HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNDE MÜSLÜMAN KADININ SOSYAL HAYATA KATILIMINA DAİR
ÖRNEKLER
Kadınlar Ve Erkekler Arasında Selamlaşma:
4. İtikaf'a Girmiş Olanın M Esc İd D E Ziyaret Edilmesi:
5. Vaktin Değerlendirilmesi Ve Boş Zamanların Mü'mine Kadınlarla Beraber
Geçirilmesi:
6. Genel Toplantı Çağrısına İcabet Etme:
8. Kadının Kendisini Salih Bir Erkeğe Teklif Etmesi:
9. Mahkeme Meclisinde Hazır Bulunma:
Kadınların Mescide Gelme Adabı:
Eğitim Öğretim Amacıyla Kadının Erkeklerle Bir Arada Bulunması (Karma
Eğitim)
1. İlim Gayesiyle Kadınlarla Erkeklerin Bir Arada Bulunduğu Yerler:
2. Sahihi Müslim'in Kitabu'l- Cihad Kısmında Aşağıdaki Bölümler Bulunmaktadır:
İyiliği Emretmek Ve Kötülükten Sakındırmak Esnasında Buluşma:
Eş Arama Ve Dünürcülük Esnasında Ve Evlilik Akdinde Görüşme
Ziyafetler Ve Merasimlerde Buluşma, Onlara İştirak Etme
Misafirlik Esnasında Kadınlarla Karşılaşması:
Salih Rüyada Kadınların Ve Erkeklerin Karşılaşması
Erkeklerin Kardeşlerini Kadınların Yanında Ziyaret Etmesi
Cenaze İle İlgili İşler Esnasında Karşılaşma:
Nadiren Meydana Gelen Hoş Meclisler Esnasında Bir Araya Gelme
Muhtelif Durumlarda Bir Araya Gelme
Müslüman Erkeklerin Müslüman Olmayan Kadınlarla Bir Arada Bulunmaları
Hz. Peygamber (S.A.V.) Döneminde Müslüman Kadının İş Hayatına Atılması
Kadının İş Hayatına İlişkin Sosyal Olgular:
Çağımızda İş Hayatına Atılan Müslüman Kadının Uyması Gereken Şer'i Esaslar
B- Müslüman Toplumun İhtiyaç Duyduğu Bir Büyük Faydayı Gerçekleştirmek:
C- Hayır Yollarında Harcamalarda Bulunmak
MÜSLÜMAN KADININ SOSYAL ETKİNLİKLERE KATILMASI YE UYMASI GEREKEN ŞER'İ
ESASLAR
Hz. Peygamber (Sav) Döneminde Müslüman Kadının Sosyal Etkinliklere
Katılımı
A) Mescid Etkinliklerine Katılım:
C) Mescid Dışı Kültürel Etkinliklere Katılım:
D) İyiliği Emretmek, Kötülükten
Menetmek: (Emri Bi'l-Ma'ruf, Nehy-İ Ani'l-Münker)
E) Hayr İşleri Ve Kamu Hizmeti:
F) Kadınların, Erkekler Olmaksızın Yaptıkları Kimi Sosyal Etkinlikler:
Kadının, Sosyal Etkinliklere Katılması'na İlişkin Kimi Güncel Sosyal
Olgular:
Çağdaş Sosyal Etkinliğin Tanımı Ve Kadının Bu Etkinlikteki Rolü
Çağımızda Sosyal Etkinliklere Katılan Müslüman Kadının Uyması Gereken
Şer'i Esaslar
MÜSLÜMAN KADININ SİYASAL ETKİNLİKLERE KATILMASI VE UYMASI GEREKEN ŞER'İ
ESASLAR
Rısalet Asrında Müslüman Kadının Siyasi Faaliyete Katılması
Kadın Siyasî Meselelerde Erkeğe Müşaveret Ediyor
Kadının Müslüman Yöneticiye Muhalefete Katılması
Kadının Siyasi Etkinliği İle İlgili Bazı Sosyal Olgular
Çağımızda Kadının Siyasi Faaliyetinin Şer'î Esasları
Kadının Seçme Hakkının Tartışması
Kadının Meslek Hayatına Atılması
Nebi (S.A.V.)'Nin Ashabının Fiillerinden Örnekler:
İKREDECEĞİMİZ delillerde birçok noktalar göze
çarpar:
1. Genel ve
özel hayatın sahalarında kadınlar ve erkekler arasında beraberliğin ve ortak
katılımın olmadığı hemen hemen hiç bir alan yok gibidir.
2.
Delillerin büyük çoğunluğu haklarında Allahu Teala'nın: "Bir nikâh ümidi
beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların zinetlerini yabancı erkeklere
teşhir etmeksizin bazı elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir vebal
yoktur" buyurduğu hayızdan kesilmiş yaşlı kadınlardan değil, gençlerden
bahsetmektedir.
3. Kitabın
önsözünde belirttiğimiz gibi bazı delillerin bir çok konuya açıklık
getirmelerinden dolayı tekrarının vaki olacağına parmak basmıştık.
Kullandığımız delillerin bir çok konu için kullanılabiliyor olması onu her
seferinde tekrar etmemize sebep olmaktadır. Delilin kullanıldığı sahanın
çokluğu nisbetinde delilin tekrarı da çoğalmaktadır. Biz bu tekrarlan okuyucuya
kolaylık olacağını düşünerek yaptık. Çünkü bu tekrar olayı okuyucuyu bu delil
için filanca konuya bakın demekten, üzerinde çalıştığı konudan uzakta bir yerde
aratmaktan daha kolaydır. Buna rağmen bazı kereler biz delilin tamamını tekrar
etmek yerine sadece bizim için gerekli olan kısmını almakla yetindik.
4. Bizim
kanaatimize göre zikredilen deliller Kur'an-ı Kerim ve iki sahih hadis
kitabında yer alan, erkeklerle kadınların birlikteliğini ifade eden delillerin
hepsidir. Edep kuralları dahilinde olan ciddi birliktelik Rasulul-lah'ın
önceden beri sürdürdüğü sünneti ve genel olarak takip ettiği yoldu.
îslamî ölçüler içinde
olduğu müddetçe -sadece işaret babından bile olsa- birliktelikten yana olmayan
veya ondan tiksindirmeyi ifade eden bir delili biz bulamadık. Bu söylediğimiz
Kur'an ve sünnet için geçerlidir. Ama bazı delillerden sonra getirdiğimiz ilim
adamlarının görüşleri için ise seçme ve ayıklama söz konusuydu. Biz çeşitli
alanlarda erkeklerle kadınların beraberliğinin meşru olduğunu, bunun bir
bid'at söz olmadığını pekiştiren görüşleri tescil etmekle yetindik.
5. Zikredilen
bütün delillerin geneli müslüman kadın ile müslüman erkek arasındaki ortaklığın
ve karşılaşmanın yine ikisinin iradesi ve seçimiyle olduğunu gösteriyor. Bunun
yanında istek dışı zorunlu hallerde birliktelikleri ifade eden deliller
nadiren de olsa bulunduğu gibi müslüman erkekler ile gayri müslim kadınlar
arasındaki buluşmaları belirten çok az da olsa deliller vardır.
Bütün bu delilleri
müslüman toplumun durumunu açıklığa kavuşturmak için dile getirdik. Bununla
kadınlar ve erkekler arasındaki buluşmaların şekillerini açıklamış olduk.
6.
Delillerin çok kapsamlı olmasından özel ve genel hayatın tüm alanlarını
içermesi bir yana, bu deliller çok büyük derecede çeşitlilik arzediyor:
Bu delillerin
bazısının delaleti kesin veya kesine yakın, bazısı zanni veya ihtimallidir.
Fakat biz burada şer'i
hükmü beyan ederken kesin ve kesine yakın olan delillere dayanıyoruz.
Bu delillerden bazısı
hicab âyetinin indirilmesinden önce, bazısı ise ayetin inmesinden sonradır.
Yalnız bunun elimizdeki delillerin üzerine bir etkisi yoktur. Çünkü bunlar
Peygamber'in hanımlarına ait özel bir durumu bize bildirmektedir.
Delillerin bir kısmı
Nebi (s.a.v.)'in hanımlar, bir kısmı da mü'minlerin hanımlanyla ilgilidir.
Yine delillerin bazısı
peygamberle tek başına veya bazı sahabilerin huzurunda buluşmanın meydana
geldiğini, diğer bazısı da buluşmanın sahabeden bir ferdin veya fertlerin
huzurunda olduğunu belirtiyor.
Bazısında ise buluşma
erkek veya erkeklerle beraber bir kadının buluşması şeklinde diğer bir kısmında
ise erkek veya erkeklerle beraber kadınlardan bir topluluğun buluşması
şeklindedir.
Delillerin bazısı kısa
geçici buluşmalarla, bazısı da tekrar eden uzun süreli buluşmalarla alakalıdır.
Buluşma yerinin ve
müddetinin önemli olması dolayısıyla burada dört kademenin varlığını açıklamak
istiyoruz:
Birinci derece: Evin
içinde kısa süreli geçici olarak yapılan buluşma.
Bu buluşma, ani bir
ihtiyacın giderilmesi için herhangi bir malın sorulması ve danışma ve iyilik
isteme ve dua ve bereket isteme ve hediye verme, hasta ziyaretinde ve taziye ve
tebriklerini sunma sırasında meydana gelendir.
İkinci derece: Evin
dışında kısa süreli geçici olarak yapılan buluşma. Bu da şu durumlarda
olabilir:
Mescid çalışmalarına
katılma, fetva verme, iyiliği emretme, hüküm verme ve ulu'1-emre müracaat gibi.
Üçüncü derece: Evin
içinde uzun süreli veya tekrar eden buluşma Örneğin: Ziyaret, misafirlik,
barınma ve ev hizmeti gibi. Dördüncü derece: Evin dışında uzun süreli veya
tekrarlayan buluşma.
Bu
da örneğin; cihada katılma, yolculukta beraber olma, törenlere katılma ve
işyerinde bulunma. [1]
Ebi Hazim'in Sehl'den
rivayetine göre; Biz cuma günü seviniyorduk. dedi. Ben de Sehl'e: Niçin? dedim.
Bizim bir ihtiyarımız vardı onu bostana gönderir, o da oradan kaynatılacak
şeylerden getirir, bir tencerenin içine koyup bir miktar da arpa katarak
kaynatırdı. Cuma namazını kılıp dağıldıktan sonra onun yanına gider, selam
verir o da bize bu pişirdiğinden virir, bizler bundan dolayı sevinirdik. Bize
öğle yemeğini yer ve kaylule (öğle uykusu) uykusuna cuma namazından sonra
yatardık.[2]
Aişe (r.a.)'den:
Muhakkak ki Nebi (s.a.v.) Aişe'ye şöyle dedi: "Ey Aişe! Bu Cibril'dir.
Sana selam veriyor. Bunun üzerine Aişe: 'Ben de Allah'ın rahmeti ve bereketi
onun üzerine olsun. Sen bizim görmediklerimizi görürsün1 dedim, dedi."[3]
Buhari bu iki hadisi
(erkeklerin kadınlara ve kadınların erkeklere selam vermesi) başlığı altındaki
bab'da zikretti. Hafız İbni Hacer: "Buhari'nin (erkeklerin kadınlara
kadınların erkeklere selam vermesi babı sözüyle Abdürrezzak'ın Ma'mer'den onun
da Yahya İbni Ebi Kesir'den rivayet ettiği hadisi kabul etmediğini belirtmek
istemiştir. Yukarıdaki şahısların rivayet ettiği mu'dal veya maktu kabul edilen
hadis ise şudur: 'Bana ulaştığına göre Rasulullah erkeklerin kadınlara ve
kadınların erkeklere selam vermesini hoş karşılamıyordu1 sözüdür. Burada caiz
olmasından maksat fitneden emin olunduğu zamandır. Bu babta kadınların
erkeklere, erkeklerin de kadınlara selam vermesinin caiz olduğuna dair iki
hadis zikredilmiştir. Ayrıca bu konuda Buhari'nin şartlarına uygun olmadığı
için kitabına almadığı Esma binti Yezid'in rivayet ettiği bir hadis de vardır:
"Nebi (s.a.v.) bir grub kadınla birlikte iken yanımıza uğradı ve bize
selam verdi.' Bu hadisin Tirmizi hasen olduğunu ve Buhari'nin şartına göre
olmadığını söyleyip kendi şartına uygun olanlarla yetinmiştir. Bunun şahidi ise
Ahmed'in kitabındaki Cabir'in rivayet ettiği hadistir. Ebu Nuaym'ın gece ve
gündüz işi konusundaki Vasi-la'den merru olarak rivayet ettiği şu hadiste: 'Erkekler
kadınlara selam verir ama kadınlar erkeklere selam veremez' denilmektedir. Bu
hadisin senedi ise (boştur) vrhindir. Müslim'in Ümmi Hâni'den rivayet ettiği
hadiste de: 'Ben Nebi'nin yanına o yıkanırken geldim ve ona selam verdim1
denilmektedir ". (Ey Aişe, bu Cibril sana selam veriyor) sözü de buna
delildir.
İbn Tin Davudi'nin
buna itiraz ettiğini ve: "Meleklere erkekler denilemez; fakat, Allah
onları müzekker olarak zikretmiştir" dediğini bize anlattı. Bunun cevabı
ise ilk vahyin başlangıcı ile ilgili hadiste de söylediğimiz gibi, Cibril
(a.s.) 'in Nebi'ye erkek kılığında gelmesidir.
İbni Battal'm,
Mühelleb'den rivayet ettiğine göre; fitneden emin olunduğu müddetçe erkeklerin
kadınlara ve kadınların erkeklere selam vermesi caizdir. Maliki: 'Burada genç
olanla ihtiyar olanı olabilecek fitneyi engelleme gerekçesiyle ayırmıştır'
dedi. Ayrıca Mühelleb: 'Malik'in bu konudaki delili yukarıda zikredilen Sehl'in
rivayet ettiği hadiste ziyarete gelip karınları doyurulan misafirlerin kendine
mahrem olan erkekler olmamasıdır. Eğer bir mecliste kadınlar ve erkekler bir
arada iseler ve fitneden de emin iseler her iki tarafın da selam vermeleri
cazidir, dedi."[4]
Erkeklerin kadınlara
selam vermesinin meşruluğunu "Allah'ın Rasulu kadınların yanına uğruyor ve
onlara selam veriyordu" hadisi de pekiştirmektedir.[5]
Ebu Hureyre
radiyallahu anh'dan: "Cibril Peygamber (s.a.v.)'e gelerek:
- Ya Rasulullah! İşte Hatice sana yönelmiştir.
Beraberinde bir kab vardır ki, içinde katık yahut yiyecek veya içecek vardır.
Sana geldiği zaman ona Rabbinden ve benden selam söyle! Hem kendisini cennette
inci kamışından bir evle müjdele! O evde ne gürültü olacak, ne de meşakkat!
dedi.[6]
Ebi Nadr'dan rivayet
edildiğine göre:
Ebu Talib'in kızı Ümmü
Hâni'nin azadlısı Ebu Mürra haber verdi ki, Ebu Mürra, Ebu Talib'in Kızı Ümmü
Hâni'yi şöyle derken işitmiş: "Mekke'nin fethedildiği sene Rasulullah
(s.a.v.)'e gittim. Onu yıkanırken buldum. Kızı Fatıma da kendisini örtüyordu.
Ben selam verdim. Rasulullah (s.a.v.);
"Bu kadın
kimdir?" diye sordu. Ben:
- Ebu Talib'in kızı,
Ümmü Hâni! dedim. Rasulullah (s.a.v.):
- Hoşgeldin Ümmü
Hâni!., dedi. Guslünü bitirdikten sonra ayağa kalktı ve bir elbiseye bürünerek
sekiz rek'at namaz kıldı. Ben:
- Ya Rasulullah!
Kardeşim Aliyyü'bnü Ebi Talib benim kendisine ahd-ü emân verdiğim bir kimseyi,
Hübeyre'nin oğlu fülanı Öldüreceğini söyledi, dedim. Bunun üzerine Rasulullah
(s.a.v.):
- Senin ahdü emân
verdiğin kimseye, biz de emân verdik ya Ümmü Hâni! buyurdular. Ümmü Hâni: Bu
hadise kuşluk vakti oldu, dedi.[7]
Ebu Hureyre'den
rivayete göre;
Rasulullah (s.a.v.)
bir gün yahut bir gece (dışarı) çıktı. Ve birden Ebu Bekir'le Ömer'e rastladı.
- Sizi bu saatte
evlerinizden çıkaran nedir? diye sordu.
- Açlık yâ Rasulullah!
dediler.
- Ben de. Nefsim yed-i
kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, beni de sizi çıkaran çıkarmıştır.
Kalkın! dedi. Hemen onunla birlikte kalktılar ve Ensardan bir zatın evine
vardı. Bir de baktı ki, o zat evinde yok. Kadın onu görünce:
- Hoşgeldiniz, safa
geldiniz! dedi. Rasulullah (s.a.v.) da ona:
- Filan nerede?, diye
sordu. Kadın:
- Bize tatlı su
getirmeğe gitti, dedi. O anda ensari geldi. Ve Rasulullah (s.a.v.) ile iki
arkadaşını gördü. Sonra:
- Allah'a hamd olsun
bugün misafirleri benimkinden daha
şerefli olan kimse yoktur, dedi. Hemen giderek onlara bir hurma salkımı getirdi
ki, içinde koruk, kuru ve olgun hurmalar vardı.
- Bundan buyurun, dedi ve bıçağı aldı. Bunun
üzerine Rasulullah (s.a.v.) ona;
"Sakın sağmal
koyuna dokunma!" buyurdu. Fakat o, onlar için kesti ve hem koyundan, hem o
hurma salkımından yediler, içtiler.
Yemeğe doyup, suya
kandıkları vakit Rasulullah (s.a.v.) Ebu Bekir'le Ömer'e:
"Nefsim yed-i
kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, kıyamet gününde bu nimetlerden
mutlaka sorulacaksınız! Sizi evlerinizden açlık çıkardı. Sonra şu nimetlere
kavuşmadan dönmediniz" buyurdular.[8]
Enes İbni Malik
(r.a.)'dan: "Peygamber (s.a.v.) Ümmü Süleym'in yakınına uğradığı zaman
onun yanma gelir ve ona selam verirdi..."[9]
Zeyd İbni Eslem'in
babasından rivayetine göre; Ömer İbni Hattab ile birlikte çarşıya çıktım.
Ömer'e genç bir kadın gelerek: 'Ya Emirü'l Mii'minin, kocam öldü ve bana küçük
çocuklar bıraktı. Allah'a yemin olsun ki bunların hiçbirinin ne sağılacak
hayvanı ne de ekilecek arazisi var. Üstelik bunlar kendi kendilerini idare
edemiyorlar. Ben kurak geçen senenin onları helak etmesinden korktum. Ben Hafef
İbni eymâ-il Gıfari'nin kızıyım. Babam ise Nebi (s.a.v.)'le beraber
Hudeybiye'ye katıldı. Ömer onunla beraber biraz durduktan sonra şöyle dedi: Merhaba yakın akraba."[10]
Zübeyr'in azadhsı Yuhannes'den;
Yunannes haber vermiş: Kendisi fitne zamanında Abdullah b. Ömer'in yanında
oturuyormuş. Derken Abdullah'ın azadhsı bir cariyesi gelerek ona selam vermiş
ve:
- Ben (buradan) çıkmak
istiyorum ya Ebâ Abdirrahman! (Çünkü) fena zamana çattık; demiş. Abdullah ona
şu cevabı vermiş:
- (Yerinde) otur
aptal! Zira ben Rasulullah (s.a.v.)'i: "Eğer bir kimse Medine'nin şiddet
ve stkmtsına katlanırsa kıyamet gününde ben ona şahid yahut şefaatçi
olurum" buyururken işittim.[11]
Mescid müslüman
toplumunun ilk kurumudur. Mescid ilkin ibadet merkezi, sonra ilim merkezi en
son olarak da siyasi ve toplumla ilgili çalışmaların merkezidir. Daha sonra
ihtiyaç anında herkese açık konferans salonu ve spor alanıdır. Bu etkenlerin
hepsi -Peygamber döneminde- fırsat buldukça kadının mescide gelip gitmesine
imkân tanıyordu. Kadının zaman zaman mescide gelip gitmesi onu direk olarak
müslümanların genel hayatı ile alakadar olmasını temin ediyordu. Tabii ki
bundan başka mescidde katıldığı ibadeti, namaz kılarken Kur'an dinlemesi, ilim
halkalarını ve halkın geneline yapılan va'z ve nasihatleri dinlemesi bu gidip
gelmenin dışındadır. Böylelikle kadın müslümanlar hakkındaki toplumsal ve
siyasi haberleri öğreniyor. Bütün bunlardan başka mü'min kardeşleriyle tanışıyor
ve aralarındaki dostluk ve sevgi bağlarının kuvvetlenmesi sağlanıyordu. Bu şu
demektir: Gerçekten mescid Peygamber (s.a.v.) döneminde kadın ve erkek her
ikisi için de bir toplumsal, kültürel ve kulluk esaslarının etrafa yayıldığı
bir merkezdi. Hiç bir kimsenin kadının mescide gelip gitme hakkını elinden
almaya çalışması caiz değildir. Eğer biz bunu kadının namazını evinde kılması
daha faziletlidir diyerek onu mescidden alıkoymak istersek işte o zaman
Rasulullah (s.a.v.)'in kadınların mescide gelmelerini men etmeyi yasaklayan
emrine muhalefet etmiş oluruz. Eğer kadının mescide gelmekteki amacı Kur'an,
vaaz dinlemek veya genel toplantıda hazır bulunmak, yahut mü'minlerle olan
bağını güçlendirmek böylece hayırda yardımlaşmak ise tasarladığı bu hayırlı şey
bazen mendup, bazen de vacib olabilir.
Bu bağlamda İbni
Dakike'1-Iyd, şu hadisin şerhinde şöyle diyor: "Erkeğin cemaatle kıldığı
namaz evinde veya çarşıda kıldığı namazdan yirmi beş derece daha üstündür. Bu
üstünlük ise eğer abdestini güzel alır, sonra da mescide sadece namaz için
çıkarsa her attığı adımda bir derece yükselir. Ayrıca hatalarından bir tanesi
de silinir. Arkasından namazını da kılarsa melekler o camide olduğu müddetçe
şöyle dua etmeye devam ederler: Allah'ın onu bağışla, Allah'ım ona merhamet et,
Allah'ım onun üzerine bereketindir.[12]
İbni Dakiki'I-Iyd
şöyle devam ediyor; Hadis-i şerifteki kabul olunabilecek ve geçersiz
sayılamayacak sıfatlan sunduk. Sen bu hadisteki sıfatlara bir bak, onlardan
hangisinin kabul olunup, hangisinin kabul olunamayacağını tayin et. Hadisteki
erkeklik sıfatına rağmen kadının mescide gitmesi men-duptur. Onun için
erkeklerle beraber durumunun eşit olması gerekir. Çünkü erkeklik sıfatı
amellerin sevabı açısından şer'an muteber olmayan bir şarttır."[13]
Müslüman kadının
mescide gelmesi sadece faziletinden dolayı Rasu-lullah (s.a.v.)'in mescidiyle
sınırlı değildi. Bilakis bu kadınların mescide gelmeleri hadisesi Medine'nin
içindeki ve dışındaki mahalle mescidlerine kadar uzayıp gidiyordu.
Bazı örnekler:
Abdullah İbni Ömer'den
rivayete göre; şöyle dedi; İnsanlar Küba'da sabah namazında iken onlara birisi
geldi ve şöyle dedi: Muhakkak ki Rasulullah (s.a.v.)'e bu gece vahiy indirildi.
Vahiyde kendisine Kabe'ye yönelmesi emrolundu. O tarafa yöneliniz. Bu sözden
önce onların yüzleri şam istikametine doğru idi. Kabe'ye doğru yöneldiler.[14]
Hafız İbni Hacer; İbni
Ebi Hatim'de bulunan Süveyle binti Eslem'in hadisinde kıble yönünü
değiştirmenin o anda nasıl olduğuna dair bilgi vardır. Suveyle binti Eşlem bu
hadisinde; "Kadınlar erkeklerin yerine erkekler de kadınların yerine
geçti, geri kalan iki rekatı beytü'l-haram istikametine doğru kıldık [15]dedi.
Amr İbni Seleme
babasından rivayet ettiğine göre şöyle dedi: "Allah'a yemin olsun ki ben
sizin yanınıza Peygamber (s.a.v.)'in yanından geliyorum. O şöyle buyurdu: 'Şu
namazı şu vakitte kılın. Namaz vakti geldiğinde içinizden birisi ezan okusun.
Kur'an'ı en çok ve iyi bileniniz imam olsun.' Aralarında konuştular baktılar ki
benden iyi Kur'an'ı bileni bulunmadı. Onlar beni önlerine imam olarak
geçirdiler ve ben o vakitte altı veya yedi yaşlarında bir çocuktum. Üzerimde
dikilmiş bir örtü vardı. Secde ettiğimde bu örtü vücuduma yapışırdı. Mahalleden
bir kadın benim avret yerlerimin göründüğünü farkedince: 'İmamınızın avret
yerlerini örtünüz!' dedi. Hemen kumaş alıp kestirerek bana bir gömlek diktiler.
Bu gömleğe sevindiğim kadar hiç bir şeye sevinmedim."[16]
Rasulullah (s.a.v.)
kadının mescide gelip gitme hakkı olduğu ve bu hakkın herhangi bir şekilde
engellenmemesi gerektiği konusunda çok hırslı idi.
Abdullah İbni Ömer'in
Peygamber (s.a.v.)'den rivayetine göre şöyle dedi: "Geceleyin hanımlarınız
sizlerden mescide gitmek için izin isterlerse onlara izin veriniz."[17]
Abdullah İbni Ömer'den
rivayete göre, şöyle dedi: "Ömer'in sabah ve yatsı namazlarını cerraatle
mescidde kılan bir hanımı vardı. Ona bir defasında şöyle denildi: 'Ömer
mescide kadınların gelmesine kızdığı ve kerih gördüğü halde sen niçin mescide
gidiyorsun?' O da: 'Ömer'i beni engellemekten ne alıkoyuyor.' Bunun üzerine,
Ömer'i seni engellemekten Rasulul-lah'ın şu sözü alıkoyuyor: 'Allah'ın kadın
kullarını Allah'ın mescidlerine gitmekten men etmeyiniz."[18]
Abdullah İbni Ömer'den
rivayete göre, şöyle dedi: Allah Rasulü'nü "Kadınlarınız mescidlere gitmek
için sizden izin istedikleri vakit onları mescitlerden menetmeyin"
buyururken işittim. Diğer bir rivayette ise: "Kadınlar sizden izin
istedikleri vakit onları mescidlerdeki nasiplerinden menetmeyin"
buyurdular.
Bunun üzerine Bilal b.
Abdillah:
- Vallahi biz onları
pekâla menederiz, dedi.
Müteakiben Abdullah
ona dönerek kendisine öyle bir çirkin sövdü ki onun böyle sövdüğünü hiç
işitmemiştim. Abdullah:
- Ben sana Rasulullah
(s.a.v.)'den hadis haber veriyorum, sen hâlâ: Vallahi biz onları menederiz
diyorsun' dedi."[19]
İbni Dakiki'1-Iyd:
"Abdullah İbni Ömer'in oğlunun sözünü kabul etmemesi ve ona sövmesi
hadisesinden sünneti kendi kafasına göre inkâr edenin ve hevasına kapılan
alimin uyarılması sonucu çıkarılmıştır, dedi."[20]
Kadının mescide gidip
gelme hakkı sabah namazına giderken kaçırılan kadının hâdisesinden sonra bile
her türlü tecavüzden korunarak devam etti:
Vail Kindî'nin
rivayetine göre: "Mescide giderken sabah karanlığında bir adamdan yardım
isteyince musallat olan adam kaçtı. Daha sonra bir kaç kişiden oluşan grubunun
yanına varınca onlardan kadın yardım istedi. Kadını önceki adamdan kurtarıp
yakaladılar. Diğeri onları geçti ve gitti. Topluluk ise onu kadının yanına
getirdiler. Adam; seni esas kutran benim, öteki ise gitti, dedi. Bunun üzerine
adamı Rasulullah'a getirdiler o da kendisinin kadına musallat olduğunu,
toplulukta onu olay şiddetlendiğinde yakaladıklarını haber verdiler. Öteki;
Ben kadını kurtarmak, yardım etmek isterken bu insanlar gelip beni sizin
yanınıza getirdiler. Kadın ise: Bana musallat olan budur, kendisi yalan söylüyor,
dedi. Rasulullah (s.a.v.): Bunu götürün ve recmedin. İnsanların arasından bir
adam kalktı. Onu recmetmeyin, beni recmedin. Çünkü o işi ben yaptım. Böylelikle
itiraf etti ve Rasulullah (s.a.v.)'in yanında üç kişi toplanmış oldu: Kadına
saldıran, buna karşı koyan ve kadın. Rasulullah (s.a.v.) kadına, sana gelince
Allah seni bağışladı, dedi. Karşı koyana da güzel söz söyledi, dedi. Ömer ise;
zinayı itiraf edeni recmet. Rasulullah (s.a.v.) ise: Hayır, çünkü o Allah'a
öyle tevbe etti -dediğini sanıyorum- ki tüm Medine ahalisine tevbesi yeterdi.[21]
Daha önce söylediğimiz
gibi madem ki mescid Rasulullah (s.a.v.) zamanında ilkin ibadet, sonra kültür,
en son olarak da sosyal ve siyasal işlerin merkezi idiyse müslüman kadını
ister mubah ve mendub veya vacib olsun meşru olan oniki sebepten dolayı bu
mescidde imama uyarken görmemizde bir gariblik yoktur.
Bu oniki sebep ise
aşağıda açıklayacağımız sebeplerdir. [22]
Sabah namazı:
Aişe (r.a.)'dan:
"Mü'min kadınlar, Rasulullah (s.a.v.) ile beraber başlarını ve
bedenlerini bir örtü (mırt) ile örterek sabah namazını kılarlar, arkasından
namazı kıldıktan sonra evlerine dönerlerdi ki henüz ortalık ağar-mamış olurdu
ve kendileri iyice örtünmüş oldukları için onları kimse tanıyamazdı"[23]
Hafız İbni Hacer:
"(Mü'min kadınlar) sözünden kasıt inanmış kadınlar veya bunun benzeri
olanlardır. Ayrıca (nisa) kadınlar kelimesinin manası burada kavmin erkekleri
kelimesiyle anlatılmak istenen faziletlileri gibidir. Yani kadınlar kelimesi
burada fazilet sahibi inanmış kadınlar veya faziletliler manasını
taşımaktadır, dedi."[24]
İbn Ömer'den rivayete
göre; "Ömer'in hanımlarından birisi sabah namazını cemaatle mescidde
kılıyordu."[25]
Akşam namazı:
İbni Abbas (r.a.)'dan
şöyle dediği rivayet olundu: "Annem Ümmü Fadl binti Haris, bir defa beni
"mürseiat" sûresini okurken işitti de: "Yavrucuğum! Vallahi bu
sureyi okumanla bana hatırlattın! Bu sûre Rasulullah (s.a.v.)'in son defa akşam
namazında okuduğu sûredir' dedi."[26]
Diğer bir rivayette
ise: Sonra Allah ruhunu kabzedinceye kadar bize namaz kıldırmadı" dedi.[27]
Yatsı namazı:
Aişe (r.a.)'dan
rivayete göre: Rasulullah (s.a.v.) yatsı (ateme) namazını Ömer kadınlarla
çocuklar uyudu deyinceye kadar geciktirdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.)
çıkarak: "Bu namazı sizden başka yeryüzünde yaşayanların hiç biri
beklemez" dedi.
Bu namaz o gün
Medine'den başka yerde kılınmıyordu. Yatsı namazını güneşin kaybolması ile
gecenin ilk üçte birlik dilimi olan süre arasında kılıyorlardı.[28]
İbni Ömer'den rivayete
göre, şöyle dedi: "Ömer'in hanımlarından birisi sabah ve yatsı namazlarını
mescidde cemaatle kılıyordu.[29]
Cuma namazı:
Allah Teala buyurdu
ki:
"Onlar bir
ticaret ve eğelence gördükleri zaman hemen dağılıp ona giderler ve seni ayakta
bırakırlar. De ki: Allah'ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha
yararlıdır. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır." (Cuma sûresi, 11).
Cabir İbni
Abdillah'dan rivayete göre, şöyle demiş: "Biz Peygamber (s.a.v.) ile
beraber (cuma) namazı kılarken yiyecek maddesi taşıyan bir kafile geldi. Orada
bulunanlardan sadece on iki kişi kaldı diğerlerinin hepsi kervana doğru
yöneldiler. Bunun üzerine: "Onlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman
hemen dağılıp ona giderler ve seni ayakta bırakırlar" âyeti nazil oldu.[30]
Hafız İbni Hacer;
Taberî tefsirinde ve İbni Ebi Hatim de sahih isnadla Ebi Katade'den yapılan
rivayette şöyle dedi: Rasulullah (s.a.v.) onlara: 'Siz kaç kişisiniz?' dedi.
Onlar da kendilerini saydıklarında on iki erkek ve kadın olduğunu
gördüler."[31]
Amra binti
Abdirrahman'ın onun da kardeşinden yaptığı rivayetinde şöyle dedi: "Ben
Kaaf suresini cuma günü Rasulullah (s.a.v.)'in ağzından öğrendim. Onu her Cuma
minberde okuyordu."[32]
Ümmü Hişam binti
Harise İbni Numan'dan rivayete göre şöyle demiş: "Gerçekten iki sene yahut
bir seneden biraz fazla müddet zarfında Allah Rasulü'yle tandırımız birdi. Kaf
sûresini Rasulullah (s.a.v.)'in dilinden öğrendim. Onu her cuma cemaate hutbe
irâd ederken minberde okurdu." [33]
Tabakatü'l-Kübra adlı
eserde yer alan ve Havle binti Kays el Cüheniy-ye'den yapılan rivayette şöyle
demiş:
Ben cuma günü
Rasulullah (s.a.v.)'in hutbesini kadınların arkasında olduğum haldeyken işitir,
Kaf sûresini minberden okurken ben mescidin arkasında olduğum vakit bile
işitiyor idim.[34]
Nafile namazı:
Enes İbni Malik
radiyallahu anh'dan şöyle dedi: "Rasulullah (s.a.v.) mescide girdi.
(Mescidde) iki direk arasına bir ip gerilmişti. "Bu ip nedir? diye sordu.
Ashab: "Bu ip Zeyneb'indir, gevşeklik hissettiği zaman ona tutunur.
Peygamber (s.a.v.): Hayır, çözün onu!.. Sizden biriniz zinde olduğu müddetçe
namazını kılsın. Gevşediği zaman otursun.[35]
Hafız îbni Hacer:
Hadiste kadının mescidde nafile kılabileceğinin caiz olduğu hükmü vardır. Aynı
şekilde Said İbni Mansur'un Urve yoluyla naklettiğine göre Ömer insanları
(Ramazan'da gece namazı) için topladı. Übey İbni Ka'b erkeklere namaz
kıldırırken, Temim Dari ise kadınlara namaz kıldırıyordu.[36]
Nevevi'nin (Mecmu)
adlı kitabında Arfece Sekafı'den rivayetle şöyle dedi: Ali İbni Ebi Talib
Ramazan ayım insanların namazla geçirmelerini emrediyordu. Kadınlar ve erkekler
için ayrı ayrı imam belirliyordu. Ben ise kadınların imamı idim[37]
Diğer taraftan Ebu
Davud'un Ebu Zer'den yaptığı rivayette ise; Ramazan ayının son üç gecesi
kaldığında Peygamberimiz çocuklarını, hanımlarını ve insanları topladı, namaz
kıldırmaya başladı. O kadar uzattı ki sahur geçecek diye korktuk.[38]
Nesai'de yer alan bir
rivayette, ayın üçte biri kaldığında Peygamberimiz (s.a.v.) kızlarını,
hanımlarını ve insanları topladı ve onlara namaz kıldırmaya başladı. Ta ki
felah geçecek diye korktuk. Davud; Felah nedir dedim. O da sahurdur, dedi.[39]
İmam Malik'in
"Muvatta" adlı kitabında İsmail İbn Hakim'den rivayetine göre; Ona
Rasulullah (s.a.v.)'in geceleyin namaz kılan bir kadım duyduğu haberi ulaştı,
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) "Bu kimdir? dedi. Ona: Bu Havl'a binti
Tuveyb'dir ve geceleyin uyumaz, denildi.
Rasulullah o kadının
durumunu düşündü, ta ki yüzünden onun bu durumunu tasvib etmediği belli oldu.
Sonra da dedi ki: "AUahu Tebareke ve teala siz bıkıncaya kadar bıkmaz.
Gücünüzün yetmeyeceği işin altına girmeyi-
niz."[40]
Nezir namazı:
İbni Abbas'dan
rivayete göre şöyle dedi: "Kadının birisi bir rahatsızlıktan şikayetçi
idi: Eğer bana Allahu Teala şifa verirse ben Beytül- Makdis'e gidip orada namaz
kılacağım, dedi. Sonunda bu şikayetçi olduğu rahatsızlığından kurtuldu,
adadığı yere gitmek için hazırlandı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.)'in
hanımlarından Meymune geldi, kendisine selam verdi. Kadına şunu haber verdi:
Sen otur, azık olarak ne hazırladiysan onları ye ve Rasul (s.a.v.)'in camisinde
namaz kıl. Muhakkak ki ben Rasulullah (s.a.v.)'in şöyle dediğini işittim: Benim
mescidimde kılman namaz Ka'be mescidinin dışındaki mescidlerde kılınan bin
namazdan daha faziletlidir. [41]
Cenaze namazı:
Aişe'den rivayete
göre: "Sa'd İbni Ebi Vakkas vefat edince, Peygamber (s.a.v.)'in zevceleri
cenazenin mescide getirilmesini, kendilerinin de cenaze namazını kılacaklarını
bildirmek için haber gönderdiler. Cemaat de öyle yaptı. Derken cenazeyi
namazını kılmak üzere mü'minlerin annelerinin odaları önünde durdurdular. Ve peykelere
bakan cenazeler kapısından çıkardılar. Müteakiben halkın bunu ayıpladı ğını
haber aldılar. Halk:
- Cenazeler mescide
sokulmamalı idi, diyorlardı. Aişe bunu duyunca:
- Şu insanlar
bilmedikleri bir şeyi ayıplama hususunda ne de aceleci davranırlar. Bir
cenazenin mescidden geçirilmesi hususunda bizi ayıplamışlar. Halbuki
Rasulullah (s.a.v.) Süheyl b. Beyda'nın cenaze namazını mescidin içinde
kılmıştı; dedi."[42]
İmam-ı Nevevi
Peygamber (s.a.v.)'in cenaze namazı ile ilgili hadis dolayısıyla şöyle dedi:
"Doğru olan ve cumhurun da katıldığı Rasulullah (s.a.v.)'in namazının
teker teker kılındığıdır. Bir grup girip birer birer kılıyorlar, sonra
çıkıyorlar. Arkasından başka bir grup giriyor ve aynı şekilde kılıyorlardı.
Sonra erkeklerin arkasından kadınlar, daha sonra ise çocuklar girdiler."[43]
Müdevvenetü'l-Kübra
adlı kitapta şu söz yer alıyor: Malik'e göre kadınlar cenaze namazı kılıyorlar
mı? dedim. O da, evet dedi.[44]
Serahsi'nin Mebsut
adlı kitabında: "Kadınlar cenaze namazında aley-hissalatü vesselamın: 'Kadın
safının en hayırlısı en sonda olanıdır' sözü gereği, erkeklerin arkasında saf tutarlar,
sözü varid olmuştur."[45]
Küsûf namazı:
Peygamber (s.a.v.)'in
hanımı Aişe'den rivayete göre: .. Sonra bir sabah Rasulullah (s.a.v.) bir
merkebe bindi. Derken güneş tutuldu. Duha (kuşluk) vakti geri geldi. Rasulullah
(s.a.v.) odaların önüne uğradı.
Müslim'in rivayetinde
ise: "Odalardan kadınlar mescide çıktı. Daha sonra namaz kılmaya başladı,
cemaat de arkasında namaza durdular. Uzun bir kıyam yaptı. (Uzun süre ayakta durdu).[46]
Cabir'den yapılan
rivayete göre; Rasulullah (s.a.v.) zamanında güneş tutuldu... Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v.) ayağa kalkarak, cemaata dört secde ile altı rükû'lu namaz
kıldırdı... Sonra geriledi, arkasındaki saflar da gerilediler. Böylece son safa
vardık. (Müslim'in hocası ravi Ebu Bekir; Böylece kadınların safına vardık,
diye rivayet etti). Sonra Rasulullah (s.a.v.) (tekrar) ilerledi. Onunla
birlikte cemaat de ilerledi. Nihayet Rasulullah (s.a.v.) evvelki yerine durdu.
Namazdan ayrıldığı zaman güneş de eski haline dönmüştü.[47]
Esma binli Ebi Bekir
Sıddık'tan rivayete göre, şöyle dedi: Aişe'nin yanına girdiğimde insanlar namaz
kılıyordu. (Aişe)'ye; Bu insanlara ne oluyor, dedim. Başıyla gökyüzüne işaret
etti. Ben:
- Bu bir âyet midir?
dedim. Aişe başıyla işaret etti. Yani 'evet' dedi. Ravi; Rasulullah (s.a.v.)
pek uzattı, o kadar ki üzerime baygınlık geldi.
Müslim'in Cabir'den
yaptığı rivayetinde ise; "sıcak bir günde Rasulullah (s.a.v.) ashabına
namaz kıldırdı. Ama kıyamı uzattı. O derecede ki ashab (yorgunluktan) düşmeye
başladılar.'[48]
Ravi; yanıbaşımdaki
içi su dolu tulumu açtım ve başımın üzerinesu serpmeye başladım, dedi.
Yine Müslim'in
rivayetinde; kıyamı o kadar uzattı ki, kendimde oturmak ihtiyacı hissettim.
Sonra zayıf bir kadına bakarak (kendi kendime) bu benden daha zayıf olduğu
halde dayanır diyerek ve ayakta duruyordum. Nihayet Rasulullah (s.a.v.) rüku'a
vardı. Fakat rüku'u da uzattı. Sonra rüku'dan başını kaldırdı; kıyamı da
uzattı. O derece ki (dışardan) bir adam gelse rüku etmediğini düşünürdü, dedi.
Rasulullah (s.a.v.)
gitti ve güneş doğduğunda insanlara hitab etti. Allah'a layıkıyla hamdettikten
sonra şöyle dedi: "Bundan sonra... Ensardan bazı kadınlar anlaşılmayan
sözler sarfetti. Eğer onlar susarlarsa onların yanına döneceğim, dedi."[49]
Buharı
"kadınların erkeklerle beraber kusuf namazını kılmaları" isimli babta
Esma binti Ebi Bekir'e ait başka bir rivayet zikretti.
Hafız İbni Hacer:
"Buhari, baba bu başlığı vermekle, kadınları cemaatle birlikte namaz
kılmamaları, aksine tek tek kılmaları gerektiği görüşünde olanlara cevab olarak
vermiştir" dedi.[50]
Güneşin tutulması
dolayısıyla kılınan namaza kıyasla kadınlar ayın tutulması ile kılınan namaza
da iştirak ederler. Ayrıca diğer zelzele, rüzgar ve istiska namazlarına da
erkeklerle beraber katılırlar.
İbni Rüşd:
"Güneşin tutulması dolayısıyla namaz kıldığı gibi ay tutulması
dolayısıyla da cemaatle namazın kılınabileceği görüşüne Şafii varmıştı. Onun
bu görüşüne Ahmed İbni Hanbel, Davud ve bir topluluk da katılmaktadır. Bu
görüşe Rasulullah (s.a.v.)'in şu sözüne binaen ulaşmışlardır:
"Güneş ve ay
Allah'ın âyetlerinden birer âyettir. Hiç kimsenin ölümü veya doğumu sebebiyle
tutulmaz. Eğer bu ikisini tutulmuş bir vaziyette görürseniz ikisi de size
görüminceye kadar namaz kılıp dua ediniz. Ve tasadduk ediniz." (Buhari ve
Müslim kitabında yer verdi). Burada her iki olay için namazın emredilmesi
cemaatle olmaktadır.
Şafii, Rasulullah
(s.a.v.)'in "güneşin tutulmasındaki uygulamasını her iki namaz için bir
açıklama olarak yorumlar" dedi.
Aynı şekilde: bazı
fakihler, karanlık, rüzgar, zelzele ve benzeri âyetler için güneş ve ayın
tutulmasına kıyas ederek illetin aynı olması dolayısıyla namaz kılmayı müstehab
kabul ettiler. Buradaki ortak ille, hepsinin Allah'ın âyeti (felaket türünden
bir ikazı) olmasıdır. Bu onlara göre kıyas çeşitlerinin en kuvvetli
olanlanndandır. Çünkü kıyasın illeti delille sabittir. Fakat ilim ehlinden bir
topluluk ile Şafii ve Malik bu illeti kabul etmemişlerdir. Ebu Hanife ise; eğer
deprem için namaz kılarsa iyi bir şey yapmış olur ama kılmazsa da bir günah
yoktur, görüşündedir.
İbni Abbas'tan rivayet
edildiğine göre, onun deprem için küsuf namazı gibi namaz kıldığı söylendi.
Bütün alimler istiska
için çıkmak, şehir dışında bulunmak, Allah'a dua etmek ve ona yağmur yağdırması
için yalvarmanın Rasulullah (s.a.v.) uyguladığı sünneti olduğu konusunda,
ittifak etmişler, istiska namazı konusunda ise ihtilaf etmişlerdir. Alimlerin
çoğunluğu, namazın, istiskaya çıkmanın bir sünneti olduğunu kabul eder.
Cumhurun da kabul ettiği ve bu konuda en meşhur olan Rasulullah'ın namaz
kıldığını ifade eden Ubade İbni Temim'in amcasından rivayet ettiği şu hadistir:
"Muhakkak ki Allah'ın Rasulü (s.a.v.) insanlarla beraber istiska için
çıktı ve onlara kıraatini açıktan okuduğu iki rekat namaz kıldırdı. Ellerini
omuzunun hizasına ve cübbesinin yanlarına doğru kaldırdı, kıbleye yöneldi ve
istiska yaptı." (Buhari ve Müslim kitabında yer verdi)...
Namaz Rasulullah'ın
sünnetidir diyenler, ayrıca namazdan sonraki hutbenin de onun sünneti olduğunda
bunun bir (eser)de varid olmasından dolayı ittifak etmişlerdir. Bu (eser) ise
Îbnü'l-Münzir'in: "Rasulullah (sav)'in istiska namazını kıldığı ve hutbe
okuduğu sabittir" şeklindeki sözüdür."[51] [52]
Peygamber (s.a.v.)'in
hanımı Aişe'den rivayet edildiğine göre: "Ben (itikafta iken) hacet için
eve girerdim. Evde hasta bulunduğu halde onun halini ancak geçerken sorardım.
Rasulullah (s.a.v.) itikafta iken eve ancak hacet için girerdi.[53]
Aişe radiyallahu
anha'dan: "Rasulullah (s.a.v.) Ramazan'ın son on gününde itikafa girmeyi
anlattı. (Ben Rasulullah'a çadır kuruyordum, o sabah namazını kılıp çadıra
giriyordu).[54] Aişe kendisi için bir
çadır kurulması konusunda izin istedi. Kendisine izin verdi. Hafsa da Aişe'den
kendisi için de izin almasını istedi. O da bunu yerine getirdi. Bunu gören
Zeyneb binti Cahş da bina yapılmasını emretti ve bina kuruldu. Rasulullah
(s.a.v.) sabah namazını kılıp binasına çekilirken hanımları için kurulan
binaları gördü. Bunun üzerine: "Bunlar nedir?" dedi. Cevaben: Aişe, Hafsa
ve Zeyneb'in binalarıdır dediler. Rasulullah (s.a.v.) ise: "Acaba bunlar
yaptıklarıyla hayır mı kastediyorlar? Ben itikafta değilim, dedi ve geri döndü.
Yemek yedikten sonra cevval ayının ilk on gününde itikafa girdi."[55]
Hafız İbni Hacer: Amr
İbni Haris'in rivayetinde: "Zeyneb onların çadır kurduklarını görünce,
onlarla birlikte o da çadır kurdu. Kıskanç bir kadın idi. Zeyneb'in bu izni
sadece bu huyundan dolayı istediği sonucuna vardım. Bu ise Rasulullah'ın şu
sözündeki inkâra sebeb olan şeylerden birisiydi. (Yani Rasulullah (s.a.v.)'in;
siz bunlardan hayır mı görüyorsunuz?) Sanki Rasulullah (s.a.v.) onları çadır
kurmaya iten sebebin aralarındaki öğünme ve kıskançlıktan doğan bir yarış
olmasından dolayı korktu. Bunu ona yakın olmak hırsıyla, özellikle de itikafa
onun yanında girmek için yapıyor olabilirlerdi. Rasulullah (s.a.v.) Aişe ve
Hafsa'ya ilk önce çadır kurmaları için izin istediklerinde verdiğinde bunun
sonucu meydana gelebilecek durumlar hafif idi. Ama diğer kadınların da aynı
şeyi istemeleri halinde ise namaz kılanlar için mescidde bir darlık yaşanacak,
hatta kadınlarının onun yanında toplanmaları evlerindeki oturum gibi olacak ve
Rasulullah'ın ibadeti tam anlamıyla yapmasını engelleyecek ve böylelikle
itikafın amacı da kaybolmuş olacaktı.[56]
Peygamber (s.a.v.)'in
hanımlarından Aişe'nin rivayetine göre: "Peygamber (s.a.v.) Allah azze ve
celle ruhunu kabzedinceye kadar hep Ramazan'ın son on gününde itikafa girmiş.
Onun vefatından sonra zevceleri itikaf yapmışlar."[57]
Aişe'den rivayete
göre: "Rasulullah (s.a.v.) ile beraber hanımlarından hayızlı olan birisi
itikafa girdi. Kadın hayız kanını da görüyordu. Belki biz o namaz kılarken
altına leğen koyduk."[58]
İmam-ı Malik-'e ait
Müdevvenetii'l-Kübra'da şunlar zikredildi: Ebi'l-Kasım'a: "Malik'in
cemaatle namaz kılman mescidde itikaf yapan kadın hakkındaki görüşü
nedir?" dedim. "Evet" dedi. Ona tekrar: "Malik'e göre
e-vinin mescidinde mi itikafa girer?" dedim. O da bana: Bu benim hoşuma
gitmiyor, itikaf ancak Allah için bina edilmiş mescidlerde yapılır... Bunun arkasından;
kölesine, kadınına ve azadlısına itikaf için izin verip sonra bundan (yani
verdiği izinden) vaz geçeni gördün mü? Cevaben; Onun öyle bir hakkı yoktur,
dedi. Bu Malik'in sözü denildi. O da; Evet o Malik'in sözüdür" dedi."[59]
İmam İbni Kayyım:
"... [60]Eğer kadın itikafta iken
hayız görürse onun itikafı bozulmaz bilakis itikafını mescidin sahanlığında
tamamlar" dedi. [61]
Abdullah'ın hanımı
Zeyneb şöyle dedi: "Ben mescidde iken Peygamber (s.a.v.)'in şöyle dediğini
işittim: 'Süs eşyalarınızdan bile olsa tasadduk ediniz."[62]
Peygamber (s.a.v.)'in
hanımlarından Aişe'nin rivayetine göre şöyle dedi: "Peygamber (s.a.v.)'in
zamanında güneş tutuldu da Peygamber mescide çıktı ve cemaat da onun arkasına
saf oldular ve tekbir getirdiler. Derken Rasulullah (s.a.v.) uzun bir süre
Kur'an okudu. O namazdan çıkmadan güneş de açıldı. Sonra kalktı. Allah'a layık
olduğu üzere senada bulunduktan sonra:
- O ikisi (ay ve
güneş) Allah'ın âyetlerinden iki âyettir. Bunlar hiç bir kimsenin doğumu veya
ölümü için tutulmazlar. Onları (tutulmuş) görürseniz hemen namaza iltica edin,
buyurdular.
Güneş bir defasında
Rasulullah zamanında onun oğlu İbrahim'in Öldüğü günde tutulmuştu. Bunun
üzerine insanlar: "Güneş İbrahim'in ölümü sebebiyle tutuldu" dediler.[63]
Diğer bii" rivayette
ise[64]
Allah'a hamd edip ona senada bulundu; sonra: "Şüphesiz ki güneşle ay
Allah'ın âyetlerinden iki ayettirler. Bunlar hiç bir kimsenin hayalı veya Ölümü
dolayısıyla tutulmazlar. Onları (tutulmuş) görürseniz Allah'ı zikrediniz,
tekbir getiriniz ve namaz kılınız, tasaddukta bulununuz" dedi. Arkasından:
"Ey Muhammed ümmeti. Allah'a yemin olsun ki hiçbiriniz Allah'ın kulu zina
ettiğinde O'ndan daha kıskanç olamaz... Ey Muhammed ümmeti, eğer siz benim
bildiğimi bilseydiniz, mutlaka çok ağlar ve mutlaka az gülerdiniz" dedi.[65]
Esma binti Ebi Bekir
şöyle rivayet etti:
"Rasulullah
(s.a.v.) (Kusuf namazını bitirip) çıktıktan sonra Allah'a hamd ve senada
bulunduktan sonra; görmediğim bir şey kalmadı O kadar ki "Ben Kaf sûresini
Cuma günleri Rasulullah (s.a.v.)'in ağzından öğrendim. Onu her Cuma minberde
okuyordu."[66]
Peygamber (s.a.v.)'in
hanımı Safıye'den rivayete göre; kendisi Ramazanın son on gecesinde mescidde
itikafı esnasında Rasulullah (s.a.v.)'i ziyarete gelmiş ve onun yanında bir
müddet konuşmuş. Sonra evine gitmek üzere kalkmış, bunun üzerine Peygamber
(s.a.v.) de onu evine geçirmek için o-nunla beraber kalkmış. Onu ta Ümmii
Seleme'nin kapısının yanındaki mes-cid çıkışına kadar görürmüş. Derken oradan
Eosar'dan iki zat geçti. Rasulullah (s.a.v.)'e selam verdiler. Peygamber
(s.a.v.) adamlara: "Ağır o-lun! Bu kadın Safiyye binti Huyey'dir, buyurdu.
Adamlar:
- Sübhanallah yâ
Rasulullah! deyip bu açıklama onlara garip geldi. Peygamber (s.a.v.): Şüphesiz
ki şeytan, insanın kanının ulaştığı yere ulaşır. Ben de sizin kalblerinize bir
şüphe atar diye korktum" buyurdular.[67]
Hafız İbni Hacer:
"... Hadiste bir çok faydalar varcjır... Bunlardan bazısı itikafa girmiş
olanın karısıyla yalnız kalabileceği ve kadının itikaftaki kocasını ziyaret
etmesinin mubah olduğudur" dedi.[68]
İbni Rüşd:
"Alimler itikafın cinsi münasebet dışındaki öpüşme ve dokunma suretiyle
bozulup bozulmayacağı konusunda ihtilaf ettiler. Malik'e göre bunların (öpüşme,
dokunma ve cima) hepsi itikafı bozar. Ebu Hanife i-se; inzal (boşalma)
olmadıktan sonra diğerlerinin itikafa zararı yoktur. Burada ihtilafa sebep olan
[69]"Siz
mescidlerde itikaf halinde iken kadınlarla i-lişkiye girmeyin" âyetindeki
(mübaşere) ilişki kelimesidir. Burada bu kelime sadece cimaya mı yoksa onun
dışındaki öpme ve dokunmayı da kapsıyor mu, belli değildir. [70]
Rübeyyi binti Muavviz
b. Afra'dan rivayete göre: Rasulullah (s.a.v.) Aşura sabahı Ensar köylerine:
'Her kim oruçsuz olarak sabahlamışsa o günün geri kalanını tamamlasın. Kim
oruçlu olarak sabahlamışsa orucunu tutşu makamım da bana gösterilmiş olmasın.
Cennet ve cehennemi bile (gördüm). Bana muhakkak surette bildirildi ki siz kabirlerde
deccalın fitnesine yakın yahut onun kadar bir fitne göreceksiniz. Sizden
birinize (kabirde)
gelerek;
- Bu zat hakkında
bilgin ne idi? diye soracaklar. Mü'min yahut mûkin Muhammed Allah'ın Rasulüdür.
Bize beyyinelerle hidayet getirdi. Biz de ona icabet ederek iman ettik ve ona
uyduk, diyecek. Kendisine "sen rahatça uyu" diyecekler. Münafık veya
şüpheciye gelince, O:
- Ben bilmem, alemin bir şey söylediğini
işittim; ben de söyledim, cevabını verecek.
Diğer bir rivayette
ise[71]
Rasulullah (sav) insanlara isabet edecek kabir fitnesini haber verdi. İşte bunu
hatırlattığında müslümanlar bu kötü durum karşısında uğultu yapmaya başladılar.[72]
Hafız İbni Hacer; Esma
binti Ebi Bekir'in bu son hadisini Buhari çok kısa bir şekilde zikretmiştir...
Nesai ve İsmail'i de Buhari'nin zikrettiği gibi hadisi aynen zikredip
(Daccetün) kelimesinden sonra şunu ilave etti. Benim Rasulullah'ın son sözünü
anlamama (gürültü) engel oldu. Onların gürültüsü sona erdiğinde yakınımda
bulunan bir adama: Ey filan Allah senden razı olsun, Rasulullah konuşmasının
sonunda ne söyledi? Adam da: "Bana muhakkak surette bildirildi ki siz
kabirde Deccalin fitnesine yakın bir fitne göreceksiniz"[73]
dediğini söyledi.
Fatıma binti Kays'dan
rivayete göre:
"Mescide gittim.
Rasulullah (s.a.v.)'le beraber namaz kıldım. Rasulullah namazını bitirdiğinde
minbere gülerek oturdu."[74]
Diğer bir rivayette
(Rasulullah): "Ey insanlar, Temim-i Dâri'nin bana anlattığına göre onun
kavminden bazı insanlar kendilerine ait bir gemiyle denizde idiler. Gemileri
parçalandı, bunun üzerine onlardan bazıları ellerine geçen parçalardan
yararlanarak denizin ortasında bir adaya çıktılar."[75]
Amra binti
Abdirrahman'ın kız kardeşinden rivayetine göre:sun' diye haber gönderdi. Bundan
sonra biz artık bu orucu (yani aşura orucu) tutmağa ve küçük çocuklarımıza da
tutturmaya başladık. Çocuklarımıza yünden yapma oyuncaklar verirdik. Müslim'in
rivayetinde ise: 'Mescide gidiyoruz' ibaresi vardır. 'Yiyecek istediler mi
oyuncağı kendilerine verirdik. Oyuncak onları avutur, bu suretle oruçlarını tamamlarlardı."[76]
Tabakatü'l-Kübra'da
Havle binti Kays'dan yapılan bir rivayette ise: "Biz Peygamber (s.a.v.)
döneminde ayrıca Ebu Bekir ve Ömer'in hilâfetinin ilk döneminde kadınlarla
beraber mescidde bulunuyorduk. Ömer: 'Sizi çıkaracağım' dedi. Mescidden çıkarıldık;
fakat sadeceben kaldım. [77]Oysa
biz namazları vaktinde müşahede ediyorduk." [78]
Fatıma binti
Kays'dan...
"İddetim sona
erdiğinde müezzinin şöyle diyerek Rasulullah (s.a.v.)'ı çağırdığını duydum:
Namaz toplayıcıdır... Diğer bir rivayette ise; İnsanlar namazdan sonraki genel
toplantı için çağrıldılar. Ben de hemen giden insanlarla birlikte gittim. Ben
kadınların safının basındaydım. O ise erkeklerin safının en sonunda idi."[79]
Bu konuda
İbnü'l-Kayyım şöyle diyor:
"... (Medine
halkının) takriri aktarmaları Rasulullah 'in (s.a.v.) ikrarını nakletmeleri
gibidir... Kadınların dışarıya çıkması ve yollarda yürümeleri, mescidlerde
hazır bulunmaları, özel olarak çağrılan ve toplanılan toplantılardaki
konuşmaları dinlemeler;[80]
İbni Abbas'tan
Mecmau'z-Zevaid kitabında zikredilen rivayete göre "Peygamber (s.a.v.)'e
gelindi. Kendisine: "Bu ensarın kadınları ve erkekleri mescidde toplanmış
ağlıyorlar" denildi. O da onların ağlamasının sebebi nedir? dedi. Senin
ölmenden korkuyorlar, dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) çıktı minberin
üzerine iki ucu omuzlarının üzerine atılmış bir örtüye bürünmüş, başını sarıkla
sarmış bir vaziyette oturdu. Allah'a hamd ve senada bulunduktan sonra şöyle
dedi: "Ama sonra: Ey insanlar, şüphesiz ki insanlar çoğalacak ve ensar ise
yemeğin içindeki tuz gibi oluncaya kadar azalacaktı.
Her kim onların işinin
başına geçerse onların iyilerine hürmetkar davransın, hatalı davrananlarını da
affetsin üzerinde durmasın.[81]
Aişe'den bir rivayete
göre: Rasulullah'ı (s.a.v.) bir gün odamın kapısında gördüm. Habeşliler
mescidde oynuyorlar. Rasulullah (s.a.v.) ise elbisesini ben oyunlara bakayım
diye tutuyordu.[82]
Fethu'l-Bari'de şu
kayıt yer alır: ... [83]Muhelleb
(Mescidde oynama tepki gösterenleri reddederek): Mescid müslüman topluluğunun
emniyeti için bina edilmiştir. Burada dinin ve onun müntesiplerinin menfaatine
olan bütün işlerin yapılması caizdir. [84]
Sehl İbni Sa'd'dan:
Rasulullah (s.a.v.)'e bir kadın gelerek:
- Ya Rasulullah ben
size nefsimi hibe etmek için geldim, dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.)
kadına bakarak onu tepeden tırnağa süzdü, sonra başını eğdi. Kadın onun kendisi
hakkında bir karar vermediğini görünce oturdu.[85]
Hafız İbni Hacer:
...İsmaili'deki Süfyan-i Sevri'nin rivayetinde ise, Peygamber (s.a.v.) mescidde
iken onun yanına bir kadın geldi... Kıssanın (anlatılan şeyin) meydana geldiği
yerin belirlendiğini ifade etti.[86]
Sehl İbni Sa'd'dan:
"Adamın biri gelip dedi ki: "Ya Rasulullah, bir adam karısının
yanında yabancı birini bulursa onu öldürür mü? [87]Bunun
üzerine mescidde (adam ve hanımı) lian yaptılar, ben de orada idim." [88]
Aişe radiyallahu anha'dan;
şöyle demiştir: "Sa'd b. Muaz (radiyallahu anh) Hendek gününde kolundaki
ana damarından yaralanmıştı. Peygamber (s.a.v.) yakından tedavi buyurabilmek
için (ona mahsus) bir çadır kurdurdu.
Mescidde (ve hemen
yanıbaşında) Beni Gıfar'dan (bazı kimselere ait) bir çadır daha vardı. (İşte bu
Gıfariler kendi hallerinde oturup dururken) bir de bakmışlar ki, kendilerine
doğru kan akıp geliyor 'sizin tarafınızdan bize doğru gelen bu (kan) nedir?'
dediler. Meğer Sa'd'in yarası akıp dururmuş. İşte (Sa'd) ondan vefat
etti."[89]
Hafız İbni Hacer:
(Beni Gıfar'dan bazı kimselere ait bir çadır sözünde bahsedilen çadır) daha
önce de geçtiği gibi İbni İshak'ın söylediğine göre Refıde Eslemiye'nindir.
Onun Beni Gıfar'dan bir kocasının olması muhtemeldir [90]dedi.
İbni İshak; Rasulullah (s.a.v.) Sa'd'ı mescidinin yanındaki Refide'nin çadırına
koydu. O kadın yaralıları tedavi ediyordu. Rasulullah (s.a.v.) Sa'd'ı
Refide'nin çadırına koyunuz ki yakından bakabilsin" buyurdu, dedi.[91]
Ebu Hureyre'den:
Siyah bir adam veya
siyah bir kadın mescidi temizliyordu. [92](Buhari'nin
rivayetinde onu ancak kadın olduğu görüşündeyim) Peygamber (s.a.v.), görünmez
olunca onu sordu. Bunun üzerine: "O öldü" dediler. Rasulullah (s.a.v.):
- Bana haber vermeli
değil miydiniz? Bana onun kabrini gösterin -veya o kadının kabrini- buyurdu.
Arkasında kabrine gidip onun cenaze namazını kıldı.[93]
Buhari bu hadisi
zikretti. Ayrıca bab başlığından sonra da buna bağlı olarak İbni Abbas'ın
sözünü zikretti. Karnımda olanı tam hür olarak mescide hizmet etmesi için sana
adadım sözüyle Allahu Teala'nın şu sözüne işaret ediyor: (İmran'm karısı
demişti ki: Rabbim, karnımda olanı tam hür olarak sana adadım, benden kabul
buyur.)
Fethu'l-Bari'de[94]
Hafız:... Bu hadisi İbnu Huzeyme, İbni Abdirrahman yoluyla da babasından Ebi
Hureyre'nin şöyle rivayet ettiğini söyledi: "Siyahi bir kadın" ve hiç
şüphe etmedi. Beyhaki aynı hadisi hasen isnadla îbni Bureyde'nin babasından
rivayet ettiği hadisten aktardı. [95]Mescidde
hizmet eden kadım Ümmü Mihcan olarak isimlendirdi. Yine; "hür
olarak" sözünden onların şeriatında çocuklarım adamalarının doğru bir şey
olduğunu anlaşılmaktadır. Sanki Buhari'nin bu âyete işaret etmesinin gayesi
geçmiş ümmetlerde de mescide hizmet ederek kutsanmasının meşru olduğunu
belirtmek içindir. Çünkü onlardan bazısının çocuğunu mescide hizmet etmesi
için adaması vaki olmuştur. Bunun Buhari'nin babında bulunmasının münasebeti
hadiste adı geçen kadının Nebi (s.a.v.)'in onayıyla mescid hizmeti için nefsini
adayarak teberru etmesinin doğruluğudur. [96]
Aişe (radiyallahu
anha)'dan:
Arab kabilelerinden
birinde bir siyah cariye vardı. Onu azad ettiler (o siyah câriye) Rasulullah
(s.a.v.)'e gelip İslâm'ı kabul etti. Mescidde ona mahsus yünden veya kıldan bir
çadır vardı. Her vakit bana gelir, yanımda konuşurdu, dedi.[97]
Buhari bu hadisi
(kadının mescidde uyuması) babı altında zikretti. Arkasından da (Erkeğin
mescidde uyuması) babını zikretmiştir. Bu bablarda bir çok hadis serdetmiştir.
Bunlardan birisi de Abdullah İbni Ömer'in genç ve bekâr iken Peygamber
(s.a.v.)'in mescidinde uyuduğunu bildiren hadistir. Bunun dışında Ebu Hureyre
Suffe ashabından yetmiş kişinin sığındığını görmüştür.
(Suffe ise Mescid-i
Nebevi'de miskinlerin sığındıkları gölgelik bir yerdir).
Hafız İbni Hacer:
Hadiste (Yani Aişe'nin hadisi) Fitneden emin olunduğu zaman gerek kadın,
gerekse erkek müslümanlardan yatacak yeri olmayanların mescidde gecelemelerinin
ve konuşmalarının mubah olduğu hükmü vardır, dedi.[98]
1. Koku
sürünmekten sakınmaları:
Büsr b. Said'den:
Zeyneb es-Sakafiyye Rasulullah (s.a.v.)'den naklen şu hadisi rivayet etmiş:
Peygamber (s.a.v.);
"Kadınlar, sizden
biriniz yatsı namazına çıkarsa o gece koku sürünmesin" buyurmuşlar.[99]
Abdullah'ın hanımı
Zeyneb'den:
Zeyneb şöyle demiş:
"Sizden biriniz mescide giderse kokuya el sürmesin" buyurdular.[100]
Ebu Hureyre'den:
Rasulullah (s.a.v.): "Herhangi bir kadın koku sürünürse bizimle beraber
yatsı namazında bulunmasın" buyurdular.[101]
İmam İbni Dakik İyd:
Koku olarak kabul edilen herşey bu kapsama girer. Koku sürünmek erkeklerin
şehvetini harekete geçirdiği için yasaklanmıştır. Belki aynı şekilde kadının
şehvetini de harekete geçiren bir sebep olabilir. Bu özellikleri taşıyan herşey
buna dahildir.
Peygamber (s.a.v.)'den
sabit olduğuna göre; "Herhangi bir kadın koku sürünürse bizimle beraber
yatsı namazında bulunmasın" buyurdu. Bu koku yasağına aynı şekilde güzel
elbise, süslenmede etkisi görünen takıların takılması da dahil edilmiştir.[102]
2.
Aralarında bir örtü olmaksızın kadınların safının erkeklerin safının arkasında
bulunması:
Fatıma binti Kays'dan:
"Haydin toplayıcı namaza diye cemaat arasında nida olundu. Camiye giden
insanlar arasında ben de gittim. Kadınların ön safında idim. Bu saf erkeklerin
son safının arkasından gelir."[103]
Cabir îbni
Abdullah'dan: Rasulullah (s.a.v.) zamanında güneş tutuldu. Bunun üzerine
Rasulullah (s.a.v.) cemaate dört secde ile altı rükfı'lu namaz kıldırdı. Sonra
geriledi, arkasındaki saflar da gerilediler. Böylece son safa vardık.[104]
Kadınların erkeklerin
arkasında bir engel olmaksızın mescidde namaz kılması Nebi (s.a.v.)'in
gösterdiği cemaatle namaz kılma uygulamalarından bir uygulama olarak kabul
edilir.
Peygamber (s.a.v.)'in
gösterdiği bu uygulamanın sebebi;
1. Bir yerde
kadınlarla erkeklerin toplanması karşısında gösterilen aşırı hassasiyetin
kaybolmasıdır. Çünkü onların erkeklerin saflarından ayrı olduklarının belli
olması yeterlidir.
2. Ta ki
kadınların imama en iyi şekilde uyması, yani imama rüku ve secdede uymada
sadece tekbiri duymak yetmez. İmamın tekbir getirip ikinci rekatta oturacağı
yerde unutarak üçüncü rekata kalkması ama bu arada işiterek ama görmeden imama
tabi olanlar bu tekbiri oturma tekbiri sanıp oturur. İmam bazen tekbir getirip
tilâvet secdesi yaparken bu arada görmeden imama uyanlar bunu rüku tekbiri
sanıp rüku'ya varırlar.
Ebi Said Hudri'den:
"Rasulullah (s.a.v.) ashabında bir gerileme görmüş de onlara: İlerleyin ve
bana uyun! Sizden sonrakiler de size uysunlar de-miş."[105]
Bu ise her safın kendi
önündeki safa uyması için görmesi ve böylelikle kadınların ilk safının
erkeklerin safının en sonuna gelip ona uyması zarureti demektir.
İmam Ebu İshak Şirazi:
Eğer saflar birbirine uzak ise veya birinci saf imamdan uzakta ise duruma
bakarım. Eğer her iki saf arasında hiç bir engel yoksa ve namazı mescidin
içinde kılıyor ise o saf imamın namazından haberdardır. Namazda mescidin her
tarafı cemaat yeri olduğu için sahihtir, [106]
dedi."
Serahsi'ye ait Mebsut
adlı kitapta; İmam ve ona tâbi olan arasında aralığı bulunmayan bir büyük
duvarın bulunması imama uymanın sıhhatine mânidir, [107]
denildiği belirtildi.
Müdevvenetü'l-Kübra'da;
İbn Kasım Malik'e bir grup gelip mescidin sahasının kadınlarla ve erkeklerle
dolu olduğunu, bunun üzerine erkeklerin kadınların arkasında imamla namaz
kıldığını sordum. O da; Namazlarını iade etmezler, namazları tamdır, dediği
rivayet olundu.[108]
3.
Kadınların en hayırlı safı sonda olanıdır:
Ebi Hureyre'den:
Rasulullah (s.a.v.): "Erkek saflarının en hayırlısı ilk saftır. En
hayırsızı da son saftır. Kadın saflarının en hayırlısı ise son saf, en
hayırsızı ilk safdır" buyurdu.[109]
Erkeklerin birinci saf
için teşvik edilmesi bir fazilet ve yücelik olmasının yanında onların imama
yakın olması tam bir şekilde imama uyması anlamına gelir. Bütün bunlar güzel
şeylerdir. Ama kadınlara gelince onların birinci saf için teşvik edilmesi
onları evde evinin işlerini yaparken ve çocukları ile uğraşırken zora,
sıkıntıya sokar. Aynı zamanda kadınların erkeklerin safına yakın olması hem
kadınların ve hem erkeklerin nefislerinde bir karışıklık meydana getirir. Her
ikisi için de bu durum güzel değildir. Hem sonra kadınların safının en sona
kalmasının faziletli olması erkeklerin mescide gitmek için acele ettikleri gibi
acele etmemelerini sağlar. Böylelikle mescide girişteki izdihamdan kurtulmuş
olur, ayrıca o anda elinde olan herhangi bir işi erkekler mescide girinceye
kadar tamamlama fırsatı bulur. Buna ilaveten imamın selam vermesinden sonra
erkeklerden önce mescidi terketmele-rini de düşünecek olursak, kadınlara
gösterilen şefkatin derecesini ve ev işlerindeki mesuliyetlerinin ne derece
önemli olduğunu mescide en son ge len fakat en önce ayrılan olmalarından da
anlayabiliriz.
4.
Erkeklerle aralarında bir örtü olmadığı için kadınların başlarını secdeden geç
kaldırmaları:
Sehl İbni Sa'd'dan,
şöyle dedi: "İnsanlar Peygamber (s.a.v.) ile beraber namaz kılarlarken
onlar elbiselerinin küçüklüğünden dolayı boyunlarına asıyorlardı. Diğer bir
rivayette ise: Çocuklar gibi elbiselerini boyunlarına asıyorlar."[110]
Kadınlara: "Başlarınızı erkeklerden önce onlar oturmadan kaldırmayın"
denildi.[111]
Hafız İbni Hacer;
kadınların başlarını erkeklerden önce kaldırmaları başlarını kaldırırken
erkeklerin avret yerlerini görmeleri ihtimalinden dolayı yasaklandı.[112]
Eyyüb'dan, şöyle dedi:
"Bana Ebu Kıîâbe şöyle dedi: Amr b. Seleme ile karşılaşmıyor musun ona
keşke sorsan: 'Onunla karşılaştım ve sordum1 dedi. Sorumun üzerine; biz
insanların uğrak yerinde bulunuyorduk. Bize çeşitli kafileler uğruyordu..Ben
ise onlara soruyordum: İnsanlara ne oluyor? İnsanlara ne oluyor? Bu adam
kimdir? Kafiledekiler "kendisini Allah'ın gönderdiğini ayrıca vahiy de
indirdiğini iddia ediyor. Allah bana şunu vah-yetti diyor" dediler. Ben de
işte o sözleri ezberliyordum, sanki bu sözler göğsümde yer ediyordu. Araplar
ise Mekke'nin fethine kadar müslüman olmayı geciktiriyorlardı. Ardından da; onu
(peygamberi) ve kavmini kendi haline bırakınız. Peygamber eğer onlara galip
gelirse o hakiki peygamberdir. Fetih ehlinin olayı meydana gelince bütün
kavimler müslüman olmak için acele ettiler ve benim kavmimin babası da İslam'a
girmek için ilerledi. O geldiğinde şöyle dedi: Sizin yanınıza Allah'a yemin
olsun ki ben Peygamber (s.a.v.)'in yanından geliyorum. Arkasından; şu namazı şu
vakitte diğer namazı şu vakitte kılımz.eğer namaz vakti gelirse sizden biriniz
ezan okusun ve Kur'an'ı az çok bileniniz de size imam olsun, dedi. Aralarında
konuştular baktılar ki ben kafileleri karşılarken benden daha iyi Kur'an'ı
bilen bulunamadı. Bunun Üzerine beni önlerine imam olarak geçirdiler ve ben o
vakitte altı veya yedi yaşlarında bir çocuktum. Üzerimde dikilmiş bir örtü
vardı. Ben secdeye gidince bu örtü vücuduma (dar olduğu için) yapışırdı.
Mahalleden bir kadın benim avret yerlerimin göründüğünü farkedince;
"İmamınızın avret yerlerini örtünüz! Hemen kumaş kestirerek bana bir gömlek
diktirdiler. Buna sevindiğim kadar hiç bir şeye sevinmedim."[113]
Gönümüzde RasuJullah
(s.a.v.) döneminde olduğu gibi kadınlar erkeklerin arkasında sala duracak
olurlarsa ve aralarında bir engel (örtü) b«h—azsa fcachnlann dar elbiseler
sebebiyle erkeklerin avretlerini görme ihii—fi dolayısıyla başlanın secdeden
kaldırmayı geciktirmeleri gerekir.
5. Sehl b.
Sa'd Saidi'den; Rasuluüah (s.a.v.): "Ben ne yaptım da sizleri tasfiki
fazlalaştırnuş, olarak görüyorum. Hanginize namazda bir hal arız olursa teşbih
etsin. Eğer o teşbih ederse ben ona (yönelir ) dikkat ederim çünkü tasfık
kadınlar içindir."[114]
6. imamın
kadınlara şefkat dilemesinin vacib olması ve yatsı namazında acele edilmesi:
Aişe (r.a.)'den; şöyle
dedi: Rasulullah (s.a.v.) yatsı (ateme) namazım Ömer kadınlarla çocuklar uyudu
deyinceye kadar geciktirdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) çıkarak: "Bu
namazı sizden başka yeryüzünde yaşayanların hiç birisi beklemez. Peygamber
(s.a.v.) o gün sadece Medine'de namaz kılıyordu. Yatsı namazını gurubun
kaybolması ile gecenin üçte birlik ilk diliminde kılıyorlardı.[115]
7. imamın
kadınlara şefkat olsun diye namazı hafif tutması (uzatmaması) Enes İbni
Malik'den; Peygamber (s.a.v.) şöyle dedi: "Ben (bazen) namaza uzatmak
niyetiyle giriyorum. Fakat bir çocuğun ağlayışını duyunca annesinin ona karşı
gösterdiği fazla şefkat ve üzüntüden dolayı namazı hafif kıldırıyorum."
Diğer bir rivayette ise [116]"Annesine
zorluk vermeyi iyi görmediğimden dolayı" buyurdular.[117]
8. Kadınlara
şefkat olsun diye erkeklerden önce camiden çıkmalarına imkan verilmesi (veya
ortamın hazrlanması)
Hind binti Haris'den:
Peygamber (s.a.v.)'in
hanımlarından Ümmü Seleme; [118]Kadınlar
Rasulul-lah (s.a.v.) zamanında farz namazları kılıp selam verdikten sonra
kalktıklarını, Rasulullah (sav)'in ve beraberinde namaz kılan erkeklerin bir
müddet beklediklerini, Rasulullah (s.a.v.) kalkınca erkeklerin de kalktıklarını
ona haber verdi" dedi.
Diğer bir rivayette
işe: "Rasulullah (s.a.v.) selam verip selamını tamamlayınca kadınlar
kalktı. Peygamber (s.a.v.) bir müddet bekledikten sonra ayağa kalktı"
dedi.
İbni Şihab Zühri:
Allah'a yemin olsun ki burada Peygamber (sav)'in beklemesi erkeklerin onlara
yetişmeden onların mescidden çıkmaları içindir. [119]
9.
Kadınlarla erkeklerin mescidde
bir arada
bulunmalarında bir mahzur yoktur.
- Erkeklerin kadınları
ve kadınların da erkekleri görmesi:
Hadis:
"Rasulullah (s.a.v.) yatsı namazını Ömer kadınlarla çocuklar uyudu
deyinceye kadar geciktirdi..." Ben de madem ki kadınların ve erkeklerin
safı arasında örtü yoksa, geçici görme' gözleri kaçmakla beraber riıeydana
gelir, diyorum.
- İhtiyaç anında
erkeklerle kadınların birbirleriyle konuşması:
Hadis:
"Kadınlara, erkekler tam anlamıyla oturuncaya kadar başlarınızı
(secdeden) kaldırmayınız, denildi."
Hadis:
"Mahalleden bir kadın, imamınızın avret yerlerini örtünüz". Hadis:
"Mescidde lian yaptılar, ben de orada idim."
Hadis: "İşte bunu
söyleyince müslümanlar gürültü çıkardı... Bana yakın olan bir adama: Ey, adam
Allah senden razı olsun Rasulullah (s.a.v.) sözünün sonunda ne söyledi?
dedim," dedi.
Kadınlara ve erkeklere
konuşma ve hareket hürriyeti:
Buhari sahihinde
mescidde hurma salkımının asılması ve kısme babında anlattı,[120]
Hafız İbni Hacer:
"Buhari hurmanın asılması konusundaki babta bh hadis zikretmedi... Bilâkis
onu toplayanlar için malın mescide konmasının caiz olmasından çıkarmıştır.
Şüphesiz her ikisi de (yani malın veya hurma salkımının asılması) muhtaçların
ona kolayca ulaşması içindir. Bu münasebetle Nesai'nin-rivayet ettiği şu
hadise işaret etti: Rasulullah (s.a.v.) elinde bastonla çıktı. Adamın birisi
hurma salkımım astı. Rasulullah (s.a.v.) hurim salkımına bastonuyla dokunmaya
başladı ve; Keşke bu sadakanın sahibi bundan daha güzelini tasadduk etse."
Bu hadisin senedi
kuvvetli olsa bile Buhari'nin şartına uygun değildir Bu konuya ait Sabit'in
"Delâil" adlı kitabmda başka bir hadis daha vardır k: Jafzı şöyledir;
"Nebi (s.a.v.) mescidin her bir duvarına (ihtiyaç sahiplerinir gelip
alabileceği) bir çıkın asılmasını (yardım sandığı konulmasını"
emretti." Diğer bir rivayette ise: Muaz bin Cebel'bu yardım sandığının beklenmesi
veya dağıtımıyla görevliydi.[121]
Eğer mesciddeki bu
yardım sandığından ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını gidermesi hedeflenmişse;
bu ihtiyaç sahiplerinin içinde erkekler olduğı gibi kadınlar da vardır.
Hadis: "Kadın
veya erkeklerden herhangi birisi mescidi süpürür ve temizlerdi, ben ise mescidi
süpürenleri hep kadın olarak görürdüm."
Hadis: "
Velide'nin mescidde, uyurken örtüneceği bir örtüsü vardı."
Hadis: "Bizler
(Aşure günü) oruç tutardık, çocuklarımız da oruç tutardı. Çocuklarımızla
beraber mescide gider, onların oynayabilecekleri yünden oyuncaklar
yapardık."
Ayrıca herkesin
bildiği meşhur bir haber de; mihirlerin artması konusunda Hz. Ömer'e itiraz
eden kadın hadisesi -her ne kadar zayıf bir senetle rivayet edilmiş olsa bile-
Rasulullah (s.a.v.) sünnetiyle zıtlık arzetmeyen tarihi bir tatbikat olarak
mücerred delil olmaya yarar.
Rasulullah (s.a.v.)
zamanında mescide devamlı gelen kadınların konumunu gözler önüne serdikten
sonra bizim ve tüm insanlığın en hayırlı öğreticisi olan Rasulullah
(s.a.v.)'in konumunu etraflıca durup düşünmemiz gerekir. O ki (s.a.v.)
faziletinden dolayı yatsı namazını geciktirirdi, fakat "kadınlar ve
çocuklar uyuklamaya başladılar" sözünü işittiği zaman, hemen evinden çıkar
ve kadınlarla çocukların durumunu gözeterek namazı erkenden kıldınrdı. Yine o
(s.a.v.) namaza başladığında, daha çok faziletinden dolayı namazı uzatmak
isterdi, fakat çocukların ağladıklarını duyduğu anda ağlayan çocuğun annesine
sıkıntı gelmesinden dolayı namazını kısa keserdi. İşte Rasulullah (s.a.v)'in
siyaseti hem hikmetli hem de şefkatli idi. Sonra tüm bunlardan da öte, sabah
namazını mescidde kılan müslüman bir kadının namusunun zorla kirletilmesi
hadisesinde bile, kadının sabah namazı vaktinde mescide gitmesini engelleyici
(veya kısıtlayıcı) hiç bir söz Peygamber'den sadır olmamıştır. Sabah namazı
vakti sıkıntılı ve günaha düşme korkusu çok olan bir zaman olmasına rağmen
sabah namazının faziletinden mahrum etmek istememiştir. Yine Peygmaber (s.a.v)
aynı şekilde annesinin olmadığı zamanlarda (veya namaz vs. şeylerle meşgul
olduğu anlarda) çocuğu koruyup gözetecek hiç bir kimsenin bulunmaması
ihtimalinden dolayı kadının mescide gelirken çocuğunu da beraberinde getirmesi
konusunda hiçbir engelleme yapmamıştır. Tüm bu anlatılan olaylar bizi şu
sonuca ulaştırır: Her ne kadar kadın erkek arasında -belirli konularda- bir
farklılığın olduğu kabul edilse de; nasıl ki erkeklerin girip çıkabilmesi için
mescidin kapılan ardına kadar açıksa, kadınlar için de mescidin kapıları ardına
kadar açık olmalıdır. Hiç bir kimse Allah (c.c.)'ın dini konusunda veya
müslümanların namusları konusunda Allah Rasulü (s.a.v.) kadar kıskanç ve düşkün
olduğunu zannetmeşin. O kadınların akıllarının ve kalplerinin işlemez hale
gelip de dumura uğramaması konusunda da aynı düşkünlüğe sahipti.
Acaba günümüzün
kadınları, ilim, va'z, nasihat ve namazda okunan Kur'an'ı dinlemeye Rasulullah
(s.a.v)'in mescidine koşan kadın sahabiler-den daha mı az muhtaçtırlar? Alimler
peygamberlerin varisleridir. Madem ki bugün kadınlarımız peygamberden ilim
almaktan mahrumdurlar. O halde ilmi onun varislerinden alsınlar. O kadınlara
babalan ve kocaları öğretsin denemez, çünkü her baba ve koca eğitim yaptırmaya
muktedir olmadığı gibi, tesirli bir vaaz u nasihat yapmaya da gücü yetmez. Eğer
bu sözümüze zamanımız çok kötü diye karşılık verilecek olursa biz de mescide
kadının gitmesi bu kötü gidişin düzeltilmesine yardımcı olacak vasıtalardandır,
diyoruz.
Mubah olan bir şey
herhangi bir zaman veya zeminde mendup veya vacib olabilir. Bugün toplumumuzda
-kadının tüm hayatını saran okul, radyo, telvizyon, örfler ve adetler ve diğer
tüm alanlarda sapmaların fazlalaştığı dikkate alınırsa- kadının gücü yettiği
kadar vakit namazlarında, cuma namazında ve uzunca rüku ve sücud'u olan teravih
namazlarında ayrıca tüm bunlarla beraber herhangi bir vaaz ve ders için her
fırsatta mescitte hazır bulunmasına ne kadar ihtiyaç duymaktadır.
Uzunca süre ayakta
durularak kılınan namazlarda Kur'an'ı dinlemek ne kadar güzeldir.
Kadını (ruhi ve manevi
yönden) ifsada sürükleyen beslenme yollarına karşılık onun selameti için akli
ve ruhi beslenmeye ihtiyacı vardır. Kötü ve hastalıklı ortamlara karşılık,
kadının iffetli, temiz ve faziletli bir şekilde yaşayabileceği genel bir
ortama ihtiyacı vardır. Ahlakı bozuk, açık-saçık, kötülüğe çokça meyledenlerin
aksine, müslüman kadının mutlaka Allah (c.c.)'dan çokça korkan, namaz kılan
saliha kadınlarla karşılaşması ve tanışıp bilişmesi gerekir.
Şu hadis:
"Kadınların mescidden istifade etmelerini engellemeyin" bizi Önemli
bir konuya yöneltiyor. Şöyle ki kadının mescidde namaz kılması mubah kabul
edilmiştir. Bunun anlamı şudur; kadın bu hakkını kullanıp kullanmamakta
serbesttir. Ayrıca hadis kadının babası veya kocası hakkında da başka bir şey
ihtiva etmektedir. Her ne kadar, şeriat baba ve kocaya kadın üzerinde bir
velayet hakkı tanımışsa da o ikisinin kadını mescide gitmesine
mani olmalarını
yasaklamıştır.
Sonuç: Kadının
mescidde namaz kılması mubahtır. Fakat babalarının onlara mescidde namaz
kılmaları için izin vermemeleri mubah değildir. Onlara vacib olan ise izin
vermeleridir ve engellemeleri de sakıncalıdır. Kadının mescidden istifade
etmesini engelleme konusundaki düşüncelerimiz gerçekten üzüntü vericidir-
İster bu ferdi bazda olsun ki bunu Abdullah İbni Ömer'in oğlunun şu sözünde
ortaya koyduğu' gibi (o kadınları mutlaka engelleyeceğiz, eğer engelleyemez
isek o kadınlar mescidi fesad yerine çevirirler) isterse toplumsal platformda
olsun; ki asırlar boyu da boyu böyle sürüp gelmiştir. İşte bu toplumsal ve
ferdi tavrımız Rasulullah'ın sünnetinden sapmanın ilk adımım oluşturuyordu.
Ayrıca sünnetten
sapmanın yanında bu tavır kadının gerek vaktini değerlendiren, gerekse ilmi
veya cihadi veya ibadi etkinliklerini sergilediği sosyal hayatın sahnesinden
çekilmesinin de başlangıcı olmuştur. Halbuki bu hayatı hür bir şekilde Nebevi
dönemde aktif hale getirebiliyordu. Fakat sonraki dönemde iş kadının gerek
babasının, gerekse kocasının evinde dört duvar arasına hapsedilmesine doğru
meyletti.
Rasulullah (s.a.v.)'in
sünnetinden ayrılmanın neticesinde kadının Şah--siyetinde bir bozulma ve dumura
uğrama kaçınılmaz oldu. Tabii asırların geçmesiyle birlikte de günümüzdeki
müslüman kadın tipi ile Nebevi dönemdeki kadın tipi arasındaki fark gittikçe
günümüz müslüman kadınının a-leyhine gelişti ve arttı. Bunun sonucu olarak da
günümüz kadını çirkin görünümlü, zayıf ahlaklı, dar görüşlü ve kıt akıllı
oldu. [122]
Aişe radiyallahu
anhâ'dan: "... Bundan sonra Hatice, Rasulullah'la birlikte Varakatu'bnu
Nevfeli'bni Esedi'bni Abdi'1-Uzza İbni Kusayy'a gitti. Varaka, Hatice'nin
amcasının oğlu, yani babasının yeğeniydi.
Bu zat, cahiliyet
döneminde Hristiyan dinine girmiş bir kimseydi. Arapça yazı yazmasını bilir ve
İncil'den bazı şeyleri de Arapça yazardı. Varaka, gözlerine körlük gelmiş bir
yaşlı ihtiyardı. Hatice Varaka'ya: "Ey amcamın oğlu! Dinle de bak,
kardeşinin oğiu ne söylüyor?" dedi. Varaka:
"Kardeşimin oğlu,
ne görüyorsun?" diye sordu. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) gördükleri şeyleri
(vahyin başlangıcındaHiradağındagördüklerini) anlattı. Sonunda Varaka ona
şunları söyledi: "Bu gördüğün Allahu Teala'nın Musa'ya indirdiği nâmusdur
(yani vahiy sırrının sahibi Cebrail'dir). Ah keşke senin davet günlerinde
yaşasaydım! Kavmin seni çıkaracakları zaman hayatta bulunaydım." Bunun
üzerine Rasulullah (s.a.v): "Onlar beni çıkaracaklar mı ki?" diye
sordu. Varaka: "Evet, çünkü senin getirdiğin şeyi getirmiş olan herkes
muhakkak düşmanlığa uğratılmıştır. Şayet senin davet günlerine yetişirsem sana
son derece büyük yardım ederim, cevabını verdi."
İbni Abbas'dan:
"Allah'ın Peygamberi (s.a.v.) ile birlikte fıtır bayramı namazında hazır
bulundum... Allah'ın Peygamberi hutbeden sonra minberden aşağıya indi (cemaat
dağılmadan, bilhassa kadınlar çekilmeden erkeklerin çıkmaması için) eliyle
oturun diye işaret edip erkekleri oturtur-kenki hali şu anda dahi gözümün
önündedir. Sonra erkeklerin saflarını yara yara kadınların saflarına kadar
gitti. Peygamber: "Ey Peygamber, inanmış kadınlar sana gelip Allah'a
hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri,
çocuklarım öldürmemeleri, elleriyle ayaklan arasında bir iftira uydurup
getirmemeleri (başkasının doğurduğu veya başka erkekten gayri meşru
kazandıklarıbir çocuğu, kocalarına nisbet etmemeleri), iyi bir işte sana karşı
gelmemeleri hususunda sana biat ederlerse onların biatlarını al ve onlar için
Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir"
ayetini okuyup bitirdikten sonra;
- Sizler bu biat (
bey'at) üzere sabit misiniz? diye sordu. İçlerinden kim olduğu ravice
bilinmeyen yalnız bir kadın cevab verdi.
- Evet.
İbni Cüreyc'den: "Ata Cabir İbni Abdillah
bana haber verdi ve şöyle dedi: "...Rasulullah (s.a.v.) kadınların yanına
geldi. Bilal'ın eline dayanarak kadınlara va'z ve tezkirde bulundu. Bilal
elbisesini açmıştı. Kadınlar sadakalarını atıp duruyorlardı. îbni Cüreyc Ata
İbni Rebah'a:
- Kadınların bu verdikleri Ramazan bayramı
zekâtı mı îdi? diye sordum. O da:
- Hayır, lakin o vakit
verdikleri bir sadaka idi. Kadın taifesi yüzüklerini atıyor ve atıyordu, dedi.
(Yine İbn Cüreyc) Ata'ya:
- Bugün de imamın,
hutbeyi bitirince kadınlar tarafına gidip onlara hatırlatmada bulunmasını bir
hak olarak görüyor musun? diye sordum. Ata:
- "Bu onlar üzerinde bir haktır. Bunu
neden yapmazlar bilmem ki?" cevabını verdi.[123]
Buhari bu hadisi
(imamın bayram günü kadınlara vazı) babının içerisinde zikretti.
Hafız İbni Hacer: (Buhari'nin
kadınlara imamın va'z etmesi babı sözü, Buhari bab başlığını bu [124]şekilde
koymakla önceden geçen mendub şeylerden olan aile eğitiminin sadece ailenin
görevi olmayıp, büyük imama ve onun yerine vekalet edenin üzerine de mendub
olduğuna dikkat çekiyor.'[125]
Iyad, Peygamberin
kadınlara va'zının hutbe esnasında olduğunu, aynca bunun İslam'ın ilk
dönemlerinde ve sadece Peygambere mahsus bir şey olduğunu zannetti. Nevevi ise
vaazın hutbe esnasında değil de hutbeden sonra olduğunu ortaya koyan rivayeti
getirdi. O ise Peygamber (s.a.v.)'in şu sözüdür: "Hutbeyi bitirdikten
sonra indi ve kadınların yanına geldi." Hususiyetler ihtimal ile sabit
olmaz... Onun (Bu onlar üzerinde bir haktır) sözünün zahiri, gerçekten Ata,
bunun vacib olduğu kanaatindedir. Bu sebepten dolayı Iyad şöyle dedi. Bunu
ondan başkası söylemedi. Nevevi'ye gelince bunu istishab olarak kabul
etmiştir. Ve akabinde: "Fesada yol açmadığı müddetçe imamın vaaz etmesinde
bir sakınca yoktur" dedi.[126]
Burada Kadı Iyad'ın:
"Gerçekten Peygamber'in kadınlara vaaz etmesi İslam'ın başlangıcında
idi" sözüne cevab olarak, Mekke'nin fethinden sonra hicret eden İbni
Abbas'm bu bayram namazında orada bulunduğunu ilave edebiliriz.
Ebi Said Hudrî'den bir
rivayette şöyle dedi: "Rasulullah (s.a.v.): 'Ey kadınlar, ben ateş ehlinin
çoğunun kadınlar olduğunu gördüm, onun için tasadduk ediniz1 dedi. Kadınlar:
'Niçin ey Allah'ın Rasulü?' dediler."
Müslim'in rivayetinde
ise; Onların içinden zeki bir kadın; Ya Rasulul lah niçin biz ateş ehlinin
çoğunluğundan oluyoruz? dedi.[127]
Rasulullah; Sizler
çokça lanet okuyorsunuz ve kocalarınızın sizlere karşı olan harcamalarını inkâr
ediyorsunuz. Ayrıca dini ve aklı noksan olan sizlerden birinizin, akıllı,
basiretli, zeki bir adamın aklını giderdiğinizi (onu geçtiğinizi) hayretle
gördüm dedi. Kadınlar: 'Ey Allah'ın Rasulü, bizim aklımızın ve dinimizin
noksan olması ne demektir? "Rasulullah: 'Bir kadının şahitliği bir erkeğin
şahitliğin yansı değil mi?' deyince onlar da: 'Evet, öyledir' dediler.
Rasulullah: 'İşte bu onun aklının eksik olmasındandır, yine kadın hayızlı
halinde oruç tutmaz, namaz kılmaz, öyle değil mi?1 Kadınlar: 'Evet, öyledir'
deyince Rasulullah: 'İşte bu da onların dininin noksanlığın-dandır'dedi."[128]
Ebu Said Hudri'den:
"Bir kadın, Rasulullah'a geldi de:
- Ya Rasulullah! Senin
sözlerini hep erkekler alıp gidiyorlar. Diğer bir rivayette: "Seni dinleme
konusunda erkekler bizim önümüze geçti." (Yani seni erkekler bizden daha
çok dinliyor.) Binaenaleyh bize de kendiliğinden bir gün tahsis et ki o günde
sana gelelim, sen de Allah'ın sana öğrettiği şeylerden bizlere Öğretirsin!
dedi. Rasulullah (s.a.v.):
- Şu günde ve yerde toplanınız, buyurdu.
Kadınlar toplandılar. Rasulullah da geldi ve onlara Allah'ın kendisine
öğrettiği şeylerden öğretti. Sonra da:
- İçinizden hiç bir
kadın yoktur ki evladından üç tanesini kendinden evvel ahirete yollasın da bu
çocuklan kendisi için cehenneme karşı birer siper olmasınlar, buyurdu. Bunun
üzerine bir kadın:[129]
- Ya Rasulullah iki
tanesi de öyle değil mi? Bunu iki kere tekrar etti, dedi. Rasulullah: İki
tanesi de, iki tanesi de, iki tanesi de Öyledir, buyurdu."[130]
Hafız İbni Hacer:
...Hadis sahabe kadınlarının din ile ilgili konuları öğrenme hakkındaki hırs ve
isteklerinin seviyesini gösteriyor.[131]
Şunu ilâve etmek gerekir ki kadınlara ayrılan bu gün onların erkeklerle beraber
mescidde Rasulullah'ın hutbelerini dinledikleri günlerin dışında idi.
Ümmü Fadî binti
Haris'den: Nebi (s.a.v.)'in orucu hakkında Arafat gününde onun yanında insanlar
mücadeleye başladılar. Bazısı; o oruçtur, dedi. Onlardan bazısı da: 'Rasulullah
oruçlu değildir' dedi. Bunun üzerine Rasulullah'a bir bardak süt gönderdim.
Kendisi devenin üzerinde olduğu halde sütü içti.[132]
Hafız İbni Hacer:
"Hadiste bazı faydalar vardır... Kadın ve erkekler arasındaki tartışma...
Ayrıca Ümmü Fadl'ın içinde bulundukları hale uygun güzel bir yolla şer'i hükmü
açığa çıkarmak için gösterdiği ustalığı, çünkü bu olay öğleden sonra sıcak bir
günde idi."[133]
Cabir İbni
Abdillah'dan, şöyle dedi: "Nebi (s.a.v.)'in şöyle dediğini duyduğunu Ümmü
Şüreyk bana haber verdi. İnsanlar Deccal'dan dağlara kaçacaklar." Bunun
üzerine Ümmü Şüreyk: "Ya Rasulullah, o gün Araplar nerededir?"
Rasulullah (s.a.v.) ise: MOnlar o gün azdır" dedi.124
Abdullah îbni
Mes'ud'un hanımı Zeyneb radiyallahu anhuma'dan: "Abdullah'ın hanımı
Zeyneb, Abdullah'a ve evindeki yetimlere infak ediyordu. Abdullah'a:
Rasulullah (s.a.v.)'a; benim sana ve evimdeki yetimlere yaptığım infak
(harcama) sadaka yerine geçer mi? onu sor' dedi. Abdullah 'sen Rasulullah
(s.a.v.)'e sor', dedi. Bunun üzerine ben de Nebi (s.a.v.)'e gittim.
Rasulullah'ın kapısında Ensar'dan bir kadını bekler buldum. Onun isteği de
benim isteğim gibi idi. Yanımıza Bilal uğradı. Biz kendisine: 'Nebi (s.a.v.)'e
kocama ve evimdeki yetimlere yaptığım infakm sadaka yerine geçip geçmediğini
sor bizim kim olduğumuzu söyleme' dedik.
Bilal, Rasulullah'ın
yanına girip bu hususu ondan sordu. Rasulullah Bilal'e:
- Kim onlar? dedi.
Bilal:
- Zeyneb, dedi.
Rasulullah:
- Hangi Zeyneb? diye
sordu. Bilal:
- Abdullah'ın hanımı,
dedi. Bunun üzerine Rasulullah ona:
- Evet onun sadakası
için iki ecir vardır. Biri akrabalık ecri, diğeri de sadaka sevabıdır,
buyurdu.'[134]
Aişe (r.a.)'den (şöyle
demiştir):
Ebu Huzeyfe'nin
azadlısı Salim, Ebu Huzeyfe ve ailesi ile beraber onların evinde bulunuyordu.
Derken Süheyl'in kızı Peygamber'e gelip:
- Salim, büyüdü
kocaman adam oldu ve erkeklerin düşündüğünü de düşünür oldu. Halbuki kendisi
bizim yanımıza girip çıkıyor. Ben ise Ebu Huzeyfe'nin gönlünde bu girip
çıkmadan dolayı bir rahatsızlık olduğunu zannediyorum, dedi. Peygamber kadına:
- Sen Salim'i sütünden
emzir. Hem sen ona haram olursun, hem de Ebu Huzeyfe'nin nefsindeki şey (yani
kıskançlık) gider, buyurdu. Diğer bir rivayette ise kadın:
- Büyük bir delikanlı halinde bulunan Sâlim'i
ben sütümden nasıl içirebilirim? dedi.
Bunun üzerine
Rasulullah tebessüm ederek:
- Ben, onun büyük bir
delikanlı olduğunu biliyorum, buyurdu. Bunun üzerine kadın dönüp gitti ve
sonra: Ben onu (yani Salim'i) emzirdim. Ebu Huzeyfe'nin nefsindeki düşünce de
yok oldu, dedi."[135]
Esma (r.a.)'dan, şöyle
dedi:
- Ya Rasulullah,
Zübeyr'in evime getirdiği şeylerden başka benim hiç bir şeyim yoktur, ben
sadaka verecek miyim? dedim. Rasulullah:
- Sadaka ver, çömlekde para saklama, sonra
Allah da sana karşı, buyurdu.[136]
Aişe'den rivayete göre; Hinci binti Atebe şöyle
dedi:
- Ya Rasulullah! Ebu
Süfyan çok cimri bir kimsedir, o bana ve oğluma yetecek miktar nafakayı
vermiyor, sadece onun bilgisi olmaksızın aldığım hariç. Rasulullah:
- Sen onun malından örfe göre sana ve oğluna
yetecek kadar al, buyurdu.[137]
Ebu Bekir'in kızı Esma
(r.a.) şöyle dedi: Rasulullah (s.a.v.) zamanında annem bir müşrik kadın olduğu
halde beni ziyarete geldi. Rasulullah (s.a,v.)'e fikrini sordum:
- Annem beni görmek
isteyerek benim yanıma geldi. Anneme sıla ve iltifat edeyim mi? dedim.
- Evet, annene sıla ve
iltifat eyle, buyurdu.[138]
Abdurrahman İbn Avf in
oğlu Ebi Seleme'den; Fatıma bintu Kays haber verdi ki; Kendisi Ebu Amr Hafsa
İbnu Muğire'nin nikâhı altında idi. Ebu Amr, onu üç talakın sonuncusuyla olarak
boşadı. Fatıma, boşanmış olduğu evinden çıkmak konusunda fetva istemek için
Rasulullah'a geldi. Rasulullah (s.a.v.) da kendisine, a'mâ olan İbnu Ümmi
Mektum'un yanına geçmesini emretti. [139]
Sübey'a binti
Haris'ten; Sübey'a Sa'd İbn Havle'nin nikâhı altında idi. Kendisi hamile iken
kocası, Veda haccında vefat etti. Kocasının ölümünden çok geçmeden evvel
doğurdu. Ebu's-Senâbil İbni Ba'kek yanına geldi... Sübey'a'ya; Hiç şüphesiz sen
vallahi üzerinden dört ay on gün geçmedikçe evlenemezsin" dedi. Sübey'a;
Ebu's-Senabil bunları bana söyleyince, o akşam elbisemi giyinip Rasulullah'a
gittim ve durumumu kendisine sordum. Rasulullah (s.a.v): Çocuğumu doğurduğum
zaman evlenmeye helal olduğumu bana fetva verdi ve bana istersem
evlenebileceğimi emretti."[140]
Hafız İbni Hacer:
"Sübey'a kıssasında faydalar vardır" diyerek şöyle dedi: Bu kıssada
Sübey'a'nın zekası ve anlayışı vardır. O kendisine verilen fetvayı kuşku ile
karşıladı, hatta bunu hükmü koyanın hükmü açıklamasına yorumladı. Kadının
başına gelen bir olay hakkında kendi yaşındakilerin sormaktan çekindikleri bir
konu bile olsa soru sorabilmesi...[141]
İbni Abbas (r.a.)'dan:
Rasulullah (s.a.v.)'e bir kadın geldi ve:
- Anam, üzerinde bir
ay oruç borcu varken öldü, dedi. Rasulullah ona:
- Eğer ananın üzerinde
herhangi bir borç bulunsaydı, sen o borcu öder miydin? diye sordu. Kadın:
- Evet, deyince
Rasulullah:
- Öyle ise Allah'a
olan borç başka borçlardan daha ziyade ödenmeğe layıktır, buyurdu.[142]
Esma'dan, şöyle dedi:
Nebi (s.a.v.)'e bir kadın:
- Ya Rasulullah, benim
kızıma cildinde sivilceler çıkaran bir hastalık isabet etti. Bu sebepten
saçları döküldü. Ben onu evlendirdim. Şimdi ben o-nun saçlarına başka saç
ekliyeyim mi? diye sordu. Bunun üzerine Rasulullah:
- Saçına başkasının
saçından ekleyene ve saçına başkasının saçından eklettirene Allah lanet
etsin" buyurdu.[143]
Aişe'den; şöyle dedi:
"Esma Peygamber (s.a.v.)'e hayız yıkanmasını sordu. Rasulullah:
"Sizlerden biriniz suyunu ve kokulu sidresini alır, temizlenir.
Temizlenmesini de güzelce yapar. Sonra başı üzerine su döker ve başını iyice
ovar ki, yıkama başının saç köklerine kadar ulaşsın. Sonra kendi üzerine su
döker, sonra misklendirilmiş bir parça alır ve onunla temizlenir' buyurdu.
Bunun üzerine yine Esma: 'Bununla nasıl temizlenir?' diye sordu.
Rasulullah:
- Sübhanallah! Onunla
temizlenirsin işte!" buyurdu. Aişe muhatabının duyacağı, fakat
oradakilerin işitmeyeceği tarzda gizlice: Kanın izince gezdirirsin, dedi.
Kadın Peygamber'e cenabet yıkanmasını sordu. Peygamber: "Bir su alır,
temizlenir, temizliği de güzel yapar, yahut temizliği tamamlar, sonra başı üzerine
su döker ve onu oğuşturur. Tâ ki yıkama başının saç köklerine ulaşsın. Sonra
kendi üzerine suyu taşınr, buyurdu. Müteakiben Aişe: Ensar kadınları ne iyi
kadınlardır. Hayaları dinleri hususunda ilim sahibi olmaktan kendilerini men
edememiştir."[144]
Ümmü Seleme'den, şöyle
dedi: "Ümmü Süleym Rasulullah (s.a.v.)'in yanına geldi ve: 'Ya Rasulullah!
Şüphesiz Allah hakkı beyan etmekten haya etmez.' Bir kadın ihtilam olursa gusül
etmesi icab eder mi?1 diye sordu. Nebi (s.a.v.): "Suyu (meniyi) gördüğünde;
evet', cevabını verdi. Ümmü Seleme yüzünü kapatarak: 'Ya Rasulullah! Kadınlar
da ihtilam olur mu?1 dedi. Bunun üzerine Rasulullah: 'Evet, Allah hayrını
versin! (Bu olmasa) çocuğu kendisine ne ile benzeyebilir?' buyurdu.[145]
Esma binti Ebi
Bekir'den, şöyle dedi: "Nebi (s.a.v.)'e bir kadın: 'Ya Rasulullah, bizden
birisinin elbisesine hayız kanı bulaşırsa ne yapsın? Diye sordu. Bunun üzerine
Rasulullah (s.a.v.): 'Sizden birinizin elbisesine hayız kanı bulaşırsa onu
parmaklarıyla ovalasın, sonra su serpsin, sonra da onunla namaz kılsın1
buyurdu."[146]
Nebi (s.a.v.)'in
zevcesi Aişe şöyle dedi: Cahş kızı Ümmü Habibe yedi sene istihâza oldu. Kendisi
Rasulullah (s.a.v.)'e durumunu sordu, o da kendisine yıkanmasını emretti. Daha
sonra: bu bir damardır, dedi.
(Müslim'in rivayetinde
ise: Rasulullah (s.a.v.): Şüphe yok ki bu, hayız değildir. Fakat bu bir
damardır. Binaenaleyh yıkan ve namazını kıl" buyurdu. Ümmü Habibe her
namaz için yıkanıyordu.[147]
Aişe'den, şöyle dedi:
Ebu Humeys'in kızı Fâtıma Peygamber (s.a.v.)'e geldi ve: Ya Rasulullah! Ben
istihâzaya mübtela bir kadınım temizlenemiyorum. Namazı bırakayım mı? diye
sordu. Rasulullah (s.a.v.):
- Hayır, bu bir damar
kanından ibarettir, hayız değildir. Hayzın geldiği vakit namazı terket. Hayız
bittiği zaman ise namazını kılmaya başla. Tekrar normal vakit gelinceye kadar
her namaz için abdest al, buyurdu.[148]
Cabir b. Abdullah'dan;
"Benim teyzem boşanmıştı. Akabinde kendisi, hurmalarını toplamak istedi.
Fakat bir kimse onu dışarı çıkmaktan men etti. Bunun üzerine teyzem Peygamber
(s.a.v.)'e geldi. Peygamber ona: "Evet, sen kendi hurmalarını kes. Çünkü
senin tasadduk yapman, yahut bir iyilik işlemen ümit edilir" buyurdu.[149]
İbni Abbas (r.a.)'dan:
"Cüheyne'den bir kadın, Nebi (s.a.v.)'e gelerek: 'Annem hac yapmayı nezr
etmişti, fakat hac yapamadan öldü. Ben onun yerine hac yapacak mıyım?'
Rasulullah: 'Evet.' Onun yerine hac yap, eğer annenin bir borcu olsaydı öder
miydin? Allah'a verdiğiniz sözü yerine getiriniz. Çünkü Allah sözün yerine
getirilmesine daha layıktır."[150]
Bureyde (r.a.) şöyle
dedi: "Ben, Rasulullah (s.a.v.)'in yanında otururken bir kadın geldi ve:
- Ben anama bir cariye temlik ettim. Halbuki
anam da öldü, dedi. Rasulullah:
- Miras, o cariyeyi
tekrar sana iade ettiği halde, senin için anana yaptığın bağışın sevabı sabit
olmuştur, buyurdu. Kadın:
- Ya Rasulullah!
Anamın üzerinde bir ay oruç borcu vardı. Onun adına bu orucu tutayım mı? diye
sordu. Rasulullah:
- Onun adına oruç tut,
buyurdu. Kadın:
- Annem hiç bir hacc
yapmadı. Şimdi ben ona niyabeten hac yapayım mı? dedi. Rasulullah:
- Onun adına hac yap,
buyurdu.[151]
Abdullah İbni Abbas
(r.a.) şöyle dedi: Fadl Rasulullah (s.a.v.)'in arkasında idi. Has'am
kabilesinden bir kadın ona geldi. Bu sırada Fadl kadına, kadın da Fadl'a
bakmağa başladı. Rasulullah hemen Fadl'ın yüzünü başka tarafa çevirmeğe
başladı. Kadın:
- Ya Rasulullah!
Allah'ın kulları üzerinde bulunan hac hususundaki farizası babama çok
ihtiyarlığında erişti. Deve üzerinde duramıyordu. Ben kendisine (vekaleten) hac
edeyim mi? diye sordu. Rasulullah: "Evet vekaleten hac edebilirsin, diye
cevap verdi. Bu sual ve cevap Veda Haca sırasında vâki oldu.[152]
İbni Abbas'tan:
"Peygamber (s.a.v.) Revha denilen yerde bir kafileye rastladı.
- Bunlar kimlerdir?
diye sordu.
- Müslümanların,
dediler ve mukabeleten:
- Ya sen kimsin?
dediler.
- Ben Allah'ın
Rasulüyüm, buyurdu. Bunun üzerine bir kadın küçük bir çocuğu kaldırarak:
- Ya Rasulullah! Buna
hac var mı? dedi. Rasulullah:
- Evet ona hac, sana
da sevab vardır; buyurdu.[153] Ebu
Cemre şöyle dedi:
Ben İbn Abbas'ın
yanında tercümanlık yapıyordum. Derken İbni Abbas'a bir kadın geldi. Ona
"cerc" denilen testinin şırasın soruyordu. İbni Ab-bas ona şöyle
dedi: Abdiilkays heyeti Rasulullah (s.a.v.)'e geldi. Rasulullah: "Siz
kimlerin heyetisiniz?" Yahut "Siz kimlersiniz?" diye sordu.
"Biz Ra-bi'adanız" dediler. "Kavm hoş geldi" yahut
"Heyet hoş geldi, sefa geldi. Allah utandırmasın, pişman da etmesin"
buyurdu. Bunun üzerine: "Ya Ra-sulallah! Biz sana çok uzak mesafeden
geliyoruz. Seninle bizim aramızda Mudar kafirlerinden şu kabile vardır. Biz
sana haram aydan başka bir zamanda gelmeye muktedir olamıyoruz. O halde bize
kestirme bir şey emret de geride bıraktıklarımıza haber verelim ve o sebeple de
cennete girelim." dediler. Rasulullah onlara dört şey emretti, dört şeyden
nehyetti. Rasulullah onlara, bir Allah'a iman ile emrettikten sonra:
"Bilir misiniz, bir Allah'a iman etmek ne demektir" diye sordu.
"Allah ve Rasulü en iyi bilendir" dediler. "Allah'tan başka ilah
olmadığına ve Muhammed'in Rasulullah olduğuna şehadet etmek, namazı ikame
etmek, zekatı eda etmek, Ramazan orucunu tutmak ve ganimetin beşte birini
tediye etmenizdir" buyurdu. Ve onları su kabağından yapılmış kap, yeşil
bitkilerden örüymüş testi ve ziftle kaplanmış kap kullanmaktan nehyetti.
Şu'be: "Belki
hurma ağacı kökünden oyulmuş kabı da söyledi" dedi. Rasulullah: "Bunu
ezberleyin ve arkanızda kalanlara haber verin" buyurdu.[154]
Abdullah İbni
Mes'ud'dan: "Allah şu kadınlara lanet etmiştir: Döğme yapanlar,
yaptıranlar, yüzün tüylerini yolanlar, yüz tüylerini yoldurtanlar, seyrek dişli
görünmek için dişlerinin arasını yontan sırıtkanlar, Allah'ın yarattığını
değiştirenler. Bu söz Benu Esed'den kendisine Ümmü Yakub denilen bir kadının
kulağına erişti. Kadın bana gelerek: Bana ulaştığına göre sen şunlara şunlara
lanet ediyorsun'. Abdullah İbni Mes'ud: 'Ben Rasulullah'ın lanet ettiği
kimselere niye lanet etmiyeceğim? O Allah'ın kitabında var' diye cevap verdi.
Kadın: Ben iki kapak arasındakini (Kur'an'ı) okudum ama senin söylediklerini
bulamadım. Abdullah îbni Mesud: Eğer sen onu okudunsa muhakkak onu bulmuşsundur.
Aziz ve Celil olan Allah'ın 'Ve ma âtâkumu'r-Rasulu fe-huzûhu, vemâ nehâkum
anhu fe'ntehû: Peygamber size ne emir verirse onu tutun, size yasak ettiğinden
de sakının1 buyurduğunu okumadın mı?' dedi. Kadın evet dedi. Abdullah İbni
Mes'ud: 'İşte Kur'an bunları böyle yasakladı. Bunun üzerine kadın: Ben senin
ailenin bunu yaptığını biliyorum. O da: Git ve bak, dedi. Kadın gidip
Abdullah'ın karısının yanına gitti ve baktı. Fakat öyle bir şey göremedi. Bunun
üzerine Abdullah İbni Mesud: 'Eğer durum öyle olsaydı, biz onunla arkadaşlık
yapamazdık' dedi."[155]
İlim tahsili konusunda
daha önceki Mescidde ilim tahsili mevzusunda geçen başka delillerin varlığına
okuyucunun dikkatini çekiyoruz
2. Erkeklerin
kadınlardan ilim öğrenmesi;
Ebi Musa (r.a.)'dan:
"Nebi (s.a.v.) geldiğinde Esma binti Umeys şöyle dedi: Ey Allah'ın
Peygamberi! şüphesiz ki Ömer; Medine'ye hicret faziletinde biz sizi geçtik.
Binaenaleyh biz Rasulullah'a sizden daha layık ve daha yakın bulunuyoruz! dedi.
Rasulullah: Sen ona ne söyledin?' Esma: Ona şöyle dedim: 'Vallahi sizler
Rasulullah'ın beraberinde hicret ettiniz. Öyle bir halde ki Rasulullah sizin
açınızı doyuruyor, cahilinize de öğüt veriyordu. Bizler ise Habeşistan'da
Rasulullah'tan uzaklarda müslümanlara kinle adavetle dolu bir yurtta yahut bir
arazide ızdırab içinde bulunuyorduk. Bütün bu sıkıntılar, Allah'ın rızası
yolunda ve Rasulünün rızası yolunda (çekilmiştir). Bizler uzak illerde eziyet
olunuyor ve korkutuluyorduk. Bunun üzerine Rasulullah:
- Bu hususta Ömer bana
sizden daha layık ve yakın değildir. Hakikat şudur ki: Ömer ve Ömer'le hicret
eden arkadaşları için (Medine'ye) bir hicret (sevabı) vardır. Ey gemi ahalisi!
Emin olun ki sizin için iki hicret (fazileti) vardır, buyurdu.
Esma dedi ki: Bu vak'a
ve Rasulullah'ın gemi ahalisi hakkındaki bu yüksek şehadeti üzerine bir de
gördüm ki bunu işiten Ebu Musa ve bütün gemi arkadaşları birbiri ardınca takım
takım bana geliyorlar ve bu hadisi (sevinçle) benden soruyorlardı. Bu o derece
bir sevinç meydana getirmişti ki dünya malından arzu edilen hiç bir şey,
Rasulullah'ın Habeşistan muhacirleri hakkındaki bu yüksek şehadeti kadar
onların gönüllerinde ferah verici ve büyük tesirli olamazdı.
Ebu Burde dedi ki:
Esma, Yemin olsun ki Ebu Musa'yı gördüm ki o bu hadisi benden tekrar tekrar
söylememi istiyordu, dedi.[156]
Amir İbn Şurahbil
eş-Şa'bi, (Şa'bu Hemdân) rivayet etti ki; Daehhak İbn Kays'ın kız kardeşi olan
ve ilk muhacirlerden bulunan Fatıma Bintu Kays'dan sorup:
- Sen Rasulullah
(s.a.v.)'den işitmiş olduğun bir hadisi, Rasulullah'dan başka kimseye isnâd
etmeyerek bana rivayet et, dedi. Fatıma:
- Andolsun eğer
istersen bunu muhakkak yaparım, dedi. Şa'bi ona:
- Evet istiyorum, bana
öyle bir fyadis rivayet et, dedi. Bunun üzerine Fatıma bintu Kays şöyle dedi:
... Bir çağmanın çağrısını işittim. Rasulullah'ın münadisi:
Essalâte câmiaten
(toplayıcı olan namaza gelin) diye nida ediyordu. Ben de hemen mescide çıktım.
Rasulullah ile beraber namaz kıldım. Ben cemaatin sırtlarından sonra gelen
kadınlar safında bulundum. Rasulullah namazını bitirince güler bir halde minber
üzerinde oturdu da:
- Her insan namaz kıldığı yerinden ayrılmasın!
buyurdu. Sonra da sizleri niçin topladığımı biliyor musunuz? diye sordu.
Sahabiler:
- Allah ve Rasulü en
iyi bilendir, dediler. Rasulullah şöyle dedi:
- Allah'a yemin ederim
ki, ben sizleri ne bir rağbet ve ne de bir korkudan dolayı toplamadım. Lakin
ben sizleri şu sebepten ötürü topladım: Temim ed-Dâri, Hristiyan bir adam idi.
Geldi bey'at edip İslam'a girdi. Ve bana öyle bir hadis rivayet etti ki, onun
söylediği bu hadis benim sizlere Deccal Mesih'den söylemekte olduğum hadise
uygun düşmüştü. Bana rivayet edip anlattı ki kendisi otuz kişi ile beraber
deryaya mensub bir gemiye binmiş.[157]
Ebi Seleme'nin Fatıma
binti Kays'dan rivayetine göre: Ben bu hadisi bizzat Fatıma'nın ağzından
yazdım. Kendisi dedi ki: Ben Mahzûm oğullarından bir adamın nikâhında idim. O,
beni kafi olarak boşadı. Akabinde nafaka istemek üzere onun aile fertlerine
haber gönderdim.[158]
Ubeydullah İbn
Abdillah İbn Utbe'den: "...Mervan bu hadisi Fatıma binti Kays'tan sormak
üzere Kabisatu'bnu Zueyb'i ona yolladı. Fatıma da gelen Kabisa'ya bu hadisi
rivayet etti. Mervan bu sefer: Biz bu hadisi yalnız bir kadından işittik. Öyle
ise biz insanları üzerinde bulduğumuz daha sağlam ve kuvvetli olan delili
alacağız. Sizinle benim aramda Kuran vardır. Aziz ve celil olan Allah:
"Onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar..." buyuruyor
dedi. Mervan'ın bu sözü kendisine ulaşınca Fatıma: Bu "geri dönme
imkanı" kalmış olan kadın içindir. Artık üç talaktan sonra Allah'ın ihdas
edeceği hangi iş var ki? Peki onlar: Hamile olmadığı zaman kadına nafaka
yoktur, sözünü nasıl söylüyorlar?[159]
Şa'bi'den: "Biz
Fatıma bintu Kays'ın yanına girdik. O bize "İbnu Tâb" denilen neviden
hurma ikram etti ve bir arpa nev'inden yapılmış sevik bulaması içirdi. Ben
kendisine üç talak ile boşanmış kadın nerede iddet bekler? diye sordum. O:
Kocam beni üç talak ile boşadı. Akabinde Peygamber (s.a.v.) bana kendi ailem
ferdleri içinde iddet beklememe izin verdi, dedi.[160]
Ebu Bekr İbnu
Ebi'l-Cehm'den; Abdurrahman'ın oğlu Ebu Seleme ile ben beraberce Fatıma bintu
Kays'ın huzuruna girdik. Kendisinden o meseleyi sorduk. Fatıma: Ben Ebu Hafs
İbnu'l- Muğire'nin yanında idim. Derken o Necrân gazvesi için yola çıktı...
diyerek anlattı.[161]
Ubeydullah İbni Abdillah
İbni Utbe'den; "Ubeydullah'ın babası Abdullah İbni Utbe Ömer İbn Abdillah
İbn Erkam ez-Zuhri'ye şöyle bir mektub yazıb ona Sübey'a bintu'l-Haris
el-Eslemiyye'nin yanına gitmesini, kendisinden hadisini ve hamileliği hakkında
fetva istediği vakit Rasulullah'ın ona söylemiş olduğu sözü sormasını emretti.
Bunun üzerine Ömer İbn Abdillah Sübey'a'nın yanına varıb sorduktan sonra
Abdullah İbn Utbe'ye cevap haberi olarak şöyle yazdı. Sübey'a binti Haris ona
Rasulullah'ın Bedir'de hazır bulunmuş sahabilerinden Sa'd İbnu Havle'nin nikahı
altında bulunduğunu, bu zatın Benu Amir İbnu Lueyy soyundan olduğunu, kendisi
hamile iken kocasının Veda haccmda vefat ettiğini haber verdi.[162]
Müslim el-Kuriy şöyle
dedi: Ben İbni Abbas'dan hac mutasını (yani hacda temettuu) sordum? Mut'ada*
ruhsat olduğunu bildirdi. Halbu ki İbn Zubeyr bundan nehyediyordu. İbn Abbas:
İşte şu İbn Ziibeyr'in anasıdır, bu kadın Rasulullah'ın (s.a.v.) muta hususunda
ruhsat verdiğini söylemektedir. Binaenaleyh onun yanına girin ve kendisinden de
sorun dedi. Bunu ta'kiben biz Esma'nın yanına girdik, Biz onu gözleri görmeyen
iri cüsseli bir kadın olarak bulduk. (Sualimizi sorunca): Rasulullah o hususda
ruhsat vermiştir, dedi.[163]
Tavus'dan: "Ben
İbn Abbas ile beraber idim. Derken Zeyd îbn Sabit: -Hayızlı kadına son vazifesi
Beyte (veda) tarafı yapmadan (Mekke'den) çıkması hususunda fetva verir misin?
diye sordu. İbni Abbas:
- Eğer sen bunu
bilmiyorsan Ensâri filan kadına: Rasulullah (sav) ona böyle mi emretti? diye
sor dedi. Sonra Zeyd İbn Sabit gülerek İbn Abbas'ın yanına döndü ve:
- Senin ancak doğru
söylemiş olduğunu gördüm, diyordu.[164]
[Nebi (sav)'in
hanımlarına ait dördüncü bölümde erkeklerin kadınlardan ilim öğrenme isteğine
dair birçok delilin arzedildiğine okuyucunun dikkatini çekmek istiyoruz.] [165]
Peygamber (s.a.v.)'in
hanımı Aişe'den: Biz veda haccında Nebi (s.a.v.) ile beraber (hac seferine)
çıktık ve umre niyetiyle ihrama girdik. Sonra Nebi (s.a.v.): Her kimin
beraberinde kurban varsa umre ile birlikte hac niyetiyle İhrama girsin. Sonra
umre ile hacdan birlikte çıkıncaya kadar ihramdan çıkmasın" buyurdu.[166]
İbn Abbas'ın Nebi
(s.a.v.)'den rivayetine göre:
"Peygamber
(s.a.v.) Revhâ denilen yerde bir kafileye rastladı.
- Bunlar kimlerdir?
diye sordu.
- Müslümanlarız
dediler ve mükabeleten:
- Ya sen kimsin?
dediler.
- Ben Allah'ın
Rasulüyum, buyurdu. Bunun üzerine bir kadın küçük bir çocuğu kaldırarak:
- Ya Rasulullah! Bunun
için hac var mı? dedi. Rasulullah:
- Evet ona hac, sana
da sevab vardır, buyurdu.[167]
Peygamber (s.^.v.)'in hanımı Aişe'den:
"Biz veda
haccında Nebi (s.a.v.) ile beraber (hac seferine) çıktık. Aişe iedi ki; Ben
Mekke'ye hayızlı olarak geldim. Bu sebeple Beyti tavaf etme-İim. Safa ile Merve
arasını da sa'y etmedim. Bu halimi Nebi (s.a.v.)'e söyle-iim. Rasulullah: Saçlarını
çöz, taran ve hac ile telbiye et, umreyi bırak" buyurdu. Ben de öyle
yaptım.[168]Hafsa'dan, şöyle dedi:
- Ya Rasulullah!
