Zeyd'in
Zorlukları Göğüslemesi
ZEYD’İN
HALİFELİĞE TALİP OLMASI
18- Künyesi
Zeyd b. AH Zeynel Abidin b. Hüseyin b. AH b. Ebi Talib'dir. Baba tarafından en
büyük dedesi, İslam'ın süvarisi, ilim beldesinin kapısı, sahabenin baş kadısı,
Resulullah (sav)in amcasının oğlu ve Ensar-Muhacir kardeş edinmesi sırasında
Efendimizin kardeşi olan Ali b. Ebi Talib'dir. Anne tarafından dedesi,
Allah'ın elçisi ve nebilerin sonuncusu Muhammed b. Abdullah (sav)dır. Bu
nedenle o, hiçbir soyun yakınlık yansı yapamayacağı ve eğer insanlar soylanyla
övünecek olurlarsa hiçbir şerefin ona yaklaşamayacağı yüce bir soya sahiptir.
Fakat Muhammed (sav) Haşimoğullanna hitaben şöyle buyurmuştur: "Ey
Haşimoğullan! İnsanlar benim huzuruma amellerle gelemiyorlar da siz
soylarınızla gelesiniz olur mu?"
Dolayısıyle Nebi'ye
dayalı temiz sülale, bu tertemiz ve salih ameUi soya bitişmektedir. İşte
onların nuru salih amel sayesinde önlerinde ilerlemektedir.
Zeyd (ra) Hicri 80
senesinde doğdu.[1] Alimler onun doğum
tarihini belirtmemekle beraber, H. 122 yılında Hakkı savunmak için savaş
meydanında şehid olmasıyla ilgili rivayetler intikal etmiştir. Tarihçiler
katledilme gününde yaşının kırk ikiyi aşmadığı üzerinde fikir birliğine
varmışlardır. Bu nedenle onun şehadeti hayatın baharında bir genç durumundayken
vukubulmuştur. İmam (ra)in katledilişi konusundaki tartışmalar esnasında
açıklayacağımız gibi hak davası aşkı onu zulme karşı ayaklanmaya sevketmişıir.
Annesi. Muhtar
es-Sakafi'nin babasına hediye olarak verdiği Sind'li bir cariye idi. Hintliler
derin düşünceli ve uzak görüşlü, zahidliği seven kişilerdir. Bu nedenle İmam
Zeyd'de yüce bir soy, ilim ve isabetli düşünce mevcuttur ve Ali b. Ebi Talib'in
zekası Hindimin derin düşünce sistemiyle bir araya gelmiştir. [2]
19- Annesiyle
ilgili yeterli bir tanıtım yapamamakla birlikte, babasıyla ilgili yaklaşık bir
tanıtma yapabilmekteyiz. Babası Ali Zeynel Abidin b. Hüseyin (ra.)dır. Hz. Hüseyin
(r.a.)in oğullarından hayatta kalan tek erkek oğuldur. Nitekim onun kardeşi
tertemiz Fatimatü'z-Zehra'nm oğlu İmam Hüseyin'e karşı Yezid ve çapulcularının
başlattığı günah dolu savaş alanında katledilmişti.
Ali Zeynel Abidin.
hasta olduğundan dolayı savaş alanında bulunmadı. O sırada yirmi üç veya biraz
fazla yaşlardaydı. Belki de Allah Sübhanehu ve Teala bu savaştan sonra Hz.
Hüseyin'in kendi sulbünden soyunun devam etmesi için onu bu günahkar kılıçlardan
geriye bıraktı. Nitekim Yczid'in işbirlikçileri onu öldürmeye yeltendi ama
Allah onların niyetlerini kursaklarında koydu. Nihayet Ehl-i Bey t konusunda
oluşturulan bu toplu kıyımdan sonra Ye/id'c gitti. Bazı kendini bilmezler
öldürmesi için Yezid'i tahrik ettiler. Fakat Allah onu kurtardı. Ebu Fida
farilimde bu olay şöyle geçer: "Bazı düşük karakterliler Yezid'e onu
öldürmesi için işaret verdiler. Fakat Allah, bu emeli engelledi. Bu olaydan
sonra Yezid ona ikramda bulunur. Meclislerine çağırır ve o olmadan hiç yemek
yemezdi. Sonra onları Medine'ye gönderdi. Ali Medine'de saygı ve ta'zimle
karşılanan bir insandı."
Ali'nin annesi
Kisra'nın çocuklarından olup İran esirleri arasındaydı. Zemahşeri
"Rebiul-Ebrar" adlı kitabında şöyle bahseder: "Yezdecerd'in
(Yezdigird b. Behriyar) Ömer b. Hattab zamanında esir edilen üç kızı yardı.
Birisi Abduiiah b. Ömer'in hanımıydı. Ona Salim adlı çocuğu doğurdu. Diğeri
Muhammcd b. Ebu Bekir Sıddık'm hanımıydı. O da Kasım adlı çocuğu dünyaya
getirdi. Bir diğeri de Hüseyin b. Ali'nin hanımıydı. O da Ali Zeynel Abidin'i
dünyaya getirdi."
Her üçü de saygıdeğer
ilim ve takvada makam sahibi alimlerden olmuşlardır.
Ali b. Hüseyin sürekli
üzüntülü ve çok ağlardı. Çünkü kavmi ve Ehl-i Beytinden olan sevgili dostları
öldükten sonra yaşıyordu. Bu konuda kendisine sorulduğunda (r.a.) şöyle dedi:
"Yakup Aleyhisselam Yusuf unun üzerine iki gözüne ak gelinceye değin ağladı.
öldüğünü kesin bilmediği halde. Ben ise Ehl-i Beytimden olan on küsur kişinin
bir t- ıün sabahında diri diri boğazlandığını gördüm. O halde söyle, onların
kederlerinin kalbimden silinmesini uygun görür müsün?"[3]
20-
Ailesinin toplu kıyımı sonrasında gönlüne saplanan hasretlikler üzerine her birinde
*eniş hayırlar bulunan aşağıdaki üç durum meydana gelmiştir:
Birincisi: Nefsinin
siyasi olaylara katılmaya hiç eğilim göstermemesi. Çünkü o, olaylar karşısında
ailesinin başına gelenleri görmüştü. Şu kadar var ki, zulmünden dolayı hiçbir
zalimi yeğlemedi. Ve heder edilen hak karşısında da gönlü rıza göstermedi. Fakat
o kendisini hayır ve iyilikle bulunmak, dini bilgileri edinmekle meşgul etti.
O, zalim hükümdarlar karşısında takiyye yöntemini benimsiyor ve dolayısıyle
şöyle diyordu: "Emr-i bi'1-maruf ve nehy-i anil münkeri terkeden kişi,
Allah Teala'mn kitabını arkaya atan kimse gibidir. Ancak o hükümdarlar
karşısında takiyye içinde olunmalıdır. Kendisine "Takiyye nedir?"
sorusu sorulunca, "înatkar, dediğini harfiyyen yapmak isteyenin saldın ve
baskı yapmasından korkmaktır" şeklinde karşılık verdi.
İkincisi: İlme, ders
okumaya ve hadiseleri uzaktan seyretmeye yönelmesidir. Çünkü o, kalbinin
gıdasını ve gönlünün şifa suyunu, devamlı üzüntüde, eksik olmayan sıkıntıları
avutmayı bu davranışta buluyordu.
Dolayısıyle hadis
araştırmaya yöneldi. Büyük zatları aradı ve onlardan ilim Öğrendi. İster
insanların gözünde makam sahibi olsun ister olmasın, kafalarında faydalanılacak
bir ilim olduğu müddetçe her şahıstan ilim öğreniyordu. Rivayet olunur ki. her
mescide girdiğinde Zeyd b. Eslcm'in ders halkasına oturmak amacıyla safları
yarar geçerdi. Hatta Nafi b. Cübeyr b. Mat'am el-Ktrşi onu azarlayarak şöyle
demiş: "Allah iyiliğini versin, sen insanların efendisi, ilim ehli, hem de
Kureyşli olarak Allah'ın mahluklarını yararak gidiyorsun, ta şu siyah kölenin
meclisine oturuyorsun." AH b. Hüseyin ona şu cevabı verdi: "Adam
yarar gördüğü her yerde oturur. İlim her nerede olsa alınır."
Rivayet olunur ki
kölelerden bir köle olan tabiinden Said b. Cübeyr ile buluşmak için koşuyordu.
Kendisine "onunla ne yapacaksın?" diye sorulduğunda: "Ona Allah
Teala nm bizi faydalandıracağı şeylerden sormak istiyorum; bunda küçültücü bir
durum yoksunların ona a tıp-tuttukları şeyler bize göre onda mevcut
değildir."
üçüncüsü: Üzüntü ve
sıkıntı kayasının ortasında rahmet pınarım kayııatmasıdir. Kalbi onunla
dolup-taşmıştır. İnsanlara karşı çok merhametli, cömert ve çok sehavetli i ı.
Birisine karşı sevgisi bulunup, onun da borcu olması halinde onu ödemediği
görülmemiştir, Birgün Muhammed b. Üsame b. Zeyd b. Harİse'yi ziyarete gider.
Onu ağlar halde bulunca neden ağladığını sorar.
- Borçlu
durumdayım.
'
- Ne kadar?
- Onbeş bin dinar!
Zeynel Abidin hemen:
- O borcu ben ü/erime
aldım. dedi.
Muhammcd b.İshak dedi
ki: "Medine'de yaşayıp geçinen insanlar vardı. Maişetlerinin nereden
(emin edildiğini ve kendilerine kimlerin yardımda bulunduğunu bilmiyorlardı.
Fakat Ali b. Hüseyin ölünce, bu maişeti kaybettiler. Hemen onun kendilerine maişetlerini
geceleyin getiren kimse olduğunu anladılar. Ölünce, omuzlarında dul ve yoksulların
evlerine yardım götürdüğü çantasını taşımanın izlerini müşahade ettiler."
Onun bütün sadakaları
geceleyin olurdu. Nitekim (ra.) şöyle söylerdi. "Geceleyin verilen
sadakalar. Rabbin gazabını söndürür. Hem kalbi, hem kabri aydınlatır. Kişinin
üzerinden kıyamet gününün karanlıklarını da kaldırır."
Zeynel Abidİn'in
merhameti sadece namaz kılan insanlara verilen bir bahşiş biçiminde değil,
aynı /amanda hoşgörüiülük ve affedicilik şeklindeydi. Yakınına ve uzağına,
kendisine zulüm ve kötülük yapanlara karşı toleranslı idi. Amcası oğlu Hasan b.
Hasan, onunla küskün olduğu halde hoşgörülü davranışına nail olmuştur: Küskün
olduğu günün akşamı amcası oğlunun evine gitmiş ve şöyle demişti: "Ey
amcamın oğlu. eğer ben doğru isem, Allah beni bağışlasın; yok eğer ben eğri
sözlü İsem. Allah senin günahlarını affetsin, Allah'ın selamı üzerine
olsun." Sonra geri döndü. Amcası oğlu hemen peşinden yetişerek onunla
barıştı.
Onun merhametliliği ve
hoşgörülüîüğü konusunda çok enteresan rivayetlerde bulunulmuştur. Bunlardan
birisi şudur: Bir cariye ibriği elinde tutuyor ve abdest alması için ona su
döküyordu. İbrik Zeynel Abidin'in yüzünün üzerine düştü ve onu yaraladı. Ayıplar
bir tarzda başını cariyeye doğru kaldırdı. Cariye ona şöyle dedi: Allah Teala
şöyle buyuruyor: "Ve öfkesini yutanlar..." Zeyneb Abidin:
- Öfkemi yuttum, dedi.
Cariye:
-".. Ve insanları
bağışlayanlar..."
- Allah seni bağışlasın.
- Allah muhsinleri de
sever. Bunun üzerine Zeynel Abidin:
- Allah aşkına sen
artık hürsün" diye cevap verdi.
21- O
(r.a.), Raşid imamları kötülcyenlerlc birlikte yürümezdi ve onun Ebu Bekir,
Ömer ve Osman fr.a.) hakkında hayırdan başka söz söylediği bilinmemektedir.
Ayrıca o, bu imamları kötüleyen ve Hz. Ali ailesine muhabbet duyan Şiilerin
sevgisini yapmacık sayardı. Hatta onları utanç vesilesi addederdi. Bundan
dolayı onun bazı şiilere şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ey insanlar,
bizi İslam muhabbetiyle seviniz! Sizin sevginiz, bize utançtan başka birşey
getirmedi. Hatta insanların bize nefretle bakmasına sebep oldunuz." Bu
değerli konuşmada o. muhabbette sının aşanların sevgilerinin İslam dairesi ve
adabı içerisinde olmasına, Nebi (s.a.v.)in kendisine yaklaştırdığı adil
kişileri kötülememeye, bu kişilerin Rasulullah'a nisbetle, Hz. İsa'ya nisbetle
Havarilerin durumu gibi olduğunu anlamaya davet ediyordu.
Yine rivayet olunur
ki. Iraklılardan bir gurup meclisine gelerek, Ebu Bekir ve Ömer'i anıp
kötülediler. Sonra sıra Osman'a geldi. Onlar'a şöyle söyledi: Söyleyin bakalım
siz”mal ve yurtlarından koparılan ,Allah'ın fazlı ve hoşnutluğunu kazanan,
Allah ve Resulüm''" yardımına koşan ilk muhacirlerden." (Haşr 8)
misiniz?
Onlar:
- Hayır, dediler.
Allah'ın
"Muhacirler'den önce Medine'yi yurt ve iman evi edinenler, kendilerine
hicret edip «etenlere sergi beslerler. (Haşr 9) buyurduklarından mısınız?
- Hayır, dediler.
Onlara şöyle söyledi:
- Demek siz ne onlardan, ne de bunlardan
olmadığınıza nefisleriniz üzerine şahitlik yaptınız. Ama ben, Allah Teala'mn
şöyle buyurduğu üçüncü fırkadan olmadığınıza şahitlik ederim: "Onlardan
sonra gelenler şöyle derler: - Ey Rabbimİz! Bizi ve iman ile bizden evvel
geçmiş olan kardeşlerimizi bağışla; iman etmiş olanlar için kalplerimizde bir
kin bırakma" (Haşr 10)
Yanımdan kalkıp gidin!
Allah ne size rahmet eylesin, ne de o rahmeti evlerinize yaklaştırsın. Siz
İslam ehli değil, onunla alay edenlersiniz! "[4]
Onun, dedesi Ali (kv)
ye olan sevgisi aşırılık boyutlarında değildi. Bu sevgi ona göre dinde tam
olarak yerini bulamayan durumları benimsemeye kendisini sürüklemiyor-du.
Nitekim onun zamanında
bazı şiiler Hz. Ali'nin tekrar döneceğini iddia ediyorlardı. Bu husus Ali
Zeynel Abidin'e iletilerek, birisi ona şöyle söyledi:
- Ali ne zaman tekrar
dirilecek? Şöyle cevap verdi:
- Vallahi yalnız
nefsinin kendisini ilgilendireceği bir vaziyette kıyamet günü dirilecektir.
22- işte Ali
Zeynel Abidin bu değerli müsamahakar karakter yapısı, düşünce ve fikir beyan
etmede temkinli davranması, Allah'tan başkası tarafından bilinemeyecek olan
tak-vasıyla ün yaparak insanlardan saygı ve muhabbet gördü. Hatta o,
kalabalıkların arasından geçerken halk kendisine yol verirdi.
Birçok kanallardan
rivayet olunur ki Hişam b. Abdulmelik hilafete geçmeden önce Hacca gitti ve
Beytullah'ı ziyaret etti. Hacer'ül-Esved'i istilâm etmek isteyince, buna imkan
bulamadı. Nihayet onun için bir minber sağlandı ve onun üzerine oturarak selamladı.
Şamlılar da etrafındaydı. O bu durumda iken Ali b. Hüseyin çıkageldi. îstalim
için
Hacer'ül-Esved'e
yaklaşınca halk ona saygı, hürmet ve onu ululamak amacıyla Haccr'ül-Esved'in
yanından çekildiler, Gü/el bir kıyafet içerisinde ve düşmanı kahreden yapıdaydı.
Bu sırada Hişam, onda kusur arayan bir eda içerisinde. "Bu kimdir?"
diye sordu. Bu esnada Şair Ferazdak oradaydı:
- Ben onu tanıyorum,
dedi. Hişam:
- O kimdir? diye
sorunca hemen güçlü şair şu kasideyi söyledi:
Bu, Mekke vadisinin
ayağının yere basışını lamdığı zattır
Bunu Beyı-İ muazzam da
tanır. Hill de, Harem de.
Bu, bütün kulların en
hayırlısı olanın torunudur
Bu, günahlardım
korunan, İçi-dısı tertemiz, milletin efendisidir
Kur ey § kendisini
gördüğünde sözcüsü şöyle der:
Bütün iyilik ve şeref
bunun iyiliklerinin başladığı yerde sona erer
İslam'a inanmış
Arapların da, Arap olmayanların da ulaşmaktan aciz kaldığı bir şeref zirvesine
nisbet edilir
Hacer-i Esved'i
ziyarete geldiğinde neredeyse elinin bolca lütuf ve cömertliği sebebiyle,
Ruknülhatim onu bırakmayası gelir.
Hayası yüzünden
gözlerini kaldırıp bakmaz. Heybetinden gözler öne dikilir
Ancak tebessüm
ettiğinde kendisiyle konuşabilir.Parlak yüzünün nurundan hidayet nuru fışkırır;
Tıpkı, parlamasından
toz karanlığının açıldığı güneş gibİ.Kökü insanların en asille-rifiden
gelmiştir
Onu teşkil eden
unsurları da tertemizdir, seciyyesi ve ahlakı da
Eğer tanımıyorsan, bu
Fatıma'mn torunudur
Allah'ın elçiliği
bunun ceddiyle sona erdirilmiştir
' '
Allah bunun kadrini
şerefli ve yüce kılmıştır
Kalem, onun İevhinde
de kendisi için bunu böyle yazmıştır
Senin "bu
kimmiş?" sözün, ona asla zarar verici değildir
Senin tanımadığın zatı
Araplar da tanır, Acemler de.
Her iki eli de, umunuz
isabet eden cönu^rtlik yağmurlarıdır
Daima rahmetleri
istenir, asla kendilerine yokluk gelmez
Yumuşak huyludur,
öfkeleneceğinden endişe edilmez
İki şey onu süsler:
Yaratılış ve huy güzelliği
Kendisinden lütuf ve
yardım istedikleri vakit, milletlerin ağırlıklarını üzerine alandır.
Tatlı huyludur;
"evet" demek ona hoş gelir
Şehadet getirmesinden
başka hiçbir yerde "la=yok" dememiştir
Teşehhüd. de
olmasaydı, onun "yok"u "evet"c dönerdi
Bütün halka ihsanım
dağıtmıştır
Bu sayede onların
üzerinden karanlıklar, açlık ve yoksulluklar kalkmıştır Övle bir ailedendir ki
sevilmeleri dinden, buğzedilmeleri küfürden sayılmıştır Onlara yakınlık kurtuluş
vesilesi, kötülükten korunma vasıtasıdır Eser takva ehli sayılacak olsa,
onların Önderleri olurlardı
Veya "yeryüzü
halkının en hayırlısı kimdir?" diye sorulsa, "onlar!" diye cevap
verilirdi
Hiçbir cömert onların
erdikleri mesafeyi katedemez
Hiçbir kavim -ne kadar
asil ve cömerdde olsa- onlarla boy ölçüşemez
Darlık, onların
ellerinden cömertliği eksiltemez
Servet sahibi de
olsalar, yokluk içinde de bulunsalar, bu müsavidir.
Her sözün başlangıç ve
nihayetinde, Allah'ın anılmasından sonra hemen onların zikri gelir
Zemmin, onların
sahasına girmesine imkan yoktur
Tertemiz ahlak, bol
bol ihsan ve bağış dağıtan eller onlarındır
İnsanların
hangileridir ki, bu zatın ailesinin ilk fertlerineveya bizzat kendisine ait
lutuflar bulunmasın.
Allah'ı tanıyan bunun
da evveliyetini tanır
Bunun, ailesindendir
ki insanlar İslam dinine nail olmuştur.
Bu kasideyi tarih,
siyer ve edebiyat kitapları Şair Ferazdak'a nisbet ederek rivayet etmişlerdir.
Raviler ve tarihçiler bu kasidenin Ferazdak'a nisbetinde şüpheye düşmemişlerdir.
Çoğunluk edebiyat kitapları, onun etrafında hiçbir şüphe gürültüsü
koparmadılar. Sadece Isfahanı, kasideyi bizim aktardığımız gibi tam olarak
naklettikten sonra bu kasidenin ne Ferazdak'ın kendisine, ne de onun şiir
stiline uymadığını, çünkü Ferazdak'ın şiir stilinin bu şekilde olmadığını
belirtti. Nitekim o. üslubunda ifadelerinde ve hayal dünyasında yalnızlığı
benimser. Zira o, kendisine İmnılkays, A'şa ve diğer kırsal kesim ca-hıhye
şairlerinin metodunu seçmiştir. İsfahanı bu kasideyi adını vermediği bazı Ehî-i
Beyt şairlerine nisbet etmeyi tercih etmiştir.
Biz, böyle bir şüpheyi
isabetli bulmuş veya aşağıdaki nedenlerden dolayı rivayetlerin ele alınışının
doğru metodlanna uygun düştüğünü görmüyoruz.
