53 - NECM SÛRESİ

 

Mekke'de nazil  olmuştur,  62 âyettir.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adiyle[1]

 

1 (Gurubettiği zaman yıldız hakkı için! )

Veya doğduğu zaman, yâhûd Kıyamet Gününde dağıldığı za­man.

Yıldızdan murâd: «Süreyya (Ülker) yıldızındır. Yâhûd; parça parça inen Kur'ân'dır denilmiştir. Bu takdirde, âyet-i kerîme, he-vâ: Nüzul ma'nâsma geldiğine göre: «Nüzul eden Kur'ân hakkı için»  olur.

Sûre-i celîle, Aleyhissalâtü vesselam Efendimizin kırâetini ilân ettiği ilk sûredir. Haremi Şerîf'de kırâet buyurmuş, müşrikler din­lemişlerdir,                                                              

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve Neseî'nin îbn-i Mes'ûd (R.A.)' dan rivayetlerine göre de, secde nazil olan ilk sûre de keza «Vennecm» dir.

Nüzul sebebi: Müşriklerin, «Kur'ân'ı, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)  kendisi uyduruyor,» demiş olmalarıdır. [2]

 

2  (Sahibiniz  (Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem)  doğru yoldan sapmadı. Bâtıla da inanmadı.) [3]

 

3 (Ve o nevasından  (arzusuna    göre söz)  söylemez.  (O'nun nutku Kur'ân'dır.)  [4]

 

4 (Kur'ân veya onun dîn emrindeki sözü)  ancak bir va­hiydir, ki Allah Teâlâ tarafından vahyolunmuştur. ) [5]

 

5, 6, 7 (Onu, kuvvetleri şiddetli biri   (bir Melek)   O'na tatim etti. Ki akıl ve re'yinde muhkemdir. Hilkati hakîkiyyesi il zere doğruldu. Ve o, en yüksek ufukta   (ufk-u semâda,  yâhûd Sidret'ül-Müntehâ'da) idi. ]                                                                  

Bu Melek, Cebrail Aleyhisselâm'dır. Kanad ve sayhâsiyle şehirleri ve kavimleri zîrü zeber (altüst)  eylemişti.                      

Lût kavminin köylerini kanadı ile kara sudan çıkararak gökk yüzüne kaldırdıktan sonra tepesi aşağı çevirmiş; Salih Aleyhisse lâm'm kavmini bir na'ra ile helak etmiş; İblîs'i îsâ Aleyhisselâm'^ la söyleşirken görerek kanadı ile bir üfürüşde Hindistan'ın nihâj yetinde bir dağın üzerine düşürmüştür. Rivayete göre-, Peygambe­rimiz (S.A.V.)'den başka hiçbir Peygamber, onu halk edildiği şekilde görmemiştir. Peygamberimiz dahi kendi şekli ile yalnız ik| defa görmüştür. Bunun biri, yerde Hıra Dağı'nda, biri, gökte olf-muştur. Sair zamanlarda, O'na insan şeklinde görünmüştür.      [6]

 

 8,9,10 ( Sonra Cebrail (A:S) Resullulah Sallallahü aleyhi ve selemle yaklaştı. Aşağı sarktı, O na iki yay kadar belki ondan daha yakm oldu. Allah Teâlâ'nm vahyettiğmı, O da kuluna, hammed (S.A.V.)'e vahyeyledi. ] [7]

 

11 (O'an  (Aleyhissalâtü vesselâm'm)  gördüğünü kalbi tekzîb etmedi.)

Ba'zı rivayetlere nazaran; Resûlüllah'ın gordugu, Allah Tealadır. [8]

 

12  (Hâlâ siz, O'nun gördüğü şey üzerinde mücâdele mi edi­yorsunuz? ) [9]

 

13, 14, 15 (Yemîn ederim ki, O, (sûret-i hakîkiyyesi ile) O'-nu bir defa da Sidret'ül-Müntehâ yanında görmüştü. Ki Cennet' ül-Me'vâ onun yanındadır. )

Cennet'ül-Me'vâ:  Melekler  ve   mütteküerle   şühedâ  ruhlarının barındıkları Cennettir.

