Tefsirde Dirayet Metodu
Mustafa Çetin
Zemzem Yayınları
3. Tefsir ve Te'vil Kelimelerin Manası:
1. TEFSİR HAREKETLERİNİN BAŞLAMASI
TEFSİR HAREKETLERİNİN BAŞLAMASI VE GELİŞMESİ
Kur'an-ı Kerimde Akıl ve Tefekkür:
1- Hz.Peygamber Devri Tefsir Hareketleri:
Sünnetin Kur'anı Beyan Vecihleri
a. Kur'andakî mücmelleri beyan:
2. Sahabe Devri Tefsir Hareketleri
a. Sahabe Devrinde Dirayet ve İctihad:
b- Sahabe'nin Dirayet Tefsiri:
Ba. Namaz Vakitlerinin Bildirilmesi:
Bb. Sahabenin Tavsiyesi Üzerine Hz. Peygamberin Mühür Edinmesi:
ca-Abdullah İbn Mes'ud ve Tefsirdeki Yeri:
İbn Mes'ud'dan Gelen Tarikler:
cb. Übey b. Ka'b ve Tefsirdeki Yeri:
3. Tefsir Sahasında Übey b. Ka'b'dan Rivayetler ve Sıhhat Dereceleri:
cc. Abdullah ibn Abbas (r.a.) ve Tefsirdeki Yeri:
İbn Abbasdan Gelen Rivayetler ve Bunların Sıhhat Dereceleri:
3- Tabiun Devrinde Tefsir Hareketleri:
A- Tabiun Devrinde Akli Faaliyet:
bb- Mücahid b. Cebrel-Mekki (Ö.103/722):
aa. Ebü'l-Alîye er-Riyahi (er-Ribahi)< ,93/711):
bb. Muhammed b. Ka'b el-Kurazi (Ö. 108/726):
cc-Zeyd b. Eşlem (Ö. 136/753) :
cc-el-Hasenü'l-Basrî (110/728):
4 - Tedvin Devri ve Sonraki Devirlerde Tefsir Hareketleri
b-Tefsirin Geçirdiği Safhalar :
c- Dirayet Tefsirinin Tekâmülü :
I- DİRAYET TEFSİRİNİN MÂHİYETİ VE ESASLARI
1- Dirayetin Mânası ve Çeşitli Anlamları:
2- Dirayet ve Rivayet Tefsirinin Münâsebet ve Farkları:
4- Dirayet Tefsirinde Alimlerin Görüşleri:
a) Dirayet Yoluyla Yapılan Tefsiri Yasaklayanların Delilleri:
b) Dirayet Yoluyla Yapılan Tefsire Cevaz Veren Deliller:
5- Dirayet Tefsirinin Esasları:
a) Müfessirin uzak duracağı hususlar:
b- Müfessirin Bilmek Mecburiyetinde Olduğu İlimler:
c. Müfessirin tefsirinde Uygulayacağı Metod:
Dirayette Tercih Kanun(Kural)ları:
Rivayet ve Dirayet Tefsirinin Tearuzunda Tercih Kanunları:
II- BAZI EHL-İ SÜNNET MÜFESSİR VE TEFSİRLERİ:
b- Tefsiri "Te'vilatü'l-Kur'an:
Matüridi Tefsirinin Hususiyetleri:
2- Fahruddin Er-Razi Ve Tefsiri
b- Tefsiri, "et-Tefsiru'l-Kebir veya Mefatihu'l-Ğayb":
SURELER VE AYETLER ARASINDAKİ TENASÜB VE İNSİCAM:
b-Tefsirî: "Tefsiru'l Kur'ani'l Hakim" veya "Tefsiru'l-Menar":
III-MUHTELİF FIRKA MÜFESSİRLERİ VE TEFSİRLERİ
a. Umumî Olarak Hususiyetleri:
b. Mutezîli Müfessir ve Tefsirleri:
a. Umumi olarak hususiyetleri:
b- Bazı İmamiyye Müfessirleri ve Tefsirleri:
C- Bazı Zeydi müfessirleri ve Tefsirleri:
a. Umumi Olarak Hususiyetleri:
b- Bazı Harici Müfessir ve Tefsirleri:
4. Zamanınızdaki İlhadi Tefsir Hareketi
5. Zamanımızdaki İlmi Tefsir Hareketi
Kur'an-ı Kehm'i ilk defa tefsir edip açıklayan Hz. Peygamberdir. Daha sonra da bu vazifeyi sahabe ifa etmiştir. Bu açıklamalar rivayetler halinde sahih olarak zamanımıza kadar gelmiştir. Akla ve ilme büyük önem veren ve meseleleri prensip olarak halleden Kur'an-ı Kerim'in dirayet yoluyla da tefsir edildiğini görüyoruz.
Hayli zamandan beri, Kur'an-ı Kerim'in manalarının akıl ve muhakeme yoluyla nasıl anlaşıldığını merak etmekte ve dirayet tefsirinin esaslarının neler olabileceği üzerinde düşünmekteydim.. Bu konuda Türkçe'de müstakil bir eserin bulunmayışı da benim böyle bîr çalışma yapmamda amil oldu. Bu sebeple doktora tezi olmak üzere, "Tefsirde Dirayet Metodu" konusunu araştırmaya karar verdim.
Bu konu İki bölümde ele alınıp incelenmiştir.
Birinci bölümde: Tefsirin geçirdiği safhalar kısaca gözden geçirilerek, dirayet tefsirinin Asr-ı Saadet'e kadar dayandığı tesbit olunmuş; Hz. Peygamberin, sahabe, tabiun ve tedvin devri müfessirlehnin tefsirlerinden örnekler verilmiştir.
İkinci bölümde ise, önce dirayet kelimesinin kapsadığı anlamlar üzerinde durulmuş bu metodia Kur'an-ı Kerim'in tefsir edilip edilemeyeceği hususundaki tartışmalar ortaya konmuştur.
Müteakiben dirayet metodu ile tefsir yazan ehl-i sünnet müfessirlerinin görüşleri belirtilmek üzere eserlerinden örnekler verilmiştir. Ayrıca okuyucunun mukayese yapabilmesi için bazı muhtelif fırka müfessirlerinin tefsirlerinden de bahsedilmiştir.
Tefekkür, _ araştırma ve yeni problemlerin çözümlenmesi için, ayetlerden hüküm istinbattnda bulunulmasını emir ve tavsiye eden deliller ışığında Kur'an-ı Kerim'in kanaatımca dirayet metodu ile tefsir edilmesi gerekmektedir.
Bu tez hazırlanırken gereken dikkat gösterilmeye çalışılmıştır. Bununla birlikte gözden kaçan bazı hususlar bulunabilir. Yapıcı tenkidlerin eserin olgunlaşmasında yararlı olacağında şüphe yoktur.
Çalışmalarım esnasında yardımlarını esirgemeyen değerli hocam Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu'na teşekkürlerimi arz ediyorum.
Bu eser Kur'an-ı Kerim'i anlama gayreti gösteren değerli araştırıcılara yararlı olabilirse bundan mutluluk duyarız.
Mustafa ÇETİN[1]
İnsanı yaratan ve hayat sahasına çıkaran Allah Teala, akıl vermek suretiyle onu hayvanlardan ayırmış ve üstün bir varlık haline getirmiştir. Hatta kainattaki herşeyi, insanın emrine ve istifadesine vermiştir. Onun, aklı ile maddi ve manevi herşeyden yeteri kadar faydalanması icabetmek-îedir. Yaratılıştan bu güne kadar, bunu gerçekleştiren bahtiyar insanlar ve milletler olduğu gibi, gerçekleştiremeyenler de olmuştur.
Büyük yaratıcı, İnsana akıl vererek, onun yalnız bu nimet sayesinde huzur ve saadete ulaşmasını mümkün görmemiştir. Çünkü insan aklı, bir noktaya kadar sınırlıdır.
İnsanların durumunu onlardan daha iyi bilen Allah Teala, zaman zaman seçtiği üstün kişileri, peygamber olarak görevlendirmiş, bu mümtaz vasıflı elçileri aracılığıyla "Mukaddes Kitaplarını göndermiş, dünya ve ahirette saadet ve selamete u-laşmanın esaslarını göstermiştir.
İlk peygamber Hz. Adem'den son peygamber Hz. Muhammed (S.A.V)'e kadar pek çok Aüah elçisi gelmiş, onların tebliğ ettiği hakikatlere uyanlar, dünyada huzura, ahirette ebedi saadete kavuşmuşlardır.
En son ilahi Kitap olan ve Hz. Peygamber'e indirilen Kur'an-ı Kerim, ışıklarını cihana yaymağa başladığı andan itibaren, kıyametin kopmasına kadar, istisnasız bütün insanlığa rehber olarak gönderilmiştir. O, Arapça olduğu halde yalnız Arapların kitabı değil, bütün beşeriyetin kitabıdır.
Şimdi önce, Allah kelamı olan Kur'anın tarifini yapacak, arkasından onun anlaşılmasının lüzum ve önemini, tefsire duyulan ihtiyacı izah edecek, daha sonra tefsir ve te'vil kelimelerinin lügat ve ıstılah manalarını, tefsir çeşitlerini belirterek,dirayetin ifade ettiği anlamları açıklayacağız.[2]
Kur'an-ı Kerimin muhtelif vasıfları ve yönleri dikkate alınarak çeşitli tarifleri yapılmıştır. Bunlardan birisi şöyledir: Kur'an-ı Kerim, Hz. Peygambere vahiy yoluyla indirilmiş, mushaflarda yazılmış, tevatürle nakledilmiş, tilavetiyle taabüd olunun muciz (eşsiz) bir kelamdır[3]. Tarifde görüldüğü gibi, Kur'an-ı Kerim ilahi vahye dayandığı için bir hidayet ve icaz kitabıdır. Onun gayesi insanlara doğru yolu gösterip oniann yalnız Allah'a kul olmalarını temin etmek, sapık ve yanlış yollara giderek cehalet karanlıklarında boğulmalarını önlemektir. O, kendisinin muciz bir kefam olduğunu her yönüyle ispatlamaktadır. Onun eşsizliği ilmi yönden de sabittir.[4]
Kur'an-ı Kerim pek çok konularda belli prensipler koymuştur. Kur'an, herhangi ilmi bir eser gibi meselelerin teferruatına dalmaz. Sadece umumi esaslar vazeder ve bazen de konulara işaret etmekle yetinir. Kur'anda edebi sanatlar da vardır. Ondaki dini hakikatler, ilmi kaide ve mantık prensipleriyle çözülemez. Eğer bu hakikatler ilmi kaidelerle çözülmüş olsaydı, dinin karakterine lüzum kalmaz, onları öğretim yoluyla öğrenir ve öğretebilirdik[5].
Kitabullahın vasıfları ve yüceliği hakkında söylenmiş ve söylenecek sözlerin en beliğ ve veciz olanları, bizzat Cenab-ı Hak ve O'nun Rasulü tarafından söylenmiştir. Bunların bazıları:
"Bu doğruluğu şüphe götürmeyen ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren kitaptır"[6]. "Doğrusu bu Kur'an en doğru yola götürür"[7] "Bu Kutlan, ayetlerini iyice düşünsünler, temiz akıl sahipleri ibret alsınlar diye sana indirdiğimiz feyiz kaynağı bir kitaptır"[8] "...sana da, insanlara gönderileni açıklayasın diye Kur'an'ı indirdik. Belki düşünürler"[9]
Bu ayetler, Kur'anın insanlığa ışık tutan bir kitap olduğunu, dünya ve ahirette huzur ve saadete ulaşmanın yollarını gösterdiğini, onun beşeriyete anlatılması gerektiğini ifade etmektedir.
Hz. Peygamber de bir gün, "İstikbalde fitneler kopacaktır", buyurunca; kendisine, bu fitnelerden kurtuluş çaresinin ne olduğu sorulduğunda, "Allah kitabı Kur'andır" cevabını vermiştir. Hz. Peygamber sözüne devam ederek, "Onda sizden öncekilerin tarihi, sonrakilerin haberi ve aranızdaki meselelerin hükmü vardır..."[10] ifadeleriyle Kur'anın vasıflarını anlatmıştır.
İşte bu delillerden de anlaşılıyor ki, Kur'anı Kerim beşeriyete lazım olacak hükümleri ve ilimleri remzen şümulüne almaktadır.Hiç şüphesiz, bu hakikatlerin anlaşılması, kapalı kalmaması ve onlardan insanların İstifade etmesi lazımdır. Gerçekten o, kendisini bütün insanlığa duyurmak ve anlatmak için nazil olmuştur Ancak onun manalarını ihata olunup bitirilemez[11]. Onun anlaşılıp gereği gibi yaşanabilmesi için de tefsir edilmesi icabetmektedir.
Kurbanda, iyi Arapça bilenler için hiç tefsire ihtiyaç hissettirmeyecek kadar açık manalı ayetler olduğu gibi, manası açık olmayan ayetler de vardır. Açık manalı (muhkem) olanlarda dahi, birbirine nazaran; takrir, takyid, tebyin ve istisna gibi münasebetlerini gözetmek lazımdır. Arapça bilmeyenler için ise, Kur'anın her kelimesini izah ve tefsir etmek icabeder[12]. Manası açık olmayanlar (müteşabih)'a gelince, onların açıklanması hususunda yardımcı birçok ilimler vardır. Allah Teala onların hepsini insanlara bildirmemiştir. Bir kısmını yalnız kendisi bilir, bir kısmını da, insanların anlayışına bırakmıştır. Şu kadar var ki, müfessirin muhtaç olduğu ilimlerle mücehhez olmayan kimselerin tefsire girişmesi doğru değildir. Bu konuda geniş izahat, "Dirayet Tefsiri" bölümünde gelecektir.
Kur'an'ın Arap dilinde nazil olmasıyla da, onun hepsini bütün Arapların anlaması gerekmez. Zira bir kitabı anlayabilmek İçin, o kitapta kullanılan dilden başka, aklen ve kültür bakımından da, o kitabın seviyesine ulaşmış olmak şarttır[13]. Allah, zamanla insan aklını tekamül ettirerek, hakikatten öğretmektedir. Bu sebeble, kimse muayyen bir zamanda, Kur'andaki meknuz hakikatları anladığını iddia e-demez. Akıllar kemale erdikçe, Kur'anın ilham ettiği hakikatlar daha iyi anlaşılır[14].
Allah Tealanın yaratıklarına kendi dillen ile, hitap ettiği malûmdur. Bu sebeple her peygamberi kendi kavminin dili ile göndermiş ve indirdiği kitapları da o dille inzal etmiştir. Hz. Peygamberde de durum aynıdır. Bununla beraber, aşağıda zikredilecek sebeplerden dolayı yine de tefsire ihtiyaç duyulmuştur. Önce şunu kaydedelim ki, beşerden kitap yazan herkes, şüphesiz onu şerhsiz olarak bizzat anlaşılsın diye yazmıştır. Böyle olduğu halde, şu üç sebepten dolayı tefsir ve şerhlere ihtiyaç vardır;
1. Müellifin faziletlerinin üstünlüğüdür. Zira o, ince manaları veciz lafızda toplar. Bu sebeple, maksadının anlaşılması bazen güç olur. O takdirde de, şerh yardımı ile gizli manaların meydana çıkarılması İstenir. Nitekim, bazı alimlerin kendi eserlerine yaptıkları şerhler, başkalarının aynı eserlere yapmış oldukları şerhlerden maksada daha ziyade delalet eder.
2. Müellifin, meselenin bazı mukaddimelerini hazf, yahut vuzuhlarına itimat ederek veya başka bir ilimden olmaları sebebiyle onların şartlarını terketmiş bulunmasıdır. Bu bakımdan sarih mahzufların nevi ve derecelernin beyanına muhtaç oiur.
3. Lafızların, mecaz, müşterek ve iltizamı delalette olduğu gibi bir çok manalara ihtimali bulunmasıdır. Bu takdirde sarih müellifin maksadını ve tercihini beyan etmeğe muhtaç olur.
Bazen de, tasniflerde hiç bir beşerin uzak kalamıyacağı unutma, yanılma, bir şeyi tekrar etme, yahut hafz etme gibi şeyler vaki oiur. Bu sebepierle de sarih, bunların üzerinde tenbihlerde bulunmak ihtiyacını hisseder.
Bu hususlar bilindikten sonra, deriz ki, Kur'an-ı Kerim Arapların en fasih oldukları bir zamanda açık bir Arapça ile indiriimiştir. Onlar, Kur'anın zahirlerini ve hükümlerini biliyorlardı. Batıni manalarına gelince; bunlar, kendilerine ancak, araştırma ve düşünmeden sonra zahir oluyordu. Çok defada, Hz. Peygambere sormalarıyla bu inceliklerin künhüne vakıf olabiliyorlardı.
O halde, onların muhtaç oldukları şeye bizler daha ziyade muhtacız. Hatta bunlara ilaveten, onlar gibi öğrenimsiz olarak dil kaidelerini de idraktan aciz olduğumuz, yani mutlaka okuyarak onları elde ettiğimiz için, sahabenin ihtiyaç duymadıkları zahir hükümlerde dahi tefsire ihtiyacımız vardır. Öyle ise, bizler insanların tefsire en çok muhtaç olanlarıyız.[15]
Bütün bunlar göstermektedir ki, ister Arapçayı bilenler, isterse bilmeyenler için olsun, Kur'an'ın mutlaka tefsir edilip umtevasının açıklanması lazımdır. Her asırda olduğu gibi zamanımızdaki insanlar onun tefsirine daha çok ihtiyaç duymaktadırlar. Zira, günümüz insanı hadiseler karşısında ilahi kelamın mana ve hükümlerini öğrenmek, ona göre davranmak istiyor. Bu ihtiyaç ileride daha da artacaktır.[16]
Kıyamete kadar bütün devirlerde insanlığa, kurtuluş yollarını gösteren, maddi ve manevi kalkınma esaslarını, iki cihan saadet ve selametini temin edecek prensipleri ihtiva eden Kur'an-ı Kerim'in anlaşılabilmesi için bazı kelime, tabir ve ıstılahların iyi anlaşılması lazımdır. İşte bu izah edilecek kelimelerin en başında tefsir ve te'vil kelimeleri gelir. Bu izah aynı zamanda/tefsir hareketlerinin başlaması ve gelişmesine ışık tutması bakımından da önemlidir.
Tefsir kelimesi (fsr)kökünden ve (tefîl) vezninde mastardır, (fesr), örtülü ve saklı bir şeyi açmak ve beyan etmektir. Aynı zamanda, tabibin hastalığı teşhis etmek için hastanın idrarına veya suya bakması manasını da ifade eder[17]. (et-Tefsira) kelimesi de ikinci manada kullanılmaktadır[18]. Tefsirin, çeşitli manaları yanında açıklamak ve bir şeyden örtüyü sıyırıp kaldırmak manasına da gelen (sefr) den kalb yolu ile alındığını söyleyenler de vardır.Bu kelime, bir şeyi bir nesnenin yüzünden kaldırmak, dağıtmak ve açmak, sabah yeri açılıp ağarmak manalarında kullanılmaktadır. Aynı kelime, kadının yüzünü açması manasına da gelir.'[19] er-Rağıbü'l-lsfahani (Ö.502/1108); "fesr, makul olan manayı izhardır[20] demiştir. Arapçada lafzın harflerinin ziyadeleşmesi, o lafzın manasını da ziyadeleştirir[21]. Ebu'l-Baka, tefsiri anlatırken bu ziyadelik ve kuvveti şöyle anlatır: "Tefsir, sözü aslın lafzından daha kolay ve daha anlaşılır bir lafızla anlatmaktır[22]; İbn Manzur, tefsiri ıstılah olarak şöyle tarif etmektedir: "Tefsir, müşkil olan lafızdan kastedilen manayı keşfetmektir[23].
Te'vil kelimesi (evi) aslından gelmektedir. Evi, geri dönmek (rucu) manasınadır[24]. Te'vil de, bir şeyi aslından kastedilen gayeye döndürmektir[25]. Te'vil'in (iyâle) aslından geldiği de kabul edilmiştir ki, manası siyaset demektir[26].
Istılahta te'vil bir lafzın manasını bir şeye irca ile beyan etmekten ibarettir[27]. ez-Zerkeşi (745-794/1344-1393):(Te'vilin aslı mealdir, o da akıbet ve masir (dönecek yer) demektir.Te'vil de lafzı muhtemel olduğu manalardan birisine döndürmektir[28] demektedir.
Tefsir ve te'vil kelimelerini lügat ve ıstılah manalarını açıkladıktan sonra, Kur'an-ı Kerimdeki kullanılışları üzerinde de durmak gerekmektedir.
Tefsir kelimesi Kur'anda yalnız bir yerde geçmektedir. "Onlar sana bir misal vermezler ki, Biz onun hakikatini ve en iyi anlaşılanını (tefsiri) sana vermemiş olalım"[29].
Kafirler, Kur'an'ın ayet ayet inzaline itiraz ediyorlar., Allah Teala da onların bu itirazlarına cevap veriyor ve bu şekildeki inzal oluşun ayrı bir mucize oiduğunu, bunda itiraza mahal olmadığını ifade ediyor[30]. Hakikaten Kur'an, ayrı ayrı zamanlarda ve parça parça inzal olunmasına rağmen, içerisinde birbirini tutmayan hiçbir ayet yoktur. Müfessirler, bu ayetteki tefsir kelimesi üzerinde durmuşlar, onun çeşitli manalarını kaydettikten sonra, esas manasının tafsil, tebyin, en güzel cevap ve hüccet olduğunu zikretmişlerdir.[31]
Te'vil kelimesine gelince, bu kelime Kur'an-ı Kerimde 17 ayette geçmekte ve çeşitli manalarda kullanılmaktadır. Bazı ayetlerde sözün te'vili[32], bazen rüya ve ahlam[33] te'vili[34], bazen de amellerin te'vili[35] gibi manalarda kullanılmaktadır. Daha açık olarak sözlerin manalarını açıklamak, işlerin içyüzünü haber vermek yani, sözlerin ve işlerin neticesini bildirmek, rüya ve ahlam tabir etmek gibi manalarda kullanılmaktadır. Esasen bu manalar, te'vil kelimesinin lügat manasında da mevcuttur[36].
Bizim ele ahp üzerinde duracağımız te'vil, Alü İmran suresi(2/7)ndeki "O'nun te'vilini ancak Allah bilir" ayetinde geçen te'vildir Bu husus dirayet tefsiri bölümünde incelenecektir.
Alimler, tefsir ve te'vil kelimeleri arasında mana farklarının mevcut olduğunu zikretmişlerdir. Bunlardan Ebu Mansur ei-Matüridi (0.333/944) bu farkı şöyle beyan etmektedir:"Tefsir sahabe içindir, tevil ise fakıhlere aittir, sözlerinin manası şudur: Sahabe hadiselere şahit oldukları ve Kur'anın nazil olduğu şeyleri bildikleri için ve gözleri ile müşahade etmeleri hasebiyle onlara göre ayetin tefsin kasdoîunan şeyin hakikati tdi. Bu ancak bilen kimseden işitilen ve görülen şey gibidir. Tefsir yapma mevzuunda, "Kur'anı kendi re'yi ile tefsir eden kimse cehennemdeki yerine hazırlansın" tarzındaki haberden maksadın ne olduğu sorulacak olursa; bu tefsir ettiği şey hususunda Allah'ı şahit getiren kimse hakkındadır, şeklinde cevap verilir. Te'vile gelince, dönmek manasına olan (evi) den alınmıştır ve işin sonunu beyan manasımı ifade eder. Ebu Zeyd'in dediğine göre, tevilin manası sözün muhtemel olduğu manalardan birisine tevcih edilmesidir. Tefsirde olan güçlük bunda yoktur. Te'vilde A1lah'ı şahit getirmek diye bir şey bahis konusu değildir. Zira te'vil eden kimse, Allah'ın maksadını haber vermemekte ve Allah bu sözle şunu murad etmiştir ve kastetmiştir dememekte, fakat bu söz, beşerin konuşmasında şu şu yönlere teveccüh eder . ve onun hikmetinin sıhhatini Allah en iyi bilir demektedir"[37]. ez-Zerkeşi de bu mevzuda şöyle demektedir; "İstimal itibariyle tefsir ve te'vil birdir. Haddi zatında, bu iki kelime arasında farklar vardır. Tefsir" müşkil olan hafızdan murad olan manayı açmaktır"[38]. er-Ragıbü'Msfahani ise, bu iki kelime arasındaki farkı şöyle beürtmektedir'Tefsir,' te'vilden daha u-mumidir. Tefsir daha çok lafızlarda, te'vil ise manalarda kullanılır. Rüya te'vili gibi. Te'vil daha çok ilahiyat kitaplarında, tefsir ise, bunlarda kullanıldığı gibi bunların dışında da kullanılır"[39].
İslam Ansiklopedisinde tefsir kelimesi şöyle i-zah edilmektedir; Tefsir kelimesi eskiden ilmi ve felsefi eserlerin izahlarında şerh kelimesi yerine kullanılırdı. İslam dininde, özellikle Kur'an-ı Kerimin izahlarını belirtmek için kullanılır. Aynı zamanda bu, Mukaddes kitaba mahsus bir ilim olan Tefsir ilmini ifade eder. Bu ilim, "Tefsir ve Uumu'l-Kur'an" adı altında, nakli ilimlerin önemli ve hususi bir dalını teşkil eder"[40].
Burada şunu kaydedelim ki, tefsir sahasında çalışan herkes tefsir ve te'vil ekilmeleri hakkında birşeyler söylemiş ve bir kısım fikirler ileri sürmüştür. Yukarıda görüldüğü gibi bunlardan bazıları bu iki kelime arasında farklar görmüşler, bazıları da bunları aynı manada mütalaa etmişlerdir. İkinciye misal olarak, et-Taberi (310/922)'yi zikredebiliriz. O, tefsirinde bu kelimeleri tefrik etmeksizin yeri geldiği zaman "bu ayetin te'vili şudur" demek suretiyle manayı beyan eder. Tefsirinin adından da onun bu görüşü anlaşılmaktadır. Bu izahattan sonra, Tefsiri şöyie tarif edebiliriz. Tefsir, beşeri kudret miktarınca Allahın muradına delalet etmesi bakımından Kur'an-f Kerimi inceleyen bir ilimdir.[41]
Müfessirler çeşitli görüş ve anlayışa sahip oldukları için, meydana getirmiş olduklarıı eserler de birbirinden farklıdır. Bunların bazıları tefsir mevzuunda yalnız rivayetle iktifa etmeyi uygun bulmuş; bazıları da çeşitli ilimlerden de faydalanarak Kur'an-ı Kerimi tefsir etmeğe çalışmış ve tefsir yapmak isteyen her alimin uyacağı kaideleri de koymuşlardır. Netice olarak da tefsir kısımlara ayrılmıştır. Şimdi bunları görelim.[42]
Tefsir bir yönden ikiye ayrılır:
a) Câff / kuru / Tefsir: Kelimelerin îrabını ve cümlelerin tahlilini, Kur'an'ın içine aldığı belagat nükteleriyle fesahat işaretlerini izahdan öteye geçmeyen kuru bir tefsirdir. Bu, Allah Kelamının manalarını izahtan çok, Arapçanın gramer tatbikatına aittir. Bu sebeple bu nevi tefsir herkesçe malum değildir.
b) Câff Tefsiri hududunu aşan tefsir: Bu çeşit tefsir, Kur'anın hedefi olan insanların her yönden tenvir edilmesini gaye edinir. İşte tefsir ismine layık olan da budur.[43]
Rivayete göre, İbn Abbas (Ö.68/687)tefsiri dörde taksim etmiştir:
Birincisi . Arapların kendi dilleri olması hasebiyle anladığı tefsir,
İkincisi : Hiç bir müslümanın bilmemekte mazur sayılamıyacağı yani, herkesin bilmekle mükellef olduğu, haram ve helale ait olan tefsir,
Üçüncüsü : Alimlerin bildiği tefsir,
Dördüncüsü : Ailantan başka hiçbir kimsenin bilmesine imkan ve ihtimal olmayan tefsirdir. Bu daha çok müteşabihlere, kıyamete ait haberlere ve ruhun mahiyetine mahsus olandır. Bu sonuncuyu bildiğini iddia eden kimse yalancıdır[44]. ez-Zerkeş-i, bu taksimin doğruluğunu, "bu sahih bir taksimdir"[45] diyerek ifade etmiştir.
Subhı's-Salih tefsiri rivayet ve dirayet tefsiri olmak üzere iki kısımda ele alıp incelemektedir.[46] Bazı alimler de tefsiri üçe ayırmışlardır:
a. Tefsir bî'r-Rivaye veya et-Tefsir bi'l-Me'sur,
b. Tefsir bi'd-Diraye veya et-Tefsir bi'r-Re'y
c. Tefsir bi'l-İşari veya et-Tefsiru'l-İşari[47].
Bunların tarifleri: Rivayet Tefsiri; Kur'anda, Hz.Peygamber'in sünnetinde ve sahabenin sözlerindeki Kur'an-ı Kerim'in izah ve tefsiri hakkında mevcut rivayetlerle yapılan bir tefsirdir[48]. Dirayet Tefsiri : Kur'an-ı Kerimin, tefsiri için lüzumlu bilgilere sahip bir alimin içtihat etmek suretiyle yaptığı tefsirdir.[49] Rivayet tefsiri içerisinde dirayet, dirayet tefsiri içerisinde de rivayet olabileceği muhakkaktır. İşari tefsir: Tasavvuf ve sülük erbabına zahir olan gizli işaretlerle, Kur'an-ı Kerimi zahirinin hilafına te'vıl etmek suretiyle yapılan tesirdir. Bununla murad olunan zahiri manaların arasını cemetmek mümkündür.[50] Alimler bu nevi tefsirin cevazında ihtilaf etmişlerdir. Bazıları kabul etmiş, bazıları da kabul etmemişlerdir. ez-Zerkeşi ve ona uyanların fikrine göre sofiyyenin Kur'an tefsiri hakkındaki, kelamı, tefsir değil, ancak tilavet sırasında hıssetttikleri birtakım buluşlar ve manalardan ibarettir[51].
İşari Tefsir, şartlarına uygun olarak yapıldığı zaman makbul bir tefsirdir.[52]
Yukarıda zikrettiğimiz tefsir çeşitlerinden "Dirayet Tefsiri" ileride ayrı bir bölüm olarak ele a-hnıp esasları zikredilecektir Ancak burada dirayetin lügatta hangi manalara geldiğini, bununla ilgili kelimeleri konuya ışık tutması bakımından kısaca, açıklamamız icabetmektedir.[53]
Dil mütehassısları, dirayetin ilim manasına geldiğini ifade etmektedirler.[55]
İlim lügatta; mutlak olarak bilmek manasına geldiği gibi, bir şeye şuur hasıl etmek, sağlamca bilmek, bir şeyi kafi olarak bilmek, tecrübe ederek bilmek, bir şeyin hakikatini bilmek ve tefekkürle bilmek manalarında kullanılır.[56] İlim: Vakıa mutabık olan kesin bir itikattır.[57] Bunun tariften müstağni bir şey olduğunu da söylemektedirler[58]. Dirayet ve ilimle ilgileri olması sebebiyle şu kelimeleri de açıklamak gerekmektedir: Akıl, mastar olarak lügatta, bilmek, anlamak, şuurlu olmak, duymak, temkinli olmak, işinde ve gücünde tedbirli olmak manalarına gelmektedir. İsim olarak da kalp manasında kullanılır[59].
Gazali (505/1111) aklı şöyle tanıtmaktadır: Akıl, insanların diğer hayvanlardan ayrılmasını sağlayan bir haslettir. Onlar bu hasleti ile bir kısım bilgiler öğrenmeye istidat kazanırlar; bir çok gizli hüner ve sanatları elde ederler.[60]
Ebu'l-Baka, aklı şöyle tarif etmektedir: Akıl; eşyayı hüsn, kubh, kemal ve noksan sıfatları bakımından bİlmekdir[61].Yine akıl şu şekilde de tanıtılmaktadır: Akıl; kendisi ile idraklere istidat kazanılan ruhi bir kudrettir[62].
Re'y kelimesi, lügatta görmek ve bilmek manasınadır.Aynı kelimenin ru'yet mastarı ile de alakası vardır.Ru'yet, görmek ve bilmek manalarına geldiği gibi, görülen şeyi idrak etmek manasına da gelir.Re'y itikat ve içtihat manalarında da kullanılır[63].Onu şöyle tarif etmektedirlerRe'y, bir kimsenin birbirine zıt olan iki şeyden birisini zann-ı galibi ile tercih etmesidir.Veya Re'y, neticelendirilmesi umulan bir şeyin mukaddimeleri üzerinde fikri çalıştırmak demektir[64].
İctihad kelimesinin aslı, cehd'dir.Cehd, İügatta, çalışmak ve güç bir işe göğüs germek manasınadır.İctihad da zor bir işin başarılması ve ondan netice elde edilmesi için, en son gayretin sarfedilmesidir[65]. İstılahta ictihad, muctehidin ameli olan seri hükümleri, delillerinden çıkarmak hususunda bütün gücünü sarfetmesidir[66].
Hülasa, Kur'an-ı Kerimin manası ya Hz.Peygamberden sadır olan beyanlarla, yahud da sahabenin kendi re'y ve ictihadları ile anlaşılıyordu.Bu tefsir, daha sonraki nesillere rivayet ve nakil yolu ile intikal ediyor.Onlar da bunu kendi görüşleri ile meze ve te'lif edip genişleterek haleflerine naklediyorlar. Ne tam bir rivayet tefsirinin dirayetten ve ne de dirayet tefsirinin rivayetten hali ve müstağni kalması mümkün değildir.Her iksi de birbirine muhtaçtır.
Dirayet tefsirinin makbul olması hususunda gerekli olan esasların iyi anlaşılabilmesi için, tefsirin, bu meyanda dirayet tefsirinin başlangıcının tesbiti ve inkişaf seyrinin takip edilerek, bu günkü şekle nasıl geldiğinin tayini gerekmektedir. Bunun için de önce, Kur'an-ı Kerim'deki dirayet, akı! ve tefekkürle ilgili bazı ayetlerin manalarını ve konu ile* ilgili hadisleri görmek, arkasından da Hz. Peygamber devrinden başlamak üzere sahabe,tabiun onları takibeden devirler ile dirayet tefsirinin müdevven şeklini incelememiz ve bazı dirayet tefsirlerinden örnekler vermemiz icab etmektedir.[67]
Tefsir hareketlerinin başlangıcını tesbite geçmeden önce, dirayet tefsirine esas olması ve konuya ışık tutması bakımından, gerek Kur'an-ı Kerim'de ve gerekse sünnette akıl ve tefekkür ile ilgili hususları görmekte fayda vardır.Zira İslam, akıl, ilim, tefekkür ve ictihad'a büyük bir ehemmiyet vermekte-dir.İsfamın istinad ettiği birinci esas akıl ve muha-kemedir.Sahih bir imanı elde edebilmenin ilk şartı akıldırimanın birinci temeli Allah'a inanmaktır. Allah'ı bilmek ve ona iman etmek her mükellefe farzdır. Bu bilginin doğru yolu da sahih nazardtr.Önce aklı ve fikfi işleterek sarsılmaz bir iman elde etmeden, hiç bir akide ve amel farz değildir.İslam, aklı' hakim tanıdığı içindir ki, nazarında delil olabilecek yegane hüccet ancak kainat ve tabiat üzerindeki tefekkürdür[68].Şimdi Kur'an ve sünnette akıl ve tefekkürün yeri ve değerini görelim.[69]
"Şüphe yoktur ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün gelip gidişinde, denizde halkın faydasını meydana getirmek için yürüyen gemilerde, Allah'ın gökten indirdiği yağmur suyunda- ki onunla yeri öldükten sonra diriltmiş ve her nevi hayvanları orada yaymıştır-rüzgarları değiştirmekte, gök ile yer arasında dolaşan bulutlarda aklı olan halk için (Allah'ın birliğine, kudret ve yüceliğine delalet eden) alametler vardır"[70].Onlar göklerin ve yerin, bütün yaratılan şeylerin saltanatını görmediler mi?[71]"."De ki, bakınız, göklerde ve yerde neler var ? Fakat, bunca ayetler (alametler) ve azapla korkutmalar, iman etmeyecek bir kavme fayda ver-mez"[72]."İslamın hak olduğu kendilerince anlaşılmak için onlara hem afakta, hem de enfüste tecelli eden ayetlerimizi, kudretimize delalet eden harikaları göstereceğiz"[73].
Kur!an-ı Kerimde daha bir çok ayetler insanın kainat üzerinde aklını çalıştırmasını, böylece Allah'ın azamet ve kudreti hakkında tahkiki imana kavuşmasını telkin etmektedir.Yine, göklerin ve yerin akıllara durgunluk veren harikalarını anlatan; ayeti[74] de üzerinde derin tetkikler yapılması lazım gelen bir ayettir.Müfessirler, diğer ayetlerde olduğu gibi, bunun hakkında varid olan rivayetleri de nakletmişler, geniş tahlillere girişmişlerdir. Taberi,"Allah Teala, burada:" Benim yaratmış olduğum gökleri ve yeri, onlarda size yarayacak olan şeyleri düşününüz ve onlardan ibret alınız" buyurmaktadır[75] diyerek izahatta bulunmaktadır. Kur'an'ın tefsirini en sahih bir şekilde Hz. Peygamberden öğrenmekteyiz. Bir gün Hz. Peygamber, zikrettiğimiz ayetten bahis olunurken şöyle buyurmuşlardır: "Bu ayeti iki çenesi arasında çiğneyip de manasını düşünmeyen basiretsizlere yazıklar olsun"[76]. Bu söz, tefekkür etmeyenler hakkında ne kadar şiddetli bir tevbihtır. Demek ki, matlub olan sadece bu ayetleri okumak değil, aynı zamanda onlar üzerinde düşünmek ve muhakemeler yürütmektir[77].
Halbuki başka dinlerde; Kitab-ı Mukaddes de, akıl ve tefekkür manasına gelen kelimelere rastlamak mümkün değildir.Bunun sebebi, bu maddelerin ve o manada olan kelimelerin, Kitab-ı Mukaddesde yani, Ahd-i Atik ve Ahd-i Cedid' de mutlak surette olmamasından değil; bu kitablarda, dini delilleri anlamak için, aklın ve tefekkürün çalıştırılmasına girişilmemiş olmasındandır. Daha açık olarak; esas dini tahrif edenlerin akla yer vermemesindendır[78].
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, İslamın ana kaynaklan Kitap ve Sünnet; akla, ilme ve onlarla afakalı bulunan hususlara geniş olarak yer vermek-îedir.Kur'an-ı Kerimde, yalnız akıl ve müştakları, 49; dirayet, 29; re'y ve ru'yet,319; nazar, 128; ilim 779; tefekkür, 18; ülu'f-elbab, 16; tedebbür, 4; ülu'n-nüha, 2 yerde zikredilmektedir[79].
Allah Taala,manasız ve boş söz söylemeyeceğine göre, bu kadar çok ayette, bu kelimeleri inzal etmiş olması; muhakkak ki, bir çok sebep ve hikmetlere dayanmaktadır.Bu hikmetlerin de özü herhalde, son kitab olan Kur'an'ın insanları en tabii yoldan yani, akıl ve muhakeme yolundan saadete ulaştırmayı hedef almış olmasıdır.
Sünnette Akıl ve Tefekkür: Bu mevzuda varid olan hadislere gelince; onlar hakkında rakamlar vermek, hayli geniş bir tetkike ihtiyaç göstermektedir. Hadis mecmuaları,ilim ve tefekkür mevzuunu ayrı bir bölüm olarak ele almakta; sarihler de onları uzun uzadıya izah ve beyan etmektedirler[80]. Biz burada sadece birkaç misalle iktifa etmeyi uygun buluyoruz.Hz.Aişe'den nakledilen şu hadis,bu mevzuda bir örnek olabilir;
Hz.Aişe bırgün, Hz.Peygamber'e: "Ey Allah'ın Rasulü.İnsanlar dünyada birbirinden ne ile temayüz ederler' diye sordum, diyor.Hz.Peygamber de "akıl ıie kimin aklı üstün ise, onun diğeri üzerinde bir rüchaniyeti vardır" şeklinde cevap veriyor.
Ahıretteki üstünlük ne iledir ?
Akıl iledir.
Peki, herkes kendi ameli nisbetinde mükafat ve mücazat olunmayacak mı ?
Ya Aişe. Her fert ancak Allah'ın kendisine vermiş olduğu akıl kadar amel etmeyecek midir ? Binaenaleyh dünyadaki amelleri, akılları nısbetınde ahiretteki mükafat ve mücazatlan da amellerine göredir"[81].
Bu hadisten anlaşıldığına göre; insanın saadetten nasibi, aklını çalıştırması ve onu iyi yerde kullanması ölçüsünde olacaktır[82]. Yine Hz. Pey-gamber'den naklolunan şu haber, onun akıl, teceddüt ve terakkiye vermiş olduğu ehemmiyeti göstermektedir:[83]
Bu hadisten anlaşıldığına göre, Allah Taala her asır başında bir müceddid gönderecek ve o müceddid Müslümanların dini yaşayışlarını tashih edip yenileyecektir. Gerçekten bunu başlangıçta Hz. Peygamber bizzat icra etmiş, müslümanlara da aynı şekilde hareket etmeleri hususunda tavsiyede bulunmuştur. Aynı zamanda bu vazife, ictihad etmek suretiyle de yapılır.Bu da hiç şüphesiz ki esaslar baki olmak üzere, fer'i meseleler üzerinde icra olunur. Hz. Peygamberin sahabeye ictihad etmeleri hususunda pek çok tavsiyeleri yanında, şu zikredeceğimiz misal en bariz olanıdır:
Hz.Peygamber, Muaz ibn Cebel'i hakim tayin ettiğinde, aralarında şöyle bir muhavere geçmiştir: Hz.Peygamber, Muaz'a;
Davalarda hangi esaslara göre hüküm vereceksin ?
Allah'ın kitabı ile,
Aradığını onda bulamazsan,
Allah Rasulünün Sünneti ile,
Aradığını onda da bulamazsan ?
Re'yimle ictihad ederim (dönmem) dediğinde; Hz.Peygamber: " Allah'a hamdolsun ki, Rasülünün elçisini, Rasülünün razı olacağı şekilde muvaffak buyurdu" diyerek memnuniyetini ifade etmiştir[84].
Bu zikrettiğimiz misallerden de anlaşıldığı üzere; gerek Allah Taala ve gerekse O'nun son elçisi Hz.Peygamber, vahyin yanında aklın da büyük bir değeri olduğunu kabul ediyorlar.İnsanın hakikatları bulabilmesi için, aklını iyi kullanması lazım geldiği de böylece-meydana çıkmış oluyorBu hususu tesbit ettikten sonra, Hz.Peygamber devri tefsir hareketlerinin tetkikine geçebiliriz.[85]
Hz.Muhammed (s.a.v) hem bir peygamber ve hem de bir beşer idi.Bunun için, herhangi bir hususta hüküm verdiği zaman; isabet etmiş ise, ilahi vahiy o hükmü olduğu gibi ibka ediyor; yanılmış ise, tashih ediyordu. Meydana gelen bir hadise karşısında Hz.Peygamber, Allah'ın emrini bekler, şayet o hadise hakkında ne bir ayet ve ne. de ilham nev'inden bir şey gelmezse o zaman, kendi re'yi ile hüküm verirlerdi.Nazil olan ayetlerden bazısı, mücmel olarak indirilir, manasını ve hükmünü tam olarak anlamak mümkün olmazdı.Bu kabil inzal edilmiş olan ayetlerin akabinde başka bir veya birkaç ayet daha inzal olunur; böylece öncekilerin manasını, sonrakiler izah ve tefsir etmiş olurdu.Bundan da anlaşılıyor ki, en sahih tefsir, Kur'an'ın Kuranla tefsiridir.Şimdi bunu biraz izah etmemiz lazımdır.Zira, Hz.Peygamberin tefsiri buna dayanmaktadır.
Kur'anın Kur'anla Tefsiri: Kur'an-ı Kerimin; i'caz ve itnab, mücmel ve mübeyyen, umum ve husus gibi kısımları içine aldığı malumdur. Bir yerde veciz anlatılan bir meselenin, başka bir yerde geniş-letildiği; mücmelin tebyin, âmmın tahsis,, mutlakın takyid edildiği görülür[86]. Kur'anı tefsir etmek isteyen kimsenin bunları dikkate alarak, izaha muhtaç olan bir ayetin tefsin hakkında, aynı surede veya bir başka yerde onu beyan eder mahiyette bir veya müteaddit ayetlerin mevcut olup olmadığını bilmesi lazımdır.
İşte Kur'an-ı Kerimdeki bir ayetin başka ayetlerle tefsir edilmesine, Kur'anın Kur'anla tefsiri denilir. Kur'an, Allah kelamı olduğu için, onu en doğru ve en mükemmel bir şekilde yine Allah Taala beyan ve tefsir eder. Müfessir olan bir zatın herşeyden evvel bu hususu ön planda tutması icabeder. Hz Peygamber de öyle yapmış, her mevzuda olduğu gibi bunda da örnek olmuştur. Kur'anın Kur'anla tefsirine ait misaller çoktur. Biz bunlardan birini zikredeceğiz;
"Adem Rabbinden bir takım kelimeler telakki etti"[87] ayetindeki "kelimeler"in ne olduğunu; "her ikisi (Adem ve Havva):Rabbimiz, kendimize yazık ettik; eğer bizi bağışlamaz, bizi esirgemezsen herhalde en büyük zarara uğrayanlardan olacağ.z, dediler"[88] ayeti beyan etmektedir.
Bazı alimler, mutlak olan lafzın mukayyed,. âmm olan lafzın da has üzerine hamledilmesini, Kur'anın Kur'anla tefsiri cümlesinden saymışlardır[89]. Birbirine zıt gibi görünen ayetlerin arasını cemetmenin de yine, aynı cins tefsire girdiğini ileri sürmüşlerdir. Mesela birçok ayetlerde Hz. Adem, topraktan[90], bazılarında çamurdan[91], balçıktan[92], salsalden[93] yaratıldığı zikredilmektedir Burada, A-dem'in ilk yaratılışından, ruh verilişine kadar geçirmiş olduğu safhalar anlatılmaktadır. Ayetler arasında bir tenakuz yoktur[94]. Kıraat vecihleri ve daha pekçok hususat, Kur'anın Kur'anla tefsiri olarak ele alınıp incelenmekte ise de[95] biz burada bu kadarla iktifa ederek; Hz. Peygamberin Kur'anı akli ve ictihadi yönden tefsir edişine geçeceğiz.
Kur'an'ın Sünnetle Tefsiri: Kur'anın en selahiyettar ve ilk mübeyyini Hazreti Peygamberdir. O halde Kur'anın en mühim tefsir kaynağı Hz. Peygamberin sünneti olacaktır. Sünnet de, Kur'anın umumunu ve hususunu, mutlak ve mukayyedini, nasih ve mensuhunu ve diğer hususlarım izah eder[96].
Esasen Hz. Peygamberin risalet vazifelerinden birisi de, Kur'anın açıklanması lazım gelen yerlerini' izah etmektir. Bu hususta hem Kur'anda, hem de sünette kafi deliller vardır:
"Sana da belki düşünürler diye, kendilerine indirilen bilgileri, kişilere bildirmen için Kur'anı indirdik"[97].
"Biz sana Kur'anı indirdik ki, insanlara ne indirildiğini beyan edesin. Onlar da belki düşünürler"[98]
Bu ayetlerin delaletlerini teyid eder mahiyetteki hadislerden bazıları:
"Ebu Rafi'den rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Sizlerden hiçbirinizi emrettiğim ve nehyettiğim hususlardan bir talimatım gelir de, koltuğu üzerinde kurularak: "Bilmeyiz, biz ancak Allah'ın kitabında bulduklarımıza tabi oluruz" derken bulmayayım"[99]. Keza başka bir haberde:
"Dikkat edin, bana kitapla beraber misli de verildi. Çok geçmez; tok bir kimse koltuğuna kurularak: "Siz Kur'ana bakın, onda helal bulduğunuzu helal, haram bulduğunuzu haram sayın" diyecektir. Dikkat edin, ehli eşeklerin ve her azı dişli yırtıcı hayvanın etini yemek helai değildir..."[100]. Mekhu! (0.113/731 )'den rivayet olunduğuna göre, Kur'anın sünnete olan ihtiyacı, sünnetin Kur'ana olan ihtiyacından daha fazladır"[101]. Yahya ibn Kesir (Ö. 129/746), "Sünnet Kur'ana kadidir, kitab ise sünnete kadi değildir" diyerek bu hususun önemini belirtmektedir[102]... Bu söz Ahmed b.Hanbel (Ö.241/855)'e söylendiği zaman "bunu söylemeğe cesaret edemem; fakat sünnet kitabı tefsir ve tebyin eder" derim" demiştir[103]. el-Evza'i'nin (88/707-151/774) Hassan ibn Atiiyye'den rivayet ettiğine göre, Hz. Peygambere vahiy inerken Cebrail onu tefsir eden sünneti de beraber bulunduruyordu[104]. Kur'an-ı Kerim külli ve umumi hükümleri ihtiva ettiğinden dolayı, sünnet de onu muhtelif vecih ve şekillerde beyan ve tefsir etmektedir. Şimdi biraz da bunlar üzerinde duralım.[105]
Sünnetin Kur'anı tavzih, tebyin ve tefsir edişi muhtelif yönlerden olmuştur:
1. Sünnet Kur'anda gelen bir hususa uygun olur ve bu takdirde te'kid olarak gelmiş bulunur.
Hz.Peygamber; "Şüphesiz ki Allah zalime mühlet verir verir de, bir de onu yakalayacağı zaman göz açtırmaksızın ansızın yakalar"[106] sözü, "ahalisi zulmeder halde bulunan memleketleri yakaladığı zaman Rabbinin yakalayışı işte böyle olur. Şüphesiz ki, Onun yakaiayışı pek acıklı, pek çetindir"[107] ayetine uygun olur.
2. Sünnet Kur'anda muradedilen kısmı beyan edici olur. Bu nev'in beyanları da şunlardır:[108]
Kur'anda mücmel olarak gelen ve sünnetin beyan ettiği hususlardan bazıları şunlardır: Beş vakit namaz, rek'at sayıları v.s. gibi. Bu mevzu ile alakalı oiarak Hz. Peygamberin şu iki hadisini zikredebiliriz: '"Ben nasıl namaz kılıyorsam, siz de öylece benden gördüğünüz gibi kılınız"[109]; "Hac ibadetinin nasıl yapılacağını benden görüp belleyiniz"[110].
"Hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin"[111] mealindeki ayette kesilmesi emredilen elleri "sağ el" ile[112] takyid etmiştir.[113]
"Fecir olan beyaz iplik ile siyah iplik size siçilinceye kadar yiyiniz, içiniz"[114] ayetindeki iki iplikten maksadın ne olduğunu beyan eden hadis gibi.
Bunda bazı sahabiler tereddüde düştüler, onlar beyaz iplik ile siyah ipliğin bizatihi kendisi olduğunu anladılar. Bunun üzerine Hz.Peygamber, "onlar, gündüzün beyazlığı ile gecenin karanlığıdır"[115] buyurdu.[116]
"İman edip imanlarına zulmü karıştırmayanlar.."[117] ayetindeki zulmün ne olduğunu beyan eden hadis gibi ki, sahabenin bazısı bundan umum anladı ve hatta: "Bizim hangimiz nefsine zulmetmez"[118] dediler. Bunun üzerine Hz.Peygamber: "O, bu değildir. O, ancak şirktir"[119] buyurdu.[120]
Kur'an-f Kerim bazan bir şeyin hükmünü tayin eder. Hz. Peygamber de onu, aynı illeti taşıyan şeye kıyas yoluyla ilhak eder. Esasen bu, Kur'anın hakikatte delaletine racidir. Çünkü aslın hükmünü takrir edici olan Kur'anunass -her ne kadar, şeklen ona has bulunsa da- illetin umumiliğinden dolayı manada âmmdır[121]. Mesela, Alah Taala bir kısım süt muharremâtını şu ayet ile beyan etti: "... Sizi emziren süt analarınız, süt hemşireleriniz..-, size haramdır"[122]. Sünnet bu ikiye, neseple haram olan hala, teyze, kardeş kızları gibi diğer süt akrabalarını da ilhak etmiştir. Bu, Hz. Peygamberin şu hadisi ile sabittir: "Neseb cihetinden haram olan, süt cihetinden de haramdır"[123]. İşte bu, asıl ile feri arasında kıyas yapmak suretiyle yapılan bir ilhakdır[124].
Kur'anın muhtelif yerlerindeki cüz'i nasslardan, umumi kaideler istinbat etmek suretiyle de sünnet Kitabı beyan eder Kur'anda bazan çeşitfi manalarda bir takım nassiar gelir. Fakat onların hepsini bir tek mana içine alır. Sünnet, bu bir tek mananın muezasmı getirir ve o mananın da, Kur'anın nasslarının tümünden alınmış olduğu anlaşılır[125]. Mesela, Ömer ibn el-Hattab'dan gelen bir rivayete göre, o şöyle demiştir:"Hz. Peygamber'den işittim, buyurdular ki: "Amellerin kıymeti niyetlere göredir. Herkesin niyet ettiği ne ise, eline geçecek olan da odur"[126].
Bu kaide, ihlası teşvik ederek, riyayı yeren ve "insan için ancak kendi çalışması ile elde ettiği şeyin var olduğu"[127] nu beyan eden aşağıdaki ve benzeri ayetlerden alınmıştır: "Kim Allah yolunda hicret ederse, yer yüzünde gidecek, barınacak birçok yerler de bulur, genişlik de bulur"[128]; "Bakınız karşılıksız din ancak Allah'ındır”[129]. İşte bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, Sünnet Kur'anı tavzih, külli ve cüz'i maksatlarını tefsir ve beyan eder. Bu hususu muhtasar olarak açıkladıktan sonra; şimdi de Hz. Peygamber'in re'y ve ictihadları ile vermiş oiduğu hükümlerden bahsedeceğiz.-
İmam Malik (Ö. 179/795)'in nakline göre, Abdullah İbn Ebi Müleyke şöyle haber vermiştir: Hz. Peygambere bir kadın geldi ve zina ettiğini haber verdi. Kendisi de gebe idi. Hz. Peygamber ona, "git çocuğu doğur" dedi. Doğurup geldiği zaman yine Hz. Peygamber ona, "git,'onu emzir" dedi. Emzirip yine geldi. Hz.Peygamber "çocuğu birisine emanet et, onu muhafaza etsin" buyurdu. Kadın sonra yine geldi, Hz. Peygamber onun recmolunmasını emretti ve recmolundu"[130].
Müslim'de de aynı hadise naklolunmakta ve "Rasülullah göğsüne kadar bir çukur kazılmasını emretti, halk da bu çukuru kazdı ve onu recmettiler"[131] ibaresi de bulunmaktadır. Hz. Peygamber'i bu recm hadisesinde de ictihad yaparken görmekteyiz.
"Abdü'l-Celîl" İsa da, Rasulullah'ın içtihadı hususunda şöyle demektedir: Zikredilen bu hadiseler, Hz.Peygamberden içtihadın vaki olduğunu göstermektedir. Görüldüğü üzere bu içtihadın mevzuu muayyen ve mahdut değildir. Dini ve dünyevi sahalara şamil olduğu gibi, rivayetlerden anlaşıldığına göre, gaybi olan ve müşahade edilen şeyleri de içine almaktadır[132].
Yukarıda Sünnetin Kur'anı beyan vecihlerini i-zah ederken de temas olunduğu üzere; Hz. Peygamber'in sahabenin anlayamadığı müşkil lafızların mana ve hükümlerini de tefsir ettiğini görmekteyiz. Adiyy İbn Hatim'in "beyaz iplik ve siyah iplik" hakkında ki vakası bunun misalidir:
Şabi'nin rivayet ettiğine göre, Adiyy İbn Hatim: "Ya Rasülullah, beyaz iplik ile siyah iplik nedir? Bunlar (gerçekten) iplik midirler? dedim. Bunun ü-zerine Hz. Peygamber eğer sen ipliklere bakmış isen geniş kafalısın, onlar gecenin karanlığı ile gündüzün beyazlığıdır, buyurdu" diye naklediyor[133].
Bu hadise sahabenin ayetleri anlayış derecelerini göstermesi bakımından mühimdir. Zira burada Adiyy İbn Hatim'in Kur'an'ın mecazını anlayamadığı, Hz. Peygambere sorduktan sonra meselenin kün-hüne vakıf olduğu görülmektedir. Bilhassa sual soran bu sahabinin geç müslüman oluşu, onun Kur'anda bulunan bu gibi incelikleri anlayamamış olmasına bir'sebep teşkil edebilir. Bu haberden sonra Sehl İbn Sa'd vasıtasıyla gelen bir haberde ise[134], Buhari'nin şöyle kaydettiği görülmektedir: Sehl diyor ki, "sabahın beyaz ipliği gecenin kara ipliğinden beili oluncaya kadar yeyiniz, içiniz"[135] ayeti kerimesi nazil olduğunda kaydı nazil olmamıştı. Bazı kimseler oruç tutmak istediklerinde, bunlardan birisi, ayağına siyah beyaz iki renkte iki ip bağlayıp fecirden sonra bu iki ip birbirinden seçilinceye kadar yemişlerdi. Bunun üzerine kısmını da Allah Taala inzal etmiş, onlar da gece ile gündüzün beyaz ve siyah iplikle temsil buyurulduğunu anlamışlardır[136].
Hz. Peygamber, Adiyy ibn Hatim'e verdiği cevapta buyurmuştur; bu Adiyy'in anlayışının kıt olduğunu ifade eder[137] diyenler olmuşsa da bu doğru değildir. Zira başka bir rivayette Hz. Peygamberin, "öyleyse senin yastığın geniştir"[138] şeklinde cevap verdiği görülmektedir. Burada suali soran zata Hz. Peygamberin cevabı gayet nazikane bir şekilde olmuştur. Hz. Peygamber, yastığı geniş ve büyük olanın kafasının da büyük, yani onun zeki olduğunu latife yoluyla anlatmak istemiştir. Yoksa onunla alay etme ve ona hakaret bahis konusu değildir. Zira Hz. Peygamberin vasfı hiç kimseyi üzmeden herkesin anlayışına uygun cevap vermektir. İşte burada da durum aynı olmuştur. Hattabi (Ö.388/998) de, lafzı kinayedir, hakikati ifade etmez, bunun en doğrusu geniş yastığa geniş kafanın layık olmasıdır" demiştir[139].
Hülasa, Adiyy ibn Hatim ile Hz. Peygamber a-rasında cereyan eden bu hadiseden de anlaşıldığı üzere, sahabenin bazısı Kur'an-ı Kerimde mevcud oian bir çok hususları, bu arada, edebi sanatları kendi başlarına anlayamıyorlardı. Hz. Peygamber bunları, onların akli durumlarına ve anlayış derecelerine göre izah ve tefsir ediyordu.
Şimdi insanın hatırana şöyle bir sual geliyor. Acaba Hz. Peygamber Kur'anın bütün manalarını izah ve tefsir etmiş midir? Bazı alimler, "habibim, biz sana Kur'an'ı indirdik. Taki insanlara ne indirildiğini açıkça anlatasın ve taki onlar da iyice fikirlerini kullansınlar"[140] ayetine bakarak; Hz. Peygamberin Kur'an'ın tamamını ashabına açıkladığı fikrini kabul ederler[141]. İçlerinde eş-Suyuti[142] nin de bulunduğu diğer-bir kısım alimler de, bu fikrin tam aksini müdafaada bulunmaktadırlar.
Hz. Peygamber Kur'an'ın manasını tamamiyle açıklamıştır, onda izah ve tefsir edilmemiş hiç bir kısım kalmamıştır diyenler; yukarıda mealini verdiğimiz en-Nahl suresinin 44.cü ayetine istinad etmektedirler. Onların kanatine göre, Allah Taala, Peygamberini bununla vazifelendirmiştir. Aksini sa-' vunmak O'na iftiradır.
Ebu Abdurrahman es-Sülemî (Ö.72/691 )'den[143] rivayete göre, "Hz. Osman ve Abdullah İbn Mes'ud gibi sahabenin büyükleri, Hz. Peygamberden on ayet öğrendikleri zaman, bu ayetlerin ihtiva ettiği hakikatleri iyice kavrayıp bunlarla amel etmeden başkasına geçmezlerdi[144] ki, bu da Cenab-ı Hakk'ın "Bu Kur'an, ayetlerini iyiden iyiye düşünsünler, temiz akıl sahibieri ibret alsınlar diye sana indirdiğimiz feyz kaynağı bir kitaptır"[145] ayetindeki emrine uygun gelmektedir. Bir sözü iyiden iyiye düşünmek ancak, onun manasını anlamakla ümmkün olabilir.
Herhangi bir kitabı, mesela, tıp, matematik, kimya ve benzeri ilimlere dair yazılmış olan bir eseri dahi şerh ve izah etmeden anlamak mümkün olmazsa, Allah kelamını tefsirsiz anlamak mümkün olabilir mi?
Nihayet İbn Mace (207/822-275/888)nin rivayetine göre, Hz. Ömer Şöyle demiştir: "Riba hakkındaki ayet Kur'anın son nazil olan ayetlerindendir. Hz. Peygamber bunu tefsir etmeden vefat etti"[146]. Bu da gösteriyor ki, Hz. Peygamber, kendisine Allah tarafından indirilen her şeyi açıklamıştır[147].
Hz. Peygamber, Kur'anın hepsini değil, ancak mahdut bir kısmını tefsir etmiştir diyenler ise, Hz. Aişe'den rivayet edilen ve Hz. Peygamberin mahdut sayıda ayetleri tefsir ettiğini ifade eden hadis'i delil olarak kabul.ederler[148]. Aksi fikri savunanlar o zaman Hz. Peygamberin İbn Abbas'a yaptığı: "Ya Rab, onu dinde fakih kıl ve ona te'vili öğret"[149] duasının manasını dikkate almıyorlar demektir Yani, Hz. Peygamber az miktarda ayeti beyan etmiştir[150].
ez-Zehebi, her iki grup alimin görüşlerinde mübalağalı tarafların bulunduğunu kaydetmekte ve şöyle demektedir: "Hz.Peygamberin beyan ve izahları sahih hadis kitaplarında görüldüğü üzere çok az değildir. Bununla beraber bütün Kur'anı da ihtiva etmez. Çünkü Kur'anda öyle ayetler vardır ki, onları herkes anlayamaz. Bunların manalarını yalnız Allah bilir. Yine Kur'anda öyle ayetler vardır ki, onların manalarını alimler bilir.[151] Kendi dilleri olması hasebiyle, Arapların anladığı ve bildiği hususlarla; kıyametin kopma zamanı, ruhun mahiyeti gibi hakikatların, Allah Taalanın zatına tahsis buyurduğu hususların Hz. Peygamber tarafından izah ve tefsir edilmesine lüzum da yoktur.