İnsanlara ne oluyor ki sen umrenden dolayı ihramdan çıkmadığın halde onlar umre
ile ihramdan çıkıyorlar, diye sordu. Rasulullah
(s.a.v.):
- Ben başımı ettim. Kurbanıma da (Kabe adına) kılâde
(boynuna) taktım. Artık ben (kurbanımı kesib) hac ihramından çıkmadıkça
ihramdan çıkamam, buyurdu.[169]
Ümmü Fadl binti
Haris'den: "Bir takım insanlar arefe günü Ümmü Fadl'ın yanında Nebi
(s.a.v.)'in oruçlu olup olmadığı konusundaihtilafa düştüler. Bailsı,
Rasulullah oruçludur, dedi. Bazısı da Rasuîullah oruçlu değildir, dedi. Bunun
üzerine ben Rasulullah'a bir kadeh süt gönderdim. Kendisi bu sırada Arafat'da
devesinin Üzerinde vakfe yapmakta iken o sütü içti.[170]
Aişe (r.a.)'dan; Şevde
halkın izdihamından evvel kendisinin Mina'ya gönderilmesi hususunda
Rasulullah'dan izin istedi. Şevde ağır hareketli bir kadındı. Rasulullah
Sevde'ye izin verdi. Şevde halkın izdihamından evvel yola çıktı. Biz sabaha kadar
Müzdelife'de kaldık. Rasulullah'la beraber sonra Mina'ya hareket ettik.
Sevde'nin izin istemesi gibi benim de Rasulullah (s.a.v.)'den izin istemem beni
muhakkak ferahlandıracak, herhangi bir şeyden daha sevimli olacaktı.[171]
Yahya İbni Husayn,
Husayn'ın anası ve kendi ninesinden rivayet etmiştir: Yahya dedi ki: Ninemden
işittim o şöyle diyordu: Ben veda haccın-da Rasulullah (s.a.v.) ile beraber hac
ettim. Peygamberi Akabe cemresini attığı zaman ve oradan dönerken gördüm.
Kendisi bineğinin üzerinde bulunuyordu. Yanında Bilal ile Usame de vardı.
Bunlardan biri onun devesini yediyor, diğeri de Rasulullah'ın başı üzerine
güneşten tarafa gölge yapmak için örtüsünü yukarı kaldırıyordu. Kadın dedi ki:
Sonra ben onu şöyle derken işittim:
"Eğer sizin
üzerinize âzası kesik, siyah bir köle emir tayin edilir. O da sizleri Allah'ın
kitabına götürürse onu dinleyiniz ve itaat ediniz."[172]
Yahya İbn Husayn,
ninesinden yaptığı rivayete göre; "O kadın Veda haccmda Peygamber
(s.a.v.)'den saçlarını tıraş edenlere üç defa dua ettiğini, saçlarını
kısaltanlara da bir kere dua ettiğini işitmiştir.[173]
Abdullah İbn Abbas
(r.a.)'dan: "Fadl Rasulullah (s.a.v.)'in bineğinin arkasında idi. Has'am
kabilesinden bir kadın Rasulullah'a geldi... İşte bu olay veda haccı sırasında
idi.[174]
Aişe (r.a.)'dan:
"Şüphesiz ki, Nebi (s.a.v.)'in hanımı Safiyye binti Hu-yey hayızlandığında
bu durum Rasulullah (s.a.v.)'e hatırlatıldı. Rasulullah da:
- O, bizi yolumuzdan alıkoyub burada hapis mi
edecek? buyurdu, bunun üzerine orada bulunanlar:
- Safiye ifada tavafını
yerine getirmiştir, deyince;
- O takdirde beis
yoktur, buyurdu.[175]
Nebi (s.a.v.)'in
hanımı Ümmü Seleme (r.a.)'den; "Rasubflfch (s.a.v.J Mekke'de iken çıkmak
istediğinde Ümmü Seleme henüz beyti tavaf etmediğinden tavafa çıkmak istedi.
(Diğer bir rivayette: Ben (hac esnasında) hasta olduğumu Rasulullah
(s.a.v.)'aarzettim.[176]
Rasulullah (s.a.v.) Ümmü Sele-me'ye: Bineğinin üzerinde sabah namazı ikame
edilirken tavaf et" dedi. Ümmü Seleme de kendisine söylenildiği gibi yapıp
namaz kılmadan tavafa çıktı.[177]
Aişe (r.a.)'dan, şöyle
dedi: "Biz hacca niyetlenmiş olarak çıkıp yol aldık. Nebi (s.a.v.) benim
yanıma geldi. O sırada ben ağlıyordum.
- Neden ağlıyorsun?
buyurdu. Ben de:
- Umreden men olundum,
dedim. Rasulullah:
- Sen ancak Adem'in
kızlarından bir kadınsın. (Allah) onlar üzerine ne yazdıysa, sana da onu
yazmıştır...
Aişe: Bunun üzerine
ben umreye katıldım, ta ki Mina'da geçirdiğim üçüncü günden sonra Mina'dan
Muhassab denilen yere geldik. Rasulullah Abdurrahman'ı çağırdı:
- Haydi bacınla
"Harem"e gidin, umre niyetiyle ihramla (tavaf ve sa'y ettikten) sonra
ihramdan çıkınız ve ben sizi burada siz gelinceye kadar bekliyorum. Onun yanma
gece yarısında geldik. Bize: Bitirdiniz mi? dedi. Ben de: Evet, dedim. Bunun
üzerine Peygamber sahabilerine (Medine'ye) doğru yollanmaları çağrısında
bulundu. İnsanlar ve sabah namazından önce beyti tavaf etmeyi bitirmiş olanlar
sonra Medine'ye doğru yola koyuldu. [178]
İbrahim İbn
Abdirrahman İbn Avfdan: "Ömer (r.a.) Nebi (s.a.v.)'in hanımlarına son
haccında izin verdi. Onların beraberinde de Osman İbn Affan ve Abdurrahman'ı
gönderdi.[179]
İbni Cüreyc'den:
Erkeklerle beraber kadınların tavaf etmesini İbni Hi-şam'ın yasakladığını bize
Atâ haber verdi. Cüreyc; erkeklerle beraber Nebi (s.a.v.)'in hanımları tavaf
ettikleri halde o nasıl onları men eder, dedi. Ben de: Hicap emrinden önce mi
sonra mı, dedim. Ata; nefsime yemin olsun ki ben buna hicap emrinden sonra şahit
oldum.[180] Cüreyc; Nasıl erkeklerle
karışık bir halde bulunuyorlar? Ata: Erkeklerle karışık halde bulunmuyorlardı.
Aişe (r.a.) erkeklerden ayrı olarak onlara karışmadan tavaf ediyordu. Kadın:
İlerle ey mü'minlerin annesi istilam yapalım, dedi. Aişe; sen ilerle deyip kabul
etmedi. Kadınlar geceleyin tesettürlü olarak çıkıp erkeklerle beraber tavaf
ediyorlardı. Fakat onlar beyte girdikleri zaman kalkarlar ta ki erkeklerin
çıkıp onların içeri giımesi için. Ben ve Ubeyd İbn Ubeyr Sefoir dağının yanında
komşumuz iken Aişe'nin yanına geliyorduk. Ata: Onun hicabı ne idi? dedi. O da:
Üzerinde bir örtü bulunan küçük bir çadır idi. [181]Onunla
bizim aramızda bundan başka bir şey yoktu. Üzerinde gül renginde bir elbise
gördüm. [182]
1. Buharı,
Kitabu'l- Cihad bölümünde aşağıdaki babları zikretti: A. Kadınlara ve erkeklere
cihad ve şehadet için dua babı: Enes İbni Malik(r.a.)'dan:
"Rasulullah
(s.a.v.) Milhan kızı, Ümmü Haram'ın ziyaretine gelirdi... Rasulullah (s.a.v.)
bir müddet uyudu. Sonra gülümseyerek uyandı. Ümmü Haram dedi ki:
- Ya Rasulullah neden
gülüyorsunuz? diye sordum o da:
- Rüyamda bana
ümmetimden bir kısmı şu deniz üstünde hükümdarların tahtlarına kuruldukları
gibi yahut tahtlarına kurulmuş hükümdarlar gibi binerek Allah yolunda deniz
harbine gider halde gösterildi de ona gülüyorum, buyurdu. Ümmü Haram:
- Ya Rasulullah! Beni
de o deniz gazilerinden kılması için Allah'a dua ediniz, diye rica ettim' dedi.
Rasulullah (s.a.v.)
onun için dua etti. Sonra Rasulullah, başım yastığa koyarak bir müddet daha
uyudu, sonra yine gülümseyerek uyandığında ben:
- Ya Rasulullah seni
güldüren nedir? diye sordum. Rasulullah bu defa da Önce dediği gibi:
- Ümmetimden bir kısım
mücahidlerin Allah yolunda gazaya gittikleri bana gösterildi, dedi.
Ümmü Haram der ki:
- Ya Rasulullah! Beni
o gazilerden kılması için Allah'a dua et dedim. Rasulullah:
- Hayır, sen
birincilerdensin, buyurdu."
Enes İbni Malik der
ki: "Ümmü Haram bint Milhan, Muaviye bin Ebi Süfyan zamanında ve onun
kumandasında tertib edilen deniz gazasına iştirak ederek deniz vasıtasına
bindi. Fakat denizden çıktığı sırada Ümmü Haram bindirildiği hayvandan düştü
ve gaza yolunda şehid oldu."[183]
B. Kadının denizde
harb etmesi babı:
Enes (r.a.)'dan:
"Rasulullah
(s.a.v.) Milhan kızının yanına geldi. Onun yanına biraz dayandı, sonra
güldü..." (Buhari burada Ümmü Haram kıssasına ait başka bir rivayet
getirdi.)
rivayet getirdi.)
C. Kadınların harbe
katılması: Enes (r.a.)'den:
"Uhud günü
insanlar hezimete uğrayıp Nebi (s.a.v.)'in yanından dağıldıkları zaman... Ebu
Bekir'in kızı Aişe ile Ümmü Süleym'i (mücahidler arasında) görmüştüm. Bu iki
kadın elbiselerini çemremişlerdi; bacaklarının halhallarını görüyorduk. Bunlar
sırtlarında kırbalar, çeviklikle su taşıyorlar, sonra bu suyu yaralıların
ağızlarına döküyorlardı. Sonra kırbalar boşalınca süratle geri dönüp gelerek
kırbaları dolduruyorlar, sonra gelip yaralı müca-hidlerin ağızlarına boşaltıyorlardı."[184]
Hafız İbni Hacer: ...
Ben kadınların savaştığına dair, (yani kadınların savaşa katılımı ile ilgili
hadislerde,' bir şey göremiyorum. İşte bundan dolayı İbni Münir, savaş için
olan izin hadisten değildir. Burada kasdettiği onların gazilere yaptıkları
yardımın savaşmak olarak kabul edilmesi veya kadınların yaralı gazilere su
dağıtmaları ve benzeri işleri yapmaları. Ancak burada kadınların kendilerini
müdafaa etmek konumundaki durumları büyük ihtimal dahilindedir."[185]
D. Kadınların su
katlarını savaşta insanlara taşımaları: Salebe b. Malik'den:
"Ömer İbni Hattab
(r.a.) kadınların bellerine bağladıkları kumaştan Me-dine'li kadınlardan
bazılarına taksim etti. En iyi kumaş (mırt) sahipsiz kalmıştı. Bunun üzerine
yanında bulunanlardan bazısı: 'Ey Emirü'l-Mü'minin, bu kalanı yanında bulunan
Rasulullah (s.a.v.)'in kızına ver. (Burada Ümmü Gülsüm'ü kastediyorlar) Ömer
ise: 'Bunu almaya Ümmü Süleyt daha layıktır. Ümmü Süleyt ise Rasulullah
(s.a.v.)'e biat etmiş ensar kadınlarındandır. Ömer, şüphesiz ki o Uhud harbinde
ağır su kablannı bizim için taşıyordu, dedi.[186]
E. Savaşlarda
kadınların yaralıları tedavi etmesi babı: Rabi binti Muavviz'den:
"Nebi (s.a.v.)
ile beraber harb ediyor, aynı zamanda yanlılara su verip tedavi
ediyorduk."[187]
1.
Kadınların cenazeleri ve yaralıları taşıması babı: Rabi binti Mııavviz'den:
"Biz Nebi
(s.a.v.) ile beraber savaşıyor, kavme su veriyor ve hizmet ediyorduk. Aynı
zamanda ölü ve yanlıları Medine'ye taşıyorduk."[188]
A. Kadınların
erkeklerle barebar savaşması baba: Enes İbni Malik'den:
"Rasuiullah
(s.a.v.), Ümmü Süleym, Ensardan bir grup kadın beraberin-deyken savaşıyordu.
Kadınlar yaralıları tedavi edip su veriyorlardı."[189]
Enes'den:
"Ümmü Süleym,
Huneyn günü iki yüzlü büyük bir bıçak edindi. Bu bıçak daima onun yanında
bulunuyordu. Ebu Talha onu gördü de:
- Ya Rasuiullah! İşte bu yanında bir hançer
bulundurup taşıyan Ümmü Süleym'dir, dedi.
Rasuiullah (s.a.v.)'de
Ümmü Süleym'e:
- Bu hançer nedir?
diye sordu. Ümmü Süleym:
- Ya Rasuiullah! Ben
bunu bugün için edinmişimdir. Müşriklerden biri yanıma yaklaşırsa bununla
karnını deşerim, dedi. Rasuiullah (bu cevaptan memnun olarak) gülmeye
başladı."[190]
B. Kadınlara atiyye
verilip ganimetten muayyen bir pay ayrılmaması babı:
Hafsa binti Sirin'in
Ümmü Atiyye el-Ensariyye'den:
"Ben Rasuiullah
(s.a.v.) ile beraber onyedi gazvede bulundum. Ben mücahidlerin menzillerinde
cephe gerisinde bulunurdum da onlar için yemekler yapar, yaralıları tedavi
eder ve hastaların başında bulunurdum."[191]
Buharı de Hafsa binti
Sirin'e ait rivayette, şöyle dedi:
"Bizler
cariyelerimize bayram günü dışarıya çıkmayı yasaklıyorduk. Bir kadın gelip Beni
Halef kasrında misafir oldu. Ona gidip konuştuğumda kızkardeşinin kocasının
Nebi (s.a.v.) ile beraber muharebeye katıldığını ve kızkardeşi (Ümmü Atiyye)nin
de kocasıyla birlikte altı muharebeye katıldığını söyledi. Ayrıca hastalara
baktıklarını ve yaralıları tedavi etiklerini de ilave etti.[192]
Yezid İbni Hürmüz'den:
(Harici reisi Necdet,
İbni Abbas'a bir mektup yazdı da ona ihtiyaç duyduğu beş şeyi soruyordu. İbni
Abbas: 'Bildiğim bir ilmi ketmetmen doğru olsaydı, Necdet'e bu suallerinin
cevabım yazmazdım' dedi. Necdet, İbni Abbas'a şunları yazmıştı: Bana şunları
haber ver:
1.
Rasuiullah (s.a.v.) kadınlarla savaşa gider miydi?
2. Savaşa
giden kadınlar için ganimetten muayyen bir hisse ayırır mıydı?
3. Harb
sahasında düşman çocuklarını öldürür müydü? İbni Abbas da Necdet'e cevaben
şöyle yazdı:
Bana mektup yazıp,
Rasuiullah kadınlarla savaşa gider miydi? diye soruyorsun.
a.
Rasuiullah kadınlarla savaşa giderdi. Kadınlar da savaşta yaralıları tedavi
ederlerdi de kendilerine ganimetten atiyye verilirdi.[193]
b. Ama
ganimetten muayyen bir hisseye gelince, Rasuiullah, kadınlar için böyle muayyen
bir hisse ayırmamıştır.
c.
Rasuiullah (s.a.v.) düşman çocuklarını öldürmezdi. [194]
Haybere katılmış
olanlardan Ümmü Sinani'I-EsIemiye şöyle dedi: "Rasuiullah (s.a.v.) Hayber
savaşına gitmek için yola çıkmak üzereyken :
ben Rasulullah'a
gelip: 'Ben seninle barebar çıkıp su kaplarını koruyayım ve hasta ve yaralıları
tedavi edeyim -eğer yaralı olursa -olmazsa eşyaları ve çadırları koruyayım'
dedim. Rasulullah (s.a.v.): 'Allah'ın izniyle çık, seninle beraber olabilecek
ve benimle konuşup kendilerine izin verdiğim kendi kavminden ve başka
kavimlerden arkadaşların var, sen istersen bizimle istersen kavminle birlikte
savaşa katıl.' Ben de: "Seninle çıkmak istiyorum1 dedim. Rasulullah, 'o
halde hanımım Ümmü Seleme ile birlikte ol.1 Ümmü Eslemiyye: 'Ben de Ümmü Seleme
ile birlikte idim."[195]
Şu ana kadar ki
rivayetlere Hayber savaşma katılan kadınların sayısı onbeşe ulaşmaktadır.
Bunların isimleri:
Ümmü
Sinani'l-Eslemiyye, Ümmü Eymen, Rasulullah (s.a.v.)'in cariyesi Selma, Ebi
Rafi'nin hanımı binti Sa'd el-Eslemiye, Ümmü Mut'a el Eslemiyye, Emine binti
Kays el-Gıfariyye, Ümmü Amir el-Eşheliyye, Ümmü Dahhak binti Mes'ud,
el-Harisiyye, Hind binti Amr İbni Haram, Ümmü Me-nii binti Amr, Ümmü Amara,
Nesibe binti Ka'b, Ümmü Süleyt en Neccariye, Ümmü Atiyye el-Ensariyye
Ümmü'1-Ala el-Ensariyye.
Buhari, Müslim ve
Tabakatül-Kübra'da yer alan bazı rivayetler Ümmü Süleym'in Hayber gazvesine
katıldığını teyid ediyor. Enes'den:
"Rasulullah
(s.a.v.) Hayber gazvesine çıktı. Nebi (s.a.v.) Safiyeyi hürriyete kavuşturdu
ve onunla evlendi. Nihayet yol üzerinde iken Ümmü Sü-leym Safiyye'yi hazırladı.
"[196]
Kanun koyucu Allah,
erkeklere farz kıldığı gibi kadınlara cihadı farz kıl-mamıştır. Bunun sebebi
ise cihadın aşın meşakkatli olması, kadının bedenine ve duygularına uygun
olmayan sertlik ve şiddete ihtiyacının olmasıdır. Kanun koyucu kadınıcihad
konusunda serbest bırakmıştır. Eğer erkekler ci-had için yeterli ise
kadınlardan da kendisini sertliğe alışık hisseden için te-tavvu babından cihad
izni verilmiştir. Tabii ki bu cihadın farz-ı kifaye olduğu durumdadır. Ama
farz-ı ayın olduğu -erkeklerin ihtiyaca yetmediği durumda ise- cihada
katılabilecek kapasitedeki kadınlara cihad farz olur. Böylelikle şeriat kadının
ulaşmak istediği soyluluğa, cömertliğe engel olmamış bilakis onun bütün çıkış
yolarını açık bırakmıştır.
Hafız İbni Hacer, İbni
Battal'ın şu sözünü nakletti: "Cihad, kadınların üzerine vacip değildir.
Fakat Rasulullah (s.a.v.)'in: "Siz kadınların cihadı hac yapmaktır' sözü
kadınların tetavvu olarak da olsa cihada katılamayacakları anlamına gelmez.
Sadece onlara cihad farz olmamış demektir. "[197]
Allahu Teala şöyle
buyurdu:
"Mü'min erkeklerle
mü'min kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten
alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, Allah ve Rasulüne itaat
ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah, azizdir ve hikmet
sahibidir." (Tevbe, 71)
Cabir'den:
"Ümmü Mübeşşir
el-Ensariyye kendisine ait bir hurmalıkta iken yanına Peygamber (s.a.v.) geldi
ve kadına:
- Bu hurmalığı kim
tesis etti, müslim mi, kâfir mi? diye sorar. Kadın: Kadın:
- Müslim diye cevap
verdi. Bunun üzerine Peygamber:
- Bir müslüman bir
ağaç diker, bir ekin eker ve onun mahsulünden herhangi bir insan, bir hayvan
veya herhangi birşey yerse o mahsul ağacı diken veya eken müslim kimse için
muhakkak bir sadaka olmuştur, buyurdu."[198]
İbni Abbas (r.a.)'dan:
"Nebi (s.a.v.)
hacdan döndüğü zaman Ümmü Sinen el-Ensari'ye: 'Hacca bizimle beraber çıkmana ne
mani oldu?' diye sordu. Ümmü Sinen: 'Ebu Fulan (kocasını kastediyor), onun su
taşıyan iki devesi vardı, birisinin üzerinde kendisi hac yaptı, diğeri ise
araziyi suluyordu.' Rasulullah:
- Ramazan ayında umre
edilmesi (sevapça) bir hac yerine geçer, yahut benimle haccetmeğe
muadildir" buyurdu.[199]
Aişe şöyle dedi:
"Rasulullah
(s.a.v.) -Amcası Zübeyr'in kızı Dubaa'nın (Zübeyr'in kızı Mikdad İbni Esved'in
nikâhı altında idi.) Yanma girdi ve ona: Herhalde hacca gitmek istedin? diye
sordu. Dubaa da: '(Evet Öyledir, fakat) Vallahi kendime de hastalık
hissediyorum,' dedi. Rasulullah ona: 'Sen Hacca git (ihramına girişte niyet
ederken) Ya Allah! Beni hac menasikini ifadan menettiğin yerde ihramdan
çıkacağım diyerek şart kıl, buyurdu.[200]
Enes İbni Malik
(r.a.)dan: "Nebi (s.a.v.) çocuğunun kabrinin yanında (avaz avaz) ağlamakta
olan bir kadının yanından geçmişti ve o kadına:
- (Ey Allah'ın mahluku
kadıncağız) Allah'ın gadabmdan kork ve sabrey-le (çığlık koparma!) buyurdu.
Kadın:
- Haydi benden uzaklaş, sen benim musibetim ile
musab değilsin ki, demişti.
Halbuki kadın,
Rasulullah (s.a.v.)'i tanımıyordu. Kadına denildi ki:
- Bu zat Nebi
(s.a.v.)'dir. Bunun üzerine kadın, Nebi (s.a.v.)'in (hane-i saadetleri)
kapısına geldi. Kadın, (saray kapıları gibi) Peygamber'in kapısı yanında
kapıcılar, gözcüler bulamadı (hemen huzura girdi) ve:
- Ya Rasulullah! Seni bilemedim (beni
affediniz) dedi. Rasulullah, sabrın kemali musibetin birinci darbesi sırasında
(tahammül edebilmek)dir, buyurdu."[201]
Buharı bu hadisi
(erkeğin kadına mezarın yanında sabret demesi) ne ait babta kısaca zikretti.
Hafız İbni Hacer:
"Zeyn İbni münir hadisten alınabilecek fayda konusunda şöyle dedi: 'Adam'
sözünü, burada kastedilen şeyin sadece Nebi (s.a.v.)'e ait olmadığım ifade
etmek için kullanmıştır. Bu konuyu fıkıha göre tercüme ettiğimizde konu
'iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırma' kabul edildiğinden, bu gibi
konularda erkeklerin kadınlara hitabının caiz oduğu şeklinde olur."[202]
Ubeyd İbni Umeyr'den:
Ümmü Seleme şöyle
dedi: Ebu Seleme öldüğü zaman: Gurbet ilinde iken ölen bir garib! Vallahi ona
dillere destan yapılacak bir şekilde ağlayacağım deyip ona ağlamak için
hazırlanmıştım. Bu sırada Medine köylerinden bir kadın çıkageldi. Benimle
birlikte ağlamak istiyordu. Hemen kendisini Rasulullah (s.a.v.) karşıladı ve
iki kere: "Allah'ın şeytanı çıkarmış olduğu bir eve (tekrar) şeytan mı
sokmak istiyorsun? buyurdu. Bunun üzerine ben ağlamaktan vazgeçtim ve artık
ağlamadım."[203]
Aişe (r.a.)'dan:
"Nebi (s.a.v.)'e
İbnu Harise, Cafer ve İbni Ravaha'nın şehadet haberleri geldiğinde Rasulullah
mescidde oturdu. Kendisinde hüzün ve keder alametleri görülüyordu. Ben kapının
görülebilecek bir aralığından kendisine bakıyordum. Bu sırada Rasulullah'a bir
adam geldi ve Cafer'in kadınları ağlaşıyorlar dedi ve nevha ile ağlaştıklarını
zikretti. Rasulullah da kadınları bu çığlıktan nehyetmesini emretti, o da
gitti. Arkasından onun sözünü dinlemedikleri için ikinci defa geldi.
Rasulullah, kadınları ağlaşmaktan menet dedi. Üçüncü defa geldi ve:
- Ya Rasulullah!
Vallahi kadınlar bize galebe ettiler, dedi. Ravi Amre, Hz. Aişe'nin 'Rasulullah
o adama, 'haydi git, bu kadınların ağızlarına toprak saç buyurdu' dediğini
nakletti.
Aişe şöyle demiştir:
"Ben o adama dedim ki: 'Allah seni zelil etsin. Vallahi sen ne
Rasulullah'ın bana verdiği emri yerine getirdin ne de keder içinde bulunan
Rasulullah'ı kendi haline bıraktın."[204]
Aişe'den:
"Nebi
(s.a.v.)'nin kadınları geceleyip defi hacet için Medine haricindeki geniş
arazilere çıkmak istedikleri vakit çıkarlardı. Ömer ise Nebi (s.a.v.)'e
hitaben: Kadınlarını perde arkasına al, derdi. Fakat Rasululîah (s.a.v.) bunu
yapmazdı. Derken Peygamber'in zevcesi Şevde binti Zem'a gecelerden bir yatsı
vaktinde dışarıya çıktı. Kendisi uzun bir kadın idi. Ömer de hicab emrinin
indirilmesini şiddetle arzu ederek kendisine hitaben:
- Ya Şevde! Haberin olsun ki biz seni tanıdık,
diye nida etti. Bunu takiben Aziz ve Celil olan Allah hicab emrini
indirdi."[205]
Aişe (r.a.)'dan:
"Şevde, hicab
âyeti nazil olduktan sonra tabii ihtiyacını yerine getirmek için evden dışarıya
çıkmıştı. Şevde, vücutça iri yapılı bir kadındı. Bundan dolayı daha evvelden
onu tanıyanlara -örtü içinde olsa da- gizli kalmazdı. Ömer İbni Hattab onu
görünce:
- Ya Şevde! Vallahi sen
bize tanınmamış değilsin. Düşünsene, sen ne cesaretle evinin dışına çıkıyorsun?
dedi.
Aişe der ki: Bunun
üzerine Şevde evine dönüp geldi. O sırada Rasulullah (s.a.v.) benim odamda
bulunuyor ve akşam yemeği yiyordu. Elinde çje etli bir kemik vardı. Bu halde
iken Şevde girdi ve:
- Ya Rasulullah! Ben
ihtiyacım için evimden dışarı çıkmıştım. Ömer bana şöyle şöyle diyerek itiraz
etti, diye şikayet etti.
Aişe der ki: Bunun
üzerine Peygamber'e vahiy geldi. Sonra kendisinden vahiy hali kaldırıldı.
Rasulullah elinde tutmakta olduğu et parçasını yere koymaksızm: "Siz
kadınlara, lüzum ve ihtiyacınız için evlerinizden dışarıya çıkmanıza izin
verilmiştir, buyurdu."[206]
Ömer (r.a.)'dan:
"Bir gün Ömer
Hafsa'nın yanına vardı ona: 'Ey kızım, muhakkak ki sen Rasulullah'dan çok şey
taleb edip onun bütün gününü öfkeli, kızgın bir şekilde geçirmesine sebep
oluyorsun,' dedi. Hafsa da Ömer'e: 'Allah'a yemin olsun ki biz hepimiz ondan
bir takım isteklerde bulunuyoruz, dediğinde ben de kendisine, sen de biliyorsun
ki ben seni Allah'ın vereceği cezadan ve Rasulullah (sav)'in öfkesinden
sakındırmaya çalışıyorum dedi. Bunun arkasn-dan daha sonra yakınlığım olması
dolayısıyla, Ümmü Seleme'nin yanına vardım. Ve kendisiyle konuştum, dedi. Ümmü
Seleme, konuşmamdan sonra: 'Sana hayret ediyorum ey İbni Hattab, görüyorum ki
herşeye karışıyorsun, öyle ki şimdi de Rasulullah (s.a.v.) ile hanımlarının
arasına girmek istiyorsun. Öyle alındım ki bu hareketinden, Allah'a yemin olsun
söylemek istediğim bazı şeyleri söylememe ve maksadımı ifade etmeme engel oldun
dedim. Ümmü Seleme'nin yanından çıktım.
Müslim'de yer alan
diğer bir rivayette Ömer (r.a.) şöyle dedi: "Aişe'ye vardım: 'Ey Ebu
Bekir'in kızı, senin şanın Rasulullah'a eza edecek dereceye vardı mı?1 dedim.
Aişe de: 'Benden sana ne ey Hattab'ın oğlu, sen kendin çok kıymetli kızına
bak!.."[207]
Sübey'a binti
Haris'den:
"Sübey'a Sa'd
İbni Havle'nin nikâhı altında idi... Sa'd İbni Havle, Pey-gamber'in Bedir
savaşında bulunmuş, Sübey'a hamile iken veda haccında vefat etmiş, kocasının
vefatından dört ay geçmeden evvel doğurmuş ve nifasmdan kalktığında isteyenleri
için süslenmiş bu sırada Abduddar oğullarından bir zat olan Ebu's-Senabil
kendisini süslenmiş görünce şöyle demiş: Ne o, seni süslenmiş görüyorum,
zannederim ki nikâh arzu ediyorsun? Hiç şüphesiz sen üzerinden dört ay on gün
geçmedikçe evlenemez-sin."[208]
Cabir İbni
Abdillah'dan:
"Benim teyzem
boşanmıştı. Akabinde kendisi, kendi hurmalarının meyvelerini kesmek istedi.
Fakat birisi onu dışarı çıkmaktan men etti. Bunun üzerine teyzem Peygamber'e
geldi, Peygamber (s.a.v.) ona: 'Evet, sen kendi hurmalarını kes, çünkü senin
tasadduk yapman, yahut bir iyilik işlemen ümit edilir'buyurdu."[209]
İbni Abbas'dan:
"Allah'ın
Peygamber'i ile birlikte fıtır bayram namazında hazır bulundum. Sonra
erkeklerin saflarını yara yara kadınların saflarına kadar gitti. Bilal de
beraberinde idi. Bilal:
- Babam anam size feda
olsun! Haydi gelin atın, dedi."[210] Amr
İbni Seleme babasından şöyle rivayet etmiştir:
"Buraya ben,
Allah'a yemin olsun ki Peygamber (s.a.v.)'in yanından geliyorum. 'Şu namazı şu
vakitte kılınız. Eğer namaz vakti gelirse sizden biriniz ezan okusun ve
Kur'an'ı en çok bileniniz de imam olsun dedi. Aralarında konuştular baktılar ki
Kur'an'ı benden daha iyi bilen çıkmadı. Bunun üzerine beni önlerine imam olarak
geçirdiler, ben o vakitte altı veya yedi yaşlarında bir çocuktum, üzerimde
dikilmiş bir örtü vardı. Ben secdeye gidince bu örtü vücuduma (dar olduğu için)
yapışırdı. Mahalleden bir kadın benim avret yerlerimin göründüğünü farkedince:
'İmamınızın avret yerlerini örtünüz!' dedi. Hemen kumaş alıp, bana bir gömlek
diktirdiler. Bu gömleğe sevindiğim gibi hiç birşeye bu kadar sevinmedim."[211]
Kays İbni Ebi Hazim'den:
"Ebu Bekir,
kendisine Zeyneb binti Muhacir denilen Ahmes kabilesinden bir.kadının yanına
vardı. Kadının konuşmadığını gördü. Bunun üzerine kadının niçin konuşmadığını
sordu. Orada bulunanlar: 'Bu kadın konuşmadan hac yapmayı adamış1 dedi. Ebu
Bekir kadına: 'konuşman lazım, bu sana helal değildir, çünkü bu cahiliye
adetlerindendir,' dedi. Bunun üzerine kadın 'sen kimsin' dedi. Ebu Bekir,
Muhacirlerden birisiyim,' deyince; kadın: 'hangi muhacirlerdensin?' dedi. O da:
"Kureyşten" dedi. Kadın, 'Sen hangi . Kureyştensin?' dedi. Kadının,
bu sorularından bunalan Ebu Bekir: 'Gerçekten sen de çok soru soruyorsun. Ben
Ebu Bekir'im' dedi. Kadın: 'Peki Allah'ın cahiliyeden sonra bizim yapmamızı
istediği salih iş nedir?' Ebu Bekir: 'İmamlarınızın sizin yapmanızı
önerdikleri şeylerdir.' Kadın; 'İmamlar kimdir?' deyince Ebu Bekir: 'Senin
kavminde reisler, ileri gelenler yok mu? Bunlar size emredince onlara itaat
etmiyor musunuz?' dedi. Kadın: 'Evet, Öyledir,' dedi. Ebu Bekir: 'İşte bunlar
insanların imamları (önderleridir) 'dedi:'[212]
Zübeyr'in azadlısı
Yuhannes'den:
"... Kendisi
Harra fitnesi zamanında Abdullah ibni Ömer'in yanında oturuyordu. O sırada
Abdullah'ın bir kadın azadlısı Abdullah'ın yanına gelip selam verdikten sonra:
Ben Medine'den çıkmak
istiyorum, ya Eba Abdurrahman! Zaman bize pek çetin oldu, dedi. Bunun üzerine
Abdullah, o kadına:
Otur ey ahmak kadın
(Medine'den çıkma); çünkü ben Rasulullah (s.a.v.)'den işittim: "Medine'nin
zorluk ve şiddetine sabır eden herhangi bir kimse için ben kıyamet gününde
muhakkak bir şefaatçi veya bir şahid olurum" buyurdu.[213]
Zeyd İbni Eslem'den:
"Abdulmelik bin
Mervan, muhtelif ev eşyalarını Ümmü Derda'ya gönderdi. Bir gece Abdulmelik
uyandı, kalkıp hizmetçisini çağırdı, Hizmetçi onun yanına biraz gecikerek
geldi, yavaş davranmasına kızarak ona lanet okudu. Sabah olunca Ümmii Derda
Abdülmelik'e: Senin geceleyin hizmetçini çağırdığında onu lanetlediğini
duydum.' Ümmii Derda: Rasulul-lah'ın (s.a.v.): 'Lanet edenler kıyamet gününde
şefaatçiler ve şahidler olamaz' dediğini, naklettiğini duydum' dedi."[214]
Ebi Nevfel'den:
"...
Ayakkabılarını aldıktan sonra kibirlenerek süratle gitti. Nihayet (Esma binti
Ebi Bekir)'in yanına girdi ve:
- Allah'ın düşmanına
yaptığım muamelede beni nasıl gördün? dedi. (Burada onun oğlu Abdullah İbni
Zübeyr'e hitaben: 'Ey Zatu'n-Nitakeyn'in oğlu diyormuşsun. Allah'a yemin ederim
ki Zatu'n-Nitakeyn işte benim. Ben o iki nitakın biri ile Rasulullah
(s.a.v.)'in yiyeceği taamı ve Ebu Bekir'in yiyeceği taamı hayvanların
erişemeyeceği yere kaldırıp yükseltiyordum. Diğerine gelince o da kadın
kısmının kendisinden müstağni olamayacağı zaruri entarisidir. Haberin olsun ki
Rasulullah (s.a.v.) bize şu sözleri tahdis etmiştir: 'Muhakkak ki Sakif
kabilesinden bir büyük yalancı bir de kan dökücü çıkacaktır.' Yalancıyı
gördük. Kan dökücünün kimseye senin olduğunu zannediyorum' dedi. Esma'nın bu
sözleri üzerine Haccac onun yanından kalktı ve bir daha yanına dönmedi."[215]
Bir marufun istenmesi
veya önerilmesi esnasında karşılama Cabir İbni Abdillah (r.a.):
"Ensardan bir
kadın Rasulullah (s.a.v.)'e şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Rasulü senin için üzerinde
oturabileceğin bir şey yaptırabilir miyim? Benim oğlum marangozdur.'
Rasulullah: 'Eğer istersen yaptırabilirsin.' Rasulutlah bir minber yaptırdı.
Nebi (s.a.v.) Cuma günleri o kadının yaptırdığı oturağa oturuyordu."[216]
Enes İbni Malik'den:
"Medine
ahalisinin cariyelerinden biri Rasulullah (s.a.v.)'in elinden tutup bir süre
giderlerdi."[217]
Hafız İbni Hacer:
"Ahmed'in rivayetinde (yani müsned-i Ahmed İbni Hanbel) İhtiyacı için
onunla giderdi dedi."'" Nesai Abdullah İbni Ebi Evfa rivayet etti ki:
"Rasulullah
(s.a.v.) miskinlerle ve dul kadınlarla beraber yürümekten kaçınmazdı (kibre
kapılmazdı). Onların ihtiyacını giderir, isteklerini yerine getirdi."[218]
Enes (İbni Malik)'den:
Aklı kıt bir kadın: Ta
Rasulullah! Benim sana gizli bir ihtiyacım var' dedi. Rasulullah (s.a.v.): Ya
Ümmü fülan! Dar yolların hangisini istersen, orada seni dinleyeyim1 dedi.
Müteakiben Rasulullah yolların birinde o kadınla çekildi. Nihayet kadın sormak
istediğini sorup ihtiyacından fariğ oldu."[219]
Ebu Bekir'in kızı
Esma'dan:
"... Ben
Rasulullah'ın Zübeyr'e ayırıp vermiş olduğu arazisinden hurma çekirdeklerini
başımın üstünde taşırdım. Bu hurmalık, Medine'deki evimden bir fersahın üçte
ikisi kadar uzaklıkta idi. Yine böyle bir gün, başımda hurma çekirdeği yüklü
olarak evime gelirken yolda Rasulullah'a yetiştim; yanında sahabilerinden bir
takım kimseler vardı. Rasulullah (s.a.v.) beni çağırdı. Sonra beni arkasına,
terkisine bindirmek için devesine, 'Ih ıh', dedi. Fakat ben erkeklerle bareber
havanın arkasına binmiş olarak yolculuk etmekten utandım. Zübeyr'i ve onun
kıskançlığını hatırlattım. İnsanların en kıskancı idi. Rasulullah (s.a.v.)
benim utandığımı anladı ve gitti."[220]
Fethu'l-Bari'de
Mühelleb: "Hadiste... kadının erkeklerin bineğinde arkada yer almasının
caiz olduğu hükmü vardır."[221]
İbni Abbas (r.a.)dan:
"Nebi (s.a.v.)
ile birlikte fıtır (bayramı) namazında hazır bulundum... Sonra erkeklerin
saflarını yara yara kadınların saflarına kadar gitti. Bilal de bareberinde idi.
Rasulullah: 'Sadaka verin,' dedi. Bilal elbisesini yaydı, onlar halkalarını,
yüzüklerini Bilal'in elbisesinin içine atmaya başladılar."[222]
Harice bin Zeyd ibni
Sabit'den:
Ümmü Ale (onların
hanımlarından birisi) Nebi (s.a.v.)'e biat etti. Nebi (s.a.v.)'e muhacirlerin
yanlarında kalacakları ensarı seçmek için yapılan kur'ada kendisine Osman ibni
Maz'un'un çıktığını haber verdi.
"Ümmü Ala':
"Osman bizim yanımızda şikayette bulundu. Ben onu hasta haldeyken ölünceye
kadar baktım. [223]
Enes İbni Malik'den:
"Eşlem
kabilesinden bir genç geldi ve:
- Ya Rasulullah! Ben gazaya gitmek istiyorum;
fakat bende teçhizat yapabileceğim hiç birşey yoktur, dedi. Peygamber (s.a.v.)
ona:
- Filan kimseye git,
çünkü o bütün teçhizatlarını hazırlamış, akabinde de hasta olmuştu, dedi.
Bunun üzerine genç
mücahid, bu hasta zata gitti ve:
- Rasulullah sana
selam söylüyor ve kendin için hazırladığın cihad teçhizatlarını bana vermeni
emir buyuruyor, dedi.
O hasta zat karısına
hitaben:
- Ey fılane! Kendim
için hazırladığım tezcihatımı bu gence ver ve ondan hiçbir şey bırakma. Allah'a
yemin ederim ki ondan hiçbirşey bırakıp alıkoymazsan o hususta senin lehine
bereketler halk olunur,' dedi.[224]
Ebu Hureyre'den:
"Bir zenci kadın
veya erkek, mescidi süpürürdü."
Buhari'ye ait bir
rivayette ise onun kadın olduğunu sanıyorum [225]dedi.
Nebi (s.a.v.) öldükten sonra onu sordu. Yanındakiler:
- O öldü, dediler.
Rasulullah: Bana onun
vefatını haber vermeli değil miydiniz? Bana onun kabrini gösteriniz, dedi.
Kabre geldi ve o
kadının kabri üzerine cenaze namazı kıldı."[226]
Hafız İbni Hacer, bu hadiste görüldüğü üzere bu kadının kendisini mescidin
hizmetine adamasının doğruluğu Nebi (s.a.v.)'in onayı iledir.[227]
Esma'dan:
"... Bana bir
adam geldi de:
- Ya Ümmü Abdillah!
Ben fakir bir kimseyim. Ben senin evinin gölgesinde alış-veriş etmek istiyorum
dedi.
Esma der ki:
- Ben şayet şimdi sana ruhsat verirsem, Zübeyr
bunu kabul etmez. Binaenaleyh sen bunu Zübeyr burda iken gel de o zaman onun
yanında benden iste dedim.
Nihayet geldi ve:
- Ya Ümmü Abdillah!
Ben fakir bir kimseyim. Senin evinin gölgesinde alış-veriş etmek istiyorum,
dedi.
Esma:
- Koca Medine'de benim
evimi mi buldun? dedi. Bunun üzerine Zübeyr Esma'ya hitaben:
- Sana ne oluyor ki
alış-veriş yapacak fakir bir adamı men ediyorsun? dedi.
Neticede o zat,
kazanıncaya kadar orada alış-veriş yaptı. Ben kendisine bir cariye sattım.
Müteakiben yanıma Zübeyr geldi. Sattığım cariyenin bedeli de henüz kucağımda
bulunuyordu. Zübeyr:
- Onu bana hibe et,
dedi. Esma:
- Ben onu tasadduk
etmişim, dedi."[228]
Zeyd İbni Halid (r.a.):
"Her kim Allah
yolunda gaza edecek bir askeri -gerekli teçhizatını tedarik edip- hazırlarsa, o
da gaza etmiş olur.
Müslim'in rivayetinde:
"Yine her kim o gazinin ailesi hakkında namusluca onun yerini tutar (yani
gerideki ailesine ve işlerine bakar)sa o da gaza etmiş (gibi) olur."[229]
Abdullah İbni Amr İbni
As'dan:
"... Rasulullah
(s.a.v.) minberde ayağa kalktı ve: 'Bu günden sonra hiçbir kimse kocası yanında
olmayan bir kadının yanına girmesin. Ancak beraberinde bir yahut iki kimse
bulunursa girebilir1 buyurdu."[230]
Bureyde'den:
"Rasulullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu: 'Mücahidlerin kadınlarına hürmet etmek vazifesi, geride
kalanlar üzerine, analarına yapacakları hürmet gibidir. Geride kalanlardan
herhangi bir kimse mücahidlerden birinin ailesinin işlerini görmek ve yardım
etmek üzere ona halef olur da mücahidin ailesi hususunda mücahide hainlik
yaparsa, o hain kıyamet gününde muhukkak tevkif olunacak da hıyanet ettiği
mücahid onun amelinden istediğini alacaktır. Kendisine hasenelerden birşey
bırakacağını mı zannediyorsunuz?"[231]
Cabir İbn Semure'den:
"Rasulullah
(s.a.v.) kısa boylu, saçı dağınık, adaleleri iri, yalnız göbeğinden aşağısı
bir izarla Örtülü olan zina etmiş bir adam getirildi. Rasulullah (s.a.v.) onu
iki kere reddetti. Sonra onunla ilgili emrini verdi ve bu zat recm edildi.
Müteakiben Rasulullah: 'Biz Allah yolunda gaziler olarak sefere çıktığımız
zamanlarda sizlerden biri (sefere katılmayıp) arkada kalır, tekenin çıkardığı
ses gibi şehvetle ses çıkarır. Kadınlardan birine az birşey verir (ve onu
böylece aldatır). Allah böyle birini elime düşürürse, ben ona muhakkak ondan
sonrakilere ibret olacak bir ceza tatbik ederim, buyurdu."[232]
Son olarak
zikrettiğimiz dört hadisin hepsi erkeklerin kocasını kaybetmiş kadınlara
yaptıkları yardımı tekid ediyor. Birinci hadis: Bu yardımın faziletini,
ikincisi, bu yardımın yapılması sırasında takınılması gereken tavrı, üçüncüsü ve
dördüncüsü ise; görünüşte yardım ediyor gibi olan fakat içinden hiyanet etmeyi
arzulayanın cezasını belirliyor.[233]
1. Erkeğin
esini araması sırasında görüşmesi: Sehl İbni Sad (r.a.)'dan:
"Rasulullah
(s.a.v.)'e bir kadın gelerek: 'Ya Rasulullah, ben size nefsimi hibe etmek için
geldim,' dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) kadına bakarak onu tepeden
tırnağa süzdü. Sonra başını eğdi. Kadın kendisi hakkında bir hüküm vermediğini
görünce oturdu. Diğer bir rivayette ise: Rasulullah şöyle dedi: Bugün için
benim kadına ihtiyacım yoktur."[234]
Hafız İbni Hacer (bu
hadis hakkında) şöyle diyor:
"Kadına
dünürcülük yapılmadan, evlendirmeye dair bir isteği Öne çıkarmadan onunla
evlenmek maksadıyla kadının güzelliğine bakılmasının caiz
olması..."2!6hadisteki faydalardandır. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) onu tepeden
tırnağa süzdü. Hadisin bu bölümündeki üslubunda bu konudaki mübalağaya yer
verilmiştir. Rasulullah onu istediğini ve dünürcü olduğunu söylemedi, ona
şöyle dedi: "Benim kadınlara ihtiyacım yoktur." Burada kadında hoşuna
giden birşey gördüğünde onu kabul edebileceğini belirtmemiş olsa bile yapılan
mübalağalı bakışta cevaz vardır.
Daha sonra Hafız İbni
Hacer, hadisin ifade ettiği başka ihtimaileri de zikretti. Fakat biz burada
evlenmesi istenilen kadına bakmaya davet eden delillerin onayladığı görüşü
tercih ediyoruz. Aşağıdaki hadislerin de onayladığı gibi kadın ardayanm konumu
ile evlenmeyi talep eden erkeğin konumu birbirine yakındır.
İbrahim ibni Sad'ın
babasından onun da dedesinden rivayet ettiğine göre Medine'ye geldiklerinde,
Rasulullah (s.a.v,) Abdurrahman ve Sad ibni Rabi'yi kardeş ilan etti. Bunun
üzerine Sad İbni Rabi, Abdurrahman'a şöyle dedi: "Ben ensann en çok mala
sahip olanıyım, malımı hemen ikiye ayırıyorum. Benim iki tane hanımını var
ikisine de bak, hangisi hoşuna giderse bana söyle onu boşayayım, hemen akabinde
de iddeti dolunca onunla evlen." O da dedi ki: "Allah malını ve
aileni sana bağışlasın."[235]
Hafız İbni Hacer;
"bu hadiste erkeğin kadına evlenmek amacıyla bakmasının caiz olduğu hükmü
vardır, dedi."[236]
Enes (r.a.)'dan
rivayet olundu ki:
"Rasulullah
(s.a.v.) Hayber gazasını yapmış. Hayber'i zor yoluyla aldık. Esirler toplandı.
Nebi (s.a.v.)'e bir adam gelerek: 'Ey Allah'ın Peygamberi, Dihye'ye Kurayza ile
Nadir'in reisi Huyey'in kızı Safiye'yi mi verdin? O ancak sana yaraşır,1 dedi.
Rasulullah: 'Onu Safiye ile birlikte çağırın' buyurdu. Müteakiben Dihye,
Safiye'yi getirdi. Peygamber Safiye'yi görünce: 'Sen esirlerden bundan başka
bir cariye al,1 buyurdu. Nebi (s.a.v.) onu azad ederek onunla evlendi."[237]
2. Kadının
es arama sırasında yaptığı buluşma;
Sabit Bünani der ki:
"Bir kere Enes (ibni Malik)'in yanındaydım. Mecliste Enes'in kızı da
bulunuyordu. Enes şöyle dedi: 'Bir gün Rasulul-lah'ın huzuruna bir kadın
gelerek nefsini arzetti: Ya Rasulullah, bana ihtiyacın var mı?' dedi. Bunu
Enes'in kızı işitince: 'Bu ne hayası kıt kadınmış? Vay bu ne fuhuş ve rezalet
vay bu ne fuhuş ve rezalet?'dedi. Enes İbni Malik: 'Kızım öyle söyleme' emin ol
o kadın senden hayırlıdır. Çünkü o Rasulullah'ın peygamberliğine rağbet edip
onun ailesine katılabilmek için kendisini Rasulullah'a arz ve teklif etmiştir,'
dedi.[238]
Buharı bu hadisi bir
kadının salih ve iyi bir kimseye iyi halinden dolayı kendisini tekîif etmesine
ve nikâhla almasını temenni eylemesine dair açtığı babta zikretmiştir.
Fethu'l-Bari'de, İbnü
Münir'in haşiyesinde şöyle dediği söylendi: "Buhari'nin kendisini teklif
eden kadın kıssasındaki özel durumu anlayınca, hadisten olmayan başka bir hüküm
çıkarması onun hoş manalı sözlerinden-dir. Onun çıkardığı hüküm ise, kadının
saîih ve iyi bir kimseye iyi halinden dolayı kendisini teklif etmesinin caiz
olmasıdır. Bu onun için caizdir."[239]
Hafız İbni Hacer:
Kendisini Rasulullah (s.a.v.)'e teklif eden kadm hadisine göre, her kim
kendisinden daha yüksek mertebede olan biriyle evlenmeye niyetlenirse, bu
niyetinde bir arsızlık ve hayasızlık yoktur. Özellikle de bunu sahih bir hedef
veya doğru bir amaç için dini üstünlük olması veya bu teklifi yapmadığında mahzurlu
bir duruma düşmesinden korktuğu bir eğilim olması halinde de bir arsızlık ve hayasızlık
yoktur"[240]der.
İbni Dakik'il-İyd:
"Bu hadiste kadının kendisini bereketini umduğu yani iyi olacağını
kestirdiği kişiye teklif etmesinin delili vardır, dedi."[241]
3. Dünürcülük
teklifi sırasında buluşma:
(İddetin süresi,
kocası Ölenin iddeti, üç talakla boşanmış olanın iddeti)
Allahu Teala şöyle
buyurdu:
"Kadınlarla
evlenme hususundaki düşüncelerinizi üstü kapalı bir biçimde anlatmanızda veya
onu içinizde gizli tutmanızda size günah yoktur. Allah bildi ki, siz onları
anacaksınız. Lakin güzel sözler söylemeniz müstesna, sakın onlara gizlice
buluşma sözü vermeyin. Farz olan bekleme müddeti dolmadan nikâh kıymaya
yeltenmeyin. Bilin ki Allah gönlünüzdekileri bilir. Allah'tan sakının. Şunu iyi
bilin ki Allah gafurdur, halimdir. (Bakara; 235). Celaleyn, tefsirinde
dünürcülük teklifi için şu manada sözler zikredilmiştir: İnsanın şöyle
söylemesi gibi, hakikaten sen güzelsin senin gibisini kim bulacak, belki seni
isteyen biri vardır.
Fatıma binti Kays'dan
rivayet olundu ki:
"Kocam bu Amr b.
Hafs. b. Muğire beni boşadığını haber vermek için Ayyaş b. Ebi Rabia'yi bana
gönderdi. Onunla beş ölçek kuru huma, beş ölçek de arpa yollamış. Ben:
- Nafakam yalnız
bundan mı ibaret? İddetimi sizin evinizde geçirmeye-cek miyim? dedim. Ayyaş:
'Hayır!' cevabını verdi. Bunun üzerine hemen elbisemi kuşanarak, Rasulullah
(s.a.v.)'e gittim. Bana: 'Kocan seni kaç defa boşadı' diye sordu.
- Üç defa! dedim.
- Doğru söylemiş sana
nafaka yoktur! İddetini amcaoğlun İbni Ümmi Mektum'un evinde bekle; çünkü onun
gözü görmez, yanında çarşafını atabilirsin, iddetin bittiği vakit hemen bana
haber ver! buyurdular."
Diğer bir rivayette
ise:
"Ona benden
başkasını öne almasın diye haber saldı."[242]
Nevevi: "Hadiste
üç talakla boşanmış kadına dünürcülük teklifinin caiz olduğu hükmü vardır, bu
bizim fıkhımızda (Şafiilikte) doğru olandır" der.[243]
"Rasulullah
(s.a.v.)'in dostu Üsame b. Zeyd için Fatıma binti Kays'a evlilik teklifinde
bulunmasında bir acaiplik yoktur. Gerçekten o ilk hicret e-denlerdendi. Aynı
zamanda zekası ve güzeliği vardı."
(Kadınlarla evlenme
konusundaki düşüncelerinizi üstü kapalı bir biçimde anlatmanızda size günah
yoktur) âyetinin tefsîri konusunda İbni Abbas Rasulullah'ın şöyle dediğini
rivayet etti:
"Ben evlenmek
istiyorum, evleneceğim kadımnsaliha bir kadın olmasını arzu ediyorum"
buyurdu.[244]
Taberi, tefsîrinde
evlilik teklifinin nasıl yapılacağı konusunda bir çok. rivayetler zikretti.
İşte bunlardan bazısı:
İbni Abbas'tan rivayet
olundu ki:
"Ben şöyle şöyle
özellikleri olan kadım severim. O özellik ise kendisine söz ve iyilikle teklif
yapılmasıdır."
Mücahid'in şöyle
dediği rivayet olundu: "Sen gerçekten güzelsin sen çok teklif alansın, sen
hayırdasın" diyor.
Kasım İbni
Muhammed'den yapılan rivayette ise şöyle der:
"Ben sana
istekliyim, ben sana dükünüm, sen benim hoşuma gidiyorsun ve bu gibi benzeri
sözler."
Essuddi'den rivayet
olundu ki: "İçeriye girmesi ve selam vermesi isterse hediye vermesi, hiç
birşey konuşmamasıdır."
Sekine binti
Hanzala'dan rivayet olunduğuna göre:
"Benim yanıma
iddetimi beklerken Ebu Cafer Muhammed İbni Ali girdi ve şöyle dedi: 'Ey
Hanzala'nm kızı! Benenin Rasulullah (s.a.v.) yakınlığımı dedemin benim
üzerimdeki hakkını ve İslamiyetteki gençliğimi bildiğin kişilerdenim."
Hanzala dedi ki; Allah
seni mağfiret etsin Ebu Cafer, Sen benim iddetim esnasında muaheze olunacağın
halde bana evlilik teklif ediyorsun.
Ebu Cafer bunun
üzerine, ben bunu yaptım mı? Sadece sana konumumu ve Rasulullah'a olan
yakınlığımı hatırlattım.
İbni Arabi dünürcülük
teklifinin yorumu hakkında şöyle dedi: Bu konuda seleften birçok şey rivayet
olundu bir topluluk teklifin iki şekil olabileceği görüşündedirler.
1)
Velisinden şöyle diyerek istemek: Onu benden başkasının önüne geçirme (benden
başkasına verme). Bu durumu vasıta olmadan ona kendisinin ifade etmesi, eğer
bunu kendisi istiyorsa, bunun için yedi lafız vardır.
3) Ona şöyle
demesi: Sen gerçekten güzelsin, benim kadınlara ihtiyacım var. Allah muhakkak
ki seni hayra götürecek!
Malik'in tercihi ise
şöyle demesidir: Ben sana hayranım, seni sever, sana istekli olan var.
"... Bence bu en
kuvvetli teklif ve açıklamaya en yakın olandır."[245]4.
Dünürcülük anında buluşma: Allah Teala şöyle buyurdu:
"Sizden
Ölenlerin, geride bıraktıkları eşleri, kendiliklerinden dört ay on gün
beklerler. Bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit kendileri hakkında iyilikle
yaptıkları işlerde size bir günah yoktur. Allah yapmakta olduklarınızı
bilir." (Bakara, 234)
Celaleyn, tefsirinde
(kendileri hakkında iyilikle yaptıkları işlerde) ayetinin açıklaması hakkında
şöyle denilmiştir: "Yani kendileri için yaptıkları erlilik teklifi ve
süslenmesidir."[246]
Sübey'a binti
Haris'ten rivayet olundu ki:
" Kocası hamile
iken veda haccında vefat etmiş, onun vefatından sonra çok geçmeden karısı
doğurmuş. Nifasmdan temizlendiği vakit kendisini isteyecekler için giyinip
kuşanmış. Derken yanına Ebuss-Senabii b. Ba'kek isminde bir adam girerek:
- Acep seni neden
giyinmiş kuşanmış görüyorum! Galiba evlenmek istiyorsun?
Nebi (s.a.v.)'in
hanımı Ümmü Seleme'den gelen bir rivayette ise:... Ebu's-Senabil b. Ba'kek onu
istedi o nikâhlanmayı kabul etmedi."[247]
Hafız İbni Hacer şöyle
dedi:... "Muvatta'mn rivayetinde ise şöyle vaki oldu: Ona iki adam dünürcü
oldu. Onlardan birisi genç, diğeri ise orta yaşlı bir kişiydi. O genç olana
meyletti. Orta yaşlı kişi ona, niçin süslendin? dedi. Ailesi ise bulunmuyordu.
Onlardan kendisini tercih etmesini sağlamalarını istedi."[248]
Ebu Hureyre'den
rivayet olundu ki: "Peygamber (s.a.v.)'in yanındaydım. Ona bir adam
gelerek kendisinin Ensar'dan bir kadınla evlenmek istediğini haber verdi. Bunun
üzerine Rasulullah (s.a.v.):
- O kadına baktın mı?
diye sordu. Gelen zat:
-Hayır! dedi.
Rasulullah (s.a.v.):
- Öyleyse git de ona
bir bak! Çünkü ensann gözlerinde bir şey vardır, buyurdular."[249]
Ümmü Seleme'den
rivayet olunduğuna göre:
"Rasulullah
(s.a.v.) bana Hatib İbni Ebi Beltaa'yı kendisi için dünürcülük yapması için
gönderdi.
Ben de şöyle dedim:
'Benim bir kızım vardır ve ben kıskancım.1 Rasulullah'da şöyle dedi: 'Ama onun
kızına gelince onun ona ihtiyacı kalmaması için dua ederiz ve yine Allah'a
kaskançlığının gitmesi için de dua ederiz."[250]
Sehl İbni Sa'd'dan
rivayet olunduğuna göre:
"Nebi (s.a.v.)'e
arablardan bir kadın hatırlatıldı. (Bir kadın olduğu söylendi). O da Ebu
Esyedi, Essaidiye'yi ona elçi göndermesini emretti. O da ona (elçiyi) gönderdi.
Bunun üzerine davete icab edip, Beni Said'enin kasırlarına geldi. Nebi (s.a.v.)
ona ulaşıncaya kadar ilerledi. Ve onun yanına girdi. Bir de ne görsün
karşısında başını önüne eğmiş bir kadm,kendisiyle Nebi (s.a.v.) konuştuğunda
şöyle dedi: 'Senden Allah'a sığınırım.' Hemen o da şöyle cevap verdi: 'Sen
benden sığındın.' Oradakiler ona bunun üzerine dediler ki: 'Bunun kim olduğunu
biliyor musun?' O da 'hayır' dedi. Bunun üzerine: 'Allah'ın Rasulü (s.a.v.)
seni istemek (dünürcülük) için geldi'. Cevaben: 'işte bende ondan
korkuyorum..."[251]
Enes (r.a.)'den
rivayet olunduğuna göre:
Zeyneb'in iddeti
bitince Rasulullah (s.a.v.) Zeyd'e: Onu bana iste! buyurmuş, Zeyd Zeyneb'e
vardığında onu hamurunu mayalarken bulmuş. Zeyd şöyle demiş: Zeyneb'i görünce
kalbimde büyüdü. Hatta Rasulullah (s.a.v.) istedi diye yüzüne bile bakamadım da
ona sırtımı çevirdim ve ters döndüm. Sonra: Ya Zeyneb (beni) Rasulullah
(s.a.v.) seni istemeye gönderdi, dedim.
Zeyneb:
- Rabbimden emir
almadıkça ben birşey yapamam diyerek kalktı namazgahına gitti ve vahiy indi.
Rasulullah (s.a.v.) gelerek Zeyneb'in yanına izinsiz girdi.[252]
İbni Mace'nin Muğire
bin Şu'be'den rivayet ettiğine göre:
Rasulullah (s.a.v.)'e
geldim. Ona bir kadına evlilik teklif edeceğimi söyledim. O dedi ki: Git ve
ona bak, sizin ikiniz için bu daha uygundur. En-sar'dan bir kadına geldim ve
ebeveyninden dünürcülük yaptım ve o ikisine (ebeveynine) Nebi (s.a.v.)'in
sözünü haber verdim. Sanki ikisi bundan hoşlanmadılar, (evlenmeyi talep eden
erkekle yapılan buluşmada annenin babanın rızasına dikkat et).
Dedi ki: O kadının
oturduğu yerden şöyle dediğini duydum:
Eğer Rasulullah
(s.a.v.) sana bakmanı enırettiyse bak, ancak böyle değilse sana yemin
ettiririm. Sanki o bu işi büyüttü (büyük gördü). (Yani kendisine kasıtlı
olarak bakılmasını ve iyiliklerinin süzülmesini hiç de hoş karşılamadı.)
De ki: Ona baktım ve
evlendim.[253]
5. Evlilik
akdi sırasında görüşme:
Buhari, aşağıdaki
hadisi "evlenmesi zor olanın evlendirilmesi" başlıklı babda zikretti:
Sehl İbni Sad
Essaidi'den rivayet olundu ki:
Bir kadın, Rasulullah
(s.a.v.)'e gelerek: Ya Rasulullah! Kendimi sana hibe etmeye geldim, dedi.
Derken Rasulullah (s.a.v.)'in ashabından bir zat kalkarak:
- Ya Rasulullah! Eğer
senin bu kadına ihtiyacın yoksa onu benimle evlendir! dedi.
Rasulullah (s.a.v.):
- Sende (verecek)
birşey var mı? diye sordu. O zat:
- Yok vallahi ya
Rasulullah! dedi. Rasulullah (s.a.v.):
- Sen evine git de
birşey bulabilecek misin bak! buyurdu. Bunun üzerine o zat gitti. Sonra
dönerek:
- Hiçbirşey bulamadım, dedi. Rasulullah
(s.a.v.):
- Demirden bir yüzük olsun (bulmaya) bak! dedi.
O zat yine gitti. Demirden bir yüzük de bulamadım. Lakin işte kaftanım (ravi
Sehl'in malı bir kaftandan ibaretti demiş) bunun yarısı kadının olsun, dedi.
Rasulullah (s.a.v.):
- Senin kaftanını ne
yapsın? Onu sen giymiş olsan, kadının üzerinde birşey kalmayacak; kadın giyse
senin üzerinde ondan birşey kalmayacak, buyurdular.
Bunun üzerine o zat
oturdu. Bir hayli oturduktan sonra kalktı. Dönüp giderken Rasulullah (s.a.v.)
onun çağrılmasını emir buyurdu.
Adamı çağırdılar.
Geldiği vakit Rasulullah (s.a.v.):
- Ezberinde Kur'an'dan
neler var? diye sordu. O zat:
- Filan ve filan
sûreler ezberimdedir, diyerek (bildiği) sûreleri saydı. Rasulullah (s.a.v.):
- Onları ezberden
okuyabilir misin? dedi. O zat:
- Evet, cevabını
verdi. Rasulullah (s.a.v.):[254]
- Haydi git! Kadın
sana ezbere bildiğin Kur'an ile temlik olundu buyurdular. [255]
1. Karşılama
merasimlerine katılma: Ebu Bekir (r.a.)'den rivayet olundu ki:
"...(Hicret günü)
Medine'ye gece ulaştık. Rasulullah'ın kimin yanında konaklayacağı konusunda
anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) 'ben Abdulmuttaiib'in
dayıları olan Beni Neccar'ın yanında konaklayacağım, onlar buna en layık
olanlardır." Kadınlar ve erkekler evlerin üzerine (terasına) çıktı ve
çocuklar hizmetçiler yollara yayılarak şöyle bağınyor-lardı:
- Ya Muhammed, ya
Rasulullah, ya Muhammed, ya Rasulullah."[256]
Bera İbni Azib (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre:
"Bize Nebi
(s.a.v.)'in ashabından ilk önce gelenler (hicret edenler) Musab İbni Umeyr ve
İbni Ümmü Mektum'dur. Bize Kur'an öğretmeye başladılar. Daha sonra Amnıar
Bilal ve Sad geldi. Onun arkasından yirmi kişiyle Ömer İbni Hattab geldi.
Sonra Nebi (s.a.v.) Mekke'den hicret ederek geldi. Artık ben Medine halkının
Rasulullah (s.a.v.)'in teşrifine sevindiği gibi birşeye sevindiğini görmedim.
Hatta köle kadınlar ve
çocuklar şöyle diyorlardı:
- Bu Allah'ın Rasulü
(s.a.v.)'dir, muhakkak ki teşrif edip gelmiştir."
Diğer bir rivayette
ise[257]:
"Hatta (Beni Neccar'dan) genç kızlar Rasulullah (s.a.v.) geldi diye
sevinmeye başladılar. Bence Rasulullah gelmeden (henüz hicret etmeden) önce
"sebbih isme rabbikel ala" ve benzeri sûreleri okudum."
Enes 'den rivayet
olunduğuna göre şöyle dedi:
"... Medine'ye
(Hayber'den dönerlerken) yaklaştıkları zaman, Rasulullah hızlı hızlı yürüdü,
biz de hızlandık. Derken Rasulullah dişi develeri el-Abda tökezledi. Rasulullah
(s.a.v.) ve (Safıyye) düştüler.
Rasulullah hemen
kalktı ve Safiyye'yi örttü. Bu sırada diğer kadınlar yüksekten bakıyorlardı...[258]
Diğer bir rivayette:
"Medine'ye girdiğimizde, kadınlarının cariyeleri (genç kızları)
birbirlerine Safiyye'yi gösteriyorlardı."[259]
İbdi Sad'ın Abdullah
İbni Ömer'den rivayet ettiğine göre: "Nebi (s.a.v.) Safiyye'ye
baktıklarında Aişe'yi insanların arasında peçeli halinde gördü ve Aişeyi
tanıdı."[260]
Ebu Tufeyl'den:
"Ben İbni Abbas'a
dedim dedi... Ebu't-Tufeyl der ki: Ben, İbni Abbas'a:
- Bana Safa ile Merve
arasında süvari olarak tavaf etmenin mahiyetinden haber ver, bu da sünnet
midir? Çünkü senin kavmin bunun sünnet olduğunu söylüyorlar, dedim.
İbni Abbas yine:
- Hem doğru hem yalan
söylediler dedi. Ben de:
- Doğru söylediler ve
yalan söylediler de demektir? dedim. İbni Abbas:
- Rasulullah tavaf yaparken (Mekke'nin fethi
günü) etrafında çok kalabalık insan yığıldı. Onlar: Muhammed budur, Muhammed
budur! diyorlardı. Hatta bütün evlerden henüz evlenmemiş genç kızlar bile
dışarı çıkmışlardı.[261]
Tirmizi kitabında Bureyde'ye
ait bir hadis zikretti. Bureyde den:
"Rasulullah
(s.a.v.) bazı savaşları gidip geldikten sonra kendisinin yanına bir zenci
cariye gelip: 'Ey Allah'ın Rasulü, ben siz eğer savaştan sağ olarak dönerseniz
sizin yanınızda def çalıp şarkı söylemeyi adadım.' Rasulullah (s.a.v.),
cariyeye: 'Eğer nezir yaptıysan del" çal, eğer böyle bir nezirde
bulun-madıysan yapma."[262]
Hafız ibni Hacer,
Halebiyat adlı kitapta muntaki bir senetle 'Nebi (s.a.v.)'in Medine'ye
gelişinde kadınların söyledikleri sözler hicret için Medine'ye gelişinde idi'
denildi. Ayrıca Tebuk savaşından dönüşünde idi de denildi.[263]
2 .Zifaf
merasimine katılma: Aişe (r.a.)'dan:
"Nebi (s.a.v.)
benimli nişan akdi yaptı. Ben altı yaşındaydım. Medine'ye geldiğimizde beni
Haris İbni Hazerc'in yanında konakladık. Humma'ya tu-, tuldüm, hastalıktan
Ötürü saçım döküldü. (Hastalıktan kurtulunca) saçım ğürleşti ve omuzlarıma
kadar uzadı. Bir kere ben arkadaşlarımla beraber bir salıncak üzerinde oynarken
annem Ümmü Ruman bana doğru geldi ve beni çağırdı. Ben de annemin yanma geldim.
Benden ne isteyeceğini
bilmiyordum. Annem elimden tuttu; sonunda beni evin kapısı önünde durdurdu. Ben
ise çok hareket ettiğimden dolayı soluyordum. Nihayet derin derin soluyuşum
geçti. Daha sonra annem biraz su alıp yüzümü yıkayıp başıma sürdü. Arkasından
da beni eve soktu. Evde Ensar'danıbirtakım kadınlarla karşılaştım. Bu kadınlar:
'Hayır ve bereketler üzere, en hayırlı kısmete' dediler. Annem beni bu
kadınlara teslim etti. Onlar da durumumu, üstümü başımı düzelttiler. Duha
vaktinde Rasulullah'ı habersizce gömlekten başka beni hiçbirşey
heyecanlandırmadı. Akabinde Ensar kadınları beni Rasulullah'a teslim ettiler; o
vakitte ben dokuz yaşında bir kız idim."[264]
Buhari bu hadisi kısa
olarak Kitabu'n-Nikâh'da gelini damada teslim eden kadınlara ait dua babında
zikretti.
Hafız İbni Hacer:
"Buhari'nin babının başlığında geçen (lilaru) sözcüğü gelin ve damadın ilk
buluşmalarında onlar için kullanılan bir isimdir. Bu sözcüğün içine kadın ve
erkek dahildir. Kadınların duasmdaki 'hayır ve bereket üzere' cümlesi kadını ve
kocasını da içine alır. Yani dua her ikisi içindir.[265]
Diğer başka bir yönden
Ahmed'de rivayet etti:.. Aişe, Annem benim yanıma gledi... Ensardan bazı
kadınlar ve erkeklerin yanında Rasulullah'ın odasına oturttu. Sonra da: Ya
Rasulullah onlar senin ailendir. Allah onları sana bağışlasın. Kadınlar ve
erkekler kalktı. Rasulullah (s.a.v.) beni evimize götürdü[266]
Aişe'den:
Bir kadın ensardan bir
erkeğin evine gelin olarak gitti. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) Ya Aişe eğlence
olarak beraberinizde birşey var mı? Şüphesiz ki Ensarın eğlence hoşuna gider.[267]
Hafız İbni
îîacer:".. (Rasulullah'ın, "Eğlence olarak beraberinizde birşey var
mı?" sözü) Süreykin rivayetinde (Taberani'nin Evsad adlı kitabında)
Rasulullah: onların beraberinde def çalıp şarkı söyleyecek bir cariye gönderdiniz
mi? dedi. Ben de; cariye ne söyleyecek? dedim. Rasulullah şöyle söyleyecek
dedi:
Biz size geldik, biz
size geldik/ siz ve biz uzun yaşayalım. Eğer kırmızı altın olmasaydı/sizin
vadinizde konaklamazdık Kızıl buğday olmasaydı/ sizin çocuklarınızı bu kadar
semiz olmazdı. (Rasulullah'ın "Şüphesiz ensar eğlenceyi sever hoşlarına
gider sözü)
İbni Mace'de yer alan
İbni Abbas'ın hadisi ve Amalil Mahali de ki Cabir'in hadisinde; içlerinde
aralarında ) gazel bulunan toplulukdur. Aynı şekilde Cabir'in hadisinde,
"Ya Zeyneb ona yetiş" ona yetiş dediği kadın Medine'de şarkı söyleyen
bir kadın idi.[268]
Burada Rasulullah
(s.a.v.)'in şüphesiz ki eğlence ensarın hoşuna gider sözü bize Allahu Tealanın
şu âyetini hatırlattığını belirtmek gerekir: "Bir ticaret veya eğlence
gördükleri zaman hep dağılıp ona giderler ve seni ayakta bırakırlar. De ki:
Allah'ın yanında bulunan eğlenceden de, ticaretten de hayırlıdır. Allah, rızık
verenlerin en hayırlısıdır."
Taberi'nin tefsirinde
bu âyetin tefsiri konusunda birçok hadis rivayetleri yer almaktadır. Bu
rivayetlerden birisi de Cabir İbni Abdullah'tan rivayet ettiği hadistir. Cabir
İbni Abdullah; "Cariyeler nikâhlandıkları zaman ikibaşlı darbuka ve
mezamirin yanına giderlerdi. Nebi (s.a.v.)'i ise minberde iken tekbaşına
bırakıp eğlenceye doğru koşarlardı. Bunun üzerine Allahu Teala "Bir
ticaret veya eğlence gördükleri zaman hep dağılıp ona giderler" âyetini
indirdi. İmam-ı Taberi müteakiben, burada endoğru olan rivayet Cabir'den
rivayet ettiğimiz hadistir. Çünkü o rivayette sözü edilen kavmin durumunu ve
Peygamber minberde iken takındıkları tavrı en iyi müşahede eden birisidir.[269]
Hafız İbni Hacer
Fethul Bari'de; Ebu Avane sahihinde Cabir'den rivayetine göre; Onlar
nikahladıkları (evlendikleri) zaman cariyeler mezamir vurulan insanlarda
onların yanında akın ederler ve Rasulullah (s.a.v.)'i ayakta bırakırlar. Bunun
üzerine bu âyet indi dedi.[270]
Aynı şekilde Suyuti'ye
ait ed-Durril-Mensur'daki rivayette şöyle denildi: Eğer bir nikâh olursa aile
oynar çalgı çalarlar ve mescidlere insanların eğlenceye katılmaları için
uğrarlar.[271]
Halid îbni Zekvan'dan:
"Rabia binti
Muavviz İbni Afrai şöyle dedi: Nebi (s.a.v.) benimle evlendiğinde benim yanıma
geldi senin benim meclisimde oturduğun gibi yatağımın üzerine oturdu. Arkasından
cariyeler bizim için def çalmaya başladılar. Ve Bedir savaşında babalarımızdan
öldürülenleri övdüler. Cariyelerden birisi, Bizim aramızda yarın ne olacağını
bilen bir Peygamber var deyince, Peygamber (s.a.v.) bunu söyleyeni çağır senin
söylediklerini ona söyle" dedi.[272]
Fethu'l-Bari'de varid
olduğuna göre Mühelleb; Hadiste nikâhın def ve mubah olan şarkı ile
bildirilmesi ve imamın düğüne gelmesi vardır. Eğer eğlence varsa bu mubah olan
sının aşmamıştır, dedi. Bu konuda Tabera-ni'nin hasen isnadiyla Aişe'den
rivayet ettiğine "Nebi (s.a.v.) Ensar'dan bir
grup kadının yanma
onlara ait bir düğün sırasında kadınlar şarkı söylerken uğradı. Kadınlar:
Peygamber ona çarşıda
bir koç hediye etti. Ve senin koçak çöldedir ve yarın ne olacağını bilir
diyorlardı. Bunun üzerine Rasulullah yarın ne olaca-ğınıAHah'tan başkası
bilemez buyurdu.[273]
Enes (r.a.)'dan:
Peygamber (s.a.v.) bir
takım (ensar) kadınlarının ve çocuklarının düğün yemeğinden dönerek neşe içinde
geldiklerim gördü. Bunun üzerine Allah'ın Peygamberi hemen ayağa kalkıp
dikilerek: "Ey (Ensar kadmarı ve çocukları) Allah şahid olun ki sizler
bana insanların en sevimlilerindensiniz. Bunu üç kere tekrar etti.[274]
Sahihi Camü'Sağır'de
bu hadisin fazlalağı zikredilmiştir. Fazla kısımda, haram ile helal arasındaki ayrım
def çalma ve nikâhta sevinç çığlıkları atmaktır.[275]
Nesai'nin rivayetinde
Amir bin Saad şöyle demiştir: Kurza İbni Kab ve Ebi mes'id Ensari'nin de
bulunduğu düğüne vardım. Cariyeler şarkı söylüyorlardı. Kendilerine: Ey
Allah'ın Rasulü (s.a.v.) arkadaşları ve Bedir savaşına katılmış olanlar, size
göre bu iş uygun mudur? İkisi birden: Eğer istiyorsan bizimle beraber otur
dinle, eğer istemiyorsan git. Şühesiz ki Rasulullah düğün yemeğinde eğlence
yapmaya bize izin verdi.[276]
3. Düğün
yemeklerine iştirak etme:
Gelin -Mü'minlerin
annesi- ve yemeğe davet edilmiş olanlar hepsi bir odanın içindedir,
(mü'minlerin annelerine hicab henüz farz olmadan önce) Enes îbni Malik'den:
"Ben insanların
arasında bu âyeti en iyi bilenim. Hicab Zeyneb binti Cahş (r.a.) Rasulullah
(s.a.v.) ile zifaf içih hazırlanırken Rasulullah onunla beraber idî. Rasulullah
yemek pişirdi ve insanları davet etti. Onlar da gelip oturdular konuşmaya
başladılar.
Müslim'in rivayetinde
ise: (zevcesi de yüzünü duvara doğru çevirmiş olarak evin bir yanında oturur
halde onları her seferinde otururken konuşur-laken buldu.) Bunun üzerine Allahu
Teala şu âyeti indirdi:
"Ey inananlar
(rastgelc) Peygamber'in evlerine girmeyin. Ancak yemek çin size izin verilir
de gererseniz (erkenden gelip: yemeğin pişmesini beklemeyin. Çağırıldığınız
zaman girin, yemeği yiyince dağılırı, söze dalmayın. Çünkü bu (davranışınız)
peygamberi incitiyor, fakat o (size bunu söylemekten) utanıyordu Artık Allah
gerçek(i söylemek)ten utanmaz. Onlardan (yani peygamberlerin hanımlarından)
birşey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. "Bunun üzerine Örtü
gerildi ve oturmakla olan insanlar kalktı."[277]
SehlİbniSa'd'dan:
"Ebu Esyed
Es-Saidiy düğün yaptığında Nebi (s.a.v.) ve ashabını davet etti. Onlar için
yemekte yapmadı. Hizmet içinde sadece hanımı olan Ümmü Esyedi onların yanında
bulundurdu. Gelin olan Ümmü Esyed akşamdan taştan oyulmuş bir çanak içeriside
hurma ıslattı. Nebi (s.a.v.) yemekten ayrılınca gelin onu etzi ve sarısını
Peygambere içirdi. Gelin bu şırayı Peygamber'e tahsus ediyordu demiştir.[278]
Buharı bu hadisi
"Düğünde kadım erkeklerin yanında bulunması ve orada bulunan erkeklere
bizzat kendisinin hizmet etmesi" babında zikretti. Hafız İbni Hacer;
hadisten kadının kocasına ve onun davet ettiklerine hizmet etmesinin caiz olduğunu
çıkarabiliriz. Tabii kİ bunun caiz olması fitneden e-min olunan bir yer ve
kadının kendisi için gerekli olan tesettüre riayet etmesi koşuluyladır.[279]
4.
Bayramkutlamalarına kadının katılması (Karma bir şekilde bayramların
kutlanması) Enes'den:
"Nebi (s.a.v.)
Medine'ye geldiğinde onların oynadıkları iki gün vardı. Rasulullah ;
"Allahu Teala bu iki günü daha hayırlı iki günle değiştirirdi. Bu iki gün
Ramazan ve Kurban bayram günleridir.[280]
A. Bayram namazı ve
bütün kadın ve erkek inananların hepsinin bayramı kutlamaları Eyyüb'ün onun da
Hafsa'dan:
"Biz yeni
yetişmiş kızlarımızın iki bayramda da dışarıya çıkmalarım engelliyorduk.
Kadının birisi geldi Kasr-ı Beni Halif de konakladı. Burada kızkardeşinden
bahsetti onun hakkında konuştu. Kızkardeşim Nebi (s.a.v.)'e, bizim herhangi
birimiz cilbabsız olarak çıkmasında bir beis var mıdır? Rasulullah, herhangi
bir arkadaşının cilbabım giyin ve öylece müslü-manların davetini ve hayırlı
şeyleri seyretsin. Ümmü Atiyye geldiğinde kendisinde bu konuyu sordum. Sen
bunu Nebi (s.a.v.)'den duydun mu? O da: Babam feda olsun evet işittim
-sorulduğu her sefrde evet demeten önce mutlaka babam feda olsun ibaresini
zikrederdi. Ravi Rasulullah'm yetişmiş genç kızlar, odanın bir köşesinde
yabancı geldiğinde durması gerekenler veya yetişmiş genç kızlardan perde
arkasında durması icab edenler ve hayızlılar çıkar mü'minlerin davetini ve
hayrını müşahede etsin. Yalnız hayızlı namazgahtan uzak dursun" dediğini
söylüyor. Hafsa, Hayırlı da mı? dedim dedi. Ümmü Atiyye'de, Arafat ve şunlara
şunlara hayızlı şahit olmuyor mu? (Yani Arafat'ta "e diğer yerlerde
bulunuyor mu?)[281]
Buhari bu hadisi
(hayırlı kadının iki bayrama ve müslümanların davetine katılması namazgahtan
uzak durması) başlıklı babta zikretti. [282]Hafız
İbni Hacer: "Onun gömleğinden başörtüsünden" sözünü açıklarken şöyle
dedi:.. Yani gömleği ona ihtiyacı olduğu kadar arkadaşından ödünç alır. Ayrıca
burada kastedilenin arkadaşının üzerindeki elbiseyi ortaklaşa kullanmalarıdır
denildi.[283] Burada böyle
denilmesinin amacı (yani kişinin bir elbiseyi kullanması) müsalağa içindir.
Yani her halükârda kadının davete ikisi birlikte kullanmak zorunda kalsalar
bile gömleksiz dışarıya çıkmamalarıdır, denildi.[284]
Sanki onlar yeni
yetişmiş kızları (düğünlere) çıkmaktan birinci asırdan sonra meydana gelen
fesaddan dolayı menediyorlardı. Sahabe işte bu durumu mülahaza edemedi bilakis
onlar bu konudaki hükmün Nebi (s.a.v.) zamanında olduğu gibi devam ettiğini
gördüler.[285] Bayram namazlarının
vacib olduğuna dair bu hadisi delil gösterdi. Fakat burada başka bir durum
sözkonusudur. Çünkü bu durumun böyle olduğunu söyleyenler arasında mükellef
olmayanlar vardır. Böylelikle buradaki amacın Allahu Alem herkesin üzerine
bereketin kaplaması ve toplantıda İslam'ın olduğu ortaya çıkmaktadır. Ayrıca
hadisten kadınların genç olsun olmasın, beraber bulun şunlar veya bulunmasınlar
bayramları müşahade etmek için çıkmalarının müstehabhğını çıkartabiliriz. Selef
(öncekiler) bu konuda ihtilaf ettiler. İyad vacib olduğunu bize Ebi Bekir ve
Ali ve İbni Ömer'den nakletti. Bizi elimize Ebi Bekir ve Ali'den ulaşan ise
İbni Ebi Şeybe ve başkalarının o ikisinden yaptıkları şu rivayettir:
"Ebi Bekir ve
Ali; bayramlarda her zatiin Nitak'ın namazı veya bayrama çıkması hakkıdır"
Bu hadis zararsız bir senedle merfu olarak Ahmed ve Ebu Yale ve İbnül-Münzir
tarafından da rivayet olunmuştur? Bu hadisteki (hakkun):hakkidır. Sözcüğü
vücubiyette ifade edebilir veya mütehab oluşu tekid etmek ihtimalini
taşıyabilir. Bazıları bunu mendub hükmüne almışlar ve bunların başında
Şafiilerden el-Cürcani ve Hanbelilerden ise İbni Hamid gelmektedir. Diğer
bazıları da bu hadiste nesh olayının olduğunu iddia ettiler. Tahavi,
Aleyhissalatü vesselamın hayızlının ve evin içinde bir yabancı geldiğinde örtü
arkasına geçmeleri gerekenlerin bayrama çıkmalarının emredilmesi İslam'ın daha
ilk döneminde ve müslümanlann az olduğu bir dönemde olması, ihtimali vardır. O
zaman düşmana bir korku vermek a-macıyla çokluk görünsün diye Öyle birşey
yapılmış olabilir. Ama bugün müslümanların sayısı fazla olduğu için böyle bir şeye
gerek yoktur. Arkasından da neshin ihtimal yoluyla tesbit olunamayacağı da
ilave edildi dedi. Kirmani: Hadis'in söylendiği vaktin tarihi belli değildir.
Ben de; Bilakis tarih İbni Abbas'ın hadisinin delaletiyle bellidir o Mekke'nin
fethinden sonra olan bu olaya küçükken şahid olmuştu. Böylelikle Tahavi'nin dediğinin
dayanağı yoktur. Ümmü Atiyye'nin hadisinde bu hükmün illeti şöyle
belirtilmiştir. O da kadınların hayrı ve müslümanların davetini görmeleri ayrıca
o günün bereketinin ve temizliğinin umulmasıdır. Ümmü Atiyye hadiste de
belirtildiği üzere Nebi (s.a.v)'den bir müddet sonra bu hadisle fetva vermiştir.
Sahabelerin ona bu konuda muhalefeti de sabit olmamıştır[286]
Ümmü Atiyye'den:
"Bizler hepimiz
bayram günü perde arkasında durması gereken genç kızlar ve hayızlı kadınlar da
dahil olmak üzere bayrama katılmakla emrolu-nuyorduk. Bayram esnasında
insanların arkasında oluyorduk. Önümüzde bulunan insanlar gibi tek bir getirip
onlar gibi dua ediyorduk. Bu günde günahlardan temizlenmeyi ve bereketi umuyorduk.t?[287]
Buharı Ümmü Atiyye'nin
bu hadisini "rnina'da girilen günlerdeki ve sabah vakti Arafat'a giderken
getirilen tekbirler" başlıklı babta zikretti. Ömer (r.a.) Mina'daki küçük
çadırında tekbir getirdiğinde mescidde ve çarşıda bulunanların hepsi birlikte
tekbir getiriyorlardı. Bu tekbirler öyle fazla idi bütün Mina tekbirlerle
inliyordu.
İbni Ömer de Mina'da
aynı günlerde namazların arkasından, yatağının üzerinde ve kıl çadırında tekbir
getiriyordu. Meclisinde de aynı şeyi bu günlerin tamamında yapıyordu. Meymune
ise kurban bayramı günü tekbir getiriyordu.
Kadınlar İbni Osman ve
Ömer ibni Abdülaziz'in arkasından Mina günlerinde erkeklerle beraber Mescid'de
birlikte tekbir getiriyorlardı.
İbni Abbas'dan:
"İbni Abbas'ın
ergenlik çağma yaklaştığı yıllardaydı. Nebi (s.a.v.) ile birlikte Ramazan veya
kurban bayramına çıktım. Bayram namazını kıldıktan sonra insanlara hitab etti.
Sonra da kadınların yanına gelip onlara birtakım öğüt ve hatırlatmalarda
bulunduktan sonra onlara sadaka vermelerini emretti."[288]
Buhari bu hadisi
"Çocukların namaz kılma mahalline çıkmaları başlıklı babta zikretti. Hafız
ibni Hacer burada, adı geçen namaz kılma mahallinden kasıt namaz kılmasalar
bile bayramdaki çıkışlarıdır" dedi.
Zeyn İbni Münir;
musanif babının adını koyarken "namaz kılma mahalline" sözünü şu
sözün yerine kullanmış ve onu seçmiştir. O söz ise; bayram namazının onu
kılması gerekenler ve gerekmeyenlere şamil olmasıdır."
Burada çocukların
bayram namazına çıkmalarının meşru olmasının sebebi sadece hayır celbetmek
içindir. Ayrıca çocukların katılmasıyla çoğalan insanların İslam'ın
sembollerinin açığa çıkarılması ve insanlara benimsetil-mesidir. Bundan dolayı
hayızhların bile İslam'ın sembolü olan bu törene katılmalarını meşru kılmıştır.
Öncelikle bu namaz kendisine namaz farz o-lanları içine almaktadır. Çocukların
da bu namazda bulunmaları onlarla birlikte onları oynadıkları oyunların denetim
altında tutulmasını sağlayacak kimselere ihtiyaç duyulur. Bu denetim onlar
namaz kılsa da kılmasa da gereklidir.[289]
b. Bayram gününde
şarkı söylemek:
Aişe (r.a.)'dan:
"Bir defa yanımda
Ensardan iki kız varken, Ebu Bekir yanıma girdi.[290]
Diğer bir rivayette:
"iyi şarkı söyleyen kız." "O kızlar Buas gününde En-sar'ın
birbirleri hakkında söyledikleri şiirleri terennüm ediyorlardı. Bu iki kız
sanatı adet edinmiş kızlar da değildiler" dedi.[291]
Yine diğer bir
rivayette: "Def vurup çalıyorlar"
Ebu Bekir, Rasulullah
(s.a.v.)'in evinde mi? diyerek beni azarladı. Bu bir bayram günü idi.
"Rasulullah (s.a.v.) Ya Ebu Bekir! Her kavmin bir bayramı vardır; bu da
bizim bayramımızdır" buyurdu.[292]
Hafız İbni Hacer,
Aişe'nin 'bu iki kız şarkı söylemeyi sanat ve adet edinmiş kızlarda
değildiler" sözüyle "gina" sözünün ifade ettiği manayı
nefyet-miştir. Çünkü el-Ginae'e-Musiki şarkı arabların "nasbuh-yamk"
bir musiki havası olarak isimlendirdikleri sesin yükseltilmesine ve terennüm
etmeye denir. Bu işi yapana da muganni-şarkıcı olarak isim verilmez. Şarkıcı
ise bu işi tahrik, teşvik, uzatma, kırma, unsurlarım bir arada bulundurarak
şarkı söyleyendir. Ayrıca bu şarkıların içinde kötülükleri ortaya çıkarma veya
ona izin verme olayı vardır.
Kurtubi, Aişe'nin
"Bu iki kız şarkıcılığı sanat edinmiş kızlar da değildiler' sözü bu
manaya gelmektedir" dedi. Yani bu mesleği icra eden diğer meşhur şarkıcı
kızlar gibi bilinenlerden değildi. O bu sözü söylemekle sakin olanı harekete
geçiren insanın içini gıdıklayan şarkılara benzetilmesinden sakınmıştrr. Bu
nevi kadınların güzelliklerini, içki ve diğer haram şeyleri vasfeden bir şiir
ise, bunun haram olduğunda ihtilaf yoktur. Buradaki hadis, cariye kızların
şarkı söylerken dinlenmelerinin caiz olduğuna dair delil olarak getirilmiştir.
Çünkü Rasulullah (s.a.v.) Ebu Bekir'in itirazını dinlememiş, bilakis onun
itirazına tepki göstermiştir. Bu iki şarkıcı kız Aişe. kendilerine "çıkın!"
diye işaret edinceye kadar şarkı söylediler.
Yalnız burada bu şarkı
söyleme işine cevaz (izin) verilmesinde fitneden
emin olunmasının şart
olduğu gözden kaçmamalıdır. Allah daha iyi bilen-dir[293]
b. Bayram gününde oyun
oynamak Aişe'den:
"Yine bir bayram
günü siyahiler kalkan mızrak oyunu oynuyorlardı. Ya ben Nebi (s.a.v.)'den
bakmaya izin istedim de müsaade etti veyahut o kendiliğinden 'bakmak istiyor
musun?' dedi. Evet dedim. Bunun üzerine beni arkasından yanağım yanağına
değecek şekilde ayak üstü durdurup Habeşlile-re: "Haydi (devam edin) Ey
Erfide oğullan!" diye buyurdu. Nihayet seyretmekten usandığımda, (artık)
yeter mi? diye sordu. 'Evet1 dedim; 'öyle ise git' buyurdu. "[294]
Diğer rivayette ise;
Aişe; eğlenceye (ve oyuna) düşkün küçük yaşlı bir kız çocuğunun artık neler
yapabileceğini varın siz kıyas edin![295]
Yine diğer bir
rivayette: "Ömer bu oyun oynayanları ayıplayınca Nebi (s.a.v.) kendisine:
Ey Ömer, onları bırak ayıplamaktan vazgeç. Emniyet içinde olun ya Beni
Erfide" dedi.[296]
Hafız İbni Hacer;
Nesai'nin Ebi Seleme kanalıyla Aişe'den yaptığı rivayette; Habeşliler oyun
oynayarak girdiler. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) bana; Ey Hümeyra oyun
oynayanlara bakmayı sever misin? dedi. Ben de kendisine: Evet dedim. Şeklinde
bir hadis mevcuddur. Bu hadisin isnadı sahihdir, fakat Humeyra lafzını bu
hadisten başka hiçbir sahih hadiste görmedim dedi.
Yine Ahmed, Sirac ve
İbni Hibban'a ait Enes'in hadisinde "Muhakkak ki Habeşliler Nebi
(s.a.v.)'in gözü önünde dans ediyorlardı ve onlara ait bir takım şeyler
söylüyorlardı. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) onların ne söylediklerini sordu:
Orada bulunanlardan birisi: Muhammed salih bir kuldur diyorlar, dedi.
Hadiste mubah olan
oyuna bakmanın caiz olduğu belirtildiği gibi ayrıca Nebi (s.a.v,)'in ailesine
karşı olan iyi ahlâkı ve ona karşı yaptığı onu iyi muamele de yer
almaktadır...'
"Beni, Ridası ile
örtüyordu" sözü bu oyun seyretme işinin hicabın farzi-yetinden sonra
olduğuna delildir. Ayrıca kadının erkeğe bakmasının caiz olduğuna da delil
olur. Buna karşılık bu işin yasak olduğunu savunanlar bazısı ise Aişe'nin o
vakitte küçük olduğu günü ileri sürerek
cevap vermişlerdir."[297]
Görünen o ki bu durum,
Aişe'nin bulûğa ermesinden sonradır. Daha önce geçmiş olan İbni Hibban'ın
rivayetine göre ise bu durum, Habeş heyetinin (topluluğunun) geldiği zaman idi.
Habeş topluluğunun gelişi ise yedince senedeydi. Bu durumda Aişe'nin yaşı ise o
vakitte 15'dir.
Iyaz: hadiste
kadınların yabancı erkeklerin yaptıkları şeye bakmalarının caiz olduğu hükmü
vardır. Çünkü burada kadınların güzelliklere bakması ve baktıklarından zevk
alması kerih görülmüştür? Buhari bu konuyu şu başlıkla ifade etmiştir:
"Kadının
Habeşlilere ve benzerlerine töhmet altında kalmadan bakması babı."
Eğer hadis Aişe'nin
Habeşlilerin oyununa bakması ifade ediyorsa ondan başka diğer mü'minlerin
hanımlarının da bu hadise göre bakmasının caiz olması hükmü büyük bir ihtimal
dahilindedir. Buna ilaveten bir kere hadis kesin bir dille bu bakma eylemini
onaylıyor.
Allahu Teala, Kasas
sûresinin 23-24. âyetlerinde şöyle buyurdu:
"Medyen suyuna
varınca o (kuyu)nun başında birçok insanların, (hayvanlarını) suladıklarını
gördü. Onların gerisinde de, (diğerlerinin hayvanlarına karışmasın diye
hayvanlarını) sudan meneden iki kız buldu. (Kız oldukları için erkeklerin
yanına içinesokulamiyorlar, herkesin çekilmesini bekliyorlar, su içmek için
sabırsızlanan hayvanlarının suya gitmelerine engel oluyorlardı. Musa onlara:
İşiniz nedir, niçin hayvanları suya bırakmıyorsunuz? dedi. Dediler ki,
Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (onarın içine sokulup hayvanlarımızı sulamayız,
babamız da büyük bir ihtiyardır o gelemez."
Avn İbni Ebi
Cuhayfe'nin babasından rivayetine göre;
"Nebi (s.a.v.)
Şelman ve Ebi derda arasında kardeşlik ilan etti. Selman Ebu Derda'yı ziyaret
ettiğinde Ümmü Derda'yı iş elbiseleriyle gördü. Bunun üzerine ona; senin bu
halin nedir? diye sordu. Ümmü Derda da; Kardeşin Ebu Derda'nın dünyadan hiçbir
arzusu isteği yoktur.[298]
Eğer Rasul (s.a.v.)
size tanıdığımız ve tanımadığımız kişilere selam vermemizi istiyorsa bu
olaylarda bize selam verirken gönül rahatlığı içinde olmamızın gerekli olduğunu
Öğretiyor.
Ziyaret (misafirlikle
beraber bulunma: İbni Abbas'in kölesi Kurayb'den:
"Ümmü Seleme
(r.a.) dedi ki: Rasulullah (s.a.v.)'den hakikaten ikindiden sonraki iki rekatı
nehyettiğini işitti, sonra da bir kere de peygamberin ikinci namazı kıldığı
sırada iki rekat namaz daha kıldığını gördüm. Fakat o sırada rasulullah odama
gelmişti yanımda Ensar'dan Beni Haram'dan birtakım kadın konuklar bulunuyordu.[299]
Fethul Bari'de:
"Hadiste kadınların kadını kocası yanında olsa bile ziyaret etmesi hususu
vardır denildiği variddir."[300]
Cabir İbni
Abdullah'tan:
"Ümmü Mübeşir
bana Nebi (s.a.v.)'in Hafsa'nın yanında iken şöyle dediğini duyduğunu haber
verdi: Nebi (s.a.v.): İnşaallah, Hudeybiye'de ağacın altında biatedenlerden
hiçbirisi ateşe girmeyecektir. Ümmü Mübeş-şir: Bilakis ya Rasulullah dedi.
Rasulullah onu menetti. Hafsa: İçinizden oraya gitmeyecek hiç kimse yoktur,
dedi. Nebi (s.a.v.) şüphesiz ki Allahu azze ve celle şöyle buyurdu dedi: Sonra
korunanları kurtarırız ve zalimleri orada öyle diz üstü çökmüş olarak
bırakırız."[301]
Aişe'den:
"Nebi (s.a.v.)
Aişe'nin yamnda bir kadın var iken eve girdi. Nebi (s.a.v.): Bu kimdir? dedi.
Aişe de: Fulane'dir namazım hatırlatıyor. Nebi: Elinizden gelecek şeyleri
yapınız, yoksa Allah hakkı için, siz usanmadıkça Allah usanmaz."[302]
İbni Şihab'dan:
"Urve bin Zübeyr
bana Aişe'nin şöyle dediğinden bahsetti. Rasulullah (s.a.v.) benim yanımda
yahudilerin bir kadın varken girdi. Kadın o gittiği sırada, sizin kabirde
imtihan olunacağınızı biliyor musun? diyordu.
Rasulullah 'da,
Muhakkak ki Yahudiler imtihan olunacak dedi. Aişe, bir kaç gece geçtikten sonra
Rasulullah (s.a.v.), bana vahyolunduğuna göre sizlerin kabirde imtihan
olunacağınızı bildim mi? dedi. Aişe, bu vahiyden sona Rasulullah (s.a.v.)'in
kabir azabından Allah'a sığınırım dediğini duydum.[303]
Aişe'den;
"Medine'ye
gelince ben şikayet edildim. Ve insanlar ifk ashabının sözü ile meşguldüler.
Aişe; Ailem benim yanımda yer aldı. Bir gün ve iki gece ağladım, sabaha kadar
gözümün yaşı dinmiyor. Gözüme de uyku girmiyordum? Taki ağlayışımın ciğerimi
parçalayacağını sanıyordum. Ebeveynim yanımda oturdukları, ben de ağlamakta
bulunduğum sırada Ensar'dan bir kadın izin istemişti. Ben de o kadına izin
vermiştim. O da oturup benimle ağlıyordu. Biz bu durumda iken Rasulullah
(s.a.v.) yanımıza girdi. Selam verdikten sonra oturdu.
Buhari'ye ait diğer
bir rivayette ise:
"Allah'a hamd ve
sena ettikten sonra şöyle dedi: Ey Aişe eğer bir kötülük yaptıysan veya kendine
zulmettiysen Allah'a tevbe et. Çünkü Allah kullarından yaptıkları tövbelerini
kabul eder. Aişe; Ensar'dan bir kadın gelmiş kapının yanında oturuyordu.
Kendisine, bu kadının yanında birşey söylemekten utanmıyor musun! dedi.[304]
İbni Ebi Leyla'dan:
"Biz sahabiler
arasında Ümmü Hani'den başka Peygamber'in daha namazı kıldığına dair kimse
birşey bahsetmedi. Ümmü Tahi şöyle dedi: Peygamber, Mekke fethi günü evime
geldi, yıkandı sekiz rekaz namaz kıldı. Bu namazdan daha hafif namaz kıldığını
görmedim."[305]
Ümmü Fadl'dan:
"Allah'ın
Peygamberi (s..a.v.) benim evimde iken, yanına bir bedevi girdi ve şöyle dedi:
- Ey Allah'ın
Peygamberi, benim karım vardı.
Ben onun üstüne başka
bir kadınla evlendim. Bu sefer ilk karım yeni karıma bir yahut iki kerecik süt
emzirmiş olduğunu söyledi. Bunun üzerine Allah'ın Peygamberi:
- Bir kerecek ve iki
kerecek emmek haram kılmaz,"buyurdu.[306] Ebu
Musa (r.a.)'dan:
"Bir kere Esma
Bintu Umeys -ki bizimle Habeşistan'dan gelenlerden idi- Peygamberin kadını
Hafsa'nın yanına ziyaretçi olarak girdi. Hafsa da vaktiyle bir muhacir kafilesi
içinde Necaşi'nin memleketi olan Habeşistan'a hicret etmişti. Esma, Hafsa'nın
yanında iken Ömer de kızı Hafsa'nın odasına girdi. Ömer, Esma'yı görünce
Hafsa'ya:
- Bu kadın kimdir?
diye sordu Hafsa;
- Umeys kızı Esma'dır,
dedi. Ömer:
- Bu o Habeşli kadın
mıdır? Bu kadın o deniz yolcusu Esma mıdır? (diye latifeli olarak tekrar tekrar
sordu).
Esma da:
- Evet ben oyum diye
tastik etti.[307]Abdullah İbni Amr ibni
As'dan:
"Haşimoğullanndan
birkaç kişi, Esma bintu Umeys'in yanma girmişlerdi. Akabinden Ebu Bekir Sıddık
içeriye girdi. Esma Bintu Umeys, o günlerde Ebu Bekir'in nikâhı altında idi.
Ebu Bekir içeri girince oradaki bu manzaradan hoşlanmadı. Bu durumu
Rasulullah'a zikretti ve: Ben orada hayırdan başka birşey görmedim diye de
ilave etti. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): Allah, Esma bintu Umeys'i şerli
işten beri kılmıştır, buyurmuştur. Sonra Rasulullah minber üzerinde ayağa
kalktı ve 'bu günümden sonra hiç kimse kocası yanında bulunmayan bir kadının
yanına girmesin. Ancak beraberinde bir yahut iki kimse bulunursa girebilir
buyurdu."[308]
Umeyr İbni Esvedil
Ansi'den:
"Kendisi Ubade
İbni Samit'i Hımış sahilinde kendisine ait bir evde Ümmü Haram'da beraberin de
yken ziyaret etti. Umeyr, Ümmü Haram, bize Nebi (s.a.v.)'in şöyle dediğinden
bahsetti. Ümmetimden deniz savaşını yapan ilk ordu cenneti hakedecek bir iş
yapmıştır, dedi. Ümmü Haram da Rasulullah ben de onların içinde miyim? dedim;
dedi. Rasulullah da: Evet sen de onların içindesin, dedi. Daha sonra Nebi
(s.a.v.); ümmetimden Kayser şehrine savaşa giden ilk ordunun günahları
bağışlanmıştır, dedi. Ben de: "Ey Allah'ın Rasulü, ben onların içinde
miyim? dedi. Rasulullah'da: 'Hayır' dedi.[309]
Ebi Vail'den:
"Bir gün sabah
namazını kıldıktan sonra Abdullah İbni Mes'ud'un yanına gitik. Kapıdan selam
verdik. Bize içeri girmeye izin verdi. Kapıda biraz eğlendik. Bu sırada bir kız
çıktı ve Niye girmiyorsunuz? buyurun, dedi. Biz de içeriye girdik. Abdullah,
oturduğu halde nafile namazı kılmakta idi. 'Sizin girmenize, izin verildiği
halde sizleri içeri girmekten men eden nedir?' diye sordu. Biz, 'hayır birşey
yok. Şu kadar ki biz ev halkının uyumuş olduğunu zannediyorduk' dedik. İbn
Ummi Abd ailesini gafletteler mi zanneti-niz? Daha sonra dönüp ta güneşin
doğduğunu zannetiği vakte kadar nafile namazı kılmaya başladı. Sonra 'Ey Kız!
Bak güneş doğdu?' dedi. Kız baktı, güneşin doğmuş olduğunu gördü. Bunun üzerine
Abdullah 'bu günümüzde de bizleri konuşturan ve günahlarımız sebebiyle bizleri
helak etmeyen Allah'a hamdolsun' dedi."
Ravi der ki:
"Oradakilerden bir kimse: 'Dün bütün gece mufassal okudum' dedi. Abdullah
'şiir okur gibi acele acele mi? Bizle yemin olsun birbirlerine yakınlaştırarak
okumak alışkanlığında olduğu sûreleri kat'i olarak biliyorum: On sekiz sûre
mufassaldan, iki sûre de Ha- Mim ailesinden-dir."[310]
Ebi Burde'den:
"Ebu Musa, Fadl
ibni Abbas kızının evinde iken ben onun yanma girdim, derken aksırdım. Fakat
Ebu Musa bana hayır dua etmedi. Fadl İbni Ab-bas'ın kızı Ümmü Gülsüm de akardı.
Sefar Ebu Musa ona 'Allah sana rahmet eylesin' diye hayır dua etti. Müteakiben
ben annemin yanına döndüm ve bunu ona haber verdim. Ebu Musa annemin yanına
geldiği zaman annem ona:
- Oğlum senin yanında
iken aksırmış; fakat, sen ona hayır dua etmemişsin. Kadının olan Ümmü Gülsüm
aksmnca ona hayır dua etmişsin, dedi.
Bunun üzerine Ebu
Musa:
- Senin oğlun aksırdı.
Fakat Allah'a hamd etmedi. Bundan dolayı ben de ona hayır dua etmedim. Karım
Ümmü Gülsüm de aksırdı Aksırmasının ardından 'Elhamdülillah' diyerek Allah'a
hamdetti. Ben de ona hayır dua ettim. Ben Rasulullah (s.a.v.)den işittim:
'Biriniz aksırıp eh- Allah'a hamdet-tiği zaman sizler ona hayır dua ediniz.
Eğer Allah'a hamd etmezse siz de ona hayır dua etmeyiniz' buyurdu, dedi."[311]
Kays İbni Ebi
Hazim'den:
"Ebu Bekr, Zeynep
binti Muhacir denilen Ahnes kabilesinden bir kadının yanına vardı. Kadının hiç
konuşmadığını gördü. Bunun üzerine kadının niçin konuşmadığını sordu. Orada
bulunanlar: 'Bu kadın konuşmadan hac yapmayı adamış,' dediler. Ebu Bekir
kadına, 'konuşman gerekir, bu sana helal değildir. Çünkü bu cahiliye
adetlerindendir.' Bunun üzerine kadın konuştu ve sen kimsin? dedi. Ebu Bekr
'muhacirlerdenim1 deyince kadın, hangi muhacirlerdensin? dedi. O da 'Kureyşten'
dedi. Kadın, 'sen hangi Kureyşten-sin? dedi. Kadının bu sorularından bunalan
Ebu Bekir, 'gerçekten sen de çok soru soruyorsun, ben Ebu Bekir'im' dedim.
Kadın, Peki Allah'ın cahiliyeden sonra bizim yapmamızı istediği salih iş
nedir?' Ebu Bekir, imamlarınızın size yapmanızı önerdikleri şeylerdir, dedi.
Kadın 'imamlar kimdir?" deyince Ebu Bekir 'senin kavminin ileri gelen
reisleri yok mu? dedi. Kadın, 'evet öyledir' dedi. Ebu Bekir, işte bunlar
insanların imamları (önderleridi)dır."[312]
Sabit el-Bunai'den:
"Bir defasında Enes (İbni Malik)in yanında idim. Mecliste Enes'in kızı da
bulunuyordu. Enes şöyle dedi: Bir gün Rasulullah'ın huzuruna bir kadın gelerek
nefsini arzetti. Ya Rasulullah bana ihtiyacın var mı? dedi. Bunu Enes'in kızı
işitince: Bu ne hayası kıt kadınmış vay bu ne fuhuş ve fezahet vay bu ne fuhuş
ve fezahet? dedi. Enes İbni Malik, kızım öyle söyleme, emin ol o kadın senden
hayırlıdır. Çünkü o Rasulullah'ın peygamberliğine rağbet ederek onun ailesine
katılabilmek için kendini Rasulul-lah'a arz ve teklif etmiştir, dedi.[313]
Aişe (r.a.)'da:
"Bir kere Hatice'nin kız kardeşi Havle binti Huveylid (Medine'ye gelip, Rasulullah'ın huzuruna
girmek için izin istemişti. Rasululah (bu iki kızkardeşin seslerindeki
benzerlikten dolayı) Hatice'nin izin istemesini hatırladı ve bunun için
ferahlanıp sevindi de: 'Allah'ım, bu Hale'dir' dedi. Aişe; bunun üzerine ben
kıskandım da '(ya Rasulullah) ihtiyarlıktan ağzının iki tarafında diş etlerinin
kızartısından başka bir beyazlık kalmayan ve zamanın (değişmeleri içende ölen)
ihtiyar Kureyş kadınlarından bir kocakarının nesini anarsın? Allah onun yerine
sana, ondan daha hayırlısını vermiştir' diye Rasulullah'ı karşıladım.[314]
Cabir İbni
Abdullah'dan:
"... Nebi
(s.a.v.) Esma Bintu Umeys'e hitaben: 'Kardeşim Cafer'in oğullarının (Cafer
İbni Ebi Talib'i kastediyor) vücudlarını niye zayıf ve ince olarak görüyorum,
acaba onlara açlık haceti mi isabet ediyor?' diye sordu. Esma: Hayır, onlar aç
değiller. Lakin onlara nazar değiyor, dedi. Rasulullah: 'onlara rukye yap'
buyurdu. Esma dedi ki: 'Ben müteakiben rükyeyi Rasulullah'a arz ettim de
kendisi bana 'onlara rukye yap' buyurdu."[315]
Ebi Musa Eş'ari
(r.a.)'dan:
"Ben kardeşimle
beraber Yemen'den geldiğim zaman bir müddet bekledik. (Peygamberin hallerini ve
yakınlarını tedarik ettik) bu esnada Abdullah İbni Mes'ud'u Nebi (s.a.v.)'in
ehli ev halkından kabul ediyorduk. Bunun sebebi ise onun ve annesinin Nebi
(s.a.v.)'in yanında çokça girip çıkmasıydı dedi."
Müslim'in rivayetinde
ise: "Onların (Abdullah İbni Mes'ud ve annesi) Rasulullah'ın yanına çok
girip çıkmaları ve onunla çok irtibatta bulunmalarından dolayıdır
denildi."[316]
Enes (r.a.)'dan:
"Muhakkak ki Nebi
(s.a.v.) Medine'de Ümmü Süleym'in evi haricinde hiçbir eve devamlı kocaları
olmadan girmezdi. Rasulullah'a bunun niçin böyle olduğu sorulunca, 'ben Ümmü
Süleym'e çok acıyorum, çünkü onun erkek kardeşi benim maiyyetimde şahid oldu'
buyurdu."[317]
Fethu'l-Bari'de şöyle
denildi: (Medine'de Ümmü Süleym'in evinde başka hiç kimsenin evine varmazdı)
sözü konusunda Humeyd 'belki de burada devamlılık ifade edilmek istenmiştir,1
dedi. İbni Tîn ise: 'Burada Rasulullah Ümmü Süleym'in yanına girip çıkmasının
çok olduğu ifade edilmek istenmiştir' dedi."[318]
Enes'den: "Bir
gün Peygamber bize geldi. Evde ancak ben, annem ve teyzem Ümmü Haram vardı.
Müteakiben: 'Kalkınız size namaz kıldırayım' buyurdu. Bu Farz namazı vaktinin
dışında idi. 'Bize namaz kıldırdı. Sonra bize ev halkına dünya ve ahiret
hayırlarının hepsiyle dua etti."[319]
Enes'den: "Nebi
(s.a.v.) insanların en güzel ahlâklısı idi. (Diğer bir rivayette Nebi (s.a.v.)
bizim aramıza karışıyordu.) Benim Ebu Umeyr adında bir erkek kardeşim vardı.
Onun sütten kesilmiş olduğunu zannediyorum, dedi. Rasulullah bize gelip de onu
gördüğü zamanlarda: 'Ya Eba Umeyr! Nugayr ne oldu?' der. (latife eder)di. Çünkü
kardeşim Ebu Umeyr, 'O Nugayr' (serçe kuşu) ile oynardı. Öyle sanıyorum ki, o
bizim evde iken namaz vakti geldi, erişti. Altındaki minderlerin temizlenmesi
ve silkelenmesini emredip namaz için ayağa kalkınca, biz de onun arkasından
kalkardık; bize namaz kıl-dırırdı."[320]
Fethu'l-Bari'de bu
hadis hakkında şunlar zikredilmiştir: "Hadise göre erkeğin ecnebi bir
kadını ziyaret etmesi eğer kadın genç değil de fitneden emin olunabiliyorsa
caizdir."301"302[321]
Ayrıca yine hadise
göre, kişinin kendi hanımının evi dışında bir evde öğle uykusuna yatması
meşrudur. Bunun yanında yöneticinin yönetimi altındaki birisinin evinde öğle
uykusuna yatması bu ev bir kadının bile olsa caizdir. Diğer yandan fitneden
emin ise bir adamın yanında mahremi olmadan evde kocası bulunmayan bir kadının
yanına girmesi de caizdir. Bütün bunlara ilaveten eğer bir büyük bir topluluğu
ziyaret ederse o topluluk fertlerinin arasında eşitlik ilkesine uyar. Çünkü
Rasulullah Enes'le tokalaştı ve Eba Umeyr'e latife yaptı. Arkasından da Ümmü
Süleym'in yatağında uyudu. Onlara kendi evlerni namaz kıldırdı; ta ki onun
bereketinden herkes istifade etsin."[322]
Avn İbni Cuhayfe'nin
babasından rivayetine göre:
"Nebi (s.a.v.)
Selman ve Ebi Derda arasında kardeşlik bağı kurdu. Bir gün Selman Eba Derda'yı
ziyaret ettiğinde Ümmii Derda'yı perişan bir halde iş elbiseleriyle gördü.
Bunun üzerine Ümmü Derda'ya, 'senin bu halin nedir?1 diye sordu. Ümmü Derda da
'kardeşin Ebu Derda'nın dünyalık hiçbir arzusu yoktur1 dedi. Arkasından Ebu
Derda gelip ona yemek hazırladı ve Selman'a 'sen ye, ben oruç tutuyorum."
Selman da 'sen yemedikçe ben yemem1 deyince Ebu Derda yedi. Gece olduğunda Ebu
Derda kalkıp teheccüd namazı kılmak isteyince, Selman 'uyu1 dedi; uyudu. Sonra
yine kalkıp namaz kılmak isteyince tekrar ona 'uyu' dedi. Gecenin sonuna
yaklaştığında Selman Ebu Derda'ya 'şimdi kalk,' dedi. Ravi 'o ikisi kalktılar;
namaz kıldılar1 dedi. Namazdan sonra Selman Ebu Derda'ya şunları söyledi:
Gerçekten senin
üzerinde Rabbinin, nefsin ve ailen hakları vardır. Herkese hakkını ver. Bu
sözleri söyledikten sonra Selman, Nebi (s.a.v.)'in yanına geldi ve durumu izah
edince, Nebi (s.a.v.) 'Selman doğru söylemiş' dedi."[323]
Hafız İbni Hacer: 'Bu
hadiste birçok faydalar vardır. Bunlardan birisi Allah rızası için kardeşlik
ilanının meşruiyeti, kardeşlerin, ziyaret edilmesi, onların yanında gecelenmesi,
yabancı bir kadınla zorunlu hallerde konuşulması, maslahatın gereğine uygun
olarak -velev ki bu konuşan ile alakalı olmazsa bile- bunların hepsi caizdir.[324]
Enes'den:
"Ümmü Süleym,
Nebi (s.a.v,) için meşinden yapılmış bir döşek yayar o da bunun üzerinde gündüz
uykusuna yatardı. Ravi, Nebi (s.a.v.) uykuya daldığında Ümmü Süleym onun terini
ve saçından alır ve terini önce bir şişe içine toplayıp sonra onları başka
kokularla karıştırırdı dedi."
Diğer bir rivayette:
"Peygamber'in terlemesi çoktu. Ümmü Süleym'de Peygamber'in terini topluyor
ve onu cam, yahud sırçadan yapılmış şişelere koyuyordu. Peygamber: 'Ya Ümmü
Süleym, bu yaptığın nedir?' diye sordu. Ümmü Süleym, 'senin terindir, ben onu
güzel kokumun içine karıştırıyorum' dedi."[325]
Fethu'l-Bari'de;
Muhalle}) bu hadiste büyük insanın öğle uykusunu tanıdığı kişilerin evinde
aralarındaki sevginin varlığı ve kesinliği sebebiyle zikredildiğine göre,
bazıları (bu kıssada saçın zikredilmesini) etrafa saçının taradığı zaman
dökülmesine hamlettiler. Sonra Muhammed İbni Sad'in rivayetinde karşılıklı
gideren birşeyi gördüm. Muhakkak ki o sahih bir senetle Sabit'ten onun da
Enes'den rivayet ettiği bir hadis zikretti: Nebi (s.a.v.) Mina'da saçını
kestirdiği zaman, Ebu Talha, Rasulullah'm saçını aldı. Bu saçları Ümmü Süleym'e
getirdi. Ümmü Süleym de bu saçlan koku kutusunun içine koydu. Ümmü Süleym, Nebi
(s.a.v.) evime gelir meşinden yapılmış döşeklerin üzerinde uykuya
yatardı."
Bu rivayetten fayda
olarak şunları çıkarabiliriz: Şüphesiz ki Ümmü Süleym, öğle uykusu sırasında
Rasulullah'ın terini aldığında teri yanında bulunan saçlara kattı. Bu saçlan
Ümmü Süleym uyku sırasında aldı. Aynı şekilde bu hadisten şunu da
çıkarabiliriz. Adı geçen kıssa, veda haccından sonra idi. Çünkü Rasulullah
(s.a.v.) saçını ancak Mina'da traş etti.[326]
Enes İbni Malik
(r.a.)'dan:
"Rasulullah
(s.a.v.) Milhan kızı Ümmü Haram'ın ziyaretine gelirdi de o da kendisine yemek
ikram ederdi. O sırada Ümmü Haram, Ubade İbni Sa-mit'in nikâhının altında idi.
Yine Rasulullah (birgün) Ümmü Haram'ın yanına girdi. Ona yemek ikram etti. Ümmü
Haram yemek ikramından sonra başım tarayıp temizlemeye başladı. Bu arada
Rasulullah (s.a.v.) bir müddet uyudu. Sonra gülümseyerek uyandı. (Ümmü Haram)
'Ya Rasulallah seni güldüren şey nedir?1 dedi. Rasulullah'da:
- Rüyamda bana
ümmetimden bir kısmı şu deniz üstünde hükümdarların tahtlarına kuruldukları
gibi binerek, Allah yolunda deniz harbine gider halde gösterildi de ona
gülüyorum, buyurdu."[327]
Hafız İbni Hacer,
Hadis-i şerife göre yabancı bir kadının misafirin yemeğini hazırlayıp
doyurması ve buna benzer diğer işlerini görmesi caizdir. Ayrıca hadise göre
kadının misafirin başını tarayıp temizleme hizmeti caizdir.[328]
Bu durum bazı alimlere
karışık geldi. İbni Abdilber, muhakkak ki Rasulullah (s.a.v.) veya kardeşi Ümmü
Süleym'i, Ümmü Haram'ın emzirdiğini sanıyorum. Böylelikle birisi (Ümmü Haram)
onun annesi veya süt emzirmeden dolayı onun teyzesi oldu. İşte bundan dolayı
Ümmü Haram'in yanında uyuyordu. Onun için Peygamber (s.a.v.) mahremlerinden ne
gibi hizmetler görüyorsa ondan da aynı hizmetleri görüyordu, dedi. Abdilber'in
dışındakiler ise; 'bilakis Nebi (s.a.v.) masumdu.' Hanımından bile arzusuna
sahip olan insan, nasıl başkası hakkında arzu ve isteklerine hakim olmasın?
Ayrıca o bütün kötü fiil ve fahiş sözlerden de beridir; bu ise onun
özelliklerindendir, dedi.
Daha sonra, belki
hadisteki uyuma ve saç tarama hadisesi, hicabın farz kılınmasından Öncedir. Ama
bunun kesinlikle hicabın farz kılınmasından sonra olduğu söylenerek bu savunma
reddedildi. Hadisin açıklamasının başında bu olayın veda haccmdan sonra
olduğunu sunmuştu. İyaz ise birinci savunmadaki onun özelliklerin dendir.
Sözüne karşı 'özellikler ihtimal ile sabit olmaz ismet (günahsızlık)'in subütü
herkes tarafından peygamberler için kabul edilen bir sıfattır. Fakat asıl olan
ona has bir Özellik olmaması ve Pey-gamber'in fillerine uyulmasının caiz olması
ta ki bu hususiyetin delil olmasıdır.' Dimyati mahremiyet idiasında
bulunanlara red konusunda biraz daha ileri giderek şöyle dedi:
Neseb'den veya süt
emzirmeden dolayı Ümmü Haram'ın Nebi (s.a.v.)'in teyzelerinden birisi olduğunu
zannedenler ve Ümmü Haram'a bu teyzelik idddiası ile mahremiyet kazandıranların
hepsi gaflet içerisindeki şaşkınlardır. Çünkü nesebden annesi olanlar ve onu
emzirenler bellidir."[329]
Sonra Hafız İbni
Hacer: Burada en güzel cevap peygamberlerin özelliği iddiasıdır.
Dr. Yusuf Kardavi,
müteakiben (Katar televizyonunda kendisine ait yanımda bir nüshası bulunan
fetvasında) şöyle dedi: "Ben hadisteki gizli veya açık delilini nerede
olduğunu bilemiyorum." Biz de Dr. Yusuf Karda-vi'nin sözlerine şunları
ilave ediyoruz: Peygambere ait bir özellik olmasına dair bir delil olmamasına
rağmen Hafız İbni Hacer bizzat kendisi bize hükmün umumu olduğuna dair bir
delil sunacak. Bu delilini aşağıda sunacağımız hadise göre, Ebi Musa'nın
başını tarayıp temizleyen kadın, onun kardeşlerinden birisinin hanımıydı.[330]
Ebi Musa (r.a.)'den;
"Beni Nebi
(s.a.v.) Yemen'deki bir kavmin yanına gönderdi. Nebi (s.a.v.)'in yanma 'Batha'
denilen yerde iken gittim. Bana: Ne ile ihrama girdin?' diye sordu. Ben de,
Peygamberin ihramlandığı gibi ihramlandığımı söyledim. Bunun üzerine, 'yanında
kesebileceğin bir kurban var mı?' dedi. Ben 'hayır,' dedim. Bana Kabe'yi ve
Safa-Merve'yi tavaf etmemi emretti. Ben de tavaf etim. Sonra ihramdan çıkmamı
emredince ihramdan çıktım. Arkasından kavmimden bir kadının yanına geldim. O benim
başımı taradı ve yıkadı."[331]
Diğer bir rivayette, "sonra Benî Kays'm kadınlarından bir kadının yanına
geldim. Benim başımı tarayıp temizledi."[332]
Hafız İbni Hacer,
'kavmimden bir kadının yanına geldim' sözü konusunda bu sözden sonra zihne ilk
gelen şey bunun Kays Aylan'dan olduğudur. Onlarla (Gays Aylan) ile Eş'ariyyin
arasında neseb bağı yoktur. Fakat İbni Aid'in rivayetinde (ikinci rivayeti
kastediyor) Beni Kays'ın kadınlarından bir kadındır. İşte bundan dolayı burada
Kays'ın diye ifade edilen Ebu Musa Eş'arinin babası olan Kays İbni Süleym'dir.
Muhakkak ki başını tarayan kadın ise kardeşlerinden birinin hanımıdır. Ebu
Musa'nın kardeşleri Ebu Rehm, Ebu Bürde ve Muhammed'dir[333]
Şüphesiz ki bedene
dokunmak ve bu seviyedeki sevgi dolu bir gözetme fitneden emin olunduğu
müddetçe meşrudur. Nasslarda açıkça görüldüğü gibi ancak özel durumlarda
genellikle fitneden emin olunur. Bu özel haller ile şahid olunan sosyal
vakıanın altında yer alır. Bu özel haller fitneden korunmaya yardım eder,
ayrıca bu seviyede sevgi dolu bir korumanın kabuî edilmesini teşvik eder. Bu
olay, salih mü'minler arasındaki uzun süreli dostluğun dostların kalblerinde
şehveti gizleyen soylu duyguların ortaya çıkardığına işaret ediyor. Keşke bu
duygular tüm dostluklar boyunca böyle olsa Ümmü Haram, Ummü Süleym ile
Rasulullah (s.a.v.) arasında olan kardeşlik duyguları bunun örneğidir. Aynı
şekilde Ebu Musa Eş'ari ile büyük kardeşlerinin hanımı arasındaki dostlukta
buna örnektir. Bu özel dostluklara Ebi Huzeyfe'nin hanımı Sehle binti Sülehy
ile Ebi Huzeyfe'nin azadlısı Salim arasındaki annelik duyguları da en iyi
örneklerdendir. (Bu konudaki hadisi erkeklerden kadınların ilim alması
(tahsili) esnasındaki karşılamala-rıyla ilgili bahiste incelenecektir.) Bu
duygularla birlikte karşı cinse karşı olan fıtri şehvet azalır. Yaşın ilerlemiş
olması cinsel isteği zayıflatsa bile tamamen yok etmez. Fakat uzun süreli
bağlılık arzu ve emelin sönmesini kesin olarak sağlar.
Hürmet ve övgü
amacıyla kadınlarla erkeklerin karşılaşması: Enes (r.a.)'dan:
"Nebi (s.a.v.)
bir takım kadınların ve çocukların düğün yemeğinden dönerek neşe içinde
geldiklerini gördü. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) ayağa kalkarak: (Ey Ensar
kadınları ve çocukları) Allah şahid olun ki sizler bana insanların en
sevimlilerindensiniz' dedi. Bunu üç defa tekrar etti.[334] Bir
rivayette,[335] "sevinçli bir
şekilde hızlıca onlara doğru ilerledi."
Enes İbni Malik
(r.a.)'dan:
"Nebi (s.a.v.)'e
Ensardan bir kadın yanında çocuklarıyla beraber geldi. Nebi (s..a.v.): 'Nefsim
elinde olan Allah'a yemin ederim ki siz Ensar cemaatı bana insanların en
sevimlilerindensiniz' buyurdu. Bu sözünü üç kere tekrarladı."[336]
Aişe (r.a.)'dan:
"Aişe (kız
kardeşi) Esma'dan bir gerdanlığı ödünç almıştı. Bu gerdanlık kayboldu.
Rasulullah da ashabından bazı kimseleri bunu aramak için yolladı. Namaz vakti
geldi. Onlar da abdestsiz olarak namazlarını kıldılar. Nihayet Nebi (s.a.v.)
geldiklerinde bu durumu kendisine arzettiler. Müteakiben teyemmüm âyeti nazil oldu.
Bunun üzerine Useyd ibn Huday, Aişe'ye hitaben 'Allah seni hayır ile
mükafatlandırsın. Senin başına her ne iş gelmişse, Allah sana muhakkak ondan
bir kurtuluş yolu yaratmış, müslü-manların lehine de onda muhakkak bir bereket
bulunmuştur,1 sözlerini söyledi."[337]
Ummü Ala'dan:
"... Osman İbni
Maz'un vefat ettiğide yıkanıp elbiseleriyle kefenlendi. Rasulullah (s.a.v.)
ziyarete geldi. Ben de kendisine, 'Allah'ın rahmeti senin üzerine olsun Eba
Saib. Benim sana şahidliğim dolayısıyla şüphesiz Allah sana ikram etti, dedim.
