I. BÖLÜM... 1

ZEYD B. ALİ (H.80-122) 1

HAYATI VE DÖNEMİ 1

Doğumu. 1

Babası 2

ZEYD’İN YETİŞMESİ 8

Babasından Rivayetler Yapması 9

İlmi Bağımsızlığı 15

ZEYD MÜCADELE MEYDANINDA.. 18

Zeyd'in Zorlukları Göğüslemesi 21

KIYAM VE ŞEHADET. 26

SAVAŞ ALANINDA.. 31

İbret ve Hasret 36

ZEYD’İN HALİFELİĞE TALİP OLMASI 40

İMAM ZEYD’İN İLMİ KİŞİLİĞİ 42

 

 

 

I. BÖLÜM

 

ZEYD B. ALİ (H.80-122)

 

HAYATI VE DÖNEMİ

 

Doğumu

 

18- Künyesi Zeyd b. AH Zeynel Abidin b. Hüseyin b. AH b. Ebi Talib'dir. Baba tara­fından en büyük dedesi, İslam'ın süvarisi, ilim beldesinin kapısı, sahabenin baş kadısı, Resulullah (sav)in amcasının oğlu ve Ensar-Muhacir kardeş edinmesi sırasında Efendi­mizin kardeşi olan Ali b. Ebi Talib'dir. Anne tarafından dedesi, Allah'ın elçisi ve nebile­rin sonuncusu Muhammed b. Abdullah (sav)dır. Bu nedenle o, hiçbir soyun yakınlık ya­nsı yapamayacağı ve eğer insanlar soylanyla övünecek olurlarsa hiçbir şerefin ona yak­laşamayacağı yüce bir soya sahiptir. Fakat Muhammed (sav) Haşimoğullanna hitaben şöyle buyurmuştur: "Ey Haşimoğullan! İnsanlar benim huzuruma amellerle gelemiyor­lar da siz soylarınızla gelesiniz olur mu?"

Dolayısıyle Nebi'ye dayalı temiz sülale, bu tertemiz ve salih ameUi soya bitişmekte­dir. İşte onların nuru salih amel sayesinde önlerinde ilerlemektedir.

Zeyd (ra) Hicri 80 senesinde doğdu.[1] Alimler onun doğum tarihini belirtmemekle beraber, H. 122 yılında Hakkı savunmak için savaş meydanında şehid olmasıyla ilgili ri­vayetler intikal etmiştir. Tarihçiler katledilme gününde yaşının kırk ikiyi aşmadığı üze­rinde fikir birliğine varmışlardır. Bu nedenle onun şehadeti hayatın baharında bir genç durumundayken vukubulmuştur. İmam (ra)in katledilişi konusundaki tartışmalar esna­sında açıklayacağımız gibi hak davası aşkı onu zulme karşı ayaklanmaya sevketmişıir.

Annesi. Muhtar es-Sakafi'nin babasına hediye olarak verdiği Sind'li bir cariye idi. Hintliler derin düşünceli ve uzak görüşlü, zahidliği seven kişilerdir. Bu nedenle İmam Zeyd'de yüce bir soy, ilim ve isabetli düşünce mevcuttur ve Ali b. Ebi Talib'in zekası Hindimin derin düşünce sistemiyle bir araya gelmiştir. [2]

 

Babası

 

19- Annesiyle ilgili yeterli bir tanıtım yapamamakla birlikte, babasıyla ilgili yakla­şık bir tanıtma yapabilmekteyiz. Babası Ali Zeynel Abidin b. Hüseyin (ra.)dır. Hz. Hü­seyin (r.a.)in oğullarından hayatta kalan tek erkek oğuldur. Nitekim onun kardeşi terte­miz Fatimatü'z-Zehra'nm oğlu İmam Hüseyin'e karşı Yezid ve çapulcularının başlattığı günah dolu savaş alanında katledilmişti.

Ali Zeynel Abidin. hasta olduğundan dolayı savaş alanında bulunmadı. O sırada yir­mi üç veya biraz fazla yaşlardaydı. Belki de Allah Sübhanehu ve Teala bu savaştan son­ra Hz. Hüseyin'in kendi sulbünden soyunun devam etmesi için onu bu günahkar kılıçlar­dan geriye bıraktı. Nitekim Yczid'in işbirlikçileri onu öldürmeye yeltendi ama Allah on­ların niyetlerini kursaklarında koydu. Nihayet Ehl-i Bey t konusunda oluşturulan bu top­lu kıyımdan sonra Ye/id'c gitti. Bazı kendini bilmezler öldürmesi için Yezid'i tahrik et­tiler. Fakat Allah onu kurtardı. Ebu Fida farilimde bu olay şöyle geçer: "Bazı düşük karakterliler Yezid'e onu öldürmesi için işaret verdiler. Fakat Allah, bu emeli engelledi. Bu olaydan sonra Yezid ona ikramda bulunur. Meclislerine çağırır ve o olmadan hiç ye­mek yemezdi. Sonra onları Medine'ye gönderdi. Ali Medine'de saygı ve ta'zimle karşıla­nan bir insandı."

Ali'nin annesi Kisra'nın çocuklarından olup İran esirleri arasındaydı. Zemahşeri "Rebiul-Ebrar" adlı kitabında şöyle bahseder: "Yezdecerd'in (Yezdigird b. Behriyar) Ömer b. Hattab zamanında esir edilen üç kızı yardı. Birisi Abduiiah b. Ömer'in hanımıy­dı. Ona Salim adlı çocuğu doğurdu. Diğeri Muhammcd b. Ebu Bekir Sıddık'm hanımıy­dı. O da Kasım adlı çocuğu dünyaya getirdi. Bir diğeri de Hüseyin b. Ali'nin hanımıydı. O da Ali Zeynel Abidin'i dünyaya getirdi."

Her üçü de saygıdeğer ilim ve takvada makam sahibi alimlerden olmuşlardır.

Ali b. Hüseyin sürekli üzüntülü ve çok ağlardı. Çünkü kavmi ve Ehl-i Beytinden olan sevgili dostları öldükten sonra yaşıyordu. Bu konuda kendisine sorulduğunda (r.a.) şöyle dedi: "Yakup Aleyhisselam Yusuf unun üzerine iki gözüne ak gelinceye değin ağladı. öldüğünü kesin bilmediği halde. Ben ise Ehl-i Beytimden olan on küsur kişinin bir t- ıün sabahında diri diri boğazlandığını gördüm. O halde söyle, onların kederlerinin kalbimden silinmesini uygun görür müsün?"[3]

20- Ailesinin toplu kıyımı sonrasında gönlüne saplanan hasretlikler üzerine her bi­rinde *eniş hayırlar bulunan aşağıdaki üç durum meydana gelmiştir:

Birincisi: Nefsinin siyasi olaylara katılmaya hiç eğilim göstermemesi. Çünkü o, olaylar karşısında ailesinin başına gelenleri görmüştü. Şu kadar var ki, zulmünden dola­yı hiçbir zalimi yeğlemedi. Ve heder edilen hak karşısında da gönlü rıza göstermedi. Fa­kat o kendisini hayır ve iyilikle bulunmak, dini bilgileri edinmekle meşgul etti. O, za­lim hükümdarlar karşısında takiyye yöntemini benimsiyor ve dolayısıyle şöyle diyordu: "Emr-i bi'1-maruf ve nehy-i anil münkeri terkeden kişi, Allah Teala'mn kitabını arkaya atan kimse gibidir. Ancak o hükümdarlar karşısında takiyye içinde olunmalıdır. Kendi­sine "Takiyye nedir?" sorusu sorulunca, "înatkar, dediğini harfiyyen yapmak isteyenin saldın ve baskı yapmasından korkmaktır" şeklinde karşılık verdi.

İkincisi: İlme, ders okumaya ve hadiseleri uzaktan seyretmeye yönelmesidir. Çünkü o, kalbinin gıdasını ve gönlünün şifa suyunu, devamlı üzüntüde, eksik olmayan sıkıntı­ları avutmayı bu davranışta buluyordu.

Dolayısıyle hadis araştırmaya yöneldi. Büyük zatları aradı ve onlardan ilim Öğrendi. İster insanların gözünde makam sahibi olsun ister olmasın, kafalarında faydalanılacak bir ilim olduğu müddetçe her şahıstan ilim öğreniyordu. Rivayet olunur ki. her mescide girdiğinde Zeyd b. Eslcm'in ders halkasına oturmak amacıyla safları yarar geçerdi. Hatta Nafi b. Cübeyr b. Mat'am el-Ktrşi onu azarlayarak şöyle demiş: "Allah iyiliğini versin, sen insanların efendisi, ilim ehli, hem de Kureyşli olarak Allah'ın mahluklarını yararak gidiyorsun, ta şu siyah kölenin meclisine oturuyorsun." AH b. Hüseyin ona şu cevabı verdi: "Adam yarar gördüğü her yerde oturur. İlim her nerede olsa alınır."

Rivayet olunur ki kölelerden bir köle olan tabiinden Said b. Cübeyr ile buluşmak için koşuyordu. Kendisine "onunla ne yapacaksın?" diye sorulduğunda: "Ona Allah Te­ala nm bizi faydalandıracağı şeylerden sormak istiyorum; bunda küçültücü bir durum yoksunların ona a tıp-tuttukları şeyler bize göre onda mevcut değildir."

üçüncüsü: Üzüntü ve sıkıntı kayasının ortasında rahmet pınarım kayııatmasıdir. Kalbi onunla dolup-taşmıştır. İnsanlara karşı çok merhametli, cömert ve çok sehavetli i ı. Birisine karşı sevgisi bulunup, onun da borcu olması halinde onu ödemediği görül­memiştir, Birgün Muhammed b. Üsame b. Zeyd b. Harİse'yi ziyarete gider. Onu ağlar halde bulunca neden ağladığını sorar.

- Borçlu durumdayım.                                                                    '

- Ne kadar?

- Onbeş bin dinar! Zeynel Abidin hemen:

- O borcu ben ü/erime aldım. dedi.

Muhammcd b.İshak dedi ki: "Medine'de yaşayıp geçinen insanlar vardı. Maişetleri­nin nereden (emin edildiğini ve kendilerine kimlerin yardımda bulunduğunu bilmiyor­lardı. Fakat Ali b. Hüseyin ölünce, bu maişeti kaybettiler. Hemen onun kendilerine mai­şetlerini geceleyin getiren kimse olduğunu anladılar. Ölünce, omuzlarında dul ve yok­sulların evlerine yardım götürdüğü çantasını taşımanın izlerini müşahade ettiler."

Onun bütün sadakaları geceleyin olurdu. Nitekim (ra.) şöyle söylerdi. "Geceleyin verilen sadakalar. Rabbin gazabını söndürür. Hem kalbi, hem kabri aydınlatır. Kişinin üzerinden kıyamet gününün karanlıklarını da kaldırır."

Zeynel Abidİn'in merhameti sadece namaz kılan insanlara verilen bir bahşiş biçimin­de değil, aynı /amanda hoşgörüiülük ve affedicilik şeklindeydi. Yakınına ve uzağına, kendisine zulüm ve kötülük yapanlara karşı toleranslı idi. Amcası oğlu Hasan b. Hasan, onunla küskün olduğu halde hoşgörülü davranışına nail olmuştur: Küskün olduğu günün akşamı amcası oğlunun evine gitmiş ve şöyle demişti: "Ey amcamın oğlu. eğer ben doğ­ru isem, Allah beni bağışlasın; yok eğer ben eğri sözlü İsem. Allah senin günahlarını af­fetsin, Allah'ın selamı üzerine olsun." Sonra geri döndü. Amcası oğlu hemen peşinden yetişerek onunla barıştı.

Onun merhametliliği ve hoşgörülüîüğü konusunda çok enteresan rivayetlerde bulu­nulmuştur. Bunlardan birisi şudur: Bir cariye ibriği elinde tutuyor ve abdest alması için ona su döküyordu. İbrik Zeynel Abidin'in yüzünün üzerine düştü ve onu yaraladı. Ayıp­lar bir tarzda başını cariyeye doğru kaldırdı. Cariye ona şöyle dedi: Allah Teala şöyle buyuruyor: "Ve öfkesini yutanlar..." Zeyneb Abidin:

- Öfkemi yuttum, dedi. Cariye:

-".. Ve insanları bağışlayanlar..."

- Allah seni bağışlasın.

- Allah muhsinleri de sever. Bunun üzerine Zeynel Abidin:

- Allah aşkına sen artık hürsün" diye cevap verdi.

21- O (r.a.), Raşid imamları kötülcyenlerlc birlikte yürümezdi ve onun Ebu Bekir, Ömer ve Osman fr.a.) hakkında hayırdan başka söz söylediği bilinmemektedir. Ayrıca o, bu imamları kötüleyen ve Hz. Ali ailesine muhabbet duyan Şiilerin sevgisini yapma­cık sayardı. Hatta onları utanç vesilesi addederdi. Bundan dolayı onun bazı şiilere şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ey insanlar, bizi İslam muhabbetiyle seviniz! Sizin sevginiz, bize utançtan başka birşey getirmedi. Hatta insanların bize nefretle bakmasına sebep ol­dunuz." Bu değerli konuşmada o. muhabbette sının aşanların sevgilerinin İslam dairesi ve adabı içerisinde olmasına, Nebi (s.a.v.)in kendisine yaklaştırdığı adil kişileri kötüle­memeye, bu kişilerin Rasulullah'a nisbetle, Hz. İsa'ya nisbetle Havarilerin durumu gibi olduğunu anlamaya davet ediyordu.

Yine rivayet olunur ki. Iraklılardan bir gurup meclisine gelerek, Ebu Bekir ve Ömer'i anıp kötülediler. Sonra sıra Osman'a geldi. Onlar'a şöyle söyledi: Söyleyin bakalım siz”mal ve yurtlarından koparılan ,Allah'ın fazlı ve hoşnutluğunu kazanan, Allah ve Resulüm''" yardımına koşan ilk muhacirlerden." (Haşr 8) misiniz?

Onlar:

- Hayır, dediler.

Allah'ın "Muhacirler'den önce Medine'yi yurt ve iman evi edinenler, kendilerine hicret edip «etenlere sergi beslerler. (Haşr 9) buyurduklarından mısınız?

- Hayır, dediler. Onlara şöyle söyledi:

-  Demek siz ne onlardan, ne de bunlardan olmadığınıza nefisleriniz üzerine şahitlik yaptınız. Ama ben, Allah Teala'mn şöyle buyurduğu üçüncü fırkadan olmadığınıza şa­hitlik ederim: "Onlardan sonra gelenler şöyle derler: - Ey Rabbimİz! Bizi ve iman ile bizden evvel geçmiş olan kardeşlerimizi bağışla; iman etmiş olanlar için kalplerimizde bir kin bırakma" (Haşr 10)

Yanımdan kalkıp gidin! Allah ne size rahmet eylesin, ne de o rahmeti evlerinize yaklaştırsın. Siz İslam ehli değil, onunla alay edenlersiniz! "[4]

Onun, dedesi Ali (kv) ye olan sevgisi aşırılık boyutlarında değildi. Bu sevgi ona gö­re dinde tam olarak yerini bulamayan durumları benimsemeye kendisini sürüklemiyor-du.

Nitekim onun zamanında bazı şiiler Hz. Ali'nin tekrar döneceğini iddia ediyorlardı. Bu husus Ali Zeynel Abidin'e iletilerek, birisi ona şöyle söyledi:

- Ali ne zaman tekrar dirilecek? Şöyle cevap verdi:

- Vallahi yalnız nefsinin kendisini ilgilendireceği bir vaziyette kıyamet günü dirile­cektir.

22- işte Ali Zeynel Abidin bu değerli müsamahakar karakter yapısı, düşünce ve fikir beyan etmede temkinli davranması, Allah'tan başkası tarafından bilinemeyecek olan tak-vasıyla ün yaparak insanlardan saygı ve muhabbet gördü. Hatta o, kalabalıkların arasın­dan geçerken halk kendisine yol verirdi.

Birçok kanallardan rivayet olunur ki Hişam b. Abdulmelik hilafete geçmeden önce Hacca gitti ve Beytullah'ı ziyaret etti. Hacer'ül-Esved'i istilâm etmek isteyince, buna imkan bulamadı. Nihayet onun için bir minber sağlandı ve onun üzerine oturarak selam­ladı. Şamlılar da etrafındaydı. O bu durumda iken Ali b. Hüseyin çıkageldi. îstalim için

Hacer'ül-Esved'e yaklaşınca halk ona saygı, hürmet ve onu ululamak amacıyla Haccr'ül-Esved'in yanından çekildiler, Gü/el bir kıyafet içerisinde ve düşmanı kahreden yapıday­dı. Bu sırada Hişam, onda kusur arayan bir eda içerisinde. "Bu kimdir?" diye sordu. Bu esnada Şair Ferazdak oradaydı:

- Ben onu tanıyorum, dedi. Hişam:

- O kimdir? diye sorunca hemen güçlü şair şu kasideyi söyledi:

Bu, Mekke vadisinin ayağının yere basışını lamdığı zattır

Bunu Beyı-İ muazzam da tanır. Hill de, Harem de.

Bu, bütün kulların en hayırlısı olanın torunudur

Bu, günahlardım korunan, İçi-dısı tertemiz, milletin efendisidir

Kur ey § kendisini gördüğünde sözcüsü şöyle der:

Bütün iyilik ve şeref bunun iyiliklerinin başladığı yerde sona erer

İslam'a inanmış Arapların da, Arap olmayanların da ulaşmaktan aciz kaldığı bir şeref zirvesine nisbet edilir

Hacer-i Esved'i ziyarete geldiğinde neredeyse elinin bolca lütuf ve cömertliği sebe­biyle, Ruknülhatim onu bırakmayası gelir.

Hayası yüzünden gözlerini kaldırıp bakmaz. Heybetinden gözler öne dikilir

Ancak tebessüm ettiğinde kendisiyle konuşabilir.Parlak yüzünün nurundan hidayet nuru fışkırır;

Tıpkı, parlamasından toz karanlığının açıldığı güneş gibİ.Kökü insanların en asille-rifiden gelmiştir

Onu teşkil eden unsurları da tertemizdir, seciyyesi ve ahlakı da

Eğer tanımıyorsan, bu Fatıma'mn torunudur

Allah'ın elçiliği bunun ceddiyle sona erdirilmiştir          ' '

Allah bunun kadrini şerefli ve yüce kılmıştır

Kalem, onun İevhinde de kendisi için bunu böyle yazmıştır

Senin "bu kimmiş?" sözün, ona asla zarar verici değildir

Senin tanımadığın zatı Araplar da tanır, Acemler de.

Her iki eli de, umunuz isabet eden cönu^rtlik yağmurlarıdır

Daima rahmetleri istenir, asla kendilerine yokluk gelmez

Yumuşak huyludur, öfkeleneceğinden endişe edilmez

İki şey onu süsler: Yaratılış ve huy güzelliği

Kendisinden lütuf ve yardım istedikleri vakit, milletlerin ağırlıklarını üzerine alan­dır.

Tatlı huyludur; "evet" demek ona hoş gelir

Şehadet getirmesinden başka hiçbir yerde "la=yok" dememiştir

Teşehhüd. de olmasaydı, onun "yok"u "evet"c dönerdi

Bütün halka ihsanım dağıtmıştır

Bu sayede onların üzerinden karanlıklar, açlık ve yoksulluklar kalkmıştır Övle bir ailedendir ki sevilmeleri dinden, buğzedilmeleri küfürden sayılmıştır Onlara yakınlık kurtuluş vesilesi, kötülükten korunma vasıtasıdır Eser takva ehli sayılacak olsa, onların Önderleri olurlardı

Veya "yeryüzü halkının en hayırlısı kimdir?" diye sorulsa, "onlar!" diye cevap veri­lirdi

Hiçbir cömert onların erdikleri mesafeyi katedemez

Hiçbir kavim -ne kadar asil ve cömerdde olsa- onlarla boy ölçüşemez

Darlık, onların ellerinden cömertliği eksiltemez

Servet sahibi de olsalar, yokluk içinde de bulunsalar, bu müsavidir.

Her sözün başlangıç ve nihayetinde, Allah'ın anılmasından sonra hemen onların zikri gelir

Zemmin, onların sahasına girmesine imkan yoktur

Tertemiz ahlak, bol bol ihsan ve bağış dağıtan eller onlarındır

İnsanların hangileridir ki, bu zatın ailesinin ilk fertlerineveya bizzat kendisine ait lutuflar bulunmasın.

Allah'ı tanıyan bunun da evveliyetini tanır

Bunun, ailesindendir ki insanlar İslam dinine nail olmuştur.

Bu kasideyi tarih, siyer ve edebiyat kitapları Şair Ferazdak'a nisbet ederek rivayet etmişlerdir. Raviler ve tarihçiler bu kasidenin Ferazdak'a nisbetinde şüpheye düşmemiş­lerdir. Çoğunluk edebiyat kitapları, onun etrafında hiçbir şüphe gürültüsü koparmadılar. Sadece Isfahanı, kasideyi bizim aktardığımız gibi tam olarak naklettikten sonra bu kasi­denin ne Ferazdak'ın kendisine, ne de onun şiir stiline uymadığını, çünkü Ferazdak'ın şi­ir stilinin bu şekilde olmadığını belirtti. Nitekim o. üslubunda ifadelerinde ve hayal dün­yasında yalnızlığı benimser. Zira o, kendisine İmnılkays, A'şa ve diğer kırsal kesim ca-hıhye şairlerinin metodunu seçmiştir. İsfahanı bu kasideyi adını vermediği bazı Ehî-i Beyt şairlerine nisbet etmeyi tercih etmiştir.