Birincisi: Bütün
rivayetlerin, kasidenin Ferazdak'a nisbet edilmesi ve İsfahani'nin o kasldeyı
rivayet edenler hakkında yalan söylediklerine dair "ta'n" girişiminde
bulunmaması konusunda bir birine yardımcı olmalarıdır.
ikincisi: Kasidenin
nisbet edildiği Ehl-i Beyt şairleri arasından bir şair adının delille
enmemesidir. Babası ve söyleyeni belli olan kasidenin soyunu ortadan kaldırıp,
u nesebi belirsiz halde terketmenin, yahut delilsiz olarak onu başkasına nisbet
etmenin doğru olmayacağıdır.
Üçüncüsü: Yalnızlığı
benimseyen şairin şiir söylediği konunun konumuna göre ba-zan İfade inceliğinde
bulunabileceğidir. Diyelim ki şair bir vahayı, tepeleri ve kapsadık-lanyfa
tanıtıyor ise, kendi tabiatı ve tanıtmaya çalıştığı konunun gereği olarak
yalnızlığı benimseyebilir. Fakat üzerinde konuştuğu husus sağlam bir ahlak ve
seciyenin tanıtımı ise şüphesiz hemen yumuşayacaktir. Aksi halde şair, her
konuya uygun söz biçimini seçen şanı yüce bir şair olamaz.
İşte cahiliye şairi
İrnrulkays. hayatının sonlarına doğru başına musibetler geldiğinde şiirdeki
ifadesi incelmiştir. Fakat bizim konumuz ne edebiyat nakillerini anlatmak, ne
de İmrüUcays'ın hastalanmasını ve başına gelenleri anlatmaktır. A'şa ve Ka'b b.
Züheyr de bu şekildedir; Nebi (sav)yi methettiklerinde şiirlerindeki ifadeler
incelmiştir. Hem de Nebi'nin karakter ve güzelliklerine uygun düşen bir
inceliş... Kaldı ki Ferazdak'ın bu kasidedeki ince ifadeleri tuhaflık ve
şüpheyle karşılanacak kadar garip değildir.
Burada Ferazdak'ın
Emeviler'in eziyetlerine karşı korunmak amacıyla her ne kadar 1 pek fazla şiiri
yoksa da Ehl-İ Beyt'e karşı şiddetli bir eğiliminin bulunduğunu kabul et- f mek
zorundayız. Hem de Ferazdak, Irak'a giderken yolda ÎIz. Hüseyin'le beraber olan
kişidir. Onu Irak'a gitmekten sakındırmış, Hz. Hüseyin ona kendi durumunu
sormuş ve J o da şöyle söylemiştir:
"Tam ehline
düştün;
Onların kalpleri
seninle ama.
Kılıçlan Emevi oğullan
ile beraberdir."
Bu kaside nedeniyle
Ferazdak'ın başına birçok eziyetler geldi. Hişam, onu Ömür bo-1 yu Mekke ve
Medine arasında bir yer olan Asfan'da hapsetti. Ali b. Hüseyin (r.a.) ona oniki
bin dirhem altın gönderdiği halde onları kabul etmedi. Ve şöyle dedi: "Ben
söylediklerimi yalnız Aziz ve Celil olan Allah için, hakkın zafer bulması ve
Resulullah (sav)in zürriyeti konusundaki hakkı ayakta tutmak için soyledirh. Bu
hususta karşılık olarak birşey beklemiyorum." Hz. Hüseyin ona şu mektubu
gönderdi: "Allah Teala senin bu konudaki niyetinin samimiyetini
bilmiştir. Ben de senin üzerine Allah'a and içiyorum ki, biz onları geri kabul
ediyoruz." Ve onlan geri aldı. [5]
23- Zeyd. bu
değerli büyük ağacın gölgesinde büyüdü, gezip-koşuştu ve belirli bir kültür
aldı. Gelişimini tamamladığı bu ortamda ruh terbiyesinin en büyüğüne, ahlak
edinmenin en kamiline ve huyların en yücesine götüren şu üç durum göz önüne
alınır:
Birinci durum:
Araplar veya Arapların dışındaki hiçbir soyun ulaşamadığı nesebe dayalı şerefin
mevcudiyetidir. Onlar Nebi (sav)'in öz sülalesidirler. Kanlarında Nebi'nin
temiz kanı dolaşır. Bu soy, onları hafif meşreplikten uzak tutar ve yine onların
sayesinde yüce işler ve büyük değerlere doğru yöneltirdi.
İkinci durum:
Onların hak ettikleri şeref payeleri ile uyuşmayan şiddet ve baskıya aruz
kalmalarıdır. Bu baskılar, boyun eğmeden halka güven duymaları, onlara sevgi
İçmeleri ve onlara karşı merhametli olmalarında tek neden idi. Çünkü büyük
adamia-■ahsında her zaman soylarının ve onurlarının şerefiyle beraber
baskılar, tecrübeleri-n bilevlemcsiylc birlikte bulunur. Nitekim sen Zeyd'in
babası Ali Zeynel Abidin'i toplumsal baskı olaylarının nasıl halka karşı
şefkatli ve merhametli olmaya sürüklediğini müsahadc ettin. Nihayet Zeyd,
gelişiminin ilk yıllarında bu yüce karakterleri ve ruhsal
yücelikleri gördü.
Üçüncü durum:
Ailenin ilme yönelmesidir. Baskılar ve onun vaveylaları onlan içinde bulundukları
durumun şifa suyu olan bir işe yöneltti. İlimden başka sığınacakları kale
bulamadılar. Siyaseti denediler ve onda düzelmesi imkanı olmayan kamburlukdan
başkasını bulamadılar. Böylece bütün güçlerini adadıkları ilme yöneldiler.
Çünkü onlar, ilmin kalesi Ali'nin torunları ve ilahi risalet sahibi Nebi
Aleyhisselam'm öz sülalesidirler.
İlme a/meuikleri
takdirde, peygamberlik ve ilim evi olan geçmişlerinden kendilerine doğru akan
pınara yönelmiş olacaklardı. Bu şekilde düşündüğümüz takdirde böyle değerli bir
evde müçlchid imamların ve ortaya çıkan alimlerin bulunması durumunu gariplikle
karşılamayız. Bu hidayet yolunu gösteren gencin döneminde aynı evde ilim ve
fıkıh konusunda dön imamdan daha fazlası bir arada bulunmuşlardır. Bunların bir
kısmı onun yaşında veya yaşına yakın bir çağda, bir kısmı da ondan daha
büyüktü. Aynı dönemde bu evde aile büyüğü İmam Zeynel Abidin ve onun oğlu,
ilmi bölümlerine ayırıp araştıran, Zeyd'in büyüğü olup, babasından sonra ona
üstadlık yapan Muhammed Bakır vardı. Aynı evde kardeşinin oğlu da olsa Zeyd'in
yaşlarındaki Cafer b. Muhammed (ra), bunlarla birlikle aynı şehirde gene
Zeyd'in yaşlarında olan Abdullah b. Hasan da bulanmaklaydı. İşte bunların
hepsinden, çağın fakihleri ve fıkıh imamları ders almıştır. Ebu Ilanife Muhammed
Bakır'dan ders almıştır ve Ebu Hanife'nin "Kitab eI-Asar"mda ondan
ve oğlu Cafer'den aldığı birçok rivayetler vardır. Aynı zamanda Abdullah b.
Ha-san'dan da ders aldı ve birçok sohbetlerinde bulundu... Daha niceleri... [6]
24- Nebevi
ilmin beşiği sayılan bu evde Zeyd gelişti, eğilimleri, hayata bakış açılan ve
yönelişleri oluştu. Belki de Allah'ın ilme nasibettiği en büyük nimetlerden
birisi, bu imamları siyasetten, onun meşguliyetlerinden uzaklaştırması ve ilme
yaklaşlirmasıydı. Zeyd, ilk ilmini bu evde aldı. Şüphesiz o, Kur'an-ı Kerim'i
ezberlemişti. O, her mü'min ıçm, hele de dinin fıkhını öğrenmek,
gerçekliklerini bellemek ve bunları araştırmada derinleşmek isteyenler için
hazır bir malzemeydi. Zeyd, Kur'an'dan sonra babasından ve idesinden ders
alarak hadise yöneldi. Babası da Ehl-İ Beytin birçok önderlerinden rivayette
bulunmuştur. Hadİs'in tariki ister Ehl-İ Beytten olsun, isterse Ehl-İ Beytin
dışında bulunsun, çoğunlukla Ali (ra) den rivayette bulunmuştur. Bazan Afi
(kv)'ye dayanan hadi.sin tariki. Uz. Hüseyin'in kendisiydi. Bunlardan birisi,
sahih hadis kitaplarında üzerinde ittifak edilen AH Zeynel Abidin b.
Hüseyin'in babasından, onun da Ali b. Ebi Ta-lib (ra.)'den rivayet ederek şöyle
söylediğini naklettiği hadistir:
"Bedir gününde
ganimet olarak bana bir deve düştü. RasuJullah (sav) bana ayrıca yağiı bir deve
verdi. O ikisini Ensardan bir adamın evinin Önüne çöktürdüm. Onların üzerine
güzel koku tütsülemekte kullanılan ve Hz. Fatıma'mn düğününde faydalanacağım
odunları yüklemek istiyordum. Yanımda, Kaynuka oğullarından bir adam vardı.
Meğer evin içinde I-Iamza b. Abdulmuttalip, şarkı söyleyen bir cariye ile
birlikte bulunuyormuş. Hamza, kılıcıyla çıktı. Develerin kafalarını uçurdu,
gövde etlerini yardı. Ciğerlerinden bir kısmını aldı. Korkunç bir manzara
görmüştüm. Hemen Nebi (savYe gelerek ona haber verdim. Yanında Zeyd b. Harise
olduğu halde çıktı ve nihayet Hamza'nm karşısında durdu. Biz ona diş
biliyorduk. Hamza başını kaldırdı ve şöyle söyledi: "Sizler atalarımın
köleleri değil misiniz?" bunun üzerine Rasulullah (sav) gerisin geri
dönerek gitti."
Hadisin siyakının
açıkça onaya koyduğu husus şudur ki, Hamza'da meydana gelen bu durum, sadece
içki yüzündendi. Şüphesiz bu olay. içkinin yasak edilmesi ile ilgili kesin
nass gelmeden önce olmuştu. Bu ve benzeri olaylar yüzünden Ömer (ra) Rabbine niyaz
ederek şöyle sesleniyordu: "Rabbİm, bize içki konusunda şifa verici bir
açıklamayı beyan buyur."
Ehl-i Beyi tarikinden
olup, senedinde Ali (ra.) bulunmayarak Üsame b. Zeyd'e dayanan senedle verdiği
şu haber de onun rivayetlerindendir: Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:
"Müslüman kafire
varis olamaz"
Bazen de İmam Ali
Zeynel Abidin, hadisi rivayet eden şahabının ismini belirtmeden mürsel olarak
rivayette bulunurdu. Bunun nedeni, o zaman da dönemin Resulullah (sav)'e
yakınlığı ve yalancılığın yaygınlaşmam ası, nakillerine itimat edilen, hadisi
ner-den getirdikleri sorulmayan sika ravilerin bulunması nedeniyle senedi sabit
olarak ulaştırmaya şiddetle ihtiyaç duyulmamasıydı.
Hadis otoriteleri,
onun Ehl-i Beyt'ten naklen rivayet eden İbn Abbas, Cabir, Mervan,
Ümmül-Mü'minin Safiyye, Ümmü Seleme ve benzeri sahabiler ile birlikte rivayette
bulunduğunu belirtirler.
Bazan Ali Zeynel
Abidin'den Zühri (ra) da rivayette bulunmuştur. Zühri, İmam Malik (ra)'in de
belirttiği gibi ilim denizi idi. Nakil açısından insanların en güvenilir olanı,
sahabeden ve Said b. Müseyyeb. Abdullah b. Ömer'in mevlası Nafi', Abdullah b.
Ab-bas'ın mevlası İkrime gibi kendisinden daha yaşlı olan tabiinden aldığı
kaynak haberler ve ilim açısından çok ince eleyen bir kişiydi. Bunların birisi
de Abdürrezzak'ın İbn Şi-hab et-Zühri'den, o da Ali b. el-Hüseyin'den rivayet
ettiği şu haberdir: Ümmü'l-Mü'mi-
Sai'ivve (r.anha).
geceleyin Rasulullah (sav) mescitte itikatta iken onu ziyarete geldi. T ' la
sohbet etli, sonra kalktı ve Rasulullah (sav) de onunla beraber kalktı.
Ensardan ■ıdadam oradan geçiyordu. Nebi (sav)i görünce hızlandılar.
Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:
Yavaşlayın, bu
Huyeyy'in kızı Satıyyedir.
O iki Sahabi:
. Eesübhanallah, ey
Allah'ın Rasulü! Alcyhissclam şöyle buyurdu:
_ "Şüphesiz
şeytan insanın İçinde kamu dolaşması gibi dolaşır. Ben, şeytanın sizin
kalplerinize birşey atmasından korktum."
25- İste bu
şekilde İmam Zeynel Abidin'in mühaddis olduğunu görüyoruz. Nitekim o»1u.
hudis-ilnıini başkalarından aldığı gibi ondan da almıştır. Hatta hadisi aldığı
gibi, fıkhı da yine ondan almıştır. Şüphesi/ Zeynel Abidin, muhaddis olduğu
gibi aynı zamanda bir fakih idi. Araştırmasını yaptığı fıkhi meselelerde
derinlemesine bilgi sahibiy-di.'Fikhi meselelerle ilgili her yönden ve fer'i
konulan çıkarma yönünden derinlemesine bilgi sahibi olma kuvveii yönüyle dedesi
Ali b. Ebu Talib'e çok benzerdi. Nitekim İbni Şihab LV-Zühri hadis ilmini
aldığı gibi fıkıh ilmini de ondan almıştır. Süfyan b. Üyey-ne'nin İbn Şihab el.-Zühri'den
aldığı haberde şöyle rivayet eder: "Hüseyin b. Ali'nin yanına gittik.
Şöyle dedi:
- Neredeydiniz? Ben:
- Oruç konusunu müzakere ediyorduk. Benim ve
arkadaşlarımın görüşü, Ramazan ayından başka farz hiçbir oruç bulunmadığı
noktasında birleşmektedir. Şöyle dedi:
- Ey Zühri, sizin
dediğiniz gibi değildir. Orucun kırk şekli vardır. On tanesi tıpkı Ramazan
orucunun farziyeti gibi farzdır. On tanesi de haramdır. Onların ondört
biçiminde de sahibinin serbestliği vardır; dilerse oruç tutar, dilerse tutmaz,
adak orucu farzdır. İti-kaf orucu farzdır.
Zühri der ki, ben
şöyle söyledim:
- Onları açıkla ey
Rasulullah'ın evladı! Şöyle söyledi:
- Farz olan oruç
Ramazan orucudur. Ve üst üste iki ay oruç tutmaktır (Yani hata ile binanı
öldürüp de köle azadetmeye gücü yetmeyen kimse için). Allah Teala şöyle buyurmuştur:
"Ye kim bir mü'mini yanlışlıkla öldürürse nıü'min bir köle azadetmesi ve o
enin ailesine (varislerine) teslim edilecek bir diyet vermesi lazım gelir...
Bunlara gücü yetmeyen de Allah tarafından tevbesinin kabulü için biribiri
ardınca iki ay oruç tutması icabeder." (Nisa 92)
akırlen yedirmeye
imkanı olmayan kişinin yemin keffareti konusunda üç gün oruç tutması gerekir.
Nitekim Aziz ve Celil olan Allah şöyle buyuruyor: "Yemin eniğiniz za-
man yeminlerinizin
kcffareü budur." (Maide 93) Ve hacda başj tıraş eım, din ^ A/.i/. ve Cclil
olan Allah şöyle buyuruyor: "İçinizden her kim hasta yahut başından rahatsız
ise ona fidye olarak oruç tınmak yahut sadaka vermek yahut kurban kesmek gerektir."
(Bakara 197) Ve-umrede kurban bulamayan bir kimse için gerekli olan ve umre
kurbanı yerini tulan oruç. Bu konuda Allah Teala şöyle buyuruyor: "Emniyet
hasıl olunca hac zamanına kadar umreden faydalanan kimseye, kolayına gelen
kurnam kesmek gerektir. .(Kurban) bulamayana-hac günlerinde üç, geri döndüğü
zaman yedi güç oruç lazım gelir ki bunlar tam on gün eder." (Bakara 196)
Ve avlanmanın cezası olan oruç. Allah Azze ve Ccllc şöyle buyuruyor:
'İçinizden kim onu.
bilerek Öldürürse, ona, öldürdüğü hayvanın benzeri bir hayvan kurban etmek
cezası vardır; buna Kabe'ye ulaşmış bir kurbanlık olmak üzere, içinizden adalet
sahibi iki kist hükmeder. Yahut bir keffaret vardır ki, (bu da) o nisbette
yoksulu doyurmak veya her fakire karşılık bir gün oruç tutmaktır. Böylece
yaptığının cezasını tatsın." (Maide 95)
Bu av kıymetine göre
değerlendirilir, sonra da fiyatı buğday üzerinden verilir. Sahibinin
lulup-lutmamakta serbestliği olan oruca gelince, bunlar pazartesi perşembe
günleri ile Ramazandan sonra Şevvalin altıncı günü, arife günü ve aşure günü
oruçlarıdır.
İzne dayalı oruç ise;
kadının kocasının izni olmadan nafile oruç tutamam asıdır. Köle ve cariyenin
durumu da böyledir.
Haram olan oruca
gelince: Ramazan ve kurban bayramı günleri, teşrik günleri, ramazan imiş gibi
oruç tutmaktan nen yo Sunduğum uz şekk günü, visal günü orucu ve suskunluk
orucu (savmu sum t) haramdır. Günah işlemeyi adak yapma orucu haramdır. Yıl
boyunca oruç tutmak (savmuddehr) haramdır. Ayrıca ev sahibinin izni olmadan
misafirin nafile oruç tutması da haramdır. Bu konuda Resulullah (sav) şöyle
buyurur: "Bu kavme misafir olan kişi, izinleri olmadan asla nafile olarak
oruç tutmasın."
Çocuk ergenlik çağına
girmeden alıştırmak amacıyla farz olmadığı halde oruç tutmakla emrolunur. Gün
doğmadan orucunu bozup, sonradan bedeninde kuvvet bulan kişiye oruç tutmasının
gerekliliği de bu türdendir. Bu husus farz olmamakla beraber Allah'tan bir
terbiye veriştir. Yine misafir günün başlangıcında yemesi ve sonra da misafirlikten
vazgeçmesi halinde oruç tutmakla emrolunur.
İbaha orucu ise: Kim
unutarak kasıt bulunmadan oruçlu iken.yer ve İçerse, bu durum ona mubah sayılır
ve Allah onun orucunu geçerli sayar.
Gelelim hasta ve
misafir orucuna: Çoğunluk alimler bu konuda ayrılığa düşmüştür; bir kı.smı
"oruç tutar" derken, bir kısmı da "oruç tutamaz" demiştir.
Bir topluluk da, dilerse oruç tutup, dilerse oruç tutmayacağını söylemiştir.
Biz ise şöyle söyleriz: Her iki durumda da orucu bozar. Yolcu veya hasta iken
oruç tutmazsa, o kişiye kazası gerekir. Allah Teala şöyle buyuruyor:
"Tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar." (Bakara 184)[7]
26- Demek
oluyor ki Zeyd. ilk yetişmesinde fıkhı babasından aldı. Nitekim babası ilim ve
kültüre sahip bir fakihdi. Önce Allah'ın Kitab'ı ile hüküm verir, orada yoksa
Rasulullah'ın sünneti ile hükmederdi.
Hem de hadis ravisi
idi. Alimler hadis fıkhını ondan alıyorlardı. Hem de re'yi ile de içtihatta
bulunuyordu. Fakat biz. re'yi ile içtihat yapmasının türünü açıklayacak konumda
deliliz- Çünkü o asırda rey ile içtihat yapmanın şekilleri tümüyle
belirginleşmediği oibi tartışma ile hüküm çıkarmanın metodlan da programlı
şekilde ele alınmış ve yazılmış değildi. Fakat oruç konusunda yukarıda
açıklamada bulunduğumuz bu meselelere ba«vurmak sureti ile anlaşılmış oluyor
ki, özellikle Irak veya Medine'deki çağdaşı olan görüşler olmak üzere her
yönelişteki görüşleri araştırıyordu. Bu durum, onun fıkıh anlayışında Said b.
Müseyyeb ve Nafi' gibi çağdaşı olan tabiinin fıkıh anlayışına yakınlığını
göstermektedir. Hem de kendisi vSaid b. Cübeyr gibi bir kısım tabiinden hadis
dersi almaya çok hırslıydı. Nitekim daha önce de onun. Zeyd b. EslenVin ders
halkasında yakın yerde oturmak için nasıl insanların arasını yarıp geçtiğinden
bahsetmiştik.
İşte böyle bir
şahsiyet. İmam Zeyd (ra.)'i ilme teşvik ettiren ilk üstaddı. Sika raviler-den
aldığı hadisleri onunla gözden geçiriyordu. Böylece tertemiz, sapmayan
düşünceye dayalı ve kapsamlı fıkhı elde etmiş oluyordu. Her ne kadar sonuna
değin babasından hiç ayrılmadı ise de. o ancak bu son dönem miktarında
babasından istifade edebildi. Çünkü Zeyd, henüz ondört yaşını aşmamışken babası
vefat etti. Babası, h. 94 yılında vefat etmişti. Zeyd. bizim tercih ettiğimiz
gibi h. 80. yılında doğdu ise. babasının vefatı anında ondört yaşın
sorumluluğunu idrak etmiş demekti. Nitekim bu yaşta kavrayış bilinçlenme ve
ezberleme yetenekleri gelişir. Bu yaş. birçok hususları algılamaya yeterlidir.
