HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNDE MÜSLÜMAN KADININ SOSYAL HAYATA KATILIMINA DAİR ÖRNEKLER.. 2

Giriş. 2

Kadınlar Ve Erkekler Arasında Selamlaşma: 3

Mescide Gitmeleri 4

1. Namazın Eda Edilmesi: 6

2. İtikaf: 9

3. İlim Tahsil Etme: 10

4. İtikaf'a Girmiş Olanın M Esc İd D E Ziyaret Edilmesi: 10

5. Vaktin Değerlendirilmesi Ve Boş Zamanların Mü'mine Kadınlarla Beraber Geçirilmesi: 11

6. Genel Toplantı Çağrısına İcabet Etme: 11

7. Törenlerde Hazır Bulunma: 12

8. Kadının Kendisini Salih Bir Erkeğe Teklif Etmesi: 12

9. Mahkeme Meclisinde Hazır Bulunma: 12

10. Yaralıların Tedavisi: 12

11. Mescid Hizmeti: 12

12. Mescidde Uyuma: 13

Kadınların Mescide Gelme Adabı: 13

Eğitim Öğretim Amacıyla Kadının Erkeklerle Bir Arada Bulunması (Karma Eğitim) 17

1. İlim Gayesiyle Kadınlarla Erkeklerin Bir Arada Bulunduğu Yerler: 17

Hacc İçin Buluşma: 22

Cihada Katılma: 24

2. Sahihi Müslim'in Kitabu'l- Cihad Kısmında Aşağıdaki Bölümler Bulunmaktadır: 25

3. İbn Sa'd'ın Tabakatü'l-Kübra'sında Hayber Gazvesine Katılmış Olan Kadınlarla İlgili Birçok Rivayet Vardır. 25

İyiliği Emretmek Ve Kötülükten Sakındırmak Esnasında Buluşma: 26

Eş Arama Ve Dünürcülük Esnasında Ve Evlilik Akdinde Görüşme. 30

Ziyafetler Ve Merasimlerde Buluşma, Onlara İştirak Etme. 34

Misafirlik Esnasında Kadınlarla Karşılaşması: 45

Salih Rüyada Kadınların Ve Erkeklerin Karşılaşması 48

Hasta Ziyaretinde Karşılaşma. 48

Erkeklerin Kardeşlerini Kadınların Yanında Ziyaret Etmesi 49

Aynı Evde Barınma. 50

Cenaze İle İlgili İşler Esnasında Karşılaşma: 55

Nadiren Meydana Gelen Hoş Meclisler Esnasında Bir Araya Gelme. 63

Muhtelif Durumlarda Bir Araya Gelme. 65

Müslüman Erkeklerin Müslüman Olmayan Kadınlarla Bir Arada Bulunmaları 67

Hz. Peygamber (S.A.V.) Döneminde Müslüman Kadının İş Hayatına Atılması 70

Kadının İş Hayatına İlişkin Sosyal Olgular: 73

Çağımızda İş Hayatına Atılan Müslüman Kadının Uyması Gereken Şer'i Esaslar 74

En Önemli Seri Esaslar 75

B- Müslüman Toplumun İhtiyaç Duyduğu Bir Büyük Faydayı Gerçekleştirmek: 79

C- Hayır Yollarında Harcamalarda Bulunmak. 79

MÜSLÜMAN KADININ SOSYAL ETKİNLİKLERE KATILMASI YE UYMASI GEREKEN ŞER'İ ESASLAR.. 84

Hz. Peygamber (Sav) Döneminde Müslüman Kadının Sosyal Etkinliklere Katılımı 84

A) Mescid Etkinliklerine Katılım: 85

B) Genel Kutlamalara Katılım: 85

C) Mescid Dışı Kültürel Etkinliklere Katılım: 86

D)  İyiliği Emretmek, Kötülükten Menetmek: (Emri Bi'l-Ma'ruf, Nehy-İ Ani'l-Münker) 87

E) Hayr İşleri Ve Kamu Hizmeti: 87

F) Kadınların, Erkekler Olmaksızın Yaptıkları Kimi Sosyal Etkinlikler: 88

Kadının, Sosyal Etkinliklere Katılması'na İlişkin Kimi Güncel Sosyal Olgular: 89

Çağdaş Sosyal Etkinliğin Tanımı Ve Kadının Bu Etkinlikteki Rolü. 89

Çağımızda Sosyal Etkinliklere Katılan Müslüman Kadının Uyması Gereken Şer'i Esaslar 90