Biz, böyle bir şüpheyi isabetli bulmuş veya aşağıdaki nedenlerden dolayı rivayetle­rin ele alınışının doğru metodlanna uygun düştüğünü görmüyoruz.

Birincisi: Bütün rivayetlerin, kasidenin Ferazdak'a nisbet edilmesi ve İsfahani'nin o kasldeyı rivayet edenler hakkında yalan söylediklerine dair "ta'n" girişiminde bulunma­ması konusunda bir birine yardımcı olmalarıdır.

ikincisi: Kasidenin nisbet edildiği Ehl-i Beyt şairleri arasından bir şair adının delille enmemesidir. Babası ve söyleyeni belli olan kasidenin soyunu ortadan kaldırıp, u nesebi belirsiz halde terketmenin, yahut delilsiz olarak onu başkasına nisbet etme­nin doğru olmayacağıdır.

Üçüncüsü: Yalnızlığı benimseyen şairin şiir söylediği konunun konumuna göre ba-zan İfade inceliğinde bulunabileceğidir. Diyelim ki şair bir vahayı, tepeleri ve kapsadık-lanyfa tanıtıyor ise, kendi tabiatı ve tanıtmaya çalıştığı konunun gereği olarak yalnızlığı benimseyebilir. Fakat üzerinde konuştuğu husus sağlam bir ahlak ve seciyenin tanıtımı ise şüphesiz hemen yumuşayacaktir. Aksi halde şair, her konuya uygun söz biçimini se­çen şanı yüce bir şair olamaz.

İşte cahiliye şairi İrnrulkays. hayatının sonlarına doğru başına musibetler geldiğinde şiirdeki ifadesi incelmiştir. Fakat bizim konumuz ne edebiyat nakillerini anlatmak, ne de İmrüUcays'ın hastalanmasını ve başına gelenleri anlatmaktır. A'şa ve Ka'b b. Züheyr de bu şekildedir; Nebi (sav)yi methettiklerinde şiirlerindeki ifadeler incelmiştir. Hem de Nebi'nin karakter ve güzelliklerine uygun düşen bir inceliş... Kaldı ki Ferazdak'ın bu ka­sidedeki ince ifadeleri tuhaflık ve şüpheyle karşılanacak kadar garip değildir.

Burada Ferazdak'ın Emeviler'in eziyetlerine karşı korunmak amacıyla her ne kadar 1 pek fazla şiiri yoksa da Ehl-İ Beyt'e karşı şiddetli bir eğiliminin bulunduğunu kabul et- f mek zorundayız. Hem de Ferazdak, Irak'a giderken yolda ÎIz. Hüseyin'le beraber olan kişidir. Onu Irak'a gitmekten sakındırmış, Hz. Hüseyin ona kendi durumunu sormuş ve J o da şöyle söylemiştir:

"Tam ehline düştün;

Onların kalpleri seninle ama.

Kılıçlan Emevi oğullan ile beraberdir."

Bu kaside nedeniyle Ferazdak'ın başına birçok eziyetler geldi. Hişam, onu Ömür bo-1 yu Mekke ve Medine arasında bir yer olan Asfan'da hapsetti. Ali b. Hüseyin (r.a.) ona oniki bin dirhem altın gönderdiği halde onları kabul etmedi. Ve şöyle dedi: "Ben söyle­diklerimi yalnız Aziz ve Celil olan Allah için, hakkın zafer bulması ve Resulullah (sav)in zürriyeti konusundaki hakkı ayakta tutmak için soyledirh. Bu hususta karşılık olarak birşey beklemiyorum." Hz. Hüseyin ona şu mektubu gönderdi: "Allah Teala se­nin bu konudaki niyetinin samimiyetini bilmiştir. Ben de senin üzerine Allah'a and içi­yorum ki, biz onları geri kabul ediyoruz." Ve onlan geri aldı. [5]

 

ZEYD’İN YETİŞMESİ

 

23- Zeyd. bu değerli büyük ağacın gölgesinde büyüdü, gezip-koşuştu ve belirli bir kültür aldı. Gelişimini tamamladığı bu ortamda ruh terbiyesinin en büyüğüne, ahlak edinmenin en kamiline ve huyların en yücesine götüren şu üç durum göz önüne alınır:

Birinci durum: Araplar veya Arapların dışındaki hiçbir soyun ulaşamadığı nesebe dayalı şerefin mevcudiyetidir. Onlar Nebi (sav)'in öz sülalesidirler. Kanlarında Nebi'nin temiz kanı dolaşır. Bu soy, onları hafif meşreplikten uzak tutar ve yine onların sayesin­de yüce işler ve büyük değerlere doğru yöneltirdi.

İkinci durum: Onların hak ettikleri şeref payeleri ile uyuşmayan şiddet ve baskıya aruz kalmalarıdır. Bu baskılar, boyun eğmeden halka güven duymaları, onlara sevgi İçmeleri ve onlara karşı merhametli olmalarında tek neden idi. Çünkü büyük adamia-■ahsında her zaman soylarının ve onurlarının şerefiyle beraber baskılar, tecrübeleri-n bilevlemcsiylc birlikte bulunur. Nitekim sen Zeyd'in babası Ali Zeynel Abidin'i top­lumsal baskı olaylarının nasıl halka karşı şefkatli ve merhametli olmaya sürüklediğini müsahadc ettin. Nihayet Zeyd, gelişiminin ilk yıllarında bu yüce karakterleri ve ruhsal

yücelikleri gördü.

Üçüncü durum: Ailenin ilme yönelmesidir. Baskılar ve onun vaveylaları onlan için­de bulundukları durumun şifa suyu olan bir işe yöneltti. İlimden başka sığınacakları kale bulamadılar. Siyaseti denediler ve onda düzelmesi imkanı olmayan kamburlukdan baş­kasını bulamadılar. Böylece bütün güçlerini adadıkları ilme yöneldiler. Çünkü onlar, il­min kalesi Ali'nin torunları ve ilahi risalet sahibi Nebi Aleyhisselam'm öz sülalesidirler.

İlme a/meuikleri takdirde, peygamberlik ve ilim evi olan geçmişlerinden kendileri­ne doğru akan pınara yönelmiş olacaklardı. Bu şekilde düşündüğümüz takdirde böyle değerli bir evde müçlchid imamların ve ortaya çıkan alimlerin bulunması durumunu ga­riplikle karşılamayız. Bu hidayet yolunu gösteren gencin döneminde aynı evde ilim ve fıkıh konusunda dön imamdan daha fazlası bir arada bulunmuşlardır. Bunların bir kısmı onun yaşında veya yaşına yakın bir çağda, bir kısmı da ondan daha büyüktü. Aynı dö­nemde bu evde aile büyüğü İmam Zeynel Abidin ve onun oğlu, ilmi bölümlerine ayırıp araştıran, Zeyd'in büyüğü olup, babasından sonra ona üstadlık yapan Muhammed Bakır vardı. Aynı evde kardeşinin oğlu da olsa Zeyd'in yaşlarındaki Cafer b. Muhammed (ra), bunlarla birlikle aynı şehirde gene Zeyd'in yaşlarında olan Abdullah b. Hasan da bulan­maklaydı. İşte bunların hepsinden, çağın fakihleri ve fıkıh imamları ders almıştır. Ebu Ilanife Muhammed Bakır'dan ders almıştır ve Ebu Hanife'nin "Kitab eI-Asar"mda on­dan ve oğlu Cafer'den aldığı birçok rivayetler vardır. Aynı zamanda Abdullah b. Ha-san'dan da ders aldı ve birçok sohbetlerinde bulundu... Daha niceleri... [6]

 

Babasından Rivayetler Yapması

 

24- Nebevi ilmin beşiği sayılan bu evde Zeyd gelişti, eğilimleri, hayata bakış açılan ve yönelişleri oluştu. Belki de Allah'ın ilme nasibettiği en büyük nimetlerden birisi, bu imamları siyasetten, onun meşguliyetlerinden uzaklaştırması ve ilme yaklaşlirmasıydı. Zeyd, ilk ilmini bu evde aldı. Şüphesiz o, Kur'an-ı Kerim'i ezberlemişti. O, her mü'min ıçm, hele de dinin fıkhını öğrenmek, gerçekliklerini bellemek ve bunları araştırmada de­rinleşmek isteyenler için hazır bir malzemeydi. Zeyd, Kur'an'dan sonra babasından ve idesinden ders alarak hadise yöneldi. Babası da Ehl-İ Beytin birçok önderlerinden ri­vayette bulunmuştur. Hadİs'in tariki ister Ehl-İ Beytten olsun, isterse Ehl-İ Beytin dışında bulunsun, çoğunlukla Ali (ra) den rivayette bulunmuştur. Bazan Afi (kv)'ye dayanan hadi.sin tariki. Uz. Hüseyin'in kendisiydi. Bunlardan birisi, sahih hadis kitaplarında üze­rinde ittifak edilen AH Zeynel Abidin b. Hüseyin'in babasından, onun da Ali b. Ebi Ta-lib (ra.)'den rivayet ederek şöyle söylediğini naklettiği hadistir:

"Bedir gününde ganimet olarak bana bir deve düştü. RasuJullah (sav) bana ayrıca yağiı bir deve verdi. O ikisini Ensardan bir adamın evinin Önüne çöktürdüm. Onların üzerine güzel koku tütsülemekte kullanılan ve Hz. Fatıma'mn düğününde faydalanaca­ğım odunları yüklemek istiyordum. Yanımda, Kaynuka oğullarından bir adam vardı. Meğer evin içinde I-Iamza b. Abdulmuttalip, şarkı söyleyen bir cariye ile birlikte bulu­nuyormuş. Hamza, kılıcıyla çıktı. Develerin kafalarını uçurdu, gövde etlerini yardı. Ci­ğerlerinden bir kısmını aldı. Korkunç bir manzara görmüştüm. Hemen Nebi (savYe gele­rek ona haber verdim. Yanında Zeyd b. Harise olduğu halde çıktı ve nihayet Hamza'nm karşısında durdu. Biz ona diş biliyorduk. Hamza başını kaldırdı ve şöyle söyledi: "Sizler atalarımın köleleri değil misiniz?" bunun üzerine Rasulullah (sav) gerisin geri dönerek gitti."

Hadisin siyakının açıkça onaya koyduğu husus şudur ki, Hamza'da meydana gelen bu durum, sadece içki yüzündendi. Şüphesiz bu olay. içkinin yasak edilmesi ile ilgili ke­sin nass gelmeden önce olmuştu. Bu ve benzeri olaylar yüzünden Ömer (ra) Rabbine ni­yaz ederek şöyle sesleniyordu: "Rabbİm, bize içki konusunda şifa verici bir açıklamayı beyan buyur."

Ehl-i Beyi tarikinden olup, senedinde Ali (ra.) bulunmayarak Üsame b. Zeyd'e daya­nan senedle verdiği şu haber de onun rivayetlerindendir: Rasulullah (sav) şöyle buyur­du:

"Müslüman kafire varis olamaz"

Bazen de İmam Ali Zeynel Abidin, hadisi rivayet eden şahabının ismini belirtmeden mürsel olarak rivayette bulunurdu. Bunun nedeni, o zaman da dönemin Resulullah (sav)'e yakınlığı ve yalancılığın yaygınlaşmam ası, nakillerine itimat edilen, hadisi ner-den getirdikleri sorulmayan sika ravilerin bulunması nedeniyle senedi sabit olarak ulaş­tırmaya şiddetle ihtiyaç duyulmamasıydı.

Hadis otoriteleri, onun Ehl-i Beyt'ten naklen rivayet eden İbn Abbas, Cabir, Mervan, Ümmül-Mü'minin Safiyye, Ümmü Seleme ve benzeri sahabiler ile birlikte rivayette bu­lunduğunu belirtirler.

Bazan Ali Zeynel Abidin'den Zühri (ra) da rivayette bulunmuştur. Zühri, İmam Ma­lik (ra)'in de belirttiği gibi ilim denizi idi. Nakil açısından insanların en güvenilir olanı, sahabeden ve Said b. Müseyyeb. Abdullah b. Ömer'in mevlası Nafi', Abdullah b. Ab-bas'ın mevlası İkrime gibi kendisinden daha yaşlı olan tabiinden aldığı kaynak haberler ve ilim açısından çok ince eleyen bir kişiydi. Bunların birisi de Abdürrezzak'ın İbn Şi-hab et-Zühri'den, o da Ali b. el-Hüseyin'den rivayet ettiği şu haberdir: Ümmü'l-Mü'mi-

Sai'ivve (r.anha). geceleyin Rasulullah (sav) mescitte itikatta iken onu ziyarete geldi. T ' la sohbet etli, sonra kalktı ve Rasulullah (sav) de onunla beraber kalktı. Ensardan ■ıdadam oradan geçiyordu. Nebi (sav)i görünce hızlandılar. Rasulullah (sav) şöyle bu­yurdu:

Yavaşlayın, bu Huyeyy'in kızı Satıyyedir.

O iki Sahabi:

. Eesübhanallah, ey Allah'ın Rasulü! Alcyhissclam şöyle buyurdu:

_ "Şüphesiz şeytan insanın İçinde kamu dolaşması gibi dolaşır. Ben, şeytanın sizin kalplerinize birşey atmasından korktum."

25- İste bu şekilde İmam Zeynel Abidin'in mühaddis olduğunu görüyoruz. Nitekim o»1u. hudis-ilnıini başkalarından aldığı gibi ondan da almıştır. Hatta hadisi aldığı gibi, fıkhı da yine ondan almıştır. Şüphesi/ Zeynel Abidin, muhaddis olduğu gibi aynı za­manda bir fakih idi. Araştırmasını yaptığı fıkhi meselelerde derinlemesine bilgi sahibiy-di.'Fikhi meselelerle ilgili her yönden ve fer'i konulan çıkarma yönünden derinlemesine bilgi sahibi olma kuvveii yönüyle dedesi Ali b. Ebu Talib'e çok benzerdi. Nitekim İbni Şihab LV-Zühri hadis ilmini aldığı gibi fıkıh ilmini de ondan almıştır. Süfyan b. Üyey-ne'nin İbn Şihab el.-Zühri'den aldığı haberde şöyle rivayet eder: "Hüseyin b. Ali'nin ya­nına gittik. Şöyle dedi:

- Neredeydiniz? Ben:

-  Oruç konusunu müzakere ediyorduk. Benim ve arkadaşlarımın görüşü, Ramazan ayından başka farz hiçbir oruç bulunmadığı noktasında birleşmektedir. Şöyle dedi:

- Ey Zühri, sizin dediğiniz gibi değildir. Orucun kırk şekli vardır. On tanesi tıpkı Ra­mazan orucunun farziyeti gibi farzdır. On tanesi de haramdır. Onların ondört biçiminde de sahibinin serbestliği vardır; dilerse oruç tutar, dilerse tutmaz, adak orucu farzdır. İti-kaf orucu farzdır.

Zühri der ki, ben şöyle söyledim:

- Onları açıkla ey Rasulullah'ın evladı! Şöyle söyledi:

- Farz olan oruç Ramazan orucudur. Ve üst üste iki ay oruç tutmaktır (Yani hata ile binanı öldürüp de köle azadetmeye gücü yetmeyen kimse için). Allah Teala şöyle bu­yurmuştur: "Ye kim bir mü'mini yanlışlıkla öldürürse nıü'min bir köle azadetmesi ve o enin ailesine (varislerine) teslim edilecek bir diyet vermesi lazım gelir... Bunlara gücü yetmeyen de Allah tarafından tevbesinin kabulü için biribiri ardınca iki ay oruç tut­ması icabeder." (Nisa 92)

akırlen yedirmeye imkanı olmayan kişinin yemin keffareti konusunda üç gün oruç tutması gerekir. Nitekim Aziz ve Celil olan Allah şöyle buyuruyor: "Yemin eniğiniz za-

man yeminlerinizin kcffareü budur." (Maide 93) Ve hacda başj tıraş eım, din ^ A/.i/. ve Cclil olan Allah şöyle buyuruyor: "İçinizden her kim hasta yahut başından ra­hatsız ise ona fidye olarak oruç tınmak yahut sadaka vermek yahut kurban kesmek ge­rektir." (Bakara 197) Ve-umrede kurban bulamayan bir kimse için gerekli olan ve umre kurbanı yerini tulan oruç. Bu konuda Allah Teala şöyle buyuruyor: "Emniyet hasıl olunca hac zamanına kadar umreden faydalanan kimseye, kolayına gelen kurnam kes­mek gerektir. .(Kurban) bulamayana-hac günlerinde üç, geri döndüğü zaman yedi güç oruç lazım gelir ki bunlar tam on gün eder." (Bakara 196) Ve avlanmanın cezası olan oruç. Allah Azze ve Ccllc şöyle buyuruyor:

'İçinizden kim onu. bilerek Öldürürse, ona, öldürdüğü hayvanın benzeri bir hayvan kurban etmek cezası vardır; buna Kabe'ye ulaşmış bir kurbanlık olmak üzere, içinizden adalet sahibi iki kist hükmeder. Yahut bir keffaret vardır ki, (bu da) o nisbette yoksulu doyurmak veya her fakire karşılık bir gün oruç tutmaktır. Böylece yaptığının cezasını tatsın." (Maide 95)

Bu av kıymetine göre değerlendirilir, sonra da fiyatı buğday üzerinden verilir. Sahi­binin lulup-lutmamakta serbestliği olan oruca gelince, bunlar pazartesi perşembe günleri ile Ramazandan sonra Şevvalin altıncı günü, arife günü ve aşure günü oruçlarıdır.

İzne dayalı oruç ise; kadının kocasının izni olmadan nafile oruç tutamam asıdır. Köle ve cariyenin durumu da böyledir.

Haram olan oruca gelince: Ramazan ve kurban bayramı günleri, teşrik günleri, ra­mazan imiş gibi oruç tutmaktan nen yo Sunduğum uz şekk günü, visal günü orucu ve sus­kunluk orucu (savmu sum t) haramdır. Günah işlemeyi adak yapma orucu haramdır. Yıl boyunca oruç tutmak (savmuddehr) haramdır. Ayrıca ev sahibinin izni olmadan misafi­rin nafile oruç tutması da haramdır. Bu konuda Resulullah (sav) şöyle buyurur: "Bu kavme misafir olan kişi, izinleri olmadan asla nafile olarak oruç tutmasın."

Çocuk ergenlik çağına girmeden alıştırmak amacıyla farz olmadığı halde oruç tut­makla emrolunur. Gün doğmadan orucunu bozup, sonradan bedeninde kuvvet bulan ki­şiye oruç tutmasının gerekliliği de bu türdendir. Bu husus farz olmamakla beraber Al­lah'tan bir terbiye veriştir. Yine misafir günün başlangıcında yemesi ve sonra da misafir­likten vazgeçmesi halinde oruç tutmakla emrolunur.

İbaha orucu ise: Kim unutarak kasıt bulunmadan oruçlu iken.yer ve İçerse, bu durum ona mubah sayılır ve Allah onun orucunu geçerli sayar.

Gelelim hasta ve misafir orucuna: Çoğunluk alimler bu konuda ayrılığa düşmüştür; bir kı.smı "oruç tutar" derken, bir kısmı da "oruç tutamaz" demiştir. Bir topluluk da, di­lerse oruç tutup, dilerse oruç tutmayacağını söylemiştir. Biz ise şöyle söyleriz: Her iki durumda da orucu bozar. Yolcu veya hasta iken oruç tutmazsa, o kişiye kazası gerekir. Allah Teala şöyle buyuruyor: "Tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar." (Bakara 184)[7]

26- Demek oluyor ki Zeyd. ilk yetişmesinde fıkhı babasından aldı. Nitekim babası ilim ve kültüre sahip bir fakihdi. Önce Allah'ın Kitab'ı ile hüküm verir, orada yok­sa Rasulullah'ın sünneti ile hükmederdi.

Hem de hadis ravisi idi. Alimler hadis fıkhını ondan alıyorlardı. Hem de re'yi ile de içtihatta bulunuyordu. Fakat biz. re'yi ile içtihat yapmasının türünü açıklayacak konum­da deliliz- Çünkü o asırda rey ile içtihat yapmanın şekilleri tümüyle belirginleşmediği oibi tartışma ile hüküm çıkarmanın metodlan da programlı şekilde ele alınmış ve yazıl­mış değildi. Fakat oruç konusunda yukarıda açıklamada bulunduğumuz bu meselelere ba«vurmak sureti ile anlaşılmış oluyor ki, özellikle Irak veya Medine'deki çağdaşı olan görüşler olmak üzere her yönelişteki görüşleri araştırıyordu. Bu durum, onun fıkıh anla­yışında Said b. Müseyyeb ve Nafi' gibi çağdaşı olan tabiinin fıkıh anlayışına yakınlığını göstermektedir. Hem de kendisi vSaid b. Cübeyr gibi bir kısım tabiinden hadis dersi al­maya çok hırslıydı. Nitekim daha önce de onun. Zeyd b. EslenVin ders halkasında yakın yerde oturmak için nasıl insanların arasını yarıp geçtiğinden bahsetmiştik.