Hele de bu yaş, Zeyd1 in alakası, ilim uğrunda herşeyden vazgeçme duygusu ve
gerçekleri arama arzusuyla tüm güçlerini sarfetme gayretinin yanında olursa...
27- Bu
tırmanış içerisinde babası onu terkedince. kardeşi Muhammed Bakır. ilim. fıkıh
ve hadis otoriterliğinde babasının yerini aldı. Onda da babasının ahlakı, günahlardan
titizlikle sakınması ve bu ümmetin geçmiş büyüklerine saygı duyma duygusunun
benzeri vardı. Özellikle Ebu bekir ve Ömer (ra)e karşı.
Urve b. Abdullah şöyle
rivayet eder:
- Ebu Cafer Muhammed
b. Ali'ye kılıcın süslenmesi konusunda sordum: O da:
- Onda bir sakınca
yok. Muhakkak ki Ebu Bekir Sıddık da kılıcını süslemişti. Ravi devamla şöyle
diyor:
en S iddik" diyorsun? dedim. Ravi şöyle
devam ediyor: Bunun üzerine yerinden ok gibi fırlayarak kıbleye döndü ve sonra
dedi ki:
- Evet
"Sıddık"! Evet "Sıddık"! Her kim "Sıddrk"
demezse. Allah onun sözünü dünya ve ahirette doğrulamasın.
Aşın Şia taraftarı
olan birisine (ki o, Cabir cl-Cafi idi) şöyle söyledi:
- By Cabir. duydum ki
Irak'la bir topluluk bizi sevdiklerini iddia ediyorlar ama Ebu Bekir ve Ömer'e
dil uzatıyorlarmış. Hem de kendilerine bu emri benim verdiğimi sanı-yorlarmış.
Onlara derhal ulaştır ki. ben onlardan Allah için uzağım. Muhammed'in nefsi
elinde olan (yani kendi nefsi) Allah'a yemin ederim ki, eğer ben vali olsaydım,
onların kanını almak sureliyle kendimi Allah'a yaklaştırırdım. Eğer ben o ikisi
için mağfiret ve bağışlama dilemezsem, Muhammed (sav)'in şefaati bana
erişmesin. Şüphesiz onların fazilet ve üstünlüklerinden habersiz olanlar,
ancak Allah'ın düşmanlarıdır. Onlara de ki, ben onlardan uzağım. Kendilerini
Ebu Bekir ve Ömer'den uzak sayanlardan da uzağım. Yine şöyle söyledi:
"iler kim Kbu Bekir ve Ömer'in üstünlüğünü tanımıyorsa sünnetten haberi
yok demektir. Allah Teala'nın "Sizin lideriniz Allah, Resulü ve İnanan kişilerdir"
sözünde "İnanan kişileri tefsir ederek "Onlar Muhammed'in dava
arkadaşlarıdır" dedi.
Cabir el-Ca'fi ona
dedi ki:
- Onun Ali olduğunu
söylüyorlar. O:
- Ali de Muhammed'in
dava arkadaşlanndandır.[8]
Ciddiyetten uzak
olanların dışındaki siyer kitapları ve tarihçilerin ittifak edip, sika
ravilerin de rivayet etlikleri haberler bu şanı yüce imamın siyaseti uzaktan
izlediğini göstrmektedin Bu nedenle onun etrafında emirlerini alip uygulayan,
onun sözlerini kulaktan kulağa taşıyan onun sakıncalı gördüklerini kötüleyen
ve sağlıklı gördüklerini de benimseyen bir taraftarlar topluluğu oluştu. Bu
sayede Ehl-i Beyt bir türlü kendilerinden kopmak bilmeyen kenara köşeye
çekilmekten kurtuldular. Bu uzlete çekilmeye tutunmada en fazla, asrında
onların büyüğü olan Ali Zeynel Abidin ısrarlı oldu. Bunun nedeni, Hz.
Hüseyin'in katledilmesi ile onların başına gelen darbenin serî oluşudur.
Bununla da kalmayıp, aynı olay, Allah'ın basiretini kör ettiği insanlar hariç,
bütün müslümanların kalplerinde sertliğini korudu. Darbenin sertliği derin bir
suskunluğa yolaçti. Vakit, ilim ve ibadete yönelişle geçti. Bu konudan. Zeyd
(ra) dönemindeki ayaklanmadan söz ederken bahsedeceğiz.
Zeynel Abidin'in
vefalı, Muhammed Bakir'ın olgunluğa ermesinden sonraydı.
O, mükemmel bir
insandı. Onun, Zeyd'in yaşlarında bir oğlu vardı. O da, Cafer Sadık (ra)dır.
O, ilim konusunda peşinden gidilen ve Ebu Hanife gibilerin sık sık uğradığı,
İmam olunca Zeyd de babasından sonra derslerini ondan aldı. Babasından aldığı
rivayetleri geliştirdi. Çünkü böyle erken yaştaki kişinin babs.stndan aldığı
hadisleri en mükemmel şekilde algılaması akla yatkın görülmez. Zaten Zeynel
Abidin buluştuğu bütün tabiinden Rasulullah (sav)in hadislerini almakta çok
ar/uluydu. Bu iş de hadis rivayet işiydi. Aynı işi oğullarına da telkin etti.
Bu işe tam olarak Muhammed nail oldu. Ondan sonra da hadis rivayeti işine
babasından ve büyük oğuldan almak suretiyle hepsinden daha genç olan Zeyd (ra)
nail oldu.
Babasının ve
diğerlerinin hadislerini kardeşi Muhammed'den aldığı gibi, fıkıh ilmini de ondan
aldı. Şüphesiz Muhammed de kendisinden ilim alınan, görüşleri eleştirip denetlevebilen
bir fakih idi. Hatta büyük fakihleri eleştirir, onlardan kendisine bir
aykırılık tesbit ettiği takdirde, onların görüşlerine ait muhasebeyi de yaparak
takdim ederdi.
Ebu Hanife'nin
Medine'de Muhammed Bakırla buluştuğu rivas'et edilir. Muhammed
Bakır onu görünce:
- Sen benim dedemin
dinini ve hadislerini kıyas yapmak suretiyle değiştirensin. -Maazallah!
- Yok. sen değiştirdin.
- Sen kendi hakettiğin yere, ben de kendi
hakettiğim yere oturayım. Çünkü senin bana "öre hayatta iken deden (sav)e
ashabının yaptığı hürmet gibi saygınlığın vardır.
Muhammed oturdu sonra
Ebu Hanife onun Önünde diz çöktü. Sonra şöyle dedi:
- Sana şu üç konuda
soru soracağım; bana cevap ver: Erkek mi daha zayıf, yoksa kadın mı? Muhammed:
- Kadın.
- Kadının mirastaki
hissesi kaçtır?
- Erkeğin iki, kadının
bir payı vardır.
- İşte bu, dedenin verdiği hükümdür. Eğer ben
dedenin dinini değiştirmiş olsaydım, kıyas yaparken kadın erkekten daha zayıf
olduğu için erkeğin bir. kadının iki hissesi olması gerekirdi.
- Namaz mı daha
üstündür, oruç mu?
- Namaz daha üstündür.
- Dedenin görüşü budur. Eğer ben dedenin
görüşünü değiştirseydim, kıyas, kadın hayızdan temizlendiği zaman namazı kaza
edip, orucu kaza etmemesini emretmem biçiminde olurdu.
- idrar mı daha fazla
necis, yoksa meni mi?
- İdrar daha necistir.
- lıger ben kıyas
yoluyla dedenin dinini değiştirmiş olsaydım, idrardan yıkanılması ve meniden
dolayı, abdest alınmasını emrederdim. Kıyas yoluyla dedenin dinini değiştirmek
ne haddime!
Muhammed kalktı ve
boynuna sarıldı.[9]
Bakır ‘ı görüşleri
karşısında fakihleri hesaba çeken ve onları muhakeme eder duruma
Getiren bu fıkhi ve
sosyal makamı olduktan sonra, elbette babasından sonra kardeşinin üstadı olur.
28- Aynı
evde erdemli, şanı yüce, alimlerin takdirle, kamunun saygınlıkla amirlerin ikramda bulunmasıylc karşıladığı bir alim
vardı. O, Zeynel Abidin'in amcası oğlunun oğlu Abdullah b. Masan b. Hasan'dır.
(Tabaka! adlı kiîapta "oğullan" deyimi vardır.) Bu zat muhaddis, sika
ve sadûk bir zattı. Tabiinden ve babasından amcası oğlu Ali Zeynel Abidin hadis
rivayet etmiş, ondan da aralarında Süfyan-i Sevri ve Malik (ra)'in buhındu-ğu
muhaddisler topluluğu rivayette bulunmuştur. Alimler nazarında onun yüksek bir
ye-ri vardı. Ab i'd ve zahid-idi. Hilafeti sırasında Ömer b. Abdülaziz'i
ziyarete geldi ve Ömer b. Abdülaziz ona ikramda bulundu. Aynı zamanda
Abbasilerin ilk dönemlerinde Saf-fah'a (Haccac-ı Zalim'c) geldi ve o da
kendisine yüksek paye vererek bir milyon dirhem bahşişte bulundu. Ebu Hanife.
onun huzurunda tilmizlik yapmıştır. Ebu Hanifc'nin ona karşı ö/el bir sevgisi
vardı. Sonunda Abdullah, hicri 145 yılında Bbu Cafer c!-Man-sur'un cezaevinde,
yetmiş yaşına ulaşmışken vefat etti. Hicri 70 senesinde doğmuştu. [10]
29 - Zeyd.
Medine'deki Nebevi medreseden mezun oldu. Çünkü bu yüce şahsiyetler Allah
Teala'nın kendilerini siyasi alanda şiddetli bir imtihanla denedikten,
önderlerinin gadre uğraması, askerin kötü davranması, hükümdarların zulmü
neticesindeki yılgınlıklarından sonra İslam'ın ilmini ve fıkhını yapıp, hadis
rivayeti dışında herşeyden elçckti-ler. İtibarları arttı, yararlılıkları
yüceldi. İşte bu niteliğe sahip Zeyd ve kardeşioğlu Cafer Sadık, yaşça o
ailenin en küçüğü idiler. Birçokları bu aileden ilim iktibas etmiştir.
Lakin o. olgunluk
yaşına erdikten sonra Medine'de kalmayı benimsemedi. Basra'ya giderek alimlerle
beraber olduğu tesbit edilmiştir. Şehristani "el-Milel ve en-Nihaf adlı
eserinde onun Vasıl b. Ata'ya öğrencilik yaptığını ve ondan Mu'tezile'nin
prensiplerini aldığını söyler. Nitekim Zeyd (ra) konusunda şöyle söyledi:
"İlimle tam olarak bezenmesi için usul ve furu hakkında neler varsa
hepsini tahsil etmek istedi. Ve Mu'tezile'nin başı Vasıl. b. Ata el-Gazzal'a
Mu'tezile'nin temel ilkeleri konusunda öğrencilik yaptı. Oysa ki Vasıl Zeyd'in
dedesi Ali b. Ebu Talib'in, Ceme! Vak'asma katılanlar ve Şamlılar arasında
geçen savaşlarda tam olarak haklı olmadığı inancındaydı. iki tarafında
aynı-siyla haklı olamıyacağı, bir tarafın haksız olacağına inanıyordu. Zeyd,
buna rağmen ondan Mulezile'nin temci prensiplerini iktibas etti.”[11]
Şüphesiz bu haber .şu
üç durumu akla getirmektedir;
Birincisi: İmam Zeyd.
Vasıl b. Ata ile ilmi buluşma yapmış, ona öğrencilik yapmış veya ondan ilmi
alıntı yapmıştır. Zcyd'i onunla bir araya gelme ve görüşleri üzerinde araştırma
yapmaya ilen etken, mezhep hakkında edindiği rierme-çaîma bilgileri yanında
daha köklü bir bilgi sahibi olma arzusudur. Medine'de iken yüzeysel bir bilgi
sahibi olmuştu. Sadece Basra'da temci bilgileri eîde etme işi kalmıştı. Çünkü
Basra İsiamî fırkaların beşiği durumundaydı. Zaten Bbu Hanife de kelam ilmi
üzerinde dersler almak islediğinde tartışmalar ve karşılıklı münazaralar
yapmak için Basra'ya gidiyordu. Hatta oraya bu amaçla yirmi iki defa gittiği
ısrarla söylenir.
İkincisi- Zeyd'in,
Vasü'm, dedesi Ali b. Ebu Talib'in Ürnmü'l-Mü'minin Hz. Aişe (ra) ve Muaviye
ile yaptığı savaşlarda kesin olarak hak çizgisi üzerinde olmadığı inancını
açıkça belirtmesine rağmen ondan dersler almasıdır. Bu konuda insanlar arasında
iki fırkadan ayrılan ve Mu'tezile ismiyle anılan bir fırka oluşmuştu. Buna
rağmen Zeyd'in bu tutumu, onun fikri bağımsızlığına delalet etmektedir.
Üçüncüsü: Zeyd'in
olgunluk çağına geldikten sonra Medine'yi terketmesi, ilmi her gördüğü yerden
ve şahıstan alı vermesi onun fikri bağımsızlığını belgeleyen bir başka
durumdur. Zaten ilim arayıcısının yapması gereken de budur. O, bir cevahir
arayıcısı olarak kendisini hiçbir yerle bağımlı ve kendisine yol gösterecek
hiçbir rehber dalgıcın güdümünde görmemiştir.
30 - Fakat
Vasil'a öğrencilik eden Zeyd'in bu aşamada kalacağını söylememiz doğru olur
mu? Şüphesiz iki adam da aynı yaştaydı. Her ikisi de hicret-i nebeviyye'nin 80.
senesinde veya ona yakın bir yılda dünyaya gelmişti. Bu durumda bir araya
geldiklerinde Zeyd'in belirli bir olgunluk çağma girdiği açıkça belli oluyor.
Çünkü Vasıf in da bağımsızca araştırma yapan kişi konumuna gelmesi ancak
pişkin ve olgun bir yaş çağında bulunmasıyla mümkün olabilir.
İşte bu anlatılan
durumlar nedeniyle görüyoruz ki. Zeyd'in Vasıl b. Ata ile bir araya gelmesi
sadece bilimsel bir müzakere buluşmasıdır. Yoksa tam anlamıyla öğrencinin üstadından
dersler aldığı bir buluşma değildir. Çünkü yaşlan birbirine yakındır. Zeyd, olgunluk
çağına gelmişti; ailesinden ve furü ilminin beşiği olan Medine'den hükümlerin
füriiunu aldığı gibi, akaid usulü etrafındaki çeşitli bakış açılarını da bilmek
istiyordu.
Zeyd, çeşitli
fırkalara göre usulü akaid ilmini Öğrenmeye azmettiğinde bu konuda başarılı
olmuştur. Çünkü Basra'yı seçmiştir. Şüphesiz Basra, İslam akidesi etrafında oluşan
çeşitli fırkaların vatanıydı. Orada üstü kapalı olarak bir Şia taifesi, ayrıca
Mu'tezile, adenyye, Cehmiyye ve Ali'nin şahsının sıfatlan konusunda konuşan herkes
mevcuttu. Çeşitli fırkaların akaid anlayışını Öğrenmek isteyenler onlann yoğun
olduğu bölgelere gitsinler.. Bundan dolayı Ebu Hanife hayatının başlangıcında
kelam ilmine yöneldiğinde Basra'ya gider ve Basra fakihleri ile ilmi
tartışmalarda bulunurdu. Hatta bahsetti-gımu gibi bir defasında Ebu Hanife'nin
akaid ilmi hakkındaki bir münazara için Basra ya yirmi iki defa gittiği
rivayet edilmektedir. Şüphesiz onun bu şekilde parmakla gös-n *r bir hedefe
ulaştığı söylenmektedir. Fakat o, bundan sonra kelamı bırakıp fıkha
yönelmiştir.
konu y ^ BaSra yolculu^undan önce^ onun bundan önce
Mu'tezile'nin temel ilkeleri
vap vSUnda bİİgl
Sahİbİ olmadı£'m söylememiz kolay olur mu? Herhalde bu soruya cevap vermemız,
bizim Zeyd'den önceki Ehl-İ Beyt alimlerine veya çağdaşı olanlara müracaat
etmemizi gerekli kılmaktadır. Bu noktada biz, Ehl-i Beyt alimlerinin akaid konusunda
konuştukları ve görüşlerinde Vasıl b. Ata'nm görüşlerine yakın bulunduklarım
içeren haberler almaktayız. Ayrıca Vasıl'ın Mu'tezile akidesini Ehl-i Beyt'ten
aldığını söyleyeni de görmekteyiz. Demek ki onların bu konuda bilgileri vardı.
Özellikle AH (ra)ın oğlu Muhammed İbnu'l-Hanefiyye. O, ilimlerde derinlemesine
bilgi sahibi olan bir alimdi. Onun hakkında Şehristani, "el-MÜel
ve'n-Nihal" isimli eserinde şöyle söylemiştir:
"O, ilmi çok,
ma'rifeti bol, fikirlerin tutuşturucusu ve anımsamaları İsabetli bir kimseydi.
Mü'minlerin emiri (yani Ali) harp meydanlarındaki kahramanlıkların öykülerini
ona anlattı. Varlıkların sınıflan konusunda onu bilgi sahibi kıldı. O, bir
köşeye çekilmeyi yeğledi ve suskunluğu şöhrete tercih etti."[12]
Murtaza,
"cl-Mımyetu ve'l-Emel" isimli kitabında Mu'tezile'nin tabakalarım
açıklarken, birinci tabakanın Ehl-i Beyt olduğunu, Ali Zeynel Abidin, oğlu
Bakır, onlardan önceki Hasan ve Hüseyin ve onların kardeşleri Muhammed b.
Hanefiyye'nin Mu'tezileden olduklarını söylemiştir.
Bizim yanımızda bunu
tekzibeden bir görüş yoktur. Aksine bizim nazarımızda bu görüşü destekleyen ve
temize çıkaran hususlar vardır. Şüphesiz Mu'tezile mezhebi, topluca düşünecek
olursak akaid yönünden Zeydiyye mezhebinin kendisidir; yine genel olarak
düşünürsek, İsna Aşeriyye mezhebidir. Çoğunlukla akla gelen, Mu'tezile mezhebinin.
Ehli Beyt'in Selef mezhebi oîduğu, Akaidin usulü yönüne daldıkları ve bu mücadelenin
savaş alanının hararetine girdiklerinde Mu'tezile mezhebi adını almış olduklarıdır.
İmam Zeyd'in, bu
hususta aşırı inceliklere daldığı da vurgulanan konulardandır.
Ehl-i Beyt'in akaid
konusunda Vasıl b. Ata'nm tartışma stiline uygun veya ona yakın stilde
tartıştıkları hususunu yalanlayan bir şey bulunmayınca, bizim, Zeyd'in Basra'ya
gittiği sırada akaid konularında tamamen bomboş olmadığını farzetmemiz
zorunludur. Aksine bu konuda tam bir bilgi sahibi idi. Mu'tezile'nin büyüğü
Vasıl b. Ata ile Basra'da bir araya geîmesi, sadece müzakere buluşmasıydı;
yoksa daha Önce kendisinde bulunmayan bir ilmi alma buluşması değildi.
31- Zeyd
orada daha önce benzerini öğrendiği ilmi elde etti. Nitekim Ebu Hanife (ra)'ye
ilmini nereden aldığı sorulduğunda şöyle söylemiştir:
"Ben ilmin
madeninde (aslının olduğu yerde) idim. O ilmin fakihlerinden birisine
bağlandım."[13]
Şüphesiz bu sözün Zeyd
(ra)'e nisbetle söylendiği sabittir. Zeyd,vahyin indiği yerde, inip, uygulamaya
konulup, sahabenin de amel ettiği, taraftarlarının selef-i salihinin
uylamalarını miras olarak aktardığı İslam şeriatının vatanında, İslam ilminin
madeninde İste orası. İslam'ın vatanı olan. zühd ve ma'rifet ehlinin
konakladığı Medine idi. Ni-ct orada siyaset ve siyasetin beraberinde bulundurduğu
zikzaklardan elçeken, Önce h basını sonra ikinci olarak da kardeşini rehber
edinen birisi vardı. O, Medine'de İlm-i fiiruu ve hadis ilmini almış, Kur'an'ı
ezberlemiş, kıraat ilmini yapmıştı. O, çağının kıraat ilmini en iyi bileni,
Allah'a inanıp, Hakk'ı arayan her mü'minin bellemesinin gerekli olduğu
Kur'an'ın gaye ve meramlarını en güzel biçimde idrak edendi. Yine o, Medine'de
alimlerin akaid usulü konusundaki görüşlerini öğrendi.
