Abdulkadir
Geylani
"Dünya bir çarşıdır, bir pazar yeridir. Yakında kapanır, dağılır. Size yalnız fânileri gösterecek ve onlara bağlanmanıza sebep olacak kapıları kapatınız. Allah’ın kudretini görmenize ve yalnız O’nu sevmenize vesile olacak kapıları açınız.."
Abdülkadir Geylani, 1077 (hicri 470)
yılında, Peygamberimizin vefatından 445 yıl sonra, Hazar
denizinin güneyinde Geylan kasabasında doğmuş, 1165 (hicri 562)
yılında 91 yıllık bir ömürden sonra bu aleme veda
etmiştir. Soy itibariyle, babası Seyyid Musa tarafından
Imam-ı Hasan’e, annesi Fatma Hatun tarafından da Imam-ı
Hüseyin’e dayanıyordu.
ABDULKADIR GEYLANI’NIN AKIDESI
ABDULKADIR GEYLANI’DEN öğüTLER
ABDULKADIR GEYLANI’NIN VASIYETI
ABDULKADIR GEYLANI’NIN TASAVVUF ANLAYIşI
KITAPLARI
1) FETHU’R – RABBANI ’ den demetler
2) FUTUHU’L - GAYB
13. Makale ALLAH'IN EMRİNE TESLİM OLMAK
16. Makale TEVEKKÜL VE DERECELERİ
17. Makale ALLAH'A VASIl OLMANIN YOLU
18. Makale HAKKI ŞİKAYET ETMEMEK
19. Makale AHDİ YERİNE GETİRMEK, SÖZDEN DÖNMEMEK
20. Makale "SANA ŞÜPHE VERENİ BIRAK"
21. Makale ŞEYTANLA BİR KONUŞMA
22. Makale İMAN SAHİBİNİ TECRÜBE
23. Makale ALLAH'IN VERDİĞİNE RAZI OLMAK
24. Makale ALLAH'IN RAHMET KAPISINA TEŞVİK
26. Makale EDEP PERDESİNİ AÇMAMAK
27. Makale "HAYIR VE ŞER, İKİ MEYVEDİR" HADİS-İ ŞERİFİ ÜZERİNE
28. Makale MÜRİDİN HALİNİ BEYAN
29. Makale “ZAMAN OLUR Kİ, FAKİRLİK KÜFRE YAKLAŞIR” HADİS-İ ŞERİFİ ÜZERİNE
32. Makale HAK SEVGİSİNE BAŞKASINI KATMAMAK
32. Makale İNSANLARI DÖRT BÖLÜMDE ANLATMAK
36. Makale DÜNYA VE AHİRET İŞLERİ
38. Makale DOĞRULUK VE NASİHAT
39. Makale AYRILMAK, BİRLEŞMEK VE NİFAK
43. Makale DİLENCİLİĞİN KÖTÜLÜĞÜ
44. Makale ARİF-İ BİLLAH’IN DUASINA NEDEN İCABET OLUNMAZ
ABDULKADİR-İ GEYLANİ’NIN AKİDESİ
"Hamd o AIlah'a ki, nicelik ve niteliği O nitelemiş ve kendisi nicelik ve nitelikten pak ve münezzeh kalmıştır. Zaman ve mekanı O yaratıp meydana getirmiş ve kendisi zaman ve mekan kaydından pak kalıp izzet ve şerefle saltanatım kurmuştur, (îl-miyle, kudretiyle, rahmet ve inayetiyle) her şeyde mevcud olmuş ve fakat zarfiyetten münezzeh ve mukaddes kalmıştır. Her şeyin yanında hazır olmuş ve fakat bir şeyin yanında mekan tutmaktan çok yüce kalmıştır.
"Allah nerede"dir, dersen, onu mekanla talep
etmiş olursun. "Allah nasıldır ve nicedir" dersen, Onu
nitelik ve nicelikle talep etmiş olursun. Onun hakkında "ne
zaman?" dersen, Onu zaman kavramiyle kayıtlamış olursun!
O'nun hakkında "değil" tabirim kulla.mrsan, O'nu var
oluşluktan ta'tîl etmiş olursun. O'nun hakkında
"niçin" tabirim kullanacak olursan, melekütiyyet konusunda O'nunla
çatışmış olursun. O'nu tenzih ederiz; öncelik O'na
hastır, hiçbir şey O'nun önüne geçemez. Sonralık da O'na
hastır; sonralığa ilhak edilemez. Benzerlikle kıyas olunmaz;
hiçbir şekil yakınlığıyla nitelenmez. Eşlik ve
çiftlikle vasıflanmaz ve ayıplanmaz. Cisimlikle tanıtlanmaz.
O'nu tenzih ederiz, O'nun sam yücedir;
Allah adil'dir, hükümlerinde asla zulmetmez.
Sadık'dır, haber verdiği hiç bir şeyde döneklik yapmaz.
Öncesi olmayan bir söz ile konuşucudur. Onun sözünün başka hiç bir
yaratıcısı yoktur. Kur'anı indirip en güzel konuşanlan
acze düşürmüş ve böylece Muradiyye Mezhebinin hüccetlerini
çürüğe çıkarmıştır. Rabbimiz ayıpları
gizler; günahlan bağışlar, tevbe edenlerin tevbesini
Biz inanıyoruz ki, Allah, mü'minlerin kalblerini bir araya getirip uyumlu kılmıştır. Kafirleri de sapıklıklarıyle başbaşa bırakıp akl-ı selîm ve iradenin kapısını açık bırakmıştır. Bununla Hişamiyye Mezhebini reddediyoruz.
Biz tasdîk ediyoruz ki, bu ümmetin fasıklan, Yahudi, Hıristiyan ve Ateşperestlerden hayırlıdır. Bununla da Ca'feriyye Mezhebini reddediyoruz. Ve biz ikrar ediyoruz ki, O, hem kendini, hem de başkasını görüyor ve O her sesi duyuyor. En gizli hal ve düşünceleri görüyor. Bununla Ka'biyye Mezhebini reddediyoruz. Halkı (yaratıkları) en güzel fıtrat üzere yaratmıştır. Onları kabir çukurunun karanlığına birer fani olarak çevirmiş ve ilk yarattığı gibi onları tekrar diriltip hayata döndürecektir. Bununla Dehriyye Mezhebini reddediyoruz.
Hesap günü insanları ve diğer, canlıları bir araya toplayacağı gün, dostlanna (rahmet ve mağfiretle) tecellî eder. Dostları da O'nu dolunayı görür gibi görürler. O, o gün perde gerisinde kalmıyacak. Mu'tezile'den rü'yeti inkar edenleri reddediyoruz. O, nasıl olur da dostlanna görünmez, perde gerisinde durup onlan hesap alanında bekletir? Bu hususta O'nun kadim ve ezelî va'dleri vardır. Va'dlerini mutlaka yerine getiricidir.
"Ey itmi'nane ermiş ruh, dön Rabbine, sen O'ndan razı, O senden razı olarak; haydi gir kullarınım içine, gir cennetime!" Fecr süresi, Ayet: 28
Sen cennetlerden huri nîmetiyle hoşnud
olacağım mı zannediyorsun? Cennet bahçelerinde sündüsten
yapılmış bir giy-siye kanaat getireceğim mi
sanıyorsun? Mecnun Leyla'sız nasıl ferah bulup huzura
kavusabilir? Amber kokusunu almadan onu sevenler nasıl eğlenip rahat
edebilirler? Bir takım cesetler ki, ubudiyyet tahkîkinde
erimişlerdir. Allah katında yer almakla nasıl nîmetlenmiş
olmazlar? Karanlık gecelerde uykusuz kalmış bir takım
gözler, Allah ile ünsiyet müşahedesine erişince nasıl lezzet
almazlar? Bir takım gönüller ki, sevgi sütleriyle
gıdalanmışlar, nasıl olur da Rabbanî şerbetle
sulanmazlar? Bir takım ruhlar ki, beden şehrinde
hapsedilmişlerdir;
nasıl olur da kudsî bahçelerde gezip tozmazlar? Oranın yüce
yerlerinde eğlenmezler? Oranın susuzluğu giderici sulanndan
içmezler?
O günü nasıl tasvîr edelim, aşın derecede
olan aşk ve şevki nasıl anlatalun? Aşıklar hakimi o
gün arz-i endam edecek, açıktan kendini gösterecek ve bu davayı O
halledip hükme
bağlıyacaktır.
O gün Mevlasmın hitabına mazhar olan, tahiyyat
ile söze başlayacak; Mevlası da onu Cennet-i Adn'e buyur edecek. Ama
bir takım kimseler Cennete girmek istemiyecek, Rablerinden
başkasına bakmıyacaklanna and verecekler ve Ondan
başka-sına niyet bağlamıyacaklar; varlık aleminden hiç
bir şeye razı olmayacaklar; hem onların arzulan
aşağı nesneler de olma yacak. Onlar hayatın lezzetinden
ancak, övgüdeğer vuslatın hazzını almak için hicret
etmişlerdi. Bu yüzden onlara ebedî rahatın kadehim sunucular
şerbetler sunacak, öyle şerbetler ki hem katıksızdır,
hem de yumuşak. Buna hasret olanlar üze-rinde çevrilip açıktan
açığa takdim edilince, sabah akşam onları çepçevre
kuşatanca, onların şadilik ve iştiyaklarım
arttıracak, göz ve gönül doldurucu nürlanna doğru heveslerim çekecek.
Rabbim Senin Hakk ismine andolsun ki Senin cemali-ni görmeyen bir göz herhalde
sakıydir (bedbahttır). Rabbim, kendi güzelliğinle Sen bütün
aşıkları öldürdün.
Şüphesiz ki, Rabbim ben Senin aşkından yana bir vasiyet üzere
bulunuyorum;
Bu mesele ve önermenin doğruluğuna delîl, kuşların ağaçlar üzerinde davudî nağmelerle ötmeleridir. Ayrıca bağ bahçe aralannda kıvnla kıvnla akan suların çağlayan sesleri, esen rüzgarların dokunup raksettirdiği ağaç dallannın sündüs giysilere bürünerek çıkardığı gönül çekici nağmeleri de buna delildir. Çünkü bunların, evet bu saydıklanmızın hepsi Allah'ın birliğini dile getirip ifade etmektedirler.
Haberiniz olsun ey muhabbet ehli! Şüphesiz ki
Cenab-ı Hak seher vakti tecellî ederek şöyle seslenir: "Tevbe
eden kimse varmıdır? onun tevbesini
Uyanık olun ki, ruhlar kir ve pastan arınıp
safileşince, olanca güzelliğiyle ışık saçar,
aydınlık verir; bir nice hallerde basma gelen dert ve musibetler
eşit bir doğrultuda ona çok kolay gelir. Hiç şüphe yok ki, o
ruhların gözlerinden akan yaşlann kokusu, manevî ufuklarda misk
kokuşu neşreder. Onlar (fena aleminde) bir takım ayrılıkların
hasretine sabrettikleri için, yüksek mertebelerdeki vuslata hak
kazanmışlardır. Yine onların sözlerinin ve haberlerinin
sıhhati dostlar tabakasında sened ve rivayet
Allah bizi ve sizi dinde ayrılık meydana getirip
parçalanan, dağılan kimselerden korusun. Ayrılığa
düşenler, okun hedefi delip geçtiği gibi dinden öylece gelip
geçtiler; üzerlerinde dinden hiç bir eser görünmemektedir. Cenab-ı Hak
beni de, sizi de kendilerine cennette yüksek menziller verilen altlarında
ve üstlerinde ilahî füyuzatın eserleri görülen kullarından eylesin!
Allahım, rahmet ve afiyetim, halkın en şereflisi Muhammed'e ve
onun hanedan ve arkadaşlanna indir! Onları saygı ve ta'zîmin en
şereflisine has kıl! Onları çokça ve ebediyen, ardarda, yeni
yeni esenliğe her sabah ve her akşam mazhar eyle!.
Amin!.. Amin!..
Kaynak: Abdülkadir Geylani Füyüzat-ı Rabbaniye
ABDÜLKADİR GEYLÂNİ’DEN ÖĞÜTLER
Sakın yaptığın işlerde ve
bulduğun manevi halde kendi gücünü görmeyesin. Bu hal kişiyi
azdırır ve YARATAN’ın rahmet nazarından uzak kılar.
Sakın sözünü dinletme ve
***
Başkasında bulunan bir hatayı defetmek
istersen nefsinle yapma, imanınla yap. Kötülükleri ancak İMAN
yıkar. Bu durumda RABB’in
***
İSLAM gömleğin yırtık, İMAN elbisen pis, kalbin cahil, için kederle dolu. Gönlün İSLAMİYET’e açık değil. İç alemin harap, dışın mamur, bütün sayfaların günah karası. Sevdiğin ve arzuladığın yalnızca dünya.
Kabir kapısı açık ve ahiret
Sabırlı kulların bu dünyada çektiği cefa, Yüce Allah’ın (C.C) gözünden kaçmaz. Siz bir an olsun O’nun uğruna sabır yolunu tutun, yıllarca ecrini alırsınız. Ömrü boyunca “Kahraman” lakâbıyla gezen, onu bir anlık cesareti sonunda kazanmıştır.
***
Ey evlad, önce nefsine öğüt ver, onu yola getir, sonra da başkalarını... Senin henüz ıslaha muhtaç hallerin var, bunu sen de biliyorsun. Bunu bildiğin halde başkalarının islâhı ile uğraşma yolunda nasıl başarılı olabilirsin? Gözlerin bir adım öteyi görmüyorken körleri neyle yola getirme sevdasındasın?
***
Size gereken, Yüce Yaratanı sevmek ve O’ndan
başka kimseden korkmamaktır. Ve bütün işleri onun
rızasını gözeterek yapmak... Bunlar “Kalp” le olur, dil
gürültüsüne getirip söze boğmakla olmaz. Sonra mihenk taşına
vurulunca utanırsın. Kuru davaya kimse inanmaz. Halk arasında
söylediğin sözleri yalnız kaldığında söylüyormusun?...
Aynı duyguları tek başına kaldığın zaman da
duyman mümkün oluyor mu?... İşte bunları yapabiliyorsan mesele
yok... Kapı önünde “TEVHİD”, içeriye girince “ŞİRK”,
yakışır mı? Bu, nifak, ikiyüzlülük alametidir, içi bozuk
olmanın ta kendisidir. Acırım
***
Geliniz aşırı, uygun olmayan arzularımızı bir yana atıp YARATANIMIZA koşalım. Bu yolda biraz perişanlık çekelim. Ne olur sanki biraz zahmet çeksek? O’na vardıktan sonra bütün çekilen sıkıntılar unutulur. İçimize ve dışımıza hükmeden nefsimizi HAK yoluna çevirelim, Rabbimizin Elçisine, Sevgilisine başvuralım, O’nun eteğini bırakmayalım.
***
Bütün amacın yemek, içmek ve arzularının
tatmini olmasın. Bunların hepsi amaç değil, Yüce ALLAH’a (C.C.)
ulaşmak için birer araçtır. Bütün hedefin
Yaşadığın günü ömrünün son günü bil,
işlerini ona göre ayarla. Bu duygu
***
“ALLAH’tan (C.C) başka ilah yoktur,” dediğinde bir “DAVA” peşine düştün demektir. Her davada şahit isterler, şahidi olmayan davasını kaybeder. Ayrıca bu uğurda gelecek her türlü sıkıntıya göğüs gerip, sabır göstermek de birer şahid sayılır. Bunları yaparken İHLAS’lı olmak gerekir.
***
Hiçbir söz amelsiz ve ihlassız
***
Dünyalık toplarken dikkatli ol. Gece odun toplayan gibi olma. Elini uzattığında neyi alacağını önceden kestirmelisin.
Gece odun toplayan eline geçeceğini bilemez, seni de ona benzetiyorum. Ayık ol, sonra felaket büyük olur.
***
HAK’la çekişme, nefsin için O’nu kötüleme, malın
azaldı diye O’nu itham etme, insanlar
Sen ve bütün yaratıklar O’nun kuludur. Her şeyde yalnız O’nun hükmü geçer bunu sakın unutma.
***
YARATAN’ın rızasına erme yolunda
yapmacık hareketler fayda getirmez, bu yolda yersiz arzu ve boş
temenni ile yürünmez. Hele içi başka dışı başka
birinin eline hiçbir şey geçmez. Bir de yalancılık ortaya
çıkarsa felaket o zaman başlar.
***
Böbürlenmeyi bırakın, Yüce ALLAH’a (C.C) karşı büyüklük satmakta neymiş? Kullara da kibirli davranmayın, haddinizi bilin. Varlığınıza tevazuyu yerleştirin. Önceden ne olduğunuzu düşünün; bir damla su.
Sonrası ne olacak malum...Bir hendeğe yuvarlanacak bir ağırlık. Hali böyle olana büyüklük taslamak yaraşır mı?
Hırsa kapılmayın, kötü arzular sizi esir etmesin. Dünyalık adamların kapısını aşındırmayın. Ezilip büzülerek onlardan dünyalık dilenmek size yakışmaz, sabırla doğru yoldan nasibini arasan daha iyi olmaz mı? Ya bir de yaptığın dilenciliğin sonu boşa çıkarsa... Sevgili Peygamberimizin (S.A.V) “En büyük belâ, nasibte olmayanı aramaktır,” buyruğunu hiç duymadın mı? Nasibte olmayanı kullar hiçbir zaman veremez. Dünya oğullarının buna hiçbir zaman gücü yetmez.
***
Ey ilim iddiasında bulunan, hani ağlaman? Yüce ALLAH’ın (C.C) korkusundan gözlerin yaşarıyor mu? O’ndan korkman ve günahları itirafın nerede? Nefsinle cenk etmek ve onu terbiye etmek yok mu? O’nu HAK tarafına çağırman nerede?
Bunların hiçbiri sende yok. Bütün derdin kasa, masa,
yemek ve eğlenmek. Aklını başına al. Dünyadaki
nimetlerden
***
Doğruluk olmadan bilginin
Farzet ki halkın
***
Yazık
Yaratan hayatı
***
Ey evlad, ana rahminde seni kim besledi. O halde iken ne
kadar acizdin, bu hale seni getiren kim? Sen ise kendi varlığına
ve halka dayanmaktasın,
Bütün bunlara sebeb Hak’tan başkasına güvenmiş olman, O’nun nimetlerini başkalarından bilmiş olmandır.
***
Yüce ALLAH’ın (C.C) dininde olmayan şeyleri yapmaya çalışma. Elinde iki şahit olsun; biri KUTSAL KİTABIMIZ, diğeri SÜNNET-İ RESULALLAH. Bunlar seni RABBİNE ulaştırır. Ama sen bu şahitleri bırakıp nefsinin peşinden gitmeye devam ediyorsun. Elinde iki şahidin var; biri zayıf aklın, diğeri de şahsi arzun. Şüphesiz bunlar seni ateşe iter. Firavun gibilerin arasına katar.
***
Ey içi bozuk, yakında öleceksin, öldükten sonra yaptıklarına çok pişman olacaksın ama çok geç...Dilin güzel söze alıştığı için konuştu ve aldandı, ama kalbin hiçbir şeyden anlamaz bir halde. Bu durum seni kurtarmaz. Güzel konuşmayı kalb yapmalı, yalnızca dilin iyi söz söylemesi faydasızdır.
***
Ey ALLAH (C.C) yolcularını bulamayan;
varlığını ve yaratılmışları HAK
varlığına perde
ABDULKADİR-İ GEYLANİ’NIN VASİYETİ
Oğlu Abdurrezzâk'a şöyle vasiyet eyledi:
Ey oğlum! Allahü tealâ bize ve
Ey oğlum! Allah bize,
Ey oğlum!
Ey oğlum! Allah bize ve
Ey oğlum! Zenginlerle sohbetin, görüşmen izzet ile, onlara değer vermeyerek, fakirlerle örüşmen ise, kendine değer vermiyerek olsun.
İhlâs üzere ol! İhlâs, insanların görmesini hâtıra getirmeyip, yaradanın dâimâ gördüğünü unutmamaktır. Sebeplerde Allah’a dil uzatma. Her hâlde Allah’dan gelene râzı ve sükûn üzere ol. Allah adamlarının huzûrunda şu üç sıfat üzere bulun: Alcak gönüllülük, iyi geçinmek ve kötülüklerden arınmış bir kalb. Hakîkî yaşamak, nefsini öldürmenle, nefsinin arzularını, haram ve zararlı isteklerini yerine getirmemenle olur."
Sana Allah’dan korkmayý, kötülükten geri durmayý tavsiye ederim. Ýslam dininin zahirdeki emirlerine uy. Gönlünü geniþ tut. Nefsini daraltma. Yüzünü güler eyle. Varlýðýný doðrulara harca. Baþkalarýný üzme. Zor iþleri kendin al. Fakirliðin kýymetini bil. Büyüklerin kadrini bil. Arkadaþlarýnýn kýymetini bil; onlarla iyi geçin. Küçüklere nasihatta bulun. Ýcabýnda büyüklere de doðruyu söylemekten çekinme. Düþmanlýk yapma; iyilik yapmaya devam et. Bol harca; ama hep Hak yolunda. Mal yýðma. Sohbete layýk olmayanlarla konuþma; gerek din, gerekse dünya için onlara akýl danýþma.
Fakirliðin asýl manasý odur ki, senin gibi birine ihtiyaç sayýp dökmeyesin… Zenginliðin manasý ise, senin gibilere karþý gönlünde bir ilahi vakarýn olmasýdýr.
Tasavvuf, dedikoduyu býrakmaktýr. Yalnýz açlýðý gidermek için yemek, hiçbir iþe yaramayan alýþkanlýðý býrakmakla hasýl olur. Nefse güzel gelen þeyleri býrakman iyi olur.
Fakirlik hali ilimle baþlar, yumuþak tabiatla büyür. Ýlim onu korur. Yumuþaklýk ise sevdirir.
Tasavvuf sekiz huy üzerinedir:
1. Sahî olmak: Eli açýk, cömert olmak. Bu adet Ýbrahim Peygambere (A.S.) verildi.
2. Razı olmak: Bu adeti Ýshak Peygamber (A.S.) almýþtýr.
3. Sabır: Bu hali Eyyub Peygamber (A.S.) benimsemiþtir.
4. Işaret: Bu da Zekeriyya Peygamberin (A.S.) hususiyetidir.
5. Gurbet: Bu da Yahya Peygamberin (A.S.) nasibidir.
6. Kalın ve sade giyinmek: Bu da Musa Peygamberin (A.S.) meþrebidir.
7. Seyahat: Bu da Ýsa Peygambere (A.S.) nasip olmuþtur.
8. Fakr: Bunu da Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) almýþtýr. Bir Hadis-i Þerifinde: “Fakr, benim övüncümdür,” diye buyurmuþtur.
Hepsine selâm olsun.
Fethu’r - Rabbani’den Demetler
Giriþ
Ey oðul! Ýki adým vardýr ki, eðer bu iki adýmý atabilirsen Hakk’a ulaþtýn demektir. Eðer kalbin ve ruhunla, dünyayla ahiretten birer adým, nefsinle diðer insanlardan da birer adým uzaklaþabilirsen, Hakk’a ulaþmýþ olursun. Sen, kalbin ve ruhun ile bu zahirleri terket. Ýþte o zaman önce baþlangýçta, sonra da sonda Hakk’a vâsýl olursun. Sen önce baþla. Ýlk adýmý at. Onu tamamlamak, Aziz ve Celil olan Allah’a düþer. Baþlamak senden, bitirmek de Aziz ve Celil olan Allah’tan.
Öyle yataðýnda, yorganýnýn altýnda ve kapalý kapýlar ardýnda miskin miskin durma. Ýþ ara. Çalýþmak istediðini söyle.
Eðer bina saðlam bir temel üzerine oturtulursa, yýkýlmaz. Yerinde karar kýlar. Saðlam bir temel üzerine oturtulmadýðý taktirde ise, kýsa zamanda çöker, yýkýlýr. Týpký bunun gibi, eðer sen de kendi halini dinin zahir hükümleri üzerine oturtursan, hiç kimse ona noksanlýk veremez, herhangi bir yerinde gedik açamaz. Fakat eðer dinî hayatýný onun zahir hükümleri üzerine oturtmazsan, durumun saðlam olmaz. Dinî hayatýnýn bir tarafýnda bir gedik açýlabilir. Temel çürük olduðu için, bir mertebeye de ulaþamazsýn.
Allah yolunda halka hitab etme yetkisi insanlardan, onlarýn da salihlerinden, pek ender kiþilere nasib olur. Salihlerin adeti susmak, sükut etmek, mümkün mertebe konuþmamak, daha çok dinlemek ve tefekkür etmektir. Gerçi konuþmakla görevlendirilenleri de vardýr. Böyleleri, istemeyerek ve her türlü meþakkatlere katlanarak konuþurlar. Bu konuþmalardan sonra, hakikatler aþikar hale gelir. Ýmam-ý Ali Efendimiz, bu konularla ilgili bazý sözlerinde þöyle der:
- Eðer perde kaldýrýlmýþ olsa, imanýmdaki kesinlik ve sarsýlmazlýkta hiçbir artýþ olmaz. (Ýmaným o derece saðlam, kavi ve sarsýlmaz bir noktaya gelmiþ ki, hakikatlerin önündeki perdenin kalkmasýnýn bile imanýma vereceði bir saðlamlýk yok.)
- Görmediðim Rabbe ibadet etmem. (Ýbadet sýrasýnda Rabbimi görüyorum.)
- Kalbim bana Rabbimi gösterdi.
Ýlim, kâmil âlimlerin aðzýndan öðrenilir. Âlimlerin meclislerinde hüsn-ü edeple oturunuz. Onlara itiraz etmeyiniz. Onlarýn meclislerine, ilim ve irfanlarýndan yararlanmak maksadýyla gidiniz. Baþka maksatlarla gitmeyiniz. Ta ki, ilimlerine siz de nail olasýnýz. Ýlim ve irfanlarýnýn bereketi size de gelsin. Faydalarý, size de þamil olsun.
Ariflerin yanýnda, sükut ederek oturunuz. Zahidlerin yanýnda, onlara raðbet edip ilgi göstererek oturunuz.
Arif, içinde bulunduðu her anda, Allah’a, bir önceki andan daha yakýndýr. Arifin, Ýzzet ve Celâl sahibi Rabbine karþý beslediði huþu, tevazu ve alçakgönüllülük, her gelen an yenilenir. O, gaipten deðil, hâzýrdan korkar. Yani onun nazarýnda Rabbi, her an hâzýr ve nâzýrdýr, gaib deðildir. Huþusunun artmasý, Rabbine olan yakýnlýðýnýn artmasý nisbetindedir. Rabbinin huzurunda dilsizliðinin artmasý, O’nu müþahedesinin artmasý kadardýr.
Kim ki Aziz ve Celil olan Allah’ý tanýrsa nefsinin, hevasýnýn, tabiatýnýn, âdetinin ve bedeninin dilleri tutulur, dilsiz olur. Buna karþýlýk kalbinin, özünün, halinin, makamýnýn dilleri açýlýr. Onlar tutulmaz, dilsiz olmaz. Nail olduðu nimetleri açýða vurarak konuþurlar. Ýþte bunun içindir ki arifler, daha çok sükut ederek otururlar. Ta ki, kendilerinden faydalanýlabilsin. Kalplerinden fýþkýran irfan þarabýndan içilebilsin.
Kim ki Ýzzet ve Celâl sahibi Allah’ý bilenlerle haþýr neþir olmayý arttýrýrsa, o, nefsini bilir. Rabbine karþý da daha çok mütevazi olur. Ýþte bunun içindir ki, þöyle denir:
-Nefsini bilen, Rabbini bilir.
Nefs, kul ile Rabbi arasýnda bir perdedir. Nefsini tanýyan, Allah’a da, yaratýklara da mütevazi davranýr. Nefsini tanýyan, ondan sakýnýr. Onu tanýdýðý için Allah’a þükreder. Bilir ki, Allah ona nefsini, sýrf kendisinin dünya ve ahiret iyiliðini istediði için tanýtmýþtýr.
Arifin zahiri Allah’a þükür ile, bâtýný da O’na hamd ile meþguldür. Zahiri yükselmekte, bâtýný toparlanmaktadýr. Neþesi içindedir, kederi dýþýndadýr. Bu, sýrf halini gizlemek için böyledir. Arif, müminin aksine bir hal içindedir. Zira müminin kederi kalbinde, yani içindedir, sevinci ise yüzünde, yani dýþýndadýr.
Nefsini bilen, bütün hallerinde müminin aksi bir halde bulunur. Mümin, hal sahibidir. Hal, deðiþikliklere uðrar. Arif ise makam sahibidir. Makam deðiþikliklere uðramaz, sabittir.
Allah dostlarýnýn mecnunluðu, tabii adetleri, nefsani ve hevaî fiilleri terketmek ve þehvani, nefsani zevklere karþý koyar olmak demektir. Yoksa, aklýný kaybetmiþ deliler anlamýnda mecnunlar deðillerdir.
Allah’ýn rahmeti üzerine olsun, Hasan Basri Hazretleri þöyle der: “Eðer siz Allah dostlarýný görmüþ olsaydýnýz, onlarýn deli olduklarýna hükmederdiniz. Onlar da sizi görmüþ olsalardý, bir an bile Allah’a inanmamýþ olduðunuza hükmederlerdi.”
Bence, iyiliði emredip kötülükten sakýndýrma görevini yapan kiþi, inzivaya çekilmiþ bin abidden daha hayýrlýdýr. Zira abid, nefsi kendisini helâke sürüklemesin diye inzivaya çekilmiþ, böylece onunla mücahedeyi, bir bakýma terketmiþ demektir. Eðer nefsi kalbe ve öze tâbi olduðu bir halde inzivaya çekilmiþse, bu makbuldür. Zira bu durumda nefs, onlara tâbi olur. Onlarýn görüþünden çýkmaz. Onlarla birlik olur, aralarýnda fark kalmaz. Kalp ile özün emrettiðini, nefs de emreder. Onlarýn yasakladýðýný o da yasaklar, onlarýn seçtiðini o da seçer. Bu taktirde nefs, nefs-i mutmainne haline gelir. Kalp, öz ve nefs, hepsi de bir gayede ve bir hedefte birleþirler. Nefs bir mertebeye erdiði zaman, onunla mücahede gevþetilebilir.
Kur’an Yaratýk Deðildir
Ey ahali! Allah’ýn kitabýna hürmet ediniz. Onunla edepleniniz, onunla ahlâklanýnýz. O, Allah ile sizin aranýzda yegane vuslattýr. Allah ile sizi birbirinize baðlayan yegane baðdýr.
Kur’an’ý mahlûk, yani sonradan varedilmiþ bir þey saymayýnýz. O, sonradan yaratýlmýþ herhangi bir varlýk deðildir. Bilakis, Allah’ýn ezelî, ebedî kelâmýdýr. Ýzzet ve Celâl sahibi Allah, Kur’an için, “Bu benim kelâmýmdýr,” deyip dururken, siz, “Hayýr, o senin kelâmýn deðildir,” demeyin. Ýmam Þafii ile Ýmam Ahmed (b. Hanbel) þöyle derlerdi: “Kalem mahlûktur, sonradan varolmuþtur. Fakat kalemin mushaflara yazdýðý, mahlûk deðildir. Kur’an’ý ezberleyen kalp, zihin, mahlûktur, sonradan varolmuþtur. Fakat ezberlenen þey, mahlûk deðildir.”
Gizli Þirk (Putperestlik)
Ey oðul! Sen hiçbir þey üzerinde deðilsin. Senin müslümanlýðýn da sýhhatli deðil. Ýslam, üzerine bina kurulan temelin ta kendisidir. Senin þehadet getirmen de tam olmamýþ, eksik. Zira dilinle Lâ ilâhe illallah: “Allah’tan baþka ilâh yoktur” diyorsun, fakat kalbinle bunu yalanlýyorsun. Kalbinde, içinde birçok ilâhlar var. Senin, devlet büyüklerinden ve mahalli idarecilerden korkman, içinde birer ilâhtýr. Kendi çalýþmana, kendi kazancýna, kendi gücüne kuvvetine, kendi kulaðýna, kendi gözüne, kendi zorbalýðýna güvenmen, içinde birer ilâhtýr. Zararý, faydayý, bir nimete nail olmayý, bir nimetten yoksun kalmayý insanlardan bilmen, içinde birer ilâhtýr. Ýnsanlarýn çoðu, kalpleriyle, iþte bu saydýklarýmýza güvenirler, dayanýrlar. Fakat kendilerine sorarsan, Allah’a dayanýp güvendiklerini söylerler.
Lâ ilâhe: “Hiçbir ilâh yoktur,” dediðin zaman, bununla toptan bir reddi (nefyi) onaylýyorsun. Ýllallah: “ancak Allah vardýr,” dediðin zaman ise, yine Allah için toptan bir kabulü (ispatý) onaylamýþ oluyorsun. Bu durumda, her ne zaman kalbin, Hak’tan gayrý bir þeye dayanýr, güvenirse; o zaman yukarýdaki külli ispatýnda yalancý durumuna düþmüþ, yani kendi kendini yalanlamýþ oluyorsun. Kendisine dayanýp güvendiðin o þey de, senin ilâhýn oluyor. Gerçek ve fiili durum budur. Zahire itibar yoktur.
Kalbinde birçok ilâh varken, sen nasýl Lâ ilâhe illallah:
“Allah’tan baþka ilâh yoktur,” diyebilirsin? Allah’tan baþka güvenip dayandýðýn
her þey, senin putundur. Kalbinde þirk, yani ortak koþma bulunduðu müddetçe,
dilinle Kelime-i Tevhid’i söylemen
Tevhid ehli, þeytanýný ezer. Þirk ehlini ise þeytanlarý ezer. Ýhlas, sözlerin de, amel ve fiillerin de özüdür. Zira gerek sözler, gerekse fiil ve ameller ihlastan, içtenlikten yoksun bulunduklarý an, özü olmayan birer kabuk, birer posa haline gelirler. Kabuk ve posa ise ancak ateþte yanmaya yarar; ateþte yandýktan sonra iþ görecek hale gelir.
Ey ahali! Nefsleriniz uluhiyet (ilâh olma) iddiasýnda. Fakat sizin bundan haberiniz yok. Zira nefsleriniz, Hakk’a karþý büyükleniyorlar, kibirleniyorlar. Onlar, Allah’ýn muradýnýn gayrýný istiyorlar. Onlar Allah’ý sevmiyorlar, bilakis, O’nun düþmaný lanetlik þeytaný seviyorlar. Allah’ýn ezelde takdir ettiði kaderleri gelmeye ve vuku bulmaya baþladýðý zaman, olanlara boyun eðmiyorlar, teslim olmuyorlar, sabredip tahammül göstermiyorlar. Bilakis itiraz ediyorlar, kaderle çekiþiyorlar. Ýslam’ýn hakikatinden onlarýn haberi bile yok.