Eğer Hz. Peygamber bütün ayetleri açıklamış olsaydı, sahabe ihtilafa düştükleri ayetlerin tefsiri mevzuunda hemen, hadislere müracaat eder, müşkillerini hal ile aralarındaki ihtilafı bertaraf ederlerdi. Netice olarak, her iki tarafın iddialarına büyük bir ehemmiyet atfedilemez[152].
Kanaatımca bu ihtilafların bu kadar ileri safhaya varması, Hz. Peygamberin yapmış olduğu tefsir ve izahların müstakil bir kitapta toplanmamış olmasındandır. Zira, o zaman diğer ilimler gibi tefsir ilmi de müdevven halde değildi. Yukarıda da işaret o-lunduğu üzere Hz. Peygamberin tefsirini biz ancak hadis mecmualarından öğrenebiliyoruz. Bu mec-muaiarda bulunan Hz. Peygamberin tefsire ait be-yaniarı, daha sonra müstakil olarak yazılmış olan tefsir kiitaplarındakinden daha azdır. Çünkü, sonraki eserlerin bazılarına zayıf ve uydurma rivayetlerin de girmiş olduğu bir vakıadır. Bu gün Hz. Peygamberin tefsiri diye bir kitaba malik değiliz. Fakat es-Sa'lebi (Ö.427/1035) vasıtası ile doğrudan doğruya Peygambere atfedilen tefsirden haberdar oluyoruz. Bu zat böyle bir tefsiri, Ebu'l-Hasen Muhammed İbn el-Kasımdan okuduğunu zikrediyor[153]. Mu'cemü'l-Üdeba adlı eserde de, Vahidi (Ö.468/1075)'nin eserleri zikredilirken Hz. Peygamberin tefsiri diye bir eserinin de adından bahsolunmaktadır[154].
Netice olarak, Hz. Peygamberin Kur'an ayetlerinin bir kısmını tefsir ettiği ve bu tefsirin de müstakil bir eserde değil, hadis mecmualarında bulunduğu kanaatına varıyoruz.
Hülasa/bütün bu misallerden ve onlar üzerinde yapılan izahlardan anlaşılmaktadır ki, Hz. Peygamber Kur'an-ı Kerimin tefsir ve izahı mevzuunda ya ilahi vahiyden istifade etmiş, yahut da kendi aklını kullanarak ictihadda bulunmuştur. Şayet, akı! ve muhakemeleri yardımıyla yapmış oldukları ictihadlannda yanılmış ise, ilahi vahiy onu tashih, isabet etmiş ise olduğu gibi ibka etmiştir. Hz. Peygamberin sünneti, Kur'anı muhtelif yönlerden beyan ve tefsir etmektedir. Allah kelamında açıkça bulunmayan ve fakat tatbik edilmesi iazim gelen hükümleri de sünnet vaz1 ve tesis etmektedir. Kur'an, nurunu yaymağa başladığı andan kıyametin kopmasına kadar geçen bütün devirlerde insanlığın son ve tek kitabı olduğu, asırların tekamülü ile daha iyi1 anlaşılacağı için onun üzerinde tefekkür şarttır. Bunun için Hz. Peygamber, bu kitap üzerinde düşünmüş, sahabeye örnek olmuş, onların da aynı yoldan yürümelerini emir ve tavsiye etmiştir. Şimdi sahabe devrindeki tefsir hareketleri ile onların bu talimata uyma derecelerini, Kur'an tefsirinde dirayet ve akla verdikleri önemi görelim.[155]
Hz. Peygamberin tedris ve terbiyesinde yetişen sahabe, her hususta, O'na tabi olmayı, O'nun izinde gitmeyi en mukaddes ve en mühim bir vazife saymışlar, dünyanın bahtiyar ve mesut insanları olmuşlardır. Yukarıda da kaydedildiği gibi, İslamın iki mühim kaynağı olan Kitab ve sünnet, akıl ve mantığa hitabetmekle insanlığın kurtuluşunu temin etmektedirler. Allah'ın kadim'kelamı Kur'an, akla, ilme ve fikir hürriyetine azami ölçüde kıymet vermiş; bu büyük kitabın mübelliğ ve müfessiri olan, bütün beşeriyetin Peygamberi Hz. Muhammed de, aynı usul ve metodla hareket etmiş, muhataplarını üstün vasıf ve meziyetlerle yetiştirmiştir. İşte böyle bir dereceye yükselmiş bulunan sahabe, tefsir mevzuunda muhtaç oldukları şeyi önce Kur'anda ve sünnette ararlar, şayet aradıklarını bunlarda bulamazlarsa, kendi dirayet ve ictihadlarına müracaat ederlerdi[156].
Sahabenin Tefsirde İctihad Vasıtaları:
Sahabenin çoğu, Kur'an-ı Kerimin bazı ayetlerini, aşağıda zikredilecek vasıtalardan da istifade ederek, re'y ve ictihadları ile tefsir ederdi. Bunları şöylece sıralamak mümkündür:
aa. Dilin vadı'larının ve inceliklerinin bilinmesi,
ab. Arap adetlerinin bilinmesi,
ac. Kur'anın nazil olduğu zamandaki, Arap Yarımadasında bulunan Yahudi ve Hıristiyanların hallerinin bilinmesi,
ad. Anlayış kudreti ve idrak vüs'atinin bulunması,
ae. Nüzul sebeplerinin bilinmesi.
İşte sahabe; bu esasları gözönüne alarak, Allah Kelamını ve Hz. Peygamberin bu hususta yapmış olduğu izahatı anlamaya çalışıyorlardı. Birinci ve ikinci maddelerde zikredilen hususların izah e-dilmesine lüzum yoktur. Ancak biz, kalan diğer üç maddeyi biraz izah edeceğiz:
Yahudi ve Hıristiyanların hallerinin Bilinmesi:
Bu hususun kavranılması, tefsir mevzuunda oldukça mühimdir. Hem yahudi ve hem de hıristiyanların durumlann! ve fikirlerini ihtiva eden bir kelime vardır ki, buna "İsraiiiyat" adı verilmiş ve İslamda bu kelime bir ıstılah olmuştur. Zira İsraiiiyat tabiri, tefsir mevzuunda daha has bir mana taşımaktadır.
Bu kelime, "israiliyye"nin cem'idir. Yahudi kelimesi, bundan daha umumi ve daha şümullüdür. Bu itibarla' her israili yahudi olduğu halde, her yahudi israili değildir. İsraiiiyat kelimesi ıstılahta, Yahudilikten İslama nakledilen şeyleri ifade ettiği gibi, öbür dinlerden nakledilen şeyleri de içine alır. Bu kelimenin ıstılah olarak seçilmesi; tağlib tariki, yani İslama giren haberlerin ekseriyetinin yahudi haberleri olması iledir[157].
Kur'an-ı Kerim bazı hususları icmalen zikrettiği, tafsilata girişmediği için müfessir sahabeden bazıları ehl-i kitabın fikirlerinden de istifade etmişlerdir. Zira, Kur'anda tafsilatı verilmeyen bazı kıssalar ve bir kısım hadiseler Tevrat ve İncilde geniş olarak zikredilmiştir[158]. Şimdi hatıra şöyle bir sual geliyor. Acaba Hz. Peygamber bunlardan istifade etmeye müsaade etmiş midir, etmişse ölçüsü nedir?
Bu mevzuda da Hz. Peygamberden çeşitli rivayetler naklolunmaktadır:
el-Buhari'nin naklettiğine göre, Ebu Hüreyre'den şöyle bir haber gelmektedir: "Ehl-i Kitab Tevratı, İbrani dili ile okur ve onu müslümanlara Arapça olarak tefsir ederdi. Bunun üzerine, Hz. Peygamber: "Ehl-i kitabı ne tasdik ediniz ve ne de tekzib ediniz, Allah'a ve ondan indirilene inandık deyiniz" buyurmuştur[159]. Yine Ebu Hüreyre'den gelen bir haberde Hz.Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Benu İsrailden haber naklediniz, bunda sakınca yoktur"[160]. Bu ve benzeri hadislerden anlıyoruz ki, Hz. Peygamber ehl-i kitaptan nakletmeye müsaade etmektedir.Bunun için Abdullah İbn Amr, Yermuk'ten kendisine düşen Ehli kitabın kitaplarından anladığı nisbette naklederdi. Fakat onun bu nakli itikat ve ahkama dair değil, istişhad içindi. Hz. Peygamberin zikredilen hadislerinden anlaşılacağına göre, Ehli kitaptan İslam'ın ruhuna aykırı olmayan şeyleri nakletmek caizdir[161].
Sahabe arasında samimiyet olduğundan dolayı onlar duyduklarını olduğu gibi naklediyorlar, üzerinde düşünüp şüpheye düşmüyorlardı. Bu hususu Ahmed Emin, İbn Haldun (733-1334/808-1406)'dan naklen şöyle anlatmaktadır: "Şüphesiz Araplar (sahabe) ehli kitap ve ehli ilim değillerdi. Onlarda ümmilik hakimdi. O sebeple gerek kainatın esrarı, ve gerekse başka konuları ehli kitaba sorup öğreniyorlardı. Ehli kitabın İslam'a girenleri de, eski adet ve bilgilerini devam ettiriyorlar; onlardan nakilde ihtiyat ve titizlik gösterilemediğinden bir kısım israili haberler İslam'a giriyordu. Kabu'l-Ahbar (0.32/652-653), Abdullah İbn Selam (Ö. 43/663-664), Vehb İbn Münebbih (Ö. 110-114-116/728-732-734) müsluman olan ve kendilerinden hayli nakiller yapılan isimlerdir. Böylece tefsir kitapları ehli kitaptan nakillerle dolmuştur"[162].
İsraliyyat adı verilen haberleri üç grupta toplayabiliriz:
*. Nakli caiz olanlar. Bunlar sıhhati bilinen ve İslamın ruhuna muvafık olduğu anlaşılan haberlerdir.
**. Nakli caiz olmayanlar. Bunlar İslama mu-halifjDİan haberlerdir.
***. Sıhhati tam olarak bilinemeyen haberler. Bunların ne tastiki ve ne de tekzibi mümkündür. Böyle haberler için takip edilecek yol, Hz. Paygamberin "bize indirilene inandık"deyiniz"emrine uymaktır.
Netice, ehli kitabın fikirlerinden istifade etmek suretiyle de Kur'anın bazı ayetleri tefsir edilebilir.
Anlayış Kudreti ve İdrak Vüs'ati:
Bu, Allah'ın kullarından dilediği kimseye vermiş olduğu bir lutfu ve fazlıdır. Kur'an ayetlerinden birçoğunun manası dakik ve maksadının anlaşılması hafi bulunmaktadır. Bunlar ancak Allanın anlayış ve basiret nuru vermiş olduğu kimselere zahir olur. İşte, Abdullah b. Abbas bu en büyük mazhariyete Hz. Peygamberin[163] duasi ile nail
olmuştur[164]. Buhari'nin nakletmiş olduğu şu haber de fehim ve İdrakin ehemmiyetini anlatmaktadır: "Ebu Cuhayfe'den rivayete göre, kendisi şöyle nakletmektedir: Ben bir kere Hz. Ali'ye:
(Ey ehl-i beytin büyüğü!) Allah kitabında bulunandan başka yanınızda vahiyden (başkasının bilmediği ve yalnız senin bildiğin) bir şey var mıdır? diye sordum. Hz. Ali:
Hayır, yoktur. Taneyi yaran ve insanı yaratan Allah'a yemin ederim ki, benim (hususi olarak) bildiğim bir şey yoktur; ancak bildiğim birşey varsa, o da Allah'ın kişiye Kur'an'daki mana ve hükümleri anlama kabiliyetini vermesidir Bir de (kılıcının kınından çıkardığı bir sahifeye işaret ederek) şu sahifede yazılı olan hükümlerdir, dedi.Ben:
Bu sahıfedeki hükümler nedir? diye sordum. Hz. Ali:
Bu sahifede maktulün diyeti, esirin kurtuluşu ve kafire bedel bir rnüslümanın katlı caiz olmadığı (hakkında hükümler var)dır, dedi"[165]
Buhari sarihleri bu hadis üzerinde durmakta ve bu haberin ihtiva ettiği manaları izah etmektedirler. Bunlardan el Ayni de muhtelif görüşleri naklederek şöyle demektedir: "Hz. Ali'nin, benim bildiğim tıirşey varsa, o da, Allanın kişiye Kur'andaki hükümleri ve hakikatian anlama kudretini vermiş olmasıdır sözünde, müfessirlerden naklolunmayan hükümleri dini kaide ve usullere muvafık olarak herhangi bir alimin kendi anlayışıyla Kur'andan istinbat edebil-rnesinin cevazına işaret vardır"[166].
Abdullah İbn Abbas ve Hz. Ali gibi sahabenin en büyük ve en meşhur müfessirlerinden naklolunan bu haberler, sahabe devrinde tefsir hususunda akıl ve şahsi görüşlerden de istifade edilmiş olduğunu göstermektedir.
Nüzul Sebeplerinin Bilinmesi:
Sure ve ayetlerin nüzul sebeplerinin bilinmesi, Kur'anın anlaşılması bakımından çok mühimdir. O-nunnhtiva ettiği manalar ancak bu yolla daha iyi ve daha açık bir surette anlaşılabilir. Vahidi: "Ayetin kıssalarını ve nüzulünün beyanını bilmeden tefsirini anlamak mümkün değildir" der. İbnü Dakikı't-îd, "nüzul sebebini beyan etmek Kur'anın manalarının anlaşılmasında kuvvetli bir yoldur" demektedir. İbn Teymiyye de, "nüzul sebebini bilmek ayetin manasının anlaşılmasına yardım eder. Zira sebebi bilmek, müsebbebi, yani, ayetin mana ve hükmünü bilmeğe yol bulmaktır" diyerek aynı görüşü te'yid etmektedir[167].
Hadis Mecmualarının Kitabut-Tefsir kısımları; nüzul sebepleri bakımından en zengin kaynaklardır. Bu kaynaklardan sahabenin nüzul sebeplerine şahit olmuş bulundukları anlaşılmaktadır. Bundan da anlıyoruz ki, sahabenin müfessirleh, Kur'an'i tefsir hususunda bu vasıtadan da faydalanmışlardır
İşte bu zikrettiğimiz vasıtalar sahabenin fehim ve istinbat için başvurdukları yardımcı şeylerdi ki, onlar Kur'an ayetlerinin birçoğunun bunlarla anlarlardı. Kitabullahın kapalılık ve esrarının keşfinde müessir vasıtalar bu hususlardır[168].
Burada şu hususu da kaydetmek icabeder ki, bütün sahabe Kur'an-ı Kerim'i aynı derecede anlayamıyor, aralarında küçük anlayış farkları bulunuyordu. Bunun yanında sahabeden bazı zatlar Kur'an-ı Kerim'in tefsiri hususunda re'y beyan etmeyi bir cür'et telakki ediyor ve onun tefsirine girişmekten çekiniyorlardı.
Sahabenin Dirayet Tefsirinde İhtilafı:
Sahabe, kendi dirayet ve içtihadı ile Kur'an-ı Kerimin tefsirine girişmek ve onun mana ve hükümleri üzerinde fikir beyan etmek hususunda iki gruba ayrılmaktadırlar. Bunlardan birinci grup ilk zamanlarda Kur'anın tefsirine yanaşmamışlar, vera ve takvaları sebebiyle onun üzerinde söz söylemekten çekinmişlerdir. Zira onlar, Hz. Peygamberin kendilerine öğrettikleri ile yetiniyorlar, başka şeylere dalmayı imanlarına ve ihlaslarına uygun bulmuyor-lardf.
Hz. Ebu Bekir'e, "Allah her şeye karşı güçlüdür'[169] ayetinin manası sorulduğu zaman şöyle cevap vermiştir: "Allah'ın Kitabında bilmediğim bir hususu söyleyecek olursam, beni hangi gök gölgeler ve hangi yer taşır"[170]? Hz. Enes de şöyle rivayet etmektedir: Hz. Ömer "Abese" suresini okurken[171] ayetine gelince, "meyve"nin ne demek olduğunu biliyoruz; fakat (lî) "kuru ot" ne demektir? dedi. Biraz düşündükten sonra: "Ey, Ömer, muhakkak bu senin üzerine bir tekellüftür." diyerek böyle ke-limelerin manasının bilinmesinin zor bir şey olduğunu ifade etmiştir[172].
Abdullah ibn Ömer (Ö.73/692)'den de şu rivayet vardır: "Ben Medine fakihlerine yetiştim. Onlar tefsir hususunda söz'söylemeyi î'zam ederler ve bir şey söylemekten çekinirlerdi. Salim ibn Abdillah (Ö. 106/724), Kasım ibn Muhammed ibn Ebi Bekir (Ö. 108/726), Said ibnü'l-Müseyyeb (Ö.94/712), Nafi (Ö. 117/735) bunlardandır"[173].
İkinci grup sahabe ise, tefsir mevzuunda re'y ve içtihada cevaz veren ve bizzat bu İşe girişenlerdir. Zira Allah'ın, "Zikri sana, insanlara ne indirildiğini anlatman için indirdik"[174] ayetinin manası hususi değil, umumidir. Yani buradaki Hz. Peygambere olan hitap bütün insanlaradır. Yukarıda zikredilen Hz. Peygamberin, "Cibrilin öğrettiği nisbette tefsir yaptığı"[175] rivayetine göre, O'nun az tefsir yapmış olduğu anlaşılabilir. Bu hususu İbn Atiyye (Ö.545/1148) şöyle beyan etmektedir : "Bu hadisin manası, mücmel ve mugayyebata ve bunlara benzer ayetlerin tefsirine dairdir. Çünkü bu gibi ayetleri anlamak, ancak Alah'ın tevfiki ile olur"[176]. Bu habere göre, Hz. Peygamber Kur'anı tefsir etmekten çekinirdi. O, ancak Cibril'in öğrettiği kadar tefsir ederdi, diyemeyiz. Zira, yukarıdaki ayetin manası umumidir. Hz. Peygamber gerçi Kur'an-ı Kerimin bütün ayetlerini kelime kelime tefsir etmemiş ve onlar üzerinde içtihatta bulunmamıştır; fakat nasıl tefsir edileceğini ve onlardan nasıl istinbat ve istihracda bulunulacağını örnekler vermek suretiyle sahabeye öğretmiştir. Muaz ibn Cebel'i Yemen'e gönderirken verdiği talimat[177] bunun açık delillerindendir. Bu sebeple sahabe, tahaddüs eden olaylar ve kendilerine tevcih olunan sualler karşısında önce kitap ve sünnete müracaat ediyorlar, aradıklarını onlarda bulamazlarsa, kendi re'yleri ile hareket ediyorlardı.
Şurası bir hakikattir ki, her toplulukta olduğu gibi sahabe arasında da -az da olsa- farklılıklar mevcuttu.Sahabenin bazısı, ilim ve irfan, bazısı hilim ve mülayemet ve diğer bazısı da cesaret ve şecaat bakımlarından birbirinden üstün idiler.Tabii ki bu ihtilaf, basit ve fer'i meselelerde olan ihtilaftı.Tabiun ve onlardan sonra gelenlerin ihtilafı gibi değildi.[178]
Ahmed Emin, İbn Haldun'un bütün Arapların kendi dilleri olması hasebiyle Kur'anın bütün manasını anladıklarını iddia ettiğini, bu iddianın doğru ve vakıalara mutabık olmadığını ifade etmektedir.[179] Gerçek olan da bütün Arapların, dolayısıyla sahabenin hepsinin, Kur'anın bütün manasını anlayamadığıdır. Nitekim, Hz. Ömer'den nakledilen şu haber bu hakikati ispatlamaktadır: Hz. Ömer bir gün minberde "Yoksa onlar, Allah'ın kendilerini tedricen azaltmak suretiyle cezalandırmasından mı emin oldular?[180] ayetini okumuş ve buradaki "tehavvüf kelimesinin anlamını sormuştu. Hüzeyl kabilesinden bir adam" bizim dilimizde, "tehavvüfsözü, "tenakküs" demektir, diye cevap vermiştir.[181] Tenakkus, birşeyi azar azar eksiltmek demektir. Böylece Hz. Ömer bu kelimenin manasını öğrenmiş oluyor.
Biz Hz. Ömer'in ilim ve dindeki derecesinin üstünlüğünü biliyoruz.Arttk diğer sahabilerin durumu nasıldır? Onların çoğu, ayetlerin icmali manaları ile iktifa, ediyorlar, (u^+ruj) lafızlarının Allah'ın nimetlerinin tadadı olduğunu söylüyorlar[182], kendilerini ayetlarin tafsili manalarını amlamağa zorlamıyorlardı.[183]
Netice olarak, sahabe Kur'anın manalarını anlamakta birbirlerinden farklıdırlar. Onun mana ve hükümlerini anlayabilmek için aklen ve kültür bakımından da yüksek bir seviyeye ulaşmış olmak lazımdır. Sahabenin hepsi aynı seviyede değillerdir.
Yukarıdan beri sahabe devrindeki akıl, re'y ve içtihadın durumunu ve sahabenin ictihad yardımı ile tefsir yapabilmesi İçin muhtaç olduğu vasıtaları, Kur'an'ı anlama hususundaki farklılıkları kısaca be-lirttik.Şimdi, sahabenin ictihad yoluyla yaptığı tefsirlerden bazı örnekler göreceğiz.[184]
Sahabe arasında müfessir denebilecek kadar tefsir ile meşgul olanların sayısı azdır. es-Suyuti bunların sayılarının on kadar olduğunu kaydetmektedir[185]. Re'y tefsiri ile, yani kendi görüş ve anlayışları yardımıyla Kur'anı tefsir eden zatların adedi ise, daha azdır. Hatta bunlardan bir kısmı, önceleri re'y beyanından, vera ve takvaları sebebiyle veya başka düşüncelerle kaçınıyorlardı. Sonradan bu zatlar re'y beyanın bir mahzuru kalmadığı veya fikir beyan etmek mecburiyeti hasıl olduğu için Kur'an'ı kendi re'yleri ile tefsir etmişler ve bazı hadiseler hakkında ictihadda bulunmuşlardır[186].
Sahabenin re'yi iki kısımda mütalaa edilebilir: Birincisi, Hz. Peygamberin sağlığında olan re'y ki, doğru ise, tasvib, yanlış ise tashih edilirdi. İkincisi, Hz. Peygamberin vefatından sonraki re'ydir[187].
İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre, o şöyle anlatmaktadır: "Müslümanlar Medine'ye geldiklerinde; toplanıyorlar, namaz vakitlerini gözetliyorlardı. Namaz için bir nida yapılmıyordu. Bir gün bu hususu konuştular; bir kısmı, hıristiyanların çanı gibi bir çan kabul edelim, bir kısmı ise, yahudilerin borusu gibi boru çalınsın, dedi. Hz. Ömer ise, niçin bir kimse seçip namaza çağırmasını kabul etmiyorsunuz, dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, "Ey Bilal kalk! Namaz için nida et, buyurdu"[188].
Buhari'nin bu rivayetinde ihtisar vardır. Diğer hadis mecmualarında ise mesele daha mufassaldır. Bu nakillere göre, Hz. Peygamber ashabı ile namaz vaktinin ilanı hususunda istişarede bulundular; vaktin girdiğini bildirmek için, bayrak çekilmesi, boru üflenmesi ve çan çalınması teklifleri yapıldı. Orada bulunan Abdullah İbn Zeyd de bu işie meşgul olmuştu, sonra ayrılıp gitti. O gece şu rüyayı gördüğünü söyledi: "Ben uyurken elinde muhtemelen çan olan bir kimse gördüm. Etrafımda dolaştı. Ona:"Ey Allah'ın kulu, çanı satar mısın?" dedim. Cevaben, "onu ne yapacaksın" dedi. "Onunla insanları namaza davet edeceğim" dedim. Bunun üzerine, "Sana daha hayırlı birşey bildireyim mi?" dedi. "Evet" de-' dim. O da (... ^rûı^ûı^ezanın sonuna kadar) dersin dedi. Sonra yine namaz kılacağın zaman ı) (ikamet sonuna kadar) dersin" dedi. Sabah oldu, Hz. Peygamberin yanına geldim ve gördüğümü haber verdim. Hz. Peygamber: "İnşallah bu doğru bir rüyadır, kalk gördüğünü Bilal'e anlat; o şekilde ezan okusun, çünkü onun sesi senin sesinden daha yüksektir "buyurdu. Bunun üzerine kalktım, gördüğümü Bilal'e anlattım. O şekilde ezan okumağa başladı. Hz. Ömer bunu evinden duyunca, hemen çıktı ve: "Ya Rasülellah, seni hak olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, Abdullah ibn Zeyd'in gördüğünün aynını ben de gördüm" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber "Allaha hamdolsun" buyurdu[189].
Bu ezanın meşruiyeti meselesi bize gösteriyor ki sahabenin re'y ve görüşlerini Hz.Peygamber doğru bulduğu zaman kabul buyuruyordu.[190]
Enes İbn Malik şöyle rivayet etmiştir: Hz. Peygamber, Rumları İslama davet etmek için bir mektup yazmak isteyince, kendisine; "Onlar mühürsüz mektup okumaz" denildi. Bunun üzerine, Hz. Peygamber gümüşten bir mühür yaptırdı, ben (halen) sanki, ellerinde olan mührün beyazlığını görür gibi-yim, üzerinde nakşolunmuştu[191].
Bu hadise de gösteriyor ki, sahabenin re'y ve fikirleri ekseriya kabul görüyor.[192]
"Sayılı günler oruçlu olunuz, sizden kim ki hasta olur yahut yolculuk ederse, başka günlerden sayılı'günler oruçlu olur ve oruçlu olmak için halsiz düşecek kadar yaşlı ve hastalıklı olanlar (oruç tu-tamazlarsa) fidye, bir yoksulun taamını /yemek/ vermeleri farzdır, ziyade verenler olursa, o kendileri için hayırlıdır. Oruç tutmanız daha hayırlıdır bilirseniz."[193] ayetinde geçen keümesi sahabe tarafından çeşitli manalarda anlaşılmıştır. Bu sebeple Hz. Muaz'ın da dediği gibi, ilk oruç emrediidiğinde isteyen oruç tutar, isteyen tutmaz, her gün bir fakire yedirir, yani fidye verirdi[194]. Bu hususu belirtmek ve sahabenin görüş ve anlayışlarını tashih etmek üzere[195] ayeti nazil olmuş ve Ramazan orucuna ait hükümler tayin edilmiştir. Şimdi acaba bu ayet nasih bir ayet midir? Daha önce geçen a-yetin hükmünü kaldırmış mıdır? Yani ayeti mensuh mudur? İşte bu husus, sahabe tarafından başka başka anlaşılmıştır. Bu anlayış farkı da kelimesinin çeşitli okunuşu ve ifade ettiği mana üzerindeki ihtilaftan doğmaktadır.
Buhari bu hususta muhtelif rivayetler serdetmektedir[196].
Çeşitli tariklerden gelen rivayetlere göre Hz. Peygamber, aşura orucunu ve her ayın üç gününün orucunu tutardı[197]. Bu oruç esasen cahiliye ehlinin tuttuğu oruçtu. Ramazan orucu farz kılındıktan sonra dileyen aşura orucunu tutar, dileyen de tutmazdı[198]: Hiç şüphesiz Hz. Peygamberin bu ibadeti her ne kadar diğer müstümaniara farz kılınmamış olsa bile vahye müstenit bir ibadettir[199]. Ancak, "Ey iman edenler sizden evelkilere farz kılındığı gbi belki korunursunuz diye size de ramazan orucu farz kılındı"[200] ayeti nazil olduktan sonra ramazan orucu farz kılınmış, müteakip ayetlerle kimlerin oruç tutabileceği beyan edilmiştir. Hasta ve seferde olanların tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutmaları belirtilmiştir.
Yukarıda nakledilen hadiste görüldüğü gibi sahabe ayetinin mensuh olup olmar
dığı üzerinde ihtilaf etmişlerdir. İbn Abbas, bu ayet mensuh değildir; oruç tutmaya gücü yetmeyen ihtiyar erkek ve ihtiyar kadının tutamadığı günlerin yerine fidye vermesi hazımdır diyerek ayeti te'vil ediyor. Buna karşı ibn Ömer ve Seleme ibn el-Ekva (o ji^u) lafzını manasına almışlar, oruç tutmağa gücü yetenler tutmazlarsa, fidye versinler, şeklinde anlamışlardır[201]. İbn Ömer'in ve İbn el-Ekva'nın bu görüşlerine hak vermemek mümkün değildir Zira, oruç farz kılındığı zaman, sahabenin birçoğu bu manayı almak suretiyle orucu terkedip fidye ödeme yolunu tutmuşlardı. Ayetten anlaşılan mana eğer istitaa[202] ise, bu takdirde şüphe yok ki, biraz güçlük hissedenler fidye vermeyi bu güçlüğe tercih etmişlerdir. Halbuki oruçtan maksat, nefsi bu gibi güçlüklere alıştırmak ve onu terbiye etmektir. Bu yönden ayetinin yukarıdaki ayetin bu manadaki anlamını neshetiğini kabul etmek ıcabeder[203]. Bundan da anlaşılmaktadır ki, sahabe bir ayetin manası ve hükmünü başka başka anlamakta, en doğru neticeyi bulmak için gayret sarfetmektedirler. Daha doğrusu bir ayetin tefsiri hususunda kendi re'y ve görüşlerini beyan etmektedirler.
Bütün bunlardan anlaşıldığına göre, sahabe a-rasında akıt ve re'ye kıymet verilmekte; kitap ve sünnette açık olarak bulunmayan bir hükmü tayin ve tesbit hususunda, bilhassa bir ayetin tefsiri mevzuunda şahsi kanaatlann da yer aldığı görülmektedir.[204]
Yukarıda müfessir sahabilerin meşhurlarının on kadar olduğunu, bunlar içerisinde re'y beyan edenlerin ise, daha da az olduğunu belirtmiştik. Kendilerinden en çok tefsir rivayet edilenler ve re'y ile tefsir yapanlar şunlardır: Abdullah ibn Abbas (Ö.68); Abdullah ibn Mes'ud (Ö.32), Übey ibn Ka'b (Ö.30), Ali İbn Ebi Talib (Ö.40). Bunlar arasında da kendilerinden en çok tefsir nakledilen zatlar olmaları, tefsir sahasında çığır açmaları ve pek değerli talebe yetiştirmeleri sebebiyle, İbn Mes'ud, Übey b. Ka'b ve İbn Abbas'dan bahsedeceğiz.[205]
Abdullah b. Mes'ud b. el-Haris b. Gafil b. Hatib, Ashab-ı Kiramın büyüklerindendir. Nesebi, Mudar'a kadar varır. Künyesi Ebu Abdirrahman el-Hüzeli'dir. Gece gündüz Hz. Peygamberin yaından ayrılmayan İbn Mes'ud'un İslamdan önceki hayatı hakkında geniş bilgiye sahip değiliz[206].
İbn Mes'ırd Mekke'de doğmuş; fakir bir ailenin çocuğu olduğu için, cahilliye çağında pek tanınmamıştır. Genç yaşında İslam İle şereflenmiş, bu davaya yaptığı hizmetlerden dolayı gerçek hayatinin İslamia başladığını söylemek daha uygun olur. Mekke'de eza ve işkence havasının estiği bir devrede, Kureyş'in inançsızlarına karşı, Kalem suresini cehren okumak suretiyle ebedi mucizeyi onlara duyuran zat, İbn Mes'ud'dur. O, İbn Abbas'dan sonra, en büyük şahabı müfessiridir.
Zayıf, ufak tefek bir vücut yapısına sahip olan Abdullah, bir ara Habeşistan'a sonra da Medine'ye hicret etmiştir. İslamın müdafaası için, bedir, Uhud ve Hendek savaşlarına katılmış, Bi'atü'r-Rıdvan'dam bulunmuş. Yermuk seferine de iştirak etmiştir[207]. Bunu müteakip, Halife Hz. Ömer tarafından Küfe'ye tayin edilmiş; orada, kadılık, muallimlik ve Beytü'l-Mal memurluğu yapmıştır. Hz. Osman devrinde de muallimlik ve Kur'an okutucuiuğu vazifesine devam ettiği, ilim, irfan ve fazilet rehberliği yaptığı bilinmektedir. Daha sonra, Hz. Osman tarafından Medine'ye davet olunan İbn Mes'ud, orada da bir müddet yaşamıştır Nihayet bu kıymetli zat, (32/652) yılında Medine'de altmış yaşlarında vefat etmiş, Baki kabristanına defnolunmuştur[208].
İbn Mes'ud, sahabe içerisinde Kitabullah'ı en iyi hıfzeden bir zattı. Rasulüllah (s.a.v), onun kıraatini dinlemeyi severdi. Zira, Kur'an'ı bizzat Hz. Peygamber'den öğrenmiştir. İbn Mes'ud şöyle naklediyor: Bir gün Rasulüllah (s.a.v), "Nisa suresini oku da dinliyeyim" diye emrettiler. Kur'an sana nazil olduğu halde, ben nasıl olur da, onu sana okuyabilirim? dedim. "Ben onu başkasından dinlemeyi severim" buyurdular. Bunun üzerine okumağa başladım: "Her ümmetten peygamberlerini birer şahid getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir şahid yaptığımız zaman, bakalım kafirlerin hali ne olacak!"[209] ayetine gelince, Hz.Peygamber ağladı; ben de kıraati kestim"[210] Hz. Peygamber, onun hakkında şöyle buyurmuştur "Kim Kur'anı inzal olunduğu günkü gibi okumak isterse, İbn ümmi Abd[211] pin kıraati üzere okusun[212].
Abdullah Ibn Mes'ud, Irak tefsir ekolü /medrese/nün ilmi temelini atan zattır. Bu ekol, fıkıhta olduğu kadar, tefsirde de akıl ve dirayete büyük ehemmiyet atfetmiş; burada, ilim otoriteleri yetiştirmistir. İbn Mes'ud'a nisbet edilen bir mushaf vardır. Bu mushafın surelerinin tertibi "İmam Mushaf ile biraz farklılık gösterir[213]. Zira bu zat, bazt kıraatlar ve fetvalarında, münferit kalmış, cumhurun görüş ve içtihadına uymamıştır. İbn Mes'ud mushafının bazt kelimelerinin yazılış şekillerinde de hususiyetler göze çarpmaktadır. Mesela, el-Kehf suresi'nin 23'ncü ayetindekt "şey" kelimesi hakkında Muhammed İbn İsa (Ö.253/867), bu kelimeyi bütün mushaflarda elif siz olarak yazılmış gördüm. İbn Mes'ud nüshasında ise, bu kelimelerin hepsi "şây" şeklinde elifle yazılmıştır" demektedir[214]. İbn Mes'ud, her on ayette bir işaret koyma manasını ifade eden, ta'şir'i mekruh görür, ondan hoşlanmazdı[215].
Bu zatın Kur'an nüshasında tefsir nev'inden olan bazı ilavelerinin bulunuşu, kendisinden sonraki fikir hayatına ve tatbikata hayli tesiri olmuştur. Mesela, yemin keffaretinden bahseden: Fakat, kim bunları bulamazsa, üç gün oruç tutması lazımdır, el-(Maide 89) ayetinin sonunda "mütetabiat" lafzını ziyade olarak koymuştur[216]. Bu ilaveye dayanarak yemin kefareti için oruç tutmak isteyen kimse, birbiri ardınca üç gün tutması gerekir.
İbn Mes'ud, gerçekten gerek Allah'ın kitab'ından ve gerekse, Hz. Peygamber'in sünnetinde ihtisası son derece ileri olan bir zattı. Buhari'nin ve birçok sahih kaynakların kaydettiğine göre, onun temayüz ve üstünlüğü takdirlerin fevkin-dedir.Abdullah şöyle anlatmaktadır:
"Vallahi ben, Rasulülîah (s.a.v)'ın ağzından doğrudan doğruya yetmiş kadar süre öğrendim"[217].
Şekik b. Seleme'nin nakline göre, Abdullah bu sözü, bir hutbe iradedenken söylemiştir. Hutbesinin sonunda da şöyle demiştir: Vallahi Rasulullah'ın ashabı pek iyi bilirler ki, ben sahabenin, Allah'ın kitabını çok iyi bilen bir ferdiyim. Fakat, onların en hayırlısı değilim. Kendisinden başka hiç bir ilah bulunmayan Aflah'a yemin ederim ki, nazil olan her ayetin nüzul yerini ve kim hakkında nazil olduğunu muhakkak bilirim. Eğer Allah'ın kitabını benden daha iyi bilen birinin olduğunu ve bulunduğu yere vasıta ulaşağını bilseydim, mutlaka ona giderdim.
Ravi Şekik sözüne devamla diyor ki, bu hutbe" iradedilirken, ben cemaatın içinde bulunuyordum. Kulak verdim, Abdullah bu sözü iftihar için değil, Allah'ın lütfettiği ilim nimetini yad ve tahdis ederek söyiedi; cemaattan hiçbir kimsenin reddetiğini işitmedim[218].
Yine ibn Mes'ud şöyle söylemektedir: Bizden bir kişi on ayeti öğrendimi, onların manalarını belleyip mucibiyle amel etmedikçe öbürlerine geçmezdi[219]. Bu söz, İbn Mes'ud'un Kitabullah'ı anlamadaki gayretini ve manalarına vukufunu açıklamaktadır.[220]
İrakta yüzlerce sahabe bulunuyordu. İbn Mes'ud tefsir sahasındaki istidat ve dirayeti sayesinde, bu zevat içerisinde seçildi. O, Irak tefsir ekolünün önderi olduğu gibi, lügat, kıraat ve fıkıh ilimlerinde de kendisine müracaat olunan değerli bir alimdi. İrak: Hicaz'a göre çeşitli fikirlerin daha çok çarpıştığı bir yerdi. Buradaki bilginler, her hangi bir hadise karşısında Kitap ve Sünnette sarih bir delil ve hüküm bulamadjkları zaman, re'ye ve kıyasa başvururlardı. Malum olduğu üzere, re'y ve kıyasın önderliğini yapanlar Hz. Ömer ile Abdullah İbn Mes'ud idi. İbn Mes'ud'un açmış olduğu çığırda öyle bilginler yetişmiştir ki, bunlar sonrakilere tefsir sahasında liderlik yapmışlardır. Bu seçkin zevattan; Alkarna b.Kays, Mesruk b. Ecda, Esved b. Yezid, eş-Şa'bi, el-Hasenu'l Basri, Katade ve Said b. Cübeyr gibi meşhur isimlen sayabiliriz.
Yukarıda da kaydedildiği üzere, ashab-ı kiram, ayetleri önce ezberler, bunların hükümlerini iyice öğrenirler, daha sonra öbürlerine geçerlerdi.
Mesruk, hocasından şöyle bahsetmektedir: "Abdullah bize bir sureyi önce okur, sonra da onu bütün gün tefsir ederdi[221]. Buna göre İbn Mes'ud, talebesine ayetlerin nüzul sebeplerini, fıkhı hükümlerini beyan ediyordu. Hatta lafzını telaffuz edemeyen bir kişiye, tarzında okumasını söylemişti[222]. O devirde ilimler (tasnif edilmemiş olduğunudan) talebeye karışık olarak veriliyordu. Bir ayet veya sure ele alınıp incelenirken, onun nüzul sebepleri, bazı kelimelerin açıklanması, kıssaları, meseleleri, itikadi, fıkhi ve ahlaki hükümleri, nasih ve mensuhu gibi hususları üzerinde durulurdu. Bunun neticesinde de talebe her bakımdan bilgi sahibi olarak yetişirdi.
Tabii olarak İbn Mes'ud'un tefsirde ilk ve en ö-nemli dayanağı Kitap ve Sünnettir. Bunların dışında ise kendi şahsi kanaat ve içtihadı ile hareket etmiştir. İbn Mes'ud'dan bize ulaşan bilgiler rivayetlerle geldiğinden, önce bu tarikleri, sonra da tefsirinden bazı misalleri görelim.[223]
1. Mesruk'tan A'meş Tariki,
2. Mücahid Tariki,
3. Ebu Vail'den A'meş Tariki.
Bu tariklerin her üçü de sahihtir ve Buhari bunlara itimat etmiştir.
4. Süddiyyü'l-Kebir Tariki: Butarikten, el-Hakim Müstedrekinde, et-Taberi tefsirinde rivayetler yapmaktadırlar.
5. ed-Dahhak Tariki: Yine ibn Cerir, bu tarikten de rivayetler yapmaktadır. Fakat Dahhak, İbn Mes'ud ile görüşmediğinden bu tarik münkati'dir[224].
Tefsirinden örnekler:
1. ayetindeki "Sıratı Müstekim"i, İslam ile tefsir etmiştir.[225]
2. Yine, Allah'a itaat ederek namaza durun"[226] ayeti için, şu İzahatı vermektedir: Hz. Peygamber namazda iken, biz kendisine selam verirdik: O da selamımızı alırdı. Bir gün yine, O namazda iken selam verdim; almadı. Namazını kıldıktan sonra, "namaz, Allah'a itaat ve sükun" demektir. Namazda zikrullahtan başka bir şey ile meşgul o-lunmaz ve konuşulmaz buyurdular[227].
3. Abdullah b. Mes'ud, müteşabih ayetler üzerinde durur, nüzul sebeplerinden bol bol bahseder, onların muhtemel manalarını te'vil ederdi. İbn Mes'ud şöyle anlatır:
"Hz Peygamber'e birgün birisi geldi ve ey Allah'ın Rasülü, ben Medine'nin bir yerinde, yabancı bir kadınla cinsi temastan başka her şeyi yaptım. İşte karşındayım; nasıl hükmedersen onu kabul e-deceğim, dedi. Bunun üzerine, Hz. Ömer, eğer sen bu günahını gizleseydin, Allah'da bu aybını örterdi, dedi. Fakat, Allah'ın Rasülü bir cevap vermedi: A-dam kalkıp gitti. Biraz sonra, Hz. Peygamber ardından birini göndererek, onu çağırttı ve ona yeni nazil olan : "Gündüzün iki tarafında(öğle ve ikindi vakitlerinde) ve geceye yakın (üç vakitte; akşam, yatsı ve sabah vakitlerinde) gereği üzere namaz kıl. Doğrusu bu hasenat (beş vakit namazın sevabı) küçük günahları mahveder. Bu, ibretle düşünenlere bir nasihattir" Hud suresinin 114. ayetini okudu[228].
Hülasa, Abdullah b. Mes'ud, Kur'an ilimleri ile çok meşgul olmuş mütebahhir bir alim. ilmin ancak, onu araştırmakla elde edilebileceğini bildiren büyük bir şahabıdır. Aynı zamanda Irak re'y ekolünün müderrisi, İctihad ve dirayete ehmmiyet veren, pek değerli talebeler yetiştirmiş büyük bir fakih ve müfes-sirdir. Son olarak onun şu sözünü nakledelim: 'İlim elde etmek istediğiniz zaman Kur'an'ı araştırınız. Zira onda öncekilerin ve sonrakilerin ilmi vardır"[229].
Übey b, Ka'b el-Ensari, Kur'an okutucu ve öğreticiliği ile vahiy katipliği yapmış büyük bir sahabedir[230]. Sa'd, Ebu Musa e'l-Eş'ari, İbn Abbas ve Ebu Hureyre (R.A) kendisinden rivayet etmişlerdir. Onlardan da, içlerinde Hasenü'l-Basri'nin de bulunduğu büyük bir alimler topluluğu rivayette bulunmuştur[231]. Übey b. Ka'b, müslüman olmazdan önce, yahudi hibr /aiim/lerinden birisiydi. Kadim kitapların muhtevasına vakıftı. Asrında, okur yazar az olmasına mukabil, kendisi okuyup yazma biliyordu. Müslüman olunca Hz. Peygamber tarafından, vahiy katibi tensibedildi. İkinci Akabe biatında hazır bulundu.
İslamın müdafaası için; Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarına ve diğer seferlere iştirak etti. Hz. Ömer ile beraber Cabiye vakasında bulunmuş, Beytü'l-Makdis sakinleri için yapılan anlaşmayı kaleme almıştır. Kur'an-ı Kerimin toplanması hizmetinde de komisyon üyesi seçilmiştir. Bu zatın saha-be-i kiram arasında müstesna bir yeri ve değeri vardı. Hz. Ömer, kendisine: "Müslümanların ulusu" der, hürmet eöer ve ondan istifta[232]da, bulunurdu. Zayıf-nahif yapılı, kısa boylu, beyaz saçlı, ak sakallı oian bu muhterem zat, nihayet, (32/653) tarihinde Medine'de vefat etmiştir[233].
Übey b. Ka'b'ın Kıraat ümindeki Değeri:
Übey b. Ka'b (r.a.), Hz. Peygamberden hiç ayrılmaz, her zaman O'nun kıymetli sohbetlerinden istifade ederdi. Kur'an-ı Kerimi bizzat Rasulüllah (s.a.v.)'dan öğrenmiştir. Ashab-ı Kiram arasında "Reisu'i-Kurra" olarak tanınıyordu. Hz. Peygamber bir hadis-i şeriflerinde: "Ümmetimin ümmetime en merhametlisi Ebu Bekir, dinde en şiddetlisi Ömer, hayaca en sadıkı Osman, kazaya en muktediri de Ali'dir. Helal ve haramı en iyi bileni Muaz b. Cebel, feraize en vukuflusu Zeyd b. Sabit, en kariü'l- Kur'anı da Übey b. Ka'b'dır. Her ümmetin bir emiri vardır; bu ümmetin emiri de Ebu Ubeyde b. el-Cerrah'tır"[234] buyurmuşlardır. Sahih hadis kaynakları şu hadisi nakletmektedirler:
Enes b. Malik'in naklettiğine göre, Hz. Peygamber, Übey b. Ka'b'a:
Allah bana: Kur'an'ı, yani suresini muhakkak sana okumamı emretti, buyurdu. Übey:
Ey Allah'ın elçisi, Allah Taala benim adımı da açıkça andı mı? diye sordu. Rasulüllah:
Evet andı, diye tasdik buyurdu. Bunun üzerine, Übey b. Ka'b ağlamaya başladı[235].
Bu hadise, Übey ibn Ka'b (r.a.)'a, (hiçbir kimsenin iştirak edemiyeceği) has ve yüce bir rütbedir. Bu sure'nin Übeyy'e okunması şüphesiz ki, ondan öğrenmek için değil, ona talim içindir. Sure'nin, sahabe içerisinde yalnız Übey b. Ka'b'a tahsisen o-kunmasının birçok sebep ve hikmetleri vardır. Bu zat Kur'an'ın lafızlarını, eda keyfiyetlerini, kıraat ve-cihlerinin hususiyetlerini öğrenmeğe önem veriyordu. Aynı zamanda Übey b. Ka'b, Kur'an'ı öğretmede ehliyet sahibi idi ve Hz. Peygamber onu, Kitabullah'da, reis ve imam kabul ediyordu. Bu suretle, kıraata önem \/eren hafızlara Kur'an arzı, o gundenben bir sünnet olarak devam edip gelmiştir. Başka bir sebep de Kur'an'ı, onun lisanından öğrenmeye teşvik olabilir. Nitekim, öyle olmuştur. Hz. Peygamber'in vefatından sonra, Übey (r.a.), kıraat iliminin imamı olarak şöhret bulmuştur.
Allah Taaia'nın, sureler içerisinde yalnız bu sureyi seçmesinin de muhakkak sebep ve hikmetleri vardır. Bunlar da, surenin; tevhid, risatet ve ihlas ile, Peygamberlere indirilen kitaplar ve sahifeleri zikretmesi; namaz, zekat, ahiret; cennet ve cehennem ehlinden bahsetmesi gibi hususlar-dır.Übeyy'in ağlaması ise, nefsini hakir gördüğü, hayrete düştüğü, Allah'tan korktuğu içindir.
Zira salih zatlar, birşey sebebiyle sevindikleri zaman, sevinçlerini, Allah korkusu ile mezcederlerdi. Yani, daima korku ile ümit itidali ü-zere bulunurlardı. Başka bir görüşe göre bu ağlama ferah ve sürurdan; yahut da, huşudan, Allah'ın kendisine ihsan ettiği bunca nimetlere karşı şükürde kusur ederim endişesinden vaki olmuştur[236].
Başka bir haberde de şöyle naklolunmaktadır
"Enes b.Malik (r.a.)'ten rivayete göre şöyle demiştir: Hz. Peygamber zamanında, Kur'anı dört zat ezberlemişti ki dördü de Ensardandır; Übey b. Ka'b, Muaz b. Cebel, Ebu Zeyd ve Zeyd b.
Sabit'tir"[237].
Buradan; Asr-ı saadette, Kur'anı ezberleyenlerin yalnız bu dört zat olduğu sanılmamalıdır. Dört halifenin de dahil olduğu sahabeden daha pek çok zat, Kitabullahı hıfzetmiştir. Enes b. Malik'in yalnız bîr kabileden, yalnız Ensardan dört zatın Kur'an'ı cem' ve hıfzetmiş olduklarını bildirmiş olması mümkündür[238].
Übeyy b. Ka'b'ın Tefsirdeki Yeri ve Değeri:
Übey b.Ka'b, sahabe içerisinde Kitabullahı en iyi bilenlerdendi. Herhalde onun, Kukanın manalarını iyi anlamasında bir takım faktörler rol oynamaktadır.
Bir defa o, önceleri yahudi hibrlerinden /âlim/ birisiydi. Tevrat ve incil gibi, kadim kitapları iyi tanıyordu. Medine ıde Rasülüllah (s.a.v.)'ın vahiy katibi İdi. Gayet tabii olarak bu durum, Übey b. Ka'b'ın Kukanın nüzui sebeplerini, nüzul yerlerini, O'nun en evvel ve en son nazil olan ayet ve surelerini, nasih ve mensuh olanlarını bilmesine büyük tesiri olmuştur. Artık bundan sonra bu zata, Kur'andan herhangi bir ayetin manası müşkil gelsin de onu, Rasulullah (S)'dan sorup öğrenmiş olmasın; bu ma'kul değildir. Mutlaka öğrenmek istediği her manayı sorup öğrenmiştir.
Bütün bunlar, Übey b. Ka'b'ın tefsirde el-Müksirun'dan addedilmesine vesile olmuş ve ondan da birçok müfessir nakilde bulunmuştur.[239]
Tefsir konusunda, Übey b.Ka'b'dari bir hayli rivayet vardır. Bu rivayetlerin tarikleri çeşitlidir. İslam alimleri bu tarikleri -cerh ve tadil-noktalarından- ince bir tenkid süzgecinden geçirdiler, sahih olanları ile sakimlerini birbirinden ayırdılar. Übey b. Ka'b'dan gelen en meşhur tarikler şunlardır:
a) Ebu Ca'fer er-Razi tariki. Bu sahih bir tarikdir. Übey'in tefsire dair nüshası, bu tarikle rivayet olunmaktadır.
İbn Cerir, İbn Ebi Hatim, o nüshadan çok nakiller yapmaktadırlar. Yine, el-Hakim, e!-Müstedrek'in de ve Ahmed b.Hanbel Müsned'inde ondan rivayet etmektedirler.
b) Süfyan'dan Veki tariki: Bu tarikten de Ahmed b. Hanbel, Müsned'inde tahric etmektedir. Rivayet zincirinde bulunan Abdullah b. Muhammed b. Akıl, her ne kadar saduk ise de, hıfzı hakkında söz söylenmiş bir zattır. Yani, hafızasının kuvvetli olup olmadığı hususunda ihtilaf edilmiştir.
Übey b. Ka'b'ın tefsirinden örnek:
"Hanı o kafir olanlar, kalplerindeki taassuba, cahiliyet gayretine sarıldıkları sıra;Allah, Rasulünün ve mü'minlerin üzerine manevi huzuru indirmiş-ti.Onlara takva,kelimesini (şahadet ve tevhid sözünü de) ilham etmişti.Onlar da buna layık ve ehil idiler.Allah her şeyt kemali ile bilendir"[240]
Übey b.Ka'b. bu ayetin tefsirini yaparken, "Takva kelimesi"nden maksadın "Tevhid kelimesi", yanı, olduğunu söylemiştir[241].
Hülasa, Übey b.Ka'b, tefsirde Abdullah b.Mes'ud'dan sonra önemli bir sahabidir. Kendisi Medine tefsir ekolünün müderrisi olması hasebiyle pek kıymetli talebeler yetiştirmiştir. Bu konuda çalışma yapmak İsteyen bir kimsenin ondan gelen rivayetleri dikkatle incelemesi icabetmektedir.[242]
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ashabı içerisinde Kur'an-ı Kerimi tefsir etme, ilahi kelamı anlayıp anlatma konusunda haklı bir şöhrete sahip olan Abdullah İbn Abbas (68/687-688), hicretten üç yıl önce, Mekke'de doğmuş, 70 yaşında iken Taifte vefat etmiş ve orada defnolunmuştur[243].
Devrinin pek çok ilimlerinde büyük bir dereceye ulaşan bu değerli zat, "bahru'l-ilim[244], hibr[245], tercümanü'l-Kur'an[246]" gibi adlarla yadedilmîştir. Ibn Abbas, Kitabullah'ın manalarını anlamada ve ictihadda büyük bir payeye nail olmuştur[247]. Bunun için fetva verme ve Kur'anı tefsir etme hususlarında reislik derecesine yükselmiştir. Hz. Ömer, sahabenin büyükieri ile birlikte onun ilim meclisinde oturur, onlardan istifade eder ve şöyle derdi: "Sen gençle-rimizarasında yüzü ve ahlakı en güzel, Kitabullah'ı anlama hususunda en bilgili olanısın[248].
Hz. Peygaber, İbn Abbas için: "Allahım, Abdullah'a kitabı ve hikmeti öğret"[249], "Allahım onu dinde fakıh kıl ve ona te'vili öğret[250], diye dualar etmiştir. Yine Hz. Peygamber onun hakkında: "ibn Abbas ne güzel Kur'an tercümanıdır"[251] buyurarak Kitabullah üzerindeki ihtisasını ifade etmişlerdir: Bu büyük sahabi, bizzat kendi lisanı ile; "Ben Muhacir've Ensardan sahabenin ileri gelenlerine, Hz. Peygamberin savaşlarını ve Kur'anda nazil olan şeyleri sorardım. Onlardan hangisine gitsem, Rasülaliaha yakınlığımdan dolayı beni iyi karşılar ve sorduklarıma şevkle cevap verirdi"[252]. Bu da göstermektedir ki, ibn Abbas ilmini yalnız Hz. Peygamber'den değil, aynı zamanda sahabeden de almıştır. O, daha çok şu üç zattan ilim elde etmiştir; bunlar: Hz.Ömer, Hz.Alı ve Hz. Übey b. Ka'b (r.a.)'dır[253]. Kendisine sahabe çok büyük bir itimatta bulunur, birçok hususlarda onun kavi! ve re'yı ile hükmederlerdi. Tâvûs (Ö 106/724)'un ibn Abbas hakkında şöyle dediği naklolunmaktadır: "Ben şu çocukla yani ibn Abbas ile beraber bulundum; Hz. Peygamberin ashabının büyüklerini terkettim. Onlardan yetmiş kışının bir hususta ihtilaf ettiklerini gördüm. Hepsi de, onun sözüne müracaat ettiler"[254]. O, el-Bakara suresini okumuş ve öyle güzel bir şekilde tefsir etmiştir ki, şayet RUM-(Bizans)lar ve Türkler... onu dinleseler-
di, muhakkak müslüman olurlardı[255]. Hz. Ali onun hakkında: "İbn Abbas gayba, sanki ince bir perdeden bakardı" diyerek Kur'anı tefsir edişini takdir etmiştir[256].
Hülasa, Abdullah İbn Abbas'ın hayatı ilmi bir hayattı. O, Rasulullah'ın yanından hiç ayrılmıyor, Kitap ve Sünnetin hüküm ve inceliklerine vakıf olma yolunda bütün gücü ile çalışıyordu. Bir tek hakikat ve mesele öğrenebilmek için uzun yol ve yorucu meşakkatlere katlanmaktan geri durmuyordu. Bellediği esasları tatbik etmek, onun en başta gelen vazifesi idi. İbn Abbas, öğrendiklerini başkalarına öğretmeği, ifası gereken bir görev telakki ediyor, İslamın yüce gerçeklerinin tatbik edildiğini görmekten büyük bir mutluluk duyuyordu.
Bu mümtaz zat, imamet ve siyasetle az meşgul oluyordu. Kendisini Hz. Ali, Basra valisi yaptı. Bu görevde bir yıl kaldıktan sonra, ayrıldı ve Taife döndü. Bir de Mısır, Mağrib, Cürcan, Taberistan ve Kostantinİyye feth ordularında bulundu[257].
Gerçekten İbn Abbas, Arapçanın bütün kaide ve esaslarını, fesahat ve belagat yönlerini gayet iyi biliyordu. Bilhassa Kur'an-ı Kerimin muhtevasının anlaşılmasına yarayan, onun derinliklerine nüfuz imkanı sağlayan ilimlere hakkıyla vakıftı. Onun hakkında söylenebilecek en hayırlı sözlerden birisi Abdullah b. Ömer (r.a.)'in şu veciz sözüdür: "İbn Abbas, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ümmeti içerisinde yüce Allah (c.c.) tarafından indirilen Kur'anı bilme hususunda en alim zattır"[258].
ibn Abbas (r.a.)'ın ilimlerde ihtisasının Sebepleri
İbn Abbas'ın ilmi şöhretinin sebeplerini ve çeşitli ilimlerde mütehassıs olmasının amillerini şöyle özetlemek mümkündür:
1. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in duasına nail olması,
2. Hz. Peygamber'in hane-i saadetlerinde yetişmiş olması ve temyiz çağında ondan ayrılmamış bulunmasıdır. Bu suretle o, pek çok konularda görgü ve bilgi sahibi olmuştur.
3. Hz. Peygamber'in vefatlarından sonra, sahabenin büyükleri ve ilimde otorite olanları ile beraber bulunması: Onlardan ilim elde ediyor, bildiklerini onlara naklediyor; Rasulüllah'ın vefatları sebebiyle oğrenemedıklerini, adeta onlardan geri alıyordu.
4. Arapçayı bütün edebi san'atlarıyla birlikte hıfzetmesi ve Kur'anın anlaşılmasında istişhad olarak kullandığı Arap şiirini iyi bilmesi.
5. Müctehid mertebesine ulaşması, ictihaddan çekinmemesi, hak bildiği bir şeyi beyan etme hususunda cesaret sahibi olması. İbn Ömer(r.a.)'e bir gün bir adam geldi, şu ayetin manasını soruyordu: "Semavatla arz bitişik bir halde iken biz onları birbirinden yarıp ayırdığımızı, her diri şeyi de sudan yarattığımızı o küfredenler görmediler mi? Onlar hala inanmayacaklar mı?"[259] İbn Ömer ona: "Sen İbn Abbas'a git, sonra gel, onun söylediğini bana haber ver" dedi. Adam gitti, sordu. İbn Abbas: semavat retkan idi, yani, yağmur yağmıyordu; arz da bitişikti, nebat bitmiyordu. Semavat yağmur verdi, arzda da nebat bitti,"[260] diye cevap verdi. BU adam İbn Ömer'e tekrar vardı, bunları anlattı. Bunun üzerine İbn Ömer: " Ben İbn Abbas'ın Kur'anı tefsir etmek hususundaki cesaretine hayret ediyorum, diyordum. Şimdi anladım ki, ona ilim verilmiş" demiştir.[261]
İşte Abdullah İbn Abbas'ın tefsir sahasında i-lerlemesi ve meşhur olmasının sebep ve amilleri bunlardır. Bütün bunlara bir de üstün akıl, isabetli re'y, sarsılmaz ve sağlam bir din ve iman ilave edilecek olursa, onun bu konudaki derecesinin üstünlüğü bir kat daha anlaşılmış olur[262]. Şimdi bu hususu biraz daha izah edelim.
İbn Abbas'ın tefsirindeki değeri:
Abdullah İbn Abbas'ın tefsir sahasındaki değerinin üstünlüğü, bu konuda otorite olan zatların onun hakkındaki sözlerinden anlaşılmaktadır. İbn Abbas'ın kıymetli talebesi Mücahid İbn Cebr el-Mekki (0:103) : "O, bir ayeti tefsir ettiği zaman, onda bir nur görüyordum" diyor, Yukarıda da ifade olunduğu üzere, Hz. Ali'nin İbn Abbas'ın ğayba ince bir perdeden baktığını, Abdullah İbn Ömer'in, O'nun Hz Peygamberin ümmeti içinde, Kur'anı en iyi bilen bir zat olduğunu söylemeleri bu hakikati ifade etmektedir.
£ahabe ve tabiunun büyük çoğunluğu Kur'an-ı Kerimde anlaşılması müşkil olan hususlarda onun sözlerine müracaat ederlerdi[263]. Taberi, Said İbn Cubeyr (Ö. 95/713)'den şu haberi nakletmektedir: " Küfe'de bir yahudi, seni ilim tetebbu eden bir adam görüyorum, Musa aleyhisseiam iki müddetten hangisini ödedi[264], bana haber ver, dedi. Ben de bilmiyorum; şimdi, "hibru'l-Arap'tn yani, İbn Abbas'ın yanına gidiyorum, dedim. Mekke'ye geldiğimde,' yahudinin sorusunu kendilerine arzettim. ibn Abbas şöyle cevap verdi : Musa aleyhisselam, o. iki müddetten çok olanını ifa etti; zira bir peygamber, vadettiğı zaman vadinden dönmez, hatta onu ziyadesiyle yerine getirir". Said şöyle devam etti: "İrak'a döndüm, yahudiye cevabi naklettim, o da, doğru söylemiş, Allah'a ve Musa'ya indirilene yemin ederim ki, o hakikaten alimdir" demiştir[265].
ez-Zerkeşi de, "İbn Abbas'ın tefsiri, diğer ashabın tefsirinden mukaddem ve üstündür" diyerek onun tefsirinin kıymetini belirtmiştir[266].
