Mekke'de nazil olmuştur, 88 âyettir.
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adiyle[1]
1 ( Sâd. (Murâdını Allah bilir.)
Hurûf-ı mukatta' adandır. Kasem, yâhûd sûre-i celîlenin adı veya «Samed», yâhûd «Sâdikulva'd» vasfının anahtarıdır, denilmiştir.
Müsâdattan emir de olabilir. Bu takdirde ma'nâ: «Kur'ân'ın sesine mâkes ol! Amelini, Kur'an'a arzetl Evâmirini işle! Nevâhi-sinden kaçın!» demek olur.
O, şerefli, şöhretli (nasihati muhtevi, şeriat ve ahkâmı, va'd ve vardi, ve geçmiş ümmetlerin ibret verici kıssaları gibi dinde ihtiyâç bulunan şeyleri bildiren) Kur'ân hakkı için.
Sen, risâletinde sadıksın. Sana söylenen, haktır. O, va'd ve va-id muhakkak yerini bulacaktır. [2]
2 (Hâl, küfür edenlerin iddia ettikleri gibi değildir. Belki onIar hakkı kabulden istikbârda ve Allah Teâlâ'ya ve Resulüne muhalefet ve adavettedir.) [3]
3 ( Biz, onlardan önce nice ümmetleri (azâb ile) helak etmiştik de (kurtulmak için) feryâd etmişlerdi. Halbuki bu vakit, kaçıp kurtulma vakti değildi. ) [4]
4 (Kâfirler içlerinden kendilerine inzâr eden bir Peygamber geldiğine taaccüb etmişlerdi de: «Bu, bir büyücü, bir yalancıdır.» demişlerdi.) [5]
5 (Bütün ilâhları, tek bir ilâh mı yapıyor? Bu, gerçekten şaşılacak şey!» )
Rivayet edildiğine göre, Ömer (R.A.)'in Müslümanlığı kabul edişi Kureyş'i pek üzmüştü. İçlerinde Ebû Cehil olduğu hâlde Ku-reyş ileri gelenleri topluca EToû Talib'e gitmişler:
«Ey Abd-.i Menâf! Sen, bizim büyüğümüzsün. Kardeşinin oğlunun yaptıklarını görüyorsun. Aramıza tefrika düşürdü. Kendisini çağırıp behemehal buna mâni' olmalısın.» demişlerdi.
Ebû Tâlib de onların huzurunda, Aleyhissalâtü vesselam Efendimizi çağırmış;
«Bak, yine kavmin senden şikâyet ediyor. İlâhlarına ta'm terk etmeni istiyorlar ve böylelikle sana eza etmekten de vazgeçeceklerini söylüyorlar.» demişti.
Resûl-ü Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem:
«Ben, onlardan tek bir kelimeyi kabul etmelerini istiyorum. Bir kelime ki onunla Arap, onlara inkıyâd edecek, ve Acem cizye Verecek:» buyurdu.
Ne imiş o kelime?» diye sordular.
Cenâb-ı Peygamber: «Lâ ilahe illallah» buyurdu. Bunun üzerine: kadar olan âyet-i kerime bu sebeble nazil olmuştur. [6] . .
6 (Resûlüllalı'm kelime-i tevhidi teklif etmesi üzerine) içlerinden ileri gelenler (birbirlerine): «Haydi yürüyün. Ma'bûdlarimza (ibâdette) sebat edin! Bu, cidden arzu olunur bir şey., diyerek ayrıldılar.) [7]
7 (Biz, bunu babalarımızın eriştiği dînde (yâhûd isa'nın dîninde) işitmedik. Bu uydurmadan başka bir şey değildir.» (dediler.) [8]
8 (İçimizden Kur'ân, O'na mı inzal olundu?» Hayır! Onlar Kur'ân ve vahyimizden şekk içindedirler. Belki henüz azabımı tatmadılar.) [9]
9 (Yoksa, Azız, Vehhâb Rabbin celle şânuhun rahmet hazîneleri onların nezdinde midir (ki onu dilediklerine veriyorlar). [10]
10 (Yâhûd göklerin, yerin ve aralarmdakilerin mülkü onların mı? Öyleyse sebeblerini tedârik etsinler de göğe yükselsinler.
