911. Dünyayı nurlarla doldurmak istiyorsan, yüzünden elini çek!

Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat

(c. IV, 1960)

 • Ey mana güneşi; doğ! Gönül evini bir kere daha nurlarla doldur, dostları sevindir, düşmanları kahret!

• Tepenin arkasından çık; feyizli nurunla adî taşları la'l yap! Bir kere daha kuru koruğu oldur, üzüm haline getir!

• Ey güneş! Bağı bahçeyi, ovayı yaylayı, dağı bir kere daha yeşert, onlara yeşil elbiseler giydir; her tarafı hurilerle doldur!

• Ey aşıklar hekimi, ey göklerin çerağı; aşıkların elinden tut, hastaya çare bul!

• Böyle ay yüzlü bir sevgilinin bulutlar altında kalması insafa sığmaz! 0 ay yüzden, bir an içinde bulutu uzaklaştır!

• Dünyayı nurlarla doldurmak istiyorsan, yüzünden elini çek; dünyayı karanlıklar içinde bırakmak istiyorsan, yüzünü ört!

 

912. Gel de, benim gönlümden kelimesiz, sözsüz nükteler duy!

Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat 

(c. IV,2010)

• Gel de, benim gönlümden kelimesiz, sözsüz nükteler duy; aklın almadığı, şaşırıp kaldığı, anlamaya sığmayan şeyleri anla!..

• Sen herkesi kör, alemi sersem mi sanıyorsun? însanların taş gibi duygusuz sandığın yüreklerinde öyle bir ateş vardır ki, sır perdesini tamamıyla yakar, yok eder!..

• Sır perdesi yanınca insan, Hızır(a.s.)'ın hikayelerindeki manayı da, ledün bilgisini de tamamıyla anlar!-

"Kehf Suresi, 18/65. ayete işaret var."

• Canın da, gönlün de içinde o eski ezelî aşktan güzel hayaller belirir, yeni şekiller meydana gelir!

• Sen; "Andolsun kuşluğa ki,.." süresini okuyunca, güneşin ne halde olduğunu gör! "Hiç kimse ona eş olamaz!" ayetini okuyunca da, manevî altın madeni seyret!

138 Duha Suresi'ne işaret ediliyor.

 

913. Kaza ve kader yaylarından atılan oklara bedenini siper et;
bedenine ne kadar ok saplanırsa, o kadar kazanırsın!

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün 

(c. IV,1998)

• Cenab-ı Hakk'a yemin ederim ki, gül, o tatlı gülüşü senden öğrendi; dağ da kemer kuşanmayı senden öğrendi!

• Cenab-ı Hakk'a yemin ederim ki, benim gördüğümü gökyüzü de görmüştür! Eğer görmeseydi, başının üstünde dönüp durur muydu?

• Neye dedim ki: "Niçin böyle feryad edip duruyorsun?" Dedi ki: "Onun hoş nefesini içime çektim; bu yüzden, feryad etmem gerekmektedir, şarttır!"

• Gökyüzündeki hilale dedim ki: "Ey yeni ay! Neden böyle azalmada, küçülmede, eriyip gitmedesin?" Hilal bana dedi ki: "Semirmem, serpilmem için o bana ot veriyor!"

• Semirmenin faydası zayıf olmadan, erimeden görülmez; kazanç için çalışmak, harcamak içindir!-

"Her şeyin zıddı ile değeri artar. Eski şairlerimizden birisi şöyle yazmış: "Olmayınca hasta, kadrin bilmez adem sıhhatin." (İnsan, hasta olmadan sağlığının değerini bilmez.)

• Pervanenin kanadı, uçarak gidip mumun alevini bulmaya yarar! Onu bulunca, kendini alevin içine atınca, artık ne kanat ister, ne de uçmak!..

• Varlıkların faydaları  yoklukta görülür! Öyleyse, beladan şikayet etmek, ağlayıp inlemek yersizdir!

• Yeter, sus artık! Kaza ve kader yaylarından atılan bela oklarına bedenini siper et; bedenine ne kadar ok saplanırsa, ne kadar hırpalanırsan, o kadar kazanırsın, mutlu olursun!

 

914. Bütün çiçekler barış taraftan, barış istemede;  
fakat kötü huylu diken kılıcını çekmiş, savaşa hazırlanmada!

Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat

 (c. IV, 1961)

• Ey ilkbahar; sen, bizim canımızsın! Bize yeniden can ver, canımızı tazele;  bağları bahçeleri çiçeklerle doldur; tarlaları, ovaları gençleştir!