Abdullah İbn Abbas kendisine sorulan sorulara cevap vermekle kalmamış, aynı zamanda, İslamdan önceki durumu, hatta insanın yaratılışından bile bahsetmiştir. Bu konularda, ehl-i kitaptan geniş ölçüde istifade etmiş, özellikle Kabu'l-Ahbar'ın görüşleri, kendisinin malzeme olarak işine çok yaramıştır. O, müslüman olmuş bu zat ife Abdullah İbn Selam'dan bol bol rivayetlerde bulunmuştur. Mesela, İbn 'Abbas Kab'a: "Onlar (göklerde ve yerde o-lanlar) gece gündüz ara vermeden O'nu teşbih ederler[267]" ayetinin manasını soruyor, o da: "Onların teşbihlerinin insanın nefes alıp vermesi gibi tabii ve fasılasız (ilham İle) olduğu şeklinde cevap veriyor[268]. Meymune bint Ebi'l Celd'in anlattığına göre, babası, her yedi günde bir Kur'anı ve her altı günde de Tevrat'ı yüzünden baştan sonuna kadar okurdu[269]. İbn Abbas, Ebu'l-Celd'e (ceylan İbn Ferve), "berk" (şimşek)'in manasını sorup öğrenmişti[270].
İbn Abbas ehl-i kitaba sorular sorup bazı şeyleri öğrendiği- İçin bir takım ithamlara da maruz kalmıştır. Ona hücum edenlerin başında ignaz GoTdzıher ile Ahmed Emin gelmektedir[271]. Onlarjbn Abbas't İslamın ruhuna aykırı olan şeyleri de naklettiği gerekçesiyle tenkid etmektediher.Bu tenkid ve hücumların mübalağalı olduğunu ifade eden Muhammed Hüseyin ez-Zehebi, bizzat İbn Abbas'dan sözler naklederek, onun tefsirinin sağlamlığını müdafaa etmektedir[272], Abdullah İbn Abbas. Buhari'nin nakline göre şöyie demektedir "Ey muslümanlar topluluğu! Ehl-i kitaba nasıl soru sorarsınız? Halbuki, sizin Hz. Peygambere indirilen bu kitabınız, Allah'tan en yeni haberleri getiren ve hiç tahrife uğramamış olduğu halde okuduğunuz bir kitaptır. Yüce Allah size haber vermiştir ki ehl-i kitap; Allah'ın yazdığını tebdil ettiler ve Kitabı elleriyle değiştirdiler de, "O'nu az bir değere değişmek için, "bu Allah katındandır" dediler[273]. Allah'ın bu ihbarı sizi onlara soru sormaktan menetmez mi? Hayır, Allah'a yemin ederim ki, onlardan hiç bir kimsenin, size indirilen (Kur'an'dan) soru sorduğunu görmedik"[274].
Burada İbn Abbas Allah parafından peygamberlere indirilen sözleri değiştirenlerden bahsetmekte, onlardan birşey sorulup öğrenilmesi ve tatbikat sahasına sokulmasının doğru olmadığını beyan etmektedir. İslama dahil olan kitabileri kastetmemektedir.[275] Yukarıda da görüldüğü üzere, müslüman olan zatlardan istifadede bir beis görmemektedir. Zira kendisi,onların görüşlerinden yeteri kadar yararlanmıştır.
Abdullah İbn Abbas, Kur'anda varid olan gahb lafızların manalarının anlaşılmasına yarayan, cahiiiye şiirine de müracaat etmiştir.Zira Kur'an'ın iyi anlaşılması hususunda cahiiiye şiirinin önemli rolü olduğu , sahabenin büyükleri tarafından beyan e-dilmiştir. Mesela Hz. Ömer (r.a), ashaba :"Cahiliye devrine ait divanlara yapışınız, onlardan istifade ediniz" demiş, kendisine "dîvanlarımız nelerdir?", diye sorulunca , "cahiiiye şiiridir; onda Kitabınızın tefsin, İlahi Keiam'ın manaları vardır" şeklinde cevap vermiştir.[276]
İbn Abbas, sahabe içerisinde şiirden en çok istifade eden bir zattı. Kendisine Kur'andan birşey sorulduğu zaman ekseriya şiirle cevap verirdi. Bu konuda ondan pek çok nakiller yapılmaktadır Nafi ibnü'l-Ezrak (Ö.65-684)'ın sorduğu sualler ve ibn Abbas'ın ona verdiği cevaplar ondan rivayet edilenleri İçine almaktadır. Bunlar ikiyüze baliğ olmuştur[277].
Ebu Bekir Ibnü'l-Enbari (Ö.328/910), ibn Abbas'ın cevaplarının bir kısmını "Kitabü'I-Vakfı ve'l-ibtida" adlı eserinde, et-Tabarani (260/873-360/970)'de el-Mucemü'l-Kebir'inde tahric etmişlerdir. es-Suyuti de, Nafi ibnü'l-Erzak ile ibn Abbas arasında geçen bu muhavereyi, yani, ibn Abbas'ın istişhad olarak ele aldığı bu şiirleri kaydetmektedir[278]. Ebu Ubeyd (ö.223/837) de "Fedailü'l-Kur'an" adlı eserinde ibn Abbas'a Kur'andan bir şey sorulduğu zaman, ayetin tefsiri için şiirden istişhadda bulunduğunu nakletmektedir[279].
Netice olarak Abdullah ibn Abbas, Kur'an-ı Kerimin anlaşılması uğrunda büyük gayretler sarfetmiş, ehl-i kitaptan ve eski Arap şiirinden faydalanmasını bilmiş değerirbir zattır.[280]
Abdullah ibn Abbas'dan çok sayıda rivayet gelmektedir[281]. Bu rivayet edilen şeylerin sıhhat dereceleri üzerinde alimlerin çeşitli görüşleri bulunmaktadır. Kaynaklar İbn Abbas'dan gelen rivayet tarikleri sekiz madde halinde zikredilmektedir[282].
1. Ali İbn Ebi Talha Tariki. Ahmed İbn Hanbe! (0.241/855) bu tarik hakkında, "Mısır'da tefsire ait Ali ibn Ebi Talha'nın rivayet ettiği bir sahife vardır ki, bir kimse onu elde etmek için oraya kadar gitse çok birşey sayılmaz" demiştir[283]. Ali İbn Ebİ Talha'dan rivayet edilen bu sayfaya Buhari, es-Sahih'inde itimat göstermiştir. Yine, İbn Cerir et-Taberi, ibn Ebi Hatim (Ö.327/938) ve diğer sünen sahipleri ondan istifade etmişlerdir. Goldziher, Ebu Talha'nın İbn Abbas ile görüşmediği, ondan hadis dinlemediği, ancak Mücahid veya Said ibn Cübeyr yolu ile hadis elde ettiği, dolayısıyle bu tarikin münkatı olduğu, itimada şayan bulunmayacağı gerekçesi ile tenkide yeltenmiştir. Kaynaklar, Mücahid ve Said ibn Cübeyr gibi zatların itimat edilen raviler olduğunu, ibn Hacer ve ez-Zehebi gibi otoritelerin bu tariki medhettikSerinı, yukarıda zikredilen en büyük hadis bilginlerinin bu tarikten rivayet etmelerinin de, onun sıhhatinin delili olduğunu, Goldziher'in tenkidinin yersiz bulunduğunu zikretmektedirler[284].
2. İbn Abbastan gelen rivayet tariklerinin mutemed olanlarından birisi de, Kays b. Müslim el-Kufi tarikidir[285]. Bu tarik Buhari ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir.
3. İbn Abbas'a ulaşan tariklerden birisi de, ibn İshak (Ö.150) tarikidir. Bu, ceyyid (sağlam) bir tariktir ve isnadı hasendir. Bu tarikten, et-Taberi, İbn Ebi Hatim ve et-Taberanit el-Mucemu'l-Kebir'inde hadis rivayet etmişlerdir[286].
4. İsmail ibn Abdirrahman es-Süddiyyi'l Kebir tariki. Müslim, dört sünen sahipleri ile et-Taberi bu tarikten rivayet etmişlerdir[287].
5. Abdü'l-Melik İbn Cüreyc tariki. Bu tarikten rivayet edilenlerin, sahihleri ile sahih olmayanlarını birbirinden ayırmak için, araştırma yapmağa ve dikkatle incelemeğe ihtiyaç vardır[288].
6. Dahhak ibn Müzahim tariki. Bu tarikten gelen rivayetleri et-Taberi ve İbn Ebi Hatim tefsirlerine almışlardır.
Ancak, Cüveybir yoluyla gelenleri almamışlardır.Bu tarikten gelenleri İbn Merduye ve Ebu'ş-Şeyh İbn Hıbban tahnc etmişlerdir.[289]
7. Atıyyetü'l-Avfi Tariki.Bu zayıf bir tariktir, et-Tirmizi'nin bunu hasen kabul ettiği de olur.İbn Cerir ve ibn Ebi Hatim bu tarikten hadis nakletmişlerdir[290].
8. Mukatiî b. Süleyman Tariki. Bu tarik zayıf bir tariktir.Çünkü Mukatil, Mücahid ve Dahhak'den rivayet ettiği halde onlarla görüşmeden bunu yap-mıştır.Ahmed b. Hanbel: "Şayet Mukatil sağlam bir ravı olsa idi, onun tefsiri ne kadar güzel bir tefsir olurdu1' demiştir[291].
9. Muhammed İbn es-Saib el-Kelbi Tariki.Bu zat, Ehu Salıh'den, o da Abdullah İbn Abbas'dan rivayet eder.Bu isnad cerh ve tadilcilere göre zayıf-tır.Buna bir de Muhammed b. Mervan es-Süddiyyi's-Sağır katılacak olursa o zaman bu isnad bir kizb silsilesi olur demektir[292].
İbn Abbas'a Nisbet Edilen Tefsirin Kıymet Derecesi:
Bu gün elimizde İbn Abbas'a atfotunan "Tenviru'l-Mikbas min Tefsiri İbn Abbas" adlı orta boylu bir tefsir bulunmaktadır[293].Adı geçen eser, el-Kamusu'l-Muhit yazarı meşhur alim Ebu tahir Muhammed el-Fizurabadi tarafından cem olunmuş-tur.Bu tefsirin orijinali muhtelif kütüphanelerde bulunduğu gibi, çeşitli yer ve tarihlerde tablanda ya-pılmıştır.İbn Abbas'dan tefsir siyakında gelen bu rivayetlerin çoğunu, Taberi, Camiu'l-Beyan'ında nakletmektedir.Yine diğer hadis mecmuaları onu ihtiva ettiği gibi, el-Buhari'de, "Kale İbn Abbas" ibaresi ile onun bir kısmını Camiul-Beyanfnda nakiet-mektedir.Muhammed Fuad Abdulbaki bu tefsiri "Mucemu Ğaribi'i-Kur'an müstahrecen min Sahihi'l-Buhari" unvanı altında toplamıştır[294].
Tenviru'l-Mikbas'da, İbn Abbas'dan rivayet o-lunan şeyler, Muhammed b. Mervan es-Süddiyyi's-Sağir'in el-Kelbi'den, onun Ebu Salih'den, onun da İbn Abbas'dan rivayetlerine dayanmaktadır. Yukarıda, Süddi'nin Kelbi'den rivayet durumunu kısaca gördük.İmam eş-Şafii'nin: "İbn Abbas'dan tefsir hususunda ancak yüz kadar hadisin sabit olduğunu" söylediği rivayet olunmaktadır[295] haber, İbn Abbas'a nisbet olunan tefsire, uydurmacılar tarafından ne kadar büyük bir cüretle, çok sayıda şey eklendiğini göstermektedir[296].
Burada şunu belirtmek gerekmektedir: 'Abdullah b. Abbas, sözünde ve yaşayışında kendisine itimad olunan bir zattır.Aynca sahabe, nakd-i rical (hadis ravilerini tenkid)in haricinde mütalaa olunmakda, Hz. Peygamberin terbiyesinde yetişmiş bu kişifer tenkide tabi tutulmamaktadıriar.Nakd, sonraki nesiller için ' söz konusudur.Sonra İbn Abbas, bilmediği bir şey hususunda söz söylemeyi kerih görür, sükut ederdi[297].-İbn Abbas'dan 1660 hadis naklolunması, bazılarınca garib karşılanmak-tadır.Bu hadislerin çoğu fiili sünnete aittir.Yani, zeki bir zat olan İbn abbas,kısa bir müddet içerisinde,Hz. Peygamberin hallerine şahid olmuş, ince meselelere nüfuz edebilmiş, sonrada, bunları nakletmiş-tir.Bunda garib karşılanacak bir durum yoktur[298].
Yukarıda da belirtildiği gibi, bu zatın ilmi oldukça geniştir.Kendisi, Arap dili ve edebiyatına, çeşitli kabilelerin şive ve lehçelerine hakkıyla vakıf, eski Arap şiirinden istifade etmesini bilen, ehl-i kitabın hallerini iyi tanıyan, sahabenin ileri gelen alimlerinden birisi idi.F.Sezgin, İbn Abbasdan rivayet olunarak meydana getirilen eserleri şöyle sıralamaktadır: İTefsiru İbn Abbas, 2.Garibu'l-Kur'ant 3. Mesailü Nafi' İbni'i-Ezrak, 4. el-Luga fi'l-Kur'an, 5. Kasidetü Medh, 6. Müsned, 7. Havassu Ba'di'l-Ed 'iyye, 8. Düaü Süryaniyye, 9. Hadisü'l-Mirac[299].
Hülasa, Abdullah İbn Abbas, Yüce Allah'ın Kitabı Kur'anı-ı Kerim'i en iyi anlayan sahabilerdendir. Hz.Peygamberin yakını olması hasebiyle, onun terbiye ve metodunu kavramış, Kur'an'ın prensiplerini ön plana alarak yaşamış bir zattır[300]. O, tefsirde ve hatta dirayet tefsirinde öncülük etmiş, onun temelini atmış, sonraki nesillere örnek olmuş seçkin bir sahabidir.Kendisine atfolunan "Tenviru'l-Mikbas" bazı mühim problemleri halletmesi ve sonraki devirlere ışık tutması gibi yönlerden önemli bir tefsirdir.Ancak onun ciddi çalışma ve araştırma ile derin bir tenkid süzgecinden geçirilerek, insanlığın istifadesine sunulması gerekmektedir.'
Netice olarak, sahabi müfessirler içerisinde, İbn Mes'ud, Übey b.Ka'b ve İbn Abbas'ın tefsirde herbirinin ayrı değer ve hususiyeti bulunmaktadır İbn Mes'ud'un çeşitli inanç, kültür ve görüşlerin bulunduğu İrak'da fıkıh ve tefsirde dirayet metodu ile hareket ederek, meseleleri halletmesi ve kıymetli talebeler yetiştirmesi, gerçekten ilme büyük bir hizmet olmuştur.Übey b. Ka'b'ın da Medine'de bir öğretici olarak bulunması, Kur'an-ı Kerim okutma ve tefsirdeki muvaffakiyeti; müşkülen derin bir vukufla esasa- bağiaması ve değerli talebeler yetiştirmesi, takdirlerin üstünde bir başarıdır.İbn Abbas'ın ise, ilim ve irfan sahibi bir sahabi olarak, Mekke'de müderrislik yapması,'Kurban ayetlerini pek çok vasıtadan, bilhassa akıl ve muhakemeden faydalanarak tefsir etmesi, böylece dirayet tefsirinin temelini atması, değerli talebeler yetiştirmesi, kendisinden tefsir konusunda hayli nakiller yapılması, onun değerini göstermektedir.
Burada, bu zatların yetiştirdiği Tabii müfessir-lerin durumlarını, "Tabiun Devri"ni görmemiz gerekmektedir.[301]
Arap yarımadasında doğan İslamiyet, büyük bir hızla gelişmeye başlamış, daha Hulefa-i Raşidin devrinde İslam Devleti'nin sınırları yarımadanın sınırlarını aşmıştı.Hicri 14-21 / Miladi 635-641 yılları' arasında Suriye, Mısır, Irak ve İran büyük İslam devletinin birer eyaleti haline gelmişti.Sınırlar, Emevıler ve Abbasiler devrinde, doğuda Maveraün nehir batıda da Kuzey Afrika ve İspanya'ya kadar genişlemişti.İşte böyle geniş bir sahayı içine alan İslam Devleti içerisine her milletten insan girmişti.Bu insanların her birinin ayrı dil, din, ırk, anane, görüş, ve düşünüşleri vardı.
Hiç şüphesizki bu durum İslam düşüncesi ü-zerinde geniş bir tesir yapacaktı.Nitekim sahabe, gittikleri şehir ve yerleştikleri beldelerde sorulan suallere göre cevaplar vermeğe çalışıyor, vuku bulan hadiselerin halli hususunda Kur'an-ı Kerim ve sünnette açık bir delil bulamadıkları zaman, kendi görüş ve re'y'erine göre hareket ediyorlardı.Diğer milletlere gelince; onlar birçok hususta serbestti-ler.Zira, Kur'an-ı Kerim, gayri müslimlere hürriyet vermişti.Bu sebeple, medeni hareketlerini yaymakta meydanı geniş buluyorlardı[302]. İslamın bu müsamahası neticesinde herkes kendi dini inanış, adet, a-nane ve şahsi görüşlerini etrafa yayma gayreti gösterebiliyordu. Bütün bunlara mukabil, Müslümanlar da gayr-i müslimlerin kendilerine karşı kullandıkları akıl ve mantık metodlarını benimsemek ve bunlarla İslamı savunmak yolunu tuttular.Her milletin kendi anlayış ve kültür durumunu da dikkate alarak, İslamın hakikatlarını onlara anlattılar. Böylece, başka din, kültür ve medeniyete sahip olan kimselerin İslama girmelerini temin ettiler.[303]
Tabiun, sahabenin yetiştirdiği kişiler olmaları ve çeşitli insanlar ve hadiseler karşısında bulunmaları gibi sebeplerle akıl, tefekkür ve İçtihada daha çok önem vermişlerdir.Daha iyi ve mütekamil olan husus, tabiilerin sahabenin birçok rivayeti, tefekkür ve ictihad servetini hazır olarak bulmuş olmalarıdır[304]. Fakat tabiilerden kendilerini ilme veren zevatın daha çok başka milletlerden oldukları görülmektedir[305].
İşte bu gibi kimselerin İslama girmeleri ve eski kültür ve inanışların tesiri altında İslami İlimlerle meşgul olmaları mühim neticeler doğurmuştur. Büyük çoğunluğunun ehli sünnet yolunu tutmalarına ve İslama büyük hizmetlerde bulunmalarına mukabil, bazılarının da fikir ayrılıkları çıkardıkları görülüyor. Bu ikinci grupdan d münafık ve bozguncu olan kimseler faydalanmak istemişlerdir.
Müslümanlar, yukarıda da işaret edildiği gibi başka milletlerin ilimlerinden de istifade etmek istemişler, bunun İçin de bir takım tercüme hareketlerine girişmişlerdir. Akla ait ilimler, tercümeler kanalıyla biri Yunandan, diğeri de Cündişapur mektebi vasıtasıyla İran ve Hint'den gelen ilimlerdir. Bu ilimlerin yardımıyla İslam medeniyetinin içinden de bazı ilimler çıkmıştır. Mesela, İslamda mühim bir yer işgal eden tip, astroloji ve kimya daha Emeviîer zamanında başlamış ve gelişmiştir[306].
Bununla beraber müslümanlar daha çok fikri ve felsefi ilimlerle meşgul olmuşlardır. Müslümanlar arasında ilk felsefi cereyan hicri ilk asırda ve iim-i kelam şeklinde meydana çıktı. Asırlardan beri çeşitü inanışların, muhtelif felsefelerin yaşadığı geniş bir sahaya yayıSan islamiyetin sinesinde, daha Huiefa-i Raşıdin devrinden başlayarak bir çok dini fırkalar ortaya çıkmıştır. Bu fırkalar arasında felsefe meselelerine en çok önem veren ve bu konuda nazariyeler ileri sürenler, Mu'tezİledir. Mu'tezile'nin en eski ve en tanınmış saniyelerinden olan Vasi! İbn Ata (80/699-131/748) ile 'Amr İbn 'Ubeyd (Ö.144 veya 145/761 veya 762), Allah'ın sıfatları, kader, irade-i cüz'iye, imamet vb. meseleler hakkında ehl-i sünnetin el-fıkhu'l-Ekber'ine karşılık Mu'tezilenin ilm-i Kelamı meydana geldi[307].
Netice olarak; Mu'tezilenin bazı kollarının taşkın fikirleri istisna edilecek olursa, aklın, tefekkür ve ilmin gelişmesine yardım eden ilk felsefi ekol olması bakımından büyük bir öneme haizdir.
b- Tabiunun Dirayet Tefsiri ve Ekolleri:
Daha önce, sahabilerden bir kısmının fethedilen memleket ve şehirlere gittiklerini ve tabiunun da ilim servetini hazır olarak bulduklarını kaydetmiş-ttk.Buralarda tabiilerden birçok kimseler, sahabenin etrafında toplanmışlar, onlardan ilim elde etmeye ve öğrendiklerini de başkalarına nakletmeğe başlamış-lardır.Böylece, muhtelif şehirlerde, hocaları sahabe, talebesi de tabiun olan ilim medreseleri (ekolleri) teşekkül etti. Bu ekollerden bir kısmı tefsirde meşhur olmuştur.Bunlar Mekke, Medine ve Irak ekolle-ridir.Şimdi bu ekoller üzerinde biraz duralım.[308]
Bu ekol Abdullah İbn Abbas'ın önderliğinde kurulmuştur.
O, kendisinden istifade etmek isteyen zevat için ilim meclisi kurar; Kur'an-ı Kerimden tefsir edilmesi lazım gelen ayetleri ve onlara müşkil gelen kısımları şerh, izah ve tefsir ederdi.Talebeleri de, ondan öğrendikleri bilgileri zabt ve hıfz ederek, başkalarına rivayet ederlerdi.
'Abdullah İbn Abbas (r.a)'ın en iieri ve en çok şöhret kazanmış talebeleri Satd b. Cübeyr (Ö.94/713), Mücahid İbn Cebr el Mekki (o. 104/722), Tavus İbn Keysan (Ö. 106/724), İbn Abbas'ın mevlası İkrıme (Ö.105/725) ve 'Ata' b. Ebi Rebah (Ö. 115/733) gibi zatlardır.
Zikredilen bu alim ve müfessirler, hocaları Abdullah İbn Abbas (r.a)'dan büyük istifadeler sağlamış ve ondan hayli zengin malumat rivayet etmişler, bu meyanda diğer bazı mümtaz zatlardan da ilim almışlardır.Hadiseler karşısında, sorulan suallere cevaplar vermek, muhataplarını tatmin etmek mecburiyetinde kaldıklarından, pek çok konularda ve meselelerde kendi dirayetlerini kullanmışlar ve ayetleri re'y ile tefsir etmişlerdir. Aslında onlar, kendi hocalarının metodunu kavramış, liyakat kesbetmiş, tabiunun ileri gelen müfessirleri idiler.Şimdi konumuza ışık tutması bakımından Mekke Ekolü'nün üç mühim siması olan Sa'td b. Cübeyr, Mücahid ve Iknme'den kısaca bahsedelim.[309]
Künyesi "Ebu Muhammed" veya "Ebu 'AbdiHah1' olan Sa'id b. Cübeyr, tabiunun ileri gelen alimlerinden biridir.İbn 'Abbas, İbn Mes'ud, :Adıy b. Hatim ve İbn 'Ömer gibi sahabı.lerden ilim almıştır Kendisinden der Cafer b. Ebi 1-Muğıre, Ebu Bişr, Eyyub el-A'meş ve 'Ata' b. es-Saib ve daha pek çok değerli alimler ilim aimıştır. Said, İbn Abbas'ın önde gelen talebesinden ve Mekke ekolünün başlıca müfessirlehnden biridir. Kendisinin, iki gecede Kur'an-ı hatmettiği ve bir rekatta Kitabullah'ın tamamını okuduğu, kaynaklarda naklonulmaktadır[310]. Aslen Habeşli olan bu zat, takriben H.46 tarihinde doğmuş, 49 yaşında iken 95 senesinde Haccaç tarafından katledilmiştir[311].
İbn Sa'd b. Cübeyr'in İbnAbbas'a gelerek ondan hadis imla ettiğni, sahife dolduğunda avucuna ve na'li'n/ayakkabı/ine yazdığını nakletmektedir.[312] |bn Cübeyr, alim ve sika bir zat olduğu[313] için, kendisinden et-Taberi (Ö.310/922) gibi müfessirler hayli nakillerde bulunmuşlardır.Mesela, "artık beni anın, ben de sizi anayım"[314] ayetini, "taat ile beni zikrediniz, ben mağfiretimle sizi zikredeyim"[315] şeklinde tefsir etmiştir.
Hülasa, sika, hüccet ve zahid bir zat olan Said b. Cübeyr, dirayet tefsirinin öncüsü İbn Abbas'ın ilim meclisinde yetişmiş çok kıymetli bir alimdir[316].
Mücahid, Mahzum kabilesine mensub Ebu'l-Haccac el-Mekki, H.21 tarihinde doğmuş, 103'de de vefat etmiştir[317].
Mücahid, İbn 'Abbas'ın talebeleri arasında ondan en az rivayet eden, fakat en mevsuk olanıdır: İbn Teyrniyye'nin onun hakkında şöyle dediği naklo-lunmaktadır: "Mevsuk olması sebebiyle onun tefsirine İmam Şafii, Buhari ve ilim erbabı olan kimseler itimat etmişlerdir"[318].Nitekim, Buhari'nin Sahih'inde Mücahid'den hayli nakiller yapıldığı görülmekte-dir.Bu da, Buhari'nin onun adalet ve mevsukiyetine en büyük bir şahadeti, Kur'an'ı anlayış derecesinin ifadesidir[319].fadl İbn Meymun, Mücahid'in şöyle dediğini nakletmektedir: "İbn 'Abbas'a Kur'an'ı otuz defa arzettim"[320].Yine Mücahid'den şöyle söylediği rivayet edilmektedir: "Kur'an'ı İbn 'Abbas'a üç defa arzettim; her ayette durup ona ayetin ne hakkında nazil olduğunu, keyfiyetinin ne olduğunu soruyordum"[321].
Bu iki rivayetin görünüşünde bir tenakuz var gibi ise de, gerçekte böyle bir şey yoktur.Zira, herhalde Mücahid, İbn 'Abbas'a hıfz ve zabtı tamamlamak, tecvidin inceliklerini iyice bellemek ve kıraati güzel bir şekilde eda etmek maksadıyla Kur'an'ı otuz defa arzetmiştir.Bundan sonra da, onun tefsirini öğrenmek, esrarını, manalarının hafi olanlarını bellemek gayesiyle de üç defa arz etmiş olabi-lir.Nitekim gelen rivayetler bunu göstermektedir.Ebu Müleyke şöyle nakleder: "Mücahid'i, yanında levhaları da olduğu halde, İbn 'Abbas'a Kur'an'ın tefsirini sorarken gördüm; o, yaz, dedi, Mücahid de, bütün tefsiri sordu"[322].
İşte alimlerin bu ve buna benzer şahadetleri, Mücahid'in tefsirdeki derecesinin yüksekliğini gösterir. Bununla beraber tefsir hususunda ehl-i kitaba da müracat ettiği için kendisinden nakletmekten çekinenler olmuştur[323].
Mücahid, Kur'an ayetlerinin bazılarının anlaşılması hususunda akla geniş bir hürriyet vermek-tedir.Bir ayetin manası açık olmadığı zaman, Mücahid'in ayeti teşbih ve temsil yoluyla, bütün vuzuh ve sarahatıyla açıkladığını görmekteyiz[324]. Tefsirlere, hassaten Taberi Tefsirine müracaat ettiğimiz ve Mücahid'den gelen rivayetleri incelediğimiz zaman, birçok konularda akli tefsin ameli olarak bulabiliriz.[325] Mesela "Şüphesiz, sizlerden olmak üzere cumartesi günü hakkında tecavüz edenler olduğu ve kendilerine: hakir (düşkün) maymunlar haline geliniz, dediğimiz malumunuzdur"[326] ayetinin tefsirinde, Mücahid, tahvili şöyle izah eder: Bu tahvilden maksat, cisimlerde olan tahvil değil, kalplerde olan bir tahvildir ve onlar maymun nefisli olarak kaldılar, demektir[327]. Fakat Taberi, Mücahid'in bu tefsirini kabul etmİyor.Onun söylemiş olduğu bu söz Kitabullah'ın zahirine muhaliftir, diyerek fikrini beyan ediyor[328].Yine Taberi'yi Mücahid'den şu ayetın tefsirini naklettiğini görüyoruz: "O kıyamet gününde nice yüzler sevinçli, Rablarına bakmakta-lar"[329]. Mücahid, (;^uL^Jujı)'den murad, "Rabları tarafından verilen sevabı intizar ederler, Allah'ın yaratmış oiduğu hiçbir şey O'nu göremez" demektir, diyor Taberi, onun bu fikrini de kabul etmiyor, ve el-Hasen'deh gelen fikri, yani Allah'ı görmenin vaki olacağını kabul ediyor[330]. Mücahidin bu fikri, Mu'tezile'nin Allah'ı görmenin mümkün olmadığı görüşüne kuvvetli bir dayanak olmuştur[331]. Mücahid'in rey ile yapmış olduğu tefsir teşebbüsünü haklı göstermek için, onun şu sözü ileri sürülmektedir: "İbadetin en efdali güzel re'ydir"[332].
Bu misalîerden sonra, Mücahid'i re'y ekolünün bir mümessili olarak görebiliriz.Bu hususu İgnaz Goîdziher şöyle te'yid etmektedir: "Mücahid, kendisinden sonra gelişip olgunlaşacak olan re'y ehlinden akide meselelerinde selahiyet sahibi bir kimse idi.Bu şekildeki hareketler karşısında, onun eski bir Hıcazlı olduğunu düşünemeyiz[333].
Mücahid'den tefsire ait pek çok nakiller var-dır.Bunlar, hadis mecmualarında ve tefsirlerde bu-lunmaktadırlar.Aynca 1390/1976 tarihinde, Katar Emıhiğrnin başkenti Doha'da, Pakistanlı bir araştırıcı olan :Abdurrahman et-Tahir b. Muhammed es-Sureti tarafından "Tefsiru Mücahid" adlı bir eser neşredilmiştir.
İsmail Cerrahoğlu, Mücahid'e atfolunan bu tefsirin, ona ait olup olmadığı üzerinde ve Mücahid'in tefsir yönü hakkında bir inceleme ve değerlendirme yapmıştır[334].
Hülasa, Mücahid tefsirde kullandığı üslûbu," kelimelerin lügat ve İstılah manalarını izah etmesi, ayetleri açıklarken rivayet yanında, dirayete de ö-nem vermesi gibi yönlerinden dolayı, tabii müfessir-lerin bir temsilcisi olarak görülebilir.[335]
Tabiun'un ileri gelenlerinden ve Berberi asıllı olan 'İkrime , İbn 'Abbas'ın mevlası ve talebesidir.O, Hz. Aişe, Ebu Hüreyre, 'Ukbe b. Amir ve Ebu Said gibi zevattan rivayette bulunduğu gibi, kendisinden de, Eyyub, Ebu Bişr, Asım el -Ehval, Halid el-Hazza, Davud b. Ebi Hind, Abbâs b. Mansur ve daha pek çok zevat ilim almış ve rivayette bulunmuşlardır. 'İkrime, İbn Abbas'dan Kur'an, hadis ve daha başka ilimleri öğrenmiş, onun sağlığında fetva verme derecesine yükselmiş, medhine mazhar olmuştur[336].
Mekke ekolünün ileri gelenlerinden olan 'İkrime,İbn Abbastan hayli tefsir rivayet etmiş-tir.Onun sika bir zat olup olmaması üzerinde ulema iki gruba ayrılmıştır.Bir kısmı onu sıka kabul etmiyor ve kendisinden rivayette bulunmuyor; bir kısmı da, onu sıka kabul ediyor ve rivayette bulunuyor[337].
'İkrime 'yi sıka kabul etmiyenler, onun ilimde cür'et gösterdiğini, hatta kendisinin, Kur'an da her şeyi bildiğini iddia ettiğini söylüyorlar.Buna ilaveten onu yalancılıkla suçluyorlar ve Haricilerin görüşünde olduğunu da söylüyorlar[338].
Birisi Said b. Müseyyeb'e bir ayet hakkında sorunca, Kur'an'dan bana bir şey sorma; onu, kendisine hiçbir şeyin gizli kalmadığını sanan 'İkrime'ye sor, derdi[339].
Yahya b. Said el-Ensari, İkrime hakkında, "yalancı demiş, Said b. Müseyyeb kölesine İkrime 'nin İbn Abbas adına yalan söylediği gibi, sen de bana yalan isnad etme" diye ihtar etmiştir[340]. İbn Abbas'ın oğlu Ali'nin babası hakkında yalan uydurduğu için 'İkrime'yi kapının yanına bağladığını naklediyor[341]. İkrime aleyhine söyleyen sözlerin onun Haricilerin görüşünü savunduğundan ileri geldiği zikredilmektidir[342].
Lehinde söylenenlere gelince, kaynaklar İkrime'nin 40 yıl müddetle ilim talebinde bulunduğunu ve İbn Abbas'ın kendisinin ayağına bukağı vurarak, Kur'an ve sünneti talim ettiğini kaydetmektedirler[343]. İbn Ebi Zi'b, Ahmed b.Hanbel ve Yahya b.Ma'in onu tevsik etmişlerdir[344]. Tabiunun en bilgini olanlar, Ata, Said b. Cübeyr, İkrime ve Hasen'dir[345].
Süfyan es-Sevri, tefsirin dört zattan alınmasını söylüyor. Bunlar: Said b. Cübeyr, İkrime, Mücahid ve ed-Dahhak'tır[346]. Yine ikrime'nin, tefsiri en iyi bilen kişi olduğu zikredilmektedir[347].
Said b. Cübeyr de, İkreme'nin kendisinden daha alim bir zat olduğunu söylüyor[348]. Keza İkrime, Kur'andaki her şeyin ibn Abbas'tan nakledileceğini ifade ediyor[349]. Mutemed hadis otoriteleri, muteber ve sahih hadis mecmualarında, İkrime'nin rivayetlerini nakletmektedirler[350]. Bütün bunlar, onun tefsirde tabiunun ileri gelen zatlarından biri olduğunu gösteriyor.[351]
Sahabeden bir çoğu, başka şehirlere gitmiyerek Medine'de kalmışlardır. Orada Kur'an-ı Kerimi ve sünneti öğrenmek isteyen tabiiler için ilim meclisleri kurmuşlar, böylece de bir mektep teşekkül etmişti. Tabilerden birçoğu bu mektepte, sahabilerin meşhur müfessirlerine talebelik ediyorlardı. Diyebiliriz ki, bu mektebin kuruluşu Übeyy ibn Ka'b'a dayanır. Zira, tabiilerden Medineli müfessir-lerin haklı bir şöhrete sahip olanları ona talebelik yapmış bulunanlarıdır. Ayrıca o, tefsirde diğerlerinden daha şöhretli idi ve kendisinden bize çokça nakil gelmiştir[352].
Medine de tefsir sahasında maruf olan tabiun çoktu. Ancak bunların en meşhur ve en alim olanları, Ebu'l-Aliye (Ö. 93/713), Muhammed b. Kurazi (Ö 108/730) ve Zeyd b. Eşlem (Ö. 136/753)dir. Bu zatlar, hocalarından ve diğer zatlardan naklettikle-rinin'dişında; kendi görüşleri ile de Kur'an-ı Kerimi tefsir etmişler, devrin ihtiyacına cevap vermişlerdir. Şimdi, bu zatlardan kısaca bahsederek, bazı görüşlerini tanıyalım.[353]
Ebü'l Aliye, Rafi b. Mihrân er Riyahi el-Basri,. tabiun'un büyüklerindendir. Cahiliye devrinde ye: tişmiş, Hz. Peygamberin vefatından 2 yıl sonra müslüman olmuş, ibn Mes'ud, ibn Abbas, ibn Ömer, Übeyy b. Ka'b ve diğer zatlardan rivayetlerde bulunmuştur[354]. O, tefsirde, tabiun'un meşhurlarından sıka bir zattır. Ebü'l-Aliye'nin Hz. Peygamberin vefadından sonra, Kur'an'ı on yıl okuduğu rivayet olunmaktadır[355]. O, Kur'an ilmini übeyy b. Ka'b ve Zeyd b, Sabit'ten öğrenmiştir[356].
Bu zat Ubeyy b. Ka'b'dan tefsirde büyük bir nüshayı nakletmiştir. Ebu Ca'fer er-Razi'de onu er-Rabi b. Enis tarikiyle rivayet etmiştir. Bu sahih bir tariktir. Bundan et-Taberi, ibn Ebi Hatim, el-Hakim el-Müstedrek'inde ve İmam Ahmed Müsned'inde nakillerde bulunmuşlardır[357].
Hülasa, Ebu'l-Aîiye, tefsirde ve diğer ilimlerde temayüz etmiş büyük bir tabiidir.[358]
Ebu Muhammed b. Ka'b b. Salim b. Esed el-Kurazi el-Medeni, tabiunun ileri gelenlerinden alim bir zattır.[359]
O, tefsir ve hadiste adil, sika ve büyük bir bilgindir. Kendisi bir ara Kufe'ye gitmiş, orada bir müddet ikamet etmiş, sonra yine Medine'ye dönmüştür. Hayatını ilme vakfetmiş ve bu uğurda ömrü son bulmuştur. İbn Avn, Kur'anı te'vil hususunda el-Kurazi'den daha alim birisini görmedim demiştir[360]. Kendisi Hz. Ali, ibn Mes'ud, İbn Abbas ve başkalarından rivayet etmiş, Übeyy b. Kab'dan da, bilvasıta rivayette bulunmuştur. Ondan da, İbnü'l-Münkedir, Yezid b. Hadi, el-Velid b. Kesir gibi zatlar rivayette bulunmuşlardır[361]. İbn Hibban, el-Kurazi'nin Medi-neliierin içinde ilim ve fıkıh bakımından en faziletlisi olduğunu ifade etmektedir.
Ondan gelen merviyyat, el-Kütübü's-Sitte'de yer almaktadır[362]. Hülasa, Muhammed b. Kab, tabiunun önde gelen müfessirlerinden fazıl bir zattır.[363]
Ebû Abdillah veya Ebû Üsame Zeyd b. Eşlem el-Adevi el Medenî, Tâbiûn büyüklerinden, fakih ve müfessir bir zattır. Hz. Ömer'in mevlâsıdır. İmam Ahmed, Ebû Zür'a, Ebû Hatim ve en-Nesâi onun sika olduğunu söylemektedirler; bu dört âlimin onun güvenilir ve alim bir zat olduğuna şahadet etmesi, bize kâfidir. Nitekim "Kütübü's-Sitte" sahiplen de ondan rivayet ve bilgileri nakletmek suretiyle kendisinin mevsukiyetini isbat etmişlerdir[364].
Zeyd, muasırları arasında ilminin genişliği ile maruf olduğu zaman, müsl,ümanlar onun ilim meclisine devama ve ondan bilgiler almağa başladılar. O, Medine'de, Mescid-i Nebevide ders okutuyordu. Hatta, Ali b. Hüseyn de onun derslerine devam e-denler arasında idi. Bir gün ona: "Kendi kavminin meclislerini basıp geçiyor da, Ömer b. el-Hattab'ın kölesine gidiyorsun", denilmiş, O da, "insan kendisine dininde faydalı olacak kimsenin yanına gider, oturur[365] diye cevap vermiştir.
Zeyd b. Eşlem, Kur'anı dirayet yoluyla tefsir eder, bunda bir mahzur görmezdi. Ubeydullah b. Ömer onun hakkında, onda bir kusur görmüyorum, ancak o Kur'anı re'y ile tefsir ediyor ve bunu çok yapıyor, demiştir. Bu, Ubeydullah'ın, Zeyd'in Kur'anı re'y ile tefsir ettiğini söylemesinden dolayı onun ilmine ta'n edemeyiz[366]. Diğer sahabe ve tâbiûnun yaptığı gibi, belki Ubeydullah, Kur'an üzerinde re'yi i ile söz söylemekten çekiniyordu. Zeyd ise, diğer bazı sahabe ve tâbiûnun yaptıkları gibi re'y ile Kur'anı tefsir etmenin cevazına inanıyor, bunda bir zarar görmüyordu. Bu zâtlar arasında, Kur'an'ın re'y ile tefsiri konusunda ihtilâf olsa bile bu, Zeyd'in adalet ve sağlamlığına halel getirmez.
Zeyd b. Eşlem, Abdullah b. Ömer, Enes b. Mâlik, Seleme b. el-Ekvâ ve benzeri âlimlerden rivayet ettiği gibi, kendisinden de, Medine âlimlerinin en meşhurlarından, oğlu Abdurrahman b. Zeyd, Mâlik b. Enes gibi zatlar tefsir almış ve rivayet etmişlerdir[367]. Zeyd'in tefsiri/ hadislerle tâbiûunun sözlerinden ibarettir.[368]
Hülâsa, Zeyd b. Eşlem, dirayet tefsiri bakımından tâbiûn arasında dikkati çeken bir zattır.[369]
Irak Ekolü, Abdullah İbn Mes'ûd ile kurulmuştur. Iraklılar burada bulunan diğer sahabeden de tefsir hususunda istifade etmişlerdir. Şu kadar var ki, İbn Mes'ûd tefsirdeki şöhreti ve kendisinden çok rivayet edilmiş bulunması, onun bu ekolün ilk üstadı telakki edilmesine sebeb olmuştur.
Halife 'Ömer, 'Ammâr ibn Yâsir'i Kûfe'ye vali yaptığı zaman, beraberinde ibn Mes'ûd da yardımcı ve muallim olarak gönderilmişti. Kûf el ilere onun muallim olması, halifenin emriyledir. İbn Mes'ûd oraya varınca bir ilim meclisi kuruldu; Kûfeliler de ondan ilim tahsil etmeğe başladılar.
'Iraklılar re'y ashabı olarak temayüz etmektedirler Bu gayet açık olarak anlaşılır. Zira, biz onların hilaf meseleleriyle çok meşgul olduklarını görüyoruz. Ulemâ bu hususu şöyle beyan etmektedir: Şüphesiz ibn Mes'ûd, istidlal ve muhakeme metodunun ilk vâzııdır; sonra frak âlimleri bunu ondan tevarüs etmiştir. Gayet tabiîdir ki, bu metod tefsir ekolünde de tesirini göstermiş, böylece Kur'anırv re'y ve ictihadla tefsiri çoğalmıştır. Zira şer'? hilaf meselelerinin istinbatı, Kur'an ve Sünnet metinlerinin anlaşımasındaki re'y imâli neticelerinden biridir[370].
Iraklı" tabiî müfessirlerin en meşhurları : 'Alkame ibn Kays (Ö.61/680), Mesrûk ibn el-Ecdâ (Ö.63/682), Mürretü'i-Hemedânî (Ö.76/695), 'Amiru'ş-Şabi (ö. 109/727), el-Hasenü'l-Basrî (Ö. 110/728) ve Katâde ibn Diâme (Ö.117/735) gibi zatlardır.
Re'y ehli denilen 'İrak tabiî müfessirleri fıkıh, hadis ve tefsir konularında mevsuk, muteber ve müdekkik zâtlardı. Tefsir nakli hususunda titizlik ve ciddiyetini göstermesi bakımından Şa'bî'nin şu sözü mühimdir; "Ölünceye kadar üç şey hakkında söz söylemem: Kur'an, ruh ve ve'y[371]. Bu söz onun kendi asrındaki tefsir ricali hakkında tenkitçi bir zat olduğunu ifade etmektetir[372].
Tâbiûnun ileri gelenlerinden olan bu değerli â-lim ve müfessırler de, hem hocalarından ve diğer büyüklerden aldıkları bilgileri nakletmişler ve hem de bizzat kendileri pek çok müşkil meseleleri halletmişler, kendi görüş ve düşünüşlerini ortaya koymuşlardır. Şimdi, bu zatlar içerisinde 'Alkame b. Kays, Mesrûk ve el-Hasenü'l-Basrî'den kısaca bahsedelim.[373]
'Alkame b. Kays. b. 'Abdillâh b. Mâlik en-Neha î el-Kûfî, Hz. Peygamber vefat etmeden evvel doğmuş, fakat onunla görüşme şerefine erişememiştir. 'İrak tefsir ekolünün kurucusu 'Abdullah b. Mes'ûd'un talebelerindendir. ondan Kur'anı Kerimi ve fıkıh ilmini öğrenmiştir. 'Alkame, tefsir, hadis ve fıkıhda güvenilir bir âlimdi[374]. Osman b. Sa'id, ibn Ma'în'e, "'Alkame'yi mi, yoksa Ubeyde'yi mi daha çok seversin? diye soruyar. O da bir tercihte bulunmuyor. Bunun üzerine Osman, her ikisi de sikadır, ama 'Alkame ondan daha bilgindir" diyor[375].
O, Kur'an-ı Kerimi güzel okur, ahlâk ve tavrı itibariyle de hocası Abdullah'a benziyordu. Dâvud b. Ebî Hind Şu'be'ye : Abdullah'ın ashabını bana haber ver dedi. O da Alkamedir diye cevap verdi. Abdullah b. Mes'ûd, "ben neyi okursam 'Alkamede onu okur, neyi bilirsem o da bilirdi" demiştir. İbrahim en:NehaTde "Abdullah'ın ashabı, insanlara okutan, sünneti onlara tâlim eden, re'y'leriyle onlara yol gösterenler, 'Alkame ve el-Esved'dir diyerek diğerlerini de saymış, altı kişi olduklarını zikretmiştir[376].
'Alkame, sağlam ve emin bir zattı. Vera ve salah yönünden de büyük bir değer taşırdı. İmâm Ahmed, onun hakkındaa: Ehl-i hayr'ın en güvenilir kişisi idi" demiştir 'Alkame, Hz. Ömer, Osman, 'Ali, İbn Mes'ûd ve diğerlerinden rivayet ettiği gibi, kendisinden de Ebû Vâil, Muhammed b. Şîrîn, İbrahim en-Nehâ'î ve eş~Şâbi gibi zatlar rivayet etmişler[377] ve Kütübû sitte sahiplen de onun merviyyâtını nak-letmişlerdir[378]. Mesela, 'Alkame hocası İbn1 Mes'ûd'dan şu haberi nakletmektedir : "İman edip de, imanlarını zulme karıştırmayanlar yok mu? İşte emin olmak onların hakkıdır"[379] âyeti nazil olduğu zaman, sahabe, "bizim hangimiz zulmetmez" demişlerdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, "Allah'a ortak koşmak en büyük zulümdür"[380] âyetiyle istidlal ederek buradaki zulmü şirk ile tefsir etmiştir[381].
Hülasa 'Aikame, Irak tefsir ekolünün önemli Tabiî müfessirlerindendir.[382]
Ebû Aişe Mesrûk b. e!~Ecda b. Mâlik b. Ümeyye el-Hemedânî el-Kûfî tâbiûnun alim ve müfessirlerindendir İbn Mes'ûd'un talebelirinin en bilgili olanlarındandır. Bilgisi, adalet ve takvası ile temayüz etmiş bir zattır[383]. eş-Şabi, Mesrûk hakkında "Ondan daha çok ilim talebinde bulunan kişi görmedim" demiştir.
Ali b.el-Medini de: İbn Mes'ûd'un talebeleri i-çerisinde, Mesrûk'u geçen hiç birisi yoktu" şeklindeki ifâdesi ile onu medhetmiştir. İbn el-Medini'nin bu şahadeti, onun pek çok sahabeden, özellikle, İbn Mes'üd'dan ne kadar çok istifâde ettiğini.ve ilminin genişliği ile mümtaz bir zât olduğunu göstermektedir[384].
Mesrûk, hocası ibn Mes'üd'dan tefsir konusunda çok şey öğrendi ve şöyie söylerdi: İbn Mes'ûd sureyi bize okur, içindekilerini bildirir, bütün gün tefsir ederdi[385].
Onun âdil ve sika bir zât olduğunu cerh ve ta'dil âlimleri itiraf etmektedirler, ibn Ma'in, ibn Sa'd, İbn Hibbân, onun sika olduğunu söylemektedirler[386]. el-Kütübü sitte onun rivayetlerini nakletmektedir. Hulasa, Mesrûk, İbn Mes'ûd'un değerli talebelerinden ve tâbiûn müfessirlerindendir.[387]
Ebû Sa'îd el-Hasen b. Ebi'l-Hasen Yesâr el-Basrî, tâbiû'nun büyüklerindendir. Kendisi Yezid b. Sabit'in âzatlısıdır[388]. el-Hasenü'l-Basrî, âlim, fakih, emin, zahid ve müfessir bir zattır.
Ebû Mûsâ el-Eş'ârî'den Kur'an-ı Kerimi öğrenmiş, bin 'Ömer, Enes, Kays b. 'Asım gibi sahabeden ilim almış ve rivayette bulunmuştur. Pek çok değerli zat onun ilmine şahadet etmektedirler. Enes b. Mâlik: "el-Hasen'e sorunuz, o ezberlerdi, biz unuttuk" demiştir. Süleyman et-Teymî de el-Hasen'e "Başarıların önderidir" diyerek onu methetmiştir.
Katâde'nin bulunduğu fukahâ meclisinde, hep el-Hasenü'l-Basri'nin faziletini gördüğünü söylüyor. Ebû Bekr el-Müzenî "zamanında yetiştiğimiz âlimlerin en âlim olanına bakmak kimin hoşuna giderse, el-Hasen'e baksın" dekmiştir.
el-Haccâc b. Ertâd, 'Ata b. Ebî Rebah'a kimden istifâde edebileceğine sorduğunda: "Sen el-Hasen'den ayrılma, o kendisine sorduğunda: "Sen el-Hasen'den ayrılma, o, kendisine uyulan büyük bir imamdır" diye cevap vermiştir. İbn Sa'd, Hasenü'l-Basrî'nin, toplayıcı âlim, yüksek, fakih, sika, emin, ab'id ve fasîh bir zat olduğunu ifade ediyor[389].
Hammâd b. Seleme, Hümeyd'in Kur'anı Hasenü'l-Basrî'ye okuduğunu, onu kaderi isbat ederek tefsir ettiğini ve "kim kaderi yalanlarsa, küfretmiş olur" dediğini nakletmektedir. Hasenü'l-Basrî bir müddet Mekke'ye, gitmişti. İçerisinde Tâvûs, 'Ata ve Mücahid gibi büyüklerin bulunduğu bir cemaat, kendisinin rivayet ettiği hadis-i şerifleri dinliyordu. O, aynı zamanda büyük bir ikna gücüne sahipti. Tefsirini pek çok zevat eserine almış, bilhassa Ebû Mansûr el-Mâtürîdi (Ö, 333/944) Te'vîlâtü'l-kur'an'ında ondan bol bol nakillerde bulunmuştur[390]. Hasenü'î-Barî'nin rivayet ettiği hadisler, el-Kütübü's-Sitte'de mevcuttur.[391]
Hülasa, el-Hasenü'l-Basrî, birçok yönde olduğu gibi tefsir konusunda da tâbiûnun büyüklerin-dendir.
Yukarıdan beri kısaca fikirlerini gördüğümüz zatlar tabiî müfessirlerin en meşhurlarıdır, onların tefsir mevzuundaki sözlerinin ekseriyeti, sahabeden ahz ve telakki etmiş oldukları kavillerdir. Bunlardan bazıları ehli kitaba da müracaat etmişleridir. Tâbiûnun, sahebe ve ehli kitaptan almış olduklarının haricinde kalan tefsirleri yalnız kendi ictihadlarının eseridir.Hiç şüphesiz onlar, Hz. Peygamber asrına yakın ve sahabe devrine muttasıl olmaları sebebiyle büyük bir ilmî dereceye ve ince bir anlayış mertebesine erişmişlerdi, Tâbiûn devrinde tefsirde ekollerin teşekkülü ve müfessirlerin bunlar etrafında toplanması da önemli bir adım teşkil etmektedir. Mekke ekolüne mensup müfessir-ter, ibn Abbas gibi büyük bir sahabî müfessirin, ilminden istifade etmişler, onun âyetleri tefsir edişinde kullandığı metodu kavramışlar, yeni hadiseler ve gelişmeler karşısında kendi görüşleri ile ve dirayetle Kur'anı tefsir etmişlerdir. Bunlar arasında bilhassa Mücahid gerçekten tefsirde iyi bir başarı elde etmiştir. Medine ekolüne mensup müfessirler de Übeyy b. Ka'b'dan yeteri kadar istifade etmiş, tefsirde iyi yetişmiş zatlardır, bunlar arasında Zeyd b. Eslem'in Kur'anı kendi re'yi ile tefsir ettiğini görüyoruz. Diğer müfessirier daha ihtiyatlı davranıyorlar, daha çok rivayete dayanıyorlardı. Bununla beraber onların tefsire hizmetleri önemlidir. 'Irak ekolüne mensup müfessirler ise, dirayete daha çok önem vermişlerdir. Zira, 'Irak'ta çeşitli ilim, kültür ve fikir hareketleri, insanların kafalarını kurcalıyor, bazı meselelerin aklı yönden halledilmesi gerekiyordu. İşte bu ve benzeri sebeplerden dolayı, o bölgede bulunan müfessirler, kıyas ve içtihada önem vermişler, âyetleri sırf rivayetlerle değil, dirayet metodu ile de tefsir etmişler, muhataplarını mantıkî delillerle ıknâ yoluna gitmişlerdir.
Tâbiûn, kendilerinden sonra gelen nesite {Etbâu't-Tâbiîn) Kur'an-ı Kerim tefsirini öğretmiş ve geriye geniş bir ilim hazinesi bırakmışlardır.
Etbâu't-Tabiîn, onların bıraktığı bu ilmî mirası tevarüs etti ve birçok hususlarda kendi re'ylerini de katarak daha sonraki nesillere bunu nakletti. Böylece Islami ilimler, bu arada tefsir, tam ve kâmil bir şekilde zamanımıza kadar nesilden nesiie naklolunmak suretiyle geldi[392].
Şimdi, tedvin devrinin başlangıcı sayılan Etbâu't-Tâbiîn devrinden itibaren tefsirin geçirmiş olduğu safhaları ve bu safhalar arasında dirayet tefsirinin durumunu incelememiz gerekmektedir.[393]
Yukarıda, müslümanların başka milletlerin ilim ve fikirlerinden istifade ettiklerini kaydetmiştik. İlk halifeler ve Emevîler devrinden başlayarak, Abbasî-ier zamanında büyük bir ilerleme gösteren İslami ilimler, IX ve X. asırlarda en parlak devrine ulaşmıştır. İslamın yayıldığı çok geniş sahalarda yaşayan çeşitli milletlerin kültür ve ananeleri ile eski medeniyetlerden büyük ölçüde faydalanan İslâm ilimleri, başlıca iki ana grupta[394] mütalaa edilebilir: 1-'Doğrudan doğruya İslam dini ile alakalı olan tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf gibi ilimler, 2-Felsefe, tarih, matematik ve astronomi gibi ilimler. Bu ilimler, dini mahiyeti bulunmayan ve menşeini yabancı medeniyetlerden alan bilgiler ki, bunlara ulûmu dahîle (sonradan giren ilimler) denir[395].
İslamiyet, eski kültür ve medeniyet sahibi milletler arasında yayılınca, bunlara mensup olan fertlerin fikir ve ilimlerinin müslümanlar üzerinde mühim bir tesir icra edeceği tabiî idi. İslami ilimlerde ciddi çalışmalar yapmış ve yüksek dereceler elde etmiş olan birçok zevatın Arap asıllı olmadıkları görülmektedir. Bu vaziyet Abbasîler zamanında, İslam medeniyetinin genişleyip yayılmasından sonra aynı şekilde devam etmiş, hatta biraz daha artmıştır. I-rak, İran, Maverâünnehir, Suriye, Mısır, Endülüs sahalarındaki büyük medeni merkezler yanında, eski küçük merkezlerin ehemmiyeti azalmıştır. Felsefe, mantık, nücûm, kimya ve matematik kitapları, Yunanca ve Hintçe asıllarından Arapçaya çevrilmiştir. Farsçadan tercüme edilenler ise daha çok eski milletlerin tarihlerine, siyaset ve idari işlemlere ait eserlerdir. Yunancadan tarihî ve edebî eserlerden çok, ilmî ve felsefî eserlerin tercüme edilmesi dikkate değer mühim bir hâdisedir. Müslümanları tercümeye sevkeden en büyük âmil Islamiyetin akla ve ilme verdiği ehemmiyet ile müslümanlann felsefe, tıb, mantık ve kimya gibi müsbet ve nazarî olan ilimlere duydukları temayüldür. Böylece eski ilim ve medeniyetler yıkılıp yok olmaktan kurtulmuştur. Zira müslümanlar, .Arapçaya tercüme edilen bu eserler üzerinde ciddi çalışmalar yapmak suretiyle kendi buluşlarını da katarak, yeni bir takım fikri ve ilmi keşiflerde bulunmuşlardır.
İşte daha Emevîler zamanında başlayan tercüme faaliyetleri ve müslümanlann başka milletlerle teması, bizzat İslamın bünyesinden çıkan ilimlerin de tedvin edilmesi zaruretini ortaya koydu. İslâm ilimleri. arasında ilk tedvin edilen, hadis ilmidir. Resmi tedvinin başlangıcı, Emevî hükümdarı Ömer İbn fAbdil.'aziz (Ö.101/719)'in İbn Şihâb ez-Zührî (0,124/741 )'ye ve başkalarına sünneti toplamalarını emretmesi iledir[396].
Bazı kaynakların, ilk tedvin hareketinin Ebû Bekir İbn Ömer ibn Hazm (Ö. 120/737) ile başladığını kaydettikleri görülüyorsa da sahih olan ilk müdevvinin ez-Zührî olduğudur[397]. Bundan da anlaşılıyor ki, hadisin toplanıp tedvin edilmesine-hicrî ikinci asrın başında başlanılmış oluyor.
Tedvin devrinin başlangıcında tefsir hadisin bir cüz'ü idi. O zamanda hadis ilmi bütün dinî ilimleri içine almakta idi. Hadislerin ibr kısmı, Kur'an ayetlerinin tefsirini, bir kısmı fınhî hükümleri, diğer bir kısmı da Hz. Peygamberin siretine ait haberleri ihtiva ediyordu. Carra de Vaux, bu ilk duruma alda-narak "Kur'an tefsiri, hadisin bir dalıdır, cami ve medreselerde öğretilir" demektedir[398], Şayet tefsir yalnız rivayete istinaden devam etseydi, belki bu doğru olabilirdi. Halbuki tefsir rivayetler halinde kalmayıp aklî tefsirlerin de zuhur etmeğe başladığı görülür. Bu vaziyette ona hadisin bir dalı olarak bakamayız. Ancak neş'eti, muhaddis ve ravilere ittisali bakımından hadisin bir fürûu olabilir[399].
Tefsir, zamanla değişiklik arzeder. İlk devirde âyetlerin tefsiri basit ve tefsir edilen âyetler mahduttu. İnsan tefekkürü geliştikçe ve hadiseler çoğaldıkça, ayetlerin tefsiri de genişlemiştir.[400]
Birinci safha, Hz. Peygamber, sahebe ve tâbiûn safhasıdır ki, bu safhada tefsir şifahî rivayetler halinde naklediliyordu.
İkinci safha, tefsirin hadis babları içinde yer aldığı dönemdir. Yukarıda da zikredildiği üzere, muhaddhler tefsiri hadislerle beraber cemetmişler, Kur'an-ı Kerimi baştan sona kadar tefsir eden ayrı bir kitapta toplamamışlardı. Muhtelif memleketlere dağılarak hadislerle birlikte tefsirleri de toplayan âlimlerden bazılaları şunlardır: Yezid ibn Hârûn es-Sülemi (Ö. 117/776), yeki1 ibn Cerrah (Ö. 197/812), Süfyan ibn 'Uyeyne (Ö. 198/813), Ravh ibn 'Ubâde el-Basrî (Ö. 205/820), Adem ibn Ebî İyâs (Ö. 220/835), 'Abd ibn Humeyd (Ö. 249/863)[401]. Keza İmam Malik ibn Enes el-Esbahî (Ö. 179/795) ahkâma dair olan haberleri bablara ayırarak el-Muvatta adlı eserinde toplamıştır[402].
Muhammed Heseyin ez-Zehebî, yukarıda zikredilen âlimler arasında 'Abdürrezzâk ibn Hemman (126/743-211/827)'ı da sayarak şöyle demektedir: "Bu zatlar selefin tefsir otoritelerinden naklettiklerini isnad yoluyla nakl ve rivayet etmişlerdir. Fakat onların bu nakillerinden bize hiçbir şey ulaşmadığı için haklarında hüküm veremiyoruz"[403]. Halbuki Doç. Dr. İsmail Cerrahoğlu'nun Abdurrazzak ibn Hemmâm ve Tefsiri"[404] adlı incelemesinden öğrendiğimize göre, bu zâtın tefsirinin bir nüshasının Darü'l Kütübi'l-Mısriyye, no:242, başka bir nüshasının da Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi kitaplığında İsmail Saib Sencer kolleksiyonu, no:4216 da bulunmaktadır.
Üçüncü safha : Bu safhada tefsir hadisten ayrılmış ve müstakil bir ilim haline gelmiştir. Kur'ân-ı Kerimin ayetleri baştan sona kadar tefsir edilmiş ve mushaf tertibine göre te'lif edilmişitir[405]. Bunlardan bazılarını zikredelim. Bunlar: Mukâtil b. Süleyman (150/767), Yahya b. Sellâm (200/815), İbn Mâce (273/886), et-Taberî, (310/922), Ebû Bekr İbnü'l Münzir (318/930), İbn Ebî Hatim (327/938), Ebû'ş-Şeyh ibn Hibbân (369/979), el-Hâkim (405/1015), Ebû Bekr ibn Merdûye (410/1019) gibi zatlardır[406].
Bütün bu müfessirler, tefsirlerini isnad zinciri ile Hz. Peygamber, sahabe ve tâbiûnun sözlerini rivayet etmek suretiyle meydana getirmişlerdir. Pek çok âlim, bunlar içerisinden yalnız Taberî'nin müstesna olduğunu, onun ilk defa rivayetlerin dışında, kavillerin tevcih ve tercihini yaptığını, ihtiyaç duyduğu yerlerde irabı ele aldığını ve bilhassa âyetlerden istinbat imkânı olanları üzerinde de durarak ahkâm istinbatdında bulunduğunu zikretmektedir[407].