Rasulullah (s.a.v.) de: 'Sen Allah'ın bana ikramda bulunduğunu nerden
biliyorsun?' Dedim ki; Babam sana feda olsun, Ya Ra-sulallah sana ikram
etmeyecek de kime ikram edecek?1 Rasulullah (s.a.v.) 'ona apaçık gerçekler ona
ulaşmadı ki? Allah'a yemin olsun ki ben Allah'ın Rasulü olduğum halde Allah'ın
bana ne yapacağını bilemiyorum.' Bunun üzerine kadın; Allah'a yemin olsun ki
bundan sonra kesinlikle hiçbir kimseyi bilmediğim bir konuda övmeyeceğim. Bu
beni üzdü ben uyuyunca rüyamda Osman'ı bizzat yürürken gördüm? Bunu
Rasulullah'a haber verdiğimde, işte o onun amelidir' buyurdu."[338]
Dua ve bereket talebi
için kadınlarla erkeklerin karşılaşması. Ata İbni Rabah'tan:
Bana İbni Abbas: Sana
cennet kadınlarından bir kadın göstereyim mi? dedi. Ben de: 'Evet göster'
dedim. İbni Abbas şöyle dedi: 'Şu gördüğün iri yapılı ve uzun boylu Habeşi
siyah kadındır. Bu kadın bir kere Peygamber'e geldi ve:
- Ben saralamyorum,
saralanınca da açılıyorum, Allah'a benim için dua et, dedi.
Rasulullah (s.a.v.):
- İstersen hastalığına sabret onun mukabilinde
sana cennet vardır. İstersen sana afiyet vermesi içi Allah'a dua edeyim
buyurdu.
Kadın:
- (Hastalığıma sabr
ederim) ancak ben açılıyorum. Açılamamam için Allah'a dua et, dedi. Rasulullah
kadın için dua etti ve (edep yerleri açılmaz oldu.)[339]
Enes (r.a.)'dan:
"Nebi (s.a.v.)
Ümmü Süleym'i ziyarete geldi... Ümmü Süleym ve ev halkı için Nebi (s.a.v.) dua
etti. Ümmü Süleym; 'Ya Rasulallah, benim senden bir isteğim var, dedi.
Rasulullah; 'O isteğin nedir? dedi. Ümmü Süleym, 'senin hizmetlin Enes,
dünyadan ayrılmadan bana ne dünya ne ahiret için hiçbir şey bırakmadı. Sadece
benim için şöyle dua etti: 'Ey Allah'ım, ona mal ve evlad rızkı ver ve ona
bunlarla bereket ihsan eyle.' Şüphesiz ki ben şimdi Ensarın en çok mal sahibi
olanlanndamm.' Bana kızı Emine'nin bahsettiğine göre, benim çocuklarımdan Basra
hacılarının Önünde 120 civarında defnedildi[340]
Enes İbni Malik'den:
"Peygamber
(s.a.v.) -annem- Ümmü Süleym'in evine girer ve Ümmü Süleym içinde yok iken onun
döşeği üzerine gündüz uykusuna yatardı. Peygamber bir gün yine geldi ve onun
(yani annemin) döşeğinin üzerinde gündüz uykusuna yattı. Akabinde Ümmü Süleym'e
gidildi ve kendisine: İşte Peygamber senin evinde, senin döşeğinin üzerinde
uyudu, denildi. Ümmü Süleym geldi, Peygamber terlemiş ve teri de döşeğin
üstünde bulunan bir deri parçası üzerine toplanmıştı. Ümmü Süleym, kıymetli
eşyalarını koyduğu küçük sandığını açtı, müteakiben bir bez parçasına bu
birikmiş teri içirip almaya ve sonra da cama veya sırçadan yapılmış kapların
içine sıkmaya başladı. Bu sırada Peygamber uykusundan uyandı ve: Ne yapıyorsun
ya Ümmü Süleym?' diye sordu. Ümmü Süleym: 'Ya Rasulallah! Biz çocuklarımız için
unun bereketini ümid ediyoruz1 dedi. Rasulullah 'isabet ettin' buyurdu."[341]
Esma (r.a.)'dan:
"Esma Abdullah,
İbni Zübeyr'e hamile olmuştu. Esma şöyle dedi: 'Ben gebelik müddetimi
tamamlayarak (Mekke'den) çıktım. (Muhacir olarak) Medine'ye geldim. Küba köyüne
indim. Abdullah'ı orada doğurdum. Sonra çocuğu Nebi (s.a.v.)'a getirdim. Çocuğu
Nebi (s.a.v.)'in kucağına koydum. Sonra bir hurma istedi. Onun ağzında
çiğnedikten sonra çocuğun ağzına tükürdii. Bu suretle oğlumun midesine ilkgiden
şey, Rasulullah'ın (s.a.v.) tükürüğü oldu. Sonra Rasulullah çiğnenmiş hurma ile
çocuğun damağını ovdu. En sonra çocuğa dua edip ona bereket ve saadet temenni
eyledi. Ve nihayet bu Abdullah İbni Zübeyr, (Hicretten sonra Medine'deki
muhacir) müslüman aileleri içinde ilk doğan çocuk oldu."[342]
Saib İbni Yezid'den:
"(Çocukluğumda
teyzem beni Nebi (s.a.v.)'in yanına götürdü ve: 'Ya asulallah! Benim
kızkardeşimin şu oğlu hastadır dedi. Rasulullah (s.a.v.) eliyle başını
sıvazladı. Ve bana bereket dua yaptı. Sonra abdest aldı. Ben abdest suyundan
itim. Sona arkasında durdum. İki omuzu arasında gerdek çadırının koca düğmeleri
(yahut kekliğin yumurtası) gibi peygamberlik mühürü gördüm."[343]
Abdullah İlbni
Hişam'dan:
"Nebi (s.a.v.)'in
zamanına yetişti. Annesi Zeyneb binti Humeyd onu (Abdullah İbni Hişam)
Rasulullah (s.a.v.) yanına getirdi ve: 'Ya Rasulallah, bu çocukla biatlaşm
(biatini alın) dedi. Bunun üzerine Rasulullah: 'O küçüktür' deyip başını
sıvazladı ve onun için ona dua etti."[344]
Ümmü Kays binti
Muhassan:
"Ümmü Kays henüz
yemek yemeyen küçük çocuğunu Rasulullah {.>.a.v.)'e getirdi. Çocuğu
Rasulullah (s.a.v.) kucağına oturttu. Çocuk Rasulullah'ın elbisesine küçük
abdestini yaptı. Sonra su istedi suyu çocuğun ıslattığı yere serpti. Onu
yıkamadı."[345]
Enes İbni Malik'den:
"Rasulullah
(s.a.v.) sabah namazın kıldırdığı zaman Medine'nin hizmetçileri, içlerinde su
bulunan kablarım getirirlefSi. Rasulullah kendisine getirilen her kabın içine
muhakkak elini daldırırdı. Bazen kendisine soğuk sabahlarda gelirlerdi de O
yine elini su kabına daldırırdı."[346]
Ebu Hureyre'den:
"Bir kadın küçük
çocuğunu Nebi (s.a.v.)'e getirdi ve:
- Ey Allah'ın
Peygamberi! Bunun için Allah'a dua et (diğer bir rivayette: 'Gerçekten çocuk
hastadır ben de onunfcç"in korkuyorum). Andolsun ki ben üç tanesini
gömdüm1 dedi. Rasulullah:
- Üç tane mi gömdün?
diye sordu. Kadın:
- Evet, diye tasdik
etti.
Rasulullah:
- Andolsun ki sen kendini
cehennemden çok sağlam bir duvarla korumuşsun,[347]
buyurdu. [348]
Enes'den:
"Rasulullah
(s.a.v.)'m, güzel çorba pişiren Acem bir komşusu vardı. Bu zat, bir gün
Rasulullah (s.a.v.) için yemek hazırladı ve gidip kendisini davet etti.
Rasulullah (s.a.v.) Aişe'ye işaret ederek; 'Bu da davetli mi?1 diye sordu. O
zat: 'Hayır' dedi. Rasulullah (s.a.v.): Öyle ise ben de gelemem' dedi.
Müteakiben o zat Peygamberi davet için tekrar geldi. Rasulullah yine Aişe'yi
göstererek: 'Bu da gelecek mi?' diye sordu. O zat yine 'Hayır' dedi. Rasulullah
da: 'Hayır' dedi. Sonra o zat dönüp yine davet etti. Bu sefer 'Evet gelecek'
dedi. Bunun üzerine Rasulullah Aişe ile beraberce o zatın evine gittiler."[349]
Enes ibni Malik'ten:
"Enes'in anne
annesi Müleyke binti Malik İbni Adiy (r.a.) Rasulullah (s.a.v.)'ı bir yemeğe
davet etti. Rasulullah o yemekten yedi. Sonra: '(Haydin) kalkınız da size namaz
kıldırayım!' buyurdu. Enes İbni Malik der ki: 'Ben hemen kullanılmaktan
simsiyah kesilmiş (eski) hasırımıza davrandım. Üzerine (yumuşasın diye) biraz
su serptim, Rasulullah, namaza durdu. Ardında bir saf olduk. Kocakarı da
arkamızda durdu. Rasulullah, bize iki rekat kıldırdı, sonra gitti."[350]
Hafız îbni Hacer,
"hadisten elde edilebilecek bir çok faydalar vardır. Bu faydalar
şunlardır: Düğün yemeği olmasa bile davete icabet edilmesi ve fitneden emin
olunabilecekse davet eden kimse kadın bile olsa icabet edilmesidir."[351]
Enes (r.a.):
"Nebi (s.a.v.)
Ümmü Süleym'i ziyaret ettiğinde kendisine tereyağ ve hurma getirdi. Nebi
(s.a.v.) ise yağınızı tulumun içine geri koyunuz ayrıca hurmanızı da kabına
koyun, çünkü ben oruçluyum."[352]
Enes İbni Malik
(r.a.)'dan:
"Rasulullah
(s.a.v.) Küba'ya gittiği vakitlerde Ümmü Haram binti Nul-han'ın yanma da
uğrayıp ziyaret ederdi. Ümmü Haram da kendisini doyurur-du.'[353]
Cabir İbni Abdillah
(r.a.):
"Hendek kazıldığı
zaman ben Nebi (s.a.v.)'de bir karm boşluğu (yani şiddetli bir açlık) gördüm.
Hemen kanma dönüp ona; 'evinde yiyecek birşey var mı?1 Ben Rasulullah'da
şiddetli bir açlık gördüm, dedim. Karım (Mes'ud kızı Sehîe) bana içinde bir sa1
arpa bulunan deriden bir dağarcık çıkardı. Bizim evcil oğlağımız da vardı. Ben
oğlağı kestim, karım da arpayı el değirmeninde çekti. Ben oğlak işini
bitirirken o da arpanın işini bitirdi. Müteakiben ben oğlağı parça parça edip
bir çömlek içine koydum. Sonra Rasulullah'm yanına döndüm. Evden ayrılırken
karım; sakın Rasulullah ve yanındakilere beni mahcup etme diye tenbih etmişti.
Rasulullah'm yanına gelip gizlice kendisiyle konuştum. Ya Rasulallah bir keçi
yavrusunu kestim. Karım da evimizde bulunan bir sa' arpayı öğüttü. Şimdi
beraberindeki bir grup insanla birlikte buyur gel' dedim. Bunun üzerine Nebi
(s.a.v.) yüksek bir sesle: 'Ey Hendek Halkı! Cabir sizler için bir ziyafet
yemeği hazırlamış. Sizleri yemeğe davet ediyor' dedi. Rasulullah (s.a.v.) bana
da: Ben evinize gelinceye kadar et çömleğinizi tandırdan indirmeyin,
hamurunuzu da ekmek yapmayınız' diye tenbih etti. Ben önden geldim. Rasulullah
da herkesten önce geldi. Ben gelince karıma bana: 'Eğer mahcub olursak buna sen
sebep oldun' dedi. Ben de: 'Ben senin bana söylediğini yaptım (yani yanımızda
erzakın az bulunduğunu Peygamber'e haber verdim)' dedim. Müteakiben karım,
hamurumuzu Peygamber'e çıkardı. Peygamber hamurun içine tükürük sürdü ve
bereket duası yaptı. Sonra et çömleğimizin yanına geldi. Onu tükürük-ledi ve
bereket duası yaptı. Sonra karıma hitaben: 'Bir ekmekçi kadın çağır da seninle
beraber ekmek yapsın. Çömleğinizden de kepçe kepçe al, sakın çömleği yere
indirme buyurdu. Allah'a yemin ediyorum ki gelenler bin kişi oldukları halde
hep yediler de nihayet dönüp ayrıldılar. Çömleğimiz hâlâ olduğu gibi
kaynamakta, hamurumuzdan ise hâlâ olduğu gibi ekmek yapılmakta idi."[354]
Diğer bir rivayette
ise: "Rasulullah (s.a.v.): 'Bunu yiyiniz, muhakkak ki insanlara açlık
isabet etmiştir bir kısmını da tasadduk ediniz."
Enes İbni Malik'den:
"Enes, Talha Ümmü
Süleym'e hitaben: 'Ben bu defa Rasulullah'ın sesini zayıf olarak işittim.
Kendisinde açlık olduğunu biliyorum, yanında yiyecek birşey var mı?' dedi.
Ümmü Süleym: 'Evet' dedi. Arpadan yapılmış birkaç tane ekmek külçesi çıkardı.
Sonra kendi başörtüsünü aldı da onun bir kısmı ile ekmekleri sarıp dürdü. Sonra
bohçayı benim elimin altına gizledi. Örtünün bir kısmını da başımın üzerine
rida yaptı. Sonra beni Rasulullah'ın yanına gönderdi. Ben de bunu götürdüm.
Rasulullah (s.a.v.)'i mescidde oturur halde buldum ve beraberinde insanlar
vardı. Ben onların yanına varıp dikildim. Rasulullah (s.a.v.) 'seni Ebi Talha
mı gönderdi1 diye sordu. Ben: 'Evet' dedim. Rasulullah: 'Yemek için mi? dedi.
Ben 'evet' dedim. Bunun ü-zerine Rasulullah (s.a.v.) beraberinde bulunanlara
hitaben: 'Kalkınız' buyurdu. Müteakiben yürüdü, ben de aralarında yürüdüm.
Nihayet Ebu Tal-ha'ya geldim ve durumu ona haber verdim. Ebu Talha (annem) Ümmü
Süleym'e: 'Ya Ümmü Süleym, Rasulullah insanları getirmektedir. Halbuki yanımızda
onları doyurabileceğimiz birşey yoktur1 dedi. Ümmü Süleym, 'Allah ve Rasulü
daha iyi bilir,' dedi. Müteakiben Ebu Talha gitti, nihayet Rasulullah (s.a.v.)'e
kavuştu. Rasulullah (s.a.v.) ve Ebu Talha ile beraber geldi. Rasulullah
(s.a.v.): 'Ya Ümmü Süleym, yanında ne varsa getir' buyurdu. O da bu ekmekleri
getirdi. Rasulullah (s.a.v.) emretti, ekmekler küçük küçük parçalara bölündü.
Ümmü Süleym bunun üzerine kendisine ait yağ tulumundan biraz yağ sıktı ve onu
bulayıp katık yaptı. Sonra o katık hakkında Rasulullah (s.a.v.) Allah'ın
söyletmek istediği şeyleri söyledi. Sonra 'on kişiye izin ver' buyurdu. Ebu
Talha on kişiye izin verdi. Onlar doyuncaya kadar yedikten sonra dışarıya
çıktılar. Sonra 'on kişiye daha izin ver' buyurdu. Ebu Talha'da onlara izin
verdi. Onlar da doyuncaya kadar yedikten sonra dışarıya çıktılar. Sonra
Rasulullah tekrar: 'On kişiye daha izin ver' buyurdu. Ebu Taiha da onlara izin
verdi. Onlar da doyuncaya kadar yedikten sonra dışarıya çıktılar. Sonra 'on
kişiye daha izin ver' buyurdu. Nihayet böylece ce maatin hepsi yedi ve doydu.
Halbuki bu topluluk, yetmiş veyahut seksen kişi idi."[355]
Selh'den:
"Ebu Esyed
Seidiy, evlenirken Nebi (s.a.v.) ve ashabını düğününe davet etti. Onlar için
yemek yapmadı. Misafirlere hizmet içinde sadece hanımı
Ümmü Esyed'i onların
yakında bulundurdu. Ümmü Esyed misafirlere taştan bir kab içinde akşamdan hurma
ıslatı. Nebi (s.a.v.) yemek yemeği bitirdikten sonra Ümmü Esyed hurmaları ezip
eritti. Bu erittiği hurma şırasını Peygam-ber'e içirdi [356](ve
o gelindi)."[357]
Fatıma binti Kays'dan:
"... Rasulullah
(s.a.v.) Fatıma'ya, Ümmü Şerik'in evinde vacib olan id-deti beklemesini
emretti. Sonra da: 'Bu Ümmü Şerik sahabilerimin yanında çok uğradıkları bir kadındır.
(Diğer bir rivayette;[358]
Ümmü Şerik'in yanına ilk muhacirler gelir giderler)."
Yine diğer bir
rivayette:[359]"... Rasulullah, sen
(iddetiııi beklemek üzere) Ümmü Şerik'in yanına taşın,' buyurdu. Ümmü Şerik,
Ensar'dan zengin bir kadındı. Allah yolunda infak ederdi. Çok misafiri gelirdi.
Ben:
- Belki onun yanına
intikal edeceğim dedim. Bunun üzerine Rasulullah:
- Hayır Öyle yapma,
çünkü Ümmü Şerik, konuklan çok olan bir kadındır.[360]
Ebi Hazim'den:
"Sehl; 'Cuma
günleri sevniyorduk' dedi. Ben de Sehl'e: 'Niçin sevini yordunuz?' dedim. Sehl:
'Bizim bir ihtiyarımız vardı. Bostana gönderilir. O da oradan kaynatılacak
şeylerden getirir, bir tencerenin içine koyup bir miktar da arpa katarak
kaynatırdı. Cuma namazını kılıp dağıldıktan sonra onun yanına gider; selam
verir, o da bize bu pişirdiğinden verir; bundan dolayı sevinirdik. Biz Cuma
namazından sonra öğle yemeğini yer, öğle uykusuna yatardık."[361]
Şabi'den:
"Fatıma binti
Kays'ı ziyarete gittik. Bize bu misafirliğimiz sırasında Rutab İbni Tabih (bir
çeşit Medine hurması) sundu. Ayrıca bize buğdaya benzeyen daneli bir bitkinin
suyundan içirdi. Ben ona üç talakla boşanmış olanın nerede iddetini geçirdiğini
sordum.[362]
Buraya kadar
zikrettiğimiz delillerin hepsi Buharı ve Müslim'de yer alan delillerdir. Şimdi
bu delillere ilave olarak Buharı ve Müslim haricinden delil ilave edeceğiz. Bu
delil bize evde kocaların olmadığı vakitlerde misafirliğe gelenleri evde
hanımların kocalarının tanıdığı ve güvenilir kimseleri karşılamakta bir mahzurun
olmadığını tekid ediyor.
Taberi'nin Katede'den
rivayet ettiği bir hadiste: "Rasulullah (s.a.v.) kadınlardan biat aldı. Bu
biatta kadınlardan erkeklerle konuşmama için söz aldı. Abdurrahman İbni Avf:
'Bizim misafirlerimiz var. Bizde her zaman evlerimizde olamıyoruz, deyince,
Rasulullah (s.a.v.) 'Benim kasdettiğim erkekler onlar değildir' dedi."[363]
Erkekler ve kadınlar
arasında hediyeleşme Aişe (r.a.)'dan:
"Ben hiçbir kadın
hakkında, Nebi (s.a.v.)'in hanımı Hatice'yi kıksandı-ği derecede kıskanç
olmadım. Halbuki o Peygamber'in benimle evlenmesinden önce vefat etmişti. Ona
karşı olan bu kıskançlığımın sebebi. Peygamberden onu (sık sık) zikrederken
işitmemdir. Ve andolsun ki Allah, Peygam-ber'e Hatice'yi cennette inciden
yapılmış bir ev ile müjdelemesini emretmiştir. Şu da muhakkak ki Rasulullah
(s.a.v.), bazen koyun keserdi ve o koyunun etini, Hatice'nin sadık kadın
dostlarına hediye ederdi."[364]
Enes İbni Malik
(r.a.)'dan:
"Muhacirler
Mekke'den Medine'ye geldikleri zaman, ellerinde hiçbir şey olmadan hicret
etmişlerdi. Ensar ise Medine'de arazi ve akar sahibi idi. Bu cihetle Ensar her
sene mallarının mahsulünü muhacirlere vermek, muhacirler de Ensar'ın yerine
arazi ve hurmalık işini ve külfetini ifa etmek şartıyla mallarına muhacirleri
ortak etmişlerdi. Bu sırada Enes'in anası Ümmü Süleym de Rasulullah'a kendine
ait bulunan bir kaç hurma ağacı hediye etmişti."[365]
Sehl ibni Sa'd
(r.a.)'dan:
"Rasulullah
'kadının biri bir hırka getirdi' dedikten sonra 'bürdenin (hırkanın) ne
olduğunu bilir misiniz diye sordu. Orada bulunanlar şöyle dediler: 'Evet
biliriz. O kenarları örülmüş dokunmuş bir örtüdür.1 Örtüyü getiren kadın: 'Ya
Rasulallah, bunu kendi elimle dokudum. Onu sana giydirmek istiyorum' deyince,
Nebi (s.a.v.) ihtiyacı olduğu için aldı. Bizim yanımıza izarıyla (belden
aşağısını örten bir elbise) çıktı. Birisi: 'Ya Rasulullah, onu bana giydirir
misiniz?' Rasulullah: 'Evet' dedikten sonra mecliste oturdu. Sonra geri dönüp
kadının verdiği bürdeyi ütüledi ve onu isteyen adama gönderdi. Bunun üzerine
orada bulunanlar adama: 'Rasulullah'a gelen o bürdeyi (hırkayı) istemekle iyi
etmedin. Sen şüphesiz ki, Rasulullah'ın isteyenin istediğini geri
çevirmediğini bilirsin.' Adam da: Allah'a yemin olsun ki ben o-nu sadece ölünce
kefenim olsun diye istemiştim' dedi. Ravi Sehl: 'Gerçekten bu hırka öldüğünde
onun kefeni idi."[366]
Cabir'den:
"Ümmü Malik,
kendisine ait kırbadan küçük bir yağ tulumu içinde Peygamber (s.a.v.)'e yağ
hediye ederdi. Akabinde bu kadının oğlanları kendisine gelip katık isterlerdi.
Halbuki onların yanında (yiyecek) hiçbir şey de yoktu. Kadın içinde Peygamber'e
yağ hediye eder bulunduğu yağ tulumuna yönelirdi de onun içinde bir parça yağ
bulurdu. O yağ kadın için, evinin katığı olurdu. Nihayet kadın o yağ tulumunu
sıktı. Akabinde Peygamber'in yanına geldi. Peygamber kendisine, sen o yağ
tulumunu sıktın mı?diye sordu. Kadın, 'evet' dedi. Peygamber: 'Eğer sen o yağ
tulumunu sıkmadan bırakmış olsaydın, daha yağ kalacaktı buyurdu."[367]
Enes İbni Malik'ten:
"Nebi (s.a.v.)
Zeyneb'in güveyi idi. Bana o gün Ümmü Süleym: Keşke Rasulullah (s.a.v.)'e bir
hediye versek, deyince ben de: Öyleyse bir hediye ver' dedim. Hediye olarak
hurma, yağ ve katık vermeyi tasarladı. Bir tencerenin içinde tirte benzer bir
yemek de yaptı. Bunların hepsini benimle beraber Rasulullah'a gönderdi. Ben de
aldığım hediyeyle Rasulullah'ın yanma geldim."
Diğer bir rivayette:
- Ya Enes! Bunu
Rasulullah'a götür, bunu sana annem yolladı o sana selam söylüyor ve şüphesiz
ki bu, senin için azdır ya Rasulullah, diyor de. Enes der ki, 'ben onu
Rasulullah'a götürdüm ve:
- Annem sana selam
ediyor ve şüphesiz ki bu bizim tarafımızdan sana az birşeydinYa- Rasulallah
diyor, dedim.[368]
Bana, getirdiğin
şeyleri koy, dedi. Sonrada bana isimlerini saydığı ve karşılaştığım tüm
insanları davet etmemi emretti."[369]
İbni Abbâs (r.a.):
"İbni Abbas'ın
teyzesi Ümmü Hafıd, Nebi (s.a.v.)'e bir miktar tereyağı keş ve birkaç keler
hediye etmişti. Nebi (s.a.v.) keşten ve tereyağdan yedi de tiksindiği için
kelerleri baraktı, dedi. İbni Abbas, Rasulullah (s.a.v.)'in sofrasında keler yenilmiştir.
Eğer keler haram olsaydı, Rasulullah (s.a.v.)'ın sofrasında yenilmezdi."[370]
Haris'in kızı Ümmül
Fadl'dan:
"Bir takım
insanlar arefe günü Ümmü Fadl'ın yanında Rasulullah'ın oruçlu olup olmadığı
konusunda münakaşa ettiler. Bazıları Rasulullah oruçludur' dedi. Bazısı da
'Rasulullah oruçlu değildir' dedi. Bunun üzerine ben, Rasulullah'a bir bardak
süt gönderdim. O sırada Arafat'da devesinin üzerinde vakfe yapmakta iken o sütü
içti."[371]Hafız İbni Hacer, hadise
göre kadından hediye kabul etmekte bir mahzur yoktur, dedi."[372]
Bizi rüyada karşılaşma
konusunu erkeklerin ve kadınların çeşitli sahalardaki karşılaşmaları konusunun
içinde değerlendirmeye Enbiyaların rüyalarının hak oluşu itmiştir.
Aişe'den:
"Rasulullah
(s.a.v.)'in ilk vahiy başlangıcı, uykuda rüya-yı saliha (yani sadıka) görmekle
olmuştur."[373]
Yine Rasulullah
(s.a.v.)'in ifade ettiği gibi: Mü'minin rüyası peygamberliğin kirkaltı
cüzünden bir cüzdür.[374]
Bu, meselenin bir
yönü. Diğer yönü ise kadındır ve erkekğin karşılaşmasının fıtrî olduğu
konusudur. Bu konuda kendi nefislerini zorlayan ve bu karşılaşmadan kaçınmak
için kendilerine zulmeden insanlar -uyanık iken Allah'ın kendilerini imtihan
fitnesi olarak kabul ettiği kadınlar ile uykuda kadınla olunmaktadırlar. Kadın
devamlı bir imtihandır. Ondan kaçmak mümkün değildir. İsteyerek olmasa bile
bazen karşımıza çıkar. Müslüman kadınlarla olmasa bile bazen gayri müslim
kadınlarla da olabilir. Kadınlarla olan karşılaşmamız uyanıkken olmasa bile bu
bazen uykuda olabilir.
Aişe (r.a.)'dan:
"Nebi (sav)
Aişe'ye: Ya Aişe sen bana uykumda iki kez gösterildin. Seni ipekli beyaz bir
kumaş parçasında görüyorum. Bana: Bu senin hanımındır, diyorlar. Nihayet ben
senin (yüzünü) açınca baktım ki o sen idin. Ben de: Eğer şu rüyam Allah
tarafından gösterilmiş ise Allah kendi takdirini infaz eder, diyordum."[375]
Ebu Hureyre
(r.a.)'dan:
"Biz Rasulullah
(s.a.v.)'in yanında iken birden: "Ben bir kere uyurken kendimi ansızın
cennette gördüm. O sırada bir kadın bir köşkün yanında abdest alıyordu.
(Yanımdaki meleklere) bu köşk kimin içindir? diye sordum. Onlar: Ömer içindir
dediler, Ömer'in kıskançlığını hatırladım da hemen yüzümü döndüm. Rasuluîlah'ın
bu müjdesi üzerine Ömer ağladı ve; 'sana karşı mı kıskançlık edeceğim Ya Rasulallah?
dedi."[376]
Ümmü Ala'dan:
"Uykumda Osman'a
ait su kaynağını akarken gördüm. Hemen Rasulullah (s.a.v.)'e gidip gördüğüm
şeyi anlattığımda 'işte o onun amelidir ona doğru geliyor' dedi."[377]
Hafız İbni Hacer:
"... İbni Battal, Peygamber'in, 'Salih mü'minin rüyası peygamberliğe ait
bir delildir' sözü konusunda 'salih mü'min kadınların rüyasının da bu sözün
içine girdiğine dair olan ittifakı hatırlattı' dedi."[378]
Kadınların erkekleri
hasta iken ziyareti:
Buhari aşağıdaki
hadisi (kadınların erkekleri hasta iken ziyarette bulunması) başlığını koyduğu
bölümde zikretti ve arkasından (Edebü'I-Müfred) adlı kitabında, 'Ümmii Derda
mescid ahalisinden (devamlı gelip gidenlerden biri) olan Ensar'dan bir adamı
hastayken ziyaret etti'[379]dedi."
Aişe'den:
"RasuluIIah
(s.a.v.) Medine'ye geldiklerinde Ebu Bekir ve Bilal (r.a.) humma hastalığına
tutuldular. Her ikisini ziyarete gittim. Önce babama; 'Ey Babacağım, kendini
nasıl hissediyorsun?' dedim. Aişe, Ebu Bekir'in dediğini rivayet etti:
- Her insan ailesinin
yanında sabahlar ölüm ise insana ayakkabının kayışından daha yakındır.
Bilal ise humma nöbeti
geçip kendine gelince sesini yükseltip şöyle diyordu:
- Keşke tüylerim
(saçlarım) bir gece olsun Mekke vadisinde gecelese... Ve çevremde yaban arısı
ve güzel kokulu afyon olsa...
Micenne suyu bir gün
gelmez mi? Ben Şameh ve Tufeyl dağlarını göremez miyim?
Aişe: "RasuluIIah
(s.a.v.)'e gidip Ebu Bekir ve Bilal'den duyduklarımı haber verdim. O da hemen
şöyle bir duada bulundu: 'Ey Allah'ım, Sen Mekke'yi sevdirdiğin gibi hatta daha
fazla bize Medine'yi sevdir (bizim için sevimli kıl). Medine'yi sağlıklı bir
ortama kavuştur. Ürün ve mahsullerini bereketli kıl. Medine'nin hummasını başka
yere taşı. Hummayı (cühfe) Medine ile Mekke arasında bir yerde kıl,"[380]
Hafız İbni Hacer bu
hadisi şerhederken şöyle dedi:
"Kadınların
erkekleri hasta hallerinde ziyaret etmesi bölümü şu anlama gelmektedir: Yani
eğer hasta kendileri için mahrem olmayanlardan biri ise burada (fitneden emin
olma şartı) hemen devreye girer. Ayrıca, bu konuya bazı itirazlarda bulunularak
bizim de geçmişteki rivayetlerde belirttiğimiz üzere bu ziyaret olayları hicab
farz kılınmadan önce idi, denildi. Buna karşılık bölümün başlığının kadınların
erkekleri hasta iken ziyaret etmeleri, hicab âyetinden önce olması dolayısıyla
ona bir zarar vermez. Çünkü bugün eğer kadın tesettürlü olarak ziyaret ederse
iki işi de bir araya gelmiş olur. Hem hicabtan önceki hem de sonrasında
fitneden emin olunduğu vakitteki konumu yerine getirmiş olur."[381]
Diğer taraftan yine kadınların
erkekleri hasta iken ziyaret etmelerine dair örneklerden birisi de, Ümmü
Mübeşşir bintu Bera, İbni Mar'ur'un Kab İbni Malik'in ölümüne yakın yaptığı
ziyarettir. Ümmü Mübeşşir onu ziyarete gittiğinde: Ey Eba Abdirrahman, oğlum
Mübeşşir selam yolladı (veya oğlum senin selamını bana bilirdi) dedi. Kab İbni
Malik: 'Allah seni affetsin ya Ümmü Mübeşşir, sen Rasulullah (s.a.v.)'in ne
söylediğini işitmedin mi: Müslümanın ruhu şüphesiz ki bir kuş gibidir. Cennette
bir ağaca asılır Allah azze ve ceîle kıyamet gününde onun (ruhu) sahibine geri
gönderir' dedi. Ümmü Mübeşşir, 'çok doğru söyledin Allah da seni
affetsin."[382]
Erkeklerin kadınlara
hasta ziyaretinde bulunması: Aişe'(r.a.) den:
"Rasulullah
(s.a.v.) -amcası- Zübeyr (İbni Abdülmuttalib)'in kızı Du-baa'nin yanına girdi
ve ona: "Öyle sanıyorum ki sen hacca gitmek istedin' dedi. Dubaa da:
'(Evet Öyledir fakat) vallahi kendimde hastalık hissediyorum, dedi. Rasulullah
ona, 'sen hacca git (ihrama girerken); "ya Allah! Beni hac menasiklerini
ifadan men ettiğin yerde ihramdan diyerek şart kıl" buyurdu Dubaa (o
sırada) Mukdad (İbni Esved)'in nikahı altında idi."[383]
Cabir İbni
Abdullah'dan:
"Rasulullah
(s.a.v.) Ümmü Saib yahut Ümmü Müseyyeb'in yanına girdi de, 'ya Ümmü Saib! Sana
ne oluyor? Sarsılıp titriyorsun?' dedi. Kadın 'Hummadır' Allah onda bereket
bırakmasın diye sövdü. Bunun üzerine Rasulullah, sen hummaya sövme, çünkü o
Adem oğullarının günahlarını körüğün demir pisliğini gidermesi gibi giderir,1
buyurdu."[384]
Bu hadis bize Ebu
Davud'un Ümmü Ala'dan rivayet ettiği şu hadisi hatırlatıyor: "Ümmü Ala:
'Ben hasta iken Rasulullah (s.a.v.) beni ziyaret etti. Bu ziyaret sırasında,
'müjdeler olsun ey Ümmü Ala, muhakkak ki müslümanın hastalığı sebebiyle Allah
onun hatalarını ateşin altın ve gümüşün pisliğini gidermesi gibi giderir,
dedi."[385]
Nesai'nin Ebu
Umame'den rivayetine göre:
"Avali halkından
bir kadın hastalandı. Nebi (s.a.v.) için en güzel şey hasta ziyareti idi. Nebi:
'Eğer Ölürse bana haber verin1 dedi."[386]
Ebi Melike'den:
"İbni Abbas
Aişe'nin vefatından önce ölüm döşeğinde onu ziyaret etmek için izin istedi.
'Onun bu isteğimi geri çevirmesinden korkuyorum1 dedi. Aişe'ye: 'Rasulullah
(s.a.v.)'in amcasının oğlu ve müslümanların meşhur simalarından birisi'
denildi. Aişe onlara 'onun girmesine izin veriniz' dedi. îbni Abbas, 'kendini
nasıl hissediyorsun?1 dedi. Aişe de, 'eğer beni koruya-caksan iyi olacağım,'
dedi. İbni Abbas: 'Ey Rasulullah (s.a.v.)'ın hanımı, inşaallah sen iyisin.
Rasulullah senden başka bir bakire ile evlenmedi ve (ifk hadisesini kastederek)
senin masumiyetin gökyüzü tarafından (Allah katından) doğrulandı."[387]
Abdullah îbni Ömer
(r.a.)'dan:
"Sa'd İbni Ubade
kendisinde meydana gelen bir hastalıktan dolayı rahatsızlandı. Nebi (s.a.v.)
Abdurrahman İbni Avf, Sa'd İbni Ebi Vakkas ve Abdullah İbni Mes'ud'la birlikte
onu hasta ziyaret etti. Rasulullah Sa'd İbni Ubade'nin yanına girdiğinde onu ev
halkı tarafından çepeçevre kuşatılmış vaziyette buldu.
- Öldü mü? diye sordu.
- Hayır ya Rasulullah, dediler.
Bunun üzerine Nebi
(s.a.v.) ağladı. Rasulullah (s.a.v.)'in ağladığını görünce onlar da ağladılar.
Bunun üzerine Rasulullah: 'İşitmez misiniz? Allah gözyaşı ile, iç üzüntüsü ile
insana azab etmez. (Eliyle dilini işaret ederek) Lakin Allah işte bunun
yüzünden (ya) azab eder, yahut merhamet eyler1 buyurdu."[388]
Yukarıdaki hadis bize
Malik'in Muvatta'smda ve Nesai'nin Sünen'inde Cabir İbni Atik'den rivayet
ettikleri hadisi hatırlatıyor. Bu hadis- de ravi şöyle diyor: 'Rasulullah
(s.a.v.) Abdullah İbni Sabit'in yanına hasta ziyareti için geldi. Fakat
hastanın etrafının ayrılmış olduğunu gördü. Rasulullah ona bağırdı, ama cevab
alamadı. Tekrar bağırdı ve: 'Ey Eba Sabit, seninle aramızı a-yırdılar. Bunun
üzerine kadınlar ağlamaya ve bağırmaya başladılar. Cabir onları susturmaya
çalıştı. Rasulullah (s.a.v.) da, 'bırak onları Abdullah İbni Sabit öldüğünde
kadınlardan hiç kimse ağlamasın.' Bunun üzerine orada bulunanlar: 'El- vücub'
nedir ya Rasulallah?1 dediler. O 'öldüğü zaman' demektir dedi. Arkasından kızı,
'Allah'a yemin olsun ki ben onun şehid olmasını istiyorum, şüphesiz ki seni
isteğine kavuşturdu.' Rasulullah (s.a.v.): Muhakkak ki Allah onun sevabını
(ecrini) niyetine göre tahakkuk ettirdi;[389]
Yine aynı hadis bize
Taberani'nin Kays İbni Ebi Hazim'den rivayet ettiği hadisi hatırlatıyor: 'Biz
Ebu Bekir (r.a.)'ın yanına hasta iken ziyaret amacıyla gittik. Hastanın
yanında elleri dövmeli beyaz bir kadın gördüm. Onu koruyor, sinekleri
uzaklaştırıyordu. Ve o hanımı Esma Binti Umeys (hanımı) idi."[390]
Enes ibni Malik
(r.a.)'dan:
"Nebi (s.a.v.)
Medine'ye geldi... Ebu Eyyüb'ün evinin yanına kadar yürüdü. Allah'ın
Peygamberi (s.a.v.) 'içinizden hanginizin evi daha yakın?' diye sorunca, Ebu
Eyyub: 'Benim evim ey Allah'ın Peygamberi, bu evim, bu da evimin kapısı, dedi.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): Haydi şimdi git bize yatacak bir yer hazırla
deyip arkasından yanındakilere: 'Haydi Allah'ın bereketiyle kalkın, dedi."[391]
Hafız İbni Hacer, İbni
Sad'ın belirttiğine göre "Peygamber Ebu Eyyüb'ün evinde kendi evleri
yapılıncaya kadar yedi ay ikamet etti."[392]
Ebu Eyyüb'den:
"Nebi (s.a.v.)
-hicret sırasında- Ebu Eyyüb'ün evinde misafir oldu. Peygamber evin alt katına
inmişti. Ebu Eyyüb ise üst katta bulunuyordu. Bir gece Ebu Eyyüb uyandı ve:
'Biz Rasululîah'ın başı üzerinde yürüyoruz' dedi.
Ailece o geceyi bir
köşede geçirdiler. Sonra Ebu Eyyub bu düşüncesini Peygamber'e arzetti.
Peygamber (s.a.v.) 'Alt taraf bana göre daha uygundur' buyurdu. Ebu Eyyub:
'Altında senin olduğun bir tavanı yükseltemem,1 dedi. Bunun üzerine Peygamber
üst kata, Ebu Eyyub ise alt kata geçtiler. Ebu Eyyub, Peygamber (s.a.v.) için
yemek yapardı. Peygamber'den artan yemek tekrar kendisine getirildiği zaman,
Peygamber'in parmaklarının dokunduğu yerleri arardı da onun parmak yerlerini
takip ederdi. Bir defa Peygamber'e içinde sarımsak bulunan bir yemek yapmıştı.
Yemek tekrar geri gönderildiği zaman getirenden Peygamber'in parmak yerlerini
sordu. Kendisine, Peygamber'in ondan yemediği söylendi. Bunun üzerine Ebu
Eyyub telaşlanarak hemen Peygamer'in yanına çıktı ve 'o haram mı?' diye sordu.
Peygamber (s.a.v.): 'Hayır, haram değildir, lakin ben hoşlanmam1 buyurdu."
Ravi, "öyle ise
senin hoşlanmadığın şeyden, yahut senin kerih gördüğünden ben de hoşlanmam,'
demiştir. Ravi: Halbuki Peygamber (s.a.v.)'e melekler tarafından ziyaret olunup
vahiy getirilirdi, demiştir."[393]
Hafız İbni Hacer; İbni
Huzeyme ve İbni Hibban'ın rivayetlerinde Ümmü Eyyüb şöyle dedi. Rasulullah
(s.a.v.) bizim eve misafir olarak geldiğinde kuru yiyeceklerden bazılarının da
içinde bulunduğu yemeği yapmakla görevlendirildik, dedi. Sonra da hadisi aynı
şekilde zikretti.[394]
Hatice İbni Zeyd İbni
Sabit'in Ümmü Ala'dan rivayetine göre:
- Ümmü Ala onların
hanımlarından bir kadın olup, Rasulullah (s.a.v.)'e biat etmiş. Ravi, (Mekke'den
gelen muhacirlerin Medine'li Ensar'ın yanına yerleştirilmesi için yapılan)
kur'a da bize Osman ibni Maz'un çıkmıştı. Akabinde rahatsızlandı; biz kendisini
Ölünceye kadar tedavi ettirmek için baktık. Sonra da onu elbiseleriyle
kefenledik.[395]
Ene s'ten:
"Muhacirler
Medine'ye geldikleri zaman muhacirler Ensarın yanında konakladılar. (Yapılan
yerleştirme kurasında) Abdurrahman İbni Avf, Sa'd libni Rabi'nin yanına
yerleştirildi. Sad İbni Rabi Mekke'den gelen kardeşine: j'Mallanmı aramızda pay
edelim.. Senin için hanımlarımdan birini boşayacağım. (Diğer bir rivayette;
hanımlarıma bak, hangisi hoşuna giderse onu senin [için boşayacağım. İddetini
tamamlayınca da onu seninle evlendireceğim1)[396]Abdurrahman
İbni Avf ise, 'Allah malını ve aileni sana bağışlasın, deyip çarşıya çıktı,
alış-veriş yaptı. Bu alım satımdan sonra keş ve yağ satın aldı ve daha sonra da
evlendi."[397]
Hafız İbni Hacer:
"O zaman onların durumlarına vakıf olabilmek için (yani Sa'd'ın hanımları)
her ikisi beraber (onlardan birini boşama hedefini) öğrenmişlerdi. Çünkü bu
olay hicab ayetinin indirilmesinden önce idi. O zaman kadın ve erkekler
beraberce aynı yerde toplanıyorlardı.[398]
(Nebi (s.a.v.)in
hanımlarının hicabının nasıl olduğuna dair olan bölüme bakınız. O bölümde
belirtildiği üzere sahabe hicab âyetinin nazil olmasından sonra bile hicab
olmaksızın mü'minlerin kadınlarının geneliyle karşılaşmaya devam ettiler.)
Urve'den;
"Urve Allahu
Teala'nın (şayet öksüz kızlarla evlendiğiniz takdirde on)lar hakkında adaleti
yerine getiremeyeceğinizden korkarsaniz, size helal olan (başka) kadınlardan
ikişer, üçer, dörder alın...) kavli şerifinin tefsirini sordu. Aişe şöyle cevap
verdi: Ey kız kardeşimin oğlu,âyetteki "yetama" ile murad olunan
öksüz kızdır ki o velisinin velayet ve vesayeti altında bulunup velisi onun
malına ve güzelliğine rağbet eder. Fakat mihrinde adalet etmek ve başkasının
verdiği kadar mihir vermek istemez. Yetim kızları, haklarında adalet ve onların
mihirlerini en yüksek miktarına yükseltmedikçe nikah etmeleri nehyolundu ve
bunlardan başka kendilerine helal olan kadınlardan nikah etmeleri emredildi.[399]
Aişe 'den:
"Allahu Teala"....
Aişe, âyetteki
"yetime" ile murad olunan öksüz kızdır ki o adamın vesayeti altında
olup onun malına ortak olandır. Adam bu yetim kızla evlenmeyi arzu edip
kendisinden başkasıyla evlenmesini hoş görmez. Öksüz kızın malına el koyar.
İşte Allah onlardan böyle yapmalarını yasakladı.[400]
Fatıma binti Kays'dan:
"Ebu Hafs İbnul
-Muğira el-Mahzumi, Fatıma'yı üç talakla boşadı... Rasulullah kadına, bana
duyurmadan, evlenme işlemine girişme diye haber gönderdi. Ve ona Ümmü Şerik'in
yanına geçmesini emretti. Sonra da ona; Ümmü Şerik'in yanma ilk muhacirler
gelir giderler? Binaenaleyh sen, âmâ olan İbni Ümmü Mektum'un yanma git. Çünkü
sen başörtünü çıkardığın zaman o seni göremez, haberini yolladı. Bunun üzerine
Fatıma Ümmü Mektum oğlunun yanına gitti.[401]
Aişe'den:
"Ebu Huzeyfe'nin
azadlısı Salim, Ebu Huzeyfe ve ailesi ile beraber onların evinde bulunuyordu.
Derken Süheyl'in kızı Peygamber'e gelip:
- Salim, erkeklerin
baliğ olduğu çağa ulaştı ve onların düşündüğünü de düşünecek çağa geldi.
Halbuki kendisi bizim yanımıza girip çıkıyor. Ben ise, Ebu Huzeyfe'nin gönlünde
bu girip çıkmadan dolayı bir rahatsızlık olduğunu zannediyorum, dedi. Peygamber
kadına:
- Salim'i sütünden
emzir. Hem sen ona haram olursun, hem de Ebu Huzeyfe'nin nefsindeki şey (yani
kıskançlık) gider buyurdu. (Diğer bir rivayette; kadın o büyük bir adam iken
ben onu nasıl emzireyim? dedi. Bunun üzerine kadın dönüp gitti ve sonra: Ben
onu (yani Salim'i) emzirdim. Ebu Huzeyfe'nin nefsindeki düşünce de zail oldu
dedi.[402]
Yeme ve içme sırasında
karşılaşma (sofrada beraber olma) Ebi Hureyre (r.a.)'dan:
Nebi (s.a.v.)'in
yanına bir adam geldi. O da (evinde yiyecek birşeyler o-lup olmadığını
öğrenmesi için) hanımlarının yanına adam gönderdi. Evimizde sudan başka birşey
yoktur, dediler. Bu cevabı alan Rasulullah (s.a.v.); Bu insanı kim yanına alıp
misafir edecek, dedi. Orada bulunan en-sardan bir adam: Ben götürebilirim deyip
beraberce hanımının yanına gittiler. Adam hanımına: Rasulullah (s.a.v.)'in
misafirine ikramda bulun deyince hanımı, evimizde sade çocuklarımızın yiyeceği
var dedi. Adam; yemeği hazırla, lambayı da yak Eğer çocuklar akşam yemeği
isteyecek olurlarsa onları uyut. Kadın yemeği hazırlayıp lambayı yaktı.
Çocuklarını uyuttu. Sonra ayağa kalkıp lambayı tamir eder gibi yaparken
söndürdü, o ikisi sanki yemek yemiş gibi yaptı. Böylelikle akşam yemeği
yiyemeden geceyi geçirdiler.
Sabah olunca ikisi
birlikte Rasulullah (s.a.v.)'in yanına gittiklerindep; "Allah bu gece size
güldü veya sizin yaptığınız Allah'ın çok hoşuna gitti.
Müslim'deki diğer bir
rivayette; Gerçekten Allahu Teala geceleyin sizin misafirinize yaptığınızı çok
beğendi). Allahu Teala şu âyeti inzal etti.
"Kendilerinin
ihtiyaçları olsa dahi (göç eden yoksul kardeşlerini) öz canlarına tercih
ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar başarıya erenlerdir.)
(Haşr, 9)[403]
Yezid
İbnü'l-Asamm'dan:
"Bize, Medine'de
yeni evlenmiş bir güveyi davet etti de önümüze onüç tane keler yaklaştırıp
koydu. Bizden onu yiyen de bırakan da vardı. Nihayet ben ertesi gün İbni
Abbas'a kavuştum ve bu keler yemeği işini ona haber verdim. Etrafnda bir çok
insan birikti. Onlardan bazısı: Rasulullah (s.a.v.): Ben onu yemem, ondan nehy
de etmem ve onu haram da kılmam" buyurdu dedi. Bunun üzerine İbni Abbas
şöyle dedi: Siz ne fena konuştunuz! Allah'ın peygamberi helal kılıcı ve haram
kılıcı olmaktan başka bir sıfatla gönderilmedi. Şüphesiz ki Rasulullah bir
defasında Meymune'nin yanında bulunduğu sırada beraberinde Fadl İbni Abbas, Halid
İbni Velid ve diğer bir kadın daha varken kendilerine üzerinde et bulunan bir
masa yaklaştırıldı. Peygamber yemeğe teşebbüs edince Meymune kendisine o keler
etidir, dedi. Bunun üzerine Peygamber yemekten elini çekti ve: "Bu hiç
yemediğim bir ettir" dedikten sonra "sizler yeyin" buyurdu. Bunu
takiben Fadl, Halid ve o kadın bu etten yediler.
Meymune; Ben
Rasulullah'ın yediği şeyden başka birşeyi yemem demiştir.[404]
Abdurrahman İbni Ebi
Bekr (r.a.)'dan:
"Ebu Bekir
yanında misafir veya misafirleriyle gelip Nebi (s.a.v.)'in yanında akşamladı.
Eve gelince annem; Misafir veya misafirlerin bu gece hapsettin (tuttun)dedi.
Babam ise; onlara akşam yemeği vermedin mi? Annem de cevaben onlara veya ona
yemek verdik fakat o veya onlar yemek yemeyi kabul etmediler dedi. Bunun
üzerine Ebu Bekir öfkelenip sövdü ve kulağın burnun kesilsin diye bedduada
bulundu. Arkasından da ondan birşey yemeyeceğine yemin etti. Ben saklandım. Ebu
Bekir; Ey ağır ruhlu çekilmez insan dedi. Kadın da o yemedikçe yememeye yemin
etti. Misafir veya misafirler de o yeyinceye kadar yememeye yemin ettiler. Ebu
Bekir: Bu şeytanın işiydi dedi. Hemen arkasından yemeğe çağırdı. Ebu Bekir ve
misafirler hep birlikte yediler. Ağızlarına lokma aldıkları yerde yemek
fazlalaşmaya başladı. Ebu Bekir: "Ey Beni Firas'ın kız kardeşi, bu hal
nedir? Kadın da; Gözümün sevinci (gözün aydın olsun) şimdi lokmalar yemekten
öncekinden daha fazladır1 dedi ve hep birlikte yediler. Aynı yemekten Nebi
(s.a.v.ye de gönderdiler. Peygamber (s.a.v.) de bu yemekten yediğini hatırladı."[405]
Enes İbni Malik'ten;
"Ebu Talha Ümmü
Süleym'e hususi olarak Peygamber (s.a.v.)'in, kendisi için bir yemek yapmasını
emretti. Sonra da beni Peygambere yolladı... Peygamber (sav) elini yemeğe
koydu. Üzerine Bismillahirrahmanirra-him diyerek yeyiniz buyurdu. Onlar da
yediler. Rasulullah: Ta seksen kişiyi hep böyle yaptı, sonra bunun ardından
Peygamber ve ev halkı yediler ve bir miktar da bıraktılar. Diğer bir rivayette,
sonra Rasulullah (s.a.v.), Ebu Talha, Ümmü Süleym ve Enes İbni Malik yediler.
Bunun yanında yine yemek arttı da artanları komşularımıza dağıttık.[406]
Şeyh Ebu Nimetullah
Ankaravi, Ümmü Süleym ile Peygamber (s.a.v.)'in yemek yemesi mevzuuna gelince;
Alimler kadının yabancı birisiyle beraber yemek yemesini kimin yediği belli
olmayacak tarzda yani kadının erkekten ayrılmayacak şekilde olması koşuluyla
caiz görmüşlerdir. Çünkü yüz ve eller kadın için avretten değildir. Bundan
dolayı her ikisinin yabancı birine bakmaları cinsi istek duymadan sürekli bir
şekilde güzelliğine bakmamak koşuluyla mubahtır [407]
dedi.
Muvatta adlı kitapta
belirtildiğine göre Malik'e soruldu:
"Kadın kendine
nikahı düşenle veya onun oğluyla beraber yemek yiyebilir mi? İmam-ı Malik;
Eğer aralarında alışılagelmiş bir şekil üzerine yemek yiyorlarsa bunda bir
mahzur yoktur. (Yani bu yabancı beraberce yemek yenilebilenlerden birisi ise
bunda bir mahzur yoktur).
Malik, kadın kocasıyla
birlikte yemek yiyenlerle yiyebilir. Veyahut kadın kardeşiyle ve onun
beraberindekilerle yemek yiyebilir. [408]
Kadınlar ile
erkeklerin yeme ve içmede beraber olduklarına dair delillerden diğerleri
aşağıdaki hadislerdir:
Aişe'den:
"Nebi (s.a.v.)'e
bir kadın geldi. Et yemeği Peygamber'in yanma kondu. Yemeği yemeye başladı.
Aişe: Ya Rasulallah elini sürme (elini daldırma) dedim, dedi. Nebi (s.a.v.): Ey
Aişe bu kadın bizim evimize Hatice'nin zamanında geliyordu. Şüphesiz ki eski
dostlarımıza güzel muamele etmek imandandır (imanın bir parçasıdır) buyurdu.[409]
Ümmü Hani'den:
Mekke'nin fethedildiği
gün Fatıma gelip Rasulullah (s.a.v.)'in soluna Ümmü Hani ise sağına oturdular.
Velide de bir kap içeresinde içecek getirdi. Peygambere verdi o da ondan içti.
Arkasından da Ümmü Hani'ye verdi, o da
içti.
Ümmü Amara binti
Ka'b'dan:
"Nebi (s.a.v.)
Ümmü Amara'yı ziyarete geldi o da onu yemeğe davet edince; sen ye! dedi. Ümmü
Amara: Ben oruçluyum dedi.[410]
Sefine'den:
"Adamın birisi
Ali İbni Ebi Talib'i misafir etti. Onun için yemek hazırladı. Fatıma; keşke
Nebi (s.a.v.)'i de davet etsek o da bizimle beraber yese, dedi. Peygamberi de
çağırdılar, o da geldi.[411]
Yolculuk esnasında beraber
olma (karşılaşma) Aişe (r.a.)'dan:
Ümmü Habibe ve Ümmü
Seleme, Habeşistan'da gördüğümüz ve içinde resimler bulunan bir kilisenin
varlığını hatırladılar. Nebi (s.a.v.)'e durumu bildirdiler. O da; O insanlar
ki, içlerinden salih bir kişi çıkınca o öldüğünde onun için kabrinin üzerine
mescid yaparlar, arkasından da bahsettiğiniz o resimleri çizerlerdi. İşte o
insanlar kıyamet gününde Allah'ın katında yaratıkların en kötüsüdür.[412]
Ümmii Halid'den
(kendisi babası Halid İbni Said İbni As ve annesi Hemine binti Halef ile
beraber hicret etmişti):
Ben cariye olarak
Habeş'ten geldiğimde Rasulullah (s.a.v.) bana üzerinde resimler bulunan yün
elbise giydirdi. Hemen arkasından da eliyle giydir diği elbisenin üzerindeki
resimleri silmeye başladı ve güzel, güzel, buyurdu.
Hamidi: Yani güzel,
güzel, dedi.[413] Ebi Musa (r.a.)'dan:
Biz, Yemen'de iken
Peygamber (s.a.v.)'in Peygamber olarak ortaya çıkışı haberi bize erişti. Biz
de Rasulullah tarafına muhacir olarak (Yemen'den) yola çıktık, biz bir gemiye
bindik, fakat gememiz bizi (hava muhalefeti) yüzünden Habeşe ve hükümdarı
Necaşi'nin memleketi sahiline attı. Nebi (s.a.v.)'la Hayber'i feth ettiği
sırada kavuştuk.
Bir kere Esma Bintü
Umeys -ki bizimle Habeşistan'dan gelenlerden idi-Peygamber'in hanımı Hafsa'nın
yanına ziyaretçi olarak geldi. Hafsa da vaktiyle bir Muhacir kafilesi içinde
Necaşi'nin memleketi olan Habeşistan'a hicret etmişti.[414]
Mervan ve Misver İbni
Mahreme -Rasulullah (s.a.v.)'in ashabından mümin kadınlar muhacir olarak
geldiler. Ümmü Külsüm binti Ukbe bin Ebi Muayt, o gün akıl baliğ oldukları
halde Rasulullah'ın yanına çıktılar. Bunun üzerine ailesi onu geri götürmek
istedi, fakat o onlarla geri dönmedi.[415]
Enes'ten:
"Rasulullah
(s.a.v.) Hayber gazasını yapmıştı... Hayber'i zor yoluyla tfdık. Esirler
toplandı. Dıhye geldi ve: Ey Allah'ın Peygamberi bana esirlerden bir cariye
ver. Rasulullah, haydi git ve onlardan bir cariye al buyurdu. Dıhye bunun
üzerine Safiye binti Huyey'i aldı. Arkasından bir adam Nebi (s.a.v.)'e gelerek:
Ey Allah'ın Peygamberi, sen Dıhye'ye Kureyza ile Nadir'in efendisi olan
Huyey'in kızı Safıyye'yi verdin. Halbuki o, senden başkasına münasib olmaz,
dedi. Bunun üzerine: -Onu da onu da çağırın buyurdu. Akabinde Dıhye ve Safiyye
geldiler. Peygamber Safiyye'ye bakınca, Dıhye'ye: Esirler içinden bundan başka
bir cariye al buyurdu. Enes: Nebi (s.a.v.) Safiyye'yi hürriyetine kavuşturdu ve
onunla evlendi. Nihayet yol üzerinde iken Ümmü Süleym, Safiye'yi cihazladı.
(hazırladı)
(Müslim'in
rivayetinde; Kendisi için süslenmesi, hazırlanması ve evinde iddetini
tamamlaması için cariyeyi Ümmü Süleym'e gönderdi.) Gece olunca onu Peygamberle
gerdeğe koydu.[416]
Ene s'den:
"Nebi (s.a.v.)
Hayber ile Medine arasında üç gün konakladı. Safîye binti Huyey'le evlendi.
Müslümanları Peygamberin düğün yemeğine davet ettim. Düğün yemeğinde ne et
vardı ne de ekmek, Rasulullah Bilal'e sofra yaymasını emretti. Onun içine
hurma, keş ve yağ attı. Müslümanlar; mü'minlerin annesinden biri veya sahip
olduğu cariyelerden birisi dediler ki: Eğer hicablı ise o mü'minlerin annelerinden
yok eğer hicabsız ise bu onun sahip olduğu kölelerdendir. Rasulullah göç etmeğe
karar verince bineğinin arkasına Safiyye için bir taht kurdu. İnsanlarla onun
arasına perde çekti.[417]
Diğer bir rivayette
ise: "Rasulullah (s.a.v.)'in hanımı için arkasında bir örtü (hırka)
bulundurduğunu gördüm. Daha sonra deveninin yanında oturur dizini yere koyunca
Safiyye'de ayaklarını onun dizinin üzerine hayvana binmek için
kordu.(koyardı)."[418]
Enes'ten:
"Ümmü Süleym oğlu
Abdullah'a hamile kaldı; dedi. Enes dedi ki; Rasulullah (s.a.v.) bir seferde
bulunuyordu. Ümmü Süleym'de beraberinde idi. Rasulullah (s.a.v.) bir seferden
Medine'ye yaklaştılar. Derken Ümmü Süleym'i doğum sancısı tuttu. Bu yüzden Ebu
Talha onun başında beklemek zorunda kaldı."[419]
Rabi binti
Muavviz'den:
"Biz Nebi
(s.a.v.) ile beraber savaşıyorduk. Savaşan mücahidlere su dağıtıp onlara
hizmet ediyorduk. Onlardan vefat edenleri ve yaralıları Medine'ye
taşıyorduk."[420]
İmran İbni Husayn'dan:
"Rasulullah
(s.a.v.) seferlerinden birinde beraber bulunduğumuz sırada Ensardan bir kadın
da bir dişi deve üzerinde yolculuk ediyordu. Derken kadının gönlü daralıp
sıkıldı da deveye lanet etti. Rasulullah bu lanet sözünü eşitince; Bu devenin
üzerindekilerine alınız da deveyi bırakınız. Çünkü o lanetlenmiştir, buyurdu.
İmran: Artık o deve insanlar arasında kendisine hiçbir kimse ilişmeksizin
yürüdü. Şimdi bile hâlâ gözümün önündedir, dedi.[421]
Ebu
Beraetel-Eslemiyye'den:
"Biz kadın
kâfirlerin bazı eşyaları da üzerinde bulunan bir dişi deveye binmiş vaziyette
yol alırken birdenbire Peygamberi (s.a.v.) gördü. Bu sırada dağda yolcuları
sıkıştırmıştı. Kadın deveyi azarladı ve ya Allah! Buna lanet et diye ilendi.
Bunun üzerine Peygamber üstünde lanet bulunan bir dişi deve bize arkadaşlık
etmesin buyurdu."[422]
İbni Abbas (r.a.)'dan:
"... Ben
Mekke'den Ömer ile birlikte Hacc'dan dönmüştüm. Biz (Mekke ile Medine
arasındaki) Beyda mevkiinde duraklamakta iken büyük bir ağacın altında bir
yolcu kafilesi göründü. Ömer bana:
- Git bak bakalım bu
kafilede kimler var? dedi. Ben de baktım ve derhal Süheyb'i tanıdım ve Ömer'e
haber verdim.
- Öyle ise Süheyb'i bana çağır dedi. Süheyb'in
yanına döndüm ve; Mü'minlerin emirinin yanına buyur ve onun kafilesine katıl,
dedi.[423]
Adiy İbni Hatim'den:
"Ben Nebi
(s.a.v.) ile beraber iken bir adam gelerek fakirlikten şikayet etti. Sonra
başka bir adam gelip yol kesenleri şikayet etti. Rasulullah (s.a.v.): 'Ey
Adiyy, sen Hayra'yı gördün mü?1 deyince ben: "onu görmedim' dedim. 'Onun
hakkında haberdar edildim' dedi. Rasulullah: 'Eğer ömrün yeterse binek
üstündeki kadının (Hayra)'dan kalkıp Kabe'yi tavaf edinceye kadar Allah'tan
başka hiç kimseden korkmadığını göreceksin' dedi. Kendi kendime şöyle dedim:
'Nerede o ortalığı kasup kavuran fesat kaynağı Tay kabilesi!'
Adiy: Ben binek
üstündeki kadının (hayra) çıkıp Kabeyi tavaf edinceye kadar Allah'tan başka
kimseden korkmadığını gördüm."[424]
Hafız İbni Hacer;
(Ka'be'yi tavaf edinceye kadar sözü) Ahmed başka yolla Adiy'den yaptığı
rivayetinde Uhud'un etrafının dışında" cümlesini ilave etti.[425]
dedi. Başka bir yerde de:... Aişe'nin "cihadın en güzeli ve iyisi hac
yapmaktır" hadisi kadının kendisine güvenilen birisi ile kocası ve mahremi
olmaksızın hac yapmasının caiz olduğuna dair delil olarak sunmuştur.
Şafii mezhebinde
meşhur (yaygın olan) hüküm ile kadının haccı ancak kocası, mahremi veya
güvenilir kadınlarla beraber bulunmasıyla caiz olacağı şeklindedir. Bazısı tek
bir güvenilir kadının yeterli olacağını söylemiştir. Kerabisinin naklettiği
Mühezzeb adlı kitabında doğruladığı sözde ise; Kadın eğer yol emniyeti varsa
tek başına hacca gidebilir. Bütün bunların hepsi vacib olan ömre ve hac ile
ilgili şeylerdir. Bu konuda Gaffel kapalı konuştu ve bu hükmü bütün
yolculuklardan soyutladı er-Ruyani bunu güzel buldu fakat bunun elimizdeki
delilin terine olduğunu ifade etti.
Kadının emin güvenilir
kadınlarla beraber yol emniyeti bulunduğu zaman yolculuğunun caiz olduğuna
dair delillerden bazıları şunlardır:
(Hadis: ömer Nebi
(s.a.v.)'in hanımlarının hac yapmalarına izin verdi. Bu izni de Ömer Osman
Abdurrahman bin Avf ve Nebi (s.a.v.)'in hanımlarının kabulüyle vermiştir. Bu
saydığımız insanların dışındaki bu konuda olayı inkâr etmemeleri de bu iznin
verilmesine sebep olmuştur. Bu iznin meselesini müminlerin annelerinden kabul
etmeyenlerin kabul etmeme sebebi yolculuğun ille de bir mahrem ile
yapılmasının şart oluşu yönünden değil bilakis özel durumları sebebiyledir.
Kadının tekbaşma yol
güveniğinin olması halinde yolculuk temesinin caiz oluşuna dair söze delil
olarak Adiy İbni Hatim'in hadisini gösterdi. Adiy ibni Hatem hadisinde; kadınların
(hayra)dan binek üzerinde kocası olmadan çıkması yakındır, dedi. Akabinde
hadisteki olayın yakında olacak bir olgu değilbizzat varolan bir olay olduğuna
dair delil olduğunu belirtti. Sadece caiz oluşuna delil değlidir. Bunun karşı
cevaz verenler bu sözün (hadisin) Övgü ve İslam meşalesinin daha yüksekleye
kaldırılmasını amaçlayan Üsluba sahip bir haberdir, dediler. Aynı zamanda caiz
olmaya delil de kabul olunabilir.[426]
İbn Dakik, bu hadisin
şerhini yaparken öyle dedi:
"Allah'a ve
kıyamet gününe inanan bir kadının birgünlek mesafeye sahip yolculuğu yanında
mahremi olmadan çıkması helal olmaz."[427]Burada
kadın sözü diğer kadınlara oranla geneldir? Maliki mezhebinden bazıları:
Hadiste kastedilen kadın, genç olan kadındır. Ama yaşlı olup erkeklerin dikkatini
çekmeyen kadın ise mahremi veya kocası olmadan istediği yere her zaman yolculuk
yapabilir... Malik'in söylediği manaya bakarak genel hükmün özele tahsis
edilmesidir. Şafîiler ise kadının güvenli olması halinde hiçbirkişiye ihtiyaç
duymadan yolculuk yapabileceği görüşünü seçtiler. Hatta kadının bilakis kafile
içinde tek başına olarak yolculuk yapabileceğini ve böylece güvenlikte
olacağını kabul ettiler.
İmam-ı Malik'e ait
Müdevennetü'l-Kübra adlı kitabta birisinin şu sorusuna: 'Velisi olmadan hac
yapmak isteyen kadın hakkında Malik'in görüşü nedir?' dedi. Cevab olarak İmam-ı
Malik: 'Kadın kendisine güvendiği kadın ve erkeklerden bazısını ile yolculuğa
çıkabilir."[428]
1. Ağlamak,
ölüyü yadetme, dua ve muvasat Enes (r.a.)'dan:
Nebi (s.a.v.)'in
hastalığı vefatı günü zevale doğru çok ağırlaşır. Ağırlaşınca sık sık bayılmaya
başladı. Bundan müteessir olan Hz. Fatıma: 'Vay babamın ızdırabma' diye
ağlamaya başladı. Rasul-i Ekrem, Kızım bu günden sonra babanı üzerine hiç
ızdırap kalmayacaktır, diye teselli etti.
Rasul-i Ekrem vefat
edince, Hz. Fatıma: 'Ey Rabbim, davetine icabet e-den babam, ey
Cennetü'I-Firdevs'de makamı olan babam Ey Cibril'e ölümünü haber verdiğiniz
babam! dedi. Fatıma babası defnedildikten sonra: 'Ey Enes, Rasulullah (s.a.v.)
üzerine toprak atmakla nefisleriniz razı oldu mu?[429]
Usame İbni Zeyd
(r.a.)'dan:
'Nebi (s.a.v.)'in kızı
Peygamber'e çağırmak için bir haberci gönderdi. Benim çocuklarımdan biri ölüm
haline girdi yanımıza gel" mesajını getiren elçiyle Peygamber selam
yollayarak, şüphesiz ki Allah'ın aldığı ve verdiği her şey Allah'a
aittir.Herşey Allah katında muayyen bir müddete bağlanmıştır, sabretsin ve
sevab ümit eylesin dedi. Bu defa Zeyneb Peygambere yemin ederek onun gelmesini
istemek için tekrar haber gönderdi. Bu yeni gelen yeminli haberden sonra
Rasulullah yanına Sad İbni Ubade, Muaz İbni Cebel, Ubey İbni Kab, Zeyd ibni
Sabit ve bir grup adamla birlikte kalktılar. Çocuk Rasulullah (s.a.v.)'e
verlidi. Çocuğun canı çıkma hazırlığı halinde idi. Sanki eski bir kırba
içindeki su vaziyetinde idi. Rasulullah'ın iki gözü yaş döküyordu. Sa'da İbni
Ubade; Ya Rasulallah! (bu ağlayış) nedir? dedi. Rasulullah: Bu göz yaşı
Allah'ın kullarının gönüllerine koydğu birrahmettir. Allahu Teala kullarından
ancak merhametli olanlarına merhamet edecektir.[430]
Hafız İbni Hacer
'(çocuk Rasulullah'a verildi' sözü)... Hadisteki bu üslubta bir eksiklik
vardır. Bu eksiklik şudur: Zeyneb'in evine varıncaya kadar yürüdüler. Eve
varınca içeriye girmek için izin istediler. Onlara girmeleri için izin verildi
ve girdiler. Girer girmez çocuk, Peygambere verildi. Bu eksik kısmın bazısı
Abdulvahid'in rivayetinde vardı. Abdulvahid'in rivayetinin lafzı ise öyledir:
'İçeriye girdiğimizde çocuğu Rasulullah (s.a.v.)'e getirdiler.'
Hadiste bazı faydalar
vardır. Bunlardan birisi hasta ziyaretine ve taziyelerine izinsiz olarak
gitmenin caiz olmasıdır. [431]
(Burada Hafız İbni Hacer sahabenin Rasulullah (s.a.v.) ile beraber gitmelerini
kastediyor.)
Harice ibni Zeyd İbin
Sabit'den:
"Ümmü Ata Ensar'dan
bir kadındır. Peygamber (s.a.v.)'e biat etti. Mekke'den gelen muhacirlerin
kur'a ile ensar arasında paylaştırıldığını haber verdi. Bize kura sonucunda
Osman bin Mazun bize düşmüştü. Biz kendisini gecelemek için yanımıza götürdük.
Ölümüne sebep olan hastalığına yakalandı. Vefat ettiğinde elbiseleriyle
kefenlendi. Rasulullah (s.a.v.) ziyarete geldiğinde: Allah'ın rahmeti üzerine
olsun Eba Saib Ben sana şehadet ederim ki, Allah sana ikram etti. Peygamber
(s.a.v.) sen ona Allah'ın ikramda bulunduğunu nereden biliyorsun dedi. Ben de:
Babam sana feda olsun Ya Rasulallah! Allah kime ikram da bulunacak?
Aleyhissalatü vesselam: Ona yakin gelmedi mi? Ben onun içinhayn temenni
ediyorum. Allah'a yemin olsun ki ben Allah Rasulü olduğum halde bana ne yapacağını
bilmiyorum. Bunun üzerine; Allah'a yemin olsun ki bundan sonra hiçkimseyi
temize çıkarıp övmeyeceğim.[432]
Cabir İbni Abdullah
(r.a,)'dan:
"Babam (Uhud
gününde) şehid olduğu zaman ben ağlayarak yüzünden elbiseyi açmaya başladım.
Oradakiler de beni ağlamaktan men etmeye başladılar. Halbuki Peygamber (s.a.v.)
beni bundan nehy etmiyordu. Halam Fatıma'da ağlamaya başladı. Peygamber
(s.a.v.): Ona ağlasanız da, ağlamasanız da siz şehidi kaldırıncaya kadar
melekler kanatlan ile onu göl-gelendirmekte devam etmişlerdir, buyurdu.[433]
Enes'den:
"Ümmü Harise
Rasulullah (s.a.v.)'in yanına geldi. Harise ise Bedir savaşında helak olmuştu.
Kimin tarafından atıdığı belli olmayan bir ok ona isabet etti. Ümmü Harise: 'Ya
Rasulullah, sen Harise'nin kalbimdeki yerini bildin. Eğer cennette ise onun
için ağlamayacağım. Eğer o cennette değilse sen benim ne yapacağımı görürsün'
dedi. Rasulullah Ümmü Harise'ye: 'Sen aklını mı yitirdin? Sen cennetin bir tane
olduğunu mu sanıyorsun? Cennetin kısımları çoktur. O şimdi şu anda
Firdevsi'l-aladadır. Rasulullah; Allah yolunda geçirilen bir sabah veya gece
tüm dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Herhangi birinizin okunun lakabı
veya ayağının cennette bastığı yer tüm dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır.
Eğer cennet ehlinden olan kadınlardan birisi yeryüzüne cennetten bir nazar etse
iki arası aydınlanır ve yeryüzü ile cennet arası koku ile dolar. Ayrıca kadının
başörtüsü de tüm dünyadan ve içindekilerden daha hayırlıdır."[434]
Ümmü Seleme'den:
"Rasulullah
(s.a.v.) Ebu Seleme'nin (ölümünü müteakip) yanına girdi. Onun gözü açıktı.
Gözünü kapattıktan sonra:
- Muhakkak ki ruh
kabzedildiği vakit, göz onu arkasından takip eder, buyurdu.
Ev halkından bazı
kimseler feryadla ağladılar. Bunun üzerine Rasulullah:
- Kendi nefislerinize
hayırdan başka şey dua etmeyiniz. Çünkü melekler söyleyeceğiniz sözlere
(dualara) amin derler, buyurdu. Sonra şöyle dua etti:
- Ya Allah! Ebu
Seleme'ye mağfiret et. Onun derecesini hidayete erdiri-lenler içinde yükselt.
Onun arkasında ailesinin baki kalanları arasında ona halef ol (onun işini
üzerine al)! Ey Alemlerin Rabbi bizim ve onun günahlarım affeyle! Kabrinde ona
genişlik ver ve orada kendisini nurlandır.![435]
Ümmü Seleme'den:
"Rasulullah
(s.a.v.): Hastanın yanına yahut Ölüm halinde bulunan kimsenin yanma
gittiğiizde hayır (dua) söyleyeniz. Çünkü melekler söyleyeceğiniz sözlere amin
derler" buyurdu.
Ümmü Seleme dedi ki:
Ebu Seleme öldüğü zaman Peygamber'in yanma gelip:
- Ya Rasulallah! Ebu
Seleme öldü, dedim. Bana:
- Ey Allah'ım! Beni ve
onu mağfiret et ve bana onun ardından güzel bir bedel ihsan eyle de buyurdu.
Ben öyle dua ettim de Allah Teala bana benim için Ebu Seleme'den daha hayırlı
olanını Yani Muhammed (s.a.v.)'i ihsan buyurdu.[436]
2. Ölünün
yıkanması ve kefenlenrnesi: Ümmü Atiyye Ensari (r.a.)'dan:
"Rasulullah (s.a.v.)
kızı vefat ettiği zaman yanımıza girdi. Şöyle buyurdu: Kızımı su ve sidr ile üç
yahut beş, hatta lüzum ettiği görürseniz bunda daha fazla yıkayınız. En son
yıkanışta kafur yahıid kafur nevinden bir koku kullanınız yıkamayı
bitirdiğinizde bana bildiriniz."
Biz yıkamayı bitirince
Peygambere haber verdik. Rasulullah bize hıkıv denilen kendi izann i verdi ve:
Bunu kızıma iç gömleği yapınız' buyurdu "[437]
Diğer bir rivayette,
(kadınlar yıkanmaya) uğurla yerlerinde ve abdest uzuvlarından başladılar.[438]
3. Cenaze
namazı
Aişe'den: "Sa'd
bin EM Vakkas vefat edince, Peygamber'in aileleri bir haberci yollayıp ona
namaz kılmaları için cenazesini mescide uğratmalarını söylediler. Bunun üzerine
cenaze sahipleri onların dediklerini yerine getirdiler. Kadınların ona namaz
kılmaları için cenaze onların hücrelerinin önünde durduruldu. (Sonra) cenaze
oturaklar tarafına doğru bulunan cenazeler kapısından dışarıya çıkarıldı.
Müteakiben halkın bu işte kendilerini ayıpladıkları haberi ulaştı...
İnsanların bir kısmı;
Ceazeler mescide sokulmadı. Bu da Aişe'ye ulaşınca, insanlar bilgileri olmayan
bir hususu ayıplamaya ne kadar sürat ediyorlar! Bir cenazenen mescide
uğratılmasından dolayı bizi ayıplamışlar. Halbuki Rasulullah (s.a.v.) Süheyl1
İbni Beyda'nın cenaze namazını mescidin ortasından baka yerde kıldırmamış tır,
dedi.[439]
İmam-ı Nevevi Nebi
(s.a.v.)'in cenaze namazı ile ilgili hadis konusunda; Cumhur'un üzerine
ittifak ettiğine göre Nebi (s.a.v.) cenaze namazını teker teker kıldılar. Önce
bir grup içeriye giriyor, sonra teker teker kıldıktan sonra çıkıyorlardı. Sonra
diğer bir grup giriyor diğerleri gibi onlar da teker teker cenaze namazını
kılıyorlardı. En son olarak kadınlar ve çocuklar erkeklerden sonra girdiler.[440]
4. Cenazenin
takip edilmesi: Ümmü Atiyye (r.a.)dan:
"Biz kadınlar
cenazeleri takip etmekten nehyolunduk. Cenaze arkasından gitmek bizim
üzerimize farz kılınmadı."[441]
Hafız İbni Hacer:
"Bizim üzerimize farz kılınmadı sözü'nden maksat diğer yasakladığı
şeylerdeki gibi yasak konusunda ısrarlı olmadığıdır. Sanki Ümmü Atiyye Haram
kılınmaksızın bizim cenazeyi takip etmemizi kerih gördü, dedi."
Kurtubi, Ümmü
Atiyye'nin rivayetinin üslubunun ifade ettiği manaya göre kadınların cenazeyi
takip etmesinin tehzih uyarında bir yasaklama olduğudur, dedi. Ayrıca
Kurtubi'nin bu görüşüne ilim ehlinin çoğunluğu da katılmaktadır. İmam-ı Malik
ise Medine halkı gibi cevaz yönünden görüş bildidi. Cenazeyi takip etmenin
kadınlar için caiz olduğuna delil olarak İbni Ebi Şeybe'nin kadınlar için caiz
olduğuna delil olarak İbni Ebi Şeybe'nin Muhammed İbni Amr İbni Ata yoluyla Ebi
Hureyre'den rivayet ettiği hadistir. Rasulullah (s.a.v.) bir cenazede iken
Ömer cenazede bir kadın görünce bağırdı. Bunun üzerine Rasulullah, 'kadını
bırak ey Ömer1 dedi.
İbni Mace ve Nesai'de
yukarıdaki hadisi aynı ifadelerle başka bir yoldan Muhammed İbni Amr İbni
Ata'dan onunla Seleme İbni Ezra'dan onun da Ebi Hureyre'den rivayet etmiştir.
Rivayet zincirindeki ravilerin hepsi güvenilir kişidir.[442]
İmam Malik İbni
Enes'in Müdevvenetü'l-Kübra adlı kitabında bu konuda şunlar yer almaktadır:
Malik kadınların cenaze ile beraber çıkmaların amüsade ediyor mu? dedim. Malik
de: Evet, kadının çocuğunun, ana ve babasının, kocasının, kız kardeşinin
cenazesini takip etmesinde bir beis yoktur. Eğer bir de bunlar yani cenazesini
takip ettiği kişiler sağlığında yanında bulunabildiği kişilerdir.[443]
İbni Dakik'il İyad;
"Kadınların veya
bazısını cenazeyi takip etmemeleri konusunda birçok hadis vardır. Bu delillerin
en kuvvetlisi Fatıma (rar'an hadisidir, bu delilin kuvvetli olmasının sebebi
onun mevkisinin yüceliğidir. Ümmü Atiyye'nin kadınların geneli hakkındaki
hadisi veya her iki hadis kadınların hallerinin ihtilaflı olması şeklinde
yorumlanabilir. Malik kadınların cenazeyi takip etmelerine cevaz verdi fakat
genç kız için bu durumu kerih gördü.[444]
Buna ilaveten: Ama
"kadınlar eğer cenazeyi takip ederlerse hiçbir sevap almadan sorumluluk
almış olarak dönerle." hadisi zayıftır denildi,[445]
5. Kabir
ziyareti: Enes ibni Malik (r.a.)'dan;[446]
"Nebi (s.a.v.)
kabrin yanında ağlayan bir kadının yanına uğradı. Rasu-lullah: 'Ey kadın, Allah
kork ona sığın ve sabret, dedi."
Hafız İbni Hacer;
Buhari'nin 'kabirlerin ziyareti bölümü1 sözünün anlamı kabirlerin ziyaretinin
meşruluğu şeklinde anlaşılabilir. Sanki o bölüme bu başlığı koymakla ihtilaflı
bir konu olması dolayısıyla ileride de belirteceğimiz gibi bu konudaki hükmü
beyan etmemiştir. Sanki musanaafında cevazı ifade eden hadisler kendisinin
herhangi bir hadisi kabul ve red ederken kullandığı şartlara uymadığı için yer
almadı. Müslim kitabında kabir ziyareti hakkında yasağı kaldıran Bureyde'nin şu
hadisini zikretti: Ben daha önce size kabir ziyaretini yasaklamıştım fakat şu
andan itibaren ziyaret ediniz. Ayrıca Müslim Ebi Hureyre'nin hadisini de
zikretti: "Kabirleri ziyaret ediniz çünkü bu ziyaret size ölümü
hatırlatır". Kadınların ziyareti konusunda ihtilaf edildi. Kadınlar
yukarıdaki hadisteki umumi izin içine girmektedirler denildi. Bu söz
çoğunluğun görüşüdür ve bu ziyaret izni fitneden emin olunduğu zaman ve yerdir.
Burada kadınların kabir ziyaretinin caiz olduğunu bölümün başındaki hadis teyid
etmektedir. Hadiste kabir ziyaretinin caiz oluşunun delili Rasulullah'ın
kabrin yanıbaşında kadının oturmasına itiraz etmemesi ve onaylamasıdır. Aişe
Rasulullah'ın hadislerindeki İzni genele şamil kılanlarda biri sidir. Yani
buradaki izne kadıların da erkekler gibi dahil olmasıdır. Aişe'yi kardeşi
Abdurrahman'ın kabrini ziyaret ederken gördü. Aişe'ye; Nebi (s.a.v.) kabir
ziyaretini yasaklamamış mıydı denildiğinde, cevaben: Evet Önce yasaklamıştı.
Sonra ise ziyaret etmemizi emretti dedi. Diğer yandan; Kabir ziyareti için
verilen iznin sadece erkeklere mahsus olduğunu kadınların ziyaretinin caiz
olmadığını da savunmuştur. Bu görüşe delil olarak kadınların cenazeyi takip
etmesi bölümünde işaret etmiş olduğumuz Abdullah İbni Amr'ın hadisi ve Allah
kabirleri ziyaret eden kadınlara lanet etti" hadisini göstermiştir. Bu
hadisi Tirmizi kitabında yer varip Ebi Hureyre'nin hadisine dayanarak sahih
kabul etmiştir. Ayrıca Ebu Hureyre'nin hadisi dışında başka bir hadis olan İbni
Abbas'ın ve Hassan İbni Sabit'in hadisleri de bu hadisin doğruluğuna şahiddir.
Kadınların kabir
ziyaretinin kerahetine hükmedenler bu kerahetin tenzihen mi yoksa tahrimen mi
olduğu konusuda ihtilafa düştüler. Kurtubi, hadiste mübalağalı bir sıfatın
kullanmasına bakılacak olursa lanetlenme kabir ziyaretini oldukça fazlayapanlar
içindir. Belki de lanetlemenin sebebi kadının sürekli kabir ziyaretine gitmesi
neticesinde kocasınınhakkının zayi olması kadının süsünü göstermesi ve
kadınlardaki feryad vb. şeylerdir. Eğer yukarıda saydığımız sebeplerin ortadan
kalktığından emin olursak kadınların ziyaretinde bir mani (engel) yoktur.
Çünkü ölümün hatırlanmasına kadının da erkeğin de ihtiyacı vardır.. Bu hadiste
birçok faydalar vardır. Rasulullah (s.a.v.)'in cihel'e karşı gösterdiği tevazı
ve acıma, başından bir-şey geçene gösterdiği müsamaha, onun üzrünü kabul etmesi
ve emri bi'l-ma-ruf ve nehyi ani'l-münker ilkesini sürdürmesi bu hadisten elde
edilebilecek faydalardandır. Kabir ziyaretinin ister kadın ister kadın olsun
her ikisine de ceiz olduğuna bu hadis delil gösterilmiştir. Hakkında tafsilatlı
bilgi verilmemesi nedeniyle ziyaret edilenin müslüman veya kafir olması bir
şey ifade etmez.
Nevevi,
"Cumhur'un tamamı caiz olduğu konusunda karar kıldılar,dedi."[447]
Ulu'l-emre müracaat
sırasında karşılaşma
"Allahu Teala
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurdu:"Allah kocası hakkında seninle tartışan
ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü işitti. Allah, ikinizin
birbirinizle konuşmanızı işitir. Çünkü Allah işitendir, görendir."
Aişe'den:
"Ben Havle binti
Salebe'nin söünü işittim. Bazısını ise işitmezdim. O kocasını Rasulullah
(s.a.v.)'e şu sözlerle şikayette bulunurdu: Ya Rasulallah beni gençliğimi
bitirdi, karnımı ona çocuk vermek için açtım ta ki yaşlandım çocuk doğuramaz
oldum. Bunun üzerine zıhar yaptı (ebediyyen beni terket-ti). Ey Allah'ım, Bu
şikayetimi sana sunuyorum. Bu şikayetin üzerinden bir gece geçmeden Cibril
aleyhisselam şuâyetlerle indi: "Allah kocası hakkında seninli tartışan ve
Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü işitti."[448]
Tabakatü'l-Kübra'da,
îmran İbni Ebi Enes'den şöyle bir hadis rivayet olundu:
Cahiliye döneminde
erkeklerden her kim zıhar yaparsa hanımı ona ebediyyen haram olurdu. İslam
geldikten sonra ise ilk zinan yapan Evs İbni Samittir... Hanımı Havle binti
Salebe bir gün uyandığında onunla münakaşa etti arkasından da; sen bana annemin
sırtı gibisin, deyip zıhar yaptı. Sonra da söylediği şeye pişman oldu. Bunun
üzerie hanımına, senin bana zıhar sebebiyle haram olduğunu düşünüyorum
deyince, Havle; sen talak sözünü zikretmedin. Zıhar sebebiyle benim sana haram
olmam ise bizim aramızda Allah Rasulullah'ı göndermeden önce geçerli idi.
Rasulullah (s.a.v.) yanına git ve yaptığın (zıhan) sor dedi. Bunun üzerine
kocası, ben bu mevzuyu sormaktan haya ediyorum sen bizzat kendin Rasulullah'a
(s.a.v.) git, belki bize hayırlı olanı söyler içinde bulunduğumuz durumdan
kurtulursun. Benim bildiğim hüküm ise önceden söylediğim gibi senin bana hadım
olmuş olmandır dedi. Havle binti Salebe bir elbise giyip dışarı çıktı.
Rasulullah'ı Aişe'nin evinde buldu. Hemen meselesinin hükmünü Öğrenmek için, Ya
Rasulullah şüphesiz ki Evs bildiğin bir kişidir, oğlumun babası, amcamın oğlu
ve benim en çoksevdiklerimdendir. Ben onun kendisinin başına gelen küçük
günahları işlediğini bildim. Onun gücü ve kudreti azaldı, zayıfladı. Lisanı
kuvvetlendi ikna kabiliyeti arttı. Ben ou birşeyle bulduğumda ona dönmesi hak
mıdır? O eğer birşey bulursa onun bana dömesi bir hak mıdır. Bir kelime söyledi
ki sana kitabı indirene yemin olsun talak sözünü zikretmedi. Sadece: Sen bana
annemin sırtı gibidin dedi. Rasulullah (s.a.v.) Ben senin zıhar sebebile ona
haram olduğunu düşünüyorum. Defalarca Rasulullah (s.a.v.) ile tartıştı sonra
da: 'Ey Allah'ım üzüntümün şiddetini, onun benden ayrılmasından dolayı
karşılaştığım zorluklan sana şikayet ediyorum, ey Allah'ım, içinde bizi bu
durumdan kurtaran bir hükmü Peygamber'ine indir, diye duada bulundu. Aişe, ben
ve bizimle beraber ev halkından bulunanların hepsi onun bu duası ve üzüntüsüne
dayanamayarak ona acıdıklarından merhametlerinden dolayı ağladı. Havle bizimle
beraber ve Rasulullah'ın Önünde böyle konuşurken, Rasulullah (s.a.v.)'e vahiy
geldiği zaman başını gözler, yüzünün rengi değişir, içinde bir üşüme hisseder,
kendisinden boncuk boncuk ter akardı.
Aişe; Ey Havle şu anda
Rasulullah'ın kendisine senin içinde bulunduğun durum hakkında vahiy geliyor,
dedi.
Havle 'de: 'Ey
Allah'ım, inşaallah gelen hayırdır gerçekten ben senin peygamberinden hayırdan
başkabirşey istemiorum. dedi. Aişe, Rasulullah (s.a.v.)'in yanından ayrıldı ta
ki ben onun kendisinin hakkında ayrılık hükmü inecek korkusuyla ayrıldığını
zannettim. Rasulullah (s.a.v.) gülerek geldi ve Ey Havle! deyince emrindeyim
dedi. Arkasından da ayağa kalktı. Rasulullah (s.a.v.)'in gürümsemesiyle
sevindiler. Sonra da; Kocan ve senin hakkında Allah hükmünü indirdi, diyerek
haklannda inen âyeti okudu: "Allah kocası hakkında seninle tartışan ve
Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü işitti" diye devam eden âyetteki
Kıssayı okudu. Sonra, kocana bir köle azad etmesini söyle deyince Havle; 'Hangi
köle?' diye sordu. Allah'a yemin olsun ki onun azad edecek kölesi yok, üstelik
benden başka da hizmet edecek kimsesi yok, deyince: 'O hal iki ay müddetle ara
vermeksizin oruç tutsun dedi. Havle Rasulullah'ın bu sözü üzerine; Ey Allah'ın
Rasulü Allah'a yemin olsun ki o bu iki aylık orucu tutacak güçte de değildir.
Şüphesiz ki o günde şu kadar birçok kere içecek içer. Bedeninin zayıf olsu
sebebiyle gözlerini yitirdi. Muhakkak ki o üzerinde yürünemeyecek bir arazi
gibidir, dedi. Rasulullah; ona altmış fakiri doyurmasını söyle dedi. Havle; O
bunu nereden bulsun? o bir öğündür, dedi. Rasulullah (ona Ümmü Minzir binti
Kays'ın yanına gidip ondan yarım vesak hurma alsın, bu hurmaları da altmış
miskine tasadduk etsin. Kalkıp onun yanına döndüğünde onu kapının yanında
oturup beklerlerken buldu. Kocası Havle'ye; Ey Havle arkanda ne var (nasıl bir
haber getirdin) deyince, Havle'de hayırdır sen haksızsın. Sana Rasulullah
(s.a.v.) Ümmül münzir binti Kays'ın yanına gitti ondan yarım vesak hurma almanı
ve bu hurmaları altmış fakire dağıtmanı istiyor, dedi. Yine devamında Havle;
Benim bu sözüm üzerine yanımdan ayrıldı. Koşarak gidip sırtında benim
söylediğim şeyleri getirdi. Halbuki benimle birlikte olduğu süre içinde beş
sa'ı taşımıyordu, Geldikten sonra her miskine iki müd kadar hurma verip
doyurmaya başladı.[449]
Cabir İbni Mutim'in
onunla babasından rivayetine göre; Nebi (s.a.v.)'in yanına bir kadın geldi.
Rasulullah ona kocasına dönmesini emretti. Kadın; ben gidip geldikten sonra
sizi bulamazsam ne önerirsiniz? dedir^anki kadın, "ölüm" diyordu.
Rasulullah aleyhisselam da: 'Eğer geldiğinde beni bula-mazsan Ebi Bekir'in
yanına gel' dedi.[450]
Kab ibni Malik'ten:
"Rasulullah
(s.a.v.) yanına Hilal İbni Umeyye'nin hanımı gelerek:
-Ya Rasulallah! Hilal
İbni Umeyye ihtiyardır. Gücü ve kuvveti gitmiştir. Hizmetçisi de yoktur. Ona
hizmet etmemi çirkin görür müsün? diye sormuş Rasulullah:
- Hayır görmem. Fakat
sana yaklaşmasın, buyurmuş. Kadın:
- Ya Rasulallah!
Vallahi onda hiçbirhareket yok. Allah'a yemin ediyorum ki, bu olan iş olalı
beri bugüne kadar hiç durmadan ağlıyor demiştir.[451]
A işe'den:
"Fatıma ile
abbas, Ebu bekir'e gelip Rasulullah'dah intikal edecek miraslarını istediler.
Bu ikisi o zaman Peygamberin Fedekteki arazisi ile Hayber'deki payını talep
ediyorlardı. Ebu bekir onlara: Ben Rasulullah'ı şöyle söylerken işittim: Bikz
Peygamberler topluluğunun terikesi varis olunmaz. Biz ne mal bırakırsak
sadakadır. Ancak Muhammed'in aile fertleri bu maldan yiyeceklerdir, buyurdu.
Ebu Bekir: 'Ben o
mallarda Rasulullah (s.a.v.)'i yapıyor gördüğüm hiçbir işini ve emrini terk
etmedim. Rasulullah'ın yapmakta olduğu maume-leyi ben de muhakkak ki yaptım,
dedi. Ravi: ölünceye kadar Fatıma onun yanına yaklaşmadı ve onunla konuşmadı.'
Diğer bir rivayette;
Fatıma Ebu Bekir'i terk etti. bu terk edişi vefat edinceye kadar sürdü.[452]
Zeyd İbni Eslem'in
babasından rivayetine göre:
"Ben Ömer ibni
Hattab ile beraber çarşıya çıktım. Çarşıda gezerken genç bir kadın Ömer'e
yetişti. Kadın: 'Ey Emirü'l-Mü'minin, kocam vefat etti geride küçük çocuklar
bıraktı. Allah'a yemin olsun ki kocamın geride bıraktıkları onlar için yeterli
değildir. Çocuklar için ekili bir arazi ne de sağılacak birhayvan vardır.
Kuraklık dolayısıyla helak olmalarından korktum. Ben Binti Hafef İbni Eyma
Gıfariyim, Benim babam Hudeybiye gazasına Nebi (s.a.v.) İle beraber katıldı.
Ömer onunla beraber durdu ve çok geçmeden sonra şöyle dedi: Merhama, Ey Yakın
akraba, deyip evinde bağlı bulunan güçlü bir deve olan devesinin yanma gitti.
Devesinin üzerine ketenden yapılmış iki çuvalın içine yiyecek birşeyler
doldurup yükledi, ayrıca iki çuvalın arasına nafaka ve elbiye soydu. Sonra
adamı eline devenin yularını verdi. Daha sonra, kadına 'bu deveyi takip et çok
geçmeden Allah size hayrı getirecektir, (sizi bu sıkıntıdan kurtaracaktır)
dedi. Adam: "Ey mü'minlerin emiri sen bu kadına çok şey verdin"
deyince Ömer adama; anen çocuksuz kalsın, gebersin. Allah'a yemin olsun ki bu
kadının babası, kardeşi bir kaleyi bir müddet kuşatıp kaleyi açmışlardı. Sonra
biz ganimetten hakkımızı alabildik."[453]
Herhangi bir konuda
aracılık yapma isteği karsısında karşılaşma
Aişe (ra)'dan:
"Berira adındaki
kadını satın alırken ailesi velayetinin kendileri de olmasını şart
koşmuşlardı. Ben bu durumu Nebi (s.a.v.)'e bildirdiğimde; onu (Berira) azad et.
Muhakkak ki velayet hakkı gümüşü verenindir. Ben Beri-ra'yı azad ettim,
arkasından Nebi (s.a.v.) onu çağırdı. Berira'yı kocasını seçme konusunda
serbest bıraktı. Bunun üzerine Berira: 'Eğer bana şunu şunu yanında olduğum
müddet içerisinde verirse, deyip kocasını kendisi seçti.[454]
İbni Abas'dan:
"Berira'mn kocası
kendisine Muğis deniler bir köle idi. Ben onun kocasına hanımının peşinde
gözyaşları sakallarına kadar inecek ekilde ağlayarak dolaşırken sanki ben ona
bakıyordu. Nebi (s.a.v.) Abbas'a; Ya Abas, Muğis'in Berira'ya olan sevgisine
Berira'mn da ona olan kinine hayret etmiyor musun? Nebi (s.a.v.) keke kocasına
bir müracaat etsen, Berira; Ya Rasulallah sen bana emir mi ediyorsun? dedi.
Rasulullah; ancak ber şefaat ediyorum (aracı oluyorum) dediğinde ise Berira;
Benim Muğise ihtiyacım yoktur dedi.[455]
Enes'ten:
"Rübeyy'in kız
kardeşi Ümmü Harise, bir insan yaraladı. Akabinde ikisinin taraftarları
Peygamber'inhuzuruna varıp davalarını arz etiler. Rasulullah (s.a.v): Kısası
eda ediniz ve onu hakkı olana teslim ediniz buyurdu. Bunun üzerine
ÜmmürRabiyy: Ya Rasulallah! Fulanca kadından kısas taleb edilir mi? Vallahi
ondankısas alınmaz dedi, Rasulullah: Sübhanallah! Ya Ümmür-Rabiyy! Kısas
Allah'ın yazılı kanunudur." dedi. Kadın yine: Hayır vallahi, o kadından
ebeden kısas alınmaz velileri diyeti kabul etiler de bu suretle kısa düştü.
Bunun üzerine Rasulullah: Allah'ın kullarından Öyle kimse vardır ki (bir
meselede) Allah üzerine yemin etse, Allah muhakkak onu yemininde doğru
çıkarır" buyurdu.[456]
Aişe'den:
"Rasulullah
(s.a.v.) zamanında bir kadın hırsızlık yaptı... Bunun üzerine kadın kavmi Usame
bin Zeyd'den bu konuda Rasulullah nezdinde şefaatçi olmasını istediler. Usame
İbni Zeyd bu konuyu Rasulullah ile konuşunca Rasulullah (s.a.v.)'in yüzü derhal
renklendi.
(Müslim'in
rivayetinde, kadın Rasulullah (s.a.v.)'in yanma getirildi. Usame İbni Zeyd bu
kadın hakkında konuştu). Rasulullah (s.a.v.); Alla'ın belirlediği cezalardan
biri hususunda mı benimle konuşuyorsun? dedi.[457]
Hafız İbin Hacer;
Müslim'in rivayetine göre şefaatçi olan şefaatini şefaat edilenin de hazır
bulunduğu bir zamanda yapmaktadır ki eğer şefaatçinin şefaat talebi kabul
olmazsa şefaatçi özür sahibi olmuş olur.[458]
Aişe (r.a.)'dan:
"Abdullah İbni
Zübeyr'in bir satış veya bağış esnasında bunu kendisine Aişe'nin verdiğini
söylediği Aişe'ye haber verildi: Allah'a yemin olsun ki eğer Aeşi bunu bilse ya
yasaklar veya onu himayesine alır. Aişe; (Abdullah İbni Zübeyr'i kastederek) Bu
sözü o mu söyledi dedi. Orada bulunanlar: Evet dediler. Bunun üzerine Aişe;
Ebedi olarak İbni Zübeyr ile konuşmamayı nezir ediyorum. Arkasından
küskünlükleri ve ayrılıkları uzayınca İbni Zübeyr kavminden Aişe ile aralarında
barışmak için aracı olmalarını istedi.
Fakat Aişe, Hayır
Allah'a yemin olsun ki hiç kimseyi aracı olarak barışmak içni kabul etmiyorum,
ayrıca günahı gerektiren bir işte yapmam dedi. Bu durum uzun süre daha devam
edince İbni Zübeyr, Misver İbni Mehreme ve Abdurrahman İbni Esved İbni Abdi
Yeğus ile bu durumu konuştu.Her ikisi de Beni Zehra'dan olan bu şahıslara;
Allah aşkına siz ikiniz beni Aişe'nin yanına girdirirseniz benim sürümü nezir
etmesi helal olmaz. Bunun üzerine Misver ve Abdurrahma üzerlerine bir örtü ile
elleri de görünmeye-cek şekilde Aişe'nin yanına gelip kendisinden girmek için
izin istediler. Aişe'ye; Allah'ın selamı rahmeti ve bereketi üzerine olun,
içeriye gerebilir miyiz? dediler. Aişe de, giriniz dedi. Onlar da hepimiz mi
dediler. Aişe onları yanında İbni Zübeyr'in olduğunu bilmeden: Evet, hepiniz
giriniz. Onlar girince arkalarından İbni Zübeyr'de örtülü olarak girdi. Aişe
onu kucaklayınca o da şiir söyleyerek ağlamaya başladı. Bunun üzerine Misver ve
Abdurrahman şiir söylemeye başladı. Ancak Aişe İbni Zübeyr ile konuşmadı onu
kabul de etmedi. Durumun böyle olduğunu gören iki elçi (Misver ve Abdurrahman)
Aişe'ye: Şüpheiz ki Nebi (s.a.v.) senin bu yaptığın hareketi (küskünlüğü)
yasakladı. Bir müslümanın din kardeşini üç günden fazla küs bırakması helal
değildir, dediler. Bundan sonra Aişe'ye sıla-i rahim, affetme ve sürü sebebiyle
zor durumda da kalmaması konusunda fazla üsteleyince Aişe'de iki elçiye sıla-i
rahim konusunda konuşmaya ve bu arada ağlamayabaşladi. Arkasından; muhakkak ki
ben nezir yaptım. Nezir işi ise zor bir iştir. Az geçmeden Aişe İbni Zübeyr ile
konuştu. Nezrini de kırkkurban keserek yerine getirdi. Daha sonra bu nezrini
hatırladığı zaman gözyaşları başörtüsünü ıslatıncaya kadar ağlıyordu.[459]
Şahitlik şikayet ve
cezanı uygulanması sırasında karşılaşma (buluşma, görüşme)
1.
Kadınların şahitliğinin kabulü:
Allahu Teala:
"Erkeklerinizden
iki kişiyi de şahit tutun. Eğer iki erkek yoksa razı oduğunuz şahidlerden bir
erkek, ik ikadm (şahidlik etsin). Ta ki kadınlardan biri şaşırırsa diğeri ona
hatırlatsın" buyurdu. (Bakara, 282).
İmam İbni Kayyim;
Kadınların boşanmadan vazgeçme esnasında bulunmaları evrakların ve borçların
yazımı sırasında bulunmalarından daha kolaydır. Aynı şekilde ölüm anında ve
vasiyet sırasında bulunmaları da kolaytır. Allahu teala eğer çoğunlukla
erkeklerin meclislerindeki erkekler tarafından yazılar borç vesikalarının
şahitliğine cevaz ermişse boşanmadan vazgeçme ve vasiyet gibi kadınların çokça
karşılaştıkları durumlarda aynı cevazların olması daha önemlidir.[460]
2.
Şahidliğin yerine getirilmesi: Aişe'den (İfk olayı hakkında);
"Benim hakkımda
söylenenler anlatıldığı zaman Rasulullah (s.a.v.) evime geldi. Benden kendisi
hizmetçimi sordu, dedi. Aişe; Hayır, Allah'a yemin ederim ki ben Aişe üzerine
hiçbir ayb şey bilmiyorum. Ancak şu var ki o uyuyup kalıyordu da nihayet koyun
içeriye giriyor ve onun ekmek hamurunu yiyordu, dedi. Cariyem Berire'nin bu
sözleri üzerine Peygamberin sahabilerinden bazıı onu azarladı da: 'Ey Kadın!
Rasulullah (s.a.v.)'e doğruyu söyle' dedi. Hatta sahabüer Berire'ye o düşük işi
tasrih ettiler. Bunun üzerine Berire; Subhanallah! Allah'a yemin ederim ki ben
Aişe üzerine, kuyumcunun halis kırmızı altını üzerine bilmekte olduğu bilgiden
başka birşey bilmemişimdir, dedi."[461]
3. Davacı
olma, araştırma ve kararın çıkması; Enes'ten:
"Rubeyy'in kız
kardeşi Ümmü Harise, bir inan yaraladı. Akabinde ikisinin taraftarları
Peygamber'in huzuruna varıp davalarını arzettiler. Rasulullah (s.a.v.): kısası
yene getiriniz, kısası yerine getiriniz buyurdu.[462]
Cabir'den:
"Mahzumoğulları
(eşrafı)ndan (Fatıma adlı) bir kadın (mücevherat) çalmıştı. Bu hırsızlık davası
Peygamber (s.a.v.)'e getirildi. Akabinde bu hırsız kadına Peygamber (s.a.v.)'in
zevcesi Ümmü Seleme'ye sığındı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): Allah'a yemin
ediyorum ki eğer (kızım) Fatıma çalmış olsaydı muhakkak onun elini de keserdim
buyurdu.[463]
Hanse binti Hıdam
Ensariye'den:
"Hanse'yi daha
evlenip boşandıktan sonra kocası onu kabul etmedi. O da kabul edilememeyi hoş
karşılamadı ve Rasulullah (s.a.v.)'e geldi o da kocasının nikâhını geri
çevirdi.[464]
İbni Abbas (r.a.)'dan:
"Sabit İbni Kays
İbni Şümas'ın hanımı Nebi (s.a.v.)'e geldi. Kadın: 'Ya Rasulullah, Sabit bana
din ve ahlak konusunda bana karışmıyor. Ancak ben küfürden korkuyorum.
(Diğer bir rivayette;
fakat ben ona dayanamıyorum)"[465]
Rasulullah (s.a.v.)
Sabit'in sana vermiş olduğu bahçeyi ona geri verecek misin? deyince o da, Evet,
dedi. Hemen akabinde bahçeyi geri verdi ve ayrılmalarını emretti.
Fatıma binti Kays'dan;
"Ebu Amr îbni
Hafs, Fatıma'yı kati olarak boşadı. Ebu Amr ortada yokken, bulunduğu yerden
kendi vekili ile (nafaka için) bir miktar arpa yolladı. Fatıma vekile kızdı.
Vekil de: 'Vallahi senin bizim üzerimizde hiçbir hakkın yoktur', dedi. Akabinde
Fatıma Rasulullah (s.a.v.)'e geldi ve bunu kendisine söyledi. Rasulullah, senin
Ebu Amr üzerinde bir nafakan yoktur buyurdu."[466]
Peygamber (s.a.v.)'in
hanımı Aişe (r.a.)'dan:
"Rifaa Kurazi'nin
hanımı Rasulullah (s.a.v.)'in yanıda ben ve Ebu Bekir de yanında olduğu halde
geldi. Rifaa'nın hanımı; Ya Rasulallah ben Rifaa'nın nikahı altında idim. Rifaa
beni boşadı ve (üç talak ile boşamayı katileştirdi. Sonra ben de Adurrahman
İbni Zübeyr ile evlendim. Fakat vallahi şu muhakkak ki Ya Rasulallah
Abdurrahman'da bulunan erkeklik aleti ancak elbisenin saçağı gibi gevşek
birşeydoen ibarettir dedi. Kadın bunu söylerken dış elbisesinden bir saçak alıp
gösterdi. Kadının bu sözüne kendisine izin verilmediği için kapıda durmakta
olan Halid İbni Said'de duydu. Kadın; Halid: Ey Eba bekir! Şu kadını Rasulullah
(s.a.v.)'in huzurunda aşikare söylemekte olduğu şeyde neye men etmiyorsun! O
da hayır vallahi Rasulullah (s.a.v.) kadının sözüne karşılık tebessümden başka
birşey yapmamıştır, dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) kadına:
- Sanırım ki sen
tekrar eski kocan Rifaa'ya varmak istiyorsun. Fakat (ikinci kocan)/ Abdurrahman
senin balcağızıdan, sen de onun balcağızından tatmadıkça bu olamaz, ona
varamazsın, buyurdu. Bu daha sonra gelenler için sünnet oldu.[467]
Said İbni Cübeyr'den:
Ya Eba Abdirrahman!
Lanetleşen çiftin arası açılır mı? dipye sordum. İbni Ömer;
- Subhanallah! Evet.
Bunu ilk soran fulanın oğlu fulandır. Demişti ki:
Ya Rasulallah ne
dersiniz? bizim herhangi birimiz karısını zina üzerinde bulsa, o koca nasıl
yapacak? Eğer zina fiilinde bulduğunu söylese de (dört şahidle isbatı gereken)
büyük bir şey iddia etmiş olacak, sükut etse, yine böyle büyük bir şeye karşı susmuş
olacak.
Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v.) sükut etti ve ona cevap vermedi. Bu sualin ardından biraz
vakit geçince o zat. tekrar gelip sana sorduğum işe mübtela kılındım (yani bu
iş şimdi benim başıma geldi) dedi. İşte bunun üzerine Aziz ve Celil olan Allah,
Nur süresindeki şu âyetleri indirdi;
"Eşlerini zina
ile suçlayıp1 kendilerinden başka; ahidleri bulunmayan kimselere gelince,
onlardan herbirinin şahidliği, kendisinin mutlaka doğru söyleyenlerden olduğuna
göre dört defa Allah'ı şahit tutmasıdır. Beşinci defa da eğer yalan
söyleyenlerden ise Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını diler.
Kadının da dört defa
sözüne Allah'ı şahit tutup kocasının, mutlaka yalan söyleyenlerden olduğuna
şahidlik etmesi, kendisinden azabı kaldırır. Besince defa da, eğer kocası
doğrulardan ise Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını diler (6-9.
âyetler).[468]
Akabinde Rasulullah bu
âyetleri o zata karşı okudu, ona nasihat etti. Dünya azabının, ahiret azabından
daha hafif olduğunu ona haber verdi. O zat:
- Hayır! Seni hakk ile
gönderen Allah'a yemin ederim ki ben kadına iftira etmiyorum! dedi. Peygamber
sonra kadını çağırdı, ona da öğüt verip nasihat eyledi. Dünya azabının ahiret
azabından daha hafif olduğunu ona haber verdi. Kadın:
- Hayır! Seni hakk
peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ediyorum ki o muhakkak bir yalancıdır,
bunun üzerine Rasulullah erkekten başladı. Önce erkek Allah adına yemin ile
kardeşinin doğru söyleyenlerden olduğunudört defa şehadet etti. Beincide de
eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetininkendi üzerine olmasını söyledi. Sonra
Rasulullah ikinci olarak kadını yemin ile lanetleşmeye çağırdı. Kadın da
Allah'a yemin ile kocasının muhakkak yalancılardan olduğuna dört defa şehadet
etti. Beşincide de eğer kendisi yalancılardan ise, Allah'ın gazabının kendi
üzerine olmasını ifade etti. Bundan sora Rasulullah onların arasını ayırdı.[469]
Ebi Melike de:
"İki kadın bir
evde dikiş dikiyorlardı. Odanın içinde konuşanlar da vardı. Bunlardan
birisinin el ayasını öbür kadın tarafından biz (iğne) batırılmakla mecruh kadın
evden çıkıp mücrim kadın aleyhine dava etti. Kadınların, bu davası İbni Abbas'a
arzolundu, (duruşma sırasında müddei kadının beyyinesi ve şahidi
bulunmadığından müdde-i aleyhe yemin etmek düşmüştü. Yalan yere yemin etmişini
önlemek için) İbni Abbas Rasulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu ifade
etmiştir:
Eğer insanlar mücerret
davalarıyla (delilsiz, şahidsiz) hak kazanacak olurlarsa kavmin malları,
canları zayi olur. (Binaenayelh müddeiden delil isteyiniz) Müddea aleyhe (yemin
tevih ettiğinde) Allah adına (yalan yere yemin etmenin fenalığını (önce
kendisine hatırlatınız! Ve ona şu âyeti de (Allah'ın ahdini ve kendi
yeminlerini az bir paraya değişenler yok mu?) diye okuyunuz.
Bu âyet-i kerimedeki
tahzirler müddea aleyh kadına okunup anlatılınca derhal suçunu itiraf etmiştir.
İbni Abbas müddei
kadıa da Nebi (s.a.v.) Yemin müdahaleye düşen bir hakdır buyurdu, diye cevap
verdi."[470]
Said İbni Zeyd İbni
Amr İbni Nufeyl'den:
"Erva, Said İbni
Zeyd'i vali mervana Said'in kendisininhakkını eksilttiği zannıyla Şikayet
etmişti. Said Ben mi Erva'nın hakkı olan bir şeyi eksiltiyorum? Ben şehadet
ederim ki Rasulullah (s.a.v.)'in şöyle dediğini işitti: Herhangi bir kişi
(başkasına aid) araziden zalimlikle bir karı yer alırsa, hiç şüphe yok kıyamet
gününde yedi kat yerden itibaren o toprak parçası onun boynuna halka yapılır,
Duyuruyordu."[471]
4. Cezanın
uygulanması:
"Zina eden kadın
ve zina ede erkeğin herbirine yüz değnek vurun; Allah'a ve ahiret gününe
İnananlar iseniz Allah'ın cezasını uygulamada sizi onlara karşı acıma duygusu
tutup engellemesin. Mü'minlerden bir grup da onlara yapılan azaba şahid
olsun." (Nur sûresi, 2)
Abdullah İbni
Bureyde'nin babasından rivayetine göre; Ravi der ki: Sonra Gamid'li kadın
gelip:
- Ya Rasulallah! Ben zina yaptım, binaenaleyh
beni bu günahtan temizle dedi. Peygamber onu geri çevirdi. Ertesi gün olunca
kadın yine:
- Ya Rasulallah! Beni
niçin geri çeviriyorsun? Muhtemelen sen beni de Maiz'i red ettiğin gibi red
edeceksin. Allah'a yemin ederim ki ben zina neticesi hamileyim dedi. Rasulullah:
- Eğer sen kendi
nefsin aliyheni olan suçu örtmek (tevbe etmek ve bu sözünden dömek)
istemiyorsan şimdi çocuğunu doğuruncaya kadar git! buyurdu. Nihayet kadın
doğurdu ve çocuğunu bir hırka içinde getirib:
- İşte çocuğu
doğurdum, dedi. Peygamber:
- Git, sütten
kesinceye kadar onu emzir buyurdu. Nihayet kadın çocuğu sütten kesince onu
elinde bir ekmek parçası olduğu halde getirdi.
- Ey Allah'ın Peygamberi Ben bu çocuğu sütten
kestim. (Elindeki ekmeği işaret ederek) işte o ekmek de yemiştir dedi.
Peygamber, bakımı için çocuğu müslümanlardan birine verdi ve kadının
recmedilmesini emretti. Müteakiben kadın için göğsüne kadar bir çukur kazıldı.
İnsanlara emretti, onlar da kadını taşlayıp reem ettiler. Bir ara Halid İbni
Velid bir taş getirip kadının başına fırlattı, bu atış sebebiyle Halid'in yüzü
üzerine kan fışkırdı. Halid bundan dolayı kadına sövdü. Allah'ın Peygamberi
Halid'in o kadına sövmesini işitti. Bunun üzerine:
- Ya Halid! Yavaş ol,
nefsim elinde olan Allah'a yemin ederek söylüyorum o kadın öyle bir tevbe ile
tevbe etmiştir ki eğer halktan zorla vergi toplayan zulüm sahibi, o tevbe ile
tevbe etmiş olsaydı kendisi için günahları muhakkak mağfiret olunmuş gitmişti
buyurdu. Sonra o kadının hazırlanmasını emretti. Akabinde Rasulullah o kadın
üzerine bizzat cenaze namazı kıldırdı da cenaze defn olundu.[472]
Ebi Hureyre ve Zeyd
ibni Halid Cüheni'den:
"Peygamber
(s.a.v.)'in yanına bir adam geldi, ve; Allah aşkına senden bizim aramızda ancak
Allah'ınkitabı ile hükmetmeni itiyorum dedi. Bunun üzerine hasmı ayağa kalktı.
Hasmı kendisinden daha anlayışlı idi. Heme araya girib Hasmım doğru söylüyor.
Aramızda Allah'ınkitabı ile hükmet ve söylemek için de bana izin ver Ya
Rasulallah dedi. Peygamber (s.a.v.):
- Söyle diye izin
verdi, o zat.
- Oğlum hasmım olan şu
zatın ailesinin yanında hizmetçi bulunuyordu. Derken oğlum onun karısı ile zina
etti. Ben oğlum için yüz koyun ve bir cariye fidye verip oğlumu kurtardım...
Müteakiben bu meseleyi
ilim ehli olan adamlara sordum. Onlar oğlunun cezası sadece yüz değnek ile bir
yıl hapisdir. Bu adamın zina eden karısına da recm lazım gelir diye haber
verdiler, dedi, Rasulullah:
- Nefsim elinde olan
Allah'a yemin ederim ki ben sizin aranızda muhakkak Allah'ın kitabı ile
hükmedeceğim. Cariye ile koyunlar tekrar sana iade olunacaktır. Oğluna da yüz
değnek ile bir yıl insanlardan uzaklaştırma cezası verilecetir. Ya Uneys! Haydi
bu adamın karısının yanına git, eğer itiraf ederse onu recmet buyurdu. Kadın da
zinayı itiraf etti, bunun üzerine kadın recmedildi."[473]
Aişe'den:
"Peygamber (s.a.v.)
zamanında Mekke'nin fethi gazvesinden bir kadın hırsızlık yapmıştı. Bunun
üzerine kadının kavmi Usame İni Zeyd'den bu konuda Rasulullah nezdinde şefaatçi
olmasını istediler. Usame bu konyu Rasulullah (s.a.v.) ile konuşunca onun
derhal drenklendi. Arkasından, sen benimle Allah'ın belirlediği cezalardan biri
hususunda mı konuşuyorsun dedi. Usame de; Ya Rasulallah! Benim için Allah'tan
mağfiret istiyever nizayında bulundu. Akşam vakti olunca Rasulullahkalkıp bir
hutbe irad eyledi. Bu hutebisende layık olduğu sıfatlarla Allah'a sena ettikten
sonra: "Amma badu, sizden önceki insanları şu tutumlarıhelak etmiştir:
Onlar aralarında şerefli olankimse hırsızlık ettiği zaman onu cezasız
bırakırlar, zayıf olan kimse hırsızlık yaptığı zaman ise ona kanuni cezasını verirlerdi.
Bana gelince nefsim elinde bulunan Allah'a yemin ediyorum ki Muham-med'in kızı
Fatıma hırsızlık etmiş olsaydı, muhakkak onun elini de keserdim, dedi. Sonra o
hırsızlık yapan kadınla ilgili emrini verdi de kadının eli kesildi."
Nesai'nin rivayetinde [474]: Ey
Bilal, kalk bu kadının elini tut ve kes dedi).
Artık bundan sonra o
kadın tevbe etti; evlendi, Aişe, bu hadisiden sonra bana eli kesilen kadın
gelir, ben de onunhacetini Rasulullah (s.a.v,)'e arz eyledim."[475]
Aişe(r.a.)'dan:
"Peygamber
(sav)'e İbni Harise, Cafer ve İbi Ravaha'nan şehadet haberleri geldiğinde
(mescidde) oturdu. Kendisinde hüzün ve keder alametleri görülüyordu. Ben
kapının görülebilecek bir aralığından kendisine bakıyordum. Bu sırada
Rasulullah'a bir adam geldi ve:
- Cafer'in kadınları
(ağlaşıyorlar) dedi ve mevha ile ağlaşıtkalırını zikretti. Rasulullah da o
kimseye gitmesini ve kadınları bu çığlıktan nehyet-mesini emretti. Bunun
üzerine o kimse gitti. Sora ikinci defa gelip kadınların kendisine itaat
etmediklerini söyleyince Rasulullah gidip kadınları nehyet-mesini emretti. O
adam üçüncü defa Rasulullah'a gelip: Ya Rasulallah! Vallahi kadınlar bize
galebe ettiler deyince Rasulullah'ın Haydi git, bu kadınların ağzına toprak saç
byurdu.[476]
Abdullah İbni
Ömer'den:
"Rasulullah
(s.a.v.) şöyle dedi: Allah göz yaşı ile, iç üzüntüsü ile (insanı) azab etmez,
(Eliyle dilini işaret ederek) Lakin Allah aşti bunun yüzünden (ya) azab eder,
yahud merhamet eder. Ölüye ailesinin onun için ağlamasından dolayı azap
edilir" buyurdu. Ömer (r.a.) cenazenin arkasından ağlayan olursa sopasıyla
vurur, onlara taş atar ve toprak saçardı.[477]
Buhari kitabında şöyle
bir bölüm zikretmiştir: Masiyet ve hasım ehli o-Ianların tanındıktan ora evden
çıkarılması babı. Ömer Ebu Bekir'in kız kardeşi bağırdığında dışarı çıkardı.
Hafız İbni Hacer bu
bölümü açıklarken: ...(Ömer Ebu Bekir'in kız kardeşini çığlık atmasından dolayı
dışarı çıkardı) sözünü İbni Sad Tabakat adlı kitapta sahih bir isnadla zühri
kanalıyla Said İbni Müseyyeb'ten aktardı. Ebu Bekir vefat ettiğinde Aişe onun
Ölümü sebebiyle yas tertipledi. Ömer onların böyle yaptığını öğrenince
kadınları bu işten men etti ve durumu açıkladı. Hemen arkasından Hişam İbni
Velid'e, Ebi Kuhafe'nin kızını (Yani Ümmü Fervah) Benim yanıma getir. Sopasıyla
ona birkaç kere vurdular. Yas tutanlar bu durumu öğrenince dağıldılar. İshak
İbni Raheveyh müsnedinde başka bir yoldan Zühri'den bir rivayet aktardı. Bu
rivayette ise şöyle bir ifade yer alıyordu: Yas tutan kadınlar teker teker
çıkmaya başladılar. Ömer de sopasıyla onlara teker teker vurdu.[478]
Yalvarma ve yakarma
esnasında beraber olma ve karşılaşma Allahu Teala Al-i İmran sûresinde şöyle
buyurdu:
"Allah'a göre
İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı, sonra ona
"ol" dedi, artık olur...
Bu Rabbinden gelen
gerçektir. Öyle ise kuşkulananlardan olma. Kim sana gelen ilimdensonra
seninletartışmaya kalkarsa, de ki gelin oğularımızı ve oğularınızı,
kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra
gönülden, lanetle dua edelim de Allah'ın lanetini yalancıların üstüne
atalım." (Al-i İmran, 59-61).
İbni Kesir'in
tefsirinde ise âyette geçen "De ki: Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı,
kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım"
bölümünü açıklanırken bu çağırmanın yani yukarıda zikredilenlerin dua yalvarma
yakarma esnasında hazır edilmeleri kastedilmektedir, denilmiştir...
Sabah olunca ertesi
günü kendisine haber verildiğinde Rasulullah (s.a.v.) torunları Hasan ve
Hüseyin'i kadifeden bir örtü içinde alarak Fatıma ile beraber olarak lanetleşmeye
yöneldi. O vakitte Rasulullah'ın birkaç hanımı vardı... [479]
Ciddiyet ve oyun
arasında: Ebu Humeyd Sâidî anlatıyor:
"Biz, Peygamber
(s.a.v.) ile birlikte Tebük savaşına katıldık. Peygamber (s.a.v.),
Vadiu'l-Kura'ya geldiği zaman kendi bahçesinde çalışan bir kadına rastladı.
Peygamber (s.a.v.), sahabelerine: Şu bahçedeki hurmayı tahmin ediniz! dedi.
Allah Rasulü (s.a.v.) de on vesk tahmin etti. Akabinde bahçe sahibesi kadına:
Hurmaları topladığın zaman ağaçtan toplanan hurmayı say! buyurdu.
Tebük'e gelince
Resulüllah (s.a.v.):
-Dikkat edin! Bu gece
şiddetili bir rüzgar esecek. Sakın kimse oturduğu yerden ayağı kalkmasın!
Beraberinde devesi olan da devesini sıkıca bağlasın buyurdu.
Bu emir üzerine
develeri sıkıca bağladık. Gerçekten, o gece şiddetli bir rüzgar esti. O sırada
adamın biri ayağa kalktı. Rüzgar, onu Tayy Dağı'na sürükleyip attı.
Bu yolculuk sırasında
Eyle kralı, Peygamberce beyaz bir katır hediye etti ve bir de Peygamber'e hırka
giydirdi. Peygamber (s.a.v.) de bu krala, deniz kenarında oturan halklar için
eman yazdı.
Dönüşte peygamber
(s.a.v.) Vadi'ul Kura'ya geldiğinde hurmalık sahibi kadına: Bahçenden ne kadar
hurma çıktı? diye sordu . Kadın: Allah resulünün tahmini üzere on vesk
çıktı dedi.
Kadının, ciddiyet ve
oyun arasında gerçekleşen bu tür müsabakaları izlemesi, yadırganacak, şaşılacak
bir olay değildir. Daha önce de Hz. Aişe'nin, mescitte aşikâr biçimde oyun
oynayan Habeşli'Ieri nasıl izlediğini aktarmıştık.
Sözü uzatma ve
sempati: Mesruk (r.a.) anlatıyor:
"Biz, Hz.
Aişe'nin huzuruna girdik. Yanında Hasan b. Sabit vardı. Hasan, kendisine ait
olan bir takım beyitlerle teşbib yaparak şiir okuyor ve: Hasânun, rezânun ma
tuzennu bi rîbetin, Tusbihu ğarsâ min iuhûmi'l gavâfili diyordu. Aişe (r.a.)
ona:
- Lakin sen, böyle değilsin (Yani sen de gıybet
ettin ve iftiracıların sözlerine daldın)! dedi.
Mesruk dedi ki: Ben
Aişe'ye:
- Hasan'ın senin
yanına girmesine niçin izin veriyorsun? Halbuki Yüce Allah:
"Onlardan o
(yala)nın en büyüğünü idare eden kimseye de büyük bir azab vardır" (Nur,
11).
buyurmuştur dedim.
Bunun üzerine Aişe:
- Hangi azab körlükten daha şiddetli ve daha
büyüktür? dedi ve ardından:
- Şüphesiz Hasan,
Allah Rasulü adına İslam'ı savunur yahut müşriklerin hicivlerine karşılık
verirdi diyerek Hasan (r.a.)'ı savundu.[480]
Ebu Musa anlatıyor:
"Esma bint-i
Umeys, -ki bizimle Habeşistan'dan gelenlerden idi-Peygamber'in hanımı Hafsa'yı
ziyaret etti. Esma, Hafsa'nın yanında iken Ömer de kızı Hafsa'nın yanına girdi.
Ömer, Esma'yı görünce Hafsa'ya:
- Bu kadın kimdir?
diye sordu. Hafsa:
- Umeys kızı Esma'dır
dedi. Ömer:
- Bu kadın, Habeşli
Esma mı'dır? Bu kadın, deniz yolcusu Esma mıdır? dedi. Esma da:
- Evet! diye tasdik
etti. Ömer, Esma'ya:
- Medine'ye hicret faziletinde biz sizi geçtik.
