389- Nesih Nerede Cereyan Eder?
390 -Nimete Şükür Nesih Olunur mu?
391- Allah'a Şükürde Nesih Olunamaz:
Kur'an'ın Sünnetle, Sünnetin Kur'an'la Nesihi:
394- Şafii'ye Göre Kur'an Sünneti Nesih Etmez:
395 - Şafii, Sünneti Korumak İçin Böyle Demiştir:
396- İbn Hazm, Şâfi'ye Haksız Hücum Ediyor:
397- Nesih Peygamber'in Hayatında Olur:
400- İcma İle Hadis ve Kur'an Nesih Olur mu?
401- Zahiriye Mezhebi'nin Özellikleri:
402- İbn Hazm'ın Kelimeleri Taksimi:
404- Hâs Kelime ile Umum Murad Etmek:
405- Mecazların Zahiri Mânaya Alınması:
406- Âmm Olan Kelime Umumî Mânaya Alınır:
407- Emirler Vücûb İfade Eder:
408- Delil Varsa, Emir Mubah Mânasına Olur:
409- Buna Dair Kur'an'dan Misaller:
412- İbn Hazm Bir de Kelimenin Sigasına Bakar:
413- Kelimenin Zahiri Manasından Başkasını Almak İftiradır:
415- Emir, Derhal Yerine Getirilmelidir:
İbn Hazm der ki, nesih ve mensuhu bilmek, içtihadın en temel şartla-rmdandır. Tabiilerden biri fetva vermek istedi, Hz. Ali ona:
- "Nesih ve mensuh biliyor musun? dedi o da:
- "Hayır"
deyince; Hz. Ali:
- "Öyleyse sen
helak oldun" dedi.[1]
Nesih ve mensuhu bilmek içtihadın temelidir, köküdür. İslâm fıkhında
nesih hakkında ilk yazan ve onun usul ve kaidelerini beyan eden İmam Şafii
olmuştur ve bunları R
Hz. Peygamber; "kabirleri ziyaret etmeyin,"
demiştir. Aradan zaman geçmiş, sonra da: "Sizi kabirleri ziyaretten men
etmiştim, artık oraları ziyaret edebilirsin" buyurmuştur. Böylece nesih,
ilk hükmü iptal değil, onun son bulduğunu beyan etmektir. Bu itibarla Kur'an'da mensuh olduğu söylenen
âyetler Kur'an olarak durmakta, okunmaktadır. Çünkü
onlar nass olarak kaldırılmamıştır, hükümleriyle
amelin vakti dolduğu bildirilmiştir. Onun yerine kıyamete kadar hükmü duracak
başka bir hüküm konmuştrr.
Nesih bir hükmün son
bulduğunu beyan olduğuna göre, bir nevi Kur'an'm
beyanıdır, İbn Hazm'a göre,
sonradan yapılan bu beyan iki kısımdır:
1. Bu, ya Kur'an'm mücmelini beyandır
veya umumunu tahsistir. Bu sonradan yapılmış bir beyandır ve bu ona göre
caizdir.
2. Bu
nesihtir, yani ortada amel olunan bir hüküm varken diğer bir nass gelip o hükmün son bulduğunu bildirir, bu ikinci nass da bir nevi beyandır, iptal değildir.
İbn Hazm bu hususta şöyle der:
"Eğer biri: Nesih
bir zaman sonra yapılmış bir istisnadır, derse ona şöyle deriz: Mutlak istisna
nevinden saymayız, bu zaman bakımından bir istisnadır ve tahsistir. Burada
şöyle denebilir: Her nesih istisnadır, fakat her istisna nesih değildir ve bu
doğrudur."[2]
Nesih, amel olunan bir
hükmün zamanının son bulduğunu beyan olunca, bu nesih ancak emir ve nehiy gibi teklif getiren nasslarda
olur. Haberlerde, kıssalarda, nesih olmaz. Fakat inanç meselelerinde ve akılla
sabit olan nakillerde acaba nesih olur mu? İbn Hazm cevabında şöyle der: Zahiriye uleması da bunda
ihtilaf etmişlerdir. Bazıları demişlerdir ki, tevhid
gibi akılla sabit olanlarda nesih yoktur. Fakat İbn Hazm kendisi buna muhaliftir. Ona göre: Dini hükümler
yerleştikten sonra bunlarda nesih olmaz. Mesela; mubah olanlar, haram
kılındıktan sonra tevhidin isbatı, kıyamete dair
olan şeylere iman, Allah yolunda cihad, bunlar asla nesih
olunmaz. Ancak bunları nesih etmeye Allah kaadirdir,
fakat kulun bunda dahli olmaz. Allah, Kaadir değildir demek hatadır. Senin aklın kanunları abes
yere bunu kavramaz.[3]
Görüldüğü üzere
değişmez akli şeylerde nesih cereyan etmez, fakat İbn
Hazm, Allah buna dair kaadir
değildir, demeye dili varmıyor, bu sözden dilini nezih tutuyor.