Ancak,Yahya ibn Sellâm ve tefsiri üzerinde ilmî bir tetkikde bulunan Doç. Dr. İsmail Cerrahoğlu, hakikatta ilk defa rivayet tefsiri içerisinde, tefsirinde tevcih, tercih ve re'ye (dirayete) yer veren zâtın Taberî değil, ondan bir asır önce yaşayan Yahya ibn Sellâm olduğunu ispatlamıştır[408].
Şimdi, bu mafessirler içerisinde, ilk defa dirayet yönünden de âyetleri tefsir eden Yahya ibn Sellâm ve tefsiri üzerinde kısaca duralım.
Yahya ibn Sellâm ve Tefsiri:
Yahya ibn Sellâm b. Sa'lebe et-Teymî el-Basrî (Ö. 124/741) tarihinde Kûfe'de doğmuş, sonra babası ile birlikte gidip Basra'ya yerleşmiştir. Daha sonra Mısır'a göç etmiş, oradan da Kuzey Afrika'nın bir ilim ve ticaret merkezi olan el-Kayrevân şehrine 182/798 yılında gidip yerleşmiş ve nihayet 200/815 tarihinde de hac dönüşünde fustat (Mısır)'ta vefat etmiştir[409].
Onun hayatı ve eserleri hakkında tabakat kitaplarında geniş malûmat bulunmamaktadır. Ancak Kuzey Afrika'da asırlar boyunca geçerli olup, sonraki müfessirlere tesir edecek bir tefsire sahip olduğu tesbit edilmiş bulunmaktadır[410]. Kendisi, oğlu Muhammed b. Yahya (Ö.262/876) ve torunu Yahya bin Muhammed (Ö. 280/893), ilim alanında eserler meydana getirmişler, bu aile 150 sene müddetle el-Kayravân'da/lrak re'y ekolünün görüşünü savunmuştur[411].
Yahya, tefsirinde, önce âyetlerin Hz. Peygamber ve sahabe tarafından yapılan tefsirlerini esas 'almış, tâbiûn ve sonrakilerin görüşlerini nakletmiş ve onlar arasında tercihlerde bulunmuştur. Haklarında rivayet bulamadağı zamanlarda da dil İnceliklerini dikkate alarak âyetleri tefsir etmişitr. Bunların yanında lâfızların hakikat, mecaz oluşlarını ve sözün gelişini dikkate alarak, sahih rivayetlere uygunluğunu da ön planda tutmak suretiyle, onları dirayetle tefsir etmiştir[412]. Şimdi Yahya'nın tefsirinden bir örnek göreüm. "Ey "Muhammed! mallarının bir kısmını, kendilerini temizleyip arıtacak "sadaka olarak al"[413] âyetindeki sadakayı Yahya, farz olmayan sadaka olarak akbul etmekte, onun münafıklardan alınan keffâret olduğunu beyan etmektedir[414].
Netice olarak Yahya, Taberî kadar olmasa da, tefsirde kendi görüşüne de yer vermiş ve kaviller arasında tercihlerde bulunmuş bir müfessirdir.
Bu izahtan sonra insanın aklına şöyle bir soru geliyor: Acaba ilk defa müstakil tefsir yazan kimdir? Bu sorunun cevabını vermek pek kolay bir iş değildir. Zira muhtelif kaynaklar, mushaf tertibi üzere Kur'anı Kerimi âyet âyet tefsir eden zât üzerinde ihtilaf etmektedirler. Bazı kaynaklar, ilk müstakil tefsir olarak, Ebû Zekiriyyâ Yahya ibn Ziyâd ibn Abdillah ibn Manzûr el-Kûfî el-Ferrâr (144/761 -207/822)'nın "Mââni'l Kur'ânY'nı göstermekte ve onun bu eserini yazma sebebini şöyle nakletmektedirler : Dostlarından olan Ömer ibn Bukeyr, el-Hasen ibn Sehl (Ö. 235/849)'in kendisine Kur'andan bazı şeyler sorduğunu ve onlara cevap veremediğini el-Ferrâ yazıyor. Ondan bu suallerin cevaplarını ihtiva eden bir esas ve müracaat kitabı olabilecek bir kitap yazmasını istiyor. Bunun üzerine el-Ferrâ ashabına bir gün tayin ederek, "O günde toplanınız da size Kur'an hakkında bir kitap yazdırayırrV'diyor. Tayin edilen günde onlar toplanıyor, Ferrâ da geliyor. Mecliste bir zâta "Fatiha sûresini oku, tefsir edelim, sonra Kur'anın hepsini tamamlayalım" diyor. Bunun üzerine o zât okuyor, Ferrâ da tefsir ediyordu.Ebû'l Abbâs Sa'leb (Ö.291/904); 'Bundan önce hiçbir kimse bunun gibi tefsir yapmamıştır", demiştir[415].
Bu ifâdelerden Ferrâ'nın mushaf tertibi üzere bütün âyetlerin tefsirini içine alan ilk tefsir yazdığı neticesini çıkArapilecek, ondan önce tefsir yapanların hepsinin Kur'anın yalnız müşkil olan âyetlerini tefsir ettiklerini söyleyebilecek miyiz? Hayır, şu anlatılanlardan bu mefhumu anlayamayız. Çünkü, bunlar kafi değildir[416]. Ahmet Emîn, ilk defa tefsir yazan zâtın el-Ferrâ olduğu kanaatına meyletmektedir[417]. Muhammed Hüseyin ez-Zehebî, Ferrâ'nın ilk defa tam tefsir yazdığı kanaatına varamıyacağını belirttikten sonra şöyle demektedir: "Seleften nakledilenleri göz önüne getirecek olursak -kat'î olma-makia beraber- Kur'anı Kerimin sûre ve âyetlerinin ikinci asrın sonuna, üçüncü asrın başına gelmeden önce yapıldığını anlarız[418].
Nitekim yukarıda da zikredildiği gibi, İbn Ebî Müleyke, Mücâhid'iti, İbn Abbâs'a bütün Kur'an tefsirini sorup yazdığını nakletmektedir. Yine muhtelif kaynaklara göre, Abdülmelik ibn Abdilazîz ibn Cüreyc (80/69 - 149/766)'in Hicaz'da ilk kitap yazan zat olduğu[419] kaydedilmektedir. Hüseyin Zehebı, ibn Cüreyc'in tefsirde üç büyük cüz hâlinde eseri olduğunu zikrederek Ferrâ'nın Maâni'l-Kur'ân'ından önce eser yazılmış bulunduğunu söylemektedir[420]. Netice olarak, müstakil tefsir yazma hususunda el-Ferrâ'nın ilk müellif olduğunu söyleyemeyiz.
Dördüncü safhada müfessirler senetleri ihtisar ederek kavilleri söyleyenlere nisbet etmeksizin nakletmeğe başladılar. Böylece tefsire bir takım uydurmalar girmeğe yüz tuttu, sahih ile alil (sahih olmayan) birbirine karıştı. Bu kitaplara bir nazar eden onlardaki nakillerin hepsinin sahih olduğunu zanneder. Müteahhir âlimlerden birçoğu isrâiliyat ile dolu olan kitaplardan sabit hakikatlarmış gibi geniş çapta nakillerde bulunmuşlardır: Bu suretle de tefsir içerisine uydurma ve isrâiliyat bol miktarda girmiş oldu[421]. Bunun için Ahmed b. Hanbel (Ö.241/855), "Şu üç şeyin aslı yoktur: Tefsir, Melâhim ve Meğazi" demiştir. Bu sözün manası, sahih senetle nakledilmeyen uydurma olarak gelen tefsirin aslı yoktur, demektir. Yoksa, Hz. Peygamberden, sahabe ve tâbiûndan gelen bütün rivayetler demek değildir. Nitekim kendisi de tefsire ait birçok nakiller yapmıştır[422].
Çok kavil nakletme temayülü göstererek tefsir yazanlar, herşeyi delilli olarak rivayet etmemişlerdir. Mesela[423] âyetinin tefsirinden on çeşit kavil nekletmişlerdir. Halbuki sahabe ve tâbiûndan varid olan rivayetlere göre, Hz. Peygamber bu âyeti yahûdî ve hıristiyanlar ile tefsir etmiştir. Hatta ibn Ebî Hatîm (Ö. 327/939) : "Bu âyette müfessirier a-rasında cerayan eden hiçbir ihtilaf bilmiyorum" demiştir[424].
Beşinci safha, tefsirin en geniş olan safhasıdır. 'Abbasilerden zamanımıza kadar devam eder. Bunda seleften nakledilenlerin ötesine geçilmiş, rivayet ve dirayet tefsiri birbirine karıştırılarak tedvin edilmiştir. Dirayet tefsiri de, rivayet tefsiri gibi safhalar geçirmiştir. Şimdi biraz da bunu izah edelim.[425]
Dirayet Tefsiri, evvela bazı kavillerin diğerlerine tercih edilmesiyle başlamıştır. Bu, lügat ve Kur'an lâfızlarının delâletine dayandığı müddetçe makbuldür. Şahsi görüşün ve içtihadın eseri olan dirayet tefsiri, tedvin devrinde çeşitli ilimlerin ve felsefi fikirlerin, hattâ birbirine zıt akidelerin tesiriyle gelişmeğe başlamış, kısa zamanda merhaleler katetme yoluna girmiştir. Birçok mezhep ve fırkalara mensup kimselerin yazmış oldukları tefsirlerde kendi mezhep ve görüşlerinin müdafaasının yer aldığı görülmektedir. Pek çok tefsirlerde nüzul sebepleri ve buna benzer nakillerin yanında aklî, iimî ve felsefî fikirler daha geniş olarak yer aldı. Netice de dirayet tefsin me'sûr tefsire galebe çaldı. Tefsir derece derece ilerledi; bu konuda te'lif edilen kitaplar çeşitli yönlere teveccüh etti ve ilmî ıstılahlar yerleşti[426].
Şurasını açıkça belirtmek lazımdır ki, müfessir-lerden kim, hangi ilimde ihtisas sahibi ise, tefsirini de o yönde yazıp geliştirmiştir. Mesela, mutasavvıflar, tefsirlerinde tergîb ve terhîb gibi hususlarıyla, kendi meşreb, vecd ve riyazâtlarına uygun gördükleri âyetlerin işârî manâlarının istihracına önem vermişlerdir. Bunlar, es-Sülemî (330/941 412/1021), İbnüVArapî (560/1240) gibi zâtlardır[427].
Kur'anı dirayet medodu ile tefsir eden müfes-sirlere gelince, bunlar rivayeti esas almak suretiyle, çeşitli ilimlerden de istifâde ederek Kur'an-ı Kerimi aklî ve mantıkî esaslar dairesinde tefsir etmişlerdir Bu kısmın örnekleri olarak, Ebû Mansûr el-Mâtürîdî'nin Te'vîlâtu'l Kur'ân"ı daha muhtasar ve daha sağlam, "er-Râzî'nin "et-Tefsîru'l-Kebîr" (Mefâtihu'l-Gayb) i ise daha mufassal ve daha hacimli birer dirayet tefsiridir[428].
Bu iki müfessir arasında üç asra yakın bir zaman bulunmaktadır. Bu zaman içerisinde dirayet tefsiri ile alâkalı çalışma yapan ve eser veren en meşhur âlimler şunlardır: el-Cassâs (Ö.370/980), Ebû Bekr el-Bâkıllânî (Ö.403/1012), Kâdî Abdülcebbâr (mu'teziiî) (Ö.478/1085), el-Gazzâlî (Ö.505/1111),ez-Zemahşerî (mu'teziiî) (Ö.544/1149), er-Râzî'den sonra da el-Kurtubî'den başka el-Beydâvî (Ö.685/1286), el-Endelûsî (0.745/1344), Ebu'l-Berekât en-Nefesî (Ö.710/1310), Ebu's-Suûd efendi (Ö. 982/1514), Molla Gûrânî 80.893/1488), el-Alûsî (Ö.1270/1854), Cemâlüddin el-Kâsımî (Ö.1914), M. Abduh (Ö.1905), Reşid Rıdâ (0.1935), M. Hamdı Yazır (Ö.1942). Bu müfessirler, dirayet tefsirinde muteber eserler vücûde getirmişlerdir.
Fakihler ise, tefsirlerinde fıkhî meselelerle haşır-neşir olmuşlar âyetlerden fıkıh hükümlerinin istinbatı hususunda gayret sarfetmişlerdir. Aynı zamanda mezhep lerine muhalif oian kısımları reddetmek için âyetlerin uzak manalarını bulmaya uğraşmışlardır. Buna misâl olarak da el-Cassâs 8Ö.370/980)'ı ve Kurtubî (Ö.671/1273)'yi gösterebiliriz.
Tarihçiler de, tefsirlerinde, sahih olsun olmasın geçmiş kıssalar ve selefin haberleri gibi rivayetleri nakletmişlerdir. Buna da es-Sa'lebî (Ö.427/1035) ve el-Hâzin (Ö.741/1340) misal teşkil eder.
Bid'at ehlinin fikri ise, allan kelamını te'vil etmek ve onu kendi fasit mezheplerine âlet etmektir[429]. Buna er-Rummânî (Ö.384/994), el-Cübbâî (Ö.303/915), Kâdî Abdülcebbâr (415/1024) ve ez-Zemahşerî (Ö.538/1143) gibi kimseler misâl teşkil eder.
Böylece her fert sahibi kendi ihtisas ve ilmine, her mezhep sahibi de kendi meslek ve meşrebine uygun tefsirler yazarak ihtilafı devam ettirdiler. Bu aklî ve ilmî münakaşa zamanımıza kadar devam edip geldi. Zamanımızda ise.Muhammed 'Abduh (Ö.1905) gibi bazı âlimler ıslâhat hareketlerine girişerek tefsirlerini bu yönde yazmışlar, Kur'an-ı Kerimin beşeriyetin maddî ve manevi bütün ihtiyaçlarına kâfi geleceğini isbata çalışmışlardır[430].
Hülasa, Kur'an-ı Kerim, akıl, tefekkür ve ilme büyük bir önem vermektedir, onun izah ve tefsirinde de, rivayetlerin yanında dirayete gereken önem verilmiş, âyetler makûl bir şekilde açıklanmıştır. Ai-lah Taâlâ, Yüce Kitabını, insanların anlamaları, muhtevasını tatbik ederek, dünya ve âhiret saadet ve selâmetine ulaşmaları için indirmiştir. Kur'an'ın mana ve hükümlerini ilk defa Hz. Peygamber tefsir etmiş, kendisini örnek alan sahabi müfessirler de beyan vazifelerini yapmışlar; hatta bazı hususlarda, Kitap ve Sünnette açık bir hüküm bulamazlarsa, onları, kendi içtihatları ile halletmişlerdir. Tâbiün devrinde.İslâm'a dışarıdan giren ilim ve fikirler karşısında müfessirler, meseleler üzerinde akıl ve muhakemeye daha çok önem vermişler, bir kısım âyetleri kendi re'yleriyle tefsir ederek muhataplarını tatmin etme yoluna gitmişlerdir.
Nihayet, Etbâ'u't-Tâbi'în ve Tedvin devrinde tefsir, hadis mecmuaları içerisinde, ayrı bölümler hâlinde te'lif olunmağa başlandı. Hattâ bazı âlimler, tefsirlerinde, bir kısım âyetlerin tevcih ve tercihlerini yaparak kendi görüşlerine de yer verdiler ve bazen de lâfızları lügat yardımı ile tefsir ettiler. Böylece onların tefsirleri, ilk defa dirayete yer veren müdev-ven eserler olmuş oldu. Daha sonraki devirlerde bu tefsir hareketi sistemli bir tarzda gelişip genişledi. Hatta bazı tefsirlerin Kur'anın akıl ve tefekkürün ışığında yapılan izahları ile hacimleri büyüdü ve muhtevaları pek çok ilmi ve felsefi görüş ve düşünüşlerle doldu. Hiç şüphesiz bunların büyük çoğunluğu, dirayet metod ve şartlarına uygun yazıldıkları için makbul olan dirayet tefsiridir. Fakat, onların dışında katan da vardır. Zira bazı mezhep ve fırkalara mensup kişiler bazen, dirayet tefsiri esaslarına riâyet etmeden, şahsi görüşlerini başkalarına empoze etmek maksadiyie, âyetleri kendi re'yleriyle te'vil etmişlerdir. Şu halde dirayet tefsiri, Ehl-i Sünnet müfessirlerinin yaptığı ve Muhtelif Fırkalara mensup kişilerin meydana getirdiği tefsir olmak üzere iki grupta ele alınıp değerlendirilebilir. Şimdi, 'Dirayet Tefsih"nin mâhiyetini, esaslarını, usûl ve metodu ile bazı dirayet müfessir ve tefsirlerini görelim.[431]
Dirayet lügatta ilim manasınadır. Kur'an-ı Kerimde de bu mana vardır:[432] âyeti, demektir[433]. Giriş kısmında da zikredildiği gibi, ıstılahta dirayet, re'y tefsiri manasında kullanılmaktadır. Re'y, lügatta görmek, bilmek ve İnanmak manalarına gelir. Bu kelimenin "re'yet" mastarıyla da ilgisi vardır. Ru'yet de, aynı manalara geür. Bu, Kuran-ı Kerimde çeşitli manalarda kullanılmıştır[434].
Re'y, ictihad manasına da gelir[435]. İctihad, lügatta çalışmak, güçlüğe göğüs germek ve zor bir işin başarılması ve ondan netice elde edilmesi için en son gayreti sarfetmektir[436]. Istılahta ictihad, zannı olan şer'i hükümleri delillerinden çıkarmak hususunda bütün gücünü sarfetmektir[437].İçtihadın bir takım şartları vardır. Biz burada onlardan ikisini zikredreceğiz: Birincisi, müctehidin adaletli olmasıdır. Bu; onun vereceği hükmün itimada şayan olabilmesi için ilk şarttır, ikincisi, Kitap, sünnet,İcma ve Kıyas hakkında geniş bilgiye sahip olmasıdır[438]. Bunların yanında müctehidin Allah vergisi olan bilgiye de sahtp olması şarttır. O da meselelerin kün-hüne ve ruhuna vasıl olabilmesi için zaruridir, o zaman müctehid içtihadın da isabet eder; edemese de me'cûr olur. Netekim, Hz. Peygamberden şöyle bir hadis naklolunmaktadır:
"'Amr ibn 'As'dan rivayet olunduğuna göre, o, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu işitmiştir: Bir hâkim hükmedeceği zaman ictihad, yâni, hakkı a-rayıp hükmeder ve sonra bu hükmünde isabet e-derse, o hakime iki ecir ve sevap vardır[439]. Eğer hükmedeceği zaman hakkı arar, fakat hata ederse, bu hakime de bir ecir vardır[440]".
Kıyas: Lügatta ölçmek ve bir şeyi benzerine uydurmak demektir[441].Istılahta ise, iki şeyden birisinin hükmünün benzerini, aralarındaki illet benzerliğinden dolayı diğerinde izhar ve isbat etmektir[442]. Kıyasın şartlarını da şöyle özetleyebiliriz.
1- Aslın hükmü, kıyas hududunun dışında olmamak.
2- Asim hükmü, nass ile kendisine tahsisi edilmiş olmamak.
3- Muayyen bir nass ile sabit olan bir aslın hükmü, benzeri olan olaya aynen geçmek[443].
Görüldüğü gibi, kıyas ile ictihad arasında farklar vardır, fakat onları aynı şeyler olarak kabul edenler de vardır. İmâm eş-Şâfi'î (150/767 -204/819): 'ictihad ve kıyas aynı manaya gelen iki isimdir demiştir[444]. Esasen içtihadın sahası kıyastan daha geniştir. İctihad, kıyas yoluyla olduğu gibi, şer'ı nassların işaretleri ve benzeri şeylerle istidlal ve ıstinbat suretiyle de yapılabilir. O halde her ictihad kıyas değildir, fakat her kıyas ictihaddır.
Konuya ışık tutması bakımından biraz da istinbattan bahsetmek icabediyor. İstinbat : nabt aslından gelir. Nebt, kazılan kuyunun içinden ilk çıkan su manasınadır. İstinbat, istihraç manasına olduğu için şöyle kullanılmaktadır: "Fakih, kendi anlayışı ve içtihadı ile bâtını fıkhı çıkardığı zaman denir[445]. Kur'an-ı Kerimde istinbat kelimesi kullanılmaktadır. "Onu içlerinden malûmat ve tecrübeleri (hüsnü nazar ve basiretleri) sayesinde istinbat edebilecek olanlar herhalde bilirler"[446].
İstinbat, halledilmesi gereken bir hadise ve mesele karşısında mevcut malûmatı tetebbu, tetkik, tenkîh ve mukayese ederek yeni bir ilim istihraç etmeğe denir. Bu, ümî kudret ve meleke meselesidir. Herhangi bir işte böyle bir ehlilyet ve iktidara hâiz olanlar, o işin müctehidi, gerçekten selâhiyetlisi ve Allah indinde ülü'l emridirler. Bu sebeple daha önceki âyette[447] birşey hususunda münazaa edilince Allah ve Rasûlüne müracaat edilmesi lâzım geldiği gibi, burada da Rasûlüllaha ve ülü'l emre itaat emrolunmaktadir. Bu âyette şu hususlar anlatılmaktadır:
1- Hâdiselerin hükümleri içinde, doğrudan doğruya nass ile malûm olmayan, fakat istinbat yoluyla bilinecek olanlar da vardır.
2- İstinbat da bir hüccettir.
3- Hâdiselerin hükümlerinde, istinbata ehil olmayan avamın âlimlere müracaatı ve onları taklidi vaciptir.
4- Hz. Peygamber de istinbat ile mükelleftir. Çünkü[448] buyürularak işin hallinin Hz. Peygambere ve ülû'İ emre havale ve red edilmesi belirtildikten sonra, "Onlardan istinbata kadir olanlar elbette daha iyi bilirler" denilerek bu husus anlatılmaktadır. Böylece istinbatın Hz. Peygambere de şâmil olduğu beyan edilmiş oluyor[449].
Bütün bu izahattan anlaşıldığı üzere dirayet; re'y, akıl, kıyas, ictihad, istinbat vb. kelimelerin lügat ve ıstılah manaları ile alâkalıdır. Dirayet denilince, naklin ötesindeki aklî faaliet hatıra gelmektedir. İşte tefsirde de nakille bilinmeyen birçok husûsat, âlimin istinbat ve içtihadı ile bilinmektedir.
Daha önce de ifâde edildiği gibi dirayet tefsiri; Arap dili ve edebiyatını, Kur'an-ı Kerimin nüzul sebeplerini, nâsih ve mensûhunu, müfessirin muhtaç olduğu ilimleri öğrenip elde ettikten sonra içtihat ile yapılan ibr tefsirdir[450].
Dirayet tefsirine girişecek olan bir müfessirin her şeyden önce bazı esasları dikkatle incelemesi şarttır. Yoksa yapmış olduğu tefsir, tamamen indî görüş ve düşünüş eseri, makbul olmayan bir tefsir olmuş olur. Bu esaslar şunlardır:
1- Kur'an-ı Kerim âyetlerinin yine Kur'anı Kerim âyetleriyle tefsir edildiğini tesbit etmek.
2- Hz. Peygamberden nakletmek.
3- Sahabe kavlini almak.
4- Âyetleri delâlet etmediği manalara hamletmekten kaçınmakla beraber, lügatin mutlakını almak[451].
Buna göre, dirayet yoluyla tefsir yapacak bir zattn, her şeyden önce rivayet tefsirini iyi bilmesi; fikir beyan edeceği ve ictihad yapacağı bir âyet hakkında kendi zamanına kadar söylenip yazılanları, üzerinde yapılan etüdferi, derin bir tetkik süzgecinden geçirmesi şarttır. Sırası gelmişken rivayet tefsirini de tarif edelim. Rivayet tefsiri: Kur'anı Kerimin naslarından Allahın muradını beyan olarak gelen şeylerdir[452]. Şimdi bu iki tefsir nevi arasındaki fark ve münasebetlerden de bahsetmek gerekmektedir,[453]
Rivayet tefsiri ile dirayet tefsin arasında çok yakın alâka ve münâsebet vardır. Zira, her rivayet tefsirinde dirayet, her dirayet tefsirinde de rivayet mevcuttur. Ancak, bu mevcudiyetin azlık ve çokluk derecesine göre bir hüküm vermek icâbetmektedir. Tariften de anlaşıldığına göre, Kur'an-ı Kerimin bazı âyetlerinin bazılarını tefsir etmesi bir rivayet tefsiridir Halbuki Kur'anı Kerim baştan başa akıl, ilim ve tefekkür kitabıdır. Yine, Hz. Peygamberden nakledilenlerde de aynı şekilde, ictihad, akıl ve tefekkürle tefsir edilenler çoktur. Sahabe, Hz. Peygamberin tasvib, övgü ve duasına mazhar olmuş; onu örnek alarak âyet ve süreleri kedi re'yieriyle tefsir etmişlerdir. Tâbiûn ve Etbâu't-tâbiîn devirleri ise, akıl ve tefekkürü çalıştırıp ictihadla hükümler vermeği icap ettirmiş, onlarda bu vazifeyi ifa etmişlerdir.
Bundan sonra gelen âlimler ise, kendi devirlerine kadar tefsir mevzuunda söylenmiş kavilleri biraraya toplayarak, müstakil rivayet tefsirleri meydana getirmişlerdir. Bu tefsirlerde dahi re'y ve dirayeti -az da olsa- bulmak mümkündür. Bilhassa, et-Taberî'nirTCâmiu'l-Beyân an Te'vîli Âyi'l-Kur'an adlı tefsiri, İbn Kesîr (Ö.774/1372)'in Tefsîru'l Kur'âni'l Azim'i ve es-Süyûtî (Ö.911/1505)'nin ed-Dürrü'l Mensur fî't-Tefsîr bi'l-Me'sûr'unda bu kabil tevcih, tercih ve tenkihlere de Taşlanmaktadır. Ayrıca, rivayet tefsirlerinde tesadüf olunan mevzu ve ısrâiüyât haberleri gibi haberlerle zayıf rivayetlere, dirayet tefsirlerinin bazılarında raslamak mümkündür. Bunlardan 'Aiâuddîn 'Ali İbn Muhammed el-Bağdâdı el-Hâzin (Ö.741/1340)'in "Lübâbu't-Te'vîl fî Ma'âni't-Tenzîİ'ini örnek olarak gösterebiliriz. Rivayet ve dirayet tefsirleri arasında birçok farklar da vardır, çünkü dirayet tefsin, sırf seleften nakille iktifa edilmeyen, aynı zamanda birçok ilimler yardımıyla Kur'an-ı Kerimin müşkil, mücmel ve bazı müteşabih âyetlerinin te'viline girişilen tefsir nevidir. O sebeple, Kur'an-ı Kerimi dirayet yoluyla tefsir ederek, Allah'ın muradını, kelamın iktizasına göre[454], insanların anlayabileceği bir tarzdan beyan ve te'vil etmek isteyen bir zâtın, birçok ilimlerle mücehhez olması şarttır. Bu ilimler, lügat, sarf, nahiv, belagat vb. İlimlerdir. Sırf nakille yetinen, Kur'anın müşkil, mücmel ve bazı müteşabih olan âyetlerinin tefsirine girişmek istemeyen bir müfessire bütün bu ilimlerle mücehhez olması şart değildir.
Hülâsa, dirayet ve rivayet tefsirleri, her ikisi de biri diğerinden müstağni olamıyacak şekilde birbirine bağlıdır. Rivayet tefsiri, seleften sahih rivayetlerle nakledildiği nisbette makbul, dirayet tefsiri de Kitap ve Sünnetin ruhuna uygun ve ilmî şartları hâiz müfessir tarafından yapıldığı müddetçe memdûh bir tefsirdir.
Dirayet ve rivayet tefsirleri arakındaki fark ve münâsebetleri ifâde ettikten sonra, şimdi de dirayetin te'vil ile olan münasebetlerini görelim.[455]
Dirayetin te'vil ile çok yakın bir alakası vardır. Giriş kısmında, tefsir ve te'vil kelimelerini izah ederken, te'vilin çeşitli manaları olduğunu zikrederek bunlardan birinin de, "sözün te'vili" olduğunu kaydetmiştik. Bu mana, Kur'an-ı Kerimin Alü 'İmrân suresinde geçmektedir : "sapa Kitabı indiren O'dur. Ondan bir kısım âyetler muhkemdir ki, bunlar Kitabın anası (temeli)dır. Diğer bir kısmı da mütaşabihlerdir. İşte kalplerinde eğrilik bulunanlar, sırf fitne aramak ve (kendi arzularına göre) onun te'viline yeltenmek için müteşabih olanına tabî olurlar. Halbuki onun te'vilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde yüksek payeye erenler[456] ise, biz ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır, derler. Bunları salim akıllılardan başkası düşünemez"[457].
Daha önce te'vilin lügatta, herhangi bir şeyi varacağı gayeye döndürmek olduğunu kaydetmiştik. Te'vil, sahih ve fasit olmak üzere iki kısma ayrılır. Fasit te'vil, bir lafzı hiç muhtemel olmadığı manaya hamletmek veya muhtemel olduğu manalardan racih varken mercuha hamletmek, yani, o manayı çıkarmak fasit ve batıl bir te'vildir. Bir lafzı te'vil etmek için mühim ve gerçek bir sebe'p olmalıdır. O sebep mevcut hakikate tercih edilebilir. Yoksa te'vil indi, şahsi görüşün eseri ve fasit bir te'vil olmuş o-lur. Ayette muhkemleri hiç dikkate almaksızın müteşabih ayetleri kendi arzu, heva ve şahsi düşünüşe göre te'vil etmenin dalalet olduğu beyan o,-lunmaktadır[458]. Bununla beraber, muhkemleri esas alarak, gerçekten iyi niyetle ve ilmi şartlan da yerine getirmek suretiyle bazı müteşabih ayetleri te'vil etmenin caiz olduğu bir hakikattir[459]. Kur'anda kıyametin kopma zamanı, insanın eceli gibi hususları, ancak Allah'ın bildiğinde şüphe yoktur[460]. Bunun yanında[461]ın!n (^) j|e te'vil edildiği gibi, diğer bazılarının öa te'vili mümkündür.
İbn Abbas'tan gelen bir habere göre, Kur'anın tefsir ve te'vili dört kısma ayrılmaktadır:
1- Anlamakta hiçbir kimsenin mazur sayılamayacağı.
2- Arapçayı bilenlerin bilebileceği
3- İlimde rasih olanların bileceği,
4- Tevilini ancak Allah'ın bileceği tefsirdir[462]. Sahabeden gelen iki ayrı rivayete göre, da hem vakfı lazım vardır, hem de vavı atıf olarak kabul edilmektedir. Şayet bu rivayetlerden yalnız birisi kabul edilseydi, ayetin manası daha şümullü olmazdı. Atıf kabul edilince mana; "Kur'anda rasih olan alimlerin kesin olarak bilemeyeceği ve Allah'a havale etmek mecburiyetinde kalacağı hiçbir şey yoktur" demek olurdu. Bunun aksi de doğru değildir. Bir sözden hiçbir şey anlaşılmaması da hitabın faide gayesiyle bağdaştırılamaz. Kur'anda mühmel olarak bırakılmış hiçbir lafız yoktur. Sure başlarındaki "hurufe mukattaa" da bile çeşitli anlayış vecihleri vardır. Hatta bazıları, onları dahi te'viî etmişlerdir[463]. Mesele, mefhumların tayin ve tahdidi ile kastedilen mananın tesbitidir. Şimdi biraz da muhkem ve müteşabih kelimelerini izah edelim.
Muhkem ve müteşabih: Muhkem, lügatta fesattan memnu, mevsuk ve kavi manalarına gelmektedir[464]. Müteşabih, lügatta teşabuh, iki şeyin mütekabilen ve mütesaviyen birbiriferine benzemeleridir. Bu benzeyen şeylerin her birisine müteşabih denir[465].
Muhkem ve müteşabih kelimelerinin ıstılah manaları üzerinde alimlerin çeşitli görüşleri vardır. Bunlardan bazıları:
1- Muhkem, nasih olan, müteşabih mensuh olandır. [466]
2- Muhkem, manası açık, hükmü ile amel olunan, kendisinde teğayyür bulunmayan; müteşabih ise, anlaşılması hususunda nazara ihtiyaç bulunandır.[467]
3- Muhkem, kendi kendine müstakil olup herhangi bir beyana muhtaç olmayandır[468]. Müteşabih ise, kendi kendine müstakil olmayan, bilakis bir beyana ve karineye muhtaç olandır[469].
Alü İmran suresinin yedinci ayetine göre Kur'an-ı Kerimin bir ktsmı muhkem, diğer bir kısmı da müteşabihtir. Muhkemlerin manaları açık olduğu halde, müteşabihlerin manaları herkes tarafından anlaşılacak şekilde açık değildir. Veya onların bir kısmının manasını yalnız Allah Taaia bilir. Akla şöyle bir soru hatıra geliyor. Acaba Kur'anda bu müteşabihlerin zikredilmesinin sebep ve hikmetleri nelerdir? Beşeriyete bunların ne gibi faydaları vardır? Alimler, müteşabihatın Kur'an-ı Kerimde zikredilmesinin sebeplerini uzun uzadıya izah etmişlerdir. Biz bunlardan birkaçını zikredelim:
1- İnsaa daima araştırıp öğrenmek ihtiyacını duymaktadır. Şayet Kur'anda yalnız muhkemler zikredrilip de müteşabihler zikredilmemiş olsaydı, insan düşünme ve araştırma melekesini elde edemezdi. Müteşabihler nazar ve istidlale ihtiyaç gösterdiği için, insan onları anlamak gayesiyle akıl ve tefekkürünü devamlı olarak çalıştırır ve yeni bilgiler elde eder.
2- Bir kısım müteşabihatın manasını insanın bilememesi, Allah'ın bir rahmetidir. Çünkü insan her şeyi bilmeğe gücü yetmeyen bir varlıktır. Allah Taala, zatı ve sıfatlarının hakikatlanyla insana tecelli etseydi, buna nasıl tahammül olunurdu? Nitekim Allah Taala, Tur dağında Hz. Musa'ya tecelli etmiş, dağ parça parça olmuş ve Hz. Musa da yere baygın düşmüştü[470]. Allah'ın, kıyametin kopma zamanını ve ecelleri bildirmemiş olması da bu cümledendir[471]. Yoksa insan, devamlı korku içinde, ümitsizlik halinde tembel ve kırgın bir durumda hiçbir şey yapamazdı.
3- Kur'an hem havassın, hem de avamın ihtiyaçları olan hükümlere şamildir. Avamın tabiatı, bir çok şeylerde hakikatlan kavramaktan uzak durur ve kabul edemez. Mücerret şeyleri kabul etmekte güçlük çeker, bazen de tatmin olamaz.. Böyle olunca da oniara hitap, tahayyül ettiklerine münasip o-lacak şeyi ifade eden lafızlarla olmalıdır[472].
4- Kur'an tamamiyle muhkem olsaydı, ancak bir tek mezhebe uygun oiurdu. O, muhkem ve müteşabihaîa şamil olunca, herkese düşünme hürriyeti vermiş oluyor. Hatta her mezhep sahibi, onda kendi mezhebini teyid edecek şeyleri bulmayı arzu eder. Bunun için de bütün mezhep sahiplen müteşabihlere nazar eder ve onlar hakkında derin tetkikatta bulunurlar[473].
Kur'an müteşabihlere de şamil olmakla, hem onun mu'cize olduğu anlaşılır, hem de onu inceleyen kimse akli delillerden de yardım istemeğe mecbur kalır ve aklını çalıştırır. Böylece de taklit karanlığından kurtulur. Şayet Kur'anın hepsi muhkem olsaydı, akli delillere ihtiyaç duyulmaz ve akıl mühmel kalırdı[474].
Netice olarak, dirayetin te'vil ile çok sıkı bir alaka ve münasebeti vardır. Alimlerin dirayet tefsiri, yani, re'yle yapılan tefsir üzerinde görüşleri muhteliftir. Şimdi de bunlar üzerinde duralım.[475]
Alimler, ilk devirlerden beri re'y ile tefsir yapmanın caiz olup olmaması hususunda ihtilaf etmektedirler. Bu konuda müfessirlerin iki guruba ayrıldıklarını görmekteyiz. Bunlardan birinci gurup, Kur'an-ı Kerimi re'y ve dirayet ile tefsir etmeği bir cür'et telakki etmekte, ona girişmeği caiz ve mubah görmemektedirler. Onlara göre bir kimse alim, edip olsa, fıkıh, fıkıh usulü ve belagat gibi ilimlerde mütehassıs olsa bile Kur'an'ın hiçbir kısmını kendi re'yi ile tefsir etmeğe girişmesi caiz olmaz. O kimsenin, Hz. Peygamberden vahye şahid olmuş sahabeden ve bunlardan alan tabiundan gelen rivayet tefsiri ile iktifa etmesi gerekir[476].
Diğer bir gurup da, bunun aksini savunarak Kur'an-ı Kerimi kendi ictihadları ile tefsir etmekte mahzur görmedikleri gibi, edip ve alim olan kımselerin de onu re'y ve ictihadlarıyla tefsir etmelerini sakıncalı bulmamaktadırlar[477].
Her iki grup da kendi görüş ve düşünüşlerini bir takım delil ve buhranlarla takviye etmeğe çalışmaktadırlar.[478]
aa) Re'y ile tefsir Allah'a karşı bilgisiz olarak söz söylemektir. Allah'a karşı bilgisiz olarak söz söylemek ise nehyedilmiştir. O halde re'y ile tefsir de menedilmiştir. Zira, re'y iîe tefsir eden müfessir, Allah Tealanın kastettiği manaya isabet hususunda yakine ulaşmış değildir, işin sonucu, onu sadece zanneder olmasıdır. Zan ile söyleyen ise, Allah'a karşı bilgisiz olarak söz söylüyor demektir. Nitekim, bir ayette şöyle buyrulmaktadır: "(Onlara), Rabbim, ancak gizli, açık bütün kötülükleri, yanlışlıkları, haksız olan azgınlığı ve bir tutamak göndermediği halde, bir şeyi Alİah'a şirk koşmayı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemeyi haram kılmıştır, de![479]. Bu ayette, kati.olarak bilmeksizin Allah kelamı hakkında konuşmanın menedildiği görülmektedir.
ab) Menedenler şu ayeti de delii getirirler: "Sana da, belki düşünürler diye, kendilerine indirilenleri bildirmen için Kur'an indirdik[480]. Burada, Hz. peygamberin Kur'anın manasını beyan etmesi gerektiği belirtilmektedir[481].
ac) Re:yie tefsiri menedenler şu hadisleri de delil getirmektedirler: "İbn Abbas'ın rivayetine göre Hz Peygamber şöyle buyurmaktadır: Benden ancak bıidiğinz sözleri naklediniz. Her kim bilerek bana yaian isnad ederse, cehennemde oturacağı yere hazırlansın"[482]. "Her kim kendi re'yi ile Kur'an hakkında konuşursa cehennemde oturacağı yere hazırlansın'[483]. "Her kim Kur'an hakkında kendi re'yi ile söz söyleyip de isabette etse, yine de hata etmiş sayılır[484].
ad) Yine bunlar, sahabe ve tabiundan Kuran tefsirine girişmeyi izam edenleri ve kendi re'yleriyle söz söylemekten çekinenleri de delil olarak göstermektedirler[485]. Bu konudaki misaller, sahabe ve tabiun devirlerini incelerken geçtiğinden burada onları tekrar etmiyoruz.[486]
ba- Başta gelen deliller, Kuran da varid olan bazı nasslardır. Şöyieki: "Kur'an'a bakım düşünmezler mı, yoksa gönüllerinde kilitler mi var?[487]"Bu Kuran, ayetlerini iyiden iyiye düşünsünler, temiz akı! sahipleri ibret alsınlar diye indirdiğimiz feyz kaynağı bir kitaptır"[488]. "Kur'anı düşünmüyorlar mı? O, Allah'tan başkası tarafından indirilseydi, onda çok uyumsuzluklar (ihtilaflar) bulurlardı"[489].
Görüldüğü üzere, bu ayetlerde Cenabı Hak, Kur'an üzerinde tedebbür etmeğe, ayetlerinden ibret ve öğüt almağa teşvik etmektedir[490]. Yine başka bir ayette de, alimlerin Kur'an'dan istinbatta bulunmaları ifade edilmektedir[491]. Tefekkür ve istinbat yoluyla Kur'an'ın manası anlaşılmamış olsa, ondan nasıl öğüt ve ibret alınabilir? Elbette manası ve hükmü anlaşılmayan bir şeyden faydalanılamaz[492].
bb- Şayet re'y ile tefsir caiz olmamış olsaydı, ictihad da caiz olmazdı. O zaman da hükümlerden bir çoğu batıl olurdu. Bunun yanlışlığı meydandadır. Halbuki ictihad kapısı, erbabı bulunduğu müddetçe kıyamete kadar açıktır. "Müctehid şer'İ hükümlerde isabet de etse, hata da etse me'curdur"[493]. Sonra Hz. Peygamber, Kur'an'ın bütün ayetlerini tefsir etmemiş ve bütün ahkamını istihraçta bulunmamaşıtır[494].
bc- Cevaz verenler, sahabeden sabit olan misallerle isdidlal etmektedirler. Sahabe Kur'an-ı Kerimi okudular, onun tefsirinin vecihlerinde ihtilafa düştüler. Malumdur ki, onlar tefsir hususunda söylediklerinin hepsini Hz. Peygamberden işitmemiş-lerdir. Zira O, Kur'anın bütün manalarını beyat etmemiştir. Sahabe, kendi akıl ve ictihadlarıyla bir kısım ayetlerin manalarını beyat etmişlerdir. Eğer Kur'an hakkında re'y ile söz söylemek yasak olmuş olsa idi, sahabe bu yasağa muhlalefet etmiş ve Allah'ın haram kıldığı şeyi işlemiş olurlardı. Onlar, Allah'ın emirlerine muhalefet etmekten ve haramları irtikâpdan beridirler[495].
bd- Bu guruba göre, Hz. Peygamberin İbn Abbas'ı dinde fakih kılması ve ona te'vili öğretmesi için Allah'a yaptığı dua da bir delildir. Şayet, te'vü Kur'an'ın yalnız nakil ve sem'ine mahsus olsaydı, bu duanın ibn Abbas'a tahsisinde bir mana olmazdı. Hz. Peygamberin İbn Abbas'a duası, te'vilin, nakl ve sem'in ötesinde bir şey olduğuna delalet etmektedir. Bu da hiç şüple yok ki, re'y ve ictihad yoluyla yapılan bir tefsirdir[496].
İşte her iki müfessir gurubunun delilleri bunlardır Her grup zikredilen delillerle kendi fikir ve iddiasını ispatlayıp yerleştirmeğe gayret sarfetmektedir.
Kur'an hakkında ancak işittiğini söylemenin gereğini istidlal ettikten sonra Gazzali, şöyle demektedir: "Şüphesiz Kur'an'ı anlamak için geniş bir ilmi iktidar ve ihatanın bulunması lazımdır. Tefsirin zahirinden menkul olan, onun manalarının sonuna kadar idraki demek değildir"[497].
Yukarıdan beri görüldüğü gibi, her iki gurup a-limin görüşlerinde ifrat ve tefrit vardır. Yalnız nakil yoluyla tefsir yapılır, re'yle yapılmaz diyenler, mü-fessirin muhtaç olduğu ilimleri, dirayet tefsirinin esaslarını dikkate almadan bu sözü söyemiş oluyorlar. Re'y tefsiri herkese caizdir, diyenler ise, Kur'an'ın ancak akıl sahiplerinin üzerinde düşünmeleri için indirildiğini bildiren ayetlerin mana ve inceliğini kavrayamıyorlar[498].
Bununla beraber, her iki gurubun görüşleri a-rassnda köklü ayrılıklar da yoktur. Zira, re'yle tefsiri menedenlerin sözleri Kur'anı kendi arzularına göre te'vil edenlere raci; cevaz verenlerin ki de tefsir yapma şartlarını haiz olan kimselere ait olabilir. Sahabe devrinden beri gelen misal ve nakilier buna delalet etmektedir.
Esas itibariyle re'y iki kısımdır. Birinci kısım, Allah'ın kitabına, Hz. Peygamber'in sünnetine, Arap kelamına ve tefsirin diğer şartlarına muvafık olandır. Şüphesiz bu, caiz olan kısımdır. Re'yle tefsire cevaz verenlerin sözleri buna hamlolunur.
Diğer kısmı ise, Arap dili kaidelerine, şer'i delillere ve tefsir şartlarına riayet edilmeden beyan edilen re'ydir. İşte nehyedilmiş ve kötülenmiş re'y budur. İbn Mes'dun'un şu sözü buna hamledilebilir; "Kur'an'ı sırtlarının arkasına atmış oldukları halde, sizi Allah'ın Kitabına davet eden kavimler bulacaksınız". Hz. Ömer'in, 'Ben, imanı kendisini nehyeden bir müminden, fışkı apaçık bir fasıktan bu ümmet üzerine korkmam. Fakat Kur'an'ı okumuş, onu lisanıyla kaydırmış, sonra da tevilinin gayrına onu te'vil etmiş kimseden korkarım"[499] sözü de buna hamlolunabilir.
İşte bütün bunlar ve benzerleri, Kur'an tefsiri hususunda, dil kanunlarına, şer'i delillere, riayet etmeyen; kendi arzusunu lider, mezhebini önder edinen kimseler hakkında varittir. Re'yle tefsiri menedenlerin sözleri bu gibilere racidir[500]. Fakat dil ve din kanunlarını bilerek söz söyleyenler, yani re'y beyan edenler buna muhatap değildirler. Bunun için seleften tefsir hususunda birçok kaviller rivayet e-dilmiştir. Bunda hiçbir yasaklama yoktur. Çünkü onlar bildiklerini söylediler, bilmediklerinde de sükut ettiler. Bu herkese gerekli olan bir vazifedir Bilmediği konuda susmak nasıl bir vecibe ise, bildiği şeyde de sorulan suale cevap vermek aynı şekilde bir vazifedir. Yoksa alim ilmini ketmetmiş olur. Bu ise, memnudur[501].
Hülasa, dirayet tefsiri iki kısımdır: Birincisi, memduh ve caiz; ikincisi de mezmum ve gayr-i caizdir. Şimdi biz, dirayet tefsirinin esaslarını yani, müfessihn mücerred re'y ve nevadan uzak kalarak caiz ve yerinde bir dirayet tefsin yapabilmesi için, kaçınması gerekli olan hususlarla sahip olması lazım gelen şart ve vasıtalarını göreceğiz.[502]
Müfessirin hataya düşmemesi ve Kur'an hakkında fasit re'y ile söz söyleyenlerden olmaması için kaçınması lazım gelen birtakım şeyler vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1- Dil ve din kanunları ile tefsire lazım olan i-limleri öğrenmeden Allah kelamının muradını beyâna kalkışmak.
2- Allah'ın kendi zatına tahsis ettiği ilme dalmak. Bunlar ancak, Allah'ın bildiği müteşabihler ile kullardan gizli tuttuğu gayb haberleridir.
3- Heva ile beraber yürümek. Müfessir kendi arzusuyla tefsir yapamaz[503].
4- Bozuk mezhebi takviye için tefsir yapmak. Bu, kendi mezhebini esas kabul'ederek, tefsiri ona tabi kılmak suretiyle olur. Te'vilİ kendi akidesine uyduruncaya kadar değiştirir; hangi yol imkan verirse, manayı o yolla akidesini çevirir. İsterse bu te'vil son derece garib ve uzak bir te'vil olmuş olsun[504].
5- Delilsiz olarak Allah'ın muradı şudur, diyerek kesip atmak. Bu nehyedilmiştir. "Şeytan size, kötülüğü, hayasızlığı, Allah'a karşı da bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder[505] ayeti bu hususu beyan etmektedir[506].
Yukarıda da açıklandığı gibi, Allah'ın yalnız kendisine has kıldığı, kullarından gizli tuttuğu ilme müfessirin dalması caiz değildir. Müfessirin, Kur'anın şamil olduğu ilimlerden hangilerinin bilinip, hangilerinin bilinemiyeceğini tayin etmesi lazımdır. Şimdi bu ilimlerden bahsedelim.
Kur'anda Üç Nevi İlim Vardır:
1- Allah'ın yaratıklarından hiç birine bildirmediği ve yalnız kendisine ayırdığı ilim. Zatı, sıfatlan ve kendisinden başka hiçbir kimsenin bilemeyeceği gayblarının bilinmesi gibi. Bu nevi ilim, hakkında Hiçbir kimsenin söz söylemesi caiz olmayandır.
2- Allah'ın Peygamberine bildirdiği ilim. Bu hususta konuşmak ancak Peygambere ve O'nun izin verdiği kimselere caizdir. Sure evvelleri bu nevi-dendir.
3- Allah'ın, peygamberini tebliğ etmeğe memur ettiği ilimler. Bu nevi de iki kısımdır:
Haklarında ancak işitmek yoluyla söz söylemek caiz olan nasih, mensuh, nüzul sebepleri, haşr, mead vb. gibi ilimler.
Nazar ve istidlal yoluyla bilinenler Bu da iki kısma ayrılır: Birincisi, cevazında ihtilaf olandır. Müteşabih ayetlerin te'vili hakkındaki ihtilaf gibi. İkincisi, cevazında ittifak olan ahkam, emsal ve mev'ıze ile ilgili ayetlerden hükümler istinbat etmek gibi[507].
Alimler, me'sur tefsirle yetinmeyip kendi re'yi ile Kur'an'ı tefsir etmek isteyen müfessirin birçok ilimleri bilmesini şart koşmuşlar; ancak, bu ilimler sayesinde Kur'an'ın akli ve matıki bir tefsirinin yapılabileceğini ifade etmişlerdir. Bu ilimler şöyle sıralanabilir: Lügat (dil), sarf, nahiv, belagat (meani, beyan, bedi), kelam ilmi, fıkıh usulü, nüzul sebepleri ve kıssalar, nasih-Mensuh, hadis(mücme! ve müphemleri beyan eden hadisler gibi) ilimleriyle Allah tarafından hibe olunan ilim. Bu sonuncusu, bildiği ile amil olanlara Allah'ın hibe ettiği hususi bir ilimdir. Kalbinde bid'at, kibir, dünyaya aşırı muhabbet, isyankarlıklara meyli bulunan kimse bu sonuncu ilme nail olamaz[508]. Bu ilimlerden başka akli, felsefi ve içtimai ilimlerin bilinmesi de Kur'anın anlaşımasına yardım eder.[509]
Yukarıdan beri yaptığımız izahlardan anlaşıldığına göre, re'y ile tefsir yapacak bir zatın Kitabullah'ın anlaşılmasına ve sırlarının keşfine yarayan ilimleri mutlaka bilmesi lazımdır. Aynı zamanda manayı önce Kur'anda, eğer aradığını onda bulamazsa sünnette araması gerekir. Zira sünnet, Kur'anı şerh ve izah etmektedir. Şayet aradığı manayı sünnette de bulamazsa, sahabenin kavline müracaat etmelidir. Çünkü onlar, Allah'ın Kitabını ve onun manalarını en iyi bilen zatlardır[510]. Hem de onlar, Kur'anı anlamada tam bir ihtisas, sahih ilim, salih amel sahibidirler. Onun manasının bir kısımını Hz. Peygamberden işitip öğrenmişlerdir Müfessir şayet aradığını tefsir için ilk müracaat kaynakları olan bu esaslardan hiçbirinde bulamazsa, o zaman dirayet ve istinbata başvurmalıdır[511]. Bunun İçin de onun şu aşağıda zikredilecek olan kaideleri tefsirinde metod edinmesi zaruridir:
1. Tefsirin müfessere noksansız ve ziyadesiz mutabakatı.
2. Hakiki mana ile mecazi mananın durumlarını dikkate almak. Zira bazen, muradedilen mana mecazi olabilir. Bu takdirde kelam, mecaza hamlolunur. Bunun aksi de düşünülebilir.
3. Kelamın sevkolunduğu telif ve gayeyi; müfredat arasındaki müsavatı gözetmek.
4. Ayetler arasındaki tenasübü gözetmek. Böylece münasebet vechi, sabık ve lahik (söz gelimi) arasındaki irtibatlar ortaya çıkar.
5. Nüzul sebeplerini dikkate almak. Her ayetin bir nüzul sebebi vardır. Bunların bilinmesinin kastedilen manaların anlaşılmasında büyük bir dahli vardır''[512].
6. Tenasüb ve nüzul sebeplerini belirttikten sonra, müfred lafızlarla alakalı olan lügat, sarf nahiv ve belagat gibi ilimleri dikkate almak.
7. İmkan nisbetinde, Kur'anda tekrar vardır, iddiasından kaçınmak. İki müteradif kelimenin atfı husufunda, mesela:"Bitirir, yine bırakmaz"[513] ve "Onlara Rablan tarafından af ve merhamet var"[514] ayetleri ve benzerlerindeki tekrar tevehhümünün defi bu cümledendir. Muhakkakki, münferid olarak zikredildiğinde ayrı manası olmayan kelimeler, müteradif olarak biraraya gelince, yeni manalar ifade eder. Zira terkib manayı ziyadeleştirir. Bir kelimenin harflerinin çokluğu da manasının ziyadeliğini ifade eder. Yine,lafızların çokluğu da böyledir[515].
Müfessirin tefsirinde haşv sayılabilecek şeylerden de çekinmesi lazımdır. Mesela nahiv kaidelerine, fıkıh ve fıkıh usulü meşelerine, akaid ve kelam münakaşalarına dalmak gibi. Bütün bu mevzular bu ilimlere ait kitaplarda geniş olarak izah edilmektedir. Tefsir ilminde bunların teferruatına giril-memeli, müsellem olarak alınmalıdır.
Keza müfessirin sahih olmayan hadisleri, kıssa ve haberleri zikirden de kaçınması gerekir. Zira bunlar, Kur'anm güzelliğini gideren, insanları tedebbürden ve ibret almaktan ah koyan şeylerdir[516].
8. Tefsirin tabiat ilimlerinden, içtimai adetlerden, umumi beşer tarihinden, Kur'anm nüzulü günlerindeki hususa, Arab tarihinden maruf bulunanlara mutabık olması.
9. Tefsirin Hz. Peygamber'in sîretine mutabık olmasıdır. Çünkü O, sünneti ile Kur'anın masum sarihidir.
10. Dil, din ve tabiat ilimleri kanunları çerçevesinde murad edilen mana ve istinbat edilen hükümlerin beyanı ile işi hitama erdirmek[517].
11. Müfessirin fatin ve uyanık olması. Bir ayet birkaç veçhe muhtemel bulunduğu zaman onu seçip tercih edebilecek kadar "tercih kanunları'Yu bilmesi lazımdır[518]
Müfessirin tercih kanunlarını bilmesi bir zaruret olduğuna göre, şimdi de bu kanunları görelim.[519]
İki ve daha ziyade manaya ihtimali olan lafızlarda alimlerden başkasının içtihatta bulunması caiz değildir. Onların da mücerred re'ye değil, delil ve şahitlere istinad etmesi lazımdır. Eğer iki manadan biri daha vazıh ise, lafız ona hamledilir. Yoksa başkasının murad olunduğuna delil bulunması icabeder.
İki manadan birisinde lügavi, yahut örfi hakikat, öbüründe ise şer'i hakikat; istimalde her ikisi de hakikat olmakta müsavi olurlarsa, şeri'ye hamletmek evladır. Aksi takdirde,lügavinin kastedildiğine delil bulunması lazımdır. Nitekim:
"Kendilerine dua et, senin duan onlar için emniyettir"[520] ayetinde lügavi hakikat irade edilmiştir. Yani, lafzı dua manasındadır[521].
Şayet birisinde örfi, diğerinde lügavi ise, örfiye hamletmek evladır. Bunda ittifak ederlerse, yine ona hamlolunur.
Şayet içtimaları mütenafi olur ve hayız ile tuhur için[522] ayetinde geçen lafzı gibi her ikisinin bir lafızda irade edilmeleri mümkün olmazsa, o ikiden murad olunan husus, ona delalet eden emarelerle ictihad edilir. Müctehidin deliller yardımıyla ictihad ederek verdiği hüküm Allanın murad ettiğidir. Başka bir müctehid de başka bir hüküm çıkarırsa, onun hakkında da Allanın muradı odur[523].
Eğer ona hiçbir şey zahir olmaz, yani, iki manadan birisinin tercih olunmasına yarayan hiçbir delil bulunmazsa, o takdirde durum ne olacaktır? Bu hususta alimler ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmı, müctehid istediği manayı vermekte muhayyerdir; başka bir kısmı, hükmen daha ağır olanını, diğer bir kısım alimler de daha hafif olanını alır, demişlerdir[524].
Şayet mütenafi olmazlarsa, muhakkiklere göre, her ikisine de hamletmek gerekir. Bu icaz ve fesahatta daha beliğ, mükellefin hakkının korunmasında daha uygundur. Yoksa onlardan birincisinin irade edildiğine bir delilin delalet etmesi şarttır[525].
Yukarıda dirayet tefsirinin mezmum ve memduh diye iki kısma ayrıldığını kaydetmiştik. Mezmum olanın me'sur tefsir ile aralarında tearuz bahis konusu değildir. Zira o, evvel emirde sakıt ve sahih manada bir tefsir olmaktan hariçtir.
Makbul olan re'y tefsirine gelince, bunun me'sur tefsir ile tearuzu mümkündür. İşte bizim üzerinde duracağımız ve bahis konusu ederek beyan edeceğimiz kısım budur. Konunu iyi anlaşılabilmesi için önce şu hususun belirtilmesi iazım gelmektedir: Dirayet tefsiriyle me'sur tefsir arasındaki tearuzun manası, aralarında bulunan tekabül ve tenafıdır. Bu, hiçbir durumda içtimaları mümkün olmadığı zaman, onlardan birisinin bir şeyi isbata, diğerinin de nefye delalet etmesi ile olur. Bu sanki iki kişinin yol ortasında durup da birinin diğerini yürümekten alıkoyması gibidir. Fakat aralarında münafat değil de, muğayeret bulunmuş ve cemediimeîeri de mümkün olursa, o zaman ona tearuz denmez. Bu[526] lafzının, Kur'an, İslam ve ibadet tariki manalarında[527] tefsir edilmesi gibidir. Bu manalar mütenakız değildir; zira İslam yolu, Kur'an ve kulluk yolu birbirine yakın şeylerdir.
Dirayet ve Rivayet Tefsirinin Tearuzunu İntaç.Eden Hususlar:
1. Akli delil, kati olduğu gibi nakli de kati olabilir.
2. Bunlardan birisinin kati,diğerinin zanni olması mümkündür.
3. Her ikisinin de zanni olması mümkün olabilir.
İkinci şekle gelince, eğer aralarında cem' mümkün olmazsa, ercah dikkate alınarak katinin zanniden mukaddem olması gerekir.
Üçüncü şekil ise, şayet akli ve nakli delilerden her birinin aralarını cem' imkanı varsa cem' yapılır; o zaman lafzın, her ikisine de hamli icabeder Eğer cem' mümkün olmazsa, Hz. Peygamberden sahih olarak gelen tefsir takdim olunur. Keza sahabeden nakledilenler de böyledir. Zira, onlardan nakledilenlerin bir kısmının Hz. Peygamberden işitilerek gelmiş olması melhuzdur. Aynı zamanda onlar, tenzile şahit olmuşlar[528], Kur'anı sahih bir akıl ve sağlam bir idrak üe anlayarak mükemmel bir tarzda tatbik etme mümtazlığını elde etmiş zatlardır[529],
Tabiundan gelen me'sur tefsire gelince, bu hususta biraz daha titiz davranmak icabetmektedir. Tabiilerin ehli kitaptan naklettikleri tefsir tesbit olunduğunda, akli tefsirin diğerine tercihi gerekir. Eğer ehli kitaptan naklolunduğu bilinmez, tabiundan gelen tefsir akli tefsirle tearuz ederse, bu takdirde tercih kanununa müracaat olunur. Bunlardan birisini bir nakil veya istidlal teyid ederse, onu diğerine tercih ederiz. Karineler müştebih olur, delil ve şahitler tearuz ederse, işte burada dururuz, Allahın muradına inanırız; onun tayinine girişmeyiz. Mücmel veya müteşabih olan lafız, tafsil ve tebyin edilmeden evvelki halinde kalır[530].
İşte akli tefsir ve kısımları, alimlerin üzerinde görüş ve ihtilaflarının hakikatları bunlardır. Bu İzahtan sonra şimdi bazı dirayet müfessir ve tefsirlerini göreceğiz. Ancak, makbul olan dirayet tefsirlerinden, her biri ayrı ayrı bir hususiyet taşıması ve bir çığır açması bakımından önemle üzerinde durulması gereken, el-Maturidi, er-Razi ve M. Abdüh'ün tefsirlerini inceleyeceğiz. Ayrıca, muhtelif fırka mensuplarının meydana getirdiği bazı dirayet tefsirleri ile zamanımızdaki tefsir hareketlerini umumi olarak göreceğiz.[531]
el-Matüridi, ehl-i sünnet akidesinin müdafaa ve yayılması hususunda büyük bir mevkie sahip . olmasına, geniş kültürüne ve bıraktığı derin tesire rağmen kaynaklarda hayatı hakkında, İslamiyetin orta bölgelerine hakim kelam mektebinin kurucusu, meslektaşı Ebu'l Hasanü'l-Eş'ari (Ö.324/935) kadar kendisinden sonrakiler tarafından geniş bir araştırma yapılmamıştır[532].
Önce bu zatın hayatını gözden geçirecek, daha sonra da.tefsirinin bazı hususiyetlerini, özellikle dirayet tefsirindeki yeri ve değerini tanıtmaya çalışacağız.[533]
Asıl adı Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud el-Matüridi'dir. Maverü'n-Nehir'de Semerkand'ın bir köyü veya mahallesi olan Matüridde doğmuş olması sebebiyle kendisine, "el-Matüridi11 denilmiştir[534].
Dine yaptığı, hizmetten dolayı da "Ebu Mansur", geniş kültürü ve İslam imanının yılmaz ve güçlü müdafii olması sebebiyle de kendisine "Alemü'l-Hüda, Imamü'l-Hüda ve İmamü'l-Mütekellimin" gibi lakablar verilmiştir[535].
