248- Şafii Mezhebinin Yayıldığı Yerler Ve Mühim Merkezleri:
249- Şafiî Mezhebinin Mısır'da Yerleşmesi:
251- Şafiî Mezhebinin Suriye'ye Girmesi Ve Evzai Mezhebinin Yerîni
Alması:
252- Şafiîliğin Irak'da Yayılması Ve Hanefîliğe Rekabet Etmesi:
253- Şafiî Mezhebinin İran'da Yayılması:
254- Bu Mezhebin Horasan, Sicistan, Türkistan'a Girmesi, Yer Yer Şîa Ve
Hanefîlikle Rekabeti:
255- Bu Ülkelerde Mezheb Taassubu Gösterenler Ve Bu Yüzden Çıkan Bâzı
Kavgalar:
256- Endülüs'de Ve Mağrîb Ülkelerinde Şafiilik Tanınmamıştır:
lbn-i Haldun
Mukaddime'sinde der ki: Şafiî mezhebinde olanlar Mısır'da, basta yerlerden
daha çoktur. Bu mezheb Irak'da, Horasan'da, Mâ-verâünnehir'de yayılmıştır.
Bütün İslâm merkezlerinde fetva ve tedris işlerinde Hanelilerle yanyana yer
almışlardır. Aralarında münazara meclisleri çoğalmış, hılâfiyyât kitablan her
iki tarafın delilleriyle dolmuştur. Sonra Şarkın sönmesiyle bunların hepsi de
sönüp gitti. îmam Muhammed b. îdris Şafiî Mısır'a gelip Benî Hakem yurduna
yerleşince, Abdu'1-Ha-kem oğulları Eşheb îbn-i Kasım, îbn-i Mevâz ve başkaları,
sonra Haris b. Miskin ve oğulları ondan ilim aldılar. Şafiî fıkhı Mısır'da
gelişti. Sonra Râfızîlerden Fatımî Devletinin ortaya çıkmasiyle Mısır'da Ehl-i
Sünnet fıkhı inkıraz buldu, onun yerini Ehl-i Beyt fıkhı aldı. Eyüp Oğlu Yûsuf
Salâhaddin Eyyûbî'nin eliyle Mısır'da Kölemen Devleti yıkıhncaya kadar durum
böyle gitti. Salâhaddin Eyyûbî Mısır'ı alınca Şafiî fıkhı yine canlandı,
Suriye'den ve Irak'tan Şafiî erbabı Mısır'a döndüler. Mısır'da bu mezhebe
rağbet azalmışken bu defa tekrar kuvvetlenip en güzel bir duruma geldi. Ünlü
bilginler yetişti. Suriye'de Eyyûbî Devletinin sayesinde Muhiddin Nevevî gibi
meşhur bir âlim yetişti. îzzeddin b. Abdü'3-Selâm da böyledir. Mısır'da
İbnü'r-Rıf'a, Takıyyüddin îbn-i Dakîku'1-îyd, bu ikisinden sonra da Takıyyüddin
Sübkî yetişti. Böylece Şafiî fıkhı bu çağda Mısır'da Şeyhü'l-Islâm olan
Sirâcüddin Bulkînî'ye kadar gelmiştir. Bugün Mısır'da Şafiî ulemâsının en
büyüğü odur. Belki de bu çağdaki bütün ulemânın en büyüğüdür."[1]
Şafiî mezhebi ve onun
yayılışı hakkında lbn-i Haldun'un sözleri bunlardır. Şafiî mezhebinin Mısır'da
başladığını, sonra İslâm ülkelerinin doğu kesimlerinde Hanefî mezhebine ve
diğer mezheblere galebe çaldığını, daha sonra da doğduğu yer olan Mısır'a
döndüğünü söylüyor. Bu kısaca bir özet olup biraz açıklamağa ihtiyaç vardır. [2]
İmam Şafiî Mekke'de
ictihadda bulundu. Irak ulemâsı onun mezhebini öğrendiler. Fakat o çağda
ulemâ, derslerinde mezhebci bir yol tutmuş değildiler. Her âlim, karşılaştığı
mes'ele hakkında hür olarak icti-had eder, bâzan başkasımn incelemelerinden de
