1- MÜCTEHİDLER VE TAHRİC ERBABI
71- Îbn-i Âbîdln'in Fukahayı Yedi Tabakaya Taksimi,
Müstakil Müctehtdler Kimlerdir?
72- Mezhepde Müctehid Olanlar Tabakası
73- Mesâîlde Müctehîdler
Tabakasıdır
78- Bu Tabakaların Hakikî Durumu
İbn-i Âbidin fukahâyı yedi tabakaya taksim ediyor:
Birinci tabaka; Müctehid-i mutlak, şeîraîta ictihad hakkını hâiz müctehidler
olup, Kitap ve Sünnetten hüküm çıkarırlar, ister hükümlerin istinad ettikleri umumî usulden olsun, ister o ur.ıumî usule göre halledilip çıkarılan mes'elelerde
olsun, onlar bu ihtihad larmda
kimseye tâbi değildirler. Bunlara müctehid-i mutlak
nâmı verilir. Dört büyük imam unvanım taşıyan Ebû Hanîfe, Mâlik b. Enes, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel Hazretleri ile Evzâî, Leys b. Sa'd ve diğer imamlar bunlardandır. Bunlar kimseyi taklid etmezler, ne delilde ne delilin tâbi olduğu umumî
usulde, ne de bu usullere tatbik olunarak çıkardan ve halîolunan
mes'elelerde taklid yoluna
gitmezler. Eğer usulleri birbirine uygun düşerse, bu -taklid
neviden değildir, her ikisinin delili de o kanaati vermiştir. Eğer kendilerine
kanaat gelmezse, muhalif taraftan delil getirip isbata
güçleri yeter.
Şüphesiz ki, Hanefiyye mezhebinin üstadı Ebû Hanîfe Hazretleri bu sınıf fukahâdandır.
Fakat İmam Ebû Yusuf, İmam Mu-harnmed
ve İmam Züfer gibi talebeleri ve onların tabakasından
olanlar, acaba bu sınıf rnüctehidlerden addolunurlar
mı? İbn-i Âbidin, Hanefiyye Mezhebinin bâzı kitaplarına tâbi olarak onları bu
tabakadan değil de ikinci tabakadan addediyor. Onları müstakil müctehid değil de, mezhepde müctehidler tabakasından sayıyor.. Diyor ki: «Mezhepde müctehidler tabakası, Ebû Yusuf, Muhammed ve Ebû Hanîfe'mn diğer ashabı olup bunlar üstadlarının
kurduğu kaidelere göre delillerden hüküm çıkarmağa muktedirlerdir. Onlar bâzı
fürû' ines'efelerde üstadlarma
muhalif dahi olsalar; usul kaidelerinde onu taklid
ederler.»[1]
Bu hükmün söz götüren
yerleri vardır. Zira îmam Ebû Yusuf, îmam Muhammed,
îmam Züfer ve diğer ashabı bunlar fıkıh görüşlerinde
tamâmiyle müstakil idiler, taklidin hiç bir sahasında
üstadlannm mukallidi değildirler. Üstadlannm
reylerini okumuş olmaları, ondan ders almaları ve ilk tahsillerine onda
başlayıp onun kültürü ile aşılanmış bulunmaları onların, fikir istiklâllerine
ve ictîhad hürriyetlerine bir mâni teşkil etme?:.
Yoksa bir kimseden ders alan kimse mutlaka onun mukallidi sayılmak icabeder ki ,bu netice itibariyle Ebû
Hanîfe'yi de müstakil müetehidler
mertebesinden indirmek gibi gülünç bir hükme varır.
Çünkü Ebû Hanîfe de bidayette üstadı Hamrnâd b. Ebî Süleyman'dan
İbrahim Nahaî'nin fıkhı üzere ders almağa başladı. Bir
çok mes'eleleri onun yolunda halleder. Ebû Hanîfe'nin fıkıh ve ictihaddan nasibini küçümsemek isteyenler böyle diyor.