Senin kendisine güvenip ümit baðladýðýn her þey, senin
ilâhýndýr, mabudundur. Kendisinden korktuðun veya kendisine ümit baðladýðýn her
þey, senin ilâhýndýr, mabudundur. Esas sebep olan Allah’ý tamamen unutarak,
zararýn da, faydanýn da kendisinden geldiðini
Þu hususu iyi bil ki, bütün eþya, sadece Allah’ýn hareket
ettirmesiyle hareket eder, durdurmasýyla durur. O’nun iradesi ve kuvveti
olmadan, ne duran bir þey harekete geçebilir, ne de hareket etmekte olan bir
þey durabilir. Kiþi bu hususu böylece bilip
Melekler içinde resim, suret bulunan eve girmezlerse, içinde bir sürü suretlerle putlar bulunan senin kalbine Allah nasýl girer? Allah’tan gayrý her þey bir puttur. Öyleyse sen, putlarý kýr. Evi temizle.
Ey dünyaya kulluk edenler! Ey ahirete kulluk edenler! Siz, Allah’ý da, dünyayý da, ahireti de bilmiyorsunuz. Kiminizin putu dünya. Kiminizinki ahiret. Kiminizinki insanlar. Kiminizinki zevkler, nefsani arzular. Kiminizinki övülme, halktan tasvip görme, alkýþ toplama.
Allah dýþýnda her þey, bir puttur. Kiþi Allah’tan gayrý neye baðlandý ve neye gönül verdiyse, o onun putudur.
Senin bütün umudun insanlar. Her þeyi onlardan bekliyor, onlardan umuyorsun. Korkun da onlardan. Hep onlardan korkuyorsun. Bu hal, Rabbine þirk koþmaktýr, ortak tanýmaktýr.
Bu zaman, ahir zamandýr. Bu zamanda çoðu insanlarýn mabudu, paradan ibarettir. Bu zaman insanlarýnýn çoðu, Musa Aleyhisselam’ýn kavmine benzedi. Yahudilere benzedi. Onlar, altýn buzaðýyý kendilerine mabud edinmiþlerdi. Bu zamanýn insanýnýn altýn buzaðýsý da paradýr. Parayý kendine mabud edinmiþsin, Rab edinmiþsin. Paraya tapýyorsun. Senin Allah’ýn para.
Hükümdarlar, devlet büyükleri ve ikbal sahipleri, halktan birçoðunun nazarýnda birer ilâhtýr. Dünyevî imkânlar, zenginlikler, sýhhat, afiyet, kuvvet ve kudret, birçok insanlarýn nazarýnda birer ilâhtýr. Ýnsanlarýn birçoðu, bunlara ve benzeri þeylere taparlar...
Dünya zorbalarýna, zenginlerine, firavunlarýna ve
hükümdarlarýna saygý gösterip Allah’ý unuttuðun ve O’na saygý göstermediðin
takdirde, senin hakkýndaki hüküm de, putlara tapanlar hakkýndaki hüküm gibidir.
Sen de putuna saygý gösterenlerden olursun. Putlara kulluk etme, onlarý
yaratana kulluk et. Ýþte o zaman, putlar
Sen, namazda iken bile yalan söylüyorsun. Mesela namaza dururken ve gene namaz sýrasýnda, “Allahu Ekber” (Allah her þeyden büyüktür) diyorsun. Böylece yalan söylemiþ oluyorsun. Çünkü senin kalbinde, Allah’tan baþka bir ilâh vardýr. Kendisine güvenip baðlandýðýn her þey, senin ilâhýndýr, mabudundur. Kendisinden korktuðun ve kendisine ümit beslediðin her þey, senin ilâhýndýr, taptýðýndýr.
Kendisinde Allah’tan baþka bir þey bulunduðu müddetçe,
senin kalbin için kurtuluþ yoktur. Eðer sen, taþlar üzerinde Allah’a bin yýl
secde etsen, deðil mi ki kalbinle O’ndan baþkasýna yöneliyorsun,
Nefs
Ya Ýslam’ýn bütün þartlarýný hakkýyla yerine getir, ya da aksi halde, “Ben müslümaným,” deme. Sen nefsinle beraber olmaya devam eltiðin müddetçe, bu mevkiye eriþemezsin. Sen, nefsinin heveslerini, arzularýný ve zevklerini kendisine vermeye devam ettiðin müddetçe onun kaydýndasýn, onun ipine baðlýsýn. Nefsinin hakkýný ver, fakat heveslerine, arzularýna ve zevklerine engel ol. Onun bekasý, kendisine haklarýnýn verilmesiyledir. Helâký ve mahvolmasý da, hazlarýnýn, heveslerinin ve arzularýnýn verilmesiyledir. Nefsin haklarý, ihtiyaç miktarýnca yiyecek, içecek, giyecek ve meskendir. Hazlar ise zevk aldýðý þeyler ve þehvetler, heveslerdir. Onun haklarýný þeriat elinden al, yani þeriatýn ölçüleri dahilinde kendisine haklarýný ver. Hazlarýný, Allah’ýn ilmindeki ilâhi takdire býrak. Ona daima helâl þeyler yedir, asla haram yedirme. Aza kanaat et. Yeter ki helâl olsun. Nefsini buna alýþtýr. Eðer ilâhi takdirde senin için daha fazlasý varsa ve gelirse, o da senindir.
Eðer felah, kurtuluþ istersen, Rabbine itaat konusunda nefsine muhalefet et, karþý gel. Eðer nefsin Allah’a itaate yönelirse, muvafakat et. Allah’a karþý günah iþlemeye yönelirse muhalefet et, karþý koy.
Nefsinle beraber olmaya devam ettiðin müddetçe, insanlarý ve diðer varlýklarý tanýyamazsýn. Ýnsanlarla beraber olmaya devam ettiðin müddetçe de, Ýzzet ve Celâl sahibi Hakk’ý tanýyamazsýn.
Nefs, daima kötülüðe meyillidir. Bu onun fýtratýdýr,
yaratýlýþýdýr, tabiatýdýr. Nefsle bütün hallerde mücahede et. Nefsi mücahede
ile yumuþat, erit. Zira o, eridiði ve serkeþliðini yitirdiði zaman, akl-ý
selime ve kalbe teslim olur. Sonra kalp, sýrr’a, öze teslim olur. Öz de, Ýzzet
ve Celâl sahibi Hakk’a teslim olur. Böylece hepsinin kaynaðý, oraya dayanýr.
Nefsi yumuþatýp eritme iþini tamamladýðýn zaman,
“Nefslerinizi öldürmeyiniz. Hiç þüphe yok ki, Allah ziyadesiyle merhametlidir,” (Nisa, 4:29).
Sen, nefsin boþ ve bâtýl emellerini kýr. Ýþte o zaman, o
Nefsini tedavi etmeye çalýþ. Ona de ki:
- Yaptýðýn iyilikler kendi lehine, kötülükler de gene kendi aleyhinedir. Ýyilik de yapsan, kötülük de yapsan, sonucu kendine dönecektir.
Nefsine karþý mücahede et. Onun kötü duygularýný söküp atmak için savaþ. Ta ki doðru yolu bulana kadar.
Ýzzet ve Celâl sahibi Allah þöyle buyurur: “Bizim uðrumuzda mücahede edenlere gelince, onlarý elbette doðru yolumuza eriþtiririz,” (Ankebut, 29:69). Ve gene, “Eðer siz Allah’ýn dinine yardým ederseniz, O da size yardým eder,” (Muhammed, 47:7).
Nefse asla geniþlik verme, müsamaha gösterme. Onun isteklerine uyma. Ýþte o zaman felah bulur, kurtulursun. Onun yüzüne hiçbir zaman gülme. Bin sözünden ancak bir tanesine cevap ver. Ta ki ahlâkça güzelleþinceye, sükunet buluncaya ve kani oluncaya kadar. Eðer senden zevklerle ve hevaî arzularla ilgili bir þey isterse, hep ileriye at, tehir et ve kendisine de ki:
- Heveslerini cennete sakla!
Onu, mahrumiyetin acýlýðýna sabrettir. Ta ki lütuf ve ihsan gelsin. Eðer onu sabrettirirsen ve o da sabrederse, Aziz ve Celil olan Allah, onunla beraber olur. Zira, þaný yüce olan Allah þöyle buyurur: “Hiç þüphesiz, Allah sabredenlerle beraberdir,” (Bakara, 2:153).
Nefsinin hiçbir sözünü
Nefs ile Hak, bir arada bulunmaz. Dünya ile ahiret bir arada bulunmaz. Kim ki nefsi ile birlikte ise, o, Cenab-ý Hak’la beraberliði kaçýrmýþtýr.
Sabýrlý ol. Allah’ýn emirleri ve yasaklarý doðrultusunda hareket etmekte tahammül göster. Eðer sabrýn tam ve kâmil olursa, rýzan da tamamlanýr, kemâle erer. Olumsuz hareket ve davranýþlardan sýyrýlmýþlýk halin ortaya çýkar. Senin yanýnda, her þey güzel olur. Her hareket ve davranýþ, Allah’a þükre dönüþür. Allah’a uzaklýk, yakýnlýða dönüþür. Allah’a þirk koþma, ortak tanýma halleri, tevhide dönüþür. Artýk insanlardan ne zarar görürsün, ne de fayda. Senin için zýtlýklar kalmaz. Tersine, kapýlar ve yönler birleþir. Sadece bir tek yön görürsün. Bu nokta öyle bir haldir ki, insanlarýn büyük çoðunluðu onu anlayamaz, idrak edemez. Diyebiliriz ki bu seviye, ancak milyonda bir insana nasip olur. Ve son nefesine kadar devam edebilir.
Allah’ýn huzurunda, bu seviyeye eriþmiþ olarak ölmeye çalýþ. Daha ruhun bedenden çýkmadan önce, sen nefsini öldürmeye gayret et. Onu, sabýrla ve hevai isteklerine karþý gelerek öldür. Yakýnda, böyle hareket etmenin faydasýný ve güzelliðini göreceksin. Sabrýn biter. Yani sabretme zamanlarý sýnýrlýdýr. Sabretme süresi tamamlandýktan sonra, ardýndan mükâfatýný toplama faslý baþlar. Sabrýn mükafatý bitmez.
Ben, sabrettim. Sabrýn sonunun da daima güzel olduðunu gördüm. Önce öldüm. Sonra beni diriltti. Onunla beraber oldum, onunla beraber malik oldum. Seçim ve iradenin terki hususuda nefsimle cihad ettim, savaþtým. Sonuçta, benim için yukarýda bahsettiðim haller hasýl oldu.
Önce bana gel.
Sen, mânâya, muhtevaya ve öze deðil, þekle raðbet ettin,
þekilciliðe ilgi gösterdin. Benim sohbetimi isteyen, kendisine söylediklerimi
Ben bir ziyafet sofrasýyým. Fakat kimse benden bir þey yemiyor. Kapý açýk, fakat oraya kimse girmiyor. Ben size hakikatleri kaç kereler söyledim. Fakat siz beni dinlemiyor, sözlerime kulak vermiyorsunuz. Ben bu söylediklerimi sizin için, sizin iyiliðiniz için söylüyorum. Kendim için söylemiyorum.
Ben ne zaman ki kalbimden dünya sevgisini çýkarýp attým, iþte o zaman bu mertebeye ulaþtým. Senin tevhidin nasýl doðru olabilir? Sen Resulullah’ýn þu sözünü hiç duymadýn mý ki: “Dünya sevgisi, her hatanýn baþýdýr.” Çýkarýný saðlama ve zararlarý defetme evinden çýkmadýkça, senin konuþmaya hakkýn yok.
Hýzla esasa gel, temele koþ. Temeli saðlamladýðýn an, binayý yapmaya koyul. Temelin harcý fýkýhdýr (Ýslam hukukudur). Fýkýh dedimse bundan maksadým, ilmihal ve fýkýh kitaplarýnda yazýlan, bedenle ve zahirle ilgili fýkýh deðildir. Bilakis, kalp fýkhýdýr. Kalp fýkhý, seni Allah’a yaklaþtýrýr. Zahirle ve bedenle ilgili fýkýh ise, halka yakýnlaþtýrýr, hükümdarlara ve devlet ileri gelenlerine yakýnlaþtýrýr.
Zamanýný ilim öðrenmekle geçiriyorsun, fakat öðrendiklerinle amel etmiyorsun. Sen, Hakk’ýn huzurunda susmalý, sükut etmeli ve dilsiz olmalýsýn. Ta ki, ondan konuþma izni gelinceye kadar. Konuþma izni gelince de, gene O’nun kudreti ile konuþursun, kendi kudretinle deðil. Bu durumda senin konuþman, kalplerin hastalýklarýna deva, özlere þifa, akýllara da ýþýk olur.
Nefsinle cihad konusunda
Senin yapacaðýn doðru hareket, nefsinin istek ve
arzularýna cevap bile vermemek, onun söyleyeceði sözlerle arana bir duvar
çekmektir: Onu, týpký bir deliyi dinler gibi dinle. Sözlerine asla iltifat
etme. Þehevî, bâtýl ve faydasýz zevk ve arzularýna kulak asma. Senin mahvolman
da, onun mahvolmasý da onun istek ve arzularýný
Nefs Allah’a itaat ettiði zaman, onun rýzký her yandan bol bol gelir. Ýsyan ettiði ve kibirlendiði zaman ise, rýzka sebep olan vasýtalar ortadan kalkar.
Siz, iþin aslýna yapýþmalýsýnýz. Kolayýna kaçmamalýsýnýz. Ýþin esasý ve zor kýsmý tehlikelerle ve zahmetlerle doludur. Þu nefsi kendine hizmetkâr yap. Onu iþin esasýna sevket. Ýþin zor yanýný ve aslýný yapmayý, onun alýþkanlýðý haline getir. Zira o, senin kendisine ne yüklersen onu taþýr, onu yüklenir. Onun tepesinden sopayý hiç eksik etme.
Eðer sopayý eksik edersen hemen uyur. Sýrtýndaki yükleri de kaldýrýp yere vurur. Ona tebessüm bile etme. O, ancak sopa korkusuyla iþ gören kötü huylu bir köle gibidir. Onu hiçbir zaman doyasýya yedirme. Meðer ki, tokluðun onu azdýrmayacaðýný ve tokluk karþýlýðýnda çalýþacaðýný bilmiþ olasýn.
Nefslerinizin üzerinden mücahede sopasýný eksik etmeyiniz. Onun hilelerine aldanmayýnýz. Uyur gözükmesine aldanmayýnýz. Yýrtýcý hayvanýn uyur gözükmesine ve uyuþukluðuna aldanmayýnýz. Zira o, kendisini size uyur gösterir, uyuþuk gösterir. Gerçekte ise fýrsat kollamaktadýr. Bunu, tabiatýndaki yýrtýcýlýðýn gereði olarak yapmaktadýr.
Ýþte nefs de, týpký yýrtýcý hayvanlar gibidir. Kendisini uyur ve uyuþuk gösterir. Fýrsat bulunca ise hemen harekete geçer. Bu nefs, dýþarýya karþý uysallýk, alçakgönüllülük, itaat ve hayýrlara muvafakat gösteriþi yapar. Halbuki içinde, bunlarýn tamamen aksini gizlemektedir. Onun için, onun bitirdiði ve görünürde boyun eðdiði konularda kendisine karþý gayet dikkatli ol, sakýn.
Ölmeden Evvel Ölmek
Rabbin ile aranda, sen kendin varsýn. Kendini aradan çýkar. Ýþte o zaman, O’nu görürsün!
Nefsine muhalefet ederek, onunla savaþarak ve onun heves ve arzularý karþýsýnda saðýr kesilerek kendini aradan çýkar. Nefsinin zevklerini, hevaî arzularýný ve budalalýklarýný asla yerine getirme. Ýþte o zaman, mahviyete razý olur ve senin kalbinin yüzünden uzaklaþýr. Nefs-i emmarenin çýktýðý yere nefs-i mutmainne girer. Nefs, mutmainne hale geldiði ve hakký kabule müsait olduðu zaman, ona daha önceki ruhtan baþka bir ruh üfürülür. Bu ruh Rububiyet ruhudur, akýl ruhudur.
Ýki çeþit ölüm vardýr. Bunlardan biri, avam tabakasýnýn bildiði ölümdür. Bu, ruhun bedenden ayrýlmasý demek olan ölümdür ki, herkesçe bilinmektedir. Bir de havas, yani seçkinler tabakasýnca bilinen bir ölüm vardýr ki, bu da hevai duygularýn, nefslerin, kör tabiatlarýn ve kötü âdet ve alýþkanlýklarýn ölmesi ve yokolmasý demektir. Bu tür ölümde kalp dirilir, hayat bulur.
Ölmeden önce öl. Hem kendinden geç, hem de Allah’ýn gayrý þeylerden. Ýþte o zaman dirilir, hakiki hayata kavuþursun. O zaman, Hak ile birlikte ebedî hayata kavuþursun. Görünüþte ölü gibi olursun, fakat kaderin eli sende olur. Onu istediðin tarafa çevirirsin. O el, çabasýz, gayretsiz olarak nasibini alýr.
Allah, kulu bütün menfi duygu ve halleri ile yokolduktan sonra, onu yeniden yaratýr. Baþka bir yaratýþla onu hayata iade eder. Önce yokluk (fena) eli ile yokeder. Sonrada varlýk (beka) eli ile hayata iade eder.
Nefs, Allah ile kullar arasýnda bir perdedir. Onlarý Allah’a karþý perdeler. O ortadan kalkýnca, perde de kalkmýþ olur. Bayezid-i Bestami Hazretleri demiþtir ki:
- Rabbimi rüyada gördüm. Dedim ki: “
Arifler, seçkinler kýyametlerini daha dünyada iken vuku buldurmuþtur, daha dünya hayatýnda nefslerinin tepesine kýyameti dikmiþler ve azap gelmeden önce, aðlamasýný bilmiþlerdir.
Sizin hiçbiriniz, “Kýyamet ne zaman kopacak?” diye bir soru sormasýn. Kýyametin kopmayacaðý zannýna kapýlmasýn. Zira unutmasýn ki, kendisi öldüðü an, kýyameti kopmuþ demektir. Kim ki ölürse, onun kýyameti kopmuþtur.
Senin nefsin, sevgilindir. Sen, nefsine aþýksýn. Halbuki eðer onun, senin düþmanýn ve katilin olduðunu bilseydin, mutlaka kendisine karþý çýkar, yemesine içmesine bile engel olur, ancak ihtiyaç miktarý gýdasýna izin verirdin. Esasen ihtiyaç miktarý yiyecek, onun hakkýdýr.
Nefsinle savaþ. Hem de o, olumsuz ve kötü duygularýyla birlikte ölünceye, yokoluncaya kadar. Onunla savaþýp, kötü duygularýyla birlikte kendisini öldürdükten sonra, tekrar dirilt. Bu sefer o, fakih, âlim ve hakikat ihtirasýna ermiþ olarak dirilecektir.
Kader
Kaderi bahane etmek, tembellerin dayanaðýdýr. Tembeller, “Ne yapalým, kader böyle imiþ,” derler ve daha çok güzel ameller iþlemekten kendi kendilerini yoksun býrakýrlar. Biz Allah dostlarý, tembeller gibi hareket etmeyiz. Bilakis orta, vasat yolu tutar, çalýþýr çabalar ve güzel ameller iþleriz. Biz, “O, þöyle dedi. Biz, þöyle dedik. Niçin? Nasýl?” gibi tartýþmalara girmeyiz. Sadece çalýþýr ve gayret sarfederiz.
Allah ise dilediðini iþler. Nitekim, “Allah, yapacaðýndan mesul olmaz. Ýnsanlar ise yapacaklarýndan sorumlu tutulurlar,” (Enbiya, 21:23).
Allah’a yakýn bir kapýda adýn yazýlmýþ olmakla beraber, buna maðrur olup da kendini koyuverme. Zira hiç þüphe yok ki onu yazan, silmeye ve yoketmeye de kâdirdir. Binayý yapan, yýkmaya da muktedirdir.
Daima taat, korku ve çekinme ayaðý üzerinde ol. Ta, ölüm gelinceye ve dünyadan ahirete, selamet ayaðý üzerinde varýncaya kadar. Ýþte ancak o zaman, Allah’a yakýn kapý üzerinde yazýlý o iyi halinin, kötü bir hale dönmeyeceðinden emin olabilirsin.
Allah, peygamberlerine indirmiþ olduðu kitaplardan birinde þöyle buyurur:
- Ben Allah’ým. Benden baþka ilâh yoktur. Kim Benim hükmüme teslimiyet gösterir, vereceðim belâlara sabreder ve nimetlerime þükrederse, katýmda onu sýddýklar topluluðundan yazarým. Kim de Benim hükmüme teslimiyet göstermez, belâlarýma sabretmez ve nimetlerime þükretmezse, kendisine Benden baþka bir Rab arasýn.
Kaza ve kadere razý olmadýðýn, belâlara sabretmediðin ve nimetlere de þükretmediðin zaman, senin için Rab yoktur. Kendine Allah’tan baþka bir Rab ara. Halbuki O’ndan gayrý Rab da yok.
Ýçi Düzeltmek
Ey sofilere mahsus elbiselere bürünmüþ kiþi! O elbiseyi önce özüne, sonra kalbine, sonra nefsine, en sonra da bedenine giydir. Zühd ve takva özden baþlar, bâtýndan baþlar, içten baþlar. Zahire doðru gider. Zahirden baþlayýp bâtýna doðru gitmez.
Ýlk düzeltilecek þey, evin içidir. Evin içinin düzeltilmesini tamamladýðýn zaman, kapýsýnýn düzeltilmesine yönelebilirsin. Bâtýnsýz zahir olmaz. Yaratansýz yaratýlan olmaz. Ev olmadan kapý olmaz.
Önce Ýslam’ý olduðu gibi ve doðru olarak anla, gör. Sonra al. Ýslam, istislam’dan türemedir. Bu, “kayýtsýz þartsýz teslimiyet ve itaat” demektir. Kendisinde ihlas, içtenlik bulunmayan her amel, içi boþ bir cevizdir, özü bulunmayan bir kabuktur, kurumuþ bir aðaçtýr, ruhsuz bir cesettir, mânâ’sýz bir surettir. Bu, münafýklarýn amelidir.
Lafsýz amel ol. Riyasýz ihlas ol. Lafýný edeceðine amel iþle. Ýnsanlara gösteriþ yapacaðýna Allah için yap. Þirksiz tevhid ol. Sessiz zikir ol.
Tasavvuf kelimesi, safa’dan türemedir. Yani bu kelimenin aslý, safadýr ki bu, halis, safî, temiz demektir.
Kiþi Rabbini Nasýl Görebilir?
Kulun kalbi bütün fanilerden boþaldýðý ve orada Allah’tan baþka hiçbir þey kalmadýðý zaman, Allah dilediði þekilde kendisini ona gösterir. Nasýl ki baþkalarýný zahiren gösteriyorsa, kendisini de bâtýnen gösterir. Nasýl ki Mirac gecesinde Peygamber Efendimiz’e gösterdiyse, týpký bunun gibi, o kuluna da gösterir. Nasýl ki bu kul uykuda iken, gözleri kapalý olduðu halde gördüðü rüyada kendi kendisini görüyorsa, aynen bunun gibi, Allah’ý da görebilir. Gerçekten insan rüyada, o anda gözleri kapalý bulunduðu halde, kendi kendisini aynen ve birçok þekillerde görebiliyor. Týpký bunun gibi, Allah o kuluna öyle bir mânâ ihsan eder ki, onunla Rabbini görür. O’na yakýnlýðýný görür. Sýfatlarýný görür. Lütuflarýný, fazlýný ve ihsanýný görür. Hediyelerini görür. Tecelli yerlerini görür.
Benim söylediklerimi anlamaya çalýþýnýz. Onlarý arkanýza atmayýnýz. Ben, hak içinde hakký söylüyorum. Tecrübelere dayanarak konuþuyorum. Birçoðunuz müslümanlýk iddiasýnda. Fakat yanlarýnda, Ýslam’ýn hakikatinden eser bile yok.
Ýmtihan
Sýnanma ve denenme, mutlaka gereklidir. Özellikle de Allah dostluðunda iddialý olanlar için. Eðer sýnav ve imtihan olmasaydý, her önüne gelen evliyalýk iddiasýnda bulunur, Allah dostu olduðunu söylerdi. Ýþte bunun içindir ki, büyüklerden biri þöyle demiþtir: “Belâ, velayete vekil tayin edilmiþtir. Ta ki, her önüne gelen evliyalýk iddiasýna kalkýþmasýn.”
Halktan gelen eza ve cefalara sabredip katlanmak ve onlarýn kusurlarýndan vazgeçmek de, evliyalýðýn alâmetleri cümlesindendir.
Ýþin kolay olduðunu sanmayýnýz. Sizin birçoðunuz, ihlaslý birer mümin olduklarýný iddia ederler. Halbuki onlar, gerçekte birer münafýktýrlar. Eðer imtihan olmasaydý, ihlaslý mümin olma iddialarý çoðalýrdý. Herkes, kendisinin Allah dostu olduðunu iddia ederdi.
Kim ki kendisinin hilim (yumuþaklýk) sahibi olduðunu iddia ederse, biz de onu, kendisini öfkelendirme yoluna baþvurarak imtihan ederiz. Ayný þekilde, cömertlik sahibi olduðunu iddia edeni, kendisinden bir þeyler isteyerek imtihan ederiz. Hasýlý, her kimki bir þey iddia ederse, biz de onu iddia ettiði þeyin zýddý ile imtihan ederiz.
Kul Marifetullah’a eriþtiði zaman, Allah onun kalbini bütünüyle kendisine yaklaþtýrýr. Vereceklerini bütünüyle verir. Onu bütünüyle kendisine dostluk ettirir. Bütünüyle aziz kýlar. Kiþinin bütün bu ilâhi lütuflara tamamen sahip olduðu bir anda, -Hz. Eyyüb’e yaptýðý gibi- onlarý birdenbire elinden alýr. Kendisini fakir düþürür. Nefsini baþýna tekrar musallat eder. Onunla arasýna bir perde koyar. Bütün bunlarý yapmakla Allah, kulunu denemek, nimetler elinden gidince nasýl hareket edeceðini bizzat kendisine göstermek ister. Eðer kul, halinde sebat eder ve Allah yolundan ayrýlmazsa, perdeleri kaldýrýr ve daha önceleri, sýrf denemek için geri aldýðý nimetleri ve ilâhi lütuflarý kendisine gene bahþeder.
Belâdan kaçma. Zira, sabýrla karþýlandýðý takdirde belâ, her hayrýn esasýdýr, temelidir. Peygamberliðin de, risaletin de, evliyalýðýn da, marifetullah’ýn da, muhabbetin de esasý, belâdýr. Belâlara sabredip tahammül göstermediðin takdirde, senin için temel yok demektir. Halbuki herhangi bir bina, ancak temel olursa ayakta durabilir.
Allah seni kendisine yakýnlaþtýrýr. Seni yedirir, içirir.
Bu dünya, hüzün yeridir. Þimþek, bir parlayýþtan ibarettir. Çoðu kez, peþinden hemen yaðmur gelir.
Hz. Musa ve Ateþ
Musa Aleyhisselam þiddetli hüzün, keder ve darlýða düþünce, daha önce gizli kalmýþ olan sarsýlmaz iman ve inancý ortaya çýktý. Gece karanlýðýnýn ve karýsýnýn çekmekte olduðu acýnýn basmasýyla, Allah ona alâmetlerini belli etti, gösterdi. Bunun üzerine Musa Aleyhisselam, yanýndakilere þöyle dedi:
- Siz burada durun. Ben, bir ateþ gördüm, (Ta-Ha, 20:10).
Hz. Musa, þunlarý demek istiyordu:
- Ben bir nur, bir ýþýk gördüm. Benim özüm, kalbim, sýrrým ve mânâm bir ýþýk gördü. Ezelde hakkýmda takdir edilen hüküm geldi. Hidayetim geldi. Ýnsanlardan gýna geldi. Bana velilik ve halifelik geldi. Bana, asýl olan geldi. Ýkinci derecedeki gitti. Bana hükümdarýn bizzat kendisi geldi. Hükümdarlýk ise benden gitti. Firavun korkusu benden gitti. Þimdi bu korku, Firavun’a geçti. Artýk o korksun.
Hz. Musa, aile efradýna bunlarý söyledikten sonra, onlara veda etti. Onlarý Rabbine teslim ederek, bir nur olarak gördüðü ilâhi tecelliye doðru yola çýktý...
Ýþte, mümin de böyledir. Allah onu kendisine yakýnlaþtýrdýðý ve zatýna yakýnlýk kapýsýna çaðýrdýðý zaman, onun kalbi saða, sola, öne, arkaya bakar ve Allah’a giden yönden baþka bütün yönlerin kapalý olduðunu görür. Bunun üzerine nefsine, hevasýna, uzuvlarýna, âdetine, aile fertlerine ve daha ilgisi bulunan neler varsa, hepsine hitaben þöyle der:
Ben, kalbin nurunu gördüm. Onunla dostluk peydah ettim. O, Aziz ve Celil olan Rabbimden geliyor. Ýþte ben hemen ona gidiyorum. Eðer dönmek mümkün olursa, size gelirim.
Bunlarý söyledikten sonra dünyaya ve ondakilere, bütün sebeplere, bütün heva ve heveslere veda eder. Bütün varlýklara veda eder. Sonradan varolan, yani ezelî ve ebedî olan Allah’ýn dýþýndaki her þeye veda eder. Ve Yaratan’a gitmek üzere yola çýkar. Þüphesiz Allah, onun aile fertlerinin ihtiyaçlarýný karþýlar. Kendilerine yardým eder. Bütün sebepleri, onlarýn ihtiyaçlarýnýn karþýlanmasý için vesile kýlar.
Bu iþ, gündüz oruç tutup gece namaz kýlmakla olmaz. Nefs, heva, kötü tabiat, cehalet ve kalpte Allah’tan gayrý þeylerin sevgisi varoldukça, sýrf kaba elbiseler giymek ve deðersiz yemekler yemekle olmaz. Bunlarla hiçbir þey olmaz.
Sýr, sýrrýn sýrrýdýr. Musa Aleyhisselam, Sina Daðý tarafýnda bir ateþ görünce, aile fertlerini hemen o anda, bulunduðu yerde býraktý. O, ne görmüþtü? Kafa gözü bir ateþ, kalp gözü de bir nur görmüþtü. Kafa gözü bir fani görmüþ, Kalp gözü ise Hakk’ý görmüþtü. Þaný yüce olan Allah, Hz. Musa’nýn kalbinin aðacýndan ýþýldayan bir ateþi, onun nefsine, hevasýna, sebeplere ve maddi varlýðýna göstermiþti.
Yaðmur ve Toprak
Yüce Allah þöyle buyurur:
“Hiçbir þey yoktur ki, hazineleri Bizim nezdimizde bulunmasýn. Biz onlarý belli bir miktar dýþýnda indirmeyiz,” (Hicr, 15:21).
Yaðmur, gökten yere iner. Sonra, ondan da bitkiler biter. Bizim bahsettiðimiz bu hususlar da gene gökten iner. Fakat arza, yere deðil, kalplerin topraðýna iner. Ýnen bu ilâhi nefhalar ve tecelliler sonucunda kalpler titrer, ürperir. Herbirinde bir hayýr biter, çimlenir. Sýrlar çimlenir, hikmetler çimlenir, Tevhid çimlenir. Allah’a yakýnlýk çimlenir. O zaman bu kalpte yemyeþil aðaçlar bulunur, meyvalar bulunur. O zaman bu kalp, insanlarýn, cinlerin, meleklerin, ruhlarýn toplanma yeri olur, içtima yeri olur.
Hz. Yusuf
Yusuf Aleyhisselam, kardeþleri tarafýndan kuyuya atýlmýþtý. Daha sonralarý da zindana düþmüþtü. Bütün bu sýkýntýlara katlandý. Sonunda hepsinden kurtulup düze çýkýnca ve her þey elinin altýna gelince, kardeþlerine þöyle dedi:
- Bütün aile efradýnýzý bana getirin, (Yusuf,12:93).
O, bu sözleri, baþýna zenginlik ve devlet kuþu konunca ve sýkýntýlar gidip ferahlýk, geniþlik gelince söyledi. Daha önceleri ise, içine atýldýðý kuyuda ve zindanda bir dilsiz idi. Oradan kurtulunca açýk ve seçik olarak konuþmaya baþladý.
Hz. Ýbrahim
Ýbrahim Aleyhisselam, ateþe atýlmak üzere mancýnýða konduðu zaman, bütün fani vasýta ve yardýmcýlardan sýyrýldý. Rabbinin dýþýnda hiçbir þeye meyil vermedi, gönül baðlamadý. Ýþte bunun içindir ki, o anda Allah, ateþe þöyle emir verdi:
- Ey ateþ, Ýbrahim’e karþý serin ve selamet ol, (Enbiya, 21:69).
Kul, Rabbini tevhid ettiði ve Allah için tam bir ihlas sahibi olduðu zaman, bazen O’nun yarattýðý bir varlýk olarak Tekvin (kevnetme, yaratma) sýfatýnýn çerçevesine girer. Bazen de Tekvin sýfatý, kendi yetkisine verilir. Bütün bunlar, Allah kullarýnýn seçkinleri (havas) içindir.
Cennete giren herkes, bir þey için “Ol” diyebilir, o da olur. Bu, Allah’ýn Tekvin sýfatýnýn kul tarafýndan kullanýlmasý demektir. Bu, yarýn deðil, bugün olabilen bir husustur.
Kýtmir
Allah dostlarý, nefslerini erittiler. Öyle ki, mânen öldüler, yokluða erdiler. Kader denilen ölü yýkayýcýsý da onlarý bir sað yanlarýna, bir sol yanlarýna döndürüyor. Ashab-ý Kehf’in Kýtmir’i misali, köpekleri de iki ön ayaklarýný ileri doðru uzatmýþ, yatýyor. Nefsin kalýntýlarý, kader eþiðinin altýna serilmiþ, yatýyor. Yani onlarýn nefslerinin kalýntýlarý, kader karþýsýnda hareketsiz duruyor.
Ýlim
Ýlim, amel içindir. Yoksa sýrf ezberlemek ve insanlara anlatmak için deðildir.
Önce öðren ve öðrendiðinle amel et. Sonra da baþkasýna öðret. Önce öðrenir, sonra da öðretirsen, sendeki ilim konuþur. Sen sussan ve konuþmasan bile, ilim, amel diliyle konuþur. Yani ilminle iþlediðin amel, ilmin amel olarak konuþmasý demektir.