MÜSLÜMAN KADININ SİYASAL ETKİNLİKLERE KATILMASI VE UYMASI GEREKEN ŞER'İ ESASLAR.. 97

Rısalet Asrında Müslüman Kadının Siyasi Faaliyete Katılması 97

1. Darul'l-Küfür'de. 97

2. İslâm Devletinde. 102

Kadının Siyasetle Uğraşması 104

Kadın Siyasî Meselelerde Erkeğe Müşaveret Ediyor 104

Kadının Müslüman Yöneticiye Muhalefete Katılması 106

Kadının Siyasi Etkinliği İle İlgili Bazı Sosyal Olgular 107

Çağımızda Kadının Siyasi Faaliyetinin Şer'î Esasları 108

Kadının Seçme Hakkının Tartışması 110

Kadının Meslek Hayatına Atılması 112

Nebi (S.A.V.)'Nin Ashabının Fiillerinden Örnekler: 118

Giriş: 137

 

HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNDE MÜSLÜMAN KADININ SOSYAL HAYATA KATILIMINA DAİR ÖRNEKLER

 

Giriş

 

 İKREDECEĞİMİZ delillerde birçok noktalar göze çarpar:

1. Genel ve özel hayatın sahalarında kadınlar ve erkekler arasında bera­berliğin ve ortak katılımın olmadığı hemen hemen hiç bir alan yok gibidir.

2. Delillerin büyük çoğunluğu haklarında Allahu Teala'nın: "Bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların zinetlerini yabancı erkeklere teşhir etmeksizin bazı elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir vebal yoktur" buyurduğu hayızdan kesilmiş yaşlı kadınlardan değil, gençlerden bahsetmektedir.

3. Kitabın önsözünde belirttiğimiz gibi bazı delillerin bir çok konuya açıklık getirmelerinden dolayı tekrarının vaki olacağına parmak basmıştık. Kullandığımız delillerin bir çok konu için kullanılabiliyor olması onu her seferinde tekrar etmemize sebep olmaktadır. Delilin kullanıldığı sahanın çokluğu nisbetinde delilin tekrarı da çoğalmaktadır. Biz bu tekrarlan okuyu­cuya kolaylık olacağını düşünerek yaptık. Çünkü bu tekrar olayı okuyucuyu bu delil için filanca konuya bakın demekten, üzerinde çalıştığı konudan uzakta bir yerde aratmaktan daha kolaydır. Buna rağmen bazı kereler biz delilin tamamını tekrar etmek yerine sadece bizim için gerekli olan kısmını almakla yetindik.

4. Bizim kanaatimize göre zikredilen deliller Kur'an-ı Kerim ve iki sahih hadis kitabında yer alan, erkeklerle kadınların birlikteliğini ifade eden delillerin hepsidir. Edep kuralları dahilinde olan ciddi birliktelik Rasulul-lah'ın önceden beri sürdürdüğü sünneti ve genel olarak takip ettiği yoldu.

îslamî ölçüler içinde olduğu müddetçe -sadece işaret babından bile olsa- birliktelikten yana olmayan veya ondan tiksindirmeyi ifade eden bir delili biz bulamadık. Bu söylediğimiz Kur'an ve sünnet için geçerlidir. Ama bazı delillerden sonra getirdiğimiz ilim adamlarının görüşleri için ise seçme ve ayıklama söz konusuydu. Biz çeşitli alanlarda erkeklerle kadınların bera­berliğinin meşru olduğunu, bunun bir bid'at söz olmadığını pekiştiren görüş­leri tescil etmekle yetindik.

5. Zikredilen bütün delillerin geneli müslüman kadın ile müslüman erkek arasındaki ortaklığın ve karşılaşmanın yine ikisinin iradesi ve seçi­miyle olduğunu gösteriyor. Bunun yanında istek dışı zorunlu hallerde birlik­telikleri ifade eden deliller nadiren de olsa bulunduğu gibi müslüman erkek­ler ile gayri müslim kadınlar arasındaki buluşmaları belirten çok az da olsa deliller vardır.

Bütün bu delilleri müslüman toplumun durumunu açıklığa kavuştur­mak için dile getirdik. Bununla kadınlar ve erkekler arasındaki buluşmaların şekillerini açıklamış olduk.