Sidret'ül-Müntehâ: Tûbâ Ağacı'dır. «Nebk Ağacı» olduğunu söyleyenler de vardır. Yedinci kat semânın üstünde Arş'ın sağın­dadır. Cennet ırmakları, onun kökünden çıkar. Melekler, ona ka­dar varır; ötesine geçemezler. Meyvesi, Hecr destileri, yaprağı fil kulağı gibidir. Bütün mahlûkatm ilim ve amelleri onda nihayet bulur. [10]

 

16 (O zaman, sidreyi bürüyen buruyordu.)

Onu tavsifi kabil olmayan şeyler bürümüştü, yeyâ nûr-i ilâhi kaplamıştı.  Yâhûd  orada  sayısız  Melekler  ibâdet  etmekteydiler. [11]

 

17 (Peygamberin gözü, gördüğü şeyden meyi ve sağına so­luna tecâvüz etmedi. ) [12]

 

18 (Yemîn ederim ki o,  (Mi'râc Gecesi) Rabbî celle şânuh'un pek büyük âyetlerinden bir kısmını gördü.) [13]

 

21 (Erkek sizin de, kız Allah Teâlâ'nın mı? ) [14]

 

22 (Bir taksim ki nefret edip de istinkâf ettiğinizi Allah Tîej-âlâ'ya bırakıyorsunuz.)  O hâlde bu  (zalimane)  insafsızca bir talksîm! ) [15]

 

23 (Bu putlar, ancak sizin ve babalarınızın (ilâh diye isim­lendirdiğiniz) adlardan ibarettir. Allah Teâlâ'dan, onların ulûhiy-yetiııe, indirilmiş bir hüccetiniz yoktur. Onlar, ancak bâtıl bir te-vehhüme ve nefislerinin nevasına ittibâ etmişlerdir. Halbuki ye mîn olsun, Rableri tarafından kendilerine hidâyet (Resul ve Kitab)   gelmiştir. ) [16]

 

24,25 (O; ne dilerse, o olur. Her şey, Allah'ın    hüküm ve irâdesine tâbidir. )       [17]  

 

26  Göklerde nice Melekler vardır ki, şefaatleri hiçbir şeye fayda etmez. Meğer ki,  Allah Teâlâ dilediğine, ve razı  olduğuna şefaat etmeleri için izin verdikten sonra olsun. ) [18]

 

27 (Âhiret'e  îmânı  olmayanlar,  Meleklerin  her  birine   dişi­lerin adlarını takarlar.) [19]

 

28 (Halbuki onların, bu husûsda yakîn veya hüccetleri yok­tur. Belki onlar, zan!arına ittibâ' ediyorlar. Zan ise, şübhe yok ki, haktan bir şey ifâde etmez.) [20]

 

29,30 (îmdi (Yâ Muhammedi) Bizim zikrimize (Kur'ân'a) arka çevirenlerden ve ancak dünyâ dirliği dileyenlerden yüz çe­vir! Onların, işte ilimde ulaşabildikleri son had budur. Şübhe yok ki, Rabbin celle şânuh, doğru yoldan sapam, dalâlette ısrar edeni en iyi bilendir. Hidâyeti bulan, doğru yolu tutanı en iyi bilen de O'dur.) [21]

 

31 (Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah Teâlâ'nm halk ve mülküdür.   (Hepsinin hâllerine  ve  amellerine  vâkıftır).  Tâ ki amellerinde   isâet  edenleri   (Cehennem  ateşiyle)   cezalandırsın  ve (tâat ve tevhidle) ihsan eyliyenleri de daha güzeli ile  (Cennet ni' L metleriyle)   mükâfatlandırsın.) [22]