İbn Hazm şöyle diyor:
"Akıl aldanıp da akıl beğendiği için bazı şeyleri nesih etmek caiz
değildir, dememeli. Zahiriyenin dediği gibi, nimeti
verene şükür etmek nesih olunmaz, denemez. Bunu diyen zahiriye ile o şöyle
alay eder: Biz arkadaşlar, in'am edene şükür nesih
olunmaz diye bir şey ortaya çıkarmışlar. İn'am edene
nankörlük yapmaya asla yol yoktur" bizim arkadaşlar dediği zahiriyeciler, hakkında böyle dedikten sonra bunun çürük
olduğunu söyler ve bu hususta onların gözünden hak nuru kalkmış der. Zira Cenab-ı Hak, Allah'a ve Rasulüne
savaş açan ana ve babaya karşı gelmeyi emreder, halbuki ana baba evladına
daima in'am etmiştir. Onların gözünden hak nuru
kaçmış ki, bu konudaki âyeti kerimeyi hatırlamamışlar ...[4]
İbn Hazm, yukarıdaki bahiste
uzun sözlerle kendi,mezhebinde olan zahirîyeyi
reddeder. Ve onlarla gözlerinden hak nuru gitmiş diye alay eder. İbn Hazm, hak bildiği hususta,
muhalif, muvafık ayırd etmeden adeti üzere sert
konuşur.
Bununla beraber İbn Hazm'ın bu konudaki sözleri
doğrudur denemez. Asıl konu nimet veren Allah'a şükür meselesidir, ayet-i
kerimelerde geçen ana-babaya verdikleri nimetten, yaptıkları inamdan dolayı
şükretmek, Allah'a karşı gelince, lâzım gelmez meselesi bundan ayrıdır, bütün
varlığa nimette bulunan Cenabı Hakka şükür, elbette nesih olunamaz...
İbn Hazm'ın mezhebinde, nesih
bir nevi Ayandır. Ona göre sabit bir kaidedir ki, Kur'an
ve Sünnet birbirini desteklerler, ikisi de dinde delildir, biri diğerini beyan
eder, açıklar. Bu bakımdan Kur'an Sünneti o Sünnet de
Kur'an'ı nesih eder. Her ikisi de Allah'dan
vahiydir. İbn Hazm'ın
görüşünü anlatmaya girişmeden önce, bu konuda İslâm mezheblerinin
görüşünü söyleyelim:
1. Bazı
ulemaya göre, Kur'an'da nesih olmaz. Çünkü o İslâm'ın
sicilidir, kıyamete kadar bakîdir. Nesih ve mensuh
denen âyetlerin arasını bulmak çok kolaydır. Bu görüşün sahibi Ebu Müslim el-İsfehanidir. Bunu Fahred-din Râzî tefsirinde
nakleder. Nesihi iddia olunan âyetlerdeki uyumu da
gösterir. Bu görüş akla uygunsa da cumhur ulema buna muhaliftir. Âyetlerde
uyum sağlamak mümkün oldukça nesihe gidilmez, zira
nesih var demek kolay bir şey değildir. Kur'andaki
bir teklifin son bulduğunu söylemektir, ibn Hazm, nesih beyan diyorsa, en doğru iki nass
arasında uyum sağlamaktır.
2. imam
Şafii'nin görüşü şöyledir: R
3. Üçüncü
görüş de İbn Hazm'ın
görüşüdür ki, bütün ulemanın ve Şa-11 nin dediği gibi Kur'an'da nesih
vardır, ancak ona göre Kur'an Sünneti nesih eder;
ister haber-i vahid, ister mütevatir
hadis olsun. Kur'an ve Sünnet birbirini nesih
ederler. Sünnet, Kur'an'ı nesih ettiği gibi, Kur'an'da sünneti nesih eder. Ve buna şunu delil getirir:
Beyan ettiğimiz üzere Peygamber'e itaat, Allah'a itaat etmek gibi farzdır.
Sünnetin getirdiğiyle
Kur’an’ın getirdikleri
arasında fark yoktur. Bunların hepsi Allah indinden-
ır- Necim sûresinde Cenabı Hakk
şöyle buyurur: "O, peygamber kendiliğinden söylemez, onun söyledikleri
vahiy iledir" Hz. Peygamber'in hadisleri vahiy
olduğuna göre, Kur'an da vahiydir. Vahyin vahiy ile
nesi-hi caiz olur."[5]
İbn Hazm'ın bu dedikleri, onun mantıkına uygundur. Ona göre Sünnet kafidir, ilimle beraber
amel icabeder. Haberi-i vahid
hadisle mütevatir arasında fark yoktur, hepsi de ilim
ifade eder. Öyleyse mütevatir ve haber-i vahidin Kur'an'ı nesih etmesi caizdir.
Yalnız, İbn Hazm'ın bu görüşü, Sünnetin Kur'an'la, Kur'an'm da Sünnetle nesihini caiz gören Hanefüerin
görüşünden biraz farklıdır. Onlara göre, haber-i vahid
zannidir, zanni olan hadis
yani haber-i vahid, kat'i
olan Kur'an'ı nesih edemez. İbn
Hazm ile Hanefiler arasındaki ihtilaf, haberi vahid hadislerdedir. Hanefiler bunu caiz görmez, İbn Hazm'a göre kat'i olduklarından, o caiz görür.