faydalanır, böylece kendisi için bir çığır açardı; faydalandığı kimsenin
yoluyla ve görüşüyle hiç bağlanmak sızın kendi görüşünü açıklardı. Bir âlim,
başka bir âlimi tak-lid etmezdi; ancak avam, bir mes'ele sordukları zaman o
âlimi taklid ederdi. Bundan dolayı Şafiî'nin ictihad etmesiyle veya halkının
Şafiîliği Öğrenmesiyle Mekke ve Irak gibi ülkeler Şafiîliği kabul edivermiş
olmadı,
Müctehidler veya
onlardan bâzıları imamlardan birinin ictihaddaki yolunu ihtiyar edip böylece
taklid yeli esmeğe başlayınca, sonraları da her bölgenin halkı bir imâmı taklid
edip onun mezhebini kabul edince, Şafiî mezhebi Mısır'da yerleşti ve kökleşti;
halk o mezhebin yolunu tuttular. Çünkü halk Mısır'da yayılmış olan Mâlikî mezhebiyle
Mısır'da tanınan Hanefî mezhebini bir yana bırakıp Şafiî mezhebini öğrenmeğe
koyuldular. Böylece Mısır Şafiî mezhebinin doğup büyüdüğü bir yer ordu.
Ibn-i Sübkî,
Tabakât'ında Şafiî mezhebiyle ilgili olarak Mısır ve Suriye hakkında şöyle
der: "Bu iki bölge, Şafiîliğin merkezidir. Şafiî mezhebi kurulalıberi, bu
ülkelerde kadılık ve hatiblik Şafiî ulemâsının elindedir, başkasına
vermezler."
Şafiî mezhebi,
Mısır'da yerleştikten sonra yayılmağa bağladı, Irak'-da meydana çıktı,
Bağdad'da mezhebin tabi'leri çoğaldı. Horasan, Turan. Suriye, Yemen gibi birçok
ülkelere yayıldı. Mâverâünnehir'e, iran'a, Hicaz'a ve Hindistan'ın bâzı
yerlerine girdi. Hicretin 300 yılından sonra Kuzey Afrika'nın bâzı kesimlerine
ve Endülüs'e kadar uzanıp sokuldu.[3] [4]
Şafiî mezhebinin
yayılmış olduğu bu ülkelerden her birindeki durumundan kısaca bahsedelim:
Şafiî mezhebinin ilk yurdu Mısır olup burada Mâlik! ve Hanefî mezheblerine
üstün gelerek orada dâima çoğunluk hâlinde durmuş, Fatımî Devletinin Mısır'ı
almasına kadar hâkim mezheb olmuştur. Fâtımîler Mısır'a girince Şafiîlikle
ameli ortadan kaldırmışlar, Şîanın îmâmiyye mezhebine göre amel etmeği kabul
ettirmişlerdir. Nihayet Eyûb Oğlu Yûsuf Salâhaddin Eyyûbî, Fâtımîlerin
saltanatına son vererek Şîa mezhebiyle ameli yasak edip Ehl-i Sünnet
mezheblerini tekrar diriltmiştir. Bu arada Şafiî mezhebine en büyük önemi ve
yeri vermiştir.
Çünkü gerek Salâhaddin
ve gerekse ondan sonra gelen Eyyûbî hükümdarları Şafiîliği tutmuşlardır, hepsi
Şafiî idiler. Yalnız Suriye'de hükümdarlık yapan îsâ b. Âdil Ebû Bekir, Hanefî
mezhebini kabul etti. Bu aile içinde ona gelinceye kadar Hanefî olan yoktu.
Ondan sonra çocukları onun izinden gittiler. Hanefî mezhebine candan bağh olan
bu hükümdarı, Hanefîler, Hanefiyye fukahâsından sayarlar.
Eyyûbîler Devletinin
yerini Kölemenler Devleti alınca, Şafiî mezhebinin i'tibarı asla azalmadı.