• Gül, güzelliği ile parıl parıl parlamada; kuş da, söz söylemeyi öğrenmiş fakat, seher rüzgarı esmediği için konuşamıyor! Haydi, ey seher rüzgarı, es! Es de, her şey tazelensin, canlansın!

• Selvi ağacı süsene; "Dilini aç da bir şeyler söyle!" diyor. Sünbül de laleye;   "Vefa göster, vefakarlığı tazele!" deyip duruyor.

• Çınarlar def çalmaya başladı; çamlar el çırpıyor; güvencinler; "Hu, hu!" diye naralar atmada ve; "Allah'ım; bizlere olan lütfunu ve ihsanını yenile!" diye yalvarmadalar!

• Pembe gül ayağa kalkmış, menekşe eğilmiş, asma yaprağı secdeye kapanmış! Bunları gör de, hepsini yeniden Hakk'ı tesbihe çağır!

• Bütün çiçekler barış taraftarı, barış istemedeler fakat, kötü huylu diken kılıcını çekmiş, savaşa hazırlanmada!..

• Gök gürleyerek diyor ki: "Bulut geldi, yeryüzüne miskler saçmaya başladı! Haydi, ey gül bahçesi! Gel, yüzünü, elini, ayağını yıka; baştanbaşa tazelen!"

• Nergis, bülbülün yanına geldi de; "Artık ötmeye, çilemeye başla; aşkı tazele, nağmeyi yenile!" diye gözünü kırpıyor!

• Bülbül, nergisin göz kırpışını gördü ve sözlerini duydu da, gülün yanına gitti! "Canın sıkılmazsa, gönlü kırık şu zavallı aşığın nağmelerini dinlemek lütfunda bulun!" dedi.

• Yeşil elbiseler giyenler, yeşillere bürünenler bülbüle diyorlar ki: "Haydi öt;  öt de, çiçekler gibi velilerin sırlarının sırlarını tazele!"

• Van gülü, Sakız gülü, bir de yasemin hep birden bülbüle; "Hayır!" diyorlar. "Sus; sus da, susmaktaki feyzi, kimyayı gör!"

 

915. Sözüm mest olmuş, gönlüm mest olmuş, hayalim mest olmuş; 
 hepsi de birbirine düşmüş!

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün 

(c. IV, 1996)

• Sevgilim! Senin hayalin oynaya oynaya gönlüme gelince, güzelliğine dayanamam, mest olurum! 0 zaman ne hayaller ederim, daha ne hayaller ortaya çıkar, hiç sorma!

• Hayalin, ay gibi ortada döner durur; öbür hayallerin hepsi de, onun etrafında oynamaya başlarlar!

• Hayaller, mest olarak kendilerinden geçmiş bir halde oynarlarken, dalgınlığından ötürü, sana çarpan bir hayal senden nur alır da, güneş vurunca parıl parıl bir ayna gibi parlar, kendisine bakanların gözlerini kamaştırır.

• Sözüm, söylemek istediğim halde söyleyemediğim bir düşünce gibi ağzımdan gönlüme gider; sonra, belki de yüz kere gönlümden ağzıma gelen bir sıfat yüzünden mest olur!

• Sözüm mest olmuş, gönlüm mest olmuş, hayalim mest olmuş; hepsi de birbirine düşmüş, birbirine bakmadalar!

• Nice zamandır, hepsi de birbirlerine ağız sürmede, dostluk göstermedeler! Halbuki, beden, dostluğu çekemeyip feryad edince, onların hayalleri birbirine düşmede, birbirini kırıp geçirmedeler!

• Sanki onlar üzüm taneleri, gönlümse şıra sıkılacak tekne; sanki onlar suyu sıkılacak gül yaprağı, gönlümse onların attar dükkanı...

 

916. Lütfunla, can gibi oldum; kendimde gizlendim, kendimi kaybettim!

Müstef'ilün, Müstefilün, Müstef'ilün, Müstef'ilün 

(c. IV, 1805)

• Canımın içinde can gibi örtünerek. kendini gizleyerek akıp gitmedesin! Ey bağımın bahçemin aydınlığı; sen, benim salına salına yürüyen selvimsin!..

