûd b. Ömer, el-Keşşâf an Hakâikl'î-Tenzîl ve Uyûni'l-Akâvîl Fî Vucûhi't-Te'vîl, Mısır, 1966, II, 538-539.

[28] es-Serahsî, el-Mebsût, I, 37.

[29] ez-Zerkânî, a.g.e., II, 56-6. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 10-12.

[30] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 12.

[31] Kur'ân tercümelerinde yapılan hatalarla ilgili olarak bkz., Akdemir, Salih, Cumhuriyet Dönemi Kur'ân Tercümeleri, Ank.,1989.

[32] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 13-16.

[33] es-Serahsî, a.g.e., I, 37

[34] Hamidullah, Muhammed, Kur'ân Tarihi, İstanbul, 1993, s. 103-131. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 16-18.

[35] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 19.

[36] Abduh, Muhammed- Rıza, Reşîd, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Hakîm (Tefstru'l-Menâr), Mısır, 1372,1, 24-25.

[37] ez-Zerkanî, Menâhilü'l-İrfân, I, 478-479.

[38] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 19-20.

[39] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 20.

[40] Bakara: 2/37.

[41] A'raf: 7/23.

[42] ez-Zerkânî, a.g.e., I, 480; ez-Zehebî, a.g.e., I, 38.

[43] Mâide: 5/1.

[44] et-Taberî, Câmiu'l-Beyân, IV, 52; el-Beğavî, Hüseyin İbn Mes'ûd, Me'âlimu't-Tenzîl, II, 6; İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdu'l-Me'âd, II, 269; İbn Kesir, Tefsîr, II, 4.

[45] Târik: 86/2.

[46] et-Taberî, Câmiu'l-Beyân, XXX, 141; el-Beğavî, Mealim, IV, 472-473.

[47] Târık: 86/3.

[48] Bakara: 2/40.

[49] Mâide: 5/12.

[50] Mâide: 5/12.

[51] et-Taberî, a.g.e.,  I, 250-252; es-Sa'lebî, el-Keşf, I/vr. 24, a,b; Mealim, I, 24.

[52] A'râf: 7/12; Sâd: 38/71-76; İsrâ: 17/61.

[53] Hicr: 15/26, 28, 33.

[54] Hicr: 15/26, 28,33.

[55] Rahman: 55/14.

[56] ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, I, 39.

[57] ez-Zehebî, a.g.e., I, 40

[58] İsrâ: 17/93.

[59] İbn Teymiyye, Mukaddime fî Usüli't-Tefsir, Kuveyt, 1392, s. 37.

[60] ez-Zerkeşî, el-Burhân fî Ulûmi'l-Kur'ân, Mısır, 1972,1, 175.

[61] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 20-24.

[62] Mâide: 5/67.

[63] Nahl: 16/44.

[64] Cerrahoğlu, İsmail, Kur'ân Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Amiller, Ankara, 1968, s. 20.

[65] Nahl: 16/44.

[66] İbn Teymiyye, Mukaddime, s. 35.

[67] es-Sa'lebî, el-Keşfve'l-Beyân ân Tefsrul-Kur'ân, I, vr.5b.

[68] el-Hamevî, Mu'cemu'l-Udebâ, XII. 259.

[69] Yıldırım, Suat, Peygamberimizin Kuram Tefsiri, Önsöz, İstanbul, 1983, s. 13-14.

[70] es-Suyutî, Celaluddîn Abdurrahman, el-Hkân fî Ulûmi'l-Kur'ân, Beyrut, 1973, II, 174.

[71] ez-Zehebî, Muhammed Hüseyin, et-Tefsîr ve'l-Müressirûn, I, 49.

[72] ez-Zehebî, a.g.e., I, 153.

[73] et-Taberî, Câmi'u'l-Beyân 'an Tefsiri Âyâti'l-Kur'ân I/134.

[74] ez-Zehebî, a.g.e., I, 53-54.