Sen, önce zahir ilmini öðren, sonra da zahir ilminden bâtýn ilmine atla. Sen, önce þu zahir ilmi ile amel et, zahir ilmini tatbik et. Ta ki onunla yaptýðýn amel, seni yapmadýðýn þeyin ilmine götürsün.
Sen zahir ilmi ile amel et ki, o, seni bâtýn ilmine ve bâtýn ameline götürsün. Þu zahir ilmi, zahirin ýþýðýdýr. Bâtýn ilmi de bâtýnýn ýþýðýdýr. Bâtýn ilmi, Rabbinle senin aranda bir ýþýktýr. Her ne zamanki ilminle amel edersen, yolun Allah’a yaklaþýr.
Peygamber Efendimiz þöyle buyururlar:
- Âlimler, peygamberlerin vârisleridir.
Âlimler, peygamberlerin ilimleri ile amel edince, onlarýn halifeleri, vârisleri ve naibleri, vekilleri olurlar.
Ýlim kýþýrdýr, kabuktur. Amel ise özdür, usaredir. Kabuk, özün muhafazasý için korunur. Öz, tohum ise, kendisinden yað çýkarmak için korunur. Kabuðun içinde öz bulunmayýnca, o ne yapýlýr ki? Özün yaðý bulunmadýktan sonra, o neye yarar ki? Ýlim gitmiþ, ziyan olmuþtur. Çünkü ilimle amel edilmeyince, yani amel gidince, hiç þüphe yok ki ilim de gider. Bunun için Peygamber Efendimiz, þöyle buyurmuþlardýr:
- Ýlim, kendisiyle amel edilmesi için çaðrýda bulunur. Eðer kendisiyle amel edilirse, ne âlâ. Aksi halde, ilim geçer, gider.
Amel
Benim söylediklerimle amel etmeyen, onlarý anlayamaz. Ancak amel ederse anlar.
Çalýþ. Ýleri atýl. Ara. Zira hiçbir þey,
Senin amellerinin suret ve þekli deðil, bilakis mânâsý makbul ve muteberdir. Amellerde esas olan þekil ve suret deðil, tersine mânâ ve ruhtur.
Akýllý kiþiler olunuz. Akýllý kiþiler gibi hareket ediniz. Siz, amellerinizle Allah’a karþý âdeta övünüyorsunuz. Halbuki Allah’ýn nazarýnda sizin o amellerinizin bir sinek kanadý kadar deðeri yoktur. Meðer ki gerek halvet, yalnýzlýk anlarýnýzda ve gerekse bütün diðer hallerinizde Allah’a karþý hep ihlasla, içtenlikle hareket etmiþ olasýnýz.
Hiç tükenmeyen hazine sýdktýr, doðruluktur, ihlastýr, Ýzzet ve Celâl sahibi Allah’tan korkmaktýr, yalnýz ve ancak O’ndan ummak ve her ahvalde O’na dönüp, O’na teslim olmaktýr.
Unutma ki, ilim ve bir de bilmediðin hususlarda teslimiyet, Ýslam’ýn ta kendisidir.
Ýnsanlarla, hem ilme, hem amele, hem de ihlasa sahip bir
dille konuþ. Amelsiz, sadece ilme sahip bir dille konuþma. Zira böyle bir dil
ne
Amelsiz ilmin bereketi gider. Kendisi ise senin aleyhinde delil olarak ortada kalýr. Ýlmine meftun bir âlim olursun. Ýlmin aðacý senin yanýnda kalýr, meyvasý ise yok olur gider. Çünkü onun meyvasý ameldir. Ýlminle amil olmayýnca, meyva yok demektir.
Allah’tan, kendi huzurunda senin için bir hal ve makamý
nasip etmesini iste. Eðer
Neticesinden emin olmadýkça ve Allah’tan kalbine kesin bir iþaret gelmedikçe konuþma, bir cümle bile sarfetme. Düþün bir kere: Eðer evinde yiyecek bir þeyler hazýrlamamýþsan, bir kýsým insanlarý orada yemeðe nasýl davet edebilirsin? Nasýl ki bir bina inþa edileceði zaman önce temele ihtiyaç varsa ve bina ancak temelin üzerinde yükselebiliyorsa, týpký bunun gibi, Allah dostlarý kervanýna katýlabilmek için de önce bir temele ihtiyaç vardýr.
Önce kalp arazini kaz. Ta, ondan hikmet suyu fýþkýrýncaya kadar. Sonra ihlas, mücahede ve salih amellerle binayý yap. Ta, köþkün yükselinceye kadar. Ýþte bundan sonra da insanlarý oraya çaðýr, davet et.
Allahým; bizim amellerimizin ruhsuz cesetlerini Senin ihlasýnýn ruhu ile ihya et, dirilt.
Halk senin kalbinin içinde olduktan sonra, onlardan ayrý
kalmak ve halvete çekilmek
Uzuvlarýn ilacý, onlarýn günah iþlemesine engel olmaktýr. Uzuvlarýnýn günah iþlemesine meydan býrakmayan kiþi, onlarýn devasýný vermiþ demektir. Mesela sen, elini haramdan, baþkalarýnýn hakkýna uzanmaktan, baþkalarýna zulüm ve haksýzlýk etmekten alýkoyarsan, iþte o zaman onun devasýný vermiþ olursun.
Fakirlere Sadaka
Bir þey istemek üzere
Paylaþmak
Þu senin elindekiler, senin deðildir. Tersine, müþterektir, ortaktýr. Komþularýn senin ortaklarýndýr. Onlara ikramlarda bulunmalý, elindeki imkânlardan onlarý da yararlandýrmalýsýn.
Allah’ýn size verdiði rýzýklardan, O’na vekaleten siz de muhtaçlara verin. Yedirin, içirin. Allah size birçok nimetler veriyor. Sizin bu nimetler karþýsýnda nasýl hareket edeceðinizi ve ne gibi ameller yapacaðýnýzý, bizzat sizlere göstermek istiyor.
Çalýþmak
Takdir-i ilâhi budur deyip oturmak ve iman ve ibadet yolunda çalýþmamak caiz deðildir. Bilakis; çalýþmak, hamle yapmak ve takdirdekini elde edebilmek için uðraþmak, didinmek ve gayret sarfetmek gerekir. Belki de Allah, hiçbir uðraþmaya ve didinmeye lüzum kalmadan o imaný bize bahþedecektir. Ancak, ne olursa olsun, imaný ve bilgiye dayanan sarsýlmaz inancý elde edebilmek için, bizim mutlak surette çalýþmamýz gereklidir.
Hiç þüphe yok ki, çalýþmadan eline bir þey geçmez.
Helâl rýzkýný elde etmek için çalýþmadýn, didinmedin, gayret göstermedin. Allah yolunda mücahede et. Miskin miskin oturma. Çalýþmadan, yorulmadan ve emek sarfetmeden hazýra konmayý düþünme.
Sen iþe baþla. Çalýþmaya koyul. Senden baþkasý gelir, meþgaleni tamamlar.
Allah Korkusu ve Sevgisi
Cennet ve cehennemi yaratmamýþ olsa bile, Ýzzet ve Celâl sahibi Allah, korkulmaya ve ümit beslenmeye lâyýktýr. Sýrf zatýný ve rýzasýný taleb ederek O’na itaat ediniz. Üzerinizde ne O’nun lütuf ve ihsanýnýn düþüncesi bulunsun, ne de azabýnýn endiþesi. O’na kulluk; emirlerine boyun eðmek, yasaklarýndan kaçýnmak ve takdirlerine karþý sabýrlý olmakla mümkündür. O’na dönünüz. Bir daha iþlememek üzere günahlarýnýza tövbe ediniz. O’nun huzurunda aðlayýnýz. Hem gözlerinizin yaþlarý, hem de kalp gözlerinizin yaþlarý ile O’nun için tevazu gösteriniz. O’nun huzurunda kendinizi hakir görünüz. Aðlamak, bir ibadettir. Aðlamak, tevazuda mübalaða demektir.
Kimin ki umudu korkusuna galip ise, o zýndýk olur. Kimin de korkusu umuduna galip ise, o da Allah’ýn rahmetinden ümit kesmiþ duruma (kâfirliðe) düþer. Yani mümin, ayný derecede hem Allah’tan korkmalý, hem de onun rahmetine umut baðlamalýdýr. Peygamber Efendimiz þöyle buyururlar: “Eðer müminin Allah korkusu ile, O’nun rahmetine olan ümidi tartýlsa, ikisi birbirine denk gelir.”
Hakk’a talip olan kimse, O’nun cennetini istemez. Cehenneminden korkmaz. Bilakis, sadece O’nun cemâlini ister, O’na kavuþmayý diler. O’ndan, sadece yakýnlýðýný bekler. O’ndan uzak kalmaktan ise korkar, endiþe eder.
Kul, dünyanýn, ahiretin ve Allah’tan baþka bütün varlýklarýn sevgisini silip attýðý ve kalbi, Allah’ýn lütuf, minnet ve yakýnlýk evinde karar kýldýðý zaman, Allah onu her çeþit rýzýk kazanç ve endiþesinden muaf kýlar. Kalbini böyle þeylerle meþgul olmaktan kurtarýr. Allah onu kendisinden baþka hiçbir kimseye muhtaç etmez.
Hakk’ý Görmek
Kim Allah’ý seven birisini görürse, o, kalbi ile Allah’ý gören ve özü ile de O’nun huzurunda olan kiþiyi görmüþ demektir. Peygamber Efendimiz, þöyle buyururlar:
- Siz Rabbinizi, týpký güneþi ve ay’ý gördüðünüz gibi göreceksiniz. Öyle ki, O’nu görmede hiçbir noksanlýðýnýz olmayacak. O’nu net ve açýk þekilde göreceksiniz.
Þaný yüce olan Allah, bu dünyada kalp gözü ile görülür. Yarýn ahirette ise, kafa gözü ile görülür. O’nun benzeri bir þey yoktur.
Bir defasýnda, salihlerden birine soruldu:
- Rabbini görebiliyor musun?
Salih kiþi, buna cevaben dedi ki:
- O’nu görmesem, yerimde duramam.
Soranlar dediler:
- Nasýl görüyorsun?
Salih cevap erdi:
- O’nun varlýðý gözlerimi kaplar. Böylece gözlerim, Rabbimi görür. Týpký cennette kullara kendisini göstereceði gibi, burada da gösterir. Kiþinin kalbi, Rabbinin sýfatlarýný görür. Ýhsanýný görür. Ýyiliðini görür, rahmetini görür, bereketini görür.
Peygamber Efendimiz, yedinci kat göklere yükseltildi. Rabbi onunla konuþtu. O da Rabbini hem kafa gözüyle, hem de kalp gözüyle gördü.
Ýþte kalbi, mânevi ve ahlâki saðlýða kavuþan herkes, böyledir. Bu mertebeye gelmiþ herkesin kalbi, Rabbini görebilir. Böyle hallerde, onunla gökler arasýndaki perdeler kalkar. Özler ve gayretler, geceleyin yolculuk eder. Ýlâhi sýrlarý seyreder.
Arif
Allah’ý tanýyan kiþiye en zor gelen þey, insanlarla konuþmak, onlarla birlikte bulunmaktýr. Ýþte bunun içindir ki, bin arif arasýndan ancak birisi, insanlar içinde konuþabilir. Ne var ki bu bir kiþi de, peygamberlerin sahip olduklarý güç ve kuvvete muhtaçtýr. Nasýl muhtaç olmasýn ki? O, her sýnýf insanla karþýlaþmak ve bir arada olmak durumundadýr. O, aklý erenle de, ermeyenle de; düþünebilenle de, düþünmeyenle de hemhal olur. Kâh bir münafýkla, kâh bir müminle bir arada oturur. Arif, büyük zahmet ve meþakkatlerle karþý karþýyadýr. Hoþlanmadýðý çirkin þeylere de sabreder, tahammül gösterir. Bununla beraber o, içinde bulunduðu sýkýntý, meþakkat ve tehlikeler karþýsýnda mânevi koruma altýna alýnýr. Çünkü o, hakký söylemekle vazifeli kýlýnmýþtýr.
Arif kiþi, ahirete hitaben þöyle der: “Ey ahiret tasasý, benden uzak ol. Çünkü ben, Hakk’ýn kapýsýna talibim. Benim nazarýmda senin de, dünyanýn da birbirinizden farkýnýz yok. Dünya beni senden alýkoyuyor, sen de Rabbimden alýkoyuyorsun. Beni Rabbimden alýkoyan hiçbir þeyde, bence hayýr yoktur.”
Arifin ahirete hitaben söylediði bu sözlere iyi kulak veriniz. Zira bu sözler, Allah’ý bilmenin özüdür. Allah’ýn, mahlûkattaki iradesinin özüdür. Bu, ayný zamanda peygamberlerin, resullerin, evliyanýn ve salihlerin de halidir.
Ýnsanlarýn herbiri bir þeyle meþguldür. Kimisi mevkiinin ve parasýnýn kuludur. Kimisi devlet ileri gelenlerinin kuludur. Kimisi nefsinin, giyim kuþamýnýn kuludur.
Gene insanlarýn herbiri, bir þeyle meþguldür ve bir þeyine güvenmektedir. Kimisi oruç tutmaktadýr ve orucuna güvenmektedir. Kimisi çok namaz kýlmakla meþguldür ve namazýna güvenmektedir, vs.
Bütün bunlardan baþka öyle kiþiler de vardýr ki, kalbi Allah için çarpar. Allah ile beraberdir. Allah’a baðlýdýr. Fanilere asla baðlanmaz. Allah’ýn dininin ayakta durmasý için çalýþýr.
Dünya hayatý, bir bakýma müminin zindanýdýr. Mümin olarak kaldýkça, dünya onun zindanýdýr. Fakat takva hali devam ettikçe, Allah onu oradan çýkarýr. Zindanýndan, darlýktan çýkarýr, ferahlýða kavuþturur.
Müminin beden yumurtasýnýn kabuðu çatlar. Baþka bir þekle inkýlab eder, dönüþür. Bu suretle o, hikmet tanelerini toplar. Allah onun göðsüne, kendisine yakýnlýk kanatlarýný takar. Artýk o, yemek tabaklarýnýn sahibidir. Sofranýn sahibidir.
Sen uykudasýn. Resulullah Efendimiz þöyle buyururlar:
- Ýnsanlar uykudadýr. Ölünce uyanýrlar.
Ancak ölümden sonra uyanabilen kiþinin hali, ne kötüdür!
Mürþid
Kimin ki, Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e baðlýlýðý gerçekten sabit olursa, Allah Resulü ona bir zýrh giydirir, baþýna bir miðfer çeker, kendi kýlýcýný kuþatýr. Kendi edep ve terbiyesinden, kendi þemailinden, kendi ahlâkýndan ona bir þeyler tahsis eder. Kendi elbiselerinden bazýlarýný ona bizzat giydirir. Daha sonra da, ümmeti içinde onu kendisine vekil, rehber ve ümmetini Allah yoluna davetçi yapar. Böylece o da, Allah Resulüne vekaleten, Muhammed ümmetinin içinde, Allah’a götüren kýlavuz ve davetçi olur.
Kalbini bir mescit yap. Orada, Allah’tan baþka hiçbir þeye yer verme. Nitekim Allah, þöyle buyurur:
- Hakikatte mescitler, Allah’ýndýr. Onun için, Allah ile birlikte hiçbir þeye tapmayýn, (Cin, 72:18).
Kalbini bir mescit yaptýðý ve orada Allah’tan baþka hiçbir
þeye yer vermediði zaman, bir kulun derecesi yükselir. Ýslam’dan imana, imandan
sarsýlmaz bilgi ve inanca, oradan marifete, marifetten ilme, ilimden muhabbete,
muhabbetten mahbubiyete yükselir. Daha sonra ise, talep
Her insanýn uyanýklýðý kendi halincedir. Hiçbir kimse, Resulullah Efendimizin uyanýklýðý seviyesine eriþemez. Gene hiçbir kimse, Allah Resulünün hususiyetlerine denk hususiyet sahibi olmaya muktedir olamaz. Þu var ki, onun ümmetinin abdallarý ile velileri, ondan kalan yiyeceklerle içeceklerin üzerine gelirler.
Mürid’e behemehal bir kýlavuz, bir rehber lâzýmdýr. Zira o öyle bir çöldedir ki, orada akrepler, yýlanlar, âfetler vardýr. Susuzluk vardýr. Yýrtýcý, vahþi hayvanlar vardýr. Ýþte kýlavuz, onu bu âfetlerden korur. Su bulunan yerleri gösterir. Meyvalý aðaçlarýn bulunduðu bölgelere götürür. Halbuki tek baþýna, kýlavuzsuz olduðu takdirde, yýrtýcý hayvanlarýn, akreplerin, yýlanlarýn, âfetlerin bulunduðu bölgelere düþer. Periþan olur, mahvolur.
Allah yolunda bir rehber bulduðun an, ona hemen yapýþ. Hiç þüphe yok ki, mânâ onun dýþýnda deðildir, içindedir. Onun çevrendeki bütün diðer insanlardan daha faziletli ve üstün bil. Her yönüyle mürþidine baðlý ol.
Ey gerçeklerden kaçan kiþi! Bana yýlda bir defa, ayda bir defa yahut haftada bir defa uðramazsýn. Gel. Haftada, yahut ayda, yahut yýlda bir defa olsun bana uðra. Hem de bomboþ olarak. Sakýn bir þey istediðimi sanma. Bir þey getirme. Gel. Benim meclisimden alacaðýný, karþýlýksýz olarak al. Bugün benden aldýðýn bir þey, yarýn milyon olur.
Ben senin yükünü yükleniyorum. Sen sanýyorsun ki, buna
karþýlýk ben de yükümü
Benden bir kelime öðrenmek için, bin senelik mesafede olsan bile gelmelisin. Kaldý ki, aramýzda sadece birkaç adýmlýk bir uzaklýk var.
Abdülkadir Geylani Hazretleri
Fethü’r Rabbani’den
Allah-ü Taala’ya ve Hz. Rasulallah’a iman
1- Allah’ın emirlerini tutmak....
2- Yasak ettiği şeyleri yapmamak...
3- kimsenin elindekine göz dikmemek, doğru çalışmak, haline razı olmak....
İnsan, hayatı boyunca, emir, yasak ve kader çizgisi içindedir. Hiçbir zaman bunların dışına çıkamaz. Dışını Hakkın emirlerine uydurduktan sonra, iç alemi için 3 vazife başlar.
1- İnsan öz varlığı olan kalbine, iç alemine dönmeli...
2- Ruh, iyilik taraftarı olarak, kötülüğe meyilli duran nefsini muhasebe etmeli...
3- Böylece bütün gidişatını, yolunu Allah yolunun hakiki yolcularına uydurmalıdır...
Allah’ın ve Hz. Rasulallah’ın emirlerine uyun; şahsi arzularınıza ve hissiyatınıza mağlup olarak bid’at yoluna sapmayın ! İtaat edin; türlü ve bozuk yollara ayrılmayın!... Allah’ı tevhid edin; hiçbir zaman şirk koşmayın!... Hakkı tenzih edin; itham etmeyin... Doğruluk karşısında şüpheye düşmeyin; tasdik edin. Hep birden kardeş olun, aranıza düşmanlık sokmayın. Doğruluktan nefret etmeyin, daima Hak yolu ve yolcularını arayın, usanmayın... Sonuna kadar çalışın; bekleyin ümitsizliğe düşmeyin... Daima doğru yolda toplanın, sevişin aranıza sevimsizlik girmesin... Yaptığınız kötülükleri bırakın; tövbe edin; bir defa yaptığınız hatayı ikinci defa yapmayın!.. İçinizi dışınızı temiz tutun. Uğursuz, çıkmaz, karanlık bataklıklara düşmeyin... Rabbınızın taatı ile ruhunuzu bezeyin. O’nun kapısından ayrılmayın. Ondan yüz çevirmeyin. Tövbenizi bozmayın... Gece gündüz Allah’a yalvarmaktan bıkmayın. Çünkü rahmet kapıları ancak bu yolda açılır. Hakiki saadeti buyolda bulmanız mümkündür. Şu bataklık aleminden ulvi ruhani aleme bu yoldan gitmeniz mümkündür. Hak’ka vuslat bu yoldadır. Rahat, huzur ve selamet evine buradan girilir. Öyle bir selamet evi ki, her çeşit binek orada, gözün görmediği her türlü hoşluk oradadır... Bu nimetlerden bıkmaz, usanmaz, bol bol yer içersiniz. O yerde sizin arkadaşlarınız Peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihler olur.. Allah cümlemize nasib etsin...
İnsan, başına bir iş gelirse... Önce, kendi kendine kurtulmaya çalışır... Muvaffak olamayınca, etraftan yardım istemeğe koyulur...
Padişahlara
gider; rütbe sahiplerine yalvarır. Zenginlere koşar... Hal
sahiplerine gider; dua ister, himmet ister...
Son, bu halden de usanır; yaptığı dua ve niyazın işe yaramadığını zanneder... Bu kerre dua da dahil her şeyi bırakır... Saf, temiz bir halde beklemeğe başlar... Bu kez kader-i İlahi (Allah’ın emri) ne ise o zuhura gelir... Olacak olur... Herşeyde Allah’ın kudretini, kuvvetini sezer. Hareket, sükun... her ne varsa, ondan olduğunu anlar. Hayır, şer, iyilik, kötülük, vermek, almak, genişlik, darlık, ölmek, dirilmek, izzet, zillet, bunların hepsinin Hak’tan geldiğini mana gözü ile görür...
Bu halleri görür... Ve
bu haliyle süt anasının elindeki çocuk gibi olur...
Yıkayıcı elindeki meyyite benzer; kendinden bihaber... Onlar
istediğini yapar... Velhasıl, bir top gibi olur, gayri ihtiyari
sağa sola yuvarlanır... Bukalemun gibi renkten renge geçer. Ne
kendisi için, ne de başkası için hiçbir hareket yapmaz... Hakkın
işinden başka şey görmez. Gözü O’ nu görür, kulağı
O’nu işitir. Başka şey görse veya işitse, O’nun için görür
veya O’nun için işitir. O’nun nimeti ile beslenir ve O’na yakın
olmakla ferahlar... Bu
Her halde Hak’la mutmain olur. O’nun sözü ile ünsiyet peyda eder. O’ndan başka her şeyden çekinir ve hoşlanmaz... Daima O’nun zikrine koşar... Ve öylece kalmak ister. Bu halde kendinde yükseklik duyar. Kuvvetini Hak’tan alır. O’na tevekkül eder. Yolunu O’nun marifet nuru ile bulur. Onunla giyer, Onunla kuşanır. Böylece Hak’kın çeşitli ilimlerini öğrenir. O’nun kudreti ile şereflenir. O’ndan işitir. O’na yaklaşır. Dua eder, hamd eder. Öylece kalır...
Halkın malına göz dikmez, onların elindekinden kendini mustağni kılarsan, kötü isteklerin ölmeğe başlar. Böyle olunca sende hiçbir kötülüğe karşı meyil kalmaz. Bunlar hep Allah’ın yardımı ile olur. Bu inayet ve yardım sayesinde öyle bir hayata kavuşursun ki ondan sonar ölüm yoktur. Bundan bulacağın zenginlik tükenmez; verilen alınmaz... Rahatın bozulmaz... Hiçbir sevdiğinden mahrum olmazsın. Öğrendiğini unutmaz, sonundan korkmazsın...
Bu yeni varlıkla bambaşka bir aleme geçersin; saadeti bitmez tükenmez... Sultanlığın bir türlü sonu gelmez. Yüksekliği bir türlü nihayete ermez. Burada yalnız tazim olunur, tahkir olunmaz.
Çünkü sende artık bir meniyet vardır. Ve doğruluk zatında mevcuttur. Söylediğin Hak, yaptığın doğrudur. Sen artık eşsiz bir cevher haline gelmişsin. Tekle tek, birle bir olmuşsun. Gizlinin gizlisi, sırrın sırrı oldun; yetmez mi?
Bu hal ve bu alemde sen, peygamberlerin vekilisin demektir. Velayet sırrı sende biter. Ebdallar –velilerden bir kısım- şekline bürünür. Her dert seninle biter. Her ihtiyaç seninle görülür. Yağmur arzunla yağar. Bitkiler sevginle biter... Yeşerir... İster sultan, isterse çoban, ister imam ister cemaat hepsinin belasını def edersin...
Sen bundan böyle ibadın
ve biladın amirisin; eller
Ey bunca in’am ve ihsan yapan Allah, bunlar hep senin vergilerindir. İkramındır. – Allah büyük ihsan sahibidir-
tuzağı, öldürücü zehirleri ile düşkünlerine verilmiştir. Gafletle Dünyayı, zahirdeki güzelliği ile görürsen aldanma... O, hilesi, dokunanı derhal öldürür. Onda sadakat, onda vefa diye bir şey yoktur. Ona iyi gözle bakıp hoşlanma; şöyle ol: Sahrada bir adam çırılçıplak kazayı-hacete oturmuş. Hem edep yri görünüyor, hem de koku geliyor. Sen mecbursun; hem burnunu tutacak, hem de gözünü kapayacaksın. İşte dünyanın hali. Ondan kurtulmak için hem gözünü kapa, hem de burnunu tut...
Dünyaya ihtiyacın kadar bağlan! kalpten sevme; Nesibin ne ise gelir üzülme..!
Halkı Allah’ın izni ile bırak, yine O’nun emri ile arzularından geç. Bir ayet-i Kerimede şöyle buyrulur:
- “
Kendini Allah’ın fiiline, iradesine terket. Saydıklarımızı yaparsan, ilahi emirlere bir kab olursun.
Halkı bırakmak; onların elinde
hiçbir iyilik veya kötülük olmadığına ve olamayacağına
inanmakla olur. Bütün kuvveti Allah’tan görüp, halkın elinde mevcut
olan bir şey görmeden Allah’ın kudretini tasdik etmekle mümkün olur.
Kendini bırakmana gelince: Hak’ka teslim
olman ve sebepleri bir yana atmanla olabilir.
Kendinden hiçbir hareket görme, gücüne kuvvetine mağrur olma. Bu halinde kendini hor görüp, özünden nefret etme. Hak’ka teslim ol; O’nun emirlerine göre hareket et. Şunu iyi bil ki, her şeyi evvel ahir yapan Allah’tır...
Sen ana karnında bilinmez bir nesne iken, O besledi ve bu aleme getirdi. Ve yine sen, beşikte her şeyden habersiz yatarken esirgeyen O oldu. İşte o eski hallerini düşün ve Hak’ka güven.
İlahi tecelliler önünde yok olmak şöyle olur: Başta hiçbir istek sahibi olmamak gerekir. Bunu yaptığın an, her arzun yavaş yavaş ölmeğe başlar. Dileklerin yok olur. Daha sonra iraden ölmeğe başlar. İşte bundan sonradır ki, ilahi tecelli seni kaplar. Hiçbir meramın olmaz. Hak’kın isteğinden başkası sende hüküm süremez olur. Kalbin sakin, vücudun rahat, gönlün geniş, yüzün nurlu... Her şeyden elini çeker, yalnız yaratanla meşgul olursun. Hak varlığı ile zengin olursun...
Bu halinle seni kudret
eli çevirir, ezel dili seni çağırır. Hak
- “Benim için kalbi mahzun olanlarla olurum.”
Bu Kudsi bir hadistir.
Muayyen bir zaman için
halin böyle gider, ardan zaman geçer; evvelce mahrumu olduğun pekçok
dünyaca hoş tanınan nefsi zararsız isteklerine kavuşursun.
Peygamber
- “ Bana
dünyanızdan üç şey sevdirildi. Kadın, güzel koku, gönlümü
hoş
Bütün kötü arzun,
hevesin kırılmadıkça, Hak, seninle olmaz. Bu hevan ve hevesin
yok olunca da sende hiçbir şey durmaz olur artık. Sende ne iyilik
eğlenebilir, ne de kötülük. Ne akıl kalır, ne de fikir. Hiçbir
şeyi seçemez olursun. Varla yok arasında bir hal alırsın.
Allah seni öldürür, yeniden diriltir. Sende, yeni ve bambaşka bir irade
zuhura getirir. Her isteğini o irade ile istersin. Bu hale ki geldin ve
her isteğin buna ki uydu; Hak Teala kendine izafe ettiğin mevhum
varlığını alır, seni yok eder. Bu
Yukarıda bahsedilen <<bakiye kalan varlık>> cümlesini biraz izah edelim: Bunun manası; tam bir sükun ve tumaninet halidir... Yani yukarıda arzedilen hale girmek ve onda tambir olgunluk peyda etmek demektir. Bunu daha açık anlatmak için Allah’u Teala’nın, Peygamberi (S.V.) lisanı ile buyurduğunu dinleyelim:
- “Kulum bana ibadet etmekle yaklaşır, ve onu severim... Sevince de tutan eli, işiten kulağı, gören gözü, yürüyen ayağı olurum, hep işlerini benimle görür... “
Diğer bir rivayette şu cümleler de vardır.
- “Benimle işitir, benimle tutar, benimle aklı erer...”
Bu hal ancak < Fena > - kendinden geçiş – ile başlar. Bu iş, güç değildir, halkı bırakman kafi...
Halk; hayır ve şerden ibarettir. Sen de böylesin, hem hayırlısın heh de şerli... Halkın hayrını ve şerrini isteme... Yalnız Hak’kı tut, ötesini bırak. Yine Kader-i İlahide hayır ve şer vardır. Sen bu halde bulunmadıkça Allah seni şerrinden korur, hayrı denizine atar. O zaman hayrına kab olur, her çeşit nimete kavuşursun... Süküna rahata, hoşluğa ve nihayet her güzelliğe kaynak olursun...
Fena (1), Müna (2), Müptega (3) bunlar ayrı ayrı tasavvuf mertebesidir. Velilerin son durağı buralardır. Bunlara yönelmek öyle bir istikamettir ki, geçmişteki evliya ve ebdal hep bunları istediler. Ta ki, iradelerini Allah’a bırakalar ve O’nun iradesine göre hareket edeler. Zaten bu yolun yolcularına < Ebdal > demek, bu manayı anlatmak içindir.
Bunların
günahı nefsani arzularını Hak’kın iradesine ortak
etmektir. Haddi zatında onlar bunu unutarak yaparlar. Manevi bir
hale kapılı, dehşete düşerler, bu arada kendilerini
kaybederler. İsteklerine kapılma neticesi Hak’ka şirk
koşmuş olurlar. Sonra, Allah tarafından kendilerine bir
ayıklık gelir; Allah’ın rahmeti, merhameti yetişir,
blundukları halden uyandırır. Onlar da hatalarını
anlar, istiğfar eder, tövbe ederler... Allah da tövbelerini
Nefsini bırak! Ve
ondan uzaklaş!.. Nisbi olarak kendine izafe ettiğin mülkten
ayrıl!.. Hepsini Allah’a teslim et!.. Ve kalbin kapısında bekçi
ol!.. Allah’ın < gönlüne sakla > dediklerini içeri al ve <
Allah’ın iradesi dışında bir şey isteme!.. O’ndan başka bir şey istemek boş bir temennidir. Akılsızlıktır. Sakın böyle bir hevese düşme!.. Telef olursun.. Helak olursun!.. Hak’kın merhametinden uzak kalırsın.
Sonuna kadar Allah’ın emirlerini tut!.. Sonuna kadar yasak ettiği şeylerden kaç!.. Sonuna kadar O’nun kaderine teslim ol!.. Yarattığı şeylerden hiç birini O’na ortak yapma. Şirk koşma!..
İsteğin, arzun, şehvetin, hepsi O’nun yarattıklarıdır...
İsteme! Kötü arzularına kapılma! Şehvete düşkün olma!.. Ta ki müşrik olmayasın!..
Ayetten: < Bir kimse Rabbına kavuşmayı istiyorsa, yarar iş yapsın. Rabbı için yaptığı ibadetlere şirk katmasın. >
Şirk, yalnız putlara tapmak değildir. Kendi şahsi arzu ve isteklerinde tesir görerek,uyman da bir nevi şirk ve putperestliktir. Dünya ve onun metaından, ahiret ve onun nimetlerinden herhangi birine gönül kaptırarak, seni yaratanın sevgisini değil, bunlardan her hangi birinin sevgisini üstün tutarsan, şirk etmiş olursun...
Uçsuz bucaksız
bir varlık bul, kendini muayyen ölçülere kaptırma. Muayyen bir
çerçeve içersinde kalırsan, doğruluğunu haber verdiğin
yanlış olabilir. Kalacağını haber verdiğin nesne,
bakarsın ki kaybolmuş... Hak’kın iradesine tabi ol ve hiçbir
şeye karışma!.. Keşif ve keramet nevinden sayarak, bir
şeyler söylersin, ama aksi olunca utanır, rüsvay olursun...
; onda da çeşitli bilmediğin nimetler gizlidir. İlim
vardır. İrfan, marifet vardır;
ayıklığını arttırır ve edep terbiye
öğretir
- “Biz hiçbir ayeti, ondan daha iyisini veya benzerini getirmemek şartı ile değiştirmeyiz... Allah’ın her şeye kadir olduğunu bilmiyormusun?”
Allah’ın
kudretini küçük görme!.. Takdir ve tedbirde, onu itham etme... O’nun vaadinin
doğruluğunda şüpheye düşme... Hz. Peygamberi (S.A.) kendine
örnek al... O büyük insana inen ve mushaflarda yazılan, dillerde okunan
bazı ayetler kaldırıldı... Bazısı
değişti, yerine başka ayet geldi... Biraz önce haber
verdiğinin aksini az sonra söyledi. Ama bu hal zahirde böyle oldu. Öbür
yönünü, ancak, Allah’la kendi arasında bir iş olarak
İşte yukarıda anlatılan hale işaret ederek Peygamber(s.A.) efendimiz şöyle buyurur:
- “Kalbimde değişik haller olur, bu yüzden her gün yetmiş defa istiğfar ederim.”
Diğer rivayette “ Yüz defa.”