İşte böyle bir şahsiyet. İmam Zeyd (ra.)'i ilme teşvik ettiren ilk üstaddı. Sika raviler-den aldığı hadisleri onunla gözden geçiriyordu. Böylece tertemiz, sapmayan düşünceye dayalı ve kapsamlı fıkhı elde etmiş oluyordu. Her ne kadar sonuna değin babasından hiç ayrılmadı ise de. o ancak bu son dönem miktarında babasından istifade edebildi. Çünkü Zeyd, henüz ondört yaşını aşmamışken babası vefat etti. Babası, h. 94 yılında vefat et­mişti. Zeyd. bizim tercih ettiğimiz gibi h. 80. yılında doğdu ise. babasının vefatı anında ondört yaşın sorumluluğunu idrak etmiş demekti. Nitekim bu yaşta kavrayış bilinçlenme ve ezberleme yetenekleri gelişir. Bu yaş. birçok hususları algılamaya yeterlidir. Hele de bu yaş, Zeyd1 in alakası, ilim uğrunda herşeyden vazgeçme duygusu ve gerçekleri arama arzusuyla tüm güçlerini sarfetme gayretinin yanında olursa...

27- Bu tırmanış içerisinde babası onu terkedince. kardeşi Muhammed Bakır. ilim. fı­kıh ve hadis otoriterliğinde babasının yerini aldı. Onda da babasının ahlakı, günahlardan titizlikle sakınması ve bu ümmetin geçmiş büyüklerine saygı duyma duygusunun benze­ri vardı. Özellikle Ebu bekir ve Ömer (ra)e karşı.

Urve b. Abdullah şöyle rivayet eder:

- Ebu Cafer Muhammed b. Ali'ye kılıcın süslenmesi konusunda sordum: O da:

- Onda bir sakınca yok. Muhakkak ki Ebu Bekir Sıddık da kılıcını süslemişti. Ravi devamla şöyle diyor:

en  S iddik" diyorsun? dedim. Ravi şöyle devam ediyor: Bunun üzerine yerinden ok gibi fırlayarak kıbleye döndü ve sonra dedi ki:

- Evet "Sıddık"! Evet "Sıddık"! Her kim "Sıddrk" demezse. Allah onun sözünü dün­ya ve ahirette doğrulamasın.

Aşın Şia taraftarı olan birisine (ki o, Cabir cl-Cafi idi) şöyle söyledi:

- By Cabir. duydum ki Irak'la bir topluluk bizi sevdiklerini iddia ediyorlar ama Ebu Bekir ve Ömer'e dil uzatıyorlarmış. Hem de kendilerine bu emri benim verdiğimi sanı-yorlarmış. Onlara derhal ulaştır ki. ben onlardan Allah için uzağım. Muhammed'in nefsi elinde olan (yani kendi nefsi) Allah'a yemin ederim ki, eğer ben vali olsaydım, onların kanını almak sureliyle kendimi Allah'a yaklaştırırdım. Eğer ben o ikisi için mağfiret ve bağışlama dilemezsem, Muhammed (sav)'in şefaati bana erişmesin. Şüphesiz onların fa­zilet ve üstünlüklerinden habersiz olanlar, ancak Allah'ın düşmanlarıdır. Onlara de ki, ben onlardan uzağım. Kendilerini Ebu Bekir ve Ömer'den uzak sayanlardan da uzağım. Yine şöyle söyledi: "iler kim Kbu Bekir ve Ömer'in üstünlüğünü tanımıyorsa sünnetten haberi yok demektir. Allah Teala'nın "Sizin lideriniz Allah, Resulü ve İnanan kişilerdir" sözünde "İnanan kişileri tefsir ederek "Onlar Muhammed'in dava arkadaşlarıdır" dedi.

Cabir el-Ca'fi ona dedi ki:

- Onun Ali olduğunu söylüyorlar. O:

- Ali de Muhammed'in dava arkadaşlanndandır.[8]

Ciddiyetten uzak olanların dışındaki siyer kitapları ve tarihçilerin ittifak edip, sika ravilerin de rivayet etlikleri haberler bu şanı yüce imamın siyaseti uzaktan izlediğini göstrmektedin Bu nedenle onun etrafında emirlerini alip uygulayan, onun sözlerini ku­laktan kulağa taşıyan onun sakıncalı gördüklerini kötüleyen ve sağlıklı gördüklerini de benimseyen bir taraftarlar topluluğu oluştu. Bu sayede Ehl-i Beyt bir türlü kendilerinden kopmak bilmeyen kenara köşeye çekilmekten kurtuldular. Bu uzlete çekilmeye tutun­mada en fazla, asrında onların büyüğü olan Ali Zeynel Abidin ısrarlı oldu. Bunun nede­ni, Hz. Hüseyin'in katledilmesi ile onların başına gelen darbenin serî oluşudur. Bununla da kalmayıp, aynı olay, Allah'ın basiretini kör ettiği insanlar hariç, bütün müslümanların kalplerinde sertliğini korudu. Darbenin sertliği derin bir suskunluğa yolaçti. Vakit, ilim ve ibadete yönelişle geçti. Bu konudan. Zeyd (ra) dönemindeki ayaklanmadan söz eder­ken bahsedeceğiz.

Zeynel Abidin'in vefalı, Muhammed Bakir'ın olgunluğa ermesinden sonraydı.

O, mükemmel bir insandı. Onun, Zeyd'in yaşlarında bir oğlu vardı. O da, Cafer Sa­dık (ra)dır. O, ilim konusunda peşinden gidilen ve Ebu Hanife gibilerin sık sık uğradığı, İmam olunca Zeyd de babasından sonra derslerini ondan aldı. Babasından aldığı rivayet­leri geliştirdi. Çünkü böyle erken yaştaki kişinin babs.stndan aldığı hadisleri en mükem­mel şekilde algılaması akla yatkın görülmez. Zaten Zeynel Abidin buluştuğu bütün ta­biinden Rasulullah (sav)in hadislerini almakta çok ar/uluydu. Bu iş de hadis rivayet işiydi. Aynı işi oğullarına da telkin etti. Bu işe tam olarak Muhammed nail oldu. Ondan sonra da hadis rivayeti işine babasından ve büyük oğuldan almak suretiyle hepsinden daha genç olan Zeyd (ra) nail oldu.

Babasının ve diğerlerinin hadislerini kardeşi Muhammed'den aldığı gibi, fıkıh ilmini de ondan aldı. Şüphesiz Muhammed de kendisinden ilim alınan, görüşleri eleştirip denetlevebilen bir fakih idi. Hatta büyük fakihleri eleştirir, onlardan kendisine bir aykırılık tesbit ettiği takdirde, onların görüşlerine ait muhasebeyi de yaparak takdim ederdi.

Ebu Hanife'nin Medine'de Muhammed Bakırla buluştuğu rivas'et edilir. Muhammed

Bakır onu görünce:

- Sen benim dedemin dinini ve hadislerini kıyas yapmak suretiyle değiştirensin. -Maazallah!

-  Yok. sen değiştirdin.

-  Sen kendi hakettiğin yere, ben de kendi hakettiğim yere oturayım. Çünkü senin ba­na "öre hayatta iken deden (sav)e ashabının yaptığı hürmet gibi saygınlığın vardır.

Muhammed oturdu sonra Ebu Hanife onun Önünde diz çöktü. Sonra şöyle dedi:

- Sana şu üç konuda soru soracağım; bana cevap ver: Erkek mi daha zayıf, yoksa ka­dın mı? Muhammed:

- Kadın.

- Kadının mirastaki hissesi kaçtır?

- Erkeğin iki, kadının bir payı vardır.

-  İşte bu, dedenin verdiği hükümdür. Eğer ben dedenin dinini değiştirmiş olsaydım, kıyas yaparken kadın erkekten daha zayıf olduğu için erkeğin bir. kadının iki hissesi ol­ması gerekirdi.

- Namaz mı daha üstündür, oruç mu?

- Namaz daha üstündür.

-  Dedenin görüşü budur. Eğer ben dedenin görüşünü değiştirseydim, kıyas, kadın hayızdan temizlendiği zaman namazı kaza edip, orucu kaza etmemesini emretmem biçi­minde olurdu.

- idrar mı daha fazla necis, yoksa meni mi?

- İdrar daha necistir.

- lıger ben kıyas yoluyla dedenin dinini değiştirmiş olsaydım, idrardan yıkanılması ve meniden dolayı, abdest alınmasını emrederdim. Kıyas yoluyla dedenin dinini değiş­tirmek ne haddime!

Muhammed kalktı ve boynuna sarıldı.[9]

Bakır ‘ı görüşleri karşısında fakihleri hesaba çeken ve onları muhakeme eder duruma

Getiren bu fıkhi ve sosyal makamı olduktan sonra, elbette babasından sonra kardeşinin üstadı olur.

28- Aynı evde erdemli, şanı yüce, alimlerin takdirle, kamunun saygınlıkla amirlerin  ikramda bulunmasıylc karşıladığı bir alim vardı. O, Zeynel Abidin'in amcası oğlunun oğlu Abdullah b. Masan b. Hasan'dır. (Tabaka! adlı kiîapta "oğullan" deyimi vardır.) Bu zat muhaddis, sika ve sadûk bir zattı. Tabiinden ve babasından amcası oğlu Ali Zeynel Abidin hadis rivayet etmiş, ondan da aralarında Süfyan-i Sevri ve Malik (ra)'in buhındu-ğu muhaddisler topluluğu rivayette bulunmuştur. Alimler nazarında onun yüksek bir ye-ri vardı. Ab i'd ve zahid-idi. Hilafeti sırasında Ömer b. Abdülaziz'i ziyarete geldi ve Ömer b. Abdülaziz ona ikramda bulundu. Aynı zamanda Abbasilerin ilk dönemlerinde Saf-fah'a (Haccac-ı Zalim'c) geldi ve o da kendisine yüksek paye vererek bir milyon dirhem bahşişte bulundu. Ebu Hanife. onun huzurunda tilmizlik yapmıştır. Ebu Hanifc'nin ona karşı ö/el bir sevgisi vardı. Sonunda Abdullah, hicri 145 yılında Bbu Cafer c!-Man-sur'un cezaevinde, yetmiş yaşına ulaşmışken vefat etti. Hicri 70 senesinde doğmuştu. [10]

 

İlmi Bağımsızlığı

 

29 - Zeyd. Medine'deki Nebevi medreseden mezun oldu. Çünkü bu yüce şahsiyetler Allah Teala'nın kendilerini siyasi alanda şiddetli bir imtihanla denedikten, önderlerinin gadre uğraması, askerin kötü davranması, hükümdarların zulmü neticesindeki yılgınlık­larından sonra İslam'ın ilmini ve fıkhını yapıp, hadis rivayeti dışında herşeyden elçckti-ler. İtibarları arttı, yararlılıkları yüceldi. İşte bu niteliğe sahip Zeyd ve kardeşioğlu Cafer Sadık, yaşça o ailenin en küçüğü idiler. Birçokları bu aileden ilim iktibas etmiştir.

Lakin o. olgunluk yaşına erdikten sonra Medine'de kalmayı benimsemedi. Basra'ya giderek alimlerle beraber olduğu tesbit edilmiştir. Şehristani "el-Milel ve en-Nihaf adlı eserinde onun Vasıl b. Ata'ya öğrencilik yaptığını ve ondan Mu'tezile'nin prensiplerini aldığını söyler. Nitekim Zeyd (ra) konusunda şöyle söyledi: "İlimle tam olarak bezen­mesi için usul ve furu hakkında neler varsa hepsini tahsil etmek istedi. Ve Mu'tezile'nin başı Vasıl. b. Ata el-Gazzal'a Mu'tezile'nin temel ilkeleri konusunda öğrencilik yaptı. Oysa ki Vasıl Zeyd'in dedesi Ali b. Ebu Talib'in, Ceme! Vak'asma katılanlar ve Şamlı­lar arasında geçen savaşlarda tam olarak haklı olmadığı inancındaydı. iki tarafında aynı-siyla haklı olamıyacağı, bir tarafın haksız olacağına inanıyordu. Zeyd, buna rağmen on­dan Mulezile'nin temci prensiplerini iktibas etti.”[11]

Şüphesiz bu haber .şu üç durumu akla getirmektedir;

Birincisi: İmam Zeyd. Vasıl b. Ata ile ilmi buluşma yapmış, ona öğrencilik yapmış veya ondan ilmi alıntı yapmıştır. Zcyd'i onunla bir araya gelme ve görüşleri üzerinde araştırma yapmaya ilen etken, mezhep hakkında edindiği rierme-çaîma bilgileri yanında daha köklü bir bilgi sahibi olma arzusudur. Medine'de iken yüzeysel bir bilgi sahibi ol­muştu. Sadece Basra'da temci bilgileri eîde etme işi kalmıştı. Çünkü Basra İsiamî fırka­ların beşiği durumundaydı. Zaten Bbu Hanife de kelam ilmi üzerinde dersler almak isle­diğinde tartışmalar ve karşılıklı münazaralar yapmak için Basra'ya gidiyordu. Hatta ora­ya bu amaçla yirmi iki defa gittiği ısrarla söylenir.

İkincisi- Zeyd'in, Vasü'm, dedesi Ali b. Ebu Talib'in Ürnmü'l-Mü'minin Hz. Aişe (ra) ve Muaviye ile yaptığı savaşlarda kesin olarak hak çizgisi üzerinde olmadığı inancı­nı açıkça belirtmesine rağmen ondan dersler almasıdır. Bu konuda insanlar arasında iki fırkadan ayrılan ve Mu'tezile ismiyle anılan bir fırka oluşmuştu. Buna rağmen Zeyd'in bu tutumu, onun fikri bağımsızlığına delalet etmektedir.

Üçüncüsü: Zeyd'in olgunluk çağına geldikten sonra Medine'yi terketmesi, ilmi her gördüğü yerden ve şahıstan alı vermesi onun fikri bağımsızlığını belgeleyen bir başka durumdur. Zaten ilim arayıcısının yapması gereken de budur. O, bir cevahir arayıcısı olarak kendisini hiçbir yerle bağımlı ve kendisine yol gösterecek hiçbir rehber dalgıcın güdümünde görmemiştir.

30 - Fakat Vasil'a öğrencilik eden Zeyd'in bu aşamada kalacağını söylememiz doğ­ru olur mu? Şüphesiz iki adam da aynı yaştaydı. Her ikisi de hicret-i nebeviyye'nin 80. senesinde veya ona yakın bir yılda dünyaya gelmişti. Bu durumda bir araya geldiklerin­de Zeyd'in belirli bir olgunluk çağma girdiği açıkça belli oluyor. Çünkü Vasıf in da ba­ğımsızca araştırma yapan kişi konumuna gelmesi ancak pişkin ve olgun bir yaş çağında bulunmasıyla mümkün olabilir.

İşte bu anlatılan durumlar nedeniyle görüyoruz ki. Zeyd'in Vasıl b. Ata ile bir araya gelmesi sadece bilimsel bir müzakere buluşmasıdır. Yoksa tam anlamıyla öğrencinin üs­tadından dersler aldığı bir buluşma değildir. Çünkü yaşlan birbirine yakındır. Zeyd, ol­gunluk çağına gelmişti; ailesinden ve furü ilminin beşiği olan Medine'den hükümlerin füriiunu aldığı gibi, akaid usulü etrafındaki çeşitli bakış açılarını da bilmek istiyordu.

Zeyd, çeşitli fırkalara göre usulü akaid ilmini Öğrenmeye azmettiğinde bu konuda başarılı olmuştur. Çünkü Basra'yı seçmiştir. Şüphesiz Basra, İslam akidesi etrafında olu­şan çeşitli fırkaların vatanıydı. Orada üstü kapalı olarak bir Şia taifesi, ayrıca Mu'tezile, adenyye, Cehmiyye ve Ali'nin şahsının sıfatlan konusunda konuşan herkes mevcuttu. Çeşitli fırkaların akaid anlayışını Öğrenmek isteyenler onlann yoğun olduğu bölgele­re gitsinler.. Bundan dolayı Ebu Hanife hayatının başlangıcında kelam ilmine yöneldi­ğinde Basra'ya gider ve Basra fakihleri ile ilmi tartışmalarda bulunurdu. Hatta bahsetti-gımu gibi bir defasında Ebu Hanife'nin akaid ilmi hakkındaki bir münazara için Bas­ra ya yirmi iki defa gittiği rivayet edilmektedir. Şüphesiz onun bu şekilde parmakla gös-n *r bir hedefe ulaştığı söylenmektedir. Fakat o, bundan sonra kelamı bırakıp fıkha yönelmiştir.

konu y  ^ BaSra yolculu^undan önce^ onun bundan önce Mu'tezile'nin temel ilkeleri

vap vSUnda bİİgl Sahİbİ olmadı£'m söylememiz kolay olur mu? Herhalde bu soruya cevap vermemız, bizim Zeyd'den önceki Ehl-İ Beyt alimlerine veya çağdaşı olanlara müracaat etmemizi gerekli kılmaktadır. Bu noktada biz, Ehl-i Beyt alimlerinin akaid konu­sunda konuştukları ve görüşlerinde Vasıl b. Ata'nm görüşlerine yakın bulunduklarım içeren haberler almaktayız. Ayrıca Vasıl'ın Mu'tezile akidesini Ehl-i Beyt'ten aldığını söyleyeni de görmekteyiz. Demek ki onların bu konuda bilgileri vardı. Özellikle AH (ra)ın oğlu Muhammed İbnu'l-Hanefiyye. O, ilimlerde derinlemesine bilgi sahibi olan bir alimdi. Onun hakkında Şehristani, "el-MÜel ve'n-Nihal" isimli eserinde şöyle söyle­miştir:

"O, ilmi çok, ma'rifeti bol, fikirlerin tutuşturucusu ve anımsamaları İsabetli bir kim­seydi. Mü'minlerin emiri (yani Ali) harp meydanlarındaki kahramanlıkların öykülerini ona anlattı. Varlıkların sınıflan konusunda onu bilgi sahibi kıldı. O, bir köşeye çekilme­yi yeğledi ve suskunluğu şöhrete tercih etti."[12]

Murtaza, "cl-Mımyetu ve'l-Emel" isimli kitabında Mu'tezile'nin tabakalarım açıklar­ken, birinci tabakanın Ehl-i Beyt olduğunu, Ali Zeynel Abidin, oğlu Bakır, onlardan ön­ceki Hasan ve Hüseyin ve onların kardeşleri Muhammed b. Hanefiyye'nin Mu'tezileden olduklarını söylemiştir.

Bizim yanımızda bunu tekzibeden bir görüş yoktur. Aksine bizim nazarımızda bu görüşü destekleyen ve temize çıkaran hususlar vardır. Şüphesiz Mu'tezile mezhebi, top­luca düşünecek olursak akaid yönünden Zeydiyye mezhebinin kendisidir; yine genel olarak düşünürsek, İsna Aşeriyye mezhebidir. Çoğunlukla akla gelen, Mu'tezile mezhe­binin. Ehli Beyt'in Selef mezhebi oîduğu, Akaidin usulü yönüne daldıkları ve bu müca­delenin savaş alanının hararetine girdiklerinde Mu'tezile mezhebi adını almış oldukları­dır.

İmam Zeyd'in, bu hususta aşırı inceliklere daldığı da vurgulanan konulardandır.

Ehl-i Beyt'in akaid konusunda Vasıl b. Ata'nm tartışma stiline uygun veya ona yakın stilde tartıştıkları hususunu yalanlayan bir şey bulunmayınca, bizim, Zeyd'in Basra'ya gittiği sırada akaid konularında tamamen bomboş olmadığını farzetmemiz zorunludur. Aksine bu konuda tam bir bilgi sahibi idi. Mu'tezile'nin büyüğü Vasıl b. Ata ile Basra'da bir araya geîmesi, sadece müzakere buluşmasıydı; yoksa daha Önce kendisinde bulun­mayan bir ilmi alma buluşması değildi.

31- Zeyd orada daha önce benzerini öğrendiği ilmi elde etti. Nitekim Ebu Hanife (ra)'ye ilmini nereden aldığı sorulduğunda şöyle söylemiştir:

"Ben ilmin madeninde (aslının olduğu yerde) idim. O ilmin fakihlerinden birisine bağlandım."[13]

Şüphesiz bu sözün Zeyd (ra)'e nisbetle söylendiği sabittir. Zeyd,vahyin indiği yerde, inip, uygulamaya konulup, sahabenin de amel ettiği, taraftarlarının selef-i salihinin uylamalarını miras olarak aktardığı İslam şeriatının vatanında, İslam ilminin madeninde İste orası. İslam'ın vatanı olan. zühd ve ma'rifet ehlinin konakladığı Medine idi. Ni-ct orada siyaset ve siyasetin beraberinde bulundurduğu zikzaklardan elçeken, Önce h basını sonra ikinci olarak da kardeşini rehber edinen birisi vardı. O, Medine'de İlm-i fiiruu ve hadis ilmini almış, Kur'an'ı ezberlemiş, kıraat ilmini yapmıştı. O, çağının kıraat ilmini en iyi bileni, Allah'a inanıp, Hakk'ı arayan her mü'minin bellemesinin gerekli ol­duğu Kur'an'ın gaye ve meramlarını en güzel biçimde idrak edendi. Yine o, Medine'de alimlerin akaid usulü konusundaki görüşlerini öğrendi.