Böylece İbn Hazm ile Hanefiler arasındaki
ihtilaf çok azdır. Fakat onunla Şafii arasındaki ihtilaf büyüktür, Şafii'ye
göre, sünnet sünnetle nesih olunur, fakat Kur'an,
sünneti nesih etmez, meğer ki sünnetten böyle bir işaret buluna. İbn Hazm, Şafii'nin bu sözünü
eleştirir ve şöyle der: "Şafii: Peygamberin bir sünnetini kaldıran bir
vahiy Allah indinden Peygamber-'e gelirse, bu o sünneti nesih eder, demiş. Onun
baz ashab (arkadaşlar) onun bu sözünü inkâr etmişler,
şayet Hz. Peygamber'in önce söyleyip nakil ettiği ve
insanların da onunla amel ettikleri bir sünneti nesih eden bir vahiy gelirse,
bu nasıl olur?
Bu itiraz İbn Hazm'ın hoşuna gider ve
onunla Şafii'nin görüşünü reddeder sayar...
İbn Hazm bu yolda İmam Şafiiye hücum eder, fakat insaf gereği Şafii'nin ne
dediğini öğrenelim bakalım, bu hücum yerinde mi? Şafii meşhur iüîsa/esinde şöyle der: "Sünnet sünnetle nesih olunur,
Kur'anla nesih olunmaz..." Şafii'yi buna sevkeden şey şu olmuştur: Onun çağında bazı sapıklar
sünnete hücum ederlerdi. Eğer sünnet, Kur'an'la nesih
olunur demiş olursa, o sünnet düşmanlarının, Kur'an'm
genel hükümlerini sınırlandıran hadislerin Kur'an'a
muhalif kabul edip sünnete saldırmalarına yol açardı. Onun için sünnet
taraftarı olan Şafii, mensuh olan sünnetleri
araştırdı ve sünnet, sünnetle nesih olunur veya Kur'an'la
nesih olunursa ve onu beyan eden bir sünnet bulunur, dedi. Şayet böyle olmayıpta Kur'an'la doğrudan
nesih olunursa, o zaman Hz. Peygamber'in haram
kıldıkları hakkında: Bunlar âyet inmeden önce olmuştu, derler, sünnetle sabit
olanların mensuh olduğunu iddia ederlerdi. Zina
yapanı recmetmek, hırsızlık yapanın elini kesmek de
böyledir... Bu yolla sünnet reddolunur-du. [6]
Anlaşılıyor ki, İmam
Şafii, nesih iddiasıyla sünneti ihmalden korumak için bunları ileri sürmüştür.
Sünneti himaye etmek maksadıyla bunu ileri süren İmam Şafii'ye sünneti seven zahiriyeci İbn Hazm'ın bu hücumu yapması yakışmaz. Ayrıca bu hücum
yerinde de değildir. Çünkü Kur'an'm nesih ettiğini
iddia ettiği hadislerin hepsi sünnetin beyaniyledir.
Şafii'ye karşı çıkanlar, doğrudan Kur'an'la nesih
olunmuş bir hadis göstermezler. Âmidi Usul kitabında
Şafii'ye bazı itirazlarda bulunmuş ise de bunların yerinde olmadığını Şafii
adlı kitabımız da beyan ettik.[7] Nesih
olunan sünnetlerin nesihi sünnetle beyan olunmuştur.
İbn Hazm'ın, Şâfi'ye bazı
ashabı tarafından yapıldığını ileri sürdüğü itiraz asılsızdır, yerinde
değildir. Çünkü Şâfi: Sünnet sadece nesih eder demiyor, sünnet nesihi beyan eder, Kur'an'ın
neshini açıklar, diyor... (Yazar buradaki tartışmada İmam Şâfi'yi haklı
gösterip İbn Hazm'ı
"Allah Affetsin" diyor).
Ne suretle olursa
olsun, nesih ancak Hz. Peygamber zamanında, o hayatta
iken vâki olur. Çünkü o, dediğimiz gibi, beyandır vahiy olunan dini beyan
eder, vahiy kesildikten sonra beyan edecek bir şey kalmaz. Hz.
Peygamber, dini tamamıyla beyan ettikten sonra irtihal
buyurdular. Kur'an-ı Kerim şöyle der: "Bugün
sizin dininizi kemâle erdirdim, size olan nj-metimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçtim."
(el-Maide, 5/3) Bazı kimseler Hz.
Peygamber hayatta iken vâki olan nesihi
bilmeyebilirler ve onun ir-tihalinden vahiy devrinde
olmuştur, onlar sonra duymuşlardır... Bu nesih âyeti inerken orada
bulunmamışlardır, zaten, Allah'a şükürler olsun sonradan nesih olunduğunu müslümanlardan kimse iddia etmemişlerdir; bunda ihtilaf
yoktur.
