3. Delil : SAHABE KAVİLLERİ TABİİ
FETVALARI
125- Ashabın Yüksek ve Şerefli
Mevkii:
126- Sahabe Kavillerini, Sünnetten
Sayması:
127- Muvatta'da Sahabe Kavilleri:
129- Sahabe Kavilleri ve İmamların
Tutumu:
130- Sahabe Kavli Sünnetten Sayılır mı?
131- Sahabe Kavli Sünnetten Sayılır:
132- Sahabe Kavlinde Şafiî İle Mâlik
Arasındaki Ayrılık:
133- Sahabe Kavliyle Haberi
Reddetmenin Sebebi:
İmam
Mâlik, öğreniminin ve çalışmalarının ilk yıllarında sahabe fetvalarını, onların
hükümlerini, istinbat ettikleri mes'eleleri öğrenmeğe çok meraklıydı. Yukarıda
geçtiği üzere, Abdullah İbni Ömer'in fetvalarını, azadlısı Nâfi'den öğrenmeğe
ne kadar önem verirdi. Abdullah'ın kavillerini sormak için gece gündüz Nâfi'nin
peşindeydi. Hz. Ömer b. Hattab'ın
Allah ondan razı olsun) verdiği hükümleri öğrenmeğe de pek meraklıydı.
Medine de olan yedi fakihten ilim aldı, onlardanashabtn ihtilaflarını, fetvalarını
yargılarını, Hz. Peygamber'in Hadisleriyle birlikte öğrendi. İmam Mâlik'in
hayatını, büyük bir dikkatle ve araştırma ile incelemiş bir yazar sıfatıyla
çekinmeden diyebiliriz ki, onun içinde yetişip büyüdüğü, fıkhını kurduğu,
esasını tesbit ettiği bu mesleğin ilmi, Hz. Peygamber Aleyhisselam'ın
Hadisleriyle sahabe kavillerine ve fetvalarına dayanır, onun metodunun kaynağı
onlardır. Onun için onun istinbat usulünde sahabe fetvalarının büyük yeri
vardır, onları alır, onların dışına çıkmazdı. Medine ehlinin amelini aldı, Çünkü
sahabe oradaydılar, onların yatağı orasıydı. Mısırdaki Leys b. Sa'd'a yazdığı
risalesinin başında
şöyle
der:
«Allah
seni rahmetinde daim kılsın, bilesin ki, bana gelen haberlere göre sen, bizim
bu memleketteki (yani Medine) halkın amel ettiği şeylere aykırı olarak insanlara
türlü fetvalar veriyormuşsun! Sen emânet ve fazilet sahibisin. Memleketinde
mevki sahibisin, oradakiler sana muhtaçtır, senin söylediklerine itimad
ederler, kendilerini tehlikeli işlere atma. Seni kurtuluşa götürecek şeylere
tâbi olmalısın. Allah kitabında şöyle buyurmuştur;« Muhacirlerle Ensar'dan
birinci dereceyi kaZanan-
far...»
Yine Allah Teâlâ buyurur: «O halde sözü dinleyip en güzeline uyan kullarımı
mücdeie...» İnsanlar Medine halkına tabidirler. Çünkü hicret oraya yapılmış,
Kur'an orada inmiş, haram ve helâl orada bildirilmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber
onların arasında yaşadı. Onlar vahye, Kur'an'ın inişine şahid oldular.
Peygamber onlara emir veriyor, onlar da ona itaat ediyorlardı. Yüce Mevlâ onun
vefatını dileyerek kendi nezdine davet edinceye kadar o, onlara sünnetlerini
anlattı, onlar da ona uydu. Allah'ın salât ve selâmı, rahmet ve berekâtı ona
olsun.»