Peygamber(s.A.) efendimiz., daima hal değiştşrirdi. Bir halden diğer hale geçer ve olgunluğa doğru ilerlerdi. Gayb aleminin hazinelerine ererdi. Çeşitli manevi süslerle süslendi. İşte efendimiz böyle yükselirdi. Her yükseldikçe de evvelkinin noksanlığını anlar; mahdut bir halde kalmayı noksan sayar, istiğfar ederdi. Kendisi yaptığı gibi ashabına da istiğfar telkin ederdi. Çünkü istiğfar ve tövbe halinde bulunmak kulun vazifesidir. İnsana en çok yakışan şey, istiğfar ve tövbe etmektir. Bütün kötülükleri, bir daha yapmamak şartı ile bırakmak babası Adem’den (a.s.), Hz. Rasulallah’a O’ndan da bizlere veraset yolu ile geldi... Ki Adam aleyhisselam’ın her yanını zulmet kaplamıştı; işte o zaman istiğfar etti, sonra karanlık açıldı, her yanı nur kapladı; kurtuldu. Çünkü o bir zamanlar ahdi unuttu. Dar-ı Selam’da daimi kalacağını, Rahman ve Mennan olan Allah, kendisini Cennetten çıkarmayacağını sandı... Melekler kendisini daima selamlar, öğmelerle geleceğini tahmin etti. Böylece nefsine uydu ve her şeyi unuttu... İş değişti. O güzel süslerden soyundu, saltanat gitti. Derecesi düştü... O nurlu alem, aniden karanlığa gömüldü. Önceki safiyet bozuldu.
Böylece her şey elinden alındıktan sonra işin nereden geldiğini anladı. İçinde bulunduğu büyük safiyeti düşündü... İtiraf yolunu tuttu. Unuttuğunu, hata işlediğini itiraf etti. Kendi kendine istiğfar telkin etti:
- <Yarabbi, biz nefsimizi kötüledik, kirlettik, bizden mağfiretini, merhametini esirgersen, sonumuz fena olur. >
Bu tövbe ve itirafa karşı kendisine hidayet yolları göründü. Nasıl işler yapacağı bildirildi. Ve o, o tövbedeki gizli marifet nurları ve bundan evvel kendisine keşfolunmayan iyilikleri öğretildi. Ve neticede şuna kani oldu:
- < Bütün kaybettiğim haller bana tövbe yolu ile açılacaktır. >
Her şey değişti... İstek şimdi başka oldu. Hal başka hal oldu. Büyük bir saltanat geldi. İlk önce dünyada bir velayet-i Kübra; sonrası da ahirette... Dünya kendine ve evladına yer oldu. Ahiret ise ebedi bir yuva... Ve sonsuz bir sığınak..
Ey mümiz! Senin için Hz. Adem v Hazret-i Muhammed de dostluk ve muhammed için iyi adetler var... Herhalde hatanı bil, tevbe et...
Manevi bir hal içinde bulunduğun zaman başkasını isteme. İser daha altını, ister daha üstünü. Hiçbir makam arzu etme...
Padişahın kapısına geldiğinde hemen içeri girmeği isteme Zorla içeri alınıncaya kadar bekle. Kendi isteğinle değil zorla içeri alınmalısın. Tekrar, takrar istemelisin. Pek nazlı da olma...
İçeri girmek için mücerret izinle de yetinme. Seni tecrübe için olabilir, belki de padişah tarafından deneniyorsundur... Koşma; bekle. Ta ki seni zorla içeri alsınlar. Bu şekilde içeri alınman senin için bir fazilet olur. Saraya bu şekilde girdikten sonra, seni kimse tekdir etmez. Tekdir ancak yapacağın kusurdan sonra gelir. O, seni bizzat içeri aldıktan sonra, korku da olmaz. Padişahın yaptığından mes’ul olmazsın. Ancak kendi isteğinle yaptığın şey sonunda mes’ul duruma düşersin. Yaptığın hareket neticesi, sana taarruz vaki olur.
Bu makamda senin için iyi olmayan şey kendi arzunla hareket etmendir... Sabrın azlığı, edebe riayetsizliğin, bulunduğun hale rıza göstermemen senin için hiç de iyi olmayan hareketlerdir...
Saraya girmek sana nasib olunca; başını önüne eğ, gözlerini etrafta gezdirmekten sakın. Edepli terbiyeli olarak, verilen her hizmet ve vazifeyi yapmağa çalış. Daha fazla yükselmeği isteme...
Ayet: “ Olara verdiğimiz dünyalıklara gözlerini çevirme, onları tecrübe etmek için, dünya süsü olarak kadın verdik. Rabbın sana verdiği rızık, hem hayırlı hem de devamlıdır...”
Allah-ü Teala, bu ayetle seçkin Peygamberine edep öğretiyor, dolayısıyla bize...
- < Halini muhafaza et, verilene razı ol...”
Buyrulmasındaki Murad:
- “Sana verdiğim pek çok hayır, peygamberlik, ilim kanaat, sabır, islam dini üzerindeki saltanat ve o yoldaki mücadele senin için en büyük nimettir... Ötekilere verdiklerimden daha iyi ve güzeldir.
Bütün hayır haddi bilmekte ve ona razı olmaktadır. Bununla beraber başkalarının hiçbir şeyine göz dikmemektedir. Başka bir şeye iltifat etmemektedir. Çünkü o baktığın ve arzu ettiğin şey üç kısma ayrılır. Birincisi, senin nasibin olmasıdır. İkincisi başkasının nasibi olma ihtimali. Üçüncüsü, ne senin ne de başkasınındır. İhtimal ki; Allah’ü Teala, onu bir tecrübe vasıtası olarak yaratmıştır...
Baktığın şey her ne ise... Eğer o, sana nasip olmuşsa ihtirasa düşüp ardından koşsan da gelir koşmasan da. İstesen de gelir, istemesen de Bu hale göre, mutlaka onu elde etmek için çırpınman ve edebe uymayan bazı hareketler yapman sana yakışmaz. Bu hal, ilim ve akıl ölçüsüne vurulursa hiç de sevilen bir şey olarak meydana çıkmaz.
Eğer o şey, başkasının nasibi ise.... çırpınman niçin?.. Çünkü o şey sana hiçbir zaman gelmez.
Yine o şey, ihtimal ki hiç kimsenin nasibi değildir, fitne ve tecrübe için yaratılmıştır. Böyle olduğuna göre, akıllı olan kimse nasıl nefsi için, böyle bir fitneyi ister. Ve kendine celb etmeği arzu eder?..
Bu izahlardan anlaşılıyor ki; bütün selamet ve iyilik, manevi hali muhafazada ve haddi tecavüz etmemededir...
Avuç içi kadar dar yerde de kalsan, geniş sahalara da çıksan, her ikisi de sana göre musavi olmalı... Ve yukarıda anlattığımız halini ve edebini muhafaza etmeğe çalışmalısın. Başını önüne eğ. Çok edepli ol... Daha da üstün vazife görmeğe çalış. Çünkü padişaha en çok sen yakınsın, senin kabahatin de çabuk görülür. Bu sebepten senin için tehlike daha fazladır.
Bulunduğun halin daha üstüne ve daha aşağısına geçmeği isteme. Orada sabit kalmayı, baki olmayı arzu etme. Bulunduğun vazifenin şeklini değiştirmeğe yeltenme... Böyle bir şey yapmağa senin bir selahiyetin yoktur. Böyle bir şey yaparsan nimetleri inkar yolunu tutmuş olursun; bu ise, dünya ahirette sahibini utandırır...
Sonuna kadar, anlattığımız şeyleri yapmağa çalış... Neticede öyle bir hale gelirsin ki, o halde senin için bir makam verilir. Seni ondan hiç ayırmazlar. Sen de onun, Allah tarafından bir vergi olduğunu anlarsın. Böyle oluşun delili ve beyanı meydandadır, bunu bilir ve o halin devamına çalışırsın...
Veliler için haller vardır. Ebdal için makamlar vardır. Ve sana hidayeti Allah nasip edecektir....
Allah sevgililerine ve bunlardan bir kısım olan Ebdale, akıllara durgunluk veren, adet ve resmiyeti ortadan kaldıran Ef’al-i İlahi’nin tecellisi açılır. Bu tecelli iki kısma ayrılmıştır: Cemal, Celal sıfatlarının tecellisidir. Celal, aynı zamanda azamet manasına da gelir. Bunların tecellisi kalbe çok giran (*) gelir. İnsanı müthiş sarsar. Bu hal kalpde olur fakat zahiri duygulara da sirayet eder. Bazen görülür ve işitilir. Bu hali, bir ravi, Peygamber (S.A) efendimizden nakletmiştir:
Namazda, yemek kabının kaynamasına benzeyen bir ses işitilirdi. Bu ses kalbden gelmiş ve zahirde de işitilmiştir. Bu hale sebep, Allah’ın Celal sıfatının tecellisini görmesi ve azamet-i İlahi’nin keşfolmasıdır... Bu hale benzer şeyler Hz. İbrahim’den (A.S) keza, Hz. Ömer (R.A) rivayet edilmiştir...
Cemal sıfatının tecellisine gelince: Bu sıfatın tecellisinde kalb nurla dolar ve bununla boş olur. Bu halde kalb rahat eder. Lütuflara erer. Güzel konuşmaları burada duyar. Güzel sözleri bu halde işitir. Bununla beraber, kendisine yüksek hediye müjdeleri burada verilir. Ve yüksek derecelere çıktığı kendisine burada haber verilir. Bu öyle bir makamdır ki; bundan sonrasında kulun hiçbir dahli olmaz. Her şey ezeli nisbete bağlanır. Kalem kurur. Artık taksim ne ise o gelmeğe başlar. Allah fazlını ve rahmetini istidatlar nisbetinde verir, rahmet ve şevkatini onlara ispatlar. Bu hal ecel gelinceye kadar devam eder. Ki, bu malum olan ölüm zamanıdır. Bundan sonra daha fazla açılır. Perdeler kalkar. Yükseldikçe yükselir. Bunun dünyada verilmemesinin sebebi, Allah’ karşı olan sevgi ve muhabbetlerinin onları bir tehlikeye götürmemesi içindir. Sonra takatları kesilir. Helak olurlar, zayıf düşer, ibadetlerini yapamazlar. Halbuki onlar ölünceye kadar ibadet etmekle mükelleftirler. Bunlara, bu maddi hayatta tam tecelli etmemesi ve tam tecelliyi öteki aleme bırakması O’nun merhametinin eseridir. Böyle yapmakla sevdiklerinin kalplerini tedavi eder. Terbiye eder ve madde alemi ile manevi alemi bu şekilde idare eder. İncelikleri bilen ve hüküm veren O’dur. Kullarına lütfunu, merhametini esirgemeyen O’dur...
Bu halleri anlatan bir rivayet Hz. Rasulullah’tan şöyle nakledilmiştir:
Efendimiz, maddi alemle biraz meşgul olduğu zaman:
- “Ey Bilal, bizi biraz dinlendir. Ezan oku da namaza kalkalım...”
Buyurmuştur. Bunu, anlattığımız güzellikleri görmek için söylemiştir... Yine bu sebeple şöyle buyurmuştur:
- “Namaz, gönlümün sürurudur...” (**)
(*) Bıktırıcı, fena, katı
(**) Sevinç
Bu kadar külfetler içerisinde, varlığını gösteren yalnız Allah’ü Taala’dır. Bundan sonra nefsin gelir. Muhatap olarak meydanda da sen varsın.
Nefis; başta Allah’ın zıddıdır. Halbuki her şey sahiplidir. Böyle olduğu için nefis, hem yaradılış itibariyle, hem de mülk olarak Allah’ındır. Bu arada nefse boş iddia ve arzu, bir de kötülükleri ile sevinmesi kalır.
İş böyle olduğuna göre, sen, Hakka uyarak nefsine muhalefet edesen; Allah için nefsine hasım olmuş olursun... Allah-ü Taala, Davud’da (A.S) şöyle buyurdu:
- “Ya Davud, ben daimi kuvvetinim, bu kuvvetini nefsine düşman olarak ibadete vermeğe çalış. “
Ey mümin, eğer sen de böyle yapar ve bu halde kalırsan, kulluğun ve Allah’a karşı olan bağlılığın doğru olur. Rızkın ne ise... rahat,güzel, hoşolarak gelir; aziz ve mukerrem olursun. Ve her şey sana hizmet etmeğe başlar. Sana tazim ederler, hürmet ederler... Çünkü onlar yaratanına bağlıdır. Sen ise onun sevgili kulusun. Onları Hak yaratmıştır. Onlar da bunu ikrar etmektedirler. Nasıl ki; Allah-ü Taala bunu şu ayetlerde haber vermiştir.
- “Allah’ı tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, lakin siz onların tesbihini anlayamazsınız.”
- “ Göğe ve yere isteyerek veya zorla geliniz... diye buyurdu. Onlar da dediler:
- İsteyerek geldik...”
İbadetin başı nefse muhalefet etmektir. Allah-ü Taala buyurdu:
- “Nefsine uyma; nefs seni Allah yolundan ayırır.”
Davud’a da şöyle buyurmuştur:
- “Ey Davud, nefsini bırak, çünkü o, daima münazaa çıkarır. “
Beyazid-i Bestami’den (Rh.) bir rivayet vardır. Beyazid mana aleminde tecelli-i ilahiye nail olur ve sorar:
- “Yarabbi, sana nasıl gelinir?
Şu cevabı alır....
Nefsini bırak da gel...
Beyazid der ki:
Nefsimi bıraktım, yılan soyunduğu gibi ben de nefsimden soyundum... Her hayrın ve her güzelliğin onu bırakmakta olduğunu gördüm...”
Eğer takva halinde isen, nefsine daima muhalefet et... Halkın varlığını kalbinden çıkar. Onlardan her hangi bir şey bekleme. Onlara minnet etme. Onlara güvenme, onların elindeki dünyalığa göz atma. Onların iyiliği seni sevindirmesin, kötülükleri de gücendirmesin. Onların hediyesini, sadakasını, zekatlarını, adaklarını bekleme. Şayet senin mal, mülk sahibi bir adamın varsa sakın mirasına konmak için ölümünü .isteme...
Halkı hakikaten kalbinden çıkar. Onları kah açılan, kah kapanan bir kapı bil. Onları, meyvesi bazen var, bazen de yok olan ağaçlar gör... Bu işlerin hepsini bir faile bağla ve bir müdebbirin tedbiri kabul et. Bu fail ve müdebbirin de Allah olduğuna inan ki, muvahhid olasın.
Bu anlattığımız şeyleri kabul etmekle beraber kulların çalışmasını da inkar etme... Sonra cebriye mezhebine girmiş olursun. Her ikisini birleştirirsen cebriye mezhebinden kurtulursun. Allah’ın yardımı olmadan onların işi tamam olmayacağını iyi bil. Allah’ı unutarak onlara tapma. Bunların yaptığı, Allah’ın işinden ayrıdır, deme. Hakkı inkar etmiş olursun. Kadriye mezhebine girmiş olursun. Allah, gücü kuvveti verir, kullar da yapar, de...
Bu hükümlerde Allah’ın emri ne ise ona bağlan. Bunlardan haddi aşmayarak kısmetin ne ise onu al. Allah’ın hükmü, sana ve bütün mahlukata kendi verdiği hükmü ile olur. Sakın sen hakim olmaya kalkmayasın. Sen de onlar gibi kader-i ilahinin çizgisi dahilindesin. Kader ise karanlıktır. Karanlığa lamba ile gir. Bu lamba da Allah’ın kitabı, Peygamberin sünnetidir. Sakın bu ikisinden ayrılma... Eğer bir hatıra kalbine gelirse ve sıkışık durumda kalırsan, onu derhal kitap ve sünnet ölçüsüne vur... Mesela, zina etmek, gösteriş yapmak gibi şeylerden olduğunu görürsen, facir(*) ve fasiklerle(**) birleşmek gibi şeyler olursa –ki bunlar haramdır- sakın yapma... Derhal bu gibi düşünceleri bırak... Bunlardan başka haram şeyler olursa hemen ört... kaç... Kabul etme, amel etme... Bu gibi şeylerin şeytan tarafından sana hatırlatıldığını bil.
O sana gelen hatıranın, mübah olan arzulardan, evlenmek, yemek, içmek nev’inden bazı şeyler... yine yapma. İhtimal ki aklın ermediği bazı kötülükler onda gizlidir. Mesela bakarsın sana bir fikir gelir:
- Bu müşkülün için falan yere git; oradaki falan zata arz et...
Halbuki senin o zata ihtiyacın yoktur. Belki de senin ilmin, irfanın daha üstündür. Bunları da onunla anlıyorsun. Burada biraz dur. Hemen oraya koşma...
Bazen de kendi kendine dersin:
- Herhalde bu Allah tarafından ilhamdır, bununla amel edeyim...
Hayır bunu da yapma! Bu işte de hayırlısını bekle... Bunun Hak tarafından olduğunu anlamak için, o ilhamın sana tekerrür halinde gelmesi lazımdır... Yahut sana, o işi yapman için manevi bir emir verilir, o zaman yaparsın. Allah için bilgi sahibi olanlara bu gibi şeylerde bazı alametler zuhur eder; bunu da ancak akıllı veliler ve ebdal zümresi bilir.
Bu anlatılan şeyleri sakın yanlış anlama... Bunlar, emir ve yasakların haricindeki şeylere aittir. Şer’i hükümlere uyman ve tamamiyle tatbik etmen lazımdır. Aksi halde manevi alemden hiç nasib alamazsın...
Doğruyu bilen ve o yolda hidayet eden Allah’tır...
(*) Fena huylu, günahkar
(**)Allah’ın emirlerini tutmayan
Fakirlik halinde, geçim durumundan aciz kaldığın zamanda, nikah işiyle karşılaşırsan, bu halinde de sabreder beklersen; Hak taala, ya senin başından bu işi giderir, yahut sana bir kolaylık verir evlenirsin, yahut muhafazası altına alır geçimini kolaylaştırır. Böylece dünyada güçlük göstermeden, ahirette de sıkıntıya sokmadan istediğini sana verir ve sabrından dolayı sana: Sabırlı, haline şükreden ismini verir...
Eğer evlenmek senin nasibinde varsa, ister istemez olur; olunca yaptığın sabır şükre çevrilir... Allah’u Taala hazretleri ise şükredenlere bol ihsanlar vereceğini şöyle vaad etmiştir:
- “Eğer şükrederseniz nimetimi arttırırım, küfür yoluna saparsanız azabım şiddetlidir.”
Eğer evlenmek sana nasib değilse, o arzu kalbden çıkar gider. Nefis istese de istemese de bu yazılan olur.
Her halinde sabra devam et. Kötü arzularına muhalif ol. İlahi emirlere boyun eğ. Kazaya razı ol. Bu halinden dolayı da Allah’tan iyilik um. Çünkü, Allah’ı Taala şöyle buyurdu:
- “Sabredenlerin mükafatı bol verilecektir.”
Allah-ü Taala sana mal verir; sen de Allah’ı unutur malla uğraşırsın, o malı sana kara bir perde yapar. Dünyayı , ahireti göremez olursun. Yalnız malı bilirsin. Çok kerre de malı alır, seni değiştirir. Fakir eder, zelil eder. Çünkü sen, asıl nimeti vereni unuttun, nimetle meşgul oldun...
Eğer, o mülk seni meşgul etmez de, ibadetinle de uğraşırsan, sana hediye olarak verilmiş olur, bir tanesi bile eksilmez. Mal sana hizmetçi olur. Sen de yaratana ibadet edersin. Böylece dünyada rahat, güzel geçinirsin. Ahirette ise sıddıklar, şehitler, salihlerle beraber olursun...
İyiliğin gelmesini, kötülüğün gitmesini isteme...Eğer kısmetinde sana gelecek bir nimet varsa, istesen de gelir, istemesende.... Bela da aynı... Eğer sana gelecek bir bela varsa, kaçsan da gelir, dursan da... İstersen o belanın kalkması için duaya sarıl.. İstersen sabret. İstersen Allah için kendini bir yere attır; elbette gelecek olan gelir...
Sana lazım olan bunların hepsinde Hakka teslim olmaktır. Hepsini ona teslim et. Eğer nimet gelirse şükretmeğe başla!.. Bela da gelirse sabretmeğe çalış. Belayı hoş gör... Onu da bir nevi nimet bil. Gizlemeğe çalış! Gücün yettiği kadar gidermeğe gayret et. Hele onu her yerde anlatmaktan sakın. Allah’ın sana verdiği manevi halin kuvveti ile ve gittiğin yolun icabı olarak bunları yapmak mecburiyetindesin. Öyle bir yoldasın ki, Hak’ka taatla ve her şeyi hoş görmekle emrolunmuşsun. Ancak böyle refik-i Ala’ya çıkabilirsin. Bu hale gelince senden evvelkilerin yerine makamına varırsın. Senden evvel padişaha gidenleri ve yaklaşanları orada bulursun. Onun yanında her iyilik yolunu, rahatı, kerameti ve nimeti görürsün; kavuşursun.
Belayı bırak gelsin, seni ziyaret etsin... Yolunu aç. Kapama. Önünde durma. Sana gelmesinden ve seni yoklamasından korkma. Nasıl olsa, onun ateşi cehennemin ateşinden daha şiddetli değildir.
Yaratılmışın hayırlısı, yerin yüklendiği, semanın gölgelendirdiği, varlığın gözdesi Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) den şöyle bir Hadis,i şerif rivayet edilmiştir.
- “ Kıyamet günü cehennemin üzerinden geçildiği zaman, cehennem bağıracak, çabuk geç! Ey mümin nurun alevimi söndürdü.”
O cehennemin ateşini söndüren nur, ancak dünyada kazandığın ve beraber götürdüğün iman nurudur. O nur, hem isyan eden, hem de itaat edende vardır. Ama isyan eden ondan faydalanamaz...
İşte dünyadaki bela ateşini de söndüren bu nurdur. Sen de eğer sabreder Hak’ka uyarsan mükafatını görürsün. Belanın sana gelmesi seni heyecana düşürmesin. Yaklaşması seni çekindirmesin. Çünkü bela seni öldürmek için gelmez, seni tecrübe etmek için gelir, imanın sıhhatini ölçmek için gelir. Hak’ka olan bağlılığını kuvvetlendirmek ister. Senden memnun olur. Seni Hak’ka müjdeler... Allah-ü Taala buyurdu:
- “Biz sizi imtihan ederiz. Ta ki, içinizdeki mücahitleri anlayalım... Ve işlerinizden haberdar olalım. “
Hakka karşı imanın doğru olması ve O’nun işlerine boyun eğmek muvafakat göstermen yine O’nun sana bir lütfu ve merhametidir. Bunu böyle bil ve sonuna kadar sabra devam et. Hak’ka uyar bir müslüman ol. Artık bu halle bezendikten sonra, senden ve başkasından Allah’ın emirlerini yapmaktan başka bir şey bekleme. Ve yasaklarından kaçmaktan başka bir şey umma.
Her hangi bir yerde dini emirlere dair bir şey olursa derhal ona koş. Onları doğru işitmeğe çalış. Yerine getirmeğe gayret et. Derhal harekete geç, miskin miskin oturma. Kadere teslim olup kalma... Zuhurata uyup durma. Allah’ın emirlerini yerine getirmek için bütün gücünü kuvvetini sarf et. Aciz kalırsan Allah’tan yardım iste. O’na tazarru et, yalvar. Acaba:
- “Niçin ibadetten geri kaldım? “
De ve sebebini araştır. Belki de buna sebep senin bazı lüzumsuz şeyler istemen olmuştur. Belki de bazı edebe uymayan haraketler yapmışsındır. İhtimal ki, ibadete gevşek davrandın, gücüne kuvvetine güvendin... Ve nihayet bilgine güvendin, nefsi ve halkı, Allah’a karşı ortak yaptın. Netice, bunların hepsi senin helakına sebep oldu. Mevla da sana bu yüzden rahmet kapılarını kapadı. Taatından azletti. Hizmetinden kovdu. Yardımını kesti. İyilik yüzünü senden çevirdi. Ve nihayet sana kızdı, darıldı. Dünyayı, nefsi, şahsi arzuları senin başına bela etti...
İyi bilmelisin ki, bu gibi adi işlerle uğraşmak, iyi meşguliyet değildir. Bunlarla uğraşmak seni yaratanın, besleyenin rahmetinden uzaklaştırır...
Sakın mevlaya ibadet etmekten, seni mevlanın gayri alıkoymasın. Allah’tan başka ne varsa hepsini gayri olarak bil. Ve bunları Hak’ka tercih etme... Çünkü seni onlar değil Allah yarattı. Sakın kötülükleri yaparak nefsine zulmetme. Eğer, yratanın emirlerini bırakıp, başkasıyla uğraşırsan seni ateşe atar. Öyle ateş ki; onu tutuşturan insanlar ve küfür taşıdır. Sonra pişman olursun fakat beyhude. Özür dilersin kabul olunmaz. İtap(*) olunmaya razı olursun fakat yine hiç. Tekrar iyilik yapmak için dünyaya dönmek istersin, kimse seni gönderemez.
Özüne acı, acı... Ona merhamet et. Sana verilen duygularını iman yolunda, iyi işlerde, taat ve ibadet yolunda kullan. Bunlarla marifet kazan, ilim öğren. Bu ibadet ve marifet nuru ile karanlıkları aydınlatmağa çalış. Emri tut. Yasaklardan kaç. Hak yolda bu ikisi ile yürü. Seni, ilk önce topraktan insan yapan halikini inkara kalkışma!..
O’nun emrinden başka bir şey isteme. Ve O’nun kötülediği şeylerden başkasını kötü görme. Dünya ve ahiret için elindekiyle yetin. Dünya ve ahiret için kötülediğimiz şeyleri kötü olarak bil.
Her sevilen, istenen Allah için istenmeli. Ve her istenilmeyen yine, O’nun için istenmemeli.
Eğer sen, Allah’ın emrinde olursan, bütün canlılar da senin emrinde olur. Ve eğer Allah'ı’ yasak ettiği şeylerden kaçarsan bütün kötülükler de senden kaçar. Nerede bulunursan bulun daima iyilikle karşılaşırsın.
Allah-ü Taala hazretleri Peygamberlerine gönderdiği bazı kitaplarda şöyle buyurmuştur:
- “Ey ademoğlu! Ben öyle Allah’ım ki benden başka ilah yoktur; bir şeye ol dersem, olur. Bana itaat edersen, seni de benim gibi yaparım. Her neye ol desen olur!..”
Yine buyurmuş:
- “Ey dünya! Bana ibadet edene sen yardım et... Sana koşanı da yor!..
Allah’ın yasak ettiği bir şeyi yapmakla karşılaşırsan şöyle ol: Mafsalların birbirinden ayrılmış, duygun yok olmuş, kalbin kırılmış, cesedin ölü, ümitlerin kırılmış, adet ve resmiyeti unutmuşsun. Gözünde bütün sahra karanlık ve bulunduğun yeri yıkılıyormuş gibi gör. Bina eskimiş, tavan çökmek üzere. Böylece oturduğun yerde hissiz, duygusuz kal. Kulağın sağır olsun, sanki öyle yaratılmışsın bil. Dudakların oynamaz olsun, lisanında lallik olan gibi ol. Dişlerin bir güçlük karşısında kalmış, dökülüyormuş farzet. Kolları çolak gibi, bir şeyi tutamaz olsun. Ayakların çaprazlaşmış, bir yere gidemiyor, yürüyemiyor gibi gör. Kendini cinsi münasebetten aciz bil. Öyle, sanki, cinsi hiçbir şeyle meşgul olmamışsın...
Karnın hiçbir şey yiyemiyecek kadar dolu olsun. Yemeğe ihtiyaç duyma. Aklın bozulmuş olsun, kendini mecnuna benzet. Kabre doğru gidiyormuşsun gibi düşün...
Hülasa olarak şunları söylemek isterim ki: Allah’ın emirlerini derhal duymağa çalış ve koş!.. Yasaklarına karşı olduğun yerde kal, gitme!.. İlahi kader karşısında cansız ol, yokluğa gömül, fani ol...
Bu şerbeti hoşlukla iç... Kendini bununla tedavi et. Bundan gıda al... Günahın verdiği manevi hastalıklardan bununla kurtulursun. Nefsin illetini ancak böyle temizleyebilirsin.
Bu işler, Allah’ın izni ve dilemesiyle olur...
(*) azarlama, darılma
Sen nefsine, kötü arzularına taptıkça , velilerin derecesine çıkmayı isteme... Halbuki onlar yalnız Mevlaya kulluk ederler. Senin istediğin dünya, onlarınki ise ukba...
Sen yalnız bu dünyayı görürsün, onlar yerin, göğün sahibini görürler.
Sen halkla ünsiyet edersin, onlar daima Hak la olurlar...
Senin kalbin, yerdekilere bağlı; onların kalbleri arşa bağlıdır.
Sen gördüğünü tuzağa düşürmek istersin, onlara gelince, senin gördüklerine iltifat etmezler. Yalnız yaratanı görürler ve O’nun emirlerine uymağa bakarlar.
O, Allah dostları, bulacaklarını Hak’la buldular, ereceklerine erdiler. Sana gelince; zavallı bir halde, şehvetine uydun kaldın.. Yalnız dünyayı ve arzularını gördün. Halbuki onlar; halkı, arzularını, temennilerini bırakarak bu yola girdiler. Yüksek derecelere bu sayade erdiler. Onları bu makama, yaptıkları, ibadet, taat, sena götürdü. Bu da onlara Allah’ın ihsanıdır, ki istediğine verir.
Onlar; ibadete, taata; Allah’ın yardımı ve verdiği kolaylıkla, bıkmadan usanmadan koştular.
İbadet onlara ruh oldu... Manevi bir gıda oldu.
Onlar, bu hale devam ettiklerinde dünya başlarına bela oldu. Bir felaket halini aldı. Fakat onlar bunu duymadılar. Kendilerini cennet evinde gördüler. Onlar her şeyin evvelini aradılar, şimdiki haline aldanmadılar. Hak Taala onları evvelden niçin yarattı ve neyi anlattıysa onu öğrenmeğe çalıştılar.
Yer onların hürmetinde durur. Sema onların duası ile açılır. Ölüm, onların kararı ile olur. Bu salahiyeti onlara mevla vermiştir.
Padişah onları yerin düzeni için yaratmıştır, yer yüzünü onlarla bezetmiştir. Onlar hep birden dağlar gibidirler. Hak’ka giden yollar bunlar arasından açılmıştır.
Malı, mülkü gaye edinip, bunlardan kaçana merhamet yoktur.
Onlar, yeryüzündekilerin hayırlısıdır. Yer, gök baki kaldıkça onlara selam ve saygılar olsun...
Seni Allah’ın fazlından ve her işe, O’nun nimetini görerek başlamaktan ne alıkoydu?.. Ancak seni bu hale koyan, haliki bırakıp mahluka güvenmen olmuştur. Yaratanı unuttun; yaptığın kara güvendin, mevla seni nimetlerini görmekten mahrum etti.
Halk seni, Peygamberin çalıştığı gibi çalışıp helal yemekten alıkoyuyor. Sen bu halle kaldıkça, onlardan iyilik bekledikçe, kapılarına gidip ihsan ümit edip dilendikçe, müşrik sayılırsın. Allah-ü Taâla, seni bu halinden dolayı helal yemekten mahrum eder. Helal kazançtan, Hak’ka güvenerek çalışmaktan, seni geri koyar, azarlar.
Sonra... Hele bir zaman halkı bırak. Yaptığın büyük günahtan dön. Helal kazan, helal ye. Yaptığın işlere güvenme, Allah’ın fazlını gör. Allah’ın sana verdiği ihsanı unutma. O’nun ihsanını unutursan yine şirk yolunu tutmuş olursun. İlki kadar büyük olmaz, ama yine de şirktir. Bir gün büyür. Hafi iken, açık ve büyük şirk olur.
Bu haline de tövbe et, şirkin bu derecesini de kaldır. Kar ına, kesbine(*) güven, ama asıl kuvvet vereni gör. Bu işleri sana kolaylıkla yaptırana ve sebepleri yaratana bağlan, seni her hayra muvaffak eder. Çünkü her hayra O götürür, rızık O’nun elindedir.
Sen devam et, yani O’na güven, rıskını O’ndan bil; nasibini çeşitli yollardan sana gönderir. Bazen seni halka gönderir istetir ama bu senin için bir iptila, yada riyazet nevinden bir şey olur. Bu halde çok dikkatli olmak lazım gelir. Bazen de rıskını, sana bir mükafat olarak, vasıtaları göstermeden, onları hakiki sebep göstermeden gönderir. Sen de rahatça O’na dönersin. O’nun kudreti önünde tazimle eğilirsin. Bu kere perde kalkar O’nun fazlını görürsün. Mevla sana bir doktordan daha çok, mizacına uyanı fazlı ve ihsanı icabı verir. Bunları yapmakla seni kötü huylardan muhafaza eder. Başkasına meyil etmekten esirger. Nihayet sana verdiği güzel, büyük nimetlerle gönlünü alır.
Kalbinden cümle kötü istek, şehvet, matlup(**), mahbup(**) ... her ne varsa çıktığı zaman ve sende, O’nun arzusundan başka bir şey kalmadığı vakit, vereceği nimeti çok rahat verir.
Senin için gönderdiği bir rızkı, mutlaka sen alacaksın, başkası el süremez... Çünkü rızkın, senden başkasına nasip değildir. Şehvetini teskin için sana bir ihsan yapar, ihtiyacını onunla giderirsin. Ve sen bunları sana göndereni bilir, anlarsın. Bunları sana nasip edenin Hak olduğunu anlar, şükür yolunu tutarsın... Dolayısıyla irfanın artar, ilmin çoğalır. Allah seni halkın külfetinden uzaklaştırır. Ruhunu masivadan temiz tutmağa seni muvaffak eder.
Sonra kalbin nurlanır, hakiki ilimleri anlamaya kabiliyetin artar. Gönül gözün açılır, kalbin nurlanır. Hakka yakınlığın ilerler, tam o alemin malı olursun.
O manevi, büyük ilmin sırlarını muhafaza edebilecek hale gelirsen, sana rızık ne zaman ve ne vakit gelecekse bilirsin. Bu hal sana Allah’ın fazlı, keremi olarak verilir. Şanını ta’zim(+) etmek için bu hale getirilirsin. Netice olarak, bunların hepsi sana Allah’ın bir ihsanıdır. Allah-ü Taala bak bu manada neler buyuruyor:
- “Biz onların içinden işlerimizin hakikatına eren imamlar yaptık, sabrettikleri takdirde buna ererler. Onlar bizim ayetlerimize inanırlar.”
- “Yolumuzda gerçekten çalışanlara yollarımızı açarız.”
- “Allah’a karşı ittika(++) sahibi olunuz ki size öğrete.
Bu hallere erdikten sonra tekvin sıfatı tecellisi gelir. Açık bir emirle o işi yapmağa başlarsı. Bu emirde hiçbir şüphe yoktur. Güneş gibi açık meydandadır. Bu emir sana verilir ki;her tatlıdan daha hoş ve her güzelden daha tatlı... Bu vazifeyi yapmak için, sana gelen ilhamda karşılık bulunmaz. Bu ilham nefsin kirlerini eritir. Allah-ü Taala, peygamberlerine gönderdiği bazı kitaplarda şöyle buyurmuştur:
- “Ey Adem oğlu, ben öyle bir Allah’ım ki, benden başka ilah yoktur; ancak ben varım. Ben her neye ol desem, olur. Bana itaat et ki, seni de benim gibi kılayım; bir iş için ol; diyesin ola..”