Yine kaynaklarda, Matüridi'nin ne ana ve ba-basır ne de ailesi hakkında araştırmacılar bir bilgi bulamamaktadır. Bu büyük alimin nesebinin Halid b.Zeyd Ebu Eyyüb el-Ensari'ye dayandığını Ahmed b. Hasen el-Beyadi (1044-1098/1634-1687)[536] den öğreniyoruz. Yine, ez-Zebidi (1145-1205/1732-1790) de bazı mecmualarda bu kaydın bulunduğunu zikrediyor.
Sünnete yardımı, bid'atlaria mücadelesi ve dini müdafaa etmesinden dolayı Matüridi'ye Ensari denildiğini kaydediyor[537]. Matüridi'nin doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, (238/852) yılı dolaylarında doğduğu sanılmaktadır[538].
Matüridi'nin geniş ve derin ilmi, nassa sadakati, muhakeme ve tefekkür gücü, tefsirde tatbik ettiği dirayet metodu, Te'vilat'ının tetkikinden de anlaşılmaktadır. İslamın özüne uygun düşünceye sahip, "muhtelif fırkaların" görüşlerinden uzak olan ehli sünnet, itikadda iki ana mezhebe ayrılmıştır. Bunlardan birisinin imamı, amelde hanefi olan Ebu Mansur el-Matüridi, diğerinin imamı ise, Şafi'i olan Ebul-Hasan el-Eş'ari (260-324/874-936)dir.
Horasan, Irak, Şam ve daha başka yerlerde Eş'ari mezhebi; Maveraü'n-Nehir bölgesinde ise, daha çok Matüridi mezhebi yaygındı.Matüridi, hocalan vasıtasıyla İmam-ı Azam Ebü Hanife (80-150/699-767)'ye' dayanıyor[539]. İtikadda, Matüridi mezhebinin mensupları, çoğunlukla fıkıhta Harefi olaniardır.Eş'ari mektebinin mensupları ise, fıkıhta çoğunlukla şafiidir.[540]
Matüridi ve Eş'ari aynt devirde yaşamış olmalarına rağmen, birbirlerinden fikir alış verişinde bulunamamışlardır. Matüridi, Semerkant'ta, Eş'ari ise, Bağdad'da idi[541]. Matüridi Eş'ari'ye tabi değildir; hatta o, ehli sünnet akidesinin müdafaa ve neşrine daha önce başlamıştır[542].
Yukarıda da işaret olunduğu gibi, Matüridi'den bahseden eserler, Eş'ari'den söz eden eserlerden daha azdır. Ancak, er-Rustuğfeni (Ö.345/956), Ebu'l-Muin en-Nesefi (Ö.508/1114); Nuruddin es-Sabuni (Ö.580/1184) Matüridi hakkında bilgi vermektedir[543].
Matüridi'nin hayatı hakkında en sağlam bilgiler Ebu'l-Muîin en-Nesefi tarafından verilmektedir. Bu zatın "Tebsiratü'l-Edille" adlı eseri, Matüridi hakkında kıymetli bilgiler ihtiva etmektedir Bu arada hocaları da söz konusu edilmektedir. Bu bilgilere göre, Matüridi, devrinin alimlerinden Ebunasr el- lyadi ve Ebu Bekr el-Cüzcaniınin talebesi olmuş ve onlardan ilim elde etmiştir. Ebu Süleyman el-Cüzcani'yi de İmam Ebu Yusuf (Ö. 182/798) ve İmam Muhammed b, Hasen es-Şeybani (Ö.189/804)'nın talebesi arasında yer almıştır. Bu kanalla Matüridi, İmam Azam Ebu Hanife'nin-bütün fikirlerini ve mezhebinin hususiyetlerini öğrenmiştir.
Matüridi'nin bir başka hocası da Rey kadısı o-lan Muhammed b. Mukatı! er-Razi (Ö.248/862)'dir. Yine bu zat silsilesi ile de ilim ve kültürü İmam Azam'a dayanmaktadır[544]. İmam Azama nisbet edilen el-Fıkhu'l-Ekber, er-Risa!e, el-Fıkhu'l-Ebsat, el-Alimu ve'l-Müteallim ve el-Vasiyye gibi akaid konularındaki değerli kaynaklan okumuş ve bunları hocalarından nakletmiştir[545].
Böylece Matüridi, Ebu Hanife'nin düşünce sistemini mükemmeien kavramış ve İslamın imanla ilgili yönlerini,' Kitab, sünnet ve akıl ile delillendirmek suretiyle "Kelam ilmi" olarak sistem-leştirmiş ve bu sahada "Matüridiyye" adı verilen, sağlam temele dayanan bir ekoi vücuda getirmiştir.
Bütün hayatı boyunca, Ehl-i Sünnet akidesini öğretip ve yaymak ve ikna edici delillerle müdafaa etmek için gayretler sarfetmiş bulunan Ebu Mansur Maturidi, bir asra yakın yaşamış ve gende değerli eserler bırakarak 333/944 tarihinde vefat etmiş ve Semerkant'ın bir semti olan Cakardiza'da "Türbetü'l-Muhammedin" denilen'ulema kabristanına defnedilmiştir[546].
el-Matüridi, görüş itibarıyla İmam Azam'ın fikirlerini kavramış ve onun mezhebi istikametinde hareket ederek sahih naklin ışığında akıl ve muhakemeye de büyük ehemmiyet veren metodunu kullanmada maharet kazanmıştır. Semerkant ve ona yakın bölgelerde muhtelif fırka ve mezheplerin taraftarları iile yaptığı mücadelelerde kullandığı kelam metodu sayesinde üstün başarılar elde etmiş ve Ehl-i sünnet akidesini savunmuştur. İmamı Azam'dan rivayet ettiği risaleler, onun anlayışı ile yeni bir veçhe kazanmıştır. Matüridi, bu küçük risa-!eleri daha da genişleterek onları sade "akide" metni olmasının ötesinde "Kelam ilmi" haline getirmiştir. Zira bu eserlerde, usule ait hususlar ile pek çok deliller zikredilmiş, meseleler açık, sağlam ve man-tiki olarak isbat edilmiştir[547]. Matüridi, giderek "Hanefi müzhebinin mütekellimi" unvanını kazanmış ve mezhebi kendi adına nisbet edilerek "Matüridiyye" diye isimlendirilmiş, bundan sonra da "Hanefıyye"yalnız İmam Azam'ın fıkıh mezhebini ifade etmek için kullanılmıştır[548]. Matüridi'nin görüşlerini daha çok muasırları yaymış ve savunmuşlardır. Bunlardan, Ebu'l-Kasım İshak b. Muhammed (e!-Hakım es-Semerkandi) (Ö.340/951), er-Rüstuğfeni (Ö.373/983), (Pezdevi (Ö.390/999), Ebu'l-Leys eUBuhari es-Semerkandı (Ö.373/983) gibi isimler sayılabilir. Bu kıymetli zatlar ve değerli alimler Ehl-i sünnet akaid ve görüşlerini Matüridi metodu ile Maverau'n-Nehir bölgesinde, Türkistan, Kazan, Buhara, Afgan, Pencap, Kaşkar çevrelerinde yaymışlardır. Daha sonraları Ebu'l-Muin en-Nesefi, el-Bakıllani (Ö.403/1012) ve Gazzali (Ö.505/1111) nin Eş'ari mezhebinde yaptıkları gibi, Matüridi mezhebini daha sistematik hale getirmiştir[549].
Matüridi'nin eserlerinin meydana geldiği siyasi ve idari muhitten de kısaca bahsedelim.
Matüridi'nin yaşadığı asır, İslam dünyasında nüfuz sahibi olan Abbasi devletinin zayıflamağa başladığı ve bunun sonucunda da birçok yeni İslam Devletinin ortaya çıktığı zamana rastlar. Halife Me'mun (Ö.218/833)'un idaresinde, Mu'tezile'nin fikirlerini resmen yayma hareketlerinden dolayı meydana gelen sıkıntılardan, halife el-Mütevekkil (Ö.247/861) zamanında tekrar ehl-i sünnet akidesine dönmekle kurtulma imkanı hasıl olmuş, ancak, pek çok ülke Abbasi devletinden koparak birer müstakil devlet haline gelmiş bulunuyordu. Bu arada Maveraü'n Nehirde de Samaniler devleti ile İran, Horasan, Sicistan ve Kirman'i içine alan Saffariler devleti[550], Cürcan ve Taberistan da da ayrıca Alevi Zeydiler devleti kurulmuş bulunmaktaydı[551].
Halife Me'mun devrinden beri Abbasilerin idaresi altında bulunan Samaniler, ancak (261/875) yılında egemenliklerine kavuşmuşlar ve kısa zamanda, bölgede büyük bir devlet kurmayı başarmışlardır. (389/997) yılına kadar ayakta duran bu güçlü devlet, gerek Sebük-Tigin (Ö.387/997) ve gerekse diğer Türk hakanları karşısında dayanarruyarak çökmüştür.
Samaniler, ilme ve ilim adamlarına gerçekten Scıyük önem vermişler; gerek Arapçada ve gerekse tefsir, hadis, fıkıh, ve kelam gibi ilimlerde büyük ilerlemeler meydana gelmiştir[552].İşte böyle bir muhitte yetişmiş olan Maturidi, çok değerli eserler vücuda getirmiş, ehi-i sünnet akidesinin günümüze kadar sağlam bir şekilde gelmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Hayatını ilme veren ve ehl-i sünnet inancını savunmağa harcayan Maturidi'nin, birçok ilim sahasında büyük bir otorite olduğu eserlerinden an-laşılmaktadır.Fakat, bunların bir kısmı çeşitli sebeplerden dolayı zamanımıza kadar ulaşmamış, ulaşanlar da ancak son yıllarda neşredilmeye başlanabil-miştir.
Maturidi'nin tesbit edilebilen eserlerinin, "Kelam ve Cedel", "Usul", "Tefsir ve Ulum'ul-Kur'an", "Vesaya ve Münacat" olmak üzere dört gurupta mütalaa edilmesi uygundur[553].Şimdi bunlar içerisin-de^Te'vilatü'l-Kur'an" adlı eserini görelim.[554]
"Te'vilatü'l-Kur'an"tefsir tarihinin üçüncü dönemi olan tedvin devrine ait tam olarak yazılmış tefsirlerdendir. O tarihlerde tefsirler daha ziyade rivayet metodu ile te'lif ediliyor, dirayete daha az yer veriliyordu.
TeVÜat'i ise, bir dirayet tefsiri olarak telif edilmiştir. Bununla beraber, Maturidi, Kur'an'ın Kur'anla, sünnetle, sahabe, tabîun ve etba'ut-tabiin'in sözleriyle yapılan tefsire de geniş yer vermiştir. Bunları nakledip olduğu gibi bırakmaz, onlar üzerinde muhakemeSer yürütür, lügat yardımıyla onları değerlendirir, lüzum gördüğü hallerde fikrini ortaya kor ve müdafaa eder. Hatta Mu'tezileye mensup Ebu- Bekr el-Esam (Ö.240/854)dan da nakiller yapar. Fakat onun ehl-i sünnete aykırı olan görüşlerini de delillerle red ve cerh eder[555].
Maturidi tefsirinde, ayetlerin tefsiri konusunda Hz. Peygamberden hayli nakillerde bulunduğu gibi, İbn Abbas, Übeyy b. Ka'b ve İbn Mes'ud gibi sahabi müfessirlerden de rivayet etmektedir. el-Hasan el-Basri (Ö. 110/728) ve ei-Ferra(Ö. 207/822) gibi zatlar önemli kaynaklarındandır[556]. Maturidi, tefsirinde kaynaklardan nakillerde bulunurken tasrih yapmaz, umumiyetle, "ehl-i tefsir dedi ki, ehl-i te'vil şöyle söyledi, denildi, rivayet olundu, naklolundu, bazı haberlerde şöyle varid oldu..."gibi ifadelerle bu hususu belirtir.[557]
Matüridi'nin "Tevilatü'l-Kur'an"ı, muteber ve makbul bir dirayet tefsirinin taşıması gereken bütün şartları taşımaktadır. Zira o, Kur'an ayetlerinin tefsirini yaparken, doğrudan doğruya akla baş vurmamış, önce rivayet metodunu ön plana almış, daha sonra dirayet metodu ile tefsire girişmiştir. Müfessir, bu hususta azami hassasiyet göstermiş, te'viüerin sahih rivayetlere aykırı düşmemesine önem vermiştir.
Matüridi tefsirini alimler şöyle anlatmaktadırlar:
Matüridi'nin, "Tevilatü'l-Kur'ân" mevzuunda telif etmiş olduğu kitap, o fende benzeri olmayan bir eserdir. Hatta bu konuda daha önce yazılmış hiç bir eser de buna yaklaşamaz. Ediplerden bazıları Matüridi'yi vasfederlerken şöyle diyorlar: "Matüridi, müslümanlann büyüklerinden ve ileri gelenlerinden idi. Kur'an tefsiri konusundaki kitabı müşkilin yenlerini açmış ve kapalı meselelerin bulutunu dağıtmıştır. Kur'anın hükümlerini, helal ve haramlarını en açık ve en sağlam tarzda beyan etmiştir. Allah ona rahmet ve selamını ihsan etsin"[558].
Te'vilat'ın sarihi Alau'd-Din Ebu Bekr Muhammed b. Ahmed es-Semerkandi (Ö.575/1179) şöyle demektedir: "Matüridi'ye nisbet olunan Te'vilat, değeri yüksek, faydası çok olan bir kitaptır O, tevhid esaslarında ehl-i sünnet mezhebi ile, fıkıh ve fıkıh usulü (Hukuk Metodolojisinde Ebu Hanife ve arkadaşlarının mezhebinin Kur'an'a uygunluğunu açıklar. Şu kadar var ki, Matüridi'nin Kitabu't-Tevhid, Makalat, Meahizu's Şerai v.b. eserleri bizzat kendisi tarafından yazıldığı halde, Te'vilat öyle değifdir. Matüridi'nin bu kitabını öğrencileri kendisinin takririnden almışlardır. Bunun için, Te'vilat'ın üslûbu diğerlerinden daha kolay anlaşılır. Bununla beraber, ilimlerde mütehassıs olduğunu iddia edenlerin çoğunun dahi anlamaktan aciz kaldığı, lafızda muğlak ve metinde mübhem tarafları mevcuttur. Bunu ancak, ömrünü kelam ve fıkıh usulü ile meşguliyette, tüketen ve edebiyatta mütehassıs olanlar anlayabilirler[559].
Matüridi'nin Te'vilatü'l-Kur'an'ının Tire'de bulunan yazma bir nüshası[560]nın muhtelif kısımları üzerinde durarak aşağıdaki hususları tesbit ettim:
1. En sahih ve en mükemmel bir tefsir hiç şüphesiz Kur'an'ın yine Kur'an'la tefsir edilmesidir. Mücmel bir ayet, başka bir yerde tefsir ve tafsil o-lunmuştur. İşte Müfessirimiz buna riayet etmiştir. Te'vilat'ta bunun örnekleri çoktur. Örnek:"Andolsun ki biz insanoğlullarını şerefli kıldık"[561] ayetini Matüridi özet olarak, "Ademoğlunun güzel biçimde yaratıldığını[562], kendisine, iyiyi kötüden ayırabilmesi için aklın ve çeşitli kabiliyetlerin verildiğini, eşyanın onun emrine musahhar kılındığını[563] belirttikten sonra, "İnsanoğlunun karada ve denizde gezmesini sağladık"[564] mealindeki cümlenin, "insanoğlunu şerefli kıldık" cümlesini tefsir ettiğini belirtiyor[565].
2. Matüridi, kıraat ve mushaf farklarını tefsire yardımcı olarak almış ve bunlarla da ayetleri tefsir etmiştir. Örnek: "Allah dilediği kimseyi rahmeti içine kor"[566], ayetinin, Ubeyy b. Ka'b, İbn Mes'ud ve Hafsa'nın mushaflarında Allah rahmetini dilediğine tahsis eder" manasındaki söz olduğunu ve bunun ayeti tefsir ettiğini kaydediyor[567].
3. Matüridi'nin, ayetlerin te'vilini Hz. Peygamberin hadisleriyle de teyid ettiği görülmektedir. Bu hadislerin büyük çoğunluğu lafzen, bazan mealen (rivaye bi'l-mana), bazan da işaret edilerek verilmiştir. Fakat bu hadisler, senetsiz olarak zikredilmiştir. Örnek: "Tan yerinde beyaz iplik, siyah iplikten sizce ayırt edilinceye kadar, yiyin, için." ayetindeki "siyah ve beyaz iplik ifadesini[568] hadisle[569] tefsir ediyor. Bundan maksadın yastık altındaki siyah veya beyaz ipliğin birbirlerinden ayırt edilmesi değil, gece ile gündüzü birbirinden ayıran ufuktaki beyazlık olduğunu söylüyor[570].
4. Matüridi, ayetleri lügatla da tefsir etmiştir. Örnek: "Hamd, gökleri ve yeri yaratan Allah'a mahsustur"[571] ayetindeki "Fatır" kelimesinin hangi manaya geldiği hakkında çeşitli görüşler bulunduğunu, Kutebî -İbn Kuteybe- (Ö. 276/889)'nin onu meydana çıkarmak manasında anladığını belirtiyor. İbn Abbas'tan da bunu teyid eden bir söz naklediyor.İbn Abbas, ın manasını bilmiyordum; nihayet bir kuyu üzerinde ihtilafa düşen iki kişiden birisinin diğerine "Bu kuyuyu ben yardım" dediğini ve o zaman ayetteki "Fatır" kelimesinin manasını anladım dediğini söylüyor. Matüridi, bundan sonra "Fatır" kelimesinin yerleri, gökleri bir asıldan ayıran manasına gelebileceğini söylüyor; Kur'andaki "Ca'l, şakk ve fatr" kelimelerinin halk /yaratmak/ manasına geldiğini....ifade ediyor[572].
Görülüyor ki, Matüridi, akli tefsirin öncüsü olan İbn Abbas gibi bir sahabeden, İbn Kuteybe'den ve Kisai'den nakiller yapıyor. Tefsirde lügata başvuruyor, lügatla tefsir yaparken de me'sur tefsiri ihmal etmiyor.
5. Matüridi, ayetlerin tefsirinde şiirle istişhadda bulunmağa önem vermemiş, Kur'anın Kur'anla tefsiri ile yetinmeyi uygun görmüştür[573].
6. Matüridi, tefsirinde gereği gibi hem akla ve hem de nakle dayanan ehl-i sünnet alimlerinin ilkidir. O tefsir yaparken akli ve sem'i delillerle ehl-i sünnet akidesini savunmakta, yeri geldikçe, mutezile, mücesısme, müşebbihe v.b. mezhep erbabının uygun olmayan görüşlerini reddetmektedir.[574]
Te'vilatü'l-Kur'anda, tefekkür.akıl, ilim ve müteşabihatla ilgili ayetlerin tefsirine dikkatle bakıldığı zaman müfessirimizin buna büyük ehemmiyet atfettiği göze çarpmaktadır. Mesela, müteşabihlerin Kur'an-ı Kerimde zikredilmesinin sebeplerini izah etmekte ve onları hem nakli ve hem de akli yönden tefsir etmektedir:
"Sana Kitabı indiren O'dur. Onda Kitabın temeli olan kesin anlamlı (muhkemler) ayetler vardır, diğerleri de çeşitli anlamlıdır (müteşabihat)lar"[575] ayetinin tefsirinde muhkem ve müteşabihi şöyle açıklamaktadır:
"Muhkemler.kendilerine bir zatın nazar etmesi ve üzerinde düşünmesiyle bileceği şeylerdir. Müteşabihler ise, araştırma ve öğrenmeyi talep etmekle bilinebilen mübhem olan ayetlerdir"[576]. Matüridi daha sonra, müteşabihlerin inzalinin, hikmetlerini zikretmektedir. Onların, alimin, alim olmayana üstünlüğünün bilinmesi, kendisine tevdi olunan manaların inceleme ve araştırma ile bilinebileceğinin gösterilmesi v.s. için indirildiğini zikretmekte, bilinmeyenlerde ise tevakkuf edilmesi ve onlara dalınmaması gerektiğini ifade etmektedir.[577]
Demek ki müfessirimiz, müteşabihlerin bilinebilecekleri üzerinde aklın işletilip araştırmalar yapılmasının lüzumuna inanmakta, bilinmeyenlere de olduğu gibi inanılması lazım geldiğini savunmaktadır. Nitekim kendisi bizzat bu fikrini "Hurufu Mukatta" üzerinde tatbik etmektedir. Mesela, İbn Abbas'tan "Elif lam mim"in[578] manasının, "Ben bilen Allah'ım" demek olduğunu nakletmekte, diğer görüş-ieri de "kîl" lafzıyla zikrettikten sonra, "Hurufu Mukattaada aslolan şudur," diyerek şöyle açıklamaktadır:
"Hurufu Mukattaa, cüz'ü zikr ile küll murad o-lunarak, birkaç harfle bütün harfler kastedilmek suretiyle "Harflerin Rabbına" veya "Harflerin azameti-ne"yemin edilmiş olabilir. Zira araplar, yüce ve değerli şeylere yemin ederlerdi. Harfler de yücedir. Çünkü harf, dil ve kulak gibi iki büyük nimetin vasıta ve tercümanıdırlar. Bu iki nimet de her türlü hikmetin mecrasıdır. Dünya ve ahiret mutluluğu bunlara bağlıdır"[579].
Matüridi TeVilat'ta, "Allah hurufu mukattaaya yemin etmiş olabilir, demekle kalmıyor, ilim vasıtası olan harflerin meydana getirdiği kelime ve cümlelerde, dil ve kulak arasındaki münasebeti ve bunlar sayesinde hikmete ulaşıldığını veciz olarak ifade etmektedir. Daha sonra da hurufu mukatta hakkındaki fikirlerini özet olarak şöyle zikretmektedir:
1. Bu harfler, insanların anlayamayacağı yüce bir manaya işaret olabilir.
2. Surelerin ismi olabilir,
3. Teşbıb[580] tarikiyle gelmiş olabilirler,
4. İnsanların tefekküre sevkedilmesi ve onların bu yolla imtihana tabi tutulması tçın olabilirler.
5. Gurultu ederek Kur'anı dinlemeyen ve dinletmeyen kavm (müşrik)in yaptıklarına engel^ölmak için bu harfler üzerinde düşündürmek suretiyle on-lan meşgul etmek gibi hikmetler olabilir[581].
Matündı akıl düşünce ılım ve hikmetin öneminden bahseden ayetlerin tefsirinde ehemmiyetli izahlarda bulunmaktadır. Müfessirimizin tefekkür ile ilgili ayeti tefsir ettiğine şu metni örnek olarak alabiliriz: "Böylece Allah, dünya ve ahıret hususunda düşünmeniz için size ayetleri açıklar"[582] ayeti hakkında Matündı şöyle demektedir: Dünya hususun-dakine gelince, insanlar dünyanın imtihan yeri ve fanı olduğunu bilirler: Ahiret hakkında da, O'nun bak: olduğunu anlarlar demektir. Bu ayette, Allah düşünmeyi emrediyor ve düşünüldüğü takdirde, murad olunan mananın anlaşılabileceğini beyan ediyor. Buna göre beyanın, hitabın vürudundan sonraya kalabileceği anlaşılır. Burada te'hiru'i-beyan caizdir"[583].
Mufessırin bu ayetin hem tefekküre verdiği ö-neını beiirttiğini.hem de 'tehıru'l-beyanın cevazına ayetle istidlalde bulunduğunu görüyoruz[584].
Matüridi, tefsirinde ilmi inceliklere büyük önem vermektedir. "Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arşt hükmeden, yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilen O'dur"[585] aye-tindeki "altı gün"ün teenıden kinaye oiduğunu, insanlar için teenni ve dikkat tavsiyesi manasına gei-diğini göz önünde bulundurarak, bu müddet içerisinde yerin ve göğün tamamının değil, sadece e-sasının yaratıldığını ifade etmektedir[586]. Böylece istifa ve tekamül meselesine ve element diye ifade olunan mefhuma işaret edilmiş, daha sonraları değerini yitirmiş olan "anasır-ı erbaa"(dört unsur) ya Te'vüatta yer verilmemiştir.
Matüridi "beş gayb"[587] diye ifade edilen hususlar üzerinde de durmakta, meseleleri ilmi. fikri ve mantıki bir tarzda ele almakta, ciddi tahlillerle bazı sonuçlara varmaktadır. "Kıyametin vaktini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru O indirir, rahimlerde bulunanı O bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır"[588] ayetinin tefsirinde, bu günün insanlarına ışık tutacak bazı açıklamalarda bulunmuştur. Müfessir şöyie diyor:
İnsanın gaybları bilmemesi onların hakikatiarını bilmemesi demektir. Bazı bilgi ve alametler sayesinde insan bir kısım şeyleri bilebilir, bu caizdir. Mesela, yağmurun ne zaman yağacağı ve ana rahmindeki çocuğun kızmı erkek mı olduğu tahmin edilip bilinebilir. Ana rahmindeki çocuğun mahiyeti bilinemez: Çocuk teşekkül ederken, nutfeden alakaya, alakadan mudğaya, bir halden başka bir hale geçişi, her an ve her saatta ziyadeleşme ve büyüme derecesini bilmek mümkün değildir. Bu gibi halleri ancak Allah bilir. Fakat ana rahminde çocuğun bulunduğunu, onun kız mı, erkek mi olduğunu insanın da bilmesi caizdir. Nitekim, Hz. Ebu Bekr kalbine verilen bilgi sayesinde, Harice kızı Habibe (eşi)nin hamile olduğu çocuğun kız olacağını bilmiştir[589]. Kıyametin ne zaman kopacağı bilinmez. İnsanın yarın ne kazanacağının ve nerede öleceğinin gizli tutulması, ona bildirilmemesi ise, her zaman onun dikkatli ve uyanık olmasını te'min içindir[590].
"Matundi Mezhebi"nin İmamı ve tam bir dirayet tefsiri vasfını taşıyan "Te'vilatü'l-Kur'arV'ın sahibi olan Ebu Mansur el-Maturidı'nin, muasırları ve muakkıpları üzerinde mühim tesirleri olmuş-tur.Ancak bu büyük alimin çok kıymetli eserlerinin yakın zamanlara kadar tabedilmemiş olma-si,tefsirinin de halen tam olarak neşrinin yapılmamış bulunması,tesirlerinin daha az yaygın olması üzerinde önemli rol oynamıştır.Bununla beraber, ilim talib ve aşıkt olan bahtiyar zatlardan bazıları, o fazilet timsali alim ve müfessirden, daha hayatta tken ilim ve feyz alıp yetişmişlerdir. Vefatından sonra da , bir taraftan bu tedrisat devam etmiş, diğer taraftan da ilim alemine manevi hazine olarak bıraktığı pek kıymetli eserleri, çeşitli nüshalar halinde, muhtelif kütüphanelere intikal ettirilmiş, ilim erbabı çağlar boyunca onlardan istifade etmeğe çalışmıştır.
Şimdi, Matüridi'nin bazı talebelerinin isimlerini zikredecek, arkasından da, tefsirinden istifade eden bazı afimleri ve eserlerini kaydedelim.
Talebeleri:
1. Ali b. Said Ebü'l - Hasen er - Rüstüğfeni (Ö.345/956).[591]
2. İshak b. Muhammed b. İsmail Ebü'l Kasım es- Semerkandi (Ö.342/953).[592]
3. Ebu Muhammed Abdü'l-Kerim b.Musa b. İ-sa el-Pezdevi(Ö.390/1000),Fahru'l-İslam el-Pezdevi (Ö.482/1089)' nin dedesidir ve Maturidi'den okumuştur.[593]
4. Ebu'l-Leys el-Buhari es-Semerkandi (Ö.373/983)[594]
5. Ebu Bekir Muhammed b.Ahmed el-lyadi (Ö.361/971).
6. Ebu Ahmed el-lyadi : Bu iki zat, Matüridi'nin hocası olan Ebu'n-Nasır el-!yadi (Ö.301/913 (331/942)'[595]nin oğullarıdır.
Burada, Matüridi'nin talebelerinden bir kaçının isimlerini zikr ile yetiniyor, tafsilata girmiyoruz. Daha geniş bilgi için Tanci ve diğer bazı araştırıcıların çatışmalarından da istifade edilebilir[596].
el-Matüridi'nin "Te'vi latü't - Kur'an"ından istifade eden ve ondan nakiller yapan bazı alim ve müfessirler ile eserlerinin isimleri şunlardır:
1. Ebuıl-Muin en-Nesefı (Ö. 508/1114): Tebsiratü'l-Edille,
2. Ebu'l-Berekat en-Nesefi (Ö. 710/1310): Medariku't Tenzil,
3. İsmaii hakkı Bursavi (Ö.1127/1715): Ruhu'l-Beyan,
4. el-Alusı (0.1270/1854): Ruhu'l-Meani.
Yine bu konunun da ayrı bir tetkik ile tahkiki gerekmektedir.[597]
Netice olarak, el-Matüridi'nin? gerek itıkad mevzuunda ve gerekse tefsir sahasında İslam aleminde çok geniş olmasa da önemli ve köklü tesirleri olmuştur.
Hülasa, Ehl-i sünnet akidesini müdafaa eden Matüridi, eserlerinde bu görüşü müdellel bir şekilde dirayetle ifade etmiştir. Bunlar arasında "Te'vilatü'l-Kur'an" gerçekten bir şaheserdir. Tam bir tefsir olma vasfını taşıyan makbul bir dirayet tefsiridir.
Müfessirimiz, tefsirinde önce ayetin ayetle tefsirine yer vermiş, daha sonra sünnetle; sahabi ve tabiunun sözleriyle Kur'an-ı Kerimin tefsirini yapmıştır. Ayetlerin manasını rivayet metodu ile izah ettikten sonra, ilmi esaslar çerçevesinde akli yönden tefsirine girişmiş, onlar hakkında lüzumlu bilgileri vermiştir. Ayetlerin imanla ilgili manalarını ehl-i sünnet görüşleri istikametinde tefsir etmiş ke d' mezhebini güçlendirmek (taziz etmek) iç,n ayetlerin manasını zorlayan mu'tezile gibi fırkaların görüşlerini akli ve nakli delillerle cerh ve reddetmiştir Bu görüşlerinde umumiyetle bağlı bulunduğu İmam A'zam'a uymuş, ayrı bir fikir ortaya koyduğunda da hocasının fikrini kabul etmediğini tasrih etmemiş, büyüğe nasıl saygı gösterileceğinin güzel bir örneğini vermiştir. Ayetlerin fıkhi hükümlerinde han'efı fıkhını esas almıştır. Bu konuda haber-i vahid ile ameî olunabileceğini savunmuştur. Akıl ilim ve tefekkürden bahseden ayetler üzerinde durmuş, onların ifade ettiği mana ve incelikleri tefsirinde açıklamıştır. Mesela, Kur'anda yalnız Allah'ın bildiği, kullarına bildirmediği şeylerin[598] zikredilmesinin, herşey üzerinde düşünmeyi teşvik etmek gibi sebeplerle olabileceğini bilhassa belirtmiştir[599].
Matüridi, TeViiat'ta kendisinden önceki alimlerden ve kaynaklardan isitifade etmekle beraber kendi ilmi kudreti ile, ayetlerin esas anlatmak istediği mana ve hükümlerini beyan etmiş, "bize göre bu şöyledir" demek suretiyle, ilmi ve mantıki esaslar dairesinde kendi görüşüne göre, meseleleri kafi kaidelere bağlamaya çalışmıştır. Tefsirinde israiliyyat ve uydurma haberlere pek rastlanmaz.
Meseleleri açık fikirlilikle tahlil, tenkid ve münakaşa eden Matüridi, sağlam rivayetlerin ışığında tam ve mükemmel bir dirayet tefsirinin ilk örneğini vermiş, kendisinden sonra gelen pek çok alim ve müfessire kaynak bir eser hazırlamıştır. Kendisinden en ziyade faydalananlar arasında en-Nesefı, Şeyhzade ve Alusi başta gelenlerdendir.
Kendisinden sonra gelenlerin pek çoğunun dahi gösteremediği, çok büyük itina ve titizlikle, sahih rivayetlerin ışığında ayetleri tefsir eden, ilmi, lugavi ve akli esaslar dairesinde, dirayet metodu ile onların mana ve hükümlerini tatbikat sahasına sokulabilecek kaideler haline getiren Matüridi'nin Te'vilat'ı gerçekten üzerinde hassasiyetle ve İsrarlı bir şekilde durulması lazım gelen bir tefsirdir. Bugüne kadar tam olarak basılmamış olması, büyük bir kayıptır. Muhtelif kütüphanelerdeki yazma nüshalarının karşılaştırılarak tabolunması ve tercüme edilmesi en samimi temennimdir.[600]
İslam dünyasının büyük alimlerinden ve zengin kültür hazinesine sahip bulunan müfessirlerden birisinin de adı er-Razi olduğunda şüphe yok-tur.Kendisi, fıkhan şafii, itikatça Eş'ari'dir.Ehl-i sünnet görüşünü, bütün doğru yoldan saptırıcı ve yıkıcı cereyanlara karşı sağlam ve ikna edici delillerle savunmuş, gelecek nesillerin istifadesine, pek çok ilmi saha ile ilgili değerli eserler bırakmıştır.Onun geniş bir kültüre ve sağlam bir kafa yapısına sahip bir İslam alimi olduğunu, hem akli ve hem de nakli ilimler konusundaki üstünlüğünü ilim dünyası kabul etmektedir.Her yönden iyi yetişmiş olan bu zatın eserlerinin ve fikirlerinin bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da daha objektif bir gözje, genişliğine ve derinliğine çok iyi bir tetkik süzgecinden geçirilmesi ve yeni nesillerin yararına sunulması lazımdır.Bu eserlerdenbirisi de meşhur tefsiridir.Bu, Maturidi'nin tefsirinden sonra dirayet tefsiri metodu ile yazılan ikinci tam ve geniş bir tefsirdir.Yalnız burada pek çok konunun işlenmesi, hatta öbüründe fazla işlenmeyen felsefe ve astronomi gibi ilimlerden genişçe bahsedilmesinden dolayı birçok alim üzerinde anlaşılması güç bir tefsir olduğu kanaati uyandırmıştır.Ancak, bu tefsirin gereği gibi incelenip tanıtılması, münferit çalışmalarla değil, komisyonlar tarafından yapılabilir.
Şimdi, er-Razi'nin hayatı ve ilmi durumunu kısaca zikredecek, daha sonra da tefsirinde kullandığı dirayet metodunu göreceğiz.[601]
Asıl adı Muhammed b.Ömer b.el-Hüseyin b. Ali el-Kuraşi't-Teymi'l-Bekri't-Taberistani olan mü-fessirimiz, (543/1149) yılı ramazan ayının 25'inde Rey şehrinde doğmuştur.Künyesi "Ebu 'Abdillah" veya "Ebu'l-Fadl" olan bu değerli zatın, haklı bir ilmi şöhrete sahip olduğundan dolayı da, Fahruddin er-Razi ve el-Fahr İbn el-Hatib gibi lakaplarla da anıldığını görüyoruz[602].Bu ehl-i sünnet alimi önce, Rey hatibi olarak tanınan babası Ziyaüddin'den ilim ve feyz almıştır.Babası, pek çok konularda iyi yetişmiş güçlü bir alimdir. Edebiyatta ve kelam ilminde ileri bir seviyede idi. İşte er-Razi de, birçok yönlerde babasının bu ilim ve fikirleri ışığında sağlam temeller üzerinde yetişip yükselmiştir.
Pek çok alimde görüldüğü gibi, müfessirimiz de tahsilden sonra seyahata çıkmış, çeşitli iliıîı merkezlerını ziyaret ederek ilim alış verişinde bulunmuş ve münazaralar yapmıştır[603].Mesela Harezm, Buhara, Horasan, Herat, Semerkant, Hocent, Benakit[604], Gazne ve Hint beldelerini dolaşmış, .oralarda hem ehl-i sünnet akidesini yaymış ve hem de, halkı tenvir etmiştir.Bazı yerlerde de Mutezile inancına bağlı kişilerle yaptığı mezhep ve itikadi münazaralar sonucunda o ülkeleri terke mecbur bırakılmıştır[605].
er-Razi, birinci derecede kelam ilmi ile meşgul olmuş ve ona büyük önem atfetmiştir.Zira o, bu ilmi Allah'ın zatı, sıfatları, efali ve isimlerinden bahsetmesinden dolayı ilimlerin en şereflisi olarak görmüş-tür.Kelam ilmi ile meşguliyet zevkini babasından almıştır. Ailesinin bu ilme karşı olan ilgisi, İmamu'l-Harameyn Ebu'i-Meali (Ö.478/1085), Ebu İshak el-İsferayîni (0.418/1027), Ebu'l-Hüseyin el-Bahili (Ö.370/980), Ebu'i-Hasen el-Eş'ari (Ö.324/936), Ebu Ali el-Cübbai (Ö.303/915)'ye kadar varır[606]. Bu büyük alim, İmamü'l-Harameyn'in kelam ilmi hakkındaki "eş-Şamil" adlı eserini ezberlemişti[607].er-Razi,kelam ve felsefe kültürünü tam elde etmiş-tir.Meraga'da devrinin değerli bilgini olan Mecdüddin el-Cîlî'den kelam ilmini ve hikmeti okumuştur[608].
Büyük mütefekkir Fahruddin, şer'i iiimierde de kudretli bir usulcu idi. "el-Mahsul" adındaki eseri bunun en güzel delilini teşkil eder[609] Bilhassa, tefsirinde şer'i konularda verdiği malumat bu hususu açıkça göstermektedir. Pek çok ilim sahasında yazmış olduğu eserlerin bir kısmının basılmış olması, bir kısmının da yazma olarak kütüphanelerde bulunması[610] onun üzerinde geniş bir çalışmanın yapılması lazım geldiğini göstermektedir[611].
Müfessirimiz, hem ilim ve kültürünün zenginliğinden ve hem de izzet-i nefis sahibi, vakur bir alim olduğundan dolayı, zamanın emirleri ve melikleri tarafından da takdir görmüş bir zattı[612].Sağlam bir inanca ve ruhi riyazata sahip olan Fahruddin, aynı zamanda zahid bir mütefekkirdi. İlminin sağlamlığına îtîmad eden ve keskin zekaya malik olan Razi, fikirlerini açıkça ortaya kor, muhalifleri ile kıyasıya münakaşalar yapar, sofi yönü de olan bu zat, halkı irşad eder, yanlış görüşlü kişilerin telkinlerinden onları korur, hatta pekçok kimseyi ikna ederek ehl-i sünnet akidesine çekerdi.Ancak, Kerramilerle[613] olan mücadelesi o kadar ileriye gitmiştir ki, ağır itham ve iftiralarının yanında, zehirlettirilip öldürüldüğü bile kaynaklarda yer almaktadır[614].
er-Razi'nin, önceleri fakir olduğunu, hayatının son yıllarında zengin olduğunu, Ziyaücldin ve Şemsüddin adında iki oğlu ile bir kızı bulunduğunu, oğullarının zengin bir tabibin iki kızı ile evlendiklerini[615], kızının ise, Harzemşah Sultanının veziri 'Alaü'l-Melik el-'Alevi ile evlendiğini, oğullarının da ilim ile meşgul olduklarını kaynaklardan öğreniyoruz[616].
Zamanın alimleri içerisinde yüksek bir mevkie sahib olan ve geride çok kıymetli eserler bırakan müfessirimiz, (606/1210) senesi Ramazan Bayra-mı'nın ilk Pazartesi günü Herat'ta vefat etmiştir[617].
Mu'tezile ve diğer bazı fırka mensuplarının İslam dünyasında yaptığı yanlış telkinat ve insanları hak yoldan uzaklaştırma gayretlerine karşı ehl-İ sünnet alimleri de, en sağlam akli ve nakli delillerle İslamın gerçeklerini olduğu gibi müdafaa ve neşr vazifesi yapmışlardır.Bilhassa, IV. Hicri asırdan itibaren sünni olmayan mezheplerin tefsir üzerindeki nüfuz ve tesirleri azalmaya başlamıştır.Zira Ebu'l-Hasen el-Eş'ari[618] ve Ebu Mansur el-Maturidi gibi alimler tefsiri sunni bir metodla ele almışlardır.Daha sonra gelen el-Bakıllani (Ö.403/1012), İmamu'l-Harameyn (0.478/1085) ve el-Gazzali (0.505/1111) gibi alimler, şeriatla hikmeti birleştirerek, fikirlerini fıkıh ve kelam etrafında toplamışlardır.
Yine Ebu Bekr İbnü'l-Arabi (0.543/1148), el-Kadi 'lyad (0.544/1149) gibi zatlarda dini maarif ite felsefi maarifi birleştirmişler ve felsefeyi dine hizmet edecek bir şekle getirmişlerdir[619].İşte böyle bir ilim ve fikir vasatının bulunduğu bir devirde yetişen er-Razi, akli ve nakli ilimlerin ışığında felsefeyi İslamın ana kaynağı olan Kur'an'ın anlaşılmasında kullanmasını bilmiştir.Pek çok kıymetli eseri yanında, te'lif ettiği "Mefatihu'1-Gayb" adlı muazzam tefsirinde çeşitli ilimlerden bahsekmektedir[620].
Dirayet tefsirinin en geniş ve tatmin edici olanlarından bulunan er-Razi'nin bu kıymetli eseri, tam ve mükemmel bir tefsirin taşıması lazım gelen şartlan haizdir.Kendisi, Mefatihu'l-Gayb'ı yazmaktan maksadının, akli kanunlar ışığında Kur'an'a yapılacak hücumları durdurmak, akide hususundaki istidlalleri güçlendirmek ve "taşkın mezhep" mensuplarının fikirlerini reddetmek[621] olduğunu ifade etmektedir.
Gerçekten bu tefsir, asrın ihtiyaçlarına cevap verecek bir metodla kaleme alınmış ve muhtevası oldukça geniş tutulmuş bir eserdir.er-Razi'nin bu tefsiri, ilk nazarda yalnız akla dayanılarak Dirayet tefsin metodunda yazıldığı sanılabilir.Bu büyük alim de Maturidi gibi ayetleri önce Rivayet metodu ile izah etmiş, daha sonra akli metodu tatbik ederek onları vazih ve geniş bir tarzda, derin bir vukufla incelemiş, mana ve hükümlerini kafi neticelere bağlamıştır.O da, Matüridi'nin yaptığı şekilde, rivayet, lügat, dirayet vs.den istifade etmiştir. Şimdi er-Razi'nin tefsirinde, takibettiği metodu görelim.[622]
er-Razi, bir ayeti tefsir ederken, önce ayeti şerh ve izah eden diğer ayet ve ayetleri esas almaktadır. Mesela: "Yerde olanların hepsini sizin için yaratan O'dur. Sonra göğe doğru yönelerek yedi gök olarak onları düzenlemiştir"[623] ayetini, "Ey Muhammed, siz yeri iki günde yaratanı mı inkar e-diyor ve O'na eşler koşuyorsunuz! O, alemlerin Rabbıdır "de". Yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi, onu bereketli kıldı; arayanlar için yeryüzünde gıdalarını normal olarak dört gün (dört mevsim) içinde yetiştirmesi kanununu koydu"[624] ayetleriyle tefsir etmekte ve aralarındaki münasebeti göstermektedir"[625]
er-Razi, tefsirinde hadise daha az yer vermektedir[626]. Bununla birlikte, ayetin zahirine uygun olan me'sur tefsirden istifade etmektedir.Örnek:
"Belki de Rabb'ın seni öğüiecek bir makama yükseltir'[627] ayetinde "'öğülecek makarrV'dan maksadın "şefaat"[628] olduğunu bildiren hadisle ayeti tefsir edip "bunun ehl-i sünnet mezhebi üzere azabın ıskatı" olduğunu beyan etmektedir[629]. er-Razi, dirayet metodunu ön plana aldığı için, sahabe ve tabıundan gelen rivayetler akla uygun gelirse kabul eder yoksa onları tahlil ve tenkid ederek, bu görüşlerde nazar olduğunu söyler. Mesela, İbn Abbas'ın, Kuranda zina, riya ve yetim malı yemek gibi azab zikreden herşeyin kebire olduğu anlamındaki sözünü kabul etmez. Bunlardan, her günahın kebire olduğu şeklinde, bir mana çıkarılmasını reddettiğini ifade eder[630].
Müfessirımız, ayetlerin anlaşılmasında, nüzul sebeplerini bilmenin büyük önemi olduğu görüşüne sahiptir Hatta bir ayetin nüzul sebebinin çeşitli oluşunu kabul eder. Mesela: "İnkar edenlere, dünya hayatı güzel görünür, onlar inananlarla alay ederler'[631] ayetinin, a) Ebu Cehil ve Kureyş'in iferi gelenleri, b) Yahudi reisleri ve bilginleri, c) Münafık Abdullah ibn Übey ve benzerleri hakkında nazil olduğunu, bunların, hem mücahidlerle, hem de zayıf fakir müslümanlarla alay ettiklerini nakleder. Ayetin bunların hepsi hakkında nazil olmasının mümkün olduğunu kabul eder[632].
Dirayet tefsiri metodunun en iyi tatbikçilerin-den olan er-Razi, âhâd haberlerden olması ve yakin ifade etmemesinden dolayı, israiliyatın faydasının olmadığı görüşündedir. Bu sebeple, israiliyatı tenkid ederek terk eder. Bu tenkidinde sağlam akli esaslara dayanır
Mesela, Vehb b. Münebbih, es-Süddi ve ibn Abbas'dan gelen, İblis'in cennete girmesi ve yılan hikayesi rivayetlerini ele alarak, bu ve benzeri haberlerin değerinin olamayacağını söyler, "aklı ve sorumluluğu olmayan yılan neden cezalandırılsın" der. Böylece, İsrailiyatı, akli ve mantıki bir şekilde reddetmektedir[633]. Ancak, bazan kendi mantığına uymayan bazı haberleri de kabul etmez. Mesela sahih hadis kaynaklarının naklettiği Adiy b. Hatim'in "imsak" ile ilgili haberlerini reddetmiştir[634].
er-Razi ayetlerin tefsirinde kıraatlara büyük ö-nem vermektedir. Bu ilimde, dikkat ve zabtı kuvvetli, meşhur olmuş bulunan karilere itimad eder, hatta kıraatlarda tercihini belirtir. Mesela ayetinde[635] üzerindeki vakfın meşhur olduğunu, Nafi ve Asım'ın vakfı uygun gördüklerini ifade eder. Arapçada Hicaz dilindeki kullanılışını gösterdikten sonra, birinci kıraatin daha uygun olacağını, çünkü Kitabın bizzat kendisinin hidayet ve nur ofduğu delilinden hareket ederek, birinci görüşün evla olduğunu savunmaktadır[636].
Tevatürle sabit olmadığı için şazz kıraatlann Kur'andan sayılamayacağı ve bunların kesin delil olamayacağını ifade eder ve şüpheli gördüğü kıraatlann terkini uygun görür[637].
Razi, tefsirinde dirayet metodunu esas alması sebebiyle lügat ve nahiv meselelerine fazla önem vermemiş, tefsirde ihtiyaç duyduğu kadarını zikretmiştir. Mesela kelimesini açıklarken, onun dan ism-i fail olduğunu, ziyadesiyle korumak anlamındaki olan'den geldiğini söyler[638].
Razi, Kur'an'da Arapça olmayan kelimelerin bulunduğunu kabul etmez[639]. Kendisi tefsirinde vahiy meselelerine yeteri kadar yer vermekle beraber, nadiren bu konudaki sözünü uzatır ve çeşitli görüşleri zikreder[640].
Razi, belagat nükte ve faidelerini açıklar. Örnek:[641] ayetindeki ün fasl olduğunu, bunun tki faidesı bulunduğunu, birincisinin kendisinden sonra gelene kelimenin sıfatı değil haberi: ikincisinin de mübtedada haberin hasra delalet ettiğini zikreder.[642]
Daha önce de belirtildiği gibi Fahruddin er-Razi, tefsirini daha çok dirayet metodu ile yazmıştır. Bu metodu sağlam olarak kullanabilmek için önce me'sur tefsire müracaat etmiş, lügat vb. diğer vasıtalardan da yararlanmış, ayetleri akli yönden tefsir etmiş ve bunda da büyük başarı göstermiştir
Kuran-ı Kerimde akıl, tefekkür tedebbür ve i-limden bahseden pek çok ayetin bulunması, bazı müfessırleri bu mefhumların manası üzerinde durmaya ve oniarı tefsir etmeğe sevketmıştir. Bilhassa kevni ayetlerin Allah'ın varlık, birlik ve kudretinin delilleri olması gibi sebeplerle dirayet müfessiheri, bunların şerh ve izahları üzerinde geniş bir şekilde durmuşlardır. İşte dirayet tefsirinin ileri gelen alimlerinden olan er-Razı. bu ayetlerin düşünceye verdiği önemi belirtmekte ve onları asrının ulaştığı kuttur ve medeniyet seviyesi ölçüsünde astronomi ilminin ve diğer aklı ilimlerin yardımı ile açıklamaktadır. Hatta bazıları, onun tefsirinde bunlardan çok bahsettiğini ve tefsirini heyet ilmi ile doldurduğunu söyleyerek kendisini tenkıd ederler Kur'.an-ı Kerim ayetleri, akıl ve mantık çerçevesinde, denn timi bir muhakeme süzgecinden geçirildiği zaman, mufessirimizin haklılığı kendiliğinden ortaya çıkar. Çünkü Allah Taala, Kitabına akli ve ilmi deliiHen adeta doldurmuştur. Semaların ve arzın halleri, gece gündüzün birbirini takibi, karanlık ve aydınlığın keyfiyeti, güneş, ay ve yıldızların durumları gibi hususlar, pek çok surede tekrar tekrar ve fakat insicamlı bir şekilde zikredilmiştir. Bunlar üzerinde düşünerek araştırmalar yapmak ve neticelere varmak gerekli olmasaydı, Allah bunları Kitabında zikretmezdi.
Muhkem ve müteşabih ayetler üzerinde de duran, yeri geldikçe onlardan bahseden er-Razi, müteşabihın Kur'anda zikrinin sebeplerini açıklamakta ve bunların, insanın aklını çalıştırması ve düşünme melekesini geliştirmesi gibi şeyler olabileceğini ifade etmektedir. Mesela,[643]'in te'vilinde, kelamcıların, Allah'ın kitabında mahiukatına (insanlara) bildirmediği şeyi zikretmediğini söylediklerini, bunu da ayet, hadis ve makulat ile delillendtrerek savunduklarını nakletmektedir.
er-Razi, Kur'an üzerinde düşünmeyi vp ondan hükümler çıkarma ve benzerini emreden 14 ayeti zikretmektedir. Mesela Allah'ın[644] "Bunlar Kur'ani düşünmezler mi? Yoksa kalpleri kilitii midir?" sözü[645] Kur'an üzerinde düşünmeyi emirdir. Şayet Kuran anlaşılmayan bir kitap olsaydı, Allah onun üzerinde düşünmeyi nasıl emrederdi?" demektedir.
Kur'anda anlaşılmayan şeyin zikredilmediğini bildiren iki hadis nakletmektedir. Bunlar:
1. Hz. Peygamberin iki emanet bıraktığını gösteren[646],
2. Geçmiş, hal ve gelecek haber ve hükümleri içine alan Kitabullah'ı vasfeden hadislerdir[647].
Müfessirimiz makul olanın, Allah'ın Kur'anda kelamını insanlara anlatmak için zikretmiş olduğunu, eğer böyle olmamış olsaydı, hitabın abes (boş) olmuş olacağını, Hakîm olan Allah'a da bunun yaraşmayacağını ifade ediyor Buna karşı serdedilen muhalif görüşleri de zikrettikten sonra, hurufu mukattaanın, surelerin isimleri olduğunu, onların manalarının tam olarak bilinemeyeceğini söylüyor ve her şeyin açıkça bilinememesinin ise, insana düşünme imkanı verdiğini kaydediyor[648].
Razi ayetleri, akli yönden Matüridi'den daha geniş tefsir etmiştir. Mesela, "Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece iie gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahiplerine muhakkak deliller vardır"[649] ayeti üzerinde geniş bir şekilde durmakta, Kur'anı düşünmeden ve anlamadan okumanın zararlarını akli ve nakli delillerle anlatmakta, deliller üzerinde derin ve ince düşüncelerde bulunmanın faydalarını zikretmektedir[650]. Yine "Onlar, göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler"[651] ayetinde geçen tefekkür kelimesini ele alarak,yaratıklar üzerinde düşünmenin iüzum ve önemini belirtmekte; insanın hem yaratını ve hem de kendisini taklid yoluyla değil, ancak afaki ve enfüsi deliller üzerinde tefekkür etmekle tanıyabileceğini beyan etmektedir[652]. Keza müfessir, "Göklerin ve yerin yaratılmasında...düşünen kavim için deliller vardır"[653] ayetinde zikredilen sekiz delili ayrı ayrı ele alıp incelemekte, asrının ilmi durumuna göre bilhassa, ay, güneş, arz, yıldızlar ve gezegenler hakkında geniş malumat vermekte, bunları tetkik etmenin hem Allah'ın kudretinin anlaşılmasına ve hem de kendilerinden faydalanıîmalarına yarayacağını belirtmektedir. Ayrıca bu ayetin izahatının sonuna doğru (o^yJob^) kelimeleri hakkında el-Kadi Abdü'f-Cebbar (Ö. 415/1024)'dan da naklederek, gerçeğin, taklidle, atalarına ye babalarına uymakla, adet ve alışılmış olduğu gibi yürümekle an-laşılamayacağını ifade etmektedir[654]. Örnek:"Bil ki, nimetler iki kısımdır: Dünya nimetleri ve dini nimetler Allah Taala'nın saydığı bu sekiz şey zahirde dünya nimetleridir. Akıllı kişi bunlar üzerinde düşündüğü ve bunları Sani (Allah)'i tanıma hususunda delil olarak kullandığı zaman dini nimet olurlar"[655].
er-Razi, burada, Allah'ın verdiği nimetlerin aklını kullananlarca hem maddi ve hem de manevi yönlerden değerlendirilebileceğini iş'ar etmektedir. Mükevvenattan bahseden ayetler üzerinde geniş bir şekilde duran er-Razi, yen geldikçe bal ansı ve balın yapıhşındaki ince sanat[656] ile hayvanda sütün meydana gelişi[657] gibi şeylerin Allah'ın variık ve kudretinin deiilieri olduğunu ifade eder.[658]
er-Razi, devrinin akli ve tecrübi ilimlerinden bol bol istifade etmiştir O, Kur'anın belagat bakımından icazını eie aldiğı gibi, aynı zamanda onun ilmi icazının çok ehemmiyetli olduğunu bilhassa belirtmiştir. Zira er-Razi, el-Gazzaii gibi[659] Kur'anın her şeye şamil olduğuna inanan ve onun ilmi yönden tefsir edilmesi gerektiğini savunan ve bunu Mefatihu'l-Gayb'ında tatbik eden bir dirayet müfessiridır.
Kitab ve sünnetin ışığında akıl ve muhakemeye değer veren müfessirimiz, akaid meselelerini hür ve serbest bir şekilde ele alıp inceler. Bu konuda hem ayetlerin mana ve delaletlerinden, hem de felsefecilerin ve kelamcıların delillerinden istifade etmesini bilir[660].
Büyük alim, tefsirinde fıkhi meseleler üzerinde de durur; ahkam ayetlerini açıklarken mezhep ihtilaflarını nakleder ve bu konuda geniş bilgiler verir[661].
Razi'nin, tefsirinde ayetlerin tasavvufi yönleri üzerinde de durmakta olduğunu görüyoruz. Mesela, "Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde olana bir şifa, inananlara doğruyu gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir"[662] ayetinin tefsirinde, "mev'ize"nin mahlûkatın zevahirini gerektiği şekilde temizlemeğe işaret ettiğini, bunun da şeri'at olduğunu, "şıfa"nın da bozuk inançlardan ve kötü ahlaktan ruhları temizlemeyi ifade ettiğini söylemektedır[663].
Bu büyük müfessir, hem akla önem vererek, insanları mantıki ve ilmî delillerle ikna etmiş, hem de tasavvufi yönden hareket ederek, onların ruhlarına ve kalplerine nüfuz etmesini bilmiş; böylece insanları kitleler halinde ehl-i - sünnet yoluna sevketmiş,yanlış ve "çarpık" görüşlerin tesirinden insanlığı büyük ölçüde kurtarmıştır. Razi, Kur'anın icazını her yönden ispat etmeğe çalışır. Özellikle Kur'an pek çok akli ve nakli ilmi ihtiva ettiği halde, onda kat'iyyen hiçbir tenakuz olmadığını, bunun da, onun. Allah kelamı olduğunun açık delillerinden bulunduğunu belirtir. O, ayetlerin tertibi üzerinde de önemle durur.
Cürcani ve ez-Zernahşeri gibi müfessirlerden Kur'anın tertibi, fesahat ve belagatı yönlerinden istifade etmiş, fakat, bu hususlarda onlardan çok daha ileriye gitmiştir. Kendisi, müfessirlerin buna yanaşmadıklarını ve bundan yüz çevirdiklerini söyler. Bunun böyle olmadığını, Kur'an'ın nazmı ve tertibi üzerinde durulması lazım geldiğini ifade eder Nitekim:[664] "yıldız ki gözler onu küçük görür halbuki onun küçük görünüşü kendisinin kabahati değil, gözündür." beyti ile bunun önemini bilhassa belirtmektedir[665]. Mustafa Sadık er-Rafi'i, "İcazü'l-Kur'an"ında, ilahi kelamın tertibi konusunda, "bu acâib ilme tefsirinde en çok er-Razi temas etti. Kur'anın ekseri letaif (incelikler)'i, bu tertiplerde ve aralarındaki irtibatlardadır" diyerek müfessirimizin bu husustaki[666] başarısını methetmektedir.[667]
er-Razi, bir dirayet müfessiri olarak sureler ve ayetler arasındaki lafız ve mana bakımından olan irtibatlar üzerinde ısrarla durmaktadır. Müfessirimiz, bu konuda büyük şöhrete ulaşmış bir alimdir. Kuran'ın ilahi bir kelam olarak bir bütün teşkil ettiği, lafızların her yönden birbiriyle emsalsiz bir ahenk içinde bulunduğu, bu tefsirde görülmektedir. Mesela, el Kevser suresini tefsir ederken, bir önceki sure ile olan mana irtibatını açık bir şekilde belirtmektedir. el-Maun suresinde münafığın cimrilik yapması, namazı terketmesi, namazı gösteriş için kılması, zekati vermemesine mukabil; el-Kevser suresinde, Hz. Peygambere kevser (çok hayır) verildiği' bildirilmiş, Rabbı için namaz kılması ve kurban kesmesi emredilmiş, önceki surede münafığın dünyada hiçbir eseri kalmadığı halde, bu surede Rasulullah'tn dünyada zikr-i cemilinin kalacağının ve ahirette de çok sevaba nail olacağının bildirildiğini'ifade etmektedir[668].
Yine el-Kevser suresinin, kendisinden önce geçen Ve'd-Duha suresine kadar olan surelerin bir
tetimmesi(tamam!ayıcısı), kendisinden sonra gelen surelerin de aslı gibi olduğunu zikrediyor ve sonra da bunlar arasında hanai bakımlardan ve niçin münasebet ve insicam olduğunu beyan ediyor[669].
Münferit Kaldığı Görüşler:
er-Razi'nin tefsiri, diğer tefsirler gibi değildir. Onun, dini meselelerde ve hayati konularda kendine has görüşleri vardır. Bunun için tefsir sahasında açık bir tesiri görülmektedir. Zira o, tefsirinde dirayet metodunu tatbik etmiştir. Örnek: "Firavun: Ey Haman! Bana bir kule yap, belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Musa'nın tanrısını görürüm... dedi"[670] ayetinde Firavun'un yüksek bir kule yapılıp da oradan göğe yükselmek isteyip istemediği ihtilaflı bir husustur. Müfessirİerin çoğu, kule manasına gelen "Sarh"ın yapılışı hakkında uzun hikayeler anlatmışlardır. Fakat er-Razi, burada da akli metodunu tatbik etmekte ve "bu bana göre uzaktır" diyerek, ayette kastoiunan esas manayı şöyle izah etmektedir: Firavun ya deli veya akıllı idi, -başka olmaz.Eğer onun deli olduğunu düşünecek olsak, Allah'ın ona elçi göndermesi caiz olmaz. Çünkü mükellef olmak için akıl şarttır. Eğer o akıllı olsaydı, insanın göğe yükselmeğe gücü yetmeyeceğini bilmesi gerekirdi. Her iki halde de bunun imkansız ve Firavuna isnadının mümteni olduğunu söyleyen müfessirimiz, Firavunun Dehriyyun'dan olduğunu, gayesinin, ilahı görmediğini söyleyerek yaratıcıyı inkar etmek, sonunda kendisini alemlerin tanrısı ilan etmek olduğunu ifade etmektedir[671].
er-Razi'nin Tefsiri Hakkındaki Görüşler: Müfessir Fahruddin er-Razi, tefsirde dirayet metodunu kullandığı, pekçok ayetin tefsirinde rivayetle yetinmediği, onların akıl ve muhakeme çerçevesinde ilmi tahlil ve tavzihini yaptığı, kendi kudreti dahilinde onlardan ahkam istinbatında bulunarak neticelere vardığı için tesiri büyük olmuş, o nisbette de leh ve aleyhinde sözler söylenmiş ve hakkında tenkitler yapılmıştır. Kendisi sahip olduğu geniş kültür ve bilgisini tefsirinde göstermiş, rivayetleri akli kaideler ışığında tenkide tabi tutmuş, mantığına uygun olanlarını kabul etmiş, diğerlerini reddetmiştir. Önceki müfessir ve alimlerin görüşlerinden istifade etmekle beraber, pek çoğunu da serbest bir şekilde tenkit etmiştir. Müfessihmizin kendine has görüşleri, zamanındakileri ve sonrakileri ciddi manada meşgul etmiştir. Onun metodunu benimseyip takibedenler bulunduğu gibi, ona hücum edenlerde eksik olmamıştır.
Alimlerden bazıları onun tefsiri hakkında şüpheye düşmekte ve tenkid etmektedirler[672]. Ibn Hacer el-Askalani (Ö.852/1488), tefsir ilminde gördüğü faydaları ancak el-Kurtubi (Ö.1671/1272) ve er-Razi'de bulduğunu, fakat er-Razi'ninkinde bir çok kusurların bulunduğu için onun tefsirine şüphe ile bakıldığını söylemektedir[673]. Bu tefsir incelendiği zaman, bu tenkidlerin hakikati ifade etmediği anlaşılır. Her eserde olduğu gibi er-Razi'nin tefsirinde de tenkid edilecek taraflar bulunabilir. Fakat bu tenkıdlerin mübalağalı tarafları vardır[674].