«Peygamberden
sonra»ümmeti arasında insanların ona tâbi olanlarından işbaşına geçenler yeni
olaylarla karşılaştılar. Bunlar bildiklerini yerine getirmişler, tatbik
etmişlerdir, bilmediklerini de sormuşlar, yaptıkları ictihadlarda ve ilk
zamanlarda kuvvetli bulduklarını almışlardır. Eğer birisi onlara muhalefet
ederek daha kuvvetli ve daha üstün birşey söylemişse, kendi görüşlerini bırakıp
onunla amel etmişlerdir.» (Mektubun tamamı 1. kısmın 102'nci bendindedir.) Bu
açık sözlerden görüyorsun ki, sahabe kavillerini almak lâzımdır. Onların
kavillerinden başka türlüsünü söyleyen veya onların fetvalarından daha
kuvvetlisi vardır, diyenlerin sözlerini terkederdi. Ve bu sözlerinde onların
kavillerini almağa onu sevk eden sebebi açıkça söylüyor ki, onların Muhacir ve
Ensar'dan ilk Müslüman olanlardır. Bu dine hizmetleri vardır. Allah Teâfa,
onlara uyanları medih ve sena etmiştir. Hiç şüphe yok ki, onların kavillerini
almak, onlara tâbi olmaktır. Onları Kur'an öğmüştür, Hz. Peygamberin Asrı
Saadetinde yaşamışlardır, vahiy inerken hazır bulunmuşlardır. Peygamber onlara
buyurur, onlar itaat ederlerdi, buyruğuna uyarlardı. Sünneti beyan eder, onlar
ona tâbi olurlardı. Onlar bu dini en iyi bilenlerdir. Hz. Peygamberin sünnetini
en iyi tanıyanlardır, onların kavillerini almak, sünneti almaktır, ona uymaktır.
.
İmam
Mâlik'in görüşüne göre,sünnet Ashab-ı Kiram'ın kabullendikleri şeydir. Nasıl
ki, Ömer b. Abdülaziz sünneti yaymak, neşretmek istediği zaman sahabe
fetvalarını ve yargılarını toplamayı emretmiştir. O bu âdil halifenin bu sözünü
nakleder dururdu. Hz. Peygamber Aley-hisselam sünnetler vaz'etti, ondan sonra
emir sahipleri de bazı sünnetler vaz'ettiler. Onları almak Allah'ın kitabını
tasdiktir. Ona itaat tamamlamaktır, dini kuvvetlendirmektir. Kimsenin onları
bozmak ve değiştirmek yetkisi yoktur. Onlara muhalif Rey'in bir değeri olmaz.
Onların sünnetine uyan, hidayeti bulur. Onlardan yardımlanan yardım görür.
Onlara muhalefet edip mü'minlerin yolundan başka bir yol tutanı, Allah kendi
haline bırakır, onun varacağı yer cehennemdir. Orası ne kötü yerdir.[1]
Ömer
İbni Abdülaziz'in sözü, Mâlik'in çok hoşuna giderdi, onu tutardı Onu alıp ona
göre yol tutmak, sağlam sünnete uymaktır. O bunu tuttu Muyatta'da, Hz.
Peygamberin Hadisleri yanısıra sahabe fetvalarına da yer verdi. Hz.
Peygamberin Hadislerini toplayıp yazdığı gibi onların fetvalarını ve
yargılarını da topladı.
Muvatta'ı
okuyan kimse, onun rivayet ettiği sahabe kavillerini bulmakta hiç de güçlük
çekmez, Çünkü Muvatta'da topladıkları boldur. Sen muvatta'ın sahifelerini
karıştıracak olursan, gözün mutlaka bir sahabe fetvasına rastlar, mevzumuza
misâl bulursun, bunlardan bazıları şunlardır:
a) Veresiye ödünç verilen bir malın teslim yeri hakkında akid zamanında
başka bir yer şart edilirse ne olur? Muvatta'da şöyle diyor: Mâlik'e ulaşmıştır
ki, bir adam birisine ödünç yiyecek verdi, ancak başka bir yerde teslim
edilmesini şart koştu, Hz. Ömer bunu mekruh gördü, teslim başka yerde olunca
taşıma ücreti ne olacak?»dedi. Böylece Mâlik, Hz. Ömer'in bu fetvasına
dayanarak bu nevi şart koşmayı menetmiştir, Ömer'in kavlini beğenmiştir.[2]
b) Yine Muvatta'da veresiye veren kimse ileride kendisine daha iyisinin
ödenmesini şart koşmasına dair şöyle der: «Malik'e ulaştığına göre: Bir adam,
Abdullah İbni Ömer'e geldi ve: «Ey Ebû Abdurrahman, dedi. Ben adama ödünç
verdim, bana daha iyisini ödemesini şart koştun, Abdullah da: «O ribadır»-
dedi. Adam, «bana ne emredersin, ne yapayım» dedi. O da şöyle cevap verdi:
«Ödünç vermenin üç yönü vardır: Bir nevlnde Allah rızasını gözetirsin, onda
Kârin Allah'ın nzasını kazanmaktır, Bir nev'inde dostunu memnun etmek, onun
gönlünü hoşetmek istersin, bu da iyi. Bir nev'i de vardır ki, verdiğin maldan
daha iyisini almak istersin, gerçekte temiz malını vermiş, murdarını almış
olursun ki, işte bu da ribadır.» Adam öyleyse ben ne yapayım, dedi. O da,
yaptığın sözleşmeyi bozarsın, dedi, verdiğin malın mislini verirse, kabul
edersin, verdiğinden daha aşağısını verirse, alırsan, ecrini görürsün. Eğer
kendiliğinden daha iyisini verirse, bu sana bir teşekkürü demektir, mühlet
verip beklediğinin karşılığıdır.