Biz, Allah Rasulü'ne sizden daha layık ve daha yakınız! dedi. Esma, bu
sözlerden öfkelenerek şöyle müdafaada bulundu:
- Hayır, siz hiç de
öyle değilsiniz ! Vallahi Allah Rasulü ile hicret eden açlarınızı O (s.a.v.)
doyurdu, cahillerinizi O (s.a.v.) nasihat edip okuttu. Biz ise Habeşistan'da,
müslümanlara uzak ve öfkeli insanların yurdunda, bulunuyorduk. Bütün bu
sıkıntılara biz, Allah'ın ve Rasulü'nün rızasını kazanmak için katlandık. Ey
Ömer, Allah'a yemin ederim ki bütün bu dediklerini Allah rasulü'ne söyleyinceye
kadar ne bir lokma yemek yiyeceğim ne de bir yudum su içeceğim! Ey Ömer, biz
uzak illerde ezalara katlanıyor ve korku içinde yaşıyorduk. Bunları şimdi gidip
Peygamber'e anlatacağım ve O'na soracağım. Peygamber'e bunları söylerken
vallahi ben ne yalan söylerim ne de haktan saparım. Bu konuşmamızı bir kelime
bile arttırmam..."[481]
Sa'd b. Ebu Vakkas
anlatıyor:
"Ömer (r.a.),
Allah Rasulü'nün huzuruna girmek için izin istedi. Oysa o sırada Allah
rasulü'nün yanında Kureyş kabilesinden bazı kadınlar vardı. Kadınlar Allah
Rasulü'nden bir takım isteklerde bulunuyorlar ve kendilerine daha fazla
vermesini istiyorlardı. Bu konuşmalar sırasında kadınların sesi, Allah
Rasulü'nün sesinden daha yüksek tonda çıkıyordu. Ömer girmek için izin isteyince
bu kadınlar, hemen kalkıp perdeye doğru koşuştular. Peygamber (s.a.v.), Ömer'e
girmesi için izin verdi. Ömer (r.a.) huzura girdiğinde Peygamber, (kadınların
haline) gülüyordu. Bunun üzerine Ömer (r.a.);
- Allah, Seni
güldürsün; sevincini daim kılsın ya Rasulullah! dedi. (Bununla gülmesinin
sebebini sormuş oluyordu.)
Peygamber (s.a.v.):
- Yanımda bulunan şu kadınların haline taaccüp
ettim; onlar senin sesini işitince derhal perdeye koşuştular, buyurdu. Bunun
üzerine Ömer (r.a.):
- Ya Rasulullah, Halbuki
sen, onların saygı ve hürmetlerine daha layıksın! dedi. Sonra kadınlar
tarafına doğru yöneldi ve onlara:
- Ey nefisleri düşman
olan kadınlar, Allah Rasulü'ne saygı ve hürmet göstermeyip de benden mi
çekmiyorsunuz? dedi. Kadınlar:
-Evet, çünkü sen, Allah
Rasulü'nden daha ağır sözlü ve katı kalblisin! dediler. Allah Rasulü (s.a.v.)
Ömer'e:
- Ey Hattab oğlu, Sen
kadınlara cevap vermeyi bırak. Nefsim elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki,
Sen bir yolda giderken Şeytan asla seninle karşılaşamaz. Seni görünce muhakkak
geldiğin yoldan saparak başka bir yola yönelip gider" buyurdu."[482]
Sevindirici haberleri
tekrar tekrar dinlemek:
Ebu Musa anlatıyor:
"... Bu sırada
Hafsa'nın odasına Peygamber (s.a.v.) geldi. Esma:
- Ey Allah'ın Peygamber'i, Ömer şöyle şöyle dedi,
diye nakletti.
Peygamber de:
- Sen ne cevap verdin?
diye sordu. Esma:
- Ben de şöyle şöyle cevap verdim diye anlattı.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):
- Bu hususta Ömer,
bana sizden daha layık ve yakın değildir. Ömer ve (birlikte hicret ettiği)
arkadaşları için bir hicret sevabı vardır. Ey gemi yoldaşları, sizin için ise
iki hicret sevabı vardır.
Esma şöyle dedi:
Bu olay ve
Peygamber'in gemi halkı hakkındaki bu yüksek şehadeti üzerine, bunu işiten Ebu
Musa ve bütün gemi halkı akın akın ziyaretime gelmeye ve sevinçle bana bu
hadisi sormaya başladılar. Hiç bir dünya malı, Peygamber'in Habeşistan
muhacirleri hakkındaki bu yüksek şehadetleri kadar gönüllerinde bir ferahlık ve
mutluluk oluşturmamıştı. ...
Esma dedi ki:
- Yemin ederim ki Ebu
Musa, benden bu hadisi tekrar tekrar anlatmamı istiyordu."[483]
Aşağıdaki sert esas,
bu meclislerde kadınların erkeklerle bir araya gelmesine açıklık
kazandırmaktadır: Bir şeyin zatı itibarıyla haram olması ile, zatından değil de
dışardan bir sebep neticesinde haram yahut mekruh olması arasında fark vardır.
îlkini işlemeğe asla yol yoktur. Ancak ikincisi böyle değildir. O şeyi mekruh
yahut haram yapan dış sebebin meydana gelmesine imkan yok ise kerahat ve tahrim
de ortadan kalkar; mubah olur. Konuşurken konunun detaylarına inerek sözü
uzatmak, erkeklerin oyunlarını izlemek fitne korkusu sebebiyle mekruh
kılınmıştır. Fitneden emin olunduğunda bu kerahat kaybolur. [484]
Abdullah b. Mes'ud
anlatıyor:
"Allah Rasulü
(s.a.v.), Kabe'nin yanında namaz kılmakta bulunduğu bir sırada Kureyş'ten bir
topluluk da kendi meclislerinde oturmaktaydı. Birden bire onlardan bir sözcü:
- Şu, açıkça insanlar içinde ibadet eden
riyakâr kimseye bakmaz mısınız? Sizin hanginiz falanca ailesinin yeni
boğazlanan devesinin yanına gider de henüz işkembesindeki tersini, kanını, döl
yatağını alıp buraya getirir? Sonra da onları şu (riyakâr) adam secdeye vardığı
zaman, onun iki kürek kemiğinin arasına koyar, dedi. Oradakilerin en şakisi bir
koşu gidip istenilenleri getirdi. Adam, Allah Rasulü (s.a.v.) secdeye varıncaya
kadar yanında bekledi. Nihayet Allah Rasulü secde yapınca onları iki kürek kemiği
arasına koydu. Peygamber (s.a.v.) secde vaziyetinde başını kaldırmadan öylece
durdu. Müşrikler gülmeye başladılar, hatta gülmekten kırıldılar. Bir kimse
hemen Fatıma (r.a.)'ya gidip durumu haber verdi. Fatıma o zaman küçük bir
kızdı. Koşarak geldi. Peygamber (s.a.v.) hâlâ secde vaziyetinde sabit
duruyordu. Nihayet Fatıma, o şeyleri sırtından atıp uzaklaştırdı. Ve bu işi
yapanlara karşı dönüp, onlara ağır sözler söyledi. Allah rasulü (s.a.v.),
namazı tamamladığı zaman üç defa:
- Ey Allah'ım,
Kureyş'i Sana havale ediyorum. Ey Allah'ım, Kureyş'i Sana havale ediyorum. Ey Allah'ım, Kureyş'i Sana havale ediyorum,
dedi. Sonra da isimlerini sayarak:
- Ey Allah'ım, Amr b.
Hişam'ı, Utbe b. Rabîa'yı, Şeybe b. Rabîa'yı, Velid b. Utbe'yi, Ümeyye b.
Halefi, Ukbe b. Ebu Muayt'ı ve Umâre b. Velid'i Sana havale ediyorum! dedi.
Abdullah b. Mes'ud
devamla şöyle dedi:
Vallahi, bu isimleri
sayılanları Bedir Günü'nde yere yıkılıp serilmişler gördüm. Sonra bunların
cesetleri kuyuya, yani Bedir Kuyusuna sürüklendi. Bundan sonra Allah Rasulü
(s.a.v.):
- Kuyuya atılanlara,
hemen ardından lanet gönderildi, buyurdu[485]
Buhari bu hadisi,
"Kadın, namaz kılmakta olan erkekten eza veren şeyi atıp uzaklaştırır
babı"nda nakleder.
Ömer (r.a.) anlatıyor:
"Ben, Allah Rasulü'ne:
- Ya Rasulullah, Senin
yanına iyi kimseler de giriyor kötü kimseler de.. Mü'minlerin annelerine hicabı emretsen!." dedim. Bu dileğim
üzerine Allah (c.c.), hicab âyetini indirdi."[486]
Aişe (r.a.) (ifk olayını) anlatıyor: "... Allah Rasulü (s.a.v.) minberden
şöyle seslendi:
- Ey müslümanlar
topluluğu, ev halkım hakkında bana ezası dokunan bir şahıstan dolayı bana kim
yardım eder? Vallahi Ben, ailem hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Bu
iftiracılar bir adamın da ismini ortaya attılar ki bu zat hakkında da hayırdan
başka bir şey bilmiyorum. Bu adı zikredilen şahıs şimdiye kadar benimle beraber
olmak müstesna ailemin yanına girmemiştir."...[487]
Enes b. Malik'in
anlattığına göre; "O, Allah Rasulü'nün kızı Ümmü Gülsüm'ün üzerinde ipek
siyerâ bir hırka görmüştür."[488]
Enes b. Malik
anlatıyor:
"Enes b. Malik'in
annesi Ümmü Süleym'in yanında yetim bir kız vardı. Bir kere Allah Rasulü
(s.a.v.) bu yetim kızı gördü de ona: 'A! Sen yoksa o, vaktiyle küçücük olan kız
mısın?! Ne kadar büyümüşsün! Yaşın büyümesin emi!' dedi. Yetim kızcağız, bu söz
üzerine ağlıyarak Ümmü Süleym'in yanına döndü. Ümmü Süleym:
- Sana ne oldu, ey
kızcağım? diye sordu. Kız:
- Allah'ın Peygamberi,
yaşımın büyümemesi için bana beddua etti. Artık şimdi benim yaşım ebediyen
büyümez! dedi. Bunu işiten Ümmü Süleym acele olarak burgusunu başına sararak
dışarı çıktı. Allah Rasulü'ne geldi. Allah Rasulü (s.a.v.) ona:
- Ne oldu ey Ümmü
Süleym?! buyurdu. Ümmü Süleym:
- Ey Allah'ın
Peygamber'i, Sen benim yetim kızıma beddua mı ettin?! diye sordu. Allah Rasulü
(s.a.v.):
- Bu da nereden çıktı
ey Ümmü Süleym? dedi. Ümmü Süleym:
- Kız, Senin ona
*yaşın büyümesin' diye beddua ettiğini iddia ediyor dedi. Bunun üzerine Allah
Rasulü güldü ve ardından şöyle dedi:
- Ey Ümmü Stileym, Sen benim, Rabb'ime karşı
şartım olduğunu bilmez misin?! Ben Rabb'ime karşı şunu şart kıldım ve dedim ki:
'Ben, ancak bir insanım. Her insanın memnun olması gibi Ben de memnun ve hoşnut
olurum. Ve yine her insanın öfkelenmesi gibi Ben de öfkelenirim. Bu nedenle,
Ben ümmetimden herhangi bir kişiye layık olmadığı bir şey ile beddua edersem
Sen, benim bu bedduamı o kimse için günahlarından arındıracak bir temizleyici,
bir zekat ve bir yakınlık vesilesi kıl da o kul kıyamet gününde bu vesile ile
yüce divanına yaklaşsın."[489]
Enes b. Malik
anlatıyor:
"Ensar'dan olan
kişiler bazı hurma ağaçlarının mahsûlünü Peygam-ber'e tahsis ediyorlardı. Bu
uygulama Kureyza ve Nadîr'i fethedinceye kadar sürdü. Benim ailem de bana
Peygamber'e gitmemi ve O'ndan vaktiyle Peygamber'e vermiş oldukları hurmaları
yahut bir kısmını geri istememi emrettiler. Peygamber de bizim vaktiyle
kendisine ödünç verdiğimiz hurma ağaçlarını bana verdi. Tam bu sırada Ümmü
Eymen elbisesini boynuna dolamış bir halde geldi (ve hurmaların mülkiyetinin
kendisine ait olduğunu sanarak):
- Hayır, asla!
Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki, Peygamber onları bana
vermişken size geri veremez!." demeye başladı. Veya buna benzer sözler
söylemeye başladı. Peygamber (s.a.v.) de O'na:
- Benim şu malım, o
ağaçların yerine senin olsun!" diyordu. Ümmü Eymen de Enes'e hitaben:
- Hayır, asla! Vallahi
vermem!" diyordu. Nihayet Peygamber, Ümmü Eymen'e onun on mislini yahut
buna benzer bir miktar verdi."[490]
İmran b. Husayn
anlatıyor:
"... Sonra
Ensar'dan bir kadın esir edildi ve meşhur Adbâ da (düşmanlar tarafından) alınıp
götürüldü. Nihayet bu Ensarî kadın bağlandı. Onu götüren baskıncı topluluk da
evlerinin önünde develerini dinlendiriyorlardı. Derken kadın bir gece birden
bire bağından kurtuldu. Hemen develerin yanına geldi. Bir erkek deveye
yaklaştı. Deve böğürmeye başladı. Kadın da bu deveyi bırakıp nihayet Adbâ'mn
yanına vardı. Adbâ ise hiç böğürmedi. [Ravi der ki: Bu Adbâ, eğitilmiş uysal bir
devedir.] Kadın, Adbâ'nın arka tarafına oturdu. Onu kaldırdı ve yola koyuldu.
Sonra kadını esir alan kimseler, kadının kaçtığını hissedip araştırdılar. Fakat
kadını bulamadılar. Kadın, eğer Allah kendisini bu Adbâ'nın üzerinde selâmete
ulaştırırsa onu muhakkak boğazlayacağına dair Allah için nezr etti. Bu hal
üzere Medine'ye gelip de halk onu gördükleri zaman:
- A..! Bu Allah
Rasulü'nün devesi Adbâ! dediler. Kadın
ise:
- Bu deve üzerindeki kadın, eğer Allah
kendisini bu deve üzerinde selâmete ulaştırırsa onu muhakkak boğazlayacağına
dair Allah için nezr etmiştir dedi. Akabinde Allah Rasulü'ne (s.a.v.) geldiler
ve bu nezr meselesini kendisine anlattılar. Bunun üzerine Allah Rasulü
(s.a.v.):
- Sübhânellâh..! Bu
kadın Adbâ'ya ne fena bir karşılık belirlemiş. Eğer Allah, kendisini bu dişi
deve üzerinde selâmete ulaştırırsa onu muhakkak boğazlayacağına dair Allah için
nezr etmiş..! (Deve onun kurtulmasına sebeb olacak, o da buna karşılık tutup
onu boğazlayacak. Bu ne fena bir karşılıktır.!). Günah hususunda yapılan nezr
ile kulun, malik omadığı bir şey hakkında yaptığı nezri yerine getirme yoktur
buyurdu."[491]
Aişe (r.a.) anlatıyor:
"Allah rasulü,
vefatına sebeb olan hastalığa yakalanmışken namaz vakti girmiş ve ezan da
okunmuştu. O (s.a.v.):
- Ebu Bekr'e söyleyin de insanlara namazı
kıldırsın!" buyurdu. ... Bunun üzerine Ebu Bekr, çıkıp namazı kıldırdı. Bu
esnada Peygamber, kendisinde bir hafiflik hissetti de iki kişiye dayanarak
namaza çıktı..."[492]
Hafız İbn-i Hacer dedi
ki: "İbn-i Hibban'm Asım'dan yaptığı rivayette şu açıklamalar da vardır:
Bu esnada Peygamber, kendisinde bir hafiflik hissetti de Büreyre ve Nûbe'ye
dayanarak namaza çıktı.[493]
...İbn-i Mace'nin Salim b. Ubeyd'den rivayet etiğine göre; Allah Rasulü
(s.a.v.), Bureyre ile diğer bir adama dayanarak namaza çıkmıştır. Ayrıca İbn-i
Mace, İbn-i Ebi Şeybe'den iyi bir senetle rivayet eder ki: Bu esnada Peygamber,
kendisinde bir hafiflik hissetti de Büreyre ve Nûbe'ye dayanarak namaza çıktı.[494]
...İmam Nevevî'nin de dediği gibi bu rivayetler şu şekilde toptan bir yoruma
tabi tutulabilir: Peygamber (s.a.v.),
Büreyre ve Nûbe'ye dayanarak evden mescide kadar gelmiş ve Abbas ile Ali
(r.a.) de Peygamber'i(s.a.v.) oradan, kollan arasına alarak namaz makamına
kadar getirmişti. Yada Allah rasulü (s.a.v.), daha kalabalık bir topluluk
tarafından taşınmıştır.[495]
Mü'minlere işkence
edilirken: Cündüb b. Süfyan anlatıyor:
"Allah'ın Resulü
(s.a.v.) rahatsızlandı da iki veya üç gece kalkmadı. Bir kadın geldi ve: Ey
Muhammed, ben umarım ki şeytanın seni bırakıp terketmiş olsun! Görüyorum ki iki
veya üç gecedir sana yaklaşmıyor, dedi. Bunun üzerine Allah (c.c):
"Kuşluk vaktine
ve durgunlaşan geceye and olsun ki, Rabb'in Seni bırakmadı ve sana
darılmadı." (Duna: I -3)
âyetini indirdi.[496]
(Bu olay, Mekke'de
bi'setten kısa bir süre sonra meydana gelmişti.) Münkerden men ederken: Ebu Zer
anlatıyor:
"Biz haram ayı
helal kılıyor oldukları için kavmimiz Gıfar kabilesini terk ettik. Ben,
kardeşim Uneys ve annemiz yola koyulduk. Dayımız olan bir zata konuk olduk.
Dayımız bizlere ikram ve ihsanda bulundu. Derken dayımızın kavmi bize haset
etti ve dayımıza:
- Sen ailenin yanından
dışarıya çıktığında Uneys ailenin yanına girdi dediler. Akabinde dayımız geldi
ve hakkımızda kendisine söylenen sözleri bize anlattı. Ben de dayımıza:
- Sen şimdiye kadar
bize yapmış olduğun iyilikleri böylece bulandınp berbat ettin. Artık bundan
sonra seninle bir araya gelme yoktur, dedim. Bunu takiben deve sürümüzü
yaklaştırıp üzerlerine bindik. Bu sırada dayımız elbisesine bürünerek ağlamaya
başladı. Biz tekrar yola koyulduk ve nihayet Mekke yakınına vanp orada
konakladık. Günün birinde kardeşim Uneys, bir kimse ile şiir müsabakasına
girdi. Uneys, deve sürümüzü rehin koydu. Rakip adam da bir o kadar deveyi rehin
koydu. İkisi de kahine geldiler, şiirlerini onun önünde okuyarak hangisinin
daha üstün olduğuna hükmetmesini istediler. Neticede kahin Uneysi daha üstün
ilan etti. Bunun üzerine Uneys, bizim deve sürümüzü ve beraberinde bir mislini
daha getirdi.
Ebu Zer, ravisi
Abdullah b. Samit'e:
- Ey kardeşimin oğlu,
ben Allah rasulü'ne kavuşmamdan üç sene önce namaz kılmışımdır dedi. Ben
Abdullah ona:
- Kimin için namaz
kıldın? diye sordum. Ebu Zer:
- Allah için! dedi.
Ben tekrar:
- Sen namaz kılarken
nereye yöneliyordun? dedim. Ebu zer:
- Rabbimin beni
yönelttiği yöne yöneliyordum. Yatsı namazını gecenin sonunda bir zamana kadar
kılardım da (yorgunluktan) bir örtü halinde atılır kalırdım. Nihayet güneş
benim üstüme yükselirdi dedi.
Bir defa Uneys:
- Benim Mekke'de bir
ihtiyacım var, sen burada benim işlerimi de gör, dedi. Akabinde Uneys, hareket
edip Mekke'ye kadar gitti. Oradan bana çok geç döndü. Ben kendisine:
- Ne yaptın? diye
sordum. Uneys:
- Mekke'de senin dinin
üzere olan bir adamla karşılaştım. O, Allah'ın kendisini peygamber olarak
gönderdiğini söylüyor dedi. Ben:
- İnsanlar onun
hakkında ne diyorlar? dedim. Uneys:
- Şairdir, kahindir,
sihirbazdır diyorlar. Halbuki Uneys de bir şairdi. Uneys:
- Andolsun ben
kahinlerin sözünü işitmişimdir. Onun sözü, kahin sözü değildir. Andolsun ben
onun sözlerini şiir kalıplarına, şiir türlerine uyguladım. Fakat benden başka
hiçbir şairin diline de onun bir şiir olduğu uygun gelmiyor. Allah'a yemin
ederim ki O, muhakkak doğru konuşan bir kimsedir. O'na, uydurma sıfatlar düzen
karşıtları ise yalancıdırlar dedi. Ebu zer dedi ki: Ben Uneys'e:
- Bu kez sen, benim
buradaki işlerime bak da ben gidip o zatı göreyim dedim. Akabinde Mekke'ye
geldim (O zat hakkında bilgi almak için) Mek-kelil'erden zaif bir kimse
araştırdım. Ve bir insana:
- Kendisine Sabiî
dediğiniz o kimse nerededir? diye sordum. O sorduğum insan bana doğru işaret
ederek:
- Bakın, tutun işte bir Sabiî! dedi. Bunun
üzerine Mekke vadisinin ahalisi her bir kesek ve kemikle bana hucüm ettiler.
Nihayet ben bayılarak yere düştüm. Sonra kendime gelip de kalktığım zaman,
sanki kanla kıpkırmızı olmuş bir put gibiydim. Zemzeme geldim. Kanlarımı
yıkadım ve suyundan içtim. Andolsun ki ey kardeşimin oğlu, Ben gece ile gündüz
arasında olmak üzere otuz gün orada kaldım. Benim zemzem suyundan da başka bir
yiyeceğim yoktu. Bununla beraber semizlendim, hatta karnımın etleri yiv yiv
bükülüp katlandı. Ben ciğerim üzerinde açlıktan oluşan yufkalık ve zayıflığı
hissetmedim. Mehtaplı bir gecede Mekke halkı kulakları üzerine yatıp uyudukları
ve Kabe'yi hiç kimsenin tavaf etmediği bir sırada Mekke-li'lerden iki kadın
gördüm. Onlar İsaf ve Naile putlarına dua ediyorlardı. Bu iki kadın tavafları
sırasında benim yanıma geldiler. Ben kendilerine hitaben:
- Siz bu iki putun
birini diğerine nikahlayın dedim. Fakat onlar İsaf ve Naile putlarına
yaptıkları duadan vazgeçmediler. Terar benim yanıma geldiklerinde hiç kinaye
yapmaksızın açıkça:
- Kereste gibi erkeklik aleti (ötekinin fercine
olsun)! dedim. Bunun üzerine kadınlar vaveyla kopararak ve:
- Keşke burada imdada
gelecek neferlerimizden herhangi birisi olsaydı.! sözlerini söyleyerek yürüyüp
gittiler. Derken Allah Rasulü ile Ebu Bekr yukarıdan aşağıya doğru inip
gelirlerken bu iki kadınla karşılaştılar...."[497]
Durum araştırması
yaparken: (Yukarıdaki hadisin devamı): Ebu Zer anlatıyor:
"... Derken Allah
Rasulü ile Ebu Bekr yukarıdan aşağıya doğru inip gelirlerken bu iki kadınla
karşılaştılar. Allah Rasulü:
- Size ne oldu? diye
sordu. Kadınlar:
- Kabe ile astan
arasında bir Sâbiî var! dediler. Allah Rasulü:
- O size ne söyledi?
buyurdu. Kadınlar:
- O bize, ağza
alınmayacak kadar çirkin bir söz söyledi dediler. Allah rasulü geldi.
Hacem'l-Esved'i istilam etti. Arkadaşı ile beraber Beyt'i tavaf ettikten sonrra
tavaf namazı kıldı. Ebu zer dedi ki: Allah Rasulü namazını bitirince ben:
- es Selamü Aleyke ya
Rasulullah! diyerek İslam selamı ile O'na ilk selam veren kişi oldum. Allah
Rasulü:
- Ve aleyke ve
rahmetûllahi! diyerek selamımı aldıktan sonra:
- Sen kimsin? diye
sordu.
- Gıfar kabilesindenim!
dedim..." Savaş esnasında:
Berâ b. Azib (r.a.)
anlatıyor:
"Biz o gün, yani
Uhud günü müşriklerle karşılaştık. Peygamber (s.a.v.) okçulardan ibaret olan
bir askerî birliği yerlerine oturttu, başlarına da Abdullah b. Cübeyr'i
komutan tayin etti. Ve onlara: 'Düşmanlara bizim galip geldiğimizi görseniz
dahi yerlerinizden ayrılmayın! Bize düşmanların galip geldiğini görseniz dahi
yerlerinizden ayrılmayın. Bize yardım da etmeyin (yani hiç bir surette
mevkilerinizi terk etmeyin)!' emrini verdi. Biz düşmanlarla savaşa girince
müşrikler bozularak kaçtılar. Hatta ben, kadınları paçalarını sıvamışlar ve
ayaklarındaki halhalları meydana çıkmış olarak dağda süratle kaçarlarken
gördüm..."[498]
Hafız İbn-i Hacer,
hadis hakkında şu açıklamaları yapar: "İbn-i İs-hak'ın Zübeyr b. Avvam'dan
yaptığı rivayette şu cümle de yer alır: Vallahi ben, Hind bin-t Utbe'yi ve
arkadaşlarını paçalarını sıvamışlar kaçarlarken gördüm. Onlardan birisinin
arkasında çok değil az bir kimse vardı."[499]
Zorluk ve helalarda:
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor:
"Peygamber
(s.a.v.) on kişilik bir keşif (casus) birliği hazırladı. Bunların başına Ömer
b. Hattab'ın oğlu Asım'in (ana tarafından) dedesi Asım b. Sabit el Ensarî'yi
kumandan tayin etti. Keşif birliği hareket etti. Hihayet bu birlik Mekke ile
Usfan arasına geldi. Onların bu mevkiye geldikleri haberi, Huzeyl kabilesinden
Lıhyân oğulları denilen bir oymağa bildirildi. O oymak halkı, yüze yakın
nişancı kişi ile birliğin ardına düştüler, izlerini sürdüler. Nihayet keşif
birliğinin daha önce konaklamış oldukları bir menzile geldiler. Orada keşif
birliğinin Medine'den azık olarak yanlarına almış oldukları hurmaların
çekirdeklerini buldular. Bunun üzerine; "İşte bunlar, Yesrib
hurmalarıdır" dediler ve tekrar seriyyenin izleri sürdüler ve sonunda
seriyyeye ulaştılar. Asım ve arkadaşları, dağa vardıkları zaman yüksek bir
tepeye sığındılar. Onları takip eden Lıhyan oğullan okçuları onları çepe çevre
kuşattılar ve:
- Eğer yanımıza
inerseniz hiç birinizi öldürmeyeceğimize dair kesin söz veriyoruz! diye
bağırdılar. Bunun üzerine Asım (arkadaşlarına):
- Ben bir kafirin zimmetine güvenip de asla
aşağıya inmem! Ey Allah'ım, Peygamber'ini durumumuzdan haberdar et! diye dua
etti.
Bunun üzerine Asım ve
arkadaşları müşriklerle çarpışmaya başladılar. Nihayet müşrikler Asım b. Sabit
de aralarında olmak üzere yedi kişiyi oklarla şehid ettiler. Geriye Hubeyb b.
Adiy, Zeyd b. Dessine ve bir diğer kimse kaldı. Müşrikler onları
öldürmeyeceklerine dair yemin ettiler. Bu söz üzerine mücahidler sığındıkları
tepeden müşriklerin yanına inerek teslim oldular. Lıhyan oğulları mücahidleri
ele geçirdikleri zaman kendi yaylarının kirişlerini çözüp bunlarla o üç
mücahidi bağladılar. Bunun üzerine iki
mücahidin beraberinde bulunan o üçüncü kişi -ki bu; Abdullah b. Tarık'tır-: -
İşte ahde vefasızlığın, verilen sözü tutmamanın bir başlangıcı bu!." dedi
ve onlarla gitmemek için diretti. Müşrikler de onu saçlarından sürükleyerek
zorla getirmeye çalıştılar. Abdullah gitmemekde ısrar edince hemen O'nu da
şehid ettiler. Lıhyan oğulları azgınları, Hubeyb ile Zeyd'i götürüp Mekke'de
sattılar. Haris b. Nevfel oğullan, Hubeyb'i satın aldı. Çünkü Hubeyb, Bedir
günü Haris b. Amir'i öldürmüştü. Hubeyb, Haris oğullan yanında (haram aylar
geçinceye kadar) esir olarak kaldı. Nihayet O'nu öldürmeye karar verdiler.
Hubeyb, Haris kızlarının birinden etek ve koltuk altı tıraşı olmak için bir
ustura ödünç istedi. Kadın O'na istediği usturayı verdi.
Olayın bundan
sonrasını, ustura istediği kadın şöyle anlatır:
"Bu arada ben
farkında değilken benim çocuğum, Hubeyb'in yanına gitmiş. Hubeyb de (elinde
ustura) çocuğu kucağına almış. Ben çocuğumu bu vaziyette görünce Hubeyb onu
ustura ile kesecek diye çok korktum. Hubeyb, benim bu korkumu anladı da:
- Çocuğu
öldüreceğimden mi korkuyorsun? Ben asla bu işi yapacak biri değilim, dedi.
Zeynep adındaki aynı kadın şöyle devam etti:"Ben asla Hu-beyb'den daha iyi
bir esir görmedim. Yemin olsun bir gün O'nu zincire vurulmuş bağlı halde
elinde bir salkım üzüm, yerken gördüm. Halbuki o sıralarda Mekke'de bu meyve
hiç bulunmuyordu. Bu, ancak Allah'ın Hubeyb'e ihsan ettiği bir rızıktı."
Nihayet Hubeyb'i
öldürmek için Harem'den çıkardılar. Hubeyb Onlara:
- Beni bırakın da iki
rekat namaz kılayım" dedi. Sonra namazını bitirip onların yanına geri
döndü ve:
- Eğer ölümden korktu
da onun için namazı uzattı demeyeceğinizi bilseydim muhakkak namazı
uzatırdım" dedi. İşte böylece, öldürülmeden önce iki rekat namaz kılma
sünnetini ilk adet ve sünnet edinen kimse Hubeyb b. Adiy olmuştur. Bundan sonra
Hubeyb idam sehpasında:
- Ey Allah'ım, hepsini
tek tek say. Onlardan hiç birini diri bırakma!, diye beddua etti. Ardından şu
beyitleri okudu:
"Müslüman olarak
öldürülecek olunca
Vurulup hangi yanım
üzere düşersem düşeyim.
Vallahi aldırmam artık
hiç bir şeye,
Çünkü bunların hepsi,
O Jlah'ın uğrundadır.
Şu dağılıp tarumar
olan bedenimi,
Eğer dilerse O, feyze
erdirir..."
Bundan sonra Ukbe b.
Haris kalktı, Hubeyb'e yaklaştı. Ve O'nu şehid etti. Kureyş, müşrikleri Asım'ın
cesedinden bir parça kesip getirmek için O'nu tanıyan adamlar gönderdiler.
Çünkü Asım, Bedir'de Kureyş'in ileri gelenlerinden bazılarını öldürmüştü. Yüce
Allah da onun cesedinin üzerine bulut karaltısını andıran an sürüsü gönderdi.
Bu arı sürüsü onu, Kureyş'in adamlarından korudu. Onlar onun cesedinden hiç bir
şey alamadılar."[500]
Mahkemeleşme anında:
Abdullah b. Ömer
anlatıyor:
"Yahudiler, Allah
Rasulü'ne geldiler de kendilerinden bir adamla bir kadının zina ettiklerini
haber verdiler. Allah rasulü (s.a.v.) onlara:
- Siz recm hakkında
Tevrat'ta hangi hükmü buluyorsunuz? diye sordu. Onlar: "Biz zina edenleri
teşhir ederiz. Ayrıca zaniler, bir değnekle dövülürler" dediler. Abdullah
b. Selam bunlara:
- Yalan söylüyorsunuz! Tevrat'ta recm âyeti
vardır, dedi. Bunun üzerine onlar Tevrat'ı getirdiler. Kitabı açtılar.
Yahudilerden biri (Abdullah b. Surya) elini recm âyeti üzerine koydu. Ondan
önceki ve sonraki âyetleri okumaya başladı. Abdullah b. Selam ona:
- Elini kaldır! dedi. O da elini kaldırınca
recm âyeti ortaya çıktı. | Yahudiler:
- Ey Muhammed, Abdullah b. Selam doğru söyledi.
Gerçekten Tevrat'ta recm ayeti vardır.! dediler. Yapılan soruşturma sonucu
zinanın îabit olması üzerine Allah Rasulü (s.a.v.), bu iki zinakârın recm
edilmelerini emretti. Onlar da recm olundular.
Abdullah b. Ömer: Ben,
recm edilirken bir yahudinin, atılan taşlardan cadını korumak için kadının
üzerine kapanırken gördüm."[501]
İyilik ederken ve
iyilik beklerken: Ebu Said el Hudri anlatıyor:
"Bir yolculuk
yapıyorduk. Bir ara bir yerde konakladık. Bu sırada bir
[iz gelerek:
- Kabilenin büyüğünü
bir akrep soktu. Erlerimiz de yanımızda yok. çinizde ilaç yapabilen biri var
mı? diye sordu. [Bir başka rivayette [502]:
Müslümanlar bu kabileden kendilerini konuk etmelerini istemişler, fakat abile
onları ağırlamayı reddetmişti.] Bir adam kalkarak o kız ile birlikte gitti. Biz
onun rukye yaptığını bilmiyorduk. O adam, sokulmuş kimseye rukye yaptı. Hasta
derhal iyileşti. Ve rukye yapana otuz koyun verilmesini emretti. Bizlere de süt
içirdi. Rukye yapan adam geri geldi. Biz ona:
- Sen güzel rukye
yapmasını biliyor muydun? Sen rukye yapmasını biliyor muydun? diye sorduk.
Adam:
- Hayır bilmiyordum. Ben sadece Fatiha sûresini
okudum, hepsi o kadar. dedi. Biz birbirimize:
- Biz (Medine'ye)
varıncaya ya da olanları Peygamber'e anlatıp sorun-caya kadar kimseye bir şey
söylemeyin! dedik. Nihayet Medine'ye vardığımızda durumu Peygamberce ilettik.
Peygamber (s.a.v.):
- Fatiha süresinin bu
kadar etkili bir dua olduğunu nereden biliyordu?! Şimdi sürüyü bölüşün ve bana
da bir pay ayırın, dedi."[503]
İmran (r.a.)
anlatıyor:
"Biz, Peygamber
(s.a.v.) ile birlikte bir yolculuğa çıkmıştık... Bir müddet sonra insanlar,
kendisine susuzluktan yakındılar. Peygamber (s.a.v.) konakladı. Falanı
çağırdı... Ali'yi de çağırdı.
- Gidin su araştırın!
emrini verdi.îkisi gittiler. Nihayet devesi üzerinde iki büyük kırba yahut iki
tulum arasına oturmuş giden bir kadına rastladılar. Kadına:
- Nerede su
bulabiliriz? diye sordular. Kadın:
- Dün bu saatte suyun
başında idim. Adamlarımız yolcudurlar, bizi arkada bıraktılar, dedi.
- Öyle ise yürü!
dediler. Kadın:
- Nereye? diye sordu.
Adamlar:
- Allah rasulü'nün
yanına.! dediler. Kadın:
- Şu dinini değiştiren
adamın yanma mı? dedi.
- O, senin kastettiğin adamın yanına; haydi
yürü.! dediler. Kadını Peygamber'in yanına getirdiler ve olanları anlattılar.
Râvi der ki: Kadını
devesinden indirdiler. Peygamber bir kap istedi. O iki kırbanın/tulumun
ağızlarından kaba su boşaltıp ağızlarını bağladı. Öteki taraflarındaki
ağızlarını açtı ve:
- Gelin;
Hayvanlarınızı sulayın ve kendinize de su alın! diye insanlara seslenildi.
Bunun üzerine; dileyen hayvanını suladı, dileyen de kendisi için su aldı. En
sonunda da Allah Rasulü, cüniip haldeki kimseye bir kap su vererek:
- Git; Üstüne dök!
buyurdu. O kadın ayakta, suyunu nasıl kullandıklarına bakıp duruyordu. Allah'a
yemin ederim ki, artık su alma işinden vazgeçildi de hâlâ kırbalar bize, su
almaya başlamadan öncekinden daha dolu görünüyordu. Peygamber:
- Kadın için bir
şeyler toplayın! diye emretti. Kadın için, en iyi Medine hurmasından, undan,
kavuttan bir çok şeyler topladılar. Hatta ona bir hayli de buğday verdiler.
Bunların hepsini çuval cinsinden bir bez içine koydular. Kadını devesine
bindirip çuvalı da kucağına verdiler. Allah Rasulü (s.a.v.), kadına:
- Görüyorsun ki senin
suyundan hiç bir şey eksiltmedik. Çünkü bize su verip, bizi suyu kandıran ancak
Allah Mır buyurdu..."[504]
Esirlerle birlikte:
İyas b. Seleme dedi
ki: Babam Seleme bana anlattı:
"Başımızda Ebu
Bekr komutan olduğu halde Fezare Oğulları gazvesini yaptık. Ebu Bekr'i, Allah
Rasulü komutan olarak tayin etmişti. Bizimle suyun arası bir saat olunca; Ebu
Bekr bize emretti de gecenin sonunda dinlenmek için konakladık. Sonra Ebu
Bekr, baskın yapacak atlıları ayırdı. Atlılar düşman üzerine hucüm ettiler ve
derhal suyun başına vardılar. Ve artık su kenarında öldüren öldürdü, esir alan
esir aldı. Bu arada ben içlerinde kadın ve çocuklar bulunan bir insan topluluğu
görüverdim. Onların dağ tarafına doğru beni geçip kaçmalarından korktum da
onlarla dağ arasına ok atışları yaptım. Okları gördükleri zaman durdular.
Akabinde ben onları önüme katarak getirdim. Bu topluluk arasında Fezare
Oğullarından bir kadın bulunuyordu ki dünya güzeli bir kızı vardı. Ben bu
kafileyi sürüp getirdim. Onları Ebu Bekr'e teslim ettim. Ebu Bekr, o kadının
kızını bana (özel) ganimet olarak verdi..."[505]
Enes (r.a.) anlatıyor:
"Allah Rasulü (s.a.v.) Hayber gazasına çıkmıştı... Biz Hayber'i savaşarak
fethettik. Savaş esirleri toplandı. Akabinde Dıhye gelerek:
- Ey Allah'ın Peygamber'i, bana esirlerden bir
cariye ver!' dedi. Peygamber ona:
- Git, bir cariye al!
buyurdu. Dıhye, Huyey kızı Safiyye'yi aldı. Bunun üzerine bir kimse Peygamber'e
gelip.
- Ey Allah'ın Peygamber'i, Dıhye'ye Kureyza
Oğulları ile Nadr Oğulları kabilelerinin efendisi olan kadını verdin. Halbuki
bu kadın, Sen'den başkasına yakışmaz, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):
- İkisini bana
çağırın! buyurdu. Dıhye, Safıyye'yi Peygamber'e getirdi. Peygamber (s.a.v.),
Safîyye'ye baktı ve Dıhye'ye:
- Esirlerden başka bir cariye al! dedi.
Peygamber (s.a.v.), Safıyye'yi azat ederek onunla evlendi..."[506]
Hediye verirken:
Enes b. Malik
anlatıyor:
"(Hayber'de) Bir
Yahudi kadın, Peygamber'e, kızarmış zehirli bir koyun getirdi. Peygamber
(s.a.v.), etten bir parça yedi (ve zehirli olduğunu haber verdi). Derhal kadın
getirildi (ve niçin yaptığı soruldu. Kadın suçunu itiraf etti.). Sahabeler:
- Kadını öldürelim mi?
diye sordular. Peygamber (s.a.v.):
- Hayır, öldürmeyin!
buyurdu. Enes b. Malik devamla:
- Bu bir lokma zehirli
etin bıraktığı izi, Allah Rasulü'nün küçük dilinde hâlâ tanırım demiştir."[507]
HİÇ KUŞKUSUZ miislüman
kadın, Allah'ın kitabında indirdiği ve Ra-sulü'nün (s.a.v.) de sünnetiyle
açıkladığı hidayetinden bir nur üzere hayatına yön verir. Burada, çalışan
kadının durumuyla ilgili olarak sunacağımız pratik olaylar, sadece Kur'an
âyetleri veya sahih sünnet hadisleri arasında herhangi bir münasebetle
anlatılan örneklerdir.
Müslüman kadının
çalışma hayatıyla ilgili gerek peygamberimiz ve gerek Önceki peygamberler
dönemindeki pratik uygulamalar bir araya getirilirse görülecektir ki bunlar,
Allah'ın yol göstermesinin sınırlı Örnekleridir. Halbuki gerek çağımızda
gerekse eski çağlarda, konuyla ilgili pratik alan çok geniştir ve her çağın
şartlarına uygun yeni pratiklerin ortaya çıkma ihtimali de pek çok yüksektir.
Okuyucu burada
sunduğumuz uygulamaların bazılarında kadınların, çalışmalarını ücretsiz olarak
yaptıklarını görecektir. Madem ki Allah, bu veya o tür işler için bir araya
gelmeye izin vermiştir; öyleyse işin ücret karşılığında veya ücretsiz olarak
yapılmış olması arasında fark yoktur.
Bu araştırmamızda
bîzim için Önemli olan; kadın ile erkeğin ihtiyaca uygun olarak biraraya
gelmelerinin meşru' olduğunu isbat etmektir.
Gelen bölümde, risalet
çağında kadının çalıştığı iş alanlarını açıklayacağız.
Ücret Karşılığı Süt
Annelik ve Dadılık: Allah (c.c.) buyurdu ki:
(Boşandığınız ) O kadınları, gücünüz ölçüsünde
oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun ve onları sıkıştırmak için kendilerine
zarar vermeğe kalkışmayın. Şayet hamile iseler doğum yapıncaya kadar onların
geçimini sağlayın. Sonra sizin için (çocuğunuzu) emzirirlerse onlara
ücretlerini ödeyin. Aranızda güzellikle konuşup anlaşın (da emzirme, ücret ve
diğer hususları çözümleyin. Anlaşmakta) güçlük çekerseniz çocuğu başka bir
kadın emzirecektir." (Talak, 6)
Enes b. Malik
anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.): Bu gece benim bir oğlum oldu. O'na, atam
İbrahim'in adını verdim, buyurdu. Sonra çocuğu (ibrahim'i) Ebu Seyf denilen
demircinin karısı Ümmü Seyf'e (süt annesi olarak) verdi.
Başka bir rivayet ise
Enes b. Malik *in şöyle dediği rivayet edilir: "Ben Allah Rasulü kadar
çoluk çocuğuna, aile efradına, himayesi altındakilere merhametli hiç kimse
görmedim. Allah Rasulü'nün oğlu İbrahim, Medine'nin civar köylerinden birinde
(süt annesinin yanında) bulunuyordu. Allah Rasulü, bizi de yanına alarak oğlunu
ziyarete giderdi. Ev iyice dumanlandığı bir zamanda Allah Rasulü, İbrahim'i
ziyarete geldi ve Onu görmek için eve girdi. İbrahim'in süt babası bir demirci
idi. Allah resulü (s.a.v.), İbrahim'i kucağına aldı. Onu öptü. Sonra bırakıp
geri döndü..."[508]
Çobanlık
Muaviye b. Hakem
el-Sülemi anlatıyor: Benim bir cariyem vardı. Uhud ile Cevvaniye taraflarında
koyunlarımı güderdi. Bir gün yanına çıkıp vardım. Bir de ne göreyim;
koyunlarımdan birini kurt kapmış! Ben de insanım. Bir insan olarak ben de
öfkelenip kızdım. Ardından cariyeye şiddetli bir tokat attım. Sonra zaman
yitirmeden Allah Rasulü'ne (s.a.v.), geldim. Durumu kendisine haber verdiğimde,
tokat vurmama çok Öfkelendi. O'na (s.a.v.) dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü
(s.a.v.) cariyeyi azat edeyim mi? Allah Resulü (s.a.v.): Onu bana getir!
buyurdu. Cariyeyi O'na (s.a.v.) getirdim. Allah Rasulü (s.a.v.) cariyeye: Allah
nerededir? diye sordu. Cariye: Gökyüzünde, diye cevap verdi. Sonra, 'Ben kimim'
diye sordu. Cariye: Sen, Allah Rasulüsün, dedi. Allah Rasulü bana dönerek: Onu
azat et, çünkü o, iman etmiş (mü'mine) biridir! buyurdu.[509]
Sa'd b. Muaz
anlatıyor: Ka'b b. Malik'in, Sel' dağında, koyunlarını güden bir cariyesi
vardı. Koyunlardan bir tanesi yaralandı. Cariye koyun ölmeden yetişip keskin
bir bıçakla onu kesti. Daha sonra bu olay Peygam-ber'e sorulunca, O ( s.a.v.):
Onu yiyiniz! buyurdu.[510]
Hafız ibn-i Hacer,
Meymune'nin, genç kölesini azat etmesi ile ilgili hadisi açıklarken şöyle
demektedir: (... Nesai'nin rivayetinde şu cümle de vardır: Allah Raulu
(s.a.v.):O köleyi, kardeşinin kızını koyun gütmekten kurtarma karşılığında feda
etseydin ya ! " buyurdu.)[511]
Tarım ve ağaçlandırma
Cabir b. Abdullah
anlatıyor: Teyzem boşanmıştı. Akabinde hurmalarının meyvelerini toplamak
istedi. Fakat bir adam onu dışarı çıkmaktan alıkoydu. Bunun üzerine teyzem
peygambere geldi. Peygamber (s.a.v.) ona: Hayır! Aksine sen hurmalarını topla.
Belki tasadduk eder veya bir iyilik işlersin! buyurdu.[512]
Cabir (r.a.)
anlatıyor: Ümmü Mübeşşir el-Ensariyye, kendisine ait hurmalığında olduğu bir
zamanda peygamber yanına geldi. Kadına hitaben: Bu hurmalığı yapan müslüman
biri midir yoksa kafir biri mi?!., diye sordu. Kadın: Bilakis müslümandır, diye
cevap verdi. Bunun üzerine peygamber ona: Bir müslüman bir ağaç diker, bir ekin
eker de onun mahsulünden herhangi bir insan, bir hayvan veya herhangi bir şey
yerse, bu (o ağacı diken yahut eken müslüman için) mutlaka bir sadaka olmuştur,
dedi.[513]
Ebu Humeyd Saidi
anlatıyor: Biz , peygamber (ş.a.v.) ile birlikte Tebük savaşını yaptık.
Peygamber (s.a.v.), Vadiu'l-Kura'ya geldiği zaman kendi bahçesinde çalışan bir
kadına rastladı. Peygamber (s.a.v.), sahabelerine: Şu bahçedeki hurmayı tahmin
ediniz! dedi. Allah Rasulü (s.a.v.) de on vesk tahmin etti. Akabinde bahçe
sahibesi kadına: Hurmaları topladığın zaman ağaçtan toplanan hurmayı say,
buyurdu.
Tebük'e gelince
Rasulullah( s.a.v.): Dikkat edin! Bu gece şiddetli bir rüzgar esecek. Sakın
kimse oturduğu yerden ayağı kalkmasın! Beraberinde devesi olan da devesini
sıkıca bağlasın, buyurdu. Bu emir üzerine develeri sıkıca bağladık. Gerçekten,
o gece şiddetli bir rüzgar esti. O sırada adamın biri ayağa kalktı. Rüzgar, onu
Tayy Dağı'na sürükleyip attı.
Bu yolculuk sırasında
Eyle kralı, Peygamber'e beyaz bir katır hediye etti ve bir de Peygamber'e hırka
giydirdi. Peygamber (s.a.v.) de bu krala, deniz kenarında oturan halklar için
eman yazdı.
Dönüşte Peygamber
(s.a.v.) Vadiu'l-Kura'ya geldiğinde hurmalık sahibi kadına: Bahçenden ne kadar
hurma çıktı? diye sordu. Kadın: Allah Ra-sulü'nün tahmini üzere on vesk çıktı
dedi.[514]
Zanaatkârlık ve el
işleri
Abdullah b. Mesud'un
hanımı Zeynep anlatıyor: Mescidde idim. Peygamberi gördüm,şöyle diyordu:
Kadınlar.! Takılarınızdan dahi olsa sadaka verin! Zeynep ise hem kocası Abdullah'a
hem de kendi himaye ve terbiyesi altında bulunan birtakım yetimlere infakta
bulunuyordu. Zeynep Abdullah'a: Allah Rasulü'ne sor bakalım; benim sana ve
himayem altındaki yetimlere infakta bulunmam, benden sadaka olarak yeter mi?
dedi.[515]
İbn'i Mace'de yer alan
rivayette de Zeyneb'in, el işlerine eli yatkın bir kadın olduğu anlatılır.[516]el'Tabakat'ül-Kübra
adlı kitapta ise şunlar anlatılmaktadır: Abdullah b. Mesud'un karısı ve
çocuğunun annesi elleriyle çalışan zanaatkar bir kadındı. Peygambere: Ya
Rasulullah! Ben, zanaat sahibi bir kadınım. Yaptıklarımı satıyorum. Ancak ne
ben, ne kocam ve ne de çocuklarım hiç birşeye sahip değiliz, dedi. Ardından,
ailesine yaptığı harcamaların durumunu sordu. Allah Rasulü (s.a.v.) O'na:
Onlara yaptığın harcamaların ecri senindir, buyurdu.[517]
Sa'd b. Sehl şöyle
dedi: Bir kadın (Allah Rasulü'ne) bir bürde getirdi. Sa'd yanındakilere: Bürde
nedir, bilir misiniz? diye sordu. Cevaben: Evet o, kişinin üzerine alıp
büründüğü bir örtüdür, kenarları da örülmüştür, denildi. Kadın: Ya Rasulullah,
bu bürdeyi ellerimle ördüm, dedi."[518]
Ev zanaatları bize, el
Tabakat'ül-Kübra'da yer alan bir diğer iş sahası ile ilgili hoş bir kıssayı
hatırlatıyor. Bu, kimi zamanlar ev içinde yapılan bir ticaret çeşididir. Ebu
Ubeyde b. Muhammed b. Ammar b. Yasir, Rubeyyi' b. Muavviz b. Afra'dan
anlatıyor: Rubeyyi' şöyle dedi: Ömer b Hattab'ın hilafeti zamanında, ensardan
bir grup kadınla birlikte Ebu cehil'in annesi Esma bint-i Mahrame'nin yanına
vardım. Bu kadının oğlu Abdullah b. Rebia, ona Yemen'den parfüm gönderiyordu.
O, bu parfümleri satıyor, biz de kendisinden satın alıyorduk. Benim şişeme
doldurup, yanımdaki kadınlara tarttığı gibi bana da tarttı. Sonra dedi ki:
'Bana olan borcunuzu yazın!.' Ben de: 'Evet ben, Rubeyyi' bint-i Muavviz'in ona
olan borcu' diye yazacağım!'dedim. Esma: 'Benden gerice dur! Sen, efendisini
öldüren adamın kızısın!' dedi. (Rubeyyi'in babası, Bedir savaşında Ebu Cehil'i
Öldürenler arasında idi.) Ona: 'Hayır, hiç de değil.! Aksine ben, kölesini
öldüren adamın kızıyım.!* dedim. O, bana: Vallahi, asla sana bir şey satmam.!'
dedi. Ben de ona: Bilakis asla, ben senden hiç bir şey satın almam. Vallahi
sattığın parfümün kokusu ne hoş, ne de güzeldir..! Ey çocuğum, vallahi o
parfümden daha güzelini koklamadan. Fakat, bir kere öfkelenip kızmıştım'.[519]
Zanaatla ilgili işyeri
işletme
Cabir b Abdullah
(r.a.) anlatıyor: Ensardan bir kadın Allah Rasulü'ne (s.a.v.) şöyle dedi: '...
Benim, marangoz bir kölem var.' Başka bir rivayette ise konu şu şekilde
anlatılır [520]: 'Kölesine emretti. O da
ılgın ağaçlarından kesti ve Peygamber için bir minber yaptı..'[521]
İş yeri çalıştırma
konusunda okuyucuya, sahabe Ümmü Şüreyk'in evini misafirlere açışını ve ilk
muhacirlerin ona konuk oluşlarını hatırlatırız. Bu olay, misafir ağırlama
amacıyla bir evin çalıştırılmasına çok benzemektedir. Nevarki,bu ağırlama
ücretsiz olarak yapılmaktaydı.
Hasta bakıcılık
A- Hastaların tedavi
edilmesi
Aişe (r.a.) anlatıyor:
Sa'd, Hendek günü vuruldu. O'na Kureyş'ten Hibban b. Arife (bu adam, Mais b.
Amir b. Lüey oğullarından Hibban b. kays'dır.) denilen bir adam ok atmıştı. Kol
damarından yaralanmıştı. Peygamber (s.a.v.) yakından ona hasta ziyareti yapmak
için mescidde bir çadır kurdurdu... Mescidde Gıfar oğullan'ndan kimi insanlara
ait bir çadır daha vardı. Kendilerine doğru akıp gelen kanla irkildiler. Ğıfar
oğullan: 'Hey çadır sakinleri.! Sizin tarafınızdan bize doğru akıp gelen bu kan
da nedir!?.' dediler. Bir de baktılar ki, Sa'd sürekli kan kaybediyor. İşte
Sa'd, bu yaradan dolayı öldü.[522]
Hafız İbn-i Hacer,
'Gıfar oğulları'ndan kimi insanlara ait bir ça-dır'sözünü açıklarken aşağıdaki
bilgileri verir: 'İbn-i İshak'ın açıklamalarına göre çadır, Eslemiyye
kabilesinden Refide adında bir kadına aitti. Bu kadının kocası, Gıfar oğulları
soyundan olabilir.[523] ...
Allah Rasulü (s.a.v.) Sa'd'ı, mescidde Refide'nin çadırına yerleştirdi. Refîde,
hastalan tedavi eden bir kadındı. Peygamber (s.a.v.): 'Sa'd'ı Refide'nin
çadırına yatırın ki, böylece onu yakından ziyaret edebileyim' dedi.[524]
Hafız İbn-i Hacer,
Ümmü Atiyye'den rivayet edilen 'hastaların başında bekler, yaralıları tedavi
ederdik' hadisini şerhederken ise şu açıklamalarda bulunur: 'Bu hadisten
çıkarılan sonuçlardan biri de şudur: İlaç hazırlama ve hastalara verme
örneklerinde görüldüğü gibi kadının yabancı erkeği tedavi etmesi caizdir.Ancak,fitneden
emin olunulduğu ve ihtiyaç duyulduğu zamanlar hariç, tedavi esnasında doğrudan
temasta bulunulmaz.'[525]
B. Rukye tedavisi
Enes b. Malik
anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.), ensardan bir ev halkına (zehirli hayvanların
) zehirinden ve kulak ağrısından dolayı rukye tedavisi yapmalarına izin verdi.[526]
Sahih bir hadiste
anlatıldığına göre; ensardan bir adam, egzama hastalığına yakalandı. 'Egzamayı
iyileştirmek için rukye tedavisi yapıyor' diyerek Şifa bint-i Abdullah'a
götürüldü. Kadına geldiğinde, kendisine rukye yapmasını istedi. Kadın:
'Vallahi, müslüman olduğum günden beri egzama için rukye yapmadım'dedi. Adam
Allah Rasulü'ne (s.a.v.) geldi. Şifa'nıri söylediklerini peygambere anlattı.
Allah Rasulü (s.a.v.) Şifa'yı çağırttı ve O'na: Nasıl rukye yapıyorsun bana
göster !' dedi. Kadın da gösterdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): 'O'na
rukye tedavisi yap!' 'Hafsa'ya, yazmayı öğrettiğin gibi rukye yapmasını da
öğret, buyurdu.[527]
Silahlı kuvvetlere
-hizmet
Rubeyyi' bint-i
Muavviz anlatıyor: Biz, Peygamberle beraber savaşlara katılırdık. Ordunun su ihtiyacını karşılar,
onlara hizmet ederdik. Yaralıları ve şehitleri Medine'ye geri taşırdık.[528]
Ümmü Atiyye
el-Ensariyye anlatıyor: Ben, Allah Rasulü (s.a.v.) ile beraber yedi savaşa
kaüldım.Geride konaklama yerinde kalır, orduya yemek yapardıhı.[529]
Temizlik işleri
Müslüman kadınların,
sosyal etkinliklere katılmaları konusunda, kadın sahabelerin mescid-i
nebevi'yi, gönüllü/bir hobi olarak temizlemeleri gündeme gelecektir. Daha önce
de belirttiğimiz gibi kadınların, ücretsiz olarak yaptıkları bu işi, daha
sonraları bir ücret karşılığı yapmaları, Şari'in bu alanda, kadınlara verdiği
çalışma iznini ortadan kaldırmaz.
Ev işleri:
Ümmü Seleme (r.a.)
anlatıyor: ... Peygamber'e (s.a.v.) bir cariye gönderdim. Ve cariyeye dedim
ki: Peygamber'in yanında dur ve -Ya Rasululah, sana, Ümmü Seleme; şu iki rekat
namazdan nehyettiğini işittim. Halbuki, şimdi o iki rekatı kıldığını
görüyorum., diye soruyor, de dedi. Cariye de kendisine söyleneni yaptı...[530]
Ümmü Seleme (r.a.)
anlatıyor: Peygamber (s.a.v.), O'nun (r.a.) evinde yüzünde kırmızıya çalan bir
siyahlık bulunan bir cariye gördü. Bize dönerek: 'Buna rukye tedavisi yapın!
Zira, ona nazar değmiştir' buyurdu.[531]
Ebu Bekr'in kızı Esma
(r.a.) anlatıyor: Zübeyr ile evlendiğimde Zübeyr'in ne bir malı vardı ve ne de
bir kölesi. O'nun dünyalık olarak sahip olduğu tüm mal varlığı; su taşımakta
kullandığı devesi ile atından ibaret-ti.Atını ben sular; otunu da, yemini de
ben verirdim. O'nun su kırbasını ben dikerdim. Hamuru ben yoğururdum... Sonra
Allah Rasulü (s.a.v.) Zübeyr'e bir miktar hurmalık verdi. Ben, Zübeyr'in bu
hurmalığından başımın üstünde hurma çekirdeği taşırdım. Bu hurmalık, evimden
bir fersahın üçte ikisi kadar uzakhktaydı...Ebu Bekr (r.a.), bana, at seyisliği
yapacak bir hizmetçi gönderinceye kadar ben, bu aile yükünü çektim. Babam,
hizmetçi göndermekle sanki beni azat etmişti.[532]
Ebu Bekr'in oğlu
Abdurrahman (r.a.) anlatıyor: Suffe ashabı bir takım fakir insanlardı. Bir
defasında Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: Evinde iki kişilik yemeği olan
onlardan bir üçüncüsünü, dört kişilik yemeği olan bir beşincisini veya
altıncısını alıp beraberinde götürsün.! Ebu Bekr (r.a.), bunlardan üçünü eve
getirdi. Peygamber (s.a.v.) de on kişiyi evine götür-dü.Abdurrahman dedi ki:
Bizim ev halkı; ben, babam, annem ve bizim ev ile Ebu Bekr'ir evirde ortak
hizmet gören hizmetçiden ibaretti.Ravi dedi ki: Abdurrahman 'bir de karım' dedi
mi demedi mi bilemiyorum.[533]
Muaviye b. Süveyd
anlatıyor: Ben, bize ait bir köleyi tokatlamıştım da köle kaçmışdı. Sonra
Öğlenden biraz önce gelip babamın arkasında namaz kildım.Babam, beni ve köleyi
çağırdı. Köleye: Bunun sana yaptığının aynısını sen de ona yap! dedi. Köle affetti. Sonra babam şöyle dedi:
Bizler,yani Mukarrin oğullan, Allah Rasulü (s.a.v.) zamanında bir tek
hizmetçiden başkasına sahip değildik. Bizlerden biri bu hizmetçi kadım
tokatladı. Nihayet bu tokatlama olayı Peygamber'e ulaştı. Peygamber (s.a.v.):
Onu azat edin.! buyurdu. Yanındakiler: Onların bundan başka hizmetçileri yoktur
dedi-ler.Allah Rasulü (s.a.v.): Öyleyse onu hizmetçi olarak kullansınlar. Ona
ihtiyaçları kalmadığı zaman da, derhal onu serbest bıraksınlar! [534]buyurdu. [535]
a)
Eğitimdeki gelişme ve ihtisaslaşma, kadın ve erkeği birlikte kapsayan eğitimin
bir çok dallara ve kollara ayrılması, kadın için yeni çalışma a-lanlarının
açılmasına, değişik iş sahalarının oluşmasına ve kadının işlerde başarıyla
çalışmasına imkân hazırladı.
b) Tıb
alanında görülen gelişme ve ihtisaslaşma,kadın ve erkeği birlikte kapsayan
tıbbi hizmetlerin bir çok dallara ve bölümlere ayrılması ve eğitim, doktorluk
ve hemşirelik gibi kimi alanlarda kadının iş gücüne duyulan toplumsal ihtiyaç,
kadın için yeni iş sahalarının oluşmasına ve kadının bu sahalarda başarıyla
çalışmasına olanak hazırladı.
c) Ulaşım
araçlarında, özellikle havacılık alanında, görülen ilerleme, ihtiyaç
duyulduğunda kadınlara hizmet sunacak hosteslerin varlığını gerekli
kılmaktadır.
d) Küçük
makinalarda ve kadın giysilerinde kendini gösteren gelişme ve çeşitlilik,
alış-veriş sahasında kadın işçilerin çalıştırılmasını zorunlu kılmaktadır.
e) Erkeğin
cinsel olgunluk çağına ulaşması ile evlilik için gerekli ekonomik şartları
oluşturması arasında geçen zaman sürecinin uzunluğu, gençleri büyük sıkıntılara
ve psikolojik bunalımlara düşürmektedir. Sonunda genç erkek, acele olarak bir
yuva kurabilecekleri vakte kadar, karısının çalışarak kazanacağı gelirle
yapacağı ekonomik desteğe muhtaç duruma düştü.
f) Kimi
erkek ve kız çocuklarının evlenmelerine rağmen, aynı evde o-turmayı sürdüren
büyük üniter ailelerden, küçük aileler ayrılmaya ve bağımsız bir yapıya
kavuşmaya başladı. Bu durum, yeni küçük ailenin kurulabilmesi için, erkeği
daha fazla gelir ihtiyacı içine soktu. Sonunda kadının yardım etmesi,
kaçınılmaz bir hal oldu. Ayrıca toplumun karmaşık yapısına ek olarak bu durum,
kadın boşandığı veya dul kaldığında, onun geçimini sağlayan; baba, kardeş gibi
velilerini çoğu kez sıkıntılara sokmaktadır. Kadın da ister istemez, yaşamını
sürdürmek için çalışmak zorunda kalmaktadır.
g) Kimi müslüman
toplumlarda gelir, çok düşük ve hayat pahalılığını karşılamaktan uzaktır. Bu ve
geçen diğer iki olgu, bir çok genci, kadının yardımı olmadan aile kuramaz ve
kadının çalışmasına muhtaç bir duruma getirmiştir.
h) Büyük
ticari kurumlar, endüstri, ticaret, eğitim, tıb vb. iş ve hizmet sahaları gibi
hayatın bütün alanlarına egemen olmuştur. Halbuki, bir çok meslek, bireysel
emeğe dayanmakta ve bu işlerin ip eğirme, dokumacılık, örmecilik, çeşitli
yemekler yapma, deri tabaklama, eğitim ve hasta bakıcılık gibi bir bölümü de
evlerde yapılmaktadır. Büyük kurumların bu alanlara egemenliği, genellikle
evde, hem bir takım işleri ve hem de ev-çocuk bakımını birlikte yapabilen
kadım, çalışmak üzere evini terketmek zorunda bırakmıştır.
ı) Kadının
içinde bulunduğu şartlara ve ilk (ev) sorumluluğuna dikkatle bakıldığında
görülecektir ki, çağdaş toplum, iş sahalarında çalışabilecek yetenekte çok
sayıda kadına ihtiyaç duymaktadır. Bu ihtiyacın sebebleri ise şunlardır:
- Kimi kadınların,
yarım mesai çalışmaları.
- Doğum ve çocuk
bakımı gibi münasebetlerle bazı kadınlara uzun izinler verilmesi.
Ev
şartlarının baskısı nedeniyle bazı kadınların tamamen işten ayrılmaları. [536]
Şer'î esasları
arzetmeden önce iki Önemli hususa dikkat çekmek istiyoruz. Birinci, çağımızda
revaçta olan bir kısım yanlış yaklaşımlarla, ikincisi, kadının mesleki
çalışmasında kılavuzluk yapması gereken bilimsel araştırmalarla ilgilidir.
1.
Müstağriblerin seslendirdiği, "hür iradesine sahip olabilmesi için evli
kadının ekonomik özgürlüğe sahip olmasının gerektiği gibi, kadının mesleki
çalışmasıyla ilgili yanlış yaklaşımların reddedilmesi gerekir. Bu yaklaşım,
ailenin üzerinde yükseldiği temeli yıkmaya kâfi olduğu gibi üyelerinin
yardımlaşmasına ve görev bölümüne dayanan, her birinin kendi başına buyruk
olmasına ve yekdiğeriyle çatışmasına müsait olmayan bu kutsal müessesenin
yıkılmasına yol açar. "Mesleki çalışma, kadımı kendini gerçekleştirmesi ve
kişiliğini zenginleştirmesi için gereklidir" düşüncesi de böyledir. Onlar
böylece hedef şaşırtıyorlar. Kadın sosyal ve sisayi etkinliklere katılmakla
birlikte, ev hanımı olarak çalışmasıyla da pek alâ kendini gerçekleştirebilir.
Bu, durumu uygun olanların, bilgi ve deneyimleriyle katkıda bulunmaları imkanı
ortadan kardırmaz.
"Kadının
çalışması yasaktır, ancak zaruret durumunda mümkün olabilir; çünkü zaruretler
mahzurlu şeyleri mubah kılar ve zaruret mikdarıyla takdir olunur" diyen
aşırılarını yaklaşımını da reddetmemiz gerekiyor. Çünkü bu yaklaşıma göre,
mesleki çalışma -Allah korusun!- ölüm korkusuyla Ölü eti yemek gibi görülmüş
oluyor, bu yasaklama nereden gelmiş anlayamıyoruz? Kadının eviyle alâkasının
derecesi ososyal bir meseledir. Kadının ve toplumun şartlarına göre farklılık arzeder
ve asla, Allah katından sabit bir hüküm değildir.
2. Kadının
mesleki çalışmasında kılavuzluk yapmacak olan araştırmalar meselesine gelince,
deriz ki:
Çağdaş toplumda şer'î
esaslar çerçevesinde kadının mesleki çalışması Önemli bir gelişme sayılır ve
etkileri sosyal ve ekonomik hayatın her cephesinde, özellikle de toplum
bünyesinin temelini oluşturan aile müessesesine
uzanır. Bu gelişmenin
doğru ve faydalı istikamette seyretmesi ve iyi sonuçlarından istifade edip
zararlı etkilerinden uzak kalmamız için, bu gelişmenin eğitim alanında, sosyal
ve ekonomik alanda, planlama alanında benzer bir gelişmeyle birlikte olması
gerekir. Çünkü hayatın çeşitli alanları birbiriyle sıkı ilişki ve etkileşim
içerisindedir.
Allah Subhanehû'nun, geniş
ilmî araştırmalar yapan ihlaslı ilim adamlarını muvaffak kılmasını dileriz. Bu
araştırmalar kadın ve erkek arasındaki değişik yönlerde ve ömrün tüm
rnerhalelerindeki temel farkları tespit etmekten başlayarak, erkek ve kız
çocukların eğitim sistem ve metodlanna, her iki cins için münasip olan
mesleklere kadar uzanmalıdır. Bu araştırmalar, hayatın tüm alanlarında
geliştirme planlan çizmek için gerekli ve tabii bir başlangıçtır. Bütün
bunların gerçeklemesiyle, toplumlarımıza hidayet ve nur üzere uyanış dileriz. [537]
Birinci esas
Kadının eğitimi İslamî
eğitimin genel hedefleri yanında, iki temel unsuru daha kapsamalıdır.
Birincisi, evinin idaresini ve çocuklarının bakımını gereği gibi yerine
getirebileceği ve evlendiği zaman sorumluluk üstlenebileceği bir altyapıyı
kazandıracak eğitim. "Kadın, kocasının ev halkı ve çocuğunun
gözeticisidir; onlardan sorumludur" hadis-i şerifi[538]
buna işaret etmektedir. İkincisi; ferdî, ailevî ya da toplumsal bir ihtiyaç
durumunda çalışabileceği uygun bir meslek öğrenmesi.
Ebu Bürde'den, o da
babasından rivayet ediyor. Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Kimin yanında, köleden doğma bir kız çocuğu olur da, ona iyi bir eğitim
ve öğretim verdikten sonra azad edip evlendirirse ona iki ecir vardır."[539]
Eğer cariyenin durumu
böyle olursa, hür kız çocuğunun durumu daha da önemli olmalıdır.
Aişe (r.a.)'dan
buyurmuşlardır ki: "Bana bir kadın geldi. Yanındaki iki kız vardı. Benden
birşeyler istiyordu. Yanımda bir tek hurmadan başka birşey yoktu. Ben de onu
verdim. Hurmayı iki kız arasında taksim ettikten sonra kalkıp gitti. Az sonra
Nebi (s.a.v.) içeri girdi. Olanları ona anlattım.
Kim bu kızlara yakın
olur ve onlara iyilik yaparsa (bu yaptıkları) cehennemle onun arasına perde
olur."[540]
Hafız İbn Hacer Hz.
Aişe hadisinin şerhinde, değişik senetlerle, kızlara iyilik yapmak hususunda
birçok hadis rivayet etmiştir. Bazıları: "...Onlara infak eder, onları
evlendirir ve iyi bir edep verirse...", "...Onlarla iyi arkadaşlık
eder ve onlar hakkında Allah'tan korkarsa...", "...edeplendirir,
merhamet eder ve yetiştirirse." İbn Hacer daha sonra şöyle demiştir: Aişe
(r.a.) hadisinde geçen "İhsan: iyilik" lafzı ütün bu vasıfları
toplamaktadır.[541]
Burada iki hususa dikkat çekmek istiyoruz:
Birincisi: Hadis-i
şerifte geçen ihsan lafzı, kız çocuğa ihsanın, ona yüksek ahlâk ve faydalı
ilme erişebileceği, en büyük fırsatları tanımakla olacağına ifade etmektedir.
Ahlâkî değerler değişmez ise de, faydalı ilmin türü ve miktarı çağdan çağa ve
mekandan mekana değişiklik gösterir. Önemli olan, kızçocuğuna, evliliğin
mesuliyetini taşıyabilecek bir altyapı kazandırmaktır.
İkincisi: Aişe (r.a.)
hadisinde sözkonusu olan kadın, hadis-i şerifte "İnsanların kiri"[542]
olarak nitelenen sadaka dilenmek yerine; çalışma imkânı olup da helalinden
kazanarak hem kendi karnını doyursa, hem de iki kızını doyursa ne kadar üstün
ve şerefli bir iş yapmış olurdu.
Başlangıçta İzah
ettiğimiz gibi, çağımızda, kadın boşandığı ya da dul kaldığı zaman kendisini ve
çocuklarını geçindirmesi icap eden velilerinin genellikle zayıf olmasından
dolayı, çalışıp kazanma güç ve imkânının bulunması zaruridir. İbn Abidin ne
güzel söylemiştir; "Baba kızını, nakış ve dikiş gibi bir meslek öğreten
bir kadına göndermelidir."[543]
Böylece, ihtiyaç durumunda geçimini sağlayabilmeledir. Bütün bu serdettiklerimiz,
Hz. Aişe hadisinde geçen "ihsan" mefhumunun içerisinde münderiçtir.
Eğitim metodunun üç
yönü kapsamasını Öneriyoruz: Birincisi: Bir mesleğin teorik eğitimi. İkincisi:
Mesleğin pratik eğitimi. Öğrenci mesleğini icra etmeye fırsat bulmadan erken
evlenmesi durumunda, yeterli pratik tecrübeyi henüz eğitim aşamasında kazanmış
olmalıdır. Bu sayede çalışmaya ihtiyaç duyduğunda mesleğini layıkı veçhile
icra edebilecektir.
Üçüncüsü: Kadının
çalışmasıyla ilgili şer'î esasların eğitmi. Bütün bunlar temel eğitime ek
olarak verilecektir.
İkinci esas:
Kadın vaktinin
tamamını değerlendirmeli, toplum için faydalı, üretkin bir faktör olmalıdır.
Genç olsun, ihtiyar olsun, kız olsun, evli olsun veya dul olsun hayatının bütün
dönemlerini boş geçirmemelidir. Ev işlerinden geriye kalan vaktini gerek
meslekî, gerekse meslek dışı faydalı çalışmalarla değerlendirmelidir.
Allahu Teala şöyle
buyuruyor:
"Erkek ve
kadından her kim inanmış olarak iyi bir iş yaparsa, onu (dünyada) hoş bir
hayatla yaşatırız (ahirette ise) onların ecrini yaptıklarının en güzelİyle
veririz. (Nahl, 97).
Bu âyeti kerime
insanın (kadın olsun erkek olsun) salih amellerinden dolayı kıyamet gününde
mükafatlandırılacağım belirtiyor. Bir hadis-i şerifte hayatı güzel
değerlendirme konusunda bize yön vererek, ayrıntıları hatırlatıyor ve bizi
salih amellerin dışında ömrün zayi edilmemesi, vaktin boşa geçirilmemesi
hususunda sert bir dille uyarıyor. Yani biz iyi veya kötü zerre miktarı kadar
amelimizden hesaba çekileceğimiz gibi, vakti nasıl değerlendirdiğimizden de
hesaba çekilceğiz.
Ebu Berza (r.a.)'ın
rivayet ettiği bir hadiste, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Kul şu
sorulara cevap vermeden yerinden dahi kımıldayamaz: Ömrünü nerede geçirdi,
ilmiyle ne yaptı, malını nereden kazanıp nereye harcadı, bedenini nerede
kullandı."[544]
Üçüncü esas:
Kadının geçimini
sağlama kocası üzerinedir. Geçimini sağlamak için kocanın çaba sarfetmesi
üzerine farzdır. Çocuklarının geçimini sağlamakla da baba yükümlüdür. Kocanın
aciz düşmesi ya da ölmesi halinde bunların geçimini sağlamak devlete aittir.
Geçim hususunda
kocanın yükümlülüğü: Allahu Teala buyuruyor ki:
"Allah, insanları
birbirinden üstün kıldığı ve mallarından harcayıp (kadınların geçimlerini)
sağladıkları için erkekler, kadınlar üzerinde yöneticidirler.." (Nisa,
34).
Cabir bin Abdullah
(r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"... Kadınların rızık ve giyecekleri iyilikle sizin üzerinizedir."[545]
Hz. Aişe (r.a.)'dan
rivayet edildiğine göre Hint binti Utbe Rasulullah (s.a.v.)'e gelerek şöyle
dedi: "Ya Rasulullah, Ebu Süfyan cimri bir adam, bana ve çocuğuma yetecek
miktarda nafaka vermiyor. Ancak onun malından habersiz olarak aldığım miktarla
geçinebiliyorum. Bunun üzerini Rasulullah (s.a.v.): 'İyilikle sana ve çocuğana
yetecek miktarda al' buyurdu."[546]
Geçim hususunda
babanın yükümlülüğü:
Ebu Hureyre (r.a.)'in
rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: Kadın:
'Ya beni duyurursun ya da boşarsın', oğul 'beni doyurmayıp da kime
terkediyorsun1 derse, sen ihtiyaç sahibinden başla."[547]
Hafız İbni Hacer:
"Beni doyurmayıpta kime terkediyorsun" ifadesini delil getirerek
çocuklardan mal ve sanat sahibi olanların nafakalarının babanın üzerine
olmadığını söylemiştir. Çünkü "beni doyurmayıp da kime terkediyorsun"
sözünü babasının nafakasından başka hiç bir geliri olmayan söyler, malı ve
sanatı olan bu sözü söylemez.[548]
Remli şöyle diyor:
"Kadın terzilik yada yün eğirmekle kazanç temin edebiliyorsa geçimi kendi
kazandığındandır."[549]
Geçim hususunda
devletin yükümlülüğü:
Ebu Hureyre (r.a.)'dan
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Ben mü'minlere kendi nefislerinden
daha yakınım. Onlardan kim Ölürse bıraktığı borç bana aittir. Kim de mal
bırakırsa o mirasçılarınındır. Bir başka rivayette: Kim de hiç mal
bırammamışsa geride kalanların geçimi bize aittir.[550]
Hafız ibni Hacer diyor
ki: "Kim ölürde arkasında çocuk bırakırsa çocukların geçimini sağlayacak
mallan olmazsa. Onların geçimini temin etmek beyt-ül male aittir."[551]
Abdullah bin Ömer
Rasulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etti: Hepiniz çobansınız ve
hepiniz güttüğünden sorumlusunuz. İnsanlara emir olan onların çobanıdır ve
onlardan sorumludur.[552]
Zeyd bin Eşlem
babasından rivayetle: Ömer bin Hattab (r.a.)'la pazara gittik. Ömer'in yanına
genç bir kadın gelerek şöyle dedi: Ey mü'minlerin emiri, kocam öldü ve geride
küçük bir çocuk bıraktı. Allah'a yemin olsun ki geçimimizi sağlayacak ne
sütümüz ne de ekinimiz yok." Bunun üzerine Ömer bir süre bekledi, sonra
bağlı olan güçlü bir deveyi çözerek, üzerine bir çok yiyecek ve giyecek şeyler
yükledi. Sonra kadına: 'Allah size bir çıkış yolu gösterinceye kadar bu size
yeter, dedi."[553]
Dördüncü esas:
Erkek aile üzerinde
idarecidir. Bu sebeple kadının yada kızın meslekî çalışmalarında izin almaları
gerekir. Nitekim Allahu Teala şöyle buyuruyor:
"Allah, insanları
birbirinden üstün kıldığı ve mallarından harcayıp (kadınların geçimlerini)
sağladıkları için erkekler, kadınlar üzerinde yöneticidirler.." (Nisa, 34)
Abdullah bin Ömer
(r.a.)'dan Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor. ".. Erkek ev halkı
üzerinde çobandır ve onlardan sorumludur.[554]
Bilindiği üzere
kadının yada kızın mesleki çalışmalar için izin almaları erkeğin aile üzerinde
yönetici olmasındandır. Erkek bu fonksiyonunu gerçekleştirirken örfi ve seri
kurallara uyması, keyfi uygulamalardan kaçınarak kadını topluma yönelik
yapacağı faydalı çalışmalarda engellememelidir. Aynı şekilde zaruret olmaksızın
kadını meslekî çalışmaya zorlamaya hakkı yoktur.
Beşinci esas:
Müslüman kadın
kendisini korumak, iffetli ve temiz bir toplum oluşturmak için erken evlenmesi
gerekir. Evlilik toplumun bireylerini psikolojik ve ahlakî açıdan olgunlaştım-.
Evlilik bazen mekruh bazen de haram olur. Örneğin, mesleki çalışmanın
evlilikten alıkoyması yada zaruret olmaksızın evliliği geciktirmek. Mesleki
çalışması evliliği engelemiyorsa kadının çalışmasında bir beis yoktur.
Enes bin Malik (r.a.)
Rasulullah (s.a.v.)'den rivayetle: "... Allah'a yemin olsun ki sizin
Allah'tan en çok korkanınız ve sakınanınız benim. Fakat ben bazen oruç tutarım
bazen tutmam, bazen namaz kılarım bazen de uyurum, kadınlarla da evlenirim, kim
benim sünnetim den ayrılırsa benden değildir."[555]
Abdullah (r.a.):
"Rasulullah (s.a.v.) ile beraberken evlenmek için elimizde bir şey yoktu.
Rasulullah (s.a.v.) bize hitaben şöyle dedi: "Ey Gençler topluluğu! Kimin
gücü varsa evlensin, çünkü o gözü haramdan çevirir, namusu korur.[556]
Kadın için evlenmenin
hükmü vacip yada mendup olması bakımından ihtilaflıdır. Eğer mesleki çalışması
onu evlilikten alıkoyuyorsa bu mekruhtur veya haramdır.
Urve bin Zubeyr (r.a.)'den
rivayet olunduğuna göre: Urve Hz. Aişe (r.a.)'ya Allahu Teala'nın
"Yetimler hakkında hakkı gözetemeyeceğinizden korkarsanız, size halal olan
kadınlardan nikahlayın" buyruğu hakkında sordu. Aişe (r.a.) Ey kız
kardeşimin oğlu söz konusu yetim velisinin evinde olup, güzelliğinden ve
malından dolayı arzulanıp mihrinden azaltılmak istenilir. Siz bu durumda
onların nikâhına engel olunuz, ancak adaletle muamele görmeleri bunun
dışındadır. Onların mihirlerini tam olarak alınız.[557]
Âyet-i kerime ve
hadis-i şerif yetim kızların erken evlendirilmesi hususuna dikkat çekiyor.
Alimler bu hususun ergenlik yaşından önce mi yoksa sonra mı olduğu konusunda
ihtilaf etmişlerdir. Doğru olan ergenlik yaşından sonra olmasıdır.
Rasulullah (s.a.v.)
Kızların iffetlerini korumak ve psikolojik olarak rahatlatmak için onları erken
evlendirmeye teşvik ederek şöyle buyuruyor: "Şayet Usame cariye olsaydı
onu evlendirmek için giydirir ve süslerdim."[558]
Bu sebeple biz de
deriz ki kadının erken evlenmesi menduptur. Mesleki çalışma sebebiyle
geciktirmesi ise mekruhtur. Evliliği geciktirme konusu asırdan aşıra, bir
çevreden diğer bir çevreye göre farklılık gösterir. Eskiden geciktirme ergenlik
yaşından sonra başlarken, günümüzde ise ergenlik yaşından seneler sonra
başlıyor. Yine geciktirmenin süresi şehire göre ve kırsal kesime göre farklılık
gösterir.
Evlilik insanın fıtri
ihtiyacı olduğu için yüce islam şeriatı onu bir çok gözetme ve kolaylık
şekilleriyle kuşatmıştır. Bunlar arasında müslümanın kızını yada kız kardeşini
iyi kimselere teklif etmesi, mihir olarak sadece demir bir yüzük kabul etmesi
yada kur'andan bazı sureleri öğretmesini istemesi, müslüman bir kadının
kendisini salih bir erkeğe teklif etmesi gelir.
Evliliği kolaylaştırma
konusunda kanun koyucunun metoduna uyarak mesleki çalışma evliliğ belirlemede
önemli bir fonksiyon üstleniyorsa kadının orada çalışması mendubtur. Bu da
kadınlarla evlenmek isteyen erkeklerin gelirlerinden bir düşüş olduğu
durumlarda sözkonusudur. Hatta ailenin geçimini sağlamak, evliliği
kolaylaştırmak için kızın çalışması mendup olmaktan vacip olmaya yükselir.
Burada "vacibin tamamlanmasını gerektiren şeyler de vaciptir"
kuralını uygulamak durumundayız. Evlilik alimlerin içtihatlarında da
belirtildiği gbi belirleyen ya da tecih eden kimsenin hakkı hususunda vaciptir.
Yani evlilik olmaksızın korunma, iffet sağlanamaz. Bu durum erkek olsun kadın
olsun bütün gençlerde ve özelliklede fitnenin yayıldığı ve tahrik edici
unsurların yaygınlaştığı çağımızda daha da önemlidir.
Altıncı esas:
Müslüman Kadın
toplumun ihtiyacı olan ailenin sınırlarında soyunun gözeticisidir. Bu hususta
meslekî çalışmaların onu alıkoymasına tolerans göstermez.
Allahu Teala buyuruyor
ki:
"Allah size kendi
enefislerinizden eşler yarattı ve eşlerinizden de size oğullar ve torunlar
yarattı.." (Nahl, 72).
Cabir (r.a) den
rivayetle Rasulullah (s.a.v.) buyurdular: "Ey Cabir, çocuk iste."[559]
Fethu'1-Bari adlı
eserinde lyaz şöyle diyor: Buhari ve diğer alimler lafzını "çocuk
istemek" yani neslin devamını, bu da doğru olandır. Ef al sahibi "adamın
işinde zeki (kurnaz) yani profesyonel olmasıdır. Kesahi de "adamın zeki
çocuğunun olmasıdır" şeklinde tefsir etmişlerdir.[560]
Rasulullah (s.a.v.)
bizi çocuk istemeye nesli devam ettirmeye teşvik ederek buyuruyor;
"Sevimli ve doğurgan olanlarla evlenin. Şüphesiz ki ben sizin çokluğunuzla
övünürüm.[561]
Yedinci esas:
Kadın, evinin ve
çocuklarını en güzel bir şekilde gözetmekle sorumludur. Meslekî çalışmaların
bu sorumluluğu gerçekleştirmeğe engel olması doğru değildir. Çünkü bu
sorumluluk evli kadının asli temel sorumluluğudur. İlk sırada yer alan bu
sorumluluğun önüne başka çalışmalar geçirile-
mez.
Allahu Teala:
"O'nun âyetlerinden biri de, size nefislerinizden, kendileriyle sükun
bulacağınız eşler yaratması ve aranıza sevgi ve acıma kaymasıdır"
buyuruyor.
Abdullah bin Ömer'den
rivayet edilen bir hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.v.): "... Kadın,
kocasının ve çocuklarının evini gözeticidir. O bunlardan sorumludur"[562]buyuruyor.
Ebu Hureyre (r.a.)'dan
rivayet edilen bir hadis-i şerifte ise: "Kadınların en iyisi deveye binen,
en salihi ise evine ve çocuklarına düşkün olan Kureyş kadınıdır."[563]
Erkek-kadın ve
çocukların şefkatli bir gözetiminde ötesinde sıcak bir yuvada huzur, güven, hoş
sohbet bulmaları en doğal haklarıdır.
Erkeğe gelince, evinde
eşiyle birlikte sevgi gölgesi altında, ruhi ve bedenî rahatlık bulması gerekir.
Nitekim bu konuda Allahu Teala şöyle buyuruyor: "Ondan huzur
bulsun". Aynı şekilde erkek çocuklarıyla ilgilenerek de huzur bulur. Kan
ve kocanın rahat ve huzurlu olmalarının erkeğin üretkenliği üzerinde büyük
rolü vardır. Buna ek olarak bu üretkenlik hangi ma nada olursa olsun başarının
artmasını sağlar.
Kadına gelince
-mesleki çalışmalarını sürdürmesiyle birlikte- evi rahatlığın ye
hareketliliğin bulunduğu bir cennet olmaladır. Buda kocanın eviyle ve çocuklarıyla
ilgilenmesi ve şefkat kanadını germesiyle mümkündür. Böylece mesleki ve ailevi
verimlilik artar. Yaratıcılık ve olgunluk seviyesi yakalanır.
Çocuklara gelince;
bunlar doğal olarak gelişmenin çeşitli merhalelerinde aileleri tarafından
gözetilmelidirler. Bu merhaleler arasında çocuğun anne kucağında belli bir süre
emzirilmesi ve olgunluk çağına gelinceye kadar anne-babası tarafından terbiye
edilmesi gelir. Bütün bunlar Allah korkusuyla birlikte sevgi şefkat
duygularının dolup taştığı bir ortamda gerçekleşir. Böylece ev erkeğin kadının
ve çocukların cenneti olur. Bu cennetin kapısının açılması ve orada hepsinin
nimetlenmesi, kadının aklı kalbi ve eli dışında mümkün değildir. Kadınm
mesleki çalışma yaparken bu çalışmanın aile fertlerinin hakkını ihlal etmemesi
için belirli ölçü ve sınırlara dikkat etmesi gerekir. Genel olarak mesleki
başarılar bu öçlü konumu bozmamalıdır. Asli hayatın temel fonksiyonunun
dışındaki kimi süslü ve çekici arizi mesleki çalışmalar kadını meşgul
etmemelidir.
Sekizinci esas:
Kadın, iki durumda
mesleki çalışmada bulunmalıdır. Birincisi kendisine bakmakla yükümlü olanları
baba, koca, devlet kaybedipte kendisinin ve çocuklarının muhtaç olmaları
durumunda,
İkincisi: İslam
toplumunun yapısını korumak için kadınlara yönelik farzı kifaye işlerini yerine
getirme durumunda. Kadm yapması gereken bu iş ile ev ve çocukları ile ilgili
sorumluluğunu arasını iyi ayarlamalıdır.
Birinci olarak:
Kadının kendi ve çocuklarının geçimini sağlaması: Cabir bin Abdullah'tan:
Teyzem boşandı ve bunun üzerine hurmasının meyvesini toplamak istedi. Bunun
üzereni bir adam ona engel oldu. Oda Pey-gamber'e durumu iletti. Peygamber de:
"Tabii hurmanı topla."[564]
Aişe (r.a.) şöyle
rivayet etmiştir. Bana iki kızı ile beraber bir kadın gelerek dilendi, benim
yanımda tek bir hurmadan başka bir şeyim yoktu. Bu hurmayı ona verdim o da
kızları arasında bunu paylaştırdı.[565]
Burada ilk esasta
belirtilen söze dönüyoruz:
Hz. Aişe'nin hadisinde
belirtilen o kadm ne kadar onurlu ve şerefli olabilir ki onun kızlarına yaptığı
iyilik ne kadar büyük olsun?. Keşke O kadın insanlardan dilenme ve sadaka almak
yerine kendi kazandığı güzel helal maldan kızlarını ve kendisini doyursaydı.
Nitekim o sadaka için Rasulullah (s.a.v.): "O sadaka, insanların
kiridir"[566]buyuruyor.
İbni Kayyum diyor ki:
Fakihler kadının geçmini sağlayacak bir şeyi olmayan erkeğin karısıyla arasının
ayrılması hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu konuda Şafıilerin iki görüşü
vardır. Birinci görüşe göre nikah fes edilmez fakat koca kadının geçimini
sağlayincaya kadar ondan elini çeker. Ebu Hanife Yusuf a ve Muhammed'e göre ise
nikâh fesh o şahsa kendi geçimini ve karısının geçimini sağlayabilmesi için
imkân hazırlanmalıdır. Bu konuda bir başka görüş daha vardır. O da eğer koca
kendi geçimini sağlamaktan aciz ise onun geçimini kadın üstlenir. Bu görüş İbni
Hazma aittir[567]
İkinci olarak: Farzı
kifaye sayılan çalışmalarda toplumun gereksinim duyması: "Biz farz-ı
kifaye sayılan" sözümüzle neyi kastediyoruz. Farz eda edilmesi yönüyle
ikiye ayrılır: Farz-ı ayn. Farzı Kifaye. Farz-ı ayn, Allahu Teala'nın her bir
fertten yerine getirmelirini istediği şeydir. Bu farz bir mükelleften diğer
mükellefe göre farklılık göstermez. Namaz, zekat, hac, ahitleri yerine getirme,
içki ve kumardan kaçınma bu türdendir. Farz-ı kifaye ise Allahu Tealanın
toplumdaki her bir fertten ayrı ayrı değilde toplumun genelinden yapılmasını
istediği şeydir. Yani mükelleflerden bir kısmı bu farzı yerine getirirse
diğerlerinden sorumluluk düşer. Ancak toplumda herhangi bir kimsenin bu farzı
yerine getirmemesi durumunda bütün toplum günahkar olur. İyiliği emretme,
kötülükten alıkoyma cenaze namazı, kılma, Hastane yaptırma, suda boğulmakta
olan birini kurtarma, yangını söndürme tıp öğrenimi görme, insanların ihtiyaç
duyduğu sanatları icra etme, yargı ve fetva merciini koruma, selama cevap
verme, şahitlikte bulunma gibi sorumluluklar bu türdendir. Bu tür farzlar
kanun koyucu tarafından ümmetin fertlerinin yerine getirmelerini istediği
şeylerdir. Asıl maksat toplumun ihtiyacını karşılamaktır. Bu ihtiyacı fertlerden
herhangi birinin yerine getirmesi yeterlidir. Fertlerden herhangi biri yerine
getirmezse toplumun tamamı sorumludur. Mesela bir grup insan boğulmakta olan
bir insanı görseler bunlar arasında yüzmeyi bilen birileri olsa onu kurtarmak
üzerlerine farzı kifaye-dîr. Yüzmeyi bildikleri halde onu kurtarmaya
çalışmasalar günahkar olurlar. Diğer taraftan aynı grup içerisinde yüzmeyi
bilmeyenler sorumlu değildir.
Sorumluluk yüzmeyi
bilenlere aittir. Onların da teşvik babından gayret göstermeleri gerekir.[568]
Bir beldede sadece bir
doktor olsa hastalarla ilgilenmesi onun üzerine farzdır.
Bir kimse bir olaya
tanık olsa o olayı ondan başka kimse görmese, şahsın şahitlik yapması farzdır.
Kadınlara yönelik
farzı kifayelere mesleki çalışma alanında İslam toplumunun bütün kadınlar
üzerinde gerekli gördüğü çalışmalar olup bunlar toplumsal zaruretler
mesabesindedir. Bu çalışmalar gerek kadınların ihtisas alanında olsun gerek
kadınların katılması gereken işler olsun gerekse erkeklerin ihtisas alanında
olsun.
Şöyle ki erkeklerin
çalışmalarında yetersizlik hasıl olup kadınların çalışmalarına toplumun
ihtiyacını gidermek için ihtiyaç duyulmuştur. İkinci durumun Örneği eğitim, tıp
öğrenimi, hastaların bakımı, çocuk yetiştirme, yeimlerin korunması ve bazı
sosyal hizmetlerdir.
Farz-ı kifayenin
önemini ortaya koyması açısından Harameyn imamı olan Cuvey'nin güzel ifadeleri
vardır. "Farz-ı kifayeyi yerine getirme derece olma açısından çok
önemlidir." Farz-ı kifayeyi yerine getiren kendisi içinde iyi bir iş
yapmıştır, diğer insanlar içinde iyi bir iş yapmıştır. Kendisi iyi bir sevap
derece alırken diğer mükelleflerinde üzerinden sorumluluğu gidermiş olur."[569]
Dokuzuncu esas:
Kadının mesleki
çalışmalarda ailevi sorumluluklarıyla uygunluk arzet-mesi kaydıya şu gayeleri
gözetmesi gerekir:
a- Kocaya
babaya yada fakir kardeşine yardımcı olma.
b- İslam
toplumuna büyük menfaatler sağlama.
c- Hayır
için çaba sarfetme.
a-
Abdullah'ın karısı Zeynep'ten: Bilal bize uğradığında Rasulullah'a sormasını
istedik, Allah bize kocamıza ve evimizdeki yetimlere yaptığımız infaktan dolayı
mükâfat verir mi? Bilal Rasulullah'ın yanına giderek sordu:
"Bu soruyu soran
kim?" dedi o da Zeynep dedi. Rasulullah hangi Zeynep diye sordu O da
Abdullah'ın karısı, dedi. Bunun üzereni Rasulullah: "Evet onun için iki
mükafat vardır. Yakınlık mükafatı ve sadaka mükafatı"[570]Hadisin
bir başka varyantında "Kocan ve çocuğun kendilerine[571]
sadaka vermeye en layık olandır." [572]
Bunun örneği; Allah'ın
kendilerine üstün yetenekler ve kabiliyetler verdiği ve aşkın bir güç ile
donattığı kadınlardır.Kendisiyle etkileyici öğütler, konuşmalar yapılan akıcı
üslub; duygu yüklü bir şiiri ve doğruya ulaştır-cı bir makaleyi faydalı kılan
güzel anlatım veya ilim ve bilgilerin tamamı nı tutkuncasına kapan, sonra da
faydalı yeni şeyler ortaya koyan zaki akıl kadına verilen üstün yetenekler ve
güce örnektir. Kadınların bu yeteneklerinin korunması gerekir. Ki böylece
kendilerine verilen bu yeteneklerin zekatını verebilsinler. Özellikle bu tür
yeteneklere sahip kadınlara iş halyatında bir çok erkekten daha iyi
olabilmetedirlier. (Bkz. Kadının şahsiyeti: İkinci bölüm - Beşinci konu aklı ve
dini eksik kadınlar hadisine yapılan yorum.) [573]
Aişe (r.a.) anlatıyor:
"...İçimizde Zeynep en uzun kollu kimse idi. Çünkü o, kendi el emeği ile
çalışır ve kazandığını da tasadduk ederdi."[574]
Aişe (r.a.) anlatıyor:
... Ben Zeynep'den daha dindar, Alîah'dan daha çok korkan, daha doğru sözlü,
akraba ziyaretinde daha çok bulunan, daha çok sadaka veren ve hasılı Allah'a
yaklaşmaya vesile olan hayır işlerinde nefsini daha çok alçaltan bir kadın
görmedim.[575]
Cabir b. Abdullah
anlatıyor: Teyzem boşanmıştı. Akabinde hurmalarının meyvelerini toplamak
istedi. Fakat bir adam onu dışarı çıkmaktan alıkoydu. Bunun üzerine teyzem
Peygamber'e geldi. Peygamber (s.a.v.) ona: Hayır! Aksine sen hurmalarım topla.
Belki tasadduk eder veya bir iyilik işlersin, buyurdu.[576]
Onuncu esas:
Kadının çalışması
mendup olduğu hallerde kadın çalışır da iş hayatı kadına baskın gelirse,
kocanın hanımına ev işlerinde yardımcı olması mendup olur. Kadının çalışması
vacip olduğu durumlarda ise kocanın, hanımına yardımcı olması vacip olur.
Abdullah b. Ömer
(r.a.) anlatıyor: "Allah'ın Rasuİü (s.a.v.) şöyle buyurdu: 'Erkek insan
da ev halkı üzerinde bir çobandır ve o da ev halkından sorumludur."[577]
Esved b. Yezid
anlatıyor: "Ben, Aişe (r.a.)'ye: 'Peygamber (s.a.v.) evinde iken neler
yapardı?' diye sordum. Aişe (r.a.): 'Ev halkının hizmetinde bulunurdu. Ezam
işitince de (namaz kıldırmak üzere mescide) çıkardı', dedi."[578]
Allah, Buhari'ye
rahmet eylesin, alimlerin de belirttiği üzere O'nun fıkhı ve derin anlayışı,
konu başlıklarında kendini göstermektedir. Sahih-i Buhari adlı kitabında, bu
hadisi birkaç bab altında vermiştir. Bu bab başlıkları şunlardır: "Bab:
Erkeğin bizzat ailesi içinde hizmet etmesi[579],
bab: Ailesinin ihtiyaçlarıyla meşgul olan kimse [580]ve
bab: Erkeğin ailesi içindeki hali nasıl olur?[581]
Kocanın, genel bir
biçimde ev işlerinde ve çocuk bakımında hanımına yardımcı olması, onun evini en
güzel şekilde gözettiğini ve sorumluluğunu gereğince yerine getirdiğini
gösterir. İş hayatı kadına güç geldiği zamanlarda bu yardım daha da
kesinleşir. Ki böylece karşılıklı sevgi ve şefkatten başka ev eçinde ve dışında
iki tarafın sarfettiği çaba ve emek toplamında adalet gerçekleşsin. Hz,
Peygamber'in hanımları vakitlereni ev işlerine tahsis etmişlerdi. Buna rağmen
Allah Rasulü, koyununu kendisi sağar ve işlerini kendisi görümdü.[582]
Ayrıca, yırtık elbisesini kendisi diker, ayakkabısını kendisi tamir eder ve
erkeklerin, evlerinde yaptıkları işleri yapardı.[583]
Ya ev işleriyle
uğraşmanın yanı sıra kadın, bir de herhangi bir işte çalışıyorsa, durum nasıl
olur?!.. Kur'an'da üç âyet, kocanın ailesine yardım etmesini gerekli kılar:
a - "İyilik
ve takva üzerinde yardımlasın !" (Maide, 2)
b-
"Kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır." (Bakara, 228)
c-
"Allah, kimseye gücünün üzerinde bir şey teklif etmez." (Bakara, 286)
Onbirinci esas
Herhangi bir işte
çalışan kadının bu işten elde edeceği geliri nasıl harcayacaklarına, kan koca
birlikte, hoşnut olacakları biçimde karar vermelidirler.
İbni Abbas (r.a.)'ın
azatlık kölesi Küreyb'in anlattığına göre; Meymune (r.a.), (malik olduğu siyah)
bir cariyeyi Peygamber (s.a.v.)'den izin almadan azat etmişti. Nihayet
Peygamber'in, Meymune'ye dönüp geldiği nöbet günü gelince, Meymune (r.a.): Ya
Rasulullah, cariyemi azat ettiğimi farkettin mi? dedi. Allah Rasulü (s.a.v.):
Gerçekten onu azat ettin mi? deyince Meymune (r.a.): Evet, azat ettim.! dedi.
Bunun üzerine Allah Rasulü (s.a.v.): Eğer, cariyeyi dayılarına hediye etseydin,
ecrin daha büyük olurdu, buyurdu.[584]
Abdullah b. Mesud'un
hanımı Zeynep (r.a.) anlatıyor:... Bilal yanımıza geldi. Biz, Bilal'e:
Peygamber'e sor bakalım; Benim, kocama ve himayemde bulunan yetimlerime
harcamada bulunmakhğım benden sadaka olarak yeter mi (sadaka vermiş olur
muyum)? dedik. ...Allah Rasulüv(s.a.v.): Evet. Ve bundan dolayı ona iki ecir
vardır: Biri; akraba (ile ilgilenme) ecri, diğeri de sadaka ecridir, buyurdu.[585]
Eşlerin, işlerini,
birbirlerinin onayını alarak yapmaları övülen bir davranıştır. Sıkıntı ve
refahı paylaşan ve sevgi, şefkat temelleri üzerine kurulu bir ailede de olması
gereken budur. Fakat, kadının çalışma hayatından ailde ettiği gelir konusunda
iki tarafın razı olacağı bir beraberlik sağlanamaz ve anlaşmazlık çıkarsa, bu
durumda çözüm nedir? Meymune'den rivayet edilen hadis, her ne kadar kocaya
danışmanım üstünlüğüne işaret ediyorsa da göstermektedir ki; kadın, malını
dilediği gibi harcama özgürlüğüne sahiptir. (Eşlerin, birbirlerinin malındaki
haklan konusu müslüman aile bölümünde gelecektir.)
Abdullah b. Mesud1 un
hanımı Zeynep den rivayet edilen hadis ise kadının, malıyla kocasına yardım
etmesinin mendup olduğunu anlatmaktadır. Fakat kadının ve özellikle de çağdaş
ölçülerle bir işe girip çalışması, kocayı birtakım bedensel ve psikolojik
sıkıntılara sokmaktadır. Eğer kadın evde kalıp vaktinin tamamını ev işlerine
ayırsaydı, koca bu sıkıntılarla karşılaşmayacaktı. Karısının bütün geçimini üstlenen
kocanın karşılığında hanımından kendisini evine adamasını istemek hakkıdır. Bu
nedenle kadının, işinden kazandığı gelirin bir kısmıyla kocasına sebeb olduğu
sıkıntıları telafi etmesi gerekir. Peki bu telafi nasıl belirlenecektir? İşte
bu, eşler arasındaki problemlerin giderilmesine çalışan ilmi bir kurulun
üzerinde durup hakkında fetvalar vereceği bir konudur. Bizim, araştırmaya açık
bir önerimiz var. O da şudur:
a- Koca,
evin geçimini sağlamakla yükümlü temel kişi olması itibariyle, evin asli bütün
ihtiyaçlarını karşılar.
b- Kadın da,
kendi iş hayatının ortaya çıkardığı ek ihtiyaçları -bunların çıkışına kendisi
sebeb olduğu için- karşılar.
c- Kadın,
kendi iş hayatının kocasını bir takım maddi ve manevi sıkıntılara soktuğunu
göz önönde bulunudurmalı ve bu sıkıntılarına telafi olmak üzere kocasına bir
miktar maddi yardımda bulunmalıdır. Bu miktar, eşlerden her birinin maddi
durumuna göre değişir.Kim genişlik içinde ise , diğerine, onu iyilik
yapabilecek ve hayr yollarında infakta bulunabilecek duruma getirinceye kadar
alacağını görmezden gelsin. Bu ne güzel sevgi ve şefkattir ki her türlü şart ve
durumda eşlere egemendir.!
Onikinci esas
Müslüman toplum,
çalışan kadının, ailesel ve işsel sorumluluklarını eksiksiz olarak yerine
getirmesine yardım edecek araçları hazırlarken dayanışır.
Allah(c.c) buyurdu ki:
"Mü'min erkekler
ve mü'min kadınlar birbirlerinin velisidirler." (Tevbe,71)
Nu'man b. Beşir (r.a.)
anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.) buyurdu ki: Bütün müzminleri, birbirlerine
merhamette, sevgide, lütufta ve yardımlaşmada bir tek vücud gibi görürsün. O
vücudun bir organı hastalanınca, vücudun diğer organları da birbirlerini, hasta
organın elemine-uykusuzlukla hararete- ortak olmaya çağırırlar.[586]
Fertleri, halk
kurumlan ve düşünürleriyle müslüman toplum,birbirini acıyıp esirger ve şefkatli
davranr. Salih insanların, çağın şartlarının kaçınılmaz olarak kadının Önüne
sürdüğü engellerin aşılmasında, olumlu eylemlere girişmeyi tavsiye etmeleri ve
buna davet etmeleri gerekir ki sonunda kadın, hem evinin ve çocuklarının
bakımını hemde iş hayatını birlikte yürütebilsin. Şunlar yapılacaklar arasında
sayılabilir:
- Bütün mahalle ve
büyük müesseselerde gelişmiş çocuk yuvalarının (kreşlerin) yapılması.
- Kadının, ev içi
çalışmalara teşvik edilmesi.
- Kollektif bir
çalışma gerektiren ev zanaat ve hizmetleri çerçevesinin genişletilmesi. Bazı
örnekler:
a) Kadın, ev
içinde, üretime katılabilir. Bu üretimin basit el işçiliği alanında veya
işlenmesi için parçaların evlere dağıtılması, sonra da işlenen parçaların evlere
dağıtılması, sonra da işlenen parçaların toplanarak fabrikalarda monte
edilmesi ve son şeklinin verilmesi üzerine kurulu endüstri alanında
gerçekleşmesi arasında fark yoktur. Bu alanda, modern başarılı deneyimler var.
Ve hatta ihraç mallarının büyük bir miktarını ev içi aile üretimci-ligi ile
gerçekleştiren kimi ülkeler bulunmaktadır.[587]
b) Kadın, ev
içinde , hizmete katılabilir. Hazır veya yarı hazır öğünler hazırlamak ve tek
çocuklu bir ailenin evini, sınırlı sayıda çocuklar için kreş olarak kulanmak bu
hizmetlere örnek olarak verilebildi.
Onüçüncü esas
Müslüman hükümet,
kadının çalışma hayatına atılmasına ilişkin olarak şu iki temel sorunu çözmekle
yükümlüdür:
a- Devlet
memuru evli kocaya, karısının çalışmasına ihtiyaç duyulmadan tek başına
ailesini geçindirebilecek kadar maaşın verilmesi.
b- Devlete
bağlı bir iş kurumunda çalışan kadına, uygun ortamın sağlanması.
Abdullah b. Ömer
(r.a.) anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.) buyurdu ki: Her biriniz birer çobandır
ve elinin altındakilerden sorumludur. İnsanlar üzerinde bulunan devlet başkanı
da bir çobandır ve o da, idaresi altında bulunan insanlardan sorumludur...[588]
Çalışan kadına karşı
İslamî hükümetin görevleri arasında şunlar sayılabilir:
1- Devlet
kurumlarındaki çeşitli işler için işçi seçerken, kadın ve erkeğin temel
nitelik ve meziyetlerini gözetmek. Bu konu ise, bilimsel sosyo-psikolojik
araştırmalara dayandırılmalıdır.
2-
Mahallelerin yanısıra devlet kurumlarında, çalışan kadına, zorunlu durumlarda
çocuğuyla rahatlıkla ilgilenme imkânı sağlayacak kreşler açmak.
3- Ulaşım
araçlarında ve iş yerinde, kadm-erkek ilişkilerini düzenleyen kuralların yerine
gelmesini sağlayacak araçları oluşturmak.
4- Kadına,
hem evinin ve çocuklarının bakımını hem de çalışma hayatını birlikte yürütme
imkânı verecek gerekli kanunları koymak. Tam veya yarım maaşla, doğum ve çocuk
bakımı için (üç seneye kadar varan) uygun izinler düzenlemek; çalışan kadının
çocuk bakımıyla ilgilenmesi durumunda yarım veya tam ücretle yarım gün
çalışmasına göz yummak; ulaşım araçlarının izdihamından -ki memurların iş
geliş ve dönüş saatlerinde doruğunda-dır- kurtarmak için kadının mesai saatini
her gün, bir veya birkaç saat azaltmak konabilecek konunlar arasında
sayılabilir.
Ondördüncü esas
Kadın, yapısıyla,
bedensel ve psikolojik temel nitelikleriyle çelişen, ters düşen işleri
yapmaktan korunmalıdır. Bu işler ise iki türdür:
a) Allahu
Teala'mn ve Rasulü'nün şiddetle sakındırdığı ve bunu kesin nasslarla belirttiği
iş türleri..
b) Kadının,
alimlerin ictihadlarıyla yapmaktan sakındırıldığı iş türleri..
a) Allahu
Teala'mn ve Rasulü'nün sakındırdığı isler
Ebu Bekre (r.a.)
anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.) buyurdu ki: "İşlerini bir kadının eline veren
bir millet felah bulmaz.[589]
Hadisle ilgili olarak Dr. Mustafa Sıbai şu açıklamaları yapar: "Hadiste
geçen velayet (işleri eline vermek) sözcüğünden murad, devlet başkanlığıdır.
Çünkü Allah Rasulü (s.a.v.) bu sözü,
başkanları Kisra'nın ölümünün ardından İranlıların, kızını devlet başkam olarak
seçtiklerini duyduğu zaman söylemişti. Aynca mutlak anlamda kadının
velayetinin yasaklanmadığı icma' ile sabittir. Kadının, küçüklerin ve
ehliyetsizlerin vasisi olabileceği, herhangi bir topluluğun mallarının
kullanılması ve tarlalarının işletilmesi konusunda vekil olabileceği ve
şahitlik yapabileceği hususunda bütün fakihlerin ittifak etmiş olması, bu
icma'ın delilidir. Şahitlik ise, fakihlerin de belirttiği gibi velayettir. İmam
Ebu Hanife, bazı durumlarda kadının yargı makamına getilmesini caiz görür ki,
yargı da velayettir. Hadis, kadının, devlet başkanlığına getirilemeyeceğini
açıkça belirtmektedir. Aynı anlamda ağır sorumluluklar isteyen görevlere de
seçilemez... Fakat tam bir ehliyete sahip oluşundan dolayı kadını, diğer görev
ve işleri üstlenmekten alıkoyan hiç bir yasaklama yoktur. Ancak bunlar da
İslami esaslara ve ahlak kurallarına uygun olmalıdır."[590]
Kadı İbn-i Rüşd,
kadının yargı işlerinde görev alması konusunda şu a-çıklamaları yapar;
"Hakimin erkek olması şartında ihtilaf ettiler. Cumhurun görüşü şöyledir:
Hükmün sıhhati(yanhşlardan uzak olabilmesi) için hakimin erkek olması şarttır.
Ebu Hanife ise bu konu hakkında şöyle der: Kadının ekonomik konularda yargıçlık
yapması caizdir. Taberi de şunları kaydeder: Kadının mutlak olarak her konuda
hakimlik yapması caizdir... Kadının yargı işlerinde görev almasını reddedenler,
bu görevi devlet başkanlığına benzetmektedirler... Onun ekonomik konularda
hakimlik yapmasına izin verenler ise sorunu, ekonomik konularda şahitlik
yapmasının caiz oluşuna benzetirler. Her konuda hakimlik yapabileceğini
söyleyenler ise şunu savunurlar: Asıl olan; insanlar arasındaki sorunları
çözebilecek herkesin hakimliğinin caiz olmasıdır. Ancak devlet başkanlığı,
alimlerin ittifakı ile bu iznin dışındadır."[591]
b- Kadının,
alimlerin içtihatlarıyla yapmaktan sakındınldığı iş türleri
Kadının omuzlarına
ağır gelen, kesintisiz,yoğun bir gayret isteyen ağır bedensel işler bu tür
işlere örnektir. Aynca, psikolojik sıkıntı veren bir gayret isteyen ve kadının
duygularını sarsan bir sertlik ve kabalık gerektiren işret isteyen ve kadının
duygularını sarsan bir sertlik ve kabalık gerekı ler de kadının sakındınldığı
iş türleri arasında yer alır.
Şimdi, kadının
üstlenebileceği devlet makamlan konusunda Şe hammed Gazâlî'nin görüşlerini
sunuyoruz. Kanımızca böyle biı biraz daha ayıklanmaya ve çağımız müctehid
alimleri arasında göri ye muhtaçdır:
" Kadın erkek
ilişkilerinin üzerine bina edildiği sütunlar aş âyetlerde ve hadiste açıkça
belirtilmiştir:
"Rab'leri onlara
karşılık verdi: Ben, sizden erkek kadı çalışanın işini zayi etmeyeceğim. Hep
birbirinizdensiniz."
"Erkek ve kadın
her kim mü'min olarak iyi bir iş yapar (dünyada) hoş bir hayatla yaşatınz.
Ahirette ise onlann ücretini ya] ninen
"Kadınlar,
erkeklerin yansıdırlar" (hadis).
Hakkında emredici veya
yasaklayıcı hiçbir hüküm buluı meseleler de vardır. Ve bunlar, kendisinde
olumlu veya olumsuz c miz gibi tasarrufta bulunabilmemiz için Sari' in,
hakkında hüküm b yip sukut ettiği meseleler arasına girer.BÖylesi meselelerde
hiç kims görüşünü din yapma hakkına sahip değildir. Bu, sadece bir görüştü değil!?
İbn-i Hazmın; 'İslam, devlet başkanlığı dışında kadının, 1 bir makama
getirilmesini yasaklamamıştır'sözünün sim da bu ols Bu görüş, Allahu Teala'nın:
" Allah,
insanları birbirinden üstün kıldığından ve ( mallarından harca(yip kadınların
geçimini sağladıklarından dol; ler, kadınlar üzerinde yöneticidirler."
(Nisa, 34).
âyetiyle
çelişmektedir. Çünkü âyet-anlam olarak-, kadının,hiçbir iş erkeğe başkan
olamayacağını söylemektedir!.' diyerek İbn-i Haz sözüne itiraz edeni gördüm. Bu
itiraz red edilmiştir. Çünkü, âyetin c okuyan görecektir ki, söz konusu edilen
yöneticilik, erkeğin e1 ailesi içindeki yöneticiliğinden başka bir değildir.
Ömer (r.a.), Şifa Medine çarşısına zabıta memuru olarak atamıştı. Bu kadın
zabıta r nun koyduğu kanunlar, kadın erkek bütün çarşı halkı üzerinde ge Şifa
(ra.), helal olan şeyleri serbest bırakıyor, haram olan şeyleri de ret isteyen
ve kadının duygularını sarsan bir sertlik ve kabalık gerektiren işler de
kadının sakındırıldığı iş türleri arasında yer alır.
Şimdi, kadının üstlenebileceği
devlet makamları konusunda Şeyh Mu-hammed Gazâlî'nin görüşlerini sunuyoruz.
Kanımızca böyle bir görüş, biraz daha ayıklanmaya ve çağımız müctehid alimleri
arasında görüşülmeye muhtaçdır:
" Kadın erkek
ilişkilerinin üzerine bina edildiği sütunlar aşağıdaki âyetlerde ve hadiste
açıkça belirtilmiştir:
"Rab'leri onlara
karşılık verdi: Ben, sizden erkek kadın, hiçbir çatışanın işini zayi
etmeyeceğim. Hep birbirinizdensiniz." (Ali İmran, 195)
"Erkek ve kadın
her kim mü'min olarak iyi bir iş yaparsa, onu (dünyada) hoş bir hayatla
yaşatırız. Ahirette ise onların ücretini yaptıklarının en "Kadınlar,
erkeklerin yansıdırlar" (hadis).
Hakkında emredici veya
yasaklayıcı hiçbir hüküm bulunmayan meseleler de vardır. Ve bunlar, kendisinde
olumlu veya olumsuz dilediğimiz gibi tasarrufta bulunabilmemiz için Sari* in,
hakkında hüküm bildirme-yip sukut ettiği meseleler arasına girer.Böylesi
meselelerde hiç kimse, kendi görüşünü din yapma hakkına sahip değildir. Bu,
sadece bir görüştür, başka değil!? İbn-i Hazmın; 'İslam, devlet başkanlığı
dışında kadının, herhangi bir makama getirilmesini yasaklamamıştır'sözünün
sırrı da bu olsa gerek. Bu görüş, Allahu Teala'nın:
" Allah,
insanları birbirinden üstün kıldığından ve (erkekler) mallarından harca(yıp
kadınların geçimini sağladıklarından dolayı erkekler, kadınlar üzerinde
yöneticidirler." (Nisa, 34).
âyetiyle
çelişmektedir. Çünkü âyet-anlam olarak-, kadının,hiçbir işte hiçbir erkeğe
başkan olamayacağını söylemektedir!.' diyerek İbn-i Hazm'ın bu sözüne itiraz
edeni gördüm. Bu itiraz red edilmiştir. Çünkü, âyetin devamını okuyan
görecektir ki, söz konusu edilen yöneticilik, erkeğin evinde ve ailesi içindeki
yöneticiliğinden başka bir değildir. Ömer (r.a.), Şifa (r.a.)'yı, Medine
çarşısına zabıta memuru olarak atamıştı. Bu kadın zabıta memurunun koyduğu
kanunlar, kadın erkek bütün çarşı halkı üzerinde geçerliydi. Şifa (ra.), helal
olan şeyleri serbest bırakıyor, haram olan şeyleri de yasaklıyordu. Ayrıca,
adaleti gerçekleştiriyor ve koyduğu kanunların çiğnenmesini de önlüyordu.
Adamın karısı, hastahanede çalışan bir doktor olsa adam, bu teknik işinde
karısına asla müdahale edemez, hastahanedeki görevine kesinlikle karışamaz.
Ancak İbn-i Hazm'ın sözü, şu hadisle çelişmektedir: 'İşlerini bir kadının eline
veren bir millet, hüsrana uğramıştır.'
... Müslümanların işlerinin kadınlara bırakılması, ümmeti hüsranla karşı
karşıya getirecektir. Bu nedenle, kadınlara, küçük büyük hiçbir görev
verilmemelidir. ,..İbn-i Hazm ise hadisin anlamını sadece devlet başkanlığı ile
sınırlandırmakta, bunun dışında hiçbir iş ve görevi hadisle ilgili kabul
etmemektedir, denilebilir. Hadise, daha derin bir açıdan bakmak istiyoruz.
Kesinlikle kimi insanlar gibi kadınları, devlet başkanı veya başbakan yapma
sevdasında da değiliz.! Sevdasıyla yanıp tutuştuğumuz bir tek şey vardır. O da;
devlete veya hükümete, en liyakatli ve en yetkin kişinin başkanlık etmesidir.
Metin ve sened olarak sahih olan bu hadis üzerinde çok düşündüm. Hadisin anlamı
nedir? Fars (İran) İmparatorluğu, İslami fetih balyozları altında inim inim
inlerken ülkeye uğursuz despot bir kraliçe başkanlık ediyordu. Ülkenin dini
putperestlik idi. Ülkenin yönetimini eline geçirmiş olan aile, şura tanımıyor,
karşıt hiçbir görüşe tahammül edemiyordu. İnsanların birbirleriyle ilişkileri
ise, olabildiğince çirkindi. Kişi, arzuları uğrunda babasını ve kardeşlerini
öldürebiliyordu. Halk boyun eğmiş, teslim olmuştu. İran ordusunun hezimete
uğradığı ve ülke sınırlarının küçüldüğü böyle bir zamanda, hezimetler selini
durduracak ordudan bir komutan ülke yönetimine el koyabilirdi. Fakat putperest
siyaset, halkı ve devleti, hiçbir şey bilmez bir kıza miras yaptı. Bütün
bunlar, devletin helaka doğru gittiğini haykırıyordu. Söz ve eylemlerinde
hikmet sahibi Rasul (s.a.v.), bütün bunlar üzerine yaptığı değerlendirmesinde
isabetli sözünü söylemiş ve mevcut durumu bütün yönleriyle değerlendirmişdi.
Eğer İran'da yönetim şuraya dayansa, yönetimi elinde tutan bu kadın da,
İsrail'e hükmetmiş olan yahudi kadın 'Colda Meir'e benzese ve orduya ilişkin
işler komutanlarına bırakılsa idi, hiç kuşkusuz mevcut durum farklı bir şekilde
değerlendirilecekti. Şimdi: Ne anlatmak istiyorsun? diye sorabilirsin. Bu soruna şöyle cevap
vereyim: Peygamber (s.a.v.), Mekke'de, insanlara Nemi sûresini okumuş ve onlara
bu surede, zekası ve hikmetiyle halkını iman ve felaha çağıran Sebe' kraliçesi
Belkıs'ın öyküsünü anlatmıştı. Allah Rasulü'nün (s.a.v.) vahye aykırı bir hüküm
vermesi olması imkânsız bir şeydir.! Kraliçe Belkıs, büyük bir saltanata
sahipti. Hüdhüd kuşu onu şöyle niteliyordu:
"Ben, onlara hükümdarlık eden bir kadın buldum, kendisine
(kralların muhtaç olduğu) her şey
verilmiş ve bı-.yük bir tahtı var." (Nemi, 23).
Süleyman (a.s.), O'nu
İslama davet etmiş, büyüklenmemesini ve ayak diretmemesini istemişti. Süleyman
(a.s.)'ın davet mektubunu alan Belkıs, konu üzerinde iyice düşünüp taşındı.
Herhangi bir karar alırken yardımlarına baş vurduğu devlet adamlarına danıştı.
Adamlar:
"Biz kuvvetliyiz,
yaman savaşçılarız, ama' emir senindir. Bak (düşün), ne buyurursan öyle yaparız."
(Nemi, 33).
demişlerdi. Fakat
uyanık kadın, gücüne ve halkının kendisine olan itaatine aldanmadı. Aksine
şöyle dedi: Süleyman'ı deneyeceğiz; bakalım o,servet ve üstünlük peşinde koşan
bir zorba mı, yoksa iman ve davet sahibi bir peygamber mi, göreceğiz? Süleyman
(a.s.) ile karşılaştığında, zekası ve derin anlayışı ile, O'nun (a.s.)
durumunu, ne istediğini ve ne yaptığını incelemeye başladı. Ve gördü ki,
Süleyman (a.s.), salih bir peygamberdir. Süleyman(as.)'ın kendisine yazdığı
mektubu hatırladı:
"O Süleyman'dan
(geliyor), Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla (başlamakta)dır. Bana karşı büyüklük
taslamayın ve bana, teslim olarak gelin (diye yazıyor). " (Nelm, 30-31).
Sonunda, "Rabb'im
ben nefsime zulmetmişim. (Artık) Süleyman'la beraber alemlerin Rabb'i Allah'a
teslim oldum." (Nemi, 44)
diyerek, içinde
bulunduğu putperest dini terkedip Allah'ın dinine girmeye karar verdi. Şimdi,
işlerim, böyle kıymetli bir kadının eline veren bir millet hüsrana mı
uğramıştır? Hiç kuşkusuz bu kadın, Semud kavminin, deveyi öldürmesi ve
peygamberleri Salih (a.s.)'i de öfkelendirmesi için çağırdığı adamdan çok daha
şereflidir:
"Bir
arkadaşlarını çağırdılar, o da bıçağı çekip (deveyi) kesti. Ama azbım ve
uyanlarım nasıl oldu? Biz onların üzerine tek sayha (korkunç bir ses) gönderdik;
ağılanın topladığı kuru ot gibi kırılıp döküldüler. Andolsun biz Kuran'ı öğüt
almak için kolaylaştırdık, öğüt alan yok mu?" (Kamer. 29-32).
Bir kez daha
belirteyim ki ben, kadınların büyük makamlara getirilmesi aşkıyla yanıp tutuşan
insanlardan değilim. Yetkin kadınların sayısı oldukça azdır. Neredeyse tesadüf
eseri ortaya çıkmaktadırlar. Bütün isteğim, kitaplarda nakledilen bir hadisi
yorumlamak ve hadisle tarihi gerçeklik ararsındaki çelişkiyi gidermektir. Kuşku
yok ki, İngiltere altın çağına, kraliçe 'Victoria' döneminde ulaşmıştır.
Günümüzde de, aynı şekilde bir kraliçenin ve kadın başbakanın yönetimindedir.
Ekonomik gelişme ve siyasi istikrarın doruğunda kabul edilmektedir. Peki, bu
kadınları seçen insanların içine düşmeleri beklenen hüsran nerede?
Bir başka yerde,
Andrai Gandi'nin Hind kıtasında yaşayan müslüman-lara vurduğu öldürücü
darbelerden bahsetmiştim. Mareşal Yahya Han yenilgiyle kaçarken bu kadın, İslam
binasını ikiye bölerek milletinin özlemini çektiği şeyi nasıl
gerçekleştirmişti? Colda Meir halkının başında iken Arapların uğradığı
musibetleri anlat ve sakın çekinme! Bu musibetleri silmek için yeni bir nesle
ihtiyacımız var. Sorun, erkeklik veya kadınlık sorunu değildir. Ahlak ve
kişisel yetenekler sorunudur. Andria, halkı, kendisini yeniden yönetime
seçecek mi seçmeyecek mi görmek için seçimler yaptı. Bizzat kendisinin
düzenlediği seçimlerde kaybetti. Fakat daha sonra halk, hiçbir zorlama
olmaksızın kendiliğinden onu yeniden yönetime getirdi.!
Hangi taraf, Allah'ın
gözetimine,yardımına ve arzında halife yapmasına daha layıktır? İbn-i
Teymiye'nin şu sözünü niçin unutuyoruz: "Allah, adaletli olmalarından
dolayı kafir bir devlete, yaptıkları zulümler yüzünden müslümanlara karşı
yardım eder.
Erkeklik ve kadınlığın
bu konuyla alakası nedir? Güçlü bir tarafgirlik duygusuna sahip dindar bir
kadın, sakallı inatçı bir kafirden daha hayırlıdır."[592]
Böyle tehlikeli bir
konuda Şeyh Muhammed Gazâlî'nin görüşlerim sunduktan sonra, Şeyh'in şu
sözlerini de hatırlatmanın faydalı olacağına inanıyoruz. Şeyh şöyle diyor:
"Allah biliyor ki ben, görüşüme önem vermekle birlikte, aykırı ve kural
dışı kalmayı hoş görmüyor ve cemaatle birlikte yürümek istiyorum. Ümmetin
bütünlüğü üzere kalmasmı istediğim için de görüşümden vazgeçiyorum."[593]
Onbesinci esas:
Kadının işi,
erkeklerle bir araya gelmesini gerektirdiği durumlarda bütün erkek ve
kadınların, özel bir bölüm halinde sunulan birlikte bulunma adabını gözetmeleri
gerekir. Vakarlı bir şekilde örtünmek, gözleri bakılması yasak olandan
çevirmek, başbaşa yalnız kalmaktan (halvet) ve aşın kalabalıkta sıkışmaktan
kaçınmak. Ve ayrıca, tekrar tekrar, uzun süre birlikte olmaktan yani; mesai
saati boyunca aynı yerde, her biri yalnızca kendi işiyle meşgul olmasına rağmen
yine de erkeklerle bir arada olmaktan sakınmak. Ancak kadının yaptığı iş,
yardımlaşmak, görüş alış verişinde bulunmak gibi maslahatlar için bir araya
gelmeyi gerektiriyorsa -madem ki ortada şiddetli bir ihtiyaç vardır- bu
takdirde, biraraya gelmekte hiçbir sakınca yoktur.
Mevcut iş kurumlarında
bu adab kurallarının bazıları terkedilirse kadın veya toplum için
gerçekleştirilmeye çalışılan maslahatlardan vazgeçerek, müslüman kadından bu
kurumlarda asla çalışmamasını isteyebilir miyiz.? Yoksa, İslami adab
kurallarının tamamının yerine getirilmesi için hikmetlice çalışarak, bu
maslahattan gözetmek mi daha iyidir?