Çünkü bu Devletin hükümdarları da Şafiî idiler. Ancak Baybars'tan önce gelen
Seyfeddin Kutuz Hanefî mezhebinde idi. Fakat hükümdarlığı kısa sürdüğünden
devletin resmî mezhebinde onun bir te'siri olmadı. Hattâ Celâleddin Süyûtî,
Hüsnü'1-Muhâdara'da bu hükümdarların içinde Şafiî olmayan yoktur, diyor.
Eskiden olduğu gibi bu
devlette de mahkemelerde kaza ve hüküm, Şafiî mezhebi üzere idi. Fakat Sultan
Zahir Baybars, Ehl-i Sünnetin dört mezhebinden birer kadı bulunmak üzere
kadıların dört olması düşüncesini ileri attı. Her kadı kendi mezhebinin
îcablarına göre hüküm verecektir. Böylece Kahire'de ve Fustat'da her mezhebin
bir kadısı oldu. Nâible-ri bunlar tâyin ediyorlar, şahitleri bunlar
gösteriyorlardı. Fakat dört mezhebin arasından Şafiî mezhebine daha üstün bir
yer verdi. Bütün memlekete nâibleri tâyin etme hakkı yalmz ona aitti. Nasıl ki
yetim mallarına ve evkafa nezaret edip onları idare işi de Şâfiîlere
verilmişti. Böylelikle devlette Şâfiîler ibrinci derecede geliyordu, onun
ardından Mâli-kîler, sonra Hanefîler, sonra Hanbelîler gelmekte idi. Ancak
Subhu'1-A'şâ'-mn kaydettiğine göre, îbn-i Batûta, Melik Nâsir'ın hükümdarlığı
sırasında Hanefîlerin, Mâlikîlerden ileri tutulduğunu söylüyor. Fakat
Hanefîler-den Burhaneddin b. Abdulhak kadı olunca, Melik Nâsır'a, eski âdet üzere
Mâlikî Kadısının onun üst tarafına oturmasını işaret ettiler ve böyle yapıldı.
Çerkeş Kölemenleri zamanında durum hep böyle eskisi gibi devam etti. Nihayet
Osmanlı Türkleri Mısır'ı aldılar. O zaman dört mezhebe göre kadılıklar ve Şâf
iîlerin hâiz oldukları yüksek mevki' ortadan kalktı. Kadılık, Devletin resmî
mezhebi olan Hanefîliğe hasredildi. Ve bugüne kadar hal böyle devam etmiştir.
Ancak Ahvâl-i Şahsiye Kanununda, vakıf, mîras ve vasiyet nizamlarında diğer mezheblerden
de hükümler alınmıştır. Zaten Mısır'da da şer'î mahkemelerde îslâm şeriatı
üzere ancak bu dâvalara bakılır. (Diğer hususlar nizamî mahkemelerde medenî
kanunlara göredir.)
Türklerin Mısır'ı
fethiyle Şafiî mezhebi resmî mezheb olmak vasfını kaybettiyse de Mısır halkı
içinde en yaygın mezheb olarak yaşamıştır. Zîrâ Şafiîlik ve Mâlikîlik bu iki
mezheb Mısır halkının kalbine yerleşmiştir. Mısır köylerinde halk ibâdetlerini
bugüne kadar bu iki mezhebe göre yapagelmiştir. Mısır köylüsü ibâdetinde bu iki
mezhebe göre ameli seçmiştir. Mâlikîlik Mısır'ın Saîd semtinde, Şafiîlik de
deniz semtinde yâni Kahire'den aşağı kısımda daha çoktur. [5]
Suriye halkı, EVzâî
mezhebinde idi. Mısır'da kadılık yaptıktan sonra Şâfiîlerden Ebû Zür'a Muhammed
b. Osman Dımeşkî, Şam Kadısı olunca Şafiîlik burada yayıldı. îbn-i Sübkî
Tabakât'mda onun hakkında §Öyle diyor: "O, baş olmağa lâyık bir kişi idi.