İmam
Malik, bu görüşü aldı. Bir kimse ileride ödenmek üzere bir şey verir, daha
fazla veya daha iyisi ödenmesini şart koşarsa, bu batıl olur, ancak verdiğini
alır. En iyisi müddeti bekler, müddet bitince alır,
şart
batıldır.
c) Yine bu nev'iden bir misâl şudur. Hibe, kabz edilmeden önce ölüm veya
hastalık vukubûlursa batıl olur. Bunda Hz. Ebû Bekir'in ve Hz. Ömer'in
fetvalarını almıştır. Muvatta'da şöyle der: «Mâlik İbni Şi-habdan, o da Urve b.
Zübeyr'den, o da Hz. Peygamber Aleyhisselâm'ın zevcesi Aişe'den rivayet ediyor,
Hz. âişe demiştir ki, babası Hz. Ebû Bekir'in Medine'nin kenarında Aliye denen
yerdeki malından ona yirmi yük hurma hibe etmişti. Ölüm hastalığı halinde
Aişe'ye demiş ki: Ey kızcağızım en istediğim şey benden sonra senin varlıklı
olmandır, benden sonra senin yoksulluğun bana çok ağır gelen birşeydir. Ben
sana yirmi yük kadar hibe etmiştim,' eğer onları sana verip teslim etseydim,
onlar senin olurdu, fakat bugün onlar artık miraö malına dahil kalıyor, onlarda
erkek ve kız kardeşlerinin hakkı var, onları Allah'ın kitabına göre aranızda
taksim edin.»[3]
Muvatta'da
aynı yerde şu da var: Mâlik, İbni Şihab'dan, o Urve b. Zübeyr'den... Hz. Ömer
b. Hattab şöyle demiştir: Ne oluyor bu adam-lara da oğullarına hibe yapıp
duruyorlar, sonra da ellerinde tutuyorlar. Eğer onlardan birinin oğlu ölürse,
malım benim elimde, onu bir kimseye vermedim diyor. Eğer o kendisi ölür veya
ölümü yaklaşırsa, o zaman da: Onu oğluma vermiştim, diyor. Bir kimse hibe
yaparsa onu ayırıp, versin, ölmeden bunu yapsın, yoksa batıl olur. İmam Mâlik,
Hz. Ebû Bekir'in ve Hz. Ömer'den nakil olunan bu iki rivayeti almıştır.(Allah
cümlesinden razı olsun).
Görüldüğü
üzere İmarn Mâlik sahabe fetvalarını çok alırdı ve onları sünnetten sayardı.
Onları çok alması nedeniyle, ŞâtibVye göre, çağında sünnet imamı sayıldı.
Muvafakât'ta şöyle der: «İmam Mâlik ashaba bu derece önem verip onların
hidayetine uyanları, onların sünneti üzere olanları yüksek tutmağa, Allah Teâiâ
onu başkalarına da örnek kıldı. Mâlik'in çağında yaşayanlar, onun asarına tâbi
oldular, onun işlerine uydular. Bu da onun Allah'ın ve Resulünün öğdüğü
kimselere uyması bereketiyle olmuştur. Çünkü o ashabdan Allah razı olsun, onlar
da Allah'ın rızasını kazanmışlardır. Onlar Allah'ın taifesidir. Allah Teâlâ
söyle buyurur: «Bilmiş olun ki, Allah'ın taifesi, felah bulanlar ise işte
onlardır.»
.