Fakat o. Medine'de aldıklarıyla yetinmedi. Bilakis oradan Irak'a geçti. Basra'daki çe­şitli fırkalarla bir araya geldi. Onlarla müzakerede bulundu ve onlardan durumları hak­kında bilgi aldı. Bu esnada Irak'ı ve oradakileri araştırdı. Dedesi Hüseyin'in zalimane ve vahşice katledildiği Irak'ı araştırdı. Dedesi Ali de daha önce orada hileyle katledilmişti. Böylece ilmi çoğaldı. İnsanları iyi, tanıdı, îslamî gerçekleri öğrendi. Orada takattan düş­tü ve ilmi öğrenen durumundan çıkarak kendisine tabi olunan durumuna geçti. [14]

 

ZEYD MÜCADELE MEYDANINDA

 

32- Parlatılmış kılıç kınından çıktı ve babasına göre haram bir lokma olan siyasete girdi ve uygulama meydanına atıldı. Çünkü babası siyasetten kaçınmış, içine dalmaktan uzak durmuş, hatta işlerini yönetme konusunda babasının yerini alan kardeşi bile siyase­te yönelmemişti; o Muhammed Bakır ki Medine'de kalmayı yeğlemişti.

Burada okuyucu şöyle bir soruşturmaya gerek duyabilir:

Acaba Zeyd fiili siyasetin içine kendi isteğiyle mi girdi, yoksa onu buna zorlayan bir etken mi vardı? Çünkü kendisine verilen değerle ilgili olarak zorluklarla karşılaştı.O ki, asla horlanmayı kabul etmeyen ve zulme razı olmayan kahramanların en asilzadesi bir aileden olduğu halde, izzetinin elinden alındığını hissetti. O, Farisü'l-îslam (İslam süva-nsO olan Ali b. Ebi Talib'in soyundandı. Bu şeref, ona yeter ve artar.

Bu soruya cevap verebilmemiz için gelişen olayları izlemek zorundayız. O olaylar h bizim bu soruya en sağlıklı cevap bulmamızı sağlayacak ve bu çıkmazın muamması­nı aralamaya götürecektir.

 33- Bu olaylar Ehl-i Beyt'i siyaset konusunda, kendilerini ondan şiddetle kaçındırma ısrarlarına karşın,konuşmaya zorluyordu. - Nitekim İslam ülkelerinde yan çizen taifeler Bekir v V^"' ^ adl"a S°Z Sahİbİ oiduk3anm iddia ediyorlardı. Bu taifenin Hz. Ebu  Bekir Hz. Ömer (ra)'i nasıl lanetlediklerini daha önce zikretmiştik.

Ali ZeynelAbidin bu durumlarını görünce, kendisi hakkında söylenen bu 1- Meclisine geldikleri ve bu sözleri ağızlarından duyduğu zaman onlan

meclisinden kovdu. Oğlu Muhammed Bakır (ra)'da bir kısım Iraklılardan aynı sözleri duyuyor ve Ehli Bey t adına söylenenleri anında reddediyor, bu reddedişi çok sert olu­yordu.

Ehİ-i Beyt, bu reddedişte tamamen hak çizgisi üzerindeydi. Çünkü Şia aşırılarının li­derleri, siyaset konusunda tamamen tarafsız kalan ve kendilerini tam anlamıyla ilme ve­ren bu Ehl-î Beyt imamlarının adına konuştuklarını iddia ediyorlardı. Nitekim saptırıl­mış görüşlere çağıran Beyan b. Sem'an et- Temimi (öl. h. 119) Ebu Haşim b. Muham­med b. Ali'nin görüşlerini yansıttığını iddia ediyordu. Ebu Haşim ise onun bu durumunu öğrenince kendisini yalanladı, ondan ve söylediklerinden tamamen uzak olduğunu ilan etti. Beyan'ın iddia ettiklerinin aynısına çağıran Muğire b. Said (öl. h. 119) Muhammed Bakır b. Ali Zeynel Abidin hakkında yalanlar uyduruyordu. Öyle ki onu hem hakkında söylediklerinden ve hem de kendisine yakıştırdıklarından uzak olduğunu ilan etmek zo­runda bıraktı.

Kendilerinin ojmamlar adına konuştuklarını iddia edip sonradan geri çekilmeleri ve sonra propagandacıların bu yan çizmeyi de reddetmeleri, Ernevi oğullarının Ehl-i Beyt İmamlarının durumu konusunda sürekli zanda bulunmaları içindi. Emevi kuvvetlerinin derhal dağıttığı bu zan altında bırakma, buna karşılık da olumlu bir harekatın başlama­ması ve Ehli Beyt'in de Medine'de ikamet etmeleri, Şam'daki Ümeyye oğullarından herhangi birisinin çağırması dışında Medine'nin dışına çıkmamalarını, olsa bite Hare­meyn'in dışına taşmamalarını sağlıyordu. Nitekim onlar Şam'a gidiyor, sonra hemen bir türlü ayrılmadıkları ilim mihrabına dönüyorlardı.

34- Fakat dayanağını Hak'tan ve ilahi yardımdan almayan her gücün durumu önce duraklama, sonra da ortadan silinmektir. İşte Emevi devleti Velid b. Abdulmelik, Süley­man ve Ömer b. Abdülaziz dönemlerinden sonra zayıflamaya yüz tutunca Ehl-i Beyt imamlarına karşı sürekli zan besleme eğilimi güçlenip alevlenmeye başladı. Çünkü onu dağıtacak bir güç kalmamıştı, özellikle Emevi hilafetinin değiştirilmesi doğrultusundaki propaganda durmadan gelişip çoğalıveriyordu. Bu arada Horasan'da güçlü propaganda­cılar kendini gösterdi. Tarihçiler bu olaylara h. 102. yılı olayları arasında yer vermişler­dir. Belki de bu propaganda daha önceye uzanıyordu. Nitekim Haşimi propagandası üs­tü kapalı bir tarzda başlamıştı.

Bu propagandanın Özü, onların Hz. Ali yanlısı oldukları noktasındaydı. Hatta Hz. Ali yanlısı olduklarını kesin olarak vurguluyorlardı. Bu propaganda Abbasiier'e intikal edince, kendilerinin Ali taraftan imamların vasiyetiyle kurulduklarını ileri sürdüler. Bu Ali taraftan imamın Ebu Haşim Abdullah b. Muhammed b. Hanefıyye olduğunu, kendi­sinin imamlık yetkisi bulunduğunu, vefatından sonra bu yetkiyi Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas'a vasiyet ettiğini söylediler.

Aynı propaganda Irak'ta da başladı. Propagandacılar Irak'tan da Horasan'a geçtiler.

 Tüccarlar  gibi işe başlayarak davetlerini yayıyorlardı. İşte bu konuda Îbnü'l-Esir'in el-Tinde şu belge yer almaktadır: "Bu yılda (yani 102. senede) Meysere (yani Haşi-ı   'n propagandacısı) adamlarını Irak'tan Horasan'a yöneltti. Propagandistlerin çalış­ları Horasan'da etkisini gösterdi." Öyle ki bu propagandacıların haberleri Horasan va­lisinin kulağına kadar gitti. Onları çağırttı ve aralarında şu konuşma geçti:

- Sizler kimlersiniz?

- Ticaret adamları.

- Hakkınızda söylenenler nedir?

- Hiç haberimiz yok

- Siz propagandacı olarak gelmişsiniz!

-  Nerde?! Bizim kendi işlerimiz ve ticaretimizden başka uğraşacak zamanımız mı var? Bu kimseleri tanıyan var mı? diye sorunca, çoğunluğu Rebia kabilesinden ve Ye-men'den olan Horasanlı bazı insanlar gelerek:

-  Biz onları tanıyoruz. Eğer onlar hakkında hoşunuza gitmeyen bir durum size ula­şırsa, sorumluluğu bize aittir. Bunun üzerine onları salıverdi.[15]

Bu belgesel haber gösteriyor ki, Haşimi devletinin kurulmasıyla ilgili propaganda Irak'ta gizlice başlamış, Horasan'a geçişi daha sonra 102 yıllarında olmuştur. Bazı tarih­çilerin iddiasına göre bu olaylar ta Haccac b. Yusuf es-Sakafi'nin ilk yıllarından itibaren Irak'ta Emevi hükümdarlığına karşı silahlı mücadele biçiminde başlamıştı. Ancak şid­detli takip bu eylem hazırlıklarını gizliliğe itti. Zaten bu gizliliklerin örtüsü altında dev­let kurma idealleri dal-budak salar ve inkılaplar meydana gelir.

Nihayet Abbasi devletini kurma propagandası daha genel bir ifadeyle Haşimi devle­tini kurma propagandası Hişam b. Abdulmelik döneminde gelişir ve çoğalır. Oysa ki o, Emevi hükümdarlarının en güçlülerinden birisi ve olayların üzerine en şiddetli bir şekil­de gideniydi. 20 yılı aşkın uzun bir süre (h. 105-125) valilik yapmıştı.

Kendisine Horasan'dan Haşimi devletinin kurulması konusundaki çalışmaların ha­berleri geliyordu. O, bu haberleri şiddet yanlısı bir bakışla gözlemliyordu. Ve valilerine olayları şiddet kullanarak bastırmalarını emrediyordu. Bu propagandalar dal-budak sala­rak ürünlerini vermesin diye. Nitekim olaylar şiddetlendi ve her olay kendi kuralınca giz ı gizli gelişip günyüzüne çıktı. Hatta olayları bastırma güçleri o dereceye vardı ki, Muammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas kendi tarafından valileri onların üzerine gönderiyor, bu kuvvetler karşısında kendilerini kamufle ediyorlar, sadece ortaya konulmasında davarlarına yarar sağlayacak varsa o zaman ortaya çıkıyorlardı.

 Bütün bu  olaylar h. 120 yılı dolaylarında ve bu tarihten sonra meydana gelmiştir.

 Ama Hişam bütün bu olaylardan bir an olsun gözlerini ayırmıyordu. O, ortaya çıkan  sinsice gelişen olayları da sürekli kontrol etmek girişimiyle tedavi edi-

yordu. Hz. Ali yanlılarının dayanışma halinde üstünlük sağladıkları bu Haşimilik dava­sının üzerinde, Irak'taki Ali taraftarlarının açık propagandaları daha etkili ve güçlüydü. Hatta Halid b. Abdullah el-Kasri şüphesi? Beyan b. Sem'an ve Muğire b. Said'in davet ettikleri cesurane propagandaları ile onları iyi tanır ve her ikisini de derhal katleder. Ni­tekim o ikisiyle Ebu Haşini ve daha sonraları Muhammed Bakır arasında geçen olayları aktarmıştık.

35- Güçlü Hişam, Ali yanlılarına teyakkuz durumundaki her an harekete hazır olan ve pusuda bekleyen düşmanın gözüyîe bakıyordu. Halkın onlara olan muhabbetini, Ali Zeynel Abidin'i Kabe'yi lavaf edişi esnasında kalabalıkların onun ileri geçmesi ve Hace-rülesved'i istilam etmesi için safları nasıl yardıklarını gördüğü zamandan beri onlar üze­rindeki etkisini çok iyi biliyordu. O ise her ne kadar o esnada emirü'l-mü'minin değil idiyse de, hükümdar ailesinden olmasına karşın Hacerülesved'i istilam edemiyordu. La­kin, kalbinde şöyle teselli buluyordu ki onlar kendi valilerinin denetim ve gözetimi al­tında Medine'de sanki cezaevinde yaşıyormuş gibi ikamet etmekteler, yahut kendileri için çizmiş oldukları ve yöneticilerin de bu durumu hem kendileri hem de onlar için uy­gun buldukları sınırlı bir ikamet içerisinde idiler.

Eğer Ehl-i Beyt'in en güçlü gençlerinden bir genç beldeler arasında araştırıcı incele­meci olarak mekik dokuyuvermeseydi işler normal akışında devam edecekti. Nitekim bu genç Ehli Beyt şiasınm ikamet ettiği Irak'a gitti. Zaten Horasan'a Haşimilik davası oradan taşmış ve Ali yanlısı olduklarını da ilk etapta gizlemişlerdi. Ancak hakimiyeti tam olarak ele alıp ve İslam devletinin kürsüsüne oturduktan veya böyle bir kürsüye oturmaya götüren yollar hazırlandıktan sonra işin gerçek yüzünü açıkladılar.

tşte Medine'den Irak'a taşımveren veya ikisi arasında mekik dokuyan bu genç adam, Zeyd b. Ali Zeynel Abİdin'dir. îşte o zaman Hişam b. Abdülmelik'in kalbindeki bütün ümitler kaybolmuş ve yerini kendi açısından sıkıntı ve izdıraba terketmişlir. Oysa ki o, uyanık ve korktuklarım ilaçla yahut ondan korunmak suretiyle üstesinden gelen muhte­ris birisiydi. Yine o, her durumda olayın meydana gelişinden önce hilesini bulan bir kimseydi. [16]

 

Zeyd'in Zorlukları Göğüslemesi

 

36- Hişam, kendi yöresinde ortaya çıkan durumları çözümlüyordu. Egemenliği altın­daki olayların tedavisini de Horasan'daki valilere bırakmıştı. Valilerin tümü güvenilir ve sağlam dostlarıydı. Bütün uygulamalarım onun onayına sunarlar ve emri aleyhine hiçbir şey yapmazlardı.

Onda kıyam hareketi zuhur etmedikçe ve fitneye eğilimi sözkonusu olmadıkça da Zeyd'e karşı tavır koymaya imkan yoktu. Lakin Hişam, bu fitneleri kendi kendine besle-

*.-   -fmfve karar verdi. Bunun için de Zeyd'e zorluk çıkarmaya yöneldi. Ortaya çıkan durum şudur ki Plişam, bu zorluk çıkarma ameliyesini Ehl-i Beyt'in içinden sadece , tahsjs etmedi. Elimizdeki tarih kitaplarında Zeyd'Ie birlikte bir kısım Ehl-i Beyt f ri selenlerine de zorluklar çıkarıldığını ortaya çıkaran haberler vardır. Yine bu çıkan-1 zorluklar arasında genel olarak Ehl-i Beyt'in üzerine çirkin işler yaptırmaya yönel­mek ve Medine'de onlarla ilgili dedi-kodu çoğaltmak da vardı.

Şimdi biz, bu haberlerden iki tanesini belirtelim:

Birincisi: tbnü'l-Esir'in "eî-Kamil" adlı kitabında anlattığı şu haber vardır: Zeyd'Ie Cafer b Hasan b. Hasan arasında, Medine'de bulunan Ali (k.v.)'nin vakıflarına nezaret etmek konusunda ayrılıklar vardı. Ancak aralarındaki bu ihtilaf ileri düzeyde değildi. Daha sonraları bu ayrılık Cafer'in Ölümünden sonra kardeşi Abdullah b. Hasan b. Ha-san'a intikal etti. İşte Hişam tarafından Medine valiliğine getirilen Halid b. Abdülmelik b. el-Haris, böylece fırsatı yakaladı. İhtilafı çözümleme görevini üstlenmişti. Bu, kızış­tırmak ve alevlendirmek için iyi bir fırsattı. Medine, Ehl-i Beyt imamlarının karşılıklı atıştıkları dil kavgalarına tanık oluyordu.

Ve Abdullah b. Hasan işe koyularak hasımkarane bir tutumla şöyle söyledi:

- Ey İbn-i Sindî! (Sind'H cariyenin oğlu) Zeyd, gülerek dedi ki:

- İsmail de bir cariyenin oğluydu. Bununla birlikte efendisinin ölümünden sonra ev­lenmedi. Çünkü efendisi kendisinden başkasıyla evlenmemişti. (Yani Hüseyin'in kızı Abdullah'ın annesi Fatıma'dan başkasıyla) o ise babamdan sonra Abdullah Hasan b. Ha­san ile evlendi. Sonra Abdullah pişman oldu ve yengesi durumunda olan Fatıma'dan ha­ya ederek bir zaman yanına girmedi. Bunun üzerine Fatıma ona şu mektubu gönderdi: "Ey kardeşimin oğlu, ben, senin katındaki annenin, Abdullah'ın katındaki annesi gibi ol­duğunu iyi biliyorum." Sonra oğlu Abdullah'a da şöyle dedi:

Zeyd'in annesi hakkında ne kötü konuştun. Vallahi o da senin gibi kavmin yabancı­larından olarak ne güzel"

Fakat çekişmelerin sürekliliğini arzu eden Hakem, ikisine de mektup göndererek Şöyle dedi: "Bize yüzkarası oldunuz. Eğer ikinizin arasını bulup da çözümleyemediy-sem, ben Abdülmelik değilim."

Medine'de fitne kazanı kaynıyordu. Birisi "Zeyd şöyle diyor" derken diğeri "Zeyd

böyle diyor" diye naklediyordu. Birisi de "Abdullah böyle diyor" diyordu. Ertesi gün

olunca Halid mescitte oturdu. Halk etrafına toplandı; bu olaylara sevineni de üzüleni de

a aydı. Hahd, onların birbiriyle atışmalarından hoşlanır bir tavırla ikisini de yanına

Çağırdı. Abdullah söylenerek gitti. Üstün şahsiyetli Zeyd şöyle dedi: "Ey Ebu Muham

ceeetme. Eğer Halid her zaman seninle beni birbirimize düşürmek için uğraşıyorsa, bilesin ki Zeyd maliki bulunduğu şeylerin hepsini boyamıştır." Sonra Halid'e dö­nerek dedi ki: "Sen Rasulullah (sav)in züıriyetini Bbu Bekir ve Ömer'in aralarını bula madiği bir konuda bir araya getirdin değil mi...."

Halid'in bu noktada yapacağı en tutarlı iş, husumeti sona erdirmekti. Çünkü iki ha­sım taraftan biri arkadaşının lehine kendi hakkından vazgeçmişti. Fakat Halid'in istediği ne hakemlik, ne de arabuluculuktu. Onun istediği tek şey. Nebi (sav)in Ehl-i Beyti hak­kında kötü dedikodular için kapıyı açık bırakmaktı. Bu yüzden bu tatlı son buluşa çok üzüldü. Orada oturanlara Zeyd'i karalayıp lekelemek için teşvik ederek dedi ki:

- Bu sefih adamı destekleyen bir kişi var mı? Ensar zürriyetinden bir adam söz ala­rak şöyle dedi:

-  Ey Ebu Turab'ın oğlu, ey sefih Hüseyin'in oğlu, bir valinin senin üzerindeki hakkı ve saygınlığı olduğunu görmüyor musun? Zeyd:

- Sus. senin gibilere cevap vermiyoruz.

- Elbette benim karşıma çıkamazsın. Vallahi hem ben senden daha hayırlıyım, hem benim babam senin babandan daha hayırlıdır ve hem de benim annem senin annenden daha hayırlıdır.

Zeyd gülerek:

- Ey Kureyş topluluğu, bu din gerçekten elden gitti dedi.

Hemen müminlerin emiri Ömer b. Hattab'ın sülalesinden Abdullah b. Vakıd:

-  (Zeyd'e kötü kanuşam kasdederek) Yalan söylüyorsun ey Kehtani. Allah'a andol-sun ki o hem şahsiyet, hem de baba ve anne yönünden senden daha üstündür dedi ve birçok sözler söyleyerek kucakladı. Sonra bir avuç çakıl aldı ve yere savurarak dedi ki:

- Andolsun ki vallahi bu durumlara sabrımız kalmamıştır.[17]                        

37- İkincisi: Zeyd'le Davud b. Ali b. Abdullah b. Abbas ve Muhammed b. Ömer b. Ali b. Ebu Talib Irak'a gittiler. O sırada vali, Halid b. Abdullah el-Kasri idi. Onların ge­lişini ağırladı ve kendilerini bahşişle ödüllendirdi. Sonra Medine'ye döndüler. Bu olay­dan sonra 120. senesinde Halid b. Abdullah el-Kasri görevden alındı. Daha sonra Irak valiliğine Yusuf b. Ömer es-Sakafi getirildi. Halid'in Zeyd'den Medine'de on bin dirhem karşılığında bir arazi satmaldığım sonra da yeri ona geri verdiğini ileri sürdü. Hişam he­men Medine defterdarlarına, onları Şam'daki sarayına getirmesini emretti. Huzuruna çıktıklarında durumla ilgili bilgilerini sordu. Onlar, bahşiş aldıklarını itiraf ettiler ama bunun dışındaki iddiaları reddettiler. Onlara yemin ettirdi ve onlar da yemin ettiler. Doğruluklarına inandı ve Irak'a giderek Halid'le yüzleşmelerini emretti. Onlar da istemi-yerek gittiler, Halid'le yüzleştiler, doğru oldukları anlaşıldı ve Medine'ye doğru geri döndüler.[18]

Söylenir ki. Yusuf b. Ömer es-Sakafi'nin Halid ve Haşimoğullannm yüce şahsiyet-. ^kmda Heri sürdüğü şey, Halid'in kendilerine verdiği hediyelerdir. Hişam onları hal Medine'den huzuruna çağırttı, Irak hapisanesinde tutuklu bulunan Halid'le arala­rı, birleştirmek için Yusuf a havale etti. Irak'a geldiklerinde Yusuf, Zeyd'e dedi ki, Ha­lid sana çok mallar hediye ettiğini ileri sürüyor. Zeyd, "o, minberi üzerindeki ecdadıma sövüp dururken bana nasfl mal hediye eder?" dedi. Halid'e adam göndererek onu huzu­runa çağırttı ve şöyle söyledi:

- İşte Zeyd, senin kendisine birşeyler hediye ettiğini inkar ediyor. Halid ona ve Davud'a bakarak Yusuf a şöyle dedi:

-  Sen bu konuda günahlarına bir günahı daha eklemeyi mi istiyorsun; ben ona nasıl hediye verebilirim, hem ona sövüyorum, hem de onun minber üzerindeki atalarına sövü­yorum.