• Mademki gidiyorsun, ey canımın canı; bensiz gitme, bedensiz gitme! Ey gözümün nuru; gözümden çıkma, ayrılma!..

• Başı dönmüş canıma güzellerin baktıkları gibi hoş bir bakışla bakarsan, öyle bir güç kazanırım ki, yedi kat göğü de yırtarım, yedi büyük denizi de aşarım!..

• Beni, başsız ayaksız bir hale getirdin; elimi ayağımı aldın! Beni uykudan, yemek yemeden, su içmeden kestin! Ey benim Yusuf-ı Kenanım; kapıdan gir, Yakub'un önüne gel!..

• Lutfunla, can gibi oldum; kendimden gizlendim, kendimi kaybettim! Ey varlığı benim gözlerimden silinen, gizlenen; ey benim varlığımda gizlenen sevgili!..

• Gül, senin yüzünden elbisesini yırttı; nergisin gözleri, senden mest oldu;  dallar, senin lütfunla tomurcuklandı! Ey benim ucu bucağı bulunmayan bağım bahçem!..

• Bir an oluyor, beni dağa götürüyorsun; bir an oluyor, bağa götürüyorsun;   bir an da oluyor, gözlerim açılsın diye, beni ışığın dibine götürüyorsun!

• Ey canlardan da üstün can; ey bütün dünya madenlerinden değerli maden;   ey güzeller güzeli; ey benim güzelim!..

• Mademki bizim asıl vatanımız, yurdumuz toprak değil, bırak da şu beden toprak altında çürüsün, dağılsın; korkum yok! Ben, gökleri bile düşünmüyorum ey vuslatı Zühal yıldızı ile buluşmak gibi olan aziz varlık!..

• Senin ay gibi parlak ve güzel yüzünü hatırlayınca, feryada figana başlıyorum! Her an padişahlar padişahının güzel kokusunu aldığım için, O'nun eserlerinde sanatını, yaratma gücünü gördüğüm için O'na karşı hayranlığım artıyor!

• Can senin güneşinden ayrı kalınca, havadaki zerreler gibi titrer durur! Ey benim dört temelimin temeli, ey benim dört erkanımın aslı esası; can senden niçin ayrı kalsın?

• Ey benim padişahım Selahaddin, ey yol gösterenim, ey benim temkinimden fariğ olan aziz varlık, ey olması mümkün olanlardan da üstün olanım!..

 

917. Rüzgar, sevgilinin saçlarının kokusundan mest oldu!

Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün,

(c. IV, 1962)

• Kardeşim! Dün gece sevgilimi rüyamda gördüm. 0, çeşmenin yanıbaşında Ağustos gülleri arasında uyuyakalmıştı.

• Huriler, ellerini kavuşturmuşlar, onun etrafında halka olmuşlardı. Bir yanda lale bahçesi, bir yanda da yasemin bahçesi vardı.

• Rüzgar hafıf hafif esiyor, sevgilimin saçlarını okşuyordu. Onun saçlarının her büklümünden etrafa anber kokuları, misk kokuları yayılıyordu.

• Rüzgar o güzel kokulardan mest oldu da, ne yapacağını şaşırdı, sevgilinin yüzünden saçlarını dağıttı. Parlak bir mumun üstünden leğeni kaldırdığınız zaman etraf nasıl aydınlanırsa, tıpkı onun gibi, her taraf nura gark oldu.

• Bu rüyanın başlangıcında, rüyama; "Dur!" dedim; "Yavaşla! Sabret de, bir an için olsun, kendime geleyim! Sus, artık konuşma!"

 

 918. Neşeyi ve mest olmayı, sonsuzluk sürahisinden al!

Fe'ilat, Fa'ilatün, Fe'ilat, Fa'ilatün 

(c.IV, 1987)

• Yarım mest oldum; aman bana bir kadeh daha sun!.. Senin iyi bir arkadaşın varsa, artık iyiyi kötüyü terk et!..

• Cefadan kim ağlıyor? Kim çıplak? Sen, onlara bakma; sen, onun vasîsı değilsin! Otur da kendi işine bak!