Şafiî mezhebini Şam'a sokan odur, denir. Kendisinden Müzenî'nin Muhtasar'mı
okuyup belleyen herkese yüz dinar bahşiş verirmiş... 302 yılında Şam'da
öldü." Onun Şâfü mezhebini Şam'da yaymasını (denir) sözüyle ifade etmesi,
Sübkî'nin dikkatli ve ince bir tâbiridir. Çünkü bu mezheb, aralarındaki - komşuluk
dolayı-siyle Mısır'dan Suriye'ye herhalde geçmişti. Ulemâ, bu iki ülkede birinden
diğerine gelip giderdi. Fakat Ebû Zür'a, Suriye'de kadılık yapan ilk Şafiî
kadısıdır. Ondan önce Suriye Kadısı Evzâî mezhebinde idi. Ebû Zür'a kadı
olunca, nüfuzu sayesinde Şafiî mezhebinin, Evzâî mezhebinin yerini almasına
çalıştı. Gördüğün gibi, bahşişler vererek Şafiî mezhebini öğrenip bellemeğe
teşvik ederdi. Suriye'de bundan sonra dâima Şafiî kadıların bulunmasiyle,
Evzâî mezhebi inkıraza yüz tuttu, Şafiî mezhebi ise kuvvetlenip üstün geldi.
Ebû Zür'a'nın sağlığında Şafiî mezhebi henüz üstünlük sağlamamıştı. Hattâ
ondan sonra gelen kadılar zamanında da EVzâî mezhebi devam etti. Kadılık
vazifesi Evzâî mezhebinde olanlardan alınsa da, Suriye halkı arasında mezheb
i'tibarlı yerini muhafaza etti. Kaza işlerinde bulunmasalar da müftüler vardı.
Zehebî Târihi 347 yılı olaylarından bahsederken diyor ki: "Bu yılda Şam'da
Evzâî mezhebi müftüsü olan Ebû Hasan Ahmed b. Süleyman b. Hazlenı vefat etti.
Camide onun büyük bir ders halkası vardı. Bu zât, Evzâî mezhebinin son müftüsü
olduğu anlaşılıyor."
Bundan görülüyor ki,
Evzâî mezhebi Hicretin dördüncü yüzyılının yarısına kadar Suriye'de yaşamıştır.
Şafiîlik ona ancak o zaman galebe çalmıştır. [6]
Irak'da Hanefîlik
yayılmıştı. Abbasî Halîfeleri bu mezhebi tutmuşlardı. Harun Reşid, îmanı Ebû
Yûsuf'u (Allah ondan râza olsun) Bağ-dad'a Baskadı yaptıktan sonra kadılar
Hanefî mezhebinde olan fukahâ-dan tâyin olunmağa başlandı.
îbn-i Hazm diyor ki:
"îki mezheb başlangıçta riyaset ve lıükûnıet sayesinde yayılmıştır: Ebû
Hanîfe'nin mezhebi, Mâlik'in mezhebi. Zîrâ Hânın Reşid, îmam Ebû Yûsuf'u
Kadı'l-Kudâtlık makamına getirip baş-kadı yapınca Şarkın en uzak yerinden başlayarak
Afrika'nın en uzak vilâyetine kadar bütün kadılar onun tarafından tâyin
olunurdu. Mâliki mezhebi de bizde, Endülüs'te hükümet sayesinde yayıldı. Çünkü,
Yahya b. Yahya'nın sultan nezdinde i'tibân ve mevkii vardı, kaza işlerinde onun
sözü tutulurdu. Sultan, onunla müşavere yapmadan Endülüs'e hiçbir kadı tâyin
etmezdi. O da ancak kendi adamlarını seçer, Mâliki mezhebinde olanları
gösterirdi. İnsanlar dünyalığa çokça düşkündürler. Emellerine kavuşmak için
umduklarına götüren şeye sarılırlar. Şu da var ki, Yahya kendisi asla kadılık
kabul etmedi. Bu da onların katında onun büyüklüğünü arttırdı, onun
görüşlerini kabule daha çok vesîle oldu."