(Orada işleri tedbîr etsinler, Peygamberliği dilediklerine versiner.) [11]
11 (Onlar, derme çatma, muhtelif partilerden müteşekkil, şuracıkta münhezim olacak bir ordudur.)
Sözlerine aldırış etme. Yardımcın Ben'im.
Âyet-i celüede Bedir veya Hendek hezimetine, yâhûd Mekke fethine işaret buyurulmuştur. [12]
12,13 (Onlardan önce Nuh ve Âd kavimleri, kazıklar sahibi Fir'avn, Semûd, Lût kavimleri ve Ashâbü'1-Eyke de Peygamberlerini tekzîb etmişlerdi İşte o (Peygamberlerine hücum eden) partiler! )
Fir'avn'un, kazıklar sahibi olarak vasıflandırüması, haşmet ve-saltanat sahibi olması, cezalandırmak istediği kimselerin ellerini ve ayaklarını dört kazığa bağlıyarak işkence etmiş bulunmasın-dandır.
Eshabü'1-Eyke: Ağaçhkda yaşayanlar, demektir. Bunlardan murâd Şuâyb Aleyhisselâm'm kavmidir. [13]
14 (Bunların her biri, Peygamberlerini tekzîb ettiler de sırf bu yüzden ikaabım kendilerine hak oldu.) [14]
15 (Bunlar da ancak (vakti geldiğinde), iki sağım aralığı kadar bile teehhür etmiyecek, tek sayhaya muntazırdırlar. ) [15]
16 (Kâfirler (istihza ile): «Ey Rabbimiz! Hesâb Günü gelmeden önce (o va'dettiğin azâbtan) nasibimizi (yâhûd A'mal Defterimizi) ta'cîl et (de görelim).» dediler.) [16]
17 (Yâ Muhammed!) Onların sözlerine sabret! (İbâdette) kuvvet sahibi, kulumuz Davud'u yâdeyle! O, dâima (her mekruh geyden tevbe eder), Allah Teâlâ'nın rızâsına rücû' ederdi.
Gün aşırı oruç tutar, gecenin üçte birini teheccüdle geçirirdi.
Yânî Dâvûd Aleyhisselâm, Allah Teâlâ indinde bu kadar makbul ve bu kadar ni'metle nail iken küçük bir hatâ yüzünden mevkiinden düşer ve Melekler vâsıtası ile muâhaze edilir de tevbe ve istiğfar ederse azgın küffârm hâli ne olur? [17]
18 (Biz, dağları O'na teshir ettik. Akşam ve kuşluk vakti onunla birlikte tesbîh ederlerdi. ) [18]
19 (Kuşları da O'na müsahhar kıldık. Onlar da yanında toplanırlardı. )
(Dağlar da, kuşlar da) her biri O'nunla birlikte Allah Teâ-lâ'yı tesbîh ederlerdi. [19]
20 (Onun mülkünü de kuvvetlendirmiştik. Kendisine hikmet (nübüvvet, ilim ve amelde kemâl) ve hakkı, bâtıldan fasla hitâb verdik.)
Fasl-ı hitâb: «Bundan sonra» sözüdür. Bununla, sözün evveli, sonundan ayrılır. Türkçede de: «Bundan sonra malûm ola ki!..» diyerek, sözün başı ile sonu birbirinden ayrılır. [20]
21 (Yâ Muhammed!) Sana o da'vâcılarm haberi geldi mi? Hani köşkünün duvarını aşmışlardı. [21]
22 (Ansızın) yanma girdikleri zaman Dâvûd korkmuştuı «Korkma! (Biz korkulacak kimseler değiliz). Biz, iki hasımız. Birimiz, diğerine zulmetti (sana geldik). Aramızda adille hükmet! Cevretme ve bize doğru yolu göster.» demişlerdi.