Bu haller hayret edilecek haller değildir. Bunu peygamberler çok yapmıştır. Velilerin de bir kısmında bunlara benzeyen haller zuhura gelmiştir. Bazan havas tabakasına da bu vergi, Hak tarafından bir ihsan olarak verilmiştir...
Her şey Allah’a kavuşmakla son bulur. Sen de Hakka vasıl olduğun zaman manen ve maddeten tekamülünü tamama erdirmiş sayılırsın.
Mevlaya vasıl olmanın manası: Halkı kalben bırakmış olmandır. Heva ve hevesin kötü yolunu terk etmendir. İrade ve şahsi arzularını bırakmış olmandır; irade ile gitmek, bu yolda iyi sayılmaz. Bu iyi olmayan ahvali bırakıp Allah’ın emirlerine bağlandığın gün, manevi yollar artık sana açılmış demektir. Bu hale erdikten sonra iyi olmayan eski huylara doğru hiçbir kıpırdanma olmamalı. Başkası da seni alakadar etmemeli... Hakkın emri ve O’nun hikmetli işlerini görmelisin. Bu zikrettiğimiz hal fena halidir. Hak’kın hikmetlerinde kendini kaybetmek makamıdır. Bu makama: Vuslat, tabirini kullanırlar.
Hak’ka kavuşmak, vasıl olmak; bilinen belli başlı halkın birbirine kavuşmasına benzemez. Hakkı bu gibi şeylerden tenzih etmek lazımdır. O’na hiçbir şey benzemez. O hakikaten gören ve işitendir. Ama bizim gibi değil. O yücedir, mahlukatın hiç biri ile kıyas olunamaz. Bu alemi, ona kavuşan ehl-i vuslat bilir. Hakka kavuşmanın ne demek olduğunu Allah onlara bildirmiş ve göstermiştir.
Bu ehl-i vuslattan her birinin ayrı makamı vardır. Biri, diğerinin yerine geçemez. Aynı zamanda Allah-ü Taâla her veli ve peygambere değişik yönlerden tecelli eder. Hiçbir peygamber diğerinin; hiçbir veli diğer velinin sırrına eremez, vakıf olamaz... Ve yine bu misalden olarak bir mürid şeyhinin haline akıl erdiremez. Aynı zamanda müridin de şeyhden ayrı çeşitli halleri vardır. Bunu da şeyh bilemez. Müridin yolu bazen şeyhin sırrına yaklaşır, yine de anlayamaz. İşte burada şeyhinden ayrılır. O müridi bundan sonra mevlâ idare eder...
Artı o mürid Hak’ka teslim olmuştur. Hak onu halktan keser. Önce şeyh onun için bir mürebbi vazifesi görüyordu, o da mahluk olduğuna göre mürid ondan kesilir. İki yılı geçtikten sonra çocuğa süt verilmez. Bu da bir bakıma onun gibidir. Nefis ezildikten sonra halka ihtiyaç kalmaz. İstek gittikten sonra kimseden bir şey beklenilmez.
Şimdi o mürid yükselmiştir. Şayet şeyh, heva ve nefisle kaldıysa müride muhtaç olur...
(*) Kesb: Çalışıp
kazanma
(**) istenilen, aranılan
(***) sevgili, muhabbet olunan
(+) ululama, büyük sayma, saygı
(++)sakınma, korkma
Sonra nefis ve iradeye gelince: Bunları mevla yola getirir, yok olmak olmaz. Çünkü yok olmak bir nevi noksan sayılır. Bu yolda ise noksanlık yoktur. Nefis ölmez, islah olur.
Böylece Hakka vasıl olduktan sonra, kendini masivadan emin gör, huzur içinde bil. Hak ve hakikatten başka bir şey görme, ondan başkasına bir varlık tanıma... Bu yolun icabı elbette bunu gerektirir.
Bulunduğun makamda iyilik, kötülük, vermek, almak, korku, ümit, hiç birinde Hak’tan başkasının tesiri olmaz. Çünkü kendinden korkanlara yine kendisi sahip olur. Hataları örtecek yine odur.
Kendini bu mertebeye getirdikten sonra, Mevlanın hikmetli işlerini görmeğe çalış... Çok hikmet taşıyan emirlerini yapmağa gayret et. Takib edeceğin yol bu olmalı. O’nun taatıyla meşgul ol. İster dünyaya, isterse ahirete ait olsun; bütün mahluk şeylerden elini çek. Hepsinden kalben ayrıl.
Bütün mahlukatı topla. Aşağıda hikayesi anlatılacak adam gibi zavallı ve çaresiz olduklarını tahayyül et.
Şanı, şöhreti her tarafa korkunç bir şekilde yayılmış, emirleri kesin, saltanatı tam bir padişah... Bir adamı yakalatıyor, ayaklarına ve boynuna zincir vurduruyor. Sonra dalgası dehşetli, derinliğine derin, akıntısı şiddetli bir nehir üzerindeki ağaca astırıyor.
Sonra; çok kıymetli, yüce ve maddi değer biçilmesi imkansız olan tahtına oturuyor. Yanına da bir çok oklar, silahlar, mızraklar ve daha nice elemeli, paralayıcı ve öldürücü aletler alıyor...
Şimdi, padişah, o asılmış adama, rastgele okları, kurşunları yağdırmağa başlıyor.
Hal böyle olunca... O korkunç manzarayı temaşa eden biri için o padişahtan korkmadan, merhamet nazarına sığınmamak ve korkmamak, o saltanatı görmeden geçip, asılmış adama bakmak ve ondan korkmamak doğru olur mu? Sonra böyle şeyi, akıl mantık nasıl doğru bulur? Hayır, hiçbir zaman doğru bulmaz ve seyircinin haline şu hükmü verir:
-< Aklı gitmiş, hissiyatı bozulmuş ve neticede bir hayvandır, ki; insana benzemez.>
Her şeyin hakikatına erdikten sonra, basiretsiz, görmez olmaktan Allah’a sığınırız. Hakka vardıktan sonra ayrılmaktan, Hakka yaklaştıktan sonra tekrar maneviyatın kapanmasından, imandan sonra küfre, hidayetten delalete düşmekten yine O’na sığınırız...
Dünya, anlattığımız o büyük ırmaktır. O her gün taşmakta olan su ise, insanoğlunun şehveti ve lezzetidir. İnsanlara çarpan, kötü mahluklar da dalgalardır. Kader-i İlahinin cereyan eden bela ve mihnetleri ise, o oklar ve silahlardır.
Evet, insan oğlunun başına bu dünyada en çok gelen şey, bela ve mihnettir. İyilik ara sıra gelir, fakat zahmetler, incitici şeyler o ara sıra gelen iyiliği unutturur. Ara sıra gelen hoşluklar olsa bile, yine onda çeşitli felaketler gizlidir. Eğer insan, ibret nazarı ile bakacak olsa, hayatı ve iyi geçimin yalnız öbür aleme mahsus olduğunu anlayacaktır. İyi inanmış olan bunu böyle bilir. Çünkü bu hali bilip anlamak, içinde yaşatmak ehli imana mahsustur.
Peygamber S.A efendimiz buyuruyor:
- “ Hayat ancak ahiret hayatıdır.”
Yine buyuruyor:
- “Mümin Allah’ına kavuşmadıkça rahata eremez.”
Bu sözler imanlı hakkındadır. Yine buyuruyor:
- “Dünya müminin zindanı, kafirin cennetidir. “
Yine buyuruyor:
- “Allah korkusu ile dolan kalb, Hak’ka bağlıdır.”
Bu ayan beyan haberlerle birlikte, bu dünyada nasıl rahatlık iddia edilir? Şu muhakkak ki; bütün rahatlık Allah’a bağlanmakta, O’nun emirlerini yerine getirmektedir. Her halde O’na uymaktır. Onun yolunda boynu eğik olmaktadır.
Kul, ancak anlattığımız şekilde dünya belasından kurtulabilir. Kurtulunca da gönlü merhametle dolar, kendisine lutuflar, ihsanlar olur. Her işi ve her yaptığı doğru olur. Bu da Allah tarafından ona bir iyilik olarak verilir.
Sana tavsiye: İhsan edildiğin hiçbir hayrı kimseye söyleme... İsterse bu dostun olsun...
Sonra, Hikmeti icabı sende yapacağı ve tecrübe için vereceği bazı belalardan dolayı Allah’ı ithama kalkışma... Bil ki;sana düşen vazife, bela olursa sabır göstermektir, hayra da şükretmektir.
Nimeti bulmadan bulmuş gibi görünüp şükretmek, içinde bulunduğun bir felaketi şikayet etmekten daha iyidir.
Nimet-i İlâhiye’den mahrum olan tek kişi gösterebilirmisin? Hayır!.. İşte âyet:
- “Allah’ın nimetlerini saymağa kalksanız bitiremezsiniz...”
Sende o kadar Nimet-i İlâhiye var ki; hiç birini görmek istemiyorsun...
Kalben hiçbir mahluka gönül verme. Ve, kalben, hiçbir kimse ile ünsiyet etme... Bulunduğun hali kimseye anlatma. Ülfetin Allah’a olsun. Ona güven. Derdini O’nun kuvvetiyle O’na açarsın... Arada ikinci bir varlık göremezsin... Çünkü başkası varlığını ispat edip zarar veya menfaat vermeğe haklı değildir. Belayı senden yine o defeder. İzzeti ve zilleti O meydana getirir... Ondan başkası ne yükseklik vaad eder; ne de aşağı derecelere indirir. Başkası ne zengin edebilir, ne de fakir. Ve hiçbir şeyi hareket ettiremez ve durduramaz. Hepsini Hak yaratır ve hepsi O’nun yed’inde ve O’nun iznindedir. Her şey Onun emriyle cereyan eder ve yürür. Her şey muayyen vakte bağlıdır. Kafi derecede gelir. Sonra gelecek evvel gelmez. Evvel gelecek de sonraya kalmaz. Allah-ü Taala şöyle buyuruyor:
- “Allah sana bir zarar verecekse alacak yine O’dur. Şayet sana bir hayır murat edecekse, o hayrı senden çevirecek yoktur. “
İhsanını istediği kullara verir. O hem rahim, hem de Gafur’dur...
Afiyette bulunduğun halde Hak’kı şikayete kalkışma. Yanında Allah!ın bol nimeti olduğu halde fazlasını isteme. Sana verdiği nimeti görmez olup inkar yoluna sapma. Bu halin bir nevi istihza olur. Sonra, Allah’ü Taala seni inceden inceye hesaba çeker. Dünyada belanı arttırır, ahirette ise seni azarlar. Cehenneme atar.Sonra, seni manevi halden soyar, rahmet nazarını senden çeker.
Hakikaten şekva(*) etmekten sakın. Etlerin makaslarla parça parça doğransa da itiraz yoluna sapma.
Sakın ha sakın itiraz etme:
- "ALLAH, Allah"
De... Kurtuluş iste. Fakat şekva etmekle değil. Hazer (**) et... Yanlış yola sapmaktan kork. Şekva yolunu tutmaktan çekin. Çünkü ademoğlunun başına gelecek belalar ancak itirazından dolayı gelir...
O, erhamerrahimin olduğu halde, nasıl O’ndan şikayet edilir? Hakim, Habir; kullarına en çok acıyan ve lütfunu esirgemeyen o olduğu halde, nasıl Ondan dert yanılır? O, kullarına zulmetmez. Kuvvetli, işinden iyi anlayan bir doktora kızılır mı? Evladına acıyan bir ana cinayetle itham edilir mi?
Peygamber S.A efendimiz şöyle buyuruyor:
- "Allah-ü Taâla kuluna çok merhamet eder; bir ananın evladını o kadar esirgemesi imkansızdır."
Ey zavallı, Allah’a karşı edep tavrını takın. Zorla gelen belaya sabret, sabretmeğe çalış. Güçlükle de olsa kendini bu yola uydurmağa alıştır. Rıza ve muvafakat yolunu tut. Maneviyattan az buçuk nasibin varsa, bu yolu tutarsın. Hakikaten bu yola devam edersen eşi bulunmaz bir cevher olursun. Aksi halde her şey elinden gider, artık bir daha bulmana da imkan kalmaz.
Allah-ü Taâla’nın şu ayetini dinle:
- "Kıtal(+) size farz oldu. Halbuki siz bundan hoşlanmazsınız... Bununla beraber sizin sevdiğiniz şey iyi olabilir, sevdiğiniz şey belki de fenadır; bunu siz anlayamazsınız, ancak Allah bilir."
Çünkü hakikat ilimleri gizlidir. Böyle olunca, her hangi bir şeyi hissiyatına göre iyi veya kötü görerek uygunsuz bir yola sapma.
Eğer takva halinde isen, Allah’ın emirlerine uymağa bak. Böyle olmak, yolumuzda ilk basamağı teşkil eder. İkincisi velayet halidir. Burada da sakin ol. Hiçbir işe karışma. Nefsini güzelleştirmeğe bak. Haddi hiçbir zaman aşma.
Son mertebe gavs’lık, bedeliyet hallerine vardığın zaman, kader yolunda sıddıkiyet mertebesine çıktığın zaman, bütün yolları gönlüne aç. Yalnız, nefsine meydan verme. Kötü isteklerini araya sokma.
Dilini şikayetten sakla... Bu halleri özüne benimsettikten sonra, her şey sana hoş gelir. Gelecek hayır olursa senin için güzelleşir. Şer gelirse korkma; seni, taat ibadet yolunda felaketlerden Hak saklar. Seni o beladan dolayı halka rüsvay etmez. Hatta, o belanın, gelip gidişinden senin haberin bile olmaz. Bir karanlığın gelişi gibi, akşam gelir; gün doğunca gider. Gidince de her taraf ışıkla dolar. Ve o bela, senin için sıcak karşısında yok olan soğuk gibi olur.
Bu anlatılan güzel işleri, kendine örnek al ve misallerden ibret almağa çalış. Bu bela geldikten sonra günaha, kötülüğe yaklaşma... Kerim olan mevlanın huzuruna günahla giremezsin. Oraya ancak iyiler girerler. O, kapısına ancak temizleri sokar. Kapısına ancak bütün manevi hastalıklardan beri olanları alır. Nasıl ki, bir padişahın huzuruna, bütün koku ve kirlerden temiz olanların girmesi icap eder. Hak’ka da ancak saf, temiz olanlar gider.
Beladan korkma.... Onlar günahlara kefaret olur. Nasıl ki; Peygamber S.A. efendimiz bu hali işaret ederek:
- "Bir günlük sıtma, bir yıllık günaha kefaret sayılır."
Buyurmuştur. Zahirde bela gibi görünen haller, seni daha da olgunlaştırır; bulunduğun hali muhafaza hakkı sana tanınır. İlahi sırları saklamağa emin görünürsün. Kalbin nurlanır, gönlün açılır. Lisanında bir fesahet olur. Bu fesahetin sebebiyle hikmetli konuşmalar yaparsın. Sana muhabbet, sevgi yolları açılır, hep bunları anlatırsın... Sendeki bu üstünlük sebebi ile herkesin sevdiği bir varlık olursun. İnsanlar da seni sever, başka yaratılmışlar da... Dünya da sana koşar, ahiret de....
Sen artık Allah’ın sevgilisi oldun. Her şey seni sevmeğe başlar. Mahlukatın sevgisi, Hak’kın sevgisine bağlıdır. Aynı şekilde buğzu da, O’nun buğzuna bağlıdır.
Allah seni sevince; seni her şey sever. Buğzedince de her varlık sana düşman olur.
Bu makama yetiştiğin zaman Hak’ka kavuşmuş olursun. Kendi varlığın gider. Bir şey dileyemez olursun. Yanılıp da istekte bulunacak olsan, alacağın zaman bir de bakarsın ki, o şey kaybolmuş gitmiş.
Bu halinde, dünyadan sana pek az nasip verilir. Asıl çoğu senin için öteki aleme saklanır. Burada isteyip alamadığını ötede bol bol alırsın. Bunların arasında o kadar büyük nimetler vardır ki, akıl bir türlü onun aslına eremez.
Yükseğin yükseği ve gönlün mesrur olacağı her büyük nimet orada bulunur.
Eğer bunları beklemeden, bu meşekkâtli teklif evinde onlara kavuşmak istersen, az bir şey alabilirsin, fakat buna mukabil kalbin safiyeti gider, basiretin söner. Asıl istenen ve tahakkuku ahirete kalan nimetlere kavuşmaktan mahrum edilirsin. Halbuki senin isteyeceğin ne dünyaya ne de ahirete ait olmalı; sebepleri yaratan, yeri seren, semayı yükselten mevla olmalı. Halbuki sen, ne buranın, ne de öteki alemin nimetini beklemeden az bir dünyalığa razı oluyorsun.
Kullarına doğru yolu o nasip eder, o süphandır, en iyiyi bilen O’dur...
Henüz iman bakımından olgunlaşmadığın ve yakin hali hali yönünden hakikate ermediğin bir zamanda; bir kimseye her hangi bir şeyi vaad edersen sakın dönme; ta ki; imanın yokluğa gömülmesin ve yakin halin elinden gitmesin.
İmanın kalbinde kuvvetlendiği, yakin halin de hakikate erdiği zaman, sana manen şu hitap gelir:
- "Sen bugün bizim devletimizde kararlı ve eminsin."
Bu hitap sana tekrar tekrar ve her tekrarında ayrı bir şekilde söylenir...
Sen artık bu hallerden sonra seçkin olursun, belki daha üstün. Varlığın Hak varlığına kavuşur, iraden kalmaz. Aradığın her şeyi sende bulursun. Hayrete düşecek acaiplik görmezsin. Bu hallerin hiç biri seni şaşırtmaz... Ne, gördüğün Hak’ka yakınlık gözlerini kamaştırır, ne de bulunduğun derece seni hayrete düşürür.
Himmetin yükseldikçe yükselir, maddi varlığın akar gider. Dileğini Hak’ka teslim edersin, yaratılmış şeylere değil. Gönlünü onların sahibine verirsin. Ne dünya ne de ahiret, hiç birini arzu etmezsin. Gönlünü mevlaya verir, kalbini O’ndan gayri her şeyden temizlersin. Çünkü; Allah’ın rızasına kavuştun; cennetine vaat aldın... Netice: Hak işlerdeki manevi tecelliyi anladın ve onlardan hoşlandın... İşte, bu in’am(++) ve ihsanlar imanından dolayı sana yapılıyor.
Anlattığımız hallerden birine erdiğin vakit, en ufak şahsi şey düşünecek olursan öteye geçemezsin; düşünmezsen bir evvelki halin daha ilerisine, daha üstün ve güzeline kavuşursun. Evvelkinden hoşlanmaz öbürüne koşarsın... Sana bütün ilim ve anlayış kapısı açılır, bu sayede içinden çıkılmayacak en ince meseleleri çözersin. O meselelerdeki hikmet kapılarını açar, saklı iyilikleri meydana çıkarırsın...
(*) şikayet,
hoşnutsuzluk, sızlanma
(**) sakınma, korunma, kaçınma
(+) savaş, birbirini öldürme
(++) nimet verme, iyilik yapma
HADİS-İ ŞERİFİNİN AÇIKLANMASI
Biri şüpheli, diğeri şüphesiz iki şey arasında kalırsan şüphesiz tarafı al, öteki tarafı bırak. Mümkün olduğu kadar şüpheli şeylerden kaç.
Her hangi bir şeyin şüpheli tarafı kalmasa dahi kalbin razı değilse yine alma, bekle. Zuhurata tabi ol. Bilhassa manevi emirle yasak olduğu bildirilen şeyi yapma, emre uy. Sanki o yapacağın şeyle hiç karşılaşmadın. Rabbına dön, rızkını ondan bekle. Eğer O’nun kapısına gitmek istemezsen seni hatırına bile getirmez. Hak Taâla seni unutmaz. Kafirlerin bile rızkını verir. Seni hiç unutur mu? Yeter ki, sen O’nun emirlerine uyasın. Gece gündüz O’nun yolunda gitmeğe gayret et. Sen mümin, muvahhid(*) gece gündüz O’nun kulluğuna bağlı olursan seni unutmaz ve rızkını bol bol gönderir.
Başka mana: Halkın sahip olduğu malı bırak, onlardan bir şey bekleme. Kalbini onlara bağlama, ne onlardan kork ne de bir şey bekle. Senin için haram olmayan şüpheden de beri olan Allah’ın helal gösterdiği şeyi al...
Her şeyi O büyük varlığa bağlamalısın. İsteyeceğini O’ndan istemelisin. Sonra, her şeyini O varlık verebilir. Ümidin ve korkun da O’ndan olmalı. O büyük varlık da Hak Taâla olduğunu bil..
Her varlığın yakasını O tutmuştur. Halkın kalbi O’nun emri ile çarpar. Şu, ayakta gezen varlıklara O hayat verir. Onlardan sana bir iyilik gelirse, onlardan değil Hak’tan bil. Onlar mallarının başına hak tarafından bekçi olarak konmuşlardır. Onlar bir nevi Hak tarafından vekil olarak, mallarının başında beklerler.
Sana her hangi bir şey verilirse Hak’kın emri ile geldiğini anla. Verdiren ve verdirmeyen O’dur. Aziz Mevla şöyle buyuruyor:
- “Allah’ın ihsanını isteyiniz. Allah’tan başka çağırdığınız putlar size gıda vermezler. Rızkınızı Allah’tan isteyiniz. O’na yalvarınız. O’na şükrediniz. Çünkü O’na döneceksiniz. Kullarım benden sorarlarsa, yakın olduğumu söyle.. Ben dua edenin duasını işitirim, bana dua ediniz ki, kabul edeyim.”
Sizi besleyen Allah’tır. O metin dir. Kuvvet sahibidir. Allah dileğine hesapsız rızık verir.
(*) muvahhid
Rüya gördüm: Büyük bir topluluk içindeydim. Şeytan da orada idi. Onu öldürmek istedim. Bana şöyle dedi:
- <Beni neden öldürmek istiyorsun? Benim ne günahım var? Eğer bir şey şer olacaksa, onu hayra çeviremem. Yine bir şey hayır olarak kalacaksa, onu da şer yapmağa gücüm yetmez. Benim elimde n var? >
Tipi erkekle kadın arası bir halde idi. Güzel konuşması (!) vardı. Yüzü buruşuktu. Çenesinde biraz kıl vardı. Görünüşü çirkindi. Biçimi sevilecek gibi değildi.
Sora yüzüme baktı, hafifçe utanarak gülümsedi.
Bu vaka: Hicri 12. Zilhicce’nin 516 Pazar gecesi oldu.
Allah, kulunu imanı nispetinde dener. Bu böyledir. İman yükseldikçe deneme nispeti o derece artar. Büyür. Çoğalır.
Resûl’ün imtihanı, nebininkinden büyüktür. Çünkü imanı üstündür. Nebinin başına gelen de bedelin başına gelenden ağırdır. Bedelin iptilası da velininkinden zordur. Çünkü iman bakımından veliden ileridir.
Velhasıl herkes imanı nispetinde denenir.
Şu Hadis-i Şerif bu durumu çok güzel anlatır:
- “Biz peygamberler zümresiyiz. Belanın en çoğu bize verilmiştir. Sonra sıra ile....”
Allah’ü Taâla bunların gaflet yoluna sapmalarını istemez. Daima huzur içinde olmalarını arzu eder. Bu sebeple büyüklere belaya karşı tahammül verir. Çünkü, Hak'ka koşarlar. Seven, sevdiğinden başka bir şey istemez. Bela bunların kalbinde bekçidir. Nefislerinin de bağıdır. Onları asıl matlup(*) olan, Haktan başkasına meyletmekten korur. Yaratandan başkasına sığınmaktan esirger.
Bu hallerinde o büyük insanların kötülüğe karşı meyilleri kalmaz. Nefisleri kırılır. Hak batıldan böylelikle ayrılır. Şehvet ve şahsi arzu hisleri bertaraf olur. Onlar, nefislerinin hoşuna giden şeylere meyletmekten çok korkarlar. O nefsin hoşuna giden, ister dünya işi olsun, isterse ahiret...
Bu güzel halle onlar daima Hak’kın rızası yoluna koşmaya çalışır. O’nun hükmüne razı olurlar. Hak ne verdiyse onunla yetinirler.
Onlar, imtihan yolu ile gelen belalara sabreder, böylelikle halkın şerrini görmezler. Her şeyden emin olarak yaşarlar. Onlar bu hallerinde nefislerini kırar, hakka götürmeğe gayret ederler.
İnsan kendine böyle bir yol tuttuktan sonra, kalben gideceği hakiki yolda kuvvet bulur. Diğer azaların da kötü yola gitmesini önler.
Çünkü, bela imtihan için gelir. Kalbi kuvvetlendirir. Vicdani kanaati arttırır. İmanı hakikate erdirir. Hak yolda sabrı çoğaltır. Nefsi kötü arzuları zayıflatır. Her bela geldikte, mümin de sabır ve hakkın hikmetli işlerine karşı teslim ve rıza olur. Ona her işinde yardım eder. Bol nimet gönderir. Kula, her yaptığı işte muvaffakiyet ihsan eder. Âyet:
- “Eğer şükrederseniz, biz de ihsanımızı arttırırız. “
Nefis, kötülüklerden her hangi birine hoşlanarak giderse, şehvet yolunda harekete geçtiği zaman da, kalp ona yersiz olarak uyarsa, Hak’tan gafil olur. Bu gafletin bir neticesi olarak, Hak Taâla hem nefse, hem de kalbe felaketli işleri verir, aleme rüsvay eder. Çeşitli felaketlere uğratır. Halkı başına musallat eder. Aç bırakır. Hasta eder. Bunların sonu, karasız bir durum alırlar. Böylece hem kalp, hem de nefis bulacaklarını bulurlar.
Eğer kalp, nefsin isteğine uymaz, dini bir emir almadan hareket etmezse- bu emir veliler ilham, peygamberlere de vahiy yolu ile, diğerlerine işaretle gelir- Hak Taâla mükafat olarak kalbe ihsanlar yapar. Rahmetine bol kılar. Bereketini arttırır. Afiyet ihsan eder. Her şeyden razı olma tadını verir. Nur, marifet ve kendine yakınlık verir. Kalbin zenginliği ve bütün belalardan kurtulmak yolunu gösterir. Aynı zamanda düşmanlara karşı yardım eder.
Bu anlattıklarımızı iyi anla. Kendini hak yolda muhafaza et. Nefsine icabet etme. Belaya girmekten sakın. Hak yolda Allah’ın emrini gözet. Dünya ve ahiret işlerinde O’na teslim ol...
Ve....... Allah dilerse böyle ol!.....
(*) matlup
Azla yetin ve ciddi olarak böyle kal... Daha yüksek dereceye çıkıncaya kadar haline şükret. İyisine kavuştuğun zaman da elinde bulunanın kıymetini bil... İlk başta sabırlı ol. Sabırsız insana iyilik yakışmaz. Sabır, insanın kıymetini arttırır. Dünyanın nimeti her an değişir. Sabırlı olursan durmadan yükselirsin, iyiliklere kavuşursun.
Şunu iyi bil ki; her şeyin ardından koşmak, ele bir şey geçirmez. Yalnız, kısmet olan gelir. Sabırla kısmetini beklemen, nasibini eksiltmez. Ne her şeye hırsla koş, ne de gelecek olan gelir diye, otur. Yat....
Geleni al. Giden için de üzülme. Eğer bir şey nasip değilse yıllarca didinsen eline geçmez. Hırsı bırak, sabırlı ol. Halini muhafaza et. Kalbine sahip ol. Kötülük koyma. Allah’tan afiyet iste. Sebebe yapışmayı da ihmal etme.
Allah’ın emri dışında kimseden bir şey alma. Yine O’nun emri dışında kimseye bir şey verme. Kendi hevesine kapılıp çeşitli işler yapma. Kendine bu kadar fazla güvenme. Allah’a güven. Mağrur olma. Sonra senden daha şerli kimseleri başına bela eder. Her şeye hakkını ver. Zalim olma. Zalim Allah’ı aldatamaz. Kahrından kurtulamaz. Hak Taâla şöyle buyurdu:
- “Biz, zalimleri birbirine düşürürüz. “
Allah’ın emri kat’i, askerleri kuvvetli, saltanatı sonsuzdur. Her emri, istisnasız yerine gelir. Bunlara iyice inan. Böyle bir padişahın mülkünde yaşadığını bil. O’nun mülkü devam eder. İlmi, bütün kainatı kuşatmıştır. Hükmü her yerde geçer. Her yaptığı işte adalet vardır. Ne yerde, ne de gökte O’ndan saklanan bir şey olmaz. Hiçbir zalimin kötülüğü yanına kalmaz. İnsanın kendi mevhum varlığını ortaya atması da bir zülümdür. Allah’ı bırakıp mahluka güvenmek de şirk olur. Nefsini ve halkı bırak yalnız Allah’a kul ol. Şirkin büyük zulüm olduğunu Allah’u Taâla, şu âyet-i Kerimelerle bize haber verir.
- “Şirk koşma, şirk büyük zulümdur. “
- “Allah şirki bağışlamaz. Ondan gayrı her günahı isterse affeder.”
Şirke yanaşma, şirkten çok sakın. Bütün halinde Allah’a ortak koşmaktan kork. Kalbinle ve diğer duygularınla günah işlemekten kork. Günahın gizlisini, aşikaresini bırak. Allah’tan kaçma, nereye gitsen seni bulur. Allah’ın verdiği hükümler karşı olma, sonra seni ezer. O’nun işlerine karışma, rezil olursun. O’ndan gafil olma, uyandırırsa utanırsın. O’nun sırlarını yabancılara açma, mahvolursun. Allah’ın gösterdiği yolu keyfine göre tefsir etme, yerin dibine batarsın. Kalbin kapkara olur. İman nurun söner. Anlayışın yok olur. Şeytanlar üzerine atılır. Nefsin seni boğar. Bütün dostların düşman olur. Komşuların seni sevmez. Arkadaşların senden uzaklaşır. Evinde bulunan yılan, akrep, cinler ve bütün hayvanat sana hıyanet eder. Dünyada kısmetin kesilir. Ahirette ise en çetin azaba girersin.
Ciddi olarak Allah’a isyan etmekten kaçın. O’nun rahmet kapısına devam et. Bütün gücünü ve kuvvetini Allah için harca. Taatında sarfet. Yalvar, ihtiyaçlarını O’na arz et. Başını önüne eğ, kork, Hak’kın gayrına nazar etme. Hevaya koşma, yaptığın işlere karşılık bekleme. Ne dünyayı iste. Ne de ahiretin güzelliklerini taleb et. Hiçbir şeyden Hak taleb etme, kendini bir kul gör. Şunu iyi bil ki; kul ve elindeki bütün mal mülk efendisinindir, hiçbirine karşı hak iddiasında bulunamazsın.
Edepli ol... Hak katında her şey ölçülüdür. Ne geç olacak erken olur, ne de erken gelecek sonraya kalır. Zamanı gelince nasibin gelir. İstesen de istemesen de hakkını alırsın...
Senin için gelmesi mukadder olan şeylere hırs göstermen yersizdir. Senin için olmayan, başkasının hakkı olan şeylere, hasret çekmen yakışıksızdır.
Halen kimseye mal olmayan şeyler iki kısımdır: Birincisi senin olması ihtimalidir. Eğer böyle ise o şeye neden hasret çekip üzüntü duyarsın. Bugün olmasa dahi, yarın o senindir. Nasıl olsa bir gün ona kavuşursun. İkincisine gelince, senin olmayacak şeylerdir. Bu durum ciddi ise, yine üzüntün ve çektiğin yorgunluk boştur. Nasıl olsa sana gelmez. Onun ardından koşman sana ne fayda sağlar. Sana, ancak boş yere zahmet çekmek kalır.
Allah yolunda, ne gibi bir terbiye tavrı takınmak gerekse onları bulmağa çalış. Bulunduğun halde Allah’a kulluk et. Hazır vaktini O’nun yoluna harca. Başını ondan başkası için eğme. Gözlerini O’ndan gayrı şeye atma. Allah-ü Taâla şöyle buyurdu:
- “Gözlerini, dünya adamlarına verdiğimiz nimetlere uzatma. Onlar geçici şeylerdir. Dünya süsüdür. Biz onları tecrübe ediyoruz. Rabbın sana verdiği, hem devamlı, hem de sonsuzdur. “
Bu Âyet-i Kerime’nin hükmüne göre, Hak’tan gayrı şeylere bakman yasaktır. Ne olursa olsun, dünya için sana yetecek kadar rızık verilmiştir. Asıl vazifen ahiret için azık hazırlamaktır, ona çalış. Bilemezsin, belki dünyalık işlerin bol olsa imanın elden gider, helak olursun...
Mesela: Her şeyi iyi ölçülere vurmayı bilerek dünya nimetlerinden sayılan güzel bir kadın alırsın. ( Bu mutlaka lazımdır) Buna ihtiyacın vardır. Bu ihtiyacın giderilmesi bir çok güç şartlara bağlıdır. Bu güçlükler elindeki şaşmaz kıstasa göre olursa, kolay olur. Evvela biraz tuhaf görünürse de, sonra kirden temiz, saf, güzel bir mükafat olur. Bu sayede kendini kötü yoldan, kinden, öfkeden, onun bunun namusuna bakmaktan kurtarmış olursun.
Yine elindeki sağlam ölçülerle yürüdüğün takdirde, çoluk çocuk yükleri sana hafif gelir. Elbetteki bu hafiflik, Allah yolunda olduğun müddet devam eder. Allah-ü Taâla yolunda olan kullarını haber verirken, ev halkını islah ettiğini de haber vererek:
- “Biz, ona zevcini yarar hale getirdik.”
Yine bir kulunun ağzından şöyle hikaye eder:
- <Yarabbi, bize hanımlarımızdan ve türeyecek sülalemizden gözdeler yap. Bizi iman sahiplerine önder kıl...>
Bir babanın çocuğuna duasını da şöyle haber verir:
- <Yarabbi, onu halinden hoşnut kıl.>
Bu ayetler birer duadır. Bu duaları okuman lazım. Çocukların ve gelecek zürriyetin için böyle dua et!
Muhakkak ki, ilahi saltanat hükmünü sürer. Senin dua etmen veya etmemen, onda bir şey arttırmaz veya eksiltmez; ama senin için çok önemi vardır. Yapacağın bir dua ile, zararlı şey zararsız şey haline gelebilir, az şeyle çok iş görebilirsin. İşte bu sebepten her zaman dua et ve Allah’a her zaman yalvar.