İhtilaf şu meselede
olmuştur: Nesih olunduğu haberi kendisine ulaşmadığından mensuh
ile amel eden kimse hata işlemiş sayılır mı sayılmaz mı? Meselâ ve yahut nasih kendisine ulaşmadan mensuhu
kendiliğinden terkederse durum nedir? Kabir
ziyaretini yasaklayan hadisten haberi yokken ziyaret ederse günahkâr olur mu?
Bilmediği için mazur sayılır. Tebliğ edilmiş olmadığından af olunur. Bir de
kabir ziyaretini mubah kılan hadisten haberi olmaksızın, eski yasağa riayet
etmeyerek kabir ziyareti yaparsa, bu defa günah işlemiş sayılır. Çünkü tebliğ
ile amel lâzım olur.
Bu konuyu ortaya atan İbn Hazm'dır ve bu ince bir
konudur. Ona göre, nesih ile amel, ancak tebliğden sonra vacip olur. Çünkü
ancak tebliğ ile in-zâr yapılır. Kendisine mensuh
olunanın haberi gelse de nasih tebliğ edilmesi nasihi bilmeden mensuhu terketse, yanlış olur. Amel tebliğ ile lâzım gelir.[8]
Burada üç nokta
vardır:
Birincisi; nasih kendisine tebliğ olunmadan mensuhu
terkeden kimse, bu ictihadiyle
amelde hata etmiş olur. İkincisi mensuh ile amelde
İbn Hazm bu üç şekilden
ikincisini seçer ve ona göre farzı terketmiş sayılmaz,
ancak işi hafife almış olur. Buna şöyle bir m
Bunlar İbn Hazm'm doğru görüşleri olup,
biz de ona katılırız. Şüphesiz bunlar dini hükümleri keskin bir görüşle ince
bir surette işlemektedir. İbn Hazm,
nesih ancak vahiy zamanında olur, ondan sonra olmaz derken, İslâm fukahasından kimse buna muhalefet etmemiştir. Yine böylece icma ile Sünnet veya Kur'an nesih
olunmaz, der. Ancak Hz. Peygamber'den menkul yani
sahabe icmaı müstesnadır. Bu konuda şöyle der:
"Hz. Peygamber'den nakil olunan icma
ile nesih caizdir. Çünkü bu icma Hz.
Peygamber'e varıp dayanır. Ya Kur'ân'dan
veya hadisten bir nass vardır, veya Hz. Peygamber'in fiiline ve ikrarına bağlıdır. Böyle
kuvvetli olan icma ile nesih caizdir.”[10]
Bu görüş söz taşır, icma tek başına nesih edemez, eğer icma'm
Kitap ve Sünnetten bir senedi varsa, nâsih olan odur.
İbn Hazm bunu kastetmiştir.
Bizce şöyle denilmelidir: Nâsih, icmanm
kendisi değil, nass olan senettir. Yoksa insanların
ameli nâsih olmuş olurken, bu makul bir şey olmaz. İbn Hazm'ın başka yerdeki sözleri
de bizi destekler. Çünkü o zahiriyeden bazılarının icma ile hadisi reddetmelerini inkâr eder ve bunu fahiş bir
hata sayar[11].
Zahiriye Mezhebi'nin
iki özelliği vardır:
a. Kıyas
kabul etmez, onu reddeder. Şia'nın İmâmiye fırkası
ile bazı ulema da onlara katılmışlardır. Bu topluluk kıyası reddederler, onu
caiz görmezler.
b. Zahiriye,
nassların yalnız zahirini alır, fıkıhlarında yalnız
zahire göre hüküm verirler. Onların başlıca Özellikleri bunlardır. Onun için
zahiriye denilmiştir. Rivayette, nesihden zahire
göre tutumlarını anlattık. Onların bu zahire göre tutumları nassları anlamakta ve hüküm çıkarmakta açıkça görülür.
Nasıl ki, îbn Hazm, âm ve hâs bahsinde emir ve nehiye
ait sözlerde bunu göstermiştir.[12]
Bu konuda îbn Hazm'ın metodunu göstermek
için burada bu iki noktaya kısaca işaret edelim:
İbn Hazm, kelimeleri âm ve hâs diye ayırmakta, İmam
Şâfi'nin R
a. Hâs;
bununla hususi bir mâna murad olunur, kelime hangi
mânaya delâlet ederse o alınır.
b. Aram; bu
her cinse umumi olarak delâlet eder. Meselâ: "Sudan her şeyi canlı
kılan" (el-Enbiya, 21/30) âyetteki "hayy"
(diri) kelimesi her cinsin umumuna delâlet eder. "At, katır ve diğer
hayvanlar" (en-Nahl, 16/8) da umumî mânadadır.
"Fakirler, yoksullar" gibi kelimeler de umumidir. Ainm
olan her kelime umumî mânaya delâlet eder...
c. Kur'an ve hadisin delaletiyle hususi bir mâna ifade eden âmm olur. Sünnetin Kur'an'ı
tahsis etmesi bahsinde bunu anlattık, misâller vererek burada tekrar etmiyoruz.