Fakat buna rağmen Ebû Hanîfe
müstakil bir fakıhtır, müetehid-i
mutlaktır. Çünkü İbrahim Nahaî'nin fıkhını öğrendiyse
de bâzan ona muhalefet eder, delile bakarak
muvafakat eder. Yoksa mücerred taklid
ederek tâbi olmaz. Ebû Hanîfe'nin
talebeleri de böyledir. Onlar da onun fıkhını okudular, onun ietihad yolunu Öğrendiler. Bâzısında onunla ittifak
ederler, bâzısında ihtilâf ederler, ittifakları taklid
ettikleri için değildir, re'y'leri tevâkuf etmiş oluyordu. Delile bakarak onunla
birleşiyorlar, ayni kanaata varıyorlardı. Bunlar mukallid işi değildir.
Bu .talebeleri hüküm istinbatmda esas tuttukları usul ,üstad-larmir. usuüyic ekserisinde
birleşir, hepsinde değil. Onun için bâzan muhalefet
ederler ve onların müstakil müetehid vasfını kazanmaları
için bu kadarı kâfidir. Sonra onlar üstadlariyle istinbat yolunda birîeşselcr bu,
tâbi olduklarından değil, delilden edindikleri kanaattan
dolayıdır. Taklid edenle ietihad
yapan arasını ayıran had ve doğru ölçü de budur.
Bu imamların hayatım
inceleyen kimse onlardan taklid vasfım tarnâmiyle uzak bulundurur. Onlar yalnız üstadları Ebû Hanîfe'den
ders almakla kalmadılar. Onun vefatından sonra da başka üstadlardan
ders almağa devam ettiler. înîam-ı Ebû Yusuf hadîs ulemasına devam etti, onlardan bir çok
Hadîsler öğrendi. Ebû Hanife
belki de onların bir kısmına muttali olmamıştı. Sonra Ebû
Yusuf yıllaraca kadılık makamında bulundu. İnsanlarla
yakından icmas edip onların dâva ve mes'elelerini öğrendi. Üstadiyle ihtilâf
etliği mes'elelerde de kadılık ve mahkeme işlerinde
edindiği toerü-be ile silâhlanarak ona muhalefet
etmiş oklu. Bütün bunlara rağmen, bu akvâlin
cümlesini Ebû Hanîfe
bulmuştur, Ebû Yusuf val-mz onlardan seçmiştir, demek hakikatlere karşı haksızlık
yapmak olur.
îmam Muhammed ise Ebû Hanîfe'ye gayet az devanı
etti. Gençliğinde ilmî hayata ilk onda başladı. Sonra İmam Mâük'den
ilim aldı. Ondan Muvatta' kitabını rivayet etti. İmam
Muham-med'in bu rivayeti isnad bakımından Muvatta'nın en
sahih rivayeti addolunur. îmam Muhammed mukallid
ise, hangi imamın mukallidi sayılacak. Ebû Hanîfe'nin mi, yoksa Mâlik'in mi? Yoksa her ikisinin de
mi? însaf ve mantık bize onun mutlaka mîista-' il bir
müetehid olduğunu söylememizi emrediyor. Diğer ashabı
hakkında da ayni şeyi söyleyebiliriz.
İbn-i Âbidin'in taksimine porc ikinci tabakayı teşkil eden iukahâ
mczlıcbde mücichidler inbnkasıdır. Bvm'nr Ebû HanîCc mezhebinde istinbatın istinad ettiği
delillerden hüküm çıkarmağa muktedir olan Fukahâdır.
Mezhebin kurduğu kaidelere göre ieti-î'id yaparlar. îmam Ebû Yusuf,
îmam Muhammed, îmam Züfer ve Ebû
Hanîfe'nin diğer ashabı bu ikinci tabakadan
addolunmuşlardır. Fakat adları geçen bu imamların bu tabakadan sayılmaları
biraz yanlıştır. Eğer bunlardan başka bu tabakadan sayılanlar yoksa, Hanefiyye mezhebinde bu ikinci tabaka mevcut değilmiş demek
olur. Zira imam Ebû Yusuf, îmam Muhammed ve emsalleri
müstakil müctehidlerden sayılmaları lâzım gelir. Her
ne kadar Ebû Hanîfe'nin
onları geçmiş olması, onları yetiştirin okutma fazileti varsa da.onların da üstadlan gibi müstakil görüşleri vardır.