6. Delillerin çok kapsamlı olmasından özel ve genel hayatın tüm alanla­rını içermesi bir yana, bu deliller çok büyük derecede çeşitlilik arzediyor:

Bu delillerin bazısının delaleti kesin veya kesine yakın, bazısı zanni ve­ya ihtimallidir.

Fakat biz burada şer'i hükmü beyan ederken kesin ve kesine yakın olan delillere dayanıyoruz.

Bu delillerden bazısı hicab âyetinin indirilmesinden önce, bazısı ise ayetin inmesinden sonradır. Yalnız bunun elimizdeki delillerin üzerine bir etkisi yoktur. Çünkü bunlar Peygamber'in hanımlarına ait özel bir durumu bize bildirmektedir.

Delillerin bir kısmı Nebi (s.a.v.)'in hanımlar, bir kısmı da mü'minlerin hanımlanyla ilgilidir.

Yine delillerin bazısı peygamberle tek başına veya bazı sahabilerin hu­zurunda buluşmanın meydana geldiğini, diğer bazısı da buluşmanın sahabeden bir ferdin veya fertlerin huzurunda olduğunu belirtiyor.

Bazısında ise buluşma erkek veya erkeklerle beraber bir kadının buluşması şeklinde diğer bir kısmında ise erkek veya erkeklerle beraber kadınlardan bir topluluğun buluşması şeklindedir.

Delillerin bazısı kısa geçici buluşmalarla, bazısı da tekrar eden uzun süreli buluşmalarla alakalıdır.

Buluşma yerinin ve müddetinin önemli olması dolayısıyla burada dört kademenin varlığını açıklamak istiyoruz:

Birinci derece: Evin içinde kısa süreli geçici olarak yapılan buluşma.

Bu buluşma, ani bir ihtiyacın giderilmesi için herhangi bir malın sorul­ması ve danışma ve iyilik isteme ve dua ve bereket isteme ve hediye verme, hasta ziyaretinde ve taziye ve tebriklerini sunma sırasında meydana gelen­dir.

İkinci derece: Evin dışında kısa süreli geçici olarak yapılan buluşma. Bu da şu durumlarda olabilir:

Mescid çalışmalarına katılma, fetva verme, iyiliği emretme, hüküm verme ve ulu'1-emre müracaat gibi.

Üçüncü derece: Evin içinde uzun süreli veya tekrar eden buluşma Örneğin: Ziyaret, misafirlik, barınma ve ev hizmeti gibi. Dördüncü derece: Evin dışında uzun süreli veya tekrarlayan buluşma.

Bu da örneğin; cihada katılma, yolculukta beraber olma, törenlere katılma ve işyerinde bulunma. [1]

 

Kadınlar Ve Erkekler Arasında Selamlaşma:

 

Ebi Hazim'in Sehl'den rivayetine göre; Biz cuma günü seviniyorduk. dedi. Ben de Sehl'e: Niçin? dedim. Bizim bir ihtiyarımız vardı onu bostana gönderir, o da oradan kaynatılacak şeylerden getirir, bir tencerenin içine koyup bir miktar da arpa katarak kaynatırdı. Cuma namazını kılıp dağıldık­tan sonra onun yanına gider, selam verir o da bize bu pişirdiğinden virir, bizler bundan dolayı sevinirdik. Bize öğle yemeğini yer ve kaylule (öğle uykusu) uykusuna cuma namazından sonra yatardık.[2]

Aişe (r.a.)'den: Muhakkak ki Nebi (s.a.v.) Aişe'ye şöyle dedi: "Ey Aişe! Bu Cibril'dir. Sana selam veriyor. Bunun üzerine Aişe: 'Ben de Allah'ın rahmeti ve bereketi onun üzerine olsun. Sen bizim görmediklerimizi görür­sün1 dedim, dedi."[3]