Doğduğu ve yaşadığı
yer olması dolayısiyle Irak Hanefiyye mezhebinin merkezi olduğu gibi Şafiî
mezhebi de burada yayıldı. Çünkü Şafiî'nin ilk talebeleri burada idi; Şafiî'nin
ashabından birçokları Irak'a göçüyordu. Zîrâ Bağdad İslâm âleminin merkezi,
Abbasî Halîfelerinin başkenti idi. Her mezhebden âlimler buraya geliyordu,
çeşitli görüş sahipleri burada toplanmıştı. Bunlar birbiriyle çarpıştığı gibi
Şafiî mezhebiyle Hanefî mezhebi de birbiriyle rekabet halinde idi. Hanefîler
ekseriyette olmakla beraber ondan sonra çoğunlukta Şafiîlik geliyordu. Bağdad
ahalisinin çoğu Hanefiyye mezhebine şiddetle taraftardı. Halîfe Kâdirbillâh,
Bağdad'a Şafiî bir kadı tâyin edince Bağdad ayağa kalktı. Halk ikiye ayrıldı.
Çoğunluğu teşkil eden bir kısım bu tâyini tasvib etmedi, azınlık halinde kalan
bir kısım da tâyini destekliyordu. Halîfe, fitnenin büyümesinden korktu ve çoğunluğu
hoşnud etmek için tâyin etmiş c'duğu Şâfü kadıyı azlederek yerine Hanefî bir
kadı tâyin etti. Böylece Hanefîliğe yine şeref, İ'zaz ve hürmeti iade edilmiş
oldu. Bu olay Hicretin dördüncü yüzyılında idi. (Şâfiîler Bağdad'da zaman
zaman Hanbelîlerle nizaa düşmüşlerdir. )
Ne de olsa, Şafiî
mezhebinin Bağdad'da bir yeri vardı, Şafiî ulemâsının kendilerine mahsûs bir
mevkii vardı. Riyaset makamına geçmekten uzak kaldılarsa da ilim bakımından
yükseldiler. Kadılık başkalarında ise de onlardan da halîfelerin saygı
gösterdiği nice âlimler yetişti. [7]
Şafiî mezhebi İran'a
da girdi. îbn-i Sübkî, o zaman İran'da Şafiî mezhebinden ve Dâvud Zahirî
mezhebinden başka bir mezheb bulunmadığını söylüyor ve şöyle diyor: "Üstâd
Ebû Mansur dedi ki: İranlılar Şafiî veya Dâvud Zahirî njezhebi üzere idiler.
Çoğunluk Zâhiriyye mezhebinde idi. Fakat Zâhiriyye mezhebinin sonraları İran'da
inkıraz bulduğu anlaşılıyor. Şafiî mezhebine de Şîa mezhebi gâlib gelmiştir.
Bugün İran'ın resmî mezhebi İmâmiyyeden Ca'feriyye mezhebidir. Kaza bu mezhebe
göredir. [8]
Horasan, Sicistan,
Mâverâünnehir ülkelerine gelince: Buralarda Şafiî mezhebi tutunmuştu. Şâfiîler
buralarda, başta Hanefîler gelmek üzere diğer mezheb sahipleriyle münazaralar,
münakaşalar yaparlardı. Hattâ bâzan bu münakaşalar çetin ve gergin bir hal
alırdı. Şâfiîlerle Şîa kavga yapar, Haneklerle Hanbelîler birbirine girerdi.
Şafiî mezhebinin bu
ülkelerde yayılması için şartlar çok müsaiddi. Bir mezhebin yayılmasında esas,
mezhebin ulemâsı ve onların faaliyetidir. 365 yılında ölen Muhammed b. İsmail
Kaffâl-i Kabir Şâsî, Mâverâün-nehir ülkelerinde Şafiîliği yayan o olduğunu,
İbn-i Sübkî Tabakât'ında söylüyor.
