b. Sahabe Tefsirinin Bağlayıcılığı
c- Sahabe Tefsirinin Belirgin Vasıfları
d. Tefsirde Temayüz Eden Sahâbîler
Kur'ân tefsirinin doğuşunda sahabe tefsirinin de önemli bir yeri var-ır- Çünkü sahâbiler Arap oldukları için Arap dilinin üslup ve inceliklini, Arap örf ve âdetlerini iyi bilen insanlardı. Aynı zamanda üstün r Jdrâk gücü ve sarsılmaz bir imana sahiptiler. Ayrıca onlar eski edeniyetlerin ve felsefi akımların tesirinden oldukça uzak yaşadıkları için zihinleri berrak ve dilleri fasihdi. Bundan dolayıdır ki, onlar, Kur'ân'ın maksat ve gayesini kavrayabiliyorlardı. Ancak anlayamadıkları ve açıklama ihtiyacı duydukları zaman da Resûlullah (sav)'a soruyor ve ondan doyurucu bilgiler alıyorlardı. Böylece sahâbiler yirmi küsur sene boyunca Kur'ân'ın inişini müşahede etmişler ve bu esnada meydana gelen olayları bizzat yaşamışlar ve kendi kudretleriyle ulaşamadıkları bilgileri de Hz. Peygamber'den nakil yoluyla alıp hem ilim, hem de imân konusunda belli bir olgunluğa erişmişlerdi. Her ne kadar Hz. Peygamber'in vefatıyla feyiz kaynakları kesildiği için söz konusu iki alanda da giderek bir zayıflık baş göstermeye başlamışsa da, Kur'ân'ın manasını anlama hususunda yine de insanların en kudretlisi onlardı[1].
Ancak şurası da bir gerçek ki, sahâbilerin hepsinin Kur'ân'ı aynı seviyede anladıklarını söylemek mümkün değildir. Çünkü onlar hem zekâ hem de ilmi elde etme imkânları bakımından farklıydılar. Meselâ, Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah İbn Abbâs ve Hz. Âişe gibi Kure'yş'in önde gelen ailelerine mensup olup, Arap dilinin üslup ve inceliklerini, eski Arap şiirini, Arap örf ve geleneklerini çok iyi bilenlerin yanında, kültür ve sosyal imkânlar bakımından bunlardan daha zayıf olanlar da vardı. Hatta bunlar arasında Selmân-ı Fârisi (Öİ.36/656) ve Bilâl-i Habeşî (öl.20/641) gibi Arap olmayan unsurlar bile mevcuttu[2]. Bütün bunlara rağmen sahabenin ortaya koymuş olduğu tefsir kültürü, Kur'ân tefsirinin gelişmesi ve zenginliği açısından çok önemli bir yere sahiptir. Bu genel girişten sonra sahabe tefsirini, bazı yan başlıklar altında incelemeye çalışalım. [3]
Hz. Peygamber (sav)'in vefatından sonra Kur'ân'ı tefsir etme durumunda kalan sahâbîler, herhangi bir âyeti tefsir ederken öncelikle Kur'ân'a, sonra da Resûlullah (sav)'ın sünnetine başvuruyorlardı. Her iki kaynakda da aradıklarını bulamazlarsa, o takdirde kendi içtiha larıyla tefsir ederlerdi. İçtihadî tefsirlerinde de genel olarak ya
da din olgusuna çok önem verirlerdi. Zira Kur'ân, kendi ana dilleriyle nazil olduğu için onun lafız ve terkiplerini ve bu terkiplerin inceliklerini elbetteki Peygamber (sav)'den sonra en iyi bilenler onlardı. Bu bakımdan sahâbiler yapmış oldukları dil tahlilîeriyle[4] Kur'ân'ı, daha sonraki nesillere ışık tutacak şekilde tefsir etmişlerdir.
Bunun dışında ashâb âyetleri, nüzul sebeplerini zikretmek, Kur'ân'ın nâsih ve mensûhuna yer vermek suretiyle açıklama cihetine gitmiştir. Onlar bazen de âyetleri ya tahsis yoluyla ya da tarihi bir yöntemle tefsir etme yolunu seçmişlerdir[5]. Meselâ,
"Allah'ın nimetini nankörlüğe çevirenleri görmedin mi?..."[6] âyetini İbn abbâs, "Onlar Mekke kâfirleridir" diyerek tahsis etmiştir[7].