İmam Şafii, R
İbn Hazm bu görüşüne göre şu fıkhi hükümleri verir:
a-
"Zina eden kadını, ancak zina yapan erkek ve müşrik alır." (en-Nur,
24/3)
Böylece zina eden
kadın nikahla alınmaz ve cariye olarak da alıp onunla yatılmaz, cima yapılmaz.
Çünkü nikah kelimesi hem nikah akdi ve hem de cima manasmdadır,
burada ikiside müşriktir. Namuslu bir mü'min kadın da zina yapan bir erkekle asla evlenemez.
Nikah yaparsa, bozulur.[13]
b- "Muhsana" kelimesi namuslu kadına ve hür olan kadına
denir, böylece o da çok anlamlı bir kelimedir. İbn Hazm, bunu umumî mânada alır, ve âyet-i kerimede:
"Namuslu kadınlara iftira edenlere seksen değnek vurun." (en-Nur,
24/4) buyurulduğundan, ona göre müslim,
gayri müslim, evli olsun, olmasın, hür veya cariye
olsun her namuslu kadına iftira edene bu ceza verilir. [14]
c. Dûn
kelimesi az veya başkası mânasına müşterektir. İbn Hazm, zekat miktarı hadisinde geçen düne hamsedeki (dûn)
kelimesi, diğer mânasına aldığından buğday, arpa ve hurmadan başka mahsullerde
öşür zekâtı vermeyi farz saymamıştır. Diğer mezhebler
bunu az mânasına alır.
İbn Hazm, âmm
olan kelimede hususi mâna murad edilenler olduğunu
kabul eder. Fakat fukahadan bazıları hâs olan kelime
ile umum mâna ifade edildiğini söylerler. Meselâ hitap Peygamberedir veya
ümmetinden birisinedir, fakat bununla umum muhatabtır.
Bu umum murad edilen bir hâsdır.
İbn Hazm, bunu kabul etmez.
Ona göre bu kelime geneldir. Ancak sözde muhataba has olduğuna karine
bulunur... Hz. Peygamber sadece as-rındaki insanlara hüküm beyan etmedi, kıyamete kadar
gelecek olanlara onun beyanı geçerlidir. Onun her beyanı ve izahı bütün
ümmetinedir, bir kişiye değil, nasıl ki Cebrail hadisinde geçen "Cebrail
size dininizi öğretmeye geldi" buyurmuştur. Cevap sadece ona değil, bütün
ümmetedir. Kıyamete kadar gelecek ümmete talimdir.[15]
Bundan anlaşıldığı
üzere İbn Hazm, âmm ve hâs olan kelimeleri anlamakta Zahiriye metodu üzere
yürümektedir. O, kelimelerin zahiri mânasını alır, Hz.
Peygamber'in getirdiği esastan yardımlanır. O bunu
yaparken, karirie bulunduğu zaman kelimeleri mecaz
mânasına almaktan da kaçınmaz. Kelime vaz olunduğu
hakîkî mânadan başka mânada kullanılırsa; bu, mecaz olur ve bu kelimenin zahiri
mânalarından sayılır. Meselâ âyette "İnsanlar size karşı toplandı,
onlardan korkun" (Ali İmran, 3/173) denildi.
Buradaki "insanlar" âmm bir söz, fakat murad hususidir. Çünkü insanların hepsinin bir arada
toplanması mümkün değil, murad bazılarıdır. Bunlar
karineyle bilinir.
"Babalarınızın
nikahladığını siz nikahlamayın" (en-N
Umumî mânaya delâlet
eden kelimeler, hususî mânada olduklarına delil bulunmadıkça, umumî
mânadadırlar. Bu delil ya aklî bir delil olur.
"İnsanlar size karşı toplandı" (Ali İmran,
3/173) âyetinde olduğu gibi. Veya di-nı bir nass onu tahsis eder. Âmm olan
kelimeler umumî mânaya alınır. Çünkü zahir olan umumî olmasıdır. Onun için
Zahiriye Mezhebi, onu daima umum mânasına alırlar. İbn
Hazm şöyle der: "Her kelimeyi, tereddütsüz umumî
mânaya almak gerekir, ancak onu umumî mânadan çıkaran bir delil varsa, o zaman
iktiza ettiği mânaya gidilir. Bütün Zahirilerin, bazı Şafii, Mâliki ve
Hanefîlerin görüşü de böyledir. Biz bunu almaktayız, başkası olamaz.[16]
İbn Hazm, bundan sonra, tahsis
bulunup bulunmadığı belli olmadan önce, âmm kelimesi
umuma delâlet eder mi, etmez mi konusunda ulemanın sözlerinin tartışmalarım
anlatır. Bir kısmı umumî mânaya delalet eder demiş, bazısı hususî mânaya almış
ve delâleti zannî olur demiş... İbn
Hazm, bu görüşte olanları, âdeti üzere sert bir dille
hücum ediyor ve bunları dine tuzak kuranlardan sayıyor. Bunlar Allah'ın
kelamını, Peygamberin sözünü zahirinden çıkarmaya çalışıyorlar, diyor.[17]
Emirler ve nehiyler bahsi, İbn Hazm'ın ne kadar zâhiriyeci
olduğunu gösteren bir konudur. Zâhiriyecilerin
muhalifi olanlara karşı çıkar, başkalarından ona uyanlara katılır. O, hiç
şüphe bırakmayacak bir tarzdader ki: Kur'an-ı Kerim'de ve hadis-i şeriflerdeki emirler ve nehüer zahiri üzere alınırlar ve bunlar kesin surette vücub ifade ederler. Gereklerine-uymak lazımdır, ancak
başka bir nass bulunup da onu vücup
ifade etmekten çıkarırsa o zaman ona uyulur, bu tevil kabul etmez. Delilsiz
olanları mendub manasına almak veya tehir etmek
batıldır. Bu konuda şöyle der: "Bütün zahiriye uleması, Kur'an'm ve Sünnetin bütün emirleri vücup,
nehiyleri haram ifade eder. Ancak mendub, mekruh ve mubah olduklarına dair delil varsa, o
zaman onları ifade ederler." Şâfı, Mâliki ve Hanefılerden bir kısmı da bu görüştedirler. Ancak Zahiriler
işi daha dar tutarlar, diğer fukaha ise nassları daha geniş anlarlar, bu fer'i meselelerde görülür.