Sahâvî, Hân
Bit-Tevbih'de şöyle diyor: "Merv ve Horasan'da Ahnıed b. Seyyâr'dan sonra
Şafiî mezhebini yayan Hafız Abdullah b. Muhammed b. îsâ Mervezî olmuştur. Buna
sebep de şudur: Ahmed b. Seyyar, Şafiî'nin kitablarmı Merv'e götürdü. Halk
bunları gok beğendi. Hafız Abdullah Mervezî bunlardan bâzısına baktı ve onları
istinsah etmek istedi. Fakat Ahmed b. Seyyar buna müsaade etmedi, imkân
vermedi. Bunun üzerine Hafız Abdullah çiftliğini satarak Mısır'a gitti. Orada
Rebî' ve diğer Şafiî mezhebi erbâbiyle görüşüp onlardan mezhebi öğrendi. Ahmed
b. Sey-yâr'ın sağlığında Merv'e döndü." Hafız Abdullah Hicretin 293 üncü
yılında öldü. Yine Sahâvî'nin beyanına göre 316 yılında ölen Ebû Avâne 'Yâ-kup
b. tshak Nİsâborî İsferâyînî, Şafiî mezhebini ve eserlerini Isferâyin beldesine
sokan zât olmuştur. Kendisi Rebî' Müzenî'den ders alanlardandır.
Böylece görüyoruz ki,
Şafiî mezhebini ülkelere yayanlar ulemâ olmuştur. Uzak-Şark ülkelerine mezhebi
ve kitablarmı yaymakla yetinmiyorlar, valileri, devlet adamlarını, sultanları
ikna' ederek mezhebi kabule davet ediyorlardı.
îbn-i Esîr,
El-KâmÜ'inde, 595 yılı olaylarını anlattığı sırada şunu da kaydeder: "Bu
yıl içinde Gazne Hükümdarı Gıyaseddin ve Horasan halkından bir kısmı
Kerrâmiyye[9]
mezhebini bırakarak Şafiî mezhebine girdiler. Buna sebep şu olmuştur:
Gıyaseddin yanında Fahr Mübarek Şah nâmiyle tanınan biri vardı. Farsça şiir
söylerdi, birçok ilimlerde derin bilgisi vardı. Gıyaseddin'in yanma Şafiî
fakîhi Vecıhüddin Ebû'1-Feth Muhammed b. Mahmud Mervezî'yi getirdi. Bu zât ona
Şafiî mezhebini îzah ederek anlattı, Kerrâmiyye mezhebinin de bozukluğunu beyan
etti. Bunun üzerine Gıyaseddin, Şafiî oldu. Şâfiîler için medreseler yaptı,
Gazne'de onlar için bir cami inşa etti. Onlara çok i'tibarda bulundu. Kerrânıîler,
Veciyüddin'e kızdılar,
ona ezâ ve cefaya çalıştılar, fakat Allah onlara müsaade vermedi. Şafiî
olmaları hakkında şöyle bir rivayet vardır: Gıyaseddin ve kardeşi Şahâbeddin
Horasan'a hâkim olunca, onlar: Halk bütün memlekette Kerrâmîlerden hoşlanmaz,
onları hakir görürler, bu mezhebi değiştirseniz iyi ve akıllıca bir hareket
olur, demişler. Onlar da bunun üzerine Şafiî olmuşlar."[10]
Şafiî mezhebi bu uzak
ülkelerde yayıldı. O girmezden önce buralarda başka mezhebler vardı. Bilindiği
üzere Horasan'da Kerrâmiye mezhebi yerleşmişti. Bunun inanç ve amelde kendine
göre bâzı görüşleri vardı. Buralarda Şîa, Hanefiyye mezhebleri de yaygındı,
Hanbelîler de vardı. Bu mezhebler arasında ihtilâflar olur, münazaralar
yapılırdı. Münazaralarda bâzan deliller hakkında iki taraf nizâa düşer, hattâ
fitne bile kopardı. Hamâh Yâkût, Mu'cemü'l-Büldan'da diyor ki: "Rey halkı
üç bölüğe ayrılmıştı:
1- Şîa,
bunlar azınlıktılar,
2- Hanefîler,
bunlar ekseriyettedirler,
3- Şâfiîler,
bunlar da oldukça çokturlar. Sünnîlerle Şiîler arasında mezheb taassubu
yüzünden kavga çıktı. Hanefîler ve Şâfiîler onlara karşı birleştiler.