-Alemde her şey ilahî bir nizam içinde adilane bir şekilde işleyip durmadadır. Biz, hadiselerin hakikati ötesinde ne olduğunu bilemediğimiz için üzülürüz "Neden böyle oldu, neden şöyle oldu?" diye düşünmeye gerek yok. İbrahim Hakkı hazretleri:

*Saraba doğru bak; çeng ve neyin feryadını dinle! Bir taraftan da ay yüzlülere servi boylulara bakıp neşelen!.. 

*Ben çocuk değilim ki, kuru üzümü ve cevizi arzu edeyim! Sen, kuru   üzümü ve cevizi al da sepete koy! 

*Ocuç ayı gelince ne kadehten bahset, ne de testiden; bundan sonra neşeyi,  mest olmayı sonsuzluk sürahisinden al!

• Sevgilinin semtinde otur; sema'da, düğünde, ziyafette bulun! Kimse seni görmesin; ağyardan habersiz yaşa! Ahadiyyet şarabından iç, neşelen!..

• Can gelini mest olduğu için yokluğu bırakır da, varlık semtine gelirse, ona ikram edeceğin yemeği ilahî tabaktan ver; onun yüzünü akıl duvağı ile ört!

• Söz söylemekten bıktın, usandın! Çünkü, kimse senin sözlerine mahrem değildir! Haydi; söz aynasını hemen bir keçeye sar!

 

919. Ben, sedefe benzerim; beni kırdıkları zaman gülerim! 
Rahata kavuşunca, üstünlüğe ulaşınca gülmek, ham kişilerin işidir!

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün 

(c.IV, 1989)

 

"Deme şu niçin şöyle  
Yerindedir ol öyle ı
Bak sonuna seyreyle 
Görelim Mevla neyler 
Neylerse güzel eyler

Hep işleri faiktir 
Birbirine layıktır
Neylerse muvafıktır 
Mevla görelim neyler 
Neylerse güzel eyler"

diye buyurmuştur. Bunu da yanlış anlamayalım. Taş yürekli olmayacağız, yardım isteyenlerin yardımına koşacağız. Elimizden geleni yapacağız fakat, üzülmeyeceğiz. Hani şairin;

"Çalış gam-gînleri şad etmeye, şad olmak istersen 
Sevindir kalb-i nası gamdan azad olmak istersen" 

dediği gibi."İnsanların hayırlısı, insanlara yardım edendir!" hadîsini de unutmayacağız.

• Bana kıvılcımlar gibi gülmeyi öğreten güzel, tatlı gülüşü ile dünyayı cennete çevirdi!

• Gerçi ben yokluktan hoş gönüllü ve gülerek doğdum ama, aşk, bana bir başka çeşit gülmeyi öğretti!

• "Herkese gamsız, mihnetsiz gülüşü göstereyim" diye padişah, bana güneş gibi gamsız gülmeyi öğretti!

• Ben, sedefe benzerim; beni kırdıkları zaman gülerim! Bir rahatlığa, bir üstünlüğe ulaşınca gülmek, ham kişilerin işidir! İnsan olan, kırılıp ezildiği zaman güler!

• Her sabahın, her seher vaktinin canı olan sevgili, bir gece odama geldi de, bana seherler gibi gülmeyi öğretti!

• Bulut gibi yüzüm ekşi ama, içimden gülüyorum! Yağmur yağarken gülmek, şimşeğin adetidir!

• Eğer sen iyi insan isen, pek büyük bir kişi isen, git de eğreti padişahlığa, eğreti taç ve kemere, eğreti servete, mala mülke gülmeyi ölüm vaktinde ecelden öğren!

• Ey hoca! Eğer sen İsa huylu isen, şehvet duygularını gideremediği için üzülen, gamlanan erkek ve kadına; "Gülmeyi git de Hz. İsa'dan öğren!" de!

• Gonca gibi gizli gül; ağaçlar çiçek açtıkları zaman dallar üstünde gülen çiçekler gibi gülme!

 

920. Ruhlar, toprağa ve suya esir oldular! Sen,
 şu balçık yurduna baskın yap da, esirleri kurtar!

Fe'ilat,Fa'ilatün,Fe'ilat,Fa'ilatün

(c.IV.1986)

• Sevgilim! Güzel ve şuh gözünle bir göz işareti et de, yıktığın bu gönlü bir bakışla tamir et!

• Şu beden kabrinin içinde gönül ve can, senin aşkının şehitleridir! Bu şehitlerin mezarına uğra, bir ziyarette bulun!..