Fakat o. Medine'de
aldıklarıyla yetinmedi. Bilakis oradan Irak'a geçti. Basra'daki çeşitli
fırkalarla bir araya geldi. Onlarla müzakerede bulundu ve onlardan durumları
hakkında bilgi aldı. Bu esnada Irak'ı ve oradakileri araştırdı. Dedesi
Hüseyin'in zalimane ve vahşice katledildiği Irak'ı araştırdı. Dedesi Ali de
daha önce orada hileyle katledilmişti. Böylece ilmi çoğaldı. İnsanları iyi,
tanıdı, îslamî gerçekleri öğrendi. Orada takattan düştü ve ilmi öğrenen
durumundan çıkarak kendisine tabi olunan durumuna geçti. [14]
32-
Parlatılmış kılıç kınından çıktı ve babasına göre haram bir lokma olan siyasete
girdi ve uygulama meydanına atıldı. Çünkü babası siyasetten kaçınmış, içine
dalmaktan uzak durmuş, hatta işlerini yönetme konusunda babasının yerini alan
kardeşi bile siyasete yönelmemişti; o Muhammed Bakır ki Medine'de kalmayı
yeğlemişti.
Burada okuyucu şöyle
bir soruşturmaya gerek duyabilir:
Acaba Zeyd fiili
siyasetin içine kendi isteğiyle mi girdi, yoksa onu buna zorlayan bir etken mi
vardı? Çünkü kendisine verilen değerle ilgili olarak zorluklarla karşılaştı.O
ki, asla horlanmayı kabul etmeyen ve zulme razı olmayan kahramanların en
asilzadesi bir aileden olduğu halde, izzetinin elinden alındığını hissetti. O,
Farisü'l-îslam (İslam süva-nsO olan Ali b. Ebi Talib'in soyundandı. Bu şeref,
ona yeter ve artar.
Bu soruya cevap
verebilmemiz için gelişen olayları izlemek zorundayız. O olaylar h bizim bu
soruya en sağlıklı cevap bulmamızı sağlayacak ve bu çıkmazın muammasını
aralamaya götürecektir.
33- Bu olaylar Ehl-i Beyt'i siyaset konusunda, kendilerini
ondan şiddetle kaçındırma ısrarlarına karşın,konuşmaya zorluyordu. - Nitekim
İslam ülkelerinde yan çizen taifeler Bekir v V^"' ^ adl"a S°Z Sahİbİ
oiduk3anm iddia ediyorlardı. Bu taifenin Hz. Ebu Bekir Hz. Ömer (ra)'i nasıl lanetlediklerini
daha önce zikretmiştik.
Ali ZeynelAbidin bu
durumlarını görünce, kendisi hakkında söylenen bu 1- Meclisine geldikleri ve bu
sözleri ağızlarından duyduğu zaman onlan
meclisinden kovdu.
Oğlu Muhammed Bakır (ra)'da bir kısım Iraklılardan aynı sözleri duyuyor ve Ehli
Bey t adına söylenenleri anında reddediyor, bu reddedişi çok sert oluyordu.
Ehİ-i Beyt, bu
reddedişte tamamen hak çizgisi üzerindeydi. Çünkü Şia aşırılarının liderleri,
siyaset konusunda tamamen tarafsız kalan ve kendilerini tam anlamıyla ilme veren
bu Ehl-î Beyt imamlarının adına konuştuklarını iddia ediyorlardı. Nitekim
saptırılmış görüşlere çağıran Beyan b. Sem'an et- Temimi (öl. h. 119) Ebu
Haşim b. Muhammed b. Ali'nin görüşlerini yansıttığını iddia ediyordu. Ebu
Haşim ise onun bu durumunu öğrenince kendisini yalanladı, ondan ve
söylediklerinden tamamen uzak olduğunu ilan etti. Beyan'ın iddia ettiklerinin
aynısına çağıran Muğire b. Said (öl. h. 119) Muhammed Bakır b. Ali Zeynel
Abidin hakkında yalanlar uyduruyordu. Öyle ki onu hem hakkında söylediklerinden
ve hem de kendisine yakıştırdıklarından uzak olduğunu ilan etmek zorunda
bıraktı.
Kendilerinin ojmamlar
adına konuştuklarını iddia edip sonradan geri çekilmeleri ve sonra
propagandacıların bu yan çizmeyi de reddetmeleri, Ernevi oğullarının Ehl-i Beyt
İmamlarının durumu konusunda sürekli zanda bulunmaları içindi. Emevi
kuvvetlerinin derhal dağıttığı bu zan altında bırakma, buna karşılık da olumlu
bir harekatın başlamaması ve Ehli Beyt'in de Medine'de ikamet etmeleri,
Şam'daki Ümeyye oğullarından herhangi birisinin çağırması dışında Medine'nin
dışına çıkmamalarını, olsa bite Haremeyn'in dışına taşmamalarını sağlıyordu.
Nitekim onlar Şam'a gidiyor, sonra hemen bir türlü ayrılmadıkları ilim
mihrabına dönüyorlardı.
34- Fakat
dayanağını Hak'tan ve ilahi yardımdan almayan her gücün durumu önce duraklama,
sonra da ortadan silinmektir. İşte Emevi devleti Velid b. Abdulmelik, Süleyman
ve Ömer b. Abdülaziz dönemlerinden sonra zayıflamaya yüz tutunca Ehl-i Beyt
imamlarına karşı sürekli zan besleme eğilimi güçlenip alevlenmeye başladı.
Çünkü onu dağıtacak bir güç kalmamıştı, özellikle Emevi hilafetinin
değiştirilmesi doğrultusundaki propaganda durmadan gelişip çoğalıveriyordu. Bu
arada Horasan'da güçlü propagandacılar kendini gösterdi. Tarihçiler bu
olaylara h. 102. yılı olayları arasında yer vermişlerdir. Belki de bu
propaganda daha önceye uzanıyordu. Nitekim Haşimi propagandası üstü kapalı bir
tarzda başlamıştı.
Bu propagandanın Özü,
onların Hz. Ali yanlısı oldukları noktasındaydı. Hatta Hz. Ali yanlısı
olduklarını kesin olarak vurguluyorlardı. Bu propaganda Abbasiier'e intikal
edince, kendilerinin Ali taraftan imamların vasiyetiyle kurulduklarını ileri
sürdüler. Bu Ali taraftan imamın Ebu Haşim Abdullah b. Muhammed b. Hanefıyye
olduğunu, kendisinin imamlık yetkisi bulunduğunu, vefatından sonra bu yetkiyi
Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas'a vasiyet ettiğini söylediler.
Aynı propaganda
Irak'ta da başladı. Propagandacılar Irak'tan da Horasan'a geçtiler.
Tüccarlar gibi işe başlayarak davetlerini yayıyorlardı.
İşte bu konuda Îbnü'l-Esir'in el-Tinde şu belge yer almaktadır: "Bu yılda
(yani 102. senede) Meysere (yani Haşi-ı
'n propagandacısı) adamlarını Irak'tan Horasan'a yöneltti.
Propagandistlerin çalışları Horasan'da etkisini gösterdi." Öyle ki bu
propagandacıların haberleri Horasan valisinin kulağına kadar gitti. Onları
çağırttı ve aralarında şu konuşma geçti:
- Sizler kimlersiniz?
- Ticaret adamları.
- Hakkınızda
söylenenler nedir?
- Hiç haberimiz yok
- Siz propagandacı
olarak gelmişsiniz!
- Nerde?! Bizim kendi işlerimiz ve
ticaretimizden başka uğraşacak zamanımız mı var? Bu kimseleri tanıyan var mı?
diye sorunca, çoğunluğu Rebia kabilesinden ve Ye-men'den olan Horasanlı bazı
insanlar gelerek:
- Biz onları tanıyoruz. Eğer onlar hakkında
hoşunuza gitmeyen bir durum size ulaşırsa, sorumluluğu bize aittir. Bunun
üzerine onları salıverdi.[15]
Bu belgesel haber
gösteriyor ki, Haşimi devletinin kurulmasıyla ilgili propaganda Irak'ta gizlice
başlamış, Horasan'a geçişi daha sonra 102 yıllarında olmuştur. Bazı tarihçilerin
iddiasına göre bu olaylar ta Haccac b. Yusuf es-Sakafi'nin ilk yıllarından
itibaren Irak'ta Emevi hükümdarlığına karşı silahlı mücadele biçiminde
başlamıştı. Ancak şiddetli takip bu eylem hazırlıklarını gizliliğe itti. Zaten
bu gizliliklerin örtüsü altında devlet kurma idealleri dal-budak salar ve
inkılaplar meydana gelir.
Nihayet Abbasi
devletini kurma propagandası daha genel bir ifadeyle Haşimi devletini kurma
propagandası Hişam b. Abdulmelik döneminde gelişir ve çoğalır. Oysa ki o, Emevi
hükümdarlarının en güçlülerinden birisi ve olayların üzerine en şiddetli bir
şekilde gideniydi. 20 yılı aşkın uzun bir süre (h. 105-125) valilik yapmıştı.
Kendisine Horasan'dan
Haşimi devletinin kurulması konusundaki çalışmaların haberleri geliyordu. O,
bu haberleri şiddet yanlısı bir bakışla gözlemliyordu. Ve valilerine olayları
şiddet kullanarak bastırmalarını emrediyordu. Bu propagandalar dal-budak salarak
ürünlerini vermesin diye. Nitekim olaylar şiddetlendi ve her olay kendi
kuralınca giz ı gizli gelişip günyüzüne çıktı. Hatta olayları bastırma güçleri
o dereceye vardı ki, Muammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas kendi tarafından
valileri onların üzerine gönderiyor, bu kuvvetler karşısında kendilerini
kamufle ediyorlar, sadece ortaya konulmasında davarlarına yarar sağlayacak
varsa o zaman ortaya çıkıyorlardı.
Bütün bu olaylar h. 120 yılı dolaylarında ve bu
tarihten sonra meydana gelmiştir.
Ama Hişam bütün bu olaylardan bir an olsun
gözlerini ayırmıyordu. O, ortaya çıkan
sinsice gelişen olayları da sürekli kontrol etmek girişimiyle tedavi
edi-
yordu. Hz. Ali
yanlılarının dayanışma halinde üstünlük sağladıkları bu Haşimilik davasının
üzerinde, Irak'taki Ali taraftarlarının açık propagandaları daha etkili ve
güçlüydü. Hatta Halid b. Abdullah el-Kasri şüphesi? Beyan b. Sem'an ve Muğire
b. Said'in davet ettikleri cesurane propagandaları ile onları iyi tanır ve her
ikisini de derhal katleder. Nitekim o ikisiyle Ebu Haşini ve daha sonraları
Muhammed Bakır arasında geçen olayları aktarmıştık.
35- Güçlü
Hişam, Ali yanlılarına teyakkuz durumundaki her an harekete hazır olan ve
pusuda bekleyen düşmanın gözüyîe bakıyordu. Halkın onlara olan muhabbetini, Ali
Zeynel Abidin'i Kabe'yi lavaf edişi esnasında kalabalıkların onun ileri geçmesi
ve Hace-rülesved'i istilam etmesi için safları nasıl yardıklarını gördüğü
zamandan beri onlar üzerindeki etkisini çok iyi biliyordu. O ise her ne kadar
o esnada emirü'l-mü'minin değil idiyse de, hükümdar ailesinden olmasına karşın
Hacerülesved'i istilam edemiyordu. Lakin, kalbinde şöyle teselli buluyordu ki
onlar kendi valilerinin denetim ve gözetimi altında Medine'de sanki cezaevinde
yaşıyormuş gibi ikamet etmekteler, yahut kendileri için çizmiş oldukları ve
yöneticilerin de bu durumu hem kendileri hem de onlar için uygun buldukları
sınırlı bir ikamet içerisinde idiler.
Eğer Ehl-i Beyt'in en
güçlü gençlerinden bir genç beldeler arasında araştırıcı incelemeci olarak
mekik dokuyuvermeseydi işler normal akışında devam edecekti. Nitekim bu genç
Ehli Beyt şiasınm ikamet ettiği Irak'a gitti. Zaten Horasan'a Haşimilik davası
oradan taşmış ve Ali yanlısı olduklarını da ilk etapta gizlemişlerdi. Ancak
hakimiyeti tam olarak ele alıp ve İslam devletinin kürsüsüne oturduktan veya
böyle bir kürsüye oturmaya götüren yollar hazırlandıktan sonra işin gerçek yüzünü
açıkladılar.
tşte Medine'den Irak'a
taşımveren veya ikisi arasında mekik dokuyan bu genç adam, Zeyd b. Ali Zeynel
Abİdin'dir. îşte o zaman Hişam b. Abdülmelik'in kalbindeki bütün ümitler
kaybolmuş ve yerini kendi açısından sıkıntı ve izdıraba terketmişlir. Oysa ki
o, uyanık ve korktuklarım ilaçla yahut ondan korunmak suretiyle üstesinden
gelen muhteris birisiydi. Yine o, her durumda olayın meydana gelişinden önce
hilesini bulan bir kimseydi. [16]
36- Hişam,
kendi yöresinde ortaya çıkan durumları çözümlüyordu. Egemenliği altındaki
olayların tedavisini de Horasan'daki valilere bırakmıştı. Valilerin tümü
güvenilir ve sağlam dostlarıydı. Bütün uygulamalarım onun onayına sunarlar ve
emri aleyhine hiçbir şey yapmazlardı.
Onda kıyam hareketi
zuhur etmedikçe ve fitneye eğilimi sözkonusu olmadıkça da Zeyd'e karşı tavır
koymaya imkan yoktu. Lakin Hişam, bu fitneleri kendi kendine besle-
*.- -fmfve karar verdi. Bunun için de Zeyd'e
zorluk çıkarmaya yöneldi. Ortaya çıkan durum şudur ki Plişam, bu zorluk çıkarma
ameliyesini Ehl-i Beyt'in içinden sadece , tahsjs etmedi. Elimizdeki tarih
kitaplarında Zeyd'Ie birlikte bir kısım Ehl-i Beyt f ri selenlerine de
zorluklar çıkarıldığını ortaya çıkaran haberler vardır. Yine bu çıkan-1 zorluklar
arasında genel olarak Ehl-i Beyt'in üzerine çirkin işler yaptırmaya yönelmek
ve Medine'de onlarla ilgili dedi-kodu çoğaltmak da vardı.
Şimdi biz, bu
haberlerden iki tanesini belirtelim:
Birincisi:
tbnü'l-Esir'in "eî-Kamil" adlı kitabında anlattığı şu haber vardır:
Zeyd'Ie Cafer b Hasan b. Hasan arasında, Medine'de bulunan Ali (k.v.)'nin
vakıflarına nezaret etmek konusunda ayrılıklar vardı. Ancak aralarındaki bu
ihtilaf ileri düzeyde değildi. Daha sonraları bu ayrılık Cafer'in Ölümünden
sonra kardeşi Abdullah b. Hasan b. Ha-san'a intikal etti. İşte Hişam tarafından
Medine valiliğine getirilen Halid b. Abdülmelik b. el-Haris, böylece fırsatı
yakaladı. İhtilafı çözümleme görevini üstlenmişti. Bu, kızıştırmak ve
alevlendirmek için iyi bir fırsattı. Medine, Ehl-i Beyt imamlarının karşılıklı
atıştıkları dil kavgalarına tanık oluyordu.
Ve Abdullah b. Hasan
işe koyularak hasımkarane bir tutumla şöyle söyledi:
- Ey İbn-i Sindî!
(Sind'H cariyenin oğlu) Zeyd, gülerek dedi ki:
- İsmail de bir
cariyenin oğluydu. Bununla birlikte efendisinin ölümünden sonra evlenmedi.
Çünkü efendisi kendisinden başkasıyla evlenmemişti. (Yani Hüseyin'in kızı
Abdullah'ın annesi Fatıma'dan başkasıyla) o ise babamdan sonra Abdullah Hasan
b. Hasan ile evlendi. Sonra Abdullah pişman oldu ve yengesi durumunda olan
Fatıma'dan haya ederek bir zaman yanına girmedi. Bunun üzerine Fatıma ona şu
mektubu gönderdi: "Ey kardeşimin oğlu, ben, senin katındaki annenin,
Abdullah'ın katındaki annesi gibi olduğunu iyi biliyorum." Sonra oğlu
Abdullah'a da şöyle dedi:
Zeyd'in annesi
hakkında ne kötü konuştun. Vallahi o da senin gibi kavmin yabancılarından
olarak ne güzel"
Fakat çekişmelerin
sürekliliğini arzu eden Hakem, ikisine de mektup göndererek Şöyle dedi:
"Bize yüzkarası oldunuz. Eğer ikinizin arasını bulup da
çözümleyemediy-sem, ben Abdülmelik değilim."
Medine'de fitne kazanı
kaynıyordu. Birisi "Zeyd şöyle diyor" derken diğeri "Zeyd
böyle diyor" diye
naklediyordu. Birisi de "Abdullah böyle diyor" diyordu. Ertesi gün
olunca Halid mescitte
oturdu. Halk etrafına toplandı; bu olaylara sevineni de üzüleni de
a aydı. Hahd, onların
birbiriyle atışmalarından hoşlanır bir tavırla ikisini de yanına
Çağırdı. Abdullah
söylenerek gitti. Üstün şahsiyetli Zeyd şöyle dedi: "Ey Ebu Muham
ceeetme. Eğer Halid
her zaman seninle beni birbirimize düşürmek için uğraşıyorsa, bilesin ki Zeyd
maliki bulunduğu şeylerin hepsini boyamıştır." Sonra Halid'e dönerek dedi
ki: "Sen Rasulullah (sav)in züıriyetini Bbu Bekir ve Ömer'in aralarını
bula madiği bir konuda bir araya getirdin değil mi...."
Halid'in bu noktada
yapacağı en tutarlı iş, husumeti sona erdirmekti. Çünkü iki hasım taraftan
biri arkadaşının lehine kendi hakkından vazgeçmişti. Fakat Halid'in istediği ne
hakemlik, ne de arabuluculuktu. Onun istediği tek şey. Nebi (sav)in Ehl-i Beyti
hakkında kötü dedikodular için kapıyı açık bırakmaktı. Bu yüzden bu tatlı son
buluşa çok üzüldü. Orada oturanlara Zeyd'i karalayıp lekelemek için teşvik
ederek dedi ki:
- Bu sefih adamı
destekleyen bir kişi var mı? Ensar zürriyetinden bir adam söz alarak şöyle
dedi:
- Ey Ebu Turab'ın oğlu, ey sefih Hüseyin'in
oğlu, bir valinin senin üzerindeki hakkı ve saygınlığı olduğunu görmüyor musun?
Zeyd:
- Sus. senin gibilere
cevap vermiyoruz.
- Elbette benim
karşıma çıkamazsın. Vallahi hem ben senden daha hayırlıyım, hem benim babam
senin babandan daha hayırlıdır ve hem de benim annem senin annenden daha
hayırlıdır.
Zeyd gülerek:
- Ey Kureyş topluluğu,
bu din gerçekten elden gitti dedi.
Hemen müminlerin emiri
Ömer b. Hattab'ın sülalesinden Abdullah b. Vakıd:
- (Zeyd'e kötü kanuşam kasdederek) Yalan
söylüyorsun ey Kehtani. Allah'a andol-sun ki o hem şahsiyet, hem de baba ve
anne yönünden senden daha üstündür dedi ve birçok sözler söyleyerek kucakladı.
Sonra bir avuç çakıl aldı ve yere savurarak dedi ki:
- Andolsun ki vallahi
bu durumlara sabrımız kalmamıştır.[17]
37-
İkincisi: Zeyd'le Davud b. Ali b. Abdullah b. Abbas ve Muhammed b. Ömer b. Ali
b. Ebu Talib Irak'a gittiler. O sırada vali, Halid b. Abdullah el-Kasri idi.
Onların gelişini ağırladı ve kendilerini bahşişle ödüllendirdi. Sonra
Medine'ye döndüler. Bu olaydan sonra 120. senesinde Halid b. Abdullah el-Kasri
görevden alındı. Daha sonra Irak valiliğine Yusuf b. Ömer es-Sakafi getirildi.
Halid'in Zeyd'den Medine'de on bin dirhem karşılığında bir arazi satmaldığım
sonra da yeri ona geri verdiğini ileri sürdü. Hişam hemen Medine
defterdarlarına, onları Şam'daki sarayına getirmesini emretti. Huzuruna
çıktıklarında durumla ilgili bilgilerini sordu. Onlar, bahşiş aldıklarını itiraf
ettiler ama bunun dışındaki iddiaları reddettiler. Onlara yemin ettirdi ve
onlar da yemin ettiler. Doğruluklarına inandı ve Irak'a giderek Halid'le
yüzleşmelerini emretti. Onlar da istemi-yerek gittiler, Halid'le yüzleştiler,
doğru oldukları anlaşıldı ve Medine'ye doğru geri döndüler.[18]
Söylenir ki. Yusuf b.
Ömer es-Sakafi'nin Halid ve Haşimoğullannm yüce şahsiyet-. ^kmda Heri sürdüğü
şey, Halid'in kendilerine verdiği hediyelerdir. Hişam onları hal Medine'den
huzuruna çağırttı, Irak hapisanesinde tutuklu bulunan Halid'le araları,
birleştirmek için Yusuf a havale etti. Irak'a geldiklerinde Yusuf, Zeyd'e dedi
ki, Halid sana çok mallar hediye ettiğini ileri sürüyor. Zeyd, "o,
minberi üzerindeki ecdadıma sövüp dururken bana nasfl mal hediye eder?"
dedi. Halid'e adam göndererek onu huzuruna çağırttı ve şöyle söyledi:
- İşte Zeyd, senin
kendisine birşeyler hediye ettiğini inkar ediyor. Halid ona ve Davud'a bakarak
Yusuf a şöyle dedi:
- Sen bu konuda günahlarına bir günahı daha
eklemeyi mi istiyorsun; ben ona nasıl hediye verebilirim, hem ona sövüyorum,
hem de onun minber üzerindeki atalarına sövüyorum.