Usul
kuralları,mefsedetleri uzaklaştırırken ihtiyaç ve maslahatları değerlendirmenin
vacip olduğuna hükmeder. İbn-i Teymiye bu konuda şunları söylüyor:
Yalnızca yasaklamayı
gerektiren mefsedetin büyüklüğüne ve şiddetine bakılmaz. Bununla birlikte
cevazı, hatta müstehablığı ve hatta vacipliği gerektiren ihtiyaca da dikkat
edilmesi gerekir.[594]
Mefsedetlere kapı
açması korkusuyla yasaklanan bir şey, daha ağır basan bir maslahatın
gerçekleşmesi için yapılır... Nitekim, şer'an yabancı bir kadınla başbaşa
yalnız kalmak.onunla yolculuk etmek ve ona bakmak, fesada neden olduğu için
yasaklanmıştır. Bu yüzden yanında kocası veya bir mahremi olmaksızın yolculuk
yapmaktan men edilmiştir... Yolculuktan, başka bir sebeble değil sadece
mefsedete ilettiği için, alıkonulmuştur. Kadının yapacağı yolculuk, tercih
olunur daha büyük bir maslahatın gerçekleşmesine neden oluyorsa, mefsedete yol
açmıyor demektir.[595]
Maslahatlar ile mefsedetler
karşı karşıya geldiğinde, daha büyük ve Önemli olan tercih edilir.[596]
HİÇ KUŞKUSUZ müslüman
kadın, Allah'ın kitabında indirdiği ve Ra-sulü'nün (s.a.v.) de sünnetiyle
açıkladığı hidayetinden bir nur üzere hayatına yön verir. Burada, kadının
sosyal etkinliklere katılımı ile ilgili olarak sunacağımız pratik olaylar,
sadece Kur'an âyetleri veya sahih sünnet hadisleri arasında herhangi bir münasebetle
anlatılan Örneklerdir.
Müslüman kadının
sosyal etkinliklere katılımı ile ilgili gerek Peygamberimiz ve gerek önceki
peygamberler dönemindeki pratik uygulamalar bir araya getirilirse görülecektir
ki bunlar, Allah'ın yol göstermesinin sınırlı örnekleridir. Halbuki gerek
çağımızda gerekse eski çağlarda konuyla ilgili pratik alan çok geniştir ve her
çağın şartlarına uygun yeni pratiklerin ortaya çıkma ihtimali de pek çok
yüksektir.
Sosyal etkinlikten
kastımız, iki türlüdür. Birincisi: Kollektif bir şekilde gerçekleştirilen
etkinliklerdir. Şöyle ki; bir grup insan bir araya gelir ve hem kendileri hem
de toplum için faydalı olacak bir faliyeti -dini, kültürel alanlarda olması
arasında fark yoktur- gerçekleştirmeye çalışır. Diğer etkinlik türü ise:
Bireyin topluma hizmet etmek amacıyla, gönüllü olarak/ ortaya koyduğu
çalışmalardır. Bu çalışmaların, eğitim veya Emr-i bi'1-ma'ruf alanında ya da
şimdilerde hayr işleri ve kamu hizmeti adı verilen faaliyetler alanında
yapılmış olması bir şey değiştirmez.
Kadının, çağdaş
toplumdaki sosyal etkinliklerde oynayabileceği rolün büyüklüğünü dikkate
alarak, bu etkinliklere ilişkin Kur'an âyetlerini ve sahihi Buharı ve
Müslim'den de hadisleri seçtik. Üçüncü, dördüncü ve beşinci bölümlerde verilen
âyet ve hadisleri tekrarlamakta bir sakınca görmedik.
Her nekadar yabancı
erkeklerle bir araya gelme söz konusu olmasa da konunun önemine binaen,
kadının sosyal etkinliklere katılımına işaret eden âyetleri de sunmaya gayrel
ettik. Gelen bölümde, Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde, kadının sosyal
etkinliklere katılımına ilişkin kimi örnekler sunacağız: [597]
a) İbadetsel etkinliklere katılma:
Esma bint-i Ebu
Bekr(ra.) anlatıyor: "Peygamber (sav) zamanında güneş tutuldu. Müteakiben
ihtiyacımı yerine getirdikten sonra ben de gelip mescide girdim, Allah'ın
Rasulü'nü namaza durmuş buldum. Ben de Onunla namaza durdum. Kıyamı o kadar
uzattı ki, kendi kendime oturuvermek ihtiyacı hissettim. Sonra zayıf bir
kadına bakıp: -Bu benden daha zayıftır diyerek ayakta durmaya devam ettim.
Nihayet Allah resulü rukü'a vardı. Fakat rukü'u da uzattı. Sonra rukü'dan
başını kaldırıp tekrar kıyamı uzattı. O kadar ki, eğer rukü'yaptığını bilmeyen
biri gelseydi, Allah Rasulü'nün rukü' etmediği hayaline kapılırdı. Sonra Peygamber
(s.a.v.), güneş açılmış olduğu halde namazdan çıktı. Akabinde halka bir konuşma
yaptı. Layık olduğu şekilde Allah'a hamd ettikten sonra şöyle dedi: Amma ba'du
(bu girişten sonra)...[598]
b) Kültürel
etkinliklere katılma:
Fatıma bint-i Kays
anlatıyor: ... Mescide geldim ve Allah resulü ile beraber namaza durdum. ...
Allah Rasulü namazını bitirince gülerek minbere oturdu ve şöyle dedi: Herkes
namaz kıldığı yerde kalsın! Ardından konuşmasını şu şekilde sürdürdü: Sizleri
niçin çağırdığımı biliyor musunuz? Oradakiler: -Allah ve Rasulü daha iyi bilir,
dediler. Bunun üzerine Allah resulü: -Vallahi ben, sizleri ne bir ümit ne de
bir korku sebebiyle çağırdım. Fakat sizleri, şunu haber vermek için çağırdım;
Temim ed-Dari, hıristiyan bir adamdı. Gelip bey'at etti ve müslüman oldu.
Mesih, Deccal hakkında bana, anlattıklarıma benzer bazı sözler söyledi."[599]
c)
Eğlencelere katılması
Boş zamanlan mü'min
kadınlarla birlikte geçirme: Rübeyyi' bint-i Muavviz anlatıyor: Peygamber
(s.a.v.), aşura günü kuşluk vakti. Medine yakınlarındaki ensar köylerine şu
haberi gönderdi: Her kim oruçsuz olarak sabahladı ise günün geri kalan kısmını
oruçlu olarak geçirsin. Her kim de oruçlu olarak sabahladı ise, orucunu
tamamlasın. (Rübey-yi' dedi ki:) Biz, bundan sonra aşura orucunu tutardık.
Çocuklarımıza da tuttururduk. Oruçlu çocuklarımıza, boyalı yünden oyuncaklar
yapardık.. Müslim'in rivayetinde şu sözlerde yer alır: Mescide giderdik. Bizden
yemek istediklerinde çocuklara, bu oyuncakları vererek onları oyalar ve böylece
oruçlarını tamamlamalarım sağlardık.[600]
Burada her bir etkinlik için
bir tek örnek vermekle yetindik. Zira; daha önce de -mescidde bir araya gelme
konusunu işlerken- kadının, farz, nafile, cenaze, küsuf namazlarını cemaatle
kılmak gibi,ibadetsel etkinlikler de dahil, on iki amaçla nasıl mescide
geldiğini anlatmıştık. Bu on iki amaçdan bir diğeri de;çeşitli münasetlerle
minberde konuşan Allah Rasulü'nü (s.a.v.) dinlemek, müezzinin 'namaz
toplayıcıdır!' nidasıyla çağırdığı genel toplantılarda hazır bulunmak gibi
kültürel etkinliklere katılmaktır. Bir diğeri ise; bayram günü mescidde oynayan
Habeşli'lerin oyununu seyretmek gibi eğlencelere katılımıdır. [601]
a) Karşılama
merasimine katılma
Ebu Bekr (r.a.)
anlatıyor: ... Nihayet, geceleyin Medine'ye vardık. Medine halkı, Allah Rasulü
(s.a.v.), hangisinin yanında konaklayacak diye tartışmaya başladı. Allah
Rasulü: -Ben Abdul Muttalibin dayıları olan Nec-car Oğulları'na misafir
olacağım. Bu surette, onlara ikram ve şeref vereceğim, buyurdu. Erkekler ve
kadınlar evlerin çatılarına çıktılar. Çocuklar ve hizmetçiler de yollara
dağılarak: -Ya Muhammed, ya Rasulullah! Ya Mu-hammed, ya Rasulullah! diye
bağırıyorlardı.[602]
b) Bayram
kutlamalarına katılma
Ümmü Atıyye (r.a.)
anlatıyor: Biz kadınlara, bayram günü namazgaha çıkmamız, hatta"
bulundukları ev köşelerinden bakire kızlara ve hayızlı kadınlara varıncaya
kadar namazgaha çıkarmamız emredilirdi de, kadın erkeklerin arka taraflarında
olurlar, onların tekbir getirirler ve onların dualarıyla dua ederlerdi. Onlar,
bu bayram gününün bereketini ve paklığını (yani günahlardan temizlenmeyi) umut
ederlerdi.[603]
c) Düğünlere
Katılma
Aişe (r.a.) anlatıyor:
"...Annem Ümmü Ruman bana doğru geldi. (...) Sonra beni eve soktu. Evde
ensardan bir takım kadınlarla karşılaştım. Bu kadınlar: Hayır ve bereket üzere,
en hayırlı kısmete, dediler. Annem beni bu kadınlara teslim etti. Onlar da
üstümü başımı düzelttiler. Duha vaktinde Allah'ın Rasulü'nü, birden karşımda
görünce korktum.. Akabinde annem beni, Allah Rasulü'ne teslim etti."[604]
Hafız İbn-i Hacer
hadisin şerhinde şu açıklamaları yapar: "Ahmed b. Hanbel, aynı hadisi
değişik bir şekilde rivayet eder... Aişe (r.a.) anlatıyor: Annem beni
Peygamber'e getirdi. Bir de baktım ki Allah Rasulü (s.a.v.), divanın üzerinde
oturuyor. Beraberinde ensardan kimi erkekler ve kadınlar vardı. Annem beni,
Peygamber'in odasına yerleştirdi. Sonra şöyle dedi: Ya Rasulullah, bunlar senin
ailendir. Allah, onları sana mübarek kılsın! Bu söz üzerine bütün herkes dışan
çıktı. Allah Rasulü (s.a.v.) de evimizde benimle zifafa girdi."[605]
Bu bölümde de her bir
etkinlik için bir tek örnek vermekle yetindik. Bunlar ve benzer bir çok örnek,
daha önce ele alman 'kadının erkeklerle birlikte kutlamalara katılması'
konusunda verilmişti. Her merasimin kendine özgü özellikleri var. Örneğin,
karşılama merasimleri, salt eğlensel etkinlikler olarak kabul edilir. Bayram
merasimleri ise, bayram namazında topluca tekbir almak şeklinde olduğu üzere
hem ibadetsel etkinlikleri, bayram hutbesini dinlemek şeklinde hem de kültürel
etkinlikleri ve kadınların, erkeklerin ve çocukların evlerinden çıkarak bu
mübarek topluluğu izlemeleri şeklinde eğlensel etkinlikleri içine alır.
Peygamber (s.a.v.) dilinde: Kadınlar da müslüman erkekler topluluğunu ve
dualarını izlesin! olarak ifade edilen ve Habeşli'lerin oyunlarıyla kendini
gösteren bayram merasimi etkinlikleri, günümüz deyimiyle: büyük bir festivali
andırır. [606]
a) Peygamber
(sav)'in, kadınlara özel kültür sempozyumları düzenlemesi: Ebu Said el Hudri
anlatıyor: Bir kadın, Allah'ın Rasulü (s.a.v.)'ne gelerek: -Ya Rasulullah,
senin sözlerini hep erkekler dinliyorlar. Bize de bir gün tahsis et de o günde
sana gelelim. Sen de, Allah'ın sana öğrettiği şeylerden bizlere öğretirsin,
dedi. Allah'ın Rasulü: Şu günde ve şu günde toplanınız! buyurdu. Kadınlar
toplandılar. Allah'ın Rasulü de geldi. Ve onlara Allah'ın kendisine öğretmiş
olduğu şeylerden öğretti. Sonra da: -içinizden hiç bir kadın yoktur ki,
evladından üç tanesini kendisinden evvel ahirete yollasın da bu çocukları,
kendisi için cehenneme karşı birer siper olmasın! buyurdu. Bunun üzerini bir
kadın: Ya Rasulullah, iki tanesi de öyle değil mi? dedi ve bu sözünü iki kez
tekrarladı. Allah'ın Rasulü cevaben: İki tanesi de, iki tanesi de, iki tanesi
de öyledir, buyurdu.[607]
b)
Mü'minlerin annelerinin, Peygamber (s.a.v.)'in yaşantısını öğrenmek isteyenlere
evlerini açmaları:
Sa'd b, Hişam b. Amir
anlatıyor: "... Akabinde İbn-i Abbas'ın yanına geldi ve ondan Allah
Rasulü'nün vitrim sordu. İbn-i Abbas: 'Sana, Rasulul-lah'ın vitrini
yeryüzündeki ahali içinden en iyi bilen bir kimseyi göstereyim mi?' dedi.
Sa'd:'Kimdir?'dedi. İbn-i Abbas:'Aişe'dir' Aişe'ye git ve bunu ona sor. Sonra
tekrar bana gel ve sana verdiği cevabı bana söyle* dedi. Aişe'ye gitmek üzere
ayrıldım. Hakim b. Eflah'ın yanına geldim. Kendisinden Aişe'ye beraber
gitmemizi istedim. Bunun üzerine Hakim: "Ben Aişe'nin yanına gitmek
istemem. Çünkü Onu, şu iki şia -yani Ali ve Cemel ashabı- hakkında herhangi bir
söz etmekten menettim de o, bunu kabul etmeyip kendi gidişinden başkasına razı
olmadı', dedi. Sa'd b. Hişam der ki: 'Ben de Hakim'e karşı yemin edip,
gitmesini istedim. Neticede benimle geldi. Beraber Aişe'ye gittik. Yanına
girmek için izin istedik. Bize izin verdi. Huzuruna girdik.' Kendisi Hakimi
tanıyıp: Sen Hakim değil misin? diye sordu. O da: "Evet, Hakimim,' dedi.
Aişe: 'Yanındaki kimdir?' diye sordu. -Amir oğlu Hişam, deyince, Aişe, Hişam'a
rahmet okudu ve Ona hayır dua etti. (Ravi Katade: Hişam, Uhud günü
yaralanmıştı, dedi.) Bunun Üzerine ben: Ey mü'minlerin annesi, bana Allah
Rasulü'nün ahlâkını anlat! dedim. -Sen Kur'an okumuyor musun? dedi. -Evet,
okuyorum, dedim. -Allah Rasulü'nün ahlâkı, Kur'an'dan ibaretti, dedi. Bunun
üzerine kalkmayı ve ölünceye kadar artık kimseye hiç bir şey sormamayı
düşündüm. Sonra aklıma şunu sormak geldi ve: -Bana Allah Rasulü'nün gece
namazını anlat, dedim.'Bana; [608]
Ebu Bekr b.
Abdurrahman anlattı ki, (Medine valisi) Mervan, onu, cünüp olarak sabahlayan
kimsenin oruç tutup tutmayacağını sorması için Ümmü Seleme'ye gönderdi. Ümmü
Seleme cevaben: -Allah Rasulü ihti-lamdan değil, cimadan dolayı bazen cüniip
olarak sabahlardı da günün kalan kısmında iftar etmediği gibi bu günün orucunu
kaza da etmezdi, dedi.[609]
Ubeydullah b. Abdullah
anlatıyor: Aişe'nin huzuruna vardım ve O'na: Allah Rasulü'nün hastalığını
anlatır mısınız? dedim. -Evet, dedi ve anlatmaya başladı: Peygamberin
hastalığı ağır]aştığı zaman 'insanlar, namazı kıldılar mı?' diye sordu.
-Hayır, seni bekliyorlar, ya Rasulullah, dedik. -Öyleyse, benim için bir leğene
su koyunuz.! dedi. Suyu koyduk, yıkandı. Kalkmağa davranırken bayıldı. O sırada
halk, mescidde Allah Rasulü'nü yatsı namazına bekleyip duruyorlardı. Bunun
üzerine Allah Rasulü halka namaz kıldırması için Ebu Bekr'e haber gönderdi.
Haberci Ebu Bekr'e gidip: -Allah Rasulü, insanlara namaz kıldırmam emrediyor,
dedi. Ebu Bekr -ki yufka yürekli bir adamdı-. Ömer'e: 'Ey Ömer, namazı sen
kıldır!' dedi. Ömer: Sen buna daha layıksın,! diye cevap verdi. Allah
Rasulü'nün hasta olduğu o günlerde halka namazı Ebu Bekr kıldırdı. Sonra Allah
Rasulü bedeninde bir hafiflik hissedince, biri Abbas olmak üzere iki kişinin
omuzları arasında öğle namazı için dışarı çıktı. Ebu Bekr, halka namaz
kıldırıyordu. Peygamberi görünce geri çekilmek için davrandı. Peygamber: 'Geri
çekilme!' diye işaret etti ve kendisini götürenlere; Beni onun yanma oturtun!
dedi. Onlar peygamberi, Ebu Bekr'in yanına oturttular. Ebu Bekr, ayakta olduğu
halde Peygamber'in namazına uyarak namaz kıldırıyordu. Cemaat de Ebu Bekr'e
tabi olarak namazını kılıyordu. Peygamber oturduğu yerde namaz kılıyordu...[610]
Ebu Seleme (r.a.) anlatıyor:
İbn-i Abbas'a bir adam geldi. Ebu Hureyre de yanında oturuyordu. O adam, İbn-i
Abbas'a: Kocasından kırk gün sonra doğuran bir kadın hakkında bana fetva ver!
dedi. İbn-i Abbas: Bu kadının iddeti, iki müddetten (yani vefat iddeti ile
hamilelik iddetinden) en uzak olanıdır, dedi. (Ebu Seleme dedi ki:) Ben,
"Hamile kadınların iddetleri ise doğum yapmalarıdır" âyetini okudum.
Ebu Hureyre de: Ben kardeşimin oğlu (Ebu Seleme) ile aynı görüşteyim, dedi.
Bunun üzerine İbn-i Abbas hizmetçisi Küreyb'i, Ümmü Seleme'ye gönderip ona
sordurdu. Ümmü Seleme şöyle dedi: Stibeyy'a el-Eslemiyye, hamile iken kocası
öldürüldü. Sonra Sübeyy'a kocasının ölümünün ardından kırkıncı gecede doğum
yaptı. Ardından kendisiyle evlenilmek üzere talip olundu. Allah Rasulü (s.a.v.)
onun nikâhını kıydı. [611]Ebu
Senabil de Sübeyy'a'yı isteyenler arasındaydı. [612]
Allah (c.c.) buyurdu
ki:
"Mü'min erkekler
ve mü'min kadınlar,birbirlerinin velisidirler. İyiliği emreder, kötülükten
menederler." (Tevbe, 71)
Reşid Rıza, âyete ilişkin şu
açıklamayı yapar: "Ayeti kerimede, iyiliği emretmek ve kötülükten menetmek
bütün erkek ve kadınlara farz kılınmıştır.. Kadınlar bunu biliyor ve
yapıyorlardı."[613]
Taberani'nin, Yahya b. Ebu Selim'den yaptığı şu rivayet, kadınların bu konuyu
bildiklerini ve gereğini yerine getirdiklerini gösterir: Yahya b. Ebu Selim
dedi ki; Semra bint-i Nüheyk'i- ki bu kadın, Allah Rasulü (s.a.v.)'nin yaşadığı
günlere yetişmişti-kalm bir entari ve kalın bir baş örtüsü giymiş, elinde
kırbacı insanları yola getirirken ve insanlara iyiliği emredip kötülükten
menederken gördüm." [614]
a) Muhacirlere
yardım elinin uzatılması:
Enes b. Malik (r.a.)
anlatıyor: Muhacirler, Mekke'den Medine'ye geldikleri zaman hiç bir mal
varlığına sahip değillerdi. Ensar ise,Medine'dc akar ve arazi sahibi idi. Bu
dudum karşısında Ensar, her sene mallarının yarı ürününü kendilerne vermeleri
ve kendi yerlerine bağ ve bahçe işlerini yapmaları şartıyla mallarını
Muhacirlerle paylaştı. Enes'in annesi Ümmü Süleym de Allah Rasulü'ne (s.a.v.)
bir kaç hurma ağacı hediye etti. Peygamber (s.a.v.) de hurma ağaçlarını (meyvesinden
faydalanması için) Üsame b.Zeyd'in annesi olan cariyesi Eymen Bereke'ye verdi..[615]
b) Fazilet
sahibi insanları konuk etmek: ve Allah yolunda çokça infakta bulunan ensarlı
bir kadındır- evine taşın.! dedi... Ben: 'Evet, taşınacağım1 dedim. Bana:
Hayır, taşınma. Çünkü Ümmii Şüreyk, misafirleri çok bir kadındır... Başka bir
rivayette[616] şu ibare de yer alır:
Muhakkak, Ümmii Şüreyk'e İlk muhacirler konuk olmaktadır."[617]
c)
Karşılıksız olarak mescide minber yapmak:
Cabir b. Abdullah
(r.a.) anlatıyor: Ensardan bir kadın Peygambere
gelerek: Ya
Rasulullah, senin için, üzerine oturacağın bir şey yaptırayım mı?
dedi.... Bunun
akabinde kadın Allah Rasulü (s.a.v.) için bir minber yaptırdı.
Nihayet Cuma günü
olunca Peygamber (s.a.v.) minberin üzerine oturdu.[618]
d) Gönüllü olarak
mescidi temizlemek:
Ebu Hureyre (r.a.)
anlatıyor: Bir zenci adam -ya da bir zenci kadın-mescidi süpürürdü, (Buhari'nin
bir diğer rivayetinde l6, ravi Ebu Rafi[619]:
Ben Ebu Hureyre'nin; "bir kadın" dediğini kuvvetle zannediyorum,
demektedir.) Vefat etti. Peygamber (s.a.v.) onu sordu. - Öldü, dediler. Allah
Rasulü (s.a.v..): Bana vermeniz gerekmez miydi?! O adamın -ya da o
kadının-kabrini bana gösteriniz! buyurdu. Kabre gelerek kadının namazını kıldı.[620]
Hafız İbn-i Hacer,
Peygamber (s.a.v.)'in onayına dayanarak, kadının, kendisini mescide hizmete
adayabileceğini söyler.[621]
e) Gönüllü
hemşirelik yapmak:
Harice b. Zeyd
anlatıyor: Ümmü' Ala, Peygamber'e bey'at etmiş Ensar kadınlanndandı. O şöyle
haber vermiş: (Hicrette) Muhacirlerin oturacakları yerleri tayin için Ensar
kura çektiği zaman, kurada Osman b. Maz'un'un adı Ümmü1 Ala'nın ailesine
çıkmış. Ümmü'l Ala dedi ki: (Osman b. Maz'un'u evmizde konuk ettik.) Fakat
Osman bizim yanımızda konuk iken hastalandı. Ben, Osman'ın hastalığında ona
hastabakıcılık yaptım. Nihayet vefat etti.O'nu yıkayıp elbiseleriyle
kefenledik...[622]
f)
Savaşlardan sonra yaralılarla ilgilenmek
Ebu Hazm, Sehl b. Sa'd
dan dinlemiştir ki; Sehl'e Allah'ın Rasulü (s.a.v.)'nün yaralarından soruldu da
şöyle dedi: 'Dikkat edin, vallahi ben, Allah Rasulü(s.a.v.)'nün yarasını
yıkamakta olanı, suyunu dökeni ve yaranın ne ile tedavi edildiğini çok iyi
biliyorum.1 Sehl devamla dedi ki: -Peygamber (s.a.v.)'in kızı Fatıma yarayı
yıkıyor, Ali de kalkan ile yaraya su döküyordu. Fatıma (r.a.), suyun kanı arttırmaktan
başka bir işe yaramadığını görünce bir hasır parçasını alıp yaktı ve yaranın
üzerine bastırdı. Kanama durmuştu. O gün Allah Rasulü (s.a.v,)'nün ön dişleri
ile azı dişleri arasında kalan dişleri kıldı. Yüzü yaralandı. Başındaki miğferi
parçalandı.[623]
Enes b. Malik (r.a.)
anlatıyor: Amcam Enes b. Nadr, Bedir savaşına katılamamıştı. Bunun için o: -Ya
Rasulullah, Müşriklerle yaptığın ilk savaşa katılamadım. Yemin ederim ki, eğer
Allah, müşriklerle savaşta beni hazır bulundurursa ne yapacağımı Allah İnsanlara
muhakkak gösterecektir, demişti. Uhud günü, savaşta müslümanlann cephesi
dağılınca Enes b. Nadr: Ey Allah'ım, ben senden, bunların (sahabelerin) bozguna
uğrama ve kaçma suçlarından ötürü özür diliyorum. Şunların (müşriklerin
Peygambere karşı) yaptıkları savaş ve cinayetten de sana sığınırım, dedi. Sonra
müşrik saflarına doğru ilerledi. Bu sırada Enes b. Nadr'a Sa'd b. Muaz
rastgeldi. Enes, Sa'd'a hitaben: Ey Sa'd b. Muaz, ben Cennet'i arzuluyorum.
Nadr'in Rabb'ine andolsun ki,cennet'in kokusunu Uhud'un uzağından duyuyorum,
dedi. Sa'd b. Muaz, Allah Rasulü (s.a.v.)'ne: Ya Rasulullah, Enes b. Nadr'ın
kahramanlığını anlatmaya muktedir değilim, dedi. Enes b. Malik (Sa'd b. Muaz'ı
destekleyerek) dedi ki: -Biz, Enes b. Nadr'ı şehid bulduğumuzda, O'nun bedeninde
kılıç darbesi ya da mızrak dürtmesi veya ok saplanması olarak seksenden fazla
yara vardı. Müşrikler, bu mücahidin burnunu, kulaklarını ve kimi organlarını
kesmek ve gözlerini de oymak suretiyle işkence etmişlerdi. Bu yüzden, kız
kardeşi dışında onu hiç kimse tanıyamadı. O da, onu ancak parmak uçlarından
tanıyabildi.[624]
Hafız İbn-i Hacer dedi ki;
Taberi, Ebu Hazim'den nakletti:[625]
"Uhud Savaşı yapılıp müşrikler savaş meydanını terkedince, müslüman
kadınlar, erkeklere yardıma koştular. Koşanlar arasında Fatıma (r.a.) da vardı.
[626]
a) Hayr
yollarında bağışlar yapmak:
Aişe (r.a.) anlatıyor:
Peygamber'in hanımlarından bazıları, Peygam-ber'e: Hangimiz (Ölümünden sonra)
sana daha çabuk kavuşacağız? dediler. Peygamber:Eli en uzun olanınız, buyurdu.
Bunun üzerine bir kamış alarak kollarını ölçmeye başladılar, Şevde bint-i
Zem'a, içlerinde en uzun kollu kadın idi. Fakat, (Zeynep bint-i Cahş'ın)
ölümünden sonra anladık ki, 'kolu u-ztın kadın' sadakası bol, eli açık kadın
demekmiş. Ve gerçekten O (Zeynep), içimizde Peygambere ilk kavuşan kadın oldu.
Zeynep, sadaka vermeyi çok severdi. Bir diğer rivayette [627]:
Daha çok sadaka veren ve hasılı Allah'a yaklaşmaya vesile olan hayır işlerinde
nefsini daha çok yoran bir kadın görmedim.[628]
Cabir anlatıyor:
Zeynep, o sırada deriden uğralığıni ovalıyordu...[629]
Hafız İbn-i Hacer dedi
ki; "... Hakim Müstedrek adlı kitabının el-Menakıb bölümünde Aişe
(r.a.)'nin şöyle dediğini rivayet ediyor; ...Zeynep (r.a.), el işlerine eli
yatkın bir kadındı. Deriyi tabaklar, diker ve sonra Allah yolunda tasadduk
ederdi. Hakim, hadis, Müslim'in sıhhat şartlarına uygundur, der.[630]
b) Komşulara
hizmet etmek:
Ebu Bekr'in kızı Esma
(r.a.) anlatıyor: Zübeyr ile evlendiğimde Zübeyr'in ne bir malı vardı ve ne de
bir kölesi. O'nun dünyalık olarak sahip olduğu tüm mal varlığı;su taşımakta
kullandığı devesi ile atından ibaretti. Atını ben sular; otunu da, yemini de
ben verirdim. O'nun su kırbasını ben dikerdim. Hamuru ben yoğururdum. Ne var ki,
ekmek yapmayı pek beceremezdim. Onu da ensardan komşularım olan kadınlar
yapıverirlerdi. Bunlar sadakatli, iyi kadınlardı...[631]
c) Çeşitli
münasebetlerle ödünç elbise vermek:
Abd'ul Vahid b. Eymen
anlatıyor: Bana babam Eymen anlattı: Ben, bir keresinde Aişe (r.a.)'nin yanına
girdim. O sırada Aişe'nin üzerinde kalın Yemen bezinden yapılmış, beş dirhem
değerinde bir elbise vardı. Aişe (r.a.) (darlık zamanlarını anarak):
-...Halbuki, Allah Rasulü (s.a.v.) zamanında benim bu türden bir elbisem vardı.
Medine'de zifaf için süslenen her kadın, onu ödünç almak için muhakkak bana
haber gönderirirdi, dedi.[632]
d) Okuma
yazma seferberliğinde görev almak:[633]
Şifa binti Abdullah (r.a.)
anltıyor: Ben, Hafsa'nın yanında olduğum bir zamanda Peygamber (s.a.v.)
yanımıza geldi. Bana dönerek: Buna, yazmayı öğrettiğin gibi, egzamayı
iyileştirmek için rukye yapmasını da öğretiver, dedi. [634]
a)
Eğitimdeki gelişme ve ihtisaslaşma, kadın ve erkeği birlikte kapsayan eğitimin
bir çok dallara ve kollara ayrılması, kadın için yeni sosyal faaliyet
alanlarının açılmasına ve kadının bu faaliyetleri başarıyla yürütmesine imkân
hazırladı.
b) Medya ve
ulaşım araçlarının gelişmesi, eğitimin yaygınlaştırılması cemaatçilik
(kollektivizm) ruhunu geliştirmiş ve büyük müesseselerin kurulmasını
sağlamıştır. Cemaatçilik ruhu, hayatın bir çok alanına egemen olmuştur.
Düşünce alanında, araştırma enstitüleri ve bilim kurulları kurulmuştur.
Ekonomi alanında, sermaye, şahıs ve kamu sektörü şirketleri kurulmuştur. İş
sahasında, sendikalar kurulmuştur. Politika alanında, siyasi partiler
kurulmuştur. Bu gelişme sürecinde olağan bir sonuç olarak, sosyal etkinlikler
alanında da çeşitli kurumlar kuruldu. Bu sosyal kurumlar, hayır sever
erkeklerin yanı sıra hayır sever kadınların da gayretlerine ihtiyaç duymaktadır.
c) Özellikle kimi toplumlarda şiddetli
fakirlik,cehalet,hastalık ve sapma ve artan düzensizlik ve aldırmazlık şeklinde
kendini gösteren genel bir geri kalmışlık vardır. Geri kalmışlık yakınmalarının
hafifletilmesi ve toplumsal kalkınmanın gerçekleştirilebilmesi için sosyal
etkinliklerin arttırılması,bütün köy ve şehirlere götürülmesi ve erkek ve
kadınları kapsamasına şiddetle ihtiyaç duyulmaktadır.
d) Kadın -
erkek müslüman bireylerde, topluma karşı sorumluluklarına ilişkin -her ne
kadar henüz yeni olsa da- dini bir bilinç ortaya çıkmıştır. Bu bilinç
beraberinde, söz konusu sorumluluğun gerçekleştirilmesi yönünde kollektif
çalışma bilincini doğurmuştur. [635]
Müslüman için sosyal
etkinlik; kollektif bir sistem içinde gerçekleşen ve sosyal hayatlarında -ki
kültürel, eğitsel, sağlıksal, sportif, eğlensel, estetik alanlar., ya da
fakirlere yardım etmek hepsi birdir- insanlara faydalı olacak güzel şeyleri
gerçekleştirmeye yönelik her etkinliktir.
AUahu Tealanın koyduğu
kurallar çerçevesinde olduğu ve salih bir niyetle yapıldığı sürece her sosyal
etkinlik ve müslüman erkek ve kadının eğlensel faaliyetler de dahil giriştiği
her insani faaliyet ibadet -yani Allah'a kulluk ve emrine boyun eğme- kapsamı
içine girer. Allah (c.c.) buyurdu ki:
"Ben cinleri ve
insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zariyat, 56)
Hayır işleri ve kamu
hizmeti alanında yapılan sosyal etkinliklerin güzel yönlerinden biri de şudur:
Bu etkinlikler aracılığıyla fakirlere yapılan yardımlar, bireylerin sadakaları
-ki bu durumda fakir, yardım yapan bireylere karşı bir minnet ve borçluluk
duygusuna kapılmaktadır- biçiminde değil de, büyük müesseler tarafından ve
çeşitli hizmet biçimleri altında yapıldığı için fakirin şeref ve haysiyeti
korunmaktadır.
Sosyal etkinliklere
iki grup insan katılmaktadır: Bunlardan ilki; etkinliği gerçekleştiren ve
olabildiğince kendini, zamanını ve malını ortaya koyanlardır. Diğer grup ise;
Bu etkinliklerden yararlanan ve onlarla diyalog halinde olanlardır. Burada
bizim için önemli olan; veren kişiler ile alan kişiler arasında görülen olumlu
etkileşimin önemini vurgulamaktır. Öğrenmek, gelişmek ve bir güç sahibi olmak
için almayan kimseler, asla vermeyeceklerdir. Zayıf, cahil ve aciz insanlar
nasıl versinler ki? Bunun anlamı şudur: Bu gün alan pozisyonunda olan kişinin,
gelecekte veren konumuna geçmesi umulur.
Hayır işleri kapısını,
-gücü ve yetenekleri ne olursa olsun- her müslüman erkek ve kadın, bir şeyler
verebilecek ve ortaya koyabilecek derecede ardına kadar açmak, sosyal
etkinliklerin amaçlan arasında yer alır. Aynı şekilde Peygamber (s.a.v.)
döneminde -Ebu Mes'ud ensari gibi- erkeklerden, sadaka vermeleri istenirdi.Bu
emir üzerine o kişi, çarşıya giderek hamallık yapardı da bir miktar hurma
kazanırdı.[636] -Daha önce anlatılan
Zeynep binti Cahş gibi- kadınlar da sadaka verebilmek için el emeği ile
çalışırlardı.
Asıl olarak,bir işe
girip çalışmak erkeğe, ev işleri de kadına özgü olmakla birlikte sosyal
etkinlikler kadınla erkek arasında müşterektir. Hatta kadının, etkinlikteki
payı bir kaç itibarla erkeğinkinden daha fazladır:
a) Kadının sosyal enerjisi, kalp inceliği ve
şefkati.[637]
b) Kimi zamanlar kadının, kendisini kuşatan
şartlara uygunluğu münasebetiyle işini, sosyal etkinlik alanından seçmesi.
c) Sosyal
etkinlik, topluma karşı sorumluluklarım gerçekleştirmelerinin ötesinde
insanlarla etkileşim içine girmeleri ve yeteneklerini geliştirmeleri için ev
hanımlarının önüne açılmış geniş bir alandır. Bu işin bir yönüdür. Ev
işlerinden artan zamanı faydalı veya güzel, yada hem faydalı hemde güzel bir
biçimde değerlendirmek de işin diğer yönünü oluşturur.
d) Kadınlara, çocuklara ve yaşlılara sunulan
hizmetlerin büyük bir bölümü, kadınların uzmanlık alam içine girmektedir.
Sosyal etkinlik yer,
zaman veya faaliyet alanı çeşitliliği itibarlanyla kadının katılımını
kolaylaştıracak bir takım özelliklere sahiptir. Yer itibariyle sosyal
kurumlar, kadının yaşadığı mahallede olabilir. Zaman itibariyle kadın, boş
vakitleri ölçüsünde katılabilir. Faaliyet çeşitliliği itibariye ise kadın,
bildiklerinden, malından veya hizmetten kendisine kolay geleni ortaya koyar.
Aişe (r.a.)'nin, yegane örnek
olan bir kadın hakkındaki -daha önce geçen- nitelemeleri ne kadar şahanedir!
Şöyle diyordu Aişe (r.a.): "Ben asla Zeynep'den daha dindar, Allah'dan
daha çok korkan, daha doğru sözlü, akraba ziyaretinde daha çok bulunan, daha
çok sadaka veren ve hasılı Allah'a yaklaşmaya vesile olan hayır işlerinde
nefsini daha çok alçaltan bir kadın görmedim."30 Allah'ın bereketi üzere
ve Allah yolunda yürürken çağdaş kadının, Zeyneb'i örnek alması ve hayırlı
sosyal etkinlikler alanında çalışması, hakkında en doğru olandır. [638]
Birinci esas:
Erkek gibi kadına da
topluma faydalı olma çağrısı yapılmıştır. Allah (c.c.) buyurdu ki:
"Ve hayır işleyin
ki umduğunuza eresiniz." (Hacc, 77)
Kadının, hem toplumuna
karşı olan sorumluluğunu, hem de ev ve çocuk bakımına yönelik sorumluluğunu
birlikte yürütebilmesi ve bunun yanısıra toplumun kalkınmasında üzerine düşen
rolü oynayabilmesi için, bireysel, ailesel, toplumsal ve devletsel bütün zaruri
organizasyonların yapılması gerekir. Kadının, hem toplumuna karşı olan
sorumluluğunu, hem de ev ve çocuk bakımına yönelik sorumluluğunu birlikte
yürütebilmesi çoğunlukla kolay bir iştir. Nitekim sosyal etkinliğin tanımı
yapılırken bu konuya işaret edilmişti.
Allah (c.c.) buyurdu
ki:
"Erkek ve
kadından her kim mü'min olduğu halde güzel işler yaparsa, işte öyle kimseler
Cennet'e girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar." (Nisa, 124)
"Mü'min erkekler
ve mü'min kadınla*,, birbirlerinin velisidirler. İyiliği emrederler, kötülükten
menederler." (Tevbe)
""...İyilik
ve lakva üzerinde yardımlasın..."(Maide, 2)
"Onların
aralarındaki gizli konuşmalarının çoğunda hayır yoktur. Yalnız sadaka vermeyi
yahut iyilik yapmayı yada insanların arasını düzeltmeyi emreden(in konuşması)
müstesna." (Nisa, 114)
Nu'man b. Beşir (r.a.)
anlatıyor: Allah'ın Rasulü (s.a.v.) buyurdu ki: Bütün mü'minleri, birbirlerine
merhamette, sevgide, lütufta ve yardımlaşmada bir tek vücud gibi görürsün. O
vücudun bir organı hastalanınca, vücudun diğer kısımları da birbirlerini, hasta
organın elemine-uyfajsuzlukla hararete- ortak olmaya çağırırlar.[639]
Ebu Musa anlatıyor:
Allah Rasulu (s.a.v.): Mü'min mü'min için, Parçalan birbirini takviye ve tahkim
eden bir bina gibidir, buyurdu. Sonra, iki elinin parmaklarını birbirine
geçirdi.[640]
Cerir b. Abdullah
anlatıyor:...Ben, Peygambere gelip: Müslüman olmak üzere sana bey'at edeceğim.!
dedim. Şart koştuğu şeyler arasında her müslümana nasihat edip hayırhah olmak
da vardı. Ben de bu şartlar üzerine bey'at ettim...[641]
Temim ed-Dari
anlatıyor: Peygamber (s.a.v.): Din ancak nasihattir, buyurdu. Biz: Kim için,
dedik. -Allah için, kitabı için, Rasulü için, müslümanların
inıamları(Önderleri-başkanları)için ve bütün müslümanlar için.! buyurdu.[642]
Hafız İbn-i Hacer
hadisle ilgili olarak şu açıklamaları yapar: "ve bütün müslümanlar için
nasihat'ın anlamı: Onlara acımak,onlara faydalı olmak, kendilerine yararlı olan
şeyleri onlara öğretmek ve her türlü ezayı onlardan kaldırmaktır. Ayrıca
kişinin, kendisi için sevip arzuladığı şeyi onlar için de sevip arzulaması ve
kendisi için hoş görmediği şeyi onlar için de hoş görmemesidir.)[643]
Abdullah b. Ömer
anlatıyor: Allah'ın Rasulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: Müslüman, müslümamn
kardeşidir. Müslüman müslümana zulmetmez. Müslüman müslümanı(tehlike ve
musibette) terketmez. Her kim, kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da
onun ihtiyacını yerine getirir. Her kim, bir müslümamn bir sıkıntısını giderip
onu ferahlatırsa Allah da Kıyamet gününün sıkıntılarından bir tanesini giderip
onu ferahlatır. Her kim, bir müslümanı(nın ayıbım) örterse, Allah da Kıyamet
gününde onu örter.[644]
Hafız İbn-i Hacer bu
hadisle ilgili olarak şu açıklaman yapar: "... 'Müslüman müslümanı
(tehlike ve musibette) terketmez' sözünün anlamı şudur: Ona eza ve zarar
verecek kişi ve şeylerle onu yardımsız başbaşa bırakmaz. Aksine ona yardım eder
ve onu savunur. Bu yardım ve savunma, şartlara göre değişir ve kimi zaman
vacip, kimi zaman da mendup olur."[645]
Şu açıklamaları da
ekleyebiliriz: 'Müslüman müslümanı (tehlike ve musibette) terketmez' sözünün
anlamı şudur: Onu kurtarır ve helak olmakla karşı karşıya bırakmaz. Bir
müslümanı, ölümcül bir hastalıktan veya zillet içinde bırakan fakirlikten veya
dalalete düşürücü cehaletten veya insanı ifsad eden ataletten kurtarmak
örneklerinde olduğu gibi bir çok hayır işi bu kategoriye girer.
Ebu Musa el-Eş'ari
anlatıyor: Peygamber (s.a.v.): Her müslüman üzerine sadaka vermek vaciptir,
buyurdu. Sahabeler: Sadaka verecek bir şey bulamazsa?! dediler. Peygamber
(s.a.v.): Elleriyle çalışır, elinin emeğiyle kazandığını, hem kendisine harcar
hem de sadaka verir, buyurdu. Sahabeler: Çalışmaya gücü yetmez yahut yapmazsa?
dediler. İhtiyaç sahibi bunalmışa yardım ve himaye eder, buyurdu. Böyle bir
yardımı da yapamazsa? dediler. Peygamber (s.a.v.): Hayır ile yahut ma'ruf ile
emreder, buyurdu. -Bunu da yapamazsa?! dediler. -Kötülük işlemekten sakınır.
Kuşkusuz bu da, onun için sadakadır, buyurdu.[646]
Ebu Hureyre anlatıyor:
Allah Rasulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: İçinde güneşin doğmakta olduğu her günün
gündüzünde, insan bedenindeki her bir eklem(in sağladığı hareket
kolaylığı)üzerine bir sadaka vardır. İki (hasım) kişi arasında adaletle
hükmetmek bir sadakadır. Hayvanına binmek veya eşyasını yüklemek isteyen
kimseye yardım edip eşyasını yüklemek ve onu hayvanına bindirmek de bir
sadakadır. Namaza giderken kişinin attığı her bir adım da onun için bir
sadakadır. Gelip geçene eza veren yoldaki bir şeyi gidermek de bir sadakadır.[647]
Ebu Zer anlatıyor: Ben
Peygamber'e (s.a.v.): Hangi amel daha faziletlidir? diye sordum. Peygamber
(s.a.v.): Allah'a iman ve Allah yolunda cihad, buyurdu. Ben: Esir veya
kölelerin hangisini azat etmek daha faziletlidir? diye sordum. -Fiyatı en
pahalı ve sahipleri katında en kıymetli olanı, buyurdu. Ben: Köle azat
edemezsem?! diye sordum. Peygamber (s.a.v.): Fakir veya ailesinden ayrı olana
yahut beceriksiz iş bilmez kimseye iş yapıverirsin, buyurdu. Ben: Eğer bu
yardımı da yapamazsam? dedim. Peygamber (s.a.v.): İnsanlara kötülük yapmaktan
sakınırsın. Şüphe yok ki bu da, kendine yapmakta olduğun bir sadakadır.[648]
Abdullah b. Amr
anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.) buyurdu ki: Kırk haslet vardır ki, bunların
en yükseği sağımlı keçi menihasıdır. Hayır severlerden bir kişi bu kırk
hasletten birini, onun sevabını umarak ve va'd olunan ecrine inanarak işlerse
muhakkak Allah(cc) bu haslet sahibini, bu iyiliği sebebiyle Cennet'e girdirir.[649]
Enes (r.a.) anlatıyor:
Allah Rasulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: Bir müslüman bir ağaç diker, bir ekin eker
de onun mahsûlünden herhangi bir kuş, bir insan veya bir hayvan yerse bu, (o
ağacı diken yahut eken müslüman için) mutlaka bir sadaka olmuştur, dedi..[650]
Ebu Hureyre anlatıyor:
Peygamber (s.a.v.): İman yetmiş küsur şu'bedir. Onun en efdali; La İlahe
İllallah sözüdür. En aşağı derecesi; eziyet verecek şeyleri yoldan
uzaklaştırmaktır. Utanmak da imandan bir şu'bedir, buyurdu.[651]
Ebu Hureyre anlatıyor:
Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: Bir adam yolda yürürken yol üzerinde bir
diken dalı buldu ve onu yoldan aldı. Bundan dolayı Allah o kulu övdü -yahut bu
amelini kabul etti- de onu bağışladı.[652]
Ebu Hureyre anlatıyor:
Allah Rasulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: Bir adam yolda yürürken susuzluk kendisine
şiddetle bastı. Hemen bir kuyuya indi ve suyundan içti. Sonra kuyudan
çıktı.Kuyunun ağzında susuzluktan dilini çıkarmış soluyan ve susuzluktan yaş
toprağı yiyen bir köpekle karşılaştı. Yolcu adam kendi kendine: Beni kavuran
hararet ve susuzluğun benzeri bu hayvanı da kavurmaktadır, dedi ve derhal
kuyuya indi. Ayakkabısına su doldurdu. Sonra kuyudan çıkmak için ayakkabısını
ağzına aldı.Tırmanarak kuyudan çıktı ve köpeğe su verdi. Bu davranışından
dolayı Allah o kulunu övdü ve onu mağfiret eyledi. Sahabeler: Ya Rasulullah,
hayvanları sulamakta da mı bize ecir var? dediler. Allah Rasulü (s.a.v.): Her
yaş ciğer sahibini sulamakta ecir vardır, buyurdu.[653]
Ebu Hureyre anlatıyor:
Peygamber (sav) şöyle buyurdu: Susuzluktan ölmek üzere olan bir köpek, bir
kuyunun etrafında dönüp dolaştığı bir sırada onu, İsrail oğulları
fahişelerinden bir kadın gördü. Hemen ayakkabısını çıkardı ve onunla köpeğe su
içirdi. İşte bu davranışı sebebiyle o fahişenin günahları bağışlandı.[654]
Adiy b. Hatim
anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: Muhakkak Allah (c.c), hiçbir
kimse müstesna olmamak üzere fert fert bütün insanlarla -aralarında hiçbir
tercüman olmaksızın- konuşacaktır. O kimse sağına bakar, önceden gönderdiği
amelinden başka bir şey göremez. Soluna bakar, önceden gönderdiği amelinden
başka bir şey göremez. Önüne bakar, karşısında ateşten başka bir şey göremez.
Onun için sizler şimdiden, bir tek hurmanın yarısıyla olsun ateşten korunun! (Bir
diğer rivayette [655]:
Bunu da bulamayan, bir güzel sözle olsun ateşten korunsun!)[656]
Not: Her ne
kadar geneli, erkeklere hitap eden cümlelerle söylenmiş olsa da bu nasslar,
bütün erkek ve kadınları kapsamına alır. İkinci esas:
Hayır işlemek -ve aynı
şekilde hayırda yardımlaşmak- tüm hallerde menduptur. Nevar ki, bazen farz-ı
ayın ve bazen de farz-ı kifaye olur. Bilinçli müslüman kadın, sosyal sahada
kadınlara farz-ı kifaye olan, uygun alanlara yönelmelidir. Kadın ve kızların,
erkek çocukların ve özellikle de yetimlerin bakım ve gözetimi bu alanlardan
bazılarıdır.
Bütün hallerde mendup
hayır işleme ve insanlara iyilik etme; her toplumda, hayırseverlerin
içtihadına bırakılmış geniş bir alandır. Birinci esası sunarken hayır işleme ve
insanlara iyilik etmeyi konu edinen bir çok örneği nasslanyla birlikte verdik.
Ayrıca yukarıdaki paragraflarda, Peygamber (s.a.v.) döneminde müslüman kadının
sosyal etkinliklere katılımına ilişkin kanıtları da sunduk.
Kadının, hayırlı
sosyal etkinliklere katılması ve vaktini, emeğini bu uğurda sarfetmesi mendup
olduğu gibi mal sahibi ise malından, değilse kocasının malından -kocasının
bilgisi ve hoşnutluğu altında- harcamalarda bulunması da menduptur,
Esma (r.a.) anlatıyor:
Ben: -Ya Rasulullah, benim hiçbir malım yok-tur.Bütün mal varlığım, kocam
Zübeyr'in bana verdiği mallardan ibarettir. Ben bu mallardan sadaka vereyim
mi?! dedim. Allah Rasulu (s.a.v.): Sadaka ver. Parayı kese içine koyup saklama
(cimrilik yapma) ! Sonra sana karşı da saklanır! buyurdu. (Bir diğer rivayette [657]: Az
olsa da gücün yettiği kadar ver! buyurdu.)[658]
Aişe (r.a.) anlatıyor:
Allah Rasulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: Kadın evinin yiyeceğinden, aile dirliğini
bozmayacak şekilde infak ve ikram ettiğinde kadın için infak sevabı; kocası
için de malı çalışıp kazanma sevabı vardır.[659]
Sosyal etkinlik
alanındaki farz-ı kifayelerle ilgili olarak insanı üzen bir gerçeklik vardır ki
o da, geri kalmış toplumlarda bu farzı kifayelerin yitiril-mesidir. Şöyle ki,
beri yanda sarfetme ve verme ruhu zayıflarken, insanlık duyguları kaybolurken,
diğer yanda ihtiyaçlar şiddetlenir ve zaruretler artar. Kalkınmanın yollarını
araştıran toplumumuz, toplumun zaruretlerinin ötesinde, ihtiyaçları
karşısındaki şer'i sorumluluğunun bilincine ermiş kadın-erkek bireylere ne
kadar da muhtaçtır. Bu ihtiyaçlar giderilmez ve bu zaruretler
gerçekleştirilmezse, kadın erkek hepimiz, geri kalmışlık suçuna ortak oluruz.
Müslüman toplumun ihya edilmesi ve ilerlemesi yolunda üzerimize düşen cihad
görevinden yani, Allah yolunda cihad yapılan çeşitlerinden birini yerine
getirmekten kaçmış oluruz. Ve tabi Kıyamet günü Allah, kadın erkek hepimize
bunun hesabını soracaktır. Kişi bazen farz-ı kifayeler hakkındaki dini
sorgulamalardan kaçabilir. Bu ise, bir çok kadının, içinde yaşadığı uzlet
surlarının neden olduğu cehalet sebebiyle gerçekleşir. Kimi zamanlar bu
cehalet, toplumsal zaruret ve ihtiyaçların tabiatını ve bunların getireceği
bela ve musibetleri bilmemek şeklinde olur. Kimi zamanlar ise bu, zaruret ve
ihtiyaçların çözüm yollarını bilmemek biçiminde olur. Bu iki halde de nihai
sonuç, sorumluluk ve farzlardan kaçmak dışında bir şey olmaz. Sonra şüphe yok
ki farz-ı kifayeler, farz olduğunu bilen, önemini idrak eden ve yapabilecek
durumda olan insanlar için farz-ı ayın haline dönüşür. Aynı şekilde asıl
olarak, sadece erkeklere yönelik olan bazı farzlar, toplumun düşüklüğü ve
bilinçli gayretli erkeklerin azlığı gibi sebeblerle, Allah 'in kendilerine
bilinç ve güç verdiği kadınlara da yönelik farzlar haline dönüşür. Farz-ı
kifayelerin yerine getirilmesi konusunda gösterilecek ihmalkarlık ve kusurlu
davranmanın tehlikeli oluşu ile ilgili olarak, Kadının İş Hayatına Atılması
bölümü, onuncu esasta görüşlerini sunduğumuz İ-mam'ül Haremeyn İmam Cüveyni'nin
sözlerine bakınız.
Üçüncü esas:
Kendisi için bir hayrı
gerçekleştiriyor ve aklen, ruhen, sosyal olarak şahsiyetini geliştiriyorsa,
kadının sosyal etkinlikte bulunması mendup olur.
Allah (c.c.) buyurdu
ki:
"Sizin
evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah
latiftir, habirdir." (Ahzab, 34)
Aişe (r.a.) anlatıyor:
Ramazanın son on günü girince Peygamber (s.a.v.) izannı sağlamca bağlar,
gecesini (ibadetle) ihya eder, ailesini de (ibadet için) uyandırırdı.52
Âyet-i kerime Kur'an
okumak, âyetleri üzerinde çalışmak, ilim ve hikmetle azıklanmak gibi yollarla
kadının, şahsiyetini geliştirmek için yapması gereken şeylere işaret
etmektedir. Hadis ise, kadınların, Ramazan gecelerini Özellikle de son on
gecesini ihya eden erkeklere katılmaları konusunu işlemektedir. Beşinci
bölümde, kadının mescide katılması konusu daha önce ele alındı. Kadının,
ibadetsel ve kültürel etkinliklere katılım yoluyla şahsiyetini geliştirmek için
nasıl gayret gösterdiğini, mescidde nasıl itikafa girdiğini ve Cuma namazlarına
ek olarak teravih ve güneş tutulması namazlarına nasıl katıldıklarını gördük.
Müslüman kadının
şahsiyetinin gelişmesinde Cuma namazının, namaza katılan mü'min erkek ve
kadınlara haftalık^ruhi,akli ve sosyal bir gıda olması ve büyük önemine rağmen
kadınların bu namaza gelmekte ihmalkar davranmaları gerçekliklerine bakarak;
Cuma namazının kadına mendup olduğunu vurgulayan kanıtlan, bir parça detaylıca
sunmak hususu üzerinde önemle durmak istiyoruz. Cuma namazı, -yeni anlatımla-
düzenli bir biçimde yapılan sosyal bir etkinliktir. Kadının kalb ve aklının uyandınl-masi
ve uzletinden çıkartılması hususlarında büyük bir rol oynayabilir. Cuma
hutbesinde -etkili Öğütler vermenin yanı sıra- insanların ekonomik, sosyal ve
siyasal sorunları ve İslam aleminin meseleleri üzerinde önemle durulduğu
zamanlar, Cuma namazı kadına bir bilinç ve olgunluk kazandırabilir.
Gelen bölümde, geçmiş
dönemlerde yaşamış bazı fakihlerin, kadının uzletini ve Cuma namazına
katılmamasını tercih eden görüşlerini sunacağız. Ayrıca kadınların, Cuma
namazına katılmalarının mendup olduğu görüşünü destekleyen hadisleri ve
alimlerin açıklamalarını da vereceğiz. Doğruluğunda kimsenin şüphe etmediği ve
tartışmasız herkesin kabul ettiği kimi akli ve şer'i esasları da aktaracağız.
a) İmam
Nevevi, Mecmu 'u Şerh-i Mühezzeb adlı kitapta şunları söylüyor:
"Ashabımız şöyle dedi: Cuma namazına gelmemekte iki grup insan
Şüphesiz Allah
latiftir, habirdir." (Ahzab, 34)
Aişe (r.a.) anlatıyor:
Ramazanın son on günü girince Peygamber iv.) izannı sağlamca bağlar, gecesini
(ibadetle) ihya eder, ailesini de net için) uyandırırdı.[660]
Âyet-i kerime Kur'an
okumak, âyetleri üzerinde çalışmak, ilim ve hik-! azıklanmak gibi yollarla
kadının, şahsiyetini geliştirmek için yapması ten şeylere işaret etmektedir.
Hadis ise, kadınların, Ramazan gecelerini likle de son on gecesini ihya eden
erkeklere katılmaları konusunu işle-tedir. Beşinci bölümde, kadının mescide
katılması konusu daha önce ele lı. Kadının, ibadetsel ve kültürel etkinliklere
katılım yoluyla şahsiyetini tirmek için nasıl gayret gösterdiğini, mescidde
nasıl itikafa girdiğini ve la namazlarına ek olarak teravih ve güneş tutulması
namazlarına nasıl Ilıklarını gördük.
Müslüman kadının
şahsiyetinin gelişmesinde Cuma namazının, aza katılan mü'min erkek ve kadınlara
haftalık^ ruhi,akli ve sosyal bir olması ve büyük önemine rağmen kadınların bu
namaza gelmekte ih-ar davranmaları gerçekliklerine bakarak; Cuma namazının
kadına lup olduğunu vurgulayan kanıtlan, bir parça detaylıca sunmak hususu nde
önemle durmak istiyoruz. Cuma namazı, -yeni anlatımla- düzenli çimde yapılan sosyal
bir etkinliktir. Kadının kalb ve aklının uyandınl-ve uzletinden çıkartılması
hususlarında büyük bir rol oynayabilir. » hutbesinde -etkili Öğütler vermenin
yanı sıra- insanların ekonomik, ve siyasal sorunları ve İslam aleminin
meseleleri üzerinde önemle [iuğu zamanlar, Cuma namazı kadına bir bilinç ve
olgunluk kazandıra-
îelen bölümde, geçmiş
dönemlerde yaşamış bazı fakihlerin, kadının ıi ve Cuma namazına katılmamasını
tercih eden görüşlerini sunaca-yrıca kadınların, Cuma namazına katılmalarının
mendup olduğu gö-ı destekleyen hadisleri ve alimlerin açıklamalarım da
vereceğiz, luğunda kimsenin şüphe etmediği ve tartışmasız herkesin kabul ettiği
kli ve şer'i esasları da aktaracağız.
imam Nevevi, Mecmu'u
Şerh-i Mühezzeb adlı kitapta şunları söylü-\shabımız şöyle dedi: Cuma namazına
gelmemekte iki grup insan özürlüdür: Birinci grup; özrünün yok olup Cuma'nın
kendisine farz olması umulan köle, hasta, yolcu vb. kişilerdir. Öğle
namazını,Cuma namazı kılınmadan kılabilirler. Fakat efdal olan, Cuma namazı
kılınamayacak bir vakte kadar geciktirmeleridir... İkinci grup; kadın kötürüm
kimse gibi özrünün yok olmaması umulan kişilerdir. Bunlarla ilgili iki görüş
vardır: En doğru görüş... Vakit başı faziletini korumak için, öğle namazını
geciktirme-yip vaktin başında kılmaları müstehabtır. İkinci görüş ise şöyledir:
Birinci gruptaki insanlar gibi Öğle namazını, Cuma namazının vakti geçinceye
kadar geciktirmeleri müstehab olur. Çünkü bunlar, Cuma namazına gayretlidirler.
Ve çünkü Cuma, kamil insanların namazıdır. Bu yüzden Cuma'nın öne alınması
müstehabdır... Ashabımız şöyle dedi: Her ne kadar öğle namazını kılmış ise de
özürlü kimsenin, daha kamil bir namaz olduğu için Cuma'ya gelmesi
müstehabdır... Köle, kadın, yolcu vb. özürlülere farz olan namaz öğle
namazıdır. Cuma vaktinde öğle namazını
kılmışlarsa, namazları tamamdır. Öğle namazını kümayıp Cuma namazını
kılmışlarsa, bu namaz, icma' (alimlerin ittifakı) ile onlar için yeterlidir...
Eğer denirse ki,üzerlerine farz olan öğle namazı dört rekattır. Nasıl olur da
iki rekatlık Cuma namazı ile bu farz onlardan düşer? Bunu cevabı şudur: Her ne
kadar iki rekat olsa da Cuma namazı, kuşkusuz Öğle namazından daha kamildir. Bu
yüzden kamil insanlara farz olmuştur. Özürlüden ise, bir hafifletme olması için
düşmüştür. Eğer özürlü onu kılacak olsa bu, onun için çok daha iyi olur ve ona
yeter. Nitekim musannif de, ayakta namaz kılan hasta ve meste mesh etmeyip
ayaklarını yıkayan abdestli kimse hakkında bu görüşü dile getirir..."[661]
Bunlar, Cuma namazına
katılmamakta özürlü olan insanlara ilişkin hükümlerdir. Fakat el-Muhezzeb adlı
kitabın müellifi Şirazi ve el-Mecmu' un müellifi İmam Nevevi, genç kadını ve
erkekler tarafından arzulanan olgun kadını bu hükümler dışında tuttular. Ve
şöyle dediler: Diğer vakit namazlarına gelmeleri mekruh olan bu iki grup
insanın, aynı şekilde Cuma namazına gelmeleri de mekruhtur. el-Mühezzeb
müellfînin delili, Peygamber (s.a.v.)'den rivayet edilen şu hadistir: Peygamber
(s.a.v.), "eskimiş mestleri içindeki kocakarı hariç kadınları, mescide
çıkmaktan menetti." ...İmam Nevevi hadisin şerhinde şöyle demektedir:
'Eskimiş mestleri içindeki kocakarı1 hadisi garib bir hadistir. Beyhaki bu
hadisi zayıf bir senedle, İbn-i Mes'ud'dan mevkuf olarak rivayet eder: İbn-i
Mes'ud şöyle dedi: "Eskimiş Sosyal etkinliklerde uyması gereken esaslar
mestleri içindeki kocakarı müstesna hiç bir kadın, Mekke ve Medine mes-cidleri
hariç hiç bir yerde, evinde kıldığı namazdan daha faziletli bir namaz
kılmamıştır."[662]
Nevevi'nin bu
açıklamaları, söz konusu hadisin delil olarak alınamayacağı konusunda
yeterlidir. Biz de diyoruz ki, Beyhaki'nin rivayet ettiği mevkuf hadis,
kadının mescide gitmekten men edildiğine dair hiç bir yasaklama içermemekte,
sadece, evinde kıldığı namazın faziletini konu edinmektedir. El-Mecmu'
müellifinin delili, Aişe (r.a.)'den rivayet edilen şu hadistir: "Allah
Rasulii (s.a.v.), şimdiki kadınların ihdas ettikleri (fazla süslenme...vb.)
şeylere erişmiş olsaydı, îsrailoğullan kadınlarının (mescide) gitmekten men
edildikleri gibi bu kadınları da (Müslim'in rivayetinde: Mescide gitmekten) men
ederdi."[663]
Söz konusu hadisin
delil olarak alınabileceği konusunda ise, Hanbeli mezhebi imamlarından İbn-i
Kudame'nin açıklamalarıyla yetineceğiz: Allah Rasulü (s.a.v.)'nün sünneti
uyulmaya daha layıktır. Hz. Aişe'nin sözü ise, bütün kadınlar hakkında değil,
(fazla süslenme...vb. Peygamber döneminde olmayan şeyleri) ihdas eden
kadınlara özgü söylenmiştir. Bu tip kadınların, (mescide) çıkmalarının mekruh
olduğunda kuşku yoktur.[664]
İbn-ı Kudame'nin
açıklamalarına ek olarak biz de diyoruz ki; Hz. Aişe'nin sözü, (fazla
süslenme...vb. Peygamber döneminde olmayan şeyleri) ihdas eden kadınlara
yönelik bir yasaklama olarak gelmiştir. Asla, Peygamber (s.a.v.)'in:
"Kadınların, mescitlerden nasiblerini almalarını engellemeyin..'"
hadisini de nesh etmez. İlim ve fazilette hangi dereceye ulaşmış olursa olsun
normal bir insanın sözü, Peygamber (s.a.v.)'in sünnetini nesh edebilir mi?!
Kadını, Cuma namazına
katılmamakta özürlü insanlar dışında tutan delilleri çürüten bu açıklamalardan
sonra öyle sanıyoruz ki, bu konuda erkeklere uygulanan hükümler kadınlara da
uygulanabilir, Bu hükümler ise ' özetle şöyledir: Özürlü insanın Cuma namazına
katılması müstehabtır. Her ne kadar iki rekat olsa da hiç kuşkusuz Cuma namazı,
Öğle namazından daha kamildir. Bu yüzden sadece kamil insanlara farz olmuş ve
İmam Nevevi'nin ifadesiyle bir hafifletme olması için veya İbn-i Abd'il Berr'in[665]
dediği gibi bir ruhsat ve genişlik olması için Özürlülerden farziyeti
düşmüştür. Ancak, kılması daha güzeldir.
Bu anlamda İmam
Serahsi, el-Mebsut adlı kitabında şunları söylüyor: "Yolcu, köle, kadın ve
hasta Cuma namazında hazır bulunurlar ve Cuma namazını kılarlarsa, Hasan
(r.a.)'dan rivayet edilen şu hadise istinaden caiz olur: "Kadınlar, Allah
resulü ile beraber Cuma namazı kılarlardı da onlara: 'koku sürünmüş olarak
mescide gelmeyin!' denirdi." Çünkü, yukarıda sayılan insanlardan Cuma
namazını kılmak için mescide koşma farziyetinin düşmesi, namazda olan bir anlam
sebebiyle değildir. Bilakis, zorluk ve sıkıntı (yani, zorluk ve sıkıntının
kaldırılması) sebebiyledir. Eğer bu zorluk ve sıkıntıya tahammül
edebilirlerlerse diğer insanlarla birlikte Cuma namazını kılarlar.[666]
b) Abdullah
b. Ömer anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.) buyurdu ki: "Cumaya gelen her
erkek ve kadın yıkansın.![667] Bu
hadis, kadınların, Cuma namazına gelmelerinin meşru olduğunu söylemektedir.
Nitekim Umrete bint-i Abdurrahman'ın kız kardeşi şöyle demektedir: "Kaf
ve'1-Kur'an'il Mecid sûresini, her Cuma namazında minberde bu sûreyi okuyan,
Allah Ra-sulü(s.a.v.)'nün ağzından dinleyerek öğrendim."[668]Bu
hadis de, Peygamber (s.a.v.) döneminde kadınların, cuma namazına geldiklerini
bildirmektedir. Rivayet edilen bir diğer hadiste Allah Rasulü (s.a.v.) şöyle
buyurmaktadır: "Dört kişi hariç, cemaatle cuma namazı kılmak her müslüman
üzerine vacip bir haktır. Bu dört kişi: Köle, kadın, çocuk ve hastadır."[669] Bu
hadis de, cuma namazının kadınlara farz olmadığını belirtmektedir. İmam
Malik'den şöyle dediği nakledildi: "Erkekler dışında Cuma namazına
gelenler, eğer bir fazilet elde etmek amacıyla geliyorlarsa, onların da
yıkanmaları ve cumanın diğer adablarım yerine getirmeleri gerekir."[670] Bu
hadis ise, kadının, cumaya katılarak elde edebileceği bir faziletin var
olduğunu söylemektedir.
c) Cuma
namazı kadınlara farz kılınmamış ama katılmalarına izin verilmiştir. Kadınlar,
Peygamber (s.a.v.) zamanında cumaya katılıyorlardı. Ayrıca kadınlar, Cuma
namazına katılarak fazilet elde etmek de isteyebilirler. Bu fazileti ise
ancak, mü'min erkeklerle mü'min hanımların Cuma namazında bir araya gelerek
hayır üzerine yardımlaşmaları ve ayrıca cuma hutbesini, anlatılan Öğüt ve
bilgileri dinlemeleri ve okunan Kur'an'ı dinlemek için susmaları ile elde
ederler. Eğer bu böyle ise, kadınların Cuma namazına katılmalarının mendup
olacağını söyleyebiliriz. Bir kaç itibarla bu mendup oluş daha belirginleşir.
Söz konusu itibarların bazıları şunlardır: Sari' Teala'nın belirttiği gibi
erkek, her Cuma Öğüt dinlemeye ihtiyaç duyuyorsa, kadın bu öğüte erkekten daha
az muhtaç değildir. Kim bilir belki de öğütle birlikte, çözümü için karşılıklı
yardımlaşmaya gereksinim duyulan bir sosyal problem veya dikkat edilmesi
gereken bir siyasi sorun gündeme getirilecektir.
Kadın, Öğüte daha az
muhtaç olmamasına rağmen,bir sürü Cuma namazları gelir geçer de hayız,
lohusalık veya bebek bakımı ve ev işleri gibi sebeblerle Cuma namazlarına
katılamaz ve muhtaç olduğu bir çok hayırdan mahrum olur.
Allah Rasulü (s.a.v.),
kadınlara ve bakire genç kızlara bayram namazlarına katılmalarını emretmiş ve
bu emrini ısrarla vurgulamıştır. Cuma namazı da bayram namazının kimi
Özelliklerim yapısında taşır ve her iki namaz benzer özelliklere sahiptir. Cuma
namazında da bir hutbe vardır ve büyük bir müslüman kitle katılır. Cuma
namazına bir tür ikram vardır ki Cuma, İslam şeriatında bir önemi vardır. Bütün
bu sebeblerden ötürü Cuma namazı, beş vakit namaz ile bayram namazı arasında
orta bir yerde bulunur.
Öyle anlaşılıyor ki,
hikmet sahibi Allahu Teala, bir hafifletme olması i-çin kadına Cuma namazını
farz kılmamıştır. Fakat hiç kuşku yok ki, yukarıda geçen itibarlar sebebiyle
kadının, Cuma namazına gelmesi ısrarla istenen bir durumdur. Bu ısrar, kadının
kendisinden, kocasından veya velisinden gelmeli ve herkes bu hayrı
gerçekleştirmek için yardımlaşmahdır.
Dördüncü esas:
Temiz, helal sınırlar
çerçevesinde güzel bir şekilde vakit geçirmeyi sağlıyor ise kadının, eğlence
sosyal etkinliklerde bulunması mubahtır. Eğer bu etkinlikler, çeşitli
sorumluluklarını en güzel biçimde yerine getirmesine yardım ediyorsa bu durumda
kadın için, bu tür etkinliklerde bulunmak mendup olur.
Mescid içinde ve/veya
dışında kadının, eğlensel etkinliklere katılmasını konu edinen, Allah
Rasulü'nün (s.a.v.) sünnet'inden alınma bir takım pratikleri daha önce verdik.
Beşinci esas:
Erkek ve kız
çocukların, insanlar için faydalı olacak bir hayırlı sosyal etkinliği
yapabilecek şekilde eğitilmeleri hususu da,bu çocukların eğitim programlarına
konmalarıdır. Genç erkek ve kızlar »insanlara verebilecekleri bir şeylere sahip
oldukları sürece, Allah huzurunda, sorumluluklarının aile sınırlarını aşıp
müslüman topluma uzandığı yönünde yönlendirilmelidirler.
Bu hedefin
gerçekleşmesi için, eğitim programının şu üç yönü kapsaması gerekir:
a) Kimi ana hatlarını, birinci esasta verdiğimiz
nassların çizdiği, kötülüklerden engelleyici ahlâk duygusunun gönüllere
yerleştirilmesi ve geliştirilmesi.
b) Yerel
toplumun ve ihtiyaçlarının araştırılıp incelenmesi.
c) Çocuğun
iki alanda, toplum hizmeti üzerine pratik olarak eğitilmesi (staj): Okul
etkinlikleri aracılığıyla okul toplumu alanında ve mahalli çevrede bulunan kamu
kurumları aracılığıyla da genel toplum alanında eğitilmesi.
Altıncı esas:
Kadın, bütün vaktini
değerlendirmeli, toplum için yararlı bir öğe olmalıdır. Hayatının hiç bir
döneminde atıl kalmaya razı olmamalıdır. Ev işlerinden arta kalan zamanını,
salih ameller yapmak suretiyle değerlendirmelidir. Sosyal etkinlik sahası ise,
bir çok salih ameli bünyesinde taşıyan geniş bir alandır.
El- Muhelleb bu konuda
şöyle demektedir: "...Kadın, kocasına zarar vermemek ve kocasını
görevlerini yapmaktan alıkoymamak üzere, farzlar dışında kalan kimi
'ibadetleri' kocasının izni olmadan yapabilir. Koca karısının, kendisinden izin
almadan başladığı bir ibadetini bozamaz.[671]
Yedinci esas:
Kadın, mendup sosyal
etkinliklerde bulunur da etkinlikler kendisine baskın gelirse, kocanın hanımına
ev işlerinde yardımcı olması mendup olur.
Etkinliğin vacip
olması halinde ise kocanın, hanımına yardımcı olması vacip olur.
Kadının iş hayatına
ilişkin sekizinci esası sunarken bu konu ile ilgili delilleri vermiştik. Koca,
hanımının, yaptığı sosyal etkinlikten aldığı ecre ortak olur. Teşviki ve
yardımı oranında da ecri artar.
Allah Rasulü'nden
(s.a.v.) rivayet edilen hadisi az Önce nakletmiştik: "Kadın, evinin
yiyeceğinden, aile dirliğini bozmayacak şekilde infak ve ikram ettiğinde kadın
için infak sevabı; kocası için de malı çalışıp kazanma sevabı vardır."[672]
Hadiste anlatılanlara
kıyasen diyoruz ki: Kadın, hayırlı sosyal etkinliklere katılıp, eve harcaması
gereken zamanın bir kısmını -aile dirliğini bozmayacak şekilde- bu alanda sarfettiğinde,
kadın için etkinlikte bulunma ecri; kocası için de bir yönden ev idaresi ve eve
infak ecri diğer yönden ise, hanımının evde bulunmayışına sabretme ecri vardır.
Sekizinci esas:
Müslüman toplum,
kadının, ailesine karşı sorumluluğunun yanı sıra toplumuna karşı sorumluluğunu
eksiksiz olarak yerine getirmesine yardım edecek araçları hazırlarken
dayanışır.
Allah(c.c) buyurdu ki:
"Mü'min erkekler
ve mii'min kadınlar birbirlerinin velisidirler."
Nu'man b. Beşir (r.a.)
anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.) buyurdu ki: Bütün mü'minleri, birbirlerine
merhamette, sevgide, lütufta ve yardımlaşmada bir tek vücud gibi görürsün. O
vücudun bir organı hastalanınca, vücudun diğer organları da birbirlerini, hasta
organın elemine-uykusuzlukla hararete- ortak olmaya çağırırlar.[673]
Fertleri ve halk
kurumlarıyla müslüman toplum, birbirine karşı merhametli ve şefkatlidir. İyi
İnsanların, bu konuda birbirlerini olumlu rol oynamaya davet ve tavsiye
etmeleri gerekir. Şöyle ki:
a) Kadının
önünde, türü ve miktan ne olursa olsun, imkan Ölçüsünde topluma hizmet
edebileceği çeşitli yeni ufukların açılması için her mahal] de, yeterince
sosyal kurumun ki, salt kadınlara özgü veya erkeklerle müşi rek olması Önemli
değildir- açılması.
b) Topluma
hizmette üzerine düşeni yapması hususunda kadının teşv edilmesi. Bu ise, her
türlü medya araç ve eğitim programının kullanılara kadının görev ve
sorumluluklarının anlatılması ve kadının, görevlerini yeı ne getirmeye teşvik
edilmesi ile olur.
c) Kültürel,
sportif, sıhhi ve kooperatifsel... vb. değişik sosyal etkinli] lerden
yararlanmak için, bütün kadınların sosyal kurumlara gidip gelme) teşvik
edilmesi.
d)
Erkeklerin, sosyal etkinliklere katılan kadınlara, faaliyetlerinde ya dımcı
olmaya çağınlmalan.
Dokuzuncu esas:
Müslüman hükümet,
hayırlı sosyal etkinliklere katılma hususunda ki dini yönlendirmek ve teşvik
etmekle yükümlüdür.
Abdullah b. Ömer
(r.a.) anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.) buyurdu ki: He biriniz birer çobandır
ve elinin altındakilerden sorumludur. İnsanlar üzerin de bulunan devlet başkanı
da bir çobandır ve o da idaresi altında buluna; insanlardan sorumludur...[674]
Bu sorumluluğu, bir
kaç yolla gerçekleştirmek mümkündür. Bazıların aşağıya alıyoruz:
a) Devletin
basın yayın araçları kullanılarak kadınların, salt hanımlar. özgü sosyal
kurumlar açarak veya mevcut derneklerin faaliyetlerine cidd bir şekilde
katılarak, toplumun kalkınmasında pay sahibi olmaya teşvik edil meleri.
b) Kültürel,
sportif ve sosyal etkinliklerin çeşitli yönleri için sosyal kurumların
açılışının kolaylaştırılması. Bu kurumların, yalnızca hanımlara özgü olması
veya kadınların da aktif bir biçimde faaliyetlerine katılabilecekleri türden
kurumlar olması arasında fark yoktur. Ayrıca, bu kurumlara, işlevlerini
yapabilmeleri için her türlü maddi ve manevi yardımın sunulması.
c) Devlet
kurumlarında çalışan işçi kadının, sosyal etkinliklere katıltopluma hizmet
edebileceği çeşitli yeni ufukların açılması için her mahallede, yeterince
sosyal kurumun ki, salt kadınlara özgü veya erkeklerle müşterek olması önemli
değildir- açılması.
b) Topluma
hizmette üzerine düşeni yapması hususunda kadının teşvik edilmesi. Bu ise, her
türlü medya araç ve eğitim programının kullanılarak, kadının görev ve
sorumluluklarının anlatılması ve kadının, görevlerini yerine getirmeye teşvik
edilmesi ile olur.
c) Kültürel,
sportif, sıhhi ve kooperatifsel... vb. değişik sosyal etkinliklerden
yararlanmak için, bütün kadınların sosyal kurumlara gidip gelmeye teşvik
edilmesi.
d)
Erkeklerin, sosyal etkinliklere katılan kadınlara, faaliyetlerinde yardımcı olmaya
çağırılmalan.
Dokuzuncu esas:
Müslüman hükümet,
hayırlı sosyal etkinliklere katılma hususunda kadını yönlendirmek ve teşvik
etmekle yükümlüdür.
Abdullah b. Ömer
(r.a.) anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.) buyurdu ki: Her biriniz birer çobandır
ve elinin altındakilerden sorumludur. İnsanlar üzerinde bulunan devlet başkanı
da bir çobandır ve o da idaresi altında bulunan insanlardan sorumludur...
Bu sorumluluğu, bir
kaç yolla gerçekleştirmek mümkündür. Bazılarını aşağıya alıyoruz:
a) Devletin
basın yayın araçları kullanılarak kadınların, salt hanımlara özgü sosyal
kurumlar açarak veya mevcut derneklerin faaliyetlerine ciddi bir şekilde
katılarak, toplumun kalkınmasında pay sahibi olmaya teşvik edilmeleri.
b) Kültürel,
sportif ve sosyal etkinliklerin çeşitli yönleri için sosyal kurumların
açılışının kolaylaştırılması. Bu kurumların, yalnızca hanımlara özgü olması
veya kadınların da aktif bir biçimde faaliyetlerine katılabilecekleri türden
kurumlar olması arasında fark yoktur. Ayrıca, bu kurumlara, işlevlerini
yapabilmeleri için her türlü maddi ve manevi yardımın sunulması.
c) Devlet
kurumlarında çalışan işçi kadının, sosyal etkinliklere katılmaya teşvik
edilmesi. Kadının bu katılımı, mesai saatinin azaltılması veya sosyal
kurumların birinde önemli bir görev üstlendiğinde kadına, okul tatillerine denk
sosyal izinlerin verilmesi ile gerçekleşir.
Onuncu esas:
Kadının yaptığı sosyal
etkinlik, erkeklerle bir araya gelmeyi gerektirdiği durumlarda bütün erkek ve
kadınların, daha önce özel bir bölüm halinde sunulan birlikte bulunma adabı m
gözetmeleri gerekir. Burada, bu adap kurallarının bazılarını yeniden
hatırlatalım: Vakarlı bir şekilde örtünmek, gözleri bakılması yasak olandan
çevirmek, başbaşa yalnız kalmaktan (halvet), aşın kalabalıkta sıkışmaktan ve
töhmet yerlerinden kaçınmak..
Mevcut iş kurumlarında
bu adab kurallarının bazıları terkedildiğinde, kurumların gerçekleştirdiği
maslahatlardan vazgeçerek, müslüman kadından, bu kurumlarda asla çalışmamasını
isteyebilir miyiz? Yoksa, İslami a-dab kurallarının tamamının yerine
getirilmesi için hikmetlice çalışarak, bu maslahattan gözetmek mi daha iyidir?
Usul kuralları,
mefsedetleri uzaklaştırırken ihtiyaç ve maslahatları değerlendirmenin vacip
olduğuna hükmeder. İbn~i Teymiyye bu konuda şunları söylüyor:
Yalnızca yasaklamayı
gerektiren mefsedetin büyüklüğüne ve şiddetine bakılmaz. Bununla birlikte
cevazı, hatta müstehablığı ve hatta vacipliği gerektiren ihtiyaca da dikkat
edilmesi gerekir.[675]
Mefsedetlere kapı
açması korkusuyla yasaklanan bir şey, daha ağır basan bir maslahatın
gerçekleşmesi için yapılır... Nitekim, şer'an yabancı bir kadınla başbaşa
yalnız kalmak, onunla yolculuk etmek ve ona bakmak, fesada neden olduğu için
yasaklanmıştır. Bu yüzden yanında kocası veya bir mahremi olmaksızın yolculuk
yapmaktan men edilmiştir... Yolculuktan, başka bir sebeble değil sadece
mefsedete ilettiği için, alıkonulmuştur. Kadının yapacağı yolculuk, tercih
edilir daha büyük bir maslahatın gerçekleşmesini sağlıyorsa, mefsedete yol
açmıyor demektir.[676]
Maslahatlar ile mefsedetler karşı
karşıya geldiğinde, daha büyük ve önemli [677]olan
tercih edilir. [678]
MÜSLÜMAN KADIN,
hayatını, Allah'ın kitabında indirdiği ve Rasu-lü'nün (s.a.v.) sünnetinde beyan
ettiği hidayetin nuru üzere yaşar. Burada serdettiğimiz, kadının siyasi
etkinliği ile ilgili olaylar bir Kur'an-ı Kerim ayeti veya bir hadis-i şerif
münasebetiyle vuku bulmuş örneklerdir. Mü'miR kadınların bütün peygamberler ve
bizim Peygamberimiz Muham-med (s.a.v.) zamanındaki tüm uygulamalarını bir araya
getirsek, bunların Allah'ın hidayetinin uygulanmasının birtakım tablolarından
ibaret olduğunu görürüz. Uygulama alanı çağımızda ve tüm çağlarda olabildiğince
geniş ve her çağın şartlarıyla mütenasip olarak değişkendir.
İslâm itikatta,
ahlâkta, toplumun birçok kurumunda ve hakim yönetiminde değişiklik yapmak
isteyen bir programdır. Bu yüzden, Mekke'de Allah'a ve Rasulü'ne (s.a.v.) iman
eden topluluk, çağdaş devletteki hükümetlere muhalif en devrimci bir parti
gibiydiler. Etkinliği fert ve toplumla sınırlı kalan dini hareket, genellikle
sosyal bir etkinlik olarak kabul edilir. Ancak bu etkinlik, herhangi bir
surette, yönetici otoriteye dokunduğu ve ona karşı isyanı bir arafa bırakalım,
ona muhalif bir tutum takındığı vakit, modern terminolojiye göre siyasi bir
etkinlik olarak tanımlanmaktadır. Bu sebeple, aşağıdaki örnekleri siyasi
etkinlik olarak niteledik. Bunların bir kısmı yeni dine girmiş, bir kısmı yeni
dine girmek için araştırma yapma, bir kısmı -buna bağlı olarak- Müslümanların
cemaatına katılmayı ifade etmektedir. Bir kısmı da dine girmenin sonuçlan
olarak onunla ilgili haberlere önem verme, dine davet etme yahut din sebebiyle
baskı ve işkenceye maruz kalma, din uğruna vatanından hicret etmek zorunda
kalma, dinî savunmak ve kökleştirmek için cihada katılma ile ilgilidir.
Çağdaş toplumda kadının
siyasi çalışmada oynayabileceği önemli rolü dikkate alarak, bu konuyla alakası
bulunan ayet-i kerimeleri ve Buharı ve Müslim'de yer alan hadis-i şerifleri,
peygamberlerle ilgili konuda veya Nebi (s.a.v.)'in hanımlarıyla ilgili konuda
geçmiş olsa bile, bir kez daha arz etmeye çalıştık. Aynı şekilde, yabancı
erkeklerle karşılaşma olmasa bile, kadının siyasi etkinliğe katılmasına işaret
eden nasslan da kadının her durumda katılımının önemini belirtmek için arz
etmeye gayret ettik. [679]
• Kadın yeni dinin
peygamberinin kalbini pekiştiriyor,
• Kadın yeni dini
araştırıyor,
• Kadın yeni dine girenlerin
ilki oluyor,
Mü'minlerin annesi
Aişe (r.a.)'den: Rasulullah (s.a.v.)'in ilk vahiy' "yaratan Rabbinin
adıyla oku! İnsanı bir alak (kan pıhtısından yahut erkekle kadının alakasından)
yarattı. Oku, Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir." Rasulullah (s.a.v.)
(korkudan) yüreği titreyerek döndü ve Hatice bintu Huveylid'in yanına girerek
"beni sarıp örtünüz, beni sarıp Örtünüz" dedi. Korkusu geçinceye
kadar onu sarıp örttüler. Ondan sonra olanları "Hatice'ye anlatarak
kendimden korktum" dedi. Hatice onu sarıp Örttüler. Ondan sonra olanları
Hatice'ye anlatarak kendimden korktum" dedi. Hatice (r.a.) "öyle
deme, Allah'a yemin ederim ki, Allah asla seni utandırmaz. Çünkü sen akrabana
bakarsın, işini görmekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin, fakire verir,
kimsenin kazandırmayacağım kazandırırsın, misafiri ağırlasın, Hak'tan gelen
sıkıntılarda halka yardım edersin" dedi. Bundan sonra Hati-ce(r.a.)
Rasulullah (s.a.v.)'i alıp amcazadesi Varaka bin Nevfel ile Abduluz-za'ya
götürdü. Bu zat cahiliyye zamanında Hrisiyanlık dinine girmiş bir kimse olup
İbranice yazı bilir ve İbranice olarak İncil'den, Allah'ın dilediği kadar
yazardı. Artık gözleri de görmez olmuş bir pîr-i fâni idi. Hatice (r.a.)
Varaka'ya, "amcamın oğlu, dinle de bak, kardeşinin oğlu ne söylüyor?"
dedi. Varaka: "Ne var kardeşimin oğlu?" diye sorunca, Rasululah
(s.a.v.) gördüğü şeyleri kendisine anlattı. Bunun üzerine Varaka, bu gördüğün,
Allahu Teala'nın Musa (a.s.)'a indirdiği Nâmûs-u Ekber (yani sahib-i sırr-ı
vahiy)dir. Ah keşke senin davet ettiğin günlerde genç olaydım. Kavmin seni
çıkaracakları zaman keşke hayatta bulunsam!" dedi. Bunun üzerine
Rasulullah (s.a.v.), "onlar beni çıkaracaklar mı ki?" diye sordu. O
da, "evet, (zira) senin gibi bir şey getirmiş bir kimse yoktur ki
düşmanlığa uğramasın. Şayet senin davet ettiğin günlerine yetişirsem sana son
derece yardım ederim" cevabını verdi. Çok geçmeden Varaka vefat etti.
"Ve o esnada) fetret-i vahiy vuku buldu. (Yani bir müddet için vahiy
kesintiye uğradı.)[680]
İşte mü'minlerin
annesi Hatice (r.a.) aklının ve muhakemesinin olgunluğunu ortaya koyan
sözlerle, Rasulullah (s.a.v.)'ın kalbini pekiştiriyor. Sevgi, saygı ve övgü
dolu sözlerle, Rasulullah (s.a.v.)'i gördüğünün doğruluğuna ikna ediyor. Sonra
büyük, güvenilir bir merciden yeni dini araştırmaya koşuyor. Sonra da bir tek
Allah'a iman edenlerin ilki oluyor. Seyyide Hatice'nin davranışı bize, henüz
gizlenme aşamasında bulunan yeni dine iman edenlerin ilklerinden olan diğer bir
kadının davranışını hatırlatıyor. Dinini reddeden topluma karşı tüm tedbirleri
alıyor. Henüz zayıf olan cemaatını himaye etmek için aldığı tedbir, gayet
akıllıca ve iyi düşünülmüştü. Ebube-kir (r.a.) yanında 38 müslümanla birlikte
Kureyş'in mabedi Ka'be'nin çevresinde hitab edince, Kureyşliler kalkıp onu çok
şiddetlibir şekilde dövdüler. Baygın hale evine götürüldü. Ayıldığı zaman
dudaklarından dökülen cümle şu oldu: Rasululah (s.a.v.)ıa ne oldu? Annesi,
"arkadaşın hakkında herhangi bir bilgim yok" deyince; Ebubekir (r.a.)
"Hattab'ın kızı Ümmü Cemil'e git ve ona sor" dedi. Annesi Ümmü
Cemil'e gidip Ebubekir (r.a.) "sana Muham-med bin Abdullah'ı (s.a.v.)
soruyor" dedi. Ümmü Cemil (r.a.), "Ebubekir'i de, Muhammed bin
Abdullah'ı da bilmiyorum; ama istiyorsan seninle gelebilirim" dedi.
Annesi "evet, gel" deyince birlikte çıktılar. Ebubekir'i bitkin bir
şekilde yere serilmiş olarak buldu. Ona yaklaşarak, "Kavim, fisk ve küfür
ehli için sana bunu reva gördüler. Allah'ın onlardan senin intikamını almasını
dilerim" dedi. Ebubekir (r.a.), "Rasulullah (s.a.v.)'a "ne
oldu?" diye sordu. Ümmü Cemil (r.a.), "annen duyar" dedi.
Ebubekir (r.a.), "ondan çekinmene gerek yok" deyince; "iyi ve
rahattır" dedi. "Nerede?" deyince, Erkam bin Ebi'l-Erkam'ın
evinde" diye cevap verdi. Ebubekir (r.a.) "Allah'a yemin olsun ki,
Rasulullah (s.a.v.)'a gitmeyinceye kadar ne ağzıma bir lokma yemek koyacağım,
ne de su içeceğim" dedi. El ayak çekilinceye kadar onu beklettiler.
Ortalık sakinleşince evden çıktılar. Ebubekir (r.a.) onlara yaslanarak
yürüyebiliyordu. Onu o halde Rasulullah (s.a.v.)'ın huzuruna götürdüler.
Rasululah (s.a.v.) ve müslümanlar onunla meşgul olup ikramda bulundular[681]
Kadın yeni dine
girmekte yansıyor (öne geçiyor) Kadın, babasının önüne geçiyor Aişe (r.a.)'den:
Ümmü Habibe (Ebu Süfyan'ın kızı) ve Ümmü Seleme, Habeşistan'da gördükleri bir kiliseden
söz ettiler.[682]
Hadis, Ümmü Habibe'nin
müslüman olduktan sonra Habeşistan'a hicret edenler arasında bulunduğunu
göstermektedir. Oysa babası Ebu Süfyan bir Harb, Mekke fethinin hemen Öncesine
kadar şirk üzere kalmıştır. Ümmü Habibe ile, müslüman olmadan önce babası
arasında geçen hoş bir kıssa vardır:... Ebu Süfyan bin Harb Medine'ye gelip,
Mekke üzerine yürümeyi düşünen Rasulullah (s.a.v.)'in huzuruna çıkarak,
Hudeybiye barışını uzatmasını istedi. Rasulullah (s.a.v.) bunu kabul etmeyince
kızı Ümmü Habi-be'nin yanına vardı. Rasulullah (s.a.v.)'i döşeiğine oturmak
isterken Ümmü Habibe döşeği topladı. Bunun üzerine Ebu Süfyan kızcağızım,
döşeği mi bana layık görmedin; beni mi döşeğe?" diye sordu. Ümmü Habibe
(r.a.), bilakis... O, Rasulullah (s.a.v.)'ın döşeğidir; sen ise necis müşriksin[683]
dedi. Ebu Süfyan, kızım, sen benden ayrılalı kötü olmuşsun' dedi.[684]Kadın,
erkek kardeşinin önüne geçiyor
Said bin Zeyd'den:
Şöyle buyurmuştur: Ömer, İslam'a girmesinden önce, beni (bir rivayette: 'beni
ve kız kardeşini') müslüman olduğumuz için bağlamıştı.[685]
Hafız İbn Hacer
demiştir ki: "... Ömer'in İslam'a girmesi kız kardeşi Fatıma ve kocasından
sonradır. Çünkü, onun İslam'a girişindeki ilk etken kız kardeşinin evinde
Kur'an'dan dinlediği âyetlerdir. Kurtubî ve başkaları bu kıssayı uzun uzadıya
anlatmışlardır."[686]
Kadın, kocasının önüne
geçiyor
Ubeydullah'tan: İbn
Abbas (r.a.)'mn şöyle dediğini işittim: Ben ve annem mustaz'aflardandık. Ben
çocuklardandım; annem kadınlardandı.[687]
Buharı, Tercümetü'l-Bâb'ta şöyle diyor: İbn Abbas, annesiyle birlikte mustaz'aflardandı.
Babasıyla birlikte kavminin dini üzere değildi.
Hafız îbn Hacer de
hadisin şerhinde şöyle diyor: ... Annesinin adt Lübabe bintu^Haris el-Hüaliyye
idi. Abbas'ın en büyük oğlu Fadl'a nisbetle Ümmü'1-Fadl künyesiyle anılırdı...
Babasıyla birlikte kavminin dini üzere değildi1 demesi Musannifin anlayışıdır
ve Abbas'ın Bedir vak'asından sonra İslam'a girdiğine dayanmaktadır ki bu konu
ihtilaflıdır... Sahih olan, Fetih senesi, seninin başında hicret ederek
Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte Feth'e şahid olmuş olmasıdır. Allahu a'lem.[688]
İbn Abbas, hadisinde
şu âyet-i kerimeye işaret etmektedir:
"Size ne oldu ki,
Allah yolunda ve: Rabb'imiz bizi şu, halkı zalim kentten çıkar, bize
katındanbir koruyucu ver, bize katından bir yardımcı ver! diyen mustaz'af
erkek, kadın ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?" (Nisa, 75)
Misver İbn
Mahreme'den. Şöyle buyurmuştur: ... Peygamber (s.a.v.) Abduşems Oğulları'ndan
bir damadından (Ebu'I-As bin Rebi1) söz ederek onun akrabalığını övdü. Buyurdu
ki: Bana konuştu ve doğru söyledi; söz verdi ve yerine getirdi.[689]
Hafız İbn Hacer
demiştir ki: ..[690].Ebu'l-As
bin Rebi', Rasulullah (s.a.v.)'in peygamber olarak gönderilmesinden önce
Rasulullah (s.a.v.)'in kızı Zeynep'le evlenmişti. Zeynep Peygamber (s.a.v.)'in
en büyük kızıydı. "Zeynep müslüman oldu; fakat Ebu'l-As müslüman olmak
istemedi." Ebu'l-As, Bedir'de müşriklerle birlikte esir düştü. Zeynep,
fidyesini vererek onu kurtardı. Rasulullah (s.a.v.) onu serbest bırakırken
kıznı göndermesini şart koştu. O da bu sözünü yerine getirdi. Hadis-i şerifin
sonundaki "söz verdi ve yerine getirdi" demesinin manası budur.[691]
Kocalarından önce
İslâm'a giren kadınlardan biri de Havva bintu Yezid el-Ensariyye'dir. Hicretten
önce, henüz Rasulullah (s.a,v.) Mekke'de iken müslüman olmuştu. Kocası ona çok
kötü davranmaya başlamıştı. Rasulullah (s.a.v.) bu kadının kocasına giderek onu
İslâm'a davet etti ve şöyle dedi:, "Ya Eba Yezid, duydu ki, dinini
terkettiğinden beri hanımın Havva'ya kötü davranıyörmüşsün. Allah'tan kork, ona
karışma." O da şöyle karşılık verdi: Evet, şerefim üzerine yemin ederim
ki, istediğin şeyi yapacağım. Bundan sonra ona sadece iyilikte
bulunacağım."[692]
Aynı şekilde, Ümmü
Süleym de Enes'in babası olan ilk kocası Malik bin Nadr'dan önce müslüman oldu.
Müslüman olduğu sırada kocası yanında değildi. Kocası döndüğünde ona
"dinden mi çıktın?" diye sordu. O "dinden çıkmadım; fakat şu
adama iman ettim" dedi. Ona, "La ilahe illalah de; eşhedü enne
Muhammeden Rasulullah de" telkininde bulundu. O da kabul ederek bunları
söyledi. Malik'in babası gelinine, "oğlumu ifsad etme" deyince; Ümmü
Süleym "onu ifsad etmiyorum" diye cevap verdi. Daha sonra Malik evden
çıktı; bir düşmamyla karşılaştı ve düşmanı onu öldürdü.[693]
Bazen de kadın
kocasıyla birlikte iman ediyor; fakat hür iradesi ve tercihiyle iman ettiğinden
dolayı, kocasının dinden çıkmışına rağmen dinde sebat ediyor. İşte Ümmü Habibe,
Ubeydullah bin Cahş'la evliydi. İkinci Habeşistan hicretinde birlikte hicret
ettiler. Kocası Hristiyan oldu ve Habeşistan'da öldü. Ümmü Habibe ise dini ve
hicreti üzerinde sebat etti.[694]
Kadın, efendilerinin önüne geçiyor
Ammar bin Yasir'den:
Rasulullah (s.a.v.)'i gördüm. Yanında beş köle, iki kadın ve Ebubekir'den başka
kimse yoktu.[695]
Bu da şunu gösteriyor
ki köle olan kadın, çok zayıf sosyal konumuna rağmen, efendilerine karşı
gelerek yeni dine giriyor; böylece maneviyatını yükseltiyor ve geniş ufuklara
yükseliyordu. Bu cariyelerden bazıları şunlardı: Hammame, Ümmü Ubeys, Zennîre,
Nehdiyye ve kızı, Adiy Oğullan'nın cariyesi. Mü'min erkek ve kadınların maruz
kaldıkları baskı ve işkenceler bahsinde bu cariyelerle ilgili bazı olayları
arzedeceğiz.
Kadın bütün ailesinin
önüne geçiyor
Mervan'dan ve Misver
ibn Mahreme'den (r.a.):... Ukbe bin Ebi Muayt'ın kızı Ümmü Külsûm, o gün (yani
Hudeybiye günü) kadınlık çağını idrak etmiş olarak Rasulullah (s.a.v.) 'e
gelenlerdendi. Ailesi Peygamber (s.a.v.)'e gelerek onu iade etmesini istediler;
onlara iade etmedi.[696]
Mü'min erkek ve
kadınların toplumun baskısına maruz kalması Said bin Zeyd'den. Şöyle buyurmuştur:
Vallahi Ömer, İslam'a girmesinden Önce, beni (bir rivayette: 'beni ve kız
kardeşini') müslüman olduğumuz için bağlamıştı.[697]
Buharî bu hadisi
birçok babda rivayet etmiştir. Bunlardan biri, 'dayak, öldürülme ve
aşağılanmayı küfre tercih etme babı'dır. Hafız İbn Hacer demiştir ki:... Bu
hadis, bu baba uygun düşmektedir. Çünkü Said ve hanımı aşağılanmayı küfre
tercih etmişlerdir.[698]
Yine demiştir ki: "Ömer, beni müslüman olduğum için bağlamıştı"
demesi, müslüman olduğu için Said'i aşağılamak ve İslam'dan dönmeye zorlamak
için bağladığını gösterir... Bunun sebebi Said'in, Ömer'in kız kardeşi Fatıma
bintu Hattab'ın kocası olmasıdır. (Babası da Ömer'in amcasının oğlu Zeyd'dir.)
Hz. Ömer'in İslâm'a girişi kız kadeşinden ve kızkardeşinin kocasından sonra olmuştur.
Çünkü, onun iİslam'a girişindeki ilk etken, kız kardeşinin evinde kur'an'dan
dinlediği ayetlerdir. Kurtubî ve başkaları bu kıssayı uzun uzadıya
anlatmışlardı.[699]
"Rasulullah
(s.a.v.)'i gördüm. Yanında beş köle, iki kadın ve Ebube-kir'den başka kimse yoktu"[700]
hadis-i şerifi az önce geçti. Ammar'm annesi Sümeyye bu beş köleden biriydi.
Hafız ibn Hacr der ki: Bu köleler arasında Ammar, babası ve annesi
bulunmalıdır. Çünkü bu üçü Alah yolunda işkenceye maruz kalanlardandır. Annesi
İslâm'daki ilk şehittir. Ebu Cehil mızrağıyla vrup öldürmüştür.[701]
Siret kitaplarında
varit olduğuna göre Ebubekir Sıddîk (r.a.), işkenceye uğrayan bir köleye
rastladığı zaman onu efendisinden satın alarak azad ederdi. Bilal ve annesi
Hamame bunlardandır... Ümmü Ubeys, Zennîre, Nehdiyye ve kızı ile Adiy
Oğullan'nın cariyesine Ömer, henüz İslâm'a teslim olmadan önce işkence yapardı.[702]
Kadın yeni dine girmek
için vatanından hicret ediyor Daru'l Harb'ten hicret etmenin erkek ve kadınlara
farz oluşu Allahu Teala şöyle buyurmuştur:
"Nefislerine
yazık eden kimselere, canlanın alırken melekler: Ne işte idiniz (dininiz için
ne yapıyordunuz) dediler. (Bunlar): Biz yeryüzünde aciz düşürülmüştük, diye
cevap verdiler. Melekler dediler ki: Allah'ın arzı geniş değil miydi ki, onda
göç ed(ip gönlünüzce yaşayabileceğiniz bir yere gid)eydiniz? İşte onlann durağı
cehennemdir, ne kötü bir gidiş yeridir orası! Yalnız hiçbir çâreye gücü
yetmeyen ve göç için yol bulamayan, gerçekten zayıf erkekler, kadınlar ve
çocuklar hariç. Çünkü Allah'ın onları affetmesi umulur. Allah, çok affeden, çok
bağışlayandın Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde hiçcret edip
sığınacak çok yer ve genişlik bulur. Kim, Allah ve rasulü'ne hicret etmek üzere
evinden çıkar da onra Ölüm ona erişirse, onun ecri Allah'a aittir. Allah bağışlayıcı
ve merhametlidir." (Nisa, 97-100). Zeyn bin Müneyyir demiştir ki:
"...Ayet zayıflığın kadınlara has olmadığına, bilakis erkek ve kadınların
zayıflık hususunda müsavi olduklarına işaret etmektedir."[703]
Erkek ve kadın
mustaz'aflar hicret için Allah'tan yardım SBiyorlar Allahu Teala şöyle
buyurmuştur:
"Size ne oldu ki,
Allah yolunda ve: "Rabb'imiz bizi şu, halkı zalim kentten çıkar, bize
katından bir koruyucu ver, bize katından bir yardımcı ver!" diyen zayıf
erkek, kadın ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?" (Nisa, 75).
Habeşistan'a hicret
Aişe (r.a.)'den: Ümmü
Habbe (Ebu Süfyan'ın kızı) ve Ümmii Seleme, Habeşistan'da gördükleri,
içerisinde resimler bulunan bir kiliseden söz ettiler. Bunu Rasulullah
(s.a.v.)'e anlattıklarında şöyle buyurdular: Onlar, içlerindeki bir kısım salih
kimselerdi. Öldükten sonra kabirlerinin üstüne mabed inşa ettiler. Bu
mabedlerin içini de o gördüğünüz resimlerle donattılar. Onlar kıyamet gününde
Allah yanında mahlukatın en şerlileridir."[704]
Ebu Musa
(r.a.)'den:... Esma bintu Umey, Peygamber (s.a.v,)'in hanımı Hafsa'yı ziyaret
etti. Necaşi'nin memleketine hicret edenlerle birlikte o da hicret etmişti...[705]
Ümmü Halid'den (Babası
Halid bin Said bin el-As, annesi Hümeyne bintu Haleftir.): Habeşistan'dan
geldiğimde (yani anne babasıyla birlikte) küçücük bir çocuktum. Rasulullah
(s.a.v.) bana hamisa denilen, desenli bir elbise giydirdi. Sonra desenleri
eliyle meshederek seneni seneh dedi. Humeydi yani güzel güzel dedi demiştir.[706]
Hafız İbn Hacer
demiştir ki: "... Birinci hicrette Habeşistan'a hicret eden kadınlar
şunlardır: Rukayye bintu'n-Nebi (s.a.v.), bu Huzeyfe'nin hanımı sehle bintu
Süheyl, Ebu Seleme'nin hanımı Ümmü Seleme bintu Ebi Ümeyye, Amir ibn Rebia'nın
hanımı Leyla bintu Ebi Hayseme'dir.[707]
İkinci hicrette hicret edenler ise on sekiz kadına ulaşmıştır. Bunlardan bir
kısmı şunlardır: Ebu Süfyan'ın kızı Ümmü Habibe, Esma bintu Umeys, Hümeyne
bintu Halef el-Huzaiyye.[708]
Medine'ye hicret
AUahu Teala şöyle
buyurmuştur:
"Ey Peygamber,
biz ücretlerini verdiğin eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden
elinin altında bulunan (cariye)leri, seninle birlikte hicret eden amca
kızlarını, hala kızlarını, dayı kızlarını ve teyze kızlarını sana helal
kıldık." (Ahzab, 50).
Esma (r.a.) Abdullah
bin Züyebr'e hamileyken hicret ettiğini anlatıyor: Yola çıktığımda günüm
tamamdı. Medine'ye vardım. Küba'da konakladım. Abdullah'ı orada dünyaya
getirdim.[709]
Mervan ve Misver ibn
Mahreme Rasulullah (s.a.v.)'in ashabından rivayet ediyorlar: O gün (Hudeybiye
günü) Süheyl ibn Amr'ın Nebi (s.a.v.)'e koştuğu şartlar arasında bizden sana
sığınan olursa, senin dinin üzere olsa da bize iade edeceksin' şartı da vardı.
O müddet içerisinde, Müslüman da olsa, Medine'ye gelen erkekleri iade etti.
Mü'min kadınlar da geldiler.... Ukbe bin Ebi Muayt'ın kızı Ümmü Külsûm, o gün
(yani Hudeybiye günü) kadınlık çağım idrak etmiş olarak Rasulullah (s.a.v.)'e
gelenlerdendi. Ailesi Peygamber (s.a.v.)'e gelerek onu iade etmesini
istediler; onlara iade etmedi.[710]
Ebu Musa (r.a.)'den:
Rasulullah (s.a.v.)'in Medine'ye yola çıktığı haberi bize geldiğinde
Yemen'deydik. Biz de O'na hicret etmek üzere yola çıktık. Gemimiz Necaşi'nin
ülkesi Habeşistan'a uğradı. Ca'fer bin Ebi Talib de bize muvafakat etti. Bir
müddet onunla birlikte kaldıktan sonra hep birlikte Medine'ye vardık. Bizimle birlikte
gelen Esma bintu Umeys Hafsa'nın yanına girdi.[711]
Aişe (r.a.)'dan:
Şöyle demiştir: Arap
kabilelerinden birinde bir siyah cariye vardı ki, âzâd edildiği halde (yine) o
kabile ile beraber (ikamet ediyor)du. Dedi ki: Onların arasında -üzerinde
kırmızı tirşelerden (yapılmış) vişâh bulunan bir kız (gelin) gitti. Vişâhı
üzerinden çıkardı, yahud (vişah) üzerinden düştü. Bulunduğu yere bir çaylak
geldi. Onu atılmış bulup (semiz) bir et parçası diye kaptı.
(Câriye) der ki: Beni
(hırsızlıkla) ittihâm ettiler.
Aişe (r.a.) der ki:
Her tarafını aramışlar, hatta ön tarafını bile aramışlar.
(Câriye) der ki:
Vallahi ben onlarla beraber ayakta durup dururken çaylak (tekrar) gelip vişâhı
attı. O da (tam) ortalarına düştü. "İşte aklınız sıra beni ittâm ettiğiniz
şey! (Beni hırsız zannetiniz) Halbuki ben beriyim. İşte vişâh!" dedim.
Aişe (r) der ki: (O
siyah câriye) Rasulullah (s.a.v.)'e gelip İslâm'ı kabul etti. Mescid(-i Şerifin
bir kenarın)da ona mahsûs bir çerge, yahud bir kıl çadır vardı. (Her vakit)
bana gelir, yanımda konuşurdu. Ne zaman da yanıma otursa:
Vişâh işinin olduğu
gün, "Rabbimiz yarattığı acayiptendir. Şüphesiz ki O, bana küfür
diyarından necat verdi" demeden edemezdi. (Bir gün) ona: "Ne
oluyorsun? Her ne vakit benimle birlikte oturursan behemehal bunu söylüyorsun"
dedim. Bunun üzerine (demin naklettiğim) kıssayı anlattı."[712]
Hafız İbn Hacer şöyle
demiştir: "Hadis-i şerifte, kişinin mihnete uğradığı yerden çıkmasının
hayırlı olacağına işaret vardır. Nitekim bu kadın, küfür diyarından hicret
etmenin faziletine ermiştir."[713]
Siret kitaplarında ve
teracimlerde[714] birçok kadının Medine'ye
hicretleri anlatılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: Abbas'ın hanımı
Ümmü'1-Fadl, Ümmü Seleme bintu Ebi Ümeyye, Leyla bintu Ebi Hayseme, Ümeyye
bintu Abdilmuttalip, Zeynep bintu Cahş, Hamme bintu Cahş, Ümmü Habibe bintu
Nebate, Umame bintu Rukayş, Hafsa bintu Ömer bin el-Hattab, Fatıma bintu Kays,
Sübey'a el-Eslemiyye, Ümmü Rumân.
İmam Zührî'nin sözü
çok manidardır: "Hicret eden kadınlardan, imandan sonra irtidat eden hiç
kimsei bilmiyoruz."[715]
Bütün aşiretini yeni
dine davet
İmran bir Husayn,
Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte oldukları bir yolculuğu anlatıyor: ... Çok
şiddetli susamıştık. Rasulullah (s.a.v.) Ali (r.a.) ile beni çağırarak
"(haydi) gidin su arayın" emrini verdi. Devesinin üstünde iki büyük
kırba arasına oturmuş bir kadına rast geldik. Kadına "su nerede" diye
sorduk. "Dün bu saatte suyun başında idim. Adamlarımız (hâlâ orada su almak
için) duruyorlar" cevabını verdi. "Öyleyse yürü" dedik
"Nereye?" dedi." Rasulullah (s.a.v.)'in huzuruna" dedik.
"Şu Sabii dedikleri adamın yanına mı?" diye sordu. "İşte o
senin murad ettiğin satın yanına. (Haydi) yürü!" dedik. Kadını Rasulullah
(s.a.v.)'in huzuruna getirip hadiseyi anlattık. Rasulullah (s.a.v.) iki kırbayı
istedi...[716] "Gelin
(hayvanlarınızı) suvarın, (kendiniz için) su alın" diye halka nida edildi.
İsteyen (hayvanı için), isteyen (kendisi için) su aldı... O kadın (hep) ayakta,
suyunu nasıl kullandıklarını (bel bel) seyredip duruyordu. Allah'a kasem ederim
ki, (artık su almaktan) vazgeçildi de hâlâ kırbalar bize, işe başlamadan
evvelki zamandan daha dolu görünüyordu. Nebi (s.a.v.) "Ona bir şeyler
toplayın" diye feman buyurdu. Ona (Medine'nin a'lâ) hurması ile undan,
kavuddan (hayli şey) topladıkları gibi buğday da topladılar. Hepsini (çuval
kabilinden) bir kaba koyup devesine yüklediler. Ehline (gecikmiş olarak
varınca) "Ya fülane, seni (yolundan) alıkoyan nedir?" diye sordular.
"Şaşılacak şey, bana iki kimse rast geldi. Beni, sabii denilen şu adamın
yanma götürdüler. O da şöyle etti, böyle etti. Allah'a kasem ederim ki, bu adam
-(bunu söylerken de) orta ve şehadet parmaklarını göğe doğru kaldırarak ve sema
ile arzı kasdederek- ya sununla bunun arasındakilerin en sihirbazıdır, yahud da
Rasululah'tır" dedi. Bundan sonra Müslümanlar o kadının (bulunduğu yerin)
etrafındaki müşrikler üzerine yürüdükleri vakit, onu mensup olduğu küçük
topluluğa iliş-mezlerdi. Birgün kadın kavmine: "Benim anladığıma görebu
adamlar, size kasden (ve benden dolayı) ilişmiyorlar. Müslüman olmak işinize gelir
mi?" dedi. Kavmi, re'yini kabul ettiler ve İslam'a girdiler.[717]
Bu kadının İslam'a
girmesinden ve kavmini yeni dine davet etmesinden yıllar önce, Mekke'de Ümmii
Şüreyk el-Kuraşiyye diye anılan bir kadın Müslüman olmuştu. O sırada
Müslümanlar azınlıkta ve mustaz'af idiler, bu kadıncağız Kureyş kadınlarının
yanlarına gider ve onları İslam'a davet ve teşvik ederdi. [718]İşi
meydana çıkınca Mekkeliler kadını yakaladılar ve "eğer kavmin olmasaydı sana
ne işler ederdik" dediler. [719]
Kadınların,
müslümanların imamı olan Peygamber (s.a.v.)'e biat etmeleri
Allahu Teala şöyle
buyurmuştur:
"Ey Peygamber,
mümin kadınlar sana gelip Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık
etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleriyle ayaklan
arasında bîr iftira uydurup getirmemeleri, marufta sana karşı gelmemeleri
hususunda sana biat ederlerse onların biatlannı al ve onlar için Allah'tan
bağışlanma dile! Zira Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir."
(Miimtahine, 12) îbn Abbas (r.a.)'dan: Rasulullah (s.a.v.) ile, Ebubekir, Ömer
ve Osman (r.a.) ile birlikte bayram namazında bulundum. Hepsi de namazı
hutbeden evvel kılar, sonra hutbe irad ederlerdi. Rasulullah (s.a.v.) eliyle
erkekleri oturttu. Sonra erkeklerin saflarını yararak Bilalle birlikte
kadınların yanma vardı. "Ey Peygamber, rnü'min kadınlar sana gelip Allah'a
hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri,zina etmemeleri,
çocuklarını öldürmemeleri, elleriyle ayaklan arasında bir iftira uydurup
getirmemeleri, marufta sana karşı gelmemeleri hususunda sana biat
ederlerse.." âyetini sonuna kadar okudu. Âyet-i kerimeyi okuyup
bitirdikten sonra: Siz bunu kabul ediyor musunuz? diye sordu, içlerinden bir
kadın "evet ya Rasulullah (s.a.v.)" diye cevap verdi; diğerleri
seslenmediler, îbn Abbas diyor ki: Ve kadınlar tasadduk etmeye başladılar.
Bilal elbisesini yaydı. Kadınlar Bilal'in elbisesine irili ufaklı altın
yüzüklerini atmaya başladılar.[720]
Kadınların Nebi
(s.a.v)'e biat etmesi çeşitli manalara delalet eder:
1. Kadının
şahsiyetinin istiklali, erkeğe tabi olmakla sınırlı olmayıp, aynen erkek gibi
biat etmesi.
2. Kadınların biati, İslâm ve Rasulullah
(s.a.v.)'e itaat biati idi ki, bu konuda erkeklerle kadınlar müsavi idiler.
Bazen erkekler ve kadınların biati üzere biat ediyorlardı. Ubade bin Samit'ten:
Rasulullah (s.a.v.), etrafında ashabından bir topluluk bulunduğu halde şöyle
buyurmuşlardır: Geliniz, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmaak, hırsızlık etmemek,
zina etmemek, çocuklarınızı öldürmemek, ellerinizle ayaklarınız arasında bir iftira
uydurup getirmemek, marufta bana karşı gelmemek... hususunda bana biat ediniz.
Ubade diyor ki: O'na bunlar üzerine biat ettim.[721]
Erkeklere mahsus bir
biat da vardır. O da cihad ve (Rasulullah (s.a.v.)'i) himaye etmek üzerine
biattir. Hudeybiye günündeki Rıdvan biati da böyledir.
3. Kadınların Rasulullah (s.a.v.)'e biadları iki
esasa dayanıyordu: Birinci; Allah'ın dinini tebliğ eden Rasul olması
itibariyle... İkincisi, müslümanların imamı olması itibariyle... İkinci
itibarın da sözkonusu olduğunun delili Allahu Teala'nın "... marufta sana
karşı gelmek üzere..." kavli ve Rasulullah (s.a.v.)'in emire itaat
hususundaki "itaat ancak maruftadır"[722]
hadisidir.
Kadınların biati bize,
bazı kadınların, erkeklerle birlikte İkinci Akabe biatına katılmalarını hatırlatmaktadır.
Hafız İbn Hacer, İbn İshak'ın rivayet ettiği ve İbn Hibban'ın
"sahihtir" dediği hadisten nakler şu haberi zikretmektedir:
"Ka'b bin Malik demiştir ki: Kavmimizin müşrikleriyle birlite hacı olarak
yola çıktık. Yanımıza seyyidimiz ve büyüğümüz Berâ bin Ma'rur vardı... Ka'b
demiştir ki: Akabe'de yetmiş üç erkek toplandık. Yanımızda iki de kadın vardı:
Mazin Oğulları'nın kadınlarından Ümmü Umara bintu Ka'b ve Seleme Oğulları'nın
kadınlarından Esma bintu Amr bin Adiyy."[723]
Hicret eden
kadınlarınimtihan edilmesi Allahu Teala şöyle buyurmuştur:
"Ey iman edenler,
mü'min kadınlar hicret ederek size geldikleri vakit, onları imtihan edin. Allah
onların imanlarını daha iyi bilir. Onların mü'min hanımlar olduğunu bilirseniz,
artık onları kâfirlere iade etmeyin. Ne bunlar onlara, ne de onlar bunlara
helaldir." (Mümtahine,10)
Misver ibn Mahreme ile
Mervan, her biri arkadaşının sözünü tasdik ederek şöyle rivayet etmişlerdir:
Rasulullah (s.a.v.) Hudeybiye seferinde (Medine'den) çıkmıştı.. Süheyl ibn Amr
gelerek "haydi (kalem kağıt getirin de) aramızda bir (anlaşma) senedi yaz!
"dedi. Nebi (s.a.v.) katibi çağırarak "yaz!" dedi... Süheyl,
"sana bizden bir erkek gelirse, o gelen kimse senin dininde olsa bile, onu
bize iade edeceksin" dedi... Sonra mü'min kadınlar geldiler. Allahu Teala
"Ey iman edenler, mü'min kadınlar hicret ederek size geldikleri
vakit..." âyet-i kerimesini inzal buyudu.[724]
Hafız İbn Hacer şöyle
demiştir: "SÖzkonusu mü'min kadınlardan bir kısmının isimleri şöyle
sıralanmıştır: Hassan bin Dahdahe'nin nikâhında bulunan Ümeyme bintu Bişr,
Müsafir el-Mahzumî'nin nikâhında bulunan Sebî'a bintu'1-Haris, Şemmas bin
Osman'ın nikâhında bulunan Berva' (veya Buruğ) bintu Ukbe ve Amr bin
Abdivedd'in nikâhında bulunan Abde bintu AbdilazizbinNadla."[725]
Peygamber (s.a.v.)'in
eşi Aişe (r.a.)'dan: Mü'min kadınlar Rasulullah (s.a.v.)'e hicret ettiklerinde,
onları Allahu Teala'nın "Ey iman edenler, mü'min kadınlar hicret ederek
size geldikleri vakit... ilh." âyetiyle imtihan ediyordu. Aişe (r.a.)
diyor ki: Kim bu şartı ikrar ve ispat ederse imtihanı ikrar ve ispat etmiş
oluru.[726]
Hafız İbn Hacer
demiştir ki: "Kim bu şartı ikrar ve ispat ederse imtihanı ikrar ve ispat
etmiş olurdu" sözü imana işaret etmektedir. Taberi'nin tahric ettiği
bundan daha açıktır... İbn Abbas (r.a.)'dan: İmtihanları, Allah'tan başka ilah
olmadığına ve Muhammed (s.a.v.)'in Allah'ın elçisi bulunduğuna şehadet
etmeleriydi. Taberi'nin İbn Abbas (r)'dan başka bir rivayetinde ise (şöyle
derlerdi): "Vallahi kocama buğzumdan dolayı çıkmadım; vallahi bir yerden başka
bir yere gitmek arzusuyla çıkmadım; vallahi dünyalık elde etmek için çıkmadım;
vallahi sadece Allah ve Rasulü'ne sevgiden dolayı çıktım."[727]
Kadının evleneceği
erkeği İslâm'a davet etmesi
Cabir ibn
Abdullah'tan: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: "Bana cennet
gösterildi. Ebu Talha'mn hanımını orada gördüm..."[728]
Ebu Talha'nın hamımı
Ümmü Süleym'dir. Ebu Talha ile evlemesinin bir hikayesi vardır. Bu hikayede,
Ümmü Süleym'in şahsiyetinin kuvveti, imanın, sağlamlığı ve kendisine evlenme
teklifinde bulunmak için gelen erkeği yeni dine davetteki hırsı tebarüz ediyor.
İbn Sa'd'm
Tabakat'ından öğrendiğimize göre Ebu Talha Ümmü Sü-leym'e gelerek ona evlenme
teklifinde bulunduğunda şu cevabı aldı: Ey Ebu Talha, bilmiyor musun ki
tapındığın ilahın, yerden biten bir ağaç parçasıdır; sonra onu filanın oğlu
marangoz filanca yontmuştur?... Bilmez misin ki ey Ebu Talha, taptığınız
tanrıları ateşe verseniz yanarlar?.. Görmüyor musun, taptığın taş sana ne bir
zarar verebilir; ne de yarar sağlayabilir?[729]
Sabit el-Benan'den; o
da Enes'ten: Ebu Talha Ümmü Süleym'e evlenme teklifinde bulundu. Ümmü Süleym
ona şöyle dedi: Valahi ya Eba Taîha, senin gibisi reddolunmaz. Fakat sen kâfir
bir adamsın; bense Müslüman bir kadınım. Evlenmemiz caiz değildir. Müslüman
olursan mihrim budur; senden başka bir şey isteme. (Halbuki Elu Talha,
Medine'deki ensar içerisinde en çok hurmalığa sahip bulunan bir kişiydi);[730]
Müslüman oldu, Ümmü Süleym'in mihri de buydu. Sabit el-benani diyor ki: Ümmü
Süleym'den daha değerli bir mihre sahip olan başka bir kadın işitmedim. Onun
miri İslâm idi.[731]
Ümmü Süleym'in,
evleneceği erkeği yeni dine davet edişi, henüz İslam devletin kuruluş
aşamasında, Müslümanlar, müşrikler ve yahudiler karışık vaziyette iken vuku
bulmuştur.
Kadının cihada
katılması
Rebi' bintu Muavviz
(r.a.)'dan: Biz Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte gazaya çikank. su taşır,
hizmet görür, yaralıları tedavi eder, ölü ve yaralıları Medine'ye taşırdık.[732]
Enes ibn Malik
(r.a.)'ten: Rasulullah (s.a.v.) Enes'in teyzesi Ümüm Haram'ın evinde gördüğü
bir rüyayı anlatıp): "Ümmetimden, deniz üstünde -padişahların tahtlarına
kuruldukları gibi- gemilere kemal-i ihtişamla binerek Allah yolunda gazaya
çıkan bir topluluk bana arzolundu" buyurdular. Ümmü Haram "ya
Rasulullah (s.a.v.), Beni onlar arasında bulundurması için Alah'a dua et"
dedi; O da dua etti.[733]
Burada kadının cihada
katılımıyla ilgili bu iki hadisle iktifa ediyoruz. Tüm cihad hadisleri beşinci
bölümde geçmiştir.
Kadının, Rasulullah
(s.a.v.)'e bağlılığını ilan etmesi
Aişe (r.a.v.)'dan:
Hind bintu Utbe bir kere Rasulullah (s.a.v.)'in huzuruna gelerek şöyle dedi:
"Ya Rasulullah, vaktiyle yeryüzünde ev bark sahibi ailelerden hiçbir aile
yoktu ki, onların zelil olmaları senin hanedanının zelil olmasından bana daha
sevgili olsun! Sonra bugün yeryüzünde hiçbir ailede yoktur ki, onların aziz
olmaları senin hanedanının izzet ve saadeti derecesinde bana sevimli
olsun!" dedi.[734]
Kadının erkeklere eman
vermesi
Ümmü Hani bintu Ebi
Talib'ten: Fetih yılında Rasulullah (s.a.v.)'e gittim. Yıkanıyor, kızı Patıma
da onu seyrediyordu. Selam verdim. "Kimdir o?" dedi. "Ben Ümmü
Hani bintu Ebi Talib'im" dedim. "Hoş geldin Ümmü Hani" dedi.
Yıkandıktan sonra tek elbiseye bürünmüş olarak sekiz rekat namaz kıldı.
"Ya Rasulullah (s.a.v.), annemin oğlu Ali, eman verdiğm Fulan ibn Hubeyre
adındaki bir adamla vuruşacağını söylüyor" dedim. Rasulullah (s.a.v.)
"senin eman verdiğine biz de eman verdik ya Ümmü Hani" buyurdular.[735]
Ümmü Seleme, minberde
bulunan müslümanların imamına icabet ediyor
Abdullah bin Rafi'den:
Ümmü Seleme (r.a.), saçını tararken, Peygamber (s.a.v.)'in minberde "ey
insanlar" diye hitap ettiğini işitince, saçını tarayan kadına "başımı
topla" dediğini anlatırdı. Bir rivayette
Cariyeye
"şimdilik beni bırak" dedim. Erkekleri çağırdı, kadınları
çağırmadı" dedi. "Ben de insanlardanım.." dedim.[736]
Ümmü Seleme, Beni
Kurayza'ya saldırdığı gün dinliyor
Usame bin Zeyd'den:
Cebrail (a.s.), Ümmü Seleme'nin yanında bulunan Nebi (s.a.v.)'e gelerek onunla
konuştu. Sonra kalktı. Nebi (s.a.v.) Ümmü Seleme'ye bu kimdir?" dedi. O da
"Dıhye'dir" dedi. Ümmü Seleme diyor ki "Allah'a yemin ederim ki
Rasulullah (s.a.v.)'in hutbesinde Cebrail'den haber verdiğini işitinceye
kadar, onu gerçekten o sanmıştım.[737]
Ümmü Seleme (r.a.)'nın
rivayeti böylece kısa kesilmiştir. Aişe (r.a.) Cebrail (a.s.)'ın Nebi
(s.a.v.)'e anlattıklarını ve Rasulullah (s.a.v.)'in de hutbede naklettiklerini
daha ayrıntılı bir şekilde açıklamıştır. Aişe (r.a.) anlatıyor: Ahzab
gazvesinin bitiminden sonra Cebrail (a.s.) Nebi (s.a.v.)'e gelerek şöyle dedi:
"Sen silahı bıraktın; fakat vallahi biz bırakmadık; (savaşa) çık!"
"Nereye?" diye sorunca, "işte şuraya!" diyerek, Beni Kurayza'ya
işaret etti.[738]
Fatıma bintu Kays'ın,
imamın içtima davetine icabet etmesi
Faüma bintu Kays'tan:
"... İddetimi tamamladığımda, Rasulullah (s.a.v.)'in bir münadisinin
'es-Salâte cemaaten' diye nida ettiğini duydum. Mescide giden insanlarla
birlikte ben de mescide giderek, Allah'ın Rasulü (s.a.v.) ile birlikte namaz
kıldım. Erkeklerin safını takip eden kadınlar şafuldaydım. (Bir rivayette:[739]
Herkesle birlikte ben de gittim. Erkeklerin son safının hemen arkasındaki
kadınların ilk safındaydım.) Rasulullah (s.a.v.) namazını bitiren gülerek
minbere oturdu ve: 'herkes namaz kıldığı yerde kalsın' dedi. Daha sonra: 'Sizi
ne için topladığımı biliyor musunuz?' diye sordu. 'Allah ve Rasulü daha iyi
bilir' dediler. 'Vallahi sizi bir istek veya bir korku sebebiyle toplamadım'
dedi."[740]
Zeyneb bintu l-Muhacir
islâm ümmetinin istikbalini düşünüyor
Kays bin Ebi
Hazim'den: Ebubekir (r.a.), Ahmus kabilesinden Zeyneb bintu'l-Muhacir denen bir
kadının yanına vardığında, konuşmadığını gördü. "Buna ne oldu, niye
konuşmuyor?" diye sorunca "susarak hac yapıyor"
dediler. Kadına
(dönerek), "konuş, çünkü bu helal değildir; cahiliye
adetle-rindendir" dedi. Kadın konuşmaya başlayarak "sen kimsin?"
dedi. "Muhacirinden bir adam" diye cevap verdi. Kadın, "hangi
muhacirlerden?" diye sordu. "Kureyş'ten" dedi. "Hangi
Kureyş'ten?" diye sordu. "Sen de pek sorgucusun; ben
Ebubekir'im" dedi. Kadın, "İmamlarınız istikamet üzere bulundukça bu
haliniz devam eder" dedi. Kadın imamlar "belâ, var" deyince;
"işte insanların imamları onlardır" dedi.[741]
Aile (r.a.) bir emirin
durumunu araştırıyor
Abdurrahman bir Şemmas'dan:
Bir şey sormak için Aişe (r.a.)'ya gitmiştim. "Sen neredensin?" diye
sordu. "Mısır ehlindenim" dedim. "...[742]Arkadaşınız
nasıldır?" diye sordu. "Onu hiçbir hususta ayıplamayız; bizden bir
adamın devesi ölse ona bir deve verir, köleyse köle verir, nafakaya ihtiyaç
duyanın nafakasını temin eder." [743]
Ümmü Seleme Hudeybiye
gününde Rasulullah (s.a.v.)'e müşaveret ediyor
Misver ibn Mahreme ile
Mervan, her biri arkadaşının sözünü tasdik ederek şöyle rivayet etmişlerdir:
Rasulullah (s.a.v.) Hudeybiye seferinde (Medine'den) çıkmıştı... Süheyl ibn Amr
gelerek "haydi (kalem kağıt getirin de) aramızda bir (anlaşma) senedi
yaz!" dedi. Nebi (s.a.v.) katibi çağırarak "yaz!" dedi...