"Hani onlar size üstünüzden ve alt tarafınızdan gelmişlerdi. Gözler kaymış, yürekler hançere'ye dayanmıştı..."[8] âyeti hakkında da Hz. Âişe, "Bu olay Hendek gününde meydana gelmişti"[9] demek suretiyle bahis konusu nassın anlattığı o şiddetli ve korkulu hâdisenin meydana geldiği tarihe işaret edip âyeti açıklamak istemiştir[10].
Ancak sahabe arasındaki zekâ, anlayış ilim ve kültür farklılığı, ayrıca sahâbilerden bir kısmının daima Hz. Peygamber'in yanında bulunma imkânına sahip olması, nüzul sebepleri, örf, âdet ve gelenekleri iyi bilenlerle bilmeyenler arasındaki farklılıklar, sahâbiler arasında azda olsa bazı ihtilâflara sebep olmuş[11] âyetleri anlayışta içtihâd görüş ayrılıklarını meydana getirmişti. [12]
Sahabe sözlerinin bağlayıcı olup olmadığını ortaya koyabilmek için önce bu sözlerin hadis usûlü açısından değeri üzerinde durmamız gerekmektedir. Kaynakların verdiği bilgilere göre sahabe sözleri ya merfû hadis hükmündedir veya mevkuf haberdir. Eğer sahâbilerin yapmış oldukları tefsirler, âyetlerin nüzul sebepleri, mübhemâtu'l-Kur'ân, nâsih mensûh veya muğayyebatla ilgili olup üzerinde içtihad etme ve fikir yürütmenin mümkün olmadığı bir alana ait ise, bunlar merfû hükmünde haber kabul edilmişlerdir[13]. Fikir yürütülmesi ve içtihâd edilmesi mümkün olan alanlara ait olmakla birlikte yalnızca sahâbîlerin kendi bilgi birikimlerine dayanan haberlere de "mevkuf hadis" ismi verilmiştir[14]. Buna göre sahabeden nakledilen merfû hükmündeki haberlerin bağlayıcılığı konusunda ilim adamları arasında fazla bir ihtilâf söz konusu değildir. Bundan dolayı İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu, bu nitelikteki sahabe sözlerini hüccet olarak kabul etmektedir[15]. Çünkü bu nevi rivayetler ya sahabenin müşahedesine ya da semâma/işitmesine dayanmaktadır. Yani ya herhangi bir sahâbî gördüğü bir olayı anlatmaktadır ya da bir başka sahâbiden duymuş olduğu bir haberi nakletmektedir. Sahabenin adaleti de kitap, sünnet ve icmâ ile sabit olduğuna göre, o takdirde söz konusu tarzdaki haberlere tefsirde itimat etmemek için hiçbir sebep yoktur. Kaldı ki bu haberler, az önce de belirttiğimiz gibi görüş beyân etmenin veya içtihadda bulunmanın mümkün olmadığı tn alana aittir. O bakımdan merfû hükmündeki sahabe sözlerini tefsirlerinde kullanmayan müfessirlerin kendi görüşleriyle âyetleri açıklamay kalkışmaları durumunda isabet şansları yok gibidir. Kısacası bu nitelik teki haberler hem bağlayıcıdır, hem de onları delil olarak kullanmada zorunluluk vardır[16].
Mevkuf haberlere gelince bu hususta da şunlar söylenebilir. Az önce Ae ifade ettiğimiz gibi, mevkuf haberler sahâbîlerin bilgi birikimine dayanan ve içtihadın mümkün olduğu alanlara ait haberlerdir. Bu yüzden söz konusu nitelikteki beyanların bağlayıcılığı konusunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. İslâm bilginlerinin bir kısmına göre sahâbîlerin mevkuf haberlerini almak vacip değildir. Çünkü onların bu tür rivayetleri içtihada dayanmaktadır. Müçtehid de doğruyu bulabileceği gibi hata da yapabilir[17]. Buna mukabil bir grup ilim adamı da mevkuf hadislerin tefsirde kullanılmasının gerekli olduğu görüşündedir. Çünkü sahâbilerin, söz konusu bilgileri, Hz. Peygamber'den işitmiş veya sorup Öğrenmiş olma ihtimalleri vardır. Ayrıca nakledilen bu haberler herhangi bir sahâbinin kendi görüşü de olsa, onların isabet şansları daha fazladır. Çünkü Kur'ân, onların diliyle inmiştir ve yirmi küsur yıl boyunca Hz. Peygamber'den bilgi ve feyz almışlardır. Bu yüzden Kur'ân'i Resûlullah (sav)'tan sonra en iyi bilenler onlardır[18].