İmam
Mâlik'in sahabe fetvalarına ve yargılarına bakışı böyledir. İmam Mâlik ve İmam
Ahmet (Allah onlardan razı olsun) sahabe fetvalarını almakta diğerlerinden çok
daha ileridirler. Onlara çok önem verirler, onlara sarılırlar, onları birer
kaide ittihaz ederler. Sahabe fetva ve kavillerini, diğerlerinde aradıkları
şartlan aramaksızın alıp kabul ederler. Halbuki başkalarında zayi, vasıf,
tutum, görüş ve saire ararlar. Görüşleri arasında ihtilaf bulunursa, o zaman
sayıca çok cemaate en yakın olanlar seçilir. Sahabe hakkındaki bu meselenin
aslında dört imam arasında ittifak vardır. Ancak fıkıhlarında bunun miktarı
biraz farklıdır. İmam Mâlik ve İmam Ahmet onlara çok itimad ederler. Hattâ
onları ictihadlarının bir rüknü sayarlar. Fıkıh çalışmalarında onların yolunu
tuttular. İmam-ı A'zam Ebû Hanife ve İmam Şafiî onlardan daha az aldılar, ancak
temayülleri birbirine yakın, gaye ve yönleri birdir.
Dört
mezheb imamlarının hepsi de sahabe kavillerini aldıkları halde, ulemadan yalnız
Hz. Ebû Bekir ile Hz. Osman'ın kavillerini alanlar, veya dört Hulefa-i
Râşidin'in kavillerini alıp diğerlerini almayanlar bulunmuştur. Bu mes'ele de
muhalif kalan bu grubun tutumu ne olursa olsun, Selef-i Sâlihin cümlesi,
tabiVnin selef ve halefleri, onlardan sonra gelenler ashabe muhalefetten
sakınmışlar, onlara muvafa-katen gayret göstermişlerdir. Bunu, imamlar
arasındaki ihtilaflı mes'ele-lerde çok canlı olarak görürsün. Her biri kendi
mezhebine göre hükmünü verir ve bu görüşünü takviye etmek için sahabeden o
reyde olanların kavlini gösterir. Bunu yapmasının sebebi, kendisini ve muhalefetin
ashaba olan hürmet ve itimadındandır. Onların görüşünü kuvvetli buluyorlar,
dinde onların yeri büyüktür.[4]
İmam
Mâlik başta olmak üzere dört mezheb imamları hepsi de 'sahabe kavillerini
almaktadırlar. Ve bazen verdikleri fetvaların sahabe ^fetvalarına dayandığını
da tasrih ederler. Biz,burada bir mes'eleye ! değinmek istiyoruz. Acaba İmam
Mâlik sahabe kavillerini bir hüccet ve î|delil, sünnetin bir kolu olarak mı
alıyordu? Zira sahabe kavli ya Pey-igamber'den bir nakildir ki, o şüphesiz
sünnettir, yahud da ictihad ve Rey'dir. Sahabenin Rey'le yaptıkları ictihad da
dine ve sahih sünnete en yakın olandır. Çünküonlar vahyin inişi zamanında
bulundular, onların jjkavli, sarih sünnet değilse de, sünnete mülhak değil
midir? Bu soruya cevap vermeden önce şunu belirtelim ki, Mâlik'in taie-; besi
olan Şafiî'ye göre, Ashab-ı Kiram bir mes'elede ittifak etmişlerse, ijcma'
olması itibariyle onu hüccet ve delil sayardı, onlara tabi olurdu. ; Eğer
ihtilaf etmişlerse o zaman sünnete en yakın olanı veya sahih \ kıyasa uygun
düşeni alırdı. Eğer yalnız bir kavil nakil olunduysa onlara !tâbi olarak
onu.alır, onların Reyleri, bizim için kendi Reylerimizden îidaha hayırlıdır,
derdi. Ancak sahabe kavillerini sünnetten olarak değil-de; onları takfid ederek
alırdı. Ve bazılarının Rey'lerini, diğerlerine tercih de ederdi, en salim yol
olarak bunu bulurdu. Ebû Hanİfe'ye gelince, Hanefi Mezhebi fukahası onun
görüşlerini iki türlü anlamışlardır: Ebû Sâid Berâzil'den Pezdevl usulünde
şöyle nakleder: Sahabeyi taklid etmek vacibdir, onunla kıyas terk olunur. Biz
üstadiarımızdan böyle işittik, böyle gördük.» Ona göre üstadları, ki Ebû i
Hanife de bunlara dahildir, Sahabeyi
taklid ediyorlar, onlara uyuyorlardı. Ebû Hanife'den nakil olunan sözler de bu
mânayı göstermektedir. Hanefî Mezhebinin tahric erbabından olan Kerhiye göreyse
sahabe kavlini almak, sünnet kabilinden sayılır.-Onun için kıyasla
anlaşilama-yacak hususlarda onlar alınır, meselâ namaz vakitleri gibi, nakle
bağlı şeyler bunlardandır. Bu konuda sahabenin kavli nakil olarak alınır. Rey
olarak değil. Bu bakımdan sahabe kavlini almak mücerred onu taklid için değil,
belki sünnet olarak almaktır.[5]
Mâlik'i
usul kitaplarına ve Muvatta'e müracaattan anlıyoruz ki, İmam Mâlik de Ahmed b.