Bunun üzerine Dâvûd Aleyhisselâm: «Nedir da'vânız, söyleyin.» demişti. [22]
23 (İçlerinden biri): «Bu, benim dîn kardeşim. Onun doksan dokuz koyunu, benimse yalnız bir koyunum var, (Böyle iken) onu bana temlite et, o da benim kefaletimde olsun, dedi. (Benden kuvvetli) Konü^niamızda beni altetti (muhalefet edemedim, vermeye mecbur kaldım diye da'vâsmı anlattı.) [23]
24 (Dâvûdi «Yemin ederim ki, (hâl, söylediğin gibi ise) o, senin koyununu koyunlarına katmak istemekle sana zulmetmiştir.» dedi. )
Hakîkateîi i (mallarını birbirine) karıştıran (ortak) lardan çoğu mutlaka birbirine zulmeder. Ancak îmân edip de sâîih amelîler işleyenler müstesna. Onlar da pek az.»
Bu husûsda Peygamberlerin ismetine dokunan bir kıssa naklederler. Kıssa' şudur:
Dâvûd Aleyhisselâm'm 99 karısı varmış. Bir gün, son derece güzel bir kadın görmüş. Ve ona âşık olmuş. Kocasmı ölsün diye birkaç defa harbe göndermiş. Nihayet adam harbde vurulmuş. Dâvûd Aleyhisselâm da karısı ile evlenmiş. Hattâ Süleyman Aley-hisselâm, ondan doğmuş. Hakikatte Peygamberler böyle şeylerden münezzehtirler. Hz. Alî (R.A.):
«Kim Dâvûd Aleyhisselâm kıssasını bu şekilde naklederse, ben ona 160 dayak vururum!» demiştir. Bu kıssanın, şu kadarı sahih olabilir:' Dâvûd Aleyhisselâm, o zâtın istediği kızı istemiştir. Yâ-hûd o zâtdan karısını boşamasını dilemiştir. Netekim muhacirlerin gönüllerini almak için Ensâr kadınlarından ba'zılarını boşayıp onlara vermek istemişlerdi. Allah Teâlâ, Hz. Davud'un bu hatâsını bildirmek için insan şeklinde iki Melek göndermiştir. Bunların, Cebrail ile Mîkâîl oldukları söylenir. Melekler, iki da'vâcı şeklinde gözükmüşler. Ve da'vâdan sonra kendi şekillerine girerek semâya uçmuşlar. Dâvûd Aleyhisselâm da anlamış ki, bahsedilen 99 koyun kendi zevceleri, gasbedilen bir kojmn da o zâtın zevcesidir.
Dâvûd, kendisini sınadığımızı (ve hatâsına agah ettiğimizi) anladı. Ve hemen Rabbinden mağfiretini niyaz etti. Rükû' ederek Secdeye kapandı. Ve tevbe ile Allah Teâlâ'ya rücû' etti.
Bu âyet-i celüe, secde âyetlerindendir. [24]
25 (Biz de hatâsını mağfiret ettik. Gerçekten onun nezdimizde yakınlığı ve akıbet varacağı güzel bir mercii vardır. ) [25]
26 (Ey Dâvûd! Seni yeryüzünde halîfe (yâhûd geçen Enbiyâya halef) kıldık. Artık, insanlar arasında adille hükmet! Nefsinin arzusuna tâbi' olma! Bu, seni Allah yolundan saptırır. Allah yolundan sapanlara, Hesâb Gününü unutmaları yüzünden, şiddetli bir azâb vardır.) [26]
27 (Biz göğü, yeri ve aralarmdakini boşuna yaratmadık.
(Belki onu kudret ve vahdâniyyetimize delü olmak üzere halk ettik). Bu, kâfirlerin zannıdır. Veyl o kâfirlere ki (bu zanla ba's, hesâb, sevâb ve ikaabı inkârları yüzünden) ateşi hak ettiler.) [27]
28 (Yoksa, o, îmân edip de sâlih ameller işleyenleri, yeryüzünde (şirk ve küfürle) fesâd çıkaranlar gibi mi sayacağız. Yâhûd fücurdan sakınanları fâcirler gibi mi tutacağız?) [28]
29 (Kur'ân, çok mübarek bir Kitabtır, ki sana indirdik. Tâ ki âyetlerini düşünsünler, akılları selim olanlar da öğüt (ve ibret) alsınlar. ) [29]
30 (Biz, Davud'a Süleyman'ı bahşettik. O ne güzel kuldu. Her hâlinde Allah Teâlâ'ya tevbe ve rücû' ederdi.) [30]
31 (Hani O'na Öğleden sonra, bir ayağını tırnağı üzerine dikerek üç ayağı üzerinde duran makbul ve sür'atli atlar
gösterilmişti.)