Buhari bu iki hadisi (erkeklerin kadınlara ve kadınların erkeklere selam vermesi) başlığı altındaki bab'da zikretti. Hafız İbni Hacer: "Buhari'nin (erkeklerin kadınlara kadınların erkeklere selam vermesi babı sözüyle Abdürrezzak'ın Ma'mer'den onun da Yahya İbni Ebi Kesir'den rivayet ettiği hadisi kabul etmediğini belirtmek istemiştir. Yukarıdaki şahısların rivayet ettiği mu'dal veya maktu kabul edilen hadis ise şudur: 'Bana ulaştığına göre Rasulullah erkeklerin kadınlara ve kadınların erkeklere selam vermesini hoş karşılamıyordu1 sözüdür. Burada caiz olmasından maksat fitneden emin olunduğu zamandır. Bu babta kadınların erkeklere, erkeklerin de kadınlara selam vermesinin caiz olduğuna dair iki hadis zikredilmiştir. Ayrıca bu konuda Buhari'nin şartlarına uygun olmadığı için kitabına almadığı Esma binti Yezid'in rivayet ettiği bir hadis de vardır: "Nebi (s.a.v.) bir grub kadınla birlikte iken yanımıza uğradı ve bize selam verdi.' Bu hadisin Tirmizi hasen olduğunu ve Buhari'nin şartına göre olmadığını söyleyip kendi şartına uygun olanlarla yetinmiştir. Bunun şahidi ise Ahmed'in kitabındaki Cabir'in rivayet ettiği hadistir. Ebu Nuaym'ın gece ve gündüz işi konusundaki Vasi-la'den merru olarak rivayet ettiği şu hadiste: 'Erkekler kadınlara selam verir ama kadınlar erkeklere selam veremez' denilmektedir. Bu hadisin senedi ise (boştur) vrhindir. Müslim'in Ümmi Hâni'den rivayet ettiği hadiste de: 'Ben Nebi'nin yanına o yıkanırken geldim ve ona selam verdim1 denilmektedir ". (Ey Aişe, bu Cibril sana selam veriyor) sözü de buna delildir.

İbn Tin Davudi'nin buna itiraz ettiğini ve: "Meleklere erkekler denile­mez; fakat, Allah onları müzekker olarak zikretmiştir" dediğini bize anlattı. Bunun cevabı ise ilk vahyin başlangıcı ile ilgili hadiste de söylediğimiz gibi, Cibril (a.s.) 'in Nebi'ye erkek kılığında gelmesidir.

İbni Battal'm, Mühelleb'den rivayet ettiğine göre; fitneden emin olun­duğu müddetçe erkeklerin kadınlara ve kadınların erkeklere selam vermesi caizdir. Maliki: 'Burada genç olanla ihtiyar olanı olabilecek fitneyi engelle­me gerekçesiyle ayırmıştır' dedi. Ayrıca Mühelleb: 'Malik'in bu konudaki delili yukarıda zikredilen Sehl'in rivayet ettiği hadiste ziyarete gelip karın­ları doyurulan misafirlerin kendine mahrem olan erkekler olmamasıdır. Eğer bir mecliste kadınlar ve erkekler bir arada iseler ve fitneden de emin iseler her iki tarafın da selam vermeleri cazidir, dedi."[4]

Erkeklerin kadınlara selam vermesinin meşruluğunu "Allah'ın Rasulu kadınların yanına uğruyor ve onlara selam veriyordu" hadisi de pekiştirmek­tedir.[5]

Ebu Hureyre radiyallahu anh'dan: "Cibril Peygamber (s.a.v.)'e gelerek:

-  Ya Rasulullah! İşte Hatice sana yönelmiştir. Beraberinde bir kab vardır ki, içinde katık yahut yiyecek veya içecek vardır. Sana geldiği zaman ona Rabbinden ve benden selam söyle! Hem kendisini cennette inci kamı­şından bir evle müjdele! O evde ne gürültü olacak, ne de meşakkat! dedi.[6]

Ebi Nadr'dan rivayet edildiğine göre:

Ebu Talib'in kızı Ümmü Hâni'nin azadlısı Ebu Mürra haber verdi ki, Ebu Mürra, Ebu Talib'in Kızı Ümmü Hâni'yi şöyle derken işitmiş: "Mekke'nin fethedildiği sene Rasulullah (s.a.v.)'e gittim. Onu yıkanırken buldum. Kızı Fatıma da kendisini örtüyordu. Ben selam verdim. Rasulullah (s.a.v.);

"Bu kadın kimdir?" diye sordu. Ben:

- Ebu Talib'in kızı, Ümmü Hâni! dedim. Rasulullah (s.a.v.):