Süheyl, "Sana bizden bir erkek gelirse, o gelen kimse senin dininde olsa bile,
onu bize iade edeceksin" dedi. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) kâtibi (Ali bin
Ebi Talib)'i çağırarak "Bismillahirrahmanirrahim" yaz buyurdu. Bunun
üzerine Süheyl, "iyi ama ben Rahman kerimesinin mahiyeti nedir bilmiyorum;
fakat vaktiyle senin de yazdırdığın gibi "bismike'l-lahüm-me:Allahım,
senin isminle yazmağa başlarım diye yaz" dedi. Müslümanlar da bir ağızdan
"vallahi biz onu yazmayız, ancak Bismillahirrahmanirrahim yazılmasını
isteriz, demişlerdi. Nebi (s.a.v.) "haydi bismike'l-lahümme yaz"
buyurdu. ... "Siz bizimle Beyt-i Şerifin arasını serbest bırakınız da biz
de Beyt'i tavaf edelim, buyurdu. Süheyl bu teklife itiraz ederek "vallahi
sizinle Beyt'in arasını boş bırakamayız. Çünkü Araplar, zorla istila olunduk,
diye hakkımızda dedikodu eder; fakat gelecek senden itibaren müsaade edebiliriz"
dedi. Süheyl, "sana bizden bir erkek gelirse, o gelen kimse senin dininde olsa
bile, onu bize iade edeceksin" dedi. Müslümanlar bu teklife hayret ederek:
"Sübhanallah, müslüman olarak gelen biri nasıl olur da müşriklere iade
olunur?" dediler.... Ömer ibn Hattab şöyle demiştir: Nebi (s.a.v.)'e
varıp: "Sen Allah'ın hak Peygamberi değil misin?" dedim. Rasulullah,
"evet hak Peygamberim" buyurdu. Ben, "biz müslümanlar hak,
düşmanlarımız batıl üzere bulunuyorlar mı?" dedim. Rasulullah (s.a.v.),
"evet öyledir" buyurdu. "O halde dinimiz uğrunda bu aşağılanmayı
niçin kabul edelim?" dedim. Muhakkak ben Allah'ın Rasulü'yüm ve ben, (bu
maddeyi kabul etmekle) Allah'a isyan etmiş değilim. Allah benim
yardımcımdır" buyurdu. "Vaktiyle sen bize Beyt-i Şerife varıp tavaf
edeceğiz diye haber vermemiş miydin?" dedim. "Ben sana, bu sene varıp
tavaf edeceğiz dedim mi?" buyurdu. "Hayır" dedim. "O halde
sen Beyt'e varıp onu tavaf edeceksin" buyurdu... Ravi diyor ki: Rasulullah
(s.a.v.), anlaşmanın yazılıp imzalanmasından sonra ashabına: "Haydi artık
kalkkmız, kurbanlarınızı kesip, sonra başlarınızı traş ediniz" buyurdu
Ravi diyor ki: Vallahi ashabtan bir kişi olsun kalkmadı. Hatta Rasulullah
(s.a.v.) emrini üç kere tekrar etti. Ashabtan hiç biri kalkmayınca Rasulullah
(s.a.v.) Ümmü Seleme'nin yanına girdi. "Şu halkı görüyor musun,
emrediyorum da icabet etmiyorlar" diye halktan gördüğü kayıtsızlığı ona
anlattı. Ümmü Selem: "Emrinizi yerine getirmek istiyor musunuz? O halde
şimdi dışarı çıkınız, sonra tâ kurbanlık develerinizi kesinceye ve berberinizi
çağırıp traş oluncaya kadar ashabtan hiçbirine bir kelime bile
söyiemeyeniz" dedi. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) Ümmü Seleme'nin yanından
çıktı. Ashabtan hiç birisiyle görüşmeyrek menasiki ifa etti. Kurbanlık
develerini kesti. Ve berberi (Huzâî Hırhaş ibn Ümeyye'yi) çağırıp traş oldu.
Bunu gören ashap da hemen kalkarak kurbanlarını kestiler ve birbirlerini traş
etmeye başladılar. Hatta, (emr-i nebeviye imtisalde gösterdikleri sür'atin
tevlid ettiği izhidamdan ötürü) birbirlerini öldüre yazdılar...[744]
Ümmü Süleym Huneyn
günü Rasulullah (s.a.v.)'e müşaveret ediyor
Enes (r.a.)'ten: Ümmü
Süleym... Huneyn günü... dedi ki: Ya Rasulullah (s.a.v.), ... Tulekayı Öldür;
çünkü yenildiler. Rasulullah (s.a.v.) ise şöyle buyurdular: Ya Ümmü Süleym,
Allah onlardan el çekmiş ve onlara ihsanda bulunmuştur.[745]
Hafsa, kardeşi
Abdullah'a müşaveret ediyor
îbn Ömer (r.a.)'dan:
Hafsa'mn yanına vardım. "Babanın kendisinden sonra hilafeti kimseye
vasiyet etmediğni biliyor musun?" dedi. "Öyle bir şey yapmaz"
dedim. "Yapması gerek" dedi. "Bu hususta onunla konuşacağıma
yemin edip sustum. Çıktım; henüz onunla konuşmamıştım. Sanki sırtımda bir dağa
taşıyordum. Dönüp yanına vardım. İnsanların ahvalini sordu; ben de haber
verdikten sonra şöyle dedim: "İnsanlardan bir söz işittim ve sana
söyleyeceğime yemin ettim: senin, yerine hilafeti kimseye vasiyet etmeyeceğini
sanıyorlar. Senin bir deve çobanın yahut koyun çobanın olsa, sonra sürüsnü
bırakarak sana gelse, sürünün ihmal yüzünden zayi olduğunu görsen (ne dersin?).
İnsanların idaresi daha mühimdir." Sözüme muvafakat etti ve başını koyup
bir saat (düşündü). Sonra başım kaldırarak şöyle dedi: Allah (c.c) dinni
muhafaza eder. Eğer yerime birini vasiyet etmezsem Rasulullah (s.a.v.) de
vasiyet etmemişti; vasiyet edecek olursam Ebubekir (r.a.) da vasiyet etmişti.
İbn Ömer diyor ki: Vallahi, Rasulullah (s.a.v.) ve Ebubekir'i zikredince,
Rasulullah (s.a.v.)'den dönüp de bir başkasına uymayacağını; dolayısıyla yerine
bir halife vasiyet etmeyceğini anlamıştım. [746] Hafsa,
kardeşi Abdullah'a müşavere t ediyor
İbn Ömer (r.a.)'den:
Hafsa'nın yanına girdim. Saçlarından sular damlıyordu. (Herhalde yeni banyo
yapmıştı) "İnsanların halini görüyorsun bu hususta birşey yapmam müyesser
olmadı" dedim. "Onlara yetiş; onlar da seni bekliyorlardır. Onlardan
uzak kalmandan dolayı ayrılık olmasından korkarım" dedi. İbn Ömer gidene
kadar Hafsa onu bırakmadı.[747]
Hafız İbn Hacer diyor
ki: "İnsanların halini görüyorsun" sözünden muradı Ali ve Muaviye
arasındaki Sıffin savaşından sonra insanların, aralarındaki anlaşmazlıkları
çözümlemek için hakeme başvurmak üzere toplandıkları gündür..,. Bu meseleyi
görüşmek üzere biraraya gelmeyi kararlaştırdılar. İbn Ömer, oraya gidip
gitmemek hususunda kız kardeşiyle istişare etti. Yokluğunda, fitnenin sürmesine
yol açacak bir ihtilafın neş'et etmesinden korkarak, onlara yetişmesii tavsiye
etmiştir.. Abdurrazık 'in hasen bir senetle İbn Ömer (r.a.)'den rivayet ettiği
diğer bir varyanta göre İbn Ömer (r.a.) şöyle demiştir: Muaviye'nin
Dûmetu'l-Cendel'de içtima ettiği gün Hafsa şöyle dedi: Rasulullah (s.a.v.)'in
hısımı ve Ömer ibni'l-Hattab'm oğlu olarak, Allah'ın ümmet-i Muhammed'in arasım
bulacağı bir sulhten geri kalman hoş olmaz.[748]
Kadın, nebevîyola
çağırıyor
Dibba ibn Mihsan
el-Anzî'den o da Peygamber (s.a.v.)'in hanımı Üm-mü Seleme (r.a.)'ten rivayet
ediyor. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: "Bazı kimseler
üzerinize emir olarak tayin edilir. Bazı işlerim beğenir, bazı işlerini
beğenmezsiniz. Kim kerih görürse kurtulur; kim inkar ederse selamete erer. Ama
kim razı olur ve tâbi olursa (ne kurtulur, ne de selamete erer). Dediler ki:
"Ya Rasulullah (s.a.v.) onlarla savaşmayalım mı?". "Hayır, namaz
kılmıyorlar mı?"[749]
buyurdular.
Abdurrahman ibn
Şemmas'tan: Birşey sormak için Aişe (r.a.)'ya vardım. Dedi ki.. Sana, şu
evimde Rasulullah (s.a.v.)'"tan işittiği bir şeyi haber vereyim:
"Allah'ım, kim ümmetimin işlerinden birinin idaresini üstlenir de onlara
eziyet ederse, sen de ona eziyet et; kim de onlara nfk (yumuşaklık) ile muamele
ederse, sen de ona rıfk ile muamele et."[750]
Yahya bin Husayn'dan,
o da ninesi Ümmü Husayn'dan rivayet ediyor: Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte
Veda Haccı'nda haccettim. Rasulullah (s.a.v.) çok şey söyledi. Bir ara şöyle
dediğini işittim: "Başınıza burnu kesik -belki de siyah demişti- bir köle
de emir tayin edilse, eğer size Allah'ın Kitabı ile hükmediyorsa onu dinleyin
ve ona itaat edin."[751]
Ubeydullah
ibni'l-Kıbtiyye'den: Haris ibn Ebi Rebî'a ve Abdullah ibn Safvan'la birlikte
Mü'minlerin annesi Ümmü Seleme (r.a.)'nın yanma vardık. Onlar yere geçecek
olan orduyu sordular. (Bu ziyaretimiz, İbn Zübeyr'in zamanındaydı.) Dedi ki:
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular. "Bir sığınmacı Mescid-i Haram'a
sığınır. Onun üzerine bir topluluk gönderilir. Onlar sahradayken yere
geçirilir. Ya Rasulullah (s.a.v.), eki içlerinde zorlanan varsa? dedim. "O
da onlarla birlikte yere geçirilir; fakat kıyamet günü niyetine göre diriltilir
buyurdu."[752]
Dördüncü halife
döneminde Aişe (r.a.)'nın konumu
Abdullah ibn Ziyad
el-Esedi'den: Talha, Zübeyr ve Aişe (r.a.) Basra'ya hareket edince Ali (r.a.)
Ammar bin Yasir ve Hasan bin Ali'yi gönderdi. Kûfe'ye gelerek minbere çıktılar.
Hasan bin Ali minberin üst tarafında, Ammar da onun biraz aşağısındaydı.
Toplandık. Ammar'ın şöyle dediğini işittim: Aişe (r.a.) Basra'ya hareket
etmişti. Vallahi o dünyada da, ahirette de Peygamberiniz (s.a.v.)'in eşidir.
Fakat Allah -tebareke ve teala- kendisine mi, yoksa ona mı itaat edeceğinizi
bilmek için sizi sınamaktadır."[753]
Kadının, müslüman
yöneticiye muhalefete katılmasını belirtmek için bu hadiseyi arz ettik. Ammar
(r.a.) bu hadiste Aişe (r.a.)'nın görüş ve düşüncesiyle muhalefete katılmasını
ve -başka sahabe-i kiramla birlikte- Osman (r.a.)'m katillerinin kısasını talep
etmesini eleştirmiyor. Müslümanlardan iki grup arasında çıkabilecek bir savaşa
yol açacak tarzda adam toplayıp isyana katılmasını eleştiriyor. Ammar (r.a.)'ın
burada Aişe (r.a.)'nın isyana katılmasını eleştirmesi gibi, Ebu Musa ve Ebu
Mes'ud (r.a.) da onun, isyancı topluluğa karşı savaş hazırlıklarına katılmasını
eleştiriyorlar. Ebu Vail'den: Ebu Musa ve Ebu Mes'ud (r.a.) Ammar (r.a.)'ın
yanına vardılar. Ali (r.a.) onu, Küfe halkını savaşa hazırlaması için
görevlendirmişti. Ona, "müslüman
olduğundan beri bu işteki aceleciliğinden daha kötü bir iş yaptığını
görmedik" dediler. O da, "müslüman olduğunuzdan beri, bu işi gevşek
tutmanızdan daha kötü bir iş yaptığınızı görmedim" diye cevap verdi.[754]...
Ebu Bekre (r.a.) ise her iki fırkayı da (yönetici grubu da, muhalif grubu da)
bu fitneye iştirak etmelerinden dolayı eleştirmiştir. Hasan'dan, o da Ahnef bir
Kays'tan: Fitne gecelerinden birinde silahımla birlikte çıkmıştım. Ebu Bekre'ye
rastgeldim. "Ne yapmak istiyorsun?" diye sordu. "Rasulullah
(s.a.v.)'in amcasının oğluna arka çıkmak istiyorum" dedim. De ki;
Rasulullah (s.a.v.)'den şöyle buyurduğunu işittim. "İki müslüman
kılıçlarıyla karşı karşıya gelirlerse, ölen de öldüren de cehennemdedir.
"Şu katildir; fakat maktulün durumu nedir?" denildi. "Çünkü o da
arkadışım öldürmek istiyordu" diye cevap verdi. "[755]Ebu
Bekre'den. Şöyle demiştir: "Bir söz Ce-mel vak'asında bana fayda verdi.
Farisilerin kisranın kızını tahta çıkardıkları haberi Rasulullah (s.a.v.)'e
ulaştığında şöyle buyurmuştu; "(Siyaset) işlerini kadınlara bırakan bir kavim
iflah olmaz."[756]
Her ikisinin de
büyüklüğünü ve faziletini kabul ettiğimiz iki Müslüman topluluk arasında üzücü
bir savaşı intaç ettiği için, bu olayı arz etmekte zorluk çeksek de, kadınla
ilgili nasslan serdetme taahhütümüzü yerine getirmek için bu zorluğu aştık.
Haccac bin Yusuf
es-Sakafî'nin zamanında Esma bintu Ebibekr'in konumu
Ebu Nevfel'den: Mekke
şehrinin girişinde Abdullah bin Zübeyr'i (asılmış olarak) gördüm. Gelip geçen
Kureyşliler ve başka insanlar ona bakıyordu. Abdullah ibn Ömer de geldi ve
(asılmış cesedin) yanında durarak şöyle dedi: Allah'ın selamı üzerine olsun ya
Eba Hubeyb, Allah'ın selamı üzerine olsun ya Eba Hubeyb, Allah'ın selamı
üzerine olsun ya Eba Hubeyb, vallahi ben seni bundan sakındırmıştım, vallahi
ben seni bundan sakmdır-mıştım, vallahi ben seni bundan sakındırmıştım. Vallahi
ben seni çok oruç tutan, (geceleri) çok namaz kılan ve akrabalarını çokça
gözeten biri olarak biliyorum. Vallahi en şerlisi senin gibi olan ümmet
muhakkak ki hayırlı bir ümmettir. Sonra Abdullah ibn Ömer savuşup gitti.
Abdullah'ın tavrı ve söyledikleri Haccac'a ulaştı. Haccac (Abdullah bin
Zübeyr'e) adam gönderdi. Asalı bulunduğu dar ağacından indirilerek Yahudi
kabristanına atıldı. Sonra (Haccac) Annesi Esma bintu Ebibekr'e haber saldı;
Esma gitmeyi reddetti. Sonra "ya gelsin, ya da saçlarından sürüye sürüye
getirecek birini gönderirim" diye ikinci bir haberci gönderdi. Ravi diyor
ki, Esma yine reddederek şöyle dedi: Vallahi, saçlarımdan sürüyüp götürecek
birini göndermedikçe senin yanına varmayacağım. Ravi diyor ki, (Haccac),
"ayakkabılarımı getirin" dedi. Ayakkabılarını giyip çalımlı çalımlı
yürüyerek Esma'nın yanına vardı. "Allah düşmanına yaptığımı nasıl
buluyorsun?" dedi. Esma (r.a.) şöyle cevap verdi: "Senin, onun
dünyasını ifsad ettiğini; onun da senin ahiretini ifsad ettiğini düşünüyorum.
Ona "ey zatü'n-nıtâkeyn (iki kuşaklı)'nın oğlu diye hitap ettiğini
işittim. Vallahi zatü'n-nitâkeyn benim. Kuşaklarımın biriyle Rasulullah
(s.a.v.)'in ve Ebubekir (r.a.)'in yemeğini davarlar yetişe-mesin diye yukarıdan
taşırdım. Öteki ise her kadının taktığı kuşaktır. Rasulullah (s.a.v.) bize
Sakîf ten bir yalancı ve bir öldürücü çıkacağı haber vermişti. Yalancıyı
gördük, öldürücünün ise senden başkası olduunu sanmıyorum." Ravi diyor
ki, (Haccac) kalktı ve arkasına bakmadan çekip gitti.[757]
İşte kadın,
azgınlığının başlangıcındaki zalim yöneticiye karşı, hiç korkmadan böyle bir
muhalefet etmiştir. Kamçı darbesinden daha tesirli sözlerle zalimi
hırpalamıştır.
Bu konuyu, Kur'an-ı
Kerim'den eşsiz bir örnekle bitirmek istiyoruz. Kur'an bize, akıl ve güzel
siyasette yüksek bir mevkiye erişen; yönetiminde şura yöntemini uygulayan bir
kraliçenin kıssasını anlatmaktadır.. Sonunda Kraliçe, Süleyman (a.s.) ile
birlikte Alemlerin Rabbi'ne teslim olmuştur. Bu örnekle Kur'an-i Kerim, kadının
basiret ve siyasette birçok erkekten üstün olduğuna dikkatimizi çekmektedir.
AUahu Teala şöyle
buyuruyor:
"Kuşları teftiş
edip dedi ki: Bana ne oluyor da Hüdhüd'ü göremiyorum? Yoksa kayıplardan mı
oldu? Ona ya şiddetli bir azab edeceğim, yahut onu keseceğim; ya da bana
(mazeretini beyan eden) açık bir delil getirecek! Çok geçmeden geldi ve
"ben dedi, senin görmediğin bir şey gördüm ve sana Sebe' (ülkesinden)
kesin bir haber getirdim. Bir kadının onlara hükümdarlık ettiğini gördüm. Kendisine
her şeyden verilmiş ve azametli bir tahtı var. Onun ve kavminin Allah'ı bırakıp
da güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan ve yerde gizleneni açığa çıkaran ve
gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilen Allah'a secde etmeleri gerekmez mi?
Alan ki, O'ndan başka tanrı yoktur, büyük Arş'in sahibidir. (Süleyman),
"bakalım, dedi, doğru mu söyledin; yoksa yalancılardan mısın? Bu mektubumu
onlara götür bırak, sonra bir kenara çekil de bak, neye başvuracaklar?"
(Mektubu alan Sebe' Kraliçesi Belkıs) dedi ki; Efendiler, bana mühim ve
kıymetli bir mektup bırakıldı. (Mektup) Süleyman'dan ve Rahman ve Rahhim
Allah'ın adıyla başlıyor. Bana karşı büyüklük taslamayın ve teslim olarak bana
gelin (diye yazıyor). Ey ileri gelenler, dedi, bu isimdi bana bir fikir verin;
ben siz olmadan hiç bir işi kestirip atmam." Dediler ki: "Biz
güçlüyüz ve yaman savaşçılarız. Ama emr u ferman senindir. Bak (durumu
değerlendir), ne buyurursan öyle yapanz." (Belkıs şöyle) dedi:
"Krallar bir ülkeye girdilerini, orayı darmadağın eder, taş üstünde taş
bırakmazlar. Halkının şerefli kimselerini zelil kılarlar. İşte böyle yaparlar.
Onlara bir hediye gönderip, elçilerin ne ile döneceklerine bakacağım."
(Nemi, 20-35). Allahu Teala şöyle buyuruyor:
"(Sebe Melikesi Belkıs)
gelince, ona, "senin tahtın da böyle miydi?" dendi. O da, "sanki
o, zaten bie dha önce bilgi verilmişti ve biz İslâm'a teslim olmuştuk"
dedi. Kafîr bir kavimden bulunduğu için, bu zamana kadar, Allah'tan başka
taptıkları onu (tevhid dinine girmekten) alıkoymuştu. Ona, "köşke
gir" dendi. Köşkü görünce zemini su zannederek bacaklarını çemredİ.
(Süleyman), "o, cilalı, şeffaf sırçadandır" dedi. (Kraliçe),
"Rabbim, dedi, ben kendime zulmetmişim; (artık) Süleyman'la birlikte
alemlerin Rabbi Allah'a teslim oldum." (Nemi, 42-44). [758]
1. İslâm
dünyasının büyük kısmını kapsayan emperyalizm ve onunla birlikte Siyonizm'in,
Filistin topraklarını gasbetmesi olgusu. Bu olgu, kadının cihada katılmasını
gerekli kılmıştır. Kurtuluş hareketlerine kadının katkısı olmuştur.
2.
İletişimin yaygınlaşması ve ulaşım vasıtalarının çoğalmasıyla birlikte toplumun
daha karmaşık bir yapı kazanması olgusu. Bu olgu erkek ve kadınlarda siyasi
bilincin gelişmesi sonucunu doğurmutur. Bu sayede siyasi meseleleri takip etme
ve siyasi gelişmelere katılma imkanı artmıştır.
3. Eğitimin
gelişmesi, çeşitlenmesi ve her seviyeden eğitimin erkek ve kadınları kapsaması.
Bunun yanısıra, gittikçe daha çok kadının meslek hayatına atılması. Bu olgu
kadınlara da; boykot, gösteri, yerel ve genel meclis seçimlerinde ya da sendika
seçimlerinde oy kullanma, bu meclislere üye olmak için adaylık, siyasi
partilere ve milli güçlere katılma gibi biçimlerde siyasi etkinliğe katlıma
imkanını vermiştir.
4. Çağdaş
toplumun karmaşık yaısı kadının hayatını da karmaşıklaştır-mıştır. Bu olgu,
kadınla ilgili yeni meselelerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu yüzden de,
yerel ve genel meclislere katılımının gerekçeleri daha da artmış; eskiye
nazaran toplumun daha bir içinde olan ve topluma daha çok katılan kadının,
erkeklere birlikte, toplumun meselelerini çözmeye katkı sağlaması daha da
anlamlı hale gelmiştir.
5.
Pratikteki uygulamalarının dereceleri bir yana, tüm dünyada şura p-rensibinin
yaygınlaşması ve gelişmesi olgusu. Arap ve İslâm ülkeleri de kimi zaman şeklî,
kimi zaman da ciddi şura teşebbüslerinde bulunmuşlardır. Bu olgu, erkek olsun
kadın olsun, toplumun çeşitli gruplarının şuraya katılmayı istemesi; her
toplumda siyasi partilerin ve milli kuvvetlerin şuranın fiilen uygulanmasını
talep etmesi sonucunu doğurmuştur.
Çağdaş siyasî
faaliyetin tarifi
1. Siyasî
faaliyetten murad, kanun yapıcı otoritenin ve icracı otoritenin teşkil edilmesi
usûlüne; sonra da bu iki otoritenin işleyiş biçimine ve yerine getirdikleri
görevlere ilişkin faaliyettir. Ferdin böyle bir etkinlikte bulunabilmesi için
öncelikle siyasi mesellelerle alâkadar olması gerekir. Bu alaka onu belli bir
eğitim almaya ve gelişmeleri takip etmeye iter. Bu da mevcut halin ve olması
gereken halin bilincinde olmayı gerekli kılar. Bütün bunlar, ferdin girişeceği
ve toplumun yöneleceği siyasi faaiyetin doğru bir çizgide gelişmesini sağlar.
2. Sosyal
faaliyet, siyasî faaliyetin tabii bir başlangıçtır. Çünkü sosyal faaliyet,
ferdin, toplumun belli meseleleri hakkında bilinç kazanmasını temin eder.
Sosyal faaliyet, fertlerin belli bir meseledeki rolüyle ilgili ise; siyasi
faaliyetde hakim otoritenin rolüyle ilgilidir. Her iki rol arasında daimi
surette etkileşim vardır.
3. Siyasî
faaliyetin en önemli tezahürleri şunlardır:
a)
Yöneticinin seçimine fiili katılım.
b) Millet meclisinde milleti temsil edecek olan
vekillerin seçimine katılım. Bu meclisin iki görevi vardır: Kanun yapmak ve
icrayı denetlemek.
c) Hitabet,
yazı ve gösteri, boykot, imza kampanyası gibi yollarla icracı ve kanun koyucu
otoritelerin uygulamalarını destekleyen ya da eleştiren görüş beyanında
bulunmak.
d)
Partilerin ve milli güçlerin faaliyetlerin iştirak etmek.
e) Yerel ve
genel meclislerde üye olabilmek için adaylık.
4. Siyasî
faaliyet, bilinç, kültür ve geniş ufuk işidir. Başlangıçta bu yetenek ve
özellikler erkek veya kadın, sınırlı sayıda vatandaşta bulunabilir. Fakat genel
hürriyetlerin sağlanması ve siyasi faaliyet pratiğinin gelişmesiyle bu daire
genişletilebilir. Her iki unsur da, halkın, yönetimi doğru yola sevketme görevini
bilmesi ve yerine getirmesi hususunda önemli etkenlerdir. İmkanları ve
konumları itibariyle erkeklerin siyaset işleriyle alakadar olmalrı farklı
derecelerde bulunduğu gibi; kadınlar için de bu böyledir. Oku-ma-yazma bilmeyen
kadın vardır; eğitimli kadın vardır. Köşesine çekilmiş ev hanımları olduğu
gibi; evinin içinde ve dışında faal olan ev hanımları vardır, Çalışan
kadınlardan sınırlı bir sorumluluk üstlenenler olduğu gibi; eğitim, sağlık,
basın ve diğer alanlarda büyük sorumluluklar altına giren kadınlar vardır.
Bütün bu kadınların, siyasi faaliyetleri de kabiliyet ve imkânları
doğrultusunda olacaktır. [759]
Birinci esas:
Müslüman kadın -aynen
erkek gibi- toplumun siyasi meseleleriyle alâkadar olmak zorundadır. Toplumunu
uyandırmak ve yükseltmek için, içinde bulunduğu şartlar ve imkanlar
muvacehesinde siyasi hayata katılmak zorundadır. Marufu emredip münkerden
sakındırmak, nasihati yaymak, kısacası olumlulukları destekleyip sapmalara
karşı mücadele etmek zorundadır. Bu da, otoritenin doğru yolda ve adalet üzere
bulunmasını sağlamak için yapılan ve sevap kazanılacak bir tür cihaddır.
Kadının toplumdaki
siyasî işlerle ilgilenmesi:
Ümmü Seleme'nin
"ben de insanlardanım" sözü ne kadar güzel bir sözdür. İmam'ın,
insanlara yaptığı çağrının yalnızca erkekleri değil, kadınları da kapsadığını
ifade etmiştir. Fatıma bintu Kays'ın sözü ne kadar doğrudur: "Mescide
giden insanlarla birlikte ben de mescide gittim." îmam'ın çağrısına,
erkeklerle birlikte icabet etmiştir. (İslâm devletinde siyasal katılım örnekleri
bahsindeki Ümmü Seleme ve Fatıma bintu Kays hadislerine bakınız.)
Toplumun uyanışına ve
yönetimin doğruluk ve adaletini sağlamaya katkısı:
Allahu Teala şöyle
buyurmuştur:
"Mü'min erkekler
ve mü'min kadınlar birbirlerinin velisidirler. Marufu emredip, münkerden
alıkoyarlar. Namazı kılıp, zekâtı verirler. Allah'a ve Peygamberine itaat
ederler. Allah, işte bunlara merhamet edecektir. Kuşkusuz Allah, Aziz ve
Hakim'dir." (Tevbe, 71).
Temin ed-Dârî'den:
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Din nasihattir."
"Kime?" dedik; "Allah'a, Rasulü'ne, Kitabı'na, müslümanların
imamlarına ve geneline" buyurdular.[760]
Cerir bin
Abdillah'tan: ... Rasulullah (s.a.v.)'e gelerek, "İslâm üzerine sana biat
edeyim" dedim. Bana, "ve her Müslümana nasihat etmemi" şart
koştu. Ben de bu şart üzerine O'na biat ettim.[761]
Allah'ın dininde
nasihatin ne kadar yüce bir mevkii var ki, Allah'ın Rasulü (s.a.v.) onu
"din nasihattir" şeklinde formüle ediyor. Yani, hak din nasihatsız
olmaz, diyor. Din, erkek kadın her müslümanın dinidir. Yarın Allah, erkek
kadın hepimizi birden; müslümanlann imamlarına ve geneline nasihattan sorguya
çekecektir. Herkesi konumuna ve kudretine göre hesaba çekecektir. Nasihat iki
yönlüdür. Psikoloik ve derûnî yön: Bu, tüm müslü-manlara hayır dilemektir.
Pratik ve ahlâkî yön: Bu da insanı zora ve meşakkate soksa da görüş beyan
etmek ve hak sözü ilan etmektir.
Rahmetli Seyyid Reşid
Rıza, "mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velisidirler"
ayetinin yorumunda şöyle demiştir: "Ayet, marufu emredip; münkerden
alıkoymayı kadın-erkek herkese farz kılmaktadır. Bunun içerisine söz ile olan,
yazı ile olan girdiği gibi; halife, kral, emir gibi yöneticileri ve bunların
dışında bulunan kimseleri eleştirmek de girer. Kadınlar bunu bilir ve bununla
amel ederlerdi."[762]
Reşid Rıza, doğru
söylüyor. Gerçekten de kadınlar bunu bilir ve bunla amel ederlerdi. Semra bintu
Nuheyk bu farzla amel ederek -ki daha Önce, sosyal faaliyet bahsinde geçti-
halife ve emir dışında bulunan kimselere karşı çıkmış; marufu emredip,
münkerden alıkoymuştur. İşte, büyük sahabi E-bu'd-Derdâ'mn hanımı
Ümmü'd-Derdâ... Halifeye karşı geliyor ve işlediği münkerden onu nehyediyor..
Abdulmelik bin Mervan bazen Ümmü'd-Derdâ'yı davet eder; Ümmü'd-Derdâ onun hanımlarının
yanında kalır; Abdulmelik ona Rasulullah (s.a.v.) ile ilgili birşeyler sorardı.
Yine Ümmü'd-Derdâ'nın sarayda konuk olduğu bir sırada vuku bulan bir hadiseyi
Zed bin Eşlem rivayet ediyor: ... Bir gece Abdulmelik uykusundan kalkıp
hizmetçisini çağırdı. Kendisine, hizetçi biraz ağırdan almış gibi geldi ve
hizmetçiye lanet etti. Sabah olunca Ümmü'd-Derdâ ona şöyle dedi: "Bu gece,
hizmetçini çağırdığın sırada ona lanet ettiğini duydum. Ebu'd-Derdâ'dan,
Rasulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu işittim: "Lanet edenler kıyamet
günü şefaat olunmaz ve şahitlerden olmazlar."[763]
İşte Esma bintu
Ebibekr.. -Az önce bahsi geçtiği üzere- bir emirin, Haccac bin Yusuf
es-Sakafî'nin satvetine karşı koyuyor; Müslümanların mukaddeslerinden pek
çoğunu hiçe sayan zalim bir yöneticiyi karşısına alarak hayatını ve şerefini
tehlikeye atıyor.
ikinci esas:
Siyasi faaliyet bazen
farz olabilir. Müslüman kadının, bu alanda farz-kifaye cümlesinden sayılan
görevleri yerine getirmesi gerekir.
Bu farzlardan bazıları
şunlardır:
a) Otoritenin
doğru yolda ve adalet üzere bulunmasını sağlamak için edası gereken ve bunun
doğru dürüst yapılabilmesi için erkeklerle birlikte kadınların da çabasına
ihtiyaç duyulan her çalışma... Kadınların, salih kişilerin genel ve yerel
meclislere ve meslek kuruluşlarına seçilmesi için gereken çalışmalara; ayrıca
bir marufun pekişmesi veya bir münkerin ortadan kaldırılması sonucuna yol açan
referandum ve halk oylamalarına katılması buna örnek olarak verilebilir.
b) Milletin
hayrını murad eden, yönetimi düzeltmeye gayret eden ve bir yandan İslâm
esasları doğrultusunda topyekûn bir reformu öngörürken; diğer yandan da insanî
tecrübeleri ve çağdaş bilimleri göz önünde bulunduran siyasi partilere ve
samimi siyasi güçlere katılma.. Böylece İslâm'a düşmanlık eden güç odaklarına
karşı bu parti ve güçleri desteklemiş olacaktır. Çünkü birçok erkek ve kadın,
pragmatist ve fırsatçı partileri destekleyerek onların güçlenmesini temin
etmektedirler.
c) Kadınlar
arasında siyasi bilincin gelişmesi için çalışma.. .Özellikle, seçin zamanı gibi
zamanlarda bu faaliyet önemlidir. Çünkü böyle zamanlarda, siyasi bilinci
aşılayacak kişilerin evlere gidip, kadınlara yakından hitab ederek diyaloga
geçmeleri gerekebilir.
d) Seçimlerin doğru ve nezih bir şekilde
yapılması için seçimlerin düzenlenmesinde ve uygulanmasında görev almak.
Mesela, izdihamdan u-zak kalmaları için kadınlara ayrılan kısımlar varsa
oralarda görev alabilirler.
Daha önce,
toplumlarımızın sosyal alanlardaki farz-ı kifayeleri zayi ettiklerinden
bahsetmiştik. Maalesef, bu farzlar, sayiset alanında daha da fazla zayi
edilmiştir. Müslümanlar gerek dış baskılar, gerek içerdeki müstebit
yöneticiler ve gerekse toplum fertlerinin çoğunluğunun Müslümanların
meseleleriyle ilgilenmemesi sebebiyle çok ağır şartlar altında yaşıyorlar. Bu
durumda, bu farzların zayi edilmesinin tehlikesini idrak edebilmeleri ve görevlerini
yerine getirmek hususunda gerekli katkıda bulunabilmeleri için; erkek ve
kadınların çok daha bilinçli olmaları hususunda gerekli katkıda bulunabilmeleri
için; erkek ve kadınların çok daha bilinçli olmaları gerekmektedir. Ancak bu
şekilde, söz konusu fazları zayi etmenin günahından kurtulabilir ve
toplumlarının uyanışına katkı sağlayabilirler. Böylece ahire-te de sevaba
kavuşurlar. Daha önce, kadının meslekî çalışmasının onuncu Genel meselelerde
yazı, gösteri, boykot veya başka herhangi bir uygun araçla görüşünü açıklamaya
katılma.
Nasihat görevini
yerine getirme ve muhalefet hakkını kullanma. (Yani marufu emredip; münkerden
alıkoyma).
İlkeleri toplumun
hayır ve salahını temin etmeye en yakın siyasi parti veya akımı destekleme.
Milletin emanetini
üstlenmeye en layık ve ehil adayı seçme. Yani en uygun adayı gseçme hakkını
kullanma.
Milleti temsil edecek
şartlan taşıyorsa, belli bir bölgeden veya belli bir kesimden; millete vekâlet
eden meclislere adaylığı kabul etme.
Kadınlara, ev
işlerinden arta kalan vakitlerinde yararlı çalışmalarda bulunmalarının
gerekliliği öğretilmelidir. Yönetimin doğru ve adil olmasını sağlamak için
siyasi faaliyette bulunmakta yararlı çalışma alanlarından biridir.
Vaktin değerlendirilmesinin
zaruretine dair delilleri, kadının mesleki çalışmasının ikinci esasaında
sıralamıştık. [764]
Tartışma iki eksende
cereyan ediyor. Birincisi: Şeriatın, kadının seçme hakkını kabul ve ikrar
etmesi. İkincisi: Kadının bu hakkını kullanması için birtakım Özel şartların
koşulması.
1. Şeriatın
kadının seçme hakkını kabul etmesi:
Usûl kaidesi,
"eşyada aslolan ibahadır (mubah ve helal olmasıdır)" der. Sâri'
tarafından, kadının seçim hakkı konusunda herhangi bir yasaklama varit
olmadığına binaen, bu hakkı asıl olarak meşru bir hak olarak kabul ederiz.
Fakat pratikteki uygulamasına gelince, meşru olan şeyler içerisinden
şartlarımıza uygun olan ve maslahatımızı gerçekleştirenleri alırız.
Burada, şeriat (İslâm
hukuku) hocası ve Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesi Dekanı, rahmetli Dr.
Mustafa es-Sibâî'den bir görüş aktarmak istiyoruz. Bu naklettiğimiz görüş,
şeriat uzmanı bir grubun görüşüdür. Aralarında, şeriatın, kadının seçme ve
seçilme hakkını nereye kadar kabul ettiğine dair bir tartışma cereyan etmiştir.
Rahmetli diyor ki: "...Tartışmadan ve bakış açılarının ortaya konmasından
sonra, İslâm'ın kadına bu hakkın verilmesine mani olmadığım gördük. Seçim,
milletin, kanun yapma ve hükümeti denetleme hususunda kendisine vekalet edecek
temsilcilerini seçmesidir. Seçim işlemi vekalet verme işlemidir. Kişi, oy verme
merkezine gidip oyunu kullanmak suretiyle, milet meclisinde kendisini temsil
edecek, kendisi adına konuşacak ve haklarını savunacak kişilere vekalet
vermektedir. Kadın da, İslâm'a göre, toplumun bir vatandaşı olarak; haklarını
savunması ve iradesini yansıtması için birilerine vekalet vermekten alıkonmuş
değildir..."[765]
2. Kadının
seçme hakkım kullanabilmesi için özel bazı şartlar var mıdır?
Siyaset işleriyle
uğraşanladan bazıları arasında bu şartlar meselesi gündeme getirilmiştir. Soru
şu: Kadının babasının veya kocasının görüşünden ayrı müstakil bir görüş sahibi
olabilmesi için asgari bir eğitim düzeyi şart koşulmak mıdır?
Tartışmalardan sonra
ortaya çıkmıştır ki, seçme hakkı hususunda erkekler kadın arasında bir ayrıma
gitmeye gerek yoktur. Ancak, kadını kısıtlayan ve herhangi bir sosyal
etkinliğe katılmaktan mahrum bırakan ve erkeklerin dünyasından tamamen
soyutlayan kapalı toplumlarda belli bir sürecin geçmesini beklemek gerekebilir.
Fakat kadının sosyal hayata katılabildiği açık toplumlarda böyle bir sürece
gerek yoktur. Pratik uygulamada çeşitli unsurlar birbirleriyle etkileşim
içerisine girecek ve gerek okuma-yazma bilmeyen, babasının veya kocasının
görüşüne tabi olan kadının düşüncesinde; gerekse, feodaliteye veya makam mevki
sahiplerine boyun eğen genel halkın düşüncesinde; ve gerekse, milleti temsil
eden geleneksel adayların düşünme biçiminde, seneden seneye belirgin
değişiklikler ortaya çıkacaktır. Siyasi sahada, yeni ilkeler ve yeni fikirler
getiren partiler ortaya çıkacaktır. Bunlar, erkek kadın, tüm ahalinin
bilinçlenmesinde önemli roller üstleneceklerdir. Siyasete yeni unsurların
katılması, erkek ve kadın ahaliye -okuma yazması olmasa da- zamanla gelişen bir
bilinç kazandıracaktır. Sonunda kadın, kendi inancından ve maslahatından
kaynaklanan, kendine ait hür bir irade sahibi olacaktır.
Tartışma iki eksen
etrafında cereyan ediyor. Birincisi: Şeriatın, kadının aday olma ve seçilme
hakkını kabul ve ikrar etmesi. İkincisi: Kadının bu ve reisliklerini manasına
gelmektedir. Ancak fetva, içtihat, eğitim, hadis rivayeti, idare ve benzeri bir
kısım işlerde kadınların velayeti üstlenmelerinde bir mahzur yoktur. Bu
işlerde kadının velayet hakkı bulunduğu icma ile sabittir ve kadınları
asırlardan beri bu işleri yapagelmişlerdir. Hatta Ebu Hanife (r.a.) kadının
şahitliğinin caiz olduğu davalarda hakimliğini de caiz görmüştür. Yani had ve
kısas davaları dışında kadının hakimliğine cevaz vermiştir. Kaldı ki, İbn
Kayim'in et-Turuku'1-Hukmiyye'de kaydettiği gibi, selef fukahasından kadının
had ve kıssas davalarından şehadetini caiz görenler de vardır. Taberî de genel
olarak cevaz vermiştir. İbn Hazm da Zahirî olmasına rağmen cevaz verenler
arasındadır. Bu da, kadının hakim (kadı) olmasını yasaklayan açık bir nass
olmadığını göstermektedir. Eğer öyle bir nass olsaydı, İbn Hazm ona yapışır ve
-adeti olduğu gibi- onun için mücadele ederdi.
Zikiolunan hadisin
sebe-i vürûdu da, hükmün genel velayetle sınırlı olduğunu göstermektedir.
Rasulullah (s.a.v.)'e Farisîlerin imparatorlarının vefatından sonra onun yerine
Kisra'nın kızı Boran'ı geçirdikleri haberi gelmişti. Bunun üzerine işlerini
kadına bırakan bir kavim iflah olmaz" hadisi-şerifini söylediler.
Kadının millet
meclisine adaylığına karşı çıkanların ileri sürdükleri şüphelerden biri de,
"meclisin üyesi hükümetin kendisiden, hatta devlet reisinden daha
üstündür; çünkü -meclis üyesi olması hasebiyle- devlet reisini bile hesaba
çekebilir. Bunun manası bir yandan kadını genel velayetten alıkoyuyoruz: sonra
başka bir şekilde yeniden genel velayet-i üstlenmesine imkân tanıyoruz"
demeleridir. Bu durumda danışma meclislerinde veya millet meclislerinde üyelik
kavramının mahiyetini şerh ve tahlil etmemiz gerekiyor. Bilindiği gibi çağdaş
demokratik sistemlerde milet meclisinin görevi iki şıktan oluşmaktadır: Hesaba
çekmmek ve kanun yapma. Bu iki kavramı inceleyecek olursak şunları görürüz:
Hesaba çekme, son
tahlilde, şer'i anlayışa göre, İslâmi ıstılahta "marufu emredip; münkerden
alıkoymak (nehyetmek)" ve "dinde nasihat" olarak bilinen
ilkelere racidir. bunlar Müslümanların imamlarına ve geneline kaşı yerine
getirilmesi gereken vazifelerdir. Emir, nehiy ve nasihat hem erkeklerden, hem
de kadınlardan istenmektedir. Kur'an-ı Kerim açık bir şekilde, "Mü'min
erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velisidirler. Marufu emredip;
münkerden alıkoyarlar" buyurmaktadır. Kadının ferdi bir şekilde na-»ihatta
bulunma, doğru bildiği görüşü beyan etme, marufu emredip, münkerden alıkoyma ve
"şu doğrudur; şu yanlıştır" deme hakkı varsa; meclis üyesi olarak bu
görevleri yapmasına engel teşkil eden şer'î bir delil yoktur. Adet ve muamelât
ile ilgili işlerde, sahih ve sarih bir yasaklayıcı nass olmadıkça, asılolan
ibahadır; (mubah ve helal olmasıdır). Geçmiş çağlarda kadının, şura
meclislerine girdiğinin bilinmediğnin öne sürülmesi, girmemesi hususunda şer'î
bir delil olamaz, bu olsa olsa, fetvanın zamana, mekana ve durum a göre
değişmesi kaidesinin içinde mütalaa edilebilir. O devirlerde şura erkekler için
olsun, kadınlar için olsun sistematik bir şekilde düzenlenmiş değildir. Şura
konusundaki nasslar mücmel ve mutlak olarak gelmiş; tafsilatı ve düzenlenmesi
müslümanların; zaman ve mekanlarının şartlarına ve toplumlarının durumuna göre
yapacakları ictihadlara bırakılmıştır.
Millet meclisinin
görevinin ikinci şıkkı kanun yapma ile ilgilidir. Bazı heyecanlı kimseler, bu
misyonu çok büyüterek velayet ve imaretten de daha Önemli bir konuma oturtuyorlar.
"Devletin yasama organında bulunmak ve devlet için kanun yapmak çok büyük
bir iştir; dolayısıyla bu kadar önemli bir işi kadınlara bırakmak caiz
değildir" sonucuna varıyorlar. Aslında iş daha basit ve kolaydır. Asıl
kanun koyucu Allahu Teala'dır. Emir ve yasakları koyan teşri'in ana ilkeleri
Allah katındandır. Biz insanların yaptığı sadece hakkında nass bulunmayan
konularda hüküm çıkarmak, mevcut hükümlerin de ayrıntılarını ve keyfiyetlerini
belirlemekten ibarettir. İctihad ise şeriatte, kadın ve erkek herkese açık bir
kapıdır. Usûl kitaplarında genişçe anlatılan ictihad şartları arasında erkeklik
şartı da vardır; kadının içtihat yapması yasaktır diyen çıkmamıştır.
Kanun yapmada kadının
kendisiyle, ailesiyle ve aile ilişkileriyle ilgili öyle işler vardır ki,
onlarda mutlaka kadının görüşünün alınması ve göz önünde bulundurulması
lazımdır. Belki de bazı hallerde, kadın erkeklerden daha ileri görüşlü
olabilir.[766]
Biz kadının millet
meclisine girmesine eevaz verirken, yabancı erkek-1 lerle kayıtsız ve şartsız
ihtilafını veya kocasını, evini ve çocuklarını ihmal etmesini öngörmüyoruz. Ya
da milletvekilliğinin kadını giyim kuşamında, hatt u harekâtında, yürümesinde
ve konuşmasında edep ve vakardan uzakve motive edilmesinden sorumludur.
Abdullah bin Ömer
(r.a.)'den Rasuluilah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: "Her biriniz çobandır
ve güttüklerinden sorumludur. İnsanların başında bulunan emir de çobandır; o da
güttüklerinden sorumludur.."[767]
Bu sorumluluğun yerine
getirilmesi birkaç şekilde olabilir. Bunlardan bazıları şunlardır:
a) Resmi
medya araçları vasıtasıyla, kadının, siyasi faaliyete ciddi bir biçimde
katılarak, toplumun yükselmesine katkı sağlamaya yönlendirilmesi.
b) Kadının
siyasi rolünü yerine getirebilmesi için, kadına genel olarak seçme ve seçilme
hakkı verildiği gibi; kadın kuruluşlarında veya kadınların ekseriyette olduğu
kuruluşlarda özel olarak seçilme hakkı verilmesi.
c) Yerel ve
genel meclislerde belli sayıda sandalyenin seçim veya tayin yoluyla kadınlara
tahsis edilmesi.
Yedinci esas:
Kadının siyasi
faaliyete katılması erkeklerle bir arada bulunmasını gerektiriyorsa, erkeklerin
de kadınların da az önce ilgili bölümde, arz edilen edeblere riayet etmeleri
gerekir. Burada elbisede vakarın muhafaza edilmesi, gözlerin kısılması,
halvetten ve itiş-kakıştan sakınma ve kuşku uyandıracak tavır ve konumlardan
sakınma gibi bazı edebleri yeniden hatırlatabiliriz.
Mevcut sayisi
kuruluşlarda bu edeblere tam olarak riayet edilmiyorsa ne olacak? Bu
kuruluşların sağladıkları maslahatları bir yana iterek, mü'slüman kadının bu
faaliyetlerle katılmaması caiz görülebilir mi? Yoksa, bir yandan bu
maslahatları gözetirken, bir yandan ân şer'î edeblerin uygulanması konusundaki
eksikliklerin tamarnlanması için daha akıllıca bir çaba göstermek mi daha
evladır? Usûl kaideleri mefsedeti savmak için ihtiyaç ve maslahatın Ölçüsünü
belirlemiştir. Bu hususta İbn Teymiyye şöyle der:
Yasaklamayı (haram
kılmayı) gerektiren mefsedetin büyük olması tek başına değerlendirilmez. Onunla
birlikte izni gerektiren hatta müstehap eya vacip olmayı gerektiren ihtiyaç da
nazar-ı itibara alınır.[768]
Eğer bir şey sedd-i
zerâi' kabilinden nehyedilmişse, racih (tercih olunan) bir maslahat için
yapılabilir... Mesela yabancı kadın ile halvet, onunla birlikte yolculuk ve ona
bakmak; fesada yol açacağından dolayı nehyedilmiştir. Kadın da yanında kocası
veya bir mahremi bulunmaksızın yolculuğa çıkmatan nehyedilmiştir... Bütün
bunlar, sadece, bir mefsedete yol açacaklarından dolayı yasaklanmışlardır. Eğer
racih maslahatın gereği (olarak bunlar yapılacak olursa, artık) mefasedete yol
açmazlar.[769]
Şeriatın usûllerinden biri
de, maslahatla mefsedet taarruz ettiği (çatıştığı) [770]zaman
racih olanın öne alınmasıdır. [771]
Çağdaş Batı
toplumundan bir tecrübeye tanıklık
Sovyet lideri Mihail Gorbaçov,
Prestroyka adlı kitabında şöyle diyor:
"...Genellikle
kadının özgürlük derecesi, toplumun sosyal ve siyasi düzeyi hakkında hüküm
vermek için bir ölçü olarak kabul edilir. Sovyet devleti, çarlık Rusyası'nda
kadına karşı uygulanan ayrımcılığa son vererek her iki cinsi eşit önemde
görmeye karar vermiştir. Kadın toplumsal biryer edinmiş, kanun önünde erkeğe
eşit sayılmıştır. Biz sovyet hükümetinin kadına sağla-dıklarıyla iftihar
ederiz: İşte erkekle aynı haklar, eşit işe eşit ücret, sosyal güvenlik. Kadına
eğitim, geleceğini kurma, sosyal ve siyasi faaliyetlere katılma fırsatı
tanınmıştır. Kadınlaın katkısı ve fedâkârâne gayretleri olmasa yeni bir toplum
inşa etmemiz veya faşizme karşı savaşımızı kazanmamız mümkün olmazdı.
Fakat tarihimizin
destansı ve meşakkatli yılları boyunca, kadının Özel haklarına; anne ve ev
hanımı rollerinden, ayrıca çocukların eğitimi konusunda vazgeçilmez rolünden
kaynaklanan ihtiyaçlarına gereken özeni göstermekten aciz kaldık. Kadın,
bilimsel araştırma, üretim, hizmet gibi alanlarda çalıştı. Sanatsal
etkinliklerde bulundu. Fakat evin günlük yaşantısın-daki (ev işi, çocuk
terbiyesi ve sıcak bir yuva atmosferi oluşturma gibi) görevlerini yapmaya vakti
kalmamıştı. Çocukların ve gençlerin ahlâkî davran ışlarındaki, maneviyatımızdaki,
kültürümüzdeki ve üretimimizdeki- pek çok sorunun biraz da ailevi ilişkilerin
zayıflamasına ve ailevi sorumlulukların ikinci plana itilmesine bağlı olduğunu
keşfettik. Bu, siyasi olarak, her İlk olarak: Kadının sosyal hayata
katılmasının ve erkeklerle karşılaşmasının meşruluğu hususundaki delillere
karşı yapılan itirazlar etrafında bir tartısına. pilan itirazlar etrafında bir
tartışma. Birinci itiraz:
Muarızlar:
"Peygamber (s.a.v.)'in fiilleri hususunda nakledile gelen nasslar bizatihi
peygamberin şahsına mahsus olan hususiyyetlerindendir. Bu nasslara umumîlik
sıfatının verilmesine imkan yoktur" diyorlar.
Buna birkaç yönden
şöyle cevap veririz:
a) Bu
nasslardan bir çoğunun, Peygamberin yaşantısından bir kısım deliller sunarak
gelmeleri gayet tabii bir şeydir. Çünkü
sünnet, Peygamber'in söz, fiil ve takrir (yani huzurunda yapılan bir işi red
veya tasdik etmeyerek susup tasvip etme)lerini ifade eder. Bunun için sahabe ve
ondan sonra gelen müslümanlar, Nebi'nin sünnetiyle ilgili olan herşeyin rivayet
edilmesi konusunda büyük bir titizlik gösteriyorlardı. Zira sünnet teşri ifade
etmekteydi. Bunun dışında kalan sahabe fiillerine gelince, bunlar bir arz ve
gösterim olarak aktarılıyordu. Demek ki sünnet sahabenin çeşitli alanlardaki
yaşantısını derinlemesine inceleyen tarihi ve sosyal bir araştırma değildi.
b) Usul
alimleri hususiyyet (özellik)in ancak delil ile olacağını ve ihtimallerle
hususiliğin sabit olamayacağını kabul etmektedirler. İbni Teymiyye bu konuda
şöyle diyor: "...Allah Teala, Nebisi için her neyi helal kılmışsa, tahsis
(hususilik) ifade ettiğini gösteren harhangi bir delil olmadıkça artık o ümmeti
için de helaldir."1 O halde hususi olduklarını gösteren bu nassların tümü
hakkındaki deliller nerededir?
c) Buhari ve
İbni Hacer gibi hadis ve fıkıh alimleri bu nasslan şerheder-lerken, onlara
hususilik yönü vermemiş; aksine bu nasslardan onların umumi (genel) olduklarını
tekid eden hükümler çıkarmışlardır. Buharinin, söz konusu nassların bu şekilde
umumi olduklarını isbat eden konu (Bab) başlıklarından birçoğunu bu bölümün
giriş kısmında görmüştük. Nitekim aynı şekilde İbni Hacer el Askalani'nin aynı
hususu teyid eden bir dizi görüşünün nakledilegeldiği de beşinci bölümde
zikredilmiş idi.
d) -Bir
cedel meselesi olarak- masum olması nedeniyle, bu nasslarda geçen sahnelerden
bir kısmının -ki bunların sayısı elliye yakındır-Peygamber'in
hususiyyetlerinden olduğunu farzetsek bile, masum olmadıkları halde
Peygamber'in kendileriyle karşılaştığı kadınların durumu nedir? Yine bu
sahnelerden bir çoğunda -Peygamberi bırakın- sahabenin fiillerini takdim eden
sahneler (ki bunların sayısı yüzelliye yakındır) hakkında söylenecek söz nedir?
e) Bu
noktada Peygamber'in hayatında kadınlarla karşılaşma biçiminin düzenli olarak
seyretmesinde büyük bir tesiri olduğuna inandığımız iki önemli amil(faktör)
vardır. Bunlardan birinci amile gelince, bu şerefli Rasulün kusursuz bir
insanın halini hatta insani bakımdan mükemmellik halini ve nefsi yönden
dürüstlüğün zirvesi (kemali)ni temsil ediyor olması, bu nedenle de kıskançlık
noktasında ifrat ve tefritinin olmamasıdır. Peygamberin kıskançlık noktasında
ifrat ve tefritinin olmaması ister, erkeklerin -hem hicab farz kılınmazdan önce
hem de hicab farz kılındıktan sonra- (Şeriatın meşru kıldığı ölçüye göre) onun
hanımlarıyla karşılaşmaları halinde olsun, isterse Rasulullah'ın umumi bir
şekilde kadınlarla karşılaşması halinde olsun farketmez. Takvalığının
zirvesine, müslümanların namus (ırz)lanna karşı gösterdiği hassasiyeti ve
mü'minler için üsve-i hasene (en güzel örnek) kılındığına dair bilincinin
mükemmelliğine rağmen, kadın erkek münasebeti hususunda onun tavrı bu olmuştur.
Burada sadece şu iki delili sunmakla yetiniyoruz.
Birinci delil: Ebu
Bekr (ra)'ın kızı Esma (ra) uzak bir yerden başının üzerinde çekirdek taşımakta
iken ona acıyarak kendisini bineğinin arka
Uyarı:
(Sahih-i Buhari'nin bahis ve bab başlıklarından sonra gösterilen cilt ve sahife
kaynaklanın -Mustafa Halebi Kahire baskısı olan- Fethu'1-Bari Şerhu- Sahih
Buhari adlı kitap olduğunun gözönünde tutulması rica olunur.
Sahih'i Müslim'in
bahis ve bab başlıklarından sonra zikredilen cilt ve sahifelerin kaynaklarına
gelince, bunların kaynakları da İmam Müslim'in Camİu's-Sahih adlı eserinin
İstanbul baskısıdır.) tarafında terkisine almayı teklif ettiği fakat Esma(ra)'nın
kocası Zübeyr'in kıskançlığını hatırlayıp da yolunda devam ettiği zamanki
Peygamber
(sav)'in tavrı.[772]
(Kadının erkeklerle
karşılaşması ve Rasulullah'ın bu teklifi meşru olmasaydı) peki Rasulullah (sav)
normal kıskançlığı zedeleyecek böyle bir işe teşebbüs eder miydi? ancak
Esma'nın gözettiği kıskançlık Zübeyr'in normalden ziyade olan (aşırı)
kıskançlığıdır! (Hepsi bu).
ikinci delil: Bir kere
rüyasında kendisini cennette gördüğü ve tam o sırada bir köşkün yanında bir
kadının abdest almakta olduğu gözüne ilişip de küskün Ömer ibnü'l-Hattab'a ait
olduğu söylendiğinde Ömer'in kıskançlığını hatırlayarak hemen dönüp
uzaklaştığı zamanki Rasulullah'ın tavrı...[773]
Yani Peygamber,
günahkâr olmaktan kaçınarak uzaklaşmamış sadece Ömer'in lüzumundan fazla olan
kıskançlığını gözeterek uzaklaşmıştır. Ömerin bu gayreti (kıskançlık) öyle bir
gayret ve kıskançlıktır ki, kendisine hanımının mescide gitmesini kerih
göstermiş ama engin dini anlayışı onu Peygamber'in: "Allah'ın dişi
kullarını Allah'ın mescidlerinden menetmeyi-niz" hadisine muhalefet
etmekten muhafaza etmiştir.[774]
"Yoksa sizler
Sa'd ibn Ubade'nin bu gayret ve kıskançlığına taaccüb mü ediyorsunuz? Vallahi
ben Sa'd'dan daha kıskancım. Allah da benden daha kıskançtır."[775] ve
"Allah'tan daha kıskanç hiçbir kimse yoktur. Bu kıskançlığından ötürüdür
ki, her türlü fuhşiyatı haram kılmıştır"[776]
buyurduğu halde Rasulullah'ın sireti işte böyle idi...
O halde Allah'ın
Rasulü, Sa'd'dan da insanların tamamından da daha ziyade kıskançtı. Fakat onun
kıskançlığı sadece fuhşiyattan ve töhmetten nefret eden normal bir
kıskançlıktı.
Öyleyse cemiyetimizin
tanzimi için Peygamber'in sîret ve sünnetine mi müracaat edeceğiz, yoksa
insanların en faziletlileri dahi olsalar erkeklerin mizaçlarına mı
başvuracağız?
İkinci amile gelince:
Bu da Rasulullah'ın kadına sadece erkek için cinsi bir oyuncak olarak değil,
erkekle aynı hayatı paylaşan şerefli bir insan olarak bakmasıdır. Hayat, tıpkı
ihtisas ve üstünlüklerinin miktar ve derecelerine uygun olarak erkekleri bir
takım faaliyetlere mecbur kıldığı gibi; kadınları da çeşitli faaliyetleri
denemeye mecbur etmektedir. Nihayet bu ihtisas ve üstünlüğün derecesi kadından
kadına toplumdan topluma ve zamandan zamana değişebilir. Bu hususta evli olan
kadınla dul kadın ve çok çocuk doğuran kadınla hiç çocuk doğurmayan kadın
arasında büyük fark olacaktır...
Aynı şekilde ma'mur ve
medeni bir kasaba ve şehir toplumu ile ecdadın yaşadığı toplum ve çağdaş
toplumlar arasında dahi büyük bir fark vardır.
f)
Kadınlarla karşılaşma hadislerinin miktarının, umumi bir sıfatla Rasulullah'ın
tavrında görüldüğü kadar sahabe hayatında ortaya çıkmamasına gelince, şüphesiz
bu husus yasama (teşri) noktasında hiçbir etkinliği olmayan bir kısım şahsi
temayüllere dayanmaktadır. Sonra üsve-i hasene (en güzel örnek) olan sadece
Rasulullah'ın kendi sünneti ve bizatihi onun (söz) fiil (ve takrirleridir.
Başkalarının ki değil... Sahabeye gelince onlardan herbirisi bu örnekten ve bu
sünnetten gücünün yettiği ve imkanlarının elverdiği kadarını alabilmiştir.
Fakat bununla beraber ashabın hepsi Rasulullah'ın sünnetini muhafaza etme,
onun harekat ve sekenatının tümünü nakletme hususunda birbirleriyle
yardımlaştılar ve birbirlerine destekte bulundular. Bu minval üzere Allah'ın
murad ettiği şekilde Aziz kitabın bir beyanı (açıklaması) olduğundan
Peygamber'in sünnetini kendilerinden sonra gelen müslüman nesillere aktardılar.
Bununla beraber sahabe hayatı hususunda nakledilen ve onların hayatını tarif
eden nasslann yekûnüne Peygamber'in takriri sünnetlerinin ışığında bakıldığı
zaman karşımıza oldukça zengin rivayetler çıkacaktır.
İkinci itiraz:
Muarızlar (muhlifler)
şöyle dediler: Peygamber'in ashabının kadınlarla karşılaşma hadisleri umumi bir
hüküm taşımayan hususi bir takım hadiseler olarak kabul edilirler.
Biz de onlara şöyle
cevap veririz:
a) Bu (hadise)ler bir takım özel hadiseler
olarak itibar edilmeleri mümkün olamayacak kadar çok ve çeşitlidirler. Sadece
Buhari ve Müslimin sahihlerinde nakledilen nasslara nisbetle yapılan bir
istatistikle ashabın, Rasulullah'm beraberinde, içerisinde bulundukları
hadiselerin sayısı yaklaşık olarak yetmişe, kendilerinin yalnız başına
içerisinde yer aldıkları vakaların sayısı ise aşağı yukarı yüz elliye
ulaşmaktadır.
b) Usul uleması hususiyyet ifade ettiği ortaya
çıkıncaya kadar, Peygamber zamanında bir kimse için (müsbet olarak) sabit olan
seyşlerin tamamının başkaları için de (müsbet olarak) sübut bulacağını kabul
ederler. Kaldı ki muarızlar bu hadiselerin hususiyyet ifade ettiğine dair delil
teşkil edecek herhangi birşey getirememişlerdir.
c) Şüphesiz Buhari ve İbnü Hacer gibi hadis ve
fıkıh alimleri bu hadiseleri hususi bir takım hadiseler olarak kabul
etmemişlerdir. Bu husus Buhari'nin konu (bab) başlıklarından ve bir çoğunu
önceki bölümlerde nakletmiş olduğumuz İbnü Hacerin şerhlerinden açıkça anlaşılmaktadır.
Üçüncü itiraz:
(Kadının sosyal hayata
katılmasına karşı çıkan) muarızlar şöyle dediler: Sünnette sabit olan
kaişılaşmahadiseleri şer'i bir takım zaruretlere binaen (meşru) olmuştur.
Zaruretler ise memnu (haram) olan şeyleri mubah kılarlar"
Biz de onlara bir kaç
yönden şöyle cevap veririz:
a) Şayet
kadınlarla karşılaşmak haram ise o halde bu tahrim (haram sayman)m delili
nedir?
b) Sünnette sabit olan karşılaşma hadiselerinin
zaruretlere binaen olduğunu ileri süren iddia sahibleri kadının sosyal hayata
katılması ve erkeklerle karşılaşması hususunda getirmiş olduğumuz nasslar
üzerinde iyice düşünsün ve bize zaruretlerden herhangi birisine binaen vaki
olan hadiselerin sayılarını beyan etsinler. (Tabii ki) memnu' olan şeyleri
mubah kılan şer'i zaruretleri kastediyoruz.
c) Madem ki
Rasulullah (s.a.v.) ve ashabının kadınlarla karşılaşma hadiseleri bir takım
şer'i zaruretlere binaen idiyse, Buhari ve İbn Hacer gibi hadis ve fıkıh
alimleri bundan nasıl gafil oldular da, gerek İmanı Buhari'nin konu başlıklarında
gerekse İbn Hacer'in şerhlerinde daha önce gördüğümüz şekilde, bu hadiselerden,
kadının erkeklerle karşılaşma şekillerinden bir çoğunun caiz olduğuna dair
umumi bir takım hükümler çıkardılar?
Dördüncü itiraz:
Muarızlar şöyle
dediler: Rasulullah (s.a.v.) zamanındaki toplum, ahlâkî çöküntünün çoğaldığı,
fitne ve fesadın şiddetli olduğu bizim toplumlarımızın aksine kendisinden
fitneden yana emin olunan salih bir toplum idi?"
(Buna) birkaç yönden
şöyle cevap veririz:
a) Onların
çağı, Rasulullah'm buyurduğu şekilde en hayırlı çağ olduğundan sahebe -Allah
onların hepsinden razı olsun-toplumunun faziletini kabul etmekle birlikte şu
bir gerçek ki, hiçbir toplum bir takım kuvvetli ve zayıf insanlardan hali
değildir. Hakikaten Medine toplumunda (da) çeşitli insan tipleri bir arada
yaşamaktaydı. Bu tipler arasında Ebu Bekr ve Ömer gibi (iman, ahlak ve şahsiyet
yönünden) kuvvetli insanlar bulunduğu gibi Müellefe-i Kulub gibi zayıf (imanlı)
insanlar da vardı. Onlar arasında müs-lüman oldukları halde henüz mü'min
olamayan bedevi araplar ve gençler de vardı. Yine bu insanlar arasında halis
münafık olanlar olduğu gibi, onlar arasında kendisinde münafıklıktan bir şube
bulunan insanlar da vardı. Bu insan tiplerinin hepsi de Mescide yöneliyor ve
hacc mevsiminde hacc menasiki için hazır bulunuyorlardı.
b) Tabii biz
bu sözümüzü, her ne kadar aralarında iman ve ahlak yönünden kuvvetli ve zayıf
olanı bulunsa da, hergün beş defa Allah'ın huzuruna duran ve Allah Rasulüne
uymaya şiddetli arzu duyan halis müslümanlara tevcih eylediğimiz
(yönelttiğimiz) gibi, aynı şekilde Allah'ın meşru kıldığı Adab kaidelerine
gerektiği şekilde riayet edilen, muhteşem (ciddi) bir hedefi olan samimi bir
karşılaşmadan bahsediyoruz.
c) Madem ki toplumdaki fesat ve ahlâkî
çözülmenin çoğalmasına bakarak kadının erkeklerle karşılaşma sahalarının
daraltılması kaçınılmaz birşey ise, o zaman bu daraltma müslüman kadınla
müslüman erkeği bu fesadın tesirlerinden koruyacak bir takım hududlar dahilinde
olmalıdır. Yoksa hayatın bütün sahalarını içine alan kati bir tahrim (haram
kılma) kararı çıkartanlayız.
d) Fitneden emin olunması ve fesada giden yolun
kapatılması iddiasının sakıncasını nazarı itibara alarak bu konuyu hususi bir
bahis halinde ele alacağız. (Bu cildin üçüncü kısmına bakınız)
İkinci olarak; Kadının
sosyal hayata katılması ve erkeklerle karşılaşmasını menetmek için muarızların
ileri sürdüğü deliller etrafında bir tartışma.
Birinci delil:
"Evlerinizde
oturunuz, ilk cahiliyye (çağının kadinları)nın açılıp kırıtması gibi açılıp
kırıtmayınız..." (Ahzab, 33).
âyetidir.
Buna birkaç yönden
şöyle cevap veririz:
a) Şüphe yok
ki bu âyet ,-siyak ve sibakı ile birlikte- Nebi'nin hanımlarına yöneliktir.
Hafız İbn Hacer der ki: "Allahu Teala'nın 'evlerinizde oturunuz...1 kavli
şüphesiz kendisi ile Peygamber'in hanımlarına hitap olunan hakiki bir emirdir.
Bu sebeple Ümmü Seleme şöyle derdi:"... Peygamber'e mülaki olup (ondan
izin almadıkça) hiç bir devenin sırtı beni hareket ettiremez..."[777]
b) Evlerde
oturma emrinin Peygamber'in hanımlarına mahsus bir emir olduğunu tekid eden
şeylerden biri de Ömer İbn Hattab'ın onları Hacc'dan menettiği ve kendisinin
yaptığı son Hacc'mda Peygamber'in eşlerine (haccetmeleri için) izin
vermediğidir. Hafız İbn Hacer bu hususa işaret ederek şöyle der:"... Hz.
Aişe ve ona muvafakat edenler; Hacc hususundaki bu teşvikten (yani Peygamber'in
'siz kadınlar için cihadın en iyisi ve en güzeli haccetmektir' sözünden) tekrar
haccetmenin mubah kılındığını ve bu hadisle; Rasulullah'ın: "Bu
haccınızdan sonra (siz kadınlar için) hasırların üstlerinde oturmak
vardır" hadisinin ve de Allah Teala'nın "evlerinizde
oturunuz..." kavlinin umum ifade eden hükmünün, tahsis edildiğini
anlıyor-lardı. Öyle görülüyor ki Ömer (r.a.) bu hususta mütereddid bulunuyordu.
Sonradan Aişe'nin delilinin daha kuvvetli olduğunu anladı da bu sabeble
hilafetinin son dönemlerinde Peygamber eşlerinin (tekrar) haccetmelerine izin
verdi..."[778]
c) Bir cedel
meselesi olarak bu âyet-i kerimenin müslüman kadınların tamamına müteveccih
olduğunu farzetsek bile, sünnet, Kur'an'ın açıklayıcısı değil midir? İşte
kadınların sosyal hayata katılmaları ve erkeklerle karşı-laşmlan hususunda
serdettiğimiz sünnet nasslan, Rasulullah zamanındaki mü'minlerin, kadınlarının
evlerde oturma hususundaki ilahi emri nasıl uyguladıklarını ve bu emrin onları
sosyal hayata katılmaktan ne kadar menettiğini açıkça beyan etmektedir.
İkinci delil:
"Peygamberin
hanımlarından birşey istediğiniz zaman, perde arkasından isteyin; bu hem sizin
kalbleriniz İçin, hem onların kalbleri için daha temizdir..." (Ahzab, 53).
âyetidir.
Bu delile birkaç
yönden şöyle cevap veririz:
a) Bu âyette zikredilen hicab: Örtünmüş kadının
arkasında oturup perdeleneceği perde demektir. İhticap ise: yabancı erkeklerin
Peygamber'in hanımlarıyla konuşurken perde arkasından konuşmaları ve böylece
onların peygamberin eşlerinin şahıslarını görmemeleri demektir. Biz
bahislerimiz arasında hicab lafzını bu manada kullanacağız -ki kitap ve
sünnette varid olan manası da zaten budur- yoksa yaygın olan şekliyle uzun ve
geniş bir elbiseyle kadının bedenini örtmesi manasında değil. Elbette bu
ikisinin hükmü arasında büyük bir fark vardır. Çünkü birinci mana -ki sahih ve
doğru olan da budur- Peygamber'in eşlerinin hususiyyet (özellik)lerindendir.
Yaygın olan ikinci manası ise müminlerin kadınlarının tamamı üzerine farz olan
vecibelerdendir. Bu iki hususla bu iki hükmü birbirine karıştırmamak lazımdır.
b) Şüphe yok ki, bu âyet hitabını sadece
Peygambe'rin hanımlarına yöneltmesi hususunda gayet sarih(açık)tır. Çünkü Allah
Teala âyetin sonunda öyle bir husustan bahsetmektedir ki, biz bu hususun
hicabın farz kılınmasının illetlerinden olduğu görüşünü tercih ediyoruz.
Hicabın farz kılınmasının illetlerinden olması mümkün olan bu husus, Allah Azze
ve Celle'nin
"Sizin, Allah'ın
Rasulünü incitmeniz ve kendisinden sonra O'nun eşlerini nikahlamanız asla caiz
olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır" buyruğu (ile
açıkladığı husus)dur.
Biz ileride -Allah'ın
yardımı ile, hicab (pardelenerek gizlenmen)in sadece Peygamber'in hanımlarına
mahsus bir hususiyyet (Özellik) olduğunu ve bu nevi hususiyyetlerinde onlara
ittiba etmenin mümkün olmadığını beyan etmek üzere müstakil olarak tam bir
bölüm halinde meseleyi ele alacağız. (Bunun için bu cildin ikinci kısmına
bakınız.)
Bu âyetteki hususilik
ebedi olarak terkedilmemesi gereken, erkeklerden devamlı olarak gizlenme
konusundaki bir hususiliktir.
Mü'min kadınların bazı
durumlarda yabancı erkeklerden perde ile sakınması ise aynen ihtiyaç halinde
onlarla karşılaşmalarının caiz oluşu gibi caizdir.
c) Şüphesiz bizim serdetmiş olduğumuz sünnet
nassları, Rasulullah zamanında müminlerin kadınlarının hayatın muhtelif
sahalarında erkeklerle aralarında hicab; yani erkeklerle kadınların arasını
ayıran harhangi bir perde bulunmaksazın nasıl karşılaştıklarını izah
etmektedir.
d) Şimdi de
hicap (perdelenme) ayetiyle sıkı ilişkisi bulunan önemli bir noktayı
ardezeceğiz; hicab ayetiyle sıkı ilişkisi bulunan bu mesele şudur: Bir cedel
mevzuu olarak bu hususiyet konusunda Peygamber'in hanımlarına uymanın mendup
olduğunu kabul etsek bile, bu durumda birkaç noktayı gö-zönünde bulundurmamız
icab eder.
Şüphesiz hicap
(perdeleme), mü'min erkeklerle mü'min kadınlara kolaylık gösterme (teysir)
kaidesiyle biraraya geldiği zaman mendub olur. Bu ikisinin bir araya gelmesi
ise ancak hicabın umumi ahval ve şartlarda değil de, bazı hallerde ve şartlarda
uygulanması halinde tamamlanır. Yoksa bu, erkeklerle kadınlar arasındaki
muameleler için umumi bir durum ve umumi bir sistem olamaz. Çünkü bu husus
umumi bir durum arzettiği zaman zorlaştırma (tasir) daraltma ve meşakkate yol
açması kaçınılmaz olur. Halbuki Allah "O sizin üzerinize dinde hiçbir
güçlük yüklemedi" buyurmuştur. Gerçekten Rasulullah'dan sahih olarak
rivayet edildiğine göre "O (da dünya işlerinde biri diğerinden kolay olan)
iki şey arasında muhayyer kılındı mı muhakkak onlardan günah olmadığı müddetçe
en kolay olanını seçerdi."[779]
Şayet hicab (pardeleme) ve ona tabi olan kalblerin temizliği bir fazilet ve
mendup bir şey ise, gözlerimizi bütün fazilet ve menduplara karşı açık tutmamız
ve her türlü şartlarda en evla olanını araştırmamız gerekir. Ama (kalb için
daha temiz olandan ibaret bulunan) bir tek fazilete karşı gözlerimizi açıp
diğer birtakım faziletlere karşı gözlerimizi kapatmamız yahud ilim taleb etmek,
hayra davet etmek ve maruf olan şeyleri yapmak gibi bu kabil faziletlerden en
üstün olanını araştırmayı terketmemize gelince, bu ister farzlar konusunda
olsun, isterse mendublar, evleviyyete riayet edilmesine ö-zen gösteren, herşeyi
yerli yerince güzel ve sağlam bir şekilde yapan şeriatın meşru kabul edeceği
birşey değildir.
Zaman zaman birtakım
farzları iptal ederek mendup bir emir olduğu halde, kalb için daha temiz olan
bir amele özen gösterilmesi caiz değildir. Zira ilim taleb etmek, hayra
çağırmak, marufu emredip münkerden nehyet-mek ve maruf olanı yapmak gibi
faziletlerin tamamı, bazı hallerde sadece mendup hükümler olarak kalmayıp zaman
zaman farz hükümler mertebesine yükselir.
Hülasa kalb için daha
temiz olan şeye riayet edilmesi bazan iki yönlü bir hata ve sürçmeye olabilir:
Bu hatalardan italik;
bir fazileti işleyip ondan daha faziletli bir veya daha fazla bir takım
faziletleri ihmal etmek.
İkincisi; bir mendubu
işleyip bir veya daha fazla bir takım farzları ihmal etmek... Yani kadını
sosyal hayata katılmaktan menedenler -kalb için daha temiz olan şeyin en üst
sınırını tahkik (temin) etme yolunda- maruf olanı işlemek (haram olmayan
mahremlerin haricinde) yakm akraba ve komşulara sıla-i rahim ve birrü-ihsanda
bulunmak, marufu emredip münkerden nehyetmek gibi hayır nevilerin bir çoğundan
mahrum kılarak ilim ve kültürden küçük bir hisse vermek suretiyle kadını razı
etmemizden korkmaktadırlar.
Hafız İbn Hacer
"... Müstehap olan şeyleri yapmaktan nehyetmenin caiz olması, ancak
bunları yapmanın, şer'an yapılması istenen farzlarla müstehabba tercih edilen
mendupların kaçırılmasına sebebiyet vermesinden korkulması halindedir derken ne
kadar doğru söylemiştir.[780]
e) Bu mevzu
hakkında başka bir noktaya daha dikkat çekmek istiyoruz: Bu nokta da hicapın
kalb için daha temiz olmasının yanında nefisler için daha fazla rahat
olmasıdır. Öyle ki, perdelenme nefisleri meşakketten ve fitne ile mücahede edip
savaşmak zahmetinden kurtarıp rahata kavuşturur. Böylece hem gözleri harama
bakmaktan sakınmaya, hem de şeytanın vesveselerine karşı direnmeye ihtiyaç
kalmaz! Kalb için daha temiz olan şeye sarılmanın eleştirisi hususunda ne
söylemişsek, nefisler için daha rahatlatıcı olan şeye sarılıp tutunma hususunda
da aynısını söyleriz. Çünkü nefsi rahata kavuşturacak şeyin seçilip tercih
edilmesi; bu rahatlatıcı şey vacip bir şeye yahud kuvvetli maslahatı ya da daha
ziyade müraccah olan bir maslahatı zayi ettirecek bir emirle çelişmediği
müddetçe meşru bir şeydir. Kadının sosyal hayata katılmasını ve erkeklerle
karşılaşmalarını gerekli kılan sebeblerden bahsederken bu farzların ve
maslahatların bir kısmına işaret etmiştik. (Üçüncü bölümün birinci kısmına
bakınız) Mühim olan, kıskanç erkeklerin fikri ve içtimai bakımdan gelişip
olgunlaşmaları; buna tabi olarak toplumun yükselip kalkınması, dahası mümin
erkeklerle mümin kadınlara hayatın kolaylaştırılması ve cemiyyetin, baskının
doğuracağı meşakkat sebebiyle şeriatın koymuş olduğu huddulara isyan ve tecavüz
etmekten sakınması için kadının önöndüke hayat sahalarının açılmasına karşın
rahatı tercih etmek suretiyle nefsi yırtıcı hevalırın tuzağına düşmekten
sakındırmamızdır. Son olarak kıskanç erkeklere hayatın sahih bir akide olduğu
kadar, aynı zamanda hızla sürüp giden bir mücahede olduğunu hıtarlanz,
f) Aynı
şekilde dikkatleri adet ve alışkanlıkların içtimaî ilişkilerdeki rolünün
önemine çevirmek istiyoruz. Zira alışkanlık karşı cinsin görülmesi esnasında
meydana gelecek hassasiyyetin hafifletılmesine yardım eder. Bu da her iki taraf
nezdinde meseleyi bir nevi yumuşatıcı unsurlardan birisidir. Binaenaleyh kadın,
erkeklerle karşılaşmayı adet edinip alışamadığı zaman erkeklerle karşılaşmasına
ihtiyaç hasıl olduğunda mutlaka büyük bir hassasiyet hissedecektir. Keza aynı
meşakkat ve sıkıntıyı bu kadının kocası yahud babası yahud kardeşi de
hissedecektir. Halbuki kadın açısından getireceği ehemmiyeti ve hayrın derecesi
ne olursa olsun, ihtiyacını giderme hakkı yakınlarının duygularına feda
edilemeyecek kadar üstündür. Bu ihtiyaç ve hayır ister kadın için ister toplum
için olsun farketmez. Bu husus erkekler için de böyledir. Dolayısıyla erkekler
arasında, şu veya bu zamanda, ihtiyaç hasıl olması halinde kadınlarla
karşılaşmayı ve onlarla bir araya gelmeyi adet ve alışkanlık edinen kimse, buna
alışık olmayıp da ihtiyacın kadınlarla karşılaşmaya mecbur ettiği başka bir
erkeğin hissetmesi mümkün olan sıkıntıyı nefsinin derinliklerinde
hissetmeyecektir.
g) Son
olarak kadının sosyal hayata katılmasına karşı çıkan muarız kardeşlerimize
soruyoruz:
Rasulullah (s.a.v.)
-hâşâ onu tenzih ederiz- yukarıda zikri geçen karşılaşma şekillerinin
tamamında hicab (perdelenme) olmaksızın karşılaşılma-sına müsaade ederken mümin
erkeklerle mümin kadınların kalblerini temizleme hususunda tefrite mi
düşüyordu? Yoksa Peygamber -kalb temizliğinin yanında- bir taraftan ihtiyaç ve
maslahatları gözetirken diğer bir tarafdan ta kolaylaştırma cihetini mi
gözetiyordu? Eğer ayette zikredilen temizliğin bu derecesi her halükarda
müslüman erkeklerle müslüman kadınlar arasında ittiba edilmeye davet olunan
mendublardan olsaydı, Rasulullah -mendub olan bu emrin gerçekleşmesine yardım
edecek bir takım düzenlemeleri mutlaka yapardı. Bu cümleden olarak mescidde
erkeklerin saflanyla kadınların safları arasına bir perde koyardı. Yine bu
cümleden olmak üzere kadınların fetva istemeleri ve Peygamber'e sorunlarını
arzetmeleri için, Peygamber'in ve ashabının meclisinden uzak bir yer edinirdi.
Tabii bunların hepsi erkeklerin kadınları, kadınların da erkekleri görmemeleri
için yapılırdı...
Üçüncü delil:
Rasulullah (s.a.v.)
bir hutbesinde: "Sizleri beraberinde mahremi (nikâh düşmez bir yakını)
bulunmayan kadınların yanlarına girmekten sakındırırım" buyurmuş. Bunun
üzerine ensardan bir adam:
- Ya Rasulullah zevcin babaları ve oğullanın
dışında kalan erkek akrabalarına ne dersin? diye sormuş.
Rasulullah (sav):
- "Onlarla halvet (yalnız olarak başbaşa
kalmak) ölümdür" cevabını vermiştir."[781]
şeklinde rivayet olunan hadistir.
Cevap: bu hadis
mücerred olarak başkalarının huzurunda kadınların yanına girmekten nehye değil,
kadınlarla halvette bulunmaktan nehye delalet eder. Aşağıda zikredeceğimiz
hususlar hadisin bu manaya delalet ettiğini teyid etmektedir:
A) Buhari ve
Tirmizi gibi hadis hafızları ile Buhari'nin Sahih'ini şerheden İbn Hacer ve
Müslim'in Sahih'ini şerheden İmam Nevevi gibi hadis sarihi imamların bu hadisi
anlayışları:
Buhari bu hadisi
"Yanında mahremi (yani nikah geçmez hısımı) bulunmayan bir kadınla bir
erkek yalnız kalmasın; Kocası evde bulunmayan kadının yanma da girilmesin"
başlığının altına koyduktan sonra" sizleri beraberinde mahremi bulunmayan
kadınların yanlarına girmekten sakındırırım" hadisini, ardından da
"hiçbir erkek, yanında nikah geçmez bir hısımı (mahremi) bulunmayan bir
kadınla yalnız kalmasın"[782]
hadisini zikretmiştir.
İbn Hacer,
Fethu'1-Bari adlı eserinde şunları kaydeder: "Rasulullah (s.a.v.)'in onlarla
halvet ölümdür" buyurmasına gelince: Denilir ki; bundan murad, kadının
kayın biraderiyle başbaşa kalmasının, bazan masiyet işlenmesi halinde dinin
helakine veya masiyet meydana gelip de recm vacip olursa hakiki olarak ölüme
veyahud da kıskançlık (hali) erkeği; hanımını boşamaya sevk ettiği zaman
kocanın ayrılması sebebiyle kadının felaketine sebep olabileceğidir. Taberi:
"Bunun manası: erkeğin, kardeşinin veya yeğeninin karısıyla başbaşa
kalmasının ölüm makamına kaim olmasıdır. Çünkü Arablar hoşlanılmayan bir şeyi
ölüm ile tavsif ederler" demektedir.'[783]
Nevevi Sahih-i Müslim
Şerhinde şöyle der:
(... Peygamber (s.a.v.)'ın "onlarla
halvet ölümdür" kavline gelince bunun manası şudur: (Kayın birader ve
diğerleri gibi) zevcin erkek akrabalarından başkalarından daha ziyade korkulur.
Bunlar, yabancı erkeğin aksine kimse yadırgamaksızm kadının yanına kolaylıkla
girip başbaşa kalabileceği için onlardan meydana gelmesi beklenen kötülük ve
fitne başkalarından daha fazladır. Burada "hamvdan" murad kocanın
babaları ile oğulları dışında kalan akrabalarıdır. Babalarla oğullara gelince;
bunlar karısının mahremi (nikah geçmez hısımlarıdırlar. Bunların kadınla
başbaşa kalmaları caiz olup ölümle de vasıflanamazlar. Burada maksad kardeş,
kardeşin oğlu, amca, amcaoğlu ve bunlara benzer mahrem olmayan kimselerdir.
Halkın adeti bu hususta kayıtsız davranarak gevşeklik göstermektir. Bir kimse
(adete nazaran) kardeşinin hanımıyla başbaşa kalır, işte ölüm de budur.. Kaadi
Iyaz bu hadisin manası; bir kadının kayınları ile başbaşa kalması, dinde fitne
bir helaka sebep olur, demektir. Bu seğbeple Rasulullah (s.a.v.) bunu
ölümhelakine denk saymıştır..." der.[784]
Tirmizi ise bu hadisi
naklettikten sonra şöyle der:
(Ükbe İbnü Amir hadisi
hasen-sahih bir hadistir. Kadınların huzuruna girilmesinin mekruhluğunun temeli
"Hiçbir erkek bir kadınla tenhada başbaşa kalmasın. Aksi halde üçüncüleri
şeytan olur" buyurdu, tarzında Rasulullah (s.a.v.)'den rivayet edilen
benzer hadislere dayanmaktadır. Pey-gamber'in "el-Hamv" sözünün
manası ise kocanın erkek kardeşi demektir. Öyle görünüyor ki, Rasulullah
(s.a.v.) kayının yengesiyle başbaşa kalmasını (halvetini) kerih
görmüştür."[785]
İbnü Dakik el İyd de:
Bu hadis yabancı erkeklerin kadınlarla yalnız olarak başbaşa kalmalarının hakam
kılındığına dair bir delildir. Peygam-ber'in "sizleri beraberinde mahremi
(nikâh genç bir bir hısımı) bulunmayan kadınların yanlarına girmekten
sakındırırmış" hadisi, kadının mahremlerinden başkasına mahsustur ve
mahremlerinden başkaları hakkında umumidir. Burada bir başka hususun daha
dikkate alınması gerekir ki, o da: Kadınların yanlarına girilmesinin halveti
icab ediyor olmasıdır. Fakat kadınların yanlarına girilmesi halveti iktiza
etmediği takdirde bu girme mümteni (haram) değildir."[786]
demektedir.
b) Hadisdeki
nehyin mutlaka helvete (kadınla yalnız başına kalma haline) hamledilmesi
gerekir. Hadisin bu manaya hamledilmesinin gerekliliği, bu hadisle halvet vaki
olmaksızın kadınların yanlarına girilmesinin caiz olduğunu ifade eden diğer
birçok hadisin aralarını cemetmenin mümkün o-labilmesi içindir. Aşağıda
nakledeceğimiz hadisler işte bu hadisler cümle-sindendir:
Kadınların yanlarına
girmenin adabını izah eden kavli (sözlü) sünnetlerden bazıları şunlardır:- İbnü
Abbas (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.v.) "Hiçbir
kadın yanında mahremi beraber bulunmadıkça sefere (yolculuğa) çıkmasın; kadının
beraberinde mahremi bulunmadıkça hiçbir erkek de kadının yanma girmesin"
buyurdular.[787]
Abdullah İbnü Amr İbn
As (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
"... sonra
Rasulullah minber üzerinde ayağa kalkarak: "Bu günden sonra sakın bir adam
beraberinde bir veya iki kişi olmadımça, kocası evde bulunmayan bir kadının
yanına girmesin" buyurdular.[788]
Kadınların yanlarına
girme adabından bazılarını izah eden fiili sünnetlerden bir kısmı da
şunlardır:
İnsanın eş ve dostunu
güzel bir şekilde görüp gözetmesi: -Enes İbnü Malik den rivayete göre şöyle
demiştir: "Peygamber, annem Ümmü Süleym tarafına uğradığı zaman onun yanma
girer, ona selam verirdi..."[789]
Diğer bir rivayette
Enes bin Malik şöyle demiştir:
"Kalkın, size
namaz kıldırayım!" buyurdu.[790]Yine
Enes (r.a.)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Peygamber, -annem-
Ümmü Süleym'in yanına girdi. Annem de O'na hurma ve yağ getirip ikram eyledi..[791]Hafız
İbn Hacer şöyle der: "... (Haberin ravisi) Enes bu olayın rivayet
tariklerinde Ümmü Süleym'in kocası Ebu Talha'nın evde olduğunu söylemediği için
kendisi evde yokken bir kişinin evine girmenin caiz olması... bu hadisde iki
faydalı hükümler cümlesindendir"[792]
Hastayı ziyaret etmek:
-Aişe (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir:
Rasulullah (s.a.v.)
Zübeyr'in kızı Dübaa'nın yanına girerek ona:
"Öyle sanıyorum
ki haccetmek istiyorsun?" diye sordu Dubaa da:
Evet Öyle! Fakat
vallahi kendimi rahatsız hissediyorum, cevabını verdi. Bunun üzerine Rasulullah
(s.a.v.) ona:
"Haccet ve şart
koş! Ya Rabbi! İhramdan çıkacağım yer beni haccetmekten aciz kılacağın yer
olsun, de!" buyurdular. (Dubaa, Mikbad b. Esved'in nikâhı altında
bulunuyordu).[793]
Ta'ziye ve tesellide
bulunmak:
Ümmü'1-alai (r.a.)'dan
rivayet olunduğuna göre şöyle haber vermiş:
-"... Rasulullah
(s.a.v.) yanımıza girdi. (Ben cenaziye tezkiye olarak):
- Ya Eba Saib!
Allah'ın rahmeti senin üzerine olsun dedim...[794]
Düğünde gelinle-damadı
tebrik etmek:
er-Rubeyyi bint
Muavviz İbn Afra (r.a.)dan rivayete göre şöyle demiş:
"Ben gelin
olduğum zaman düğün törenime Peygamber (s.a.v.) geldi, içeriye girdi ve senin
benim yanıbaşıma oturuşun gibi döşeğimin üzerine oturdu. Bu sırada bir takım
kızcağızlar bizim için def çalmaya (ve babalarımızdan Bedir günü şehid olanların
menkıbelerini şarkı şeklinde söylemeye başladılar.[795]
Maslahatların yerine
getirilmesi: Aişe (ra)'den rivayet edildiğine göre:
"... Daha sonra
Rasulullah (s.a.v.): 'Allah'a yemin ederim ki, ben ehlim hakkında hayırdan
başka birşey bilmiş değilim. Bu iftiracılar bir adamında ismini ortaya koydular
ki, bu zat hakkında da ben hayırdan başka birşey bilmiyorum. Bu ismi söylenen
kimse şimdiye kadar benimle beraber olması dışında ailenin yanına girmiş değil,
buyurdu."[796]
İlim taleb edilmesi:
Esma bintü Umeys
(r.a.)dan rivayete göre şöyle demiş:
-"... Gerçekten
Ebu Musa ile gemi yolcularının bölüm bölük bana geldiklerini gördüm. Bana bu
hadisi soruyorlardı.[797]
Ziyaretleşme: Ebu
Cuheyfe (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
"... Peygamber
(s.a.v.) Selman el-Farisi ile Ebu'd-Derda arasında kardeşlik akdi yaptı.
Selman, Ebu'd-Derdayı ziyarete gitti. (Ebu'd-Derdayı evde bulamadı) ve karısı
Ümmü'd-Derda'yı eski bir elbise içinde perişan gördü de:
- Bu halin nedir, diye
sordu...[798]
Tebea'nın durumunu
teftiş etmek:
Kays İbn Ebi Nazim
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
-"Ebu Bekr,
(Büceyle kabilesinin) ahmes kolundan Zeyneb denilen bir kadının yanına girdi...[799]
Dördüncü delil:
"Peygamber
(s.a.v.) kendi zevceleri yanına girmesi müstesna, Medine'de devamlı olarak Ümmü
Süleym'in evinden başka hiçbir eve girmezdi. Peygamber'e bu devamlı girişin
sebebi soruldu da: Peygamber:
-"Ben Ümmü
Süleym'e en (ziyade) acıyanım. Çünkü onun erkek kardeşi; benim (askerlerimin)
beraberinde Öldürüldü buyurdu" şeklindeki Enes İbn Malik hadisidir.[800]
Bizim buna cevabımız
şudur: Bu hadisi kadının sosyal hayata katılması ve erkeklerle karşılaşmasına
dair deliller hususunda zikrolunan pekçok hadis ile Peygamberin Medine'de
birçok eve girdiğini belgeleyen hadislerin ışığında anlamamız icab eder.
Peygamber'in Ümmü Süleym'in evine girmesine gelince, bu, Ashabın dikkatlerini
celbedecek kadar çok mütead-did olarak vaki olmuştu da bu yüzden Rasulullah
(s.a.v.)'e bunun sebebini sordular.
Bu hadisi, Buhari:
"Bir gaziyi teçhiz edip sefere hazırlanan yahud gazçinin geride bıraktığı
(ehlini ve) işlerini görmekte ona hayırla hallef olan kimsenin fazileti babında
rivayet etmiştir.
İbn'ül-Hacer
Fethu'1-Bari adlı eserinde şunları kaydeder: Enes (r.a.)'in "Peygamber...
Medine'de devamlı olarak Ümmü Süleym'in evinden başka hiçbir eve
girmezdi..." (sözüne gelince):
Humeydi der ki: Öyle
sanıyorum ki, Enes devamlı olarak demek istemiştir"
İbnü't-Tıyn ise:
Gerçekten Peygamber, Ümmü Süleym'in yanına çok sık giriyordu... der. İbnü'î
Müneyyir de: enes hadisinin Buhari'nin bab başlığına uygunluğu Buhari'nin
"Yahud gazinin ehli hakkında (ona hayırlı) halef olan kimsenin "sözü
cihetinden dir. Zira bu söz hem gazinin sağlığında hem de onun ölümünden sonra
ona hayırlı halef olmayı içine alacak şekilde umumidir. Peygamber (s.a.v.)
kendisini ziyaret etmek suretiyle Ümmü Süleym (r.a.)'ın kalbini onarıyor ve
kardeşinin kendisinin maiyetende iken öldürüldüğünü söylemek suretiyle de bu
ziyaretinin sebebini beyan ediyor... Dolayısıyla Peygamber (s.a.v.) bu
davranışıyla Şehid'in ölümünden sonra ehli (ailesi) hakkında ona hayırlı halef
olmuş oluyordu. Bu davranış Rasulullah (s.a.v.)'in ahdinin
güzelliğindendir." demektedir.[801]
Hülasa, Enes
hadisindeki nefyedilen girme, (kadınların yanlarına) girmesinin aslı değil
hususi bir sıfatıdır.
Beşinci delil:
"Ben, yanında
Meymune'de olduğu halde Rasulullah(s.a.v.)'m yanında bulunuyordum. O esnada
İbnü ümmü Mektum (yanımıza) geldi. Bu olay bizim, hicab (perdelenme) ile
emrolunmamızdan sonra idi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):
"Ondan
perdelenin!" buyurdu. Biz:
Ya Rasulallah o bizi
hem göremeyen hem de tanımayan bir ama değil midir? deince Rasulullah (s.a.v.):
"(o ama ise) siz
de mi amasınız? siz de mi onu görmüyorkusun?" buyurdular. Şeklinde rivayet
edilen Ümmü Seleme hadisidir.[802]
Buna birkaç yönden şöyle cevap veririz:
a) Bu
hadiste adı geçen her iki kadın da Peygamber'in hanımlarından olup
"Peygamberin hanımlarından birşey istediğiniz zaman, perde arkasından
isteyiniz. Bu hem sizin kalbleriniz için hem de onların kalbleri için daha
temizdir" âyet-i kerimesi erkeklerin kalbleri için en temiz olan şeyin,
onların Peygamber'in kadınlarını görmemeleri, Peygamberin kadınlarının kalbleri
içinde en temiz olan şeyin, onların erkekleri görmemeleri olduğunu ifade
etmektedir, işte Peygamber (s.a.v.) bu iki kadına söylediği "ondan gizleniniz"
sözünü bu sebeple söylemiştir. Yani bu hadisteki emir, hicabın Peygamber'in
hanımlarına tahsis edilmiş olmasına dohlayısıyla da onların hicabsız olarak
aynı mecliste erkeklede karşılaşamayacakları hükmüne racidir.
b) Peygamber
(s.a.v.) kendilerine hicab (perdelenmen)"m farz oluşu sebebiyle
hanımlarından bazılarını İbnü Ümmi Mektum'a bakmaktan nehyederken, şüphesiz o,
Fatıma bintü Kays'a: "Amcanın oğlu, İbnü Ümmi Mektum'un evinde iddetini
tammala, zira o gözleri görmez ama bir adamdır" diyor[803]
Yani onun evinde ve aynı çatı altında iddet müddetini tanılayabilirsin demek
istiyordu. Bununla birlikte Fatıma bintü Kays'ın birsaat veya bir saatin bir
kısmı değil, bütün bir iddet bekleme müddetince İbnü ümmi Mektum'la onun evinde
bir arada bulunması, dolayısıyla da hiçbir sakınca olmaksızın ve hiçbir şüpheye
düşmeksizin Fatıma'nın onu görmesi söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla bu da
Ümmü Seleme hadisinde ki nehyin Peygamber'in hanımlarına mahsus bir nehiy
olduğuna delil teşkil etmektedir. Ümmü Seleme'nin: "Bu olay bizim,
hicabla emrolunmamızdan sonra idi" sözünden anlaşılan manada budur.
c) "Siz
de mi amasınız?" hadisinin, Peygamber (s.a.v.)'in hanımlarına mahsus bir
hüküm olduğunu te'kid eden hususlardan birisi de İmam Ahmet İbnü Hanbel
(r.a.)'ın şu tasvibidir. el-Esrem (Ahmed İbnü Hanbel'i kastederek) der ki.
Ebu Abdullah'a:
"Bana öyle geliyor ki, Nebhan (ki o ümmü selemeden hadisi rivayet eden
ravidir) hadisi Peygamber'in hanımlarına, Fatıma bintü Kays hadisi ise sair
kadınlara mahsus bir hükümdür?" dedim. İmam Ahmed:
- "Evet,
öyledir" cevabını verdi[804]
Keza bunun böyle olduğunu Ebu Davud dahi kabul ederek söz konusu bu hadisi
serdettikten sonra şöyle demiştir: (bu sadece Peygamber (s.a.v.)'in eşlerine
has bir hükümdür.
Fatıma bintü Kays'ın,
Ümmü Mektum'un oğlunun yanında iddet beklediğini gözmezmisin? Peygamber
(s.a.v.) Fatıma bintü Kays'a: "Ümmü Mektum'un yanında iddet bekle. Çünkü o
gözleri görmez ama bir adamdır. Yanında çarşafını atabilirsin"
buyurmuştur.[805]
Altıncı delil:
"Ümmü Humeyd
adında bir kadın Rasulullah (s.a.v.)'e geldi ve -Ya Rasulullah! muhakkak ki
ben, seninle beraber namaz kılmayı seviyorum, dedi. Peygamber:
"Ben şüphesiz
olarak biliyorum ki; senin, kendine mahsus olan yatak odanda kıldığın namazın
oturma odanda kıldığın namazından (senin için) daha hayırlıdır. Oturma odanda
kıldığın namazın avluyun içinde kıldığın namazından daha hayırlıdır. Avluyun
içinde kıldığın namazın kavminin mescidinde kıldığın namazından daha
hayırlıdır. Ve senin kavminin mescidinde kıldığın namazın da Umumi Cemaatin
mescidinde kıldığın namazından daha hayırlıdır."[806]
buyurdular, şeklinde rivayet olunan Ebu Humeyd es-Saidi'nin hanımı Ümmü Humeyd
hadisidir.
Buna birkaç yönden
şöyle cevap vmn'z;Ümmü Humeyd hadisi "senin, kendine mahsus olan yatak
odanda kıldığın namazın oturma odanda kıldığın namazından (senin için) daha
hayırlıdır. Oturma odanda kıldığı namazın avlunun içinde kıldığın namazından
daha hayırlıdır, demektedir. İnsanların adetine göre oturma odasında ve evin
avlusunda bir kısım kadınlar veya mahrem (nikâh geçmeyen akraba) olan erkekler
bulunurlar. Muhrem olmayan yabancı erkeklere gelince, onların buralarda
bulunmaları çok az veya nadirdir. Eğer işte bu az ve nadir olan durum, bizatihi
yatak odasının oturma odasına, oturma odasının evin başka bölümlerine üstün
tutulmasının yegane illetidir, denilecek olursa, biz de deriz ki: bu hadis
yabancı erkeklerin, kadını oturma odasında ve evin avlusunda namaz halinin haricinde,
herhangi bir sakınca olmaksızın görebilecekleri, sakıncanın ancak yabancı
erkeklerin kadım, namaz kılarken görmelerinde olduğu anlamına gelir. Bu
takdirde hadisde rkastedilen mana, erkeklerin gözlerinden kadının şahsının
gizlenmesi olmayıp, namaz (hareketlerin)'in gizlenmesi demek olur.
Kadının yatak odasında
kıldığı namazın faziletini, imanın kıraatini işitme imkanı olmadığı halde
Mescid de kılınan bütün namazlara gelip hazır olmaya karşı gösterdiği aşırı
düşkünlük haline tahsis edilmesi mümkün müdür? Kadının imamın kıraatim işitme
imkanının olmaması ya onun erkeklerin saflarının arkasında kalarak imamdan
uzak olması, ya da öğle ve ikindi namazlarında olduğu gibi kıraatin gizli
olması sebebiyledir. Hal böyle iken bu aşırı istekteki meşakkat şöyle dursun
kadının cemaate gelmesi ona takat getiremeyeceği birşeyi yüklemek değil midir?
Kadının yatak odasında
kıldığı namazın daha faziletliliğinden maksad acaba, karşılaşma bir vak'ar ve
ciddiyet içerisinde olsa, bile, kadını erkeklerle karşılaşmaktan uzaklaştırmak
mıdır? Yoksa asıl maksat, halis Allah için yapılması ve riya ve sumla
şüphesinden uzak olması için umumi bir sıfatla ibadetlerin gizli yapılması ve
ayrıca (rukuya eğilme ve secdeye kapanma gibi) namaz hareketlerinin erkeklerin
gözlerinden gizlenmesi misid? -ki bu evlerin ibadetlerle mamur edilmesi
cihetine binaendir- Çünkü Rasulullah (s.a.v.) "Namazlarınızdan bir kısmını
evlerinizde kılınız. Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz" buyurmaktadır.
Öyleyse eğer maksad her üç unsuruyla bu ikinci şık ise -ki biraz ileride zikredeceğimiz
birçok sebeple enziyade dercih olunan mana budur- bu durumda Kur'an-ı Kerim
veya ilim dinlemek gibi, diğer bir takım fezailin, namaz hareketlerinin ve
ibadetin gizlenmesiyle evlerin hayırla mamur edilmesine tercih edilmesi
mümkündür.
Eğer bu daha
faziletliliğin ifade edilmesinden kast olunan, karşılaşma bir vakar ve ciddiyet
içerisinde olsa bile, kadının erkeklerle karşılaşmaktan uzaklaştırılması
olsaydı kadının mescidde itikafa girmei cenaze namazı ile kusuf namazı kılması
ve de ilim meclislerine katılması mendup olmazdı. Aksine kadının mescidde
itikafa giren kimseyi ziyaret etmemesi, Mescide gelen mümin kadınlarla
görüşmeye çalışmaması ve kendini mescidin hizmetine verip onu temizlemek (öteye
beriye düşen) paçavraları, çöpleri ve ağaç kırıntılarını toplumak suretiyle
nafile ibadet yapmaması daha faziletli olurdu. Evet hakikat böyle olsaydı, sari
evinin köşesinde perdelenerek gizlenen bakire genç kızlara ve hayızlı
kadınlara varıncaya kadar bütün kadınların ısrarla bayram namazına
katılmalarını emretmez ve kadını tekrar haccetmeye, yani farz olan haccinı eda
ettikten sonra nafeli haccetmeye teşvik etmezdi. Çünkü haccda daha fazla
erkeklerle karşılaşma hatta mecburi olarak erkeklerle izdiham söz konusudur.
Eğer evde kılınan
namazın daha faziletli oluşu mutlak olsaydı, bu efdaliyyeti gözetme ve onu
uygulama hususunda asil sahabiye kadınlar başkalarından daha ileri olurlardı,
elbette Rasulullah'a göre evla olanı, çocuğuna refaket eden kadının nazarım
mescide yöneltmesi ve çocuğun ağlamasını işitince de utazmaya niyyet ettiği
namazını kısaltmasıydı (ki öyle yapmıştır). Yoksa kadınların cemaate
katılmalarından ibaret olan daha az faziletli bir işten ötürü namazı uzatma
faziletini terk etmeye nasıl yönelirdi? Yine Peygamber (s.a.v.)'e göre en evla olan
şey, yatsı namazına gelmeyi şiddetle arzu eden kadınların nazarını (bu namaza)
yöneltmekti. Yoksa Peygamber (s.a.v.), fazileti namazın gecenin sonuna tehir
edilmesinde gördüğü halde Ömer "(Ya Rasulullah!) kadınlar ve çocuklar
uydular" dediği zaman yatsı namazını kılmakta nasıl olur da acele ederdi?
Yani kadınların mescide gelmelerinden ibaret olan daha az faziletli bir şeyden
dolayı yatsı namazım gecein sonuna erteleme faziletinden Peygamber (s.a.v.)
nasıl vazgeçerdi?
Şüphesiz nübüvvet
asrında kadınların mescide katılması ve erkeklerle karşılaşma vakalarının
pekçok delilleri vardır: Bu delillerden bir kısmı şunlardır:
- Rasulullah (s.a.v.)'in Medine'ye geldiği
günden ta vefat edinceye kadar, kadınların kendisiyle beraber Mescid-i Nebevide
namaz kılmalarını (meşru) kabul etmesi.
- Kadınların Medine
haricindeki mahalle (veya kabile) mescidlerinde dahi cemaatle beraber namaz
kılmalarının düzenli bir biçim de devam etmesi, yani kadınların cemaatle namaza
katılmaları sadece Peygamber Mescidine mahsus bir olay değildi.
- Rasulullah
(s.a.v.)'in kadınların mescidlerden paylarını almalarına mani olmaktan
erkekleri nehyetmesi...
- Ebu Bekrin kızı
Esma, ümmü-Fadl, Fatıma bintü Kays, İbn Mesud'un hanımı Zeyneb, Ümmü'd-Derda,
Ömer İbnü Hattab'ın hanımı Atike bintü Zeyd ve Rubeyy'i bintü Muavviz emsali
soylu sahabiye kadınların cemaatle namaz kılmak için Mescide gelip hazır
olmaları...
- Erkeklerin
saflarının arkasında birden çok safft tamamlayacak şekilde Mescid Cemaatine
gelip hazır olan sahabe kadınların sayılarının çok olması...
- Kadınların Mescide
gitmelerine sebep olan maksadlann müteaddid olması... Bu maksadlar arasında
sabah namazı, yatsı namazı, akşam ve Cuma namazı gibi cehri farzlar ile gece
namazı ve kusuf namazı gibi nafile namazların kılınması; itikafa girme, itikafa
giren kimseyi ziyaret etme, Veliyyülemirle (devlet Başkanı) birlikte umumi
toplantılara katılma, habeşli kölelerin oyunlarını seyretme, Mescidi
temizlememe ve Mümin kadınlarla vakit geçirme gibi şeyler vardır.
Biz bir bütün halinde
bu delillerin kadının namaz kılması için evinin daha faziletli olmasının, onun
cemaate gelmesinin kendisi için külfetli olması haline ve evinin bazı
menfaatlerini zayi etmek gibi, bu tekellüfün doğuracağı duruma; diğer bir
ifadeyle mescidde cemaatle namaz kılma vaktinde kadının ev işlerini görmesine
ihtiyaç duyulmaması haline tahsis edilmesini geçerli kılmaya yeterli olduğunu
sanıyoruz. Çünkü ekseri zamanlarda kadınların umumunun durmu bundan ibarettir.
Bu hususileştirme kadının evini ve çocuklarını idare etmesinin cihada çıkmasına
üstün tutulmasının hususiliğine benzemektedir. Kadının evini ve çocuklarını
gözetmesinin (idare etmesi nin) cihada çıkmasından daha faziletli olması, bu
idareye ihtiyacın var olması halindedir. Bu husus kadınların umumunun
hayatında galip olan bir haldir, ama böyle bir ihtiyaç mevcud olmazda kadın
boş kalır yahud evdeki sorumluluklarından muaf tutulursa o zaman şehadeti arzu
ederek ve Allah'ın mükafaatını umarak nafile olarak cihada çıkma hakkına
sahiptir. Aşağıda gelecek iki hadisden birincisi kadının evini idare etmesinin
faziletini ve bunun Allah yolundaki cihada denk olduğunu izah ederken ikincisi
kadının cihada çıkmasının ve şehadeti arzu etmesinin faziletini izah ediyor:
Birinci hadis:
Ebu Yala ve Bezzar'm
enes (r.a.)dan rivayetlerine göre Enes şöyle demiş: (Bir takım) kadınlar
Rasulullah'a gelerek:
- Ya Rasulullah!
Erkekler Allah yolunda cihad etmek suretiyle faziletleri alıp götürdüler. Bizim
için kendisiyle Allah yolunda cihad etme ümeline ulaşabileceğimiz bir amel yok
mudur? dediler. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):
"Sizden harhangi
birinin evindeki hizmeti, onu Allah yolunda cihad eden mücahid erkeklerin
ameline ulaştırır" buyurdular.[807]
İkinci hadis:
Buhari, bu hadisi
"erkeklerin ve kadınların mücahid olmak ve şehid olmak için dua
etmeleri" başlığı altında zikretmiştir.
Enes bin Malik
(r.a.).'dan rivayete göre şöyle demiştir.: Rasulullah (s.a.v.) Milhan kızı Ümmü
Haram'ın yanına görmüş derken Rasulullah (s.a.v.) uyumuş. Sonra gülerek
uyanmış. Ümmü Haram diyor ki, Ben:
- Seni güldüren nedir Ya Rasulallah! dedim.
Rasulullah:
- "Ümmetinden
birtakım insanlar, bana Allah yolunda cihad ederlerken arz olundular. Şu
denizin engin sırtında tahtlar üzerinde krallar olarak yahud tahtlar üzerinde
krallar gibi binip gidiyorlar..." buyurdular.
Ümmü Haram diyor ki
bunun üzerine:
- Ya Rasulullah! Allah'a dua edin de beni
onlardan eylesin, dedim. Rasulullah (s.a.v.)'de:
Onun için dua
eylemiş... Daha sonra Ümmü Haram bintü Milhan Muaviye bin Ebi Süfyan zamanında
gemiye binmiş ve denizden çıktığı anda hayvanından düşerek vefat etmiştir...[808]
Mutlak manada namaz
kılmaya yöneldiği zaman kadının yatak odasında kıldığı namazın daha faziletli
olduğu farzetsek bile; öyle sanıyoruz ki, müslüman bir kadın, kıraati uzun ve
tilaveti güzel bir imamın arkasında Kur'an dinlemeye yahud namazdan sonra ilim
dinlemeye yahud cuma hut-mesini dinlemeye veyahudda herhangi bir hayır hussunda
birbirleriyle yardımlaşmak için mümin kadınlarla buluşma gayesine yönelerek
evinden dışarı çıktığı zaman -ki hassaten çoğu zaman hamilelik, çocuk emzirme,
çocuk terbiye etme, ve ev işleri yapma gibi kendisini meşgul eden şeyler
sebebiyle müslüman kadın ekseri vakitlerde bu güzel gayelerden mahrum
edilmektedir- evet öyle sanıyoruz ki, kadın bu maksatlardan herhangi birisine
yönelerek evinden dışarı çıktığı zaman yönelmiş olduğu hayra ve elde etmek
istediği fazilete nail olmuştur. Rasulullah (s.a.v.) "Bir kimse Mecside
hangi şey (niyyet) için gelmişse artık, o şey onun nasibi olmuştur"
buyururken, doğru söylemiştir.[809]
İmam Malik (r.a.)'dan
nakledilen şu ifade de bu manaya işaret ediyor: "Erkeklerden başka cuma
namazına gelip hazır olan kimse, eğer ona fazilet elde etmek için gelmişse,
gusul yapması ve cuma namazının sair adabına uyması kendisi için meşru bir hak
olur."[810]
Rasulullah (s.av.)'in
"... farz olanı müstasna, insanın namazının en faziletlisi kendi evinde
kıldığı namazdır"[811]buyurmasına
rağmen, teravih namazında sahabe-i kiramın birkaç gece boyunca kendisinin
namazına uyarak namaz kılmalarına nasıl olup da müsaade ettiğini bir düşünelim!
Rasulullah (s.a.v.)'in sahabein teravih namazında kendisinin namazına
uymalarına müsaade etmesinin nedeni, ashabın hepsi Kur'an'ı ezbere biliyor
olmadığı için onların Kur'an dinlemelerine imkân sağlamak içindir. Eğer
Rasulullah (sav) teravih namazının onlara farz kılınmasından korkmamış olsaydı,
mutlaka onlara bu namazı bu namazı kıldırmaya devam edecekti. Tabii
Rasulullah'ın vefat etmesi ve bu korkunun ortadan kalkmasıyla beraber kadın
erkek bütün sahabe mescidde toplanarak gece (teravih) namazı, kılmaya
başladılar ve bu müslümanlann kendisiyle amel edegeldiği güzel bir sünnet
haline geldi. Kur'an'ı ezbere en iyi bilenleri olduğu için Peygamber'in küçük
bir çocuğun kavmine imam olmasını tasvip etmesi namazda Hafız bir imamdan
Kur'an dinlemenin faziletini teyid etmek içindir. Amr bin Seleme'nin babasından
rivayetine göre şöyle demiştir:
"Vallahi ben size
hak olarak gönderen bir Peygamber'in yanından geliyorum. O, bize:
"Kur'an'ı en çok
bileniniz size imamlık etsin!" buyurdu. Bunun üzerine cemaat baktılar
içlerinde benden çok Kur'an bilen hiçbir kimse yoktu. Çünkü ben (mahallemize
uğrayan) kervanlardan Kur'an öğreniyordum. Kur'anı çok bildiğim için de cemaat
beni önlerine geçirip imam yaptılar. Halbuki ben o sırada altı yahud yedi
yaşında bir çocuktum."[812]
Namazda Kur'an-ı Kerim
dinleme faziletini elde etmeye karşı duyulan şiddetli arzu öyle bir seviyeye
vardı ki İmam Ahmed ile bazı hanbeli fakihleri bu hususta fukahanın tamamına
muhalefet ettikleri (ilginç) bir içtihadda bulundular.
İbnü Teymeyye der ki:
"Teravih namazında Ümmi olan erkeklerin Kur'an'ı güzel okuyan kadına
iktida etmeleri İmam Ahmed'den nakledilen meşhur görüşüne göre caizdir."[813]
İbnü Kudame ise
el-Muğni adlı eserinde şöyle der:
Kadına gelince;
Cumhuru fukahanın kavline göre ne farz ne de nafile namazlarda hiçbir şekilde
erkeğin kadına iktida etmesi sahih (cait) değildir. Fakat hanbeli mezhebine
mensup meslektaşlarımızdan bazıları" Teravih namazında kadının erkeklerin
arka tarafında durarak onlara imam olması caizdir, demiştir..."[814]
Öyle sanıyoruz ki
teravih namazı hususunda bu fakihler tarafından yapılan açıklama, kadının
imameti hususunda ki ruhsatın ancak kadının Kur'an' erkeklerden daha ziyade
ezberlemiş olması halinde sahih olacağını ifade ediyor. Çünkü İslam şeriatının
teravih namazında kıyamın uzatılmasını teşvik ettiğini herkesçe malumdur...
Kadının yatak odasında
kıldığı namazın daha faziletli olduğu mevzu-sunda İbnü Teymiyye de düşünülmesi
gereken şu açıklamayı yapar:
"Biz bu konuda
gereği gibi düşündük ve neticede kadınların sehar vakitlerinde, karanlık
gecelerde, izdiham hallerinde, sıcağın şiddetli zamanı olan gündüzün
ortalarında, yağmurlu ve soğuk havalarda mescide ve namazgaha çıkmalarını
namaza ziyade edilmiş bir amel ve bir külfet olarak gördük. Çünkü eğer bu
ziyade amalen fazileti neshedilmiş olsaydı, bu husus zaruri olarak üçüncüleri
olmayan şu iki ihtimalin birisinden hali olmazdı: Ya kadının mescidde ve
namazgahda kıldığı namazı evinde kıldığı namazına eşit olur, bu sebeple de bu
ziyade amalin tamamı boş ve batıl bir iş aynı zamanda bir meşakkat ve bir
zahmet olur, bundan başkaı mümkün olmazdı... Ya da kadının mescidlerde ve
namazgahda kıldığı namazın fazileti, muhaliflerimizin söylediği gibi, evinde
kıldığı namazın faziletinden daha a-şağı olur ve böylece mezkur amelin tamamı
zaruri olarak fazileti yok edecek bir günah sayılırdı. Çünkü haram bir amel
olmadıkça, ziyade bir amel herhangi bir namazdaki fazileti bizatihi o namazdan
gideremez (o halde) bu amelin haramdan başkası olması mümkün değildir. Çünkü u
ziyade amel (namazda müstehab olan bir takım amelleri terk etme kabilinden
değildir ki, işlemiş olması halinde musallinin kazanacağı mükafaatm bir kısmını
silip yok etsin. Bu durumda musalli herhangi bir günah işlememiş ancak salih
amellerinden bir kısmını terketmiştir. Ama namazda kendisine meşakkat verecek
olan bir ameli işleyip de bu ameli işlemiş olması halinde kendisi için hasıl
olacak ecrin bir işlemiş olması halinde kendisi için hasıl olacak ecrin bir
kısmını telef eden ve amelinin bir kısmını boşa çıkaran kimseye gelince, o
kimsenin işlemiş olduğu bu amel hiç kuşkusuz haram bir ameldir.
Onun bundan başkası
olması mümkün değildir. Zira kıraatte asla bir günah ve bir ameli boşa çıkarma
söz konusu değildir. Bilakis onda ecir ve günahın her ikisi de beraberce
yoktur. Günaha girme ve ameli boşa çıkarma sadece haram hakkında mevzuu
bahistir. Yeryüzünde yaşayan müslümanla-rın hepsi, Rasulullah'ın (s.a.v.) vefat
edinceye kadan kadınları, kendisiyle beraber mescidinde namaz kılmaktan hiçbir
zaman menetmediğine, ondan sonra gelen raşit halifelerinde buna engel
olmadığına dair ittifak etmişlerdir. O halde (kadınların mescide ve namazgaha
çıkmalarından ibaret olan) bu ziyade amelin mensuh olmadığı tezi sahih
olmaktadır. Madem ki bu hususta hiçbir şüphe yoktur, o zaman bu sahih bir ameldir.
Eğer kadınların mescide çıkmaları sahih bir amel olmamış olsaydı, Rasulullah
(s.a.v.) bunu tasvip etmez ve kadınları faysadı olmayan, aksine zararlı olan
bir işle kendi kendilerini mükellef kılmalarına izin vermezdi.[815]
Yedinci delil:
"Kadınlara, geceleyin
mescide gitmelerine izin veriniz"[816]
şeklinde rivayet edilen hadistir.
Kadının sosyal hayata
katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasına karşı çıkan muarızlar: "İznin
geceye mahsus kılınması gecenin kadını daha fazla gizleyici olması; dolayısıyla
da erkeklerin onları göremeyecekleri içindir"
derler.
Buna birkaç yönden
şöyle cevap veririz:
a) Hafız
İbnü Hacer bu hadisi şerhederken şunları kaydeder; Peygamber (s.a.v.)
"Kadınlara geceleyin..." buyurmasında ashabı-ı kiramın, kadınları
gündüzleri mescide girmekten alıkoymadıklarına işaret
ve diğerlerine mevcuddur.
Çünkü gece şüphe muhallidir. İşte bunun içindir ki, Abdullah İbnü Ömer'in oğlu
(Bilal İbnü Abdullah) "Biz onlara (çıksınlarda) geceyi bir fitne ve fesat
vesilesi yapsınlar diye müsaade edemeyiz" demiştir...
Kırmam ise şöyle
demiştir:
"Eğer (kadınların
mescide çıkmalarına müsaade edilmesini) gece ile kayıtlamanın mefhumu, gündüzün
çıkmalarına manidir. Cuma namazı da gündüze mahsusbir namazdır... denilecek
olursa buna şu şekilde cevap verilir:
"Bu hüküm hadisin
mefhumu muvakatından elde edilmiş bir hükümdür. Zira gecenin şüphe vasata
obuasına rağmen, kadınların mescide geceleyin çıkmalarına müsaade edilince,
gündüzün çıkmalarına müsaade edilmesi evveliyyet yoluyla caiz olur. Fakat bazı
hanefiler bu hükmü tersine çevirerek haberin zahirine göre hareket edip şöyle
demişlerdir:
"Kadınların
mescide çıkmalarına müsaade edilmesinin gece ile kayıt-landırılması, fasıkların
fasıklıklarıyla geceleri meşgul olmaları sebebiyledir. Gündüz ise bunun
hilafınadır. Çünkü fasıklar etrafa geceleri dağılırlar. Her ne kadar bu durum
gündüz içinde mümkün görülüyorsa da gecedeki vasat daha şiddetlidir. Fakat
onların hepsinin geceleyin kendisiyle meşgul olacağı herhangi birşey
bulabileceği de söz konusu değildir. Gündüze gelince, hakim olan durum şu ki;
gündüzler genellikle fasıkların foyalarını meydana çıkararak onları ifşa eder
ve insanlar etrafa daha ziyade dağılacağı ve o civarda herhangi bir kirnsenin
kendisine helal olmayan bir kadına sataştığını gördüğünde ona karşı çıkacağı
için gündüzler açıktan açığa kadınlara sataşmaktan onları alıkoyar."[817]
b) Kıraatin
açıktan okunması sebebiyle kadınların (sabah, akşam ve yatsı namazı gibi)
namazlara çıkmak dolayısıyla Rasulullah (s.a.v.)'den Kur'an dinlemek için sık
sık Peygamber (s.a.v.)'den izin istedikleri bilinen birşeydir. Aşağı gelecek
olan nasslar bu hususu te'yid etmektedir:
Aişe (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir:
"... Mü'min
kadınlar Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte sabah namazına gelirlerdi..."[818]
Kadının sosyal hayan üzerine
tartışmalar Ümmü'1-Fadl (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
"Bu sûre
-ve'I-Mürselati 'urfa- Rasulullah (s.a.v.)'in akşam namazında okuduğunu en son
işittiğim suredir."[819]
Yine Ümmü'l-Mü'minin
Aişe (r.a.)'dan rivayete göre o şöyle demiştir: "Bir gece Rasulullah
(s.a.v.) yatsı namazını karanlık basıncaya kadar geciktirdi. Nihayet Ömer İbn
Hattab: Kadınlar ve çocuklar uyudular dedi.[820]İbnü
Ömer 'ra)fdan rivayete göre şöyle demiş:
"Ömer'in bir
zevcesi vardı ki, sabah ve yatsı namazlarını hergiin mescidde cemaatle
kılardı..."[821]
Sekizinci delil:
"Erkeklerin
saflarının en hayirlısıdir ilk saftır. En hayırsız olanı da son saftır. Kadın
saflarının en hayırlısı ise son saf en hayırsızı ise ilk safdır" şeklinde
rivayet olunan Ebu Hureyre hadisidir.[822]
Kadının sosyal hayata
katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasma karşı çıkan muarızlar, kadınları erkek
saflarından uzaklaşmaya teşvik ettiği için bu hadisde kendilerinin görüşlerini
destekleyen bir delil bulunduğu görüşünü kabul ederek: "Mescidin
dinimizde kendisine mahsus belli bir yeri, bir heybeti olduğu ve orada hem
erkeklerin hem de kadınların kalbleri ibadetle meşgul olduğu halde bu durum
Mescid içerisinde böyle olunca, kadınların mescid dışındaki hayat sahalarında
erkeklerin bulunduğu mekanlardan uzaklaştırılmasının gerektiği evveliyyet
kabilindendir" derler. Buna birkaç yönden şöyle cevap veririz:
a) Bu hadis
cemaat namazına mahsus hususi bir edeb kaidesi beyan etmektedir. Namaz için
toplanıp cemaat olmanın, kendisiyle sair toplanmalardan ayrılacağı zatına mahsusbir
takım özellikleri vardır. Binaenaleyh bu hadisde iki toplantı arasında bir
yakınlık ve benzerliği gerektirici herhangi bir müşterek söz mevcud değildir.
b) Sırf
Allah'a ibadet etmek için ayrılan Öyle birtakım anlar var ki, o anlar için
insan kalbinin her türlü meşguliyyetten sıyrılması gerekir. İsterse bu
meşguliyyet nefsin meyletmiş olduğu bazı arzular ve her ne kadar gelip geçici
olsa dahi, insanın aklından geçen her türlü hatıradan dolayı nefisle mücahede
etme (şeklinde) olsun... İşte kadınların erkeklerden uzaklaşması kalbin ibadet
etmek ve Allah'ı zikretmek için tasfiye edilip arındırılmasına yardım edici
unsurlardandır. Bu konu hakkında İmam Serahsi şöyle der:
"Bunun böyle
olması, namaz halinin Allah'a yakarma ve müraacat etme hali olması sebebiyledir.
Binaenaleyh namaz kılma halinde musallinin kalbinde şehvetle alakalı
hususlardan hiçbir şeyin geçmesi caiz değildir. Namazda kadının erkeklerle aynı
hizada bulunması insanların adetine, göre bu şehvet duygusundan hali olamaz.[823]
c)
Kadınların erkeklerden bu derece uzaklaşmalarının cemaat namazına mahsus
hususiyetlerden olduğunu ve onunla sıkı irtibatını teyid eden hususlardan
birisi de kadının babası ile yahud kardeşi ile veyahudda mahrem (yani nikâh
geçmez hasımlarından herhangi birisiyle birlikte cemaat olarak namaz kıldıkları
zaman kadının erkek saflarının gerisinde müstakil (ayrı) bir safta namaza
durmasıdır.
Dokuzuncu delil:
"Teşbih
erkeklere, tasfit de kadınlara mahsusdur" şeklinde rivayet edilen Ebu
Hureyre hadisidir.[824]
Kadının sosyal hayata
katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasına karşı çıkan muarızlar bu hadisi
kadının erkeklerin işiteceği şekilde sesini yükseltmesinin haram veya mekruh
olduğuna delil getirirler.