Kısacası nüzul sebepleri, Kur'ân'ın müphemleri ve âhiret ahvâli gibi içtihâd edilmesi mümkün olmayan konularda sahabe tefsiri bağlayıcı, yani delil olarak kullanılması gereklidir. Ancak içtihâd edilmesi ve fikir yürütülmesi mümkün olan ve aynı zamanda Resûlullah (sav)'a herhangi bir yolla isnâd edilmeyen yerlerde ise, Ebû Hanîfe'nin de içinde bulunduğu[19] çoğunluğun kanaatine göre sahabe tefsiri tercih sebebi olmakla birlikte bağlayıcı değildir[20].
yapmış olduğu tefsirin temel niteliklerini şöylece sıra- mümkündür:
1. Sâhâbilerin tefsirdeki en önemli özellikleri, âyeti âyetle, nüzul sebepleri ve Hz. Peygamber'den işitmiş oldukları açıklamalarla tefsir etmeleridir.
2. Sahâbîler Kur'ân'ı âyet âyet baştan sona tefsir etmiş değillerdir. Çünkü onlar, Kur'ân'm tümünü tefsir etmeye ihtiyaç duymuyorlardı. Bu yüzden yaptıkları açıklamalar, manası kapalı ve zor anlaşılan lafızlarla sınırlı idi.
3. Kur'ân'ı açıklarken sahabenin yaptığı tefsir daha çok garip lafızlarla ilgili kısa açıklamalardan ibaretti. Yani onlar, ekseriya icmali anlamla yetinmişlerdir.
4. Zaman zaman sahâbîler arasında bir kısım ihtilâflar ortaya çıkmıştır. Ancak bu ihtilâflar tezat ihtilâfı olmaktan ziyade tenevvü/çeşitlilik ihtilâfı idi. Kılıç için, "mühenned", "seyf" ve "sârim" denilmesi gibi.
5. Ahkâm âyetlerini geniş bir tahlile tâbi tutarak hüküm istinba-tmda bulunmuş değillerdir.
6. Yaptıkları açıklamalar kendi dönemlerinde henüz tedvin edilmemişti. [21]
es-Suyûtî, başta Hülafâ-i râşidîn olmak üzere tefsirde şöhret bulmuş sahâbî müfessirleri şöyle sıralamaktadır:
1. Hz. Ebû Bekr (Öİ.13/634).
2. Hz. Ömer (Öİ.23/644).
3. Hz. Osman (ÖI.35/655).
4. Hz. Ali (Öİ.40/660).
5. Abdullah İbn Abbâs (Öİ.68/687)[22].
6. Abdullah İbn Mes'ûd (Öİ.34/654).
7. Ubeyy b. Ka'b (Öİ.30/650).
8. Zeyd b. Sabit (Öİ.45/665).
9. Abdullah
b. Zübeyr (Öİ.73/692).
10. Ebû Musa el-Eş'arî (Öİ.44/664).
Ancak ilk üç halife Resûlullah'm vefatından sonra fazla uzun Ömürlü olmadıkları için, Hz. Ali kadar tefsirde şöhret sahibi olamamışlardır[23]. Dolayısıyla Hz. Ali, halifeler içerisinde Kur'ân'm tefsiriy-le en çok ilgilenen ve bu konuda en geniş bilgiye sahip olanıydı. Bir konuşmasında şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Bana Allah'ın kitabından sorunuz. Allah'a yemin ederim ki, Kur'ân'daki her âyetin nerede nazil olduğunu, gece mi? gündüz mü? ovada mı? dağda mı? indiğini mutlaka bilirim”[24].