Kelbi'nin rivayetine göre; Süleyman Aleyhisselâm Dımaşk'da veya Nusaybin'de harb ederek bin at ele geçirmişti. Mukaatil, bu atların O'na babasından kaldığını söylemiştir. Öğle Namazını kıldıktan sonra bakmış ki Güneş batıyor. Halbuki kendisi İkindi Namazını kılmamış. Buna pek üzülmüş; ve: [31]
32 (Beni bu mal (at) sevgisi Rabbimin zikrinden alıkoydu. Güneş gurub etti (İkindi Namazını kılamadım.) demişti.) [32]
33 (Onları, bana geri getirin.» diye emretti. Kılıçla (Allah yolunda) ayaklarını ve boğazlarını kesti.)
Atların hem bacaklarını hem boyunlarını kesmesi dünyâyı tahkir içindir. Bu, O'nun şeriatında mubah idi. Bize, haramdır. Rivayete göre; dünyâdaki iyi cins koşu atları, kesilmeden kalan yüz attan üremiştir. Hz. Ali (R.A.)'den rivayet edilmiştir ki, Süleyman Aleyhisselâm'm: «Bana, geri getirin!» sözünün ma'nâsi: Güneş'i geri getirin demektir. Bu sözü, Güneş Meleklerine söylemiş; onlar da Güneş'i geri getirmişler ve İkindi vakti çıkmadan eda etmiş. Zîrâ atların O'na arz olunması dünyâ sevgisi için değil, cihâd içinmiş.
Hasan diyor ki: «Süleyman Aleyhisselâm, o atları öldürünce, Allah Teâlâ kendisine daha hayırlısını ve daha sür'atlisini yânı rüzgârı verdi.» [33]
34 (Celâlim hakkı için, Biz Süleyman'ı imtihan da ettik. Tahtının üstüne bir cesed bıraktık. Sonra tevbe ile rücû' etti. )
Süleyman Aleyhisselâm, mülkü elinden alınmak sureti ile imtihan olunmuştur. Buna sebeb, sevdiği bir kadınla evlenmesi olmuş. Çünkü kadın, putperest imiş. Hz. Süleyman'ın haberi olmadan O'nun sarayında puta taparmış. Süleyman Aleyhisselâm'm hükümdarlığı yüzüğünde imiş. Bir gün, helaya giderken yüzüğü Emine nâmmdaki bir cariyesine vermiş. Zâten âdeti bu imiş. Arkasından Sahr nâmmdaki bir Cinnî O'nun kıyafetine girerek yüzüğü almış. Artık bütün mahlûkât ve kuşlar O'na râm olmuşlar. Süleyman Aleyhisselâm gelince O'nu tahtında görmüş. Süleyman, benim, dese de kimse aldırış etmemiş, tahtının üzerindeki[34]
35 (Ey Rabbimî Beni mağfiret et! Ve bana öyle bir mülk ve saltanat bahşet, ki benden sonra hiçbir kimseye lâyık olmasın. Şübhesiz Sen, cümlenin murâdını ihsan edicisin.» dedi.)