[75] Buna dair misaller, Kur'ân'ın sahabeden gelen rivayetlerle tefsiri bahsinde işlenecektir.

[76] ez-Zerkeşî, el-Burhân, II, 56.

[77] ez-Zerkeşî, a.g.e., II, 156; es-Suyutî, a.g.e., II, 178; el-Hindî,

Muhammed Tahir İbn Ali, Tezkiretü'l-Mevdûât, s. 82.

[78] ez-Zerkeşî, a.g.e., II, 156

[79] Ahmed Emin, Duha'l-İslâm, Beyrut, 1935, II, 141.

[80] Ahmed Emin, Fecru'l-İslâm, s. 199.

[81] el-Leknevî, Ebu'l-Hasenât Muhammed Abdulhayy el-Hindî, er-Ref ve't-Tekmîl, Halep, 1968, s. 138-139,

[82] Bkz., Yıldırım, Suat, a.g.e., s. 139-145.

[83] Cerrahoğlu, İsmail, Yahya İbn Sellânı ve Tefsîrindeki Metodu,  s. 53.

[84] Misalleriyle birlikte bkz. Suat Yıldırım, a.g.e., s. 132-135.

[85] Yıldırım, Suat, a.g.e., s. 17-179.

[86] Yıldırım, Suat, a.g.e., s. 243.

[87] Misaller için bkz., Cerrahoğlu, İsmail, Kur'ân Tefsirinin Doğuşu, s. 22-44; Yıldırım, Suat, a.g.e., s . 246-278.

[88] Fatiha: 1/7.

[89] et-Tirmizî, Muhammed b.  İsa b.  Serve, es-Sünen,  Beyrut, ts., Tefsîru Sûre, I, 11; Ahmed b. Hanbel , Müsned,   Beyrut, ts., IV,

[90] Bakara: 2/238

[91] et-Tirmizî, Sünen, Mevakîtu's-Salât, 19; Müsned, I, 153; V, 12, 13, 22.

[92] En'âm: 6/193."

[93] Lokman: 31/13.

[94] el-Buhârî, Muhammed b. İsmail, el-Câmiu s-Sahîh, İstanbul, ts., V, 193.

[95] Enfâl: 8/60.

[96] Müslim b. el-Haccâc el-Kuşeyrî, Sahîhıt Müslim, thk., Muhammed Fuad Abdulbâki, İstanbul, ts., İmâre, 167;

[97] Kevser: 108/1.

[98] Ebû Davûd, Süleyman b. el-Eş'âs, Sünen, Beyrut, ts., Cihad, 23.

[99] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 24-33.

[100] Kıyâme: 75/17-19.

[101] ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, I, 33.

[102] es-Suyutî, el-İtkân, I, 176

[103] Malik İbn Enes, el-Muvaita, 1,205.

[104] es-Suyutî, Tenvîru'l-HavâlikŞerh 'âlâ Muvatfa-i Malik, 1,209.

[105] es-Suyûtî, el-İtkân, II, 76.

[106] Cerrahoğlu, Yahya İbn Selîâm ve Tefsîrindeki Metodu, s. 54.

[107] ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, I, 57-58

[108] ez-Zehebî, a.g,e.,l, 36 ez-Zehebî, a.g,e.,l, 36

[109] ez-Zehebî, a.g.e., I, 159-160.

[110] İbn Haldun, Mukaddime, s. 438.

[111] ez-Zehebi, a.g.e., I, 33.

[112] ez-Zehebî, a.g.e., 1,35-36.

[113] 'Abese: 80/31.

[114] el-Beğavî Meâlimü'l-Tenzîl, IV, 204.

[115] Nahl: 16/47.

[116] eş-Şâtıbî, Ebû İshâk İbrahim İbn Musa, el-Muvâfakât, II, 61.

[117] es-Suyutî, el-İtkân, I, 113.

[118] İbnu'1-Esîr, Usdıt'i-ĞabefîMa'rifeti's-Sahâbe, 111,262.