İşte bu belgesel
haberler Hişam'ın ileri gelen adamlarının Zeyd'i karalamak hususunda nasıl
çalıştıklarını tasvir ediyor.
Bir defasında
kendisiyle ailesi arasındaki tartışmaları körüklemek, diğer bir defasında da
meydana gelmeyen şeyleri olmuş gibi göstermek suretiyle...
38- Medine
valisi Halid b. AbdulmeSik b. el-Haris'in Zeyd'e karşı eziyeti artınca Zeyd
Şam'a Hişam b. Abdülnıelik'e gitti. Halid'in tutumunu şikayet etmek için
huzuruna çıkmaya izin istedi. Malesef Hişam buna izin vermedi. Bu defa izin
talebini içeren bir dilekçeyi ona gönderdi. Hişam, dilekçenin altına şu notu
düştü: Evine dön (Medine'ye). Ve bu ifadeyi birkaç defa tekrar etti. Zeyd ise
şöyle diyordu: Vallahi Halid'in yanma asla dönmeyeceğim. Zeyd son defasında
izni kopardı. Bir hizmetçinin kendisini adım adım izlemesini ve söylediklerini
tesbit etmesini emretti. Hizmetçi, şöyle söylediğini ısıttı: "Vallahi hiç
kimse bayağilaşmadıkça dünyayı sevmez." Sonra Hişam'ın huzuruna çıktı.
Zeyd onun karşısında birşey üzerine yemin ederek konuyu isbatlamaya çalışınca,
Hişam "doğru söylediğine inanmıyorum" dedi ve sonra kaşlarını çatarak
dedi ki: "Ya Zeyd, senin halifeliği düşündüğün ve onu umduğun haberi bana
ulaştı. Sen bir cariye Çocuğu olduğun halde bu makam, nasıl umarsın!!"
Zeyd:
- Sana bir cevabım
var.
- Konuş.
kendisin ^^ ^'^
*atmĞB-dçi oiarak gönderdiği nebisinden daha yüksek dereceli ve belli oîa^ı^^
yakl" °'amaZ" ^ ÎSmaÜ (aS) hlT cariyenüı oğludur. Kardeşi ise nesebi
yırtışım cık °gIUdUr' mhuki AIİah- İsmail'i seçti, Ve onun sulbünden insanlığın
en ha-bu maVam^01' Pekl dedGSİ ResuIullah (sav), babası da Ali b. Ebu talib
olan bir kişiye
makamdan daha layık ne
olabilir?
Hışam:
Çık dışarı! Zeyd- Zaten çıkıyorum. Ama bu günden sonra senin
hoşlanmadığın ne varsa ben orada
olacağım, dedi.
Güçlük çıkarmanın en
ileri düzeydeki gayesi buydu; ona kendi valisini şikayet etmek için gidiyor,
sonucunda işkence, kötü söz söylemeler, kendisine ve babasına kadar uzanan
sövüp saymalar meydana geliyor...
Mes'udi.
"Muruc-ez-Zeheb" adlı kitabında bu son karşılaşmayı birkaç sözcük
değişikliği ile aynen anlatıyor ve şöyle devam ediyor: "Zeyd, Hişam b.
Abdülmelik'in Risa-fe'deki makamına girdi. Huzuruna varınca oturacak bir yer
göremedi. Mecliste oturanların sonlarında bir yere oturdu ve şöyle dedi:
"Ey mü'minlerin emiri, hiç kimse Allah'ın takvası yanında kendini
büyükleyemez; kimin yanında da Allah'ın takvası yoksa kendisini küçük
saymaz." Hişam:
- Sus, annesi olmayası!
Sen, bir cariyenin oğlu olduğun halde hilafet konusunda kendi kendini
yiyorsun." dedi.
Zeyd:
- Ey Em ire'1-Mü'm
inin, sana bir cevabım var. Eğer'arzu edersen, onu sana söyleyeyim, istiyorsan
sükut edeyim, Hişam:
- Cevabını söyle
bakalım.
- Anneler insanların
gayelerinin önüne engel teşkil etmezler. Nitekim İsmail'in annesi de İshak'ın
annesinin cariyesiydi. Bu durum onu Allah'ın nebi olarak göndermesine engel
olmadı. Araplar içinde onu takdir etti. Nihayet onun sulbünden insanların en hayırlısı
Muhammed (sav)i dünyaya getirdi. Sen bana bu sözü söylüyorsun ama, ben
Fatı-ma'mn ve Ali'nin oğluyum.
Şunları söyleyerek
ayağa kalktı:[19]
Korku onu darmadağın
etti ve ürküttü
Tıpkı celladın
serbestliğini, yadırgayan gibi
İki avucu parçalanmış,
hüznünden dem vuruyor
Çakmak taşının ve
demircinin sivri uçları onu bozguna uğratmış
Oysa ki; onun için
ölümde rahatlık vardır.
Ölüm ise hükümdar
kulların boynundaki
Eğer Allah ona bir
devlet vermişse,
Allah, azgınların
eserlerini de küller gibi yenik bırakır.
İbnü'1-Esir rivayet
eder ki, Zeyd, Hişam'ın yanından çıkınca, artık onun kendisinden nefret
uyandırdıklarını göreceği şeklinde tehdit edince, (Çünkü Hişam ona çıkmasını
söylemiş ve o da, "çıkıyorum ama, bugünden sonra senin hoşlanmadığın ne
varsa ben Orada olacağım" demişti) Salim ona: "Ey Hüseyin'in babası,
böyle bir davranış senden meydana gelmez?" dedi Onun yanından aynldı ve
Kufe'ye doğru yolaldı. Orada Muham-d b Ömer b. Ali b. Ebu Talib kendisine dedi
ki: Ya Zeyd, ailenin başına gelen şeyler ,avısıyle Allah adına seni
düşünüyorum. Şu Küfelilerin yanma gelme. Onlar sana vefa göstermez ve seni
kabul etmezler... Sonra şöyle söyledi:
Ölümler korkutup
durmakta beni; sanki „-.;.
Hayatın arz-ı endam
edişiyle yapmaya hazırım,
Cevaplayarak ona
dedim, Ölüm akan bir kaynaktır.
Bu pınarın bardağıyla
içmek zorundayım.
Eğer ölüm bir kılığa
bürünse, benim
Kılığıma bürünüp
konaklasalar, dünya evi dar gelir.
Ev babasız kalası,
senin utangaçlığın ben, bitirdi; şunu bil ki,
Ben Ölecek bir kişiyim
öldürülmesem de şayet.
39-
Periyodik bir sıra içinde arzettiğimiz bu olaylardan anlaşılıyor ki, Zeyd kıyam
girişimini işlememiştir. Çünkü o, tam bir üstünlük ve iradeyi eline geçirdiği
ortamda kıyamda bulunmayı planlıyordu. Fakat ona zorluklar çıkarıldı; şahsiyet
ve gururu incitildi.
0 ki, Ali b. Ebu
Talib'in torunuydu. Yine o kimse ki, emirülmü'minin Ömer b. Hattab'in şöyle
söylediğini biliyordu: "Bu adamı çok takdir ediyorum. (Bu sözle kabuğuna
sığmayan Ali kastediliyor)" Ve devam ediyor: "Onun yeri
doldurulamaz." Şu anda aynı sözleri Haşimi bir genç söylettiriyor:
"O, usanmaz, izzet onur ve şahsiyeti uğrunda Ölümlere razı, keskin kılıç
darbesiyle katledilmese de zaten esirlikle ve silik bir şahsiyet olarak
öleceğini bilen birisidir. Onun gibiler için ölüm tatlı bir su pınarı; hayatın
acılarını ve aşağılanmanın ızdırabmı sürekli tatmak yerine ölümü yeğler bir
genç." İşte onun için, ivedilikle kıyama karar verdi. Belki de bu kıyamı
ileri bir tarihe ertelemek istiyordu. Geçmiş büyüklerinin sustuğu gibi o da bir
süre susmuştu.
Nitekim Zeyd'in akaid
anlayışında metod olarak kendisine Mu'tezile mezhebini seçtiği, onlara göre
değişmez kesin yargılardan birisi olan emr-i bil-ma'ruf ve nehy-i
ani'l-munker'ın temel görüşlerinden birisi olduğu bilinince, o *un en yüce
ideallerinden birisinin bu ümmetin arasını düzeltmek, hakkın kalesini ayakta
tutup, batılın binasını da yerle ir etmek olduğu anlaşılır. Belki de onun sık
sık Irak içinde mekik dokuması sadece
1 im maksadıyla değil,
aksine böyle bir kıyamın hazırlığı içindi. Çünkü o, Emevi saltanatına nihai bir
darbeyle son verecek olan sağlam tedbirle problemleri tedavi etmek niyetini taşiyordu.
Fakat Hişam'ın durumu kontrol altında bulunduran gözü, onu anında kıyama itti.
Hazırlıklı bulunmasın ve durumu güdümlü olurak planlamasın diye. Özel- basıhk
propagandasının haberleri güçlü ve gizli bir şekilde ilerliyordu. Tıpkı suyun
duvarların altında sessizce yürüyüp binada Önce çatlaklar meydana getirmesi,
sonra da kimin tarafından yapıldığı bilinmeyen bir yıkımı sağlaması gibi. Oysa
Hişam, her ortaya çıktığında onu kılıçla izliyordu. Ne yazık ki ortada gözüken
meyveleri kesip alsa bile, yerin derinlerindcki köklerin gizlice yürüttüğü ve
hayat verdiği tohumlan ke-semiyeceğini biliyordu. Tohumlar sürekli
gelişmekteydi. Aceleyle tohumu terkedip, meyveler vermek zorundaydı. Ne yazık
ki bu iş çok sağlam ve çok gizli meydana geliyordu. [20]
40- Bu genç
İmam, bütün korkuları kulak ardı ederek hakkı istemeyi veya Ölmeyi -ki
hangisine isabet ederse kendisi için o daha hayırlı ve en tutarlı yol olacaktı-
hedef seçerek kıyam etti.
Nitekim Mes'udi'nin
Muruc ez-Zeheb'inde şöyle geçmekledir: "Nihayet Zeyd kardeşi Ebu Cafer b.
Ali b. Hüseyin b. Ali ile istişare etti. Kardeşi kendisine Kufelilere pek fazla
güvenmemesi biçiminde fikrini beyan etti. Çünkü Kufeliler gaddar ve düzenbazdı.
İşte deden AH orada katledildi. Amcan Hasan orada yara aldı. Baban Hüseyin
(belki de en yakın dedesi kastediliyor) orada katledildi." Bu durum
karşısında Zeyd çekindi fakat uğrunda kararlı olduğu hakkın hakim olmasını istemek
duygusu ağır bastı ve şöyle dedi "Ey kardeşim, senin hakkında da yarın
Kufe'nin çöplüğünde asılı bulunmandan korkuyorum." Ebu Cafer onunla
vedalaştı ve bir daha bir araya gelemiyeceklerini bildirdi."[21]
Bu haber, dış görünüş
itibariyle takma adı Ebu Cafer olan İmam Muhammed Ba-kır'ın, Zeyd'in kıyamında
Kufe'de bir savaşçı olarak yaşadığını gösteriyor ise de, bu görünüş doğru
değildir. Çünkü İmam Ebu Cafer h. 114. senesinde vefat etmiştir. Her ne kadar
el-Mekki'nin Menakıb-ı Ebu Hanife adlı kitabında h. 117. yılında Öldüğü yazılıysa
da biz birinci haberi tercih ediyoruz. Çünkü bizim tercihimiz, Taberi,
Îbnu'l-Esir[22] İbn. Kesir vb. gibi
güvenilir tarihçilerin üzerinde birleştikleri görüştür. Her iki rivayeti ele
alacak olursak, haberin dış görünüşü ile meydana gelen olayların birbirine
uymadığını görürüz. Çünkü Zeyd'in kıyam hareketi h. 121, katledilişi ise h.
122 senesindedir. Biz diyemeyiz ki istişare toplantısı kıyama niyet etmenin
başlangıcında, Kufe'ye ziyaretçi araştırmacı olarak ve ilmin zırhını giyerek gittiği
zamanda meydana gelmişti.
Aksine o, Kufe'lİlerin
durumlarını incelemek, davranışlarını ve Ehl-i Beyt'e yardımcı olmalarının
miktarını yakından tanımak niyetindeydi. Çünkü kardeşi, istişareden sonra bir
daha buluşamayacaklarını söylemişti. Bu da, Zeyd'in o sırada kıyama bilfiil
karar, verdiğini göstermektedir. Sonra Zeyd, bunun ötesinde Emevi
hükümdarlarının, valilerinin ve özellikle Hişam'ın çıkardığı zorluklardan önce
birçok kez Irak'a gidiş-dönüşlerin-
de kardeşiyle bir
araya gelmişlerdir.
Dolayısıyla bjz bu
rivayeti reddediyoruz. Belki de Muhammed Bakir'a nısbet edişinde tahrifat
yapılmıştır. Olayın hakikati; bu haberin Muhammed b. Ömer b. Ali'ye nis-hlı
edilmiş olmasıdır. Tarihi bir tesbit şudur ki. Zeyd'i, kıyam konusundaki
kararlılığından caydırmak için Ömer b. Ali ona nasihatlerde bulunmuştur.
41- Şehristani'nin
el-Milel ve'n-Nihal adlı kitabında Muhammed Bakır (ra)ın Zeyd'Ie iki konuda
münakaşa elliği anlatılmaktadır. Bunların birisi Mutezile üzerinde araştırma
yapması ve Vasıl'ın mezhebiyle içice olması, ikincisi ise Falıma ailesinden
imam olma konusunda kendi adına davetçi olarak çıkmasını şart koşmasıyla
ilgilidir. Bu konuda Şehristani şu ifadelere yer vermektedir:
"Zeyd'Ie kardeşi
Muhammed Bakır arasında şu konularda münazara cereyan etti... Zeyd'in Vasıl b.
Ata'ya Öğrenci oluşu bozguncu ve zulmedenlerle yaptığı savaşta dedesi Ali'nin
hata ettiğinin caiz olabileceği görüşünü benimseyen ve kader konusunda Ehl-i
Beyt'in sahib olduğu görüşün aleyhinde söz söyleyen bir kimseden ilim iktibası.
Ayrıca bir imamın imam olabilmesinde kıyam etmesinin şart olduğu konusunda
tartışmışlardır. Hatta bir gün Muhammed Bakır ona, "senin mezhebinin kesin
görüşüne göre baban imam değildir; çünkü o hiç kıyam etmedi, kıyam girişiminde
bile bulunmadı" dedi.”[23] Bu
noktada azıcık durup bu haberin durumunu tartışmamız gerekmektedir. Eğer haber
doğruysa doğruluk sınırını tartışalım:
Birinci bölüm üzerinde
durursak şu sonuca varırız ki, ikisi de aynı yaşta oldukları için Zeyd, Vasıî'a
Öğrencilik yapmamıştır. Zeyd'in kendisini ilme adamasındaki tutumu Vasıl'ın bu
konudaki çabasından daha az değildir. Çünkü Zeyd'in Vasıl ile olan ilgisi, aynı
yerde bir araya geldiklerinde alimlerin yaptığı münazaranın dışına
taşmamaktadrr. Bu münazaraların akışı içinde fikir iletişiminde bulunmuşlardır.
Kader konusundaki tartışmalar Ehl-i Beyt arasında yaygındı. İtimada layık ve
tutarlı bir kitap olan el-Munye ve'l-Emet adlı kitabında el-Murtaza bu konuyu
belgeleriyle kaleme aldı ve Ehl-i Beyi imamlarının kader konusunda insandaki
kudretin varlığını isbat ederek tartıştıklarını açıkladı. Nitekim Şia
kitaplarında bu görüş onlara nisbet edilmektedir. Vasıl'ın da Mute-zılecıhk
akımını Ebu Haşim b. Muhammed Îbnu'l-Hanefiyye'den aldığını söylerler. Aşağıdaki
sözler, karşı cevap vermesi ve tartışmasıyla ilgili olarak Hasan b. Ebu
Abdillah Cafer es-Sadık'a nisbet edilmektedir.
Şüphesiz efal-i ibad,
üç merhalenin dışına çıkamaz:
a) Ya bizzat
Allah tarafından olması,
b) Fiile iştirak
etmesi açısından hem kul, hem de Allah tarafından meydana getirilmesi,
c) Bizzat
kul tarafından gerçekleştirilmesi.
Eğer bizzat Allah
tarafından meydana getirilmişse, fiilin güzel oluşu durumunda hamd edilmeye,
çirkin olması durumunda da zemmedilmeye layık olması gerekirdi. Hamdda veya
kınamada başkasının payı bulunmazdı.
Eğer fiil hem kuldan
ve hem de Allah'tan meydana gelseydi, bu konudaki hamd eşit olarak ikisine,
kötülemek de aynı ölçüde ikisine ait olurdu. Bu iki görüş de geçersiz olduğuna
göre, kendi fiilinin yaratıcısı kul olduğu kesinleşmiş olur. İşledikleri
cinayet karşısında Allah Teala onları cezalandırırsa, zaten sorumluluğu
kendilerinindir; eğer Allah Tcala onları bağışlamışsa, onlar zaten takva ve
mağfiret ehlidirler."[24]
İsna Aşeriye'nin
İmamiyye kolunun Ehl-i Beyt'ten naklettikleri rivayetler doğru olunca,
değişmeyen gerçek şu olur ki, onlar kader ve efal-i ibad konusunda
Mu'tezi-le'nin görüşü dışında bir görüşe sahip değillerdir. Ne diyelim ama,
özellikle İmam Mu-hammed Bakır Mu'tezile'nin bu konudaki görüşünü
paylaşmamaktaydı.
Vasıl’ın sık sık
Zeyd'le bir araya gelmesi, Hz. Ali'nin Emevilerle yaptığı savaşlarda kesinlikle
hak çizgisi üzerinde olmadığı görüşünü Zeyd'in ondan aldığını göstermez. Çünkü
birçok otoriter, bu görüşün Vasıl b. Ata'nın kendisine nisbet edilişinde derin
bir şüphe içerisindedirler. Çünkü bu görüşü ona nisbet edenler, Mu'tezile'lere
"mu'tezile" admm verilmesinin tek etkeni olarak
nitelendirmektedirler. Zira Mutezile hareketinin savaşan iki grubun biribirinden
ayrıldığını gören bir gurup sahabe içinde geliştiğini söylerler. O iki gurubun
bir tarafında Ali (ra) ve taraftarları, diğer tarafında da Muaviye ve ona
yardım edenler vardır. Yine aynı kaynaklar, bu fırkanın ortaya çıkış etkeninin
başlangıçta siyasi amaçlı olduğunu belirtirler. Bütün bu görüşler, tartışma
götürür konulardır. Miel ve'n-Nihal ile, İslam fırkalarının bilginleri bu
konularda kesin çizgileriyle hiçbir görüşü benimsemem işlerdir.
Dolayısıyla biz, bu
bölümdeki görüşlere içinde hiçbir şüpheye düşmeden kabul görülen bir bölüm
bulunacak şekilde yer vermiyoruz.
42- İkinci
bölüme gelince; o da, imamın kendi tarafına çağırarak kıyam etmesinin zorunlu
olduğu konusundaki tartışmadır. Biz kesin olarak şu kanaatteyiz ki, eğer bu
imam olma hadisesinin kıyam anında olması zorunlu ise, bu görüşün kabulü mümkün
değildir. Çünkü İmam Muhammed Bakır, Zeyd kıyam etmeden veya kıyama henüz yönelmeden
önce vefat etmiştir. Dolayısıyla bu haberi kabullenmek sözkonusu olamaz. Fakat
bu münakaşa ağabey İmam Bakır ile onun öğrencisi sayılan kardeşi arasında çocukluk
yaşının bitiminden sonra geçen bilimsel bir tartışma planında meydana gelmişse
ve kendisine ilim alanında münakaşa edebilme kariyeri verilmişse, o zaman bu
görüş kabul görebilir. Zaten olayla ilgili şahid de vardır. Bu görüşün kabul
edilme yönü, yası sı konusunda bir delilin bulunmaması, alimlerin naklettiği
haberlerle bu ha-
an hiçkimsenin yalanlamam asıdır. Bu sonucu
kabullenmekten kaçınacak bir yerimiz
Diler yönden, İslam'ın
ilmini tüm alanlarda araştırdıklar! sürece bu konuda Ehliyle
t aflında
tartışmaların meydana gelmesi kaçınılmazdır. Kendileri hakkında hilafetsında
bulunmaları veya bulunmamaları, bilimsel araştırma alanının dışında kalan ayn
bir iştir.
Bu görüşün doğruluğuna
tanıklık eden belgeye gelince o da, İmam Zeyd'in Irak'a cok gidip-ilmesi ve
İmam (ra)'ı Irak halkından şii oJanlan tam olarak tanıyıncaya kadar
seferlerini ardarda sıralamasıdır. Aşağıdaki haberler bu durumu
belgelemektedir. Hisam'ın denetimci gözleri bir an olsun ondan ayrılmamıştır.
Dolayısıyle sürekli zorluklara sokmak suretiyle peşini bırakmamış, Ehl-i
Beyt'ten onun dışında kimseye bu denli kötü davranmamıştır. Hadisenin bu
şekildeki cereyanı son buluşmada açıkça görülmüştür. İşte buluşmadan sonra
Zeyd kıyam etmeye kesin karar vermiştir. Çünkü Hişam onu "hilafet makamını
gönlünden çıkarmayan kişi" olarak zikretmiştir.