Aralarında savaşlar uzun zaman sürdü, sonunda Şîadan bilinir kimse kalmadı.
Bundan sonra Hanefîlerle Şâfiîler arasında mezheb taassubu yüzünden kavga
çıktı. Az oldukları halde Şâfiîler, Hanefîlere üstün geldiler, savaşı
kazandılar. Şiilerin, Hanefîlerin mahallerini harab ettiler. Rey'in en küçük
mahalleleri olan Şafiî mahalleleri kaldı. Şiflerden ve^HanefîIerden ancak
mezhebini gizleyenler kalabildi."[11]
Sonra Yâkût, Rey ile
Hemedân arasına düşen Sâva'dan söz ederek şöyle diyor: "Bura halkı Sünnî
olup Şafiî mezhebindedirler. Bunun yakınında Âve denen bir şehir olup ahalisi
Şîanın İmâmiyye mezhebindedirler. Sünnîlerle Şiîler arasında mezheb
tarafgirliği yüzünden kavga olurdu."
Böylece mezheb
adamları başkalarına galebe çalmağa çalışırlar, halktan yardım isterler,
hükümdarlar nezdindeki mevki'lerinden faydalanırlardı. Mezheb adamlarının
birçoğu zâhidlerden, birçoğu da tasavvuf ehlinden idi. Tasavvufun ise bu
ülkeler halkı arasında büyük i'tibârı vardır. Şâfiîler bu sayede üstün gele
gele Uzak-Şarkın birçok ülkelerinde diğer mezheblere gâlib geldiler, ancak çok
yerlerde sayıca çoğunluğu sağlayamamışlardır.
Makdisî,
Ahsenü'l-Takâsîm'de diyor ki: "Şafiî mezhebi Şark ülkelerinin birçok
bölgelerinde gâlib durumdadır, meselâ: Küretü'ş-Şâs, lylâk, Tus, Nesâ\ Âbyurd
vesâirede böyledir. Herat, Sicistan, Serahs, Nisâbor'-da da Şâfiîler
vardır." Bundan sonra Makdisî, Sicistan'da ve Serahs'da Şâfiîlerle
Hanefîler arasında, mezheb taassubu yüzünden fitneler koptuğunu, bunlarda
kanlar döküldüğünü, keza Deylenı diyarının çoğunda böyle fitneler
vuku'bulduğunu söylüyor[12]
Şafiî mezhebi, doğu
ülkelerinin en uzak yerlerinde böylece yayıldı. Daha önce (Mısır'da) Suriye'de,
Irak'da, Yemen'de, Hicaz'da yayılmıştı. Fakat Mağrib diyarında, Kuzey
Afrika'nın batı kesimlerinde ve Endülüs'te yayılamadı. Cezâir, Fas ve
Endülüs'te Şafiî olan yoktu. Ancak Fas ve Endülüs Hükümdarı olan Yûsuf b. Yâkub
b. Abdulmü'min bundan müstesnadır. Çünkü bu zât, baştan Zahiriye mezhebinden
görünse de son devrinde Şafiî mezhebini benimsemiş ve İbn-i Esîr'in
El-Kâmü'inde kaydettiği veçhile, memleketin bâzı yerlerine Şafiî kadılar tâyin
etmiştir.
Endülüs ve Mağrib
diyarında Mâliki mezhebi yayılıp yerleşmiş, olduğundan Şafiî mezhebi buralarda
yayılma şansı sağlayamadı. Makdisî, Ahsenü'l-Takâsîm'de diyor ki: Onun
zamanında Mağrib diyarının diğer yerlerinde Mısır hududuna kadar Şafiîlik
bilinmiyordu. Bir defa Makdisî birtakım kimselere Şafiî mezhebinden bahsetmiş
ve Şafiî'nin bir kavlini söylemiş. Bu Şafiî kimdir? demişler. Şark halkı Ebû
Hanîfe'yi, mağrib halkı da Mâlik'i imam tanımışlardır.