 

32 (Onîar ki  (ısrar etmemek şartiyle)  küçük kusurlar müs tesnâ, günâhların büyüğünden ve fevâhişten sakınırlar. Şübhe yoK ki, Rabbin celle şânuhun rahmeti geniştir. )

Sizi, topraktan halk ettiği sırada ve henüz analarınızın kar­nında birer cenîn iken bile her hâlinizi çok iyi bilen O'dur. O hâl­de, nefislerinizi tezkiyeye kalkışmayın! (Kendinizi hiç günahsız, kusursuz, tertemiz addederek öğmeyin. Farkında olmadığınız pek çok kusurlarınız bulunabilir. Tamâmiyle korunan)   müttekîleri, en iyi Allah Teâlâ bilir. [23]

 

33, 34 (Hakk'a ittibâdan yüz çeviren, (malından) biraz verip de mütebakisini elinde tutan kimseyi gördün mü?)

Âyet-i kerîmenin,  Velîd  İbn-i Mugîre  hakkında nâzü  olduğu mervidir.

Velîd, Hesûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem Efendimizin mec­lisine gelir, kıraatini ve öğütlerini    dinlerdi. İslâm'a meyletmişti. Müşriklerden biri kendisini ta'yîb etti: «Atalarının dînini terk ve tadlil ettin.» dedi.

Velîd: «Allah Teâlâ'nın azabından korkarım.» diye cevâb verdi.

Arkadaşı: «Malının bir kısmını bana verirsen ben, senin aza­bını yüklenirim.» dedi.

Bunun üzerine Velîd, îmândan yüz çevirdi. Fakat arkadaşiyle kararlaştırdıkları mikdârın birazını verip mütebakisini vermekten istinkâf etti. Âyet, bu hâdiseye işaret etmektedir. Ayet-i kerîme'nin Ebû Cehil veya Âs bin Vâil hakkında nazil olduğu da rivayet edilir. [24]

 

35 (Gaybin ilmi, onun nezdinde midir ki (dostunun azâbmı 'yüklenebileceğini)  görebilsin.) [25]

 

36, 37, 38 (Yoksa Musa'nın ve (ahdine) çok vefakâr îbrâ-Jıîm'in sahîfelerindeki (şu emir) ona bildirilmedi mi? Ki kimse, kimsenin günâhını yüklenmez. (Kimse başkasının günâhiyle muâhaze olunmaz.) [26]

 

39, 40,41 (İnsan için, kendi sa'yinden başka ,,bir şey yoktur. Ve sa'yi (Kıyamet Günü mizanında) mutlaka görülecektir. Sonra da, ona en değerli mükâfat verilecektir. ) [27]

 

42  (Ve şübhesiz kî, bütün halkın tihâ ve dönüşleri Allah Teâlâ'yadır. ) [28]

 

43, 44  (Hakikat. Güldüren de, ağlatan da (dünyâda)  öldüren de  (Âhirette)  dirilten de O'dur. ) [29]

 

45, 46  (Ve   (rahme)   dökülen nutfeden  erkek ve dişi iki sı­nıfı yaratan da O'dur. ) [30]

 

47  (Ölümden  sonra)   yeniden   diriltmek   de   O'na   âiddir.) [31]

 

48, 49  (Ve  şübhe  yok  ki,   zengin   eden,   sermâye   veren   de O'dur. Şı'râ yıldızının Rabbi de yine O'dur. )

Şı'râ:  Cevza'dan sonra  doğan  parlak bir yıldızdır,  ki Huzâa kabilesi bu yıldıza taparlardı. [32]

 

50, 51, 52, 53, 54 (Önce gelen Âd'ı, Semûd'u da helak eden, onlardan hiçbirini bırakmıyan O'dur. Daha evvel Nûh kavmini de helak etmişti. Zîrâ bunlar (bu iki kavimden) daha zâlim, daha azgmdılar. Mü'tefike'yi de O kaldırıp yere attı  (Yerin altına geçir­di.)   Onlara örttüğünü örttü.)