İki kardeş (kv)
arasında geçen bu haber doğru ise. aralarındaki ayrılığın, olduğundan daha
geniş boyutlu cereyan etmesi kaçınılmazdır. Çünkü bu düşüncenin varacağı nokta,
Ehl-i Beyt'ten olan imamların bulundukları ortam gereği Emevi saltanatına asla
rıza göstermedikleri ve Emevi hükümdarlarım imamlık düzeyinde görmedikleri,
bilakis İslam cemaatlerinin çoğunluğu ona boyun eğseler dahi onlann diktatör
bir yönetim olduğunu kabul ettikleri sonucudur. İbn.Teymiye Minhac es-Sünnc
adlı kitabında konuya ilişkin açıklamada bulunduğu gibi bu düşünce Ehl-i
Sünnetin takındığı ortak tavırdır. Nitekim devlei yönetimini iki kısma
ayırmıştır:
a) Kendine
ait şartlan içeren peygamberliğe dayalı hilafet devleti,
b) Sultanlık
devleti
Emevilerin
çoğunluğunun nebevi hilafetin şartlarını yerine getirmediği görülmüştür.
Oniarın görüşüne göre hilafetin şartları şunlardır:
a)
Kureys/den olmak,
b) Şura
esasına dayanmak,
c) Karşılıklı
biat yapmak,
d) Adaletli
olmak.
Bilmen bir gerçektir
ki ikinci şarta yönetimlerde pek fazla rastlanmamaktadır.
43- Lakin
Şehristani'nin iki kardeş arasında geçen münakaşa ile ilgili verdiği bilgiler
egmce Al-ı Bcyt'e ait haberler yalnız bu olayı göstermeyip, bilakis imam veya
halifesi atını kendilerinden birisine verdiklerine ve kendi aralarında bir
sıraya koyduklarımda a delalet
etmektedir. İşte Ali Zeynel Abidin İmam idi. Bakır da imamdı. Fakat bu imamlık Sıfatıyla onların Emevi ve daha sonraları
Abbasi halifelerine "Ya emirel mü'minin sözüyle hitap edişlerini
bağdaştırmak nasıl mümkün olabilir? Buna cevap olarak
deriz ki; onlar
başlarından eksik olmayan eziyetlere peş-peşe maruz kalmamaları için iç
dünyalarındaki düşüncelere perde olarak takiyye metodunu benimsemişlerdir.
Şüphesiz bütün
haberlerin geliş şekli, bu imamların topyekün takiyye ilkesini benimsediklerini
göstermektedir. Zeyd de kıyam konusundaki kesin kararı bulunmasıyla birlikte
ilk zamanlar takiyye ilkesini benimsemiştir. O da Hişarn'a "Ya emirel
mti'minin" sözüyle hitabetmişti.
İmamlık için kıyam
etmeyi şart koşması, ancak kıyam edebilecek gücü kendisinde bulması veya en
azından bu hususta bir güç toplamaya uğra§masıyla sınırlıdır. Bu konudaki
haberlerin akışı bizi İmam Zeyd'in Ehl-i Beyt'in çekildiği uzlet haline son
vuir-halkla siyasi açıdan bütünleşmeyi arzuladığı sonucuna vardırmaktadır.
Nitekim davetini halk arasında yaygmlaştrrdı. Şüphesiz onun muttaki olan
babası, başlarına aniden geiı veren o vurgundan sonra Rasulullah'ın değerli
Al-i Beyt'i içerisinde bu uzlet halini yeğlemişti. Onun bu uzlet hali, zafere
ulaşmak ve dayanak elde etmekten bir ümitsizlik durumuydu. Çünkü onlar
kendilerinde kararlılık ve sabrın bulunmadığı zafer girişimleri ile İmtihan
edildiler. Oğlu Muhammed (ra) da aynı siyasi uzlet politikası içerisinde
yürüdü. Zeyd'e gelince, bu uzletten sıyrılıp insanlarla bütünleşmeyi uygun
gördü ve bu yolda Hi-şam'ın kendi iç dünyasındaki tehlikeyi tasavvur edeceği
noktaya kadar vardı. Her ne kadar Allah Teala ondan gerçek tehlikeyi
(Abbasilerin yaptığı baskını) gizlemişse de, bu tehlike Zeyd hareketinin
yaptığı direniş kadar direniş gösterememiştir.
Belki de Hişam
Abbasîlik hareketinin Ali taraftarlığı hareketi olduğunu hayal ediyordu. Çünkü
bu hareket, Haşimüik damgası ile damgalanmıştı. [25]
44- Zeyd
kollan sıvadı ve savaş alanı için gerekli olan malzemeyi hazırlamaya başladı.
İlkönce Kufe'ye gitti. Daha önce işaret ettiğimiz ve ileride de açıklayacağımız
gibi bir kısım Ehl-i Beyt-i Nebevi'nin ileri gelenleri kendisini Kufelilere
fazla güvenmesi noktasında uyarmıştı. Lakin o, kesin kararım vermişti. Çünkü
Emevilerle bir arada yaşaması imkanının kalmadığına inanmıştı.
Bu amaçla gizli
yollarla.Kufe'ye gitti. Fakat bu gizli gidişi denetlenen ve belirli kişilerce
bilinen bir gidişti. Onun icraatı meçhul değildi. Gizli çalışmalarında evden
eve taşınıp duruyordu. Nereye konakladığını sadece şüler biliyordu. Şiiler
ayrı ayrı gelerek ona biat ediyordu. Biat ediş ibaresi şöyleydi:
"Biz sizi
Allah'ın kitabına Nebi (s.a.v)in sünnetine, zulmedenlere karşı cihada,
müs-taz'afların haklarını korumaya, mahrum edilenlerin hakkını geri almaya, bu
devlet imkanlarının vatandaşlar arasında eşit dağıtılmasına, haksızlıkların
reddedilmesine, hak ehlinin zafere ulaştırılmasına davet ediyoruz. Bu durumlar
üzerine biat ediyor musunuz?" Eğer onlar "evet" derlerse. İmam
onların elleri üzerine elini koyuyor ve şöyle diyor "Ali h'ın ahdi,
tnisakı, zimmeti ve Rasulullah (s.a.v)in zimmeti senin üzerine olsun tlak
surette bana yaptığın biati harfiyyen yerine getireceksin, düşmanlarımla
sava-'caksın, benim için gizli ve aşikar doğru yolu göstereceksin." Biat
eden kişi yine "evet" d se
elini onun eli üzerine meshederek "ey Rabbim, şahid ol" derdi.
Îbnü'1-Esir konusu olarak şöyle söylüyor: Bu ilkeler üzerinde onbeş bin kişi
biat etti. Bunun kırk
bin olduğu da
söylenir.[26]
îmam'ın Küfe şiilerine
Vasit ve diğer şehirlerdeki şiileri de ekleyerek bu sayıyı kırk-bine
ulaştırdığı ortaya çıkmaktadır.
İsfahani
Mekatiiu't-TaUbin adlı eserinde der ki: "İmam Zeyd Halid b. Abdullah
el-Kasri ile Trak'laki cezaevinde görüşmek için yanlarına geldiğinde Küfe halkı
kıyam konusunda üzerine yüklendiler. Irak valisi onun bu gelişine hiç değer
vermedi. Bu defasında Kufeliler onu kıyama teşvik ettiler ve Zeyd yanlarından
ayrılıp Medine'ye doğru giderken: "Allah sana merhamet etsin, senin
arkanda Küfe, Basra ve Horasan'dan önüne Emevi oğullar: ':ı çarpışacak yüz bin
kılıç varken bizi bırakıp nereye gidiyorsun? Biz Şam halkındım :;ı bu hesaba
çok az sayıyı ilave ettik." dediler. Bunlara rağmen Zeyd onları yüzüstü
bırakarak gitti. Onlarsa, Zeyd kendilerine gelinceye kadar peşini bırakmayıp,
destanlar dizdiler.”[27] Bu
küsüp ayrılmadan sonra tekrar onlara dönmesini zorlayan etkenin Hişam'm kötü
davranışı ve ihanetini araştırması olduğu ortaya çıkıyor.
İmam onların yanına
dönmeye kesin karar verince Davud b. Ali kendisine şöyle dedi: "Ey
amcamın oğlu, şüphesiz ki onlar senin şahsiyetini istismar ediyorlar. Değil mi
ki onlar, kendileri katında senden daha izzetli olan deden Ali b. Ebu Talib'i
orta yerde bıraktılar ve nihayet katledildi. Ondan sonra Hasan'a gelince, önce
ona biat ettiler, ardından üzerine atıldılar, ridasını çekip alarak yara-here
içinde bıraktılar. Yine değil mi ki onlar deden Hüseyin'i kıyam ettirdiler,
onunla akitleştiler, sonra yüzüstü bıraktılar ve teslim ettiler. Hatta onu
katledinceye kadar da bununla yetinmediler. Ne olursun, onlara dönme. Eğer
dönersen, sen daha iyi bilirsin amma en az onlar kadar seni savunacak bir kişmm
bulunmayacağından korkuyorum." Ve Davud Medine'ye çekip gitti, Zeyd ise
Kufe'nin yolunu tuttu.
45- Zeyd
biat alıp savaş için hazırlıklara başlayınca yaşça kendisinden daha büyük olan
Abdullah b. Hasan b. Hasan'dan bir mektup aldı. Mektup şöyleydi: "İmdi,
şüphesiz kufeliler aleni konuşurken kendisini gizleyenin böğürtüsü gibi
üflerler. Refah içerisindeyken hercümerc olurlar, biraraya geldiklerinde de
çığırtkan kesilirler. Dilleri kendilerini ileri
atar ama kalpleri şialaşmaz. Nitekim onların davetleri ile ilgili
mektupları bana
yoluyla geldi. Fakat
onlardan ümit kesip gönlümden attığımdan dolayı seslerini duymak istemiyorum ve
bahislerini duymamak için kalbime bir örtü giydirdim. Onlar hakkında Ali b. Ebu
Talib'in şu dediğinden başka bir güzel örnek bulamıyorum: "Eğer başıboş birakılırsanız
dalarsınız. Harbetmek zorunda kalırsanız kırılıp-dökülürsünüz. Çoğunluk halk
bir imam üzerinde birleşirse kötülersiniz. Bir zorluğa mecbur edilirseniz iki
büklüm olursunuz."[28]
Bu uyarıların ardarda
gelmesine rağmen Zeyd iki topuğu üzerine iki büklüm olmadı. Aksine savaş alanı
yolunda yürüyedurdu. Bu yolda on küsur ay, yukarıda anlattığımız şekilde
insanları kendisine biat edilmesine çağırarak yol aldı. Büyük yığınları
etrafına topladı. Kıyamın h. 122 yılının sefer ayı başlarında yapılması üzerinde
dava arkadaşlarının ileri gelenleri ile birlikte ittifak etti. Lakin haberler
Irak valisine ardarda yağdığı gibi Hişam b. Abdülmelik'e de gidiyordu. Nihayet
Hişam, Irak valisi Yusuf b. Ömer'e içinde şu ibare bulunan yazıyı gönderdi:
"Sen büsbütün
uyuyorsun. Şüphesiz Zeyd b. Ali Kufe'de kuyruğunu dikmiş kendisi için biat
topluyor. Onun isteklerine kulak ver ve kendisine süre tanı. Eğer kabul etmezse
onunla savaş."
Irak valisi, İmam Zeyd
ve beraberindekileri arayıp dinlemeye yöneldi. Zeyd İçin de ortaya çıkmak ve
ileri atılmak zorunluluğu vardı. Dolayısıyle kendisine biat eden taraftarlarını
çağırdı. Onların biat ettiklerini biliyordu. Fakat onlar şiddeti görür görmez
birbirleri ile tartışmaya ve mücadele etmeye başladıkları gibi İmam'ın
görüşlerini de araştırmaya başladılar. Ehl-i Beyt'in gürültü çıkarmayı tercih
etmediğini iyi bildikleri halde kuru gürültü çıkarmayı yeğlediler.
Zeyd'in ikamet ettiği
evde cereyan eden tartışmaları tarih kitaplarının anlattığı şekilde
naklediyoruz.
Onlar Zeyd'e şöyle dediler:
- Allah sana merhamet
etsin, Ebu Bekir ve Ömer konusundaki sözün nedir?
- Allah onları
mağfiret etsin, Ehl-i Beyti'nden hiç kimsenin kendisini onlardan uzakta
gördüğünü duymadım. Ben de onlar hakkında hayırdan başka birşey söylemiyorum.
- Öyleyse Ehli Beyt'in
kanını neden istiyorsun?
- Belirttiğiniz
şahsiyetlerle ilgili söyleyeceklerimin en şiddetlisi bu göreve en layık
insanların bizler olduğumuzdur. Fakat o günkü topluluk onları bize tercih
ettiler ve bu konuda bizi geri plana ittiler. Bize göre bu durum küfür
sayılmaz. Hepsi yönettiler, adaletli oldular, kitap ve sünnete göre amel
ettiler.Onlar şöyle dediler:
- Öyleyse bu
savaşmanız neden?
- Şu andakiler, onlar
gibi değiller. Şimdikiler halka zulmettiler ve kendilerine de zulmettiler.
Benim davam. Allah'ın kitabına ve Nebisinin sünnetine çağırmak, sünnetleri
canlı tutmak ve bid'atlan da ölü hale getirmektir. Öyleyse eğer dinlerseniz hem
sizin için hem benim için daha hayırlı olur. Eğer onaylamazsanız, ben sizin
üzerinize gönderilmiş bir vekil değilim.
İste orada onu
terkettiler, yüz çevirdiler ve biatlarım bozdular.[29]imamlarının
da Cafer Sadık olduğunu ilan ettiler.
46- İşte bu.
ayrılığın ta kendisiydi. Düşman, Zeyd ve taraftarlarına saldırmak için hazırlığını
yapmıştı. Bu yüzden Zeyd, tesbit etmiş olduğu süreden bir ay önce savaşa başlamak
zorunda kaldı. Taraftarlarım savaşa "Ya Mansur Ya Mansur" sloganıyla
çağırdı. Fakat onun davetine topu topuna 218 kişiden başkası katılmadı. Oysa
yalnız Kufe'den zafer veya Ölmek üzerine onbeşbin kişi ona biat etmişti. Lakin
bu katılanlardan başka kimse icabet etmedi. Diğerleri zaaf gösterdiler ve
yeminlerini de bozdular. Zeyd'in mü-nadilerinden biri onlara şöyle
sesleniyordu: "Zilletten izzete çıkınız. Dine ve dünyaya beraber
yöneliniz. Siz şu halinizle ne dinde ve ne de dünyadasınız." Lakin onları
büyük bir telaş ve çığırtkanlık aldı. Fakat Zeyd. bozguna uğramanın kötü
sonuçlarını görse bile metanetini hiç yitirmiyor, aksine şöyle diyordu:
"Onların Hüseynilere yaptıklarım yapmalarından korkuyorum. Ancak vallahi
umurumda değil! Ölünceye kadar savaşacağım." Peygamberin öz sülalesi ve
Ali'nin torunu beraberinde Bedir savaşçılarının sayısının altında veya bir o
kadar kişi olduğu halde meydana atıldı. Düşmanının ordusu ise yoğun, güçlü ve
her an takviye kuvveti olan bir orduydu. İşte Zeyd hesap açısından böyle
yetersiz bir sayıyla savaşa girdi. Fakat denge bakımından daha güçlüydü. Savaş
alanının stratejik önemi onların lehineydi. Nihayet savaşa girdiler, Emevi
ordusunun bir kanadını bozguna uğrattılar ve onlardan yetmişten fazla kişiyi
katlettiler. Düşman, sayıca fazla olmakla birlikte bu inanmış ve sabırlı
kişilerin göğüs göğüse kılıçla savaşmasından acze düştüler. Okçulardan yardım
istediler. Oklarını Zeyd {ra)in ashabına atıyorlar, atıyorlardı, işte ancak
oklarla onlara üstünlük sağladılar. Zeyd'in alnına bir ok isabet etti ve o ok
çıkarılırken ölümü oktan oldu. Dolayısıyle üstünlüklerini ancak dedesi Hüseyin
(ra)e reva gördükleri yolla sağlayabildiler. Çünkü Ali'nin torunlarından hiç
birisi meydanda gögüs göğüse çarpışsın da karşıdakini yere sermesin; bu
görülmemiştir.
Hışam'ın, Zeyd'in
cesedi konusunda işlediği cinayet, Yezid ve İbn Zeyyad'm dedesinin cesedi
üzerinde işlediklerinin aynısıdır. Defnedildikten sonra cesedi üzerinde uzuvlarını
kesmek suretiyle değişiklik yaptı. Oğlu Yahya babasını kimsenin bilmediği bir
yere defnetmeyi ısrarla istiyordu. Onu bir su kanalının içine gömdü ve
düzeltti. Kimse onun tertemiz cesedinin yerini bilmesin diye üzerine otlar
koydu. Fakat durumu bilen-erden bınsı Emevi valisine haber verdi. Böylece
önceki günahlarının üstünde büyük bir günah daha işlediler; kabri deştiler,
naaşı çıkardılar, bütün uzuvlarını kestiler ve Hişam Abdulmelik b. Mervan'ın
emri ile Kufe'nih çöplüğüne diktiler.
mevıler açısından bu
savaş, İslami değerlerin hiçbir yönüyle saygınlığı olmayan günah dolu bir savaştı. Fakat şöyle bir olay
anlatılır: Emevi askerlerinden şatafatlı bir atın üzerindeki bir kişi
Rasulullah (sav)in kızı Fatimatüzzehra'ya çirkin bir dille sövüp durdu. (Allah
o kişiye ve onu destekleyip oraya gönderenlere lanet etsin.) İşte İmam Zeyd bu
olay üzerine o kadar ağladı ki, sakalı ıslandı. Defalarca şu sözü tekrarladı:
"Ra-sulullah'm kızı Fatima için kızgınlık duyacak birisi var mı?
Rasulullah (sav)in kendisi için kızgınlık duyacak birisi mi var? Allah Teala
için kızgınlık duyacak birisi var mı?" Nihayet Zeyd'in adamlarından biri
gizlenerek arkasından koştu ve onu öldürdü. Şatafatlı atından yere atıp ata
kendisi bindi. Emeviler bu kişinin üzerine şiddetle saldırdılar. Zeyd'in taraftarlan
ise hemen tekbir getirdiler. Şiddetle üzerlerine saldırdılar. Rasulullah
(sav)in kızının değeri uğrunda intikam alan adamı kurtardılar. Böylece Zeyd
(ra)m gönlü hoş oldu. Rasulullah (sav)in değeri ve İslam'ın değeri uğrunda
intikam alan adamın iki gözünün arasını öptü... Ve şöyle dedi: "Vallahi
sen bizim intikamımızı aldm. Vallahi sen dünya ve ahiretin şerefini ve
hazinesini elde ettin."[30]
47- Savaş bu acı sonla
bitti. Bir kısım tarihçiler Hişam'ın bu sonuca bütün yönleriyle sevinmediğini
belirtirler. Şüphesiz ki o, bu işin savaşsız bitirilmesini, Zeyd'in güvenlik
altına alınmasını ve yan esir olarak tutulmasını arzuluyordu. Bu duruma
Hişam'ın Yusuf b. Ömer'e yazdığı emirnameyi delil göstermektedirler. Çünkü o,
Zeyd'Ie savaşılmadan önce güvenlik altına alınmasını talebetmişti. Gerçi bu
sözün üzerinde durulmaya değer ama, bu davranışı şefkate ve azıcık bir imana
dayandırılamaz. Tarihin akışında ortaya çıkan olaylardaki gerçek sebep onun,
kalplerin kinlerini üzerine çekmeyi arzulamamış olmasıdır. Çünkü böyle bir
kinin artmasında gizli gizli üreyecek fitnenin tırmanışı yatmaktadır. Bu
hususu çok iyi biliyordu. Her ne kadar o kalplerin kurduğu pusulan tamamıyla
bilmese de. Şartlar açısından ele alınırsa bu tarz düşünüsü yerindeydi. Önce
Zeyd'in, katledilişine, daha sonra da oğlu Yahya'nın katledilişine içlen acı
duyanlar Ab-basilerin yüklendiği haşimilik davetine icabet konusunda büsbütün
şaşkına döndüler. Belki de Zeyd'in katledilişi hesapların ince ve dikkatli
yapılması, gizli hareket etmenin muhkemliği yanında Abbasilik davasının
başarıya ulaşma sebeplerinden birisidir. İşte bu, Ehli Beyt'in saygınlığını,
peşkeş çekenler yüzünden Allah Teala'nm üzerlerine indirdiği bir cezadır. Elle
tutulur ve gözle görülür zulmün bilincinde olmak, kalpleri söz ve saldırıların
filizlendirmesinden daha çok yeşertir. Bu, başkaldırıya haykıran umumi bir
çağrı ve ağır baskıları yokediştir.
Bilinmesi gerekir ki,
bu sebeplerin de ötesinde güneş kadar apaçık ortada olan husus, Mervan b.
Hakem'in, oğullarına Ali b. Ebu Talib'in evladına sataşmamalarını vasiyet etmesiydi.