[119] eş-Şâtıbî, el-Muvâfakât, III, 256.

[120] ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn,  I, 62.

[121] Bakara: 2/136.

[122] el-Buhârî, el-Câmi'û's-Sahîh, Tefsîru'l-Kur'ân, Bakara: 2;106 107 V, 150.

[123] ez-Zehebî, a.g.e., 1,62.

[124] Şehhâte, Abdullah Mahmûd, Târîhu'l-Kur'ân ve't-Tefatr, s. 93-94t

[125] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 33-40.

[126] Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned, 1,378; İbn Mâce, es-Sünen, 11,791.

[127] ez-Zehebî, et-Tefsîrve'l-Müfessirûn, 1,100-114.

[128] ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, a.y.

[129] ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, a.y.

[130] ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, I, 118.

[131] el-Hamevî, Mu'cemu'l-Büldân, 11,415.

[132] ez-Zehebî, et-Tefstr ve'l-Müfessirûn,  I, 100.

[133] Cerrahoğlu, Yahya İbn Sellâm ve Tefsîrindeki Metodu, s. 59.

[134] ez-Zehebî, Tezkiretü'l-Huffaz, I, 92-93.

[135] ez-Zerkesî, el-Burhân, II, 158.

[136] ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, I, 128.

[137] ez-Zerkeşî, a.g.e., II, 158.

[138] İbn Hacer el-Askalânî, Tehzibu'l-Tehzîb, X, 43

[139] et-Tirmizî, el-Câmiu's-Sahîh, Kitabu't-Tefsîr, 2; V, 200.

[140] ez-Zerkeşî, a.g.e., II, 158.

[141] İbn Hacer el-Askalânî, Tehzîbü't-Tehzîb, X, 43

[142] et-Tirmizî, el-Câmius-Sahîh, Kitabu't-Tefsîr, 2; V. 200.

[143] ez-Zehebî, et-Tefsir ve'l-Müfessirûri, I, 128.

[144] İbn Teymiyye, Mukaddime,  s. 105.

[145] İbn Hacer, a.g.e., II, 198-199.

[146] et-Taberî, Câmiu'l-Beyân, I, 140.

[147] Bu eserler ve müellifleri için bkz., İbn Hallikân, Vefayâtü 'l-A yân, II, 3; es-Suyûtî, el-İtkân, II, 224-225..

[148] Şehhâte, a.g.e., s. 96.

[149] ez-Zerkeşî, el-Burhân, II, 59.

[150] Ateş, Süleyman, İşarî Tefsir Ekolü, Ankara, 1974, s. 58.

[151] Şehhâte, a.g.e., s. 96.

[152] Şehhâte, a.g.e., s. 190-191.

[153] Cerrahoğlu, Yahya İbn Sellâm, s. 59.

[154] ez-Zehebî, et-Tefsir ve 'l-Müfessirûn, 1,141

[155] et-Taberî'nin tefsirdeki metodu için bkz., Cerrahoğlu, "M. İbn Cerîr et-Taberî ve Tefsiri", İlahiyat Dergisi, Yıl. 1968, c. XVI.

[156] ez-Zerkânî, Menâhilü'I-İrfân,  I, 10.

[157] ez-Zerkânî, a.g.e., I. 500. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 40-51.

[158] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 51.

[159] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 52.

[160] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 52.

[161] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 53.

[162] ez-Zehebî, et-Tefstr ve'1-Müfessirün, I, 156-164. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 53-54.

[163] Bakara: 2/136.

[164] el-Buhârî, el-Câmiu's-Sahîh, Fadlu's-Sahâbe, 29; II, 163; Ebû Davûd, Sünen, İlm, 2, IV, 59; Ahmed İbn Hanbel, Müsned,   IV,

[165] ez-Zehebî, a.g.e., I, 168-169.

[166] el-Buhârî, el-Câmiu's-Sahîh, Cumua, II, 13.