- Hoşgeldin Ümmü Hâni!., dedi. Guslünü bitirdikten sonra ayağa kalktı ve bir elbiseye bürünerek sekiz rek'at namaz kıldı. Ben:

- Ya Rasulullah! Kardeşim Aliyyü'bnü Ebi Talib benim kendisine ahd-ü emân verdiğim bir kimseyi, Hübeyre'nin oğlu fülanı Öldüreceğini söyledi, dedim. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):

- Senin ahdü emân verdiğin kimseye, biz de emân verdik ya Ümmü Hâni! buyurdular. Ümmü Hâni: Bu hadise kuşluk vakti oldu, dedi.[7]

Ebu Hureyre'den rivayete göre;

Rasulullah (s.a.v.) bir gün yahut bir gece (dışarı) çıktı. Ve birden Ebu Bekir'le Ömer'e rastladı.

- Sizi bu saatte evlerinizden çıkaran nedir? diye sordu.

- Açlık yâ Rasulullah! dediler.

- Ben de. Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, beni de sizi çıkaran çıkarmıştır. Kalkın! dedi. Hemen onunla birlikte kalktılar ve Ensardan bir zatın evine vardı. Bir de baktı ki, o zat evinde yok. Kadın onu görünce:

- Hoşgeldiniz, safa geldiniz! dedi. Rasulullah (s.a.v.) da ona:

- Filan nerede?, diye sordu. Kadın:

- Bize tatlı su getirmeğe gitti, dedi. O anda ensari geldi. Ve Rasulullah (s.a.v.) ile iki arkadaşını gördü. Sonra:

- Allah'a hamd olsun bugün  misafirleri benimkinden daha şerefli olan kimse yoktur, dedi. Hemen giderek onlara bir hurma salkımı getirdi ki, içinde koruk, kuru ve olgun hurmalar vardı.

-  Bundan buyurun, dedi ve bıçağı aldı. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) ona;

"Sakın sağmal koyuna dokunma!" buyurdu. Fakat o, onlar için kesti ve hem koyundan, hem o hurma salkımından yediler, içtiler.

Yemeğe doyup, suya kandıkları vakit Rasulullah (s.a.v.) Ebu Bekir'le Ömer'e:

"Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, kıyamet gü­nünde bu nimetlerden mutlaka sorulacaksınız! Sizi evlerinizden açlık çıkardı. Sonra şu nimetlere kavuşmadan dönmediniz" buyurdular.[8]

Enes İbni Malik (r.a.)'dan: "Peygamber (s.a.v.) Ümmü Süleym'in yakınına uğradığı zaman onun yanma gelir ve ona selam verirdi..."[9]

Zeyd İbni Eslem'in babasından rivayetine göre; Ömer İbni Hattab ile birlikte çarşıya çıktım. Ömer'e genç bir kadın gelerek: 'Ya Emirü'l Mii'minin, kocam öldü ve bana küçük çocuklar bıraktı. Allah'a yemin olsun ki bunların hiçbirinin ne sağılacak hayvanı ne de ekilecek arazisi var. Üstelik bunlar kendi kendilerini idare edemiyorlar. Ben kurak geçen senenin onları helak etmesinden korktum. Ben Hafef İbni eymâ-il Gıfari'nin kızıyım. Babam ise Nebi (s.a.v.)'le beraber Hudeybiye'ye katıldı. Ömer onunla bera­ber biraz durduktan sonra   şöyle dedi: Merhaba yakın akraba."[10]

Zübeyr'in azadhsı Yuhannes'den; Yunannes haber vermiş: Kendisi fit­ne zamanında Abdullah b. Ömer'in yanında oturuyormuş. Derken Abdul­lah'ın azadhsı bir cariyesi gelerek ona selam vermiş ve:

- Ben (buradan) çıkmak istiyorum ya Ebâ Abdirrahman! (Çünkü) fena zamana çattık; demiş. Abdullah ona şu cevabı vermiş:

- (Yerinde) otur aptal! Zira ben Rasulullah (s.a.v.)'i: "Eğer bir kimse Medine'nin şiddet ve stkmtsına katlanırsa kıyamet gününde ben ona şahid yahut şefaatçi olurum" buyururken işittim.[11]

 

Mescide Gitmeleri

 