Delil olunca emri, mubah mânasına alınır. Mesela Hacda "İhramdan
çıktıktan sonra avlanın" emri var, bu emir mubah olması manasınadır,
çünkü Hz. Peygamber, ihramdan çıktıktan sonra
avlanmadı. Keza "Cuma namazını kıldıktan sonra yeryüzüne dağılırı"
(Cuma, 62/10) âyetindeki emir, vücub değil, mü-bahlık ifade eder. Çünkü Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği şu hadis-i şerife göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz
namazı kıldıktan sonra kıldığı yerde kalırsa, melekler ona yerlerinde kalıp dua
etmeyi adet edindik, derler." Demek âyetteki dağılmak mubah içindir.
İbn Hazm, emirlerin ve nehiyin vücub ifade etmesi
meselesinde kendisine muhalif olanlarla bunu tartışır ve sert sözlerle onların
görüşlerini çürütür, şöyle ki:
a. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Allah Teala
size haccı farz kıldı. Bir adam kalkıp:
- "Her yıl mı, ya Rasulullah?" dedi. Hz. Peygamber sustu. Adam bunu üç defa tekrarlayınca;
- "Eğer, evet
dersem her yıl farz olur, siz de bunu yapamazsınız. Ben sizi haliniz üzere
bıraktıkça, siz beni bırakın, sormayın. Sizden önceki milletler çok sormaları
yüzünden helak oldular, Peygamberlerine karşı geldiler. Ben size bir şey emr edersem, gücünüzün yettiği kadar onu tutun, bir şeyi de
size yasaklarsam, ondan sakının." İbn Hazm, bunu şöyle açıklar: Bu hadis gösteriyor ki, emir
olunan her şey farzdır, güç olsa dahi böyledir. Fakat Allah Teala bizden zorluğu kaldırdı. Peygamber'inin diliyle bize
merhamet etti, emir olunan bir şey, güç yettiği kadar yapılır, bu farzdır, nehiy olunandan da sakınmak gerekir."[18]
b. Muaz
b. Cebel, rivayet ediyor; Hz. Peygamber ile Tebük Savaşı'na çıktık. Bize dediler ki:
- "Yarın,
inşallah, Tebük pınarına varacaksınız. Gün
aydınlandığı zaman oraya varmış olacaksınız. Sakın onun suyuna dokunmayın"
İki adam, bizden önce oraya varmışlar Hz. Peygamber
onlara sordu:
- "Suya
dokundunuz mu?"
- "Evet"
dediler. Hz. Peygamber onları azarladı, bunu haketmişlerdi. Bu da gösteriyor ki onun emrine ve nehyine uymak gerekiyor.
c. Münafıklardan olan Abdullah b. Ubey öldüğünde Hz. Peygamber,
onun cenaze namazını kılmaya durdu. Hz. Ömer:
- "Ya Rasulallah, onun namazını
kılacak mısın?, Allah bunu nehyetti!" dedi. Hz. Peygamber:
- "Allah beni
muhayyer bıraktı, onlar hakkında bağışlama dilesen de, di-lemesen
de onları bağışlamaz..." dedi. Sonra "onlardan biri ölürse namazını
kılma" (et-Tevbe, 9/84) diye kesin yasaklandı.
ibn Hazm, bunu şöyle açıklar:
Her şeyi zahiri üzere almak gerekir. Hz. Peygamber
istiğfar ettiği muhayyerlik, mendub manasına aldı.