• Sen, Yusuf gibi gülüşünle bütün Mısırlıların ellerinin kesilmesine sebep olmuşsun; bari yüzünü göster de, gönlü ve canı al, bir ticarette bulun!..

• Cefa etmeye söz verdin de, bunun için ayak sürüklüyorsun! N'olur, sözünü   yerine getirme de, kefaret ver!

• "Böyle lütuflarda bulunmakla sizden ne kazancım, ne faydam olacak?"  deme! Karşılığını beklemediğim lütfunun bir faydasından bize ver de, sen zararet!

• Safran gibi sararmış yüzleri, güller ve laleler gibi yap; üç-dört kan damlasından müjdelenmiş bir gönül yap!

• Devlet, senin kulun kölen olmuştur; o hiç bir emrinden dışarı çıkmaz! Ey padişah; bizimle o devletin arasında elçilik yap!

• Mademki senin hilm dağının önünde günahlar saman çöpü gibidirler, bizim dağ gibi olan günahlarımıza hakaretle, değer vermeyen bir bakışla bak!

• Bedenimiz, ana rahminde iki damla kandi; kudretinle, sanatınla güzel bir adam oldu! Kötü huylarımızı, pis sıfatlarımızı da yine öyle temiz sıfatlara çevir!

• Canlar, ruh aleminden geldiler, toprağa ve suya esir oldular! Sen, bu balçık yurduna bir baskın yap da, esirleri kurtar!

921. Allah'ın yeryüzündeki baharından başka bir baharı daha vardır ki, 
orada ölüm yoktur;  çiçekler solmaz!

Fe'ilatün, Fe'ilatün, , Fe'ilün 

(c. IV, 1990)

• Samandan ve ottan başka bir şey görmeyen hayvan canı, Allah'ın kudreti ile akıl, fıkir gül bahçesine layık oldu!

• Allah'ın yeryüzündeki bahar mevsiminden başka bir baharı daha vardır ki, orada ne ölü vardır, ne puta tapan vardır, ne de put!

• 0 manevî ilkbaharın esen rüzgarından baykuşlar beyaz doğan olurlar; baharın nefesi ile dişi çaylak, arslandan daha iyi, daha yiğit bir hale gelir!

• Herkes, herşey dirilir ve şükretmek için ağızlarını açarlar! Öpüşler bile, ağızlardan gelen zevk ve neşe kokusundan serhoş olurlar!

• Seher rüzgarının destanlar anlatan eli, güzel kokulu şeylerin bulunduğu kabı çalkaladı da, etrafa anber kokulan yayıldı! 0 güzel kokular, çemen çocuklarına güzel şeyler öğretti!

• Seher rüzgarının nefesi, Cebrail (a.s.) gibidir; ağaçlar da Meryem'dir! 0 nefesin el oyununa bak ki, çiçek tozlarını dalların üstüne serper de, karı ile kocanın yaptıklarını yapar!

• Bulut duvak altında güzeller bulunduğunu gördü de, Aden incileri, mücevherleri saçtı!

• Kırmızı gül, neşesinden yenini yakasını yırttı! Hz. Yakub'a Yusufun gömleğini ulaştırma zamanı geldi!

• Sevgilinin iki dudağı Yemen akiği gibi gülünce, Yemen tarafından Hz. Muhammed(s.a.v.)'e Rahman'ın kokusu geldi!-

"Hz. Mevlana bu beyitte, Veysel Karanî hazretleri için söylenen şu mealdeki hadîs-i şerife işaret etmektedir: "Yemen tarafından Rahman'ın kokusunu duyuyorum!"

• Bilmiyorum, daha ne kadar böyle dağınık sözler söyleriz? Zamanın o güzelinin dağınık saçlarını görmedikçe gönlüm, bir türlü rahata kavuşmuyor!

• Ey Şems-i Tebrîzî; gel, gönlüme güneş gibi ışık kılıcını vur! Kalkana benzeyen cana, ancak güneşin kılıcı nur verebilir!

 

 922. Sevgilim! Gönül ve can, senin mest olmuş gözlerinin birer kölesidir!

Fe'ilat, Fa'ilatün, Fe'ilat, Fa'ilatün 

(c.IV, 1985)

• Sevgilim; şarap getir de, mest olanların mahmurluklarını gider! Onların hepsi de, güzel yüzünün aşkı ile kararsızdırlar!