Müfesserimizin Fatiha suresini geniş olarak tefsir ettiğini, metodunu burada verdiğini görüyoruz. Diğer surelerde aynı şeyi yapmamıştır. Şayet böyle yapmış olsaydı, tefsir yüzlerce cilt tutardı. Razi,. Kur'an'ı şeklen tefsir etmemiş, meselelerin ruhuna ve özüne inmesini bilmiştir. Mesela, "insanların beyinsizleri, yöneldikleri kıbleden onları çeviren nedir? diyecekler[675] ayetini, er-Razi, lafzi yönlerden tefsir eder, konu ile ilgili rivayetleri nakleder ve "Sefih" kelimesini açıklar. Ayetteki "Tevelli" kelimesini şerh eder. Kıble, hidayet ve sırat-ı müştekimi açıklar. Bu arada, Allah'ın, ahkamını vaz etmesinin sebeplerini zikr ile bazı meselelerin tahliline girişir; ehl-i sünnet ile mutezilenin ihtilaflarını, kıblenin tahvilinin ve tek bir kıble olmasının maksatlarını beyan eder[676].
er-Razi, bazı hadisleri iyi bir araştırma yapmadan tefsirinde zikrettiği için tenkid edilmektedir. Zayıf olduğuna işaret etmeksizin onları naklettiği de olur. Mesla, "Sizin dostunuz ancak Allah, O'nun peygamberleri ve namaz kılan, zekat veren ve rüku eden mü'minlerdir"[677] ayetinin tefsirinde Ebu Zerden rivayetle, bir öğle namazında geçen hadiseyi anlatmaktadır. Bunda, namazda iken Hz. Ali'nin fakire yüzüğünü verdiği naklolunuyor.[678] Bu naklolunan hadis, muhaddisler tarafından ittifakla mevzu sayılmaktadır.[679] er-Razi, bu hadisi önce hiçbir şey söylemeden nakletmiş, bu ayetin tefsirinin sonuna doğ-ru onu akli yönden reddetmiştir[680]. Eğer o hadis ilminde mütehassıs bir alim olsaydı, bu haberin, Ebü Zerr'e yalan olarak isnad edildiğini baştan söylerdi.[681]
Yine müfessirimiz, bazen şüphelere işaret e-der ve fakat onlara cevap vermez. Mesela, el-En'am süresinin tefsirin de, "Bunda benîm şüphem vardır ve insanlar bu surenin bir defada nazil olduğunda ittifak etmişdir Durum'böyle olunca, sürenin ayetlerinden her biri için nüzul sebebi nasıl olur?"[682] diyerek şüphesini belirtmekte, fakat cevap vermemektedir[683]. er-Raiz, "O, yeryüzünü size bir döşek yaptı"[684] ayetini tefsir ederken, zamanında geçerli olan nazariyeleri dikkate alarak, bu ayetin, dünyanın dönmediğine delalet ettiğini söylemiştir[685].
er-Razi'nin Mefatihu'l-Gayb'ı, bir dirayet tefsiri olduğundan dolayı,dini, dünyevi, itikadı ve ahlaki konuların pek çoğunu akıl ve bilim çerçevesinde inceleyip sonuca bağlamıştır. Bunun için, kendisinden sonra gelenlere geniş çapta tesir etmiş, dirayet tefsiri metodunu kullanan müfessirlerin kaynağı olmuştur. Hatta onu tenkit maksadı ile ele alıp inceleyenler dahi,ondan istifade etmişlerdir. Onun tefsirinden istifade etmiyen müfessir yok gibidir. Örnekler:
1. Ebu'l-fadl el-Mürsi (Ö. 655/1257) dirayet tefsirinde Razi kadar başarılı değildir. Eserleri: Tefsiru'l-Kur'ani'İ-Kebir, Tefsiru'l-Evsat, Tefsiru's-Sağir'dir[686].
2. İsiam aleminde haklı bir şöhrete sahip olan el-Beydavi (Ö. 685/1286) tefsirini telif ederken, ez-Zemahşeri ve er Razi'nin tefsirlerini ön planda tutmuş, onları hülasa ederek muhtasar bir eser meydana getirmiştir. Felsefe ve Kelam meselelerinde esas kaynağı er-Razi'nin tefsiridir. Eî-Beydavi'nin "Envaru't-Tenzil"i tetkik edilecek olursa, onun pek çok yerinde er-Razi'nin fikirlerini ihtiva ettiği görü-lür[687].
3. Endülüslü büyük alim Ebu Hayyan (Ö.745/1344) "el-Bahru'l-Muhit" adlı eserinde, er-Razi'yi "tefsirde ihtiyaç olmayan çok uzun şeyleri tefsirinde topladı"[688] diye diyerek tenkidde bulunmuş, bununla beraber, bazı ayetlerin tefsirinden ondan istifade etmiş ve onun bir kısım meseleleri halleden cevaplarını nakletmiştir[689].
4. İbn Kesir (Ö.774/1372) bir rivayet müfessiri olduğu halde, akli tefsir metodu ile yazılmış er-Razi tefsirinden istifade etmektedir. Mesela, "İbn Kesir, Halikın ispatı hakkında, Ebu Hanife'nin sözleri için er-Razt'ye istinad etmektedir[690].
Yine bu zatın er-Razi'den bazı konularda uzun nakillerde bulunduğunu görüyoruz[691].
5. Hasen b. Muhammed el-Kummi en-Nisaburi (Ö.728/1327), er-Razi'nin tefsirini ihtisar etmiş, ona "Garâibu'l-Kur'an" adını vermiştir. en-Nisaburi bu tefsirinin mukaddimesinde er Razi'nin tefsirinin hususiyetlerini yazmakta, bilhassa dirayet tefsirindeki başarısını medhetmektedir. Pek çok meseleleri değiştirmeden aldığını ayrıca beyan etmektedir[692].
6. el-Âlûsî: O'nun, er-Razi'den istifade ettiği hususlar ve meseleler çoktur. Mesela, "Boşanan kadınlar kendi kendilerine üç aybaşı hali beklerler..."[693]ayetinin tefsirinde, bazen açık olarak adını zikrederek nakletmekte, bazen de ihtisar ederek istifade etmektedir[694]. Keza "Ey Muhammedi Sana ruhun ne olduğunu soruyorlar..."[695] ayetinin tefsirinde de karşılaştırıldıklarında, el Alusi'nin er-Razi'den istifade ettiği açıKça görülür[696]. el-Alusi, el-Kaffal (Ö.365/976)'ın görüşlerini, onun eserini görmeden, Mefatihu'l-Gayb'dan naklederek almıştır.[697]
Bazı yerlerinde (el-Bakara, 58 ve 143'de olduğu gibi) ve bazı meselelerde de el-Alusi'nin er-Razi'den ayrıldığını, onun görüşlerini reddetiğinı görüyoruz.[698]
Hüiasa. Fahruddın er-Razi dirayet müfessir-lerının en ilen olanlarından bindir. Kendisi zamanının ilim ve kültürü ile yetişmiş, pek çok ilim sahasında değerli eserler vermiş, kudret ve kabiliyetinin üstünlüğünü isbat etmiştir. Bilhassa bu başarısını tefsirinde göstermiştir
Bu araştırmada da görüldüğü gibi, Razi'nin dirayet metodu ile yazdığı Mefatihu'l-Gayb adlı bu tefsir, tam ve mükemmel bir tefsirde bulunması gereken bütün şartları taşımaktadır. Ondan üç asır kadar önce yazılmış ve bir ehî-i sünnet tefsiri olan eİ-Matüridrmn et-Te'vilat'ı, muhtasar olmasına mukabil, er-Razıinn tefsiri, çok geniş malumatı ihtiva etmektedir. Bunda da ayetlerin önce rivayet metodu ile tefsir edildiğini görüyoruz.
Bu tefsir yazılırken, tefsire yarayacak pek çok ıtırn ve vasıtalardan faydalanılmış, ayetlerin tefsirinde. Arap dili ve edebiyatının hususiyetleri, belagat, sanat ve nükteleri dikkate alınmıştır. Hukuki meselelerde fıkıh ve fıkıh usulü kaidelerinden geniş çapta istifade edilmiş, akaıd konularında kelam ve felsefeden faydalanılmış, ilmi ve kevni hususlarla ilgili mevzulara işaret eden ayetlerin izahında pek çok ilimden, bu arada bilhassa astronomiden geniş ölçüde yararlanılmıştır.
er-Razi insanların pek çok meselelerini ele almış, onlara kendi görüşlerini anlatmasını bilmiş bir alimdir. Ayetlerin işari nüktelerine ve tasavvufi izahlarına da büyük önem atfeden müfessirimiz, geniş halk kitlelerinin akl-i selim istikametinde yürümelerini sağlamıştır. Kendisi, tefsirinde tenkitçi bir metod takibetmiştir. Sahih olsun, zayıf olsun rivayetleri aklın ışığında tenkide tabi tutmuş, hükümleri mantıki ve kafi neticelere bağlamıştır. Sahih nakille aklın tenakuza düşmediğini, daima uyuştuğunu. isbat etmeğe çalışmıştır. Muhalifleri ile kıyasıya mücadeleye girişmiş, onların aşırı ve yanlış fikirlemi akli ve nakli delillerle çürütmüştür. Bilhassa, mutezile ve şianın insanları "yanıltıcı" faaliyetlerini" durdurmak için olanca gücü ile çalışmış, ehl-i sünnet görüşünün yayıiması ve yerleşmesinde mühim tesirler icra etmiştir. er-Razi, bu çalışmaları ile, kendisinden sonra gelenlere hem iyi bir örnek teşkil etmiş, hem de onlara ışık tutacak değerli bilgi hazinesi bırakmıştır. er-Razi, başkalarını tenkid ettiği gibi başkaları da kendisini tenkid etmişlerdir. Onun da gerek zamanın ilim ve kültürü icabı, gerekse şahsi görüşü neticesi bazı konularda hata ettiği tesbit olunmuş ve tenkide tabi tutulmuştur. Hatasız insan olamayacağına göre, bu tabii bir şeydir. Ö-nemli olan onun görüşlerini değerlendirerek gereken istifadeyi sağlamaktır. er-Razi'den sonra gelen pek çok alim ve müfessir onun eserlerini değerlendirmişler, ondan büyük istifadeler elde etmişlerdir. Bilhassa, müfessirler içerisinde el-Beydavi, el-Alusi, gibi müfessirlerin onun tefsirinden geniş çapta faydalandıklarını görüyoruz.
Netice olarak, İslam aleminde haklı bir şöhret sahibi olan er-Razi'nin et-Tefsiru'l-Kebir'i, dirayet tefsiri metodu ile yazılan tefsirlerin en geniş ve en tatmin edici olanlarındandır. Şimdi, asrımız müfes-sirlerinden M.Abduh ve tefsirini görelim.[699]
Dünya çapında büyük şöhrete sahip olan Muhammed Abduh, Hasen Hayrullah (1266/1843) yılında Mısır'da doğmuştur. Babası ziraatla uğraşıyordu. Önce Tanta'da Kur'an'ı ve bazı bilgileri öğrendi. Daha sonra el-Camiu'!-Ezher'e gitti, orada iki yıl kaldı; fakat çok şey istifade edemedi[700]. Bundan sonra kendi kendine mütalaaya başladı. Bir müddet bir zahid hayatı yaşadıktan sonra, 1872'de M. Abduh el-Ezher'e gelen, Cemalüddin Efgani (1837-1897) ile temasa geçti. Kısa zamanda onun ıslahatçı görüş ve düşüncelerini benimsedi; sonuna kadar da bu halini muhafaza etti[701]. Efgani, onun alakasını Avrupa eserlerinin mevcut tercümelerine çekmiş ve onu Mısır ve İslam dünyasının o zamanki meseleleri ile meşgul olmağa teşvik etmiştir[702], el-Caiü'l-Ezher'de alim derecesi ile tahsilini bitirdikten sonra, 1879'da Daru'l-Uium'a müderris olarak tayin edildi. Bundan sonra, görevden azli, tekrar göreve alınması, Mısır dışına çıkarılması,tekrar geriye getirilmesi gibi hususlarda teferruata girmiyoruz. Sadece önemlilerini burada zikretmek istiyoruz. Abduh, 1884 yılında Efgani ile Paris'de sekiz aylık bir surede, "el-Urvetü'l-Vüska" adında bir cemiyet kurmuşlar ve ayni adla bir dergi çıkarmışlardır[703].
Daha sonra,Tunus ve Beyrut'da çeşitli faaliyetlerde bulunmuştur; 1885 yılında Beyrut'a gelip yerleşmiş, orada tedrisata başlamış ve Mısır'a dönünceye kadar ilmi çalışmalar yapmıştır. 1889'da kendisine memleketine dönme izni verilmiş, Kahire'de hakimlik görevi yapmış, 1889!da Mısır Müftüsü olmuş ve ölümüne kadar da bu vazifede kalmıştır[704]. Pek çok kıymetli eserler telif eden Abduh, nihayet 1905 tarihinde İskenderiye'de vefat etmiş, Kahire'de defnedilmıştir[705].
Islahatçı fikirlere sahib olan M, Abduh, Mısır'ın son devirde yetiştirdiği büyük alim ve müfessirler-den birisidir O, dini ilimleri tam olarak okumuş ve kendisini iyi yetiştirmiş bir zattır.Ezher'de o zaman henüz okutulmağa başlanılmamış olan, biyoloji, matematik ve felsefe gibi ilimleri özel olarak okumuştur[706]. Hatta el-Ezher'de okutulan ilimleri ve dersleri noksan bularak onların tamamlanması için çalışmalar yapmıştır[707]. Bilhassa, di! ve edebiyat çalışmalarına büyük önem vermiş, basında ve resmi dairelerde yanlış çıkan yazıların tashihi hususunda ciddi gayretler göstermiştir. Abduh'un fikirleri, 1897 den itibaren çıkan ve talebesi R.Rıda (0.1354/1935) tarafından idare edilen aylık el-Menar mecmuasında halka ulaştırılıyordu[708],
Kendışı zeki, doğru yazan ve güzel konuşan, kısa zamanda başkalarını tesiri altına alabilen güçlü bir alimdi. Kısa bir müddet içerisinde Fransızcayı öğrenmiştir[709]. Umumi efkara en çok hitabettiği sayısız makalelerinden ikisi 1900 yılında yazılmış. Fransızcaya tercüme edilmiş ve 'TEurope et İİslam" adı ile neşredilmiştir[710].
M.Abduh'un tefsir metoduna geçmeden önce içtimai, edebi tefsir ekolü üzerinde biraz durmak gerekiyor.
İçtimai Edebi Tefsir Ekolü: M Abduh, dinin muhtelif sahalarında olduğu gibi tefsir sahasında da bir yeniiık meydana getirmek istemiş, dîni esaslar ile tarihi ve içtimai hadiseler arasında sıkı bir bağın tesisi için ciddi açlışmalar yapmıştır. Gerçekte, zaman im ızdakı müfessirlerin çoğu, Kur'anın aklın mutmain olacağı hakikat ilimlerine muhalif olmadığı ve olmayacağını bilmenin yeteceği ve onun herşeyden önce, hidayet, ıslah ve şeriat kitabı olduğu ve daima öyle kalacağını savunmaktadır[711]. Bu fikri taşıyan müfessirlerin meydana getirdiği ekole "İctimai-Edebi Tefsir Ekolü" adı verilmektedir[712]. Bu metod ile tefsirin Allah'tan ve kitabından uzaklaştıran kuru bir tefsir olmaktan kurtarılarak, ruhları hidayete ve amele sevk ve cezbedecek surette hükümler, ahlak ve akidelerde şeriatın hikmetlerinden bahseden farz-ı kifaye bir ilim haline geleceği savunulmaktadır[713]. Tefsirde takibedilen bu usulün hedefi nasslara ittiba ve Kur'andaki ince noktaların izah edilmesidir. Bu ekole bağlı tefsirlerin gayesi, Kur'anın, insanlığa anlatmak istediği manaların, en yüksek üslub ile ele alınması,sosyal hayatla ve tekamül konuları ile münasebetlerinin incelenmesidir. Bu ekolün en önemli temsilcileri M.Abduh, M.Reşid Rıda ve M,Mustafa el-Meraği (Ö.1881-1945)'dir[714].
Asrımızda ihdas edilen bu ekolün kabul edilen tarafları olduğu gibi, tenkid edilen yönleri de bulunmaktadır.
1. Bu ekolün kabul edilen tarafları: Bu ekole mensup müfessirler.Kur'an'a mezheplerden uzak bir nazarla baktılar ve mezheplerin hiç birinin tesirinde kalmamaya dikkat ettiler. Kur'anı kendi mezheplerine tabi kılanlar gibi hareket etmediler; bilakis Kur'an'ı hedefine uygun gelecek şekilde te'vil ettiler. İsrailiyat haberleri üzerinde tenkitçi bir gözle ve basiretle hareket ederek, Kur'an'ın büyüklük ve güzelliğini gölgeleyen, eski kitapların çoğunda bulunan yalan ve hurafe olan nvayetlen tefsire karıştırmadılar. Tefsirlerde yer yer rastlanan ve Kuran tefsirine önemli tesiri olan zayıf ve mevzu hadisleri de nakletme gafletinde bulunmadılar. Kur'an'ın mübhem bıraktığını tayine ve ancak şer'i nasiarla bilinen gayb haberlerinden bahseden sözlere dalmaya cür'et etmediler. Bilakis onlar tafsilat ve teferruata girişmeksizin iman esesası üzerinde karar kıldılar
İctimai-edebi tefsir ekolü mensupları, tefsire, i-lim ve fen ıstılahlarının ihtiyaçtan fazla kullanılmasını önlediler. Onları ancak lazım olduğu miktarda ve zaruret nisbetinde kullandılar. Yine bunlar, Kur'an'ı ictimai-edebi rnetodla izah ederek, onun belagat ve icazını keşfetmişler, mana ve maksadlarını-açıklamışlar, ihtiva ettiği kanunları ve sosyal nizamları meydana çıkarmışlardır. Kur'an'ın müslüman milletlerin problemleriyle diğer miletlerin meselelerinin halline yarayacak esaslara işaret ettiğini, dünya ve ahiret hayırlarını içerisinde bulundurduğunu beyan etmişlerdir. Sağlam görüşlere dayanan ilmin ispat ettiği esasların, Kur'an'ın haber verdiği gerçeklerle olan mutabakatı üzerinde durmuşlar, Allah Kelamım insanlığın ebedi kitabı olduğunu ispatlamışlardır. Bütün bunlar, okuyucuya cazip üslup ve teşvik edici bir İfade ile sunulmuştur. İşte, bu ekolün makbul olan yönlen kısaca bunlardır[715].
2. Bu ekolün hatalı görülen tarafları; Bu ekol akla geniş bir hürriyet vermiştir. Mensupları Kur'an'ın getirdiği bazı şer'i hakikatları te'vil etmişler, hakikatten mecaz veya temsile gitmişlerdir Mutezileden aldıkları bu geniş akli hürriyet sebebiyle, Kur'an'ın bazı lafızlarının manalarını, onun indiği zamanda, Araplarca malum olmayan manalara hamletmişlerdir Bazı İslam alimlerine göre onlar, Allah Kitabı Kur'an'dan sonra en sağlam kitap olan, el-Buhari ve Müslim'in sahihlerinde, rivayet ettikleri bazı sahih hadislerin zayıf veya mevzu olduklarını iddia etmişlerdir. Sahıhiiği sabit olan âhâd haberleri, detıl olarak kabul etmemişlerdir. Halbuki haber-i vahid ılım ifade eder. Ehl-i sünnet alimleri, haber-i ahad ile amel etmenin lüzumlu oiduğu hususunda ittifak halindedirler. Sahihliği sabit olan ahad haberler dinde delil olarak kabul edilmektedir. Bu haberlerin yakin ifade edip etmediği meselesinde, mezhepler arasında çeşitli görüşler bulunmaktadır. Mutezile ne olursa olsun, onu, hüccet kabul etmemektedirler. Ahad haberler, iman esasları dışında bulunan haberler ile ameli meselelerde delil olarak kabul edilmektedir.[716]
İçtimai edebi tefsir ekolünün meşhur olan müfessirlerınin başında Şeyh Muhammed Abduh gelir. ReşıdRida, el- Merağı ise, onun açtığı çığırdan yürümüşlerdir. Şimdi Abduh'un tefsirde takıbeîtiği metodunu örneklerle ele alıp inceleyecek, varmak istediği neticeleri îesbit edeceğiz.
M. Abduh, Mısır'da meşhur cemiyyet-i Haynyye-i İslamiyye'nin açtığı okullarda okuyan talebeye bir kolaylık olmak üzere, sade bir dille yazdığı "Tefsiru Cüz'ü Amme'yi, Tunus'ta 1321/1903 yılında tamamlamıştır.[717]
Yine Abduh'un, "Tefsiru Sureti'l-Asr" isimli a-raştırmasını 1903 te Cezayir şehrinde konferans olarak verdiğini ve Kur'an'tn bazı müşkil ayetleri üzerinde kendine has görüşleri olduğunu görüyoruz[718].
Akü metodu ön planda tutan Abduh, "Nerede olursanız olun sağlam kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size yetışecektir.Onlara bir iyilik gelirse "bu Allah'tandır" derler; bir kötülüğe uğrarlarsa "bu senin tarafındandır" derler Ey Muhammed1 de ki. "Hepsi Allah'tandır". Bunlara ne oluyor ki, hiçbir sözü anlamağa yanaşmıyorlar?" ayeti ile bunu takıbeden ayette[719] birbirine zıt gibi görünen hususları izah ederek Allah'ın insana akı' ve fikir verdiğini, kişinin bunlar sayesinde kötülüklerden kurtulup saadete ulaşabileceğim ifade etmektedir[720]. Yine aynı şekilde, Hac suresinin 52-55'nci ayetlerini tefsir e-derek "Garanik vak'asf'nın aslı olmadığını, her hususta olduğu gibi, Allah'ın emirlerini tebliğde de peygamberlerin masum olduğunu ispatlamaktadır[721]. Bir de Hz. Peygamberin şehvetine düşkün olduğu şeklindeki haberlerin iftiradan başka bir şey olmadığını, bunların batıl olduğunu akli ve nakli delillerle ispat ediyor.[722] Burada olduğu gibi, mü-fessir dirayet metodu yanında, rivayete de dayanmaktadır[723]. M.Abduh. Asr suresinin tefsirinde İ-man'ı izah ederken. Onun akıl ve vicdanının fonksiyonu olmaksızın sırf taklidle olamayacağını, asıl imandan maksadın ruhun tatmin edilmesi ve içten tasdik ile olacağını[724] savunmaktadır Onun burada akıl ve muhakemeye önem verdiği görülmektedir
M.Abduh'un, Beyrut'ta bulunduğu sırada ve el-Ezher'de talebesine verdiği tefsir dersleri, R.Rıda tarafından not tutulmak suretiyle bir araya getirilmiş, "Tefsiru'l-Kur'ani'l-Hakîm" veya "Tefsıru'l-Menafadı ile yayınlanmıştır. Üzerinde çok durduğu Kur'an tefsirini hayatında tamamlayamamış, ancak bazı kısımlarının neşrediidiğini görebilmiştir[725]. Abduh, Ezher'de tefsir derslerine 1317/1905 senesi muharrem ortasına kadar devam etmiş ve aynı sene içinde de vefat etmiştir. Müfessir, en~Nisa suresi, 125. ayetine kadar gelebilmiştir[726]. Yukarıda zikredilen ayetler ve sureler buna dahil değildir.
el-Menar tefsirinin yayınlanan diğer kısımları, R. Rıda tarafından aynı metodla yazılmış olanlardır. Abduh'un Kur'an'ın az bir kısmını tefsir etmesine rağmen, yeni bir hareketi başlatmış olması ve içtimai edebi bir ekol meydana getirmesi önemle üzerinde durulan bir husustur.[727]
Muhammed Abduh, Ezher alimleri arasında tek başına taklitten kurtulma ve yenilik hareketine davete girişmiş, araştırma ve yazılarında hür aklı kullanarak, geçmişlerin sözlerine ve donmuş fikirlerine saplanıp kalınmamasını tavsiye etmiş, etrafında da bir grup toplanmıştı. Bunun üzerine,alimlerden pek çoğu onun bu hareketine itirazda bulunmuşlardı. O, Kur'an'ı tefsir etmede kabul ettiği bir esasa göre, eski müfessirierden bazılarına muhalefet eder. O da Kur'an'ın insanları dünya ve ahiret saadetine ulaştırdığını anlamaktır. İşte Kur'an'ın esas hedefi de budur. Bunun arkasında gelenler ise, o esası elde etmek için vesile veya ona tabi olan şeylerdir[728].
Abduh, Kur'an'ın bu ük maksadını kavramaktan gafil olan, ondaki hidayet ve irşadı bırakıp da,ilahi Kitabın hedefi olmayan nahiv, meani, fıkhı ihtilaflar ve benzeri şeylerin teferruatına dalan müfessirleri kınamıştır[729] O, tefsiri iki kısma ayırmaktadır. Birincisi, Allah ve Kitabından uzaklaştıran kuru tefsirdir ki, bu lafızların tahlili ile cümlelerin irabını ve ibarelerin fenni nüktelerini belirtmektir. Buna, tefsir bile demek layık olmaz. Bu ancak, nahiv, maani ve benzeri fenler üzerinde bir çeşit araştırma yapmaktır, ikincisi, yukarıda da işaret edildiği gibi, insanlara farz-ı kifaye olan bir ilimdir ki, hedefine ulaşabilmek için bazı şartları taşımak gerekir. Bunlar da müfessirin, "nüden ve rahmeten" gibi sözlerin tahakkuku için, ruhları hidayete ve amele sevk ve cezbedecek hükümlerini, ahlak ve akidelerle şeriatın hikmetlerinden bahsedenin muradını anlamastdır. Bu şartların ve fenlerin arkasındaki esas maksat, Kur'an'ın hidayetine ulaşmaktır. Abduh, tefsir okumadaki varmak istediği ilk hedefin bu olduğunu söylüyor[730]. O, bu sözleriyle, belagat ve nahivden tefsirde ihtiyaç nisbetinde faydalanılmasını, daha ileriye gidilmemesini murad etmektedir.
M.Abduh, Kur'an'ı akaid konusunda bir mizan olarak görmektedir. Kur'an'a nazar eden bir kimsenin, onu akidenin kendisinden alındığı bir asıl olarak görmesi gerekir. Akide ondan alınmalı, rey ondan istinbat olunmalıdır. Halbuki müfessiriehn çoğu böyle yapmamış, kendi akidelerine şahid getirmek için Kur'an'ı te'vil etmişlerdir. O, Kur'anın, dindeki mezhepler ve fikirleri çin bir asıl olmasını istiyor. Yoksa mezhepler asıl, Kur'an da te'vil veya tahrif edilerek, onları te'yid eden talî bir unsurmuş gibi kabul edilmesini istemiyor[731].
Abduh, tefsir derslerinde ve yazılarında hür akla itimat ettiği için, diğer tefsirlere müracaat etmez; Mushaftan okur, Allah'ın kalbine verdiği feyizle ayetleri tefsir ederdi. Onların tesiri altında kalmamak için derse başlamadan önce, tefsir kitaplarına müracaat itiyadı yoktu. İrab ve lügat yönünden anlaşılmayan bir kısımla karşılaşırsa, bunları anlamak için bazı tefsirlere bakardı. Abduh, tefsir derslerini verirken, en kısa tefsir olan Celaleyn tefsirini o-kur[732], bazan da onu tenkid ederdi[733]. Kendisi, tefsirden müstağni kalışının sebebini de şöyle açık-lamıştır:"Allah Taala, kıyamet gününde bizden, insanların sözlerini ve anladıklarını sormaz; ancak, bizi hidayet ve irşada sevk İçin indirdiği kitabından ve nazil olanları bize beyan eden Hz. Peygamberin sünnetinden sorar'Yine Abduh, "Biz sana Kur'an'ı indirdik, ta ki insanlara ne indirildiğini açıkça anla-tasın"[734] ayetini şöyle tefsir etmektedir:
"Allah Taala, bize, size risalet ulaştı mı? Size tebliğ olunan şeyi düşündünüz mü? Emir ve nehıy olunduğunuz şeyleri taakkul ettiniz mi9 Kur'an'ın irşadına göre amel ettiniz mi? Peygamberin irşadı ile doğru yolu buldunuz, onun sünnetine tabi oldunuz mu? diye sorar. Kur'andan ve onun irşadından yüz çevirmiş olduğumuz halde bu sualleri bekliyoruz. Ne kadar şaşılacak şeydir. Bu ne gaflet ve ne aldanıştır?"[735]
Burada, Abduh'un tefsirde nakilden çok tefekkür ve muhakemeye önem verdiğini, başka bir deyişle, Kur'anı akli yönden tefsir ettiğini görüyoruz. O, Kur'anın sahih bir şekilde anlaşılmasını şöyle anlatıyor: Kur'anı anlamaktan gaye, onun üslubunu kavramak, öğütlerini benimseyerek, onunla meşgul olmak ve ondan başka bir şeyle meşgul olmamaktır. Burada ben düşünme, anlayış, etkilenme ve akıl yormanın kitaplardan körü körüne alınmış kuru teslimiyet anlayışını kastetmiyorum[736], demektedir. Bunlar da gösteriyor ki, Abduh Kur'an1! anlama hususunda, akh bağlı olduğu kayıtlardan kurtararak tamamen hür ve serbest haraket etmektedir[737].
Abduh, Kur'andaki mübhemat uzerınöe durmanın faydası olmadığını söylemiş, eski müfessir-lerin yaptığı gibi onları ele alıp izahata girişmemiştir Ondaki mübhemat, nasslarda olduğu şekilde bırakılmalı, onların tefsir edilip açıklanması için israiliyattan ve uydurma haberlerden istimdat edilip ayetler zorlanmamalı ve esas hedefinden saptınlmamahdır[738]. Mesela, "Halbuki, sizin üzerinizde bekçiler vardır; (bunlar) şerefli katiplerdir"[739] ayetinde zikredilenlerin gayb'dan olduğunu, hakikatini ve diğer yönlerini araştırmanın doğru olmadığını, sadece oniara inanmak gerektiğini ifade ediyor[740].
Sosyal meselelerdeki durumu: Kur'an-ı Kerimin ilgili ayetlerinde, yeri geldikçe, içtimai hastalıklara ilaç olabilecek şeylere dokunmadan geçmez., Okuyucuya bu hastalıkların tehlikelerini bildirir, onlardan kurtuluş yollarını ve çarelerini gösterir. Bunların müslim, gayr-i müslim, bütün insanlığı doğru yola dönmeleri için anlatırdı. e!-Asr suresinin üçüncü ayeti olan: "Onlar (Mü'minler), birbirlerine sabrı tavsiye ettiler" deki "sabr"ın, nefiste bir meleke olduğu, onunla, bazı güçlük ihtimali olan işlerin kolaylaşacağı, her miletin fertlerinin sabır yönünden zayıf oldukları gibi hususları anlattıktan sonra, şöyle demektedir: "Alimlere ve bunlara benzeyenlere gereken, zamanını ve miletierin durumlarının değişikliğini dikkate aiarak, kalkınma çarelerini öğrenmektir. Bu konuda onlara ilk lazım olan şey, doğru bir tarih,milletlerin meydana gelişi, yükselişi ve yıkılışı ile ahlaki durumlarını, his ve vicdanlarını bilmeleridir. Yine akılla hak arasındaki tevfik yolunu, dünyevi ve uhrevi menfaatler ve lezzetler arasını yakınlaştırma yollarını, nefisleri kötülüklerden iyiliklere yöneltme vasıtalarını iyi bilmek gerekir. Eğer onlar bunu yapmazlarsa, halkın günahı onların olur[741]. Yine Abduh, "İyiler şüphesiz, nimet içindedirler"[742] aye-tindeki iyi anlamına olan "el-birr" kelimesinin manasını ve insanın nasıl iyilerden olacağını anlattıktan sonra şöyle devam ediyor:"Bır kişinin ne kedisinden, ne de kazancından insanlara bir fayda dokunmuyorsa o, iyi insanlardan sayılmaz. Bazıları korkudan namaz kılmak, düşünmeden lafzen teşbih, tekbir, tahmidatta bulunmakta, gereksiz olarak acaip sesler çıkarmakta, belli günlerde oruç tutmakta, diğer taraftan mahiukatm pek çoğuna eziyet etmekten çekinmemekte, hırs ve tama içerisinde maf kazanmaktan başka bir şey düşünmemektedirler. İşte bunlar, kendilerini iyilerden sanmaktadırlar. Bilakis onlar, iyilerden değil, kötülerdendir[743]. Keza, "Andolsun o, Allah yolunda koştukça koşanlara; andolsun kıvılcım saçanlara; sabah sabah akına çıkanlara ve tozu dumana katanlara; düşman toplu-luğunun İçine dalanlara[744] ayetlerini tefsir eder-ken:"Ey inananlar! onlara karşı gücünüzün yettiği kadar Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında Allah'ın bilip sizin bilmediklerinizi yıldırmak üzere kuvvet ve savaş atları hazırlayın"[745] ayetlerine müsteniden ve hadislerde de, her müslüman erkeğin ata binmesi emrediidiğsni söyleyerek, ath müsabakalar tavsiye etmektedir. İlim tahsil eden talebe için ata binmesinin lüzum ve ö-nemini anlatmakta,"alimler, peygamberlerin varislerdir"[746] hadisini okuyanlar inançlarının ve şu yaptıklan şeylerin kitaptaki hakikata uyup uymadığını düşünüyorlar mı? Önce insaf et, sonra hükmet"[747] demektedir.
mekîedir. Meseia,[748] ayetini, şöyle yorumlar:
"Semanın inşikakı, infitarı gibidir... Bu da, Allah Taaia bu alemi harabetmeyi muradettiğinde, terkibinin fesadı ve nizamının bozulmasıdır..."[749].
Yine Abduh, Fil süresindeki "Onların üzerine serttaşiar atan sürüler halinde kuşlar gönderdi"[750] ayetini tefsir ederken, bu sure bize çiçek veya vebanın ordu fertleri üzerine düşen taşlardan Allah'ın rüzgarla beraber gönderdiği kuşlar bölüğü ile neş'et ettiğini beyan ediyor. Bu uçan şeylerin bazı hastalık mikropları taşıyan kara sinek ve sivrisinek olduğuna inanmak caizdir. Bu mikroplar vücuda ulaşınca, bir yara vasıtasıyla vücuda girerler ve eti düşürürler. Şimdi, mikrop dediğimiz bu küçük canlılar, ufak olmalarına rağmen, büyük bir orduyu mahvetmiş ve Allah'ın kudretini ispatlamıştır. O, uçan şeylerin nev'i ne olursa olsun, hepsi de Allah'ın ordusudur, demiştir[751]. Yukarıda görüldüğü gibi, müfessirin mübhemat hususunda tafsilata girilmemesi hakkında ortaya koyduğu metodunun dışına çıktığını,tafsilata ve cüz'iyyata daldığını görüyoruz. Kendisinin verdiği mikrop manasını yeni tıp ilmi bugün keşfetmışse de Kur'anın nüzulü zamanında Arapların bunu bilecek bilgilisi yoktu[752], Onun Kur'an tefsiri hususunda geniş bir akiı hürriyetle hareket ettiği için ortaya koyduğu kaideleri aşma durumunda kaldığını görüyoruz.[753]
"Ictimai-Edebi Tefsir Ekolü"nü tesis eden ve tefsir sahasında yenilik yapan M.Abduh'un bazı a-Iimler üzerinde mühim tesirleri olmuştur. Onun tesirleri önce talebeleri üzerinde, daha sonraları da yazılarını ve eserlerini okuyan ve fikirlerini anlayan kimseler üzerinde olmuştur. Müfessirin en çok tesiri altında kalan, gerek yazılarında ve gerekse eserlerinde onu izleyen ve ondan nakiller yapanlar, M.Reşid Rıda ile Mustafa el-Merağı (1881-1945)'drr. Şimdi bunların istifade ettikleri hususları kısaca görelim.
M.Reşid Rıda: Bu zat, daha talebeliği zamanında, hocası M. Abduh'un üslubunu, metod ve görüşlerini benimsemiş, onun ders takrirlerini neşre hazırlamıştır. O, bu tefsirde hocasının pek çok fikirlerini de olduğu gibi aksettirmıştir.
R Rıda'nın tefsirdeki gayesi hocasının aynıdır. Yanı. Kur'anın hidayet ve ıslah kitabı olduğunu anlatmaktır[754] Onun tefsirdeki metodu, yine hocasının tatbik ettiği metoddur. O da müfessirlerin sözlerine bağlı kalmaz, israiliyata dalmaz, Kur'an'ın mübhemleri ile uğraşmaz; mevzu hadisleri kullanmaz fenni konularda tafsilata girişmez ve ilmi ıstılahlarla fazla uğraşmaz.O, ayetlerin manalarını açık bir üslub ve kolay anlaşılan bir ifade ile izah ve tefsir eder. Yine bu zat, Kur'an'ın içtimai hastalıkların tedavisine yarayan yönlerini de açıklamaktadır[755]. Dirayet konusunda o da akla geniş bir hürriyet tanımaktadır. Büyük günah işleyen kişinin, tevbe etmeden öldüğü takdirde, cehennemde ebedi kalacağına inanmakta, böylece ehl-i sünnete muhalefet etmektedir[756]. R.Rıda, Adem kıssası, mecaz ve teşbih, sihir, şeytan, cin, Hz.Peygamberin mucizeleri gibi hususlarda umumiyetle hocası Abduh'un yolunda yürümektedir. O da, hocası gibi, İslamı ve Kur'an'ı müdafaa etmiş, birçok müşkülen çözmüş ve şüpheleri gidermiştir. Bu konuda hem lisanı ve hem de kalemi ile hizmette bulunmuştur[757].
Mustafa eS-Meraği de, R.Rıda gibi, M.Abduh'un tesirinde kalan ve ondan istifadeler sağlayan bir müfessirdir. O da, Abduh ekolünde yetişmiş bir alimdir. Kendisi "Tefsiru'l-Meragi" adlı bir tefsir hazırlamış, burada, Kur'an'ın üslubu, hadis, şiir ve nesir konularında yaptığı çalışmalarını değerlendirmiştir. O da,tefsirde hocasının metodunu izleyerek, Allah'ın azamet ve kudretine delalet eden ayetlerin tefsiri ile beşeriyeti hidayete sevkedecek yönlerini izah etmiştir. Yine el-Meragi, Kur'anın mübhemleri hususunda tafsilata gihşmememekte, onun içtimai meseleleri halleden yönleri üzerinde durmaktadır. Tefsirde o da, akla ve dirayete geniş bir hürriyet tanımakta, teşrii hikmetlerden bahsetmektedir[758].
Netice olarak, R.Rıda ve ei-Meraği, M. Abduh'un tesirinde kalan ve onun yolunda yürüyüp fikirlerini müdafaa edenlerin başında gelirler. Konuyu uzatmamak için Abduh'un doğuda batıda tesir ettiği diğer şahıslara[759] geçmiyor, bu kadarla yetinmeyi uygun buluyoruz.
Hülasa, M. Abduh, son devirde yetişen dirayet müfessiherinin ileri gelenlerindendir. Kendisi geniş bir kültüre sahip, doğu ve batıdaki fikir ve hareketlerden haberdar bir alimdir. Müslümanların uyanması, batı ilim ve kültürünü tanıması için çalışmalar yapmıştır. Gerek çeşitli makalelerinde ve gerekse tefsirinde bu konudaki görüşlerini görmek mümkündür. Tefsirde yeni bir metod olan içtimai edebi tefsir metodunu kullanmıştır. Kur'an ayetlerinin tefsirinde yalnız lügat manaları ve gramer tahlilleri ile yetinmenin doğru olmadığını, Allah'ın onlarda muradettiği manaları ile insanlığın dünya ve ahirette saadet ve selamete ulaşmasına yarayan ilim ve hükümlerin çıkarılmasını savunmuş ve bunu tatbik etmeğe çalışmıştır. Kur'anın tefsirinde teferruata dalınmamasını, onun i'caz ve hidayet yönü üzerinde durulmasını istediği , haber-i ahadla amel edilmesinin doğru olmadığını söylediği halde, zaman zaman kendi koyduğu kaideleri aşma durumunda kalmıştır.
Netice olarak Abduh, tefsirde bazı yenilikler yapmış; fakat tenkide de uğramıştır. Bir dirayet müfessiri olarak ayetleri aklın ışığında tefsir etmesini biimiş, başta talebesi R.Rıda olmak üzere, M.Meraği gibi, kendisinden sonra gelen bazı müfessirler üzerinde derin tesirler bırakmıştır.[760]
İslamda tefsir hareket ve çalışmalarının doğup gelişmesinde ve muhtelif veçheler kazanmasında önde gelen faktörlerden birisi de şüphesiz, dini, siyasi ve kültürel tesir ve anlayışlarla ortaya çıkan fırkalardır. Bu fırkalara mensup müfessirlerin büyük çoğunluğu Kur'an-ı Kerimin bazı ayetlerini kendi görüşlerine göre te'vil ediyor, mezheplerini kuvvetlendirmek ve düşünüşlerini haklı göstermek için dirayet tefsiri kaidelerine de riayet etmeksizin onları Allah'ın muradına uygun olmayan bir şekilde izaha yelteniyorlardı. Neticede, bütün beşeriyeti, iki cihanda saadete ulaştırma gayesi güden Kur'an-ı Kerim'in gerçeklerini olduğu gibi aksettiremiyorlar-dı.Hz. Peygamber zamanında, görüş birliğinde olan ve bazen ihtilafa düştükleri hususlarda müşkileri hemen hallolunan müsiürnan, O'nun vefatından sonra, bir kısım fikir ve davranış ayrılıklarına düşmeğe başladılar. Kur'an ve sünetin verdiği fikir hürriyeti; tefekkür.emir ve tavsiyesi muvacehesinde çeşitli görüş ve düşünüşlere sahip olarak problemlerin hailine yönelmek, tabii bir şeydir. Ancak çeşitli din, kültür, felsefe ve hayat anlayışlarıyla temas eden saf müslümanlar arasında, değişik görüşlerin yayılması ve kışkırtıcı münafıkların ektikleri fitne tohumları ile bu ihtilaflar istismar edilerek şekil değiştirdi ve kanlı mücadelelere sebep oldu.
Gerçekte böyle hadiselerin ortaya çıkışı, müslüman alim ve amirlerine sürpriz değildi. Zira Hz. Peygamber istikbalde böyle hadiselerin olabileceğini, birtakım grupların teşekkül edeceğini haber vermişti. İşte uyanık ve ileriyi gören zatlar bunu biliyor ve bütün var güçleriyle birlik ve kuvveti korumaya çalışıyorlardı. Nitekim onların fevkalade gayretleri sayesindedir ki, ehl-i sünnet görüş ve düşünüşü, akl-ı selim anlayışı, bütün yıkıcı faaliyetlere rağmen, çağlar boyunca tesirini ve üstünlüğünü korumuştur.
İlk ihtilaf, Allah'ın insanla, insanın Allah ile o-lan ilgisinin sınırlarını tayin hususunda ortaya çıktı. Hakiki müslüman kime denir? İnsanın sorumluluk derecesi ve sınırı ne olmalıdır? Allah'ın ve kulun iradesi ne demektir? gibi bir takım sorular ortaya çıkmağa ve bunlara cevaplar aranmağa başlandı. Bu ve benzeri meselelerin ortaya çıkışında ve fırka-laşmada dış tesirlerin rolü olduğu gibi, Kur'an-ı Kerimdeki cebir[761], kader[762], teşbihe[763] temas eden ayetlerin yanlış yorumlanmasınında tesiri bulunmaktadır.
Biz burada fırkaların teşekkülünü,çeşitlerini; itikadı, idari ve siyasi görüşlerini uzun uzadıya bahsetmeyeceğiz. Ancak, tefsir yönünden mutlaka Çizerinde durulması gereken Mu'tezile, Şia ve Havaric'i kısaca gözden geçirecek.tartışmalı olan dirayet tefsiri hakkında özlü bir fikir vereceğiz.
İsiamda ortaya çıkan fırkaların görüşleri bir kaç gruba ayrılır. Bunlardan bir kısmı inançla ilgilidir; bundan kelam mezhepleri ortaya çıkar. Bir kısmı idare ve siyasetle ilgilidir. Bundan hilafet ve imamet meselelerinin münakaşası meydana gelir. Bazıları zühd, takva ve ahlaka ait olur; bundan da tasavvufi hai ortaya çıkar. Bunların tamamı Kur'ana dayanırlar; ayetlerden kendilerine lazım otan mana ve hükümleri çıkarırlar. Bununla beraber Kur'anda birbirine zıt şeylerin bulunması, kesinlikle soz konusu değildir. Ancak her fırka, Kur'an lafızlarını kendi mezheplerini kuvvetlendirmek için arzu ve meyilleri doğrultusunda te'vil eder[764]. Bu duruma göre, her grubun kendi görüşleri istikametinde bir tefsiri olması kaçınılmaz olmuştur.[765]
Mutezile denilince, aklı herşeyin üstünde tutan kişilerin meydana getirdiği fırka hatıra gelir. Onlar, cidal ve kelam yönünden insanların en ileri gidenleridir[766]. Lügat manası itibari ile ayrılanlar demek olan "Mutezile" adının ortaya çıksşı hususunda çeşitti görüşler vardır. Bu mezhebin mensupları "Fırak-ı dâlle"den ayrıldıklarından dolayı kendilerinin bu ismi aldıklarını söylemişlerdir. Başkaları ise, Basra'da Hasanü'l-Basri'nin ilim meclisinden anlaşmazlık çıkararak ayrıldıkları için onlara mu'teziie dendiğini ifade etmektedir[767].
Hicri birinci asırda önceleri münakaşası yapılagelen kelam meseleleri halledilemediği gibi, ihtilaf daha da derinleşti. Zira Irak, Sami ve İran medeniyetlerinin beşiği durumundaydı. Burada birçok fikir ve meselelerin tartışması yapılıyordu[768]. Cemel, Sıffin ve Hakem olayları sebebiyle büyüyen anlaşmazlık, bir de kader meselesinin ortaya çıkması ile poütik olmaktan da ileri bir safhaya vardı. Vâsıl b.Ata ve Amr b. Ubeyd ile itizal hareketi gittikçe güçlenmiş, Abbasiler devrinde resmi mezhep haline gelmiştir.
Kader konusunda, Cebriyenin aksi görünüşünü, Mutezile temsil eder. Onun için bu mezhebe "kaderiyye"de denilmiştir. Mutezile, aklı, nakilden daha ön plana alır İkisi taarruz edecek olursa, nâkli te'vil ederek akla uydururlar. Bu kanaatin sonucunda bu mezhepde geniş bir fikir hürriyeti olması gerekirken, bunun tam aksi gerçekleşmiştir. İktidar sahiplerinin iltifat ve yardımlarını sağlayan Mutezilılerin ilk işi, herkesi kendi görüşlerini kabule zorlama gayretlerine girişmek oldu[769].
Mutezililer, kendi aralarında görüş birliği sağlayamadıkları için, bu mezhep çeşitli kollara ayrılmıştır. Bu kollar; 1. Vasıliyye, 2. Huzeyiiyye, 3.Nazzamiyye, 4. Sümamiyye, 5. Cahızziyye, 6. Behşeviyye vb.[770]dir.
Bütün bu kollar şu beş prensip üzerinde birleşmektedirler: 1. Tevhid 2. Adalet, 3. Va'd, 4. İman ile inkar arasında üçüncü bir makamın mevcudiyeti, 5. Marufu emir ve münkeri nehy.
Mutezilenin Nazzamiyye kolu üzerinde örnek olarak biraz duralım: Bu mezhebin kurucusu İbrahim en-Nazzam (Ö.845)'dir. Çeşitli görüşleri yanında şu görüşünün yanlışlığı açıktır; Ona göre, Kur'anın mucize oluşu, dil ve ifadelerdeki mükemmelliği ve eşsiz güzelliğinden değildir. İnsanlar da onun benzerini söyleyebilirlerdi. Mazi ve istikbalden verdiği haberler münasebetiyle Kur'anın icazında bahsedilebilir. Müşriklerin onun benzerini meydana getirememelerinin sebebi, Allah'ın, onların akıllarını alması, dillerini tutmasıdır.
Bu görüş, ehi-i sünnet alimleri tarafından ilmi bir metodla tenkid edilmiş, müşriklerin bütün yardımcılarıyla birlikte var güçleriyle çalıştıkları halde Kur'anın benzerini meydana getiremedikleri ve kıyamete kadar da onun gibi bir eser ortaya koyamayacakları ispatlanmıştır.[771]
Mutezile müfessirleri, ayetleri akılla te'vit etme metodunu esas alarak muhkemlerden çok müteşabihler üzerinde durmuşlar, neticede de bir takım tefsirler meydana getirmişlerdir. Şimdi bu mezhebe bağlı müfessirler ve tefsirlerinden kısaca bahsedelim.[772]
Mutezilenin en meşhur tefsirleri, Ebu Bekr el-Esam (0.263/850), Ebu Ali e!-Cübbai (0.303/915). Ebu Müslim Muhammed ibn Bahr el-lsfahani (254-322/868-934), Abdü'l-Cebbar İbn Ahmed (Ö.415/1024), Ebü'l-Hasen Ali ibn İsa er-Rummani el-lhşidi (276-384/889-994) ve ez-Zemahşeri (467-538/1074-1143) gibi zevatın meydana getirdikleridir[773]
Bunlardan örnek olmak üzere, Abdu'l-Cebbar b. Ahmed ile ez-Zemahşeri'yi ve tefsirlerini ele alıp kısaca inceleyelim.
ba. Kadi Abdü'f-Cebbar b.ahmed b.el-Halil: Bu zatın künyesi, Ebu'l - Hasen el- Bağdadi'dir. (415/1024) Tarihinde vefat etmiştır.Kendisi, zamanının bilginlerinden üstün ve seçkin bir alimdi. Bir çok büyük eserler meydana getirdi.Mu'tezilenin riyaset ve liderliğine kadar yükseldi. Mu'tezile mezhebinde olanlar, onun görüşlerini alırlar ve eserlerine itimad ederlerdi. Kitapları arasında. "Tenzihu'l-Kur'an ani'l-Matain" adlı tefsiri en önemlisidir. Eser, bir takım meselelere göre yazılmış; her mesele soru ve cevap şekünde ele alınıp incelenmiştir.
Abdü'l-Cebbar'ın gayesi, Kur'anı tefsir etmekle birlikte, kendi görüşüne yarayacak malzemeyi toplayarak mezhebini kuvvetlendirmekti.Bu sebeple, onun bütün Kur'an'ı tefsir etmediği, sure ve ayetleri, kendi inancına ve mezhebine uydurmak için, gücü yettiği kadar te'vil ettği görülmektedir. Bu kitap, o-nun mezhep taassubuna rağmen, bir çok yararlı bilgiler ihtiva etmektedir.[774]
bb. Mahmud ez-Zemahşeri: Carullah Ebu'l-Kasım Mahmud b. Ömer, Harezm'e bağlı Zemahşer köyünde (468/1075) tarihinde doğmuş, (538/1143)'de de Cürcan'da vefat etmiştir[775]. Bu zat, edebiyat, tefsir hadis, lügat ve belagat ilimlerinde büyük bir başarı elde etmiş. Şöhreti bütün dünyaya yayılmıştır. Nitekim bu büyük alimin ilminden ve fikrinden kendisinden sonra gelen bilginler geniş çapta istifade etmişlerdir. Bir çok eserleri yanında, "el-Keşşaf an-Hakaiki't-Tenzil" adlı tefsiri çok kıymetlidir Zemahşeri bu tefsirinde ayetleri, çeşitli ilimlerden, bilhassa Arap dili ve e-debiyatından ve şiirden istifade ederek tefsir ve te'vil etmektedir. Bu tefsirde ehl-i sünnet görüşüne muhalif fikirler de vardır. Bununla beraber, dirayet tefsirleri içerisinde ilk defa tam ve mükemmel olarak yazılan mutezili bir tefsirdir[776]. Şimdi bu tefsirden kısa bir örnek görelim. Zemahşeri, ei-Bakara suresinin baştarafındaki, "müttekiier, gayba iman eden kimselerdir"[777] ayetinin tefsirinde şöyle demektedir: Sen bana sahih imanın ne olduğunu soracak olursan, ben sana şu şekilde cevap veririm: İman hakka inanmak, onu dil ile söylemek ve ibadet iie tasdik etmektir. Şayet bir kimse, inancını bozarak, şehadet getirir ve ibadet ederse o münafıktır; eğer şehadeti ihlal ederse kafirdir. Şayet ibadeti ihial ederse fasıktır[778].
Burada Zemahşeri, fasıkın derecesini, kafirle mü'min derecesi arasına koymaktadır Mutezile Allah hakkında yapılan tavsiflerin gerçek değil, itibari şeyler olduğunu ve Allah'ı sıfatlardan tenzih etmek gerektiğini savunurlar. Mesela; "O gün yüzler, Rabbına bakarlar"[779] ayetine karşı "hiç bir göz onu idrak edemez; fakat o, bütün gözleri ihata eder"[780] ayetini delil göstererek Allah'ın dünya ve ahirette görülemeyeceği fikrini savunmaktadırlar[781].
Netice olarak Zemahşeri'nin ve mutezili mü-fessirlerin kendilerine has bir takım fikirlerinin bulunmasına ve bunların ehl-i sünnet görüşüne aykırı olmasına rağmen, ilim yönünden büyük faydalar sağladığı bir gerçektir. Nitekim Keşşafdan bir çok İslam alimi geniş çapta faydalanmış ve iktibaslarda bulunmuşlardır. Ehl-i sünnet müfessirleri, itizaii fikirleri yeteri kadar tenkid etmişlerdir.[782]
Şia, ilk zamanlarda siyasi bir fırka olarak ortaya çıkmıştır. Bu fırkaya mensup olanların inancına göre, Hz. Alı (R),öbür halifelere nazaran, halifeliğe daha layıktı. Bu hak ona aitti. Bu kanaat, Selmanı Farisi (Ö.32/652),Ebu Zerrff- Gifari (Ö.32/652), el-Mikdad b. Esved (33/653)gibi sahabe arasında yaygındı.[783] Yahudiler ve İranlılar'ın gibi yabancılar Arap hakimiyetini öteden beri bertaraf etmeği çalışıyorlardı. Aslında Araplarla İranlıların rakabet ve mücadelesi, İslamdan önce de mevcuttu.İranlılar, Arapların idaresine girdiklerinde, boş durmadılar; onların idaresini yıkmak için çeşitli yollara başvurdular. İranlıların yaptıkları kötülüklerin başında Hz. Ömer'i şehit etmeleri gelir. Daha sona, Batıniler aracılığı ile, önde gelen zatları öldürme metoduyla bu yıkıcı faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Emevilerin ırkçı politikası ve Arap milliyetçiliğini esas alan yanlış idaresi, Mevali denilen büyük bir topluluğun, bu duruma karşı reaksiyon göstererek, Şia'ya geçmesini sebep o!du.[784]
Şia bir çok karışık gruplara ayrılmaktadır. Bu grupiar arasındaki ihtilafı iki ana esasta toplayabiliriz: Bunlardan birincisi, prensip ve talimîerdeki ihtilaftır. Onların bir kısmı, Şiiliğinde çok iieri gider; halifeye hürmeti takdis derecesine vardırır. Hz. Alî'ye muhalefet edenleri küfre nisbet eder. Bir kısmı da, Şiiliğinde mu'tedil olanlardır. Buniara göre, ona muhalefet edenler, hata etmişlerdir İkinci ihtilaf ise, Hz. Ali'nin oğul ve torunlarının halife tayini husu-sundadır. Hz. Hüseyin'in şehadetinden sonra halifelik, kardeşi İbn Hanefiyye diye tanınan Muharnmed b. Ali'nin hakkıdır.[785] Burada Şia hakkında tafsilata girişmeksizin, onun el-İmamiyye (el-İsna Aşeriyye ve'!-İsmaiiiyye)ve ez-Zeydiyye diye iki kısma ayrıldığını kaydetmekle yetiniyor ve bazı ricalinden kısaca bahsetmeyi uygun görüyoruz.[786]
1. Tefsiru el-Hasen el-Askeri (0.254/868),
2. Tefsiru Muhammed İbn Mesud el-Kufi (H.3.Asır),
3. Tefsiru Ali b.İbrahim el-Kummi (H.3.asır sonu ve 4.asır başı)
4. et-Tıbyan, Ebu Cafer et-Tusi (Ö.460/1067),
5. Mecme'u'i-Beyan, Ebu Ali el-Fadl b. El-Hasen et-Tabrasi (Ö.538/1148)
6. es-Safi Molla Muhsin el-Kaşi (Ö.1091/1680)
7. Beyanü's-Seade fi makamati'l-İbadeh: Sultan Muhammer b. Haydar e!-Horasani (H. 14.asır)
8. Alau'r~Rahman fi Tefsiri'l-Kur'an, Muhammed Çevad b Hasen en~Necefi (0.1352/1933)[787].
Şimdi bunlardan üçünü kısaca görelim.[788]
Muhammed b.el-Hasen b.Ali (385/995) tarihinde, Tuşta doğmuş, (460/1067) de de en-Nlecefü'l-Eşrefte vefat etmiştir. Et-Tusi müfessir ve fakih bir zat idi. Şia fakihlerinin büyükierindendi. Kendisi Bağdatta ikamet etmiş, Ehl-i Sünnet ile Şia arasında çıkan çatışmada kitapları yanmıştır. Tefsirinin adı, "Tefrisu't-Tıbyan"dır. Bu kitap, tefsirler içerisinde kıymetli bir eserdir. Mukaddimesinde tefsir usulü ile ilgili malumat vardır.
Müfessir, önce ayetin kıraat vecihlerine işaret eder, sonra lügatlarını ele alıp inceler, daha sonra da mana ve hükümlerini beyan eder[789]. Bu tefsir on cilttir; en-Necefu'l-Eşrefte 1956 tarihinde basılmıştır.[790]
Ebu Ali, el-Fadl b. Hasen b.Fadl et-Tabrasi Tabaristana mensup bir şii bilginidir, (538/1148) Tarihinde Senirvar'da vefat etmiş, naşı Meşhed'e nakledilip defnedilmiştir.
İmamiyyenin ileri gelenlerinden olan Tabrasi, kuvvetli bir müfessir ve araştırıcı, Arapçayı gereği gibi bilen değerli bir alimdir. Birçok eseri yanında, "Mecmeu'l-Beyan li Ulumi'l-Kur'arV'adlı tefsiri kıymetli bir kaynaktır[791]. Eser (1395/1975) tarihinde, 10 cilt olarak Tahran'da basılmıştır.[792]
Muhammed b. Şah Murîada b. Şah Mahmud (1091/1680) tarihinde vefat etmiştir.- Feyz diye de tanınmıştır.
Kendisi, imamiyye mensuplarının guiâtı (ileri gienleri) inden, müfessir, alim,' muhaddıs, fakih, mütekelîim, edib ve şair bir bilgindir. Tefsirinin adı; "es-Sâfi"dir. Eser orta hacimde bir kitap olup, iki büyük cilt halindedir. Bu tefsirde Şia'nın genel olarak fikirleri mevcut olduğu gibi, mutezilenin bazı görüşleri, bu arada, Allah'ı görmenin mümkün olamıyacağı görüşü de yer almaktadır[793]. Eser, (1375/1955) tarihinde Tahran'da basılmıştır
Ayrıca Horasani'nin Beyanu's-Seadesi ile, en-Necefi'nin Alua'r-Rahman'ı da diğer Şia tefsirleri gibi, umumiyetle imamlardan ve ehl-i beyt'ten menkul olan haberlerle doludur. Onlar da Mehdi i Muntazar, Kur'an'ın tahrifi, ayetlerin imamlar veya düşmanları hakkında nazil' oluşu, Âl-i beyt, İmamet, Ric'at, sahabeye karşı durum ve fıkhi görüşlerini ihtiva eden bölümler vardır ki, bunlar da müellifin temayülünü göstermesi bakımından mühimdir[794].
1. Zeyd b. Ali (Ö.121/738)nin "Tefzsiru Gah-bi'l-Kur'an-ı
2. Muhsin b. Muhammed (Ö.494/1100) in et-Tehzibi,
3. Atiyye b. Muhammed (Ö. 665/1266)in tefsiri,
4. Hasen b. Muhammed (Ö. 791/1389)in, "et-Teysir fi't-Tefsir"i.
5. Yusuf es-Sülai (Ö. 832/1428) nin, "es-Şemeratü'l-Yania"adlı tefsiri.
6. es-Şevkani (1250/1834) nin Fethu'l-Kadiri[795]dır.
Şimdi bunlardan iki müfessiri ve tefsirini kısaca göreiim[796]
Şemsüddin Yusuf b. Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b.Osman es-Sülai (el-Yemeni), (832/1428) tarihinde vefat etmiştir. Bu zat, Zeydi fakihlerinden kendi mezheb mensuplarının itimad ve takdirlerini kazanmış bir bilgindir. Bir çok eserleri yanında "es-Semeratü'l-Yanıa-ve'l-Ahkarnü'l-Vadihatü'l-Katia" adlı tefsiri, zeydilere göre, en büyük kaynaktır. Bu tefsir üç büyük cilttir. Yazma bir nüshası "Darü'l Kütübi'l-Mısıriyye"de bulunmaktadır. Yusuf es-Sülai tefsirde şöyle bir metod izler: Önce, mushaf tertibi üzere, ahkam ayetlerini zikreder. Sonra, şayet varsa nüzul sebebini söyler. Daha sonra,ayetlerin ihtiva ettiği bir takım semere ve neticelen kaydeder ki, bunlar şer'i hükümlerdir. Ahkamla ilgili ayetleri, işte bu metoda göre sonuna kadar tefsir edip gider. Kur'an ahkamında o, evvela selef ve halefin sözlerini serdeder. Bundan sonra da, Safi, Hanefi, Maliki,
Zahiriyye ve İmamiyye mezheblerine karşı görüşler ortaya kor ve kendi mezhebinin fikirlerini savunur[797].