Bu dua işi, yalnız aile hayatını korumakla değil, dünyada bütün nimetlerde aynıdır. Elbette ki, hak ölçülere bağlı olarak, tabii ihtiyaçların hepsini tatmin edeceksin. Yemeklerini muntazaman yiyecek ve giyeceğini zamanın ihtiyacına göre temine çalışacaksın. Bunları yaparken ilahî emri takip ettiğin için maddi ve manevi mükafât alırsın. Kıldığın namaz, tuttuğun oruç, yaptığın haç gibi faydalı ibadetlerden daima iyilik bulursun.
İhtiyacından artan şeyleri, ayrıca sarfedersen daha faydalı olur. Bunları sarfederken evvela fakir, ihtiyaçlı dostlarını, yakın komşularını ve diğer fakir din kardeşlerini gözetmelisin. Bunlara verirken elindeki malını ona göre hesaplarsın. Herkese halince verirsin, kendi ihtiyacını da göz önünde tutarsın. Her:
- “ Muhtaçtır..”
Denilene bol keseden verme. Haber, görme gibi değildir. Gör, tahkik et, ondan sonra ver.
Hr işlerinde olduğu gibi, bu işlerde de manevi yolu elden bırakma. Şüpheli şeylere karışma. Daima açık kalpli ve doğru ol.
Sabırlı ol,sabırlı... Allah’ın rızasını gözet, rızasını...
Kalbini muhafaza et, kalbini... Huzur içinde yaşa,huzur içinde... Şahsiyetini elde tut, elde... Sessiz olmaya çalış, sessiz... Daima yerinde konuşmaya alış, uygunsuz şeylerden çekin. Kurtuluş yollarını ara... Uçurumlardan sakın. Ruhî ve derunî kuvvetler önünde başını eğ; kalb alemine dal... Utan... Utan... Allah... Allah... Allah... Sonra yine Allah... Taa, iş sonuna varıncaya kadar böyle...
O zaman ölmeden evvel ölürsün, o devreye kadar çektiğin elemler sona erer. Îlahi rahmet, fazilet denizine girersin. Orada temiz olunca çıkarılırsın. Çıkınca, çeşitli nurlar gönlüne dolar. Bilinmeyen sırlara sahip olursun. Hiç kimsenin bilemiyeceği sırları öğrenir, garip diyarlar görürsün.
Daha sonraları, rahmet kapıları önünde perde perde açılır. Sen orada, aldığın ilhamlarla açık açık konuşmağa başlarsın. Benliğin ölmüştür. Bu durumda ilahi varlık seni tamamen kapamıştır.
Bu halde, sana verilen artık alınmaz.
Yokluğu olmayan bir zenginliğe erişirsin. Kuvvetini kimse yenemez. Yüksekliğine kimse erişemez.
Eriştiğin bu makam, Hz. Yusuf makamıdır. Ona söylenen şu hitap sana da söylenir:
- <Sen bizim yanımızda yerli ve eminsin.>
Hz. Yusuf’a gelen bu hitap, zahirde Mısır sultanının ağzından çıkmıştır. Aslında o sultan, Hak lisanına bir perde sayılırdı. Esas söz; Allah’ındı... O, zahirde bir padişah sayılır, ama onun temsil ettiği makam, nefis, marifet, ilim, yakınlık, hususiyet yüksek derecede idi. Arif olanlar bu hali daha iyi anlarlar.
Dünyalık nimetlerin çoğalmasına ne hacet var. Elinde az da olsa seni geçindirecek kadar dünyalığın mevcuttur. Bu arada sana gereken en önemli iş kanaat sahibi olmaktır.
Haline razı ol, fazlasını isteme, gelirse al. Her şeyi Hak’tan bil. Helalinden almağa gayret et. Yolun böyle olsun. Bütün gayretini Hak yolunda sarf et. Her istediğin ve her arzun Allah yolunda devam etsin. Ancak bu şekilde hareket edersen doğruyu bulman mümkündür. İyiliğe bu yoldan varılır. Gerek dünya gerekse ahiret güzelliklerini, Allah rızasını kazandıktan sonra bulabilirsin. Bir Âyet-i Kerime de mealen şöyle buyurulur:
- “Onların yaptıklarına mükafat olarak, öbür alemde verilecek nimetlere kimsenin aklı ermez. O göz kamaştırıcı nimetleri hiçbir nefis bilemez.”
Beş vakit namazı, vaktinde eda etmekten daha güzel bir şey olamaz. Günahları bırakıp, Hak yoluna girmekten daha hayırlı bir şey tasavvur edilemez. Bizim anlattıklarımızdan daha yararlı bir söz söylenemez. Allah, bunları yapmayı bizlere nasip etsin. Cümlemizi, sevdiği yolda muvaffak buyursun.
Ey dünyalıktan mahrum kimse, zamana ve insanlara hoş görünmeyen ve onların bir yanda bıraktığı zavallı insan.
Ey sultanlar yanında hatırlanmayan ve dünya erbabı meclisinde ismi geçmeyen çaresiz adam.
Ey aç,cesedi çıplak, ciğeri susuzluktan yanmış bitkin...
Ey bütün ihtiyaçlarla sıkışan, kalbi darda kalan, gönlü kırılan, hiçbir maksadını yerine getiremeyen, gittiği kapıdan kovulan, mescit köşelerinde kalan, sokaklarda sürünmekle gününü geçiren adam.
Senin bu anlattığım hallerde:
- “Allah beni fakir etti, dünyayı elimden aldı. Beni perişan etti, terk etti. Buğzetti. İşlerimi dağıttı. Hiçbir işimi yerine getirmedi. Bana ihanet etti. Dünyalık olarak yeter derecede mal vermedi. Şerefimi söndürdü. Padişahlar katında, arkadaşlarım arasında beni yükseltmedi. Halbuki başkalarına bol nimetler verdi. Günleri geceleri o nimetler içinde geçer oldu. Halbuki hepimiz de müslümanız. Babamız Adem, anamız Havva... Ben böyle olayım da onlar niçin böyle olsun?
Gibi özler sakın senin ağzından çıkmasın.!..
Senin bulunduğun hali anlatalım: Bir defa Allah-ü Taâla’nın, seni bu halde bırakması bir hikmeti icabıdır. Çünkü senin yaratılışında bir hürlük vardır. Allah tarafından sana sabır, rıza, muvafakat verilmişti ki, bunlar en büyük nimetlerdir. Aynı zamanda iman, ilim, tevhid nurları sende vardır. İman ağacın daha eskimemiştir. Tohumları ve fidanları henüz çürümemiştir, kuvvetlidir, yaprağı boldur. Her gün dal salmakta, çeşitli gölgelik vermekte, ayrı ayrı yönlerden büyümekte ve meyve vermektedir. Senin çalı ile değnekle, onu muhafaza etmene, büyütmene, beklemene lüzum yoktur...
Allah sana, dünya işlerinde az fakat rahat edeceğin şeyleri verdi. Ama ahirette hiçbir gözün görmediği ve hiçbir kulağın işitmediği ve hiç kimsenin hatırına gelmeyen büyük nimetleri senin için hazırladı. Bunları orada sana çok bol olarak ihsan buyuracaktır. Âyet:
- “Hiçbir nefis, kendileri için öteki alemde hazırlananların neler olduğunu bilmez. Halbuki onlar gayet mesrur edici şeylerdir. Yaptıklarınıza mükafat olarak verilir. “
Bunun manası şudur: Allah’ın emirlerine uydukları ve bu yolda devam ettikleri için bunlar kötülükleri bırakırlar, Allah’a teslim olur ve her işlerini ona ısmarlarlar. İşte o büyük mükafata bu sebepten ererler...
Yüzünden edep, namus v kanaat perdesini açma... Bunun aksine yaptığın an halka rüsvay olursun...
Halkın yardımını kalbinden çıkar, onlara güvenme... Kudreti, kuvveti Allah’tan gör!..
Hakkı ve hakikatı gör, her halinde manevi meşgalen bu olursa, benliğin ölür, şahsi arzuların söner. Şahsiyetçilik davasından kurtulur, herkesin iyiliğini gözetmeğe başlarsın... Dünya gözünden silinir yalnız ahiret, cennet sevgisi ve cehennem korkusu ile işlerini yapmaz olursun. Ruhunda sonsuz bir huzur duyar, Hak’kın iradesini görürsün... Kalbin, Hak ve hikmetle dolar. Zulmet kaybolur, nura boğulursun.
Daima, Hak’kı gözet ki; kalbinde yalnız Allah sevgisi yaşasın. Başkasına giriş hakkı kalmaz olur. Bu durumda İlâhi Vahdetin kapısı olan kalb basiretinin bekçisi olursun. Elinde tevhid, azamet, ceberut kılıcı olur. Her gördüğün aşağılık duyguları ruhundan kovar ve lüzumsuz şeyleri kökünden yok edersin.
Nefsin de, sana baş kaldıramaz. Hele kötü arzu timsali olan heva; şahsiyetçiliği temsil eden irade ve arzu, sana hiçbir zaman dünya ve ahiret işlerinde yol gösteremez.
Kalbinde, bir Hak ölçü vardır. İşittiğin her söz, gördüğün her hareketi Hak ölçülere vurursun. Daha ileri giderek Hak’kın rızası önünde boyun eğer, bütün varlığınla ona teslim olursun. Bu halinde Allah’ın kulu ve emrine bağlı kalır, halka uymaz ve onların arzularına gidemezsin. Bir zaman böyle gider.
Zaman olur, benliğin tamamen ölür. Bir hayali varlık gibi gezersin. Allah-ü Taâlâ bütün kuvveti ile seni muhafaza eder. Azamet ve sultanlığı hisarına sokar, hakikat ve tevhid askeri ile etrafını çevirir. Her adım atışında gayri ihtiyari dikkatli olmağa başlarsın. Çünkü, İlâhi bekçiler senindir. Nefis, şeytan, heva, irade, boş ümit, yalancı çağrı ve daha tabiatın nice kötülük ve şaşkınlıkları sana yol bulamaz. Ama her halde kader kendini gösterir.
Halk sana gelir nur almak için. Halk sana uyar doğruyu bulmak için... Halk seni ister, maddi ve manevi bataklıklardan kurtulmak için.
Sen halka yol gösteren, dinin inceliklerini öğreten örnek bir insan olursun. Sende çeşitli kerametler görülür, ama onlara aldanmadan Allah’a ibadet edersin. Hak yolunda mücadele ederek, çeşitli güçlüklere göğüs gererek Allah’a kullukta, yani ibadette sabredersin. O’nun yardımı ile, her kötülükten mahfuz ve örnek bir insan olarak kalırsın.
Halkın meyli seni aldatmaz. Onların sevgi gösterisi seni yoldan çıkaramaz. Onların seni büyütmeleri, elini eteğini öpmeğe koşmaları, kendini olduğundan fazla göstermeğe yaramaz. Sen onlardan lüzumunda istifade etmeği de bilirsin. Hak ölçüler dahilinde, ihtiyacın kadar alır, ötesini terkedersin...
ALLAH-Ü TAÂLÂ, o sultan hakkında şöyle buyurdu:
- “Biz Yusuf’u o yere sultan yaptık.”
Yine buyurdu:
- “O, dilediğini yapar oldu. Biz rahmetimizi istediğimize kondururuz, iyi kişilerin mükafatını eksiltmeyiz. “
İşte, bu cümleler, Hz. Yusuf’un meleki sıfatını anlatır.Onun nefis tarafını anlatırken de şöyle buyurulur:
- “Biz, böylece ondan bütün kötülükleri çevirdik, çünkü o, bizim ihlas sahibi kullarımızdandır. “
Hz. Yusuf’un marifet tarafı da şöyle dile geliyor:
- “Bunlar, <rüya tabiri ve hadislerin tevili> Rabbımın bana öğrettiklerindendir. Allah’a inanmayan cemaatı kati olarak terkettim. Onlar ahiret gününe de inanmıyorlardı...”
Bu kitaplar, bir gün sana da gelir; o zaman büyük bir dost sayılırsın. Büyük nasibini almış olursun. Sonsuz ilim, sonsuz kudret, seni kaplamış olur. Saltanatın her yere şamil; emrin her yerde geçerli... Nefsin, senin için faydalı olur. Allah’ın izni ile her şeye sözün geçtiği gibi nefsine de sözünü dinletirsin.
Dünya ve ukba işlerinin sahibi Allah’dır. Cennet O’nun elindedir. Nazarlarımız, O’nun kuvveti, kudreti yüzüne çevrili. O bizim zengin, cömert mevlamızdır. Her şeyi bol ve ziyadesi ile verir.
İsteklerin son durağı orasıdır. Ondan öteye yol yoktur. El açacak ve yalvaracak kimse bulunamaz.
Bu anlatılanlar bir sırdır... Ve sözde kalır... Hakikatına Allah eriştirir. Çünkü O Rahimdir...
Hayrı ve şerri iki cins meyve gör. Bunların kökü, bittiği yer aynı... Aynı ağacın iki ayrı dalında yetişirler. Fakat biri tatlı, biri acı... Bir dalda beldeler, iklimler, küreler bulunur. İşte bu dal da meyve yüklüdür. Ve bu meyve acıdır. Bundan uzaklaş, her şeyi ile ondan uzak ol...
Tatlı ağaca yanaş. Onun yetiştiricisi ve hâdimi(*) ol...
Bu dalları ve meyvelerini iyi tanı. Her ikisini iyi bil. Fakat, sabret ve onun yetişmesini bekle... Ve kuvvetli ol.
Sakın ve çok çekin!.. Acı ve tatsız meyveli dala yanaşma. Ondan yediğin an helak olursun, onun acısı seni helak eder.
Daima dikkatli, ölçülü olmalısın. Elinde ölçü olarak Allah’ın Peygamber’inin (S:A) emri olmalı. Bu ölçüler elinde olmadan meyveleri ayırt etmek senin için kolay olmaz. Yoluna böyle devam ettikçe, rahat, huzur ve emniyet içinde olursun.
Şunu iyi bil ki bütün bu kötülükler, o acı meyveden doğar. Onu terkettiğin an felaket ve beladan uzak kalırsın.
Her iki meyveyi de önüne koy ve bak. Şekilleri aynı, tatları ayrıdır. Çok kere bilmeden veya ölçüsüzlük yüzünden bir uçuruma düşersin. Ona el atar, hata edersin. Ve onu bu hatanın mükafatı (!) yersin.
Belki bir an için sana lezzet verir. Şehevi arzularını tahrik eder, hoşlanırsın. Fakat yapacağı felaketi takdir edemezsin, dimağını boza. Manevi teneffüs cihazını berbat eder. Bütün acılığı damarlarına yayılır. Vücudun bütün parçalarını kaplar. Sonra yapacağı felaketler saymakla bitmez ki... Bu durumda belki bir an kendine gelir, ağzındaki acıyı gidermek için su alırsın, ama çaresiz... Hiçbir fayda vermez. Çünkü o zehir vücuduna yayılmıştır...
Eğer ölçüleri iyi kullanıp tatlı meyvayı yeseydin, durum böyle olmazdı. Her halinde iyilik görünür ve bütün varlığın hoşlukta toplanırdı...
Hal malum... İkinci bir iş yapman lazım.Bu muhakkak bilinmelidir ki, ilinci sefer el atacağın acı meyva olmamalı. Eğer bir daha düşersen kalkman zor olur. Az önce anlattıklarım, birer birer felaket halinde başına çöker, kurtulamazsın.
İyilik timsali olan ağaçtan ve meyveden uzaklaşma. Onu bilmemezlikten gelme. Her yerde onu ara ve onunla olmaya bak. Ve daima onunla olmağa alış,hak ölçüleri elden bırakmamağa çabala...
(*) Hâdim: Hizmet edeni
Bir daha hatırlatmak lazım gelirse <hayır ve şer ilâhî birer fiildir.> Bunların faili , ilâhi kudret ve yürüten o kuvvettir. Asıl ki Allah-ü Taâla:
- “Allah, sizi ve yaptığınız işleri halk etti.”
Buyurur, Peygamber (S.A.) efendimiz de bu manaya işaret ederek şöyle buyurur:
- <Allah zalimi de zulmü de yarattı.>
Kulların yaptıkları iş, bizzat ilâhî kudretin eseridir. Yapılan işin ne olacağını Allah haber veriyor:
İşte bu durum, hâlikle mahlûK arasındaki farkı gösterir. Allah yaratır, kul iradesini kullanarak kesbeder.(*)
Cennet, Allah’ın sevdiği kullarına bir ihsanıdır, fazlıdır. Oraya bu ihsan ve fazılla girilir. Ayrıca dereceleri, dünyade yapılan iyi amellerle verilir.
Peygamber Efendimiz, bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:
- < Hiç kimse ameli ile cenneti kazanamaz.>
Buna karşılık sahabe:
- <Sen de mi ya Rasulallah?>
Diye sorunca, cevaben:
- <Evet, ben de; ne var ki Allah beni rahmetine garketmiştir.>
Buyurdu ve elini başı üzerine koydu. Bu Hadis-i Şerifi Hz. Aişe R.A rivayet etmiştir.
Sen, ilâhi emre uyduğun, kötü yollardan korktuğun müddet korkma, en doğrulukla Hakka teslim ol, şerden korunursun. Hayır ve fazilet seni bulur. Din ve dünya yönünden ilâhi bir muhafaza içinde olursun.
Dünyadaki kâlin şu ilâhi sözle anlatılır:
- “Böylece ondan kötülükleri geri çevirdik; çünkü o, bizim ihlas sahibi kullarımızdandı.
Dini bakımdan mahfuz olmak, yina şu ilâhi kelamla anlatılıyor:
- “Siz, Allah’a iman eder, ona şükredersiniz, neden size azap etsin? Allah şükredenleri, iman edenleri bilir.”
Şükreden bir müminin yanında bela ne arar. Çünkü afiyet ona beladan daha yakındır. O insan, her an iyilik görür ve iyiliği artar. Allah-ü Taâla şöyle buyuruyor:
- “Eğer şükrederseniz rahatınız artar.”
(*) Kesb: Çalışıp kazanmak.
İman nuru büyüktür; bu nur kıyamet günü cehennem ateşini söndürür. Dünya belası cehennem ateşi yanında hiçtir. O azim azap ateşini söndüren iman nuru dünya belasını nasıl yenmez. Kuvvetli bir iman sahibine bela yanaşmaz. Şu var ki; o belalı insan ilâhi cezbeye kapılan büyük bir veli ola... Elbette o aziz kulun başından bela eksik olmaz. Çünkü bu hal, onu dünyada kötülüklerden saklar.
Birçok bela çeşitleri vardır. İnsanın dünyevi sefahattan korunması için paradan yana nasipsiz olur. Şehevi arzuların ölmesi için, bazı zahirde nimet gibi görünen şeylerden mahrum olur. Halkın, sahte teveccühünden azad olması için, sevgilerini kazanamaz; çeşitli isimler takar, ondan hoşlanmazlar.
Bu hal dışında bir felaket gibi görülür; fakat değildir. O bilir ki; her önüne gelen insanla sohbet, onların sahte sevgisini kazanmak, onlarla geceli gündüzlü oturup bir manevi zarardır.
Manen yükselmeğe namzed olan büyük insanlar, sayılan belalara duçardır; fakat onlar için bu bela değil bir rahmettir.
Bu, zahirde bir bela gibi görünen ilahi rahmet sayesinde kalb temiz olur. Hak’kın tevhidinden başka bir şey kalmaz. Kalb, yalnız marifet-i İlâhiyenin yeri, ilâhi ilim ve feyzin kaynağıdır. Nura kavuşmak, Hakka ermek ve O’na kurbiyetin yolu oradan geçer.
Bu kalb tek şey için yaratılmıştır; ikincisi sığmaz. Âyet;
- “Allah, iki kalbe sahip bir kişi yaratmamıştır.”
Bir kalbde iki sevgi yaşayamaz.
- “Padişahlar bir beldeye girince orayı darmadağın ederler. Eşrafını zelil ederler.”
İşte bu sebeptendir ki; İlâhi sevginin girdiği yerde başkalarının işi kalmaz. Başkasının sözü geçtiği yerde ise ilâhi feyz olmaz. Kalbinden kötülükleri at; göreceksin ki, ilâhi feyz her yanını sarmış...
Kalbindeki sevgi, şeytan, nefis ve şahsi arzular olunca olunca senden iyi hareket çıkmaz. Her hareketin isyan, boş ve lüzumsuz şeyler olur. Çünkü senin efendin şeytan olmuştur. Ama kalbinde İlâhi sevgi yer tutunca o zaman göreceksin ki, her kötülük kendiliğinden yok oluyor. Zaten kalb yalnız ilâhi tevhid ve ilâhi marifet için yaratılmıştır, daha sonra bir şey eklemek icap ederse; Kalb, içinde Allah sevgisi yaşadıkça kalb’dir... İlâhi feyzin süre insan için faydalıdır.
İşte anlatılanlar ve hadiseler gösteriyor ki, ilâhi rahmete erişmek için her maddi varlıktan ve sevgiden kalbi temiz tutmak gerek. Bu temizlik kolay olmaz; bir çok belalar ve felaketler insanı sarar.
Her hangi bir felaket karşısında insan, azmini kaybetmeyecek. Çünkü o bir nevi nimettir. İyi düşünülürse, belanın en büyüğü Peygamberlere ve onların yakınlarına, daha sonra sırasıyla olmuştur. Bu durumu Peygamber S.A Efendimiz şöyle haber verir:
- “Biz Peygamberler zümresi, diğer insanlara nazaran belanınen büyüğünü yüklenmişiz. Daha sonra sırası ile....”
- “Allah’ı en çok ben bilirim ve O’ndan ençok korkarım.”
İkinci Hadis-i Şerif’de, büyük bir manaya işaret vardır. Sultana yakınlık hasıl olunca, o nisbette korku ve çekinme çoğalır. Sebebi: Padişahın gözü önündedir, hiçbir hareketi onun gözünden kaçmaz. En küçük hatası dahi görülür ve ona göre ceza çeker.
Burada şöyle bir soru akla gelir:
- “İnsanlar Allah’a göre tek şahıs hükmündedir. Hiçbir hareket ondan gizli değildir. O halde: “ Padişaha yakın olana ayrı ceza verilir şeklindeki cümlenin manası nedir?”
Biz buna cevap olarak deriz ki:
- “Derece yükseldikçe, rütbe büyüdükçe hatalar gözle görülür; çünkü insan hata işlemeğe daima meyyaldir. Bu halde, verilmiş olan nimetlerin en ufağını dahi azımsayan, büyük hatalı sayılır. Daima şükretmek her kula vazifedir ama, o seçilmiş kul için en büyük vazifedir. Bu arada şunu da söylemek caizdir: Bir veli ve bir Allah dostu için, azıcık ibadetten yaya kalma büyük bir hatadır; kullukta noksandır. Allah-ü Taâla bu durumu şöyle anlatır:
- “Ey peygamberlerin hanımları sizden her hanginiz bir hata yaparsa, diğer hanımlara nazaran cezası iki misli olur.”
İşte görülüyor ki, derece farkı mevcuttur. Bu sebepten Allah-ü Taâla peygamberin zevceleri ile diğerlerini ayırıyor. Hal böyle olunca, Allah’ın rahmet ve feyzine vasıl olanların ayrı durumunu takdir kolay olur:
Allah-ü Taâla bütün benzerliklerden beridir. Halktan O’na bir şey benzemez. İşiten ve gören O’dur. Doğru yola Allah hidayet eder.
Rahat istiyor musun? Sürur, emniyet,sükûn, selâmet arzu ediyor musun? Ehl-i dil olmak, sevgi, muhabbet içinde kalmayı arzu ediyor musun? Bu hallerden çok uzaksın. Bunları yalnız dil ile arzu ediyorsun... Şayet tam manası ile istemiş olsaydın; sende adi şeylere karşı meyil kalmayacaktı. Nefsin ölecek, dünya bir yana olacak, ahiret sevgisine meylin olmayacak ve nihayet bunların yerini Allah ve Peygamber sevgisi alacaktı. Halbuki sen bunlardan uzaksın. Çünkü sende şehevi sevgiler ve nefsanî arzular var...
Bu işler acele ile olmaz... Bekle... Olduğun yerde kal ve kendini biraz hesaba çek...
Bu halinle sana kapılar kapalıdır. Yollar sana açık değildir. Allah sevgisi içinde olmayan bir işle zerre kadar ilgin olsa, bu yolun önü sana açılmaz... Sen mükâtep –kesimli- bir kul olsan, efendinin senden bir kuruşu kalsa, kulluktan bir kuruşu kalsa kulluktan kurtulamazsın...
Allah rızası dışında olan şeylere kalbinde bir nohut miktarı meyil olsa, dünyanın manevi pisliklerinden âri be beri olamazsın. Böyle devam ettikçe dünya sevgisi seni sarar. Nefsini şehevi arzuların peşinden kurtaramazsın.
Bu yersiz hallerin hemen birden geçeceğini sanma!.. Yavaş yavaş olur... Senin isteğinle olmaz... Bekle... Doğru çalış, helal ye, tâ ilâhi cezbe seni kaplayıncaya kadar... Sonra Allah dilerse muradın hasıl olur...
O zaman olacak olur. Şum gider, uğur gelir. Uğursuzluk yok olur, nur gelir... Mânen ilâhi bir kisveye bürünürsün. Selamete erersin... Ve nihayet, en yüksek mertebelere çıkarsın. O gün:
- <Katımızda eminsin...>
İlâhi sözü can kulağına gelir... Bununla hoş olur, sevinirsin...
O ilâhi kaynak sana açık olur. Esrar perdeleri senin için açılır. Sana her şey ayan ve her gizli beyan olur...
Kavuştuğun kaynak kurumaz. Kavuştuğun manevi zenginlik sonsuz olur. Her yandan salınan sana gelir. Ani bir duraklama olursa; sakın sana bir şey gelmez diye üzülme... Bu hale eremezsin diye mahsun olma! Bekle, sabırlı ol...
Altın sikkelerini bilmez misin? Her yerde dolaşır, her keseye girer... Ama sonu n’olur? Bir kere altını düşün, parça parça herkeste boldur. Bir gün bakkalda görülür, bir gün kasapta. Daha sonra manavda ve attarda, dabakta, süsçüde ve her çeşit altın işi yapanlarda bulursun. Bazen adi işlerde de kullanılır. Nihayet bir dirayetli sultan sayesinde o kötü ellerden alınır, kaplarda eritilir, haddelerden geçer, inceltilir süs yapılır. Sultanlara bezek, padişahlara taç olur. İşte o çeşitli ellerde gezdi, sonsuz zahmet çekti ve nihayet ereceğine erdi...
Allh’a inan! En faydalı işleri sana O yapar. O’na güven, en güzel yola seni O sevk eder. Yalnız O’nu sev ve bağlan... Bir gün en yüksek dereceye erersin ve en ulvi mertebeye kavuşursun.
Kapılar açılır. Sandık kilitleri sökülür. Her gün yeni yeni alemlerin kapıları sana açılır.
Süs olan altınlar her yerde aranır. Yıllarca ellerde dönen altın şimdi padişahların başındadır. Ateşlerde yanan, türlü cefa çeken o altın şimdi padişaha taç, sultana süstür.
Ey iman sahibi, kadere inan ve onun çeşmesi önünde dur. Herhalde kazalara rıza göster. Ancak bu yolda Hakkı bulursun ve bu uğurda çalıştığın müddet Hak’ka kavuşursun... Dünyada çeşitli ilimlere erersin, öbür alemin ufukları sana açık olur.
Bu alemden göç edince, başyardımcın Hak; şefaatcın nebiler, arkadaşların salihler ve doğrular olur...
Sabırla bekle... Aceleci olma... razı ol, Hak’kı itham altına alma. Ümitli ol, ancak böylelikle ilâhi af ve keremin serinliğini ruhunda duyar ve Hak’kın ikramına nail olursun...
Allah’a mutlaka kul olmak isteyen ona iyi inanır. Ve her işini O’na teslim eder. O kul, bilir ki, rızık babında Allah kefildir. Yine okul kanaat getirmiştir ki, kendine ulaşan iyi bir iş, ilâhi fermandan habersiz değildir. Her hangi bir fena hal de kaderi ilâhinin iktizasıdır.
Bilhassa şu ilâhi vade kopmaz bağlılığı vardır:
- “Bir kimse Allah’ın emirlerine bağlı olur ve ondan korkarsa, ona güç yollar kolay olur. Bilmediği yerden rızık kapıları açılır. Kendisine tam tevekkül edene Allah yeter.”
İman sahibi daima bu ayeti okur ve manasına göre ruhi inşirah duyar. Bolluk devrinde bunu böyle bilir. Zaman olur, hikmet icabı bir imtihan belirince derhal sızlanmağa başlar, ağlar, feryad ederse bu hal onun tam bir iman sahibi olmadığını gösterir. O kimse bilmez ki, kader-i ilâhi ağlamakla, sızlamakla şekil değiştirmez. O zavallının bu acıklı hali Peygamber S.A efendimizin:
- “ Fakirlik zaman olur ki küfre yaklaşır.”
Hadis-i şerifinin manasına girer.
İman sahibi, hangi felaket olursa olsun, sarsılmaz ve maneviyatını bozmaz. İyi inanmıştır ki: Herşey muvakkattır. Dünya muvakkat olduğu gibi, onun imtihan devresi de muvakkattır. Yine kalbini Allah’a bağlayan bilir ki: Allah istediği an kimseden belayı kaldırır. Bu Allah’ın lütfudur. Bir gün gelir, kendisinin de imtihan devresi biter; afiyet ve bolluğa kavuşur. Daima şükreder. Hamd eder. Sena eder ve bu hal, Allah’a kavuşuncaya kadar sürer...
Bu haller gösterir ki, ilâhi imtihanlar iki yönden tecelli eder. Biri; iman sahibinin imanını arttırmak, diğeri ise; zayıf imanlının maneviyatını bozmak. Şayet o zayıf imanlı tahammül gösterirse imanı kuvvet bulur.
Allah bütün kullarına bir çok yönden bela verir. Bu belalar çoğunun felaketine sebep olur. Kul, o devrelerdeAllah’a tam bağlanmaz, durmadan itiraz eder. Allah-ü Taâlâ’yı (haşa) töhmet altına sokmak ister, söver, sayarsa.... Bu onun ebedi küfrüne sebep olur ve böylece dünyası ve ahireti berbatlaşır. Hak’ka kavuştuğu zaman ilâhi rahmetten herkesin nasibi olur; ama onun olmaz. Çünkü Rabbı ona darılmıştır. İşte Peygamber efendimiz bu hale işaret ederek şöyle buyurmuştur:
- “Kıyamet gününde en nasibsiz olan, dünyada fakir, ahirette cehennem azabına düçar olandır.”
Bu halden Allh’a sığınırız. Çünkü bu hal felakettir. Peygamber efendimiz bu fakirlikten Allah’a sığınmıştır.
İkinci şahsa gelince: O, hakkıyla inanmıştır. Allah’ın birliğine ve O’nun yapacağı her türlü eza ve cefaya razıdır. Zahirde cefa gibi görünen her halin bir nimet olduğunu iyi bilir. Onda tam bir kanaat vardır ki, sevgili kullara kavuşmak için onlar gibi yaşamak lazım. Peygamberlere varis olmak için, onların çektiği gibi cefakar olmak gerek. Düşünür: Hangi alim, hangi fazıl, hangi hakîm, hangi büyük ve nihayet hangi derviş ve hangi bende cefadan, hangi efendi zordan hâli kaldı....
Ama, ne olursa olsun Allah’a dayanan herkes kurtulur. O’na inanmış olan her imanlı dar zamanında daha geniş olur. İlâhi kement onların boynundadır. Sabır dağları onları içine almıştır. Çünkü imanları kuvvetlidir. Çünkü kadere razıdırlar.
Bu sabır ve imandır ki; onu her an şükür yoluna sevkeder. Herşeye muvafakat, kaza ve kadere ve ilâhi hikmete mebni olduğunu sezdiği her şeye boyun eğer. Bu yüzden ilâhi rahmetin en büyüğüne erer. Gündüzleri onun için bir nur kaynağı, geceler ise bir rahmet sofrası olur. Dışı hoş, içi boştur. Bu halde devam eder, tâ, Allah’a kavuşuncaya kadar... Hâdi Allah’tır...
İnsana: <Hangi işi yapayım, işin hilesi nedir?> gibi bir söz yasak edilmiştir.
İnsanı hayrete düşürüyor; çok kere < ne yapayım?> <Yapacağım işin sonu ne olacak?> diye söylüyorsun... Sana verilecek cevap:
-“ Yerinde dur, haline şükret!..”
Sana, bulunduğun halde kalmak emri verilmiştir; o emri veren bir gün olur yolları açar. Her şey kendiliğinden yoluna girer. Allah’ın emirlerini iyi anla ve oku:
-“ Ey iman sahipleri, sabırlı olunuz... Sabır yolunda birbirinize yadımda bulununuz. Birbirinize iyi bağlanınız. Allah’tan çok korkunuz. Ümit edilir ki bu yolda felaha eresiniz. “
Ey iman sahibi, Allah-ü Taâla bu ayetinde, önc sabır emrini verdi; sonra bu uğurda karşılıklı yardımlaşınız ve birbirinize kenetleniniz emrini verdi. Daha sonra bunların terki çok büyük hata olduğunu anlattı ve:
-“ Allah’tan korkun..”
Buyurdu... Bunun açık manası şudur:
-“ Sabrı bırakmayın, çünkü hayır ve selamet ondadır. “
Sabrın büyüklüğüne işaret için, bir Hadis-i Şerifte şöyle buyurulmuştur:
-“ Vücutta baş nasılsa iman bölümleri arasında sabır da öyledir.”
Büyüklerin şöyle bir kelâmı vardır:
- “ Her hayır, sabırla işlenir. Herhangi bir hayrı yapana sevabı, o işteki sabrı kadar verilir.”
Hemen bu kelâma uyarak: Sabrınıza hiçbir işte iyilik yoktur, derler. Sonra Allah-ü Taâla:
-“ Sabırlı kişilere mükafatları hesapsız bol verilir.” Şeklinde buyurdu...
Kötülüklerden uzak oldukça Allah yardımcın olur. Sabırlı ol, sonunu bekle, sabrın kadar mükafat alırsın.