Hanbel gibi sahabe kavillerini, fıkhın kaynağı ve delil olarak alıyor ve onu
Hz. Peygamber'in sünnetinin bir şubesi sayıyordu. Ona göre sahabe kavillerini
iyi bilen, sünneti de İyi bilir ona karşı çıkan bid'atcıdır. İbni Kayyım Cevzl,
sahabe kavlinin sünnetten olduğu İ'İâmül-MuvakkuVde şöyle açıklar:
Sahabi
bir kavli söyledi rriC, veya bir hüküm ve fetva verdi mi, ona mahsus olup onun
bizden ayrı bildiği bir yönü vardır, bizim ona katıldığımız, anladığımız
yerler de vardır. Ona mahsus olan yönü, Hz. Peygamber Aleyhisselam'dan
doğrudan onyn lisanından işitmiş, veya diğer bir sahabi vasıtasıyla duymuş
olabilir. Onların bilip de bizim bilmediğimiz şeyler çoktur. Onlar Hz.
Peygamber'den her duyduklarını rivayet etmiş değildirler. Hz. Ebû Bekir'in, Hz.
Ömer'in ve diğer ulu sahabilerin duyduklarına göre, rivayet ettikleri nerede?
Ebû Bekir Sıd-dik'tan 100 Hadis bile rivayet olunamıyor. Halbuki o daima Hz.
Peygamber'in yanındaydı. Ondan hiç ayrılmazdı. Peygamberlik gelmezden önce
bile onunla arkadaşlık yapardı. Bisetinden önce ve sonra irtihalle-rine kadar
hep beraberdi. Hz. Peygamber'in yaptıklarını, onun efgalini, ahvalini,
slretini, ümmet İçinde en iyi bilen o dur. Diğer sahabe ululan da öyle. Hz.
Peygamberden işitip duyduklarına, gördüklerine göre, rivayet ettikleri gayet
azdır. Eğer her duyduklarını ve gördüklerini rivayet etselerdi, onların
rivayetleri Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiklerinden kat kat fazla olurdu. Çünkü
o, Hz. Peygamber'in sohbetinde ancak dört yıl kadar bulundu, halbuki rivayet
ettikleri çok. Birisi çıkar da : £§er o sahabilerin indinde de birşey olsaydı,
rivayet ederlerdi, diyecek olursa, bu söz, ashabın slretini, ahlâk ve ahvalini
bilmeyenin sözüdür. Çünkü onlar, Hz. Peygamberden rivayetin çok büyük ve
mes'uliyetli birşey olduğunu biliyorlar, bundan eskiniyorlardı. Ziyâde ve
noksan yapmak endişesiyle az rivayet ediyorlardı. Ancak Hz. Peygamber'den de.-,
fa'larca duydukları bir şeyi rivayet ediyorlar ve işittik de
demiyoriasii-Çünkü: Peygamber dedi. Demek kolay birşey değildir. Peygamber
dedi,derken bazı ashabı bir titreme alırdı.
Ashabdan
birinin vermiş olduğu bir fetva ve hüküm altı şeyden
birine
dayanır:
1- Onu Hz. Peygamberden duymuştur.
2- Onu, Peygamber Aleyhisselam'dan
işiten birinden duymuştur.
3- Onu bir ayetten anlamıştır. Biz
anlayamıyoruz.
4- Onlar o mes'ete hakkında
ittifak etmişlerdir. Fakat bize ittifak nakil olunmamış, ancak fetvayı verenin
kavli nakil olunmuştur.
5 - O sahabi, dili ve kelimenin delâletini çok iyi bildiğinden, biz anlayamadığımız
halde, o güze! anlamıştır, zira sözün söylenişini, karinelerini iyi bilir. Hz.