Muhammedd b. Ali b.Muhammed b.Abdulah es-Şevkani, (1172/1758) tarilinde Sana'ya yakın Şevkan köyünde doğmuş, (1250/1830) yılında vefat etmiştir. Bu değerli zat başta babası olmak üzere, bir çok büyük alimden ders almış, genç yaşta hocalık yapmağa ve ders vermeğe başlamıştır. Şevkani, önceleri, zeydiyye mezhebinde idi. Bilahare,kendisini içtihada selahiyetli görmeğe başlamış, bütün mezheplere karşı çıkmış, muasırlar ile hayli münakaşalar yapmıştır. Hatta ehl-i beyt'e karşı çıktı diye şiddetli hücumlara da uğramıştır.
Bu büyük alim, tefsirin yalnız rivayet yoluyla tam yapılamıyacağını, ayetlerin dirayet yoluyla da tefsir edilmesi gerektiğini savunmuştur. Şevkani, ayetlerin manalarını önce akli yolla tefsir etmiş, daha sonra da konu hakkındaki rivayetleri serdetmiştir Kendisi, umumiyetle bazı zayıf rivayetlere işaret etmekte ise de, bazen de, zayıf ve mevzuları nakletmekte, onlar hakkında bir şey söylemeden geçmektedir. Tefsirinin adı "Fethu'l-Kadir el-Cami'u Beyne Fenneyi r-Rivayetî ve'd-Dirayeti min ilmi't-Tefsif'dir. Bu değerli e,ser (1349-1930) tarihinde Mısır'da beş cilt halinde tab olunmuştur[798].
Hülasa, Şevkani'nin "Fethul-Kadif adlı tefsiri hem rivayet ve hem de dirayet metodu ile telif edilmiş bir eser olduğundan dolayı kıymetli ve yararlı bir tefsirdir.[799]
Esas hedefi İslam'ı yıkmak olan Baîıniyye'nin zaman zaman ve yer yer çeşitli isimler ve kılıflar altında yıkıcı faaliyetler gösterdiği acı bir gerçektir. Bundan da, İslam alemi büyük zararlar görmektedir. Zamanımızda da Batıniyyenin bölücü ve yanıltıcı faaliyetleri eksik değildir. Bu kabil hareketler, muhtelif memleketlerde, çeşitli isimler almakla beraber, Batıniliğin yaptığı tahribatı yaptıkları için, onlarla aynı kategoride mütalaa edilmektedirler. Hindistan, Pakistan ve Güney Afrika'da önce Ağa Han, daha sonra Kerim Han Başkanlığındaki İsmaililer, Kürtler arasındaki Aleviler, İran'daki Babiler, Fiîistindeki Bahailer ve Hindistandaki Kadiyaniler, eski batiniyye fırkasının zamanımızdaki devamıdırlar Bütün bu fırkalara mensup kişiler, Kur'an'ın zahirini dikkate almadan sırf kendi mezheplerinin doğrultusunda, batini bir mana ile onu te'vil etmektedirler[800]. Bunlardan Ağa Han'ın riyasetindeki İsmaililerle Alevilerin tefsire ait belli bir eseri yoktur[801]. Şimdi Ahmedilik ile Babilik ve Banallikten biraz bahsedelim.[802]
Bu, Hindistan'da Kadyan şehrinde zuhur eden Mirza Gulam Ahmed (1835 veya 1839-1908) in adına izafeten Kadiyanilik adı verilen harekettir. Mirza Gulam Ahmed'in yazdığı ilk kitaplardan birisi "SiTTu'l-Hilafe" adını taşımaktadır[803]. Güçlü ve yaygın bir propaganda ile dünyanın pek çok yerinde sayılarını günden güne hızla çoğalmaktadılar. Guİam Ahmed'in 1896 tarihinde pek çok İslam alimine yazdığı mektuptan anlaşıldığına göre, kendisi, Mehdi ve Mesihliğini iddia etmiştir. Görüşüne göre, Allah Kur'an'da, bir "müceddid", "mehdi", "imam" göndereceğini ve kuiiarını bu yolla ıslah edeceğine işaret etmiştir Bu arada hıristiyanların mesih görüşü ile ilgili bir iddia da ortaya atmaktadır: Hz. İsa, hıristiyanların iddia ettikleri gibi Filistin'de çarmıha gerilerek öldürülmüş değildir.O zahiri o!an ölümünden sonra dirilmiş ve Hindistan'a göç etmiştir. Yerleştiği Keşmir'de dinini yaymağa gelmiş ve 120 yaşlarında ölmüştür.
Hem İsa'nın ve hem de Muhammed'in aynı zamanda Mehdide teşahhus ettiği kanaatındadırlar[804]. İşte bu iddialar, onların gayelerini ortaya koymaktadır.[805]
Şirazlı Mirza Ali Muhammed- tarafından uydurulan Babilik daha sonraları Bahailik adı altında devam etmiştir. Babiliğin menşei Mirza Ali Muhammed'in 1844 yılındaki hareketine dayanmaktadır. Hz. Muhammed'in soyundan geldiğini iddia eden Ail Muhammed, Allah'tan kendisine gelen vahiy ile "bab" olduğunun bildirildiğini ortaya attı.
"Bab" kelimesi, yakında gelecek olan "önemli" birisinin habercisi anlamına geliyordu.
"Büyük zuhur" denilen bu beklenenden önce gelen Ali Muhammedin sonraki durumunda yeni gelişmeler oldu. Mehdilik ve Peygamberlik iddiaları bunlardandır[806]. Bu iddialardan dolayı 1850 de idam edilmiştir.
Ondan sonra, bu hareketin başına Mirza Hüseyin Ali '(Ö /1892) (Bahaullah) geçmiş ve ikinci devir başlamıştır. Bahaullah'ın İran'dan sürgün e-dilmesi, İstanbul, Edirne, Selanik ve sonra Hayfa'ya gönderilip "göz altı" edilmesi ile hareket İran dışına da taşmış ve gelişmesini tamamlamıştır[807].
Bahauliah da kendisinin Peygamber olduğunu iddia etmiştir. Şeriatının İslam şeriatını neshettiğini söyler. Şeriatladrında namaz gece gündüz 9 rek'attır. Kadın ve erkek eşittir. Zina ve hırsızlık için mali cezalar verirlir. Bir kadından fazla kadın almayı haram kılmıştır[808]. Bu örneklerden de anlaşılmaktadır ki, Babilik ve Bahailik, prensiplerindeki ve id-dialanndaki benzerlikleri sebebiyle batiniliğin yeni bir görüntüsü şeklinde ortaya çıkışıdır. Onların, dini modernize etme ve yeniliklere uydurma perdesi altındaki bu gayretlerinin İslamı bozmak ve müslümanları parçalamaktan başka bir şeye yaramadığını her aklı selim sahibi kolayca anlayabilir.
Babiler ve Bahailer, kendi mezheplerini kuvvetlendirmek ve iddialarını ispat ederek düşüncelerini herkese kabul ettirmek için Kur'an1! istismar etmekte ve onu delil olarak kullanmaktadırlar. Örnekler:
Bunlar, ehl-i sünnet alim ve müfessirlerini yapmış oldukları tefsirleri hatalı ve gülünç bulmuşlardır. Şayet Kur'an ayetlerinin manalarından zahir anlaşılmış olsaydı, Arapçayı biten herkesin onu bilmesi, edebi ilimlerle meşgul olan her alimin ondan zevk alması gerekirdi diyorlar ve "onun te'vilini ancak Allah ve ilimde rüsüh sahibi olanlar bilir"[809] ayetini okuyarak "... Kur'an'ın hayret veren incelikleri tükenmez"[810] hadisini kastederek, bu söz nasıl tamam olur, diyorlar ve nassları keyfi bir şekilde te'vii ediyorlar[811]. Onların Kur'an'ı ayet ayet te'vii eden bir tefsin yoktur. İlk reislerinin el Bakara, Yusuf ve el-Keser surelerini tefsir ettiği söylenirse de, onların hiçbirisi elde edilememiştir. Ancak kendi eserlerinde ve yazılarında.bazı ayetlerin manaları tahrif edilmiş olarak görülmektedir. Mesela, Bab, Yusuf suresinin 4'cü ayetini, "Allah'ın burada Yusuf'u zikretmesinden maksat, Hüseyin ibn Ali'dir O, babasına, ben on bîr yıldız gördüm, güneş ve ayı hak üzerine ihata etmişler, Allah güneşle Fatımayı, ayla Muhammed'i kastetmiştir" şeklinde yaptıkları te'villeh, ne akıl ve ne de şeriat kabul eder. Bunlar, diğer ayetleri de aynı şekiide kendi istekleri doğrultusunda te'vii etmektedirler[812].
Bahaullah'ın Te'villeri:Bahaullah da, Kur'an-ı Kerim'deki "es-Sırat, ez-Zekat, es-Savm, el-Hacc, el-Kabe, el-Beledu'l-Haram, eş Şehru'l-Haram" gibi lafızların hakiki manalarını murad olunmadığını, bunlardan maksadın şii imamlar olduğunu iddia etmektedir. Bahailer öldükten sonra dirilmeyi, Cennet ve Cehennemi de inkar cihetine giderler. Onlar cennetin ruhani hayatla olduğunu, ruhani hayatın ölümüyle de cehennemin başladığını savunurlar. Bu şekildeki tevillere daha sonra gelen Abdülbaha ve ateşli dai Fadlullah el-İran'ın eserlerinde, eski batini imamlarının sözlerini andıran ve onlarla uygunluk gösteren ifadeler yer almaktadır[813].
Hariciler Hz. Ali'ye muhalefet ederek, ona karşı çıkış yapmış ve ondan ayrılmış kişilerin meydana getirdiği bir topluluktur. Hadise şöyle olmuştur:
Yezid b. Asım el-Muharibi, Sıffinde iki tarafın hakem konusunda anlaştıklarını görünce, atına atlamış, önce , kendisinin de aralarında bulunduğu Hz. Ali ordusuna saldırarak, bir kişiyi öldürmüş; sonra, Hz. Muaviye tarafından da bir kişi öldürülmüş; bundan sonra da, iki ordunun arasında durarak, kendisinin ne Hz. Ali ve ne de Hz. Muaviye taraflısı olduğunu, her ikisinin de hükmünden hariç olduğunu ilan etmiştir. Muharibi orada öldürülmekle beraber, bu olayda pek çok kişinin içine şüphe düşmüştü. İşte bunlar, daha sonra Harura'da toplanmışiardır[814].
Haricilere, el-Muhakkimetü'l-Ulâ, Harûriyye, Marika, Nasıbiyye ve Acaride[815] adları da verilmektedir.
Hariciler, hakem konusunda Hz. Ali'ye karşı çıkarak, "hüküm ancak Allah'ındır"[816] "Allah'ın indirdiği ile hüküm vermiyenler, kafirlerin ta kendileridir"[817] ayetlerine aykırı davrandığını sanmışlar ve tekfir etme hatasına düşmüşlerdir.
Hz. Ali ile Hariciler arasında geçen münakaşa ve mücadeleler ve bir de ibn Abbas'ın kendilerine şu, "içinizden adaletli iki kişi hükmeder"[818]; eğer şüpheye düşerseniz bir hakem erkeğin ailesinden ve bir hakem de kadının ailesinden kendilerine gönderin"[819] ayetleri ışığında, onların bu çarpık görüşlerini gidermeğe çalışması, onları büsbütün kızdırıp şaşkınlıklarına sebep oldu.
Şiilerin aşırıları (Gulat-ı Şia)'nın Hz. Ali'nin ö-lümsüziüğü gibi saçma ve kıyamet gününden önce tekrar dirileceği şeklinde olan yanlış ve batıl inançlarına karşılık, Haricilerin onu kafir saymağa ve öldürmeğe kalkmaları, bu mezhebin öbürüne karşı bir reaksiyon olarak kurulduğunu ortaya koymaktadır.
Haricilerin büyük çoğunluğu, bedevi Araplardan olması nedeniyle, onlar dini, ilmi ve sosyal hareketlerden habersiz, muhakemeden mahrum, basit düşünceli kimselerdi. Onlar, din anlayışında son derece dar görüşlü mutaassıp insanlardı. Fikir ayrılığına hiç tahammül göstermeyen, sabit fikirli kimselerdi. Herhangi bir münakaşa esnasında derhal zora başvururlar ve kılıçla karşı çıkarlardı. Kur'an'ı liderlerinin anladığı şekilde anlarlar, başka türlü düşünemezlerdi[820]. Bu sebeplerden dolayı İslam aleminde huzursuzluk kaynağı olmuşlardır. Bununla beraber Hariciliğe mensup bazı zatlar tarafından değerli eserler meydana getirilmiştir.[821]
Hariciler umumiyetle kendi görüşlerini aksettiren bir takım tefsirler yazmışlardır. Bu mezhebin kollarından İbadiyye mezhebindeki bilginlerin tefsirlerinin bazıları :
1. Tefsiru Abdirrahman b. Rüstem el-Fansi (H.3. asır ricali),
2. Tefsiru Hud b. Muhkemi'l-Huvari (H.3.asır)
3. Tefsiru Ebi Yakub, Yusuf b. İbrahim el-Vercülani (H.4, asır),
4. Yine son asır bilginlerinden olan Muhammed b. Yusuf Itfiyyiş'in, "Dai'l-amel li Yev-mi'l-Emel, Himyanü'z-Zad ila Dari'l-Mead ve Teysiru't-Tefsir"ini zikredebiliriz. Bunlardan Abdurrahman b. Rüstem'inki bugün mevcut değildir. Hud b. Muhkem'in tefsiri Mağrib'deki İbadiyye mezhebi arasında tedavüldedir. Eser dört cilttir. Ebu Yakub'unki mevcut değildir[822].
Şimdi bu müfessirler ve tefsirleri içerisinde Muhammed b. Yusuf ve tefsiri üzerinde kısaca duralım.[823]
Muhammed b. Yusuf b. İsa, el-Adevi'1-Cezairi Itfiyyiş (1236-1820) tarihinde Cezayir'de doğmuş, (1332/1914) de yine orada vefat etmiştir[824].
Bu zat, tefsir, fıkıh ve edebiyatta kudretli bir bilgindi. Memleketinin idari ve siyasi işlerinde büyük bir vatanseverlik göstermiştir. Üç yüzden fazla eseri olduğu söylenmektedir. Bunlardan şunları zikredebiliriz:
1. Da'i'l-Amel li Yevmi'l-Emel, yazar tarafından tamamlanmamış bir eserdir.
2. Teysiru't-Tefsir, yedi cilt olarak basıimış-tır.Bir nüshası, Daru'l-Kütübi'l-Mısriyye'de bulunmaktadır.
3. Himyânü'z-Zad ila Dari'l-Meâd: Bu tefsir 14 ciltlik matbu bir eserdir. Bir nüshası, Daru'l-Kütübi'l-Mısriyye'de bulunmaktadır.Eser (1314/1899) yılında Zencibar'da basılmıştır[825].
Himyanü'z-Zad, Hariciler için önemli bir kaynaktır. Yazarın eskilere ne kadar uyup uymadığını tayin etmek güçtür. Zira kendisi, ilk Haricilerin durumundan bahsetmemektedir. Bu eserde, iman meselesi, büyük günah işleyenlerin durumu, şefaat, Allah'ı görme meselesi, Şia, Hz. Ali ve Hz.Osman hakkındaki düşünceler ile umumiyetle Müslümanlara yaptığı hücumlara dair misalleri bulmak mümkündür.[826]
Netice olarak, Harici müfessirler,diğer fırka müfessirlerine göre daha az eser vermişlerdir. Zira bu fırkanın özelliği ilim ve fikre önem vermekten çok, sabit düşünceye ve büyüklere bağlı kalmaktır: Bununla beraber, Hariciler arasında Himyanü'z-Zad gibi dikkate değer tefsir yazanlar da vardır.[827]
Zamanımızda bazı müslüman araştırıcılar Kur'an ve İslam hakkında ileri sürdükleri görüşlerinden dolayı küfre nisbet edilmişlerdir. Bunlar,dirayet tefsiri şartlarına riayet etmeksizin, sırf kendi kanaat-iarı ile hareket ettiklerinden dolayı yaptıkları tefsirler makbul olmayan dirayet tefsiri içerisine girmektedir. Bunlar içinde iddialarından vazgeçip İslama dönenler de olmuştur. ez-Zehebi, fitneye sebep olmamak için bunların isimlerini vermemekte, ancak eserlerinden örnekler vererek onların tefsirlerini tanıtmaktadır. M. Seyyid Geylani ise, ilhadi tefsir yapanlar hakkında bilgi vermektedir Mesela Mansur Fehmi (1886/1959), "Islamiyetin Taklid ve Gelişme. Devrinde Kadının Durumu" adlı eserinde, Muhammed, şeriat! bütün insanlara tatbik etmeğe çalışır, fakat kendi nefsini bundan istisna eder, demiştir. Muhammed bir gün derin uykuya dalar, kalkıp namaz kılmağa yöneldiğinde abdestini yenilemez. Fakat diğer müslümanlar bunu yapsalar, abdestlerini yenilemeleri gerekir. Onun, "gözlerim uyursa da kalbim asla uyumaz" demesi yeterlidir, der[828].
Mansur Fehmi'nin daha sonraları Mısır'da yazdığı makaleleri ile eski yanlış görüşlerinden döndüğü ve İslama bağlandığına ait deliller çoktur[829].
Tana Hüseyin de, "Fi'ş-Şiri'l-Cahili" adlı eserinde, Hz. İbrahim ve Hz.İsmail'in varlığından şüphe edişi ve Kur'anda geçen kıssalarının üstûre ve bunların muhtelif siyasi ve dini maksatlara dayandığını ve saireyi söylemesi tenkid edilmiştir. Bununla beraber o, müslüman olarak bunlara inandığını, fakat edib olarak kabul etmediğini söyler. Onun "Miratü'l-îslam" gibi dini eserleri de vardır[830].
İsmail Mazhar adlı bir yazar, 1928 de Mısır da "Mecelletü'l-Usûr" adlı bir mecmua çıkarmıştır. Burada ilhad hareketleri açıkça savunulmuş; islamiyete ve Arap akliyatına çatılmış, İslam aleminin ve doğunun geri kalış sebepleri bunlara bağlanmak istenmiştir. Hüseyin Mahmud, Ömer İnayet ve Kamil Geylani gibi yazarlar, adı geçen mecmuada fikirlerini yaymışlardır. İ. Mazhar, insan ve cinlerin yaratılış gayesinin Allah'a kulluk etmek olduğunun sahih olmadığını savunur; Allah'ın onların ibadetine ihtiyacı yoktur, der Yine, "istifte" adlı yazılarında bazı ayetlerin, ilimle uyuşmadığını ve bir kıymet ifade etmediğini iddia eder. Şöyle ki: "Biz dünya semasını ışıklarla donattık"[831] ayeti hakkında, sahih olan ilim, semanın ışıklarla donatılmadığını söyler[832] der. İsmail Mazhar, olgunluk dönemine geldiği zaman, gençlik yıllarındaki fikirlerinden vazgeçmiş, 1961'de el-Ahbar gazetesinde yazdığı, "İslam ve içtimai Nizam Anlayışı" adlı makalesi ve İslamiyeti methedici sözleri île tekrar dine dönmüştür.
ez-Zehebi, bu yöne teveccüh eden birisinin de hadler ve ahkam bakımından İslam şeriatını darlıkla itham ettiğini söylemektedir. Şöyle ki: el-Maide suresinin 38-39. ayetlerindeki sirkat haddi olarak "el kesme" ile en-Nur suresinin 2. ayetindeki celde=sopa vurma emirlerinin vücub ifade etmediğini, ibaha ifade ettiğini söylediğini nakletmektedir. Halbuki, İslam alimleri o emirlerin vücub ifade ettiğinde müttefiktirler[833].
Diğer bir başkası, felsefi fikirlerin ve çeşitli telkinlerin tesiri altında kalarak bazı dini hakikatları inkar yoluna gitmiştir. Bazı ayetleri kendi re'yine göre te'vil eder ve şeytanın hakikatini inkar eder. Pek çok vesvese ve şüpheleri ihtiva eden "el-Hidaye ve'l-İrfan fi Tefsiri'l-Kur'an" adlı eser, büyük bir reaksiyona sebep olmuş, ilhad hareketlerini ihdas etmekle itham edilmiştir. Müellifi, eserin mukaddimesinde hiç bir delile dayanmaksızın, ayetleri sırf kendi re'yi ile tefsir etmek istediği anlaşılıyor; bu arada eski müfessirleri, rivayetleri naklettikleri için tenkid ediyor[834].
Bu zat, bütün peygamberlerin mucizelerini garip şekilde te'vil etmekte,onların akli olmayan şeyleri getirmeyeceklerini iddia etmektedir. Mesela, el-Araf suresinin 160. Ayeti (... Musa'nın kavmi, ondan su istedikleri zaman Musa'ya asanla taşa vur, diye vahyettik. Taştan on iki pınar fışkırıp aktı...)ndeki "el-hacer" kelimesinin ismi mekan olması sahih olur. "Asa iie taşa vurulmasının manasını oraya vurdu, oraya gitti, Allah su bulunan bir yerde onları suladı, demektir" diyerek te'vil etmektedir[835]. Hülasa, ilhadi tefsir hareketine mensub kişiler, ayetleri kendi re'yleri ile te'vil etmiş, tartışmalı dirayet tefsiri meydana getirmeye çalışmışlardır.[836]
Zamanımızda en fazla üzerinde durulan ve meşgul olunan tefsir çeşitlerinden biri de ilmi tefsirdir. Bu, Kur'anda geçen ıstılahları izah eden ve o-nun muhtevasından çeşitli ilmi ve felsefi hükümler ve fikirler çıkaran bir tefsir ekolüdür. Bu konuda te'lif edilen tefsirlerde, Kur'anın bütün ilimlere şami! olduğu savunulur. İlk devirlerden beri bu fikri savunan alimler daima mevcut olmuştur.
İlmi tefsir hareketinin ilk temsilcileri, el-Gazali, er-Razi, el-Mûrsi ve es-Suyûti gibi zatlardır. İlmi tefsiri makbul gören alimler olduğu gibi onu kabul etmeyenler de vardır. İlmi tefsire ilk itiraz eden eş-Şatibi (Ö.790/1388)'dir. el-Muvafakat'ında Allah'ın maksadını izah etmeğe'çalışır. "Biz sana herşeyi apaçık beyan eden Kitabı indirdik"[837]... Kitapta hiçbir şey ihmal etmedik...[838] ayetlerini ele alır ve bu ayetlerden maksadın teklif ve teabbüd olduğunu ileri sürer.[839]
Asrımızda Kur'anın ilmi tefsirini yapma teşebbüsünde bulunanlar, onun bütün ilimlerin kaynağı olduğunu savunmuşlar ve bu hususta çeşitli eserler te'lif etmişleridir. Geçen asırda ilmi tefsir sahasında vücuda getirilmiş en mühim eser, el-İskenderaniYıin Keşfu'l-Esrari'n-Numaniyyeti'l-Kur'aniyye"sidir E-ser 1297 senesinde Mısır'da üç çift halinde basılmıştır. Bunda, arz, insan, nebatat ve hayvanatın yaratılışından ve onların vasıflarından bahsedilmektedir.
el-Kevakibî'nin "Tabaiu'l-istibdad ve Masariul-İstibad" adlı eseri de imi tefsir konusunda önemlidir.
Mustafa Sadık er-Rafi'i de, "İcazü'l-Kur'an" adlı eserinde "el-Kur'an ve-l-Ulûm" başlığı altında ilmi tefsire yarayacak tarzda ifadeler kullanmıştır[840],.
Abdülaziz İsmail "el-İslam ve't-Tıbbu'l-Hadis" adlı eseri ilmi tefsir konusunda önemli birkitaptır. Yazar bu eserin mukaddimesinde Kur'anın bir tıb veya bir astronomi kitabı olmadığını, bu ilimlere işaret ettiğini söylüyor[841]. Yine bu zat, "el-Hayatü Tahte Dav'i'l-Kur'an" unvanı altındaki makalesinde et, balık've süt gibi gıdaların, bakla ve buğday gibi maddelerden daha faideli olduğunu ifade etmiş ve çeşitli gıda maddelerinin kalori değerleri üzerinde mukayeseli bir şekilde malumat vermiştir[842].es-Seyyid Ali Fikri, "el-Kur'an Yenbüu'l-Ulumu ve'l-İrfan"[843] adlı üç ciltlik bir eser yazmış bazı alimlerden bahsetmiş, bilhassa ayetler ile pekçok ilmin alaka ve münasebetlerini zikretmiştir.
Türklerden ilmi tefsir sahasında çalışmalar yapanlar olmuş, Gazi Ahmed Muhtar Paşa, astronomi ile ilgili 70 kadar ayeti toplamış ve onları zamanın yeni ilimleri ile tefsir etmiş ve kitabına "Serairu'l-Kur'an adını vermiştir[844].
İlmi tefsir sahasında en geniş malumatı ihtiva eden eser, Tantavi Cevheri (Ö.1940)'nin "el-Cevahir fi tefsiri'i-Kur'an" adlı 25 ciltlik muazzam tefsiridir. Onda, başka eserlerde bulunmayan bu konuya ait pek çok örnekler vardır.
Tantavi, tefsirdeki gayesini şu şekilde açıklamaktadır: Allah'ı kalplere aşılamak, insanları hidayete ulaştırmak için onlara kevni ilimleri ifham etmektir, der[845]. Yine aynı zatın "Cemalü'l-Alem, et-Tacü'l-Murassa, Nİzamü'l-Alem ve'l-Ümem, en-Nizam ve'l-İslam" adlı eserleri de vardır. Müfessir bu eserlerde Kur'an ayetleri ile kevni harikaları, tabiat kanunlarının münasebetlerini göstermeğe çalışıyor[846].
Örnek: "O, cinni de yalın bir ateşten yarattı"[847] ayetinin tefsirinde cin hakkında izahat verdikten sonra, "Mearic" kelimesinin ışıktaki yedi renge işaret ettiğini ifade etmektedir[848].
Daha önceki devirlerde olduğu gibi asrımızda da bazı alimler ilmi tefsire karşı çıkmışlar, bunu yapan müfessirleri tenkid etmişlerdir. R. Rıda, Kur'anın hidayet ve icaz kitabı olduğunu, bir kısım ilimlerin ondan istinbat için lafızlarının zorlanmaması, uydurma ve İsraili haberlerle esas gayesinden saptırılmaması lazım geldiğini müdafaa etmektedir[849]. el-Meraği de "el-İslam ve't Tıbbul-Hadis" adlı esere yadığı takrizde, ilmi tefsir metodu ile Kur'an'ın tefsir edilmesine rıza göstermemektedir[850]. Hülasa, ilmi tefsir tenkid edilmekle beraber a-şağıdaki esaslara uyulduğu takdirde, kesinlik kazanmış ilmi esaslarla Kur'an'ın bildirdiği hakikatlerin karşılaştırılmasında, hiçbir mahzur yoktur ve hatta imanın kuvvetlenmesi için gereklidir. Bunlar:
1. Ayetler tefsir edilirken, hamli imkansız manaları vererek ibareyi zorlamamak,
2. Kesinlik kazanmamış nazariyelere değil, yalnız kesinlik kazanmış olan ilmi esaslara istinad etmek[851].
İlmi tefsir yapacak müfessirin, dirayet tefsiri şartlarına uyması zaruridir. Zira, ilmi tefsirin makbul olabilmesi için müfessirin, dirayet tefsirinde kullanılann metodu tatbik etmesi; önce sahih rivayeti dikkate alması, ondan sonra da kelamın iktizasına göre akli yönden tefsire girişmesi lazımdır. Yoksa yaptığı tefsir, indi ve makbul olmayan bir tefsir olmuş olur.[852]
Allah kelamı Kur'an-ı Kerim, insanlığın maddi ve manevi bütün ihtiyaçlarına cevap verecek prensipler mecmuudur. Muhtevasını beşeriyetin anlaması, hükümlerini tatbik ederek saadet ve huzura kavuşması için gönderilmiş mukaddes Kitaptır. 0-nun her ayet ve kelimesinde pek çok ilim ve hikmetler meknuzdur. Fakat insan aklı onun hepsini anlamaktan acizdir. Çünkü o, bütünüyle mucizdir. Böyle olmasa idi, ilahi kelam ile insan sözü arasında hiçbir farkın bulunmaması icabederdi. "
Bununla beraber Kur'an anlaşılmaz bir kitap da değildir. O bütün insanlığa tebliğ olunmak ve anlatılmak için İndirilmiş bir kelamdır. Herkes ondan akli durumu ve kültür seviyesi nisbetinde faydalanabilir.
İnsanlığın her yönden yükselmesi ve kalkınması için gönderilen Kur'an-ı Kerim'in bütün kısımları aynı derecede vazıh değildir. Bu sebeple onun bazı kısımları diğer kısımlarını tefsir ve izah eder Zira bir yerde mücmel olarak zikredilen bir husus, başka bir yerde mufassal olarak geçmektedir.
Kur'an-ı Kerim'i insanlara ilk olarak tefsir eden zat Hz. Peygamberdir. O, Kur'an-ı ilahi vahyin ışığında tefsir etttiği gibi, kendi re'y ve içtihadı ile de izah etmiştir. Sahabe de Hz. Peygamberi örnek aia-rak, aradıklarını Kitap ve Sünnette bulamadıkları zaman, tdurum ve ihtiyaca göre re'y ve içtihatlarıyla Kur'andan İstinbat etmişlerdir. Tabiun ve onları takibeden nesillerin de aynı şekilde hareket etmiş olduklarını göremkteyiz.
İslamda ilimler tedvin edilmeğe başladıktan ve hatta başka milletlerden bir kısım ilimler müslümanlar arasına girdikten sonra tefsir ilmi de tedvin edildi. Asırlar ilerledikçe, tefsire ait eserlerin hacimleri genişledi; bu arada tefsire birçok yabancı ilim, fikir ve ideoloji de karıştı.
Hakikatte, Kur'an-ı Kerim bütün ilimlere şamil eşsiz birkitaptır. Fakat o, her fenne ait bilgileri, bütün teferruatıyla veren bir eser değil, birçok hakikatları remzen ihtiva eden,tefekkür yoluyla bunları anlamağa teşvik eden Allah kelamıdır. Onun için, bu Kitabın tefsir ve izahında, ondan ictihad yoluyla hükümler istinbatında mutlaka riayet edilmesi zaruri olan bazı usul ve şartları vardır. Bu usul ve şartlara riayet olunduğu takdirde, yapılan tefsir makbul bir dirayet tefsiri olabilir. Yoksa o tefsir, makbul olmayan birtefsirdir.
İslamın ilk devirlerinden beri yapılan tefsirler, makbul olan ve makbul olmayan diye iki kısımda mütalaa edilmektedir.
Tefsirde bulunması lazım olan şarttan haiz bir alimin Kur'anı dirayet yoluyla tefsir edeceği zaman şu hususları da göz önünde bulundurması lazımdır: Bunlar hülasa olarak, önce tefsir edilecek ayet veya ayetler hangi nevindendir, muhkem mi, yoksa müteşabih midir, müteşabih ise hangi kısmından-dır? Bunların manasını Allah, kendi zatına tahsis mi etmiştir? Hakikaten o ayetler üzerinde alimler söz söylemeğe mezun mudurlar? İşte evvela bunlar tesbit edilmelidir. Saniyen tefsirine girişilen kısımların Kur'an-! Kerimin diğer ayet ve süreleriyle münasebetleri, onların birbirlerini izah edereceleri tayin; daha sonra, Hz. Peygamber, sahabe ve tabiun devirlerinden nakledilen bilgiler tetkik edilmelidir.
Dirayet tefsirine teşebbüs edecek bir zatın lafızlar arasındaki tercih kaidelerini, me'sur tefsir ile dirayet tefsirinin tearuzunda tercih kanunlarını bilmesi gerektiği gibi, Allah'ın lutfu olan vehbi ilme de nailiyeti şart koşulmaktadır. Aynı zamanda Kitab ve sünnetin ruhuna uygun olmayan fikir ve ideolojilerin tesirinde kalmamak da icabetmektedir.
İsiamtn verdiği fikir hürriyeti çerçevesinde, Hz. Peygamberin yolunda hür ve serbest olarak hüküm verebilecek bir seviyede bulunmak zarureti de vardır. Yoksa yapılan tefsir, tefsir olmaktan uzak, kendi mezhep ve görüşünü teyidetmek gayesiyle AllahKelamının manasını tahriftir.
İlk asırlardan beri ehl-i sünnet alimleri ile ehl-i sünnetin dışında kalan kimselerin mücadeleleri sürüp gelmektedir.Ehl-i sünnet alimleri tefsir şartlarına riayet e.tmeğe çalışmışlar, bunlardan bazıları da İslama yapılan hücumları bertaraf etmek gayesiyle tefsirlerini haddinden fazla genişletmişlerdir
Bazı fırka müfessirleri de kendi mezheplerinin görüşlerini kuvvetlendirmek maksadıyla Kur'anı, dirayet tefsiri metodu kurallarına riayet etmeksizin arzularına göre te'vil etmişler, makbul olmayan tefsirler meydana getirmişlerdir
Son zamanlarda bir kısım İslam alimleri de Kur'anın bütün beşeriyetin ihtiyaçlarına cevap vereceğini düşünerek, tefsirlerinde ilmi ve içtimai hususlara geniş yer verip, ayetleri duruma göre izah etmektedirler. Bazıları da ilhadı tefsir teşebbüsünde bulunmuşlar, bunlardan pekçoğu, sonradan bu yanlış yoldan dönmüşlerdir. Bir kısım alimler de ilmi tefsire ağırlık vermektedirler. Bu ancak, tefsiri esaslarına uyuiduğu takdirde makbuldür. Netice olarak, diyebiliriz ki, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da insanlığın ihtiyaçları zaman ve muhite göre değişecek, Kur'an-ı Kerimin manaları da sahih bir şekilde tefsir edilip açıklanacaktır.[853]
Abduh, Muhammed, Tefsiru'i-Kur'ani'l-Hakim (Tefsiru'l-Menar), Mısır 1947
Tefsiru Cüz'i Amme, Mısır 1329/1911
Abdülcebbar İbn Ahmed, Şerhu'l-Usûli'l-Hamse, Kahire 1965
Tenzihu'l-Kur'an ani'l-Metain, Mısır 1329/1911 Abdülcelil İsa, İctihadü'r-Rasül, Kuveyt! 967
Abdülhamid, Muhsin, el-Alusi Müfessiran, Bağdad 1969
İslama Yönelen Yıkıcı Hareketler, tere. Saim Yeprem-Hasan Güleç, İstanbul tarihsiz.
er-Razi Müfessiran, Bağdad 1974 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Mısır 1313 Ahmed Emin, Fecru'l-İslam, Kahire 1935 Akseki, Ahmed Hamdı, İslam, İstanbul 1966
ei-Alusi, Ruhu'l-Meani, Beyrut tarihsiz
el-Ayni, Bedruddin Ebi Muhammed Mahmud İbn Ahmed, Umdetü'l-Kari Şerhu Sahihi'l-Buhari, istanbul 1308
el-Bağdadi, Abdû'i-Kahir, el-Fark Beyne'l-Fırak, Mısır tarihsiz. Baron, Carrade Vaux, Tefsir, eneyelopedie de l'İslam, Tefsir Mad. Paris 1934
Barthold, VVilhetm-Köprülü, M. Fuad, İslam Medeniyetyarihi, Ankara 1963
Belgesay, Mustafa Reşid, Kur'an Hükümleri ve Modern Hukuk, İstanbul 1963
el-Beyadi, Ahmed b. Hasen, İşaratü'l-Meram, Mısır 1949
el-Beydavi, Nasruddin Abdullah İbn Ömer, Envaru't-Tenzil ve Esraru't-Te'vil,İstanbul 1329. Keza (DaruVTıbaati'l-Amire tab'ı)
Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük Tefsir Tarihi, Ankara 1960
Brockellman, Cari, Geschichte der Arabischen Littaratur (GAL) 1938; Supplement band, Leiden 1937-1942
el-Buhari, Muhammed İbn İsmail, el-Camiu's-Sahih, İstanbul 1315
Cerrahoğlu. İsmail. Fahruddin er-Razi ve Tefsiri, Erzurum Atatürk Üniversitesi, İslami İlimler Fak. Derg., Ayrı basım. Ankara 1977.
Tefsir Usulü, Ankara 1971
Kur'an Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Amiller. Ankara 1968
ez-Zemahşeri ve Tefsiri, A.Ü.İlahiyat Fak. Derg., Ankara 1983, XXVI, ayrıbasım.
Yahya İbn Sellâm ve Tefsirdeki Metodu (Doçentlik Tezi). Ankara 1970
Tefsir Tarihi, Ankara 1988 (Ek)
el-Cezeri. Muhammed b. Muhammed, Gayetü'n-Nihaye fi Tabakati'l-Kurra. Mısır 1932
el-Crücani, es-Seyyid eş-Şerif, Kitabü't-Tarifat, İst. 1283
el-Cüveyni, Mustafa Zemahşeri, Kahire 1959
es-Şavi, Menhecü'z-
Draz, Abdullah, Kur'an'ın Anlaşılmasına Doğru, Tere. Salih Akdemir, Ank. 1983
Ebu'l-Baka, el Huseyn el-Kefev, Kitabu'l-Kulüyat, Bulak 1281
Ebu Davud, es-Sicistani, Sünen, Mısır 1952
Ebu Felah, Abdü'l-Hayy ibnü'l-lmad el- Hanbeli, Şezeratü'z-Zeheb, Beyrut, Tarihsiz.
Ebu Nuyam Abdillah el-İsbahani, Hilyetü'l-Evlİya ve Tabakatü'l-Asfiya, Beyrut 1967
Ebussuud, el-lmadi, İrşadü'l-Ali's-Selim ila Mezaya'l-Kur'an'il-Kerim, İst. 1257 (Mefatihu'l-Gayb Kenarında)
Ebu Zehre, Muhammed, Tarihu'l-Mezahibi'l-İslagıiyye, Kahire Tarihsiz.
Ebu Zehre, Muhammed Tere. Abdülkadir' Şener İslamda Fıkıh Mezhepleri Tarihi, Ankara 1968.
Endelüsi, Ebu Hayyan, el-Bahru'l-Muhit, er-Riyad, 1329
Eroğlu, Muhammed, Ebu Mansur el-Matüridi ve Te'vilatü'l-Kur'an, İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü,Tefsir Öğretim Üyeliği Tezi, 1971
Fığlalı, E. Ruhi, Ahmeddiye Mezhebi (Kadiyanilik), Doçentlik Tezi, Ankara 1976
251
el-Firuzabadi, Mecdüddin, el-Kamusu'l-Muhit, Beyrut Tarihsiz, — Tere. Âsim Ef. el-
Matbaatü'l-Bahriyye, İstanbul 1304-1305
Gardet, L., Encyclopedie de l'İslam, Nouvelle Edition, Paris 1971
el-Gazzali, Ebu Hamid Muhammed, İhyau Ulumiddin, Mısır 1967
Cevahiru'l-Kur'an, Mısır 1384/1964
Geylani,Muhammed, Zeylü'l-Mile! ve'n-Nihal, Mısır 1381/1961
Goldziher, Ignaz, Mezahibu't-Tefsiri'l-İslami, Arapça tere. Abdü'l-Halim en-Neccar, Mısır 1955
Hakimü't-Tirmizi, Ebu Abdillah Muhammed, Nevadiru'l-Usul, İstanbul 1293/1876
Hasan, İbrahim Hasan, Tarihu'l-İslam, Mısır 1961 .
Houtsama, M.T., İslam Ansiklopedisi, Ahmediye md.
Houart, Cl, İslam Ansiklopedisi, Bahaullah md.
Hudari, Muhammed, Usulül-fıkh, Mısır 1962
el-lrakı'1-Hanefi, el-Fîraku'l-Müfterika, Ankara 1961
Işık, Kemal, Matüridi'nin Kelam Sisteminde İman, Allah ve Peygamberlik Anlayışı, Ankara 1980
İbn Abdi'l-Berr, el-İstiâb, Mısır tarihsiz
İbn el-Cevzi Sıfatü's-Safve, Haleb 1969
İbn Ebi Hatim, Kitabu'l-Cerh ve't-Tadil, Haydarabad 1952
İbn Esir, el-Kamil fi't-Tarih, Beyrut 1965
İbn Esir, Üsdü'l-Gabe fi Marifeti's-Sahabe, el-Mektebetü'l-İslamîyye trz.
ibn Hacer el-Askalani, Lisanü'l-Mizan, Beyrut 1390/1971 1908
el-İsabe fi Temyizi's-Sahabe, Mısır
İbn Hallikan, Vefetatü'l-Ayan, Mısır 1948 (Keza Beyrut 1977 tab'ı)
İbn Hazm, el-İhkam, Kahire {Ahmed Şakir tab'ı)
İbn Kayyim el-Cevziyye, Şemsüddin Ebu Abdillah Muhammed ibn Ebi Bekr, İlamu'i-Muvakkıin, Dihli 1313-1314
İbn Kesir, Ebu'l-Fida İmadüddin İsmail, el-Bidaye ve'n-Nihaye fi't-Tarih, Mısır 1358
Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, Kahire 1953 İbn Mace, Sünen, Mısır 1953
İbn Manzur, Ebu'l-Fadl Cemalüddin Muhammed, Lisanü'l-Arab, Bulak 1308 (ofset)
İbn Nedim, el-Fihrist, Beyrut trz. (Güstav Flügel tab'ından ofset)
İbn Sad, Muhammed, Kitabu Tabakati'l-Kebir, Leiden 1918
İbn Teymiyye, Takıyyüddin Ahmed, Mukaddime fi Usuli't-Tefsir, Dimaşk 1355/1936 (Keza Beyrut 1972 tab'ı)
İhsan İlahi Zahir, el-Kadıyaniyye, Pakistan 1975
İmamoğtu, M. Ragıb, İmam Ebu Mansur el-Matüridi ve Te'vılatü'l-Kur'an'daki Tefsir Metodu, A.Ü.İ.Fak.ktp. (Doktora tezi).
el-İsferayini, Ebu'l-Muzaffer, et-Tabsir fi'd-Din, Kahire 1359
el-İskenderi Ahmed ve Mustafa İnani, el-Vasit fi Edebi'l-Arabi ve Tarıhih, Mısır 1916
İsmai! Paşa, el-Bağdadi, Hediyyetü'l-Arifin, İstanbul 1951
J.Jomier, Le Commentaire Coranique du Menar, Paris 1954
Jeffery, arthur, tarafından neşredilen Mukaddemetan fi Ulumi'l-Kur'an ve hüma Mu.kaddemetü Kitabi'l Mebani ve Mukaddemetü İbn Atiyye, Mısır 1954
el-Kastallam, Şihabüddin Ebu'l-Abbas Ahmed ibn Muhammed, İrşadü's-Sârî li Şerhi Sahihi'l-Buhari,
Mısır 1307 '
Katib Çelebi, Keşfü'z-Zünün, İstanbul 941
Kehhaie, Ö.R., Mucemü'l-Müellifin, Dimaşk 1960
Kılıçer, Esat, İslam Fıkhında Re'y Taraftarları, . Ankara 1961
el-Kırmani, Muhammed b. Yusuf, el-Kevakibü'd Derari fi Şerhi Sahihi'l-Buhari, Beyrut 1981
el-Kuraşi, el-Cevahiru'l-Mudi'e fi Tabakati'l-Hanefiyye, Haydarabad 1332
el-Kurtubi, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensari, el-Camiu li Ahkami'l-Kur'an, Mısır 1967
Kutluay, Yaşar, Tarihte ve Günümüzde İslam Mezhepleri, Konya 1968
Kutluboğa, Zeynuddin Kasım, Tacü't-Teracim, Bağdad 1962.
el-Leknevi, el-Fevaidü'l-Behiyye, Beyrut Trz.
Macdonald, D.B., İslam Ansiklopedisi, Kelam md, İstanbul 1957.
Malik İbn Enes el-Esbahi, el-Muvatta, Mısır 1951.
el-Matüridi, Ebu Mansur, Te'vilatü'l-Kur'an, İstanbul Ragıp Paşa ktp. no: 35 (yazma).
....., Te'vilatü Ehlİ's-Sünne, Tahk; İbrahim
Avadayn ve Seyyid Avadayn, Kahire 1971.
el-Meraği, Mustafa, Tefsiru'l-Meraği, Mısır 1373/1953.
Mercai, Haşiye Ale'l-Celal, İstanbul 1327
Muhammed Accac el-Hatib, es-Sünnetü Kable't-Tedvin, Kahire 1963
Muhammed Reşid Rıda, Tefsiru'f-Fatiha ve Sittü Süver min Havatimi'l-Kur!an, Mısır 1367.
Nasıf, Mansur Ali, et-Tacü'l-Camiu li'i-Usul fi Ehadisi'r-Rasul, Mısır 1351.
en-Nesai, Ebu Abdirrahman Ahmed, Sünenü'n-Nesai, Beyrut Trz.
en-Nevevi, Muhyiddin Ebu Zekeriyya Yahya İbn Şeref, Şerhu Müslim, Mısır 1307 (Kastallani Kenarında).
en-Neysaburi, Garaibu'l-Kur'an, Delhi 1280.
Pezdevi, Ali b. Muhammed, Keşfü'l-Esrar, İstanbul 1307.
er-Rafiî, Mustafa Sadık, İcazü'l-Kur'an, Mısır 1965.
er-Ragıbü'1-lsfahani, Ebu'l-Kasım, Mukaddimetü't-Tefsir.Mısır 1329.
Kitabu Müfredati'l-Kur'an, İstanbul (Süleymaniye) Lala İsmail ktp. No: 21 (yazma); Keza, Nedim Maraşlı tahkiki: et-Tekaddümü'l-Arabi, 1972.
er-Razi, Fahruddin, Mefatihu'l-Gayb, İstanbul 1257/1842, keza et-Tefsiru'l-Kebir, Mısır 1937.
es-Sabuni, el-Bidaye (Matüridiyye Akaidi tere. Bekir Topalağlu) Ankara trz.
es-Salih, Subhi, Mebahis fi'Ulumi'l-Kur'an, Beyrut 1968.
es-Semerkandi, Ebu'l-Leys Ahmed b. Muhammed, Tefsiru Ebi'l-Leys, Manisa Kitap Saray ktp. no: 6007 (yazma).
Serkis, Yusuf Elyan, Mucemü'l-Matbuat, Mısır 1347/1928
es-Sevri, Süfyan b. Said İbn Mesruk, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Kerim, Rampur 1965
Sezgin, Fuad, Geschichte Des Arabischen Schifttums (GAS) S. BAND Leind 1967.
Buhari'nin Kaynaklan, İstanbul 1956.
es-Suyuti, Celalüddin, el-İtkan fî'LHumi'l-Kur'an, Mısır 1279.
ed-Dürrü'l-Mensûr, Kitap Saray Manisa, no: 136, (yazma) vr.50 a.
Lübabü'n-Nükul fi Esbabi'n-NUzul, Mısır, el-Matbaatü'l-İstikame (Celaleyn Tesiri kenarında).
es-Sübki, Tacüddin, Tabakatü'ş-Şafiîyyeti'İ-Kübra, Mısır 1964.
eş-Yatıbi, Ebu İshak İbrahim İbn Musa, el-Muvafakaî fi Usuli'ş-Şeria, Mısır (Keza, Mısır el-Matbaatü'r-Rahmaniyye Tab'ı)
Şemsüddin Sami, Kamsu'l-Alam, İstanbul 1896
eş-Şevkani, Muhammed İbn Ali İbn Muhammed, Fethu'l-Kadirel-Camiu Beyne Fenneyi'r-Rivayeti ve'd -Dirayeti, min Hmi't-Tefsir, Mısır 1349
Neylü'l-EvtarŞerhu Muntaka'l-Ahbar min Ehadisi Seyyidi'l-Ahyar, Mısır 1952.
et-Taberi, Ebu Cafer Muhammed İbn Cerir, Camîu'l-Beyan an Te'vili Ayi'l-Kur'an, Mısır 1374.
et-Tanci, Muhammed b. Tavit, Ebu Mansur el-Matüridi, A.Ü.İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1955
Taşköprüzade, Ebu'l-Hayr Ahmed Efendi, Miftahu's-Saade, Haydarabad 1329
et-Teftazani, Sadüddin, Mes'üd İbn Ömer, Haşiyetül-Kesteli, İstanbul 1328/1913
Şerhu'l-Makasıd, İstanbul 1277.
et-Tirmizi, Ebu İsa, Sünenü't-Tirmizi, Kahire 1875 (Keza, Mısır 1965 tab'ı)
L. Veccia Vaglieri, Encyclopedie de l'lslam, İbn Abbas , Nouvelle edition, Paris 1960.
Watt, Montgomery, tere. E. Ruhi Fığlalı, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, Ankara 1981
Yakut et-Hamevi, Mucemü'l-Buldan, Tahran 1963.
Yakut er-Rumi, Kitabu İrşadi'l-Erib ila Marifeti'l-Erib. Mısır 1928 (Keza Tahran 1965 tab'ı).
Yazır, M. Hamdi, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1935.
Yeprem. M. Saim, İrade Hürriyeti ve İmam Matüridi, İstanbul 1980.
trz.
1306
ez-Zebidi, İthafu's-Sadeti'l-Müttekin, Kahire,
Tacü'l-Arus min Cevahiri'l-Kamus, Mısır
ez-Zehebi, Muhammed Hüseyin, et-Tefsir ve'l-Müfessirun, Mısır 1961, Keza, 1976
ez-Zehebi, Şemsüddin, Mizanü'l-İtidal, Mısır 1963.
Kitabü'I-lber fi Tarihi men Gaber, Kuveyt 1960,
Tezkiratü'l-Huffaz, Haydarabad 1375.
ez-Zemahşeri, Mahmud fbn Ömer, el-Keşşaf an Hakaiki Gavamidi't-Tenzil,Mısır 1966.
ez-Zerkani, Muhammed Abdülazim, Menahilü'l-İrfan fi Ulumi'l-Kur'an, Mısır 1372.
ez-Zerkeşi, Ebu Abdillah Bedruddin Muhammed İbn Abdillah, el-Burhan fi'Ulumi'l-Kur'an Mısır 1957.
ez-Ziriklî, el-Alâm, (II. tab) trz.[854]
[1] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 0.
[2] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 1-2.
[3] Muhammed Abdü'l-Azim ez-Zerkani, Menahilü'l-İrfan fi Ulumi'l-Kur'an, Mısır 1372.1,12.
[4] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 2.
[5] İsmail Cerrahoğlu, Tefsirin Doğuşu < e Buna Hız Veren Amilter, Ankara 1968,s.16
[6] el-Bakara,2
[7] el-isra,9
[8] Sad.29
[9] en-Nahl 44
[10] Ebu İsa et-Tİrmizi, Sunenü't-Tirmİzi. Mısır 1965, 5,172
[11] M.Hamdi Yazir{Elmalılı), Hak Dini Kur'an Dili, istanbul 1935, Mukaddime, s. 16
[12] Fahruddin er-Razi, et-Tefsiru'i-Kebir, Mısır 1937,Vİl,167vd.; Fahru'l-İslam Ali b. Muhammed el-Pezdevi, Keşfu'l-Esrar, İstanbul 1307, 3,825; Muhammed Hudari, Usulü'l-Fıkıh, Mısır 1962, s.141-142; Hak Dini, I, 29-30.
[13] Ahmed Emin, Fecru'l-İslam, Mısır 1965, s.196.
[14] Mustafa Reşid Belgesay, Kuf'an Hükümleri ve Modern Hukuk, İstanbul 1963, s.113
[15] ez-Zerkeşi, el-Burhan fi'Ulumİ'l-Kur'an, Mısır 1957,1,14-15; es-Suyuti, el-İtkan Fi Ulumil-Kur'an, Mısır 1279,2.174; Menahil. I.474-475.
[16] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 2-7.
[17] Cemalu'd-Din Mtıhammed b. Mukerrem el-Ensari. ibn Manzur, Lisanu'l-Arab, Bulak 1308, (ofset), VI, 361; Mecdü'd-Din el-Firuzabadi. ef-Kamusu'l-Muhit, Beyrut trz., 2,114; (Asım Efendi Terc.lel Matbaatü'l-Bahriyye. 2.606.
[18] Age 2.606.
[19] el-Kamusu'l-Mubtt, 11,50; ez-Zebidi, Tacü'l Arus, Mısır 1306, »1,270;
[20] er-Ragıbü'l-İsfani. Kitabu Müfredatî'I-Kur'an, İstanbul, Lala İsmail Paşa Ktp.No:21 (yazma), vr.206a;keza, Nedim Maraşlı tahkiki, et-Tekaddümü'l-Arabi 1972 tab'ı.s.394.
[21] el-Burhan, Iİ, 147
[22] Ebu'l-Baka, Kitabü'l Külliyat, Bulak 1281, Daru't-Tıbaati'l Amire, s.105.
[23] Lüsanü'l-Arap, IV.361
[24] Aynı eser, XIII,34; el-Kamusu'l-Muhit, III, 341; Tacü'İ-Arus, VIİ.215
[25] el-Müfredat, 14 b.
[26] Lisanu'l-Arab. XHl,34; eİ-Müfredat, vr.14 b.;el-8urhan, 11,149
[27] el-Kamusu'l-Muhit (Asım Ef.terc.)IM160.
[28] el-Burhan, 11,148
[29] el-Furkan 33
[30] el-Furkan 32
[31] et-Taberi, Camiu'i-Beyan an Te'vili Ayil-Kur'an, Mısır 1374, XIX, 8; ez-Zemahşeri, el-Keşşaf an Hakaiki't-Tenzil, Mısır 1966,11,96; Ebu'l-Leys es-Semerkandi, Tefsiru Ebİ'l-Leys, Manisa Kitap Saray, Ktp. No: 607(yazma), ll,vr.55 b.; el-Beydavi, Envaru't-Tenzil ve Esraru't-Te'vil, İstanbul 1329, II, 480; Ebussuud, İrşadü'l-Akll's-Selim ila Mezaya'l-Kur'anİ'l-Kerim, İstanbul 1257, (Mefatihü'l-gayb kenarında) VI, 478.
[32] Aliİmran, 7, 6,21.10
[33] Rüya ve ahlam her ikisi de aynı manada kullanmıyorlarsa da, çoğunlukla rüya iyi olanlar, ahlam da kötü olan rüyalar için kulanılmaktadır (Lisanü'l-Arab XV, 35)
[34] Yusuf, 36,37,44,45,100.
[35] el-Kehf, 79,83; en_Nisa. 58:eUsra. 35; el Araf. 52. Yunus, 39.
[36] Lisanü'l-Arab, XI, 33-34; el-Burhan, II, 148.
[37] Ebu Mansur el-Maturidi, Te'vilatü't-Kur'an, İstanbul Ragıb Paşa Ktp. No: 35(Yazma)vr.1b.
[38] el-Burhan, 11,149
[39] er Ragtbü'l-lsfahani, Mukaddimetü't-Tefsir, Mısır 1329,5.402.
[40] B.Carra de Vaux, İslam Ansiklopedisi, Tefsir Mad.,İstanbul 1974, 12/1, 117
[41] Menahtlü'Mrfan, 1,471
[42] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 7-12.
[43] Muhammed Abduh, Tefsiru'l-Kurani'l-Hakim (Tefsiru'l Menar), Mısrr 1947,1,24-25; Menahilü'l-İrfan, I, 474.
[44] Tefsiru't-Taberi, 1,34; el-Burhan, II, 164.
[45] el-Burhan.il, 164
[46] Subhi's-Salih, Mebahisü fi'Ulumi'l-Kur'an, Beyrut 1S68, (5.tab.),s.291.
[47] Menahit, 1,479
[48] Menahil. I. 480
[49] Muhammecl Hüseyin ez-Zehebi. et-Tefsir ve'1-Mulessirun, Mısır 1961, 1,225
[50] Menahil. I, 546; et-Tefsir, III, 18
[51] ib el-Burhan, II, 170; el-İtkan, 11.148
[52] Menabii. 1.549: ei-Tefsir, III.43.
[53] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 12-14.
[54] Tezimizde, dirayet, akıl ve re'y kelimeleri, yerine göre müteradif olarak kullanılacaktır.
[55] LisaniTI-Arab. XIIX, 278; el-Kamusu'1-Muhit, IV,329
[56] Usanü't-Arab, XV, 311; el-Kamusu'I-Müh it, IV,155
[57] es-Seyyidü's-Şerif ef-Cürcani, Kitabu't-Tarifat, İstanbul 1283,s.1O3
[58] Aynı eser, aynı yer.
[59] Lisanü'I-Arab. XIII. 485-186; el-Kamusu'l-Muhit, (V, 18-19.
[60] el-Gazzali. ihyau Ulumİ'd-Din, Mısır 1967, l,84.
[61] Kitabu'l-Külliyal. s.343
[62] Sa'dü'd-Din Mes'ud b.Ömer et-Teftazani, Haşiyetü'l-Kesteti ala Şerhİ'l-Akaid, İstanbul 1328/1913,5.41
[63] üsanü'l-Arab, 19,13; el-Karmısu'l-Muhit, 4,333; Asım ef. Tere, IV 970
[64] Kitabu'l-Küüiyat, s. 197
[65] Lisanü'l Arab, IV, 107; el-Kamusu'l-Muhit, G.1112; Kitabu'I-Külliyat, s.15.
[66] Muhammed Ebu Zehra, Tarİhu'l-Mezahibi'l-lslamiyye, Kahire, 2,100
[67] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 15-17.
[68] Haşiyetü'l-Kesteİi, s.42
[69] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 21.
[70] el-Bakara, 164
[71] el-Araf. 186
[72] Yunus, 101
[73] Fussilet, 51
[74] Aliİmran. 190
[75] Tefsiru't-Tabtrı, IV. 209
[76] Ebu'l-Fida İsmail tbn Kesir. Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, Mısır 1953,1, 440
[77] Ahmet Haindi Akseki. İslam, İstanbul 1966 (2.tab).s.327.
[78] Aynı Eser. s.328
[79] Ulu'l-elhab ve Ulu'rt-nuha kelimeleri. Tatıa suresinin 54 ve 128. Ayetlerinde geçmekte: akıl sahiplen manasına gelmektedir.
[80] Bkz. Bedru'd-dın, Ebu Muhammed Mahmud b. Ahmed el-Aynİ. Umdetu'1-Kart Şerhu Sahihı'l-Buhari, İstanbul 1308,1,379-639
[81] Ebu Abciıllah Muhammed el-Hakimi't-Tirmizi, Nevadiru'l-Usul fi Marifeti Ehadısfr-Rasul, İstanbul 1293/1876,s.241
[82] islam, s.329
[83] Ebu Davud, es-Sünen, Mısır 1952, (l.tab.),!!, 428; İbn Kayytm et-Cevziyyt», İlanıu'l-Muvakkı'ın an Rabbi'l-Alemin, Dinli 1313,1,251
[84] Ebu Davud es-Sicistani. es-Sunen. Mısır 1952. II, 272
[85] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 21-26.
[86] el-Burhan, II, 175: et-Tefsir. 137-38
[87] el-Bakara. 37
[88] el-Araf. 23
[89] et-Tefsir. I, 38
[90] Ali imran, 59
[91] el-Araf. 12
[92] el-Hicr, 26,28.33
[93] aynı sure, 26,28,33
[94] et-Tefsir, i,39
[95] et-Tefsir, 1,41
[96] Tefsirin Doğuşu, s.22
[97] en-Nahl, 44
[98] en-Nahl, 64
[99] Sünenü Ebi Davud,ll,506. "Sapık fırkalardan bazıları, Kur'anın zahirini dikkate aldılar; sünneti terkettiler. Bunlar, Hariciler ve Rafiziler gibi fırkalardır (Mansur Ali Nasif, et-Tac. Mısır1351,l,39)
[100] Sunenü Ebi Davud. II, 505; el-Kurtubi, el-Camİu İt Ahkami'l-Kur'an, Mısır 1967, (3.tab.).l,38; eş-Şatıbt, el-Muvafakat fi Usuü'ş-Şeria, Mısır 1302, !V.7;et-Tac. 1,36; et-Tefsir, 1,45. İşte bu ve ben?eri şeyler, Kur'anda açıkça bulunmayan hususlardır. Bunların beyanı sünnet ile yaptlır (Tefsiru'l-Kurtubi, 1,38)
[101] Tefsiru'l-Kurtubi. 1,39; el-Muvafakat, IV, 14
[102] Tefsiru'l-Kurtubi, aynı yer: et-Muvafakat, IV, 7
[103] Aynı eserler, aynı cilt ve sayfalar
[104] Tefsiru'l-Kurtubi. aynı yer: el-Muvafakat, IV, 14
[105] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 26-30.
[106] Muhammed İbn İsmail el-Buhari, el-Camiüs-Sahih, İstanbul 1315/1897, V, 214
[107] Hud. 102
[108] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 30-31.
[109] Sahihu'f-Buhari, I, 155
[110] en-Nesai, Ebu Abdirrahman Ahmed, Sünenü'n-Nesai, Beyrut Uz., 5,270. Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 31.
[111] el-Maide, 38
[112] Sahihu'l-Buhari, 8,16
[113] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 31.
[114] el-Bakara, 187
[115] Sahihu'l-Buhari, V,156
[116] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 31-32.
[117] el-Enam,B2
[118] Sahihu'l-Buhari,l,14;VI,20
[119] Aynı eser, aynt yerler
[120] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 32.
[121] el-Muvafakat, IV,20
[122] en-Nisa.23
[123] S2 Sahihu'l-Buhari, VI,124
[124] el-Muvafakat,(V,20. Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 32-33.
[125] Aynı eser, 21
[126] Sahihu'l-Buhari,t, 20
[127] en-Necm,39
[128] en-Nisa,100
[129] ez-Zümer,3
[130] Malik ibn Enes el-Esbahi, el-Muvatta, Mısır 1951,11,821
[131] Müslim ibn Haccac el-Kuşeyri, el-Camiu's-Sahih, İstanbul 1331,5,120
[132] Abdü'l-Celil İsa, İctihadu'r-Rasul, Kuveyt 1969.S.194-195
[133] SahihuM-Buhari, V.156
[134] Tefsirin Doğuşu, s.30
[135] el-Bakara, 187
[136] SahihıTI-Buhari. V, 156; Tefsiru't-Taberi, Il,172;el-Keşşaf.l, 339;Tefsiru İbni Kesir. 1,221; TefsİrıTt-Kurtubi. II, 193-194; el-Ayni, VHI.484-486
[137] el-Keşşaf, 1,339
[138] Sahihu'l-Buhari. V, 156
[139] Şihabu'd-Din Ebul-Abbas Ahmed ibn Muhammed el-Kastallanİ, İrşadu's Sari II Şerhi Sahihİ'l-Buhari, Mısır 1307, VII, 26.