Büyükler için ayetin tefsirine dayanarak buyurmuştur ki:
-“ İttika sahiplerine Allah kolaylık yollarını açar... İstediği yerden rızık gönderir. “
Bekle, sabırla bekle; ölüm gelinceye kadar bekle. Bu bekleme devresinde iman ve sabrın dayanağın olsun. Yalnız Allah’a dayan. Çünkü, Allah-ü Taâla şöyle buyurdu:
-“ Tevekkül sahiplerine Allah kâfidir. “
Sen sabır ve tevekkül sahibi olduğun müddet, muhsinlerden olursun. İşte âyet-i kerime:
-“ Allah muhsinleri sever. “
Dünyada ve ahirette sabır, her şeyin başıdır. İman sahibi sabrı kadar yükselir. Muvafakat ve rıza derecesine sabırla kavuşulur. Daha sonra sabırla ilâhi fiilde yokluğa kavuşulur. Bedeliyet hali ve sonsuz ferahlık alemi ondan sonra başlar.
Sakın sabrı bırakma; rezil olur, utanırsın. Dünya ve ahiretini kaybedersin. Allah esirgesin her iki alemin hayrı da elinden uçar.
Bir kimseye buğzettiğin zaman, onun işlerini kitaba arz et. İman ölçülerine vur. Sünnet-i nebiye sun. Onlara göre iyi, sana göre hatalı ise, müjde; işlerin Allah’ın emirlerine uygundur. Şayet onlara göre hatalı, sana göre iyi geliyorsa; sen hata ediyorsun. Yanlış hareket ediyorsun, şahsi arzularına uyuyorsun.
Böyle buğzla sen hata içindesin. Allah’a asi oluyorsun. Sünnete muhalefet ediyorsun. Bunların cezası büyüktür. Tövbe et, yaptığın bu hatadan dön. Allah’a dua et, o sevmediğin kimsenin sevgisini kazanmağa çalış.
Hep Allah’ın kullarını sevmeğe mecbursun. Onların sevgisini kazanmağa devam et. Allah’a tam kul olmak için seveceksin.
Ayrıca bir insanı sevmek için, yine şeriata arzet, eğer sevmeğe layık bir insansa sev... Aksi halde kaç. Ta ki, şeytan karışmasın...
Şunu iyi bil ki, Allah, yalnız nefse muhalefeti emreder. Dolayısıyla nefsine muhalif ol, hevesini Hak ölçülere vur.
Sonra şu âyet-i kerimenin tehdidi altına girersin:
-“ Hevaya uyma, sonra Hak yolundan saparsın.”
Birçok sözlerini işitiyorum, en çok şunları söylüyorsun:
-< Kimi sevsem aramız açılıyor. Ya ölüyor, ya kayboluyor. Yahut aramıza düşmanlık giriyor. Çoğu zaman malım kayboluyor, param elimden çıkıyor. Bu yüzden dostlarımla bozuşuyorum.>
Ey Allah’ın sevgili kulu, Allah Gayyur dur. Sevgisine kimsenin ortak olmasını istemez. Sevgilisine bakılmaya bile razı olmaz. Kendi sevdiği kulu başkasına vermez. Hal böyle iken sen başkasına bağlanıyorsun. Şu Âyet-i Kerimeleri işitmedin mi?:
-“ Allah onları, onlar da Allah’ı sever.”
-“ İnsanlar ve cin tayfasını bana ibadet ederler diye yarattım.”
Bazı müfessirler ibadeti, sevgi olarak açıklamışlardır.
Rasulullah s.a. efendimiz bir hadis-i şerifde şöyle buyurdu:
-“ Bir kul, Allah tarafından sevilince, iptilaya uğrar; buna sabrederse iktina gelir başına.”
-< İktina nedir? >
Diyen bir sahabeye:
-“ Çoluğunu çocuğunu, malını, mülkünü alır.”
Buyurdu. Çünkü mal ve evlat, Allah sevgisine perdedir. Hakkın sevgisi bölünmez. İki sevginin arasına giren yanar.
Mala ve evlada sevgi çoğalınca, Hak sevgisi azalır. İnsan bu sevgisinden ceza görür. Çünkü Allah’a bir nevi şirk koşmuştur. Halbuki Allah zatına ve sıfatına şirk koşanları sevmez. Gayyur ve her şeyden üstündür. Kendine karşı duran her şeyi yok eder. Ta ki, sevdiği kulun kalbi yalnız zatına dönsün. İşte o zaman:
-“ Allah onları, onlar da Allah’ı sever.”
Ayetinin manası tecelli eder.
Bu tecelli bir süre devam ederse, sonunda Hakka karşı koşulan ortaklar yani şirk yok olur. Mal, çocuk ve şehevi arzular isteği gider. Mal sevgisi kalmaz. Kötü hisler ölür. Veli olmak, başa geçmek, keramet sahibi olmak, kat, makam, dereceler istenmez olur. Cennet ve onun dereceleri gözden silinir. Kalbdeki şahsi irade, temenni yok olur. Suyu saf, içi temiz bir ap halini alır. Çünkü ilahi tecelli onu kaplamıştır. Bu arada kalb yolunu şaşırdıkça ilahi tecelli onu yola getirir. Kendinden başka her şeyi yok eder. Zaten başkası için oraya yol kalmamıştır. Mevlanın azamet ve ceberut kuvvetleri orayı sarmıştır. Bunlardan başka her şey için arada bir uçurum vardır. İlahi saltanatın vadileri o imanlı kalbin etrafını çevirmiştir. Oraya yabancı yol bulamaz. Şayet bulacak olsa bile yokluğu mani olur.
Bir çok kimselerin yüksek derecelere erdiği olmuştur. Bunlar yetişmiş olmalarına rağmen, bazı ufak tefek işlerle uğraşırlar. Bunlara yaptığı o işler zarar vermez. Çünkü hiçbiri, kalb cihetine yanaşamaz. Zaten o dereceye eren kul, bunları ilahi iradeye dayanarak yapar. Onlar; ilahi arzu icabı olduğundan, o sevgili kula bir lütuf ve keramet olur. Onun yüzünden birçok zavallı kimseler geçinir. Ayrıca bundan başka, çokça sevap kazanır. Sonra o işler bir başka yönden kulu tecrübe sayılır.
Kul, şahsi arzusunu karıştırmadığı süre işler iyi gider. Teslim olunca daha iyi gider. Kötülüklere karşı, o nimetler bir nevi kalkan sayılır. Şöyle ki: Parası olur, haramdan kurtulur. Çocukları olur kimseden yardım istemez. Ailesi olur, harama göz dikmez. Velhasıl dünya ahiret selamet olur..
İnsanlar dört kısımdır.
BİRİNCİSİ: Kalbsiz ve dilsizdir. Asi ve hissizdir. Allah buna hayır vermemiştir. Sebebi: Bu ve benzerleri, hayrı istemezler, hayır yolunu sevmezler. Şu var ki; Bir gün Allah c.c. rahmeti iktizası bunları yola getirir. Kudret eli bunların kalbine iman ışığı tutar. Eğer istidatları varsa onlar da hak yola girerler.
Ama sakın bunlardan olma, onların ahlakını alma, onların hareketlerine katılma... Hikmeti ise: Onlar azap, gazap ve felaket insanlarıdır. Yerleri cehennemdir, arkadaşları şakilerdir. Ancak ilim sahibi isen, onlara yakınlık sana zarar vermez. Çünkü onlara hayrı öğreten, doğru yolu gösteren bir insan olursun. Eğer kendine güveniyorsan onların arasına gir ve Hak’ka davet et. Onlara doğru yolu öğret, hak yola çağır. Görürsün ki; bu sohbetin hoş oluyor. Allah sana, resullerin, nebilerin kadar sevap verir. Bunu anlatmak için Hz. Peygamber S.A. Hz. Ali’ye buyurduğu bir Hadis-i Şerifi nakletmek yeter:
- “ Allah bir kimseyi vasıtanla doğru yola getirirse, bunun sevabı yeryüzündeki bütün mülke bedeldir.”
İKİNCİSİ: Dili vardır, kalbi yoktur. Herkese hikmetten konuşur ama kendisi amel etmez. İnsanları doğru yola çağırır, kendisi kaçar. Başkasının hatasını büyük görür ama kendisi durmadan yapar. Allah’a karşı edep ve terbiye yollarını öğretir fakat kendisi büyük günahları işlemeğe devam eder. İnsanlar arasında iyi görünür, yalnız kalınca önüne geleni yutan hayvana benzer.
Peygamber efendimiz bu adamın durumuna işaret ederek:
-“ Ümmetim için en çok endişe ettiğim şey dilli münafıklıktır.”
Buyurmuşlardır. Diğer bir Hâdis-i Şerifleriyle de:
-“ Ümmetim için en korkulacak şey kötü bilginlerdir.”
Buyurmuştur...
Allah cümlemizi bu gibilerden korusun.
Bu zümreden çekin ve kaç, tatlı dili seni yakalar. Güzel (!) sözü seni aldatır. Günah ateşi seni yakar. Onun manevi kir kokusu seni öldürür.
ÜÇÜNCÜSÜ: Kalb sahibidir, ama dili yoktur. Halbuki o Allah’a tam inanmıştır. Allah da onu halkından gizlemiştir. Onun üzerine manevi bir örtü çekmiştir. Gözünü halktan kapatmıştır. Bu insan yalnız kendi ayıbını görür ve onu gidermeğe çalışır. Kalbi tevhid nuru ile doludur. Bu nur, insanlar arasına karışmanın güçlüğünü, onların ağzından çıkan sözün boşluğunu gösterir. O insan, selametin; sükütta, sessizlikte ve yalnızlıkta olduğunu bilir. Peygamber efendimizin şu hadisi-i Şerifini candan duymuştur.
-“ Susan kurtulur.”
O muhterem insan her şeyi can kulağı ile diler, bu dinledikleri arasında şu da vardır:
- “ İbadet on bölümdür, bunun dokuzu sükûttadır.”
Bu zat velidir. Allah onu kötülüklerden esirgemiştir. Daima selamet içinde olur. Akıl ve fikir sahibidir. Allah’ın rahman sıfatı onda tecelli etmiştir. Hayırlı insanla arasında, bu gibileri seçilir. Bu gibilerden hem hayır umulur, hem de arkadaşlık edilir. Hak onun işini gördürür. Hak onu sever. Sen de sev, ona yaklaş... Böyle yaparsan, Allah da seni sever. Bu gibi seçkin kulları ara, onların hürmetiyle yüce Allah seni sevgili kulları ve salih kişiler arasına katar.
DÖRDÜNCÜSÜ: En yüksek derece buna verilmiş ve melekût aleminde kendisine:
- <AZİM>
Adı verilmiştir. İşte Hazter-i Nebi bu büyük zatın şanını tarif ederken şöyle buyurmuştur:
- “ Bir kimse öğrenir öğretirse... Ayrıca bildiği, öğrettiği ile âmil olursa melekût aleminde ona, AZİM ismi verilir.
Bu zat, alim-i billah’tır. Mertebeler ölçülürse en yüksek derece onun olduğu ortaya çıkar. Dinin hikmet yönünü en iyi bilen odur. Allah-ü Taâla birçok bilinmeyen ilimleri onun kalbine yerleştirmiştir. Hiç kimsenin erişemiyeceği sırları ona sezdirmiştir. Bu saf ve temiz kul, Allah tarafından seçilmiş, sevilmiş ve Hakka cezbedilmiştir. İlâhi hikmetleri çözüldüğü kapıya yalnız bu insan yetişmiştir. Hidayet yolları buna açıktır. Bunda istidat çok büyüktür. Ve bütün sırları anlamak kabiliyeti vardır. Bunda bilgi sonsuz, hikmet ölçüsüzdür. Bu zat, Allah yolunda bir şahtır. Hak yola o çağırır, kötülükleri onlara o gösterir, kıyamet günü şefaatçi, dünyada temiz, Allah indinde herşeyi makbul ve merguptur. Doğrudur, doğruluğu tastiklidir. Resul ve nebilerin vekilidir. İşte peygamberler, bunları vekil etmiştir.
İşte son had buraya kadar... İnsan oğlunun son durağı bu makama varır. Buradan öte Peygamberlik başlar. Sana bu insan lazım. Bunu ara, bulunca muhalefet etme, sözlerine darılma, uzak kalmaktan hoşlanma. Onu sev ve sözlerine bağlan, her nereye varsan böyle birini ara ve zihninde onu gezdir. Şunu bil ki: O ne söylerse selamet ondadır. Helak, bataklık başkadadır. Allah’tan onu iste, yol bundan başkaya varmaz. Himmet başkalarında yoktur. Yolunu bu ülkeye vardırmayan kurtulamaz. Ama Allah başka türlü emretmiş ise bir şey denemez. Allah’ın doğru yolu gösterdiği kimselere kimse şaşmaz.
Ey iman sahibi; insanları sana bölüm bölüm gösterdim. Kendini düşün, eğer gözün varsa bak. Bu sayılanlara basiret gözünü gezdir ve kendine bir sığınak ara. Eğer kendine acıyorsan bunu yap ve kurtul.
Allah, bize ve sana verdiği ve razı olduğu yolları göstersin... Amin!..
Allah’a çok darılıyorsun; O senin Rabbın olduğu halde onu töhmet altına almak istiyorsun. O’nun her işine itiraz ediyorsun, zorla bağlanıyorsun. O’na bağlılığın yolu zulüm ile oluyor. Halbuki ona candan inanman ve teslim olman lazım. Rızık babında sıkı olma, geniş ol. Zengin olursan herkese dağıt; fakir olunca da sabırlı ol. Gün olur, güçlük gider, bela kalkar. Yaptığın bir yana kalır. Bilmez misin her şeyin bir vakti var, o gelince olacak olan olur...
Şunu bil ki; malın çoğu bela getirir, çok isteme azla yetin. Bela biter, güçlüğün sonu var, biteceği gün var. Sen yalnız sabırla bekle.
Bela vakitleri değişmez, yalnız onun içinde afiyetler olur, onu gör. Bela anında ümitsizlik iyi olmaz. İmanla onu iyi gör. Fakirlik hali zenginliğe çevrilmez, ona sabırla tat kat. Hile yoluna kaçma, doğru ol, samimi ol....
Hakka karşı edepli ol. Sukûtu, sabrı sev, buna devam et. Haz al. İlahi fiillere uymaya çalış. Allah’ın emr ve fermanına karşı kalbinden bir şey geçerse tövbe et. Şayet Hakkı töhmetleyen bir kusur ettinse nadim ol.
Şunu iyi öğren ki; Hak kapısından başka kapı yoktur. Ondan kaçmak mümkün olmadığına inan ve Hak işlerden intikam almanın imkansız olduğunu bil. Günah yapmak yalnız seni körletir. Hakka yapacağın taarruz, yalnız tabiatını karartır. İntikam hissi kullar arasında caridir. Vazife, bir kul tarafından verilmişse, ondan kaçınma olabilir.
Her şey, bu dünya alemine çıkmadan çok evvel yaratılmıştır. Onların kârını, zararını Allah bilir. Herşeyin ilki, sonu ona malûm, bir şeyin doğuşunu gördüğün gibi gün olur batışının da seyredersin. Allah, yaptığını iyi bilir, yapacağı iş ona göre kolaydır. İşlerinde asla tenakuz bulamazsın. Yaptıklarında yersizlik göremezsin. Boş iş yapmaz. Lüzumsuz şey yaratmamıştır, yaratmayacaktır. Ona noksanlık izafe etmek caiz değildir. İşlerini beğenmeyen kişinin aklına şaşılır.
Herşey biter, yeter ki beklemeği bilesin. Bekle zorla bekle!.. Kendini sabra alıştır. Nefsini, şahsi arzularını yen, onları emirlerine uymaya çabala. Kndini bütün varlığınla sabır aleminde yok et!.. Bekle, bir gün hepsi biter, yok olur gider.
Herşey zamanla zıddına döner. Gün geçtikçe işler değişir. Evvela kış, ardından yaz gelir. Bir zaman gündüz arkasından gece sarar. Akşamla yatsı arası:
-< Gündüz olsun...>
Dersen olmaz. Belki daha kararır, ışık olmaz. Taa, şafak atıncaya kadar, karanlık devam eder.
Boynunu yüce emirlere eğ.. Allah için, iyi düşün, iyi sabret. Senin için olmayan sana gelmez. Sana nasip olmayanı kimse eline tutuşturamaz. Hayatım pahasına da olsa, sana yemin ederim ve sonra kendiliğinden açılır. O zaman istediğin hiç olur. İstesen de istemesen de ortalık aydın olur, her yer aydınlığa kavuşur...
İşin hikmet tarafına aklın erince, işlerin kendiliğinden yürüdüğünü görürsün. Ne isteğinle gündüz gece olur, ne de aksi olur. Çünkü güneş emrinde değil. Dünya senin fermanınla dönmüyor. Rüzgar emrinle esmiyor.
Duan, her zaman alemde makbul olmaz. Çünkü burada istenenlerin çoğu, zamansız ve yersiz isteniyor. Ama yine dua et, her an Allah’a yalvar, ancak duan kabul olmayınca Allah’a sitem etme!..
-< Niçin kabul olunmadı..>
Diyerek şaşma... Zamanı gelince olan olur, burada bir şey olmazsa öbür alemde sana sevap olur. Ama bağırıp çağırırsan, mahcup olursun... Derim ki: Daima dua edeceksin... Çünkü her şeyden evvel sen bir kulsun. Allah’ın emirlerine uymaktasın. Allah-ü Taâla Hazretleri:
-“ Bana dua edin, kabul ederim.”
Buyuruyor. Diğer bir yerde de:
- “ Allah’tan fazilet isteyin. “
Deniyor. Bu mevzuda daha bir çok âyetler vardır...
Duan her zaman duyulur ama, ihtiyacın kadar verilir. Sonrası öteki aleme kalır. İhtimal ki her arzunun bu alemde yerine gelmeyişi bir hikmet icabı ve senin hayrına olmaktadır. Sonra, her olan şey, Allah’ın kaza ve kaderine uygundur.
Arzun yerine gelmeyince Hak’kı itham etme!.. Kabul olmadı diye ümitsizliğe düşme!.. Daima dua et. Kârın olmasa bile zarar da etmezsin. Hemen olmasa bile, bir zaman sonra olur.
Bir Hadis-i Şerifte şöyle buyruluyor:
- “ Kıyamet günü hesap defterinde insan, yaptığı ibadet haricinde bir çok iyilik bulur. Bunları bilemez, sorar, ona şöyle denir:
- “ Bunlar dünyada kabul olmayan dualarının karşılığıdır. Kader-i İlahi icabı orada yerine getirilmedi fakat sana mükafat olarak burada veriliyor. “
En azından halin, zikir olmalı. İhtiyacını ona aç!. Başkasına bir şey deme!.. O’nu tevhid ederek, her derdini arzet...Duanın kabul edilmesi işini Allah’a bırak....
Tekrar hatırlatmak yerinde olacak... Sana iki yoldan başka yol yoktur ve olamaz. Gecen de gündüzün de aynı. Sağlığın da hastalığın da öyle. Darlık olsun genişlik olsun değişmez. Ki o: Dua ve sabırdır, yani rıza...
İyi zamanda, darlıkta genişlikte hep böyle ol...
O iki hali biraz açalım:
En iyisi, benlik davasını bırakıp, Hak’ka bağlı olmandır. Tıpkı, bir ölü gibi Hakka karşı iradesiz halde kalman... Bir süt çocuğu gibi, tam teslim olmandır. Senin için hak fiil ve irade önünde, topçu önündeki top gibi olmak var. İlahi irade böyle çevirir. Bu halinle sana, nimet gelirse şükür edersin... Şükür ettikçe de nimetin artar. Çünkü Allah:
- “ Şükür ederseniz nimetinizi arttırırım.”
Diye vad ediyor. Darlık baş gösterince de sabredersin. Bu da senin için bir nimettir. Darlık zamanı, sabreder; günlerin Peygambere salât ve selâmla geçerse daha ne istiyorsun... Bu; Allah’ın sana en büyük nimetidir. Her kula nasip olmaz, bu ayetin:
- “ Allah, sabırlı kullarla beraberdir..”
Mealinde buyurulan yüce manasında bu bapta kayıt vardır.
Allah, kullarına yardımıyla koşar; sebatını verir. Nefse, şeytana galebe çalması için kula yardımcı olur... Bir âyette:
- “ Eğer, Allah’tan yana olursanız o da size yardımcıdır. Dizlerinize kuvvet verir. “
Buyuruluyor...
Nefsine muhalif ol; Allah’tan yana olmuş olursun. Allah yoluna muhalif olan herşeye muhalif ol. Hak emirlerini itirazla karşılama, kabul et, darılma. Nefsine muhalif ol; Hak fiillerin içine düş, onlarda kaybol... Bunu yaptığın takdirde hak için mücahid sayılırsın. Nefsin her başını kaldırdığında Allah’ın emriyle vur. Onun karşısında kalkanla dur. Bu kalkan; sabır, muvafakat, sükûn, hak emirlere teslim olmaktır. Bunları yapabildiğin an, Hak Taâla sana en büyük yardımcıdır.
Bütün bunların sonunda, bir de büyük rahmete ermek vardır, ona < SALÂVAT> derler. Bu makam peygamberlere hastır. Bu < SALÂVAT> onlarındır. Sen bir günahkar olduğun halde günahların bağışlanıyor, nebiler için verilen sevaptan hisse alıyorsun. İşte bu manayı ifade eden bir âyet-i kerime:
- “ Onlara müsibet veya bir bela karşı geldiği zaman, biz Allah içiniz, dönüşümüz onadır.
Derler. Onlara rablarından salavat olsun. Rahmet onlaradır. Hidayete eren onlardır.
Buraya kadar anlatılan yaşamak zorunda olduğun iki halin ilkiydi.
İkincisine gelince: Sen rabbına yalvardıkça ona yaklaşmış olursun. Allah’ın emirlerini tut.Senin yalvarmak hakkındır, ayrıca vazifendir. Hak’ka tazarru ve niyaz ettikçe, bu vazifeyi yerine getirmiş olursun.
Sakın dualarına yanlış şey girmesin. Bu mühim vazifeyi Hakka imanla yap!.. Duanı aziz bir yolcuyu uğurlar gibi yap. Çünkü dua, Hak katında sana yer hazırlar...
Şunu tekrarlamakta fayda görüyorum. Duana derhal icabet olunmazsa hemen bağırıp çağırmaya kalkma. Dua hem kabul olunur, hem de olunmaz. Her ikisi de senin için musavi olmalı. Sonra bu olanlardan ibret almalısın... Sakın haddi aşanlardan olmayasın. Çünkü baş vuracak kapı yoktur. Sakın, nefsinin iyiliğini veya kötülüğünü bilmeyen zalimlerden de olmayasın. Allah seni helak eder. Hiçbir şey bu helak işinden Hakkı alıkoyamaz. Geçmiş ümmetleri de helak etti. Şöyle ki; dünyada içinden çıkılmaz bela ile öldürür, kıyamet günü en kötü azaba sokar...
Vera(*) sahibi ol, aksi halde felaket yakınına gelir. O zaman seni hiç bırakmayan güçlükle bir yakalar, öldüm desen bırakmaz. Şu var ki; Allah’ın rahmetini de hiçbir şey önleyemez. Ona da tam istidat kazanmak gerek. Hz. Peygamberden (s.A) şöyle bir Hadis-i Şerif rivayet edilmiştir:
- “ Allah yolunun hak pusulası, VERA’ dır. Şüpheli işler peşinde giden bir gün harama düşer. Tıpkı sınırda hayvan yayan çoban gibi. Günün birinde sınır aşılır, çoban belasını bulur.
Hz. Ebû Bekir r.a. şöyle buyurdu:
- “ Biz, harama düşmeyelim diye en az yetmiş mubah terkederiz.
Hz. Ömer r.a. ise şöyle buyurdu:
- “ Biz en az ondokuz helali, harama kaymayalım diye yapmadık.
Onlar tam VERA sahibi insanlardı. Haram korkusu yüzünden helâli ve mubahı terkederlerdi. Bunu şu Hadis-i Şerife dayanarak yaparlardı:
- “ Her sultanın bir sınırı vardır. Allah’ın sınırı ise haramlardır. Her kim sınır yakınına gelirse tehlikeye kapılması mümkündür.
Her sultanın bir hisarı vardır. Her kim oraya girerse, birinci kapıyı geçmiş olur. Sonra ikinciyi daha sonra üçüncüyü....
Böylece saltanat kapısının gölgeliğine kadar varmış olur.
Bunun durumu her ne kadar tehlikeli ise de, sadece birinci kapıda durmasından iyidir...yani, sahrada olanın durumundan. Çünkü kendisini koruyacak sultanın askerleri ve bekçileri vardır.
Çünkü birinci kapı dışarı sayılır. Orada her çeşit vahşi hayvan ve düşman bulunur. Kendisini kurtlar kapabilir. O sebepten ne yapıp yapıp birinci kapıyı aşmak lazım. Kapıyı aşınca padişahın askerleri vardır. Dışarıda ise düşman.
İşte âzimet bunun için; VERA’ bu yola varmak için olmalı. O bekleme anında ilahi yardımın kesildiği görülse bile, insan ümitsizliğe düşmemelidir. Hele Hak yoldan ayrılmak hiç olmaz.
VERA’ en büyük ibadettir. Ancak insan çok daraldığı zaman ruhsatlarla amel edebilir. O da emir ve hadleri aşmamakla. Ruhsat bir yardımdır, ancak ibadet ve taatte kullanmalı. Çok kere ruhsatları terketmek yerinde olur. Daima ruhsatla hareket eden irade sahibi olamaz. Nefsine dizgin vuramaz. Bu hale düşünce Allah’ın yardımı kesilir. Çünkü ilahi yardım, darda kalmışlaradır. Kolaylık yollarını tutunca yardımdan mahrum olursun. Şahsi arzular seni kaplar, heva, nefsin seni sarar. Bilmeden haram yersin. Dinden çıkar, şeytanlar zümresine dahil olursun. Halbuki şeytan Allah’ın düşmanıdır. O hah yoldan şaşırmıştır. Bu halde ölürsen helak olursun. Ancak, Allah’ın rahmeti kavuşursa ona bir şey denmez.
Son olarak şunu demek isterim ki: Baş tehlike dinde şüphelillere koşmaktır. Dolayısıyla selamet, irade sahibi olup çalışmaktır.
(*) Harama düşmek korkusu ile şüpheli işlere yanaşmamak
Ahiret sermayen olsun. Dünyayı ticaret yeri say. Zamanını sermayeni batırmamak için evvela ahiretine sarfet. Eğer fazla kalırsa onu da dünyaya harca, geçimini sağla. Sakın dünyayı sermaye, ahireti ticaret saymayasın. Bunu yapınca namazını vaktinde kılamazsın. Kılsan da erkanını yerine getiremezsin. Rukûu belli olmaz, sücûdu belli olmaz. Çünkü senin için maksat dünya olmuştur. Yorgunluk gelir, uyursun. Namazın kazaya kalır, kılamazsın. Gece cife gibi yatar, sabahları tenbel olarak kalkarsın. Nefis seni peşinden sürükler, heva seni takip eder. Şeytan artık sana hakimdir. Böylece ahiretini dünyaya satmış olursun. Sen bu durumda nefsin kulu ve onun uşağı olmuşsun. Halbuki sen onu emrine alacak, terbiye edecek, doğru yola getireceksin. Bu, onun ahiret tarafı idi. Yani iyilik yüzü idi. Ama sen böyle yapmadın, onu hakkıyla idare edemedin. Onun sözlerini kabul etmekle zulüm ettin. Onu kendi başına bıraktın, netice lezzete, zevke, sefaya daldı ve şeytana uydu. Sen de ona uydun. Daha sonra hem dünyan battı, hem de ahiretin.
Yarın kıyamet günü iflas halinle meydana çıkarsın. Orada ne din bakımından, ne dünya bakımından hiç karın olmaz. Ne kazandın nefse uymakla?.. Eğer onu doğru yola getirseydin, her iki cihanda da mesut olacaktın. Nefse uymadan ahireti sermaye kabul etseydin, her ikisini de kazanacaktın. Ayrıca dünyadaki nasibin, bol ve rahat gelecekti. Sen her kötülükten temiz ve her pislikten beri olacaktın. Peygamber efendimiz buyurdu:
- Allah, dünyayı ahiret niyetine göre verir. Ahireti, dünya niyetine göre vermez. “
Niçin aksi olmuyor? Olmaz, çünkü ahiret Allah’a kulluktur. Allah’a kulluk niyeti ile ibadet eden ahireti bulur. Niyet ibadetin ruhu ve özüdür. Kötülüklerden çekinerek ibadet edersen dünyan hoş olur. Dünya bir yana der, yalnız ahireti arzularsan Allah’ın öz kullarından ve O’na halis ibadet edenlerden olursun. Dolayısıyla ahiret nimeti senin için olur. O nimetlerin başında cennet ve Allah’a yakınlık gelir.
Dünya sana hizmet eder. Kısmetin kendiliğinden gelir. Çünkü her şey yaratanına bağlıdır. Eşyanın haliki ise Allah’tır, sen de O’nun öz kulu olduğuna göre, her şey senin olur.
Ahireti bırakır dünyaya çalışırsın. Hak sana gazabını karşı yapar. Ahireti kaybedersen, dünya sana isyankar olur. Her şeyini güçlükle alırsın, ufacık bir makam elde etmek için güçlük çekersin. Çünkü Allah’ın sevmediği bir insan oldun. Dünya ehli olup ötekini kaybetmeyi mi, yoksa ahiret ehli olup dünyada manevi bir huzur duymayı mı?
İnsanlar iki kısımdır. Biri dünya arar, diğeri ahiret. Bunlar kıyamet günü de böyle olacak. Bir kısmı cennet ehli, diğer kısmı da cehennem...
Yine o gün, bir kısım insanlar hesap çokluğundan korunurlar, bunlar ahiret ehlidir. O günün uzunluğunu anlatırken:
- “ O gün, dünya gününe göre bir günü “bin” senedir.”
Buyuruldu. Yine o gün bir kısım insanlar Peygamber(S.A.) Efendimizin buyurduğuna göre şöyle anlatılır:
- “ O gün siz, arşın gölgesinde rahat edersiniz, lezzetli meyveleri yer, tatlı yemekleri tadarsınız. Kardan daha beyaz, soğuk ballardan afiyetlenirsiniz...”
Diğer bir Hadis-i Şerifte ise şöyle buyuruldu:
- “ Cennet ehli, o gün yerlerine bakarak görürler. Hesap bitince yerlerine giderler. Onlar yerlerini tanırlar. Dünyadaki evlerine gider gibi, cennetteki yerlerine varırlar.
Bunlara verilen bu yüksek derece, dünyayı terkettikleri için oldu. Dünyayı attılar bir yana, Allah’a kul oldular. Diğer kısmın, şiddetli hesaba maruz kalması ise dünyaya tapmaları yüzünden oldu. Dünyaya tapmanın neticesi onları öbür alemde buldu.
Allah’ın emri hilafına gidiş felakettir. Bu hataların hepsi yarın senin önüne çıkar. Hata işleme, hata ettikçe batarsın. Kitap ve Peygamberin emirlerinde bulun, yoksa ne iyilik, ne kötülük kaybolur.
Nefsine acı; ona rahmet ve şevkatle bak. Onu kötü yola atma. Ona hata işleme fırsatı verme. Onu birinci sınıftan yapmağa çalış, ikinci sınıftan koru. Nefsine kötü arkadaş seçme, insan ve cin şeytanlarından onu esirge. Kitap ve sünneti eline al. Her zaman onları gör, onlarla amel et. Oldum olası sözlerle uğraşma. Boş heveslerle kendini yorma. Allah-ü Taâla şöyle buyurdu:
- “ Peygamberlerin getirdiklerini alın, yasak ettiği şeyleri yapmayın. “
Allah’tan korkunuz. O’na muhalefet etmeyiniz. Ameli terkediyorsunuz. Peygamberlerin getirdiği şey ile amel etmiyorsunuz.
Boş işle nefsini aldatma, amel ve ibadetini daima yap. Yeni icadlar çıkarmağa kalkışma. Allah-ü Taâla icatçı bir kavim hakkında şöyle buyurdu:
- “ O kendiliğinden konuşmaz. O’nun konuştuğu vahiydir. Ona vahyolunur. “
Yani peygamberin getirdiği bendendir. Şahsi ve indi mütealası değildir. Dolayısıyla Ona uyunuz. Sonra peygamberimiz şöyle buyurdu:
- “ Allah’ı seviyorsanız bana uyun. Bana uyarsanız Allah’da sizi sever.”
Anlaşılıyor ki; sevgi sevilene uymakla olur. Söz ve hareketle peygambere (S.A.) uymak gerekir.
Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurdu:
-“ Çalışmak adetim, tevekkül halimdir. “
Zayıf iman sahipleri çalışmasına güvenir. Çalışmak, peygamberin sünnetidir. Kısmetli iman sahipleri tevekküle bağlanır. Çalışmaya devam edersen peygamberin sünnetini işlemiş olursun. Tevekkül yoluna kıymet verdikçe de peygamber’in ruhaniyeti seni sarar. Allah-ü Taâla tevekkül üzerine şöyle buyurdu:
- “ İnanıyorsanız Allah’a tevekkül ediniz. Allah’a tevekkül edene O yeter. Allah tevekkül edenleri sever.”
Bu ayetlerle sana tevekkül emri veriliyor. Bunu hak Taâla peygamberine de emretti. Her halinde Allah’a tevekkül et. Allah’ın emri haricine gitme. Her halinle Allah ve peygamberin emrini rehber tut. Çünkü peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurdu:
- “ Emrimiz haricinde işlenen hiçbir şey makbul değildir. “
Bu emir her şeye şamildir. İster dünya, ister ahiret, ister söz, ister iş hepsini işine alır.
Benim için Allah’tan başka Allah, peygamberden başka peygamber yoktur. Kur’an ve sünnet yolundan başka, her kapı kapalıdır. Biz onlara göre amel etmeliyiz. Aksi, şeytan ve nefsin yoludur. Allah- ü Taâla bu manada şöyle diyor:
- “ Hevaya tabi olma, seni yoldan alır. “
Selamet kitap ve sünnettedir. Helak bunların haricindedir. Kul, bunlarla yükselir. Veli, bedel ve gavs makamlarına bunlarla erer. Velhasıl, insan-ı Kamil bu yolda yetişir. En doğrusunu Allah bilir.
Ey iman sahibi, seni bir tuhaf görüyorum. Komşuna hasetli bir haldesin. Onun yemesini çekemiyorsun. İçmesinden hoşlanmıyorsun. Onun giydiği sana tuhaf geliyor. Evi gözünde büyüyor. Hanımı dahi senin için çekilmez bir dert oluyor. O mevla nimeti içinde zengin olmuştur. Onun zenginliğinde bir türlü hoşluk bulamıyorsun. Bu hallerin neden oluyor.