Evvelki Âd, Hûd Aleyhisselâm'ın kavmidir. İkinci Ad,  (îrem) dir. Mütefike; Lût kavminin köyleridir. [33]

 

55 (Şimdi   (Ey insan! Bunları bildikten sonra)  Rabbin celle şânuh'un ni'metlerinden hangisinde  şekkedersin? ) [34]

 

56 (İşte bu   (beyân)   evvelki inzârlardan bir inzârdır.)

Evvelki Peygamberlerin inzârı cümlesinden veya onlar kabi­linden bir inzârdır.

Bu ma'nâca, Nezir: înzâr ma'nâsına masdardır. Münzir ma'nâ-sına sıfat olursa, «Hazâ» Peygamberi göstermiş olur. Yâni, bu Kur'-ân'ı getiren Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem, o Mûsâ ve îb-râhîm gibi, evvelki Peygamberler cümlesinden bir Peygamberdir. Verdiği haberler muhakkak olacaktır.

Hâzâ'nın Kur'ân'a işaret olması melhuz olduğu gibi, bilhassa şu habere işaret olması da muhtemeldir. [35]

 

57, 58 (Yaklaşan (Kıyamet) yaklaştı. Onu Allah Teâlâ'dan gayri keşfedecek kimse yoktur. (Kimse keşfe kaadir değildir. Onun ıztırablarmı, hâilelerini Allah'tan başka açacak, def veya ref edecek hiçbir kudret ve kuvvet yoktur. Yâhûd onun ne zaman ve nasıl olacağını keşfederek bilecek kimse yoktur.) [36]

 

59, 60, 61 (Şimdi siz, bu söze mi (Kur'ân'a mı) taaccüb edi­yorsunuz? Gülüyorsunuz da (hâlinizin vehâmetine) ağlamıyorsu­nuz. Siz gaafillersiniz, )

Ağlamıyorsunuz  da çalıp  oynuyorsunuz veya  eğleniyorsunuz, îmândan istikbâr ediyorsunuz ey gaafiller!

Kur'ân-ı Kerîm okunurken, onu dinletmemek için tegannîye başlarlar, oynarlardı. [37]

 

62 (İmdi hepiniz, Allah Teâlâ'ya secde edin! O'na ibâdet ey­leyin! )

İşbu âyeti kerîme, secde âyetlerindendir.

Zeyd b,  Sabit   (R.A.)'den rivayet olunduğuna göre:

«Peygamber (S.A.V.)'den Vennecmi sûresini okudum; secde etmedim.» demiştir.

Bu, secde-i tilâvetin vâcib olmadığına delildir. Hz. Ömer (R.A.):

«Allah Teâlâ üzerimize secde-i tilâveti vâcib kılmamıştir. Me­ğer ki biz, kendi arzumuzla secde edelim.» demiştir.

İmâm Şafiî ile Ahmed b. Hanbel'in mezhebleri budur. Bir ce­maata göre, okuyana da dinleyene de secde vâcibtir. İmâm A'zam'-m kavli budur. [38]



[1] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/234.

[2] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/234.

[3] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/234.

[4] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/235.

[5] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/235.

[6] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/235.

[7] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/235.

[8] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/236.

[9] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/236.

[10] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/236.

[11] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/236.

[12] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/236.

[13] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/236.

[14] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/237.

[15] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/237.

[16] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/237.

[17] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/237-238.

[18] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/238.

[19] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/238.

[20] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/238.

[21] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/238

[22] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/239.

[23] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/239

[24] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/239-240.

[25] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/240.

[26] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/240.

[27] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/240.

[28] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/240.

[29] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/241.

[30] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/241.

[31] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/241.

[32] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/241.

[33] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/241-242.

[34] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/242.

[35] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/242.

[36] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/242.

[37] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/242-243.

[38] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/243.