Diğer sahâbiler içerisinde de tefsirle ilgili yapılan nakil ve dirayet açısından ilk sırayı Abdullah İbn Abbâs almaktadır[25]. Kendisine isnâd edilen rivayetlerin çokluğu ve çeşitliliği onun ilminin genişliğini ve derinliğini ortaya koymaktadır. Bu yüzden olmalı ki, İbn Mes'ûd onun hakkında: "Evet İbn Abbâs Kur'ân'm tercümanıdır" demiştir[26]. Hz. Ömer de, kendisine bir âyetle İlgili soru sormak üzere gelen Amr b. Habeş'e: "Allah'ın peygamberine inzal ettiği Kur'ân'i en iyi bilen İbn Abbâs'tır" diyerek, sorusunu ona sormasını tavsiye etmiştir[27]. İbn Abbâs'tan sonra da tefsirde adından en çok söz ettiren sahâbi, İbn Mes'ûd ve Ubeyy b. Ka'b'tır. [28]
[1] Cerrahoğlu, İsmail, Kur'ân Tefsirinin Doğuşu, s. 46.
[2] Bkz. Gümüş, Sadreddin, Kur'ân Tefsirinin Kaynaktan, s,
60.
[3] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 289-290.
[4] Söz konusu tahliller içerisinde eski arap şiiriyle
istişhâd edildiği de ifade edilmektedir. Bu konuyla ilgili olarak özellikle İbn
Abbâs'ın isminden söz edilir. Hatta rivayete göre kendisim imtihan etmek
maksadıyla soru soran Nâfi b. el-Ezrak (öl.65/684)'ın sorduğu her kelimeyi İbn
Abbas beyt okuyarak cevaplandırmıştır. Bkz. el-Enbârî, EbÛ Bekr, Kitâbu
izâhil-vakf ve'l-ibtidâ, Dımaşk, 1390/1971, s. 76-98.
[5] Cerrahoğlu,
İsmail, Tefsir Usûlü, s. 235; Gümüş, Sadreddin, Kur'ân Tefsirinin Kaynaklan, s. 66
[6] İbrahim 14/28.
[7] Mehâyirî, Ahmed Salih, Tefsiru Süfyân b. Uyeyne, Riyad
1983, s. 280.
[8] el-Ahzâb 33/10.
[9] et-Taberî, el-Câmiu'l-beyân, XXI, 82.
[10] Gümüş, Sadreddin, Kur'ân Tefsirinin Kaynakları, s. 71.
[11] Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, 1,89.
[12] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 290-292.
[13] es-Suyûtî, Tedrîbu'r-râvî, I, 192; Mennâu'l-Kattân,
Mebâhis, s. 337. Merfu hadis hakkında geniş bilgi için bkz. Subhî es-Sâlih,
Hadis ilimleri, s. 175 vd.
[14] Geniş bilgi için bkz. Subhî es-Sâlih, Hadis İlimleri,
s. 175 vd.
[15] eş-Şâtibî, el-Muvâfakât,W, 41.
[16] Ez-Zehebi et-Tefsir vel-müfessirun I,95;Gümüş
Sadreddin Kur’an Tefsirinin Kaynakları ,s.77.
[17] Ez-Zehebi et-Tefsir vel-müfessirun I,95
[18] Gümüş Sadreddin Kur’an Tefsirinin Kaynakları ,s.77-78.
[19] Bkz. Ez-Zehebi et-Tefsir vel-müfessirun ,I,128.
[20] Gümüş Sadreddin Kur’an Tefsirinin Kaynakları ,s.79
Doç. Dr. Muhsin Demirci,
Tefsir Usulü ve Tarihi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı
Yayınları: 292-293.
[21] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 293-294.
[22] Abdullah İbn Abbâs'a isnâd edillen iki tefsir söz
konusudur. Bunlardan biri, talebesi Ali b.Ebi Talha(öl.143/760)’nın yazmış
olduğu “Sahifetu Ali b.Ebi Talha”isimli eser,diğeri de,el-Firuzabadi
(öl.817/1414)’nin İbn Abbas’a dair çeşitli tefsirlerden toplayarak meydana
getirdiği "Tenvîru'l-mikbâs min tefsiri adlı kitaptır.
[23] es-Suyûtî, el- İtkân,, II, 239
[24] es-Suyûtî, el-İtkân, II, 239.
[25] İbn Abbâs hakkında geniş bilgi için bkz. Cerrahoğlu,
İsmail, Tefsir Tarihi, I, 103-113; Tefsir Usûlü, s. 239-242.
[26] ez-Zehebî,
Şemsuddin, Târîhu'l-lslâm ve
tabakâtu'l-meşâhîri ve'l-a'lâm,
Kahire 1367, III, 30-31.
[27] İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî temyizi's-sahâbe,
Mısır 1358/1939, III, 324.
[28] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 294-295.