[167] en-Nesâî, Sünen, Cumua, 111,114-115.

[168] Geniş bilgi için bkz., ez-Zehebî,  et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn. I, 165-200; Aydemir Abdullah, Tefsirde İsrailiyyât. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 54-56.

[169] ez-Zehebî, et-Tefsîrve'l-Müfessirûn, 1,201-203. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 56-59.

[170] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 59.

[171] A'raf: 7/33.

[172] Nahl: 16/44.

[173] et-Tirmizî, Sünen, Tefsîrul-Kur'ân, 1, (V, 199).

[174] et-Tirmizî, a.g.e., a.y.

[175] el-Beğavî, Mealim, I, 35.

[176] ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, I, 260.

[177] Bakara: 2/286.

[178] İbn 'Abdi'1-Berr, Ebû Ömer Yûsuf en-Nemerî el-Kurtubî, Câmiu Beyâni’l-İlm ve Fadlih, thk., Abdurrahman Hasan Mahmûd, Kahire, 1975, s. 313-314

[179] Tâha: 20/43.

[180] İsrâ: 17/59.

[181] ez-Zehebî, et-Tefsîrve'l-Müfessirûn, 1,258-259.

[182] ez-Zehebî, Mîzânu'l-İ'tidâl, 11,244.

[183] el-Beğavî, Me'âlimut-Tenzü, 1,403.

[184] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 60-65.

[185] Muhammed: 47/24.

[186] Sâd: 38/29.

[187] Nisa: 4/83.

[188] ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, I, 262-263. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 65-68.

[189] ez-Zehebî, et-Tefstr ve'l-Müfessirûn, 1,264-265. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 68-69.

[190] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 69.

[191] cez-Zehebî, et-Tefsîr ve't-Müfessirun, I, 205-224; Okçu, Abdulmecit, Kıraat Açısından Taberî ve Tefsiri (Basılmamış Doktora Tezi), Erzurum, 2000

[192] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 70-71.

[193] Geniş bilgi için bkz., Yazıcı, İshak, Ebu'l-Leys es-Semerkandî ve Tefsîrindeki Metodu (Basılmamış Dıktora Tezi), Erzurum. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 71.

[194] İbn Hallikân, Vefeyâtu'l-A'yân, I, 61; Yakut el-Hamevî, Mu'cemü'l-Udebâ, V, 37; es-Subkî, Tabakâtu'ş-Şâfıiyyeti't-Kübrâ, III, 23.

[195] Ateş, Süleyman, îşarı Tefsir Okulu (Basılmnamış Doçentlik Tezi), s. 96.

[196] es-Sa'lebî, el-Keşf, I, vr. 1 b-2 a.

[197] es-Sa'lebî, a.g.e.. I, vr. 2 b-5 a.

[198] es-Sa'lebî, a.g.e., I, vr. 5 b.

[199] A.g.e., I, vr. 5 b- 6 a.

[200] A.g.e., I, vr. 6 a-6 b.

[201] A.g.e., I, vr. 6 b-7 a.

[202] A.g.e., I, vr. 7 a.

[203] A.g.e., I, vr. 7 a- 8 b.

[204] A.g.e., I, vr. 8 b- 9 a.

[205] A.g.e., I, vr. 9 a- 10 a.

[206] ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirün, I, 223. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 71-74.

[207] el-Vahidî, el-Basît, I, vr. 4 a-b.

[208] el-Vâhidî, el-Basît, I, vr. 4 a-b.

[209] Lügat ve nahiv kaideleri için bkz., el-Vâhidî, el-Basît, I, vr. 249 a,b; 259 a, b.

[210] Bu husus için bkz., el-Basît, I, vr. 249 a-250 a; 279 b.

[211] Bu hadisler için bkz., el-Vasît, vr. 193 b, 330 b, 378 b, 379 b.