• Onlara, yıllanmış şarap getir; sabah şarabı ile güller açtır! Mest olanların şarabından gökler bile coştu!

• 0 canın kararını, o canın gülünü, lalezarını ver de, mest olanların ağızlarını, kucaklarını şekerle doldur!

• Şarap kadehini eline al, şeker gibi avucunu dudaklarına götür! Kerem et, rahmet suyundan serp de, mest olanların elem tozlarını bastır!

• Sevgilim! Gönül ve can, senin mest gözlerinin birer kölesidir! Sende bulunan o hoş şarapla mest olan ihtiyarlarını, cüz'î iradelerini ellerinden al!

• Lale renkli şarabın tadı onların damaklarına değince, mest olanların yüzlerinin, yanaklarının renginden gül bile utanır!

• Aşıklar meclisinin her tarafı şaraptan sakinleşince, mest olanların zülfikarının ucu, gamın boynunu vurur!

• Sevgilim! Sen, bizim gündüzümüzsün; gamımızı kederimizi yakansın! Mest olanların işlerinin güçlerinin yoluna girmesi, yücelmesi hep sendendir!

• Arslanların kulaklarından tut da, hepsini deve gibi katar et! Çünkü sen, Hakk arslanını tutansın; mest olanların yularları avucundadır!

• Akikten kadehin var, tam bir tadın var! Mest olanları avlamak için ne garip bir tuzağın var!

• Sen cansın; senin değerinin ölçüsüz kalmaması için söz burada kesildi! Sen sakîleri imrendirirsin; mest olanlar seninle avunurlar!

 

923. Arş şarabı öyle bir şarap ki, bir kadehini ölünün avucuna koysan, 
ölü dirilir, telkine cevap verir!

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün 

(c. IV, 1983)

• Allah'a yemin ederim ki, ne yağlı yemeklere meylim var, ne de ballı tatlıları canım istiyor! Altın dolu kesede de, altın kasede de gözüm yok!

• Bütün yeryüzündekileri zamanı gelince öldürüyorsun! Bu hali gören ay, gökyüzünden bağırıyor! Diyordu ki: "Bu ne şaşılacak şey; bu ne kudret, bu ne temkin, bu ne cömertlik!.."

• Allah'a hamd olsun ki, bu ülkeye ulaştım! Aşkın, bana; "Oturma, yürü!" dedi. Meğer tamamıyla doğru imiş!  İşte, dediği çıktı; yürüyorum!

• Beni ayakta görünce başı ile işaret etti de; "Otur, rahatına bak!" dedi. "Ne diliyorsan dile; o, eline geçecek, muradına erişeceksin!"

• Bütün varlıklar onun aşkı ile mest olmuşlar da, ona secde etmedeler! Kurt ile kuzu uzlaşmış; gönüllerde ne haset kalmış, ne de kin!..

• Öyle mest olmuşlar ki, köyün yolu ile evin yolunu ayırdedemiyorlar! Biz insan mıyız, yoksa kırmızı gül müyüz; farkında bile değiller!

• Herkes eline bir kadeh şarap almış; "Söyle ey şekerler gibi tatlı, güzel padişah! Ne yapayım; bunu içeyim mi, yoksa birisine mi bağışlıyayım?" diyor!

• 0 da cevap verip diyor ki: "Sen içmene bak; neden bağışlamak istiyorsun? Hele sıra sana gelince, bağışlamanın yeri mi var?" Bunu duydum da içtim. Zaten ben, onun kuluyum; içmeyeyim de ne yapayım?

• Sen, bu arş şarabını iç! Bu öyle bir şarap ki, bir kadehini ölününün avucuna koysan, ölü dirilir, telkine cevap verir!

 

924. Dostlarla beraber, yağmur gibi, bağlara bahçelere yağalım!

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ülün 

(c. IV, 1913)

• Yarın, bütün dostlarla beraber bahçeye gidelim; ruhları ile anlaşan, sevişen dostlarla beraber yağmur gibi bağlara bahçelere yağalım!

• Çağırdık, seslendik; "Duydum, duymadım!" demeyiniz! Yarın, bağa bahçeye gitme günüdür; aşıkları, dostlara hakkı geçenleri çağırdık!

• Şu bahar mevsiminde, bağlarda bahçelerde yüzbinlerce güzeller, yüzbinlerce yeşillik gelinleri, o güzellere gönül verenler, o gelinlerle gerdeğe girenler var!