Peygamber'in yanında uzun süre bulunmanın verdiği bereketle, onun ef'alini,
ahvalini, sîretini, maksadını bilmesi, sözlerini dinlemesi, vahyin inişini,
bilfiil onun nasıl te'vil yaptığını görmenin verdiği feyizle bizim
anlayamadığımız şekilde anlamıştır. Bu beş noktaya göre onun kavli bize
delildir, ona tâbi olmak vâcibdir.
6- Birde beşer olması hasabiyle Hz. Peygamber'in murad etmediği şekilde
anlamış, anlayışta yanılmış, olabilir.[6]
Bu
altıncı ihtimal, farazi bir ihtimaldir, vukuu uzaktır. Özellikle İslâm dininin
nesillere nakleden büyük sahabilerden bu beklenmez...
İbni
Kayyım'ın bu sözleri, İmam Mâlik'in sahabe kavillerini delil olarak almasının
güzel bir açıklamasıdır. O, bu kavilleri sünnet olarak alıyor, mücerred takid
ve tâbi olmak değil. Bu iki görüş arasında önemli fark vardır. Mâliki fıkhını usulünün
iktizasına göre yöneltmek için buna tenbih etmek gereklidir. Zira: Sahabe
kavilleri sünnet olarak kabul, olunursa, tearuz halinde haber-i vahidlerle aynı
yere konur, Muhtelif tercih sebeplerine göre biri diğerine tercih olunur. Yok,
Şafiî ve Ebû Hanife'nin yaptıkları gibi mücerred takltd ve İttiba' etmek için
alınırsa, o takdirde, ancak Hadis olmadığı zaman delil olarak kabul olunur.
Birinci
görüş İmam Mâlik'in mesleğidir. Talebesi Şafii ile aralarındaki ihtilafın
sebebi budur. Şafiî kitabında buna Mâlikle ihtilâf, namını vermiştir. Orada
açıkça dediğine göre, bazı mes'elelerde Mâlik Haber-i vahidi bırakıyor, sahabe
kavlini alıyor. Şafiî buna muhaliftir. Hocasını tenkid eder. El-Um kitabında
Mâlik ile ihtilâf, bahsinde şöyle diyor.
a) Hac aylarında umre yapmak, Mâlik'e göre bu mekruhtur, bu konuda Hz.
Ömer b. Hattab'ın kavlini alıyor, Sa'd b. Ebl Vakkas'ın Hz. Peygamber'den
rivayet ettiği Hadisi almıyor: Kitapta şöyle yazıyor: Şafiî'ye hac mevsiminde
umreyi sordum. İyidir, mekruh değildir, dedi. Bu konuda delilin nedir? dedim.
Birkaç yönden sabit olan Hadisler, İdedİ. Onların bazısını Mâlik bize rivayet
eder: Mâlik İbni Şihab'dan , o Muhammed Abdullah b. Haris Nevfel'den, o diyor
ki, Muâviye b. Ebû jSüfyan'ın hac ettiği yıl, Sa'd b. Ebî Vakkas'la Dahhâk b.
Kays'ı dinlendim, onlar hac zamanı umre yapmayı müzakere ediyorlardı. Dahhak:
Bunu
Allah'ın emrini bilmeyen yapar, dedi. Sa'd: Ey kardeş oğlu, çok kötü söyledin
dedi. Dahhak da: Hz. Ömer bunu nehyetti, dedi. Sa'da : Bunu Hz. Peygamber
yaptı, onunla beraber bizde yaptık, dedi. Bunu üzerine Şafiî'ye: Mâlik, ben
Dahhak'ın kavlini Sa'd'ın kavlinden daha çok beğenirim, Ömer Hz. Peygamberi,
Sa'd'dan daha iyi bilir, dedi.»[7]
Bundan
da görüyoruz ki, Mâlik Ömer'in kavlini tercih etti, Sa'd'ın Hadisini reddetti
ve Ömer, Hz. Peygamberi Sa'd'dan daha iyi bilir, dedi. O Hz. Ömer'in sözüne,
sünnet olarak itimad etti. Ona diğer bir Hadis tearuz edince, birini tercih
etmek yolu açık, o da Hz. Ömer'in kavlini tercih edip aldı.