[212] 180 Hadisler için bkz., el-Vâhidî, el-Vasît, vr. 193 b, 303 b, 330 b, 378 b, 379 b. Beyazıd kütüphanesi, No: 284

[213] el-Vâhidî, el-Basît, I, vr. 6 b; Kıraatlar için bkz., el-Basît, I, 279 a.

[214] Nüzul sebepleri için bkz., el-Basît, I, 264 b, 259 b, 279 b.

[215] Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük Tefsir Tarihi, I, 426.

[216] Âyetleri kelime kelime tefsir ettiğine dair bkz., el-Vecîz, I, 3,4,5-

[217] el-Vahidî, el-Vecîz, 1,2.

[218] Nüzul Sebepleri için bkz., el-Vecîz, I, 50, 80, 84, 191-Hurûtu'l-Mukattaa için bkz., el-Vecîz, I, 3, 271, 361, 378

[219] el-Vahidî, el-Basît, I, vr. 6 b; Kıraatlar için bkz., el-Basit, I, 279 a.

[220] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 75-78.

[221] el-Beğavî ve tefsiri hakkında geniş bilgi için bkz., Eroğlu, Ali, Müfessir Beğavî, Hayatı ve Tefsîrindeki Metodu (Basılmamış Doktora Tezi), Erzurum, 1987. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 78-82.

[222] İbn 'Âtiyye hakkında geniş bilgi için bkz., Fayid, Abdulvehhâb. Menhecü İbn 'Âtiyye, Kahire, 1973, s.   129-267;  Eroğlu,  Ali, Müfessir Beğavî, Hayatı ve Tefsîrindeki Metodu, s. 282-299. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 82-84

[223] İbn Kesîr ve tefsîrindeki metodu hakkında geniş bilgi için bkz., İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, Mısır, ts., I, 3-6; ez-Zehebî, et-Tefsîrve'l-Müfessirûn, I, 242-247. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 84-85.

[224] ez-Zehebî, a.g.e., I, 251-254. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 85-86.

[225] Mehâsinü't-Te'vîl hakkında geniş bilgi için bkz., Bilmen, Tefsir Tarihi, II, 596-599; el-Kasımî, Mehâsinü't-Te'vîl (Mukaddime), I, 1-350. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 86-88.

[226] İbnu:l-Kıftî, Cemâluddîn Ebu'l-Hasan, İnbâhu'r-Ruvât, thk., İbrahim Muhammed, Kahire, 1986, III, 268; İbn Hallikân, Vefeyât, IV; 257; İbnu'1-İmâd, Şezerât, IV, 118-121.

[227] İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, III, 219.

[228] İbn Tağrîberdî, en-Nücû/nu'z'Zâhira, V, 274; el-Yâfiî, Mtr'atu'l-Cenân, Haydarabad, 1339, III, 269-271; İbnu'I-Cevzî, Cemâlüddîn Abdurrahman b. Ali b. Muhammed el-Kureşî, el-Muntazam fi Târihi'l-Mülûk ve'l-Ümem, Haydarabad, 1398, X, 112; ez-Zehebî, Tezkireni'l-Huffâz, IV, 76; İbnu'1-İmâd, Şezerâtu'z-Zeheb, Beyrut, ts., IV; 118-121; Kehhâle, Mu'cemu'l-Müellifin, XII, 186-187; ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûtı, I, 429-476; Ebû Mûsâ Muhammed Muhammed, el-Belâgatu 'l-Kur 'âniyye fi Tefsiri'z-Zemahşerî ve Eseruhafi Dirâsâti'l-Belâğiyye, Kahire, 1988; Sâvî, Mustafa el-Cüveynî, Menhecü 'z-Zemahşerî fi Tefsiri 'l-Kur 'ân İskenderiyye, ts. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 88-91.

[229] es-Subkî, Tabakât, IV, 285; el-Yâfiî, a.g.e., IV, 7-11; İbnu'1-İmâd, a.g.e., V, 21-22; en-Nücûmu'z-Zâhira, VI, 197-198

[230] Kramers, J. H., İslam Ansiklopedisi, Râzîmad., IX, 645-646.