• Onların hepsi de neşeli, hepsi de gülüyorlar, el çırpıyorlar; hepsi de aşk padişahı, hepsinin tacı tahtı var!

• Her ağacın altında bir ay yüzlü dilber var; ne kadar da güzel, ne kadar da hoş! Yasemin yanaklı güzeller, güzellikleri ile göz kamaştırıyorlar!

• 0 güzellerin bir kısmı, çayırlar çimenler, yeşillikler gibi yaya yürüyorlar;  bir kısmı gül dalları gibi atlı!

• Ne yeşilliğin güle haset ettiğini görüyorsunuz, ne de sevgi şarabı ile mest mahmurluğunu görüyorsunuz!

925. Artık dünya evinden bıktım, usandım;   ötelere gitmek zamanı geldi!

Mefa'îlün, Mefa-îlün, Fe'ulün 

(c.IV, 1896)

• Bu kadar cefa etmek ve mazlumların kanlarına girmek sana yakışmaz!

• Benim, senin için yaşamam gerek; yoksa, bence can vermek kolaydır!

• Senin adını duyduğum günden beri uykusuz geçen geceleri saymaktan usandım!

• Senin gibi bir kerem ve ihsan sahibinden nasibimin ızdırap duymak, meyus olmak halinde görünmesi reva mıdır?

• Ey sahibim, ey efendim! Güzel yüzünü görmek ve gözünün önünde ölmekten daha şerefli, daha hoş bir şey olamaz!

• Mum gibi kanım ateşler içinde kaldı; gönülden cosmadayım; yanaklarım sarardı soldu!

• Artık bu dünya evinden bıktım, usandım; göklerin üstüne çıkmak, ötelere gitmek zamanı geldi!

 

926. Yokluk bir denizdir;  Şu alemse, o denizde bir köpük!

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'üliin 

(c. IV,1902)

• Ey hakikati göremeyen körlerin emîri! Ben sana; "Delileri azdırma, imansızları coşturma!" demiyor muyum? Mademki inanmıyorsun, sus, söyleme!

• Bana; "Görünmez alemde olanları göster!" diyorsun; yiğit, yürekli erlerin hayvanlarla ne ilgisi var?

• Uçsuz bucaksız denizde, vahdet denizinde gemi nedir, tahta nedir? Bu kerem deryasına karşı yakınlar kim olur, uzaklar kim olur?

• Aslında, yokluk bir denizdir; şu alemse, o denizde bir köpük! 0, bir Süleyman'dır; insanlarsa karıncalar!

• Deniz coşunca köpük meydana gelir; o denizin büyüklüğü karşısında İran ile Turan, ancak iki köpüktür!

• Söyle; bu coşkunluk karşısında gayret ne işe yarar? Şu sabreden kişilerin sabrından kim bahsedebilir?

• Çirkinler, bu denize dalınca güzelleşirler; acılar, bu köpükle tatlılaşırlar!

 

927. Gönlümü sık sık hırpalama!

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ülün 

(c.IV, 1899)

• Aşk uğrunda kanlar içen gönlümü, sık sık hırpalama; bir defa da olsun, al git! Senin gamından yüzlerce parçaya ayrılan, param parça olan gönlümün her parçasını ayrı ayrı alma; parçaların hepsini bir araya getir de öyle al! Gönlümün bir parçasının bile başkasına gittiğini istemem!

• Bugün, ya benim canıma bir çare bul, yahut da bu çaresizin canını al gitsin!

• Dün bütün gece sabaha kadar; "Allah'ım!" diyordum: "0 kan içen zalimden benim intikamımı al!

• 0 taş yürekli nasıl benim kanımı döküyorsa, Sen de o katı taştan benim kanımı al!"

• Gönlün eliyle, sana iki-üç tane mektup gönderdim; ona acı da, o zavallının, o avarenin elinden hiç olmazsa bir tanesini al, oku; halimi anla!..

• 0 mektuplardaki yazılarda, aşkın sureti ve şekilleri var; ibret olsun diye onları bir gözden geçir!

 

928. Akıl gelmiş; "Ben ilahî aşkla mest olanların kuluyum, kölesiyim!" diyor!

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ülün 

(c.IV, 1900)

• Ey mest olanların münisi, yakın dostu; gel de, mest olanların düşüncelerini gör, sevdalarını seyret!