İşte bu belgesel haberler Hişam'ın ileri gelen adamlarının Zeyd'i karalamak hususun­da nasıl çalıştıklarını tasvir ediyor.

Bir defasında kendisiyle ailesi arasındaki tartışmaları körüklemek, diğer bir defasın­da da meydana gelmeyen şeyleri olmuş gibi göstermek suretiyle...

38- Medine valisi Halid b. AbdulmeSik b. el-Haris'in Zeyd'e karşı eziyeti artınca Zeyd Şam'a Hişam b. Abdülnıelik'e gitti. Halid'in tutumunu şikayet etmek için huzuruna çıkmaya izin istedi. Malesef Hişam buna izin vermedi. Bu defa izin talebini içeren bir dilekçeyi ona gönderdi. Hişam, dilekçenin altına şu notu düştü: Evine dön (Medine'ye). Ve bu ifadeyi birkaç defa tekrar etti. Zeyd ise şöyle diyordu: Vallahi Halid'in yanma as­la dönmeyeceğim. Zeyd son defasında izni kopardı. Bir hizmetçinin kendisini adım adım izlemesini ve söylediklerini tesbit etmesini emretti. Hizmetçi, şöyle söylediğini ısıttı: "Vallahi hiç kimse bayağilaşmadıkça dünyayı sevmez." Sonra Hişam'ın huzuruna çıktı. Zeyd onun karşısında birşey üzerine yemin ederek konuyu isbatlamaya çalışınca, Hişam "doğru söylediğine inanmıyorum" dedi ve sonra kaşlarını çatarak dedi ki: "Ya Zeyd, senin halifeliği düşündüğün ve onu umduğun haberi bana ulaştı. Sen bir cariye Çocuğu olduğun halde bu makam, nasıl umarsın!!" Zeyd:

- Sana bir cevabım var.

- Konuş.

kendisin ^^ ^'^ *atmĞB-dçi oiarak gönderdiği nebisinden daha yüksek dereceli ve belli oîa^ı^^ yakl" °'amaZ" ^ ÎSmaÜ (aS) hlT cariyenüı oğludur. Kardeşi ise nesebi yırtışım cık °gIUdUr' mhuki AIİah- İsmail'i seçti, Ve onun sulbünden insanlığın en ha-bu maVam^01' Pekl dedGSİ ResuIullah (sav), babası da Ali b. Ebu talib olan bir kişiye

makamdan daha layık ne olabilir?

Hışam:

Çık dışarı! Zeyd-  Zaten çıkıyorum. Ama bu günden sonra senin hoşlanmadığın ne varsa ben orada

olacağım, dedi.

Güçlük çıkarmanın en ileri düzeydeki gayesi buydu; ona kendi valisini şikayet et­mek için gidiyor, sonucunda işkence, kötü söz söylemeler, kendisine ve babasına kadar uzanan sövüp saymalar meydana geliyor...

Mes'udi. "Muruc-ez-Zeheb" adlı kitabında bu son karşılaşmayı birkaç sözcük deği­şikliği ile aynen anlatıyor ve şöyle devam ediyor: "Zeyd, Hişam b. Abdülmelik'in Risa-fe'deki makamına girdi. Huzuruna varınca oturacak bir yer göremedi. Mecliste oturanla­rın sonlarında bir yere oturdu ve şöyle dedi: "Ey mü'minlerin emiri, hiç kimse Allah'ın takvası yanında kendini büyükleyemez; kimin yanında da Allah'ın takvası yoksa kendi­sini küçük saymaz." Hişam:

- Sus, annesi olmayası! Sen, bir cariyenin oğlu olduğun halde hilafet konusunda ken­di kendini yiyorsun." dedi.

Zeyd:

- Ey Em ire'1-Mü'm inin, sana bir cevabım var. Eğer'arzu edersen, onu sana söyleye­yim, istiyorsan sükut edeyim, Hişam:

- Cevabını söyle bakalım.

- Anneler insanların gayelerinin önüne engel teşkil etmezler. Nitekim İsmail'in anne­si de İshak'ın annesinin cariyesiydi. Bu durum onu Allah'ın nebi olarak göndermesine engel olmadı. Araplar içinde onu takdir etti. Nihayet onun sulbünden insanların en ha­yırlısı Muhammed (sav)i dünyaya getirdi. Sen bana bu sözü söylüyorsun ama, ben Fatı-ma'mn ve Ali'nin oğluyum.

Şunları söyleyerek ayağa kalktı:[19]

Korku onu darmadağın etti ve ürküttü

Tıpkı celladın serbestliğini, yadırgayan gibi

İki avucu parçalanmış, hüznünden dem vuruyor

Çakmak taşının ve demircinin sivri uçları onu bozguna uğratmış

Oysa ki; onun için ölümde rahatlık vardır.

Ölüm ise hükümdar kulların boynundaki

Eğer Allah ona bir devlet vermişse,

Allah, azgınların eserlerini de küller gibi yenik bırakır.

İbnü'1-Esir rivayet eder ki, Zeyd, Hişam'ın yanından çıkınca, artık onun kendisinden nefret uyandırdıklarını göreceği şeklinde tehdit edince, (Çünkü Hişam ona çıkmasını söylemiş ve o da, "çıkıyorum ama, bugünden sonra senin hoşlanmadığın ne varsa ben Orada olacağım" demişti) Salim ona: "Ey Hüseyin'in babası, böyle bir davranış senden meydana gelmez?" dedi Onun yanından aynldı ve Kufe'ye doğru yolaldı. Orada Muham-d b Ömer b. Ali b. Ebu Talib kendisine dedi ki: Ya Zeyd, ailenin başına gelen şeyler ,avısıyle Allah adına seni düşünüyorum. Şu Küfelilerin yanma gelme. Onlar sana ve­fa göstermez ve seni kabul etmezler... Sonra şöyle söyledi:

Ölümler korkutup durmakta beni; sanki „-.;.

Hayatın arz-ı endam edişiyle yapmaya hazırım,

Cevaplayarak ona dedim, Ölüm akan bir kaynaktır.

Bu pınarın bardağıyla içmek zorundayım.

Eğer ölüm bir kılığa bürünse, benim

Kılığıma bürünüp konaklasalar, dünya evi dar gelir.

Ev babasız kalası, senin utangaçlığın ben, bitirdi; şunu bil ki,

Ben Ölecek bir kişiyim öldürülmesem de şayet.

39- Periyodik bir sıra içinde arzettiğimiz bu olaylardan anlaşılıyor ki, Zeyd kıyam girişimini işlememiştir. Çünkü o, tam bir üstünlük ve iradeyi eline geçirdiği ortamda kı­yamda bulunmayı planlıyordu. Fakat ona zorluklar çıkarıldı; şahsiyet ve gururu incitildi.

0 ki, Ali b. Ebu Talib'in torunuydu. Yine o kimse ki, emirülmü'minin Ömer b. Hattab'in şöyle söylediğini biliyordu: "Bu adamı çok takdir ediyorum. (Bu sözle kabuğuna sığma­yan Ali kastediliyor)" Ve devam ediyor: "Onun yeri doldurulamaz." Şu anda aynı sözle­ri Haşimi bir genç söylettiriyor: "O, usanmaz, izzet onur ve şahsiyeti uğrunda Ölümlere razı, keskin kılıç darbesiyle katledilmese de zaten esirlikle ve silik bir şahsiyet olarak öleceğini bilen birisidir. Onun gibiler için ölüm tatlı bir su pınarı; hayatın acılarını ve aşağılanmanın ızdırabmı sürekli tatmak yerine ölümü yeğler bir genç." İşte onun için, ivedilikle kıyama karar verdi. Belki de bu kıyamı ileri bir tarihe ertelemek istiyordu. Geçmiş büyüklerinin sustuğu gibi o da bir süre susmuştu.

Nitekim Zeyd'in akaid anlayışında metod olarak kendisine Mu'tezile mezhebini seç­tiği, onlara göre değişmez kesin yargılardan birisi olan emr-i bil-ma'ruf ve nehy-i ani'l-munker'ın temel görüşlerinden birisi olduğu bilinince, o *un en yüce ideallerinden birisi­nin bu ümmetin arasını düzeltmek, hakkın kalesini ayakta tutup, batılın binasını da yerle ir etmek olduğu anlaşılır. Belki de onun sık sık Irak içinde mekik dokuması sadece

1 im maksadıyla değil, aksine böyle bir kıyamın hazırlığı içindi. Çünkü o, Emevi saltanatına nihai bir darbeyle son verecek olan sağlam tedbirle problemleri tedavi etmek niyetini taşiyordu. Fakat Hişam'ın durumu kontrol altında bulunduran gözü, onu anında kıyama itti. Hazırlıklı bulunmasın ve durumu güdümlü olurak planlamasın diye. Özel- basıhk propagandasının haberleri güçlü ve gizli bir şekilde ilerliyordu. Tıpkı suyun duvarların altında sessizce yürüyüp binada Önce çatlaklar meydana getirmesi, sonra da kimin tarafından yapıldığı bilinmeyen bir yıkımı sağlaması gibi. Oysa Hişam, her ortaya çıktığında onu kılıçla izliyordu. Ne yazık ki ortada gözüken meyveleri kesip alsa bile, yerin derinlerindcki köklerin gizlice yürüttüğü ve hayat verdiği tohumlan ke-semiyeceğini biliyordu. Tohumlar sürekli gelişmekteydi. Aceleyle tohumu terkedip, meyveler vermek zorundaydı. Ne yazık ki bu iş çok sağlam ve çok gizli meydana geli­yordu. [20]

 

KIYAM VE ŞEHADET

 

40- Bu genç İmam, bütün korkuları kulak ardı ederek hakkı istemeyi veya Ölmeyi -ki hangisine isabet ederse kendisi için o daha hayırlı ve en tutarlı yol olacaktı- hedef seçe­rek kıyam etti.

Nitekim Mes'udi'nin Muruc ez-Zeheb'inde şöyle geçmekledir: "Nihayet Zeyd karde­şi Ebu Cafer b. Ali b. Hüseyin b. Ali ile istişare etti. Kardeşi kendisine Kufelilere pek fazla güvenmemesi biçiminde fikrini beyan etti. Çünkü Kufeliler gaddar ve düzenbazdı. İşte deden AH orada katledildi. Amcan Hasan orada yara aldı. Baban Hüseyin (belki de en yakın dedesi kastediliyor) orada katledildi." Bu durum karşısında Zeyd çekindi fakat uğrunda kararlı olduğu hakkın hakim olmasını istemek duygusu ağır bastı ve şöyle dedi "Ey kardeşim, senin hakkında da yarın Kufe'nin çöplüğünde asılı bulunmandan korku­yorum." Ebu Cafer onunla vedalaştı ve bir daha bir araya gelemiyeceklerini bildirdi."[21]

Bu haber, dış görünüş itibariyle takma adı Ebu Cafer olan İmam Muhammed Ba-kır'ın, Zeyd'in kıyamında Kufe'de bir savaşçı olarak yaşadığını gösteriyor ise de, bu gö­rünüş doğru değildir. Çünkü İmam Ebu Cafer h. 114. senesinde vefat etmiştir. Her ne kadar el-Mekki'nin Menakıb-ı Ebu Hanife adlı kitabında h. 117. yılında Öldüğü yazılıy­sa da biz birinci haberi tercih ediyoruz. Çünkü bizim tercihimiz, Taberi, Îbnu'l-Esir[22] İbn. Kesir vb. gibi güvenilir tarihçilerin üzerinde birleştikleri görüştür. Her iki rivayeti ele alacak olursak, haberin dış görünüşü ile meydana gelen olayların birbirine uymadığı­nı görürüz. Çünkü Zeyd'in kıyam hareketi h. 121, katledilişi ise h. 122 senesindedir. Biz diyemeyiz ki istişare toplantısı kıyama niyet etmenin başlangıcında, Kufe'ye ziyaretçi araştırmacı olarak ve ilmin zırhını giyerek gittiği zamanda meydana gelmişti.

Aksine o, Kufe'lİlerin durumlarını incelemek, davranışlarını ve Ehl-i Beyt'e yardımcı olmalarının miktarını yakından tanımak niyetindeydi. Çünkü kardeşi, istişareden sonra bir daha buluşamayacaklarını söylemişti. Bu da, Zeyd'in o sırada kıyama bilfiil karar, verdiğini göstermektedir. Sonra Zeyd, bunun ötesinde Emevi hükümdarlarının, valileri­nin ve özellikle Hişam'ın çıkardığı zorluklardan önce birçok kez Irak'a gidiş-dönüşlerin-

de kardeşiyle bir araya gelmişlerdir.

Dolayısıyla bjz bu rivayeti reddediyoruz. Belki de Muhammed Bakir'a nısbet edişinde tahrifat yapılmıştır. Olayın hakikati; bu haberin Muhammed b. Ömer b. Ali'ye nis-hlı edilmiş olmasıdır. Tarihi bir tesbit şudur ki. Zeyd'i, kıyam konusundaki kararlılığın­dan caydırmak için Ömer b. Ali ona nasihatlerde bulunmuştur.

41- Şehristani'nin el-Milel ve'n-Nihal adlı kitabında Muhammed Bakır (ra)ın Zeyd'Ie iki konuda münakaşa elliği anlatılmaktadır. Bunların birisi Mutezile üzerinde araştırma yapması ve Vasıl'ın mezhebiyle içice olması, ikincisi ise Falıma ailesinden imam olma konusunda kendi adına davetçi olarak çıkmasını şart koşmasıyla ilgilidir. Bu konuda Şehristani şu ifadelere yer vermektedir:

"Zeyd'Ie kardeşi Muhammed Bakır arasında şu konularda münazara cereyan etti... Zeyd'in Vasıl b. Ata'ya Öğrenci oluşu bozguncu ve zulmedenlerle yaptığı savaşta dedesi Ali'nin hata ettiğinin caiz olabileceği görüşünü benimseyen ve kader konusunda Ehl-i Beyt'in sahib olduğu görüşün aleyhinde söz söyleyen bir kimseden ilim iktibası. Ayrıca bir imamın imam olabilmesinde kıyam etmesinin şart olduğu konusunda tartışmışlardır. Hatta bir gün Muhammed Bakır ona, "senin mezhebinin kesin görüşüne göre baban imam değildir; çünkü o hiç kıyam etmedi, kıyam girişiminde bile bulunmadı" dedi.”[23] Bu noktada azıcık durup bu haberin durumunu tartışmamız gerekmektedir. Eğer ha­ber doğruysa doğruluk sınırını tartışalım:

Birinci bölüm üzerinde durursak şu sonuca varırız ki, ikisi de aynı yaşta oldukları için Zeyd, Vasıî'a Öğrencilik yapmamıştır. Zeyd'in kendisini ilme adamasındaki tutumu Vasıl'ın bu konudaki çabasından daha az değildir. Çünkü Zeyd'in Vasıl ile olan ilgisi, aynı yerde bir araya geldiklerinde alimlerin yaptığı münazaranın dışına taşmamaktadrr. Bu münazaraların akışı içinde fikir iletişiminde bulunmuşlardır. Kader konusundaki tar­tışmalar Ehl-i Beyt arasında yaygındı. İtimada layık ve tutarlı bir kitap olan el-Munye ve'l-Emet adlı kitabında el-Murtaza bu konuyu belgeleriyle kaleme aldı ve Ehl-i Beyi imamlarının kader konusunda insandaki kudretin varlığını isbat ederek tartıştıklarını açıkladı. Nitekim Şia kitaplarında bu görüş onlara nisbet edilmektedir. Vasıl'ın da Mute-zılecıhk akımını Ebu Haşim b. Muhammed Îbnu'l-Hanefiyye'den aldığını söylerler. Aşa­ğıdaki sözler, karşı cevap vermesi ve tartışmasıyla ilgili olarak Hasan b. Ebu Abdillah Cafer es-Sadık'a nisbet edilmektedir.

Şüphesiz efal-i ibad, üç merhalenin dışına çıkamaz:

a) Ya bizzat Allah tarafından olması,

b) Fiile iştirak etmesi açısından hem kul, hem de Allah tarafından meydana getiril­mesi,                                                                                     

c) Bizzat kul tarafından gerçekleştirilmesi.

Eğer bizzat Allah tarafından meydana getirilmişse, fiilin güzel oluşu durumunda hamd edilmeye, çirkin olması durumunda da zemmedilmeye layık olması gerekirdi. Hamdda veya kınamada başkasının payı bulunmazdı.

Eğer fiil hem kuldan ve hem de Allah'tan meydana gelseydi, bu konudaki hamd eşit olarak ikisine, kötülemek de aynı ölçüde ikisine ait olurdu. Bu iki görüş de geçersiz ol­duğuna göre, kendi fiilinin yaratıcısı kul olduğu kesinleşmiş olur. İşledikleri cinayet karşısında Allah Teala onları cezalandırırsa, zaten sorumluluğu kendilerinindir; eğer Al­lah Tcala onları bağışlamışsa, onlar zaten takva ve mağfiret ehlidirler."[24]

İsna Aşeriye'nin İmamiyye kolunun Ehl-i Beyt'ten naklettikleri rivayetler doğru olunca, değişmeyen gerçek şu olur ki, onlar kader ve efal-i ibad konusunda Mu'tezi-le'nin görüşü dışında bir görüşe sahip değillerdir. Ne diyelim ama, özellikle İmam Mu-hammed Bakır Mu'tezile'nin bu konudaki görüşünü paylaşmamaktaydı.

Vasıl’ın sık sık Zeyd'le bir araya gelmesi, Hz. Ali'nin Emevilerle yaptığı savaşlarda kesinlikle hak çizgisi üzerinde olmadığı görüşünü Zeyd'in ondan aldığını göstermez. Çünkü birçok otoriter, bu görüşün Vasıl b. Ata'nın kendisine nisbet edilişinde derin bir şüphe içerisindedirler. Çünkü bu görüşü ona nisbet edenler, Mu'tezile'lere "mu'tezile" admm verilmesinin tek etkeni olarak nitelendirmektedirler. Zira Mutezile hareketinin savaşan iki grubun biribirinden ayrıldığını gören bir gurup sahabe içinde geliştiğini söy­lerler. O iki gurubun bir tarafında Ali (ra) ve taraftarları, diğer tarafında da Muaviye ve ona yardım edenler vardır. Yine aynı kaynaklar, bu fırkanın ortaya çıkış etkeninin baş­langıçta siyasi amaçlı olduğunu belirtirler. Bütün bu görüşler, tartışma götürür konular­dır. Miel ve'n-Nihal ile, İslam fırkalarının bilginleri bu konularda kesin çizgileriyle hiç­bir görüşü benimsemem işlerdir.

Dolayısıyla biz, bu bölümdeki görüşlere içinde hiçbir şüpheye düşmeden kabul gö­rülen bir bölüm bulunacak şekilde yer vermiyoruz.

42- İkinci bölüme gelince; o da, imamın kendi tarafına çağırarak kıyam etmesinin zorunlu olduğu konusundaki tartışmadır. Biz kesin olarak şu kanaatteyiz ki, eğer bu imam olma hadisesinin kıyam anında olması zorunlu ise, bu görüşün kabulü mümkün değildir. Çünkü İmam Muhammed Bakır, Zeyd kıyam etmeden veya kıyama henüz yö­nelmeden önce vefat etmiştir. Dolayısıyla bu haberi kabullenmek sözkonusu olamaz. Fakat bu münakaşa ağabey İmam Bakır ile onun öğrencisi sayılan kardeşi arasında ço­cukluk yaşının bitiminden sonra geçen bilimsel bir tartışma planında meydana gelmişse ve kendisine ilim alanında münakaşa edebilme kariyeri verilmişse, o zaman bu görüş kabul görebilir. Zaten olayla ilgili şahid de vardır. Bu görüşün kabul edilme yönü, yası sı konusunda bir delilin bulunmaması, alimlerin naklettiği haberlerle bu ha-

an   hiçkimsenin yalanlamam asıdır. Bu sonucu kabullenmekten kaçınacak bir yerimiz

Diler yönden, İslam'ın ilmini tüm alanlarda araştırdıklar! sürece bu konuda Ehliyle

t aflında tartışmaların meydana gelmesi kaçınılmazdır. Kendileri hakkında hilafetsında bulunmaları veya bulunmamaları, bilimsel araştırma alanının dışında kalan ayn bir iştir.