Gerçek şu ki, onlara yapılan zulümlerin uğursuzlukları Süfyan ailesinin ocağı
üzerine çökmüştü. Bundan dolayı o, Ali Zeynel Abidin'le dostluk kuruyor, ona
değer verme ve el üstünde tutma
konusunda ileri gidiyordu. Oğullarına da onun hakkında Vef- H-sünmelerini
tavsiye ediyordu. Belki de Hişam, o sırada dedesi Mervan'ın sözünü çok iyi
hatırlıyordu.
N'havet Mervan'ın,
torunları konusunda tahmin ettiği uğursuzluklar gerçekleşti. . (jniann
saltanatları da tıpkı Ebu Süfyan'ın evladma ait saltanatın Hüseyin'in
vah-öldürülüşüyle son bulması gibi bu iğrenç katledişle sona erdi.
Nitekim daha önce,
Hişam'ın yukarıda anlattığımız sebepler dolayısıyla çatışmanın 7 vd'in
katledilmemesiyle son bulmasını arzuladığını söylemiştik. Bu bir şefkat ve merhamet
ifadesi değildi. Çünkü ortada Hişam'ın, cesedin uzuvlannı kesip insan
kılığından çıkarma ve o tertemiz na'şı korku salarak ürkütmek amacıyla asma
konusunda verdiği emrin belgesi vardır. Böylece yapacağını yapmış ve korku
saçmıştır. Ama bu korku sa-hş aleyhinde daha köklü tedbirlerin alınmasına ve
Abbasilik davasının doğmasına neden olmuştur. Zeyd'in kabrinin açılıp başının
Hişam'a götürülmesinden on sene sonra da Emevilerin bütün kabirleri deşilmiş ve
Abbasilerin katledilmeleri görevini üzerine alan Mervanoğullarının cesetleri
üzerinde sofralar yayılmıştır. Mes'udİ'nin Muruc ez-Zeheb adlı eserinde
Emeviler arasındaki şamata ve Emevi oğullarının kabirlerinin deşilmesi
hakkındaki ibret anlatılmakta ve şöyle denilmektedir:
"Emevilerin bazı
şairleri Ebu Talib ailesine ve onların bağlılarına beyitler halinde
hi-tabederek şöyle diyorlar:
"Sizin Zeyd'inizi
hurma kütüğüne astık. Ama ben hiç kütüğe asılmış mehdi görmedim."
Zeyd'in asıldığı
ağacın altına taraftarlarınca direkler dikildi. Sonra Hişam, Yusufa (Irak
valisi) o direklerin yakılması ve küllerinin rüzgarlara verilmesi emrini
verdi." Mes'udi devamla Heysem b. Adi et-Tai'nin Amr b. Hani'den naklen
şunları anlattığını söyler: "Abdullah b. Ali ile birlikte (Abbasi) Saffah
Ebu'l Abbas'ın döneminde Emevi oğullarının kabirlerini deşmeye çıkmıştık.
Hişam'ın kabrine vardık. Onu, burnunun bir kısmı dışında hiçbir şeyi çürümeden
sapasağlam çıkardık. Abdullah b. Ali ona seksen kamçı vurdu. Sonra onu yaktı.
Sonra da Süleyman'ı bir balçığın içinden çıkardık. Onun da omurgası,
kaburgaları ve başından başka hiçbir şeyini bulamadık. Onu da yaktık. Ay-nj ışı
diğer Emevi oğullarına da tatbik ettik. Onların kabirleri Kmnesrin'deydi. Daha
sonra Şam'a vardık ve hemen Velid b. Abdülmelik'in çıkarılması işine koyulduk.
Male-Sef Onun kabrinde ne az, ne de çok hiçbir şey bulamadık. Abdülmelik'i de
kazdık. Kafasının birkaç parçasından başka şey bulamadık. Daha sonra Yezid b.
Muaviye'nİn kabri-
azdık. Onun da sadece
tek bir kemiğini bulabildik. Lahdinin içinde sanki küllerle
^unlamasına çizilmiş
siyah bir çizgi bulduk. Sonra da bütün şehirlerdeki kabirlerim
adım izleyerek
içlerinde bulduklarımızın tamamını yaktık." Biz burada bu belgesel
en vermekle Hişam'ın
Zeyd b. Ali'yi katletmesinden dolayı kendisinin Zeyd b. Ali’ye yapığı gibi
cesedine yapılan yakma işi nedeniyle misillemeye nasıl nail olduğunu zikretmiş
olduk."[31]
Bu sözleri biz,
Ahbasilerin, Emevi kabir ve naaşlanna yaptiğı fiilleri temize çıkarmak için
söylemedik. Esasen bunu söylemek şer'an da caiz değildir. Biz sadece Allah
Teala'nın takdir edişindeki ibreti gözler önüne sermek için bu sözleri
serdettik. Allah şüphesiz taşkınlık yapanları ibret alınması için birbirine
düşürür.
Emevilerin önde gelen
zalimleri, insanlık sınırını aştılar, taşkınlık yaptılar ve Nebi (sav)in öz
sülalesine yapacaklarını yaptılar. İşte diğerleri de yaptıklarının aymsıyle karşılık
verdiler. Ve Allah Teala'nın takdiri yerini buldu:
"işte böylece
kazandıkları günahlardan ötürü zalimlerin bir kısmını bir kısmına musallat
ederiz." (En'am 129)
Böylece ibret
alacaklar için bu şekilde ibretler meydana geldi. Lakin kuvvet yükseklerdedir;
ondan ibret alınmaz ve gözler onu gözlemleyemez. [32]
48- Zeyd,
savaş meydanında şehit düştü ve meydanda kılıçların biribirine girdiği,
•okların atıldığı yerde Öldü. Hem de yiğitçe, özgürce, yüce bir şahsiyet olarak
şehit oldu.. Dini konusunda asla bayağı davranışlara razı olmadı. Batılın
yücelip hakkın alçalışını, sünnetin öldürülüp bid'atın diriltilişini, şeriatın
yıkılıp zulmün ayakta tutuluşunu görmeye de razı olmadı. Yine o, en büyük
ceddi Muhammed b. Abdullah (sav)in gelenekleş-tirdiği şuranın yerine nefisleri
baskı altında tutan ve kalpleri dağlayan istibdadı görmeye de dayanamadı. Ve bu
konuda Allah Teala'nın emrine uydu. Çünkü Allah, muhkem kitabında şöyle
buyuruyor: "(Umuma ait islerde) Onlara danış" (Al-i İmran 159)
Yine Allah Sübhanehü
şöyle buyuruyor:
"Onların işleri
aralarında istişare iledir." (Şura 38)
Zeyd, kendisi ve dini
için münasip gördüğü bu değerli ölüm şekliyle öldü. Siddikle-rin ve Allah'ın
kendi katma yaklaştırdığı şehitlerin bile elde edemiyeceği yüce bir dereceyi
elde etti. Lakin gönüllerde bir sızlanış var... İnanan kimsenin gönlü Rasulün
öz sülalesine ve onların başlarına gelenlere vahlanışlar gönderiyor...
Bilmiyoruz, niçin onun levh-i mahfuz'unda ve takdir edilmiş alın yazısında
Hasan ve Hüseyin'in, hakkı talep eden oğullarının akibetinin böyle olması
yazılımı... Oysa ki onlar, Rasul-ü Kerim'in ifade buyurduğu gibi cennet
ehlinin iki genç efendisidirler. Hemen akıl bu noktada örnek alabileceği bir
ibreti arayıp tarıyor. Bu noktada akıl hak uğrunda şehit düşmeye ve hakkı
söylemeye şu darb-ı meseli getirmekten başka çare bulamıyor. İşte
Nebiyyü'l-Kerim şöyle buyuruyor: "Şehitlerin seyyidi, Hamza b.
Abdulmuttalib ile zalim sultanın karşısında hakkın kelamını söyleyip o
sultanın katlettiği kişidir." Nitekim Allah Sübhanehü ve Teala da şehidlik
konusunda kendisine uyulan ve bu iyilerin nuruyla aydınlanılan
Darb-ı meseller Çünkü
onlar canlan karşılığında İslam'ı, ruhları karşılığında riarb-ı mest/111-1
ha kkı kurtardılar.
Oların varmak istedikleri hedefi kendisine de hedef seçerek her
3 kde hakkı söylemesi
her mü'min üzerine bir borçtur. O mü'mine de işte bu insanlar ü-bl şehitlik
şerefine ulaşması yeter. Birisi şöyle diyebilir: Acaba hakkı söylemek onu
gl yenlere bir fayda sağladı mı?
Nitekim başa geçselerdi ve zafere ulaşmalardı ancak o
an yarar sağlardı!!
Buna karşılık cevap olarak deriz ki: Onların söyledikleri ve terte-iz ruhlarını
yolunda akıttıkları hakkın kelamı, hakkın bizzat kendi varlığı içerisinde arar
saklamış, inanan vicdanları harekete geçirmiştir. Zaten Hüseyin'in şehadetinin
Süfyani devletini, Zeyd'in şehadetinin de Mervani devletini götürdüğünü bilmen
sana yetermi. Allah o devletlerin hükümranlığını ortadan kaldırmış ve Allah
Teala'nın şu kelamı yerini bulmuştur:
"Böylece biz,
zafer günlerini insanların kah bir kesimine, kah diğer kesimine nasib
ederiz." (Al-i İmran 140)
Belki de onlar başa
geçip üstünlük sağlasalardı, tıpkı sahabenin fakihi ve onların kadısı,
İslam'ın tartışılmaz süvarisi Ali b. Ebi Talib'in imam seçilmesi konusunda
ayrılıklara düştükleri gibi burada da hissi duygular harekete geçecek
etraflarındaki eğilimler farklılaşacaktı. Bununla birlikte haklarında hüküm
verirken onları lekelemek daha vahim, daha şiddetli, şer ve fesadı daha
celbedici olur. Hz. Muaviye'nin muttaki ve asaletli Farisu'l-İslam'ı (İslam
Süvarisini) itham konusunda ne yapılacaksa yaptığını görmedin mi? Yine
Haricilerin, hidayet rehberi imam hakkında dedikodular çıkardıklarım ve atılacak
ne kadar çamur varsa attıklarını da görmedin mi? Bu takva sahibi şahsiyetlerin
hakkında söylenen sözler çoğalınca o zaman insanlara Örnek şahsiyet ve yol
gösterici olacak kim kalır? Gerçek şu ki, İslam için en hayırlısı bu gibi ömek
şahsiyetlerin her türlü dedi-kodudan, hatta yalanlardan uzak bulunmaları ve
yalnızca yol göstericilik için sahnede olmalarıdır. Eğer başlarından eksik
olmayan zulüm biteviye şiddetlenirse o zaman hakkı kim ilan edecek? Hidayetçi
öldürüldüğünde onun katli kalpleri tokmaklayan, akıllan düzeni değiştirmeye,
organlan da fiiliyata iten bir kıyamet oluverir. İşte bu, Allah'ın çizdiği
kaderdir."
' O'nun katında herşey
ölçüyledir. O, gaybı ve hazırı bilir, çok büyüktür, yücedir." (Ra'd 8-9)
49- Bu
konuyu, bu büyük felaketi neticelendirerek, müslümanların kalplerini titreten birbirini
izleyen ve ardarda gelen olaylar zincirini araştırmaya yönelmeden yüzüstü takmamız,
bizim için kolay değildir. Bugün de o olaylar, müslümanlann şuurlarını titretip
duruyor. Şüphesiz bu noktada okuyucu şunu sorabilir: Zeyd acaba niçin
babasının, ardeşınuı ve yaşıtı olan kardeşinin oğlu Cafer Sadık'ın metodunu
terketti? Bu sorunun daha önce anlattıklarımızın içeriğinden anlaşılmaktadır.
Şimdi de özet olarak
bahsettiklerimizin
açıklamasını yapacağız.
Zcyd,
Fatımatüzzehra'nın Hz. Hüseyin'den sonraki evlatları arasında çok yer değiştirmesi
ve göç etmesiyle sivrilen bîr kimseydi. O'nun Irak'ta çok dolaşması Iraklıları
tahrik ve teşvik etti. Muhammed (sav)in aline ait hakları'istemeyi ona süslü
göstermeleri karşılığında onların kalplerinde Hz. Ali (ra)ın Ehl-i Beytine
karşı şiileşmeyi sağladı. Fakat diyemeyiz ki zeki, zarif yapılı İmam Zeyd
onların spekülasyonlarına aldandı. Ancak şunu diyebiliriz: Irak'ın içerisinde
her tarafı adım adım gezmesi, onu Emevilerin yaptığı zulümler konusunda bilgi
sahibi yaptı ve onların işlediklerini gözünde büyüttü. B ;lki de onun
Medine'deki evi ve konumu meydana gelen her olay konusunda kendisini bilgi sahibi
kılmıyordu. Sadece Haccac'ın yaptıkları, işlediği suçlar ve ondan sonra
gelenlerin -özellikle Hişam'dan önce Irak valisi olan Yusuf b. Ömer'in
faaliyetleri- hakkında bilgi sahibi oluyordu. Hişam, kaskatı bir zalimdi. Onun
aleyhinde ve Halid b. Abdullah el-Kasri aleyhinde dedikodular çıkardı. Halid'le
yüzleşmesi için onu çağırdı. O ise, Halid'le buluşmakta çekimser kalıyordu,
nitekim Hişam, Halid'in yanına gitmesini istediğinde karamsarlığını Hişam'a belirtmişti.
Bu konuda İbnu'1-Esir şöyle diyor: "Zeyd Hişam'a kendisinin Yusuf a
gitmesini emrettiği zaman şöyle dedi: Eğer beni ona gönderirsen, artık
ebediyyen senin ve benim bir araya gelmeyeceğimize and içiyorum."[33]
Bu davranış olaydan
duyduğu karamsarlığın ölçüsünü göstermektedir. Bu karamsarlık, yüce duygular
sahibi zatı aradaki bağları koparmaya tahrik etmiştir. Dolayısıyla bu
yolculuktan sonra Iraklıların tahrik ve teşviklerine kulak asmaya kalbinde yer
vermiştir. Kufeliler onunla defalarca yazışmışlar, bu olaya kulak vermiş ve onu
davet etmişler, Zeyd de onlara ağır ve temkinli adımlarla icabette bulunmuştur.
Bir de buna daha önce
belirttiğimiz Hişam'm zorluklar çıkarması ve sonra da defalarca ihanette
bulunmasını eklersek, şüphesiz bu olaylar karşısında şahsiyetine önem vermesi
ve kahramanlığı açısından Zeyd gibiler için amaçlanan horlanma mukabilinde
susmaya müsamaha göstermek düşünülemezdi.
Böylece hakka ve
sırat-i müstakime davette bulunarak meydana atılmak için sebepler hazırlanmış
oldu. Hür bir kimseye göre hak ile birlikte olduklarını açığa vuran kişi ve
yardımcılarını doğrulama konusunda bir aşağılanma yoktur. Bu durumda dosdoğru
ve güvenilir hür bir önder, insanları hakk için samimi davranmaya zorlar.
Dolayısıyle, kendisine
karşı zorluk çıkarmalar ve ihanetler ortaya çıktığında kendisine susmayı
öğütleyen, Iraklılardan; özellikle o zamandaki Küfe halkından uzak durmam sini
isteyen seslere kulak asmadı.
Bütün bu anlatılanlara
şu da eklenebilir: Zeyd, Vasil'Ia bir araya geldi ve Mü'tezi-le'nin görüşlerini
müzakere etti. Nihayet Zeyd, itikatta mezhep olarak Mu'tezile'yi seçti. O'nun
üzerinde ittifak edilen ve hiç kimsenin ihtilaf etmediği temel ilkelerinden
birisi "emr-i bil-ma'ruf ve nehy-i anilinünker"dir. İşte Ali'nin
torunu kötü değerleri dimdik ayakta, alenen işlenir ve yaygın, iyi değerleri
ise ihmale uğramış ve demode durumda
görülüyor, buna paralel olarak bütün işleri tepetaklak olmuş ve ters
çevrilmiş, tıpkı biribiriyle kesişen çemberler gibi hepsinin biribirine
karıştığını da gözlemliyordu. İşte böy-
Vebelki de "emr-i
bil-ma'ruf ve nehy-i anilmünker" işine ciddiyetle sarılması bir borç oluyordu.
Öte vandan Vasıl da
aynı temel ilkeyi kendi stiline göre uygulamaya koyuyordu.
stjli çeşitli milel ve
nihai (Milletlere ve Mezhepler) ehli ile mücadele etmek, zın-d k ve neva
ehlinin yaydığı şeyler konusunda İslam'ı savunmaktı. Zeyd b. Ali dedesi Hüseyin
(ra) ile Ali (ra)dan miras aldığı stil üzerine hareket ediyordu. Onun da zalim
hükümdarlar karşısında tavrı, hakkı müdafaada bulunmak ve onlara karşı koymak
şeklindeydi. Zeyd (ra) dan geriye kalan bu düzlemdeki tartışmaların hepsi onun
sadece sünneti dimdik ayakta tutmak ve bid'atleri yoketmek, İslami değer
yargılarını da her türlü başıbozukluk, zulüm ve abesliklerden temizlemek için
kıyam ettiğini göstermektedir.
İşte Zeyd (ra), bu
noktada boynunun borcu durumuna gelen temel ilkeyi uyguluyordu; Bu temel ilke
de "emri bi'1-ma'ruf, nehy-i anilmünker"dir. Ne var ki, bu temel
ilkeyi en mükemmel tarzda uygulama noktasında Ehl-i Beyt'in de Kerbela şehidi
(ra) konusunda İslam'ın tepesine balyoz gibi inen büyük felaketten sonra
uyguladıkları, takiyye ilkesini terketmiştir. Allah, o Kerbela şehitlerinin
katillerine kıyamete kadar lanet etsin.
Ve belki de
"emr-i bi^ maruf ve nehyi ani'l-münker"in gerekliliğinde esas olarak
aldığı bu temci ilke, onu "imamın ancak kendisi için davetçi olarak
kıyama kalkmadıkça imam sayılamayacağı" hususunu söylemeye iten'faktördür.
Bu kıyamını, kendisini hak için adadığını ilan etmek ve hak ile ortadan
kaldırmak istediği baül konusunda hakkın kendisine yardım ederek etrafında
kümelenmelerini sağlamak için yapıyordu.
Bunlar, Zeyd'in
kucakladığı ve uğrunda kendisini ileri attığı yüce ilkelerdir. Bu ilkeler
sayesinde hakka bizzat hak için inanan her kuşaktaki insanlar tarafından övgüye
layık görülüyor, bundan dolayı zarefe ulaşamadı diye de saygınlığından hiçbir
şey kaybetmiyordu. Çünkü kişi hakka imanı ve onun şanını yüceltmek için
araçları benimsemesi oranında erdemliliğe hak kazanır. Her ne kadar bir
zorlukla karşılaşmayı arzu etmeyen hakka imanı zayıf olan kalpler sıkıntıya
dayanamasalar da kendisini fedai olarak tekba-Şina ilen atan kimsenin imanı ve
ileri atılmasında hiçbir horlanma sözkonusu olamaz. Bu konuda tümüyle kınamaya
layık olan, zafere ulaşma anında duyarsız davranandır.
mam Zeyd'i bırakıp
kaçanlar, Emevilerin tahakkümü altında yaşamaya layıktırlar. Vunku bazı güzel
sözlerde şöyle denilmiştir: "Siz nasıl olursanız Öyle yönetilirsiniz. hükmü
atında bulunanların renklerinden yansıyan bir renkten ibarettir." Zeyd
endısım yücelerde
yaşatan ve mü'minlerin kalplerini titreten şehadete layık kişiydi. ılatı m güç
ve kudretinden daha üstünü yoktur. [34]
50- Burada
şöyle bir konu gündeme gelir: Acaba Zeyd kendi şahsına oy toplamak için mi kıyam
etti? Hem Zeydiler, hem de tarihi olayların akışı ve Zeyd'in kendisini ileride
de açıklayacağımız gibi halife olanlar arasında görmesi bu kanıyı
doğrulamaktadır Zeydiler, Zeyd'in imam olduğuna ve onun hakkın zafere
ulaşmasına davet için bir imam olarak kıyam ettiğine kanaat getirmektedirler.
O, kendi içtihadının gereği ortaya koyduğu imamlık şartlarını yerine
getirmiştir. Çünkü bir taraftan Fatıma'mn evladındandı, diğer taraftan da
halkı kendisine itaat etmeye davet etmek için kıyam etmişti.
Tarihi olayların akışı
da bu görüşü desteklemektedir. Nitekim Kufe'ilerden biat almıştır. Onlar da
kendisiyle "Allah'ın kitabı, Rasulullah (sav)'in sünneti üzere ve zalim
hükümdarlara karşı cihad etmek, hakkı elinden alınanların haklarını savunmak,
mahrum edilenlerin hakkını geri almak, devlet gelirlerinin vatandaşlar arasında
eşit olarak dağılımını sağlamak, ayrıca hak ehlinin zafere ulaşması için çaba
sarfetmek" üzerine biatleş-mişlerdir. İşte bu, İmam'ın sözleşme senedidir.
Buna göre kıyama azmetti ve ona çağırdı.
Kendi çağdaşı olan
İmam Cafer Sadık ona saygı duyuyor ve onu hayırla anıyordu. Daha önce bahsi
geçtiği gibi onunla yakın yaşta idiler. Mekaîil et-Talibin kitabında şöyle
deniliyor: "Abdullah b. Cerir'den naklen şöyle dediği rivayet edilir:
"Ben Cafer b. Muhammed'i Zeyd b. Ali'nin bineğini tutarken ve eğeri
üzerinde onun elbisesini düzeltirken gördüm." Eğer bu haber doğru ise iki
hususa delalet eder:
Onlardan birincisi:
İmam Cafer Sadık'ın amcası Zeyd(ra)a saygı duyması.