[231] Kâtip Çelebî, Keşfü 'z-Zunûn, Iî, 1756.

[232] ez-Zehebî,  et-Tefsîr  ve'l-Müfessirûn, I, 291-296; Muhsin, Abdulhamîd, er-Râzî Müfessiren, Bağdat, 1974. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 91-94.

[233] es-Subkî, Tabakât, V, 59; İbnu'1-İmâd, Şezerâtu'z-Zeheb, V, 392-393; İbn Kesîr, el-Bidâye, XIII, 309; el-Yafiî, a.g.e., IV, 220; ez-Ziriklî, el-A'lâm, IV, 248-249; Kehhâle, a.g.e., VI, 97-98.

[234] el-Beydâvî, Nâsıruddîn, Envâru't-Tenzıl ve Esrâru't-Te'vîl, İstanbul, ts., I, 4.

[235] ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfeşsirûn, I, 296-304. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 94-96.

[236] Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, Ankara, 1988, II, 314-330; Çetiner, Bedreddin, Ebu'l-Berekât Abdullah İbn Ahmed en-Nesefî ve Medârikü't-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vîl Adlı Eseri (Basılmamış doktora tezi).

[237] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 96-98.

[238] el-Hâzin, Lübâbü't-Te'vîl, Kahire, 1375, I, 3, 373, 388, 391, 400, 404, 413; İbn Rafı es-Selâmî, el-Vefeyât, Beyrut, 1402/1982,1, 371; İbn Kadî Şühbe, et-Târîh, Dımaşk, 1994, II, 171; İbn Hacer, ed-Dürerü'l-Kâmine, III, 97-98; Dâvûdî, Tabakâtü'l-Müfessirîn, I, 422-423; İbnü’l-îmâd, Şezerât, VI, 131; Kâtip Çelebî, Kesfü'z-Zunûn, I, 453; II, 1169-1170, 1540, 1792; Îzâhu'l-Meknûn, I, 591; el-Bağdâdî, Hediyyetü'l-Ârifîn, I, 718; Serkîs, Mu'cem, l\809; Brockelmann, GAL, II, 133; Suppi, II, 135; Bilmen, Tefsir Tarihi, II, 547-548; Nâcî Ma'rûf, Târihti Ulemâi'l-Müstansıriyye, I, 246-250; Muhammed Hüseyin ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, Kahire, ts., I, 294-309; a. mlf., et-İsrailiyyât fi't-Tefsîr ve'l-Hadîs, Dımaşk, 1985, s. 160-166; Nüveyhiz, Mu'cemü'l-Müfessirîn, I, 379; Eroğlu, Ali, İslâm Ansiklopedisi, Hazin Maddesi. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 98-100.

[239] Geniş bilgi için bkz., Aydemir, Abdullah, Ebu's-Suûd Efendi ve Tefsirdeki Metodu, Ankara, ts.; ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, I, 345-352. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 101-102.

[240] Alûsî ve eseri hakkında geniş bilgi için bkz., Abdulhamîd, Muhsin, el-Âlûsî Müfessiren, Bağdat, 1986; İbn Âşûr, Muhammed el-Fadl, et-Tefsîr ve Ricâluh, Tunus, 1972, s. 169-207. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 102-104.

[241] Geniş bilgi için bkz., Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, I, 269-279.

[242] İbn Nedîm, el-Fihrist, s. 61-63.

[243] Bu eserler için bkz., İbn Nedîm, el-Fihrist, s. 53-58.

[244] Abduh, Muhammed- Rıza, Reşîd, Tefsîru'l-Menâr, 1990,1, 17-22. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 105-107.

[245] Geniş bilgi için bkz., Kırca, Celal, Kur'ân'a Yönelişler, Kayseri, 1993, s. 78-86; Albayrak, Halis, Tefsir Usulü, İstanbul, 1998, s. 104-105. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 107-108.