Üçüncü tabakadaki fukahâ: Mcsâilde müctchidlerdir. Bunlar mezheb
sahibinden veya onun ashabından birinden nakil ve rivayet olunmayan mes'elelerde ietihad ederler.
Bunlar mezhepde mukarrer usule göre, hakkında nas bulunmryan mes'eleler hakkında
hüküm verirler. Mezhepde hakkında nas
bulunan mes'ele-ler
hakkında ictihad yapamazlar. Yalnız eskilerin
hükümleri onları Örflerinde mevcut olrmyan bâzı
itibarla verilmiş ise, o zaman bunlar o mes'ele
hakkında yeni bir ictihad yapabilirler. Öyle ki, eğer
eskiler onların zamanında bulunsalardı ayni hükmü vereceklerdi.
Bu tabakadaki müctehidlerin yaptıkları iki şeyden ibarettir:
1- Ebû Hanıfe'den ve ashabından naklolunan
fürû' mes'elelerden onların hüküm istinbatmda
tâbi oldukları umumî kaideleri süzüp almak. Yerinde beyan ettiğimiz veçhile
fürû' mes'eleler
dağınık bir halde idi.
tşte bu müctehidler onları
bir araya topladılar, onları umumî kaideler, bir kayıt altına alan zabtedici fesaslar hâlinde tesbit ettiler, onları istinbatta
esas olmuş birer asıl gibi itibar edip esas kaide yaptılar. Böylece fıkıh
ahkâmını en salim bîr tarzda çıkarmak için bunlar bir ölçü oldular, ictihad için en doğru yol olarak kabul edildiler.
2- Mezhebde hakkında nas bulunrmyan mes'eleleri, mez-hebden ayrılmış olmamak için
işbu kaidelere göre halledip bir hükme ve karara bağlamak. İşte üçüncü
tabakadaki müctchid uf-kahânın
yaptıkları böyle mühim işlerdir.
Bu tabakadakilerden başhcalan şunlardır:
Ahmed'Hassâf - 261 H., Tahâvî, 230-321
H., Ebû Hasan Ker-hî-340 H., Şems'ül - Eimme Haîvânî - 456 H., Mebsut Sahibi Şems'ül - Eimme Serâhsî - 500 H., Usul
sahibi Fahr'ül-îslâm Pez-devî - 492 H., Fahreddin Kadıhân - 593 H.
Hanefiyye fıkhına değerli hizmetler yapan işte bu tabakadaki
fu-kahâlardır. Mezhebin gelişmesini sağlayan
esasları, tahric usulünü onlar vazetmişlerdir. O akvâle göre hükümler vermişlerdir. Kavilleri tercih etmek,
re'yler arasında mukayese yapmak, bâzısını sahih
kavil olarak alıp zayıf olart1 kavilleri bırakmak, hep onların işidir. Hanefiyye Mezhebi fıkhına müstesna bir varlık yeren bunlardır.
Dördüncü tabakadaki fukahâ tahric erbabı olanlardır. İbn-î Âhidin onlara akvâlini aldıkları kimseye tâbi olanlar nâmını veriyor.
Bizse onlara müreccihler tabakası diyeceğiz. Bunlar
hükmü bilinmiyen mes'eleleri
istinbat etmezler. Yaptıkları iş üçüncü tabakanın tâyin
ettikleri kaideler dahilinde tercih vasıtalarıyle, rivayet
olunan re'yler arasından tahric
yaparlar. Delil kuvvetine bakarak veya asrın ahvâline uygun olmasiyîe
tatbik selâhiyetini göz önünde tutarak akvâli birbirine tercih etmek hakkını hâizdirler. Bu
müstakil bir istinbat sayılmaz. Bu bir tercihtir, akvâli birbirine mukayese ve muvazenedir. Bu tabakadaki müctehidlerden biri Ebû Bekir Râzî'dir.[2]
Bu tabaka ile önceki
tabaka arasındaki fark belirsiz gibidir. Onun için bu ikisini bir tabaka sayan,
hakikati aşmış olamaz. Çünkü usulün icabına göre re'yler
arasında tercih yapmak, imamlardan hükmü rivayet otunmtyan
bir mes'ele hakkında hüküm vermekten kolay değildir.