Bilmiş olman gerekir ki, bu halin iman zafiyetinden ileri geliyor. Bu hal seni Allah’ın rahmet nazarından uzaklaştırır. İlahi gazabı üzerine çeker. Peygamber efendimiz kudsi hadisi ile hasedi şöyle anlatmıştır:
- “ Hased eden nimetimin düşmanıdır.
Ayrıca; peygamberimiz bir Hadis-i Şerifinde buyurdu:
-“ Hased, iyilikleri yer. Ateş odunu yaktığı gibi iyilikleri bitirir.
Zavallı!.. neye hased ediyorsun. Sen mi verdin o nimetleri? Onları sen değil, Allah verdi... Allah’ın verdiği nimete nasıl hased edersin. Allah-ü Taâla:
- “ Onların dünya geçimlerini aralarında dağıttık.. “
Diye haber vermiştir.
İlahi nimetlerle beslenen o adamı hor görme. Ona karşı hased etme. Onun nimeti için de kimse hak iddia edemez. Herkese Allah nasibince verir, herkes nasibini bulur.
Bu halinle o akılsız bir duruma düşmektesin ki, senden daha akılsız daha cahil, bahil ve cahil görülemez. Acaba o adamdakileri senin mi zannediyorsun. Bu o kadar cahilliktir ki, tarifi imkansız. Eğer sana gelecek bir şey varsa başkasına gidemez. “ HAŞA “ Allah’a mı kin tutuyorsun. Halbuki Allah-ü Taâla:
- “ Emrim değiştirilemez. Ben kullara zulum etmem.”
Buyuruyor. Allah sana zulmetmez. Senin kısmetini başkasına vermez. Bunu böyle bil. Aksini düşünme, cahillik etme.
Allah’ın verdiği nimete karşı durmak hıyanettir. Kendine zulumdur. Sonra bir nevi yere hased etmektir. Çünki, o hased ettiğin insanın nimeti yerden çıkar. Altın, gümüş yerden gelir. Bunlar miras olarak gelir. Geçmiş ümmetlerden. Ad, Semud, Kisra, Katser’lerin elinden geldi. Bir zamanlar bu mallar, bu mülkler onlarındı. Asıl onlara hased etmek lazım. Çünkü komşunun malı onların malının milyonda biri olur.
Senin bu hasedine bir misal vardır:
Bir insan koca bir sultanı askeri, mülkü, tacı, tahtı ve bütün saltanatı ile görüyor. Onun çeşitli nimetlerini her an seyrediyor. Buna hased etmiyor. Beri yanda padişahın köpeklerinde birine hizmet eden bir yabancı köpek görüyor. Yabancı köpek ile yerli köpek oturuyor, kalkıyor. Her türlü geçimini onun sayesinde sağlıyor. O zavallı adam bu hale tahammül edemiyor. O yabancı köpeğin ölmesini yerine kendinin geçmesini temenni ediyor.
Bu hal alçaklığın ve hasisliğin en büyüğüdür. Böyle düşünen bir adam için, zühd, inanç diye bir şey olmadığı gibi, ondan daha ahmak, daha bilgisiz kimse de olamaz.
Zavallı, eğer kıyamet gününde o hased ettiğin komşunun başına gelecekleri bir bilsen, hiç hased etmezsin. Eğer, o adam Allah’ın emrine uymuyorsa, nimetlerin hakkını ödemiyorsa onun başına gelecekleri yalnız Allah bilir. Allah, nimetleri kendi yoluna sarf edilsin diye verir, aksi halde nimet felaket olur.
Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:
- “ Kıyamet gününde bir takım insanlar etlerinin makasla kesilmiş olmasını isterler. Buna sebep, zavallı kimselerin dünyada çektikleri bela yüzünden orada aldıkları sevabı görüp, imrenmeleridir. “
O gün, senin zengin komşun bir fakir olmayı ister. Kıyamet günü bir sürü hesabın görülmesi ve münakaşası onu yorar. Güneşin sıcaklığı altında beyni pişer. Böyle günlerce bekler. Oranın bir günü, buraya nisbetle elli bin senedir. İşte o dünyadaki nimet hesabını böyle verir. Halbuki sen, eğer hased etmeden sabırlı durursun. Dünyada güçlüklere sabredenler orada rahat eder. Sıkıntılara göğüs gerenler, orada mesud olur. Sen de dünyada iken kazaya, kadere iman edip, kaderine razı olduğundan orada en büyük nimete mazhar oldun. Başkasının zenginliğine göz dikmediğin için, orada tam afiyet buldun.
İşte dünyada kendi hastalığını, başkasının iyiliğine,darlığını başkasını genişliğine, düşkünlüğünü başkasının iyiliğine tercih edenler öbür alemde arşın gölgesine sığınırlar..
Sana n büyük tavsiye: Belaya sabret, nimelere şükret ve her işini ulvi gök kubbesini yaradana ısmarla...
Yaradanına karşı doğruluk gösteren, yabancıdan kaçar, sabah akşam Hak’la olur. Gayrısına yüz vermez.
Ey cemaat!.. Size ait olmayanı istemeyin. Hak’kı birleyin, şirk koşmayın. Allah’a yemin olsun ki, kader okları sizi bulur. Bir defa yerinden çıkan kader oku, nerede olsanız sizi bulur. Kendini hak yola vermişler, Hak’dan gayrisini yitirirler, fani varlıkları yok olur. Sonra Allah onlara kefildir.
Her hangi bir şeyi ilahi emir olmadan nefse uyarak almak inattır. Kötülüktür. Nefse uymadan almak iyidir. Fakat pek iyi değildir. Arzu etmeden geleni almak hoştur yalnız ahlak nizamına uyması şarttır.
Allah’ın göndermiş olduğu rıskı kabul etmemek, almak için manevi bir emir beklemek yerinde bir iş değildir. Buna riyakarlık denir. Münafıklık olur.
Bu günkü halinle ruhaniler zümresine girmeği özleme. Bütün varlığın yok olmadıktan sonra erenlere katılamazsın. Bütün duyguların tek tek hak yola girmeli. Bir bir varlığın maddi alemden ayrılmalı.
Şöyle bir dünya aleminden silkinip varlığını kurtarmalısın. Tuttuğun hak için, hareket ve sükûnun O’nun için olmalı. O’nu gör ve O’ndan işit. Hakkı konuş, hakka yapış, onun için çalış, aklın Hak işlere ersin.
Bir zamanlar yoktun. Sonradan sana bir varlık izafe edildi. İşte bu varlık, seni haktan ayırdı. Ruhaniler zümresine girmene mani oldu. Bu varlıkları terkedince ermiş olursun. Erince de, ruh olursun. Ruhaniler zümresine girersin.
Sır ol... Tek ol... Sırrın sırrı, gizlinin gizlisi, her şey sana düşman görünmeli: Seni Hak’dan uzak tutan her şey... Bu düşmanları içinden seçmelisin.
İşte İbrahim.(A.S.):
- “ Bana rabbülaleminden başka hepsi düşmandır. “
Buyurdu. İbrahim Halil (a.s.) putlara:
- “ Düşman... “
Diyordu... Şimdi senin için put zahirde yoktur, ama gizlide çoktur... Haktan başkalarıyla meşgul eden her şey sana düşmandır, sana puttur. Bu putları bırak. Halktan bir şey umma. Görürsün ki sır alemi sana açılmış, ruhaniler alemi sana açık olmuş... Kimsenin bilmediğini bilmeğe başlarsın. Yapılamayacak işler senden zuhur etmeğe başlar. Adet dışı, tabiata uymayan işler görmeğe başlarsın. Bu işler, gerçekte öbür aleme has ise de sana burada görmek nasib olur. Çünkü öldün dirildin. Varlığını Hak yolunda yok ettin. Ölmeden evvel ölenlerin sırrına erdin. Kudret alemi sana kapı açtı. Her halinle oranın malı oldun. Artık kudret aleminde yaşayanlar gibi işitmen, konuşman, tutman, görmen, yapışman, yürümen, akıl etmen... Hasılı huzur ve sükunun Hakla olur, başkası sende yoktur. Hiçbir şeyi göremez olursun. Çünkü senin için, Hak varlığında başkası yoktur.
Yalnız bu alemin içine dalınca Allah’ın emirlerini bilmen gerek, yasaklarına katiyyen yakın olmamalısın. Eğer peygamberin (s.a.v) yaptıklarının birini terk edersen şeytana oyuncak olduğunu bil. Hemen ilahi emirlere koş, şahsi arzulara düşme. Hangi iş; Allah ve peygamberin emrine uymazsa,o iş sapıklıktır. En doğrusunu Allah bilir....
Sana bir misal getireceğim. “ Fena “ üzerine olacak. Şunu demek isterim. Bir sultan, halk içinden seçeceği kimseyi bir beldeye tayin eder. Ona her türlü yetkiyi verir. Bir vali için lazım olan her çeşit nişanları takar. Aradan zaman geçer. O vali kendini beğenmeğe başlar. Padişahın nimetini unutur. Sanki o yer kendisine bakidir. Kendini beğenir,ilk halini unutur, eksiğini hatırlamaz, eski fakirliği aklına gelmez. Halbuki bir zamanlar bir köşede unutulmuştu. Bu kibir o zavallıyı sarar. Kendini çok beğenir. Firavunlaşır. Bu hali çok iyi bilen şah onu azleder. Öyle bir hal alır ki, ilk devrini arar ama eline geçmez.
Padişah ondan yaptıklarının hesabını sorar. Bütün hatalarının cezasını çektirir. Emirlerin yapılmayışı, yasaklara tecavüz etmek o zavallıya pahalıya mal olur. Çok feci bir şekilde hapsolur. En dar yere tıkılır. Büyük sıkıntıya düşer. Devamlı bir ihtiyaç içinde kıvranır. U kıvranma onun için iyi olur. Böbürlenmesi ölür. Kibri gider. Haddini bilir. Nefsi körlenir. Şahsi arzusu söner. Benliğini eritir. Bunlar padişahın gözünden kaçmaz. O şahsın bilgisi bunları kaybetmez.
Bu durumda padişahın merhamet nazarı ona dokunur. Rahmet ve merhamet nazarına mazhar olur. Dolayısıyla, zindandan çıkarılma emrini verir. Bu arada bütün in’am ve ihsanını ona yağdırır. Eski devletini verir. Ayrıca o miktarın iki misli de mükafat verir. Artık bu iş böyle devam eder. Bundan sonra kötülüğe girmez. Kibri, gururu unutur. Saf ve temiz olarak vazifeye devam eder.
İşte bu misal bir iman sahibinin halidir. Bir kimse Allah’a yaklaşınca, Allah onu sever ve seçer. Kalb gözü açılır. Nimet, in’am ve ihsan kapıları ona açık olur.
Zaman olur, o kalb gözü ile kimsenin görmediğini görür, işitmediğini işitir, akla hayale gelmeyen garip işler seyreder. Yerin, göğün hikmetini anlar. Onlardaki esrarı çözmeğe başlar. En güzel vaadi alır. Vaad olunduğu şey kendisine bol bol verilir.
Hak’ka yaklaşır. Onun güzel sözlerini duyar. Bu duygu yalnız safiyetten ve manevi yükselmeden gelir. Bu hale fenaya ermiş kişi kavuşur.
O sözün hikmetini söyler. Çünkü kalbi temizdir. Safiyete ermiştir. O temizliğin nuru, kalbten dile gelir. O nurlu hal, o büyük insanın her halinde sezilir.
Fenaya ermiş olan kibirli değildir. Gönlü engin olur. Dışı mütevazi insanlar gibi olur. Aldığı helâldir. Her haliyle Allah’ın yasaklarına yanaşmaz. İşte bu halde o insan kendinden emin olur. Kendini huzur içinde görür. İşte bu hoşluk bir zaman devam eder, bunun bir daha gitmeyeceğini sanır aldanır. Aniden belaların kapısı açılır. Çocukları yok olur. Malı telef olur. Kalbindeki huzur bozulur. İlk zamanda verilmiş olan bütün nimetler yok olur.
Bu haller bu zatı hayrette bırakır. Üzülür, kalbi kederle dolar. Zahirine baksa yalnız kötülük görür. Kalbine dönse, yalnız hüzün ve zulmet görür. Allah’a dua etse icabet bulmaz. Bir yandan vaad alsa verildiğini göremez. Birine bir şey vermek istese yerine getiremez. Bir rüya görse tabir etmek kolay olmaz. Halka karışmak istese yapamaz. Şayet bir kolaylık bulup halka gitmek istese derhal bela ile karşılaşır.
Halkın eli, bu durumda ona musallat olur. Neredeyse tırnaklarıyla vücudunu parçalarlar. Dilleri ırzına malına dokunur. İlk halinden bazı şeyler anlatmak isterse, diyemez. Evvelce gördüğü nimete karşı, şimdiki belayı hoş görse yapamaz. Bu halde, nefis onu böyle yok eder. Heva, şahsi arzu onu ilk halden alıkoyar. Manevi yolculuğu tükenir. Oluşlar durur. Manevi hal kapanır. Daimi bir telaş içinde kalır. Her gün sıkıntısı üzüntüsü çoğalır. Bu haller devam ederken haberi olmadan manen yükselir. Birden kapı açılır, bu açılış ani olur, açılışla beraber maddi ve manevi varlık yok olur, yalnız ruh kalır.
İşte bu halde işler başka olur. Batıni deruni sesler işitir. İlk söz; Hz. Eyyub’a olduğu gibi tecelli eder:
- “ İşte sana, tatlı su, iç ve şifa olduğunu bil, yıkan!.. Ayağını vur, o çıkar...”
Kalbinde rahmet çeşmeleri akmağa başlar. İlâhi rahmet ve şevkat onu diriltir, ona hakikat kapıları açılır. Gönül yolları gösterilir. Her kuvvet karşısında söner. Her varlık hizmetine koşar. Diller onu över. Her canipten onun ziyaretine koşarlar. Şah diye geçinen, kendilerini yaratıcı olarak tanıtanlar, onun kapısında köleye benzerler.
O, insan olmuştur. Rahmet onun yüzünden okunur. İlâHİ NUR, gözlerinden çıkar. Kendisini de halinden memnun eder. Bu hali hakka varıncaya kadar devam eder.
Sonra kavuşacağına kavuşur. Dünya gözü onu görmez, buranın duygusu o alemi sezemez. Allah-ü Taâla onlara hazılanan nimetleri anlatırken şöyle buyuruyor.
-“ Onların mükafatı büyüktür. Buradaki ölçüler ve tartılı bilgi onları bilemez. O göz kamaştırıcı nimetleri hiçbir nefis bilemez.
Nefsin iki hali vardır. Üçüncüsü yoktur. Biri bela diğeri afiyet...
İnsanlar, başlarına bir bela geldiği zaman bağırır, çağırır, Allah’ı şikayet eder. Allah’a darılır. Her şeye itiraz eder. Hak’kı töhmet altına almak ister. Ne sabır bilir, ne de bir nasihatçıya uyar. Yalnız kendi aklına göre Allah’a (haşa) eş bulma yoluna girer, bir uygunsuz hareket yolu bulur.öylece gider.
Afiyet haline gelince; ondan daha iyisi yoktur, güler, oynar sevinir. Zaman kaybetmeden şehvet yollarına koşar. Hiç biriyle yetinmez. Biri eskiyicince yenisini aramaya koyulur. Yemek beğenmez. İçkilerin her çeşidini sofrada bulundurur. Evinde hanımını da hemen savar, onun da yenisini arar. Evini beğenmez, iyisini arar. Binek işi de çok önemlidir. Daima günün en iyisini ister. Elinde olan her şeye bir ayıp bulur, hemen yenisini tedarik etmeye koyulur. Böylece bütün rahatını kendi eliyle kaçırır. Bilmez ki, her şey kendisi için değildir. Buna akıl erdiremeden iyi şeylerin peşine düşer.
İşte bu haller insanı yorar. Elde mevcut şeylere razı olmamak, insanı her çeşit güçlüğe sürükler. Sonu gelmeyen eziyet, içinden çıkılması mümkün olmayan felaketler bundan sonra başlar. Dünyalığıvar rahat etmesi gerekirken, eliyle keyfini kaçırır.
Bundan sonra öbür alemin işi başlar. Ölür, sorguya çekilir, hesap veremez. Çünkü düzenli hiçbir iş tutmamıştır. Bazıları şöyle der:
- Öbür alemin ve buranın en çok cefasını çekenler, kendilerine ait olmayanı isteyenlerdir. Ve yapamayacakları işin peşinden koşanlardır.
Bir insan düşünelim: Bir zamanlar her türlü maddi sıkıntı onun manevi durumunu da bozmuştur. Bu halinde yalnız belanın gitmesini ister. Yalnız bunun için Allah’a yalvarır. Bir gün duası kabul olur, her çeşit darlık zail olur gider. Genişlik başlar. Bundan sonra o zat, evvelce çektiği bütün sıkıntıyı unutur. Allah’ı da unutur, kulluk etmez. Her çeşit günah yollarını seçer. Bu adamın hali nasıl olur? Elbette ki “iyi olur “ denemez.
Tam tahmin edildiği gibi olur. Dünyada israfın yolunu tuttuğu için her şeyi az zamanda biter, yine darlığa düşer. Ve artık, eski halini de bulamaz, sürünerek ölür gider... Bununla bitse iyi, öbür alemde bir de hesabını vermek vardır.
Eğer bu insan beladan kurtulduğu zaman, derhal ibadet ve taat yolunu tutmuş olsaydı, bir daha eski haline düşmezdi. Elinde bulunanla yetinip gayrısını bulmak için onları bir yana itmemiş bulunsaydı, ömrü rahat içinde geçerdi. Dünyası hoş olurdu, Ahireti ise onun çok üstünde rahatlık verirdi.
Dünya ve ahiret selameti isteyen sabırlı olmalıdır, elinde bulunanla yetinmeyi adet eden rahattır. Daima Allah vergisine şükür edenin nimeti artar.
İnsan fani varlıklara dayanmamalı. Onların elindekini unutmalı ve Hak’ka, ihtiyacı için dua etmelidir. Ve Allah’ın emri üzerine çalışarak her şeyini kazanmalıdır. İşte böylece eğer darda ise dua ederek kurtuluşunu, O’ndan beklemelidir. İnsanların kurtarması ne kadar sürer, birinden ne kadar iyilik görülürse görülsün, devamı beklenemez. Bir zaman gelir her iki taraf da bundan usanır. İyilik eden vermekten, kabul eden de mihnet altında kalmaktan bıkar.Ama Allah böyle mi? O, usanmaz, daima iyilik eder. Kafir kullarının dahi rızkını kesmez.
Yeri gelmişken şunu da söylemek yerinde olur. Allah’ın verdiğini iyiye kullanmak şarttır. Bunun icabı budur. Mahzurları yukarıda belirtilmesine rağmen bir daha söylemek iyi olur. Bu sebeple helâlin hesabı, haramın azabı olduğunu hatırlatmak lazım gelir.
Her şeyin iyi tarafını görmek en iyisidir. Yoksullukta güzellik olabilir. Bazı zahmetli işlerin sonunda iyi olmaları muhtemel. Bazı hastalıklarda şifa vardır. Şunu da unutmamak iyi olur ki, Allah’ın emri kesindir, başka şeylere benzemez. Onun içindir ki bu yolda çok dikkat gerek. Onun her iradesi mutlak yerine gelir. İtiraz etmekle hikmet değişmez, emri geri alınmaz. “O, her neye ol... Demeyi murad ederse... O olur...”
Hak’kın her işi hikmettir. Her emrinde fayda vardır. Şu da var ki; Allah, hiçbir zaman insanların zararını istemez.
Söz buraya gelmişken; bir daha ilk sözleri tekrar etmek iyi olur. Gerçi tekrar değildir ama, sözün baş tarafında belirtilenlere benzediği için böyle diyoruz. Söylemek istediğimiz şudur: En yerinde ve insana yakışan iş, razı olma melekesine sahip olmak ve teslim haline ermektir. Bundan sonra ibadet gelir ki, onun hakkında bir diyeceğimiz yoktur. Çünkü her müslüman onun ne demek olduğunu bilir.
İbadet sadece kulluk etmektir. Ötesi yine teslim halidir. Yani kader ne ise onu gözetmekten ve ona uymaktan başka kurtuluş yoktur. Bundan sonrası kader bahsi ile ilgilidir ki, incelemek iyi olmaz. Çünkü o bir ilâhi sırdır. Ona kolayca akıl ermez. Bu bapta tavsiyemiz, yalnız bir sükûttan ibarettir. Çünkü bu ince mesele ancak duygu ve halle sezilir, ilim yolu ile bilinmez.
- Bu iş nasıl oluyor, neden ve ne zaman olacak?
Gizli gözler yerinde olmaz. Kaderin iç nizamını kurcalamak bir nevi şirke benzer ve Allah’ı töhmet gibi olur. Bu sözümüz İbn-i Abbas’dan rivayet olunan bir Hadis-i Şerife istinad eder.
İbn-i Abbas şöyle diyor:
- Birgün ben Rasulallah’ın ardındaydım, yürüyorduk. Bana döndü ve:
- Ey Allah’ın kulu, Allah’a iyi sarıl, onu bırakma. Bu gayreti içinde saklarsan Hak da seni esirger. Bu duyguyu taşıdığın müddet Allah'ı’ kendine yakın bulursun. Bir şey isteyecek olursan, ondan iste. Yazılan yazılmış ve kalem kurumuştur. Olacak şeyler de olur. Bütün insanlar bir araya gelse, ilâhi bir hüküm yoksa, sana fayda sağlayamazlar. Ve eğer kaderinde yazılı değilse, bütün insanlar sana zarar vermeğe gelseler yapamazlar. Eğer kendinde kuvvet görüyorsan, iyilik yap ve doğru çalış. Kötülüğe meylin varsa sabırlı olmağa çalış. Yapmamağa gayret et. Hayrın çoğu sabırdadır. Şunu da bil ki, yardım sabırlılara olur. Darda kalmışlar genişliğe çıkarlar. Her sıkıntının sonunda bir ferahlık vardır.
İşte, her mümine lazım olan odur ki: Bu Hadis-i Şerifi kalbinde bir ayna gibi saklaya, işini gücünü buna göre ayarlıya ve böylece çalışa. İşte son nefesine kadar böyle gide... Allah’ın rahmet ve inayeti sayesinde dünya ve ahirette böylece güçlüklerden sâlim ola; vesselam...
İnsan, kendisi gibi âcizden bir şey isteyemez. Yalnız cahil olduğu için ister. İmanı zayıf olduğu için bu yolu tutar. Marifeti yoktur, yakin derecesine varmış imanı yoktur. Sabrı yok denecek kadar az olduğu için bu yola düşmüştür.
Dilencilik huyunu bırakan insanda şu yüksek vasıflar mevcuttur:
Allah’ın, kendi halini bildiğine inanır. İlm-i İlahinin her şeyi kuşatmış olduğuna yakîni vardır. Her an iman yolunda ilerleme kaydeder. Yaratanını hiçbir zaman unutmaz, her an onu tefekkür etmekten hoşlanır.
İşte bu hallerde o, kimseden bir şey istemeğe ve rastgele herkese dert yanmağa utanır. Ve daima huzurla:
- “ Beni benden daha iyi bilen var.”
Der, günlerini böyle geçirir...
Başta şunu söylemek iyi olur. Arif insan için iki kanat vardır. Biri korku, diğeri ümit. Bir kuşun zayıf kanadı diğerine tesir ettiği gibi, arifin de bu iki halinden biri zayıflarsa yol alamaz. İmanı tekamül etmez.
Hal ve makam da, bir insandaki ümid ve korku gibidir. Şu da var ki: Her halin ve mekânın korku ve ümitleri kendilerine göredir. Şunu da diyelim ki, her makamın kendine has halleri vardır. Bazı derecenin korkusu, bazısının da ümid fazlalığı vardır. Şu da var ki. Arif bunları bilemez. O yakınlık derecesine kavuşmuştur. Arzusu yalnız mevlâsıdır. Dua, ümid, korku; bunlar onun için bir şey ifade etmez. Yalnız Hak’la olur. O’ndan gayrini sevemez, başkası ile ünsiyet edemez. Duasının kabulü, ahdinin yerine gelmesi onun için bir şey ifade etmez. Bu hal benim şanıma layık değildir. Benim işim böyle olmalıdır, şöyle olmalıdır, gibi sözler onu alakadar etmez. Daha doğrusu o böyle şeylerle uğraşmaz.
Burada iki şey meydana çıkar. Bunun biri, dua kabul olduğu, istek yerine geldiği takdirde, bazı sebepler yüzünden edep ve terbiye yolları unutulur. Diğeri ise, şirk koşma gibi bir hal zuhur eder. Bu da insan için bir çeşit mekir gibi olur... İşte bunlar için de, duanın kabul edilmeyişi yerinde tefsir edilmelidir. Çünkü, zahirde peygamberlerden başka nefse uymayacak ve günah işlemekten masum yoktur. Bütün peygamberler, bilhassa bizim peygamberimiz ona salat ve selam olsun...
Eğer bir arifin duası her zaman makbul olsa,kendine gurur gelmesi muhtemeldir. Bunu bir adet haline getirebilir. Emre imtisalen değil de keyfine göre hareket etme yolunu seçebilir.
Yukarıda belirtilen zararlardan daha fenası, şirk yolunun tutulması ihtimali vardır. Şirk ise her halde fenadır. Hangi makama ererse ersin, bir arif ancak emir dahilinde iş yapmaya mecburdur. Bilhassa namaza, oruca ve diğer farz ibadetlere dikkat etmek yerinde olur. Peygambere(S.A) ittibaen nafile ibadete devam edilmesi iyidir. Duaların da bu zamanlarda yapılması lâzımdır.
İnsanları iki şahıs olarak görürüz. Biri iyilik içindedir..
Nimet içindeki adam sıkıntıdan ve kederden kurtulamaz. Sebebi, nimetin bolluğu ve bunların icabı maddi sıkıntıdır. Mal, mülk, her zaman iyilik getirmez, her parçasının ayrı derdi vardır. Evladı olur hastalanır, kaza olur, mal mülk telef olur. Bunlar tabii afetler olduğu halde o insan normal karşılamaz, haliyle elindeki nimetin tadını bulamaz.
Eğer zenginlik; nimet, rahatlık, mal, şöhret, hizmetçi ve uşakla olacaksa bunlar o zatta vardır ve ayrıca düşmandan emin bir durumdadır. Azıcık sıkıntılarla bu nimetleri unutmak yerinde olmaz. Haddizatında, o adam için darlık yok demektir. Bunları kendi mütalâasına göre bela saysa bile, yalnız Allah’ı bulamayışına ve dünya halini sezemeyişine bağlamak yerinde olur. Bu zat Allah-ü Taâlâ’yı ;
“ İstediğini yapar, değiştirir, güzellik verir. Sonra hepsini götürür. Zengin eder, fakir eder, alçaltır, yükseltir, öldürür, diriltir. Önce verir veya sonraya bırakır.”
Bir zat olduğunu bilseydi, elindeki nimetin hiçbirisine aldanmazdı...
Zaman olur, bu genişlik içinde yüzen adam cehaleti yüzünden bu hale iyice bağlanır. Aslında az olan ve esasa taallûk etmeyen darlığın giderilmesi için çalışmaya başlar. Bu kere de sıkıntı birse beşe yükselir. Bunun nedeni yine dünyayı bilmeyişidir. Halbuki dünya; bela, keder, hasret ve bir sürü teklif ve tekdirle doludur. Bunlar her ne kadar zahirde belâ gibi görünseler de aslında nimet sayılırlar. Burada sabır meyvesini misal vermek doğru olur. Bu meyve evvela acıdır sonra tatlı olduğu anlaşılır. Bunun tadına, insan ancak acı çektikten sonra kavuşur. Acısını tatmayan ve ona tahammül edemeyen tad bulamaz. Belaya sabreden kimseye iyilikler kendiliğinden gelir. Şunu da diyelim ki; bir işçi ancak ekmeğini alın terinden sonra alır. Ve ruhen, bedenen bitap düşüp, ayrıca bir sürü gönül darlığı çekip kuvvetten düştükten sonra ücretini alır. Dahasını söylemek lazım gelirse, kendi gibi birisine hizmet edip manevi bir çöküntüye uğrar, benliği söner, bunun mukabili ücretini alır. Fakat yine de bu para tatlı gelir. Sonu malum. Bu kadar güç işlerden sonra alınan para güzel yemek olur. Hoş katık, tatlı meyve ve sevilen elbise haline gelir. Tabii olarak sevinç ve rahat başlar.
Azın azı dahi olsa, dünyanın evveli, üst makama erinceye kadar acıdır. Misal: İnce ve acı tabaka ile sarılı bala benzer. Bala ermek için acıyı tatmak asıldır, ancak bu halden sonra tada erilir ve asıl aranan bulunur.
Her şey sırası ile olduğu gibi acı ve tatlı karışık da olur. Bunun için acıya sabır, tatlıya da razı olmak gerekir. Kul sabrını ilâhi emirlere uymakla göstermelidir.
Yasaklardan çekilmek, kaderin akışına boyun eğmek yerinde olur. Böylece her şey hoş geçer, bilhassa ilâhi emirlerin gereğini yapar, nefsine ve şahsi arzularına karşı olursa ömrünün ilk demleri hoş geçtiği gibi, sonu da tamamen iyiye döner. Gençlik temiz olunca ihtiyarlık da herkes tarafından saygı ile karşılanır. Herkes sever, hürmet eder. Böyle olanın en büyük arzusu dahi yerine gelir. İradesiz süt çocuğuna yapılan karşılıksız hizmet gibi, hiç kimse bir şey beklemeden hizmet eder. Dünyası böyle geçtiği gibi, ahireti daha üstün, daha farklı olur. Çünkü işin acılı tarafı geçmiş ve her darlığı yenmiştir.
Burada hatırlatmak istediğimiz bir durum vardır ki; bu: Nimetlere aldanmamak ve daima şükür etmektir. Aksi halde insan Hak’kı gücendirmiş olur. Elindeki nimetleri kaçırır. Peygamber efendimiz buna işareten:
-“ Nimet ehli değildir. Onu şükürle bağlayınız. “
Buyurdu. Nimetin şükrü, vereni itiraf etmektir. Nimetin sahibi ise Allah’tır. Bu durumu her halde görmek lazım.
Her yerde haddi aşmayarak, İlâhi mirler dahilinde hakkı ödemek gerekir.Zekât, yemin kefareti, adak, fakir ve düşkünlere yardım gibi şeyleri esirgememekle beraber, gerek borçlu olanlara ve gerekse zaman zaman,çeşitli hadiseler karşısında çaresiz kalanlara yardım etmek yerinde olur. Bilhassa bir hatanın sonunda bir iyilik yapmak, bolluğa, genişliğe kavuşmaya vesile sayılır...
Her nimetin kendine göre şükrü vardır. Mesela: Vücud sağlığının şükrü, zayıflara yardım ve ayrıca bol ibadet yapmak olmalıdır. Sonra kötü şeylere bakmamak, kötü yerlere gitmemek, günahtan sakınmaktır. Sıhhatin ayrıca mal ve mülkün elden gitmemesi için de bir çaredir. Hakkını gözeterek çaresizlere elindekinden vermelidir. Aksi halde: Ağaç sulu meyvesini vermez, yaprakları düşer, tadı kaybolur, sanki yokmuş gibi olur. İlâhi emirlere uyulduğu takdirde daima iyilik zuhur eder. Her şeyde bolluk olur. Dünya işleri yoluna girer. Ahirete gelince: Peygamberler, şehidler, sıddıklar ve salihlerle beraber olunur. Ayet:
-“ Bunların arkadaşlığı hoş olur. “
Eğer dünya zinetine aldanır ve geçici zevklerin peşinde olursan her iyilik kaybolur. Hiçbir şeyin sade olmaz. Herşey gözünde küçük görünür.
İnsan, hoşlandığı hiçbir şeyi bulamaz, fakat yine de dünyayı bırakmaz.
Her kim dışı süslü, içi öldürücü zehirlerle dolu olan işlere kapılırsa, onun için söylenecek şey; belanın yaklaşmış olduğu ve az zamanda geleceği olur. Dünyada böyle olduğu gibi, öbür alemde de en güç azaba düçar olur.
Her bela bir suçun cezasıdır ve her darlık işlenen bir suçun karşılığıdır. Buna; bir deneme, bir tenbih denilebilir. Günahlara kefaret demek de yerinde olur. Büyük insanlara gelince, onlara bela yükselme sebebi olsa gerek. Çünkü her belanın sonunda yüksek makam ve ulu dereceler vardır. Zaman aşımıyla, bela gibi görünen şeyler aslında bir lütuf olduğu anlaşılır. Her hareket ve adımda yükselme kaydedilir. Çünkü büyüklerin darlığı perişanlık için olmaz, bilakis daha yüksek makamlara ermek için bir imtihan sayılır. İmanın hakikatına ve güzelliğine erip ermedikleri, darlık zamanında çeşitli sebeplere baş vurmamaları ile meydana çıkar. Böylece Allah onların sağlam iman sahibi olduklarını kullara anlatmak ister.
İşte bir Hadis-i Şerif:
-“ Sabırlı ihtiyaç sahipleri, kıyamet günü Hak’kın misafiridir. Dünya ve ahirette Hak’dan uzak olmazlar. “
Dünyada kalpleri hoştur, ahirette ise rahatları artar.
Balâ onların kalplerini temizler. Halkın ve sebeplerin tesiri olamayacağını bildikleri için, Allah’a çok bağlanırlar. Ona varmak için benlikleri ve şahsi hevesleri bir tuzak olduğu kanaatine sahip olduklarından yalnız Hak’ka bağlanırlar. İyi bilirler ki, her şey Hak’dan ve Hak’kındır.
Son şunu diyelim: Bela onlar için nimet demektir...
Belanın gelişi iki sebebe bağlanır. Birincisi, yukarıda da belirtildiği gibi sabırsızlığın ve kötü yolların tutumu neticesinde olur. İkincisine gelince, yine anlatıldığı gibi günahlardan temizlenmek için olur. Her iki halde iyi sabreden için netice hayırlıdır. Bela ne kadar çoğalırsa çoğalsın sabretmek, taatı ve ibadeti bırakmamak yerinde olur...
Hal, sabırla devam ederse görülecektir ki; insan iyilikler ve hoşluklar içindedir. Yani sabır devam ettikçe ilâhi fiiller zuhura gelir ve her kötülük iyiliğe çevrilir.
İşte... Günler ve aylar devam ettikçe her halde sabretmek daha hayırlı olur....
Devam edecek.......
Kaynak : http://www.candost.org/