[246] Geniş bilgi için bkz., Güngör, Mevlüt, Kur'ân Tefsirinde Fıkhî Tefsir Hareketi ve İlk Fıkhı Tefsir, İstanbul, 1996, s. 47-59

[247] Bkz., Eroğlu, Ali, Müfessir Beğâvî, s. 14.

[248] Geniş bilgi için bkz., Güngör, Mevlüt,  Cessâs ve Ahkâmu't-Kur'ân'ı, Ankara, 1989.

[249] Ebû Bekr Îbnu'l-Arabî ve eseri hakkında geniş bilgi için bkz., Baltacı, Ahmed, Ebû Bekr İbnu'l-'Arabi'nin Tefsiri ve Tefsîrindeki Metodu (Basılmamış Doktora Tezi)., Erzurum, 1978.

[250] İlkiyâ ve eseri hakkında geniş bilgi i,çin bkz., Yıldırım, Zeki, Müfessir İlkiyâ el-Herrâsî'nin Ahkâmu'l-Kur'ân Adlı Eserine Göre Kıraat Farklılıklarının Hukuki Âyetlerin Tefsîrindeki Rolü (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Erzurum, 1990. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 108-109.

[251] Geniş bilgi için bkz., ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessîrûn, II, 336-383; Ateş, Süleyman, İşârî Tefsir Okulu, Ankara, 1974.

[252] Sofuoğlu, Mehmet, Tefsire Giriş, İstanbul, 1981, s. 346.

[253] ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'1-Müfessirûn, II, 377.

[254] Tâhâ: 20/12.

[255] Sülemî ve Tefsiri hakkında geniş bilgi için bkz., Ateş, Süleyman, Sülemî ve Tasavvufî Tefsiri, İstanbul, 1969.

[256] Nahcivânî'nin hayatı ve eseri hakkında geniş bilgi için bkz., en-Nahcivânî, Nimetullah b. Mahmûd, el-Fevâtihu 'l-îlâhiyye ve 7-Mefâtihu'l-Ğaybiyye, İstanbul, 1325/1907. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 110-111.

[257] Bakara: 2/22.

[258] er-Râzî, Fahruddîn, Mefâtihu'l-Ğayb, II, 102.

[259] Ğâşiye: 88/20.

[260] es-Suyûtî, Celâluddîn, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, Kahire, 1342, II, 261.

[261] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 112-114.

[262] el-Hûlî, Emîn, Kur'ân Tefsîrinde Yeni Bir Metod, trc, Mevlüt Güngör, İstanbul, 1995; Albayrak, Halis, Tefsir Usûlü, s. 110-111; Geniş bilgi için bkz., Jensen, J. J. G., Kur'ân'a Bilimsel-Filolojik-Pratik Yaklaşımlar, trc., Halil Rahman Acar, Ankara, 1993, s. 143-175. 

[263] Jansen, J. J. G., a.g.e., s. 143-148. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 114-115.

[264] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları:115-116.

[265] Watt Montgomeri, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, trc, Elhem Ruhi Fığlah, Ankara, 1981, s. 339. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 116.

[266] ez-Zehebî, Muhammed Hüseyin, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, II, 30-32.

[267] Geniş bilgi için bkz., Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, I, 421-447.

[268] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 116-118.

[269] Cerrahoğlu, a.g.e., 1,512-524.

[270] Şevkânî'nin tefsiri hakkında geniş bilgi için bkz., ez-Zehebî, et-Tefsir ve'l-Müfessirûn, II, 285-299; Cerrahoğlu, Tefsîr Tarihi, 508-525. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 118.

[271] Nisa: 4/10.

[272] Haricîlerin tefsir anlayışları hakkında geniş bilgi için bkz., ez-Zehebî, et-Tefsir ve'l-Müfessirûn, II, 300-335.

[273] Felsefî tefsir hakkında geniş bilgi için bkz., ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, II, 418-432. Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 118-119.