Bu tabakadan savdıkları Ebû Bekir Râzî,
üçüncü tabakadan saydıkları Kadıhân, Kerhî ve emsalinden az değildir. Ahkâm-ı Kur'ân adh eseri onun fazlının ve
ilminin canlı bir delilidir.
Beşinci tabakadaki fukahâ mezhepdeki akvâl arasında mukayese yapanlardır. îbn-i
Abidin bunlar hakkında şöyle diyor: «Bunların işi:
«Bu daha evlâdır, rivayet bakımından bu daha sahihtir, bu daha vazıhtır, bu
kıyasa daha uygundur, bu halka daha muvafıktır» gibi sözlerle muhtelif rivayetleri birbirinden üstün
addetmektir.
Bize kalırsa bu tabaka
ile bundan önceki dördüncü tabaka arasındaki fark açık değildir. Kısımlar
birbirine karışmadan taksim doğru olabilmek için üçüncü, dördüncü ve beşinci
tabakalardan birini hazf etmek icabeder. Bunlar iki
tabaka hâline İndirilebilir. Biri:
Tahrîc edenler tabakası olup, bunlar mezhebin evvelki imamlarından
bir hüküm naklolunmıyan mes'eleler
hakkında, mezhebin. kaidelerine göre hüküm çıkaran fukahâdır.
İkincisi de tercih
edenler tabakası olup bunlar da muhtelif akvâl ve
muhtelif rivayetler arasında yapanlar; en kuvvetli rivayetleri beyan ederler;
en sahih kavilleri, kıyasa muvafık, halka uygun olanını seçerler. Bundan önce
de işaret ettiğimiz veçhile Ebû Hanîfe'nin
ashabını, müstakil müctchidler mertebesinden tâbi'Ier mertebesine indirmek mevcut değildir. Bu itibarla
buraya kadar beş (abaka hâlinde sayılanlar hakikatle
üç tabaka halinde toplanır: Birinci albakayi Ebû Hanîfe ashabı teşkil eder,
ikinci tabaka tahric 3'apanJar tabakasıdır, üçüncü
tabaka da tercih yapanlar tabakası olur.
îbn-i Âbidin'in ve diğerlerinin
taksimine göre altıncı tabakayı mukaİlidJcr teşkil
eder. Bunlar ietihad yapmadıkları gibi kavillerin ve
rivayetlerin arasında tercih de yapamazlar. Fakat kendilerinden yukarıda
olanların tercih ve ihtiyar ettiklerini, en kuvvetli olduğunu beyan
eylediklerini bilirler. îbn-i Âbidin
onlar hakkında şöyle diyor: Bunlar kuvvetli olanla, daha kuvvetli olan arasını
temyize muktedirler, zayıf ile zâhir-i rivâyeyi.
zâhir-i mezheb ile nâdir-i rivâyeyi
birbirinden ayırırlar. Kenz
sahibi, Muhtar sahibi, Vikaye sahibi, Mecmâ' sahibi
gibi muteber metinler ashabı bunlardandır.[3]
Bunların vazifesi; kitaplarında merdûd kavilleri
nakil ve zikretmemek, zayıf rivayetleri almamaktır.»
Bu tabakanın işi
tercih etmek değildir. Fakat tercih olunanları bilmek ve tercih derecelerine
göre tertip etmektir. Lâkin bu iş bâzan tercih
edenler arasında hüküm vermeğe de götürür. Biri bîr re'y
tercih etmiştir, diğeri başka bir re'yi tercih
eylemiştir. Şimdi bu, o tercihlerden en kuvvetlisini seçerek. Tercih ederken
mezhebin usulüne daha çok itimad etmiş olanı alacak
veya sayıca çok, daha kuvvetli olanı ihtiyar edecektir.