Sonradan yasak gelince; onu kesin olarak yasak manasına aldı. Birincisi mubah
ikincisi kesin yasak, Hz. Peygamber Arap dilini
herkesten iyi bilir...[19]
İbn Hazm, kendi görüşüne
Sünnetten bu delilleri getirdikten sonra, Kur'an'dan
şunları m
a. Cenab-ı Hakk şöyle buyurmuştur:
"Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan,
peygamberliğini tebliğ etmemiş olursun." (el-Maide,
5/67) Bu âyet açıkça gösteriyor ki, emr olunduğu şeyi
yapmayan kimse âsi olur. Çünkü Peygamber tebliğ etmezse, emr
olunanı yapmamış olacak, fakat bu, İbn Hazm'm iddiasına uygun değil; ona delalet etmez.
b. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Ey insanlar, Allah'a ve Rasulüne itaat edin, dinleyip dururken ona sırt
çevirmeyin." (el-Enfal, 8/21) Bu da gösteriyor
ki, emirden maksad işi yapmaktadır, sadece dinlemek
değil.
c. Bu âyet-i
kerimeyi de delil getirir: "Allah ve Peygamberi bir işte hüküm
verirlerse, inanan erkek ve inanan kadının o işden
muhayyer olması yoktur." (el-Ahzab, 33/36) O,
emre uymak gerekir.
İbn Hazm, davasını ispat için Kur'an-ı Kerim'den daha bir çok âyetler delil gösterir ve
muhaliflerinin dediklerini münakaşa eder. Fakat, doğrusu İbn
Hazm'la cumhur ulema arasında ihtilaf, emir mutlak
olduğu zaman fiilin vacip olmasını icabeder
noktasında değil, bu hususta ittifak vardır. İhtilaf, nassı
vücup ifade etmekten alıp mendub
ve mubah mânasına götüren karinelerdedir. Zahiriyeye
göre emirleri vücub manasından alan karineler yalnız
nasslardır, onlara göre her emir vücub
ifade eder, ancak başka bir nass varsa veya senedi nass olan bir icma bulunursa, o
zaman başka mana ifade eder. Hanefi, Maliki ve Şafii ulemasına göre, bu delil
ve karineler daha geniştir.
Zahiriyenin bu görüşüne uyarak, İbn Hazm, bir çok meselelerde cumhur fukahaya
muhalif kalmıştır, ancak nassa baktığı meselelerden
bazıları şunlardır:
a. Ona göre,
umre de hac gibi farzdır, çünkü âyet-i kerimede haccı ve umreyi tamam yapın,
deniyor.
b. Bir köle
efendisinden para karşılığı azadlık isterse,
efendisinden onu azad etmesi farzdır. Çünkü âyet-i
kerimede bu emir olunmuştur.
c. Zinaya
sapmaktan korkmasa da, evlenmeye kadir olan kimsenin evlenmesi farzdır. Çünkü
hadis-i şerifte emir böyledir. Onu zahiri manasına almalıyız.
d. Cuma
günü, namaza davet için ezan okunurken alış veriş haramdır. Çünkü âyet-i kerime
alış verişi bırakın, diye emr ediyor. Malikiler ve
Ha-nefîler de bu görüştedirler.
e. Deve eti
yedikten sonra abdesti tazelemek gerekir. Çünkü
hadis-i şerifte emir böyledir. Sahabiden birisi
koyun eti abdesti bozar mı diye sormuş, Hz. Peygamber istersen abdestini
tazele, buyurmuş. Deve eti bozar mı deyince de, abdest
al, demiş. Emir, vücup ifade eder. Hanbeliler de aynı görüştedirler.
Görüldüğü üzere
zahiriler, emir ve nehiy kesin taleb
yani vücup manasına alıyorlar, ancak nassa veya icma'dan bir delil
v-u-sa, o zaman başka mâna ifade eder. İbn Hazm, emir ve nehiyleri sadece kelimenin zahiri mânasına delalet ettiği
şekilde alıyor. Mesela: "Elbiseni temizle" (el-Müddessir,
74/4) âyetindeki elbiseyi sade delalet ettiği şekilde alıyor, temizliği de temizlik
sayıyor. "Alışverip yapanlar ayrılmadıkça
muhayyerdirler." Hadi-sindeki ayrılmayı bir aradan ayrılmk
manasıyla alıyor, akdi tamamlamak manasına almıyor.
İbn Hazm, bunları müstakil bir
bölümde "emirleri ve haberleri zahirine göre almak" başlığı altında
inceliyor, "kelimeleri delilsiz zahirine göre almak" başlığı altında
inceliyor, kelimeleri delilsiz zahiri manasından çıkaranlara sufestailer diyor ve bu gibiler kelimeleri zahiri
manasından çıkarmakla saptılar diyor. Nasıl ki Hariciler de sadece zahire
saplanmakla delalete düşmüşlerdir. Bir de Hariciler sade zahiri manayı almakla
kalmadılar, zira onlar bütün nassları almadılar, bir
kısmını alıp bir kısmını bıraktılar. Bu yüzden saptılar...[20]
İbn Hazm, bu bölümde, Zahiriyenin özelliğini güzelce belirtir ki, o da kelimelerin
zahiri manasını lügat yönünden almaktadır. Ona göre; bir kelime, lügat
manasından ancak bir nass veya icma
ile başka manaya alınabilir. "Bize, sözün zahiri manasından başkaya
geldiğini neyle bilirsiniz? derlerse, deriz ki, bunu haber veren başka bir nassla veya Hz. Peygamber'den
nakil olunan kesin bir icmayla biliriz."