İkincisi ise: İmam
Zeyd'in, kardeşi Muhammed Bakır'dan sonra Hüseyin ailesinin idarecisi
olmasıdır. Belki de o, İmam Cafer Sadık'tan biraz daha yaşlı idi. Çünkü doğum
tarihinde ihtilaf edilmiştir. 75. yılında doğduğu söylendiği gibi 80. yılında
doğduğu da söylenir. İmam Cafer (ra) için evinin yaşlısına ikram etmesi
konusunda bir aşağılanma olamaz. Bu gibi işlerde küçük düşme de yoktur.
51- Bu nedenle dış görünüşü ile olayların akışı
Zeyd'in kendisi için imamlık çağrısında bulunduğu neticesine varmaktadır. Bu
konuda serdettiğimiz delilleri yalanlayacak karşı bir delil de bulunmamaktadır.
Lakin îmamiyye mezhebinin kitaplarında serdettik-leri imamlar zincirindeki
imamın Ali Zeynel Abidin'den sonra oğlu Bakır olduğu gibi babası Muhammed
Bakır'dan sonra da Cafer Sadık'ın olduğu geçmektedir. Onlara göre imamet,
vesayet veya veraset iledir: Bu duruma göre İmam Zeyd'in hakkı olmayan şeyi
istemesinden onu tenzih ettiler. Zeyd (ra)in halkı sadece Ali ailesinin
değerini yüceltmeye davet ettiğini ve onun durum kesin istikrara kavuşmadan
kendisini imam olarak ilan etmeyi düşünmediğini, durum kesinlik kazansaydı
gerçek İmam Cafer Sadık adına da-
vettebulunacağ.nı
belirtiyorlardı.
Nitekim
"es-Sadık" adıyla anılan kitapta aşağıdaki belge geçmektedir.[35]
"7 vd kendi adına
imamlık iddiasında bulunmamıştır. Ancak halk onun adına imam-v ridiasında
bulunmuştur. Aynı zamanda onun davası haikı uyandırmaktan öte hakkı c
ulaştırmak ve batılın da elde ettiklerini geri almaktı. Zeyd'in karakteri
kendisine it olmayanı istemekten çok yüceydi. Eğer zafer elde etseydi onu
nereye teslim edeceği ok ivi biliyordu. Bazı yorumlamalar onun kendi adına
imamlık iddiasında bulundu-öu hususuna nisbet edilir. Fakat bu konuda takındığı
tavır apaçıktı. Çünkü sadık Emevi okullarının üstün güçlerinden korkuyordu ve
Zeyd'in kıyam hareketini kendisine nisbet etmelerinden, ayrıca kıyam
hareketinin kendi emriyle yapıldığının anlaşılmasından, bunun ardından da
kendisinin ve aşırı taraftarlarının hesaba çekilmesinden emin değildi..."
Sonra şöyle devam
ediyor:
"Onun halkı
uyandırması ve kendisini ayıp sayılabilecek şeylerden ibra etmesi hususunu
başarılmış büyük bir iş sayması noktasından Sadık'ın Zeyd'in üzerine kapanıp
ağlaması, malları onunla birlikte katledilenlerin aileleri arasında eşit
olarak taksim etmesi, Zeyd'in zafere ulaşması yolunda köstekleyenleri
azarlayarak incitmesi onunla birlikte ayaklanmaya katılanları mü'min,
karşısında savaşanları da kafir olarak nitelendirmesi yeterlidir.
Bütün bu
anlatılanlardan anlıyoruz ki, İmamiyyeler Zeyd'e ve cihad konusundaki mevkiine
saygı duymaları ayrıca İmam Ebu Abdillah Cafer Sadık'ın kendisinden övgü ile
bahsetmesini ikrar etmelerinin yanında Zeyd'in kendi adma imamlık iddiasında bulunduğunu
inkar ediyorlar ve Cafer'in övgüsünden onun kendi adına halifelik iddiasında
bulunmadığına delil çıkarıyorlar. Bu görüşe karşı çıkanlar ise Cafer'in
kendisinden övgü ile bahsetmesi ve katledilişi dolayısıyle ağlamasından onun
kendi adına davette bulunduğu imam Ebu Abdullah'ın da bu daveti uygun gördüğü
delilini çıkarıyorlar. Yine onlar Zeyd'le birlikle savaşanları
"mü'min" karşısında savaşanları "kafir" olarak adlandırmasından
Zeyd'in kendi adma davette bulunmadığı delilini çıkarmışlardı. Bu olay, karşıt
görüşte olanlara delil getirilebilir. Çünkü ona yardımcı olanların mü'min
olarak adlandırılması, onların gerçek bir imam adına yardımda bulunmaları
dolayısıyladır.
52- Bu
mantıki delile karşı getirilen tez antitez tarzındaki hükümler bizi İmam Zeyd
(ra) in zulme karşı cihadda bulunarak ve hakka davetçi olarak kıyamda
bulunduğu, °nun'durum istikrara kavuşup
beldeler üzerinde egemenlik sağlayarak devleti kuruncaya adar sultanlığı kendi
adına kesin çizgilerle belirtmediği, bu ortamın hazırlanması ^ a ya kendi adına hilafet iddiasında
bulunacağı veya hesabına davette bulunduğu
'ye evredeceği kararına varmaya götürüyor. Lakin
biz onun bu ortamı başkası adına
değil, kendi adına
hazırladığı kanaatindeyiz. Bu eğilimimiz, Zeyd'in içtihadının imamın kendi
adına davetçi olarak kıyam etmesinin gerekliliği noktasında bulunmasındandır.
O, kıyam edenin kendisidir; öyleyse imam olmaya da o layıktır. Yine şunun için
ki o imametin veraset yoluyla olacağı görüşünde değildir. Bundan dolayı o,
ileride de açıklayacağımız gibi seçimle tercih edilenin imam olabileceğini
caiz görmüştür.
Onun imametini inkar
edenler, yahut hedeflenen işi başkasının tasarrufuna devredeceğini bu kişinin
de kardeşi oğlu İmam Ebu Abdullah Cafer Sadık olduğunu söyleyenler, İmam
Zeyd'e nisbeti kesinleşen iki ilkeyi reddetmektedirler:
a) İmamet
veraset yoluyla değildir. Nebi (sav) imamı, ismiyle değil, vasfıyla tarif etmiştir.
b) İmamın
kendi adına davette bulunarak kıyam etmesi gereklidir.
Onlar bu iki ilkenin
Zeyd'e nisbetini inkar edebiliyorlarsa, o zaman kendisindeki imamlık talebinin
mevcudiyetini kaldırmak ve onu Ali (ra) ailesinden uygun görülen kimse adına
davetçi olarak görmek kolaylaşır. İmamiyye'nin bu iki ilkeyi Zeyd'e nisbet
etmeyi inkar ettikleri ortaya çıkıyor. Kendi görüşlerine göre imametin Hz.
Ali'ye vasıf olarak değil, şahıs olarak verildiğine ve her imamın imameti
kendisinden sonrakine vasiyet ettiğine inanıyorlar.
Bu duruma göre İmam
Muhammed Bakır imamlığı babası Ali Zeynel Abidin'den almış ve onu oğlu Ebu
Abdillah Cafer Sadıîc'a vasiyetle bırakmıştır. Biz bu ilkelerin doğruluğuna ve
İmam Zeyd'e nisbetinin tutarlılığına kesin inanıyoruz. [36]
53- İmam
Zeyd'e çağdaş olanlar onun geniş kapsamlı islami ilimlerin her çeşidini
kapsayan bir alim olduğunda birleşmişlerdir. O, Kur'an'ın kıraat şekillerinin
ve tefsirden tutun da nasıh ve mensuhla ilgili ilimden oluşan bütün Kur'an
ilimlerinin alimiydi. Aynı zamanda o, islam akaidinin yorumlanması konusunda
mezhep sayılabilecek görüşleri bulunan akaid alimlerinden birisiydi. O, îslam
akaidindeki çeşitli fırkaların ileri sürdüğü görüşleri biliyordu. Murtaza,
Munye ve'î-Emel isimli eserinde onu akaid alimlerinin otoriterlerinden
saymıştır. O, fıkıh konusunda da madde madde derinlemesine inebilen bir bilgin,
Ehli Beyt ve diğerlerinin hadisleri için de ravi durumundaydı. Nitekim ona
Kufe'de birçok fıkıh otoritesi öğrencilik yapmıştır. Hatta Ebu Hanife'nin
kendisine iki yıl öğrencilik yaptığı rivayet edilir. Nitekim Ravdu'n-Hadir adlı
kitapta Ebu Hanife'den naklen şöyle dediği belirtilir: "Zeyd b. Ali'yi
müşahade ettim. Döneminde fıkhı daha iyi bilen fakih, ondan daha alim, daha
hazır cevap, görüşleri ondan daha iyi açıklayanı görmedim. O, eşi bulunmayacak
bir kimseydi."
Zeyd'in çağdaşı ve
yaşça kendisinden biraz daha büyük olan Abdulah b. Hasan b. Hasan, Hüseyin b.
Zeyd'e şöyle nasihat ettiğini söyler:
"Seni önder
seçilmiş olarak gördüm. Allah'ın seni faydalandıracağı ümidiyle sana asihat
etmek istedim. Şöyle ki, Allah seni, ancak senin gibileri layık gördüğü bir
makama ulaştırmıştır. Sen ise henüz yaşının baharındasın. Ve insanlar göz
ucuyla hep seni süzüyorlar. İyi ve kötü değerler hep sende noktalanıyor. Eğer
sen geçmiş büyüklerine benzer şeyler getirirsen sana kucak açanın hayırdan
başkası olacağını düşünmüyoruz. Fger büyüklerine ters düşecek birşey ortaya
koyarsan Allah'a yemin ederim ki sana kucak açanın serden başkası olacağını da
göremezsin. Şüphesiz sen atalarının izinden giden bir kimsesin. Senin
atalarının en yakını da ne aramızda ve ne de dışımızda benzerini göremediğim
Zeyd b. Ali'dir.[37]
İşte Abdullah b.
Hasan, Zeyd'i, yaşadığı dönemde ne Al-i Beyt'in içinde ve ne de onların
dışında benzerini görememekle nitelendiriyor. Bu gerçek olaya tanıklık eden Abdullah
b. Hasan, Ebu Hanife'nin ilim alanında şeyhidir. Yine çağında benzeri görülmeyenlerden
birisi de Medine'de kıyam eden Ebu Muhammed Nefs-i Zekiyye ile Irakta kıyam
eden İbrahim'dir.
Nitekim Mc'mun'un
çağdaşı olan Ali Rıza da şöyle diyor: "Şüphesiz Zeyd b. Ali Muhammed
ailesinin alimlerinden birisidir."[38]
Bütün İslam alimleri
Zeyd b. Ali'yi takdir ettikleri gîbi hiçbir alimin takdir edilmesinde bu denli
biri eşmem işlerdir. Ehl-i Sünneti, Mürciesi, mu'tĞzilesi, ve şiası hepsi de
onun ilimde imam oluşu üzerinde, fıkıh ilminde hüccet alınmasında oybirliği
etmişlerdir. O, insanların helal ve haramı en iyi bilenlerindendi. Bütün
abidler. zahidler ve diğerleri onun ilim ve ahlakta benzerinin bulunmadığı
noktasında görüş birliğine varmışlardır. Mekatil et-Talibin adlı kitapta şöyle
belirtilmektedir: "Bütün mürcie ve gelenek-' lere bağlı olanlar Zeyd'e
denk bir kimseyi görememektedirler."
54- Şüphesiz
ki alimler Zeyd'in Emevi baskısına karşı yaptığı devrim hareketini ilim, zühd
ve takva sahibi kişilerle, gelenekçilerin devrimi olarak kabul ediyorlardı. Hatta
bazı tarihçiler şöyle anlatırlar: Zeyd'le birlikte savaşanların tamamı kurra ve
fakihler-den seçilmişti. Diğerleri ise onu kösteklenişlerdi. Nitekim Ebu Hanife
şöyle diyor:
'O'nun bu kıyamı,
Rasulullah'ın Bedir günündeki kıyamına benzer." Kendisine denildi ki:
- Niçin onunla savaşa
katılmadın? Ebu Hanife:
- insanların benim
yanımdaki emanetleri bana engel oldu. Onlan İbnEbi Leyla'ya ar-
e im, fakat kabul
etmedi. Ben de emanetlerin kimlere ait olduğu bilinmeden ölmekten korktum.
ıvayet olunur ki İmamı
Azam, Zeyd'le birlikte kıyama katılma konusunda özür 8 stermekle ilgiü şöyle
söylemiş: "Halkın babasını orta yerde bıraktıkları gibi onu da bırakmayacakarmı
bilseydim birlikte cihad ederdim. Çünkü o, gerçek bir imamdır. Lakin ona
malımla yardımda bulunuyorum." kendisine on bin dirhem gönderirken elçiye
şöyle dedi: "Ona özrümü genişçe anlat."[39]
Ebu Hanife Zeyd'le
birlikte kıyama katılan fakihlerden birisiyle gönderdiği mektupta:
"Zeyd'e söyle ki senin için benim katımda destek ve düşmanına karşı
cihadında işe yarayacak kuvvet vardır. Sen ve arkadaşların mühimmat ve silah
konusunda o yardımlara başvur." Bu konuda Muhammed b. Cafer Sadık da
şöyle der: "Allah, Ebu Hanife'ye merhamet etsin. Onun bize olan sevgisi
zafere yardımcı olması konusunda tahakkuk etmiştir."[40]
Zeyd (ra) fakih ve
muhaddisler arasında hatınsayıhr bir kişiydi. Çünkü onlardan bir parçaydı.
Dolayısıyla şiddet olaylarının arttığını ve insanların kendisini orta yerde
bıraktığım anladığında fakih ve muhaddislere elçi gönderip kendilerinden
yardım istiyordu. Kendisiyle beraber cihad hareketine katılanların çoğunluğunu
fakih ve hadisçilerin gençleri oluşturuyordu. Nitekim Küfe muhaddisi ve vaizi
olan Süfyan-ı Sevri, Zeyd'i her andığında onun yitirilmesiyle1 ilmin neler
yitirdiğine, onun musibetlere duçar olmasıyla takva ve erdemliliğin neler
kaybettiğine ağlardı. Ve bir kısım kadılar da kıyam hareketinde beraberinde
bulunuyordu.
Böylece onun kıyamını
fakih, kurra ve hadisçiler ile takva sahiplerinin kıyamı olarak görmekteyiz.
Şianın aşırılar gurubu ise olayların şiddetlendiği saatte Zeyd'i yalnız bıraktılar.
55- Zeyd,
tartışmasız bir alimdi, geniş ufuklu, derin kültürlü bir bilgindi. Hicazlılar
ve Iraklılar arasındaki bütün fakihlerin görüşlerini tek tek öğrendi ve fıkıh
metodlannı da kavradı.İmam Zeyd hem Ehl-i Beyt'in ve diğerlerinin alimi, hem de
İslami fırkaların iyi bileniydi. Belki de o, belirli bir mezhebe intisab
ettiğini alenen söyleyen Hz. Ali soyunun ilk ferdiydi. Hatta yukarıda
belirtiğimiz gibi Şehristani, büyük ağabeyi Muhammed Bakır'ın, Zeyd'in bu
davranışını şiddetli bir şekilde kınadığını rivayet etmekteydi. O, bütün Kur'an
ilimlerini de çok iyi biliyordu. Peki bu çok geniş boyutlara varan ilim ve
çeşitli melodik düşünceler Zeyd'e nereden geldi?
İşte biz, imamlardan
naklen kaleme aldığımız belgelerde takdir hakkımızı kullanarak deriz ki, İmam
Zeyd'in ilmi şahsiyeti şu dört temel öğeden oluşmaktadır:
1) İmamın
kişisel karakter bütünlüğü. İşte onlar, Zv yd'in ilmi birikimini oluşturan
hazinedir. Yine onlar kendisini yönlendiren, biçimlendiren ve gerçek kimliğini
ortaya Çıkaran güçler toplamıdır. Evet onlar, onu geliştiren ve -ağlam binasını
çafan kuvvetlerdir.
2) Kendisine yön veren önder kişiler., Zeyd'in
elir ilim pırarianna uzatanlar, kayklarından ona yudum yudum içiren, bol ürünün
ve haynn bulunduğu mevkilere getirenler onlardır.
3) Alimin
kendi çalışması. Şüphesiz ki o, kendi sevk ve idare yetkisini ele alıp yön
erenlerinden bağımsız olarak ayakta duracak duruma geldikten sonra kendisinin
ilmini
geliştirme konusunda
tam bir yetki sahibi olur. Bir kısım insanlar vardır ki, onlar için terbiye ve
yüce bir ilmi potansiyel hazırlanmıştır. Fakat o, olgunluk yaşma gelir gelmez
ilim ve alimlerden köşe bucak kaçar, aklının yeşerttiklerinin kupkuru kesildiği
bir yolda seyreder ve kalbinde yayılan ışığı söndürür. Yine birtakım insanlar
vardır, hayatın öyle yollarından yolalır ki, nefsinde dikilen yeşil fidanlar
gelişip büyür.
4) Yaşamış
olduğu dönem. Şüphesiz alimin yaşadığı çağ, bitkinin içinde yaşamış ol-du&u
hava gibidir. Nasıl ki hava bitkiyi geliştirip büyütmek veya canlılığını
ortadan kaldırmak suretiyle etkiliyorsa aynı şekilde alime nisbetle yaşadığı
hava da ya onun ilmini geliştirir ya da olanı da ortadan kaldırır. [41]
[1] Mecmu' adlı kitabın girişinde şöyle geçer: Rivayet
olunur ki H. 75 yılında doğduğu zaman Ali b. Hüseyin'e (ra) müjde verildi. Açık
duran Mushaf ı eline aldı ve göz gezdirdi. İlk satın Muhakkak ki Allah
mu'minlerden canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır. (Tevbe:
111) ayeti çıktı. Hemen kapatarak ikinci kez açtı. Bu sefer "Allah yolunda
öldürülenleri ölüler sanına.."(Ali İmran 169) ayeti çıktı. Tekrar kapatıp
açınca bu defa “müminlerden özürlü
olmaksızın oturanlarla Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad etenler bir
olmaz.," (Nisa 95) ayeti çıktı, hemen kapatarak şöyle söyledi: "Bu
yeni doğandan gurur duydum. Çünkü şüphesiz o şehidlerden olacaktır." Bu
rivayet onun Hicri 75 yılında doğduğunu gösterir. Ancak bu habere göre vefatı
anındaki yaşı 47 olur. Bu da tarihçilerin üzerinde fikir birliği yaptığı
hususla çelişmektedir. Bunun için biz yukarıda bahsettiğimiz şekilde seçim
yaptık.
[2] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 33-34.
[3] Bidaye ve'n-Nihaye jbn. Kesir 9/107 Eski baskı
[4] -lBidaye Ve'n-N'haye 9/107 Bu rivayel Muhammed Bakır
b. Ali Zeynel Abidin'e hirH fK vk nakledilmi§tir. Belki de olay birkaç defa
tekrarlanmış, bu yüzden rivayetler de aeia baba ile, bir defa da oğulla oİmak
üzere tekrar edilmiştir.
[5] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 34-40.
[6] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 40-41.
[7] Bu meselelerin lümii Hilyetu'l-Evliya 3/142 den aynen
alınmıştır
[8] Tarih Ebu'l-FIda, 9/311
[9] Menakıb Ebu Hanife' ve Meımkıb eUMekke İbn el-Bezzaz,
[10] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 41-48.
[11] el-Milel ve'n-Nihal, 2/2O8
[12] el -Milül ve'n-Nihal, 1/199
[13] Tarih Bağdat, 13/333
[14] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 48-51.
[15] el-Kamil,5/38
[16] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 51-54.
[17] el-Kamil,5/85
[18] A.g.e.
[19] Bu beytin anlamı: İki avucu da parçalanmış olduğundan
silahı taşiyamıyor ve üzüntüden şikayette bulunuyor. Ve ucu bilenmiş olan
birçok taşın sivri uçlar onu zayıf düşürüyor .Geniş bilgi İçin bak: Muruc
ez-Zeheb,2/282.
[20] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 54-60.
[21] Muruc ez-Zeheb, 2/181
[22] el-Kamil 5/85
[23] el-Muel ve'n - Nihal, 1/210. Ayrıca KUabu'1-Fasl,
dipnot bölümü
[24] Tashih cl-İftâ, 152
[25] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 60-64.
[26] İbnü'I-Esİı-5/86
[27] Mekatilu't-Talibin İbnü'l-Esir veTaberi
[28] el-Kamil, 5/87
[29] el-Kamil 9/330
[30] Mekatîlût-Talibin, 141
[31] Muruc ez-Zeheb, 2/182
[32] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 64-70.
[33] el-Kamil, 5/85
[34] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 70-73.
[35] Kitab es-Sadık, el-Muzafferi, 1/49
[36] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 74-76.
[37] MekatiI et-Talibin, 389
[38] Menakıb es-Sadık, 50
[39] Menakib Ebu Hanife, İbn el-Bezzazî, 1/55
[40] Mekatil et-Talibin, 140
[41] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 76-79.