b) İhrama giren kimse kan aldıramaz, ancak zaruret hali müstesna, bu
konuda da Hz. Ömer'in kavlini alıyor. Yine Üm şöyle der: «Şafiî'ye ihramda iken
kan aldırmayı sordum, kan aldırır, ancak traş olamaz, zaruret yokken de kan
aldırır, dedi. Delil nedir? dedim. Şöyle dedi: Mâlik, Yahya b. Saîd'den, o
Süleyman b. Yesar'dan bize haber verdi ki, Hz. Peygamber ihramda iken kan
aldırdı. Bunun üzerine, Şafiî'ye: Biz zaruret olmadıkça ihramlı kimse kan
aldıramaz, diyoruz. Mâlik de böyle dedi, dedim.[8] Görüldüğü
üzere o, bu konuda İbni Ömer'in kavlini, Hz. Peygamber'den bir rivayet olarak
alıyor, diğer rivayeti bırakıyor, fakat her ikisini de rivayet ediyor. Biriyle
ameli terketmesi bilerek ve bir fıkıh mesleği gereğidir, yoksa rivayet ve Hadis
bilgisizliğinden değil.
c) Yine bu nevi' mes'etelerden biri de hacda ihramlı kimsenin koku
sürünmesidir. Mâlik muttasıl bir senedle rivayet eder ki, Hz. Peygamber koku
sürünürdü. Fakat bu haberi rivayet eden Mâlik, bunun mekruh olduğuna da fetva
vermiştir. Bunu da Hz. Ömer'in ihramdan çıkmadan ön'ce koku sürünmekten nehyetmesinden
almıştır. Çünkü Ömer'i, Hz. Peygamberden en doğru rivayet eden kişi olarak
kabul etmektedir.[9]
Sahabe
kavlini sünnetten sayma kaidesine göre: Sahabe kavli bazı haberlerle tearuz
edince, Mâlik onları birbiriyle mukayese eder, ölçüsüne göre tercih yapar,
sahabe kavlini habere takdim ettiği olurdu. Rey veya Medine halkının ameli,
halkın örfi, şer'in umumi bir kaidesi, sahabe kavlini tercihi gerektirirse onu
alırdı; fakat bu halele Hz. Peygamberin sünnetini terkediyor demek değildir.
Çükü bu konuda sünnetten iki rivayet var demektir. Bunlar birbirine muhalif, o
ikisini belli ölçüde mukayese yaptı, birini kabule şayan buldu, diğerini
reddetti* Bu sahabe kavüyle, Peygamber'in kavlini reddediyor demek değildir.
Belki Pey-gamber'den gefen haberi, daha sağlam bir haberle red ediyor sayılır.
Talebesi İmam Şafii ona bu hususta muhalif kaldı. Ve şöyle dedi: O aslı
füru'lffred ediyor,, kuvvetli olanı zayıf olanla red ediyor. Fakat Mâliki
fıkhıyla bağdaşan zâhfre göre Mâlik, sahabe kavlini bir Rey itibar ederek
Peygamber Aleyhisselâm'ın haberine takdim ediyor değil. Allah esirgesin, bu
hicret yurdu imamının, hadis üstadının mesleği olamaz. Doğrusu bizim yukarıda
belirttiğimiz üzere, ona göre sahabe kavli, Hz. Peygamberden alınmadır. Onun
eseri sayılır. Ondan sadık bir nakildir. Onunla Peygamberden gelen haber
arasında bir mukayese yapılınca, Hz. Peygamberden gelen İki haber arasında
mukayese demektir. Çünkü sahabe kavli olan bu haber, uzun müddet onun sohbetinde
bulunan bir sahabiden alınmıştır.
[1] İbni Kayyım, hâmül-Muvakkİîn, C. IV. S. 132, Şâtıbi,
Muvafakat, C. IV, 42.
[2] Mâlik, Muvatta1, C. III, S. 147.
[3] Mâlik, Muvatta', C. İH, S. 217.
[4] Şâttbı, Muvafakat, C. IV, S. 41
[5] Yazarın Ebû Hanife adlı kitabına bak. Bu eser
tarafımdan tercüme olunmuş ve basıimışür.
[6] lbni Kayyım, İ'lâmül-Muvakkiîn C. IV, S. 128.
[7] Şafiî, El-Um, Mâlik'le İhtilâf, C. VII, S. 198.
[8] Aynı Kaynak, S. 196.
[9] Şafiî, El-Um. C. Vtl, S. 200.