Bu görüşün doğruluğuna tanıklık eden belgeye gelince o da, İmam Zeyd'in Irak'a cok gidip-ilmesi ve İmam (ra)'ı Irak halkından şii oJanlan tam olarak tanıyıncaya ka­dar seferlerini ardarda sıralamasıdır. Aşağıdaki haberler bu durumu belgelemektedir. Hisam'ın denetimci gözleri bir an olsun ondan ayrılmamıştır. Dolayısıyle sürekli zorluk­lara sokmak suretiyle peşini bırakmamış, Ehl-i Beyt'ten onun dışında kimseye bu denli kötü davranmamıştır. Hadisenin bu şekildeki cereyanı son buluşmada açıkça görülmüş­tür. İşte buluşmadan sonra Zeyd kıyam etmeye kesin karar vermiştir. Çünkü Hişam onu "hilafet makamını gönlünden çıkarmayan kişi" olarak zikretmiştir.

İki kardeş (kv) arasında geçen bu haber doğru ise. aralarındaki ayrılığın, olduğundan daha geniş boyutlu cereyan etmesi kaçınılmazdır. Çünkü bu düşüncenin varacağı nokta, Ehl-i Beyt'ten olan imamların bulundukları ortam gereği Emevi saltanatına asla rıza göstermedikleri ve Emevi hükümdarlarım imamlık düzeyinde görmedikleri, bilakis İs­lam cemaatlerinin çoğunluğu ona boyun eğseler dahi onlann diktatör bir yönetim oldu­ğunu kabul ettikleri sonucudur. İbn.Teymiye Minhac es-Sünnc adlı kitabında konuya ilişkin açıklamada bulunduğu gibi bu düşünce Ehl-i Sünnetin takındığı ortak tavırdır. Nitekim devlei yönetimini iki kısma ayırmıştır:

a) Kendine ait şartlan içeren peygamberliğe dayalı hilafet devleti,

b) Sultanlık devleti

Emevilerin çoğunluğunun nebevi hilafetin şartlarını yerine getirmediği görülmüştür. Oniarın görüşüne göre hilafetin şartları şunlardır:

a) Kureys/den olmak,

b) Şura esasına dayanmak,

c) Karşılıklı biat yapmak,

d) Adaletli olmak.

Bilmen bir gerçektir ki ikinci şarta yönetimlerde pek fazla rastlanmamaktadır.

43- Lakin Şehristani'nin iki kardeş arasında geçen münakaşa ile ilgili verdiği bilgiler egmce Al-ı Bcyt'e ait haberler yalnız bu olayı göstermeyip, bilakis imam veya halife­si atını kendilerinden birisine verdiklerine ve kendi aralarında bir sıraya koydukları­mda  a delalet etmektedir. İşte Ali Zeynel Abidin İmam idi. Bakır da imamdı. Fakat bu imamlık  Sıfatıyla onların Emevi ve daha sonraları Abbasi halifelerine "Ya emirel mü'minin sözüyle hitap edişlerini bağdaştırmak nasıl mümkün olabilir? Buna cevap olarak

deriz ki; onlar başlarından eksik olmayan eziyetlere peş-peşe maruz kalmamaları için iç dünyalarındaki düşüncelere perde olarak takiyye metodunu benimsemişlerdir.

Şüphesiz bütün haberlerin geliş şekli, bu imamların topyekün takiyye ilkesini benim­sediklerini göstermektedir. Zeyd de kıyam konusundaki kesin kararı bulunmasıyla bir­likte ilk zamanlar takiyye ilkesini benimsemiştir. O da Hişarn'a "Ya emirel mti'minin" sözüyle hitabetmişti.

İmamlık için kıyam etmeyi şart koşması, ancak kıyam edebilecek gücü kendisinde bulması veya en azından bu hususta bir güç toplamaya uğra§masıyla sınırlıdır. Bu konu­daki haberlerin akışı bizi İmam Zeyd'in Ehl-i Beyt'in çekildiği uzlet haline son vuir-halkla siyasi açıdan bütünleşmeyi arzuladığı sonucuna vardırmaktadır. Nitekim davetini halk arasında yaygmlaştrrdı. Şüphesiz onun muttaki olan babası, başlarına aniden geiı veren o vurgundan sonra Rasulullah'ın değerli Al-i Beyt'i içerisinde bu uzlet halini yeğ­lemişti. Onun bu uzlet hali, zafere ulaşmak ve dayanak elde etmekten bir ümitsizlik du­rumuydu. Çünkü onlar kendilerinde kararlılık ve sabrın bulunmadığı zafer girişimleri ile İmtihan edildiler. Oğlu Muhammed (ra) da aynı siyasi uzlet politikası içerisinde yürüdü. Zeyd'e gelince, bu uzletten sıyrılıp insanlarla bütünleşmeyi uygun gördü ve bu yolda Hi-şam'ın kendi iç dünyasındaki tehlikeyi tasavvur edeceği noktaya kadar vardı. Her ne ka­dar Allah Teala ondan gerçek tehlikeyi (Abbasilerin yaptığı baskını) gizlemişse de, bu tehlike Zeyd hareketinin yaptığı direniş kadar direniş gösterememiştir.

Belki de Hişam Abbasîlik hareketinin Ali taraftarlığı hareketi olduğunu hayal edi­yordu. Çünkü bu hareket, Haşimüik damgası ile damgalanmıştı. [25]

 

SAVAŞ ALANINDA

 

44- Zeyd kollan sıvadı ve savaş alanı için gerekli olan malzemeyi hazırlamaya baş­ladı. İlkönce Kufe'ye gitti. Daha önce işaret ettiğimiz ve ileride de açıklayacağımız gibi bir kısım Ehl-i Beyt-i Nebevi'nin ileri gelenleri kendisini Kufelilere fazla güvenmesi noktasında uyarmıştı. Lakin o, kesin kararım vermişti. Çünkü Emevilerle bir arada yaşa­ması imkanının kalmadığına inanmıştı.

Bu amaçla gizli yollarla.Kufe'ye gitti. Fakat bu gizli gidişi denetlenen ve belirli kişi­lerce bilinen bir gidişti. Onun icraatı meçhul değildi. Gizli çalışmalarında evden eve ta­şınıp duruyordu. Nereye konakladığını sadece şüler biliyordu. Şiiler ayrı ayrı gelerek ona biat ediyordu. Biat ediş ibaresi şöyleydi:

"Biz sizi Allah'ın kitabına Nebi (s.a.v)in sünnetine, zulmedenlere karşı cihada, müs-taz'afların haklarını korumaya, mahrum edilenlerin hakkını geri almaya, bu devlet im­kanlarının vatandaşlar arasında eşit dağıtılmasına, haksızlıkların reddedilmesine, hak ehlinin zafere ulaştırılmasına davet ediyoruz. Bu durumlar üzerine biat ediyor musu­nuz?" Eğer onlar "evet" derlerse. İmam onların elleri üzerine elini koyuyor ve şöyle diyor "Ali h'ın ahdi, tnisakı, zimmeti ve Rasulullah (s.a.v)in zimmeti senin üzerine olsun tlak surette bana yaptığın biati harfiyyen yerine getireceksin, düşmanlarımla sava-'caksın, benim için gizli ve aşikar doğru yolu göstereceksin." Biat eden kişi yine "evet" d  se elini onun eli üzerine meshederek "ey Rabbim, şahid ol" derdi. Îbnü'1-Esir konusu olarak şöyle söylüyor: Bu ilkeler üzerinde onbeş bin kişi biat etti. Bunun kırk

bin olduğu da söylenir.[26]

îmam'ın Küfe şiilerine Vasit ve diğer şehirlerdeki şiileri de ekleyerek bu sayıyı kırk-bine ulaştırdığı ortaya çıkmaktadır.

İsfahani Mekatiiu't-TaUbin adlı eserinde der ki: "İmam Zeyd Halid b. Abdullah el-Kasri ile Trak'laki cezaevinde görüşmek için yanlarına geldiğinde Küfe halkı kıyam ko­nusunda üzerine yüklendiler. Irak valisi onun bu gelişine hiç değer vermedi. Bu defasın­da Kufeliler onu kıyama teşvik ettiler ve Zeyd yanlarından ayrılıp Medine'ye doğru gi­derken: "Allah sana merhamet etsin, senin arkanda Küfe, Basra ve Horasan'dan önüne Emevi oğullar: ':ı çarpışacak yüz bin kılıç varken bizi bırakıp nereye gidiyorsun? Biz Şam halkındım :;ı bu hesaba çok az sayıyı ilave ettik." dediler. Bunlara rağmen Zeyd onları yüzüstü bırakarak gitti. Onlarsa, Zeyd kendilerine gelinceye kadar peşini bırak­mayıp, destanlar dizdiler.”[27] Bu küsüp ayrılmadan sonra tekrar onlara dönmesini zorla­yan etkenin Hişam'm kötü davranışı ve ihanetini araştırması olduğu ortaya çıkıyor.

İmam onların yanına dönmeye kesin karar verince Davud b. Ali kendisine şöyle de­di: "Ey amcamın oğlu, şüphesiz ki onlar senin şahsiyetini istismar ediyorlar. Değil mi ki onlar, kendileri katında senden daha izzetli olan deden Ali b. Ebu Talib'i orta yerde bı­raktılar ve nihayet katledildi. Ondan sonra Hasan'a gelince, önce ona biat ettiler, ardın­dan üzerine atıldılar, ridasını çekip alarak yara-here içinde bıraktılar. Yine değil mi ki onlar deden Hüseyin'i kıyam ettirdiler, onunla akitleştiler, sonra yüzüstü bıraktılar ve teslim ettiler. Hatta onu katledinceye kadar da bununla yetinmediler. Ne olursun, onlara dönme. Eğer dönersen, sen daha iyi bilirsin amma en az onlar kadar seni savunacak bir kişmm bulunmayacağından korkuyorum." Ve Davud Medine'ye çekip gitti, Zeyd ise Kufe'nin yolunu tuttu.

45- Zeyd biat alıp savaş için hazırlıklara başlayınca yaşça kendisinden daha büyük olan Abdullah b. Hasan b. Hasan'dan bir mektup aldı. Mektup şöyleydi: "İmdi, şüphesiz kufeliler aleni konuşurken kendisini gizleyenin böğürtüsü gibi üflerler. Refah içerisindeyken hercümerc olurlar, biraraya geldiklerinde de çığırtkan kesilirler. Dilleri kendilerini ileri  atar ama kalpleri şialaşmaz. Nitekim onların davetleri ile ilgili mektupları bana

yoluyla geldi. Fakat onlardan ümit kesip gönlümden attığımdan dolayı seslerini duymak istemiyorum ve bahislerini duymamak için kalbime bir örtü giydirdim. Onlar hakkında Ali b. Ebu Talib'in şu dediğinden başka bir güzel örnek bulamıyorum: "Eğer başıboş birakılırsanız dalarsınız. Harbetmek zorunda kalırsanız kırılıp-dökülürsünüz. Çoğunluk halk bir imam üzerinde birleşirse kötülersiniz. Bir zorluğa mecbur edilirseniz iki büklüm olursunuz."[28]

Bu uyarıların ardarda gelmesine rağmen Zeyd iki topuğu üzerine iki büklüm olmadı. Aksine savaş alanı yolunda yürüyedurdu. Bu yolda on küsur ay, yukarıda anlattığımız şekilde insanları kendisine biat edilmesine çağırarak yol aldı. Büyük yığınları etrafına topladı. Kıyamın h. 122 yılının sefer ayı başlarında yapılması üzerinde dava arkadaşları­nın ileri gelenleri ile birlikte ittifak etti. Lakin haberler Irak valisine ardarda yağdığı gibi Hişam b. Abdülmelik'e de gidiyordu. Nihayet Hişam, Irak valisi Yusuf b. Ömer'e içinde şu ibare bulunan yazıyı gönderdi:

"Sen büsbütün uyuyorsun. Şüphesiz Zeyd b. Ali Kufe'de kuyruğunu dikmiş kendisi için biat topluyor. Onun isteklerine kulak ver ve kendisine süre tanı. Eğer kabul etmezse onunla savaş."

Irak valisi, İmam Zeyd ve beraberindekileri arayıp dinlemeye yöneldi. Zeyd İçin de ortaya çıkmak ve ileri atılmak zorunluluğu vardı. Dolayısıyle kendisine biat eden taraf­tarlarını çağırdı. Onların biat ettiklerini biliyordu. Fakat onlar şiddeti görür görmez bir­birleri ile tartışmaya ve mücadele etmeye başladıkları gibi İmam'ın görüşlerini de araş­tırmaya başladılar. Ehl-i Beyt'in gürültü çıkarmayı tercih etmediğini iyi bildikleri halde kuru gürültü çıkarmayı yeğlediler.

Zeyd'in ikamet ettiği evde cereyan eden tartışmaları tarih kitaplarının anlattığı şekil­de naklediyoruz.

Onlar Zeyd'e şöyle dediler:

- Allah sana merhamet etsin, Ebu Bekir ve Ömer konusundaki sözün nedir?

- Allah onları mağfiret etsin, Ehl-i Beyti'nden hiç kimsenin kendisini onlardan uzak­ta gördüğünü duymadım. Ben de onlar hakkında hayırdan başka birşey söylemiyorum.

- Öyleyse Ehli Beyt'in kanını neden istiyorsun?

- Belirttiğiniz şahsiyetlerle ilgili söyleyeceklerimin en şiddetlisi bu göreve en layık insanların bizler olduğumuzdur. Fakat o günkü topluluk onları bize tercih ettiler ve bu konuda bizi geri plana ittiler. Bize göre bu durum küfür sayılmaz. Hepsi yönettiler, ada­letli oldular, kitap ve sünnete göre amel ettiler.Onlar şöyle dediler:

- Öyleyse bu savaşmanız neden?

- Şu andakiler, onlar gibi değiller. Şimdikiler halka zulmettiler ve kendilerine de zul­mettiler. Benim davam. Allah'ın kitabına ve Nebisinin sünnetine çağırmak, sünnetleri canlı tutmak ve bid'atlan da ölü hale getirmektir. Öyleyse eğer dinlerseniz hem sizin için hem benim için daha hayırlı olur. Eğer onaylamazsanız, ben sizin üzerinize gönderilmiş bir vekil değilim.

İste orada onu terkettiler, yüz çevirdiler ve biatlarım bozdular.[29]imamlarının da Ca­fer Sadık olduğunu ilan ettiler.

46- İşte bu. ayrılığın ta kendisiydi. Düşman, Zeyd ve taraftarlarına saldırmak için ha­zırlığını yapmıştı. Bu yüzden Zeyd, tesbit etmiş olduğu süreden bir ay önce savaşa baş­lamak zorunda kaldı. Taraftarlarım savaşa "Ya Mansur Ya Mansur" sloganıyla çağırdı. Fakat onun davetine topu topuna 218 kişiden başkası katılmadı. Oysa yalnız Kufe'den zafer veya Ölmek üzerine onbeşbin kişi ona biat etmişti. Lakin bu katılanlardan başka kimse icabet etmedi. Diğerleri zaaf gösterdiler ve yeminlerini de bozdular. Zeyd'in mü-nadilerinden biri onlara şöyle sesleniyordu: "Zilletten izzete çıkınız. Dine ve dünyaya beraber yöneliniz. Siz şu halinizle ne dinde ve ne de dünyadasınız." Lakin onları büyük bir telaş ve çığırtkanlık aldı. Fakat Zeyd. bozguna uğramanın kötü sonuçlarını görse bile metanetini hiç yitirmiyor, aksine şöyle diyordu: "Onların Hüseynilere yaptıklarım yap­malarından korkuyorum. Ancak vallahi umurumda değil! Ölünceye kadar savaşacağım." Peygamberin öz sülalesi ve Ali'nin torunu beraberinde Bedir savaşçılarının sayısının altında veya bir o kadar kişi olduğu halde meydana atıldı. Düşmanının ordusu ise yo­ğun, güçlü ve her an takviye kuvveti olan bir orduydu. İşte Zeyd hesap açısından böyle yetersiz bir sayıyla savaşa girdi. Fakat denge bakımından daha güçlüydü. Savaş alanının stratejik önemi onların lehineydi. Nihayet savaşa girdiler, Emevi ordusunun bir kanadını bozguna uğrattılar ve onlardan yetmişten fazla kişiyi katlettiler. Düşman, sayıca fazla olmakla birlikte bu inanmış ve sabırlı kişilerin göğüs göğüse kılıçla savaşmasından acze düştüler. Okçulardan yardım istediler. Oklarını Zeyd {ra)in ashabına atıyorlar, atıyorlar­dı, işte ancak oklarla onlara üstünlük sağladılar. Zeyd'in alnına bir ok isabet etti ve o ok çıkarılırken ölümü oktan oldu. Dolayısıyle üstünlüklerini ancak dedesi Hüseyin (ra)e re­va gördükleri yolla sağlayabildiler. Çünkü Ali'nin torunlarından hiç birisi meydanda gögüs göğüse çarpışsın da karşıdakini yere sermesin; bu görülmemiştir.

Hışam'ın, Zeyd'in cesedi konusunda işlediği cinayet, Yezid ve İbn Zeyyad'm dedesi­nin cesedi üzerinde işlediklerinin aynısıdır. Defnedildikten sonra cesedi üzerinde uzuv­larını kesmek suretiyle değişiklik yaptı. Oğlu Yahya babasını kimsenin bilmediği bir ye­re defnetmeyi ısrarla istiyordu. Onu bir su kanalının içine gömdü ve düzeltti. Kimse onun tertemiz cesedinin yerini bilmesin diye üzerine otlar koydu. Fakat durumu bilen-erden bınsı Emevi valisine haber verdi. Böylece önceki günahlarının üstünde büyük bir günah daha işlediler; kabri deştiler, naaşı çıkardılar, bütün uzuvlarını kestiler ve Hişam Abdulmelik b. Mervan'ın emri ile Kufe'nih çöplüğüne diktiler.

mevıler açısından bu savaş, İslami değerlerin hiçbir yönüyle saygınlığı olmayan  günah dolu bir savaştı. Fakat şöyle bir olay anlatılır: Emevi askerlerinden şatafatlı bir atın üzerindeki bir kişi Rasulullah (sav)in kızı Fatimatüzzehra'ya çirkin bir dille sövüp durdu. (Allah o kişiye ve onu destekleyip oraya gönderenlere lanet etsin.) İşte İmam Zeyd bu olay üzerine o kadar ağladı ki, sakalı ıslandı. Defalarca şu sözü tekrarladı: "Ra-sulullah'm kızı Fatima için kızgınlık duyacak birisi var mı? Rasulullah (sav)in kendisi için kızgınlık duyacak birisi mi var? Allah Teala için kızgınlık duyacak birisi var mı?" Nihayet Zeyd'in adamlarından biri gizlenerek arkasından koştu ve onu öldürdü. Şatafatlı atından yere atıp ata kendisi bindi. Emeviler bu kişinin üzerine şiddetle saldırdılar. Zeyd'in taraftarlan ise hemen tekbir getirdiler. Şiddetle üzerlerine saldırdılar. Rasulullah (sav)in kızının değeri uğrunda intikam alan adamı kurtardılar. Böylece Zeyd (ra)m gön­lü hoş oldu. Rasulullah (sav)in değeri ve İslam'ın değeri uğrunda intikam alan adamın iki gözünün arasını öptü... Ve şöyle dedi: "Vallahi sen bizim intikamımızı aldm. Vallahi sen dünya ve ahiretin şerefini ve hazinesini elde ettin."[30]

47- Savaş bu acı sonla bitti. Bir kısım tarihçiler Hişam'ın bu sonuca bütün yönleriyle sevinmediğini belirtirler. Şüphesiz ki o, bu işin savaşsız bitirilmesini, Zeyd'in güvenlik altına alınmasını ve yan esir olarak tutulmasını arzuluyordu. Bu duruma Hişam'ın Yusuf b. Ömer'e yazdığı emirnameyi delil göstermektedirler. Çünkü o, Zeyd'Ie savaşılmadan önce güvenlik altına alınmasını talebetmişti. Gerçi bu sözün üzerinde durulmaya değer ama, bu davranışı şefkate ve azıcık bir imana dayandırılamaz. Tarihin akışında ortaya çıkan olaylardaki gerçek sebep onun, kalplerin kinlerini üzerine çekmeyi arzulamamış olmasıdır. Çünkü böyle bir kinin artmasında gizli gizli üreyecek fitnenin tırmanışı yat­maktadır. Bu hususu çok iyi biliyordu. Her ne kadar o kalplerin kurduğu pusulan tama­mıyla bilmese de. Şartlar açısından ele alınırsa bu tarz düşünüsü yerindeydi. Önce Zeyd'in, katledilişine, daha sonra da oğlu Yahya'nın katledilişine içlen acı duyanlar Ab-basilerin yüklendiği haşimilik davetine icabet konusunda büsbütün şaşkına döndüler. Belki de Zeyd'in katledilişi hesapların ince ve dikkatli yapılması, gizli hareket etmenin muhkemliği yanında Abbasilik davasının başarıya ulaşma sebeplerinden birisidir. İşte bu, Ehli Beyt'in saygınlığını, peşkeş çekenler yüzünden Allah Teala'nm üzerlerine in­dirdiği bir cezadır. Elle tutulur ve gözle görülür zulmün bilincinde olmak, kalpleri söz ve saldırıların filizlendirmesinden daha çok yeşertir. Bu, başkaldırıya haykıran umumi bir çağrı ve ağır baskıları yokediştir.