Ona göre bir kelimeyi
başka bir nass veya sağlam bir icma
olmaksızın zahiri lügat manasından çıkarmak, kelimeleri tahrif etmektir. Zira
bu kelimeyi delilsiz asıl manasından çıkarmaktadır ve bu kelimeyi başka bir
hale değiştirmek sayılır. Yahudiler kelimeleri tahrif ettiler, bu da "Vasiyeti
işittikten sonra onu kim değiştirirse, günahı ancak değiştirenlere aittir.
Şüphesiz ki Allah, her şeyi çok iyi işitendir ve çok iyi bilendir." (el-Ba-kara, 2/181) âyetine uyar. O bu gibileri reddederek söze
devamla, zahiri manadan başkasını alanlar zahiri manayı terketmekle,
vahiy kelimesinin delalet etmediği bir mana aramakla Allah'a iftira etmiş olur,
der.
Hz. Aişe anamızdan şu hadis-i
şerif rivayet olunur, o derki: "Hz. Peygamber
(as), ancak Cebrail (asjın haber verdiği sayılı Kur'an âyetlerini yorumlar, tevil ederdi. Muhammed b.
Abdullah, Peygamber iken, kendisine vahiy geldiği halde Kur'an'ı
yorumlamaz, ondan sonra hiçbir kimsenin bunu yapmaması gerekir. İbn Hazm, Hz.
Aişe'den rivayet olunan bu haberden böyle bir mana
çıkarır, şöyle der: Hz. Peygamber Kur'an'dan
bir âyeti ancak Cebrail'den aldığı vahiy ile yorumlar ve zahirinde öyle tev'il ile çıkarırsa, bunun aksini yapan kimse, Allah ve Rasulüne karşı gelmiş olur. Bilmediği bir şeyi söylemeyi
Allah yasaklamıştır. Bizler ancak öğretildiğimiz şeyi biliriz. Başka bir nassın zahirinin gösterdiği bir yerde, bilmediğimiz zahiri
manayı bırakmak, haramdır, günahtır. Allah Teala
uyarmıştır. Kim doğruyu görürse kendi faydasına, kim de görmezse, kendi zararmadır. Cafer'den rivayet olunmuştur, Ebu Hureyre şöyle demiştir; Ey
kardeş oğlu, bir hadis rivayet ettiğin zaman ona emsal katma. Ebu Hureyre ne doğru söylemiş ve
ne güzel öğüt vermiş. Tevfik Allah'tandır."
Emir ve nehiylerde zahire göre yorum böyledir. Bu konuda sözü ve zahiri
fıkhının özü olan zahire göre hüküm verme hususunu bırakmadan önce şunu
söyleyelim: İbn Hazm'a göre
emir, mutlak olunca, derhal yapmak iktiza eder, gecikme istemez. Ancak zahire
göre sonraya bırakma yani gevşekliği varsa o başkadır. "Hayırlara
koşun" (el-Bakara, 2/148); "Rabbi-nizin avfına koşun" (Ali İmran,
3/133) gibi âyetler bir vakte bağlı değildir. Ancak bir vakte bağlı olan
emirler var. Şöyle ki:
a. Hasta ve
yolcuların kazaya bıraktıkları oruçları tutmaları, güçleri yettiği ilk vakitte
bunları kaza etmeleri lâzımdır. Özürsüz geçiştirmek günahtır,[21]
b. N
c. Gücü
yeten kimseye haccı vaktinde yapmak farzdır, özürsüz tehiri günah olur.
[1] Vahidi, Nâsih ve Mensuh Kitabı
[2] Aynı kaynak, c. IV, s. 67
[3] Aynı kaynak, c. IV, s. 73
[4] el-İkkam'm c. II, s.
76'sında bu konuda iki ayeti kerimeyi m
[5] İbn Hazm,
el-thkam, c. IV, s. 107
[6] Şafii er-R
[7] M. Ebu Zehra, Şafii, s. 281
[8] İbn Hazm,
el-İhkâm, c. IV, s 116
[9] Aynı kaynak, s. 117.
[10] Aynı kaynak, c. IV, s. 120
[11] Aynı kaynak c. II, s. 71 Bazı arkadaşlarımız, Hz. Peygamberden gelen sahih hadislerin reddini icma ile caiz görürler. Buna delil olarak mensuhluğu gösterirler. Bu hatadır...
[12] el-İhkâm, c. III, s. 129.
[13] el-İhkâm, c. III, s. 129
[14] Aynı kaynak, s. 130.
[15] Aynı kaynak, s. 131
[16] Aynı kaynak, c. III, s. 98
[17] Aynı kaynak, c. III, s. 131
[18] Aynı kaynak, c. III, s. 18.
[19] Aynı kaynak
[20] İhkâm, c. III, s. 40..
[21] Aynı kaynak, s. 46