[140] en-Nahl.44
[141] İbn Teymiyye, Mukaddime fi Usuli't-Tefsir, Dimaşk 1355/1935,s.5.
[142] e!-ltkan. 11,174
[143] Bu zat tabiidir. 412/1021 tarihinde vefai eden ve sufi olan Abdurrahman es-Sü!emi ile alakası yoktur (et-Tefsir,l.49).
[144] Arthur Jeffery tarafından neşredilen; Mukaddemetan fi Ulumi'l-Kur'an, Mısır 1954 (Mukaddemetan)s.263; Mukaddime fi Usuli'l-Tefsir, s.5-6; et-Itkan, ti. 176.
[145] Sad, 29
[146] ibn Mace, es-Sünen, Mısır. 1953.11.764
[147] el-İtkan, 11,206; et-Tefsir, 1.50.
[148] Tefsirut-Taberi. 1,37; Mukaddemetan, s.263; Tefsiru ibn Kesir, 1,6
[149] Sahihu'l-Buhari,l.45. İv.217; Tefsiru'l-Kurtubi.l.33.
[150] et-Tefsir. 1.51
[151] Teisiru't-Taberi,!,34
[152] et-Tefsir, 1, 48-55
[153] Tefsirin Doğuşu, s.23
[154] Yu kutu'r-Rumi, Kitabü İrşadi'l-Erlb ila Marifeti'l-Edib, (Mucemu'l-Udeba), Mısır 1928, (H.tab),V.98.
[155] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 33-41.
[156] et-Tefsir,f,57
[157] Tefsirin Doğuşu, s.63
[158] Fecru'l-İslam, 202
[159] SahihuM-Buhari.V.150:Vll.213
[160] Sunenu Ebt Davud, li. 289
[161] Tefsirin Doğuşu, s.64
[162] FecruUslam.s.202
[163] Saruhu'l-Buhari,l,45
[164] et-Tefsir,l,59
[165] Sahihu'l-Buhari,tV,30
[166] e!-AynU,564-565;V, 139
[167] Bkz. ef-Burhan, 122; es-Suyuti, Lübabü'n-Nükul fi Esbabi'n-Nüzul, (Celaleyn Tefsiri kenannda),s.2; el-İtkan, 1,29; et-Tefsir,!58-59; Tefsirin Ps°ğuşu,s.48-50.
[168] et-Tefsir.1,59
[169] en-Nısa,85
[170] Mukaddemetan,s.183; Menahtl, 1,224-225; et-Tefsir, 1,260. İbn Kesir tefsirinde ise (IV.473), bu cevap ayetine karşı verilmiştir.
[171] Abese, 31
[172] Tefsiru't-Taben,XXX,59; Tefsiru İbn Kesir, IV.473; Mukaddemetan,s.183
[173] Mukaddemetan, s.183
[174] en-Nahl, 44
[175] Tefsiru't-Taberi,l,37
[176] Mukaddemetan, s.263
[177] Sünenü Ebi Davud, 2,272.
[178] et-Tefsir, 1,59-60
[179] Fecru'l-İslam. s.19fi
[180] en-Nahl,47
[181] Tefsiru't-Taberi, XIV, 112-113; Fecru'l-İslam, s.196
[182] Tefsiru't-Taberi, XXX,59; Tefsiru İbn Kesir, IV, 472-473
[183] Fecru'l-İslam, s.196
[184] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 41-51.
[185] el-İtkan,ll,187; et-Tefsir,l,63
[186] et-Tefsir.1,261
[187] Dr. Esad Kılıcer, İslam Fıkhında Re'y Taraftarları, Ankara 1961, s.15. Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 51-52.
[188] Sahihu'l-Buharİ,l,150
[189] el-Muvatta, 1,67; Siinenü İbn Mace, 1,232-233; Sünenü'n Nesai, İl, 3-4; el-Ayni, II, 622; el-Kastallani, 11,3-4; en-Nevevi, Şerhu Müslim, II, 463-464, (el-Kastallanİ kenarında).
[190] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 52-54.
[191] Sahihu'I-Buharitlll,235
[192] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 54.
[193] el-Bakara,184
[194] Tefsİru't-Taberi, 11,132; Tefsiru ibn Kesir.!.214
[195] el-Bakara,185
[196] Sahihu'l-Buharj,V. 155
[197] Tefsiru't-Taberi, 11.131: Tefsiru ibn Kesir,I.213;el-Ayni VIII, 481
[198] Sahihu'l-Buhari, V.154;el-Kastallani. VII.22
[199] Tefsirin Doğuşu.s.77
[200] el-Bakara. 183
[201] Sahıhu"l-Buharı.V.155:Sunenu'n-Nesai,IV,161
[202] Itaka kelimesinin aslı takattir. Takat, lugatta vus'at manasına kullanılıyorsa da ikisi arasında fark vardır. Takat, vüs'atın üstündedir. Zira vusu, bırseye kolaylıkla kadir olmak, takat ise şiddet ve meşakatle kadir olmaktır. İtaka da bir şeye guç yetirmektir (Lİsanu'İ-Arap.XH,101-102; el-KamusıTl-Mııhıt. 111.269)'
[203] Te! .irin Doğuşu, s.78
[204] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 54-57.
[205] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 57.
[206] İbn Mes'ud'un hayatı hakkında daha Gb. İçin bkz.: Sahihu'l-Buhaıi 5, I02-103: cl-Avni. 9. 312; cl-Kastallani. 6. 133-134: İbn Sa'd. cl-HaydArapad 1375.1, 16: Muhammed İbn Muhammed b. el-Cc/cri. Gayelü'n-Nihaye fi Tabakati'l-Kurra, Mısır 1932, 1, 458-459: İbn Haccr cl-Askalani, el-İsabe fi Temyizi's-Sahabe, Mısır 1908. 4. 129-130: cz-Zırikli, el-Alama, 4. 280-281: İbnu'n-Nedim, cl-Fihrist. Beyrut Irz. (Gnstav Fluge! Tab'ından ofset), s. 25-26.
[207] cl-isabc. 4.129
[208] et -Tefsir, l,84. Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 57-59.
[209] en-Nisa,41
[210] Sahihu'i-Buhari,5,180;Tefsiru İbn Kesir,I,498;Hak Dini, 2,1356; et-Tefsir,l,84
[211] İbn Ümmi Abd:Abdu!lah b. Mesud'un annesine nisbetidir (GayetU'n-iaye,l,459)
[212] et-Tefsir,I,84
[213] İbnü'n-Nedim, e1-Fihrist,s.25-26
[214] İ.Cerrahoğiu, Tefsir Usulü, Ankara 1971, s.233
[215] el-Burhan,1,489
[216] Tefsiru İbn Kesir, 2,91
[217] Sahihu'l-Buhari,6,102 Hadis Metnindeki ifadesi manasınadır el-Ayni,9,313
[218] Sahihu'l-Buhari,6,102; el-Ayni,9,313
[219] Tefsiru't-Taberi, 1,35
[220] et-Tefsir, 1.85
[221] Mukaddemetarı, s.193
[222] Mııkaddemetan, s.230
[223] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 59-63.
[224] et-TefsirJ, 87-88
[225] Tefsîru't-TaberİJJS
[226] ef-Bakara,238
[227] TefsimVTaberi,2,570
[228] Tefsiru't-Taberi,13,134
[229] Tezkiratü'l-Huffaz,l,16. Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 63-65.
[230] Übeyy b. Kab Kays b. Ubeyd b. Zeyd b. Muaviye b. Amr b. Malik b. En-Neccar Ebu'l-Munztr veya Ebu't-Tufeyl Medinelidİr. Hz. Peygamber ona; Ebu'l-Münzir; Hz. Ömer de Ebu't-Tufeyl derlerdi. Gb. için bkz.: Sahihu'l-Buhari, IV, 228-229; IV.90; Gayetü'n-Nihaye fi Tabakati'l-Kurra, 1,31-32; ei-Alam, 1,78; Tezkiretü'l-Huffaz,l,17; İbn Hacer, Tehzibü't-Tehzib, HaydArapad 1326,1,187-188; el-Ayni,9,314-315;8,20-21;İrşadü's-sarı, 6,154-155;7,446-447;el-Fihrist, s,27; et-Tefsir, 1,91-92.
[231] Tehzibu't-Tehzib.1,187
[232] İstifîa: Bir konuda fetva almak ve bilgi elde etmek için bir alime soru sormak demektir. (Kamus, Asım Ef.Terc.4.Fetva md.)
[233] Übeyy b.Kab'ın vefat tarihi üzerinde çeşitli görüşler vardır. Bazıları, (19/640). bazıları da (30/651) tarihinde vefat ettiğini yazmaktadırlar (Tehzibu't-Tehzib. 1,178; el-Alam, l,78: İrşadü"s-Sârî, 6,155)
[234] Tabakatu'l-Mufessirin.s.47
[235] Sahıhu'l-Buhan, 6,90; Tefsıru İbn Kesir,4,536;Fethul-Ka<Jır,5,473-474
[236] el-Ayni,9.314-315
[237] e!-Kastallani,7.415;6,156; el-Ayni, 9,286
[238] Şahıhu'l-Buharİ, 6,103. Kur'an'ı hıfzetmekten maksat, O'nun Allah'ın |ndirdiği şekilde, bütün kıraatları, harfleri, lügatları, hehçeleri ve vecihleri "e hıfzıdır. (el-Ayni,9,31S).
[239] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 65-69.
[240] el-Feth.26
[241] 5unenu't-Tirmi2i.V.36S: Tefsiru't-Taberi. 26,104
[242] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 69-71.
[243] Tabattatü İbn Sad,2,385; îbnü'f-Cevzi, Sıfatü's-Safve, Haleb 1969,1,746; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye fi't-Tarih, Mısır 1358.8,295; Gayetü'n-Nihaye fi Tabakati'l-Kurra, 1,426; Katip Çelebi, Kefü'z-Zünün, İslanbul 1941,1,429; et-Tefsir.1,65;el-Ayni.7,660;Fuad Sezgin, Geschichte des Arapischen Schrifttums (GAS) Supl Band Leİden 1967,1,27; (Arapça tere); Mahmut Fehmi ve Fehmi Ebu'l-Fadl, Tarihu't-Türasi'l-Arapi, Mısır 1977, 1,43.
[244] Tabak3tü İbn Sad, 2,120-121; e!-Bidaye,8,296, Sıfatü's-Safve.1,746
[245] Tabakatü İbn Sad, 2,123; et-Tefsir. 1,65
[246] Ebu Nuaym Abdillah el-lsbahani, Hilyetû'l-Evliya ve Tabakatu'l-Asfiya Beyrut 1967,1,316; Sıfatü's-Safve, 1,749
[247] el-İtkan, 2,188; et-Tefsir, 1,65
[248] el-Tefsir,1.65
[249] Sahihu'l-Buhart. 4.217:8,138:Hadisin manaları için Bkz.: el-aynı. 1.453-455; 7.660: el-Askalanı. 7,78; el-Kastallani. 6.74G
[250] Tabakatu ibn Sad. 2.119: Ahrned b. Hanbel, Musned. Mısır 1313.1.214
[251] Tabakatu ibn Sad. 2.120; Hılyetul-Evliya. 1.316; eMtkan.2,187
[252] Tabakanı ibn Sad. 2.124
[253] el-Bidaye.8.298-299
[254] Tabakatu İbn Sad. 2,121; et-Tefsir,1,66
[255] el-Bidaye,8,299;et-Tefsir,1,67
[256] et-Tefsir, 1,67
[257] Tarihu't-Türasi'l-Arapi,l,43; et-Tefsir, 1,67
[258] Ibnul-esir, Usdul-Gabe li Manfeti's-Sahabe, el-Mektebetu'l-İslamıyye; tarihsiz. 3.192-195; Tanlıtı'L-TuiHsi'l-Arapi, 1.43: et-Tefsir,1,67
[259] el-Enbıya,30
[260] Tefsiru't-Taberi, XVII. 18-19
[261] el-ltkan,2,188; et-Tefsir,1,68; Menahît, 1,483,-484
[262] et-Tefstr,1,68
[263] et-Telsir.t.69
[264] İki müddet meselesi: Şuayb peygamber, kızını Musa aleyhisselama verdi. Onu sekiz yıl ücretli çalıştırmak üzere tuttu. Şayet, bu hizmetini on yıla tamamlamak isterse, bunun Musa Peygamber tarafından bir lütuf olacağını beyan etti. İşte İbn Abbas. O'nun bir Peygamber olarak bu iki müddetten çok utanını yerine getirdiğini söylüyor. Bu husus el-Kasas, 26-27.28.29. Ayetlerde anlatılmaktadır (Tefsiru't-Taberi.XX,68-69; et-Tefsir, 1.69).
[265] Tefsrru't-Taberi,XX,68-69; Ignaz Goldziher, Mezahİbü't-Tefsiri'l-İslamİ (Arapça tere. Abdülhalim en-Neccar), Mısır 1955,92-93; et-Tefsir, 1,69
[266] el-Burhan 2,157
[267] el-Enbiya,20
[268] Tefsim't-Taberi,XVII,12-13
[269] îbn Sa'd, Kitabü't-Tabakati'l-Kebir {Eduard Sachau neşri), Leiden 1918, VII.1/161
[270] aynı eser, aynı yer
[271] Mezahİbü't-Tefsir.85: Fecrui-İslam.s.204
[272] et-Tefsir,1,72-74
[273] el-Bakara.79
[274] Sahihul-Buhari3.150:8.208. Hadisin açıklaması için bkz: Muhammed b.Yusuf el-Kirmâni. el-Kevakibu'd-Derarı fi Şerhi Sahihi'l-Bunart, Beyrut 1981.25,86,87; Umdetu'l-Kari.6.395-396.
[275] Tefsirin doğuşu,98
[276] ef-Muvafakat,2,88;et-Tefsir,1,74
[277] et-Tefsir, 1,75
[278] el-İtkan,1,121-134
[279] el-İtkan, 121; Tarihü-Tiirasi'l-Arapi,1,46
[280] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 71-80.
[281] el-İtkan, 2,188; et-Tefsir,1,77
[282] et-Tefsir, 1,77-81; Menahil.1,484-485
[283] el-İtkan, 2,88. Ali ibn Ebi Talha'nın tefsir sahifesi için bkz. İsmail Cerrahoğlu, İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1969, XVIII,55-75
[284] et-Tefsir,1,78; Menahil.1,485
[285] el-İtkan,2,89; et-Tefsir.1,79
[286] el-İtkan,2,189; et-Tefsir,2,79
[287] el-İtkan,2,189; et-Tefsir,2,79
[288] el-İtkan.2.189; et-Teîsir,2,79-80
[289] el-ltkan,2,189;et-Tefsir,1,80
[290] et-Tefsir,l,80
[291] Aynı eser yanı yer.
[292] el-İtkan, 2.89; et-Tefsir, 1.80.
[293] Tenvirü'l-Mikbas'ın çeşitli tablan arasında, Mısır 1316 tarihinde basılanı, fihristte birlikte dört yüz sayfadır. Orta boy bir kitap olan bu eserin kenarında, es-Suyuti'nin Esbabün-Nüzul'ü ile Ebu Abdillah Muhammed ibn Hazm'ın Marİietü'n-Nasih'i bulunmaktadır. el-Firuzabadi (817/1414)nin bir araya getirdiği bu eserin muhtelif yazma ve basmaları için bkz:Brockelmann, Geschichte der Arapischen Lİtteratur {GAL),1938,l,203; F.Sezgm GAS, Band,l,27; Tarihu't-Türasi'l-Arapi,l.46
[294] Tarİhu't-Türasi'l-Arapi,1,45
[295] et-İtkarı,2,189;et-Tefsir,1,82
[296] et-Tefsır.1.82
[297] Tefsir» İbn Kesir. 1,5-6
[298] Buyuk Tefsir Tarihi.2,63-69
[299] Bu eserlerin yazma ve basmaları için bkz. F.Sezgin, Tarihu't-Türasi'l-Arapi,1,45-47
[300] Daha geniş bilgi için bkz: İbn Abdi'l-Berr, el-İstiab, Mıstr tarihsiz.3,933-939; İbn Hacer el-Askalani, et-İsabe, Kahire tarihsiz,!, 141-152; Usdü'l-Gabe,111,192-195; Vagliert, Encyclopedie de l'İslam, Nouvelle edition, Paris 1960, tom I, p.41-42; Baron Carra de Vaux, Les Penseurs de i'İslam, Paris 1923,3,p. 263-265; Yusuf Elyan Serkis, Mucemü'l-Matbûati'l-Arapiyye, Mısır 1928,1,158
[301] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 80-86.
[302] W.Barthold, M.Fuad Köprülü, İslam Medeniydi Tarihi, Ankara 1963.s.15
[303] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 86-87.
[304] Muhammed Ebu Zehra (terc.Abdülkadir Şener). İslamda Fıkhı Mezhepli" Tarihi, Ankara 1968,1,35
[305] Tefsirin Doğuşu,s. 106
[306] Hasan İbrahim Hasan, Tarihu'I-islam, Mısır 1961 (ö.tab.), I, 55 L
[307] İslam Medeniyeti Tarihi, s.149
[308] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 87-89.
[309] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 89-90.
[310] Tabakatu İbn Sa'd,6,259-260; Tezkiratü'l-Huffaz,l,76
[311] Tehzibu't-Tehzib.4,13; et-Tefsir, 1,103.
[312] Tabakatu, İbn Sad, 6,267
[313] İbn Ebi Hatim, el-Cerhu ve't-Tadil, HaydArapad 1952, 4,9-10
[314] el-Bakara, 152
[315] Tefsiru't-Taberi,2,37; Tefstru İbn Kesir, 1,196
[316] G.b.için bkz: Tehzibut-Tehzib, 4,13-14; el-Alam, 3,145; et-Tefsir,2,102-103. Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 90-91.
[317] Tezkiratü'l-Huffaz, 1,92-93
[318] el -1tkan.il, 190
[319] et-Tefsir, 1,104
[320] Şemsüddin ez-Zehebi, Mizanu'J-ttidal, Mısır 1963, III, 439
[321] el-İtkan, 11,190; et-Tefsir, 1,104
[322] et-Tefsir, 1,104
[323] Mizanü'l-İtidal, III.439; et-Tefsir,l,105
[324] et-Tefsir, 1,106
[325] Aynı eser, aynı yer.
[326] el-Bakara, 65
[327] Tefsiru't-Taberi, 1,332
[328] A,g.e.
[329] el-Kıyame 22-23
[330] Tefsiru't-Taberi. XXIX, 193
[331] et-Tefsir, 1.106
[332] Mezahibu't-Tefsir, s.132; Tefsirin Doğuşu, s.108
[333] Mezahibut-Tefsir, s.132
[334] G.b. için bkz. I.Cerrahoğlu, Tefsirde Mücahid ve Ona tsnadedilen Tefsir, A.Ü.İlahtyat Fak. Derg. C.XXIII, Ankara 1978, s. 31-50
[335] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 91-95.
[336] Tezkiratü'l-Huffaz, 1,96
[337] et-Tefsir, 2,107
[338] MizanU'l-ltidal, 3,94; et-Tesir, 2,107
[339] Tehzibu't-Tehzib, 7,268
[340] Aynı eser, aynı yer
[341] Mucemü'l-Üdeba, 5,63-64
[342] Tehzibu't-Tehzib, 7,267
[343] Tabakatı ibn Sad, 5,287; Tezkiratü'f-Huffaz, 2,96
[344] Mucemü'l-Üdeba,5,65
[345] Tehzibu't-Tehzib, 7,266
[346] Mucemü'l-Üdeba,5,64
[347] Mizanü'l-ltidal, 3,95
[348] Vefeyat, 3,266
[349] el-ltkan,2,190
[350] et-Tefsir,l,110
[351] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 95-97.
[352] et-Tefsir, 1,114
[353] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 97-98.
[354] Tehzibıı't-Tehzîb.3,284; et-Tetsir, 1,115
[355] Tehzibu'M"ehzib,3,285: et-Tefsir, 1,115
[356] Büyük Tefsir Tarihi, 2,88
[357] et-Tefsir, 1,115
[358] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 98-99.
[359] Tehzibu't-Tehzib.9, 421; et-Tefsir, 1,116
[360] Tehzibu't-Tehzib,9, 421; et-Tefsir, 1,116
[361] Tehzibü't-Tehzib,9,421
[362] et-Tefsir, 1,116
[363] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 99.
[364] Tehzibu't-Tehzib,3,395; et-Tefsir.1,116
[365] et-Tefsir.1,117
[366] et-Tefsir,l.117
[367] et-Tefsir, 1,117
[368] Tehzibu't-Tehzib,3,397
[369] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 100-101.
[370] et-Tefsir, 1,118
[371] Tefsirut-Taberi, 1,38
[372] et-Tefsir, 1,123
[373] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 101-103.
[374] Tehzibu't-Tehzib,7,276
[375] et-Tefsir,l,119
[376] et-Tefsir.1,119
[377] Buyıık Tefsir Tarihi. 2.85
[378] et-Tefsir. 1,119
[379] el-Enam. 82
[380] Lokman. 13
[381] "Sahıhu'l-Buhari. 5.193: 6.20
[382] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 103-104.
[383] Tehzibu't-Tehzib.10. 109; et-Tefsir, 1,120
[384] et-Tefsir, 1,120
[385] Aynı eser, aynı yer
[386] Vefeyat, 2.69; et-Tefsir, 1,124
[387] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 104-105.
[388] Tehzibu't-Tehzib, 2,263; et-Tefsir, 1,124
[389] Tehzubu't-Telızib, 2, 266; et-Tefsir, S. 1124
[390] Tefsirin Doğuşu. 157
[391] Gb. için bkz: Vefeyat, 2.69-72 Mcnahil. I., 490;. et-Tefsii\ I, 126-127
[392] Menahil. 1,490; et-Tefsir. 1,126-127
[393] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 105-108.
[394] Ahmed Emin, ilimleri, dini, tarihi ve felsefî ilimler olamak üzere üç grupta toplamaktadır (Ahmed Emin, Fecru'l-lslham, mısır 1965, s. 145)
[395] İslam Medeniyeti Tarihi, s.142, Tarihu'l-İsiam, I, 496
[396] Muhammed Accac el-Hatib, es-Sünnetii Kable't-Tedvin, Kahire 1963, s. 375; M. Fuad Sezgin, Buhari'nin Kaynaklan, İstanbul 156, s. 11
[397] Buhari'nin kaynaklan, e. 11
[398] İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1974,12{!),117
[399] Tefsı rın Doğuşu, s. 110
[400] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 108-111.
[401] et-Tefsir, I, 141
[402] Tefsirin Doğuşu, s.111
[403] et-Tefsir, I, 141
[404] Bkz. A.ü.İ. Fak. Dergisi Ankara, 1967, Cilt XV, (ek) Tefsir Tarihi, Ankara 1988, I, 260
[405] Ahmed Emin, Duha'l-İslam, Kahire 1935,11,140
[406] et Tefsir, 1,141
[407] Tarihu'l-İslam,!l,322
[408] G.b. için bkz: İsmail Cerrahoğlu, Yahya ibn Sellâm ve Tefsirdeki Metodu (Doçentlik tezi), Ankara 1970, s.59-60
[409] Gayetü'n-Nihaye fi Tabakatİ, I-Kurra, 2,373; Tefsiru'l-Kurtubİ, 1,22; e! Alam, 9.182,
[410] Bu tefsir hakkında bkz: Yahya bin Sellam ve Tefsirdeki Metodu, s.22-50; Tefsir Usulü, s.281;GAS, I,39,;GAS S,l, 332
[411] Tefsir Usulü, s.281
[412] Yahya ibn Sellam ve Tefsirdeki Metodu, s.83
[413] et-Tevbe, 104
[414] Yahya İbn Sellam ve Tefsirdeki Metodu, s.102
[415] el-Fihrist, s.66; Mucemü'l-Üdeba. VII,278-279; Vefayat VI, 178; et-Tefsir, 1,143
[416] et Tefsir. 1,143
[417] Duha'l-İslam, il, 141
[418] et-Tefsir.1,143
[419] ez-Zehebi, Kitabül-İber fi Tarihi Men Gaber Kuveyt 1960,1,213; Ebu'l-Felah Abdi hayy İbni'l-İmad el-Hanbeli, Şezeratü'z-Zeheb, Beyrut (Tarihsiz). I. 226
[420] et-Tefsir, 1,144
[421] et-Tefsir, 1,145
[422] el-Burhan, II, 156; Duha'l İslam, II, 141
[423] Fatiha, 7
[424] Tefsiru ibn Kesir. 1.29
[425] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 111-118.
[426] et-Teisir,l.147
[427] Aynı eser.l, 148
[428] Bu iki müfessir ve tefsirleri hakkında geniş bilgi "Dirayet Tefsiri" bölücünde gelecektir.
[429] el-Tefsir. I.148.
[430] M. Abduh ve tefsiri hakkında geniş bilgi; dirayet tefsiri bölümünde gelecektir.
[431] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 118-122.
[432] el-Hümeze, 5. Bu ayet: " O Hutamenin ne idiğini sana bildiren ne ?" an-lammadır. Hemen arkasından gelen, "O, Allah'ın tutuşturulmuş bir ateşidir" ayeti 'Hutame"yi açıklamaktadır.
[433] üsanü'l- 'Arab. XXVIII, 278; el-Kamusu'ı-Muhit, 4, 333.
[434] Aynı eser, XXIX, 13; el-Kamusu'l-Muhit, İV, 970
[435] Aynı eser, XXIX, 13;
[436] Usulü't-Fıkh, s.404.
[437] Usulu'l -Fıkh, s.405; Kitabü'f-Külltyat, s.15.
[438] Usulü'l-Fıkh: s.405.
[439] Hakim, yani müctehid, ictihad ederek hakikati bulursa ona iki ecir vardır. Zira o, önce hakkı bulmak için gayret sarf etmiştir; sonra da isabet etmiştir. İki ecirden birisi, şart ettiği gayretin, diğeri de hakkı buluşunun karşılğıdır. Hata edip hakkı bulamazsa, yalnız gayretinin karşılığı olarak bir ecir alır (el- Ayni, XI,500; el-Kastallani. X, 330; et-Tac, 111,58).
[440] Sahihul-Buhari. VIH, 157; et-tac.lll, 58.
[441] el-Kamusu'l-Muhit. II. 253.
[442] Usulu'!-Fıkh,s.353
[443] Aynı eser. aynı yer.
[444] İmam Şafii er-Risale, Mısır 1940, s. 477.
[445] üsanu'1-Arab. IX. 287; el-Kamusul-Muhit. II. 402:Tefsiru't-Taberi, V, 181; Fahruddin er-Razi. Mefatihu'l-Gayb, İst. 1257/1842, III, 401; (NoCBundan sonra gelecek olan "Mefatihu'f-Gayb" adı bu tab'ı ifade edecektir) Tefsiru İbn Kesir. I. 530
[446] en-Nisa, 83
[447] en-Nİsa, 59.
[448] en-Nİsa, 83.
[449] Mefatihu'l-Gayb, III, 401.
[450] et-Tefslr. I, 255.
[451] el-Burhan, II, 161; el-İtkan, II, 179,
[452] Menahil, I, 496; et-Tefsir, 1,152.
[453] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 125-130.
[454] c!-Burhan. II. 161.
[455] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 130-132.
[456] Rüsuh, lügatta sübut manasınadır (Lisanü'1-Arab, III, 494; el-Kamusü'l-Muhit, 1, 269). Bu ayette ise, yüksek dereceye ermiş alimler demektir. Hz. Peygamber rasih'i şbyle tarif etmiştir: "Sözünde doğru, yemininde sadık, karnı ve ferci temiz olan kimse fasihlerdendir". bkz.Tefsiru't-Taberi. İÜ, 185; Tefsiru ibn Kesir, I, 347; Suyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, (yazma) Kitap Sarayı Manisa, vr. 50/a, no; 136.
[457] Alü İmran, 7.
[458] Mefatihu'l-Gayb, II, 596.
[459] Taberi'nin Mucahid ve er-Rebi'den nakline göre, rasihler muteşabihatm p'vilinî biliyorlar ve "ona inandık1' diyorlardı {Tefsİru't-Taberi, iti, 183).
[460] Lokman. 34.
[461] el-Bakara. 29.
[462] Pftfsiru't-Tabert, I. 191.
[463] el-Burhan, 11,73.
[464] Lisanü'l-Arab, XV. 30; el-Kamusu'l-Muhit.lV, 99-100.
[465] Lisanü'l-Arab, XVII, 397-398; El-Kamusu'l-Muhit, IV, 813.
[466] es-Sevrj, Süfyan ibn Said ibn Mesruk, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Kerim, Rampur 1965, s.34; Ahkamu'i-Kur'an, ti, 3; Tefsiru'l-Kurtubi, III, 10.
[467] Mefatihu'l-Gayb, II. 597-598.
[468] el-Burhan.lt. 76.
[469] Abdulcebbar İbn Ahmed. Şerhu'l-Usulı'l-Hamse. Kahire 1965. s.600.
[470] el-Araf. 143.
[471] Lokman, 34.
[472] Mefatihu'l-Gayb, il, 600-602; Menahii, II. 180.
[473] Menahil, II, 179.
[474] Mefatihu'l-Gayb. 11, 601; Menahil, İt, 181.
[475] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 132-137.
[476] et-Tefsir. I, 256.
[477] A.g.c
[478] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 137-138.
[479] cİ-Araf. 33.
[480] cn-Nahl. 44.
[481] et-Tefsir. I. 257
[482] Sunenut-Tirmizi, V, 199
[483] Aynı eser, aynı cilt. 200
[484] Aynı eser, ayni cilt, 200.
[485] et-Tefsir. I, 260.
[486] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 138-139.
[487] Muharnmed. 24
[488] Sad,29.
[489] en-Nisa, 82.
[490] et-Tefsir, t, 262
[491] en-Nisa, 83.
[492] et-Tefsir, 1,262.
[493] Sahihu'l-Buhari, VIII, 157.
[494] Tefsiru't-Taberi. I, 38; et-Tefsir, I, 262.
[495] et-Tefsir, I, 263.
[496] Menahil, I, 526.
[497] İhyn, I, 269; et-Tefsir, I, 263.
[498] et-Tefsir. 1. 263.
[499] Menahil. I, 527; et-Tefsir, I. 264.
[500] Aynı eserler, aynı yerler.
[501] Alu İmran, 187; et-Taberi'nin rivayetlerine göre, bu ayetin tefsirinde Katade'den şu haber naklalunmaktadır: "Kini birşey bilirse, onu Öğretsin, fimi saklamaktan kaçınınız. Zira ifmi saklamak felakettir" (Tefsiru't-Taberi, IV, 203).
[502] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 139-143.
[503] el-ltkan, I!, 183; et-Tefsir, I, 275.
[504] el-İtkan, II, 183.
[505] el-Bakara, 169.
[506] el-İtkan, II, 183; et-Tefsir, I, 275.
[507] el-ltkan, II, 183. Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 144-146.
[508] Menahil, I, 519; et-Tefsir, I, 268.
[509] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 146.
[510] el-Burhan, ti, 176; el-İtkan. ii, 179.
[511] et-Burhan, H, 176.
[512] el-İtkan. II. 186.
[513] El-Mudciessir, 28.
[514] el-Bakara, 157.
[515] el-İtkan, II, 186; et-Tefsir, t, 279.
[516] el-İtkan, II, 186; et-Tefsir, I, 279.
[517] Menahil, I, 528.
[518] el-MUvafakat, IV, 295-296; Menahil, I, 528; et-Tefsir, I 279
[519] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 146-149.
[520] et-Tevbe, 103.
[521] el-Burhan, II. 166-167; el-İtkan, İt, 182.
[522] el-Bakara, 228.
[523] el-Burhan. II, 167; el-Muvafakat, IV. 295-296.
[524] el-Burhan, II. 167; el-İtkan, II, 183.
[525] el-Burhan, II, 167. el-İtkan, II. 183; Menahtl, I. 529; et-Tefsir. I, 280. Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 149-150.
[526] el-Fatiha. 5.
[527] TefsirıTt-Taberi. I, 72-75; Tefsiru İbn Kesir. I. 26-28.
[528] el-Burhan, II, 172.
[529] et-Tefsir, I, 286.
[530] Menahil, I, 533; et-Tefsir, I, 286.
[531] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 150-153.
[532] Saduddin et-Teftezani, Şerhu'l-Makasıd, İstanbul 1277, 2, 199; Muhammed B.Tavıt et-Tanci, Ebu Mansur el-Maturidi, A.U.İlahiyat Fakültesi Derg. Ankara 1955, l-ll. 1.
[533] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 154.
[534] el-Leknevi, el-Fevaİdu'l-Behiyye, Beyrut. 195; Zeynuddin Kasım b. Kutluboga. Tacu't-Teracim, Bağdad 1962, 173; ez-Zebidi, İthafü's-Sadeti'l-Muttekin bi Şerhi Esrarı İhyai Ulumi'd-Din, Kahire, 2, 5.
[535] Fethullah Hulayf'in, İmam Matüridi'nin Kitabu't-Tevhid (İstanbul 1979)'ine yazdığı Önsöz, 1.
[536] Ahmed b. Hasen el-Beyadi, İşaratü'l-Meram min "İbarati'l-İmam, Mısır 1949,23.
[537] Ithafu's-Sade, 2, 5.
[538] el-Maturidi. Te'vilatü Ehli's-Sünne, {Kahire 1971), İbrahim "Avadayn ve es-Seyyid Avadayn neşri, önsöz, 10.
[539] İşaratü'l-Meram, 23, R.İmamoğlu, el-Matüridi, 21,
[540] el-Kuraşi, el-Cevahtru'l-Mudıyye fi Tabakatt'l-Hanefiyye, Haydarabad, 1332,2,562.
[541] Mercanı, Haşiye ale'l-Celal, İstanbul 1327, 1, 36.
[542] İşaratü'l-Meram, 23
[543] Tancİ, a.g.e., 8-10; el-Kuraşt, el-Cevahir, 2, 130-131; K.Tevhid, önsöz, 5; es-Sabuni, el-Bidaye fi Usuli'd-Din (Matüridiyye Akaidi) tere.Bekir Topaloğfu, trz, 31.
[544] Kitabu't-Tevhid, önsöz, s.2; İşaratü'l-Meram, 23; İthafu's-Sade, 2, 5.
[545] K.Tevhid, s.4-5.
[546] el-Cevahiru'l-Mudıyye, I, 4; L.Gardet, İlmü'l-Kelam, Encyclopedie de L'İslam, Noııvelle Edition, Paris 1871, Tom III, 1173; D.B.Macdonald. İslam Ansiklopedisi, Kelam md., İstanbul 1967, 6, 542.
[547] İşaratü'l-Meram, 21-23; Kitabu't-Tevhid. önsöz, 4-5.
[548] F.Huleyf, a.g.e.. 5.
[549] Bkz.: Kemal Işık, Matüridi'nin Kelam Sisteminde İman, Allah ve Peygamberlik Anlayışı, Ank.1980. s.17; M.Saim Yeprem, İrade Hürriyeti ve İmam Matüridi, İst.1980, s.25 /.
[550] İslam Ansiklopedisi, X, 59-60; K.lşık, a.g.e. s.12.
[551] Te'vilatu Ehli's-Sünne. önsöz, 1, 11; K.lşık, a.g.e. s.12.
[552] Te'vilatü Ehli's-Sünne, önsöz, 1, 11; K.lşık, a.g.e. s.12.
[553] Maturidi'nin eserleri için bkz:
el-Cevahiru'l-Mudiyye, 2, 131; Taşköprüzade, Miftahü's-Seade, Haydarabad 1329, 2, 21-22; el-Fevaîdü'I- Behiyye, 195; Tacü't-Teracim, 95; İsmail Paşa, el-Bağdadi, Hediyyetü'I-Arifin ve Esmaü'l-Müellifin, İstanbul 1951, 2, 36-37; Brockelmann, Geschichte der Arabischen Litteratur (GAL), Leiden 1938, 1, 209 (195); Suppl., I, 346; M.Fuad Sezgin, Geschichte des Arabischen Schrifttums, (GAS), BAND, Leiden 1967,1, 604-605; Arapça tere, Mahmud Fehmi Ebu'l-Fadl, Tarihu't-Türasi'l-Arabi, Mısır 1977, 2, 378-379; Te'vilatü Ehli's- SUnne, önsöz, 14-16; Hayruddin ez-Zirikfi, el-Alam, (et-Tab'atü's-Saniye), 7, 242; Maturidi'nin fikirleri için bkz: VV.Montgomery, terc.E.R.Fığlalı, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, Ankara 1981, 389-394.
[554] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 154-160.
[555] M.Ragıp İmamoğlu, İmam Ebu Mansur el-Matüridi ve Te'vilatü'i-Kur'an'daki Tefsir Metodu A.Ü.İlahiyat Fakültesi Ktp. (Doktora Tezi) s.31.
[556] Muhammed Eroğlu, Ebu Mansur el-Matüridi ve Te'vilatü'l-Kur'an, İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü Öğretim Üyeliği Tezi, Haziran 1971, s.25-26.
[557] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 160-161.
[558] Tancİ, a.g.e. s.10; Te'vilatü Ehli's-Sünne, önsöz, 1, 27.
[559] Te'vilatü Ehli's-Sünne, önsöz, 19; M.R.İmamoğlu, a.g.e.,s.29 (Alau'd-Din es-Semerkandi, Şerhu't-Te'vilat-yazma-, İt), Süleymaniye-Harnİdiyye, no: 176'den naklen).
[560] Te'vilatul-Kur'an'rn Tire Necip Paşa Kütüphanesi, 3 numarada Te'vilatü Ehli's-Sunne" adlı yazma bir nüshast bulunmaktadır.Kabı yaldızlı, yazısı kırma nesih ve 631 varaktan ibaret olan bu nüsha, Hicri 1165 yılında Mustafa b. Muhammed b. Ahmed b. Muhammed tarafından İstinsah edilmiştir. Bu nüshanın mevcudiyetini ne Brockelmann'ın GAL'inde, ne F.Sezgin'in GAS'ında ve ne de başka bir kaynak ve çalışmada göremedim. Halbuki adı geçen eserlerde onun diğer kütüphanelerdeki 39 nüshası tesbit olunduğu görülmektedir.Bu eserin bir kısmı Dr.İbrahim Avadayn Seyyid Avadayn tarafından 1971 yılında 1 cilt halinde Kahİre'de yayınlanmıştır.
[561] el-İsra. 70
[562] et-Tın. 4
[563] el-Bakara, 29; Lokman, 29; el-Fatır, 13.
[564] el-İsra, 70
[565] Te'vilat,vr.3O1 a
[566] el-lnsan, 31.
[567] Te'vilat, vr,595 a.
[568] el-Bakara, 187.
[569] Sahihu'l-Buhari, 2, 231; 5, 156.
[570] Te'vilat,v.286.
[571] et-Fatır, 1.
[572] Te'vilat,v.424 b.
[573] Te'vİlatü Eh1İ's-Sünne,27.
[574] Aynı eser, aynı yer.
[575] Alü İmran, 7.
[576] Te'vilat, vr, 51 a.
[577] Aynı eser, aynı yer.
[578] el-Bakara, 1.
[579] Te'vilatü Ehli's-Sünne. s.33-36.
[580] Teşbih: Bir şeyin güzelliğini arttırmak manasınadır (el-Karnusu'l -Muhit, i, 88).
[581] Te'vilatu Ehlis-Sunne. s.37: Te'vİlat. vr,3 a,b.
[582] e!-Bakara, 219.
[583] Te-vılat, vr.33 b.
[584] Beyanın, hitab vaktinden ihtiyaç (amelin vucubu) vaktine kadar tehirinin cevazında ihtilaf vardır: Bunu. Hanefi ve Şafii fakihlerîne göre çoğu caiz ğorur: (İbn Hazm, el-İhkam, Kahire Ahmed Şakir tab'ı, 1, 75). İşte burada Maturıdi, bu goruşunu de belirtmiş oluyor.
[585] el-Hadıd.57/4
[586] Te'vİlat. vr.529 a.
[587] Muhammed b.ismail el-Buhari, el-Camru's-Sahih. İstanbul 1315.6.21.
[588] Lokman 3/34
[589] Malik b.Enes. el-Muvatta, Mısır 1951.2.752. Gerçekten, Hz.Ebu Bekr'in dediği şekilde çocuk kız olarak doğmuş, adı da. Ummu Kulsüm olmuştur (İbnu'l-Esır, Üsdül-Ğabe Fi Marifeti's-Sahabe, Kahire 1970,7,60)
[590] Te'vüat, vr.406. Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 162-170.
[591] el-Alam,5,102
[592] el-Fevaidü'l-Behiyye, s.44
[593] el-A!am,5,148
[594] Aynı eser, 8,384
[595] el-Cevahtru'(-Mudie, 1.4 ve 70; el-Fevaidü'l-Behiyye,s.23
[596] Bkz: et-Tanci, Ebu Mansur el-Matüridi, a.g.e., s.7 vd.
[597] R.İmamoğlu. a.g.e.,s.41-42
[598] el-En'am. 59
[599] Te'vilat, vr.146 b.
[600] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 170-174.
[601] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 174-175.
[602] Vefeyat.4,252; el-Bidaye, 1966,13,55; Tacuddin es-Sübki, Tabakatü's-Şafİ'iyyeti'l-Kübra, Mısır 1964,8,81; Muhsin Abdü'l-Hamid, er-Razi Müfessiran, Bağdad 1974,s.13
[603] Vefeyat.4,250
[604] Benakit, Maverau'n-Nehİr'de büyük bir şehirdir. (Yakut ef-Hamavi, Mu'cemü'l-Buldan, Tahran 1965,1,740)
[605] es-Subki,a.g.e., 8,86; er-Razi, Müfessiran,s.15; Vefeyat.4,250
[606] er-Razi, önceleri el-Cübbaiyye mezhebinde idi. Daha sonra ondan ayrılarak ehl-i sünnete geçti (vefeyat,4,252)
[607] es-Subki,a.g.e.,8,86
[608] Vefeyat, 4,250
[609] es-Subki, a.g.e.,8,87
[610] İ.Cerrahoğlu, Fahruddin er-Razi ve Tefsiri, Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi, Ayrı basım, Ankara 1977,s.9; (ek) Tefsir Tarihi, Ankara 1988, 11,237-294
[611] es-Subki,a.g.e.,8,86; er-Razi, Müfessiran, s.15
[612] es-Subki, a.g.e.,8,86
[613] Kerramtier: Muhammed b. Kerram Ebû Abdillah es-Sicistani (Ö.255/868)'ye tabi olanlardır. Sıfatların isbatında, teşbih ve tecsim konularında selefe; kader konusunda ise, mutezileye uyarlar (G.b. için bkz: Abdü'l-Kahir el-Bağdadî, el-Fark Beyne'İ-Frrak, Mısır, Muhammed Muhyiddİn Abdü'l-Hamid Tahkiki, s.215-225; er-Razi, Müfessiran,s.15).
[614] es.Subki, a.g.e.,8,86.
[615] Vefeyat, 4,250
[616] er-Razi, Müfessiran, 4,250
[617] Vefeyat, 4,252; es-Subki, a.g.e.,8,93. Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları:
er-Razi'nin hayatı ve eserleri hakkında bkz: Vefeyat,4,248-252; Tabakatü's-Şafiiyye,8,81-96; el-Bidaye, 13,55-56; Tabakatü'l-Müfessİrin,s.39; Şezeratü'z-Zeheb,5,21-22; İbn Hacer et-Askalani, Lisanii'l-Mîzan, Beyrut 1390/1971,4,326-329; Keşfü'z-Zünün,2, 1756; Esmaü'l-Müellifin,2,107-108; GAL.1,506-508, Suppl, 1,920-924; el-AIam,7.209; Ö.R.Kehhale, Mucemü'l-Müellifin, Dımaşk 1960tXI,79-80; Miftahu's-Seade, 2,116-123; Büyük Tefsir Tarihi, 2,310-318; Encyclopedie de l'lslam, 11,770-773; er-Razi Müfessiran, s.13-33; İsmail Cerrahoğlu, Fahruddin er-Razi ve Tefsiri, İslami İlimler Fak.Derg., s.7-11. Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları:175-178.
[618] el-Eşari'nin tefsirinin, bugün elde müstakil olarak bulunmadığı, bazı eserler içerisinde dağınık halde bulunduğu (mesela, ibnü'l-Furek (Ö.406/1015)'in tefsiri içerisinde) bazı araştırıcılar tarafından zikredilmektedir Tarihu Türasi'l Arabi,2,377
[619] F.er-Razi ve Tefsiri, s.12
[620] "et Tefsirü'l-Kebir" adı verilen Mefatihu'l-Gayb, birçok defa İstanbul ve Mısırda tab edilmiş, çeşitli tabtarı yanında Mısır'da 1938'de 32 cilt olarak tabolunam güzeldir. Bu tefsirin muhtasarları vardır. Bunların bazıları şunlardır:
a. Burhanedin en-Nesefi (0.686/1287), "el-Muhtasar bi'l-Vadıh"
b. Nizamü'd-Din el-Kummi en Neysaburi (Ö.1308/1890) muhtasarına "Tenviru't-Tefsir Muhtasaratu't-Tefsiri'l-Kebir" adını vermiştir. G.b. İçin bkz. İ.Cerrahoğlu. a.g.e.s.12
[621] et-Tefsiru'l-Kebtr, 13,46-56; er-Razi Müfessiran, s.64
[622] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 178-180.
[623] el-Bakara,29
[624] Fussilet, 9-10
[625] et-Tefsiru'l-Kebir, 2,155. Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 180.
[626] er-Razi. Müfessiran, s.138
[627] el-İsra. 79
[628] Sunenu't-Tirmizi. Mısır 1975,5,303
[629] e(-Tefsiru"l-Kebir. 21,31
[630] Aynı eser, 10,74-75,27.244. Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 180-181.
[631] el-Bakara. 212
[632] et-Tefsiru'l-Kebİr, 6,5. Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 181-182.
[633] Aynı eser, 1,323
[634] et Tefsİru't-Kebir, 5,109; er-Razî Müfessiran,s.149. Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 182.
[635] el-Bakara,2
[636] Tefsiru'!-Kebir,2.19
[637] Aynı eser, 2,254; 11,227. Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 182-183.
[638] Aynı eser, 2,20; er-Razi Müfessiran, s.129
[639] et-Tefsiru'l-Kebir. 27,95;29.126
[640] Aynı eser, 5.29-31
[641] el-Bakard. 5
[642] et-Tefsırul-Kebır. 1,179. Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 183-184.
[643] el-Bakara,1
[644] Muhamrned. 24
[645] et-TefMru'!-Kebır, 2.3
[646] el-Müsned, III, 14.17
[647] Sünenü't-Tirmizi, 5,172
[648] Bilhassa, müşrikleri düşündürmesi ve gürültülerini durdurması sonra da Kur'anın kendisinin hücuma geçmesi gibi faydaları olabileceğini zikrediyor (et-Tefsiru'l-Kebir,2,4)
[649] Aliİmran,19O
[650] et-Tefsiru'l-Kebir, 9,134-135
[651] Ali İmran, 191
[652] et-Tefsiru'l-Kebir, 9,137-138
[653] el-Bakara, 2,105
[654] et-Tefsiru'l-Kebir, 4,205
[655] et-Tefsiru'l-Kebir, 4,203
[656] Age., 20.69-70
[657] Age., 20,66
[658] Age., 13,92
[659] el-Gazzali, Cevahiru'l-Kur'an. Mısır 1384/1964.S.28-31
[660] et-Tefsirul-Kebir, 9.113
[661] Age., 11, 164
[662] Yunus. 57
[663] et-Tefsiru'l-Kebir. 17-117
[664] et-Tefsirul-Kebir, 7.138
[665] er-Razi, Müfessiran, s.237
[666] Mustafa Sadık er-Rafi'i, İcazu'l-Kur'an, Mısır 1965,s.277
[667] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 184-190.
[668] et-Tefsiru'l-Kebir, 32,117
[669] Aynı eser, 32,118-121
[670] el-Mü'min, 36-37
[671] et-Tefsiru'l-Kebir, 27,65; er-Razi, Müfessiran, s.224
[672] eUBidaye, 13,55
[673] Lisanu'l-Mizan, 4,427-428
[674] er-Raiz, Müfessiran, s.194
[675] el-Bakara. 142
[676] et-Tefsirul-Kebir,4,91-95; er-Razi Müfessiran, s.198
[677] ef-Maide, 55
[678] et-Tefsİru'l-Kebır, 12.26
[679] Tefsiru't-Taberi, 10,425, Tefsiru ibn Kesir, 2, 71; ibn Teymiyye, Mukaddime fi Usulü't-Tesir, Beyrut 1972, s. 78 er-Razi, mUfessiran, s.206
[680] et-Tefsiru't-Keblr, 12,30,31
[681] er-Razi, Müfessiran, s.206
[682] et-Tefsiru'l-Kebir, 13,3
[683] er-Razi, Müfessiran, s.206
[684] el-Bakara, 22
[685] et-Tefsiru'İ-Kebir, 2,102; er-Razi Müfessiran, s.273. Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 190-194.
[686] el-Alam, 7,110
[687] er-Razi, müfessiran, s.188-189
[688] Ebu Hayyan, el-Endelusi, Tefsiru'l-Bahri'l-Muhit, Rİyad, 1329 I, 341;3.97-98
[689] Aynı eser, 4,149,5.153,170,174
[690] Tefsiru İbn Kesir. I, 58
[691] Tefsiru İbn Kesir, I, 146
[692] en-Nisaburi, Garâibu'l-Kur'an, Delhi, 1280.1,8
[693] el-Bakara, 228
[694] el-Alusi, Ruhu'l-Meani, Beyrut trz., 2,130-133
[695] el-İsra,85
[696] Ruhu'l-Meani, 15,155-164
[697] Age., 8,137
[698] Ruhu'i-Meani. 1,267-265 Bu hususta daha genişbilgi için bk2: Muhsin Abdul-Hamid. er-Razı Mufessrran,s.169-18; e-Alusi Mufessiran, Bağdad 19t9. s. 193-199
[699] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 194-199.
[700] Mucemü'l-Matbuat, s.1677
[701] Mucümü'l-Matbuat.s,1678; el-Aiam, 7,131; İstam Ans.8,488
[702] İslam Ans., 8.488
[703] el-Alam, 7.131; İslam Ans., 8.488
[704] Mucemü'l-Matbuat 1678; el-Alam. 7,131; İslam Ans. 8.488
[705] el-Alam. 7.131: İslam Ans. 3.449
[706] Bıiyuk Tefsir Tarihi 2, 587
[707] Ahmftd el-İskenderi ve Mustafa İnani. el-Vasit fi Edebi'l-Arabi ve Tarihih. Mısır. 1916, s.399
[708] İslam Ans. 8. 489
[709] Buyuk Tefsir Tarihi, 2. 587
[710] İslam Ans..8. 489. Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 199-201.
[711] İ.Cerrahoğlu. Tefsir Usulü, s.307 (Mahmut Seltu't. Mecelletu'r-Rısale. Yıl 1941. Sayı 408, s.579 582"den naklen}
[712] et-Tefsir. 2.547
[713] 265 eş-Şeyh M. Abduh ve R.Rıda, Telsirul-Kur'ani't-Hakirn, Mısır 1947, Mukaddımetut-Tefsir, 1.24-25; Tere. İsmail Cerrahoğlu. İlahiyat Fakültesi Dergisi. Sene 1956. Sayı, l-IV.s.186
[714] et-TeKır, 2.551
[715] et-Tefsir. 2.549
[716] et-Tefsir, 2,550: Ahad haberlerindeğeri için bkz. Talat Koçyiğit, Ahâd haberlerin değeri. İlahiyat Fakültesi Dergisi, yıl 1966. C.XIV,s.125-142
[717] Tefsir Usulü, s.309: Osman Keskioğlu. İlahiyatFak. Der. Yıl, 1970, C.XVIII. s.122
[718] R.Rida, Tefsiru'l-Fatiha ve Sittü Süver min Havâti'mi'lKur'an, Mısır 1367. s.5; et-Tefsir, 2,552
[719] en-Nisa.78-79
[720] R.Rida, Tefsiru'l-Fatiha.s.160
[721] Aynı eser, s. 165-1S9 G.b. için: İ.Cerrahoğlu, Garanik Meselesinin İstismarcıları. İlahiyat Fakültesi Dergisi, ayrıbasım. Cilt:XXIV. yıl 1981
[722] R.Rida. Tefsiru'l-Fatiha,s.190-211
[723] Aynı eser, aynı yer.
[724] Aynı eser, s.92
[725] Tefsiru'l-Menar,1,15; İslam Ans.8,489; O.Keskİoğlu,İlahiyat Fak. Derg.,s.122
[726] Tefsiru'l-Menar,1,14
[727] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 201-206.
[728] Tefsiru'l-Menar,1,17; et-Tefsir, 2,555
[729] Tefsiru'l-Menar,1,18; et-Tefsir, 2,555
[730] Tefsirurl-Menar,1,25; et-Tefsir, 2,556
[731] R.RicJa, Tefsiru'l-Fatiha, s.65; et-Tefsir, 2,556
[732] Tefsiru't-Menar,1,15
[733] Aynı eser, 1,320
[734] en-Nahl,44
[735] Tefsiru'l-Menar,1,26
[736] Tefsirul-Menar, 1,27; Terc.İ.Cerrahoğlu İ.F.Derg.Yil1956,s,187; Tefsir Usulü,s.311,et-Tefsir 2.559
[737] et-Tefsir.2.559
[738] Mübhemat ile uğraşmanın lüzumsuzluğu hakkındaki görüşleri için bkz: Tefsiru'l-Meriar,1,320
[739] el-İnmar, 10-11
[740] M.Abduh, Tefsiru Cüz'i Amme, Mısır 1329/1911, s.36; et-Tefsir,2,560
[741] Tefsiru'l-Fatiha ve Sittü Süver min Havatimi'l-Kur'an,s.1O7
[742] el-İnfitar, 13
[743] Tefsiru Cüzi Amme, s.37
[744] et-Adİyat, 1-5
[745] el-Enfal, 61
[746] Sahihul-Buhari 1,26
[747] Tefsiru Cuz'i Amme, s.145
[748] el-İnşikak,1
[749] Tefsiru Cuz'ı Amme, s.49; et-Tefsir, 2,568
[750] Fil suresi, 3-4
[751] Tefsiru Cüz'İ Amme, s.160
[752] et-Tefsir, 2.569: Tefsir Usulü, s.314
[753] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 206-213.
[754] Tefsiru'l-Menar 1.10
[755] et-Tefsir, 2,579
[756] et-Tefsir,2,580
[757] Aynı eser,2,582-589
[758] et-Tefsir,2,595-606
[759] Mesela JJOMİER, D.P., Le Commentaire Coranique du Manar, Paris 1954 adlı fransızca bir eser hazırlamış, Abduh'u ve Tefsirini Tanıtmıştır.
[760] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 213-216.
[761] el-Enfal,17; Hud;34; ez-Zümer,19
[762] el-Enam,153; el-Kehf.29; en-Nisa,110
[763] el-Feth,10; Taha,5; er-Rahman, 27
[764] Tefsirin Doğuşu,s.115
[765] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 216-218.
[766] Mukaddime fi Usuli't-Tefsir.s.21
[767] el-Fark,s.117; Yaşar Kutlay. Tarihte ve Günümüzde İslam Mezhepleri, Konya 1968,s.70; Fecru'l-İslam, s.288.
[768] Tarihu'l-İsiam,2,5
[769] İslam Mezhepleri, s.70
[770] el-Farks,s.114
[771] el-Ukan,2,118
[772] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 218-220.
[773] Tefsirin Doğuşu,s.115-116
[774] el-Alam, 4,47; Menahif, 2,542; G-b. için bkz: İ.Cerrahoğlu. Kadı Abdu'l-Cebbar, "Tenzihu'l-Kur'an ani'l-Metain" adlı eseri, A.Ü.İ.Fak. istam İlimleri Ens. Yayınları, Ank. 1982, sayı 5
[775] et-Bidaye ve'n-Nihaye, 12,219; Şemsüddin Sami, Kamusu'l-Atam, İstanbul 1896,4,2421; Büyük Tefsir Tarihi.2,292
[776] Mustafa es-Savi el-Cüveyni, Menhecü'z-Zemahşeri, Kahire 1959,s.95
[777] ei-Bakara,3
[778] el-Keşşaf, 1,30
[779] eI-Kıyarne,23
[780] elEnam, 103
[781] el-Keşşaf, Mısır 1966,2,41-42; Abdu'l Cebbar b. Ahmecf, Tenzihu'l Kur'an ani'l-Metain, Mısır 1329,s.358; Mezahib, s.153 G.b. için bkz: İsmail Cerrahoğlu, Zamahşeri ve Tefsiri, İfahiyat Fakültesi Dergisi Ankara, 1983,XXV, s.59-96
[782] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 220-223.
[783] Duha'l-İslam,l,363; et-Tefsir,2,4
[784] Duha'İ-lslam,l,356
[785] et-Tefsir, 2,5
[786] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 223-224.
[787] e(-Tefsir, 2,42-44
[788] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 224-225.
[789] G.b. bkz. et-Tİbyan önsöz, Ağa Büzürg-i et-Tahrani, Hayatü's-Şeyht't-Tûsi (Tahkik: Ahmed Habib), en-Necefü'l-Eşref, 1,5-78; Mucemü'l-Müefltfin, 9,202; Büyük Tefsir Tarihi, 2,345.
[790] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 225.
[791] Mucemü'l-Müellifln. 8,66; et-Tefsir, 2,99-144; Büyük Tefsir Tarihi, 2,299
[792] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 225-226.
[793] Mucemü't-Müellifin, 12,12; et-Tefstr, 145-185; Büyük Tefsir Tarihi, 2,523
[794] G.b. bkz. et-Tefsir, II, 199-234. Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 226.
[795] et-Tefsir, 282-285
[796] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 226-227.
[797] GAL, Suppl, 2,250; et-Alam, 9,285; et-Tefsir, 2,468-473. Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 227-228.
[798] eş-Şevkani, Neylü'l-Evtar Şerhu Miintaka'l-Ehbar min Ehadisi Seyidi'l-Ehyar, Mısır 1952,1,3; el-Alam,7,190; et-Tefsir, 2,288; Büyük Tefsir Tarihi, 2,557-558
[799] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 228-229.
[800] et-Tefsir, 2,253
[801] Tefsir Usulü, s.293
[802] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 229.
[803] İslam Mezhepleri,s.141
[804] G.b. için bkz: Muhammed Seyyid Geylani, Zeylü'l-Mitel ve'n-Nihal (MHel ve Nihal'ın nihayetinde) Mısır 1381/1961,5.58-63; M.T.Houtsma, Ahmediyye mad., İslam Ans., 1,221-222; E.R.Fığlalı, Ahmediyye Mezhebi. (KADİYANİLİK), Doçentlik tezi, Ankara 1976; İhsan İlahi Zahir, el-Kadiyaniyye, Pakistan 1975.
[805] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 229-230.
[806] CI.Huart, İslam Ans., 2.163-164: İslam Mezhepleri, s.138. Ali Muhammed, Allah tarafından "el-Beyan" adlı kitabın kendisine verildiğini iddia etmiştir. (Muhsin Abdülhamid, İslam'a Yönelen Yıkıcı Hareketler, tere. M.Satm Yeprem-H.Güleç, İstanbul tarihsiz,s.107).
[807] İslam Mezhepleri,s.138
[808] Muhsin Abdülhamid,a.g.e.s.218; et-Tefsir, 2,259-260
[809] Atu İmran.7
[810] Sıinenü't-Tirmizi, 5,172
[811] et-Tefsir, 2,264-265
[812] et-Tefsir, 2,266
[813] G.b. bkz: et-Tefsir, 255-279; Cl. Huart, İslam Ansiklopedisi, Bahaullah mad. 2,233; Bab mad.2,163-165; Zeylü'l MHel, s.41-56; Tefsir UsulU,s.294. Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 230-233.
[814] Ebu'l-Muzaffer eUsferayini. et-Tabsir fi'd-Din. Kahire 1359/1940,s.26; İslam Mezhepleri, s.83
[815] el-Irakl-Hanefi, el-Fıraku'l-Mütterîka. Ankara 1961,s.12
[816] el-Enam,57
[817] el-Maide, 44
[818] el-Maide, 95
[819] en-Nisa, 35
[820] et-Tefsir,2,317-318
[821] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 233-235.
[822] et-Tefsir,2,316
[823] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 235-236.
[824] Mu'cemü'l-Müellifin,l2,133; et-Tefsir,2,316; Büyük Tefsir Tarihî, 2,594
[825] Tefsİrtn Doğuşu.s.123
[826] G.b. için bkz:et-Tefstr.2.300-336
[827] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 236-237.
[828] G.b. için bkz: Zeylü'l-Milel ve'n-Nihal,s.82
[829] G.b. için bkz: Zeylü'l-Milel ve'n-Nihal.s.81-83
[830] Aynı eser, s.84-86
[831] el-Miilk,5
[832] G.b. için bkz: Zeylü'l-Milel ve'n-Nihal.s.91-109
[833] G.b. için bkz: et-Tefsir,2,529;Tefsir Usulü, s.298-299
[834] et-Tefsir,2,533
[835] Aynı eser,2,537
[836] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 237-240.
[837] el-En'am,38
[838] en-Nah),89
[839] el-Muvafakat.2,80-82
[840] İcazü'l-Kur'an,s.126-144
[841] et-Tetsir.2,502
[842] et-Tefsir,2.503
[843] Bu eser. 1370/1951 tarihinde Mısır'da tab'olunmuştur.
[844] Tefsir Usulü.s.302
[845] Tantavi Cevheri, el-Cevahir fi Tefsiri'l-Kur'an, Mısır 1350,1,2.
[846] Tefsir Usulü,s.3O3
[847] er-Rahman,15
[848] el-Cevahir fi Tefsiri'l-Kur'an,24,17
[849] Tefsiru'l-Menar. |,7
[850] et-Tefsir,2.519
[851] Abduüah Draz, Kur'an'ın Anlaşılmasına Doğru Tere. Salih Akdemir, Ankara 1983 (Tercüme edenin İirişi) s.XXIX
[852] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 240-243.
[853] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 244-247.
[854] Prof. Dr. Mustafa Çetin, Tefsirde Dirayet Metodu, Zemzem Yayınları: 249-258.