Bir müddet sonra Süleyman Aleyhisselâm, yüzüğünü ele geçirerek tahtına dönmüş. Ve Allah'dan mağfiret dilemiş. Bu mağfiret dileğine muhtelif sebebler gösterilmiştir. Bir rivayete göre; Hz. Süleyman'ın bir çocuğu dünyâya gelmiş. Şeytanlar, zarar vermesin diye çocuğu bulutun üzerine koyup orada besletmiş. Tevekkülü terk ettiği için Allah Teâlâ çocuğun ruhunu kabzederek cesedini Süleyman Aleyhisselâm'ın tahtının üzerine koydurmuş. Başka bir rivayette şöyle denilmiştir;
«Süleyman Aleyhisselâm'm bir oğlu vardı. Bir gün, oğlu yanında iken Azrail Aleyhisselâm, Hz. Süleyman'ı ziyarete geldi. Oğlu, ondan korkup rengi değişti. Süleyman (A.S.) rüzgâra emrederek çocuğu oradan naklettirdi. Meğer, çocuğun eceli gelmiş imiş. Rüzgârın üzerinde ruhu kabzolunup Süleyman Aleyhisselâm'm tahtı üzerine cesedi bırakılmış. Süleyman (A.S.) tevekkülü terk etmekle hatâya düştüğünü anlayarak pişman olmuş ve tevbe ile Allah'a yönelmiş. [35]
36 (Bunun üzerine Biz, O'na rüzgârı teshir ettik. O'nun emriyle, tatlı tath eserek, istediği yere giderdi. ) [36]
37, 38 ( İnşaatçı ve dalgıç Şeytanları ve zincirlerle bağlı olan [başkalarını da O'na müsehhar kıldık.) [37]
39 (Ey Süleyman! (Bu mülk, bu saltanat ve teshir) sana, Bizim atâmızdır. Ondan dilediğine ihsan et, ve dilediğine etme! Hesâb olunacak değilsin. )
Yâhûd hesâbsız sana verdik. Veya Bizim, atamız çoktur. Kimse1 onu saymaya, hesâb etmeye kaadir değildir. [38]
40 (Dünyâda böyle olmakla beraber Âhirette de) gerçekten O'nun nezdimizde yakınlığı ve akıbet varacağı güzel bir mercii vardır. ) [39]
41 (Yâ Muhammedi) Kulumuz Eyyûb'u da yâdet! Hani O, Rabbine: «Yâ Rab! Şeytan, bana rene ve elemle dokundu.» diye duâ ve nida etmişti.
Her şey Allah Teâlâ'nındır. Böyle iken Eyyûb Aleyhisselâm'ın uğradığı meşakkat ve elemi Şeytan'a nisbet etmesi, Cenâb-ı Hakk'a karşı olan edebindendi. Nihayet, bu duasına icabetle buyuruldu ki: [40]
42 (Ayağınla yere vur! İşte, yıkanılacak ve içilecek serin bir su! )
Rivayete göre; Hz. Eyyûb, ayağını yere vurmuş ve biri sıcak, biri soğuk iki pınar çıkmış. Sıcak su ile yıkanıp bedenindeki ağrılar dinmiş: soğuk sudan içerek içindeki elemler zail olmuş. (Nasıl ki bu gibi sulardan insanlar hâlâ istifâde etmektedirler.) [41]
43 (Tarafımızdan bir rahmet ve kâmil akıl sâhibleri için bir ibret olmak üzere; Biz, ona ehlini ve beraberlerinde daha bir mislini hibe ettik. ) [42]
44 (Eline (yaşı, kurusu karışık) bir demet (ot) al da onunla (zevcelerine) vur ki, (yemininde) hânis olmayasm, dedik. Biz, Eyyûb'u cidden (nefsin, ehline, ve malına erişen musibetlere) sabreder bulduk. O, ne güzel kuldu. Dâima Allah Teâlâ'ya döner, O'na sığınırdı.)
Rivayet edildiğine göre; Eyyûb Aleyhisselâm zevcesi Leyyâ bint-i Ya'kûb yâhûd Rahmet bint-i Efrâim bin Yûsuf'a, çağırdığı bir hizmete geç gelmiş bulunduğu için, sıhhat bulduğu takdirde yüz değnek vurmaya yemin etmişti. Halbuki zevcesinin kendisine ettiği hizmet ve fedakârlıkları pek büyüktü. Bu sebeble, Cenâb-ı Hak yüz tane sapın bir arada ve bir defada vurulmasını kâfi' gördü. [43]
45 (Tâat ve. ibâdette kuvvet, ulûm ve maarifte, §erîat ve dînde basiret sâhibleri bulunan kullarımız îbrâhîm, İshâk ve Ya'-kûb'u da yâdet!) [44]
46, 47 (Zîrâ Biz, onları, dâima Âhiret evini hatırlamak gibi pâk bir hasletle, hâlislerden kıldık. Ve elbette onlar indimizde, en güzide, en hayırlı kimselerdendi. ) [45]
48 (İsmail'i, Elyesa'ı, ZülkifH de zikret! Bunların her biri güzîde, hayırlı insanlardandı. )
îsmâü Aieyhisselâm'ın babası îbrâhîm ve kardeşi îshâk Aley-hisselâmlardan ayrı olarak zikredilmesi şanına bilhassa i'tinâ içindir.