• Ey güzellerin emîri, gel! Gel de, mest olanların yüzlerini senin pek güzel olan, pek nurlu olan yüzünün ışığı ile seyret!

• Gelmeye tenezzül etmesen bile, köşkünün penceresinden başını çıkar da mest olanların kavgalarını, gürültülerini gör!

• Gel ey mest olanların uykularını bağlayan, uykunun onların yanına varmasına engel olan; gel de, ayrıca onların ayaklarındaki bağları gör!

• Hakk aşkı ile mest olanların feryatları, heyheyleri, bütün gece ta sabaha kadar ötelere, gökyüzündekilere doğru yükselir durur!

• Gökyüzünde bulunanların hepsi de derler ki: "Biz de o sevgilinin aşkı ile harabız, gökyüzü de harab! Eyvahlar olsun böyle mest olanlara!"

• Melek de, insan da, devler de, periler de mest olanların reyleri, kararları gibi altüst olmuşuz!

• Su pazar yeri, şu dünya Hakk aşkı ile mest olanlara hiç yurt olabilir mi?  Burada bütün ayıkların bile külahlarını kaptılar! 

*Dönüp duran gökyüzünü gördüm. Diyordu ki: "Ben, mest olanların helvasından bir lokmayım!"

• Ben, aşkın ağzından işittim. Diyordu ki: "Ben, mest olanların güzel sevgilisiyim!"

• "Oruç ayı geldi; artık, mest olanların cana canlar katan kadehini bulamazsın,   göremezsin!" derlerse,

• Onlara de ki: "Mest olanların içtikleri şarap, üzüm şarabı değildir; o şarap, can denizindendir! îlahî aşkla mest olanların sakîsi, o şarabı ele, ağıza sunmaz;   cana, gönüle sunar!"

• Şu dünyada herşey, insanoğlunun aklının eseridir; bu yüzden herşey, insanoğlunun aklının kölesidir! îşin tuhaf tarafı şu ki; akıl da gelmiş; "Ben, ilahî aşkla mest olanların kuluyum, kölesiyim!" diyor!

 

929. Sen, bize ötelerin, o yüce alemin tertemiz şarabını sun!

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ulün 

(c. IV, 1912)

• Ey sakî; gel, bize şarabımızı sun! Sun da, o şarabın tesiri ile kazaları bizden   def' et, onları uzaklaştır!

• Başımıza gelecek olan kaza ve kaderin yücelerden geri dönüp gitmesini istiyorsan, sen, bize ötelerin, o yüce alemin tertemiz şarabını sun'.

• Tozdan topraktan ibaret olan yeryüzü de ne oluyor; sunulan şarap yeri de   döndürür, göğü de, denizi de!..

• Artık, şu küçücük, şu değersiz fanî sevdayı düşünmüyorum! Gel de, verdiğin şarapla sevda denizlerini de döndürmeye başla!

• Eğer ben şarap kadehinin mahremi değilsem, beni yok say da, sunacağın   şarapla var  et!

• Mest oldukları için aşk yollarında eğri büğrü yürüyen gönülleri, şarapla, elsiz ayaksız yürüt gitsin!

 

930. Bütün varlıkların her birine, değerlerine göre,
 padişah mutfağından bir sofra hazırlanmıştır!

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ülün 

(c. IV,1910)

• Dünyanın her cüz'ünü, her parçasını seyret; hepsi de hareket halindeler; bir yerden bir yere geçip gitmedeler! Şunu iyi bil ki; herşey, bir yolculuktan gelmiştir!

• Bil ki; herşey, rızık ümidi ile kendini yaratan padişahın önüne başını koymuştur!

• Bütün varlıklar, bunalmış, perişan bir halde yıldızlar gibi parlamak için güneşin ayağına düşmüşlerdir!

• Hepsi de; "Denizi bulurum!" ümidi ile seller gibi altüst olmuş, boşanarak, köpürerek, feryad ederek denize doğru akıp gitmedeler!

• Bütün varlıkların her birine, değerlerine göre, padişah mutfağından bir sofra, bir nimet hazırlanmıştır!

• Onların, denizleri sömürüp içen, bir türlü kanmayan canlarına karşılık, şu dünya denizleri değersizdir!

• Tebrizli Şems'in gözlerine bak da; incilerle dolu başka bir denizi seyret.