Bilinmesi gerekir ki, bu sebeplerin de ötesinde güneş kadar apaçık ortada olan husus, Mervan b. Hakem'in, oğullarına Ali b. Ebu Talib'in evladına sataşmamalarını vasiyet et­mesiydi. Gerçek şu ki, onlara yapılan zulümlerin uğursuzlukları Süfyan ailesinin ocağı üzerine çökmüştü. Bundan dolayı o, Ali Zeynel Abidin'le dostluk kuruyor, ona değer  verme ve el üstünde tutma konusunda ileri gidiyordu. Oğullarına da onun hakkında Vef- H-sünmelerini tavsiye ediyordu. Belki de Hişam, o sırada dedesi Mervan'ın sözü­nü çok iyi hatırlıyordu.

N'havet Mervan'ın, torunları konusunda tahmin ettiği uğursuzluklar gerçekleşti. . (jniann saltanatları da tıpkı Ebu Süfyan'ın evladma ait saltanatın Hüseyin'in vah-öldürülüşüyle son bulması gibi bu iğrenç katledişle sona erdi.                     

Nitekim daha önce, Hişam'ın yukarıda anlattığımız sebepler dolayısıyla çatışmanın 7 vd'in katledilmemesiyle son bulmasını arzuladığını söylemiştik. Bu bir şefkat ve mer­hamet ifadesi değildi. Çünkü ortada Hişam'ın, cesedin uzuvlannı kesip insan kılığından çıkarma ve o tertemiz na'şı korku salarak ürkütmek amacıyla asma konusunda verdiği emrin belgesi vardır. Böylece yapacağını yapmış ve korku saçmıştır. Ama bu korku sa-hş aleyhinde daha köklü tedbirlerin alınmasına ve Abbasilik davasının doğmasına ne­den olmuştur. Zeyd'in kabrinin açılıp başının Hişam'a götürülmesinden on sene sonra da Emevilerin bütün kabirleri deşilmiş ve Abbasilerin katledilmeleri görevini üzerine alan Mervanoğullarının cesetleri üzerinde sofralar yayılmıştır. Mes'udİ'nin Muruc ez-Zeheb adlı eserinde Emeviler arasındaki şamata ve Emevi oğullarının kabirlerinin deşilmesi hakkındaki ibret anlatılmakta ve şöyle denilmektedir:

"Emevilerin bazı şairleri Ebu Talib ailesine ve onların bağlılarına beyitler halinde hi-tabederek şöyle diyorlar:

"Sizin Zeyd'inizi hurma kütüğüne astık. Ama ben hiç kütüğe asılmış mehdi görme­dim."

Zeyd'in asıldığı ağacın altına taraftarlarınca direkler dikildi. Sonra Hişam, Yusufa (Irak valisi) o direklerin yakılması ve küllerinin rüzgarlara verilmesi emrini verdi." Mes'udi devamla Heysem b. Adi et-Tai'nin Amr b. Hani'den naklen şunları anlattığını söyler: "Abdullah b. Ali ile birlikte (Abbasi) Saffah Ebu'l Abbas'ın döneminde Emevi oğullarının kabirlerini deşmeye çıkmıştık. Hişam'ın kabrine vardık. Onu, burnunun bir kısmı dışında hiçbir şeyi çürümeden sapasağlam çıkardık. Abdullah b. Ali ona seksen kamçı vurdu. Sonra onu yaktı. Sonra da Süleyman'ı bir balçığın içinden çıkardık. Onun da omurgası, kaburgaları ve başından başka hiçbir şeyini bulamadık. Onu da yaktık. Ay-nj ışı diğer Emevi oğullarına da tatbik ettik. Onların kabirleri Kmnesrin'deydi. Daha sonra Şam'a vardık ve hemen Velid b. Abdülmelik'in çıkarılması işine koyulduk. Male-Sef Onun kabrinde ne az, ne de çok hiçbir şey bulamadık. Abdülmelik'i de kazdık. Kafa­sının birkaç parçasından başka şey bulamadık. Daha sonra Yezid b. Muaviye'nİn kabri-

azdık. Onun da sadece tek bir kemiğini bulabildik. Lahdinin içinde sanki küllerle

^unlamasına çizilmiş siyah bir çizgi bulduk. Sonra da bütün şehirlerdeki kabirlerim

adım izleyerek içlerinde bulduklarımızın tamamını yaktık." Biz burada bu belgesel

en vermekle Hişam'ın Zeyd b. Ali'yi katletmesinden dolayı kendisinin Zeyd b. Ali’ye yapığı gibi cesedine yapılan yakma işi nedeniyle misillemeye nasıl nail olduğunu zikretmiş olduk."[31]

Bu sözleri biz, Ahbasilerin, Emevi kabir ve naaşlanna yaptiğı fiilleri temize çıkar­mak için söylemedik. Esasen bunu söylemek şer'an da caiz değildir. Biz sadece Allah Teala'nın takdir edişindeki ibreti gözler önüne sermek için bu sözleri serdettik. Allah şüphesiz taşkınlık yapanları ibret alınması için birbirine düşürür.

Emevilerin önde gelen zalimleri, insanlık sınırını aştılar, taşkınlık yaptılar ve Nebi (sav)in öz sülalesine yapacaklarını yaptılar. İşte diğerleri de yaptıklarının aymsıyle kar­şılık verdiler. Ve Allah Teala'nın takdiri yerini buldu:

"işte böylece kazandıkları günahlardan ötürü zalimlerin bir kısmını bir kısmına mu­sallat ederiz." (En'am 129)

Böylece ibret alacaklar için bu şekilde ibretler meydana geldi. Lakin kuvvet yüksek­lerdedir; ondan ibret alınmaz ve gözler onu gözlemleyemez. [32]

 

İbret ve Hasret

 

48- Zeyd, savaş meydanında şehit düştü ve meydanda kılıçların biribirine girdiği, •okların atıldığı yerde Öldü. Hem de yiğitçe, özgürce, yüce bir şahsiyet olarak şehit oldu.. Dini konusunda asla bayağı davranışlara razı olmadı. Batılın yücelip hakkın alçalışını, sünnetin öldürülüp bid'atın diriltilişini, şeriatın yıkılıp zulmün ayakta tutuluşunu görme­ye de razı olmadı. Yine o, en büyük ceddi Muhammed b. Abdullah (sav)in gelenekleş-tirdiği şuranın yerine nefisleri baskı altında tutan ve kalpleri dağlayan istibdadı görmeye de dayanamadı. Ve bu konuda Allah Teala'nın emrine uydu. Çünkü Allah, muhkem ki­tabında şöyle buyuruyor: "(Umuma ait islerde) Onlara danış" (Al-i İmran 159)

Yine Allah Sübhanehü şöyle buyuruyor:

"Onların işleri aralarında istişare iledir." (Şura 38)

Zeyd, kendisi ve dini için münasip gördüğü bu değerli ölüm şekliyle öldü. Siddikle-rin ve Allah'ın kendi katma yaklaştırdığı şehitlerin bile elde edemiyeceği yüce bir dere­ceyi elde etti. Lakin gönüllerde bir sızlanış var... İnanan kimsenin gönlü Rasulün öz sü­lalesine ve onların başlarına gelenlere vahlanışlar gönderiyor... Bilmiyoruz, niçin onun levh-i mahfuz'unda ve takdir edilmiş alın yazısında Hasan ve Hüseyin'in, hakkı talep eden oğullarının akibetinin böyle olması yazılımı... Oysa ki onlar, Rasul-ü Kerim'in ifa­de buyurduğu gibi cennet ehlinin iki genç efendisidirler. Hemen akıl bu noktada örnek alabileceği bir ibreti arayıp tarıyor. Bu noktada akıl hak uğrunda şehit düşmeye ve hakkı söylemeye şu darb-ı meseli getirmekten başka çare bulamıyor. İşte Nebiyyü'l-Kerim şöyle buyuruyor: "Şehitlerin seyyidi, Hamza b. Abdulmuttalib ile zalim sultanın karşı­sında hakkın kelamını söyleyip o sultanın katlettiği kişidir." Nitekim Allah Sübhanehü ve Teala da şehidlik konusunda kendisine uyulan ve bu iyilerin nuruyla aydınlanılan

Darb-ı meseller Çünkü onlar canlan karşılığında İslam'ı, ruhları karşılığında riarb-ı mest/111-1

ha kkı kurtardılar. Oların varmak istedikleri hedefi kendisine de hedef seçerek her

3 kde hakkı söylemesi her mü'min üzerine bir borçtur. O mü'mine de işte bu insanlar ü-bl şehitlik şerefine ulaşması yeter. Birisi şöyle diyebilir: Acaba hakkı söylemek onu gl     yenlere bir fayda sağladı mı? Nitekim başa geçselerdi ve zafere ulaşmalardı ancak o

an yarar sağlardı!! Buna karşılık cevap olarak deriz ki: Onların söyledikleri ve terte-iz ruhlarını yolunda akıttıkları hakkın kelamı, hakkın bizzat kendi varlığı içerisinde arar saklamış, inanan vicdanları harekete geçirmiştir. Zaten Hüseyin'in şehadetinin Süfyani devletini, Zeyd'in şehadetinin de Mervani devletini götürdüğünü bilmen sana yetermi. Allah o devletlerin hükümranlığını ortadan kaldırmış ve Allah Teala'nın şu ke­lamı yerini bulmuştur:

"Böylece biz, zafer günlerini insanların kah bir kesimine, kah diğer kesimine nasib ederiz." (Al-i İmran 140)

Belki de onlar başa geçip üstünlük sağlasalardı, tıpkı sahabenin fakihi ve onların ka­dısı, İslam'ın tartışılmaz süvarisi Ali b. Ebi Talib'in imam seçilmesi konusunda ayrılıkla­ra düştükleri gibi burada da hissi duygular harekete geçecek etraflarındaki eğilimler farklılaşacaktı. Bununla birlikte haklarında hüküm verirken onları lekelemek daha va­him, daha şiddetli, şer ve fesadı daha celbedici olur. Hz. Muaviye'nin muttaki ve asaletli Farisu'l-İslam'ı (İslam Süvarisini) itham konusunda ne yapılacaksa yaptığını görmedin mi? Yine Haricilerin, hidayet rehberi imam hakkında dedikodular çıkardıklarım ve atıla­cak ne kadar çamur varsa attıklarını da görmedin mi? Bu takva sahibi şahsiyetlerin hak­kında söylenen sözler çoğalınca o zaman insanlara Örnek şahsiyet ve yol gösterici ola­cak kim kalır? Gerçek şu ki, İslam için en hayırlısı bu gibi ömek şahsiyetlerin her türlü dedi-kodudan, hatta yalanlardan uzak bulunmaları ve yalnızca yol göstericilik için sah­nede olmalarıdır. Eğer başlarından eksik olmayan zulüm biteviye şiddetlenirse o zaman hakkı kim ilan edecek? Hidayetçi öldürüldüğünde onun katli kalpleri tokmaklayan, akıl­lan düzeni değiştirmeye, organlan da fiiliyata iten bir kıyamet oluverir. İşte bu, Allah'ın çizdiği kaderdir."                                                                         

' O'nun katında herşey ölçüyledir. O, gaybı ve hazırı bilir, çok büyüktür, yücedir." (Ra'd 8-9)

49- Bu konuyu, bu büyük felaketi neticelendirerek, müslümanların kalplerini titreten birbirini izleyen ve ardarda gelen olaylar zincirini araştırmaya yönelmeden yüzüstü takmamız, bizim için kolay değildir. Bugün de o olaylar, müslümanlann şuurlarını titretip duruyor. Şüphesiz bu noktada okuyucu şunu sorabilir: Zeyd acaba niçin babasının, ardeşınuı ve yaşıtı olan kardeşinin oğlu Cafer Sadık'ın metodunu terketti? Bu sorunun daha önce anlattıklarımızın içeriğinden anlaşılmaktadır. Şimdi de özet olarak

bahsettiklerimizin açıklamasını yapacağız.

Zcyd, Fatımatüzzehra'nın Hz. Hüseyin'den sonraki evlatları arasında çok yer de­ğiştirmesi ve göç etmesiyle sivrilen bîr kimseydi. O'nun Irak'ta çok dolaşması Iraklıları tahrik ve teşvik etti. Muhammed (sav)in aline ait hakları'istemeyi ona süslü göstermeleri karşılığında onların kalplerinde Hz. Ali (ra)ın Ehl-i Beytine karşı şiileşmeyi sağladı. Fa­kat diyemeyiz ki zeki, zarif yapılı İmam Zeyd onların spekülasyonlarına aldandı. Ancak şunu diyebiliriz: Irak'ın içerisinde her tarafı adım adım gezmesi, onu Emevilerin yaptığı zulümler konusunda bilgi sahibi yaptı ve onların işlediklerini gözünde büyüttü. B ;lki de onun Medine'deki evi ve konumu meydana gelen her olay konusunda kendisini bilgi sa­hibi kılmıyordu. Sadece Haccac'ın yaptıkları, işlediği suçlar ve ondan sonra gelenlerin -özellikle Hişam'dan önce Irak valisi olan Yusuf b. Ömer'in faaliyetleri- hakkında bilgi sahibi oluyordu. Hişam, kaskatı bir zalimdi. Onun aleyhinde ve Halid b. Abdullah el-Kasri aleyhinde dedikodular çıkardı. Halid'le yüzleşmesi için onu çağırdı. O ise, Halid'le buluşmakta çekimser kalıyordu, nitekim Hişam, Halid'in yanına gitmesini istediğinde karamsarlığını Hişam'a belirtmişti. Bu konuda İbnu'1-Esir şöyle diyor: "Zeyd Hişam'a kendisinin Yusuf a gitmesini emrettiği zaman şöyle dedi: Eğer beni ona gönderirsen, ar­tık ebediyyen senin ve benim bir araya gelmeyeceğimize and içiyorum."[33]

Bu davranış olaydan duyduğu karamsarlığın ölçüsünü göstermektedir. Bu karamsar­lık, yüce duygular sahibi zatı aradaki bağları koparmaya tahrik etmiştir. Dolayısıyla bu yolculuktan sonra Iraklıların tahrik ve teşviklerine kulak asmaya kalbinde yer vermiştir. Kufeliler onunla defalarca yazışmışlar, bu olaya kulak vermiş ve onu davet etmişler, Zeyd de onlara ağır ve temkinli adımlarla icabette bulunmuştur.

Bir de buna daha önce belirttiğimiz Hişam'm zorluklar çıkarması ve sonra da defa­larca ihanette bulunmasını eklersek, şüphesiz bu olaylar karşısında şahsiyetine önem vermesi ve kahramanlığı açısından Zeyd gibiler için amaçlanan horlanma mukabilinde susmaya müsamaha göstermek düşünülemezdi.

Böylece hakka ve sırat-i müstakime davette bulunarak meydana atılmak için sebep­ler hazırlanmış oldu. Hür bir kimseye göre hak ile birlikte olduklarını açığa vuran kişi ve yardımcılarını doğrulama konusunda bir aşağılanma yoktur. Bu durumda dosdoğru ve güvenilir hür bir önder, insanları hakk için samimi davranmaya zorlar.

Dolayısıyle, kendisine karşı zorluk çıkarmalar ve ihanetler ortaya çıktığında kendisi­ne susmayı öğütleyen, Iraklılardan; özellikle o zamandaki Küfe halkından uzak durmam sini isteyen seslere kulak asmadı.

Bütün bu anlatılanlara şu da eklenebilir: Zeyd, Vasil'Ia bir araya geldi ve Mü'tezi-le'nin görüşlerini müzakere etti. Nihayet Zeyd, itikatta mezhep olarak Mu'tezile'yi seçti. O'nun üzerinde ittifak edilen ve hiç kimsenin ihtilaf etmediği temel ilkelerinden birisi "emr-i bil-ma'ruf ve nehy-i anilinünker"dir. İşte Ali'nin torunu kötü değerleri dimdik ayakta, alenen işlenir ve yaygın, iyi değerleri ise ihmale uğramış ve demode durumda  görülüyor, buna paralel olarak bütün işleri tepetaklak olmuş ve ters çevrilmiş, tıpkı biribiriyle kesişen çemberler gibi hepsinin biribirine karıştığını da gözlemliyordu. İşte böy-

Vebelki de "emr-i bil-ma'ruf ve nehy-i anilmünker" işine ciddiyetle sarılması bir borç oluyordu.

Öte vandan Vasıl da aynı temel ilkeyi kendi stiline göre uygulamaya koyuyordu.

stjli çeşitli milel ve nihai (Milletlere ve Mezhepler) ehli ile mücadele etmek, zın-d k ve neva ehlinin yaydığı şeyler konusunda İslam'ı savunmaktı. Zeyd b. Ali dedesi Hüseyin (ra) ile Ali (ra)dan miras aldığı stil üzerine hareket ediyordu. Onun da zalim hükümdarlar karşısında tavrı, hakkı müdafaada bulunmak ve onlara karşı koymak şek­lindeydi. Zeyd (ra) dan geriye kalan bu düzlemdeki tartışmaların hepsi onun sadece sün­neti dimdik ayakta tutmak ve bid'atleri yoketmek, İslami değer yargılarını da her türlü başıbozukluk, zulüm ve abesliklerden temizlemek için kıyam ettiğini göstermektedir.

İşte Zeyd (ra), bu noktada boynunun borcu durumuna gelen temel ilkeyi uyguluyor­du; Bu temel ilke de "emri bi'1-ma'ruf, nehy-i anilmünker"dir. Ne var ki, bu temel ilkeyi en mükemmel tarzda uygulama noktasında Ehl-i Beyt'in de Kerbela şehidi (ra) konusun­da İslam'ın tepesine balyoz gibi inen büyük felaketten sonra uyguladıkları, takiyye ilke­sini terketmiştir. Allah, o Kerbela şehitlerinin katillerine kıyamete kadar lanet etsin.

Ve belki de "emr-i bi^ maruf ve nehyi ani'l-münker"in gerekliliğinde esas olarak al­dığı bu temci ilke, onu "imamın ancak kendisi için davetçi olarak kıyama kalkmadıkça imam sayılamayacağı" hususunu söylemeye iten'faktördür. Bu kıyamını, kendisini hak için adadığını ilan etmek ve hak ile ortadan kaldırmak istediği baül konusunda hakkın kendisine yardım ederek etrafında kümelenmelerini sağlamak için yapıyordu.

Bunlar, Zeyd'in kucakladığı ve uğrunda kendisini ileri attığı yüce ilkelerdir. Bu ilke­ler sayesinde hakka bizzat hak için inanan her kuşaktaki insanlar tarafından övgüye la­yık görülüyor, bundan dolayı zarefe ulaşamadı diye de saygınlığından hiçbir şey kaybet­miyordu. Çünkü kişi hakka imanı ve onun şanını yüceltmek için araçları benimsemesi oranında erdemliliğe hak kazanır. Her ne kadar bir zorlukla karşılaşmayı arzu etmeyen hakka imanı zayıf olan kalpler sıkıntıya dayanamasalar da kendisini fedai olarak tekba-Şina ilen atan kimsenin imanı ve ileri atılmasında hiçbir horlanma sözkonusu olamaz. Bu konuda tümüyle kınamaya layık olan, zafere ulaşma anında duyarsız davranandır.

mam Zeyd'i bırakıp kaçanlar, Emevilerin tahakkümü altında yaşamaya layıktırlar. Vunku bazı güzel sözlerde şöyle denilmiştir: "Siz nasıl olursanız Öyle yönetilirsiniz. hükmü atında bulunanların renklerinden yansıyan bir renkten ibarettir." Zeyd

endısım yücelerde yaşatan ve mü'minlerin kalplerini titreten şehadete layık kişiydi. ılatı m güç ve kudretinden daha üstünü yoktur. [34]

 

ZEYD’İN HALİFELİĞE TALİP OLMASI

 

50- Burada şöyle bir konu gündeme gelir: Acaba Zeyd kendi şahsına oy toplamak için mi kıyam etti? Hem Zeydiler, hem de tarihi olayların akışı ve Zeyd'in kendisini ile­ride de açıklayacağımız gibi halife olanlar arasında görmesi bu kanıyı doğrulamaktadır Zeydiler, Zeyd'in imam olduğuna ve onun hakkın zafere ulaşmasına davet için bir imam olarak kıyam ettiğine kanaat getirmektedirler. O, kendi içtihadının gereği ortaya koydu­ğu imamlık şartlarını yerine getirmiştir. Çünkü bir taraftan Fatıma'mn evladındandı, di­ğer taraftan da halkı kendisine itaat etmeye davet etmek için kıyam etmişti.

Tarihi olayların akışı da bu görüşü desteklemektedir. Nitekim Kufe'ilerden biat al­mıştır. Onlar da kendisiyle "Allah'ın kitabı, Rasulullah (sav)'in sünneti üzere ve zalim hükümdarlara karşı cihad etmek, hakkı elinden alınanların haklarını savunmak, mahrum edilenlerin hakkını geri almak, devlet gelirlerinin vatandaşlar arasında eşit olarak dağılı­mını sağlamak, ayrıca hak ehlinin zafere ulaşması için çaba sarfetmek" üzerine biatleş-mişlerdir. İşte bu, İmam'ın sözleşme senedidir. Buna göre kıyama azmetti ve ona çağır­dı.