Buna birkaç yönden
şöyle cevap veririz:
a) Bu hadis
namaz adabından, diğer bir edep kaidesini beyan etmektedir. Bu kaide ise
yalnız başına namaza mahsustur. Çünkü namaz için kalbin her türlü meşguliyyet
ve her türlü düşünceden salim olması gerekir. İmam Serahsinin şu sözünü daha
önce zikretmiştik: "Namaz hali Allah'a yakarma ve müraccat etme halidir.
Binaenaleyh musallinin kalbinden şehvetle alakalı hususlardan hiçbirşeyin
geçmesi caiz değildir."[825]
Hafız İbnü Hacer şöyle
der: "Bana Öyle geliyor ki, kadının (namazda herhangi bir hal arız
olduğunda) teşbih yapmaktan menedilmesi, kadın sebebiyle fitneye düşülmesinden
korkulduğu için mutlak olarak namazda sesini kısmakla memur olduğu içindir.[826]
Şerefli kitabımız Kur'an-ı Kerim bize, kadınlarla erkekler arasındaki konuşma
adabını şöyle talim etmektedir: "Sözü yumuşak (ve tatlı bir eda ile) söylemeyin
ki, kalbinde hastalık bulunan kimse temah etmesin; güzel (şüpheden uzak bir
biçimde) söz söyleyin." Demekki erkeklerle kadınlar arasındaki konuşma
adabı sözdeki ciddiyet ve ağır başlılıktan ibarettir. Yoksa erkeklerin
duyamayacağı kadar sesin gizlenmesi değildir. Bu durumda fitneden emin
olunması için kadının her iki konuşmasının şariin meşru kabul ettiği iki ayrı
derecesi vardır: Bunlardan birinci derece umumi ahvale mahsus olan bir
derecedir ki, bu, âyette zikredilen derecedir; "sözü (tatlı bir eda ile)
yumuşak söylememe" diğeri ise hassaten cemaat namazına mahsus olan bir
derece olup bu da hadisi şerifte belirtilen derecedir; kadının konuşma adabına
ait olan bu umumi adab ile diğer hususi olanı birbirinden ayırmak gerekir.
b)
Rasulullah (s.a.v.)'in sünneti, hayatın bütün meseleleri hususunda kadınların
maruf veçhile erkeklerle nasıl konuştuklarını bizlere talim buyurmaktadır. (Bu
konuda, bu kitabın dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci
bölümlerine bakınız).
Onuncu delil:
"Eğer Rasulullah
kadınların çıkardıkları modalara yetişseydi onları, îsrail oğullarının
kadınlarının menedildikleri gibi mutlaka menederdi (Müslim'in rivayetine göre:
Onları mescide gitmekten mutlaka menederdi) şeklinde (rivayet edilen) Hz.
Aişe'nin sözüdür.[827]
Kadının sosyal hayata
katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasına karşı çıkan muarızlar kadınların
mescide gitmekten menedilmeleri hususunda bu haberi delil göstermektedirler.
Buna birkaç yönden
şöyle cevap veririz:
a) Şüphesiz
Aişe (r.a.) bir kısım kadınların koku sürünmek ve süslenmek (suretiyle mescide
çıkmak) gibi hoşuna gitmeyen bazı hareketlerini görmüş dolayısıyla da bu sözünü
söylemiştir. Yani Hz. Aişe'nin bu sözü kınama sadedinde söylenmiş bir söz olup
Peygamberin "Kadınları, mescidlerdeki nasiplerinden alıkoymayınız"
hadisini neshe benzeyecek bir makamda söylenmiş değildir.[828]
Şüphesiz söyleyen
imsenin ilimde, dinde ve Peygamber'le sohbet (arkadaşlık) de ki mevkii ne kadar
yüksek olursa olsun, insanlardan hiçbirisinin sözünün, şari'nin vazetmiş
olduğu ahkamı neshetmeyeceği hükmü, dinimizin usulleri meyanındadır.
Nüdevvene-i Küvra'da şöyle gelmektedir:[829]
"İmam Malik
kadınların mescide çıkmalını kerih görüyor muydu?" diye sordum.
"Kadınların
mescide gitmeleri mi? İmam Malik, kadınlar mescide gitmekten alıkonulmaz"
derdi, cevabını verdi.
İmam Malik ki, o,
zaman bakımından Hz. Aişe'nin bu sözünü söyleme-senden yaklaşık bir asırlık bir
zamandan sonra hicretyurdu (Medine)nun imamı idi. Malum olduğu üzere
Malik'inMezhebiin dayandığı delillerden biri de Medine ehlinin
amel(uyaşantıs)idir.
b) Hz. Aişe
hadisiin te'vili hususunda ulemanın güzel açıklamaları vardır. Ki biz bu
açıklamaları aşağıda serdediyoruz:
İbnü Hazım der ki:
"Şüphesiz Rasulullah (s.a.v.) kadınların sonradan çıkarmış olduğu modalara
yetişmedi bunun içinde onları manetmedi, madem ki Rasulullah (s.a.v.) onları
menetmemiştir. O halde onların (mescide gitmekten) menedilmeleri bid'at ve
hatadır... Çünkü çıkarılan bu modalar kuşkusuz diğer bazılarının aksine sadece
bazı kadınların çıkardığı şeylerdir. Modayı ihdaseden kadınlar yüzünden hiçbir
şey ihdas etmeyen kadınlardan hayrın menedilmesi muhaldir."[830]
İbnü Kudame de şöyle
der: Rasulullah'ın sünneti tabi olunmaya başkalannınkinden daha layıktır. Hz.
Aişe'nin sözü sair kadınların hilafına modayı ihdas edenlere mahsustur.
Bunların mescide çıkmalarını mekruh olacağı hususunda ise hiçbir şüphe
yoktur."[831]
Hafız İbn Hacer ise
şöyle der: Bazı kimseler kadınların mutlak olarak mescide gitmekten
menedilmeleri hususunda Hz. Aişe'nin sözüne sarılmaktadır,.. Bu konuda biraz
düşünmek gerekir. Zira bu söz üzerine hüküm değişikliği terettüp etmez. Çünkü
Hz. Aişe aklından geçen bir zan üzerine, sözünü henüz mevcud olmayan bir şarta
bağlayarak "Eğer Rasulullah (s.a.v.), ... görseydi mutlaka menederdi"
demiştir. Binaenaleyh onun bu sözüne karşı "Rasulullah (s.a.v.) ne gördü
ne de menetti denilir. Şu halde kadınların mescide gçkmılannm mubah olduğu
hükmü devam etmektedir. Hatta her ne kadar Hz. Aişe'nin bu sözü onun,
kadınların mescide gitmekten menedilmelerini uygun gördüğü hissini veriyor ise
de, o açık bir şekilde kadınların mescide gitmekten menedilmeleri
söylememiştir, Aynı şekilde Allah Teala muhakkak ki kadınların ileride ne
modalar ihdas edeceklerini biliyordu. Fakat (buna rağmen) Nebisine onların
menedilmeleri hususunda (harhangi bir) vahiy indirmemiştir. Eğer kadınların
çıkarmış olduğu mado-lar onların mescidlere gitmekten menolunmalarım
gerektiriyor olsaydı çarşı ve sokaklara gitmek gibi daha başka şeylerden
menedilmeleri elbette daha evla olurdu. Aynı şekilde bu modalar kadınların
tamamından değil sadece bir kısmından sadır olmuştur. Dolayısıyla menetme hükmü
teayyün etse bile bunun sadece modayı ihdas edenlere ait olması gerekir. Ve
fesada yol açmasından korkulan şeyin nazarı dikkate alınması ve buna Rasulullah
(s.a.v.)de işaret ettiği için koku sürünmek ve süslenmekten menedilmek
suretiyle fesada götüren şeylerden uzaklaştırılmaları en evla olanıdır..."[832]Abdulhamid
bin Badis ise şöyle der: kadınların çıkardıkları nodalar koku sürünmek ve
süslenmekten ibaret olup Rasulullah (s.a.v.) kadınların mescidlerden
menedilmelerini nehyederken kadınları da dışarı çıkmak istedikleri sırada koku
sürünmek süslenmekten nehyetmiş. olduğundan Hz. Aişe'nin bu sözü yukarıd ageçen
"Kadınlarınızı mescidlerden menetmeyin" hadisine ters düşmüyor.
Binaenaleyh eğer Rasulullah (s.a.v.) kadınların çıkardıkları modaları
Bid'atleri) görseydi dışarı çıkmaları için vaz edilen şartı ihlal ettikleri
için bu şartı yerine getirmeye devam edinceye kadan onları mescide çıkmaktan
menederdi. Ama kadınların mescide çıkmaktan mene-dilmemeleri hususunda ki ilk
yasağını iptal edecek şekilde kati olarak onları menetmezdi.[833]
c) Şayet Hz.
Aişe, açılıp saçılarak kırıta kın ta her türlü eğlence yerlerine gitmek, yatak
odalarında yanlarına kadar girerek akıllarına ve kalblerine hükmeden iletişim
araçları vasıtasıyla yapılan iğrenç bir savaşa tutulmak ve gitmedikleri biricik
yerin mescid olması gibi zamanımız kadınlarının yapmış oldukları şeyleri
görseydi acaba söylemiş olduğu bu sözümü söylerdi? yoksa "Eğer Rasulullah
kadınların yapmış olduğu işleri görseydi mutlaka onlara mescide gitmelerini
farz kılar mıydı?" derdi. Kaldı ki, bu söz tıpkı diğerinin kınama babından
olması gibi -kadınların bazı vakitlerde içine düştükleri fitne- iklimlerinden
uzaklaşmaları, ciddiyete alışmaları, kalblerini Allah'ın zikrine tâbi
kılmaları, dinde anlayış sahibi (fakihe) olmaları ve tahrik edici unsurların
aksine iffetlerini elde etmeleri için teşvik kabilindendir.
Hülasa bize gereken
sadece zararlı ve ifsad edici olan şeylerin yasaklan-masıdır. Bu da
(nefislerimiz için değil) Allah'ın şeriatının yegane hakim olması için
yasaklanmalıdır.
Onbirinci delil
"Ya Rasulullah
kadınlar üzerine cihad var mıdır? dedim Rasulullah:
"Evet, onlar
üzerine kendisinde kıtal bulunmayan bir cihad vardır. (O da) hacc ve
umredir" buyurdular. Şeklinde rivayet edilen Hz. Aişe hadisidir.[834]
Kadının sosyal hayata
katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasına karşı çıkan (muarız)lar bu hadislerin
şeriatın, kadınları erkeklerle karşılaşmaktan menetme cihetine yöneldiğine ve
çok büyük faziletine rağmen cihadın kadınlardan kaldırıldığına ve bunun böyle
olmasının ise sadece cihadda kadınlardan istenen gizlenme ve erkeklerden
uzaklaşma gibi hususlara aykırılık olmasından kaynaklandığına delil getirirler,
ve derler ki: Şüphesiz Rasulullah yapmış olduğu ilk savaşlarda bazı sahabi
kadınların cihada çıkmaları sadece zarurete yani erkeklerin sayılarının az
olmasına binaen idi."
Buna birkaç yönden
şöyle cevap veririz:
a) Bizzat bu
hadis kadınlar üzerine cihadın farz kilınmayışının sebebine işaret etmektedir.
Bu sebep ise kadının ince ve nazik tabiatına muhalif olan kıtaldir. Bunun için
Peygamber (s.a.v.) içerisinde erkeklerle "karışma" bulunmayan bir
cihad buyurmayıp "içerisinde kıtal bulunmayan bir cihad"
buyurmuştur. Sonra
hacc ve umre kadın için muarızların arzu ettikleri uzlet imkanını temin
etmezler. Çünkü hacc ve umrede, menasikin eda edilmesi esnasında kadınlar
erkeklerle yine karşılaşırlar hatta çoğu zaman öyle şiddetli izdaham (yığılma)
meydana gelir ki, bunun benzeri hayat sahalarının başka hiçbirinde meydana
gelmez.
b) Yaşlı
insanlardan veya yeterince (güzelce) savaşmasını bilemeyen gençlerden (ibaret)
bir gurubun onarın yerini doldurması mümkün iken Peygamber'in savaşlarında bir
kaç kadının savaşa çıkmasında hangi zaruretten söz edilebilir? Hadi erkekler
sayıca az olduğu için Rasulullah'in yaptığı ilk gazvelerde kadınların savaşa
katılmaları hususunda bir zaruret olduğunu farsetsek bile, Hayber ve Huneyn
gibi daha sonraki savaşlarda erkekler çoğaldığı halde (kadınların savaşa
çıkmaları için) hangi zaruret vardı? Muhakkak ki Buhari ile Müslim Ümmü Süleym
(r.a.)'ın Hayber savaşına katıldığını ifade eden hadisi birlikte
serdetmişlerdir.[835]
Müslim (ayrıca) Ümmü Süleym'in Huneyn gazvesine de iştirak ettiği rivayet eder.[836]
Yine İbnü Sa'da Takakatü'l-Kübra'sında Hayber fethine katılan onbeş kadından
bahsetmekte ve Ümmü Selit'in Bedir gazvesinde hazır bulunduğunu zikretmektedir[837]
Daha sonra fetihler çoğalıp insanlar bölük bölük Allah'ın dinine girdiği halde
denizde savaşan mücahidlerle beraber şehid olması için Peygamber'in kendisi
namına dua buyurmasına binaen Muaviye b. Ebi Süfyan zamanında Ümmü
Haram(r.a.)nın deniz savaşına katılmasına acaba ne gibi bir zaruret vardı?[838]
c) Şüphesiz
kadınların cihada katılmaları hususunda zikredilen nass-larda tekrar tekrar
(idi) ve (idik) lafızları geçmektedir. Bu ifade tarzında kadınların bu şekilde
cihada katılmalarının Umumi ve süreklilik vasfına sahip olduğuna ve Nebi
(s.a.v.)'in zamanının sonlarında neshedilmediğine kuvvetli bir işaret vardır.
Nitekim Enes (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
"Rasulullah
(s.a.v.) Ümmü Süleym ve Ensardan birtakım kadınlarla birlikte gazaya
giderdi."[839]
-Er-Rubeyyi bintü
Muavviz (r.a.)dan rivayet olunduğuna göre demiş ki:
"Biz peygamber
(s.a.v.) ile birlikte gazaya giderdik de mücahidlere su verir ve onlara hizmet
ederdik."[840]
d) İbnü
Abbas, Necdetü'l-Hanefîye "... Sen bana mektup yazıp Rasulullah (s.a.v.)
kadınlarla birlikte gaza eder miydi? diye soruyorsun. (Evet Peygamber) onlarla
birlikte gaza ediyordu. Kadınlar yaralıları tedavi ediyor ve kendilerine
ganimetten birşeyler veriliyordu. Hisseye gelince: Onlara hisse
verilmiyordu."[841]
diye cevap yazdığı gün
Peygamber zamanında kadınları cihada çıkmaya mecbur eden zaruret halinden
gafil mi idi? Eğer kadınlarla birlikte gazaya gidilmesi zarurete binaen
olsaydı, İbn Abbas, Mecdetü'l-Hanifiyye cevabî mektubunda bu hususu mutlaka
beyan eder ve o gün İbn Abbas'ın bu beyanı meseleyi aydınlatmış olur nihayet
Necdetü'I-Hanefi de Peygamber'in kadınlarla birlikte gaza edişinin O'nun
sünnetlerinden bir sünnet olmadığını anlamış olurdu.
e) İbn Batta ve îbn Hacer gibi sarihlerin her
birisi Sahih-i Buhari şerhlerinde "cihadın, erkekler üzerine farz olduğu
şekilde kadınlar üzerine de farz olmadığını ancak bunun onlar üzerine haram
kılınmış olması anlamına gelmeyeceğini, aksine kadınların da nafile olarak
cihada katılma hakkını haiz olduklarını ifade etmektedirler."[842]
Onikinci delil:
"Kadın avrettir.
Binaenaleyh dışarıya çıktımı peşine şeytan takılır" şeklindeki hadistir.[843]
Buna birkaç yönden
şöyle cevap veririz:
a) Şayet
onlar: "Hiçbir zaruret yokken kadının dışarı çıkması haram yahud mekruhtur
derlerse; biz de şöyle deriz:
Rasulullah'ın mescidde
namaz kılmalarının zaruret veya ihtiyaç olmadığını bildiği halde kadınlarını
mescidde namaz kılmak için dışarı çıkarması nasıl olur da haram veya mekruh
olur? Şayet onlar: "Herhangi bir zaruret yokken kadınların evden dışarı
çıkmaları efdal olanın hılafınadır" derlerse biz de şöyle deriz:
"Allah Rasulü Ümmü Haram namına, Allah yolunda cihad eden deniz
gazileriyle beraber olması için Allah'a dua edip duruyorken kadınların (evden)
dışarıya çıkmaları nasıl olurda efdal olanın hilafına olur."[844]
Halbuki Ümmü Haram'ın cihada çıkması zaruret veya hacetler kabilinden olmayıp
sadece Allah'a yaklaşmak için yapılan nafile ibadetler kabilindendir.
b) İster
zaruri ister haci ve isterse tahsini bir işten dolayı olsun kadının evinden
dışarı çıkmasının ne haram ne mekruh ve ne de efdal olanın aksine bir şey
olmadığı sabit olduğuna göre, o zaman hadisin işaret ettiği mana nedir? Doğrusu
hadis, kadının avret oluşu ile şeytanın peşine takılması arasında bağ
kurmaktadır. Bu durumda hadisin delalet (işaret) ettiği mana, kadını avret
mahallerini örtmede kusur etmekten sakındırın aktan ibarettir (taki) böylece kadın
şariin helal kıldığı şeyler hariç, zinetini izhar etmesin, güzel koku
sürünmesin, yürüyüşünde kırıtıp sırıtmasın ve tatlı bir eda ile yumuşak söz
söylemesin. Ayrıca avret olanı koruyup iffetini muhafaza edecek ve kadın
vasıtasıyla fitneye düşme telikesini bertaraf edecek karşılaşma adabına riayet
edilmesi hususunda tefrite düşmekten kadını ve onun etrafında (dolaşmakta) olan
erkekleri sakındırmaktan ibarettir. Bunun böyle yapılmasının lüzumu şeytanın
kovulup uzaklaştırılması ve hüsrana uğrayarak dönüp kaçması içindir.
c) Şüphesiz
Rasulullah yine başka bir hadiste kadının dışarıya çıkışıyla şeytan arasında
bağ kurarak şöyle buyurur:
"Doğrusu kadın
şeytan suretinde gelir, şeytan suretinde geri dönüp gider..."[845]
Tabii bu hadis kadının gelişiyle dönüp gidişine refakat eden fitneden
kinayedir. Bu fitnenin ilacını aynı hadisde Rasulullah şu şekilde gösteriyor:
"... Binaenaleyh
sizden herhangi biriniz bir kadın gördüğü zaman hemen ehline gelsin. Çünkü bu
onun nefsinde olan fitneyi giderir. Demek oluyor ki, bu fitnenin tedavisi
nefisle mücahede etmek, gözü harama bakmaktan sakındırmak ve sonunda ihtiyacını
gidermek ve şeytanın vesveselerine son vermek için erkeğin ehline gelmesiyle
mümkündür. Yoksa kadının evinde münzevi bir hayat sürmesi ve evden dışarı
çıkmasının yasaklanmasıyla değildir...
Bunun böyle olduğunu
kadının, peygamber zamanında sosyal hayata katılması konusunda naklettiğimiz
yüzlerce delil teyid etmektedir.
d) Bizleri mal ve evlad fitnesinden sakındırmak
üzere daha başka birtakım hadisler varid olduğu gibi, bu hadis de bizi
kadınların fitnesinden sakınmaya yöneltmektedir. Buradaki fitne, Allah Tealanın
kullarını denemek için kendisiyle onları imtihan eylediği umumi bir fitnedir.
Şu halde inanan bir erkekle inanan bir kadına düşen ciddiyet ve vakar içerisinde
hayata sarılmalarıdır. Bu veçhile onların evladları ve malları olsun ve
aralarında ciddi bir hayatın gerektirdiği hayırlı bir karşılaşma meydana
gelsin... Yine onlara düşen Allah'ın kendilerine takdir etmiş olduğu imtahanda
başarılı olmaları için bu fitneden sakınmalarıdır.
e) Ayrıca bu
hadisin, içerisinde bir kısım ziyadeler bulunan başka bir rivayet şekli daha
bulunmaktadır. O da şudur: Şüphesiz ki kadın, Allah'a hiçbir zaman evinin
köşesinde oturduğu zaman ki halinden daha yakın olamaz."[846] Bu ifade
de, dışarı çıkması için hayırlı bir sebep olmadığı müddetçe kadını evinde
oturmaya teşvik söz konusudur. Eğer dışan çıkması için hayırlı bir sebep
mevcutsa o zaman kadın kasdetmiş olduğu hayırla beraberdir.
Onüçüncü delil:
- Rasulullah kızı
Fatıma'ya:
"Kadın için hangi
şey daha hayırlıdır?" diye sordu.
Fatıma (a.s.):
"Kadının herhangi
bir erkeği, herhangi bir erkeğin de kadını görmeme-sidir." cevabını verdi.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) kızı fatımayı bağrına basarak:.
"Bu
peygamberlerin hepsi de birbirlerinden türeyen bir nesildir" ayetini okudu
şeklinde nakledilen hadisdir.[847]
Kadının sosyal hayata
katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasına karşı çıkan bazı muarızlar kadının en
hayırlı halinin evinin köşesinde oturup iki defadan başka evinden çıkmaması
olduğuna dair bu hadisi delil getirirler. Bunlardan Birincisi: Babasının
evinden çıkıp kocasının evine gitmesi ikincisi ise kocasının evinden çıkıp
kabre gitmesidir.
Buna birkaç yönden
şöyle cevap veririz:
a) Bu hadis, sened yönünden zayıf bir hadisdir.
Bu sebeple onunla ihticac edilmesi caiz değildir. Hafız Abdurrahim el-Iraki,
İhya-u Ulumuddin adlı eserin hadislerini tahriç ederken, bu hadisten bahisle
şöyle demektedir: Bu hadisi, el-Bezzar ve de Darakutni el-Efrad adlı eserinde
zayıf bir senedle Hz. Ali'den rivayet etmişlerdir.[848]
Ayrıca bu hadisin Mecmau'z-Zevaid'de yeralan diğer bir rivayet şekli daha
bulunmaktadır. Hafız el-Heysemi bu hadisden bahsederek şöyle der: Bu hadisi
Bezzar rivayet etmiştir. Ama onun senedinden benim tanımadığım bir ravi bulunmaktadır.763
b) Bu hadis,
Buhari ve Müslim'in sahihlerinden naklen serdetmiş olduğumuz onlarca sahih
hadise ters düşmektedir. Halbuki bu sahih hadislerin hepsi de müslüman
kadınların Rasulullah zamanında erkeklerle nasıl karşılaştıklarını bu
münasebetle kadınların erkekleri erkeklerin de onları nasıl gördüklerini beyan
etmektedirler. O halde kadınların hangisi bu zayıf hadisin iddia etmiş olduğu
"kadın için en hayırlı olan" ameli işleme hususunda yüce sahabiye
kadınlardan daha ileri olabilir? Aşağıda zikredeceğimiz isimlerin bu sahabi
kadınlar arasında olması bizim için kafidir.[849]
- Peygamber
(s.a.v.)'in amcası Hz. Abbas (r.a.)'ın hanımı Ümmü'1-Fadl bintü'l-Haris. Ümmül
Fadl kocası Abbas (r.a.) dan yaklaşık on yıl kadar önce müslüman olmuş ve
Mekke'nin fethinden sonra kocasıyla birlikte hicret edinceye kadar
mustazaflarla beraber Mekke'de kalmıştır.
- Rasulullah
(s.a.v.)'in cennetle müjdelediği Ümmü Süleym (r.a.)
- Rasulü ekrem (s.a.v.)'in Allah yolunda
şehadete nail olması için kendisi namına Allah'a dua buyurduğu Ümmü Haram
(r.a.).
Cennetle müjdelenen üç
sahabinin hanımı olma şerefine nail olan Esma bintü Umeys (r.a.). (Esma'nın
cennetle müjdelenen eşleri sırasıyla Cafer b. Ebi Talib, Ebu Bekr es-Sıddık ve
Ali bin Ebi Talib radıyallahu anhümdür.)
- Ebu Bekr (r.a.)'ın
kerimesi ve Allah Rasulünün havarisi (seçkin ve halis dostu) ve cennetle
müjdelenenlerden birisi olan Zübeyr İbnü'l-Avvam (r.a.)'ın zevcesi Esma (r.a.).
- Ve Rasulullah (sav)'in cennetle müjdelediği
kadınlardan biri olan Suayretu'l-Esediyye (r.a.).
c) Hz.
Fatıma (a.s.)'ın bir çok defalar evinden dışarı çıktığına işaret eden birçok
sahih hadis varid olmuştur. Şayet :"O, tesettüre bürünmüş bir durumda
olduğu için erkekler kendisini görmüyordu" denilecek olursa biz de buna
cevaben "erkekler onu görmese de Fatıma'nın kendisi erkekleri
görüyordu" deriz. Kaldı ki bir kısım naslarda kadın ve erkeklerden her iki
tarafın birbirleriyle karşılaştıklarını ve birbirlerini gördüğünü ifade eden
deliller vardır. O halde bu naslar o zayıf hadisin muhtevasıyla nasıl telif
edilecektir?
"Artık sana bu
ilim geldikten sonra kim seninle onun hakkında tartışmaya kalkarsa, de ki:
Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımız! ve kadınlarınızı, kendimizi
ve kendinizi çağıralım; sonra gönülden dua ve niyat edelim de Allah'ın lanetini
yalancıların üzerine okuyalım" (Âl-i İmran, 61).
İbnü Kesir tefsirinde
(şu ifâdeler) serdedilmektedir:
"... De ki:
Geliniz oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı,
kendimizi ve kendinizi çağıralım..." Karşılıklı olarak lanetleşme halinde
onları da yanımızda hazır bulunduralım.. Nihayet Rasulullah (s.a.v.) ertesi
günü sabah olunca onlara haber verdikten sonra karşılıklı olarak lanet-leşmek
için torunları Hasan ile Hüseyn'i renkli kadifeden yapılmış abasının içerisine
almış olarak kızı Fatıma arkasında yürüdüğü halde (lanetleşme meydanına)
geldi.Halbuki o gün Rasulullah (s.a.v.)'in birkaç tane hanımı vardı..."
Aişe (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir:
"... Nihayet
Fatıma yürüyerek bize doğru yönelip geldi. Fatıma'nın yürüyüşü Rasulullah'ın
yürüyüşünden hiç ayrılmıyordu. Rasulullah Fatıma'nın gelişini görünce (ona hoş
beşde bulunarak):
- Merhaba kızım! dedi.
Sonra onu sağ tarafına oturttu..."[850]
Yine Aişe'den (r.a.) rivayet edildiğine göre demiştir ki:
"Peygamber (s.a.v.)
üzerinde siyah yünden yapılmış nakışlı bir elbise olduğu halde sabahleyin
(evinden) çıktı. Derken Hasan İbnü Ali geldi. Onu elbisenin içerisine aldı.
Sonra Hüseyin geldi. O da beraberinde girdi. Sonra Fatıma geldi, onu da içeri
aldı. Sonra Ali geldi. Onu da içeri aldı. Sonra:
"Ey Ehl-i Beyt!
Allah (azze ve celle) ancak ve ancak sizden ricsi gidermek ve sizi tertemiz
paklamak istiyor." ayetini okudu.[851]
Vasile bin el-Eska'dan
rivayete göre şunları söylemiş:
"Ben Ali'yi
aramaya gelmiştim. Onu (evinde) bulamadım. Bunun üzerine Fatıma:
"Rasulullah
(s.a.v.)'i çağırmak üzere ona gitti. Binaenaleyh sen oturuver (de bekle) dedi.
Nihayet Ali b. Ebi Talib (r.a.) Resulullah (s.a.v) ile beraber gelip (eve)
girdi. Onlarla bereber ben de girdim.Resulullah (s.a.v) o sırada Hasan ile
Hüseyn'i yanma çağırıp bunlardan herbirini bir bacağının üzerine oturttu.
Fatıma ile kocasını odasından dışarı gönderdikten sonra onların üzrine
elbisesini sardı... ve sonra :
"Ey ehl-i Beyt!
Allah ancak sizden ricsi[852]
gidermek ve sizi tertemiz paklamak istiyor..." âyetini okudu.[853]
Aişe (r.a)'dan
rivayete göre şunları haber vermiştir.
Peygamber (s,a,v)'in
zevceleri, Fatıma bintü Resulullah'ı Resulullah'a gönderdiler. O da yanına
girmek için Peygamberden izin istedi. Kendisi benimle beraber örtümün altında
uzanmış olduğu halde ona izin verdi..."[854]
el-Misver İbnü Mahreme
(r.a)'dan rivayete göre şöyle demiştir :
"Ali bin Ebi
Talip (r.a) Ebu Cehl'in kızını istemişti. Fatıma bunu işitince Peygamber'e
gelerek ona şunu söylemiş:
"-Kavmin senin
kızların namına kızmadığını söylüyorlar..."[855]
Aynı şekilde Hakimzin
Abdullah İbnü Amr İbnü'l-As'dan rivayetine göre Peygamber (s.a.v.):
- Fatıma (a.s.)'ı
dışardan gelirken gördü de ona: "Sen nereden geliyorsun? diye sordu.
Fatıma:
Şu cenaze sahihlerine
cenazaleri hususunda Allah'tan rahmet dileyerek taziyetde bulundum"
cevabını verdi.[856]
- Enes (r.a.)dan
rivayete göre şöyle demiştir:
Peygamber (s.a.v.)
defnedildikten sonra Fatıma Aleyha's-Selam E-nes'e:
- Ey Enes! Derin bir
bağlılıkla sevdiğiniz Rasulullah'm üzerine toprak saçmağa gönlünüz nasıl razı
oldu? diyerek sitem etti.[857]
Aişe (ra)'dan rivayete
göre şunları haber vermiştir:
- Fatıma ile Abbas,
Rasulullah'dan kalan miraslarını İstemek için Ebu Bekr'e gelmişler..."[858]
d) Bu haber
hususi olarak Peygamber (s.a.v.)'in hanımlarına farz kılınan hicab'ın aynı
zamanda bizzat kadınların tamamına farz veya mendub olduğu vehmini vermektedir.
(Burada kastedilen hicab, evlerin içerisinde kadınların şahıslarının devamlı
olarak erkeklerden perdelenerek gizlenmesi ve zaruri bir ihtiyaç için olmadıkça
evlerini terk etmemeleridir.) Bunun, bu şekilde bütün kadınlara farz veya
mendub olduğuna hükmedilmesi doğru değildir. Bu mevzuun tahkiki ileride
"Hicabın Peygamberin hanımlarına has hususi bir hüküm oluşu bahsinde
gelecektir. (Bu cildin ikinci bölümüne bakınız).
e) Esef
edilmesi gereken şeylerden biri de bu nevi zayıf hadislerin bazı muhaddis
alimlerin eserlerinde serdedilmesi yanında, sanki bu hüküm kemali hedefleyen
müslüman kadına bizatihi ilahi bir yazgıymış gibi hatiplerin dillerinde
dolaşıyor olmasıdır. Bundan daha beter olanı, bazı kimselerin bu hadisi
zikrettikten sonra: Hadisin dört hadis kitabında adı bile geçmediği halde
"bu hadisi Kütübü Sitte sahihlerinden dört tanesi rivayet etmiş olup
Tirmizi: Bu hadis hasen sahihdir demiştir" demeleridir. OndÖrdüncü delil:
"Ebu Amr b. Hafs
Fatima'yı talak-ı bainle boşamışda... Bunun üzerine Fatıma, Rasulullah
(s.a.v.)'e gelerek bu meseleyi ona anlatmış. Peygamber (s.a.v.):
-"Senin onun
üzerinde nafaka hakkın yoktur" buyurmuş ve iddetini Ümmü Şerik'in evinde
geçirmesini emretmiş, sonra:
"Ümmü Şerik
ashabımın daima ziyaretine gitikleri bir kadındır. Sen İbnü Ümmi Mektum'un
yanında iddet bekle, çünkü o ama bir adamdır. Yanında çarşafını
atabilirsin..." buyurmuşlar. Başka bir rivayette ise:[859]
"Çünkü ben senin
baş örtünün düşmesini yahud baldırlarından elbisenin açılıp da hoşlanmadığın
bazı yerlerini cemaatın görmesini hoş karşılamam" buyurmuşlar şeklinde
haber verilen Fatıma bintü Kays hadisidir.[860]
Kadının sosyal hayata
katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasına karşı çıkan muarızlar: Rasulullah
(s.a.v.) Fatıma bintü Kays'ı, Ümmü Şerik'in evinde iddet beklemekten ancak
erkeklerle karışmasın diye nehyetmiştir." derler.
Buna birkaç yönden
şöyle cevap veririz:
a) Şüphesiz
ki Rasulullah (s.a.v.) Fatıma bintü Kays'ı, Ümmü Şerik'in evinde iddet
beklemekten erkeklerle karşılaşmaktan kaçınması için menet-memiştir. Çünkü Ümmü
Şerik ile beraberinde bulunan ailesi ve misafirleri arasında erkeklerle karışma
her halükarda hasıl oluyordu. Sonra bu husus aynı şekilde Fatıma ile Ümmü
Mektumun oğlu arasında da meydana gelmekteydi. Rasulullah (s.a.v.) sadece gün
boyunca baş örtüsüyle birlikte uzun ve geniş çarşafının ağırlığını taşır bir
halde beklememesi için Fatıma bintü Kays'a şefkat göstermeyi murad etmiştir.
Çünkü Ümmü Şerik'in evine erkeklerin gelip gitmeleri eksik olmuyordu. Bunun
için Peygamber (s.a.v.) üzerinden uzun ve geniş çarşafını atsa bile, kendisini
erkek görmeyeceğinden onu Ümmü Mektum'un oğlunun evine yöneltmiştir. O halde
Rasulullah (s.a.v.)'in Fatıma bintü Kays'a İbnü Ümmi Mektumun evine gitmesini
emretmesi, elbisesinin ağırlığından bir kısmının hafifletilmesi ile
alakaladır.
Yani bu durum, kadının
erkeklerle karşılaşmaktan kaçınması ile alakalı olmayıp rahim olan
Peygamberden sadır olan bir kolaylaştırma ile müminlere kolaylaştırma ile
alakalıdır.
b) Ümmü
Şerik'in evinde misafirlerin konuk edildiği yerle Ümmü Şerik'in ikamet ettiği
yer arasında herhangi bir perde yoktu. Aksi halde Ra-sulullah: "... Çünkü
ben senin baş örtünün düşmesini yahud baldırlarından elbisenin açılıp da
hoşlanmadığın bazı yerlerini cemaatın görmesini hoş karşılamam..."
buyurmazdı. O halde Ümmü Şerik'in evi, içerisinde erkeklerin kadınlarla bir
arada oturup kalktıkları bir ev olup ne Fatıma bintü Kays'ın Ümmü Mektum'un
oğlunu görmesi hususunda Fatıma üzerine, ne misafirlerin Fatımayı görmesi
hususunda misafirlere ve ne de Fatımanın misafirleri görmesi hususunda Fatıma
üzerine bir günah (ve meşakkat) söz konusu değildir. Ancak meşekkat Faüma'nın
gün boyunca uzun ve geniş çarşafının ağırlığını yüklenmiş olarak
beklemesindedir.
Onbeşinci delil:
İbnü Abbas (r.a.)
hadisidir. İbnü Abbas demiştir ki:
"Rasulullah,
Kurban bayramı günü Fadl ibn Abbas'ı kendisinin arka tarafına, bineğinin
gerisine bindirdi. Fadl güzel yüzlü, temiz giyimli bir genç idi. Peygamber
insanlann kendisine sorup öğrenmeleri için bineğini durdurdu. Bu sırada Has'am
kabilesinden güzel bir kadın Rasulullah'dan fetva istemeğe geldi. Fadl bu
kadına bakmağa başladı. Kadının güzelliği Fadlı hayran bırakmıştı. Fadl o kadına
bakarken, Peygamber ona yöneldi de eliyle arkaya döndürdü. Fadl'ın çenesini
tuttu ve onun yüzünü kadına bakmaktan öbür tarafa çevirdi..."[861]
Kadının sosyal hayata
katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasına karşı çıkan muarızlar "Madem ki
Fadl'ın yüzünü, kadına bakmaması için başka tarafa Rasulullah (s.a.v.)
çevirdiğine göre, O halde kadının sosyal hayata katılması halinde kadınlara
bakmamaları için gençlerin yüzünü başka tarafa çevirmeye kimin gücü yetecektir?
Bunun için kadının sosyal hayata katılmasının ve erkeklerle karşılaşmasının
menedilmesi gerekir." derler.
Buna birkaç yönden
şöyle cevap veririz:
a) Şüphesiz
gözü harama bakmaktan sakındırmak mü'min erkeklerle mü'min kadınların tamamının
uyması gereken umumi bir edeb kaidesidir. Müslüman bu edep kaidesiyle müzeyyen
olmak için her zaman nefsiyle mü-cahede eder. Ama bazı hallerde herhangi bir
vakitte nefsi kendisine galebe çalar da neticede ya öğüt alıp, tevbe ederek
Allah'tan affını diler; ya da çevresinde bulunan bazı müminler öğüt verip
uyanncaya kadar gaflet içinde kalmaya devam eder. Yahud heva ve hevesi ona
galebe eder, veyahud da Allah Teala kendisini lütfü ile hidayete ulaştırıncaya
kadar tekrar tekrar günaha düşer.
b) Fadl'ın
yüzünü Allah Rasulü çevirmiş. Fadl'm yaptığını yapan diğer insanların yüzünü
kim çevirmiştir? Yoksa, Peygamber'in terkisine aldığı Abbas oğlu Fadl, hacc
mevsiminde şeytanın vesveseye düşürerek yasak bakışlara sevkettiği yegâne örnek
midir?
c) Şüphe yok ki, hacc mevsimi hiçbir beis,
hiçbir güçlük ve zararlı hiçbir netice meydana gelmeksizin müslümanîarın
toplumunda erkeklerle kadınların karşılaşmalarının nasıl olacağını beyan eden
hayırlı bir misal olarak kabul edilebilir.
Bu hayırlı misal
-zaruret sebebiyle- şiddetli izhidamdan dolayı meydana gelebilecek
hadiselerden gözün sakmdırılmasıyla mümkün olmaktadır. Has'am kabilesine mensup
bir kadınla ilgili hadis, erkeklerin kadınlarla karşılaşmaları esnasında
meydana gelebilecek sürçmelere ve bu sürçmelerde Peygamber (s.a.v.)'in çok
güzel olsalar bile, nasıl olup da kadınlara yüzlerini örtmelerini emretmeye
sevkedecek bir zaruret görmediğine işaret etmektedir. Bilakis bütün bunların
aksine Peygamberi (s.a.v.) şöyle derken görüyoruz:
İhramlı kadın yüzüne
peçe takmasın, ellerine eldiven de geçimesin."[862]Aynı
şekilde Peygamber bu sürçmelerde kadınlara erkekler topluluğundan
uzaklaşmalarını emretmeye gerektiren herhangi bir şey görmemiş. Bunun için de
kadınların Kabe'yi tavaf etmeleri için hususi bir vakit tahsis etmemiştir.
Netice olarak diyoruz
ki, Eğer kadının sosyal hayata katılmasında ve erkeklerle karşılaşmasında genel
olarak, nefislerin şehvetlerinin peşinden sürüklenmelerine sebep olacak bir
durum olsaydı, Allah Teala Hacc mevsimi gibi mübarek ve mükerrem bir mevsimde
bu şekilde kadının hacc menasikine katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasına
müsaade etmezdi. Üçüncü olarak:
Muarızların bazı
görüşleri etrafında bir tartışma: Birinci görüş:
Kadının sosyal hayata
katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasına karşı çıkan (muarıı)lar şöyle
diyorlar: Şüphesiz iffetli olmak dinimizde çok yüksek yeri olan bir meziyettir.
Halbuki kadının erkeklerin huzurunda hayatın çeşitli sahalarına katılması onun
iffetini zedeler.
Buna birkaç yönden
şöyle cevap veririz:
a) Gerçekten
ister kadının evinin dışındaki kıyafeti için isterse erkeklerin karşısında
hayatın çeşitli sahalarına katlıması için olsun, şari'in koymuş olduğu
kuralların tamamı bu iffetin temin ve tesisi içindir. Fakat bazan bir kısım
insanlar iffetin temini için yalmz başına bu kuralların yeterli olamayacağını
unutarak bu izaha takalıp kalıyorlar. Zira iffetli olmak kadının vücudunun,
güzelliğinin ve şehevi arzularının mübtezelilikten korunması ve muhafaza
edilmesi demektir. Fakat bu muhafaza hususunda sadece örtünmek yeterli olmaz.
Bu örtünme ister elbise ile olsun ister evin duvarlarıyla farketmez. Ancak
örtünme zaruri bir unsur olup onun zaruriliği öteki tüm unsurların
zaruriliğinden hiç de geri kalmaz. Unsurların inşasına ise ahlâkî binanın
temeliyle başlanılır. Bu temel de Allah'a ve ahiret gününe imandan ibarettir.
İman ne havada asılı duran, ne de boşlukta yaşayan bir şeydir. O sadece akla ve
kalbe mesken kurar, bedene değil. Şu halde -imanın yerleşip mesken kurması
sebebiyle- aklın olgunlaşması ve kalbin tezkiye edilmesi imanın
kuvvetlenmesinin vasıtalarından birisidir. Ancak sağlam bir akıl, haşyet üzere
olan bir kalb, temiz ve örtünmüş bir beden olmak üzere bütün unsurlar arasında
sürekli ve daimi bir etkileşimin bulunması şarttır. Bunların tamamı inanan bir
insanın tabiatını muhafaza etmek içindir. Öyleyse kadının iffetli olma meziyetini
sağlam ve sabit bir şekilde muhafaza etmesi ve onu şehvet rüzgarlarına heba
ettirmemesi için ona haşyet üzere olan bir kalbi ve uyanık bulunan bir aklı,
nasıl temin edebileceğimizi düşünelim.
b) Nasıl ki
uyanık bir akıl, haşyet üzere olan bir kalb iffetli olma meziyetine destek
oluyorsa, aynı şekilde iffetli olma meziyeti de zihin temizliğine, kalb
rahatlığına, bedenin kuvvet kazanmasına ve üstelik de bedenin temizliğine
destek olacaktır. Bozulmamış, saf ve temiz bir akıl, itminana (doyuma) ulaşmış bir kalb ve kuvvetli bir
bedenden müteşekkil olan bütün bu kuvvetleri Allah Teala müslümanların, bunlar
vasıtasıyla yeryüzünü en mükemmel ve en şerefli bir şekilde imar etmeleri için
müsahhar eylemiştir. Şu halde iffetin bütün bu kuvvetleri doğurmasından sonra
bizim bunları Allah'ın menettiği şekilde hizmete sokmayarak atıl halde
bırakmamız müslümanlarm akıllarına göre nasıl caiz olabilir? Bazen bir kısım
insanlar; evin içerisinde, bu güçleri hizmete sokmak için çok geniş bir sahanın
bulunduğunu söylüyorlar. Bu haklı bir görüştür. Fakat mutlak manada değil. Zira
bazan evin ve çocukların bakımı kadının bütün vaktini işgal ederken diğer bazı
zamanlarda bu işler kadının fazla bir vaktini almazlar. Kadın boş bir halde ve
esef verici bir tembellik içerisinde beklemekte hatta bazan zaarlı olmaktadır.
Yani biz müslümanlar -iffetliliğin teminine yardım eylediği- bu kuvvetleri
müslümanlarm cemiyyetine faydalı olacak yararlı bir işte kullandırmaz ve
hayırlı bir faaliyet içerisinde bulunmaksızın kadının evinde oturup
beklemesiyle iktifa edersek o zaman öyle sanıyorum ki, bu yüce me-ziyyetlerden
bir kısmını artık meyve vermeyen faydasız bi bitki, aptallaşmış bir akıl, ölmüş
bir kalb ve harab olmuş bir beden haline getirmiş oluruz ki bundan Allah'a
sığınırız.
c) Şüphe yok
ki iffetli olma meziyeti bütün faziletlerin kaynağı olan bir fazilettir. Aynı
zamanda bu meziyet kendisi hakkında tefrite düşülmesi caiz olmayan sabit ve
köklü bir asalettir. Fakat (dinimizde) bu meziyyetin fiili tatbikatının kadının
evinde oturup beklemesinden ibaret bir tek sureti mevcud değildir. Belki bu
tatbikat toplumun ve kadının içinde bulunduğu şartların gerektirdiği bir çok
etkenlere boyun eğmektedir. Soylu sahabe kadınlarının hayatından bir takım
misaller zikredelim.
Seni (ra)'den rivayete
göre şöyle demiştir:
Ebu Useyd es-Saidi
gelin getirdiği zaman, Peygamber'i ve ashabını (düğün yemeğine) davet etti.
Onlar için yemeği yapan da Önlerine sunan da Useyd'in henüz evlendiği karısı
Ümmü Useyd'den başkası değildi. O, geceden taştan bir çanağın içinde bir kaç
hurma ıslatmış, Peygamber yemekten ayrılınca kadın (kendi eliyle) onu şıra
yapıp Peygamber'e sundu da ona böylece ikram ederek içirdi.[863]
Bu hadisi naklettikten
sonra "Doğrusu gelin hanım belli bir vakar içerisinde düğün merasimine
çağrılan davetlilere hizmet ettiği zaman da iffetini muhafaza etmekte evinin
bir köşesinde oturup meşru bir sevinç içerisinde akranlarının arasına katıldığı
zaman da muhakkak ki iffetini muhafaza etmektedir." dememiz doğru değil
midir?
Esma bintü Ebi
Bekr(ra)dan rivayete göre şöyle demiştir:
"... Ben,
Zübeyr'e, Rasulullah'ın parsellemiş olduğu yerden çekirdeği başımın üzerinde
taşıyordum ki bu arazi (evime) bir fersahın üçte ikisi uzaklıktaydı. Birgün
çekirdek başımın üzerinde olduğu halde geliyordum. Nihayet beraberinde ensardan
bir grup insan olduğu halde Rasulullah ile karşılaştım. Beni çağırdı sonra beni
terkisine bindirmek için (devesine):
"Ih! Ih!"
dedi, ben:
"Erkeklerle
birlikte (yürüyüp) gitmekten haya ettim. Zübeyr'i ve onun kıskançlığını
hatırladım. Zübeyr, insanların en ziyade kıskancı idi..."[864]
Yahud bu hadisi
zikrettikten sonra "Doğrusu kadın evinin bir menfaatini temin etmek için
belli bir vakar içerisinde dışarı çıktığında, evinde oturup da yerine kocası
veya hizmetçisi çıktığı zamanda olduğu gibi muhakkak ki iffetini tam olarak
muhafaza etmektedir" dememiz doğru değil midir?
Hafsa bintü Şirin
(r.a.)dan rivayet olunduğuna göre şunları söylemiş:
"Biz taze
kızlarımızı bayram gününde namaz yerine çıkmalarından menederdik. Basraya bir
kadın geldi ve Halef oğullarının konağına misafir oldu. Ben de o kadının yanına
geldim. Kadın, kız kardeşinin kocasının Peygamber ile birlikte oniki gazvede
bulunduğunu, kız kardeşinin de bizzat bu gazvelerden altı tanesinde kocasıyla
berebar bulunduğunu, onun: "Biz hastalara bakıyor ve yaralıları tedavi
ediyorduk" dediğini rivayet etti..."[865]
er-Rubeyyi bintü
Muavviz (r.a.)'danrivayete göre şöyle demiştir:
"Biz kadınlar
Peygamber (s.a.v.) ile barebar gazaya giderdik de mücahidlere su verir ve
onlara hizmet ederdik. Yaralıları ve şehidleri Medine'ye geri götürürdük.92a
Bundan sonra
"Doğrusu kadın mücahidlere elbise dikmek için evinde oturduğu zaman nasıl
iffetini muhafaza etmekteyse, aynı şekilde kendi tabiatına münasip olan
şekliyle belli bir vakar içerisinde cihada çıktığı zaman da hiç şüphesiz
iffetini tam olarak muhafaza etmiş olur dememiz doğru değil midir?
(Müslüman kadınların)
tatbikat şekilleri bu şekilde müteaddit olarak devam ederken iffetli olma
meziyyeti de sabit ve köklü bir halde devam ediyordu.
İkinci görüş:
Kadının sosyal hayata
katılmasına karşı çıkan (muarızlar) şöyle diyorlar: Erkeklerin kadınlarla
karşılaşmaları caiz olsa bile, bu zaruret ve ihtiyaç halinde caiz olur."
Buna birkaç yönden
şöyle cevap veririz:
a) Erkeğin
kadınla karşılaşması zaruret veya ihtiyaç halinde caizdir dediğimiz zaman bu
zımnen "Aslında kadının erkeklerle karşılaşması haramlar cümlesindendir.
Fakat zaruretler haram olan şeyleri mubah kılan şeylerdir. İhtiyaçlar ise
zaruretler makamına kaim olurlar" demek anlamına gelir. Böyle bir açıklamada
bulunmak, hakkında kitap ve sünnetten hiçbir delil olmayan bir açıklamadır.
Bilakis sünnet-i seniyye, üçüncü bölümün beşinci altıncı, yedinci ve sekizinci
kısımlarında açıklandığı şekilde tamamen bu hükmün hilafjnadir,
b) Bazan bir
kısım insanlar, karşılaşmanın zaruri veya gerekli veyahud da tahsini bir
maslahatı temin etmek için meşru olacağı görüşünü benimsiyorlar. (Bunun doğru
olduğunu farzedelim) lakin bu durumda geniş olan bir sahayı daraltmış
olmamızdan korkarız. Çünkü seran mubah olan şeyler insanlara kolaylık sağlamak
için meşru kılınmıştır. Bu sebeple insanlar onları bazen işlerler bazen da
afva mazhar olmaları sebebiyle bizatihi herhangi bir maslahatın teminini
düşünmek yahut kastetmeksizin bunları terkederler. Yani mubah olan birşeyi
yapan kimseye "Onu niçin yaptı yahut neden ter-ketti? diye sorulmaz. Zira
mubah olan birşey Allah'ın, kullarına yapıp yapmama hususunda -ruhsat vermiş
olduğu şeylerdendir. Bunun için- mubah olan karşılaşmanın vaki olması halinde
buna olan ihtiyacın sınırını veya temin etmek istediği maslahatların derecesini
araştırmaya imkan yoktur. Bunun araşünlabilmesi ancak karşılaşmanın mendub veya
vacib olduğuna dair hüküm verilmesi düşünülmesi halinde mümkün olur. Kaldı ki
gelişmiş toplumlarda kadının sosyal hayata katılması ve erkeklerle karşılaşması
hemen hemen günlük hayatın bizzat parçası haline gelmektedir. Bunun nedeni
kadının çok hareketli ve çok faaliyetkar ve yerine getirdiği işlerin çok
çeşitli olmasıdır. Buna mukabil kadının toplumdan uzak yaşaması ve tenhada
yalnız başına kalması cidden sınırlı bir takım zamanlara mahsustur. Hiçbir
kimse bu gidişatın İslam Şeriatına aykırı olduğunu söyleyemez. Medeni kadının
haline benzer bir durumda kızlara mahsus okul müdiresi, doktor ve hemşire gibi
şehirde (çalışan) başka bir takım kadınlar daha vardır ki bu kadınlar
erkeklerle daha çok karşılaşmayı gerektiren bir kısım işleri görmektedirler.
c) Hakikaten
kadının erkeklerle karşılaşması kimi zamanlar.haram veya mekruh olur Bu, İslami
adab kurallarının unutulması halinde böyledir. Fakat farz veya mendub bir şeyi
iptal etmesi halinde bazan kadının köşeye çekilerek toplumdan uzaklaşmasının da
haram veya mekruh olacağını unutmayalım. Aynı şekilde kadının erkeklerle
karşılaşmışının veya toplumdan uzaklaşmasının seran gerekli sebepleri bulunduğunda
müslüman bunu yapmadığı zaman, sebebin kuvvetlilik derecesine göre İslami bir
hükme karşı çıkmış olur. Buna göre sebep vacip (kılıcı birşey) olur da müslüman
onu yapmazsa bu takdirde mutlak bir haram işlemiş olur. Kadının zinetlenip
süslenmesi (evinde giyindiği) hafif elbiselerini giyinmesi, eğlenmesi,
şakalaşması ve gülmesi gibi erkeklerin vakıf olmamaları gereken işlerden her
birisi kadının erkeklerden gizlenmesini gerektiren sebeblerden bazılarıdır.
İlim taleb etmek, faydalı kültürel konferanslara katılmak marufu (iyiliği)
emredip münker (kötülük) den nehyetmek, mazluma ve yardıma muhtaç olan kimseye
yardım etmek ise mendup veya farz olan şen sebeplerden bir kısmıdır. Aynı
şekilde erkekler hasta veya gaib oldukları zaman alışveriş yapmak ve misafirlerin
(dışardan) hizmetini görmekte böyledir. Şu halde hayatı kolaylaştırmak yahud
dereceleri birbirinden farklı olan bir kısım maslahatları temin etmek için
müslüman toplumda belli ölçülerde kadının sosyal hayata katılmasını ve
erkeklerle karşılaşmasının zaruri olduğunu söylemek mümkündür. Üçüncü bölümün
birinci kısmında kadının sosyal hayata katılmasının ve erkeklerle
karşılaşmasının (şer'i) sebeplerinden bahsederken daha önce bu meseleden
bahsedilmişti. Aynı şekilde müslüman toplumda, bir kısmına işaret ettiğimiz
seri sebeplerin bulunması halinde kadının erkeklerden uzaklaşması bir ölçüde
zaruridir. Sonra karşılaşmanın ciddi ve faziletli bir hayata münasip olan
hududlar dahilinde olması için şer'i adab kurallarının tatbik edilmesi kadının
erkeklerle karşılaşması hususunda (her iki tarafı) mutlaka itidale
sevkedecektir. Çünkü iki cins arasındaki karşılaşma hassaten kadının
omuzlarına; geniş ve uzun bir dış elbise (çarşaf) giyinmesinden başlayarak söz
ve hareketlerindeki vakar ve ciddiyete, sürekli olarak gözlerini harama
bakmaktan sakındırmaya ve birbiri arkasına hücum eden fitne ve şeytanın
vesveselerine karşı devamlı uyanık bulunmaya varıncaya kadar müteaddid
sorumluluklar yüklemektedir, ama karşılaşma ve erkeklerden uzaklaşmanın
ölçülerinin tesbit edilmesine ve sınırlandırılmasına gelince, bu müslüman ferde
ve müslüman cemiyete tevdi edilmiş bir durumdur. Bu ferdden ferde toplumdan
topluma, devirden devire değişir. Bu hususta bir yandan hayatın
kolaylaştırılmasına sevkede-cek şeylere diğer yandan meşru maslahatların
teminini sağlayacak ölçülere itibar edilir.
d)
Karşılaşma ve uzaklaşmanın ölçüleri islamın adab kuralları olursa, karşılaşma
da uzaklaşma da kusursuz ve sağlam olacaktır. Çünkü iki cins arasındaki
karşılaşmanın bir takım adab kuralları varsa -ki biz üçüncü bölümün ikinci
kısmını buna tahsis ettik- muhakkak ki, kadının erkeklerden uzaklaşarak köşeye
çekilmesinin de aynı şekilde bir takım adab kuralları vardır. Bu adab
kurallarından bir kısmı şunlardır:
Gözü harama bakmaktan
sakındırmak, sabah-akşam yoldan gelip geçen erkeklere gözlerini dikip bakmak
için pencerelerin arkasında durmamak, gazete, kitap ve dergilerin arkasında
yer alan resimlere göz atmamak.
Gayri ahlâkî, laubali
haber, nükte ve hikâyeleri dinlemekten sakınmak.
Perde arkasından
(konuşurken) yumuşak ve tatlı bir eda ile konuşmaktan kaçınmak.
Cinsel uyanıklık
hülyalarından uzak durmak.
Her türlü cinsi
serkeşlikten iffet ve namusunu muhafaza etmek. Bu serkeşlik ister kendi zatıyla
oyalanmak, isterse aynı cinsten başka bir şahısla oyalanarak tatmin olmak
şeklinde olsun farketmez.
e) Kadını
hem erkeklerle karşılaşmaya zorlamaktan hem de uzaklaşmaya zorlamaktan aynı
derecede sakınmamız gerekir. Çünkü kadının erkeklerle karşılaşmaya
zorlanmasında alçakça bir şehevi doyuma zorlama, uzaklaştırılmasında ise
dolaylı olarak-daimi ve caiz olmayan- bir şehvete tahrik etme söz konusdur. Bu
durum da taraflardan her birisi nazarında tasvip edilmeyen bir gerilim ve
hassasiyet duyguları problemli bir nefis meydana çıkar. Halbuki herşeyi yerli
yerince güzel ve sağlam bir şekilde yapan Allah insanlar için mutedil bir nefis
olarak, müslüman erkekle müslüman kadının namusuna leke getirecek herşeyden
sakınıp korunabileceği müsaadekar bir şeriat vazetmiştir.
f) Konuşup
da hayra nail olan veya susup da her türlü beladan salim kalan bir kula Allah
rahmet eylesin" buyuran Rasulullah doğru söylemiştir.[866]
Bu hadise kıyas ederek
biz de" (herhangi bir maruf için maruf veçhile) kadınlarla karşılaşıp ha
hayra nail olan vaya çirkin bir karşılaşmadan uzaklaşıp da her türlü fitneden
salim olan bir erkeğe Allah rahmet eylesin. Aynı şekilde (herhangi bir maruf
iyilik) hususunda ve ve maruf veçhile erkeklerle teşrik-i mesaide bulunup da
hayra nail olan yahud kötü bir sahadan uzaklaşıp da her türlü fitneden salim olan
bir kadına Allah rahmet eylesin" diyoruz.
Üçüncü görüş:
Kadının sosyal hayata
katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasına karşı çıkan (muarızlar)lar şöyle
soruyorlar: Gerçekten bu hususta erkeklerle kadınlar arasında ciddi ve hayrı
hedefleyen herhangi bir karşılaşma mevcud mudur?
Bu soruya birkaç
yönden şöyle cevap veririz:
a) Kadının
sasyal hayata katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasına karşı çıkan muarızlar
böyle bir suali ortaya atmakta mazur sayılırlar. Çünkü onlar herbirinin
şeddetli basıncı olan iki şeye mağlup olmuşlardır: Bunların birincisi: Muttaki
müslüman kadın birisinde ebeveyninin evinden çıkıp kocasının evine, diğerinde
kocasının evinden çıkıp kabre gitmek üzere iki defadan başka evini
terketmemekle medholunsun diye erkeklerle kadınlar arasında nakısasız bir uzlet
İle kadınla evinin haricinde kalan hayat sahaları arasında nakısasız bir
uzletten başka birşey tanımayan, atalardan miras kalan bir takım gelenek ve
göreneklerdir. Nitekim bu tevarüs edegelen gelenek ve görenekler kadına yüzünü,
sesini ve ismini dahi içine alan kalın bir perde uydurmuştur. Bunların tamamı
bidat ve Nebevi sünnetten sapmadır. İkincisi ise: Batı toplumlarını ve bizim
toplumumuzdaki onların taklidcisi olan bir kısım maymun kılıklı insanları
geride bırakan laubali, batıl, hayatın her alanını içine alan kapsamlı ve umumi
bir karışmadan ibarettir. Bu bir fesad, bir sapıklık ve Allah'ın şeriatına
karşı çıkmaktır.
Bir yandan atalardan
miras kalan gelenek ve göreneklerin diğer yandan utanç verici avrupai
çöküntünün basıncının ağırlığı altında kalan bu kıskanç insanlar, birbirini
nakzeden iki zıd düşünce arasında şaşkın bir vaziyette durmaktadırlar. Bana
öyle geliyor ki, bu düşünce ya noksansız bir uzlet şeklinde atalardan miras
kalan gelenek ve göreneklere sımsıkı yapışıp sarılmak ya da sınırsız bir
karışma şeklinde batılı milletlerin arkasından gidilmesi biçiminde bir nevi
sabit fikirden ibarettir. Ataların şiddet göstermesi (tutuculuk) ve yeni
nesillerin çözülmesi tepkisellik siyaseti diye isimlendireceğimiz şeyler
kategorisine dahil edilirler. Şüphesiz bu siyaset insanların adetine göre
insanın doğru yoldan çıkarak ölçüyü kaçırmasına ifrat veya tefrite düşmesine
sebep olur.
Bu ahmak siyasetin
eserlerinden birisi de şudur: Atalar kadının fazileti hayasında, iffet ve
şerefinde saklıdır. Bu faziletini muhafaza edebilmesi için kadının evinde
oturup beklemesi gerekir dediğinde: Buna tepki olarak sonradan yetişen
nesiller, kadının fazileti hür şahsiyyetini elde etmesinde saklıdır. Bu
faziletin gelişip artması için hiçbir kayda bağlanmaksızın hayata ve insanlara
karışması gerekir derler. Atalar kadının sorumluluğu evinin duvarları arasına
münhasır olup az olsun çok olsun hiçbir şekilde evinin dışına çıkamaz
dedikleri zaman yeni yetişen nesiller: Kadının mesuliyyeti de tam tamına eşit olarak
erkeğin mesuliyyetine müsavidir. Kadına düşen hayat sahalarının tümünde erkeğin
rolünü üstlenmektir derler.
İşte bir toplum
ifrattan çıkıp tefrite bu şekilde yuvarlanır ve dosdoğru dinimizin işaret etmiş
olduğu itidal çizgisinden böylece çıkar.
b) Şüphesiz
dinimizde bizi ataların taassubundan ve yeni nesillerin çözülmesinden müstağni
kılacak ve ahmak tepkisellik siyasetinden uzaklaştıracak yeteri kadar salih
örnek mevcuttur. Bu örnek Allah'ın insanı bir erkekle bir dişiden yarattığı
günden beri ve Allah'ın inşam helal olan şeyden faydalanmaya ve haram olan
şeyden uzaklaşmaya irşad eylediği zamandan bu yana mevcuddur. Evet bu Örnek
Musa (a.s.)'nın iki kadınla karşılaşıp da koyunlarım sulamak için kendileriyle
yardımlaşması hususunda sabah akşam okuyup durduğumuz Allah'ın kitabında
mevcuttur:
Allah Teala (bu hususa
işaretle şöyle) buyurmaktadır:
"Musa, Medyen
suyuna varınca o (kuyu)nun başında birçok insanların hayvanlarını suladıklarını
gördü. Onların gerisinde de (diğerlerinin hayvanlarına karışmasın diye
hayvanlarını) sudan meneden iki kız buldu. (Kız oldukları için erkeklerin içine
sokulmuyorlar, herkesin çekilmesini bekliyorlar, su içmek için sabırsızlanan
hayvanlarının suya gitmelerine engel oluyorlardı.) Musa onlara: İşiniz nedir?
(Niçin hayvanları suya bırakmıyorsunuz?) dedi. Dediler ki: Çobanlar sulayıp
çekilmeden biz (onların arasına sokulup hayvanlarımızı) sulamayız. Babamız da
yaşlı bir ihtiyardır (o gelemez). Hemen (Musa) onlarınkini de suladı, sonra
gölgeye çekildi: 'Rabbim, dedi, doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım.1
(Azıcık indir de şu karnımı doyur) derken o iki kızdan biri utana utana
yürüyerek ona geldi. 'Babam seni çağırıyor, bizim için (hayvanları) sulamanın
ücretini verecek' dedi. Musa, o (kızların babaların)na gelip (başından geçen)
hikâyeyi anlatınca o, 'korkma, o zalim kavimden kurtuldun' dedi." (Kasas,
23-25).
Bu örnek yine Süleyman
(a.s.)'ın Sebe Melikesiyle karşılaşıp da onu bir tek Allah'a imana davet
edişinde mevcuttur. Allah Teala bu hususta şöyle buyuruyor:
"Süleyman
tarafından ona: 'Köşke gir!' dendi. Belkıs köşkü görünce zemini su sandı ve
bacaklarını sıvadı. "Süleyman: O sırçadan yapılmış cilalı şeffaf bir
zemindir dedi. Melike: Rabbim ben nefsime zulmetmişim. Artık Süleyman'la
beraber Alemlerin Rabbi Allah'a teslim oldum, dedi" (Nemi, 44).
Gene bu hayırlı örnek
Rasulullah zamanında tamamlanmış olan katılma ve karşılaşma vakalarının
hepsinde mevcuttur. Bu vakalardan Buharı ve Müslim'in sahihlerinde
derdedilenlerin adedi aşağı yukarı üçyüze ulaşmaktadır.
Hakikaten kadının
sosyal hayata katılmasına karşı çıkan muarızlar, atalarından miras kalan
geleneklere tahammül edemeyerek onları arkalarına atan ve batının gelenekleri
kendilerine hakim olup da bu geleneklerin esirleri olan kimselerin tutumları
sebebiyle mazur sayılırlar. Yani bu batı hayranı insanlar bir geleneği taklid
etmekten yakalarını kurtarıp diğer bir geleneğe esir oldular. Fakat Hz.
Muhammed'in sünnetinden ibaret olan asıl ilk sirete dönmediler.
c) Daha önce
Üstad Malik bin Nebinin -Allah ona rahmet eylesinzikrettiği bir hastalığa
dikkat çekmek istiyoruz. Bu hastalık da "kolaylık ve imkansızlık
zinhiyeti"dir. Bu hastalığın belirtileri meseleleri aşın kolay ile tamamen
imkansız arasında iki kısma ayırmaya meyletmektir. Sanki imkan dahilinde
bulunan zora imkân yokmuş gibi... Bu hastalığa yakalananlar önlerindeki yegane
tercihin (sahih insanlara kolay olan) ataların taklid edilmesi ile (Ataları
taklidden kurtulan batı hayranlarına kolay gelen) batının taklid edilmesine
münhasır olduğu görüşünü benimserler. Sen onlara Rasulullah ile ashabının
üzerinde bulunduğu siretten bahsettiğin zaman bunu imkânsız birşey ve sanki
Allah'ın hidayetinin ve Rasulü'nün sünnetinin çağdaş hayatımıza uygulanmasına
imkan yokmuş gibi bir düşünceye sahip olurlar. Biz her nekadar zor olsa da,
Allah'ın hidayetinin uygulanmasının önce Allah'ın yardımı ikinci olarak arzu
edenlerin ve salih insanların çabalan ve üçüncü o-larak da müslümanların azim
ve gayretleri ile mutlaka mümkün olduğu fikrini kabul eylememiz için Allah'ın
bizi bu hastalıktan uzaklaştırmasını diliyoruz. Şüphesiz onların
benimsedikleri şekilde cemiyyetlerimizi koruyup, ufalmış otlar gibi cehenneme
sürükleyip götürecek olan gafil ve faydası olmayan karışmaya sadece karşı
çıkılması yeterli olmayıp hayırlı örneğin (altarnatifin) bulunması da şarttır.
Bunun şart olmasının nedeni bizatihi ha yatın kendisinin ve çağdaş hayatın
ihtiyaçlarının belli ölçülerde kadının topluma katılmasını ve erkeklerle
karşılaşmasını zorunlu kılmasıdır. Bu kıskanç insanlar meydanlara inerek
fazilete ulaşmak isteyen her müslüma-nın tabi olması mümkün olabilecek ciddi ve
gayesi olan bir karşılaşmadan ibaret olan salih bir örnek, yani yeterli bir
alternatif sunmadıkları sürece zafer helak edici ve sapık akımlann olacaktır.
d) Bu
kıskanç insanlara Nasiruddin el-Elbani'nin (Müslüman Kadının Örtüsü) adlı
eserinin mukaddimesinde kadının yüzünü açmasının mubah kılınması mevzuunda
tashih ve tenkid olarak yazdığı bir açıklamasını hatırlatıyoruz:
"Bana göre işin
doğrusu şudur: Her ne kadar kelebeğin ateşe düşüşü gibi, bir asırda kadınlann
üzerine düştüğü utanç verici ve yüz karası olan, kadının şu açılıp saçılarak
kırıtmasından ve süslenip süsünü kocasından başkasına göstermesinden dolayı
hüzün ve kederden kalbim nerdeyse çatlaya cak ise de, doğrusu ben ebediyyen bunun
tedavisinin, yüzlerin açılması bakımından Allah'ın onlara mubah kıldığı
miktarın haram kılınması ve Allah Rasulü (s.a.v.) tarafından herhangi bir emir
olmaksızın onlara yüzlerini tamamen kapatmalarını farz görmemizle mümkün
olacağı fikrini kabul etmiyorum.
Bilakis teşriin ve bu
husustaki tedriciliğin hikmeti; ve içlerinden biri de Rasulullah (s.a.v.)'in
"kolaylaştırınız zorlaştırmayınız" hadisi olan seri delillerden
bazılan ve sahih terbiye usullerinin tamamı, ümmetin fakihleri-ne,
mürebbilerine ve mürşidlerine kadınlara karşı ince ve nazik davranılma-sını,
onlara şiddetle değil şefkatle muamele edilmesini ve Allah'ın kolaylık
gösterdiği hususlarda onlara karşı müsamahakar davranılmasını farz kılmaktadır.[867]
Şüphesiz inşalara
karşı ince ve nazik davranılması ve onlara nfk ile muamele edilmesi ve Allah'ın
kolaylık gösterdiği hususlarda onlara karşı müsamaha gösterilmesi, öteki
insanların aynı şeyi yapmalan için ameli olarak tatbik etmemiz icabeden faydalı
bir örnektir. Bu örnek içerisinde lüzumsuz ve faydasız bir kanşunın (yani
kadının erkeklerle bir arada oturup kalkmasının) yaygınlaştığı toplumlanmıza ve
hassaten gönüllerinde halen hayırdan kırıntılar bulunan kolay ve faziletli bir
hayat temenni eden kimselere faydalı olacaktır.
Taklit cerayanı
içerisinde yürüyüp giden insanlann hepsinin herşeyi mubah sayan batılılara
mahsus ibahilik felsefesini taşımadığı, aksine güzel bir dini duygu taşıyan
insanlardan bir çoğunun bir bakıma istemeye istemeye mağlup olduğunu ve
bunlann kendilerini kurtarmak için onlara yardım elini uzatacak kimselere
muhtaç olduklarını sanıyoruz.[868]
Sonra bu hayırlı örnek
sadece atalardan miras kalan geleneklere sımsıkı yapışıp tutunma ve her türlü
yeniliğe karşı çıkıp reddetme şeklindeki yeniliği reddetme akımına karşı
direnen muhafazakar toplumlarda faydalı olacaktır. Fakat gerçekten bu üslubun
helak edici batılılaşma akımının karşısında durmaktan aciz kaldığı, birçok
beldelerde tecrübe ile sabit olmuş ve bu mukavemetin üstesinden gelinmesi için
Peygamber'in sünnetine dayalı yeni bir tavrın zaruri olduğu ortaya çıkmıştır.
Bu tavır, muhafazakar toplumlarda hakim olduğu zaman, gözlerini batıya dikip
bekleyen ve batının meftunu olan zavallı insanların yollannı kesmek suretiyle
bir garantör olacaktır.
e) Biz bu
kıskanç insanlara diyoruz ki: bakışlarımızı kadına çevirip ona: "Kadınlar
ancak erkeklerin tamamlayıcı parçalarıdırlar"93 buyuran Peygamber'in
bakışlanyla bakmadıkça kadının sosyal hayata katılmasının ifade ettiği manayı
ve bunun faydalarını idrak etmeye imkân yoktur. Çünkü kadın, asil bir insan
olup erkeğin kadınla münasebeti mutlak olarak cinsi bir oyuncakla münasebet
değildir Aksine bu münasebet, içerisinde bir takım tasavvurlar, tefekkürler,
duygular, hisler, içtimaî, iktisadî ve siyasî faaliyetler gibi asil ve
faziletli bir hayatın unsurlarının tamamı mevcud olan müşterek bir hayatı
birlikte yaşayan bir insanın diğer bir insanla münasebetinden ibarettir. Bu
müşterek hayat, öteki cinse doğru fıtri bir meyille donatılmış olduğu için
Sari, bu meyle sapmaktan muhafaza etmesi ve hayatın canlı ve pak olarak yoluna
devam etmesi için gerekli olan edeb kaidelerini vaz etmiştir.
f) Meselenin
özeti şudur: Atalardan miras kalan gelenek ve görenekler kadına, onu sosyal
hayata katılmaktan alıkoyarak zulmetmiştir. Ve ne yazık ki bu da din adına
yapılmıştır. Halbuki bu hakikatte dine karşı iftira ve çeşitli maslahatları
zayi etmektir.
Kadının sosyal hayata
katılmasının seri imkânlarının ve bu katılımın meşru yollarının
araştırılmasından aciz kalınması, zaman zaman insanların gayri meşru veya zaman
zaman da islam adabına göre tahkim edilmemiş olan kanallara yönelmelerine sebep
olmuştur. Bu ise bir taraftan ihtiyaçların baskısı altında bir taraftan da
fikri savaşın tesiriyle olmuştur. Bundan dolayı doğruya irşad edilmesinden ve
rayına oturtulmasından sonra, bu katılım üzerindeki meşruiyyeti artırabilmemiz
için, arzu edilen hükmün Allah tarafından kalblere ilham edilmesini ve bu
hükmün belli ölçülerde kadınm topluma katılmasına mesned ittihaz edilmesini
dilemek gerekiyor.
Dördüncü görüş:
Kadının sosyal hayata
katılmasına karşı çıkan muarızlar şöyle derler: Şüphe yok ki erkeğin tabiatıyla
kadının tabiatı karşı karşıya geldiği zaman, bu iki tabiatın karşılaşmasından
birbirlerine meyletme, ünsiyet peydahlama, söz ve kelamdan zevk alma gibi her
erkek ve her kadın arasında meydana gelecek şeyler meydana gelecektir.
Bir bütünün parçası
diğer parçayı cezbeder. Halbuki fitne kapısının kapatılması daha ihtiyatlı ve
daha sağlamdır...
Buna birkaç yönden
şöyle cevap veririz:
a) Kadının
sosyal hayata katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasına karşı çıkan
muarızlarımızın ileri sürdüğü bu öncül doğru bir öncüldür. Şöyle ki
"Erkeğin tabiatı kadının tabiatıyla karşı karşıya geldiği zaman bu iki
tabiatın karşılaşmasından birbirlerine meyletme, ünsiyet peydahlama, söz ve
kelamdan zevk alma gibi her erkek ve kadın arasında meydana gelecek şeyler
meydana gelecektir" Bu ise "meyletmenin, ünsiyet peydahlamanın, söz
ve kelamdan zevk almanın her erkek ve her kadının yaratılışında mevcud olan
fıtrî bir durum olduğunu teyid etmektedir. Hal böyle olduğuna göre neden Allah,
umumi ve hususi olan bütün hayat sahalarında kadının sosyal hayata katılmasını
meşru kıldı ve (buna dair) sünnet sabit oldu? (Bu mevzuun izahı için bu
kitabın üçüncü bölümünün beşinci kısmına müraccat ediniz.)
b) Şüphesiz
bir dereceye kadar meyletme, ünsiyet peydahlama, söz ve kelamdan haz duyma,
adeten erkekle kadının karşılaşmasının bir neticesi olarak tabii bir şekilde;
yani herhangi bir kasıt olmaksızın meydana gelecektir. Çünkü bu, Allah'ın
insanoğullarını kendisiyle imtihan eylediği fıtri bir duygudur. Zaten kadınla
erkekten herbirisi meyletme ve ünsiyet peydahlama duyguları içerisinde
konuşmazlar da kendisi için bir araya geldikleri ciddi mesele onları bundan
alıkorsa, o zaman, mümin erkeğe ve mü'min kadına hiçbir beis olmayacaktır.
Fakat onlara düşen duygularını zabt altına almaları ve gayretlerini topluma
katılma ve erkeklerle karşılaşmanın hedefini tehki-ke yönetmeleridir.
c) Şüphe yok ki, ilk karşılaşma esnasında tabii
bir şekilde meydana gelecek olan meyletme ve ünsiyet ile buna tabi olan
duyguların zabtedilme-si, karşılaşmanın gayesini temine önem verilmesi ve
bununla meşgul olunmasının benzeri, ilk görme ve bundan doğacak olan istihsan
durumudur... Ansızın görme hakkında sual soran sahabiye: "Gözünü -başka
tarafa- çe-vir"[869]diyen
ve "ilk bakış lehinedir. Fakat sonraki lehine değildir." buyururken
Rasulullah (s.a.v.) doğru söylemiştir.[870]
Şu halde Allah Teala
Ademoğu 11 arıyla Adem'in kızlarına ilk bakışı meşru kabul edip bununla onları
imtihan eylediği gibi, kadının yüzünün örtülmesini farz kılmak suretiyle
önlerindeki bütün kapıları kapatmamıştır. Aynı şekilde Allah Teala onlara,
karşılaşma esnasında geçici ünsiyet (peydahlama) duygularını meşru kılarak
kendilerini imtihan eylemiş ama kadının topluma katılmasını ve erkeklerle
karşılaşmasını yasaklamaksure-tiyle onların önlerindeki bütün kapıları
kapatmamıştır. Unutmayalım ki, herşeyi yerli yerince ve sağlam bir şekilde
vazeden İslam şeriatı, bu imtihanın arka planında meşru olan menfaatlerini
temin etmeleri; en mükemmel ve en temiz surette yeryüzünü imar etmeleri için
mü'min erkeklerle mümin kadınlara hayatı kolaylaştırmayı murat etmiştir.
d) Fitne
kapısının kapatılması ve fesada götürecek yolun tıkanmasının daha ihtiyatlı ve
daha sağlam olduğu şeklindeki görüşün izahına gelince: Bunun için sayın
okuyucudan bu bölümün üçüncü kısmına müracaat etmesini rica ediyoruz. Bu bölüm
seddüz-zeria (fitneye vasıta olan yolu kapatma) kaidesinin uygulanmasındaki
aşırılıkla alakaladır. Biz sadece burada İbnü'l-Arabi'nin
"Ahkamü'l-Kur'an" adlı eserinde serdetmiş olduğu şu sözünü
aktarıyoruz:"... Hakkında endişe edilen ve Allah Teala'mn, emanetini
mükellefe havale eylediği herbir hususta: "Şüphesiz bu iş sebebiyle
harama tevessül edilir, dolayısıyla bundan (insanlar) menedilirler"
denemez.[871]
e)
Muarızlara fıtri olan meyletme ve ünsiyet duyguları hususundaki davranışlarına
muhalif olan bir tutumlarım hatırlatmak isteriz. Şöyle ki; bunlara zamane
bozuldu ahlak zayıfladı, insanlar; boşanma hususunda ve teaddüd-i zevcat (birden
fazla kadınla evlenme) konusunda aşın gitmektedirler. Bazı insanlar: boşamanın
ve birden fazla kadınla evlenmenin mene-dilmesi yahud bu davranışları
kısıtlayacak birtakım kayıt ve şartlar vazedilmesi gerekiyor, demektedir
denilince evet onlara böyle denilince; Allah'ın mubah kıldığı şeyleri nasıl
menedebiliriz? İnsanlara Allah'ın vus'at (genişlik) ihsan eylediği şeyleri biz
nasıl kısıtlayalım? derler. Aynı şekilde muarızlar, "Bu kusurlar ve
eksiklikler ne haram kılmakla ne de (bazı sahaları) daraltmakla tedavi
olunurlar. Onlar ancak terbiye ve (hayra) yönlendirme ile telafi edilirler,
demektedirler.
O halde muarızlar,
neden bu hususta Allah'ın helal kıldığı şeylerin haram kılınmasına karşı
çıkıyorlar ve onun geniş bıraktığı sahayı daraltmaktan sakındırıyor ve en
güzel tedavinin terbiye ve hayra yönlendirme ile mümkün olacağım kabul
ediyorlar da aynı şeyi ahlak zayıfladığı, insanlar kadınların sosyal hayata
katılması ve erkeklerle karşılaşmasının adabını tatbik etmede kusur ettikleri
zaman yapmıyorlar? Yani kadının sosyal hayata çatılması, erkeklerle
karşılaşması ve yüzünü açması gibi Allah'ın helal kıldığı şeyleri toplumun
bozulduğu iddiasıyla neden haram kılıyorlar? Ve bu kusur ve eksiklikleri neden
terbiye ve hayra yönlendirmek suretiyle tedavi etme cihetine gitmiyorlar?
Şüphesiz boşanmayı da
birden fazla kadınla evlemeyi de Allah mubah kılmış, kadının yüzünü açmasını ve
sosyal hayata katılmasını da Allah mubah kılmıştır. Boşanma ve birden fazla
kadınla evlenmenin menedilmesi yahud onların kayıt altına alınmaları insanlara
(bazı sahaları) daraltacak ve onlara meşakkat verecekse, aynı şekilde kadının
yüzünü açması, sosyal hayata katılması ve erkeklerle karşılaşmasının
menedilmesi de insanlara (bu sahaları) daraltacak ve onlara meşakkat
verecektir.
Biz, Allah'ın meşru
kıldığı noktada durmanın bizzat en doğrusu olduğunu ve Seddü'z-Zeria kaidesi
hususunda itidalle hareket edilmek şartıyla -eksikliklerin terbiye ve hayra
yönlendirmek suretiyle tedavi edilmesinin bizatihi en sağlam yol olduğu
kanaatindeyiz.
Beşinci görüş:
Kadının sosyal hayata
katılmasına karsı çıkan muarızlar şöyle diyor:
Şüphesiz büyük
alimlerimiz kadının erkeklerle karşılaşmasını mubah kılan nasları bilmiyor
değillerdi. Fakat, onlar, zamanın bir nebze bozulmasını, (kendilerini)
Rasulullah ile onun tertemiz ve ihsan sahibi olan ashabının zamanında hakkında
genişlik bulunan sahanın daraltılmasına sevkeden bir illet olarak kabul
ediyorlardı. Muanzar devamla şöyle diyorlar: Kanaatimizce bu konunun gündeme
gelmesinin temelinde yatan neden, batı toplumlarında görülen bir takım,
aşırılıklardan esinlenmedir: Kadının dışarı çıkması, hayatın tüm alanlarında
boy göstermesi gibi.
Buna birkaç yönden
şöyle cevap veririz:
a) Büyük
alimlerimize güvenme ve onları takdir etme hususunda biz de onlarla beraberiz.
Alimlerimiz, bize ve ilimlerine talib olan bütün nesillere karşı fazilet
sahibidirler. Faziletlerinden dolayıdır ki, -ister kendileriyle aynı asırda
yaşamış olsun, isterse kendilerinden sonra gelmiş olsun- onlar hiçbir kimsenin
kendilerinin görüşlerine muhalefet etmesine mani olmamışlardır. Zira itibar,
daima Allah'ın kitabından ve Rasulullah'm sünnetinden alınan deliledir.
İnsanların görüşlerine gerince; onlar (a göre insanların tavrı) İmam Malik b.
Enes (r.a.)'ın Aleyhisselam hakkında dediği gibidir. Masum olan şu kabrin
sahibinden başka her insanın sözünden bir kısmı alınabilir ve reddedilebilir
de..."
b)
RasuluIIah (s.a.v) zamanında hakkında vüs'at (genişlik) bulunan bir sahanın
daraltılması hususundaki görüşlerine gelince; bunun cevabı, bu bölümün üçüncü
kısmında gelecektir.
c) Avrupa
medeniyetinden esinlenilmesi hususundaki görüşlerine gelince; kendilerine batı
medeniyyeti mi galebe çaldı yoksa anladıkları Rasu-lullah (s.a.v.)în sünnetimi
hakim oldu da benliklerini ta derinlerden harekete geçirdi? (Bu hususta)
kullarının gönüllerinde ne olduğunu bir tek Allah teala bilir. Batı
medeniyetinin hatırlatılmasına karşılık olarak da İmam İbnü Teymiyye'nin nefis
bir açıklamasını naklediyoruz:
"... Bu söz,
sadece ümmetin selefinin üzerinde bulunmadığı hususlarda bizim onlara -yani
ehli kitaba- benzemekten nehy olunduğum uz hususunda-dır. Ümmetin Selefinin
üzerinde bulunduğu hususlara gelince; onlar (ehli kitap) bunları ister
yapsınlar ister terketsinler, bu hususların mubah olduğunda hiçbir şüphe
yoktur. Çünkü biz Allah'ın emretmiş olduğu bir şeyi kâfirlerin de yapıyor
olmaları sebebiyle terkedemeyiz. Bizi brçg'ün bu mevzuun işlenmesine sevkeden
amil, yalnızca kadının Allah'ın muhkem olan dininde sonradan neshedilen yahud
tebdil edilen dinlerden ayırdedilmesi için mutlaka bir nevi ayrılık olduğu
hususudur."[872]
İmam ne doğru
söylemiştir. Çünkü İslam'da, kendisiyle Allah'ın dininin (diğer dinlerden)
ayırd edileceği bir çeşit muğayeret vardır. Dolayısıyla İslam şeriatı müslüman
kadının sosyal hayata katılmasını batılı kadının katılmasından ayıracak bir
dizi yüksek edeb kaideleri resmetmiştir.
Altıncı görüş:
Kadının sosyal hayata
katılmasına karsı çıkan muarızlar şöyle derler:
Muhakkak ki, Kur'an ve
sünette, ulemanın, kadının erkeklerle karşılaşmasının caiz olduğunu ifade
ettiklerini kabul ettiği birçok nas mevcuddur. Fakat alimler, bu nassların
mutlaka (yahud muhtemelen) hicab farz kılınmazdan önce varid olduğunu söylemek
suretiyle ihtilafı telafi ederler. Nasslardan birçoğunun delaletini iptal etmek
için bu delilin sürekli olarak ileri sürülmesini dikkate alarak bu bölümün
ikinci kısmını müstakil olarak "hicabın Nebi (s.a.v.)in hanımlarına mahsus
oluşu" bahsine ayırmayı uygun gördük.
Yedinci görüş:
Yine muhalifler şöyle
diyorlar:
Şüphesiz dinimizde
ulemanın, kadının erkeklerle karşılaşr meşruiyyetini ifade ettiğini kabul
ettikleri birçok nass mevcuddui alimler, zamanın bozulması sebebiyle
Seddüz-Zeria kabilinden t karşılaşmaların menedilmesini uygun görmüşlerdir.
Aynı seki delilinde sürekli olarak önümüze konulmasına ve birçok nassı
edilmesine bakarak seddüz-zeria kaidesi ile bu kaidenin uygulanma aşırılığın
hangi boyuta ulaştığı meselesi için müstakil olarak hu* bölüm ayırmayı uygun
gördük.
(Bu bölümün üçüncü kısmına
bakınız). [873]
İkinci bölüm
Kadının sosyal hayata
katılmasına karşı çıkan maurızlarla "onlardan -Peygamber'in hanımlarından-
birşey istediğiniz zaman perde arkasından isteyiniz" âyetinde zikredilen
hicab (perdelenme) etrafında bir tartışma ve bu hicab (emrin)in Peygamber'in
hanımlarına mahsus olduğunun isbatı.
Hicabın Peygamber'in
hanımlarına mahsus oluşu:
Kadının sosyal hayata
katılmasına karşı çıkan muhaliflerle münakaşamız sırasında, bu hususta
sünnette bir çok nassın mevcud olduğu; ve ulemanın, bu nassiarın kadının
erkeklerle karşılaşmasının cevazına delalet etiğini kabul ettikleri ancak
muhtemelen onların hicab farz kılınmazdan önce vaki olduğunu söylemek suretiyle
bu mevzudaki ihtilafı ortadan kaldırdıklarının ileri sürüldüğünü yukarıda
görmüştük. Bu şekilde birçok nassın amelin, iptal etmek için bu (mantıkî)
delilin sürekli olarak ileri sürülmesini dikkate alarak bu bölümü müstakil
olarak hicabın, Peygamber'in hanımlarına mahsus oluşunun isbatına ayırıyoruz
ki, böylece muhaliflerimizin (bu mantıkî) delillerini iptal etmemiz mümkün
olsun. [874]
İlk olarak: Hicabın
açıklanması:
"Onlardan -yani
Peygamber'in hanımlarından- bir şey istediğiniz zaman perde arkasından
isteyin..."
âyet-i kerimesinde
zikredilen hicab, örtünmüş bir kadının arkasında oturacağı perde demektir.
İhticab (gizlenmek) ise, yabancı erkeklerin Peygamber (s.a.v.)'in hanımlanyla
konuşmalarının perde arkasından yapılması ve bu suretle onların şahıslarını
görmemeleri anlamına gelir. Fakat zaruri ihtiyaçlar için dışarı çıkmalarına
müsaade edilir ve bu esnada bedenlerinin geri kalan kısımları şöyle dursun
yüzlerini (bile tamamen) örtmeleri farz olur. Yani ihticabm (gizlenmenin) asli
manası Peygamber (s.a.v.) hanımlarının hicab (aralarında perde) olmaksızın
yabancı erkeklerle karşılaşmaktan me-nedilmeleri ve yabancı erkeklerin gözlerinden
şahıslarını tamamen uzaklaştırmalarıdır. İhtiyaçları için çıktıkları sırada
yüzleriyle beraber bedenlerinin tamamen örtülmesine gelince; şüphe yok ki bu,
beyan etmiş olduğumuz gizlenme (ihticab)den bir bedeldir. Buna göre hicabın iki
sureti vardır: Biri evin içerisindeki aslî suret olup yabancı erkeklerin
(onlarla) perde arkasından konuşmaları diğeri ise evin haricindeki fer'î suret
(şekil) olup bu da bedenin sair kısımlarıyla beraber yüzün örtüîmesidir. Biz
burada kadınların erkeklerle karşılaması mevzuuyla kuvvetli ilişkisi sebebiyle
hicabın aslı suretinden bahsetmekle yetineceğiz. Feri şekline gelince bu
inşaallah, kadının yüzünü açmasıın meşruiyyetinden bahsedilmesi esnasında
gelecektir.
Şimdi biz hicabın asli
manasının, Peygamber'in (s.a.v.) hanımlarının şahıslarının gizlenmesi olduğunu
te'kid etmek için aşağıdaki delilleri serde-diyoruz.
Kur'an-ı Kerim'den bir
delil: Şüphe yok ki,
"Onlardan -yani
Peygamber'in hanımlarından- birşey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin;
bu, hem sizin kalbileriniz, hem de onların kalbleri için daha temizdir..."
âyet-i kerimesi sual
ve cevabın perde arkasından olması gerektiği hususunda aşikardır. Hicabın
özelliği ise şahısların gizlenmesidir. Sonra âyet-i kerime: "Bunun hem
sizin kalbleriniz hem de onların kalbleri için daha temiz" olduğunu yani
perde arkasından istenilmesinin sizin kalbleriniz için daha temiz olacağını -ki
bu sizin onları görmemeniz sebebiyledir- ve bunun onların da sizi görmemesi
sebebiyle onların kalbleri için daha temiz olacağını ifade etmektedir. Bu ise
şahıslarını gizlemeden mümkün değildir. Bedenlerin örtülmesine gelince, şüphe
yok ki, erkeklerin kadınları görmekten menedilmeleri kadınları erkekleri
görmekten menetmez. Bu mananın izahı hususunda Taberi bu âyetin tefsirinde
şöyle diyor:
"Bu, kadınların
durumundan dolayı erkeklerin gönüllerine, erkeklerin durumundan dolayı
kadınların gönüllerine anz olacak olan gözün afetlerinden dolayı hem sizin
kalbleriniz, hem de onların kalbleri için daha temiz; ve hem sizin hem de
onların üzerinde şeytanın hakimiyet kuramamasına daha uygundur."
Sünnet-i mutahharadan
deliller: Enes b. Malik (r.a.) şöyle demiştir:
- Ben bu hicab âyetini
insanların en iyi bileniyim. Zeyneb binti Cahş (taranıp süslenerek)
Rasulullah'a hediye edildiği zaman, Zeyneb evde Rasu-lullah (s.a.v.)'in yanında
bulunuyordu. Rasulullah bir yemek yaptı ve cemaatı yemeğe çağırdı. Cemaat
yemekten sonra oturup konuşmaya koyuldular. (Müslim'in rivayetinde 'zevcesi ise
yüzünü duvara dönmüştü' ziyadesi de vardır). Peygamber onların çıkıp gitmeleri
için dışan çıktı; sonra yine Zey-neb'in evine döndü. Onlar ise hâlâ oturmuş
konuşuyorlardı. Bunun üzerine
Tenbih:
(Sahihi, Buhari'nin bahis ve bab başlıklarından sonra zikredilen cilt ve sahife
kaynaklarının, (Mustafa Halebi-Kahire baskısı) Fethu'1-Bari Şerhu-Sahih-i
Buhari adlı kitabın olduğunun gözönünde tutulması rica olunur. Sahih-i
Müslim'in bahis ve bab başlıklarından sonra zikredilen cilt ve sahife
(numara)lanna gelince, bunların kaynaklann(da) İmam Müslim'in Camiu's-Sahih
adlı eserinin istanbul baskısı gözönünde tutulmuştur. yüce Allah, hicab
âyetini indirdi... Bunun akabinde hicab, yani perde gerildi; oturan topluluk da
kalkıp gittiler.[875]
Şayet hicab bedenin
örtülmesi anlamına gelmiş olsaydı, (gelin olan) Zeyneb (r.a.) muhakkak ki, yüzünü
duvara dönmüş olarak otururdu. Eğer yüzü açık idiyse Rasulullah (s.a.v.) ona
yüzünü örtmesini emreder, (böylece) ne perde çekilmesine ne de Enes'in
girmekten menedilmesine hacet kalırdı.
- Aişe (r.a.)'dan
rivayet göre şöyle demiştir:
- "Peygamber'in
hanımlarından Şevde bintü Zem'a hicab ayeti indikten sonra bir ihtiyacı için
evinden dışan çıkmıştı. Şevde iri yapılı bir kadındı. Bu sebeple kendisini
tanıyanlara (örtülü olsa da) gizli olmazdı. Bu defa Ömer ibn Hattab onu
dışarıda gördü de:
- Ya Şevde! İyi bil
ki, vallahi sen bize karşı gizli olamıyorsun. Bak düşün! Sen nasıl evinin
dışına çıkıyorsun?" dedi.[876]
Şayet hicab,
bedenlerin Örtülmesi anlamına gelseydi kendisi Peygamber'in hareminin
gizlenmesi hususunda meşveret sahibi olduğu (görüş ileri sürdüğü) halde bu mana
Hz. Ömer'e (r.a.) gizli kalır mıydı?! Ömer (r.a.) sadece Şevde (r.a.)'ın dışan
çıkmasına itiraz etmişti. Çünkü O, Peygamber eşlerinin şahıslarını gizlemesinin
bütün hallerde devam etmesinin gerektiğini sanmıştı. Bunun üzerine ihtiyaç
için çıkmalarının, şahıslarım gizlemenin vacip kılınmasından istisna
kılındığına dair vahiy nazil oldu. Bir cedel olarak bu hususun Hz. Ömer
(r.a.)'a gizli kaldığını farzetsek bile bu, Rasulullah'a da mı gizli kalmıştı?
Yoksa O, (s.a.v.): Siz kadınlara kendi ihtiyaçlarınız için (örtünmüş olarak)
evlerinizden dışarı çıkmanıza izin verilmiştir." buyuranca mesele kesinlik
kazanmış oldu.
Enes b. Malik
(r.a.)'den rivayete göre şeyle demiştir:
- "Peygamber
(s.a.v.) Hayber'le Medine arasında üç gün ikamet etti. Bu Peygamberin
hanımlarına ait mahremiyetler
müddet içinde Safiyye
bintü Huyey'le evlendi... Yemek esnasında Müslümanlar aralarında:
- "Safiyye,
mü'minlerin analarından birisi midir, yoksa Rasulullah'm cariyelerinden midir?
dediler. Bunun üzerine bir kısım müslümanlar da:
Eğer Rasulullah
(s.a.v.) Safiyye'yi gizlerse, o müminlerin analarından birisidir. Eğer onu
gizlemezse Safiyye, Rasulullah'm sağ elinin malik olduğu cariyelerden birisidir
dediler...: Rasulullah hareket etmeğe karar verince, binitinin arkasına Safiyye
için üzerine oturacağı bir taht hazırlattı ve Safiyye ile insanlar arasına da
bir perde uzattı."[877]
Şüphesiz Safiyye
(r.a.) evden çıktığı ve insanların huzuruna vardığı zaman kafi olarak bedenini
örtmüş olarak çıkardı. O halde sahabe-i kiramın "Eğer Rasulullah
Safiyye'yi perdelerse, O, mü'minlerin analarından birisidir" demelerine ne
gerek vardı? Keza hicabın bedenin örtülmesinden daha fazla bir manaya geliyor
olmasının dışında Rasulullah'm "Safiyye ile insanlar arasına perde
uzatmasına" ne ihtiyaç vardı?
Aişe (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir:
- Sa'd İbnü Ebi Vakkas
ile Abd İbn Zem'a, bir oğlan çocuğu hakkında davalaştılar. Sa'd:
- Ya Rasulullah! Bu
çocuk kardeşim Utbe'nin oğludur. O, bu çocuğun kendi oğlu olduğunu bana
akdetti. Çocuğun Utbe'ye benzeyeşine bak, dedi. Abd İbnü Zem'a da:
- Ya Rasulullah bu
çocuk benim kardeşimdir. Babamın döşeği üzerinde, babamın cariyesinden
doğmuştur, dedi.
Rasulullah çocuğun
simasındaki benzeyişe baktı ve çocuğun Utbe'ye açık bir şekilde benzeyişini
gördü. Akabinde:
-Ya Abd! Bu çocuk
senin (kardeşinin )dir. Çocuk döşeğin sahibine aittir. Zina edene de recm (veya
mahrumiyet) vardır. Ya Şevde binti Zem'a sen de (Nedb ve ihtiyaç olarak) bundan
sonra bu çocuktan (yani Abdurrahman'dan) perdelen" buyurdu.
Artık, Şevde, bu Abdurrahman'ı
hiç görmedi.[878]
Şayet hicab şahısların
gizlenmesi değil de bedenlerin örtülmesi anlamına gelseydi, Abdurrahman
Sevde'ye bakmadığı halde Sevde'nin kendisi mutlaka onu görecek ve hadisin metni
de "Artık Abdurrahman Sevde'ye hiç bakmadı" şeklinde olacaktı.
Sonra Sünnetin ana
kaynaklarının ekserisinde yer alan hadisleri tek tek gözden geçirirken
müminlerin annelerinden hadis alınması esnasında şahıslarının gizlenmeyip de
bedenlerinin örtülmesine işaret eden bir tek hadise rastlamadık. Aksine hadislerin
hepsi de (Mü'minlerin annelerinin) şahıslarının gizlenmesini ihtiva etmektedir.
İkinci olarak: Hicab
âyetinin nüzul tarihi
Şüphesiz, hicab âyeti,
Tabakatü'l-Kübra müellifi İbn Sa'd'ın beyan ettiği şekliyle en müraccah olan
görüşe göre hicretin beşinci senesi Zilkade a-yında nazil olmuştur.[879]
Biz, aşağıdaki nasslara dayanarak bu âyetin nüzulünün bu seneden sonra meydana
gelen hadiselerden olmasının şart olduğu görüşünü kabul ediyoruz. Bunun böyle
olması, (bu naslarm) hicabın beyan ettiğimiz şekilde asli manasıyla -herhangi
bir yönden Peygamber (s.a.v.)'in hanımlarından başkasına farz kılınmadığına ve
sahabî kadınların umumunun, hicabın Peygamber'in eşlerine mahsus bir şey
olduğunu iyi bildikleri ve Peygamber'in hanımlarına mahsus olan bu hususta
onlara iktida edilmesine imkân olmadığını anladıkları için velev iktida
kabilinden bile olsa gizlenmediklerine delalet etmesine binaendir.
Hicabın Peygamber'in
(s.a.v.) hanımlarına mahsus oluşunun delilleri:
Birinci delil:
Allah Teala buyuruyor
ki:
"Ey iman edenler,
Peygamber'in evlerine -yemeğe davet olunmaksızın, vaktine de bakmaksızın-
girmeyin. Fakat davet olunduğunuz zaman girin. Yemeği yiyince dağılın. Söz
dinlemek veya sohbet etmek için de (izinsiz) girmeyin. Çünkü bu, Peygamber'e
eza vermekte, O sizden utanmaktadır. Allah ise hakkı açıklamaktan çekinmez.
Bir de onun zevcelerinden birşey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu
hem sizin kalbleriniz, hem de onların kalbleri için daha temizdir. Sizin
Allah'ın Rasulüne eza vermeniz doğru olmaz. Kendisinden sonra da zevcelerini
nikâhla almanız da ebedi caiz değildir. Bu, Allah katında çok büyük bir
günahtır." (Azhab, 53).
Bu âyet, müslümanlann
genelinin evlerinden ve eşlerinden değil, açık bir şekilde Peygamber'in evleri
ve eşlerinden bahsetmektedir. Taberi, tefsirinde şu ifadeleri serdetmektedir:
"Onlara -yani
Peygamber'in hanımlarına- ne babalan, ne oğullan, ne kardeşleri, ne
kardeşlerinin oğullan, ne kız kardeşlerinin oğullan, ne kadınları ve ne de
ellerinin altında bulunan cariyeleri hakkında bir günah yoktur. (Yani bunlara
karşı gizlenmeleri gerekmez. Ey Peygamberin hanım lan! siz de) Allah'tan
korkun, şüphesiz Allah, herşeyi görmektedir." (Ahzab, 55)
kavlinin te'vili
hususundaki görüşler;
Şanı Yüce Allah (bu
âyette): Rasulullah'ın eşleri üzerine babalan hakkında hiçbir günah ve hiçbir
beis yoktur" buyuruyor.
Bundan sonra ehl-i
te'vil (müfessirler) Peygamber'in hanımları üzerinden bu şahıslar hususundaki
günahın kaldırılmasının ne manaya geldiği konusunda ihtilafa düştüler. Bir
kısmı Peygamber'in eşlerinden bunların yanında dış elbiselerini atmaları
hususundaki günah kaldırılmıştır. Bir kısmı ise; Peygamber'in eşleri üzerinden
bu şahısların yanında perdelenmeyi ter-ketmeleri hususundaki günah
kaldırılmıştır, dediler... Bu konudaki iki görüşten hakka en layık olanı
'bunun manası: Peygamber'in eşleri üzerinden bu şahısların yanında perdelenerek
gizlenmeyi terketmeleri hususundaki günahın kaldırılmasıdır', diyen
müfessirlerin görüşüdür. Onun bu manaya gelmesinin delili ise söz konusu âyetin
hicab âyetinin hemen akabinde inmiş olmasıdır."[880]
Bu suretle Allah
Teala'nın, Peygamber'in eşlerinin meharimini (yani nikâh düşmeyen yakınlarını)
perdelenerek gizlenme emrinin dışında tuttuğunu görüyoruz. Bunu Allah
Teala'nın:
"Peygamber'in
hanımlanna ne babalan, ne oğulları, ne kardeşleri... hakkında bir günah
yoktur"
kavlinden anlıyoruz.
Halbuki yüce mevla, mü'minlerin hanımlarının meharimini, sadece yanlarında
zinetin gizlenmesi hususundaki hükümden istisna etmiştir. Mü'minlerin
hanımlarının, söz konusu meharimlerinden zinetlerini gizlemelerinin bu konudaki
umumi hükümden istisna kılınışı ise, Allah Azze ve Celle'nin:
"Zinetlerini
kocalarından yahud babalanndan yahud kocalarının babalanndan... başkasına
göstermesinler..."
kavlinde beyan
olunmaktadır. (Nur, 31)..
Beğavi'nin
Mealimu't-Tenzil adlı eserinde Allah Teala'nın, "Onlardan birşey
istediğiniz zaman perde arkasından isteyiniz..." kavlinin tefsiri
sadedinde şöyle denilmektedir. (Artık hicab âyetinden sonra hiçbir kimseye
Peygamber'in hanımlarına gerek yüzleri peçeli iken gerekse peçesiz bakması caiz
değildir..."
İkinci delil: Hicab
farz kılınmazdan önceki gelişmeler Ömer, hanımlarını perdelemesi hususunda
Rasulullah'a yol gösteriyor: Ömer İbn Hattab (r.a.)'dan rivayete göre şöyle
demiştir:
"... Ben: Ya
Rasulullah! Yanınıza, iyi ve kötü kimseler giriyor, Mü'minlerin analan olan
hanımlarınızın perdelenmelerini emretseniz! dedim. Bunun üzerine Allah hicab
âyetini indirdi..."[881]
Bu hadis açık bir
şekilde, Ömer'in Peygamber'e (s.a.v.): "Mü'minlerin hanımlarına perdelenmelerini
emret" demeyip "hanımlarını perdele" dediğini ifade etmektedir.
Bunun sebebi ise, Ömer'in kalbinde, Peygamber'in aile hayatına erkeklerin
muttali olmalarından dolayı bir nefret meydana gelmiş olmasıdır. Bu da
Peygamber'in ailelerinin yanlarına iyi ve kötü kimseler girdiği içindir. Çünkü
Rasulullah (s.a.v.) Allah'tan (onun adına tebliğ yapan) bir mübelliğdir ve
evinin bütün insanlara açık olması gerekir. Amma müslümanlann evlerine gelince,
onlara, adeten sadece yakın akrabaları, yakın dostları ve kendilerine itimat
edilen insanlar girerler.
Ömer perdelenmeye
karşı çok arzu duyduğunu göstermek için Sev-de'nin geceleyin dışarı çıktığı
sırada kendisinin onu tanıdığını açıklıyor:
- Aişe (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle haber vermiştir:
- "Peygamber'in Zevceleri geceleyin
haceti defe çıktıklarında (Medine'nin
kenarında bulunan) Menası'a kadar giderlerdi. O Menasıaçık bir yerdir. Ömer,
Peygamber'e kadınlarını perde arkasına koy (yani evden çıkmalarını men'et) der
idi de, Rasulullah (s.a.v.) onun dediğini yapmıyordu. Nihayet Peygamber'in
zevcesi Şevde bintü Zem'a gecelerden bir gece yatsı namazı vaktinde dışarıya
çıktı. Şevde uzun boylu bir kadın idi. Ömer hicab emrinin indirilmesini çok
arzu ettiği için, ona: Ya Şevde, bilmiş ol ki, biz seni muhakkak tanıdık, diye
bağırdı. Bundan sonra Allah hicab ayetini indirdi.[882]
Yemek yendikten sonra
halkın oturup sohbete koyulmalarından Rasulullah (s.a.v.)'ın incinmesi:
- Enes b. Malik
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
-"... Zeyneb
binti Cahş (taranıp süslenerek) Rasulullah (s.a.v.)'e hediye edildiği zaman,
Zeyneb evde Rasulullah'in yanında oldu. Rasulullah (s.a.v.) bir yemek yaptı ve
cemaati yemeğe çağırdı. Cemaat yemekten sonra oturup konuşmaya koyuldular.
Peygamber onların çıkıp gitmeleri için dışarı çıkmaya, sonra yine Zeyneb'in
evine dönmeğe başladı. Onlar ise hala oturmuş konuşuyorlardı. Bunun üzerine
Yüce Allah:
"... " Hicab
âyetini indirdi. Bunun akabinde hicab, yani perde gerildi, oturan topluluk da
kalkıp gittiler.[883]
Hafız İbnü Hacer der
ki: (Hicab ayetinin nüzulü için diğer bir sebeb de Mücahid'in Aişe'den
rivayetinde göze çarpar. Nesai, bunu şu lafızlarla tahriç eder (Aişe demiş ki):
"(Ben, Nebi (s.a.v.) ile beraber bir kabın içinde hurma karıştırması
yiyordum. O sırada (yanımıza) Ömer uğradı. Peygamber onu da çağırdı. Bunun
üzerine Ömer (gelip bizimle beraber yemek) yedi. Derken Ömer'in parmağı benim
parmağıma dokununca Ömer:
- "Off! dedi,
(Peygamber) sizin hakkınızda (benim re'yime) itaat etseydi, sizi hiç bir göz
görmezdi. Bundan sonra hicab âyeti nazil oldu."[884]
İbnü Cerir et-Taberi,
tefsirinde Mücahid tarikiyle Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder: (Nebi
beraberinde ashabından bazı kimseler olduğu halde yemek yerken Aişe de onlarla
beraber yiyordu. Bu esnada onlardan bir adamın eli Aişe'nin eline dokununca Peygamber
(s.a.v.) bundan rahatsız oldu da bunun üzerine hicab âyeti nazil oldu.)[885]
İbnü Mürduye ise: İbnü
Abbas kanalıyla Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder:
"Bir gün, bir
adam Rasulullah (s.a.v.)'in yanına girip uzun müddet oturmuş. Bu sebeble
Rasulullah (s.a.v.) adamın dışarı çıkması için üç defa dışarı çıkıp girmiş.
Fakat adam bunu yapmamış. Nihayet içeri Ömer girmiş de Rasulullah (s.a.v.)'in
yüzündeki hoşnutsuzluğu görünce, adama:
Öyle sanıyorum ki, sen
Peygamber'e eziyet etmişsin, demiş. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):
"Vallahi, benimle
beraber dışarı çıkması için üç kez kalkıp dışarı çıktım. Fakat o benimle
beraber çıkmadı, buyurmuş. Buna binaen Ömer:
- Ya Rasulullah!
(misafirlerle ailenin arasına germek için) bir perde edinsen! Çünkü senin
hanımların sair mümin kadınlar gibi değildirler. Bu hem onların kalbleri için
de daha temizdir, demiş. Bunun üzerine hicab âyeti nazil olmuş... Nüzul
sebeblerinin birden fazla olmasına hiçbir mani yoktur.[886] Bu
sebeblerin aralarının cemedilmesi yöntemine gelince şöyledir: Hicab âyetinin
nüzul sebebleri birden fazla tekerrür etmiştir. Zeyneb kıssasına Kur'an-ı
Kerim'de işaret olunduğu için onun kıssası nüzul sebeplerinin sonuncusudur.[887]
Ömer (r.a.)'ın
teklifleri ve bu tekliflerin hicab (örtünme) hususunda yol göstermesi.
a) Ömer
(ra)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
- Üç şey hakkındaki
dileğim Allah'ın vahyine uygun geldi. Yahud, Rabbim bana muvaffat etti. Ben: Ya
Rasulullah! Makam-ı İbrahim'den bir namaz yeri edinseniz! dedim. (Bu lafızla
âyet indi.) Yine ben, Ya Rasulullah! Yanınıza iyi ve kötü kimseler giriyor.
Mü'minlerin anaları olan kadınlarınızın perde gerisinde durmasını emretseniz!
dedim. Bunun üzerine Allah, hicab âyetim (Ahzab, 59) indirdi.
Ömer dedi ki:
- Bana Peygamber'in
bazı kadınlarına darılması haberi ulaştı. Bunun üzerine kadınların yanına
gittim ve: Kadınlar! Ya hırçınlığa son verirsiniz, yahud iyi biliniz ki, Allah
sizin yerinize Rasulune sizden daha hayırlı kadınlar verir dedim. Nihayet
Peygamber'in kadınlarından birisinin yanına vardım. Kadın bana: Ya Ömer!
Rasulullah kadınlarına öğüt vermez mi ki, sen onlara va'z vermeye kalkıyorsun?
dedi. Bunun üzerine de Allah Teala, şu âyeti indirdi:
"Eğer o sîzi
boşarsa yerinize -Allah'a itaatla teslim olan, Allah'ın birliğini tasdik
eden... olmak üzere- Rabbmın ona sizden daha hayırlılarım vermesi
umulur..." (Tahrim, 5).[888]
b) Ömer İbn
Hattab (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
- "... Müslümanlar (Bedir günü) esirleri
aldıktan sonra Rasulullah (s.a.v.) Ebu Bekir'le Ömer'e:
- Bu esirler hakkında
re'yiniz nedir? diye sordu Ebu Bekir:
- "Ya
Nebiyyallah! Bunlar amca oğullan ve akrabalardır, ben onlardan fidye alman
fikrindeyim! Bu suretle küfrar üzerine kuvvetimiz olur, umulur ki Allah, onları
İslam'a hidayet buyurur! dedi. Müteakiben Rasulullah
(s.a.v.):
"Sen ne
düşünüyorsun ey Hattaboğlu? diye sordu. (Ömer diyor ki): - Ben, hayır, vallahi
Ya Rasulullah! Ben Ebu Bekir'in düşündüğü gibi düşünmüyorum! Lakin ben, müsaade
buyurursan da şunlann boyunlarını vursak, diye düşünüyorum... dedim. Bunun
üzerine Rasulullah (s.a.v.) Ebu Bekir'in söylediğine meyletti. Benim
söylediğime iltifat etmedi. Ertesi gün olunca ben geldim, Bir de ne göreyim?
Rasulullah (s.a.v.)le Ebu Bekir oturmuş ağlıyorlar!.. Allah Azze ve Celle:
Yeryüzünde üstünlüğü
sağlamadıkça hiçbir Peygamber'e esir almak yaraşmaz..." âyetini (artık
aldığınız ganimetten helal hoş olarak yeyin, âyetine kadar) indirdi.[889]
c) Abdullah
İbnü Ömer (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
"Abdullah İbn
Ubey, İbn Selul vefat ettiği zaman, oğlu Abdullah İbn Abdullah, Rasulullah'a
geldi ve babasını içinde kefenlemek için kendisine gömleğini vermesini istedi.
Rasulullah (s.a.v.) de ona kendi gömleğini verdi. Sonra Abdullah,
Rasulullah'ın, babasının cenaze namazını kıldırmasını istedi. Rasulullah onun
cenaze namazını kıldırmak için ayağa kalkınca Ömer (r.a.) de ayağa kalktı ve
Rasulullah'ın elbisesinden tuttu da:
- Ya Rasulullah!
Rabb'in seni onun üzerine cenaze namazı kıldırmadan nehyetmiş olduğu halde, sen
yine onun üzerine namaz kıldıracak mısın? dedi. Rasulullah:
-"Allah, beni
ancak muhayyer kıldı da: Onlar için Allah'dan mağfiret iste yahud onlar için
mağfiret isteme. Eğer onlar için yetmiş defa istesen de yine Allah onları asla
mağfiret etmeyecektir, buyurdu. Ben ise bu yetmiş üzerine mağfiret istemeyi
artıracağım" dedi.
Ömer Yine:
- Muhakkak ki o, bir
münafıktır, dedi.
- Ravi dedi ki: Sonunda Rasulullah onun cenaze
namazım kıldırdı. Bunun akabinde Allah:
"Onlardan Ölen
hiçbir kimseye ebediyyen dua etme (gömmek veya ziyaret etmek için) kabrinin
başında da durma. (Çünkü onlar Allah'ı ve Rasulünü inkâr ile kâfir oldular,
onlar fasıklar olarak öldüler)" âyetini indirdi.[890]
Bu nasslardan, Ömer'in
tekliflerinden üç tanesinin bütün müslümanla-nn meseleleri hususunda olduğu
anlaşılmaktadır. Bunlar da İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinilmesi,
Bedir esirleri (ne yapılacak muamele) ve münafıklar üzerine cenaze namazı
kılınmasıyla alakalıydı. Dördüncü teklifi Rasulullah (s.a.v.)'in hanımlarına
nasihati ile alakalı olup bunlardan birtanesi de bizzat Ömer (r.a.)'ın kerimesi
Hafsa idi. Hz. Ömer'in hicab'a mahsus olan teklifine gelince şüphesiz ki bu,
hem Rasulullah (s.a.v.)'in hususi meselelerinden birisi, hem de hanımlarının
haya iffetinin teminini sağlayacak ve aynı zamanda asil erkeklik gayreti ne
muvafık olacak tertib ve düzenlemeleri vaz etmesi tabii olan bir meseleydi ve
bu mesele zahmetsiz ve semanın vahyini beklemeden hatta Ömer'in nasihatina
hacet olmadan düşünülebilecek bir şeydi.
Mesele böyle olduğuna
göre, o halde kaza-i hacet için sahraya çıkılmasında iffeti zedeleyecek ve
lekeleyecek şeyler olduğu halde Rasulullah (s.a.v.) neden acele edip ilk önce
hanımlarını perdelemedi? Aynı şekilde neden Ömer'in bu teklifine icabet etme
hususunda acele davranmadı? Bunun cevabı şudur: Zira Rasulullah (s.a.v.)
kendisi: "Ne o, yoksa Sa'd İbn Ubade'nin bu kıskançlık ve hamiyyetinden
hayretmi ediyorsunuz? (Hayret etmeyiniz!) Vallahi ben elbette Sa'd'dan daha
kıskancım. Allah da benden daha kıskançtır..."[891]
buyurduğu halde edeb ve haya hududlan dahilinde erkeklerin kadınlarla bir araya
gelmelerini vakar ve şahsiyyete ve bilhassa erkeğin ırzına karşı duyduğu
kıskançlık hissine aykırı görmüyordu. Aynı şekilde o, bunu kadının iffetine
mugayir ve hayasını zedeleyici olarak görmüyordu. Yani Rasulullah (s.a.v.) o
vakitte Medine toplumunda kaim olan örf içerisinde muhalefete lüzum olmayan
salih bir örf bulunduğunu kabul ediyordu.
Aynı şekilde Peygamber
(s.a.v.) umumi hallerde perdeleme hususunda kadına itibarla mutlak bir
mükerremlik görmüyor, mükerremliğin ancak kadımnhayasında ve Allah'ın emrettiği
şekilde baş örtüsüne, geniş ve uzun elbiseye önem vemesinde olduğunu kabul
ediyordu. Fakat Ömer ise, Hane-i Nebevi'ye iyi ve kötü insanların (girip
çıktığını görüyor ve aynı zamanda Peygamber'in hanımlarının diğer umumi
müminlerin hanımlarından ayırd edilmesini arzu ediyordu. Bu sebeble de Ömer
onların diğer kadınlarından ayrılması hususunda ısrar ediyor Rasulullah ise
bundan yüz çeviriyordu. Çünkü O, ashabı arasında ayrıcalık yapmaktan
hoşlanmıyordu.
Sonra öyle bir zaman
geldi ki, o esnada Rasulullah'a karşı eziyyetler peşpeye sıralanıyor ve
diğerlerinden ayrılmasının sebebleri birbiri üstüne katlanıyordu. Bunun nedeni
evlerin dar olması -ve- Rasulullah (s.a.v.)'in münasebetlerinin ekserisinin
insanların muhtelif ihtiyaçları için olması ve Rasulullah (s.a.v.)'in yanına
girmenin aynı zamanda hanımlarının yanına girilmesi anlamına gelmesiydi. Üstüne
üstlük bir de uzun müddet oturulması ve evdeki herkese meşakkat verecek şekilde
söze dalınmasıydı ve hassaten düğün günü sabahı olduğunda (bkz. Zeyneb'le
izdivacın yapıldığı gün hicab'ın nasıl farz kılındığı hadisi) bazı kimselerin
haddi aşması ve Rasulullah (s.a.v.)'in vefatından sonra onun zevcelerinden
birisini nikahlamaya karar verdiğini açıklaması olmuştu. [892]Halbuki
Allah Teala, Nebisine hürmet ve saygı göstermek için onun hanımlarını
müminlerin anneliğine seçmiş ve Rasulüne yapılan eziyyet şekillerinin hepsinin
kökünü kazımayı ve hane-i Nebevi'yi muhafaza edip korumayı murad etmişti. Halta
onu bütün mü'minlerin hanelerinden üstün bir mevkiye ulaştırmayı murad etti de
bunun için lazım olan adab kaidelerini içine alan bir ayetini indirdi:
a) "Ey
iman edenler, Peygamber'in evlerine -yemeğe davet olunmaksızın vaktine de
bakmaksızın- girmeyin, fakat davet olunduğunuz zaman giriniz."
b)
"Yemeği yiyince hemen dağılırı (birbirinizle veya ev halkı ile) söze
dalmayın."
c) "Bir de onlardan -yani onun
zevcelerinden- birşey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin-. Bu hem sizin
kalbleriniz, hem de onların kalbleri için daha temizdir."
d) "Sizin Allah'ın Rasulünü incitmeniz ve
kendisinden sonra onun eşlerini nikâhla almanız da asla caiz değildir. Çünkü
bu, Allah katında çok büyük bir günahtır."
Ömer'in (r.a.)
Peygamber (s.a.v.)'e teklifleri hususundaki açıklamalarımıza son vermeden önce
birkaç noktayı kaydetmek istiyoruz.
1) Birinci
nokta şudur: Ömer (r.a.)'ın herkesten ayrı ve normalden fazla bir kıskançlığı
vardı. Şu.iki hadis bu görüşümüzü te'yid etmektedir:
İbnü Ömer (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir:
"Ömer'in bir
hanımı vardı ki, sabah ve yatsı namazlarını hergün mescidde cemaatle kılardı. O
kadına: Ömer'in bunu istemez ve kıskanır olduğunu bilip dururken niye mescide
çıkıyorsun? denildi. Kadın:
- Beni nehyetmesinden
Ömer'i men eden şey nedir? dedi. Soran zad da
- "Rasulullah'ın
'Allah'ın dişi kullarını, Allah'ın mescidlerinden menet-meyiniz' sözüdür"
dedi.[893]
- Ebu Hureyre
(r.a.)dan rivayete göre şöyle demiştir:
- Bizler Rasulullah'ın
yanında bulunduğumuz sırada birden O bize şöyle buyurdu: 'Ben bir kere uyurken
kendimi cennette gördüm. O sırada bir kadın (Ümmü Süleyma) bir köşkün yanında
abdest almakta idi. Ben (yanımdaki meleklere) Bu köşk kimin içindir? diye
sordum. Onlar: Bu köşk Ömer İbnü'l-Hattab içindir, dediler. Ömer'in
kıskançlığını hatırladım da hemen yüzümü arkama çevirdim (geri dönüp
uzaklaştım).
(Rasulullah'ın bu
latifeli müjdesi üzerine) Ömer sevincinden ağladı da: - Ya Rasulullah, sana
karşı mı kıskançlık edeceğim dedi?[894]
İkinci nokta şudur: Rasulullah (s.a.v.)'in bu mu'tedil olan kıskançlığı,
Allah'ın, Rasulü'nden bütün eziyyet çeşitlerini kaldırmak ve Hane-i Nebe-vi'nin
makamının derecelerini yüceltmek için vahiy inzal etmesine değin zevcelerinin
perdelenmemesine razı olması gibi... Ve Rasulullah (s.a.v.) sağlığında
-mü'minlerin hanımlarım görüyor; kendisi ve ashabı- Allah onlardan razı olsun-
çeşitli münasebetlerle onlarla bir araya geliyorlardı. Hal böyle olunca
kadınların, muhtelif derecelerdeki maslahatlarını yerine getirmek için
hicabsız (aralarında perde olmaksazın) erkeklerle karşılaşmasının mubah
olduğunu ifade etmemiz mümkün olacaktır. Bu mübahlık, meseleyi helal olan
aslından çıkarıp terahat-i enzihiyye yahud kerahat-it tahrimiyye (tenzihen
mekruh veya tahrimen mekruh)liğe dönüştürecek beklenmedik bir sebeb ortaya
çıkıncaya kadar kaimdir.
Üçüncü delil:
Hicab'ın farz
kılınmasını takib eden hadiseler: Ömer, hicabın farz kılınmasından sonra
-mü'minlerin annesi- Şevde (r.a.)'mn dışarı çıkmasına karşı çıkıyor:
Aişe (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir:
- Peygamber'in
kadınlarından Şevde bintü Zem'a, hicab âyeti indikten sonra bir ihtiyacı için evinden
dışarı çıkmıştı. Şevde, iri yapılı bir kadındı. Bu sebeble kendisini
tanıyanlara (örtülü olsada gizli olamazdı). Bu defa Ömer İbn Hattab onu
dışırada gördü de:
- Ya Şevde! İyi bil
ki, vallahi sen bize karşı gizli olamıyorsun. Bak! Düşün! Sen nasıl evinin
dışına çıkıyorsun? dedi.
- Aişe (rivayetine
devamla) dedi ki: Bunun üzerine Şevde evine dönüp geldi. O sırada Rasulullah
benim odamda idi, akşam yemeği yemekteydi, elinde de etli bir kemik vardı. Bu
halde iken Şevde içeri girdi ve:
- Ya Rasulullah! Ben
bazı ihtiyacım için evimden çıkmıştım. Ömer bana şöyle şöyle söyleyip çıkışıma
itiraz etti, diye şikayet etti.
- Aişe devamle dedi ki: Bunun üzerine Allah,
Peygamber'ine vahy gönderdi. Sonra kendisinden vahiy hali kaldırıldı. O kemik
elinde olduğu halde ve onu yere koymaksızın Sevde'ye:
- "Siz kadınlara
kendi ihtiyaçlarınız için (Örtünmüş olarak) evinizden dışarı çıkmanıza izin
verilmiştir" buyurdu.[895]
Şüphe yok ki, Ömer
-hicab âyetinin nüzulünden sonra mü'minlerin hanımlarının kendi ihtiyaçları
için dışarı çıkmalarına karşı çıkmamıştır. Halbuki onların hepsi de evlerde
tuvalet bulunmadığı için, kazayı hacet yapmak maksadıyla sahraya çıkıyorlardı.
Bunun böyle olması bir yana kadınlardan bir çoğu çeşitli masahatlan yerine
getirmek için dışarı çıkmaktaydı. Ömer ancak müminlerin annesi Şevde ye karşı
çıkmıştır. Hepsi bu. Bu da onun, hicab (perdelenme)'in Peygambe'in hanımlarına
mahsus olduğunu bildiği içindir. Hafız İbnü Hacer Kurtubi'nin şöyle dediğini
nakletmektedir: (Şüphesiz Nebi (s.a.v.)'in mahremiyyetine herhangi bir insanın
muttali olmasından dolayı Ömer'in nefsinde bir kıskançlık (hamiyyet) meydana
gelmişti de bu yüzden Peygamber'den hanımlarını perdelemesini istedi. Nihayet
hicab âyeti de inince Ömer'in arzusu (niyeti) onların evlerinden asla dışarı
çıkmamaları idi. Fakat bunda meşakkat söz konusuydu. Onun için de kendilerinin
zaruri olan ihtiyaçları için evlerinden dışarı çıkmalarına izin verildi.[896]
Dördüncü delil:
Buharı ve Müslim'in
sahihlerinde -Hicab lafzının mü'minlerin annelerine muhsus oluşu:
Buhari ile Müslim'in
sahihlerine ve diğer sünnet kitablanna müraccat edildiğinde (hicab;perdeleme)
lafzının "... onlardan birşey istediğiniz zaman perde (hicab) arkasından
isteyin..." âyetinde beyan olunan aynı manadaki lafızların sadece Peygamber'in
hanımlarıyla alakalı olarak varid olduğu görülür.
Buhari ve Müslim'in
rivayet ettiği hadisler aşağıdaki şekildedir: Peygamber zamanında:
Ömer (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir: "Ya Rasulullah senin yanına hayırlı hayırsız
kimseler giriyor, mü'minlerin analarına perde arkasına geçmelerini emretsen,
dedim. Bu dileğim üzerine Allah, hicab âyetini indirdi."[897]
Enes bin Malik
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "Rasulullah (s.a.v.) Zeynep binti
Cahş ile evlendiği zaman, cemaatı düğün yemeğine çağırdı. İnsanlar yemek
yediler, sonra da oturup konuşmaya koyuldular. Bir de baktım ki, Rasulullah
(s.a.v.) (onların anlayıp da kalkmaları için) kalkmağa davranır gibi yapmakta,
fakat oturanlar yerlerinden kalkmam aktaydı. Rasulullah bu vaziyeti görünce
(onların kalkıp gitmeleri için) yerinden kalktı. Rasulullah kalkınca, onlardan
kalkanlar da çıkıp gittiler. Fakat üç kişi oturdu kaldı. Peygamber, Zeyneb'in
yanına girmek için geldi. Gördü ki, o topluluk hala oturmaktalar. (Peygamber
geri döndü) sonra onlar kalkıp gittiler. Bunun üzerine ben.de gittim ve varıp
Peygamber'e onların gittiklerini haber verdim. Peygamber geldi ve içeriye
girdi. Ben de O'nunla içeriye girmeye davrandım. Peygamber benimle kendisi
arasında perdeyi sarkıttı. Bunun akabinde Allah şu âyeti indirdi:
"Ey iman edenler,
Peygamber'in evlerine... giimeyin..." (Ahzab, 53),
Müslim kendi
rivayetinde "Peygamber'in hanımları perdelendiler" ziyadesini
yapmıştır.[898]
- Peygamber'in hanımı
Aişe(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "Rasulullah (s.a.v.) sefere çıkmak
istediği zaman hanımları arasında kur'a çekmek adetiydi. Hangisi çıkarsa,
Rasulullah onu beraberinde sefere götürürdü:
Aişe dedi ki: Yapmak
istediği bir gazvede aramızda kur'a çekti ve bu kur'ada benim adım çıktı. Ben
Rasulullah'in beraberinde sefere çıktım. Bu sefer hicab âyeti indikten sonra
idi. Ben hevdecimin içinde taşınır ve onun içinde olarak konaklardım... Ben
yerimde otururken uyumuşum.