Hayr-Rcmlı fetvalarında diyor
ki: «Hiç şüphe yoktur ki, ihtilaflı mes'elelerde râcih olanı mercuhtan raç.îmak, kuvvet ve zaaf
derecelerini bilmek İlim tahsili için kollarını sıvayarak çalışanların en son frave'erîdir. Müftüye ve kadıva
düşen cevapda gayet dikkatli olmak, helâle haram,
harama helâl diyerek Allahu Teâlâ'ya
iftira etmekten korkarak ölçüsüz söz söylemekten çekinmektir.»[4]
Ulemanın tercih ettiklerini
bilmek, delilin kuvvetine veya çokluğuna bakarak tercih edenlerin tercih
ettikleri arasında mukayese yapmak, bu o kadar kolay bir şey değildir.
Yedinci tabaka bu
sayılan tabakaların ağı derecesinde olan mukallidler
tabakası olup, bunlar yukarıda ikrolunan umurdan
birini yapmağa kaadir değildirler. Onların ne tahrîc, ne de tercih yapacak kudretleri vardır.Ne de tercih
olunan akvâl için den birini ihtiyar edebilirler.
Onları, îbn-i Âbidin şöyle
vasıflandırıyor: «Bunlar semizi arıktan, sağlamı bozuktan seçemezler, sağı
soldan fark edemezler. Gece karanlığında odun toplayan gibi ne bulurlarsa onu
toplarlar. Bunları taklid edenlerin vay hâline, onlara
yazıklar olsun.»
Bu vasıfta olan
kimseler bilmem ki nasıl olur da fukahâdan
sayılırlar. Onlara en hafif bir isim olarak nâkil diyebiliriz,
Hanefiyye kitaplarının kaydettiklerine göre fukahâ
tabakaları işte bunlardır. Zannedersem onların tertibi daha ziyade bizim
zikrettiğimiz tertibe uymaktadır. Birinci tabaka müctehid-i
mutlak olanlar tabakasıdır. Ebû Hanîfe
ve ashabı olanlardır. Onlardan sonra tahric erbabı
gelir. Bunlar da hakkında bir hüküm naklo-lunmıyan mesele hakkında müctehidlerin
kaide ve usullerine göre hüküm verirler. Onların fürûruna
kıyas yaparlar. Onlardan sonra muhtelif akvâl
arasında tercih yapanlar gelir. Onlardan sonra kendilerinin tercih hakkı
olmamakla beraber, öncekilerin tercih ettiklerini tanımağa kudreti olanlar
gelir. îlk üç tabakayı teşkil eden: Mutlak müctehidîer,
mezhebde müctehid olan tahrîc ve tercih erbabından sonra ictihad
kapısı kapanıp da, dört mezhep fu-kahâsı gibi Hanefiyye mezhebi fukahâsı da
buna razı olunca, artık kimse için tercih hakkı kalmamış oldu. Müfti veya Kadı'ya râcih olunca
kavli araştırmaktan onu tanımağa çalışmaktan başka birşey
kalmadı. Böylece mutlak müctehidîer, tahrîc ve tercih erbabı ve râcih akvâîi tanıyanlar olmak üzere dört tabaka oluyorlar.
Mukallitler fukahâdan sayılmamış oluyor. Bu mes'eleyi mez-hebdeki
akvâlin ihtilâfından bahsederken ileride izah
edeceğiz.
[1] İbn-i Abidin,
Resm'üI-Müftİ şerhi, s. 11
[2] Cessâs nâmiyte
meşhur olan Ebû Bekir Râzı 370 senesinde vöfat etmiştir. (Ahkâm-ı Kur'ân)
ı meşhurdur.
[3] Kenz, Muhtar: Vikaye ve Mecmâ) nâmmdaki dört kitap Hane-fiyye fıkhının en muteber ana kitapları pddclun.ur.
Bunlara (Mutûn-ı Erbaa) nâmı verilir. Kenz'in
müellifi Ebû Eerekât Hâİizüddin Nesefî. Muh-tar'm-müellifi Ebû Pazl Mecdüddin
Musullu, Vikaye'nin müellifi Sadr'uç-Pcria'nm büyük atası Tâe'üş-Şerla Mahmud Buhârî,
Mecma'nm müellifi de Muzafferüddİn
b. Saatidir.
(Mütercim,)
[4] Hayr'ül - Remli, Fetâvâ-yi Hayriye c.II, s. 231.