Kendi çağdaşı olan İmam Cafer Sadık ona saygı duyuyor ve onu hayırla anıyordu. Daha önce bahsi geçtiği gibi onunla yakın yaşta idiler. Mekaîil et-Talibin kitabında şöy­le deniliyor: "Abdullah b. Cerir'den naklen şöyle dediği rivayet edilir: "Ben Cafer b. Muhammed'i Zeyd b. Ali'nin bineğini tutarken ve eğeri üzerinde onun elbisesini düzel­tirken gördüm." Eğer bu haber doğru ise iki hususa delalet eder:

Onlardan birincisi: İmam Cafer Sadık'ın amcası Zeyd(ra)a saygı duyması.

İkincisi ise: İmam Zeyd'in, kardeşi Muhammed Bakır'dan sonra Hüseyin ailesinin idarecisi olmasıdır. Belki de o, İmam Cafer Sadık'tan biraz daha yaşlı idi. Çünkü doğum tarihinde ihtilaf edilmiştir. 75. yılında doğduğu söylendiği gibi 80. yılında doğduğu da söylenir. İmam Cafer (ra) için evinin yaşlısına ikram etmesi konusunda bir aşağılanma olamaz. Bu gibi işlerde küçük düşme de yoktur.

51-  Bu nedenle dış görünüşü ile olayların akışı Zeyd'in kendisi için imamlık çağrı­sında bulunduğu neticesine varmaktadır. Bu konuda serdettiğimiz delilleri yalanlayacak karşı bir delil de bulunmamaktadır. Lakin îmamiyye mezhebinin kitaplarında serdettik-leri imamlar zincirindeki imamın Ali Zeynel Abidin'den sonra oğlu Bakır olduğu gibi babası Muhammed Bakır'dan sonra da Cafer Sadık'ın olduğu geçmektedir. Onlara göre imamet, vesayet veya veraset iledir: Bu duruma göre İmam Zeyd'in hakkı olmayan şeyi istemesinden onu tenzih ettiler. Zeyd (ra)in halkı sadece Ali ailesinin değerini yüceltme­ye davet ettiğini ve onun durum kesin istikrara kavuşmadan kendisini imam olarak ilan etmeyi düşünmediğini, durum kesinlik kazansaydı gerçek İmam Cafer Sadık adına da-

vettebulunacağ.nı belirtiyorlardı. 

Nitekim "es-Sadık" adıyla anılan kitapta aşağıdaki belge geçmektedir.[35]

"7 vd kendi adına imamlık iddiasında bulunmamıştır. Ancak halk onun adına imam-v ridiasında bulunmuştur. Aynı zamanda onun davası haikı uyandırmaktan öte hakkı c ulaştırmak ve batılın da elde ettiklerini geri almaktı. Zeyd'in karakteri kendisine it olmayanı istemekten çok yüceydi. Eğer zafer elde etseydi onu nereye teslim edeceği ok ivi biliyordu. Bazı yorumlamalar onun kendi adına imamlık iddiasında bulundu-öu hususuna nisbet edilir. Fakat bu konuda takındığı tavır apaçıktı. Çünkü sadık Emevi okullarının üstün güçlerinden korkuyordu ve Zeyd'in kıyam hareketini kendisine nisbet etmelerinden, ayrıca kıyam hareketinin kendi emriyle yapıldığının anlaşılmasından, bu­nun ardından da kendisinin ve aşırı taraftarlarının hesaba çekilmesinden emin değildi..."

Sonra şöyle devam ediyor:

"Onun halkı uyandırması ve kendisini ayıp sayılabilecek şeylerden ibra etmesi husu­sunu başarılmış büyük bir iş sayması noktasından Sadık'ın Zeyd'in üzerine kapanıp ağla­ması, malları onunla birlikte katledilenlerin aileleri arasında eşit olarak taksim etmesi, Zeyd'in zafere ulaşması yolunda köstekleyenleri azarlayarak incitmesi onunla birlikte ayaklanmaya katılanları mü'min, karşısında savaşanları da kafir olarak nitelendirmesi yeterlidir.

Bütün bu anlatılanlardan anlıyoruz ki, İmamiyyeler Zeyd'e ve cihad konusundaki mevkiine saygı duymaları ayrıca İmam Ebu Abdillah Cafer Sadık'ın kendisinden övgü ile bahsetmesini ikrar etmelerinin yanında Zeyd'in kendi adma imamlık iddiasında bu­lunduğunu inkar ediyorlar ve Cafer'in övgüsünden onun kendi adına halifelik iddiasında bulunmadığına delil çıkarıyorlar. Bu görüşe karşı çıkanlar ise Cafer'in kendisinden övgü ile bahsetmesi ve katledilişi dolayısıyle ağlamasından onun kendi adına davette bulun­duğu imam Ebu Abdullah'ın da bu daveti uygun gördüğü delilini çıkarıyorlar. Yine on­lar Zeyd'le birlikle savaşanları "mü'min" karşısında savaşanları "kafir" olarak adlandır­masından Zeyd'in kendi adma davette bulunmadığı delilini çıkarmışlardı. Bu olay, karşıt görüşte olanlara delil getirilebilir. Çünkü ona yardımcı olanların mü'min olarak adlandı­rılması, onların gerçek bir imam adına yardımda bulunmaları dolayısıyladır.

52- Bu mantıki delile karşı getirilen tez antitez tarzındaki hükümler bizi İmam Zeyd (ra) in zulme karşı cihadda bulunarak ve hakka davetçi olarak kıyamda bulunduğu,  °nun'durum istikrara kavuşup beldeler üzerinde egemenlik sağlayarak devleti kurunca­ya adar sultanlığı kendi adına kesin çizgilerle belirtmediği, bu ortamın hazırlanması ^      a ya kendi adına hilafet iddiasında bulunacağı veya hesabına davette bulunduğu

'ye  evredeceği kararına varmaya götürüyor. Lakin biz onun bu ortamı başkası adına

değil, kendi adına hazırladığı kanaatindeyiz. Bu eğilimimiz, Zeyd'in içtihadının imamın kendi adına davetçi olarak kıyam etmesinin gerekliliği noktasında bulunmasındandır. O, kıyam edenin kendisidir; öyleyse imam olmaya da o layıktır. Yine şunun için ki o ima­metin veraset yoluyla olacağı görüşünde değildir. Bundan dolayı o, ileride de açıkla­yacağımız gibi seçimle tercih edilenin imam olabileceğini caiz görmüştür.

Onun imametini inkar edenler, yahut hedeflenen işi başkasının tasarrufuna devrede­ceğini bu kişinin de kardeşi oğlu İmam Ebu Abdullah Cafer Sadık olduğunu söyleyen­ler, İmam Zeyd'e nisbeti kesinleşen iki ilkeyi reddetmektedirler:

a) İmamet veraset yoluyla değildir. Nebi (sav) imamı, ismiyle değil, vasfıyla tarif et­miştir.

b) İmamın kendi adına davette bulunarak kıyam etmesi gereklidir.

Onlar bu iki ilkenin Zeyd'e nisbetini inkar edebiliyorlarsa, o zaman kendisindeki imamlık talebinin mevcudiyetini kaldırmak ve onu Ali (ra) ailesinden uygun görülen kimse adına davetçi olarak görmek kolaylaşır. İmamiyye'nin bu iki ilkeyi Zeyd'e nisbet etmeyi inkar ettikleri ortaya çıkıyor. Kendi görüşlerine göre imametin Hz. Ali'ye vasıf olarak değil, şahıs olarak verildiğine ve her imamın imameti kendisinden sonrakine va­siyet ettiğine inanıyorlar.

Bu duruma göre İmam Muhammed Bakır imamlığı babası Ali Zeynel Abidin'den al­mış ve onu oğlu Ebu Abdillah Cafer Sadıîc'a vasiyetle bırakmıştır. Biz bu ilkelerin doğ­ruluğuna ve İmam Zeyd'e nisbetinin tutarlılığına kesin inanıyoruz. [36]

 

İMAM ZEYD’İN İLMİ KİŞİLİĞİ

 

53- İmam Zeyd'e çağdaş olanlar onun geniş kapsamlı islami ilimlerin her çeşidini kapsayan bir alim olduğunda birleşmişlerdir. O, Kur'an'ın kıraat şekillerinin ve tefsirden tutun da nasıh ve mensuhla ilgili ilimden oluşan bütün Kur'an ilimlerinin alimiydi. Aynı zamanda o, islam akaidinin yorumlanması konusunda mezhep sayılabilecek görüşleri bulunan akaid alimlerinden birisiydi. O, îslam akaidindeki çeşitli fırkaların ileri sürdüğü görüşleri biliyordu. Murtaza, Munye ve'î-Emel isimli eserinde onu akaid alimlerinin otoriterlerinden saymıştır. O, fıkıh konusunda da madde madde derinlemesine inebilen bir bilgin, Ehli Beyt ve diğerlerinin hadisleri için de ravi durumundaydı. Nitekim ona Kufe'de birçok fıkıh otoritesi öğrencilik yapmıştır. Hatta Ebu Hanife'nin kendisine iki yıl öğrencilik yaptığı rivayet edilir. Nitekim Ravdu'n-Hadir adlı kitapta Ebu Hanife'den naklen şöyle dediği belirtilir: "Zeyd b. Ali'yi müşahade ettim. Döneminde fıkhı daha iyi bilen fakih, ondan daha alim, daha hazır cevap, görüşleri ondan daha iyi açıklayanı gör­medim. O, eşi bulunmayacak bir kimseydi."

Zeyd'in çağdaşı ve yaşça kendisinden biraz daha büyük olan Abdulah b. Hasan b. Hasan, Hüseyin b. Zeyd'e şöyle nasihat ettiğini söyler:

"Seni önder seçilmiş olarak gördüm. Allah'ın seni faydalandıracağı ümidiyle sana asihat etmek istedim. Şöyle ki, Allah seni, ancak senin gibileri layık gördüğü bir maka­ma ulaştırmıştır. Sen ise henüz yaşının baharındasın. Ve insanlar göz ucuyla hep seni süzüyorlar. İyi ve kötü değerler hep sende noktalanıyor. Eğer sen geçmiş büyüklerine benzer şeyler getirirsen sana kucak açanın hayırdan başkası olacağını düşünmüyoruz. Fger büyüklerine ters düşecek birşey ortaya koyarsan Allah'a yemin ederim ki sana ku­cak açanın serden başkası olacağını da göremezsin. Şüphesiz sen atalarının izinden gi­den bir kimsesin. Senin atalarının en yakını da ne aramızda ve ne de dışımızda benzerini göremediğim Zeyd b. Ali'dir.[37]

İşte Abdullah b. Hasan, Zeyd'i, yaşadığı dönemde ne Al-i Beyt'in içinde ve ne de on­ların dışında benzerini görememekle nitelendiriyor. Bu gerçek olaya tanıklık eden Ab­dullah b. Hasan, Ebu Hanife'nin ilim alanında şeyhidir. Yine çağında benzeri görülme­yenlerden birisi de Medine'de kıyam eden Ebu Muhammed Nefs-i Zekiyye ile Irakta kı­yam eden İbrahim'dir.

Nitekim Mc'mun'un çağdaşı olan Ali Rıza da şöyle diyor: "Şüphesiz Zeyd b. Ali Muhammed ailesinin alimlerinden birisidir."[38]

Bütün İslam alimleri Zeyd b. Ali'yi takdir ettikleri gîbi hiçbir alimin takdir edilme­sinde bu denli biri eşmem işlerdir. Ehl-i Sünneti, Mürciesi, mu'tĞzilesi, ve şiası hepsi de onun ilimde imam oluşu üzerinde, fıkıh ilminde hüccet alınmasında oybirliği etmişler­dir. O, insanların helal ve haramı en iyi bilenlerindendi. Bütün abidler. zahidler ve di­ğerleri onun ilim ve ahlakta benzerinin bulunmadığı noktasında görüş birliğine varmış­lardır. Mekatil et-Talibin adlı kitapta şöyle belirtilmektedir: "Bütün mürcie ve gelenek-' lere bağlı olanlar Zeyd'e denk bir kimseyi görememektedirler."

54- Şüphesiz ki alimler Zeyd'in Emevi baskısına karşı yaptığı devrim hareketini ilim, zühd ve takva sahibi kişilerle, gelenekçilerin devrimi olarak kabul ediyorlardı. Hat­ta bazı tarihçiler şöyle anlatırlar: Zeyd'le birlikte savaşanların tamamı kurra ve fakihler-den seçilmişti. Diğerleri ise onu kösteklenişlerdi. Nitekim Ebu Hanife şöyle diyor:

'O'nun bu kıyamı, Rasulullah'ın Bedir günündeki kıyamına benzer." Kendisine denildi ki:

- Niçin onunla savaşa katılmadın? Ebu Hanife:

- insanların benim yanımdaki emanetleri bana engel oldu. Onlan İbnEbi Leyla'ya ar-

e im, fakat kabul etmedi. Ben de emanetlerin kimlere ait olduğu bilinmeden ölmekten korktum.

ıvayet olunur ki İmamı Azam, Zeyd'le birlikte kıyama katılma konusunda özür 8 stermekle ilgiü şöyle söylemiş: "Halkın babasını orta yerde bıraktıkları gibi onu da bırakmayacakarmı bilseydim birlikte cihad ederdim. Çünkü o, gerçek bir imamdır. La­kin ona malımla yardımda bulunuyorum." kendisine on bin dirhem gönderirken elçiye şöyle dedi: "Ona özrümü genişçe anlat."[39]

Ebu Hanife Zeyd'le birlikte kıyama katılan fakihlerden birisiyle gönderdiği mektup­ta: "Zeyd'e söyle ki senin için benim katımda destek ve düşmanına karşı cihadında işe yarayacak kuvvet vardır. Sen ve arkadaşların mühimmat ve silah konusunda o yardımla­ra başvur." Bu konuda Muhammed b. Cafer Sadık da şöyle der: "Allah, Ebu Hanife'ye merhamet etsin. Onun bize olan sevgisi zafere yardımcı olması konusunda tahakkuk et­miştir."[40]

Zeyd (ra) fakih ve muhaddisler arasında hatınsayıhr bir kişiydi. Çünkü onlardan bir parçaydı. Dolayısıyla şiddet olaylarının arttığını ve insanların kendisini orta yerde bırak­tığım anladığında fakih ve muhaddislere elçi gönderip kendilerinden yardım istiyordu. Kendisiyle beraber cihad hareketine katılanların çoğunluğunu fakih ve hadisçilerin gençleri oluşturuyordu. Nitekim Küfe muhaddisi ve vaizi olan Süfyan-ı Sevri, Zeyd'i her andığında onun yitirilmesiyle1 ilmin neler yitirdiğine, onun musibetlere duçar olma­sıyla takva ve erdemliliğin neler kaybettiğine ağlardı. Ve bir kısım kadılar da kıyam ha­reketinde beraberinde bulunuyordu.

Böylece onun kıyamını fakih, kurra ve hadisçiler ile takva sahiplerinin kıyamı olarak görmekteyiz. Şianın aşırılar gurubu ise olayların şiddetlendiği saatte Zeyd'i yalnız bırak­tılar.

55- Zeyd, tartışmasız bir alimdi, geniş ufuklu, derin kültürlü bir bilgindi. Hicazlılar ve Iraklılar arasındaki bütün fakihlerin görüşlerini tek tek öğrendi ve fıkıh metodlannı da kavradı.İmam Zeyd hem Ehl-i Beyt'in ve diğerlerinin alimi, hem de İslami fırkaların iyi bileniydi. Belki de o, belirli bir mezhebe intisab ettiğini alenen söyleyen Hz. Ali so­yunun ilk ferdiydi. Hatta yukarıda belirtiğimiz gibi Şehristani, büyük ağabeyi Muham­med Bakır'ın, Zeyd'in bu davranışını şiddetli bir şekilde kınadığını rivayet etmekteydi. O, bütün Kur'an ilimlerini de çok iyi biliyordu. Peki bu çok geniş boyutlara varan ilim ve çeşitli melodik düşünceler Zeyd'e nereden geldi?

İşte biz, imamlardan naklen kaleme aldığımız belgelerde takdir hakkımızı kullanarak deriz ki, İmam Zeyd'in ilmi şahsiyeti şu dört temel öğeden oluşmaktadır:

1) İmamın kişisel karakter bütünlüğü. İşte onlar, Zv yd'in ilmi birikimini oluşturan hazinedir. Yine onlar kendisini yönlendiren, biçimlendiren ve gerçek kimliğini ortaya Çıkaran güçler toplamıdır. Evet onlar, onu geliştiren ve -ağlam binasını çafan kuvvetler­dir.

2)  Kendisine yön veren önder kişiler., Zeyd'in elir ilim pırarianna uzatanlar, kayklarından ona yudum yudum içiren, bol ürünün ve haynn bulunduğu mevkilere geti­renler onlardır.

3) Alimin kendi çalışması. Şüphesiz ki o, kendi sevk ve idare yetkisini ele alıp yön erenlerinden bağımsız olarak ayakta duracak duruma geldikten sonra kendisinin ilmini

geliştirme konusunda tam bir yetki sahibi olur. Bir kısım insanlar vardır ki, onlar için terbiye ve yüce bir ilmi potansiyel hazırlanmıştır. Fakat o, olgunluk yaşma gelir gelmez ilim ve alimlerden köşe bucak kaçar, aklının yeşerttiklerinin kupkuru kesildiği bir yolda seyreder ve kalbinde yayılan ışığı söndürür. Yine birtakım insanlar vardır, hayatın öyle yollarından yolalır ki, nefsinde dikilen yeşil fidanlar gelişip büyür.

4) Yaşamış olduğu dönem. Şüphesiz alimin yaşadığı çağ, bitkinin içinde yaşamış ol-du&u hava gibidir. Nasıl ki hava bitkiyi geliştirip büyütmek veya canlılığını ortadan kal­dırmak suretiyle etkiliyorsa aynı şekilde alime nisbetle yaşadığı hava da ya onun ilmini geliştirir ya da olanı da ortadan kaldırır. [41]

 

 



[1] Mecmu' adlı kitabın girişinde şöyle geçer: Rivayet olunur ki H. 75 yılında doğduğu zaman Ali b. Hüseyin'e (ra) müjde verildi. Açık duran Mushaf ı eline aldı ve göz gezdirdi. İlk satın Muhakkak ki Allah mu'minlerden canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır. (Tevbe: 111) ayeti çıktı. Hemen kapatarak ikinci kez açtı. Bu sefer "Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanına.."(Ali İmran 169) ayeti çıktı. Tekrar kapatıp açınca bu defa “müminlerden  özürlü olmaksızın oturanlarla Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad etenler bir olmaz.," (Nisa 95) ayeti çıktı, hemen kapatarak şöyle söyledi: "Bu yeni doğandan gurur duydum. Çünkü şüphesiz o şehidlerden olacaktır." Bu rivayet onun Hicri 75 yılında doğduğunu gösterir. Ancak bu habere göre vefatı anındaki yaşı 47 olur. Bu da tarihçilerin üzerinde fikir birliği yaptığı hususla çelişmektedir. Bunun için biz yukarıda bahsettiğimiz şekilde seçim yaptık.

[2] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 33-34.

[3] Bidaye ve'n-Nihaye jbn. Kesir 9/107 Eski baskı

[4] -lBidaye Ve'n-N'haye 9/107 Bu rivayel Muhammed Bakır b. Ali Zeynel Abidin'e hirH fK vk nakledilmi§tir. Belki de olay birkaç defa tekrarlanmış, bu yüzden rivayetler de aeia baba ile, bir defa da oğulla oİmak üzere tekrar edilmiştir.

[5] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 34-40.

[6] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 40-41.

[7] Bu meselelerin lümii Hilyetu'l-Evliya 3/142 den aynen alınmıştır

[8] Tarih Ebu'l-FIda, 9/311

[9] Menakıb Ebu Hanife' ve Meımkıb eUMekke İbn el-Bezzaz,

[10] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 41-48.

[11] el-Milel ve'n-Nihal, 2/2O8

[12] el -Milül ve'n-Nihal, 1/199

[13] Tarih Bağdat, 13/333

[14] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 48-51.

[15] el-Kamil,5/38

[16] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 51-54.

[17] el-Kamil,5/85

[18] A.g.e.

[19] Bu beytin anlamı: İki avucu da parçalanmış olduğundan silahı taşiyamıyor ve üzüntü­den şikayette bulunuyor. Ve ucu bilenmiş olan birçok taşın sivri uçlar onu zayıf düşürüyor .Ge­niş bilgi İçin bak: Muruc ez-Zeheb,2/282.

[20] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 54-60.

[21] Muruc ez-Zeheb, 2/181

[22] el-Kamil 5/85

[23] el-Muel ve'n - Nihal, 1/210. Ayrıca KUabu'1-Fasl, dipnot bölümü

[24] Tashih cl-İftâ, 152

[25] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 60-64.

[26] İbnü'I-Esİı-5/86

[27] Mekatilu't-Talibin İbnü'l-Esir veTaberi

[28] el-Kamil, 5/87

[29] el-Kamil 9/330

[30] Mekatîlût-Talibin, 141

[31] Muruc ez-Zeheb, 2/182   

[32] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 64-70.

[33] el-Kamil, 5/85

[34] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 70-73.

[35] Kitab es-Sadık, el-Muzafferi, 1/49

[36] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 74-76.

[37] MekatiI et-Talibin, 389

[38] Menakıb es-Sadık, 50

[39] Menakib Ebu Hanife, İbn el-Bezzazî, 1/55

[40] Mekatil et-Talibin, 140

[41] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 76-79.