Yine Makdisî şöyle
diyor: "Mâliki mezhebindekilerin îmanı Şafiî'yi sevmediklerini gördüm.
Mâlik'ten ilim aldı, sonra ona muhalefet etti, diyorlar." Kayruvân halkı
hakkında da şöyle der: "Bura halkı içinde Ha-nefîlerden ve Mâlikîlerden
başka kimse yoktur, birbiriyle hayret edilecek kadar iyi geçinirler,
aralarında ne mezheb taraftarlığı var, ne de gürültü."
Bana öyle geliyor ki,
Şafiî mezhebini kabul eden Horasanlıların faaliyetleri ve bu ülkelerdeki bâzı
hükümdarların bu mezhebe girmeleri, ulemânın zâhid ve tasavvuf taraftarı
olmaları, hükümdarlara yakın olmakla beraber onlardan dünyalık nâmına bir şey
beklememeleri, halk arasında onlara büyük bir mevki' kazandırmıştır. Böylece
mezheb oralarda yayılmıştır. Mısır ve Irak'daki Şafiî ulemâsının ise Mağrib'de
zikre değer bir faaliyetleri olmamıştır. Mağrib ve Endülüs hükümdarları Mâlikî
mezhebinde idiler, ondan ayrılmamışlardır.
Şarkta Şîa, Hanefî ve
Şafiî ulemâsı arasında olan mezheb taraftarlığının da Şâfiîlerin faaliyet
göstermelerinde ve bulundukları ülkelerde mezheblerinin propagandasını
yapmalarında te'siri olmuştur. Mısır'da ise ne Şâfiîlerle Hanefîler arasında,
ne de bunlarla Mâlikîler arasında mezheb taassubu vardı, bu sebeple mezheb
propagandası faaliyeti de yoktu. Herkes taklid ettiği mezhebde serbestti, tabi'
olduğu imâma taassub göstermeden uyardı, ortada küskünlük ve birbirinin
boğazına sarılma diye bir şey yoktu. Şâfiîlerle başkaları arasında bâzan
münazaralar olmuşsa da bu, ulemâ arasında kalmış, halk arasına taşmamıştir ve
ilmî çerçeveyi de aşmamıştır. Her mezheb erbabı birbiriyle tatlı tatlı
geçinmiş, halk arasında asîâ fitne çıkmamıştır.
Allah dilediğinden
kabul eder, dilediğini doğru yola ulaştırır, ilk ve son emir O'nundur. O,
dilediğine kaadirdir.[13]
[1] lbn-i Haldun, Mukaddime,
[2] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları:
357.
[3] Bak. Abdulhay Leknevf,
Fevâidü'l-Behiyye.
[4] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları:
358.
[5] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları:
358-359.
[6] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları:
360.
[7] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 360-361.
[8] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 361.
[9] Kerrâmiye mezhebi, 255 yılında ölen Muhammed b. Kerâm Sicistânî'ye
nlsbet olunur. Bu bir akîde mezhebidir. Fıkıhta da başka mezheblere uymayan
bâzı mes'eleleri vardır. Meselâ: Onlarca, misafir olan kimse havf namazı
kılarken iki tekbir almak kâfidir, pis elbise ile namaz kılmak caizdir.
İbâdetler niyetsiz de caizdir. İslâm akidesi niyet yerine geçer ve yeter.
Öyle anlaşılıyor ki, Gıyaseddin Şafiî mezhebini kabul ettikten sonra
Kerrâmiye akidelerini bırakmış, Şâfiîler
arasında hâkim olan Eş'arî mezhebini almıştır.
[10] İbn-i Esir El-Kamil 595 yılı olayları.
Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 361-363.
[11] Yâkût Hamevî, Mu'cemü'l-Büldân.
[12] Makdlsî, AhsenU'l-Takâsîm. 364
Muhammed Ebu Zehra,
İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 363-364.
[13] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 364-365.