[274] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 119-120.

[275] Konulu tefsir hakkında geniş bilgi için bkz., es-Sebbâğ, Muhammed Lütfî, Tefsir Usûlü Araştırmaları, trc, Ömer Dumlu, İzmir, 1999; eş-Şerkavî, İffet Muhammed, el-Fikrü'd-Dînî fî Muvâceheti’l-Asr, Beyrut, 1979, s. 348-360; Kırca, Celal, İlimler ve Yorumlar Açısından Kur'ân'a Yönelişler, s. 289-293; Albayrak, Halis, a.g.e., s. 117-118.

[276] Gürbüz, Faruk, Kur 'ân 'da Denge Kavramı, İstanbul, ts..

[277] Kalın,  Faiz,  Kur'ân'da Zaman Kavramı  (Basılmamış Doktora Tezi), Erzurum, 2001

[278] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 120-121.

[279] el-Akk, Hâlid Abdurrahman, Usûlü't-Tefsîr ve Kavâiduh, Beyrut, 1994, s. 32.

[280] Nahl: 16/44.

[281] Aibayrak, Halis, Kur'ân'ın Bütünlüğü üzerine, İst.,1993, s. 47-48.

[282] Nahl: 16/44.

[283] Ebû Davud, Sünen, Beyrut, 1988, Sünne, 1, 11,610; et-Tirmizî, Sünen, Kahire, 1937, İlim,10, V,37; İbn Mace, Mukaddime, 2; I, 6.

[284] İbn Kesir, Ebû'1-Fidâ İsmail İbn Ömer, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, Mısır, ts., 1, 3.

[285] es-Suyûtî, Celalüddîn, el-İtkânfi Ulûmi'l-Kur'ân, Beyrut, 1973, I, 176.

[286] es-Suyûtî, a.g.e., 1,180.

[287] el-Beyhakî, Şuabu'l-îmân, Beyrut, 1990, II, 462.

[288] El-Ferra Yahya İbn Ziyad Meani’l Kur’an I,20; El Cahız Ebu Osman Amr İbn Bahr Kitabu’l Hayavan thk.., Abdusselam Harun, Beyrut, 1965.1,153; ez-Zemahşeri, el-Keşşaf, 1, 15-16.

[289] Tâhir İbn Âşûr. Tefsîru't-Tahrîr ve't-Tenvîr, Tunus, ts., 1,18.

[290] Tâhir İbn Âşûr, a.g.e., I, 20.

[291] eş-Şâtıbî, el-Muvafakât, Beyrut, ts. II, 64.

[292] Yûsuf: 12/2.

[293] Nahl: 16/47.

[294] eş-Şâtıbî, el-Muvafakât, II. 87-!

[295] es-Suyûtî, el-İtkân, I, 119; Attâr,' Ahmet Abdu'l-Ğafur, Mukaddimeni's-Sıhâh, Beyrut, 1984, s. 28.

[296] bkz., el- Akk, Usûlü 'l-Tefsîr ve Kavâiduh, s. 148.

[297] İbn Cinnî, Ebu'1-Feth Osman, el-Hasâis, thk., Muhammed Ali en-Neccâr, Beyrut, 1952,1, 284.

[298] el-Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed İbn Ahmed, el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'ân, Kahire, 1968,1, 34.

[299] Kılıç, Sadık, Yazılacak Tefsir Nasıl Olmalı? Yeni Ümit, Sayı: 25, İzmir, 1994, s. 19.

[300] Kılıç, a.g.m., s. 19.

[301] Kılıç, a.g.m., s. 22.

[302] Fazlu'r-Rahman, İslam ve Çağdaşlık, trc, Alpaslan Açıkgenç-Hayri Kırbaşoğlu, Ank., 1990, s. 75.

[303] Kılıç, a.g.m., s. 37.

[304] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 123-136.

[305] Doç. Dr. Âli Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi Ve Tefsir Anlayışları, Ekev Yayınları: 137-147.