Elyesa bin Ahtub'u îlyâs Aleyhisselâm kendisinden sonra ts-râiloğullarına halife bırakmıştı. Bilâhare, O'na da nübüvvet verildi.
Zülkifl, Elyesa Aleyhisselâm'm amcasının oğludur. Yâhûd Bişr bin Eyyûb Aleyhisselâm'dır. Lâkab ve nübüvveti ihtilaflıdır. Benî israil'den yüz Peygamberin katilden O'na sığındığı ve hepsini himaye ettiği söylenir.'[46]
49 (Bu, (Peygamberler için bir şeref) bir zikirdir. Her hâlde müttekîler için dönüp varılacak güzel bir merci' vardır. ) [47]
50 (Ki bu Adn Cennetleridir. Bütün kapılan kendilerine açıktır.) [48]
51 (İçlerinde tahtlarına yaslanacaklar, çeşid çeşid meyvalar ve içecekler isteyecekler.) [49]
52 (Ve yanlarında gözlerini kasreden (zevçlerinden başkasına bakmıyan) yaşıt (aynı yaş ve güzellikte) huriler vardır.) [50]
53 (îşte, Hesâb Günü için size va'dolunanlar bunlardır.) [51]
54 (Bu, Bizim (müttekîler için hazırladığımız) tükenmiyecek rızkımızdır. ) [52]
55 (Bu (Cennet ehlinin) böyle. Kâfirler İçin ise, muhakkak çok kötü bir merci' vardır. ) [53]
56 (Cehennem. Oraya girecekler. O, ne kötü yataktır. ) [54]
57 (Bu azâb onlar içindir. Tatsınlar! Kaynar su ve irin.)
îbn-i Abbâs (R.A.)'a göre; gassâk, şiddetli soğuk demektir. Ateş, sıcaklığı ile; bu da soğukluğu ile yakar. [55]
58 (Onlar için, bundan başka, bu şekilde daha çeşid çeşid azâblar vardır.) [56]
59 (Melekler, kâfirlerin elebaşılarına, kendilerine tâbi olanları göstererek): «İşte, sizinle birlikte (Cehennem'e) giren güruh.» (Dünyâda yakuılarmızdı diyecekler, onlar da): «Rahat yüzü görmesinler. (İstihkaklariyle) ateşe girmişlerdir.» (diyecek.) [57]
60 (Metbûlarj «Hayır! Asıl siz rahat yüzü görmeyin. Bu hâle bizi uğratan sizsiniz. Burası ne kötü karargâhtır.» diyecekler.) [58]
61 (Ve yine diyecekler ki: «Ey Rabbüniz! Bizi (iğvâ ederek) kira bu azaba uğramamıza sebeb olduysa, onun ateş içindeki azabını kat kat arttır.» ) [59]
62 ( Bir de, şöyle diyecekleri «Bize ne oldu? Ki (dünyâda) kötü saydığımız adamları ateşte görmüyoruz.) [60]
63 (Kendileriyle istihza eder dururduk. Yoksa gözlerimiz onlardan kaydı mı?) [61]
64 (Bu Cehennem ehlinin birbirleriyle mücâdele ve muhâ-samaları, muhakkak doğrudur.) [62]
65 (De ki: «Ben, ancak Allah Teâlâ'nın azâbiyle sizi korkutmaya me'mûr Resulüyüm. Tek ve her şeyi kaahir Allah Teâlâ'-dan gayri nıa'bûd yoktur.) [63]
66 (Göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbi O'dur. Ve dilediğine azâbla-galip, dilediğine mağfiretle mün'imdir.) [64]
67, 68 (De ki: «Bu CKur'ân) pek büyük bir haberdir. Siz, ondan yüz çeviriyorsunuz.») [65]
69 (Benim Mele-i A'lâ'ya, aralarında münâkaşa ederlerken, hiçbir bilgim yoktu.) [66]
70 (Ben, ancak apaçık inzâra me'mûr olduğum içindir ki, (bu bilgi) bana vahyolunuyor) [67]
71 (Hani, Rabbin celle şânuh, Meleklere: «Ben, çamurdan bir insan yaratacağım.» demişti.) [68]
72 (Hilkatini tamamlayıp da içerisine ruhumdan nefhettiğim zaman ona secde edin.) [69]
73 (Bütün Melekler, ,toptan secde etmişlerdi.) [70]
74 (Yalnız İblis, kibirine yediremedi de kâfirlerden oldu.) [71]
75 (Allah Teâlâ: «Yâ İblis! İki elimle (vasıtasız, kudretimle) yarattığım şeye secde etmekten seni men'eden ne? Kibirlendin mi? Yoksa yücelerden mi oldun?» buyurdu.) [72]
76 (İbn: «Ben, ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten, onu çamurdan yarattın.» dedi.) [73]
77 (Allah Teâlâ buyurdu: «Hemen buradan (Cennet'ten, veya semâdan, yâhûd melekiyyet suretinden) çık! Zîrâ, artık sen rahmetimden matrûdsun.) [74]
78 (Ve Ceza Gününe değin lâ'netim üzerindedir.) [75]
79 (İblis: «Ey Rabbim! İmdi ba'solunacakları güne kadar bana mühlet ver.» dedi. ) [76]
80, 81 (Allah Teâlâ: «Ma'lûm bir vakte dek sana mühlet verilmiştir.» buyurdu.) [77]
82, 83 (İblis: «Yâ Rab! İzzetin hakkı için, ben, içlerinden muhlis kulların müstesna, onların hepsini idlâl edeceğim.» dedi. ) [78]
84, 85 (Allah Teâlâ: «Bu doğru. Ve ben doğruyu söylerim. Celâlim hakkı için, Cehennem'i senden (senin
cinsinden) ve onların içinden sana tâbi' olanlarla tamamen dolduracağım.» buyurdu. ) [79]
86 (De ki (Yâ Muhammedi) (Risâletimi tebliğ için) sizden hiçbir ücret istemiyorum. Ve Ben, size kendiliğimden (bir şey îcâd edip de) teklif edenlerden de değilim.» ) [80]
87 (O (Kur'ân), bütün âlemler için ancak bir zikir (bir mevize) dir.) [81]
88 (Her hâlde, onun haberini (gerçekliğini, va'dini, vaidini, ba'si) bir müddet sonra (ölümünüzü müteakıb, yâhüd Kıyamet Günü, veya îslâm'ın galebesi zamanında) hepiniz bilmiş olacaksınız.) [82]
[1] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/43.
[2] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/43.
[3] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/43-44.
[4] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/44.
[5] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/44.
[6] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/44.