Safvan İbnü'l-Muattal
es-Sülemi ez-Zekvani arkadan gelmekle, (askerin kalmış olan eşyalarım toplamak
ve diğer konak yerine götürerek sa-hiblerine vermekle) görevli idi. Bu zat,
askerin arkasından sabaha yakın yürümüş, benim bulunduğum yere gelmiş, uyuyan
bir insan karaltısı görünce benim yanıma gelmiş ve beni görünce tanımış. Bu zat
beni perdelenme emrinden Önce görür idi. Ben onun, beni tanıyınca söylediği
"İnna lillahi ve inna ileyhi raciûn, Biz muhakkak Allah'ın mülküyüz ve biz
ancak ona dönücüleriz" (mealindeki) istirca sözleriyle uyandım. Uyanınca
da hemen feraceme bürünüp yüzümü örttüm.[899]
- Ebu Musa el-Eş'ari
(r.a.) dan rivayete göre şöyle demiştir:
"... Bu sırada
Peygamber'in hanımı Ümmü Seleme, perde arkasından
- (Şu sudan) ananıza
da ikram edin! diye seslendi...[900]
- Enes İbn Malik
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
- Peygamber (s.a.v.)
Hayber (den dönüşte onun)la Medine arasında üç gün ikamet etti. Bu müddet
içerisinde Safiyye bintü Huyey ile evlendi. Yemek esnasında müslümanlar
aralarında:
- Safiyye mü'minlerin analarından birisi midir,
yoksa Rasulullah'in cariyelerinden midir? dediler. Bunun üzerine bir kısım
müslümanlar:
- Eğer Rasulullah Safiyye'yi örterse
(perdelerse), O, müminlerin analarından birisidir. Eğer onu örtmez
(perdelemez)se, Safîyye Rasulullah (s.a.v.)'ın cariyelerinden birisidir,
dediler:
- Rasulullah (s.a.v.)
hareket etmeğe karar verince, hayvanının arkasına Safiyye için üzerine
oturacağı bir taht hazırlattı ve Safıyye ile insanlar arasına da bir perde
uzattı.[901]
- Aişe (r.a.)'dan
rivayete göre kendisi şöyle demiştir:
- Sa'd İbn Ebi Vakkas
ile Abd İbnü Zem'a bir oğlan çocuğu hakkında davalaştılar Sa'd:
- Ya Rasulullah! bu çocuk erkek kardeşim
Utbe'nin oğludur. O, bu çocuğun kendi oğlu olduğunu bana ahdetti çocuğun
Utbe'ye benzeyişine bakın, dedi.
Abd ibnü Zem'a da:
- Ya Rasulullah, bu
çocuk benim kardeşimdir, babalarının döşeği üzerinde, babamın cariyesinden
doğmuştur, dedi.
Rasulullah (s.a.v.)
çocuğun simasındaki benzeyişe baktı ve çocuğun Utbe'ye açık bir surette
benzeyişini gördü. Akabinde:
- Ya Abd, bu çocuk
senin (kardeşin)dir. Çocuk döşeğin sahibine aitdir; zina ediciye de recm ve
mahrumiyyet vardır. Ya Şevde bintü Zem'a sen de (Nedb ve ihtiyat olarak) bundan
sonra bu çocuktan (yani Abdurrahman'dan) perdelen buyurdu: Artık Şevde, bu
çocuğa (Abdurrahman'a) hiç bakmadı.[902]
- Aişe (ra)'dan
rivayete göre kendisi şöyle demiştir:
Süt amcam (olan
Ebu'l-Kays'ın kardeşi Eflah) hücreme benim yanıma girmek için izin istedi. Ben
ona, Rasulullah'a, soruncaya kadar izin vermekten çekindim. Rasulullah,
geldiğinde, bunu kendisine sordum... Bu da üzerimize perde çekildikten sonra
olmuştu. (Diğer bir rivayette Eflah: Ben senin amcan olduğum halde benden perde
arkasına mı çekiliyorsun? dedi...[903]
Müslimin rivayetinde ise: Aişe'nin (amcası) onun yanına girmek için izin
istemiş de Aişe kendisine izin vermemiş, müteakiben bunu Rasulullah (s.a.v.)'e haber vermiş. Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v.) kendisine:
- Ondan korunma
(perdelenme)" buyurmuşlar, şeklindedir.[904]
Sa'd İbn Ebi Vakkas (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiş:
"Ömer
İbnü'l-Hattab, Rasulullah (s.a.v.)'in yanına girmek için izin istedi. Halbuki
Rasulullah'ın yanında Kureyş kabilesinden bir takım kadınlar vardı. Rasulullah
(s.a.v.) ile konuşuyorlardı. Sesleri de Rasulullah (s.a.v.)'in sesinden daha
yüksek çıkıyordu. Ömer İbn Hattab izin isteyince bu kadınlar hemen kalktılar ve
süratle perdeye gittiler...[905]
Hafız İbn Hacer şöyle
der: "Ravi'nin: 'Rasulullah'ın yanında Kureyş kabilesinden bir takım
kadınlar vardı, demesine gelince, onlar, Rasulullah (s.a.v.)'in hanımlarından
bazılarıdır."[906]
Aişe (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiş:
- Peygamber'e (Mute şehidleri)
Zeyd ibn Harise'nin, Cafer'in Abdullah İbn Revaha'mn şehidlik haberi geldiği
zaman, Peygamber (mescidde) oturmuştu. Yüzünde hüzün ve keder eseri fark
ediliyordu. Ben de kapının Rasulullah'ın görülebileceği bir aralığından,
kendisine bakıyordum...[907]
Enes b. Malik
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
"Peygamber
(s.a.v,) üç gün (mescide) çıkmadı. Namaz ikame edildi. Ebu Bekir ileriye varıp
mihraba geçti. Peygamber perdeyi (eliyle şöyle) yaptı (kaldırdı). Peygamber'in
yüzü meydana çıktı ki, o anda bize görünen Peygamber'in o parlak yüzünden daha
hoş daha güzel bir manzara görmüş değiliz. Peygamber, Ebu Bekir'e ileri geç
diye eliyle işaret etti. Ve perdeyi indirdi. İşte ondan sonra vefat edinceye
kadar güzel yüzünü bir daha görmek nasip olmadı.[908]
- Aişe (r.a.)'dan
rivayet ofamduğuna göre şöyle demiştir:
- "Peygamber (s.a.v.)'in zevcelerinin
yanına kadın tabiatlı bir adam (gelip) giriyodu. Onu kadına ihtiyacı
olmayanlardan sayıyorlardı... Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):
- "Dikkat ediniz!
Görüyorum ki, bu adam orada ne olduğunu biliyor, sakın sizin yanınıza
girmesin!" buyurdular. Aişe dedi ki:
Artık onlar da bunu
(girmekten) menettiler. (Yani ondan gizlendiler).[909]
- Abdülmuttalib b.
Rebiate'bni Haris'den rivayete göre şöyle demiş: "Rasulullah (s.a.v.) öğleyi
kılınca biz (yani Abdülmuttalib ve el-Fadl İbn Abbas) ondan önce odasına
girerek orada bekledik. Nihayet Rasulullah (s.a.v.) geldi ve bizim
kulaklarımızı çektikten sonra(...)
- "Rasulullah (s.a.v.) uzun bir sükuta
daldı. Hatta biz kendisiyle konuşmak istedik. Zeyneb bize perdenin arkasından:
'Ona söz etmeyin! Diye işaret etmeye başladı..."[910]
Ömer İbn Hattab
(r.a.)'dan rivayete göre, demiş ki:
"Peygamber
(s.a.v.) kadınlarından uzaklaştığı vakit mescide girdim. Bir de baktım cemaat
(üzüntüden) çakıltaşlarıyla yeri eşeliyor ve: 'Rasulullah (s.a.v.) hanımlarını
boşamış, diyorlar... Bu mesele kadınlara hicab (perdelenme) emrolunmazdan önce
idi.[911]
Sahih olan, hicabdan sonra olduğudur."[912]
Aişe (r.a.) da
rivayete göre şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.v.)'e fetva sormak için bir
adam gelmiş. Kendisi de konuşulanları kapının arkasından işitiyormuş..."[913]
Cabir b. Abdillah
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiş: "Evimde oturuyordum, o sırada bana
Rasulullah (s.a.v.) uğradı da (eliyle) işaret etti. Hemen kalkıp yanına vardım.
Elimden tuttu ve birlikte yürüdük. Nihayet kadınlarının evlerinden birine
gelerek içeri girdi. Sonra bana izin verdi. Ben de perdenin arkasına kadının
yanına girdim..."[914]
İbn Mes'ud (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir: " Rasulullah (s.a.v.) bana: 'Senin yanıma
girmek için izinli sayılman, perdenin kaldırılması ve benim fısıltımı
işitmendir1 buyurdular."[915]
ikinci olarak:
Sahabe zamanında
(r.a.) vukaa gelenler:
Mesruk (ra)'dan
rivayete göre Aişe'ye gelmiş ve:
- 'Ey müminlerin
anası; bir adam Kabe'ye kurbanlıklar gönderiyor ve bulunduğu beldede oturuyor,
beraberinde kurbanlıklar gönderdiği kimselere kurbanlık develerine (kurbanlık
olduklarının bilinmesi için) gerdanlık takılmasını tavsiye ediyor. İşte bu
adam, keadininde kurbanlık gönderdiği bu günden itibaren bütim hacılar Mekke'de
ihramlarından çıkacakları zamana kadar ikendi oturduğu şehirde ihramh gibi
olmakta devam ediyor,' demiş.
Mesruk dedi ki: Ben
Aişe'nin (kendi sesinin işitilmesi için) perdenin arkasından ellerini birbirine
çarptığım işittim. Bu el çarpmadan sonra: Aişe
(r.a.):
- Yemin olsun, ben
Rasuluİlah'ın kurbanlıklarının gerdanlıklarının iplerini bükerdim de o,
kurbanlıklarını gerdanlıkh olarak kabeye gönderirdi, fakat ihramh erkeklere
ailesinden haram olan şeylerden hiçbiri hacıların dönmesine kadar kendisine
haram olmuyordu, dedi.[916]
Ebu Seleme (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir: "Ben ve Aişe'nin erkek kardeşi beraberce
Aişe'nin yanma girdik. Erkek kardeşi Aişe'ye Peygamberin yıkanmasından sordu.
Aişe bir sa' miktarı su alır bir kap istedi, onunla yıkandı ve başının üzerine
su akıttı. Şu halde ki, bizimle kendisi arasında bir perde vardı."[917]
Avf İbnü Tufeyl
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "... Bunun üzerine Misver ile
Abdurrahman ridalanna bürünerek Abdullah İbnü'z-Zübeyr'i götürüp Aişe'nin
huzuruna girmek üzere izin istediler ve: Esselamu aleyki ve Rahmetu'llahi ve
berekatühü! Huzuruna girebilir miyiz? dediler. Aişe: 'Giriniz! diye izin
verdi.' Onlar: 'Hepimiz mi girelim?1 diye sordular. Aişe: 'Evet, hepiniz
giriniz!' dedi. Aişe onların beraberinde İbnü'z-Zübeyr'in de olduğunu bilemedi.
Hep birlikte perdenin arkasına girdiler."[918]
Yusuf b. Asım (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
- Mervan İbn Hakem,
Hicaz Valisi idi. Onu Muaviye Medine'ye vali yapmıştı. (Muaviye'den aldığı mektup
üzerine) bir gün Hutbe irad etti. hutbe'de Muaviye'nin oğlu Yezid'e babasından
sonra bey'at olunması için Yezid'i zikretmeye (yani onu propaganda etmeye)
başladı. Bunun üzerine Ebu Bekir'in oğlu Abdurrahman, Mervan'a karşılık verip
bir takım sözler söyledi. Vali de adamlarına:
- Onu yakalayın, diye
emretti.
Abdurrahman da
Aişe'nin evine girdi. Memurlar (Aişe'ye hürmeten) O'nu dışarı çıkarmaya ve
yakalamaya muktedir olamadılar. Bu sırada Mervan:
- Şüphesiz bu
Abdurrahman, Allah'ın kendisi hakkında: "ana ve babasına: "Öff size,
benden evvel nice nice nesiller gelip geçtiği halde beni (diriltip mezardan)
çıkarılacağımla mı tehdid ediyorsunuz!..." âyetini kendisi için indirdiği
kimsedir, dedi. Bunun üzerine Aişe, perde arkasından, Mervan'a:
- Allah bizim hakkımızda
(yani Ebu Bekir hanedanı hakkında) benim beraatimi bildiren âyetlerden başka,
Kur'an'dan hiçbir âyet indirmedi, sözleriyle karşıladı.[919]
İbnü Cureyc (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir:
- Bana Ata (İbn Ebi
Rebah) haber verdi. İbnü Hişam (hacc emirliği sırasında) kadınların erkeklerin
beraberinde tavaf etmelerini menettiği zaman Ata; (İbn Hişam'a):
- Peygamber'in
hanımları erkeklerin beraberinde tavaf yapmış oldukları halde, sen bu
kadınları nasıl menedersin? demiştir.
İbnü Cureyc dedi ki:
Ben, Ata'ya:
- Kadınların
erkeklerin beraberinde yaptıkları o tavaflar, hicab (Ahzab, 53) âyetinin
inişinden sonra mı, yoksa evvel miydi? diye sordum. Ata:
- 'Evet ömrüme yeminle söylüyrum, ben hicab
ayetinden sonra (o kadınların erkeklerle beraber tavaf yaptıklarına) eriştim,
dedi...
Yine Ata: Ben, Ubeyd
İbnü Umeyr ile birlikte, Aişe, Muzdelifedeki, Sebir Dağı'mn içinde mücavir,
yani ikaamet edici halde iken, Aişe'in yanına giderdim dedi. İbnü Cureyc dedi
ki:
Ben: Ata'ya; Aişe'nin
o günkü hicab (perdesi) ne idi? diye sordum. Ata:
- Aişe, o gün keçeden
yapılmış bir küçük Türk cadın içinde idi. Çadırın bir perdesi vardı. Aişe ile
bizim aramızda bundan başka birşey yoktu. Ben Aişe'nin üzerinde gül rengi ile
boyanmış bir gömlek gördüm, dedi.[920]
Sa'd İbnü Hişam İbni
Amir (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiş: "Nihayet beraberce Aişe'ye
gittik ve yanına girmek için izin istedik. Aişe, bize izin verdi; yanına
girdik. Hakim'i (görünce onu) tanıyarak:
- Sen, Hakim misin?
dedi Hakim:
- Evet, cevabını
verdi. Aişe:
- Yanındaki kimdi?
dedi: Hakim,
- Sa'd İbnü Hişam'dır,
cevabını verdi. Aişe:
- Hangi Hişam dedi.
Hakim:
- Amir'in oğlu dedi.
Bunun üzerine Aişe, ona rahmet okudu ve
- Hayırdır inşaallah
dedi...[921]
Beşinci delil:
Hicab'in mü'minlerin
annelerine mahsus olduğunu te'kid eden -Buharı ile Müslim'in sahihlerinin haricindeki
kaynaklardan- bir takım naslar:
Aşağıdaki rivayetler
İbnü Sa'd'ın et-Tabakatü'1-Kübra adlı eserinde nakledilmektedir:
-Abdü'l-Vahid İbn Ebi
Avn ed-Devsi (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
Numan İbnü'1-Cevn
el-Kindi müslüman olduğu halde Rasulullah (s.a.v.)'in huzuruna gelerek:
- Ya Rasulullah! seni
Araplar içerisindeki en güzel bir dul kadınla evlendireyim mi? Kadın amcasının
oğlunun nikâhı altında bulunuyordu. Nihayet kocası vefat edince dul kaldı.
Gerçekten o seni de arzu edip sana meyletmektedir, dedi. Bunun üzerine
Rasulullah (s.a.v.) on iki buçuk ukiyye mihir karşılığında bu kadınla
evlendi... Akabinde Peygamber (s.a.v.) Numan ile birlikte Ebu Useyd es-Saidi'yi
de gönderdi. Nihayet bunlar kadının huzuruna girmek üzere evine varıp da kadın
kendesinin içeri girmesine müsaade edince Ebu Useyd es-Saidi:
- Şüphesiz Rasulullah (s.a.v.)'in hanımlarını
erkekler namına hiçbir ahad görmez, dedi. Sonra Ebu Useyd es-Saidi: Bu hadise
hicab âyeti nazil olduktan sonra idi demiştir. Bu münasebetle kadın
Rasulullah'a (s.a.v.) haber gönderip bana vazifemi bildir, dedi. Rasulullahda
(s.a.v.):
- (Senin vazifen) seninle konuştuğun erkekler
arasında bir perde germendir, buyurdular. Nihayet kadın da böyle yaptı.
- Ebu Useyd es-Saidi,
Rasulullah (s.a.v.)'in kendisiyle zifafa girmeden önce ailesine geri gönderdiği
Kindi kabilesinin Cevn oğulları kolundan bir kadına 'Evinde dur ve mahrem olan
(nikâh geçmez yakınlarımdan başka insanlardan perdelen ve Peygamber'den sonra herhangi
bir umucu senin hakkında umuda kapılmasın. Çünkü sen mü'minlerin analarından
birisin' demişti. Bu söz üzerine kadın hiçbir umucu kendisi hakkında umuda
kapılmadan ve mahrem olan yakınlarından başkasına da görünmeden evinde durdu.
Nihayet Hz. Osman İbn Afvan (r.a.)'ın hilafeti zamanında Necid'de ehlinin
yanında vefat etti.
- İbnü Abbas
(r.a.)'dan rivayete göre demiş ki:
Rasulullah (s.a.v.)'in
vefatından sonra, el-Muhacir bin Ebi Ümeyye İbni'l-Muğire Esma binti en-Numan
ile evlendi. Bu sebeple Ömer o ikisini cezalandırmak isteyince kadın (yani
Esma):
- Vallahi, benim
üzerime ne perde vuruldu ne de ben mü'minlerin anası olarak isimlendirildim
dedi. Bunun üzerine Ömer (r.a.) de bunları cezalandırmaktan vazgeçti.[922]
- Davud İbnü Ebi Hind
(r.a.)'dan rivayete göre, demiş ki: Nebi (s.a.v.) kendisine Kayle denilen Kinde
kabilesinden bir kadınla evlenmişken vefat etmişti. Bu sebeple kadın kavminin
yanına geri döndü. Nihayet bunun arkasından İkrime İbn Ebi Cehil o kadınla
evlendi de bundan dolayı Ebu Bekir (r.a.) şiddetli bir şekilde üzüldü. Bunun
üzerine Ömer (r.a.) kendisine:
- "Ey Rasulullah'm halifesi! Vallahi,
gerçekten bu kadın Rasulullah (s.a.v.)'in zevcelerinden değildir. (Çünkü)
Rasulullah onu ne ayırır ne de perdelerdi diyerek teselli etti.[923]
et-Taberi tefsirinde
bu son haberi başka bir siga ile serdettikten sonra şöyle demiştir:
- "... Amir
(r.a.)'dan rivayete göre demiş ki, Rasulullah (s.a.v.) Kayle bintü'l Eş'as
(adında bir kadın) ile evlenmişken vefat etmişti. Nihayet bu olaydan sonra
İkrime bin Ebi Cehil bu kadınla evlendi. Bu durum Ebu Bekr'i (r.a.) şiddetli
bir sıkıntıya düşürdü de Ömer (r.a.) kendisine:
- Ey Rasulullah'm halifesi şüphe yok ki bu
kadın Peygamber'in hanımlarından (birisi) değildi. Çünkü Rasulullah (s.a.v.)
onu ne ayırır ne de (insanlardan) perdelerdi... dedi. Bundan sonra Ebu Bekr
mutmain oldu ve sakinleşti.[924]
Bir Uyarı: Altıncı
delilden başlayarak onbirinci delile varıncaya kadar aşağıdaki delillerde
zikredilen vakaların meydana geliş tarihlerinin hicab âyetinin nüzulünden sonra
olmasına özen göstermiş olduğumuza sayın okuyucunun dikkatlerini çekmek
istiyoruz.
Hicabın farz
kılınmasından sonra cihada katılma hususunda mü'minlerin anneleri için iznin
kaldırılması ve kadınların geneline müsaade edilmesi:
Hicab'ın farz
kılınmasından önce cihada gitme hususunda Peygamber'in hanımlarına izin
verilmesi:
Enes b. Malik
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
- Uhud harbinde
insanlar bozulup Peygamber'in yanından dağılmışlardı. Enes dedi ki:
İşte bu tehlikeli harb
gününde Ebu Bekr'in kızı Aişe ile (anam) Ümmü Süleym'i gördüm:
- Bunlar paçalarını
sıvamışlardı. Ben onların ayaklarının halkalarını görüyordum. Bunlar çabuk
çabuk ve devamlı arkalarında su kırbalanyla koşuyorlar sonra tekrar çabucak
dönüyorlar, kırbaları dolduruyorlar sonra yine acelece gelip kırbaları yaralı
askerlerin ağızlarına boşaltıyorlardı.[925]
Hicab'ın farz
kılınmasından sonra cihad hususunda Nebi (s.a.v.)'in hanımları için iznin
kaldırılması:
- Aişe (r.a.)'dan
rivayete göre birinde:
- Ya Rasulullah! Biz
(Kur'an'da) cihadı en faziletli amel görüyoruz. Biz cihada çıkamaz mıyız? diye
sordu.
Rasulullah (s.a.v.):
- "Fakat siz kadınlar için cihadın en
faziletlisi mebrur hacdır.[926]
buyurdular. Buhari'nin diğer bir rivayetinde: "Ben Peygamber'den cihada
gitmek için izin istedim de o: "Siz kadınların cihadı hacc'dır', buyurdu
demiştir.[927]
Mü'minlerin anası Aişe
(r.a.) Peygamber (s.a.v.)den şöyle haber vermiştir:
- 'Peygamber'in
hanımları kendisine cihadı (yani Allah yolunda cihad yapabilirler mi? sorusunu)
sordular. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): Hacc ne güzel cihaddır buyurdular.[928]
Cihada katılmak
maksadıyla değil de, yol arkadaşlığı maksadıyla Peygamberdin hanımlarının bazı
gazvelere kendisiyle beraber çıkmaları:
Peygamber'in hanımı
Aişe (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiş:
- 'Rasulullah (s.a.v.)
bir sefere çıkmak istediği zaman kadınları arasında kura çekmek itiyadında idi.
Kadınlardan hangisinin kurası çıkarsa, Raslullah onu beraberinde sefere
çıkarırdı.
Aişe dedi ki:
Rasulullah (s.a.v.), yapacağı bir gazve hususunda da aramızda kura çekti ve bu
kurada benim adım çıktı. Bunun üzerine ben, hicab ayetinin indirilmesinin
ardından Rasulullah'm beraberinde sefere çıktım.
Ben hevdecimin içinde
taşınır ve (konak yerinde) hevdeç içinde indirilirdim...[929]
Yine Aişe (r.a.)'dan
rivayete göre demiş ki:
Peygamber (s.a.v.) bir
sefere çıkmak istediğinde kadınları arasında kur'a çekerdi. Bir seferde kura
Aişe ile Hafsa'ya isabet etti. Peygamber gece olunca Aişe'nin beraberinde
onunla konuşarak yol alırdı. Bir gün Hafsa, Aişe'ye:
- Bu gece sen benim deveme
binsen, ben de senin devene binsem, sen görmediğin manzaraları görürsün, ben de
görmediğim manzaraları görürüm, dedi.
Aişe:
- "Pekala", diye muvafakat etti.
Bunun üzerine onlardan her birisi diğerinin devesine bindi. (Böylece Hafsa,
Aişe'nin devesine binmiş oldu).[930]
el-Misver İbnü Mahreme
ve Mervan İbnü'l-Hakem'den rivayete göre bu iki raviden her biri arkadaşının
hadisini doğrulayarak şöyle demişlerdir: "Rasulullah (s.a.v.) Hudeybiye
zamanında (Medine'den çıktı. (Yolun bir kısmına vardıklarında).,. Süheyl bin
Amr çıkageldi. Süheyl b. Amr gelince, Peygamber'e:
- Haydi (yazı
malzemesi) getir; bizimle sizin aranızda bir barış mektubu yaz! dedi.
Bunun üzerine
Peygamber yazı yazacak olan kâtibi (Ali b. Ebi Talib'i) çağırdı ve;
Bismillahirahmanirrahim yaz! buyurdu...
Ravi dedi ki:
Rasulullah barış andlaşmasının yazım ve imzasını bitirip ayrıldığı zaman
sahabilere:
-' 'Haydi artık
kalkın, kurbanlarınızı kesip, başlarınızı tıraş edin!" buyurdu.
Ravi dedi ki: Vallahi
sahabilerden bir kişi olsun kalkmadı. Hatta Rasulullah (s.a.v.) bu emri üç
kere söyledi, Sahabilerden hiçbirisi kalkmayınca, Rasulullah'ın zevcelerinden
Ümmü Seleme'nin yanına girdi ve saMbilerden gördüğü kayıtsızlığı ona söyledi..,[931]
Peygamber'in hanımı
Aişe (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "Rasulullah'in seferlerinin
birinde onunla beraber yola çıktık. Ta Bey-da'ya yahud Zatu'l-Ceyş'e
vardığımızda bir gerdanlığım koptu. Onun aranması için Rasulullah (s.a.v.)
orada bekledi, insanlar da onunla beraber beklediler. Halbuki bir su başında
değillerdi. İnsanlar Ebu Bekir es-Sıddik'a geldiler ve:
- Sen Aişe'nin
yaptığını görüyor musun? Rasulullah da, insanları da bir su başında değilken ve
yanlarında da su yok iken yollarından alıkoydu, dediler. Bunun akabinde Ebu
Bekr geldi. Rasulullah da başını dizimin üstüne koymuş halde uyumuştu. Ebu
Bekr:
- Sen Rasulullah'ı ve insanları yollarından
alıkoydun. Onlar bir su başında değiller ve yanlarında da su yoktur, dedi.
Aişe devamla dedi ki:
Ebu Bekr beni kötüleyip azarladı...[932]
Haccınfarz
kılınmasından sonra mü'min kadınlardan bazılarının cihada katılmaları Enes
(r.a.)'dan rivayete göre: "Rasulullah (s.a.v.) Hayber gazasını yapmıştı.
Sabah namazını alaca karanlıkta Hayber'de kıldık... Nihayet şehre girdiğimiz
vakit:
- Allah herşeyden büyüktür, Hayber harabtır.
Biz bir kavmin beldesine indik mi, tehdit edilenlerin sabahı kötü olur'
buyurdu. Bunu üç defa tekrarladı. Hayber'i ele geçirdik. Esirler topladı,
derken Dıhye gelerek: Ya Rasulullah bana esirlerden bir cariye ver, dedi.
Rasulullah (s.a.v.): "Git bir cariye al!" buyurdu. O, da Safiyye
bintü Huyeyy'i aldı. Bunun üzerine bir adam Rasulullah (s.a.v.)'a gelerek:
- Ya Nebiyyallah!
Dihye Kureyza ile Nadir'in reisi Huyeyy'in kızı Sa-fiyye'yi seçti. O size
layıktır, dedi. 'Çağırın onlar'ı buyurdu. Safîyye'ye baktı ve beğendi. Dihye'ye
'bir başka cariye seç al1 dedi ve Safiyye'yi azad ederek onunla evlendi...
Hatta yolda giderken
Safiyye'yi Peygamber'e (annem) Ümmü Süleym hazırladı. (Ve geceleyin ona zifaf
eyledi)..."[933]
Enes (r.a.)'dan
rivayete göre: "Ümmü Süleym, Huneyn (Harbi) günü bir hançer ele geçirmiş.
Hançer yanında imiş onu (kocası) Ebu Talha görmüş.
- Ya Rasulallah! Şu
Ümmü Süleym'dir; yanında bir hançer var, demiş!..
Bunun üzerine
Rasulullah (s.a.v.) Ona: "Bu hançer nedir?" diye sormuş., Ümmü
Süleym:
- Onu edindim. Şayet
müşriklerden biri bana yaklaşırsa onunla karnını deşeceğim!" cevabını
vermiş. Rasulullah (s.a.v.) da gülmeye başlamış..."[934]
Enes (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiş:
Rasulullah (s.a.v.)
Milhan kızı Ümmii Haram'ın yanına girdi de onun yanında bir şeye yaslanıp
uyudu. Uyandıktan sonra güldü. Teyzem Ümmü Haram:
- Ya Rasulullah! Niçin
gülüyorsun? dedi. Rasulullah (s.a.v.):
- "Ümmetimden bir
takım insanlar mavi deniz üstünde gemilere binerek Allah yolunda cihada
gidiyorlar. Onların bu hali, hükümdarların tahtları üstündeki hali gibidir,
buyurdu.
Ümmü Haram:
- Ya Rasulullah! Beni
de deniz gazilerinden kılması için Allah'a dua ediver, dedi. Rasulullah:
- Ey Allah'ım Ümmü
Haram'ı deniz gazilerinden kıl! diye dua etti... Sonra Muaviye bin Ebi Süfyan
zamanında [935]Kuraza'nın kızıyle
beraber deniz seferine gitmek için gemiye bindi. Sonunda dönerken hayvanına
binmişti. Hayvanı onu yere attı da düşüp öldü.[936]
- Yezid bin Hürmüz (r.a.)'dan rivayete göre
demiş ki, Necdet, İbn Abbas'a mektup yazarak ona beş şey sormuş... Bunun
üzerine İbn Abbas ona şu cevabı yazmış:
- Bana mektup yazarak:
Rasulullah (s.a.v.) kadınlarla birlikte gaza eder mi idi? diye soruyorsun
(Evet) gerçekten onlarla birlikte gaza ediyordu. Onlar yaralıları tedavi
ediyor: Kendilerine ganimetten birşeyler veriliyor-du..[937]
Hadislerde bahsedilen
Hayber Gazvesi'nin Hicret'in yedinci senesi Muharrem ayında, yine Huneyn
Gazvesi'nin ise Hicret'in sekizinci senesi Şevval ayında, yani hicabın farz
kılınmasından sonra vukua geldiğinin mülahaza edilmesi gerekir. Kaldı ki Ümmü
Haram'ın deniz gazileriyle beraber cihada katılması Rasulullah (s.a.v.)'in
vefatından sonra olmuştur. İbnü Abbas hadisine gelince: (Peygamber kadınlarla
birlikte gaza ediyordu" lafzı herhangi bir zamanla kayıtlı olmaksızın işin
devamlılığım (sürekliliğini) ifade eder. Ayrıca hicab âyetinin nüzulünden sonra
mü'miiüerin hanımlarından bazılarının cihada katıldığına dair bir çok delil
bulunmaktadır. (Bu hususta üçüncü bölümün beşinci kısmına bakınız.)
Yedinci delil:
Sair kadınlar erkeklerle
beraber hacc ederlerken mü'minlerin annelerinin erkeklerden ayrı olarak
haccetmeleri:
İbrahim b. Abdurahman
İbnü Avf (r.a.)'dan rivayete göre demiş ki: Ömer İbnu Hattab (r.a.) yaptığı son
haccında Peygamberin hanımlarına izin vermiş ve onların beraberlerinde Osman
İbnü Afvan ile Abdurrahman İbnü Avf ı göndermiştir.[938]
Hafız İbnü Hacer şöyle
der: "... Aynı şekilde Buharı de bu hadisi muhtasar olarak rivayet
etmiştir... Abdan ise Beyhaki'nin rivayetinde bu hadise şu cümleleri ilave
etmiştir.... Osman İbn Afvan Peygamber'in hanımlarına hiçbir kimse yaklaşmasın
ve onlara hiçbir kimse bakmasın diye nida ederdi: Halbuki onlar develerin
üzerinde bulunan hevdecler içerisinde taşınırlar konakladıkları zaman Osman
onlan dağ yolunun (üst) baş tarafına indirir böylece onların yanına kimse
çıkmazdı. Abdurrahman ile Osman yolun sonuna (alt tarafına) inerek (çadırlarını
kurarlar ve burada) konaklarlardı.
İbnü Sad'ın
rivayetinde ise şöyle denilmektedir: "... Osman onların önlerinden gider
Abdurrahman ise peşlerinden yürürdü. Aynı şekilde İbnü Sa'd Ebu İshak
es-Sebi'yy tarikiyle sahih bir senedle şöyle rivayet eder:
(Ebu İshak demiş ki),
Mugiretü'bnü Şu'be zamanında Peygamberin hanımlarını gördüm. Onlar üzerlerinde
şal bulunan bir takım hevdecler içerisinde perdelenmişlerdi..." Bu
rivayetten anlaşıldığına göre Ebu İshak bu sözüyle Mugire'nin, Muaviye namına
Küfe valiliği yaptığı zamanı kastetmektedir."[939]
Hafız İbnü Hacer'in
Beyhaki'den nakletmiş olduğu bu ziyadeyi İbnü Sa'd hasen (iyi) bir isnadla
Tabakatü'l-Kübrasında rivayet etmiştir.[940]
İbnü Cureyc (r.a.)dan
rivayete göre şöyle demiştir: Bize Ata îbnü Ebi Rebah haber verdi: İbnü Hişam
(Hacc emirliği sırasında) kadınların erkeklerin beraberinde tavaf etmelerini
men ettiği zaman Ata, Peygamberin kadınları erkeklerin beraberinde tavaf etmiş
oldukları halde, sen bu kadınları nasıl menedersin? demiştir. İbnü Cureyc dedi
ki: Ben Ata'ya Kadınların, erkeklerin beraberinde yaptıkları o tavafları, hicab
âyetinin (Ahzab; 53) inişinden sonra mı, yahud evvel miydi? diye sordum. Ata:
Evet, ömrüme yeminle söylüyorum, ben hicab ayetinden sonra o kadınların,
erkeklerin beraberinde tavaf ettiklerine eriştim, dedi.
İbnü Cureyc dedi ki:
Ben Ata'ya kadınlar erkeklere nasıl karışırlar diye sordum. Ata: Kadınlar
erkeklere karışmazlardı. Aişe (r.a.) erkeklerden ayrı bir yerde tavaf eder ve
erkeklere karışmazdı. Aişe ile beraber tavaf eden birkadın, Aişe'ye: Ey
Müminlerin Anası! Haydi yürü ve Haceri Esved'e el sürüp istilam edelim dedi.
Aişe ona: Benden ayrıl, dedi ve (el sürmek suretiyle) istilamdan çekindi. Aişe
ve arkadaşları geceleyin tanınmaz bir halde (veya örtülü oldukları halde)
çıkarlar ve erkeklerin beraberinde tavaf ederlerdi. Lakin bu kadınlar Beytin
içine girdiklerinde, oradan çıkacakları zamana kadar erkekler Beyt'ten
çıkarılmış olduğu halde içeride ibadetle kaim olurlardı, dedi...[941]
Ümmü'l-Husayn
(r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre şöyle demiş: - Ben, veda Hacc'mda Rasulullah
(s.a.v.) ile birlikte haccettim. Onu Cemre-i: Akabede taş atarken ve oradan
ayrılırken hep devesinin üzerinde gördüm. Beraberinde Bilal ile Usame de vardı.
Birisi devesini yediyor (yularından tutup çekiyor), diğeri Rasulullah
(s.a.v.)'i güneşten korumak için elbisesini onun yanına kaldırıyordu.
Rasulullah (s.a.v.) orada birçok sözler söyledi. Sonra onu şöyle buyururken
işittim:
- Şayet size uzuvları
kesilmiş bir köle dahi emir tayin edilir de sizi Allah'ın kitabı ile idare
ederse hemen kendisini dinleyip itaat edin!"
(Ravi:
Ümmü'l-Husayn'ın "Kara bir köle" dediğini zannediyorum, demiş).[942]
- Abdullah bin Abbas
(r.a.)'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: "Rasulullah (s.a.v.)
nahır (Kruban bayramı) günü Fadl İbnü Abbasi kendinin arka tarafına, bineğinin
gerisine bindirdi. Fadl, güzel yüzlü, temiz giyimli bir genç idi. Peygamber
insanların kendisine sorup Öğrenmeleri için bineğini durdurdu. Bu sırada Has'am
kabilesinden güzel bir kadın Rasulullah'tan fetva istemeğe geldi. (Fadl, bu
kadına bakmağa başladı. Kadının güzelliği Fadl'ı hayran etmişti. Fadl o kadına
bakarken, Peygamber ona yöneldi de eliyle yüzünü arkaya döndürdü... Kadın:
-Ya Rasulallah!
Allah'ın kullan üzerinde bulunan hacc hususundaki farizası babama çok yaşlı bir
ihtiyar iken erişti. Deve üzerine binip düz durmağa (bile) gücü yetmiyor. Onun
adına (vekaleten) benim hacc etmem onun haccı yerine geçer mi? diye sordu.
Rasulullah (s.a.v.):
- Evet (geçer)
buyurdu."[943]
İbnü Abbas (r.a.)'dan
rivayete göre demiş ki: "Rasulullah (s.a.v.) Ravha'da bir deve kervanına
rastlayarak:
- Siz kimsiniz? diye
sordu. (Kafîledekiler):
- Müslümanlarız!
cevabını verdiler. (Bu defa) onlar da:
- Sen kimsin? diye
sordular. Peygamber (s.a.v.):
- Ben Rasulullah'ım! buyurdular. Bunun üzerine
bir kadın ona bir çocuk arzederek:
- Bunun için hacc olur
mu? dedi. Rasulullah (s.a.v.):
- Evet! Sana da ecir
vardır buyurdular."[944]
Bu hadisler Peygamberin
(s.a.v.) hanımlarının haccının onların hususi olarak perdelenmekle
emrolunmaları sebebiyle diğer kadınlarınkinden ayrı olduğunu dolayısıyla da
kadınların tamamı geceleyin ve gündüzün -bunu yapmaları mümkün olduğu takdirde-
Hacerü'l-Esved'e el sürüp istilam ederek ve Hacc menasiki boyunca erkeklere
karışarak haccederlerken onlar, imkanları ölçüsünde erkeklerden perdelenerek
gizlenirler ve geceleyin
tanınmaz bir halde ve
erkeklerden ayrı bir yerlerde tavaf ederlerdi. (Onlar) Peygamber'in haccının hicri
dokuzuncu yılda olduğunu bilmelerine rağmen (böyle yaparlardı).
Sekizinci delil:
Peygamber'in
hanımlarının perdelenip de, cariyelerinin perdelenmemeleri:
- Enes b. Malik (r.a.)
şöyle demiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) Hayber(den dönüşünde onun)la Medine arasında üç gün ikaamet etti. Bu
müddet içinde Safıyye bintü Huyey ile evlendi. Ben de müslümanları Peygamber'in
düğün aşına davet ettim. Bu ziyafette ekmek de, et de yoktu. Tabaklanmış deri
sofraların yayılması emredildi. Akabinde bunların içlerine hurmadan, akt
denilen kuru yoğurttan ve tereyağından konuldu. İşte bu, Peygamber'in düğün
yemeği oldu. Yemek esnasında müslümanlar aralarında:
- Safiyye, mü'minlerin
analarından birisi midir? Yoksa Rasulullah'ın cariyelerinden midir? dediler.
Bunun üzerine bir kısım müslümanlar:
- Eğer Rasulullah
(s.a.v.) Safıyye'yi örterse, O, mü'minlerin analarından birisidir. Eğer onu
örtmezse, Safiyye, Rasulullah'ın cariyelerinden birisidir. (Müslimin
rivayetinde ise: şayet onu örtmezse, Safiyye Ümmü veleddir" dediler
Rasulullah (s.a.v.)
hareket etmeğe karar verince, binitinin arkasına Safiyye için üzerine oturacağı
bir taht hazırlattı ve Safiyye ile insanlar arasına da bir perde uzattı."[945]
Bu hadis ashabı
kiramın hicabın (perdelenmenin) Peygamber'in yalnızca hanımlarına mahsus olup
güzel dahi olsalar, cariyelerine ve ümmülve-led olan kadınlarına şamil
olmadığını yakinen bildiklerini ifade etmektedir. Bu hususta sözkonusu olan
ayrıcalık mücerred hür kadınlarla cariyeler arasındaki ayrıcalık değildir. Zira
güzel oldukları zaman cariyeler hakkında evla olanı, -İbnü Teymiyye'nin[946] de
dediği gibi- tesettür hususunda hür kadınların hükmünü almalarıdır. Zevceliğe
alındıkları zaman ise İbnü'lKayyım el-Cevziyye'nin de dediği şekilde[947] bu
hüküm kuvvet kazanır. O halde bu hususdaki ayrıcalık mü'minlerin analarının,
hür olsunlar cariye olsunlar, bütün kadınlardan ayrı olmalarıdır.
Dokuzuncu delil:
Peygamber (s.a.v.)'in
hanımlarının perdelenip de kızlarının perdelenmemesi:
"Allah yanında
İsa'nın dununu, Adem'in durumu gibidir: Onu topraklan yarattı, sonra ona 'ol'
dedi o da oluverdi. (Bu) Hak (gerçek haber) Rabbindendir. Öyleyse şüphecilerden
olma. Artık sana (bu) ilim geldikten sonra kim seninle onun hakkında tartışmaya
kalkarsa de ki: Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı,
kendimizi ve kendinizi çağıralım sonra gönülden dua ve niyaz edelim de,
Allah'ın lanetini yalancıların üzerine okuyalım!" (Âl-i İmran, 59-61).
İbn Kesir'in
tefsirinde şöyle denilmektedir: "De ki: Geliniz oğullarımızı ve
oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi
çağıralım" yani karşılıklı olarak lanet dileme halinde hepsini hazır
edelim (sonra lanetleşelim)... Nihayet Peygamber (s.a.v.) ertesi günü
sabahlayıp da onlara haberi verdikten sonra, Hasan ile Hüseyin'i saçaklı
kadifeden yapımış olan elbisesinin içerisine alarak geldi. Kızı Faüma (a.s.)da
mulaane (karşılıklı olarak lanetleşme) için peşinden yürüyordu. Halbuki o gün
kendisinin bir kaç tane hanımı vardı..."
Aynı şekilde şöyle
denilmektedir:
"...
(Hristiyanlardan, Necran elçilerinin ulularından) el-Akıb ile et-Tayyib
Peygamber (s.a.v.)'in huzuruna geldiler. Rasulullah (s.a.v.) onları
lanetleşmeye davet etti. Bunun üzerine Akıb ile Tayyip onunla ertesi günü
karşılıklı olarak lanetleşeceklerine dair Peygamber (s.a.v.)'e kesin söz ver(ip
randevulaş)tılar. Cabir demiş ki: Nihayet Rasulullah (s.a.v.) ertesi gün
(lanetleşme yerine gitmek üzere) erkenden harekete geçerek Ali ile Fatıma'nın,
Hasan ile Huseyn (r.a.)'ın ellerinden tut(up yola koyul)du. Sonra (gelmeleri
için) onlara (Akıp ile Tayyib'e) de haber gönderdi. Fakat onlar gelmekten
imtina ettiler. Cabir demiş ki: İşte "Gelin: Oğullarımızı ve oğullarınızı
kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım..."
âyeti bunlar hakkında nazil oldu. Cabir devamla şunu da söylemiş:
(Ayette zikredilen) (Kendimizi ve kendinizi):
Rasulullah ile Ali bin Ebi Talib'dir. (Oğullarımızı): Hasan ile Huseyn,
(Kadınlarımızı): ise Fatıma (a.s.)dır.
Aynı şekilde bu hadisi
Hakim Müstedrek adlı eserinde Ali bin İsa (r.a.)'dan rivayet ettikten sonra
şöyle demiştir: (Bu hadis): Buhari ve Mis-lim'in şartlarına göre sahihdir.
Fakat Buhari ve Müslim bunu tahric etme-meşlerdir. Keza: Hakim şunu da
söylemiştir: Bu hadisi Ebu Davud ile et-Tayalisi Şube'den o da Muğire'den
Muğire de Şa'bi'den mürsel olarak rivayet etmişlerdir. Bu (sened) en sahih
olanıdır. Bu hadisin benzeri İbnü Abbas ile el-Bera (İbn Azib) (r.a.)'dan da
rivayet edilmektedir.[948]
Şerhiyle beraber bu
ayet hicabın, Fatıma (a.s.) üzerine farz kılınmadığı-nı ifade etmektedir. Bu
sebeble karşılıklı olarak lanetleşmek için Peygamber'in hanımları gelmediği
halde Fatıma (a.s.) gelip hazır olmuştur. Ravi'nin Halbuki, o gün kendisinin
birkaç tane hanımı vardı sözünün ne manaya geldiğini bir düşünün... Yani
Rasulullah (s.a.v.)'in o günleri bir kaç tane hanımı olmasına rağmen
kadınlarından, Fatıma'dan başkası gelip hazır olmamıştır. Bizim kabul
ettiğimiz görüş o ki; Peygamber (s.a.v.)'in hanımlarını karşılıklı olarak
lanetleşmeye gelip hazır olmaktan üzerlerine hicab'ın farz kılınmış olmasından
başka bir şey men etmemiştir.
Enes (r.a.)'dan
rivayete göre demiş ki: "Peygamber (s.a.v.) -vefat ettiği gün, zevale
doğru hastalığı ağırlaşınca sık sık bayılmaya başladı. Bundan kederlenen Fatıma
(a.s.) yüksek sesle:
- Vay babamın
ızdirabına! dedi.
Bunun üzerine
Peygamber, Fatıma'ya hitaben:
- 'Kızım bu günden
sonra babanın üzerinde hiçbir ızdırab kalmayacaktır' buyurdu.
Enes dedi ki:
Peygamber vefat edince, Fatıma:
- Ya Ebetahu! Ecabe
Rabben deahu! Ya Ebetahu men cennetu'l Firdevsi me'vahu! Ya ebetahu ila Cibrile
nen'ahu: Ey Rabbinin davetine icabet eden babam! Ey cennetü'l-Firdevs'de makamı
olan babam! Ey Cibril'e ölümünü haber verdiğimiz babam! diye hüzün ve kederini
açığa vurmuştur. Peygamber defnedildikten sonra da Fatıma (r.a.) Enes'e:
- Ey Enes! Derin bir
bağlılıkla sevdiğiniz Rasulullah'ın üzerine toprak saçmağa gönlünüz nasıl razı
oldu? diye (bir hüzün ve keder sorgusu) sormuştur."[949]
Fethu'l-Bari'de Ahmet
İbn Hanbel ile Hakim bin Abdullah ve daha başkalarının tahric eyledikleri
Abdullah İbnü Amr İbnil As'ın rivayet ettiği şöyle bir hadis nakledilmektedir:
Abdullah ibnü Amr
şöyle demiştir:
- Peygamber (s.a.v.)
Fatıma (a.s.)'ı dışardan geliyorken gördü de ona: "Sen, nereden geliyorsun
diye sordu.
Bu soru üzerine Fatıma
(a.s.):
- 'Şu cenaze sahihlerinin cenazelerine
Allah'tan rahmet dileyerek dyet'de bulundum, dedi.
Bunun üzerine
Rasulullah (s.a.v.):
{- 'Öyle sanıyorum ki
sen, onlarla birlikte mezarlığa kadar varmışsındır, fatıma: [ayır mezarlığa
gitmedim, cevabını verdi.[950]
(r.a.)'dan rivayete
göre şöyle haber vermiştir: "Fatıma ile el-Abbas (a.s.) &t Bekr'e
geldiler de Rasulullah (s.a.v.) den miraslarını araştırıyorlardı. CW o zaman
Ebu Bekr'den Fedek ve Hayber arazilerinden hisselerini istiyoardı. Ebu Bekr
onlara şöyle dedi:
- Bd Rasulullah'tan
işittim: Biz Peygamberler mirasçı olunmayız. Bizim bıktığımız her mal
sadakadır. Muhammed ailesi ancak bu maldan yerler,1 buruyordu.
Ebu- Valla ben
Rasulullah'm o malda yapmakta olduğunu gördüğüm hiçbir şeyi tketmem, muhakkak
onu yaparım, dedi.
Ravi: İşte Fatıma
bundan dolayı Ebu Bekir'den ayrıldı da ölünceye kadar onunla konuşmadı,
dedi."[951]
Bir rivayette ravi
şöyle demiştir: "... Bu cevap üzerine Rasulullah'ın kızı Fatıma (öfkelendi
ve ) Ebu Bekir'den ayrıldı. Onun Ebu Bekir'den ayrılıp uzaklaşması ta ölünceye
kadar devam etti."[952]
Hafız İbnü Hacer der
ki: (... Bazı imamlar şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.)'in kızı Fatıma
(a.s.)'ın, Ebu Bekr (r.a.).'dan ayrılıp uzaklaşması sadece Ebu Bekr ile
karşılaşmaktan ve onunla bir araya gelmekten hoşlanmamaktan ibaret idi. Bu ise
haram olan ayrılma ve uzaklaşma nevinden değildir. Çünkü ayrılıp uzaklaşmanın
haram olmasının şartı, iki kişinin birbirleriyle karşı karşıya gelip, birinin
yüzünü şu tarafa diğerinin bu tarafa çevirme-sidir. Buna Öyle geliyor ki, Fatıma
(a.s.) öfkelenerek Ebu Bekr (r.a.)'ın yanından çıktıktan sonra (ona küsmekten
ziyade), vefat edinceye kadar mütemadiyen (babasının ölümüne) hüznü ve kendi
hastalığıyla meşgul olmuştur.
Ebu Bekr (r.a.)'m
mezkur hadisle ihticac etmesine Öfkelenmesinin sebebine gelince, bu öfkesi,
Fatıma (a.s.)'ın hadisin te'vilinin Ebu Bekr'in kendisine tutunduğu görüşün
aksine olduğuna itikad etmesinden ötürüdür J Güya Fatıma (a.s.) babasının
"Biz peygamberler mirasçı olunmayız.../ sözündeki umumiliğin hususiyeti
ifade ettiğine (yani peygamberin gerû bırakmış olduğu mallardan bazısına mahsus
olduğuna) inanmakta ve Rasi lullah (s.a.v.)'in geride bıraktığı arazi ve
akar'ın menfaatlerinin (devamın!) ondan miras kalmasının mümteni olmayacağı
görüşünü benimsemekteki. Halbuki Ebu Bekr hadisin umumi manasına tutunuyordu.
Ve (böyle/ne farklı şekillerde) tevile ihtimali olan böyle bir mesele de Ebu
Bek/ile Fatıma ihtilafa düşüyorlardı. Nihayet Ebu Bekir (r.a.) reyinde kiarlı
davramnca Fatıma bundan dolayı onunla bir araya gelmekten imtina efledi.
Beyhaki'nin Sabit tarikiyle rivayetine göre "Ebu Bekr, (r.a.) hastal/ıdığı
zaman Fatıma (a.s.)'ı ziyarete gitti. (Ebu Bekr (r.a.) gelince) Ali (r.a.)
/atıma (a.s.)'a: Bu (gelen) Ebu Bekr (r.a.)'dir. Senden, yanına girmek i/n izin
istiyor, dedi. Fatıma: - Sen, ona izin vermemi ister misin? dedi. Ali:
- Evet, isterim,
cevabını verdi. Bunun üzerine Fatıma Ebu Bekr'in içeri girmesine izin verdi.
Ebu Bekr Fatımanın yanına girince onu ikna etmeye, rızasını almaya çalıştı.
Nihayet Fatıma da ikna olup razı oldu.
Bu haber, her ne kadar
mürsel olsa da, onun Şa'bi'ye isnadı şahindir. Bu haberle Fatıma (a.s.)'ın Ebu
Bekr'den ayrılıp uzaklaşması mevzuundaki devamlılığın caiz olup olmadığı
hususundaki müşkil ortadan kalkmış olur... Eğer Şa'bi hadisi sabit ise, bu
sübut müşkili izale eder. Zira Fatıma'nın aklının ve dinin derinliği malum
olduğundan bu meselede en münasip olanı aralarındaki kırgınlığın (ihtilafın) bu
şekilde halledilmiş olmasıdır.[953]
Buhari ve Müslim'in
nasları ile Şa'bi hadisinin aralarını cemetmemiz de mümkündür. Şöyle ki: Son
haber Ebu Bekr'in, Fatıma (a.s.)'ın vefatına yakın (bir zamanda) hastalandığı
sırada onun ziyaretine giden zatın bizzat Ebu Bekr'in kendisi olduğunu ifade
ediyor...
Bu durumda "...
Fatıma (a.s.)'ın Ebu Bekr'den ayrılıp uzaklaşması ta ölünceye kadar devam
etti..." sözünün manası, yani Fatıma'nın kendisi ta ölünceye kadar Ebu
Bekr'in yanına gitmedi... Ölünceye kadar onunla konuşmadı" sözünün manası
ise; Ta ölünceye kadar onunla miras meselesi hususunda bir daha görüşmedi, demek
olur.
Bu noktada dikkatleri
Allah Tealanın "Ey Ehli Beyt! Allah ancak ve ancak sizden ricsi gidermek
ve sizi tertemiz paklamak istiyor." kavline (Ah-zab, 33) ve Aişe (r.a.)
hadisine yöneltmek istiyoruz: Aişe demiş ki: Peygamber (sav) üzerinde siyah yünden
yapılmış nakışlı bir örtü olduğu halde sabahleyin evden çıktı. Derken Hasan bin
Ali geldi. Onu örtünün içine aldı, sonra Hüseyin geldi, o da beraberinde girdi.
Sonra Fatıma geldi. Onu da içeri aldı. Sonra Ali geldi. Onu da içeri aldı.
Sonra:
"Ey ehl-i Beyt!
Allah ancak ve ancak sizden ricsi gidermek ve sizi tertemiz paklamak
istiyor" âyetini okudu."[954]
* (Görüldüğü gibi)
şanlı Peygamber kızı Fatımaya ve onunla birlikte kocası Ali'ye ve oğulları
Hasan ile Huseyn (r.a.)'a ikramda bulunmakta ve onları kendisiyle Peygamber'in
hanımlarının hepsine hitap edilen âyetin muhtevasına ortak etmektedir. Allah
sübhanehu ve Tealamn, Fatıma Aleyha's-Selamı bu derece yüce bir paklama ile
nasıl pakladığını ve sonra Fatıma (a.s.)'ın Peygamberin "Cennet
kadınlarının en faziletlisi Hatice bintü Huveylid, Fatıma bintü Muhammed,
Meryem bintü İmran ve Firavun'ın karısı Asiye bintü Muzahim'dir"[955]
kavlinde ifadesini bulan bu derece yüksek bir ikrama nasıl ulaştığını
düşünelim.
Kendisine hicabın farz
kılınmasına hacet olmadan bütün bu temizlik ve ikramın sabit olması,
Peygamberin hanımları üzerine hicabın farz kılınmasının sadece onlara mahsus
bir hususa binaen olup diğer kadınlara şamil olmadığını tekid eden hususlardan
biridir. Sanırım "Bu, hem sizin kalbleri-niz için hem de onların kalbleri
için daha temizdir." âyetinde ifade edilen temizlik Peygamber'in
hanımlarının Rasulullah (s.a.v.)'den sonra evlenmelerinin haram kılınması
hususuyyetiyle alakalıdır. Esasen âyetin siyakı baştarafı da buna işaret
etmektedir. Allah'ın izni ve tevfıkiyle bu bahsin sonunda bu hususu
tafsilatıyla arzedeceğiz. [956]
[1]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/11-13.
[2] Buharı: 13/271.
[3] Buhari: 13/271.
[4] Fethul-Bari: 13/270, 271.
[5] Bkz: Sahihu'l-Camiü's-Sağir: hadis no: 4891.
[6] Buhari: 8/138. Müslim: 7/133.
[7] Buhari: 7/83. Müslim: 2/127.
[8] Müslim: 6/116.
[9] Buhari: 11/134.
[10] Buharı: 8/451.
[11] Müslim; 4/119.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/13-17.
[12] Kitabu İhkami'l -hkam' şerhi Umdetil-Ahkâm: 1/148.
[13] Kitabu İhkami'l -hkam şerhi Ümdeti'l-Ahkâm: 1/151.
[14] Buhari: 2/52.
[15] Fethu-1-Bari: 2/52.
[16] Buhari: 9/83.
[17] Buhari: 2/492. Müslim: 2/32.
[18] Buhari: 3/34.
[19] Müslim; 2/32, 33.
[20] Bkz. Kitabu İhkami'l-Ahkâm Şerhi Umdeti'l Ahkam:
1/157.
[21] Bkz. Silsiletu'l-Ehadisi's-Sahiha, hadis no: 900,
2/201.
[22]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/17-20.
[23] Buhari: 2/195, Müslim: 2/118.
[24] Fethu'-Bari: 2/195.
[25] Buhari: 3/ 34.
[26] Buhari: 9/ 195.
[27] Buhari: 2/388, Muslini: 2/40.
[28] Buhari: 2/492, Müslim: 2/115.
[29] Buhari: 3/ 34.
[30] Buhari: 3/75, Müslim: 3/10.
[31] Fethul-Bari: 3/76.
[32] Müslim: 3/13.
[33] Müsllim:3/3.
[34] Tabakatu'i-Kübra li-ibni Sa'd: 8/296.
[35] Parentez arası Müslim'deki ziyadedir.
[36] Fethul-Bari: 5/56.
[37] Kitabul Mecmüi Şerhi1! Mühezzeb: 3 / 528.
[38] Ebu Davud: 2/105. Bkz: Sünenü Ebi Davud Hadis No:
1227.
[39] Nesa-i: 3/84. Bkz. Sahihu Süneni'n Nesai: Hadis No:
1292.
[40] Muvatta: 1/118.
[41] Müslim: 4/126.
[42] Müslim: 3/63.
[43] Bkz. Serhu'n Nevevi ala Sahihi Müslim: 7/ 36.
[44] Müdevvenetü'l-Kübra: 1/188.
[45] Mebsüt li Serahsi: :2/69.
[46] Buharı: 3/191. Müslim:3/30.
[47] Müslim: 3/31.
[48] Müslim: 3/31-
[49] Buhari: 3/54, Müslim: 3/33.
[50] Fethul Bari: 3/197.
[51] Bidayetül-Müctehid: 1/155, 156.
[52]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/20-27.
[53] Müslim: 1/167.
[54] Parentez arası Buhari'nin rivayeti: 5/180.
[55] Buharı: 5/190, Müslim: 3/175.
[56] Fethu'1-Bari: 5/180,181.
[57] Buhari: 5/177, Müslim: 3/175.
[58] Buhari: 5/186.
[59] İmam Malık: Miıclevvenetu'l Kübra: 1/230,231.
[60] İ'lamul Mevkıayn: 3 /26.
[61]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/27-29.
[62] Buhari: 4/71, Müslim: 3 /31.
[63] Buhari: 3/182, Müslim: 3/31.
[64] Buhari: 3/184, Müslim: 3/31.
[65] Buhari : 3/187. Müslim: 3/28.
[66] Müslim: 3/13.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/29-31.
[67] Buhfli-i: 5/182, Muslini: 7/8.
[68] Fethu'1-Bari: 5/lfrî.
[69] Bidayetü'l-Müctehid: 1/231.
[70]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/31.
[71] Buhari: 3/479.
[72] Buhari: 3/197, Müslim: 3/32.
[73] Fethu'1-Bari: 3/479, 480. Bkz. Sünenü'n Nesa'i:
[74] Müslim: 8/206.
[75] Müslim: 8/203.
[76] Buhari: 5/104, Müslim: 3/152.
[77] İbni Sa'd: Tabakatu'l-Kübra: 8/296.
[78]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/31-32.
[79] Müslim: 8/203.
[80] İ'lamu'l-Mevkıayn: 2/388.
[81] Mecmuu'z Zevaid: 10/36.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/32-33.
[82] Buhari: 2/95, Müslim: 3/22.
[83] Fethu'1-Bari: 2/96.
[84]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/33.
[85] Buhari: 11/86, Müslim: 4/143.
[86] Fethu'l-Bari: 11/111.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/33.
[87] Buhari: 2/64 , Müslim: 4/206.
[88]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/33.
[89] Buhari: 2/103 .
[90] Fethu'1-Bari: 8/419.
[91] Fethu'1-Bari: 8/415.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/33-34.
[92] Buhari: 2/100.
[93] Buhari: 2/99.
[94] Fethu'1-Bari: 2/99.
[95] Fethul-Bari: 2/100.
[96]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/34-35.
[97] Buhari: 2/79.
[98] Fethu'1-Bari: 2/81.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/35.
[99] Müslim: 2/33.
[100] Müslim: 2/33.
[101] Müslim: 2/34.
[102] Bkz: Kitabu İhkami'1 Ahkamı şerhi Umdet'il Ahkam:
1/156.
[103] Müslim: 8/205.
[104] Müslim: 3/31.
[105] Müslim: 2/31.
[106] Bkz: Nevevi: Mecmuu Şerhi'l Muhezzeb: 4/196.
[107] Mebsüt: 1/184.
[108] Müdevvene: 1/106.
[109] Müslim: 2/32.
[110] Buhari: 2/18.
[111] Buhari: 3/328. Müslim: 2/32.
[112] Buhari: Fethu'1-Bari: 2/19.
[113] Buhari: 9/83.
[114] Buhari: 2/309. Müslim: 2/27.
[115] Buhari: 2/492. Müslim: 2/115.
[116] Buhari: 2/494.
[117] Buhari: 2/344. Müslim: 2/44.
[118] Buhari: 2/493.
[119] Buhari: 2/467.
[120] Buhari: 2/62.
[121] Fethul-Bari: 2/62.
[122]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/35-44.
[123] Buhari: 3/120, Müslim: 3/18.
[124] Buhari: 3/119, Müslim: 3/18.
[125] Fethul-Bari: 1/ 202, 203.
[126] Fethu'1-Bari: 3/119,120.
[127] Müslim: 1/61.
[128] Buhari: 1/421. Müslim: 1/61.
[129] Buhari: 1/206.
[130] Buhari: 17/ 55. Müslim: 8/39.
[131] Fethu'î-Bari: 1/207.
[132] Buhari: 5/141. Müslim: 3/145.
[133] Fethu'1-Bari: 5/142.
[134] Buhari: 4/71. Müslim: 3/80.
[135] Müslim: 4/168.
[136] Buhari: 6/145. Müslim: 3/93.
[137] Buhari: 11/435. Müslim: 5/129.
[138] Buhari: 6/161. Müslim: 3/ 81.
[139] Müslim: 4/196.
[140] Buhari: 8/313. Müslim: 4/201.
[141] Fethul-Bari: 11/400, 401.
[142] Müslim: 3/155.
[143] Buhari: 12/501. Müslim: 6/165.
[144] Müslim: 1/179.
[145] Buhari: 1/239. Müslim: 1/172.
[146] Buhari: 1/426. Müslim: 1/166.
[147] Buhari: 1/422. Müslim: 1/181.
[148] Buhari: 1/344. Müslim: 1/180.
[149] Müslim: 4/200.
[150] Buhari: 4/436.
[151] Müslim: 3/156.
[152] Buhari: 4/121. Müslim: 4/101.
[153] Müslim: 4/101.
[154] Müslim: 1/35 .
[155] Buhari: 10/254. Müslim: 6/166.
[156] Buhari: 9/25. Müslim: 7/172.
[157] Müslim: 8/203.
[158] Müslim: 4/196.
[159] Müslim: 4/197.
[160] Müslim: 4/198.
[161] Müslim: 4/199.
[162] Buharı: 8/313. Müslim: 4/201.
[163] Müslim: 4/55.
[164] Müslim: 4/93.
[165]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/44-58.
[166] Buhari: 4/159. Müslim: 4/27.
[167] Müslim: 4/101.
[168] Buhari: 4/159. Müslim: 4/27.
[169] Buhari: 4/308. Müslim: 4/50.
[170] Buhari: 4/259. Müslim: 3/145.
[171] Buhari: 4/277. Müslim: 4/76.
[172] Müslim: 4/79.
[173] Müslim: 4/81.
[174] Buhari: 4/121. Müslim: 4/101.
[175] Buhari: 4/335. Müslim: 4/93.
[176] Buhari: 4/227. Müslim: 4/68.
[177] Buhari: 4/232. Müslim: 4/68.
[178] Buhari: 4/361. Müslim: 4/31.
[179] Buhari: 4/443.
[180] Burada Peygamberin hanımlarının haccıyla mü'mine
hanımların hacdan arasındaki far ki görüyoruz. Peygamber'in hanımlarına
erkeklerden uzak durmalarının fazla olması söz konusudur. Bu da onlara hicabın
farz olması sebebiyledir.
[181] Buhari: 4/226.
[182]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi,
Denge Yayınları: 2/58-61.
[183] Buhari: 6/350. Müslim: 6/50.
[184] Buhari: 6/4X8. Müslim: 5/196.
[185] Fethu'1-Bari: 6/419.
[186] Buhari: 6/419.
[187] Buhari: 6/420.
[188] Buhari: 6/420.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/61-64.
[189] Müslim: 5/196.
[190] Müslim: 5/196.
[191] Müslim: 5/196.
[192] Buhari: 3/122.
[193] Müslim: 5/197.
[194]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/64-65.
[195] Ibn Sa'd: Tabakatu'l-Kübra: 8/292.
[196] Buhari: 2/25, Müslim: 4/147.
[197] Fethu'l-Bari: 6/416.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/65-67.
[198] Müslim: 5/27, 28.
[199] Buhari: 4/449. Müslim: 4/61.
[200] Buhari: 11/35. Müslim: 4/26.
[201] Buhari: 3/392. Müslim: 3/40.
[202] Fethu'I-Bari: 3/327, 328.
[203] Müslim: 3/39.
[204] Buhari: 3/410. Müslim: 3/45.
[205] Buhari: 1/259, Müslim: 7/7.
[206] Buhari: 10/150, Müslim: 7/7.
[207] Buhari: 10/283 Müslim: 4/190.
[208] Buhari: 8/313. Müslim: 4/201.
[209] Müslim: 4/200.
[210] Buhari: 3/120. Müslim: 3/18.
[211] Buhari: 9/83.
[212] Buhari: 8/148.
[213] Müslim: 4/119.
[214] Buharı: 8/24 .
[215] Buhari: 7/190.
[216] Buhari: 5/222.
[217] Buhari: 13/102.
[218] Bkz. Sahihu Sünenin Nesa-i: Hadis No: 1341.
[219] Müslim: 7/79.
[220] Buhari: 11/234, Müslim: 7/11.
[221] Fethul-Bari: 11/237.
[222] Buhari: 3/120, Müslim: 3/18.
[223] Buharı: 8/266.
[224] Müslim: 6/41.
[225] Buhari: 2/100.
[226] Buhari: 2/99, Müslim: 3/54.
[227] Fethu'1-Bari: 2/100.
[228] Müslim: 7/12.
[229] Buhari: 6/390, Müslim: 6/42.
[230] Müslim: 7/8.
[231] Buhari: 6/42.
[232] Buhari: 5/117.
[233] Buhari: 11/ 86, Müslim: 4/143.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/67-78.
[234] Buhari: 11/103.
[235] Buhari: 8/113
[236] Fethu'1-Bari: 11/18.
[237] Buhari: 2/25, Müslim: 4/147.
[238] Buhari: 11/79.
[239] Fethu'1-Bari: 11/79.
[240] Fethul-Bari: 11/122.
[241] Unıdetu'l Ahkam: 2/201.
[242] Müslim: 4/199.
[243] Bkz. Serhu'n-Nevevi !i-Mü.slim: 10/97.
[244] Buhari: 11/83.
[245] Ibn Arabi: Ahkamul Kur'an:l/212, 213.
[246] Euhari: 11/394.
[247] Buhari: 8 /313. Müsîim: 412.
[248] Fethu'1-Bari: 11/398.
[249] Müslim: 4/142.
[250] Müslim: 3/37.
[251] Buharı: 12/201, Müslim: 6'103.
[252] Müslim: 4/148?
[253] Ibni Nace: 1/600, Sahihti Süneni İlmi jSace Hadis No:
İ512.
[254] Buhari: 11/32, Müslim: 4/143.
[255]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/78-86.
[256] Müslim: 8/237.
[257] Buharİ: 8/262.
[258] Buhari: 10/327.
[259] Müslim: 4/147.
[260] Şeyh Nasruddin Elbani Hicabu'l-Mer'eti'l-Müslime: 50.
[261] Müslim: 4/64.
[262] Tirmizi: 9/284.
[263] 'PBthu'l-Bari: 9/193.
[264] Buhari: 8/224, Müslim: 4/141.
[265] Fethu'l-Bari: 11/130.
[266] Fethu'l-Bari: 8/224 ,225.
[267] Buhari: 11/133.
[268] Fethul-Bari: 11/133.
[269] Bkz. Tefsiru't Taberi: Cuma sûresi: Âyet; II.
[270] Pethu'1-Bari: 3 /76.
[271] Bkz. Durru'l Mensur: Cuma sûresi: Âyet; 11.
[272] Buharı: 11/108.
[273] Fethu'1-Bari: 11/109.
[274] Buhari: 8/114, Müslim: 7/174.
[275] Bkz: Sahihu Camius-Sağir: Hadis No: 4082.
[276] Mİşkatü'l Mesabih: Hadis No: 3159.
[277] Buharı: 10/148, Müslim: 4/151.
[278] Buhari: 11/160, Müslim: 6 / 103.
[279] Fethul-Bari: 11/160.
[280] Sahihu Cami'is Sağir: Hadis No: 4336.
[281] Sahihu Sîm«nü'n-Nes<ıi: 1/341, hadis no: 1456.
[282] Bulum: 1/439.
[283] F'sthu'1-Ban: 1'43£.
[284] Pc-thu'i-Bari: 3/122.
[285] Fethu'l-Bari: 1/439.
[286] Pethu'l-Bari: 3/123.
[287] Buhari: 3/115, Müslim: 3/21.
[288] Buhari: 3/117.
[289] Fethu'1-Bari: 3 / 117,118.
[290] Buharı: 8/267.
[291] Buhari; 3/128.
[292] Buhari: 3/98. Müslim; 3/ 21.
[293] Buharı: 3/128.
[294] Buhari: 11/250.
[295] Buhari: 3/95, Müslim: 3 /22.
[296] Fethul-Bari: 3/96.
[297] Fethu'1-Barİ: 2/96.
[298] Buhari: 13/151.
[299] Buhari: 3/347, Müslim: 2/210.
[300] Fethul-Bari: 3/ 349.
[301] Müslim: 7/169.
[302] Buhari: 1/109, Müslim: 2/180.
[303] Buhari: 13/430, Müslim: 2/92.
[304] Buhari: 8/437, Müslim: 8/114.
[305] Buhari: 3/295, Müslim: 2/157.
[306] Müslim: 4/166.
[307] Buhari: 9/24, Müslim: 7/172.
[308] Müslim: 7/8.
[309] Buhari: 6/443.
[310] Müslim: 2/205.
[311] Müslim: 8/225?
[312] Buhari: 8/148.
[313] Müslim: 11/79.
[314] Müslim: 8/140, Müslim: 7/134.
[315] Müslim: 7/18.
[316] Buhari: 8/104, Müslim: 7/147.
[317] Buhari: 6/ 390, Müslim: 7/145.
[318] Fethul-Bari: 6/391.
[319] Müslim: 2/128.
[320] Buhari: 13/204, Müslim: 6/176, 2/127.
[321] Fethu'1-Bari: 13/205, 206.
[322] Fethu'1-Bari: 13/207.
[323] Buhari: 13/151.
[324] Fethu"I-Bari: 5/115.
[325] Buhari: 13/321, Müslim: 7/82.
[326] Fethul-Barİ: 13/312, 313.
[327] Buhari: 6/350, Müslim: 6/49.
[328] Fethu'1-Bari: 13/320.
[329] Fethurl-Bari; 13/320.
[330] Fethu'1-Bari: 13/320.
[331] Buhari: 4/ 308, Müslim: 4/44.
[332] Buhari: 4/161, Müslim: 4/45.
[333] Fethul-Bari: 4/161.
[334] Buhari: 11/157.
[335] Buhari: 8/114, Müslim: 7/174.
[336] Buhari: 14/335, Müslim: 7/174.
[337] Buhari: 8/108, Müslim: 1/192.
[338] Buharı: 16/49.
[339] Buharı: 12/218. Müslim: 8/16?
[340] Buhari: 5/131. Müslim: 7/159.
[341] Müslim: 7/81.
[342] Buhari: 8/249. Müslim: 6/175.
[343] Buhari: 1/308. Müslim: 7/86.
[344] Buhari: 16/326.
[345] Buhari: 1/1339. Müslim: 1/164.
[346] Müslim: 7/79.
[347] Müslim: 8/40.
[348]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/86-114.
[349] Müslim: 6/116.
[350] Buhari: 2/35. Müslim: 2/127.
[351] Pethu'1-Bari: 2/37.
[352] Buhari: 5/127.
[353] Buhari: 13/313.
[354] Buhari: 8/402. Müslim: 6/118.
[355] Buharı: 7/399. Müslim: 6/118.
[356] Parentez arası Müslim'in ziyadesidir.
[357] Buhari: 11/160. Müslim: 6/130.
[358] Müslim: 4/196.
[359] Müslim: 8/203.
[360] Müslim: 4/195.
[361] Buhari: 13/271.
[362] Müslim: 8/205.
[363] Fethu'l-Bari'den naklen: 10/264.
[364] Buhari: 8/135. Müslim: 7/133.
[365] Buhari: 6/171. Müslim: 5/163.
[366] Buhari: 5/222.
[367] Müslim: 7/60.
[368] Müslim: 4/150.
[369] Buhari: 11/134. Müslim: 4/150.
[370] Buhari: 6/ 130. Müslim: 6/69.
[371] Buhari: 4/259. Müslim: 3/145.
[372] Fethu'1-Bari: 5/142
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/114-120.
[373] Buhari: 16/5. Müslim: 1/97.
[374] Buhari: 16/28. Müslim: 7/52.
[375] Buhari: 8/225, Müslim: 7/134.
[376] Buhari: 8/42, Müslim: 7/114.
[377] Buhari: 16/68
[378] Fethu'1-Bari: 16/48.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/120-121.
[379] Bkz. Fethu'1-Bari: 16/48.
[380] Buhari: 12/221.
[381] Fethu'1-Bari: 12/222.
[382] Bu hadis Nasrudin Elbani'nin Silsiletu'l Ehadis: Hadis
No: 995'ten nakledilmiştir.
[383] Buhari: 11/35, Müslim: 4/26.
[384] Müslim: 8/16.
[385] Ebu Davud: 4/471,Bkz. Camius Sağir, hadis no: 367,
Süneni Ebu Davud, hadis no: 2651.
[386] Bkz. Sünenü'n Nesa'i hadis no: 1872
[387] Buhari: 10/100.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/121-124.
[388] Buhari: 3/418, Müslim: 3/40.
[389] Bkz. Muvatta, Bkz. Sünenü'n Nesa-i hadis no: 2993.
2/672.
[390] Mecmuu'z Zevaid: 5/171.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/124-125.
[391] Buhari: 8/252.
[392] Fethu'1-Bari: 8/253.
[393] Müslim: 6/127.
[394] Fethu'1-Bari: 2/4
[395] Buhari: 16/78.
[396] Buhari: 5/193.
[397] Buhari: 11/39.
[398] Fethul-Bari: 11/144.
[399] Buhari: 11/39, Müslim: 8/239.
[400] Buhari: 11/94.
[401] Müslim: 4/197.
[402] Müslim: 4/168.
[403] Buhari: 8/120, Müslim: 6/127.
[404] Müslim: 6/69.
[405] Buhari: 13/152.
[406] Müslim: 6/119.
[407] Bkz. Haşiyetu Sahihi Müslim: 6/120.
[408] Muvatta: 2/935.
[409] Bkz. Silsiletu'l Ehadisi's S ah ıha; hadis no: 216.
[410] Müşkatu'l Mesabih; hadis no: 2079.
[411] Müşkatu'l Mesabih; hadis no: 3221.
[412] Buhari: 8/189.
[413] Buhari: 8/189.
[414] Buhari: 9/ 24, Müslim: 7/172.
[415] Buhari: 6/241.
[416] Buhari: 2/25. Müslim: 4 /147.
[417] Buhari: 5/328.
[418] Buhari: 11/30, Müslim: 4/147.
[419] Müslim: 7/145.
[420] Buhari: 6/420.
[421] Müslim: 8/ 23.
[422] Müslim: 8/23.
[423] Buharı: 3/401. Müslim: 3/42.
[424] Buhari: 7/423.
[425] Fethu'1-Bari: 7/423.
[426] Fethu'1-Bari: 4/446, 447.
[427] Kitabu îhkami'l Ahkam Şerhi Umdeti'l Ahkam: 2/67.
[428] İmam Mali: Müdevvenetu'l Kübra: 1/452.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/125-136.
[429] Buharı: 9/215.
[430] Buhari: 3/397, Müslim: 3/39.
[431] Fethu'I-Bari: 3/399.
[432] Buhari: 3/358.
[433] Buharİ: 3/358, Müslim: 7/152.
[434] Buhari: 14/236.
[435] Müslim: 3/38.
[436] Müslim: 3/38.
[437] Buharı: 3/373.
[438] Buhari: 3/370, Müslim: 3/47.
[439] Müslim: 3/63.
[440] Bkz. Şerhu'n Nevevi ala Sahihi Müslim: 7/36.
[441] Buhari: 3/387, Müslim: 3/47.
[442] Fethu'l-Barİ: 3/387.
[443] İmam Malik: Müdevvenetu'l-Kübra: 1/188.
[444] Kitabu İhkamil-Ahkâm Şerhi Umdetil-Ahkâm: 1/324, 325
[445] Bkz: Daifu'l Camii's Sağir: Hadis No: 873.
[446] Buhari; 3 /391, Müslim: 3/40.
[447] Fethu'1-Bari: 3/391, 392.
[448] Bkz. Sahihu Süneni İbni Mace: 1/351, No: 1678.
[449] İbn Sa'd Tabakatul Kübra: 8/379, 380.
[450] Buhari: 8/19, Müslim: 7/110.
[451] Buhari: 9/ 184, Müslim: 8/109
[452] Buhari: 7/8, Müslim: 5/153.
[453] Buhari: 8/451-
[454] Buhari: 6/9.
[455] Buhari: 11/328.
[456] Müslim: 5/105
[457] Buhari: 9/85, Müslim: 5/114.
[458] Fethu'3-Bari: 10/100.
[459] Buhari: 13/104.
[460] İ'lamu"! Mevkıayn: 1/ 93.
[461] Buhari: 10/105, Müslim: 8/119.
[462] Müslim: 5/105.
[463] Müslim: 5/115.
[464] Buhari: 11/100.
[465] Buhari: 11/319.
[466] Müslim: 4/195?
[467] Buhari: 12/378, Müslim: 4/154
[468] Nur sûresi: Âyet; 6-9.
[469] Buharı: 11/380, Müslim: 4/206.
[470] Buhari: 9 /280.
[471] Buhari: 7/104, Müslim: 5/58.
[472] Müslim: 5/120.
[473] Buhari: 15/203, Müslim: 5/121.
[474] Fethu'I-Bari: 15/102.
[475] Buhari: 15/94, Müslim: 5/114.
[476] Buhari: 3/410, Müslim: 3/45.
[477] Fethu'1-Bari: 5/471.
[478] Fethu'l Bari: 5/471.
[479]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/136-157.
[480] Buhari: 8/444, Müslim: 7/163.
[481] Buharı: 9/ 24 , Müslim: 7/172.
[482] Bubari: 7/152, Müslim: 7/115.
[483] Buharı: 9/ 24, Müslim: 7/172.
[484]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/157-161.
[485] Buharı: 2/141.
[486] Buhari: 10/146.
[487] Buhari: 10/85, Müslim: 8 /118.
[488] Buhari: 12/416.
[489] Müslim: 8/26.
[490] Buhari: 8/414, Müslim: 5/163.
[491] Müslim: 5/78.
[492] Buhari: 2/292, Müslim; 2/23.
[493] Fethu'1-Bari: 2/295.
[494] Hudessara; 2/18.
[495] Fethu'1-Bari: 2/295.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/161-166.
[496] Buhari; 10/339, Müslim: 5/182.
[497] Müslim: 7/153.
[498] Buhari: 8/452.
[499] Fethu'1-Bari: 8/353.
[500] Buharı: 8/382.
[501] Buhari: 15/182, Müslim: 5/122.
[502] Buhari: 5/361.
[503] Buhari: 10/430, Müslim: 7/20.
[504] Buhari: 1/364, Müslim: 2/140.
[505] Müslim: 5/150.
[506] Buhari:2/ 25, Müslim: 4/145.
[507] Buhari: 6/159, Müslim: 7/14.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/166-175.
[508] Müslim: 7/76
[509] Müslim: 2/71.
[510] Buhari: 12/51.
[511] Fethu'1-Bari: 6/146.
[512] Müslim: 4/200.
[513] Müslim: 5/27.
[514] Buhari: 4/87, Müslim: 7/61.
[515] Buhari: 4/71, Müslim: 3/80.
[516] Şahihu Süneni İbni Mace: Hadis No: 1458,1/307.
[517] İbni Sa'd: Tabakatul Kübra: 8/290.
[518] Buhari: 5/222.
[519] İbni Sa'd Tabakatul Kübra: 8/300.
[520] Buhari: 6/127.
[521] Buhari: 5/222.
[522] Buhari: 8/416.
[523] Fethu'I-Bari: 8/419.
[524] Fethu'1-Bari: 8/415.
[525] Fethu'1-Bari: 3/123.
[526] Buhari: 12/281, Müslim: 7/17.
[527] Bkz. Silsiletü'l Ehadisi's Sahiha: Hadis No: 178
[528] Buhari: 6/420?
[529] Müslim: 5/199.
[530] Buhari: 3/348, Müslim: 2/210.
[531] Buhari:12/311, Müslim: 7/18.
[532] Buhari: 11/234, Müslim: 7/11.
[533] Buhari: 2/215, Müslim: 6/130.
[534] Müslim: 5/90.
[535]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/179-186.
[536]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/186-188.
[537]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/188-189.
[538] Buharı: 16/229.
[539] Buharı: 11/28.
[540] Buharı: 13/33.
[541] Pethul-Bari: 13/34.
[542] Müslim: 3/119.
[543] Bkz. Haşiyetu İbni Abidin ala Durri'l Muhtar: 2/671.
[544] Bkz. Sahihu Süneni Tirmizi: Hadis No: 1970, 2/290.
[545] Müslim: 4/41.
[546] Buhari: 11/435, Müslim; 5/129.
[547] Buhari: 11/428.
[548] Fet,bu'I-Bari: 11/428.
[549] Haşiyetu'I İbni Abıdin ala Dürri'l Muhtar: 2/671.
[550] Buhari: 5/458. Buhari: 11/444.
[551] Fethu'l-Bari: 11/444.
[552] Buhari: 6/106. Müslim: 6 /8
[553] Buhari: 8/451.
[554] Buhari: 6/106.
[555] Buhari: 11/4, Müslim: 4/129.
[556] Buhari: 11/13.
[557] Buhari:l 1/103.
[558] İmam Ahmed Müsned, Sahihu Camii's Sağir: Hadis No:
5155.
[559] Buhari: 11/256, Müslim: 4/176.
[560] Fethu'1-Bari: 11/256,
[561] Bkz: Sahihu Süneni'n Nesa-i: Hadis No: 3026, 2/380.
[562] Buharı: 6/106, Müslim: 6/8.
[563] Buhari: 11/440.
[564] Müslim: 4/200.
[565] Buhari: 13/119.
[566] Müslim: 3/119.
[567] Zadu'l Mead
[568] Abdu'l Vehhab Hallaf; Kitabu İlmi Usulîl Fıkh:
108,109.
[569] Gıyasi: 358, 359.
[570] Buhari: 4/68.
[571] Buhari: 4/71, Müslim: 3/80.
[572]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/189-200.
[573]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/200.
[574] Müslim: 7/144.
[575] Müslim: 7/136.
[576] Müslim: 4/200.
[577] Buhari: 6/106, Müslim: 6/8.
[578] Buhari: 11/435.
[579] Buhari: 11/435.
[580] Buhari: 2/303.
[581] Buhari: 13/70.
[582] Bkz. Silsilletul Ehadisi's Sahiha: Hadis No: 671.
[583] Bkz. Sahihu Camii's Sağır: Hadis No: 671.
[584] Buharı: 6/146, Müslim: 3/79.
[585] Buharı: 4/71, Müslim: 8/20.
[586] Buhari: 13/46, Müslim: 8/20.
[587] Bkz.
[588] Buharı: 6/106, Müslim: 6/8.
[589] Buhari: 9/192.
[590] Kitabul Mereti beyne'l Fıkhı ve'l kanuni: 39, 40,167.
[591] Bidayetü'l Müctehid: 2/344.
[592] Kitabu's Sünneti'n Nebeviyyeti beyne Ehlil Fıkhi ve
Ehli'l Hadis: 4 7-51.
[593] Bkz. a.ge.
[594] tbni Teymiye Mecmua'tu Feteva: 26/ 181.
[595] İbni Teymiye Mecmua'tu Feteva: 23/ 186, 187.
[596] İbni Teymiye Mecmua'tu Feteva: 20/ 538.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/200-211.
[597]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/215-216.
[598] Buhari: 3/54, Müslim: 3/32, 33.
[599] Müslim: 8/203.
[600] Buhari: 5/104,
Müslim: 3/152.
[601]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/216-217.
[602] Müslim: 8/237.
[603] Buhari: 3/115, Müslim: 3/152.
[604] Buhari: 8/224.
[605] Fethu'1-Bari: 8/224, 225.
[606]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/217-218.
[607] Buharı: 17/55, Müslim: 8/39.
[608] Müslim: 2/169
[609] Buhari: 3/138.
[610] Buhari: 2/314, Müslim: 2 /20
[611] Buharı: 10/279- Müslim: 4/201
[612]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/218-221.
[613] Kitabu Nidai ila Cinsi'l Latif: 13
[614] Mecmuz'u Zevaici: 9/264 .
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/221.
[615] Buhari: 6/171, Müslim: 5/163.
[616] Müslim: 4/195.
[617] Müslim: 8/203.
[618] Buhari: 5/222.
[619] Buhari: 2/100.
[620] Buhari: 2/99.
[621] Pethu'1-Bari: 2/100.
[622] Buhari; 8/266.
[623] Buhari: 8/375, Müslim: 5/178.
[624] Buhari: 6/361, Müslim: 6/45.
[625] Fethul-Bari: 8/375.
[626]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/221-223.
[627] Müslim: 7/136.
[628] Buhari: 4/28, Müslim: 7/144.
[629] Müslim: 4/130.
[630] Fethu']-Bari:4/29, 30.
[631] Buhari: 11/234, Müslim: 7/11.
[632] Buhari: 6/129.
[633] Silsiletü'l Ehadisi's Sahiha: Hadis No:178.
[634]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/224-225.
[635]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/225-226.
[636] Buhari: 5/357.
[637] Müslim: 7/136.
[638]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/226-227.
[639] Buharı: 13/46, Müslim: 8/20.
[640] Buhari: 1/24, Müslim: 8/20.
[641] Buhari: 1/147, Müslim: 1/54.
[642] Müslim: 1/53.
[643] Fethu'1-Bari: 6/147.
[644] Buhari: 13/55, Müslim: 3/83.
[645] Pethul-Bari: 6/22.
[646] Buhari: 13/55, Müslim: 3/83.
[647] Buhari: 6/472, Müslim: 5/28.
[648] Buhari: 6/74, Müslim: 1/62.
[649] Buhari: 6/172.
[650] Buhari: 5/400, Müslim: 8/34.
[651] Müslim: 1/46.
[652] Buhari: 2/279, Müslim: 8/34.
[653] Buhari: 5/438, Müslim: 7/44.
[654] Buhari: 7/322, Müslim: 7/44.
[655] Buhari: 14/197, Müslim- uma
[656] Buhari: 14/197, Müslim: 3/86.
[657] Buhari: 4/43, Müslim: 3/93,
[658] Buhari: 6/145, Müslim: 3/92.
[659] Buhari: 4/36, Müslim: 3/90.
[660] 5/174, Müslim: 3/176.
[661] Nevevi Şerhi1! Mühezzeb: 4/363, 364, 365.
[662] Nevevi Şerhi'] Mühezzeb: 4/94, 95.
[663] Buharı: 2/495, Müslim: 2/34.
[664] Bkz. Kitabu1] Muğni: 2/375, 376.
[665] Bkz. İmam-ı Malikk: Kafî:l/248.
[666] Mebsut: 2/23.
[667] Bkz. Fethul-Bari: 2/8
[668] Müslim: 3/13.
[669] Ebu Davud: 1/644, Pethu'l Bari: 3/7, Sahihu Süneni Ebu
Davud: Hadis No: 942
[670] Fethu'1-Bari: 3/7.
[671] Fethu"l-Bari: 11/207.
[672] Buhari: 4/36, Müslim: 3/90.
[673] Buhari: 13/46, Müslim: 8/20.
[674] Buhari: 6/106, Müslim: 6/8.
[675] Ibnu Teymiyye Mecmuatu Fetava: 26/181.
[676] İbnıı Teymiyye Mecmuatu Fetava: 23/186,187.
[677] İbnu Teymiyye Mecmuatu Fetava: 20/538.
[678]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/228-242.
[679]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/245-246.
[680] Buhari: 1/25, Müslim: 1/97.
[681] Bkz. îbnu Kesir: El-Bidayetu ven Nihayetu: 3 /30.
[682] Buhari: 8/189.
[683] Buhari: 8/181.
[684] İbni Sa'd: Tabakatu'l Kübra: 8/99, 100.
[685] Buhari: 8/176.
[686] Fethu'l-Bari:8/176.
[687] Buhari: 3/464.
[688] Fethul-Bari: 3/462.
[689] Buhari: 7/22, Müslim: 7/141.
[690] Parantez arası: İbni Sa'd: Tabakatul Kübra: 8/31.
[691] Fethul-Bari: 8/86.
[692] İbni Sa'd: Tsbakatü'l Kübra: 8/323, 324.
[693] ibni Sa'd: Tabakatü'l Kübra: 8/425.
[694] îbni Sa'd: Tabakatü'J Kübra: 8/425.
[695] Buhari: 8/170.
[696] Buhari: 6/240.
[697] İbni Sa'd: Tahakatu'l Kübra: 8/230.
[698] Fethu'1-Bari: 15/348.
[699] Pethu'1-Bari: 8/176.
[700] Buhari: 8/170
[701] Fethu'1-Bari: 8/20.
[702] Bkz. îbnu Abdi'l Ber; Kitabu'd Dureri fi thtisari'I
Megazi ve Siyer: 19.
[703] Bkz. Fethul-Bari: 3/425.
[704] Buhari: 8/189.
[705] Buhari: 8/26, Müslim: 7/172.
[706] Buhari: 8/189.
[707] Fethu'1-Bari: 8/86.
[708] Fethu'1-Bari: 8/ 187, 189.
[709] Buhari: 8/249, Müslim: 7/172.
[710] Buhari: 6/240.
[711] Buhari: 9/24, Müslim: 7/172.
[712] Buhari: 2/79.
[713] Fethu'1-Bari: 2/81.
[714] Bkz. İbnu Sa'd: Tabakatul Kübra: 8/276, 313.
[715] Buhari: 6/281.
[716] Buhari: 17470.
[717] Buharı: 7/392, Müslim: 2/140.
[718] Bkz. İbni Hacer Askalani:
[719]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/246-256.
[720] Buhari: 10/265, Müslim: 3/18.
[721] Buhari: 8/222.
[722] Buhari: 16/241, Müslim: 6/15.
[723] Fethu'1-Bari: 8/220.
[724] Buharı: 6/257.
[725] Fethu'1-Bari: 6/276.
[726] Buhari; 11/345.
[727] Fethu'I-Bari: 11/345.
[728] Müslim: 7/145.
[729] Tabakatu'l Kübra: 8/426, 427.
[730] Parantez arası Buhari'nin rivayeti: 12/175, Müslim:
3/79.
[731] Sahihu Süneni'n Nesa-i: Hadis No: 3133, 2/703.
[732] Buhari: 6/420.
[733] Buhari: 6/350, Müslim: 6/50.
[734] Buhari: 8/141, Müslim: 5/130.
[735] Buhari: 7/83, Müslim: 2/158.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/256-260.
[736] Müslim: 7/67.
[737] Buhari: 7/442, Müslim: 7/144.
[738] Buhari: 8/411.
[739] Müslim: 8/205.
[740] Müslim: 8/203.
[741] Buhari: 8/149.
[742] Müslim: 6/7.
[743]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/260-262.
[744] Buharı: 6/257,259,276.
[745] Müslim: 5/196.
[746] Müslim: 6/5.
[747] Buhari: 8/406.
[748] Fethu'I-Bari; 8/406, 407.
[749] Müslim: 6/23.
[750] Müslim: 7/7.
[751] Müslim: 6/15.
[752] Müslim: 8/166.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/262-265.
[753] Buhari: 16/167
[754] Buhari: 16/170.
[755] Buhari: 16/140.
[756] Buhari: 16/164.
[757] Müslim: 7/190.
[758]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/265-268.
[759]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/269-270.
[760] Müslim: 1/53.
[761] Buhari: 1/147, Müslim: 1/54.
[762] Kitabu Nidau ila'l Cinsi'l Latif: 13,
[763] Müslim: 8/24.
[764]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/270-276.
[765] El Mer'e tu beyne'l Fıkhı ve'l Kanun: 155.
[766] Dr. Kardevi kadının özel aile sorunlarındaki görüşünün
önemini açıklamak için Hz. Ömer döneminden üç örnek vermiştir; Mihrin en son
sinimin belirlenmesinde Koca sefere çıktığı zaman, kocanın mukim olmama
süresinin belirlenmesinde; çocuğa sütten kesilmesinden sonra değilde doğumunun
hemen akibinde nafakanın farz olmasının belirlenmesi hususlarında.
[767] Buharir 6/106, Müslim: 6/8.
[768] İbnİ Teymiyye; Mecmuatu Feteva: 26/181.
[769] İbni Teymiyye; Mecmuatu Feteva: 23/186, 187.
[770] İbni Teymiyye; Mecmuatu Feteva: 2/538.
[771]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/276-285.
[772] Buharı, nikâh bahsi, gayret (yani kıskançlık) babı.
11/234. Müslim: Selam bahsi: Yabancı bir kadın yolda köttirümlediği vakit onu
hayvanın terkisine almanın cevazı babı. 7/11.
[773] Buhari, Allah'ın mahlukları ilk yaratış bahsi,
cennetin sıfatı ve el'an yaratılmış olduğu hakkında gelen şeyler babı. 7/130.
[774] Bkz. Ömer'in hanımına karşı tutumunu gösteren hadis:
Buharı, Cuma bahsi, Cuma namazında hazır bulunmayan kadınlara, çocuklara ve
diğerlerine gusul yapmak (yıkanmak) lazım olup olmadığı babı 3/34. Yine beşinci
bölümün "kadının mescide çıkması" bahsine bkz.
[775] Buhari, nikâh bahsi, gayret (kıskançlık) babı, 11/233.
[776] Buhari, nikâh bahsi, kıskançlık babı 11/233. Müslim;
lian bahsi, 4/211.
[777] İbnü'l-Hacer, Fethü'1-Bari, şerhu Sahihü'l-Buhari,
8/108.
[778] İbnü'l-Hacer, age. 4/446.
[779] Buharı, Menkıbeler Bahsi, Peygamber ( s.a.vj'i
sıfatlamak babı. 7/385.
[780] İbnü'l-Hacer, Fethü'1-Bari, 5/115.
[781] Buharı, nikâh bahsi yanında mahremi (nikâh geçmez bir
hısımı) bulunmayan bir kadınla bir erkek yalnız kalmasın; kocası evde
bulunmayan kadının yanına da girilmesin babı. 11/246. Müslim: Selam bahsi:
Yabancı bir kadınla başbaşa kalmanın ve onun yanma girmenin ha ram kılınması
babı 7/7.
[782] Buhari, nikâh bahsi, age. 11/246.
[783] İbn Hacer, Fethu'I-Bari ii/oak
[784] Bkz. Şerh-u Sahih-j Müslim 14/154.
[785] Bkz. Sünen-i Tirmizi, süt emme bahsi, kocası evde
bulunmayan kadının yanına girilmesinin mekruh oluşu hakkında gelen haberler
babı, 4/152.
[786] İhkam'ül-ahkâm şerhu Ümdet'ül-ahkâm, 2/197.
[787] el-Buhari, hacc bahsi kadınların haccetmesi babı
4/446.
[788] Müslim, selam bahsi, Yabancı bir kadınla başbaşa
kalmanın ve onun yanına girmenin haram kılınması babı, 7/8.
[789] Buharı, nikâh bahsi, gelinle güveye hediye verme babı,
11/134.
[790] Müslim, namaz bahsi, nafile namazda cemaat olmanın
cevazı babı, 1/128.
[791] Buhari, oruç bahsi, bir topluluğu ziyaret edip de
onların yanında iftar etmeyen kimse babı, 5/131.
[792] İbnü Hacer, Fethu'1-Bari, 5/133.
[793] Buhari, nikâh bahsi (nikâhta erkekle kadın arasında
aranan) denklikler din hususundadır babı, 11/35(11/5180).
Müslim, hacc bahsi,
ihramlının, hastalık ve benzeri gibi bir özürden dolayı ihramdan çıkmayı şart
koşmanın cevazı babı, 4/26, (6/380).
[794] Euhari, şehadetler bahsi, kur'a çekme (nin meşruluğu)
babı, 6/223.
[795] Buhari, nikâh bahsi, nikâhta ve düğün yemeğinde def
çalmak babı, 11/108.
[796] Buhari, Peygamber (s.a.v.)'in gazveleri bahsi, ifk
hadisi babı, c.8.5.438.
Müslim, Tevbe Bahsi,
ifk hadisi ve zina isnadında bulunan kimsenin tevbesinin kabulü hak kındaki
bab, 8/115.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/285-303.
[797] Buhari, Peygamber'in gazveleri bahsi, Hayber gazvesi
babı, 9/24.
Müslim, Sahabe
(r.a.)'ün faziletleri bahsi, Cafer b. Ebi Talib ile Esma binti Umeys(ra)'ın ve
gemidekilerin (r.a.) faziletlerinden bîr bab, 7/173.
[798] Buhari, oruç bahsi, nafile olarak oruçlu bulunan din
kardeşine bu orucunu bozdurmaya yemin eden kimse babı, 5/113.
[799] Buhari, menkıbeler bahsi, cahiliyyet günleri babı,
8/148.
[800] Buhari, cihad ve siyer bahsi, bir gaziyi teçhiz edip
sefere hazırlayan yahud gazinin gerideki işlerini görmekte ona hayırlı halef
olan kimsenin fazileti babı, 6/390. Müslim, sahabe (r.a.)'ün faziletleri bahsi,
enes b. Malik'in annesi Ümmü Süleym ile Bilal'ın faziletlerinden bir bab,
7/145.
[801] İbnü Hacer, Fethü'1-Bari, 6/39.
[802] Bu hadisi Ebu Davud süneninde tahric etmiştir. (Bkz:
Hadis no: 4112.4/364) Kitabü'l-Libas, Yüce Allah'ın. "Mü'min kadınlara da
söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar..." kavli hakkında bir bab.
[803] Müslim, boşama bahsi, üç talakla boşanan kadına nafaka
verilmemesi babı, 4/199.
[804] İbnü Kudame, el-Muğni, 7/28.
[805] Bkz. age., 7/31.
[806] Bu hadis Fethul-Bari'de rivayet edilmiştir. Hafiz
İbnül Hacer: "Bu hadisi Ahmed b. Hanbel ile Taberani tahriç eylemişlerdir.
Ahmed'in senedi hasen (güzel bir sened)dir" demiştir. 2/495.
[807] Bu hadis Mecmauz-Zevaid'de varid olmuştur.
(bkz.Mecmau'z-Zevaid), nikâh bahsi, kadının kocasına itaatinden, malına sahip
olmasından, hamililerinden ve çocuk dünyaya getirmesinden dolayı sevabı babı,
4/304. Hafiz e)-Heysemi: "Bu hadisin senedinde Ravh (ruh) b. el-Müseyyeb
vardır. Onu İbn Main ile el-Bezzar sika sabul etmiş, îbnü Hibban ile İbn adiyy
zayıf saymışlardın" deektedir.
[808] Buhari, Cihad bahsi, erkeklerin ve kadınların mücahid
olmak ve şehid olmak için dua etmeleri babı. 6/350. Müslim: Emirlik bahsi,
denizde gaza etmenin fazileti babı, 6/49.
[809] Bu hadisi Ebu Davud tahriç eylemiştir, (bkz: Sünen-i
Ebu Davud), namaz bahsi, mescidde oturup beklemenin fazileti babı, 1/320. Hadis
no: 472. Bu hadis Sahihü'l-Camius-Sağir'de de 5812 numara ile zikredilmiştir.
[810] İbnül-Hacer, Fethu'I-Bari, 3/7.
[811] Buhari, ezan babları bahsi, gece namazı babı, 2/357.
Müslim, yolcuların namazı... bahsi, nafile namazı evde kılmanın müstehab
oluşu... babı, 2/188.
[812] Buhari, Peygamber'in gazveleri bahsi, Leys, b. Sa'd
dedi ki... babı, 9/84.
[813] İbni Hazm, Meratibü'1-İcma', İbni Teymiyye er-Reddü
ala Meratibü'1-tcma", s.208. Beyrut, Daru'l-Âfâku'l-Cedid.
[814] Bkz. İbnü Kudame, el-Muğni, 2/164-165.
[815] tbnü azm, el-Muhalla, 3/137-138.
[816] Buhari, Cuma bahsi, Cuma namazında hazır bulunmayan,
kadınlara, çocuklara yıkanmak (gusul) lazım olup olmadığı babı, 3/33.
[817] ibnü Hacer, Fethu'1-Bari, 3/33-34.
[818] Buhari, namaz bahsi, sabah namazının vakti babı,
2/195. Müslim, mescidler ve namaz kılınan yerler bahsi, sabah namazını vaktinin
evvelinde kılmanın müstehab olusu babı, 2/118.
[819] Buharı, ezan bablan bahsi, akşam namazında kıraat
babı, 2/388. Müslim, namaz bahsi, sabah ve akşam namazında kıraat babı, 2/40.
[820] Buhari, Ezan bablan bahsi, kadınların geceleyin ve
alacakaranlıkta mescidlere çıkmaları babı, 2/492. Müslim, mescidler ve namaz
kılman yerler bahsi, yatsı namazının vakti ve yatsı namazını geciktirme babı,
2/115.
[821] Buhari, cuma bahsi, cuma namazında hazır bulunmayan
kadınlara, çocuklara ve diğerlerine yıkanmak lazım olup olmadığı babı, 3/34.
[822] Müslim, namaz bahsi, safların düz ve doğru tutulması,
2/32.
[823] el-Mebsud, c.l, s. 184.
[824] Buhari, namaz içinde amel babları, el çırpmak
kadınlara mahsustur... 3/319. Müslim, namaz bahsi, namazda kendilerine bir hat
arız olduğu vakit erkeğin teşbih, kadının tasfık (el çırpması) etmesi babı,
2/27.
[825] Kitabü'l-Mebsud, c.l, s.184.
[826] Îbnü'l-Hacer, Fethu'1-Bari, 3/319,
[827] Buharı, namazın sıfatı babiarı bahsi, insanların
namazı, alim olan imamın kıldırmasını beklemesi babı, 2/495. Müslim, Namaz
bahsi kadınların mescidlere gitmeleri... babı, 2/34.
[828] Müslim, namaz bahsi, fitneye sebep olmamak şartıyla
kadmlannmescidlere gitmeleri faka! koku sürünerek çıkmamaları babı, 2/33.
[829] el-Müdewenetü'l-Kübra, 1/106.
[830] İbnü Hazm, el-Muhalla, 3/136.
[831] İbnü Kudame, el-Muğni, 2/375-376, 1367. H. Menar
baskısı.
[832] İbnü Hacer, Fethu'1-Bari, 2/495.
[833] Kitabü Aşari İbni Badis, c.l, cüz 2, sh.218.
[834] Sahih-i Sünen-i İbni Mace, Hacc ibadetleri bahsi, Hacc
kadınların cihadıdır babı, 2/151. Hadis No:2345.
[835] Buhari, namaz bahsi, uyluk hakkında zikrolunan şey
babı, 2/25. Müslim, nikâh bahsi, bir kimsenin cariyesini azad ederek sonra
onunla evlenmesinin fazileti babı, 4/147.
[836] Müslim, cihad ve siyer bahsi, gazi kadınlara bahşiş
verilip hisse verilmemesi ve düşman çocuklarım öldürmenin yasak edilmesi babı,
5/197.
[837] Hayber gazvesine iştirak eden kadınlarla ilgili
haberleri (ibnü Sad'ın) et-Tebakatül-Kübra adlı eserinin sekizinci cüzünde
bulabilirsiniz. Ümmü Süleym'in haberine gelince bu, 419. sahifededir.
[838] Buhari, Cihad ve siyer bahsi, kadının denizde gazvesi
babı 6/416.
[839] Müslim, cihad ve siyer bahsi, kadınların erkeklerle
birlikte gazaya gitmesi babı, 5/196.
[840] Buhari, cihad ve siyer bahsi, kadınların yaralıları ve
şehidleri geri götürmeleri babı, 6/420.
[841] Müslim, cihad ve siyer bahsi, gazi kadınlara bahşiş
verilip hisse verilmemesi babı, 5/197.
[842] Fethu'1-Bari, 4/445-446, 6/416.
[843] Tirmizi, süt emme bahsi, bab no: 18, c. 4 s.153. Bu
hadis Sahih-u Camiu's-sahih'de 6566 numara ile varid olmuştur. Bkz. Tirmizi'nin
Sahihi, Hadis no: 936.
[844] Buhari, cihad bahsi, erkeklerin ve kadınların nıücahid
olmak ve şehjd olmak için dua etmeleri babı, 6/350. Müslim, emirlik bahsi,
Denizde gaza etmenin fazileti babı, 6/49.
[845] Nikâh bahsi ve bir kadın görüp de onda gözü kalan
kimseyi karısına veya cariyesine gelerek onunla cima etmeye teşvik babı, 4/129.
[846] Bu hadis, Abdullah b. Ömer (r.a.)dan rivayet
edilmiştir. Hadis Mecmaüzzevaid'de geçmektedir. Nikâh bahsi, kocanın kadını
üzerindeki hakkı babı, 4/314. Hafız el-Heysemi: (Bu hadisi Taberani el-Evsaf
ında rivayet etmiştir. Hadisin ricali, sahih hadis ricali(nin evsafına uygun
)dur demiştir.
[847] Bkz. İhya-u Ulumiddin, nikah bahsi, üçüncü bab:
Adabul-Muaşerat, erkek kıskançlıktan nasıl sakınır?
[848] Bkz. Age.
[849] Bkz. M3cmau'z-Zevaid, nikâh bahsi, kadınlar için hangi
şey daha hayırlıdır? babı, 9/202. 76b. Bu babın ikinci kısmında geçen sahabi
kadınlar hicapsız olarak erkeklerle karşılaşırlardı konu başlığıyla zikredilen
bu sahabe-i kiram kadınların haberlerinin kaynaklarına bakınız.
[850] Buhari, izin isteme bahsi, insanların gözleri önünde
birisine gizlice birşey söyleyen, arkadaşının gizli söylediği sırrını onun
sağlığında hiç kimseye haber vermeyen kimse babı,
[851] Müslim; Kitabu Fadaili's-Sahabe, c. 7, s. 130.
[852] .Rics; sözlükte pislik ve kir, ıstılahta günah
anlamına gelmektedir.
[853] Nevevi; el-Mecmu. Nevevi, Beyhaki'nin bu hadisin
senedinin sahih olduğunu söylediğini belirtir, c. 3, s. 449.
[854] Müslim; Kitabu Fadaili's-Sahabe, c.7, s.135.
[855] Buhari Kitabu'l-Menakıb, c. 7, s. 87. Müslim Kitabu
Fadailü's-Sahabe, c. 7, s. 142.
[856] Bkz, Fethu'1-Bari, c. 3, s. 388.
[857] Buhari, Kitabu'l-Megazi, c. 9, s. 215.
[858] Buhari, Kitabu'l-Feraiz, c. 10, s. 6. Müslim;
Kitabu'l-Cihad, c. 5, s, 155.
[859] Müslim, Kitabul-Fiten ve Eşrâtu's-Sâah, c. 8, s. 203.
[860] Müslim, Kitabu't-Talak, c. 4, s. 195.
[861] Buhari, Kitabu'l-İsti'zan, c. 13, s. 245, Müslim;
Kitabu'1-Hacc, c. 4, s. 101.
[862] Buhari, Kitabu'1-Hacc, c. 4, s. 424.
[863] Buhari, Kitabu'n-Nikâh, cll, s.120. Müslim;
Kitabu'l-Eşribe, c.6, s.103.
[864] Buhari, Kitabu'n-Nikâh, c. 11, s. 234. Müslim,
Kitabu's-Selam, c. 7, s. 11.
[865] Buhari, Kitabu'l-îdeyn, c. 3, s. 122. 92a. Buhari,
Kitabu'î-Cihad, c. 6, s. 420.
[866] Bkz. Sahihu'l-Camiu s-Sağir, No: 3491.
[867] Bkz. Müslüman kadının hac kitabı, s. 7
[868] Bkz. Sahihu'l-Camiü's-Sağir, hadis no: 2329.
[869] Müslim; Kitabul-Edeb, c. 6, s. 182.
[870] Sahihu Sünemi Tirmizi, hadis no: 2229.
[871] Bkz. Tehzibul-Furuk ve'I-Kavaidi's-Seniyye
fi'1-Esrari'l-Fıkhiyye; c. 2, s. 44.
[872] Ibni Teymiyye, İktidau's-Sıratı'l-Müstakim Muhalefetti
Ashabi'l-Cahim, s. 177, Enes b. Malik Matbaası, H. 1400. Tahkik: Şeyh Muhammed
el-Faki.
[873]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/303-349.
[874]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/351.
[875] Buhari, Kur'an'm tefsiri bahsi, Yüce Allah'ın :
"Ey iman edenler, Peygamber'in evlerine -yemeğe davet olunmaksızın,
vaktine de bakmaksızın- girmeyin. Fakat davet olunduğunuz zaman girin. Yemeği
yiyince dağıhn..." kavli babı 10/148. Müslim, nikâh bahsi, Zeyneb binti
Cahş'ın evlenmesi, tesettür âyetlerinin inmesi ve
düğün davetinin isbatı
babı, 4/151.
[876] Buhari, Kur'an'ın tefsiri bahsi, Ahzab süresi, Yüce
Allah'ın: "Ey İman edenler, Peygamber'in evlerine yemeğe davet
olunmaksızın, vaktine de bakmaksızın girmeyin. Fakat davet olunduğunuz zaman
girin yemeği yiyince dağıhn..." kavli babı. 10/150. Müslim, selam bahsi,
insanın hacetini görmek için kadınların dışarıya çıkmalarının mubah kılınması
babı, 7/6.
[877] Buhari, nikâh bahsi; seriyyeler (cariyeler) edinme ve
cariyesine hürriyet verip de sonra onunla evlenen kimsenin (savabı) babı.
11/30. Müslim, nikâh bahsi, bir kimsenin cariyesini azad ederek sonra onunla
evlenmesinin fazileti babı, 4/147.
[878] Buharı, Alış verişler bahsi, Müslimin harbi olan
kimseden köle satın alması... babı. 5/137. Müslim, Süt emme bahsi, çocuğun
döşek (firaş) sahibine aid oluşu... babı. 4/171.
[879] İbn Sad, Tabakatü'l-Kübra 8/144.
[880] Bkz. Tefsiru't-Taberi 22/41-42.
[881] Buhari, tefsir bahsi, Yüce Allah'ın: "Onlar:
Allah kendine çocuk edindi dediler. Hâşâ O, (bu gibi şeylerden) pak ve
münezzehdir..." kavli babı, 9/235.
[882] Buharı, abdest alma bahsi (haceti yerine getirmek
İçin) kadınların sahraya çıkmaları babı. 1/259. Müslim, selam bahsi, insanın
hacetini görmek için kadınların dışarıya çıkmalarının mubah kılınması babı,
7/7.
[883] Buhari, tefsîr bahsi, Ahzab sûresi. Yüce Allah:
"Ey iman edenler Peygamber'in evlerine..." girmeyin" kavli babı,
10/148. Müslim, nikâh bahsi, Zeyneb binti Cahş'm evlenmesi tesettür âyetlerinin
inmesi ve düğün davetinin isbatı babı, 4/151.
[884] İbnü Hacer el-Askalani, Fethu'1-Bari, 10/150. Bu hadis
Mecma'uz-Zevaid'de rivayet edilmiştir. Hafız el-Heysemi şöyle der: Bu hadisi
Taberani el-Evsat'ta rivayet etti. Musa b. Kesir hariç, hadisin ravileri sahih
hadis ricalidir. Musa b. Kesir ise sikadır. Tefsîr bahsi, Ahzab sûresi, 7/93.
[885] Fethul-Bari, 1/260.
[886] Fethu'1-Bari, 17150.
[887] Fethul-Bari, 1/260.
[888] Buhari, tefsir bahsi, Bakara sûresi, Yüce Allah'ın
"Siz de, İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin" kavli babı,
9/235.
[889] Müslim, cihad ve siyer bahsi, Bedir gazasında
meleklerden imdat buyurulması ve ganimetlerin mubah kılınması babı, 5/157.
[890] Buharı, tefsir bahsi, Berae sûresi, Yüce Allah'ın:
"Onlar için istiğfar et yahud etme. Onlar için yetmiş defa af dilesen
bile, yine Allah kendilerini asla mağfiret etmeyecektir..." kavlinin babı,
9/403.
[891] Buhari, tevhid, Allah'ı birleme bahsi. Peygamber
(sav)'in Allah'tan başka kıskanç hiçbir şahıs yoktur" kavli babı, 17/171.
Müslim, lian bahsi, 4/211.
[892] Bkz. Taberi Tefsiri, "Sizin, Allah'ın Rasulünü
incitmeniz ve kendisinden sonra onun eşlerini nikahlamanız asla olamaz. Çünkü
bu, Allah katında büyük (bir günah)tır." (Ahzab. 53) âyetinin tefsiri.
[893] Buharı, Cuma bahsi, Cuma namazında hazır bulunmayan
kadınlara, çocuklara ve diğerlerine yıkanmak lazım olup olmadığı babı, 3/34.
[894] Buhari, tefsir bahsi, Yüce Allah'ın "Ey iman
edenler! Peygamber'in evlerine yemeğe davet olunmaksızın, vaktine de
bakmaksızın girmeyin kavli babı, 10/150. Müslim, selam bahsi, insanın hacetini
görmek için kadınların dışarıya çıkmalarının mubah kılınması babı, 7/6.
[895] Buhari, Kitabu't-Tefsîr, c. 10, s. 150. Müslim,
Kitabu's-Selam, c. 7, s. 6.
[896] İbnü Hacer el-Askalani, Fethu'1-Bari, 13/260.
[897] Buhari, tefsir bahsi, Ahzab sûresi, Yüce Allah:
"Ey iman edenler! Peygamber'in evlerine yemeğe davet olunmaksızın, vaktine
de bakmaksızın girmeyin" kavli babı, 10/146.
[898] Buhari, tefsir bahsi, Ahzab sûresi, Yüce Allah'ın:
"Ey iman edenler ! Peygamber'in evlerine yemeğe davet olmaksızın vaktine
de bakmaksızın girmeyin.." kavli babı. 10/147. Müslim, nikâh bahsi, Zeyneb
binti Cahş'in evlenmesi, tesettür âyetlerinin inmesi ve düğün davetinin isbatJ
babı, 4/148.
[899] Buhari, tefsir bahsi, Nur sûresi Yüce Allah'ın:
"Onu işittiğiniz vakit erkek mü'minlerle kadın mü'minlerin kendi vicdanlan
önünde iyi bir zanda bulunup da 'bu apaçık bir iftiradır' demeleri lazım değil
miydi?" kavli babı, 10/7. Müslim, tevbe bahsi, ifk hadisi ve zina
isnadında bulunan kimsenin tevbesinin kabulü hakkında bir bab, 8/114.
[900] Buhari, Peygamber'in gazveleri bahsi, Taif gazvesi babı,
9/108. Müslim, sahabe (r.a.)'ün faziletleri babı, Ebu Musa el-Eşari ile Ebu
Amir-i Eşari (r.a.}'in faziletlerinden bir bab., 7/170.
[901] Buhari, nikâh bahsi, seriyyeler (cariyeler) edinme ve
cariyesini azad edip sonra onunla evlenen kimsenin sevabı babı, 11/30. Müslim,
nikâh bahsi, bir kimsenin cariyesini azad ederek sonra onunla evlenmesinin
fazileti babı, 4/147.
[902] Buhari, alış-verişler bahsi, Müslim'in harbi olan
kimseden köle satın alması babı, 5/317. Müslim, süt emme bahsi, çocuğun fîraş
sahibine aid oluşu" babı, 4/171.
[903] Buhari, şehadetler bahsi, nesebler, yaygın süt emme
üzerine şehadet,babı, 6/182.
[904] Buhari, nikâh bahsi, (giren erkekle, yanına girilen
kadın arasında) süt emme hasımlığı bulunduğunda, kadınların yanma girmek ve
kadınlara bakmanın helal olacağı babı, 11/252. Müslim, süt emme bahsi, Hürmet-i
Rada'nın
erkeğin menisinden
ileri gelmesi babı, 4/163.
[905] Buhari, menkıbeler bahsi, Ömer îbn Hattab (r.a.)'ın
menkıbeleri babı, 8/45. Müslim, sahabe (r.a.)'ün faziletleri bahsi, Ömer İbn
Hattab (r.a.)'ın faziletlerinden bir bab, 7/115.
[906] Fethu'1-Bari, 8/45.
[907] Buhari, cenazeler bahsi, bir musibet sırasında oturan
ve kendisinden hüzün farkedilen kimse babı, 3/410. Müslim, cenazeler bahsi,
ağıt (mersiye) okuma hususunda gösterilen şiddet babı, 3/45.
[908] Buhari, ezan babları bahsi, İlim ve fazilet sahibi
olan kimseler imamlığa (başkalarından) daha layıktırlar babı, 2/306. Müslim,
namaz bahsi, kendisine hastalık, yolculuk ve bunlardan başka birşey arız olduğu
vakit, imamın cemaata namaz kıldıracak bir kemseyi halef tayin etmesi babı,
2/25.
[909] Müslim, selam bahsi, kadın tabiatlı kimsenin yabancı
kadınların yanına girmesinin men edilmesi babı, 7/11.
[910] Müslim, zekât bahsi, Al-i Rasulullah (sav)'i sadaka
memuru olarak çalıştırmamak babı, 3/118.
[911] Ravinin: "Bu mesele kadınlara perdelenme
(tesettür) emrolunmazdan önce idi" sözü yanlıştır. Zira i'la olayı kesin
olarak tesettür (perdelenme) fare kılındıktan sonra meydana gelmiştir. Bkz: tbn
Hacer el-Askalani, Fethu'1-Bari, 11/195. Zira orada faydalı bir açıklama vardır.
[912] Müslim, boşama-boşanma bahsi, i'la, kadınlardan
uzaklaşma, onları muhayyer bırakma babı, 4/188.
[913] Müslim, oruç bahsi, cünüp olduğu halde üzerine fecir
doğan kimsenin orucunun sahih olması babı, 3/138.
[914] Müslim, içkiler bahsi, sirkenin ve onu katık yapmanın
fazileti babı, 6/126. Nevevi, Sahih-i Müslim şerhinde şöyle der (14/8): Cabir
(ra)'ın: (Ben de perdenin arkasına, kadının yanına girdim!) sözünün manası
"Perdenin arkasına yani kadının bulunduğu yere girdim demek olup bunda
kıdının tenini gördüğü manası yoktur. Orada şu da ilave edilir: Cabir'in
kadının bulunduğu yere girmesi müminlerin annelerine farz kılınan asıl hükümden
istisnadır. Bu istisnanın illetini Allah daha iyi bilir."
[915] Müslim, selam bahsi, perde kaldırmak ve benzeri
alametleri izin saymanm cevazı babı, 7/6.
[916] Buharı, udhiyeler bahsi, insan Mekke'de kesilmek için
kurbanlık gönderdiği zaman kendisine (ihramlıya haram olanlardan) hiçbir şey
haram olmaz babı,12/119. Müslim, hacc bahsi, bizzat gitmek istemeyen kimsenin
Harem-i Şerife hedy kurbanı göndermesinin ve kurbana nişan takarak nişan
iplerini örmem» mftstehab oluşa babı, 4/91.
[917] Buhari, yıkanıp gusletmek bahsi; sa' ölçeği ve benzeri
miktar su ile yıkanma babı, 1/379.
[918] Buhari, edeb bahsi, iki mü'minin karşılaştıklarında
birbirinden yüz çevirip ayrılmalarının kötülüğü babı, 13/106.
[919] Buhari, tefsir bahsi, Yüce Allah'ın: "Ana ve
babasına 'öff size, benden evvel nice nice nesiller gelip geçtiği halde beni
diriltip çıkarılacağımla mı tehdit ediyorsunuz?1 diyenin, anası, babası Allah'a
yalvarırlar..." kavli babı, 10/197.
[920] Buhari, hacc bahsi, kadınların erkeklerin beraberinde
tavafları babı, 4/226.
[921] Müslim, yolcuların namazı bahsi, gece namazını cemeden
ve onu kılmadan uyuyan yahud hasta olan kimsenin hükmünü cami olan bab, 2/169.
[922] İbnü Sa'd, a.g.e., 8/147.
[923] İbnü Sa'd, a.g.e., 8/147
[924] Muhammed b. Cerir, et-Taberi, Camiu'l-Beyan bkz.
"Sizin, Allah'ın Rasulü'nü incitmeniz ve kendisinden sonra onun
hanımlarını nikahlamanız asla olamaz. Çünkü bu Allah katında üyük (bir
günah)dır" âyetinin tefsiri. (Ahzab, 53).
[925] Buhari, cihad ve sîretler bahsi, kadınların cenk
etmeye çıkmaları ve erkeklerle beraber harbe katı] malan babı, 6/418. Müslim,
cihad bahsi, kadınların erkeklerle birlikte gaza etmesi babı, 5/197.
[926] Buhari, cihad bahsi, cihad ve siyerin fazileti babı,
6/344.
[927] Buhari, cihad bahsi, kadınların cihadı babı, 6/416.
[928] Buhari, cihad bahsi, kadınların cihadı babı, 6/416.
[929] Buhari, Peygamber'in gazveleri bahsi, ifk hadisi babı,
8/436. Müslim, tevbe bahsi, ifk hadisi ve zina isnadında bulunan kimsenin tevbesinin
kabulü hakkında bir bab, 8/113.
[930] Buhari, nikâh bahsi, bir sefere çıkmak istediği zaman
kadınlar arasında kur'a çekme babı. 11/222. Müslim, sahabenin faziletleri
(r.a.) bahsi, Aişe (r.a.)'nm faziletleri hakkında bir bab, 7/13B.
[931] Buharı, şartlar bahsi, cihadda ve harp ehli ile
yapılacak barış anlaşmalarında ileri sürülecek şartlar ve bu şartların
yazılmasını beyan babı, 6/274.
[932] Buhari, teyemmüm bahsi, Yüce Allah'ın: "Eğer
hasta olmuşsanız, yahud bir sefer üzerindeyseniz veya içinizden biri ayak yolundan
gelmişse, yahud da kadınlara dokunmuşsanız ve bu halde su bulamamışsanız, o
vakit tertemiz bir toprakla teyemmüm edin..." kavli babı, 1/448.
[933] Buhari, namaz bahsi, uyluk hakkında zikrolunan şey
babı, 2/25. Müslim, nikâh bahsi, bir kimsenin cariyesini azad ederek sonra
onunla evlenmesinin fazileti babı. 4/145.
[934] Müslim, cihad ve siyer bahsi, kadınların erkeklerle
birlikte gaza etmesi, babı, 5/196.
[935] Parantez içerisinde rivayet olunan hadisi Buhari,
KitabiH-cihadda rivayet etmiştir. Bkz. Buhari, cihad bahsi, erkeklerin ve
kadınların mücahid olmak ve şehid olmak için dua etmeleri babı. 6/350. Müslim,
emirlik bahsi, denizde savaşmanın fazileti babı, 6/50.
[936] Buhari, cihad bahsi, kadının deniz de cenk etmesi
babı. 6/416. Müslim, cihad bahsi, denizde savaşmanın fazileti babı, 6/50.
[937] Müslim, cihad bahsi, gazi kadınlara bahşiş verilip
hisse verilmemesi babı, 5/198.
[938] Buharı, hacc bahsi, kadınların haccetmesi babı, 4/444.
[939] İbnü'l-Hacer, Fethu'1-Bari, 4/444.
[940] Bkz. İbnü Sa'd, Tabakatü'l-Kübra, 8/210. Şeyh Nasıruddin
el-Albani şöyle der: "Bu hadisin isnadı hasen bir isnaddır. Hadisin
ravileri sika olup, el-Velid b. Ata hariç diğerleri Şeyhayn'ın ricalidir.
(Hicabülmereti'l-müslimetü: Müslüman kadının örtüsü) sh. 51.
[941] Buhari, hacc bahsi, kadınların erkeklerin beraberinde
tavaf yapmaları babı, 4/226.
[942] Müslim, hacc bahsi, bayram günü Cemre-i Akabe'de
hayvan üzerinde taş atmanın müstehab olduğu... babı, 4/79.
[943] Buhari, izin isteme bahsi, Yüce Allah'ın: "Ey
iman edenler, kendi evlerinizden başka evler (ve odalara) sahiblerîyle ünsiyet
peyda etmeden ve selam da vermeden girmeyin..." kavli babı., 3/425.
Müslim, hacc bahsi, kötürümlük, ihtiyarlık... sebebiyle aciz kalan kimse namına
haccetme babı, 4/101.
[944] Müslim, hacc bahsi, sabinin haccının sahih olması ve
onu hacc etterinenin ecri babı, 4/101.
[945] Buhari, nikâh bahsi, serireler (cariyeler) edinme ve
cariyesini azad edip de sonra onunla evlenen kimsenin (sevabı) babı, 11/30.
Müslim, nikâh bahsi. Bir kimsenin cariyesini azad ederek sonra onunla
evlenmesinin fazileti babı, 4/147.
[946] Mecmuu Feteva-i İbni Teymiyye, 15/372.
[947] îbnü Kayyım el-Cevzi, İ'lamül-Muvakkün, 2/80.
[948] Bkz. İbn Kesir, Tefsirü'1-Kur'anil-Azim, Ali İmran
sûresi âyet: 61.
[949] Buhari, Peyglber (s.a.v.)'in gazveleri, Peygamber
(s.a.v.)'in hastalığı ve ölümü... babı, 9/215.
[950] Fethul-Ban, te. Abdullah bin Amr b. el-As
(r.a.)"ın hicretten yedi sene önce dünyaya geldiği düşünüldüğüıi hicab
farz kılındığı zaman Abdullah'ın yası oniki olmuş olur. Dolayısıyla en müracah
olanVüşe göre bu olay hicab farz kılındıktan sonra meydana gelmiştir.
[951] Buhari, ganimetin beşte birini ayırmanın farz oluşu
bahsi, 7/8.
[952] Buhari, ferizalar (miras hisseleri) bahsi, Peygamber
(s.a.v.)'in Biz (peygamberi^) mirasçı olmayız. Biz ne bırakmışsak
sadakadır" kavli babı, 15/6. Müslim, cihad bahsi, Pygamber (s.a.v.)'in:
"Biz peygamberler mirasçı olunmayız. Biz ne bırakmışsak sadakadif hadisi
babı, 5/155.
[953] Îbnül-Hacer, Fethu'1-Bari, 7/8. 79. Müslim, sahabenin
faziletleri bahsi, Peygamber (s.a.v.)'in ehli beytinin faziletleri babı, 7/130.
[954] Müslim; Kitabu Fedaili's-Sahabe, c.7, s. 130.
[955] Bu hadisi Ahmet Müsned'inde rivayet etmiştir. Bkz.
Sahihül-Camiu's-Sağir, hadis no: 11146.
[956]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/353-392.