[7] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/44-45.
[8] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/45.
[9] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/45.
[10] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/45.
[11] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/45.
[12] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/46.
[13] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/46.
[14] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/46.
[15] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/46.
[16] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/46.
[17] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/46-47.
[18] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/47.
[19] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/47.
[20] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/47.
[21] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/47.
[22] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/47.
[23] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/47-48.
[24] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/48.
[25] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/49.
[26] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/49.
[27] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/49.
[28] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/49-50.
[29] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/50.
[30] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/50.
[31] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/50.
[32] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/50.
[33] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/50-51.
[34] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/51.
[35] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/51.
[36] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/52.
[37] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/52.
[38] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/52.
[39] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/52.
[40] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/52.
[41] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/53.
[42] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/53.
[43] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/53.
[44] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/53.
[45] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/53.
[46] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/54.
[47] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/54.
[48] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/54.
[49] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/54.
[50] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/54.
[51] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/54.
[52] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/55.
[53] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/55.
[54] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/55.
[55] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/55.
[56] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/55.
[57] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/55.
[58] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/55.
[59] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/55.
[60] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/55.
[61] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/56.
[62] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/56.
[63] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/56.
[64] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/56.
[65] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/56.
[66] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/56.
[67] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/56.
[68] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/56.
[69] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/56.
[70] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/56.
[71] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/57.
[72] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/57.
[73] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/57.
[74] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/57.
[75] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/57.
[76] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/57.
[77] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/57.
[78] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/57.
[79] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/58.
[80] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/58.
[81] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/58.
[82] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/58.