Mescid müslüman toplumunun ilk kurumudur. Mescid ilkin ibadet merkezi, sonra ilim merkezi en son olarak da siyasi ve toplumla ilgili çalış­maların merkezidir. Daha sonra ihtiyaç anında herkese açık konferans salo­nu ve spor alanıdır. Bu etkenlerin hepsi -Peygamber döneminde- fırsat bul­dukça kadının mescide gelip gitmesine imkân tanıyordu. Kadının zaman zaman mescide gelip gitmesi onu direk olarak müslümanların genel hayatı ile alakadar olmasını temin ediyordu. Tabii ki bundan başka mescidde katıl­dığı ibadeti, namaz kılarken Kur'an dinlemesi, ilim halkalarını ve halkın ge­neline yapılan va'z ve nasihatleri dinlemesi bu gidip gelmenin dışındadır. Böylelikle kadın müslümanlar hakkındaki toplumsal ve siyasi haberleri öğreniyor. Bütün bunlardan başka mü'min kardeşleriyle tanışıyor ve arala­rındaki dostluk ve sevgi bağlarının kuvvetlenmesi sağlanıyordu. Bu şu de­mektir: Gerçekten mescid Peygamber (s.a.v.) döneminde kadın ve erkek her ikisi için de bir toplumsal, kültürel ve kulluk esaslarının etrafa yayıldığı bir merkezdi. Hiç bir kimsenin kadının mescide gelip gitme hakkını elinden almaya çalışması caiz değildir. Eğer biz bunu kadının namazını evinde kılması daha faziletlidir diyerek onu mescidden alıkoymak istersek işte o zaman Rasulullah (s.a.v.)'in kadınların mescide gelmelerini men etmeyi yasaklayan emrine muhalefet etmiş oluruz. Eğer kadının mescide gelmekte­ki amacı Kur'an, vaaz dinlemek veya genel toplantıda hazır bulunmak, yahut mü'minlerle olan bağını güçlendirmek böylece hayırda yardımlaşmak ise tasarladığı bu hayırlı şey bazen mendup, bazen de vacib olabilir.

Bu bağlamda İbni Dakike'1-Iyd, şu hadisin şerhinde şöyle diyor: "Erkeğin cemaatle kıldığı namaz evinde veya çarşıda kıldığı namazdan yir­mi beş derece daha üstündür. Bu üstünlük ise eğer abdestini güzel alır, sonra da mescide sadece namaz için çıkarsa her attığı adımda bir derece yükselir. Ayrıca hatalarından bir tanesi de silinir. Arkasından namazını da kılarsa me­lekler o camide olduğu müddetçe şöyle dua etmeye devam ederler: Allah'ın onu bağışla, Allah'ım ona merhamet et, Allah'ım onun üzerine bereketindir.[12]

İbni Dakiki'I-Iyd şöyle devam ediyor; Hadis-i şerifteki kabul olunabile­cek ve geçersiz sayılamayacak sıfatlan sunduk. Sen bu hadisteki sıfatlara bir bak, onlardan hangisinin kabul olunup, hangisinin kabul olunamayacağını tayin et. Hadisteki erkeklik sıfatına rağmen kadının mescide gitmesi men-duptur. Onun için erkeklerle beraber durumunun eşit olması gerekir. Çünkü erkeklik sıfatı amellerin sevabı açısından şer'an muteber olmayan bir şart­tır."[13]

Müslüman kadının mescide gelmesi sadece faziletinden dolayı Rasu-lullah (s.a.v.)'in mescidiyle sınırlı değildi. Bilakis bu kadınların mescide gelmeleri hadisesi Medine'nin içindeki ve dışındaki mahalle mescidlerine kadar uzayıp gidiyordu.

Bazı örnekler:

Abdullah İbni Ömer'den rivayete göre; şöyle dedi; İnsanlar Küba'da sabah namazında iken onlara birisi geldi ve şöyle dedi: Muhakkak ki Rasulullah (s.a.v.)'e bu gece vahiy indirildi. Vahiyde kendisine Kabe'ye yönelmesi emrolundu. O tarafa yöneliniz. Bu sözden önce onların yüzleri şam istikametine doğru idi. Kabe'ye doğru yöneldiler.[14]

Hafız İbni Hacer; İbni Ebi Hatim'de bulunan Süveyle binti Eslem'in hadisinde kıble yönünü değiştirmenin o anda nasıl olduğuna dair bilgi var­dır. Suveyle binti Eşlem bu hadisinde; "Kadınlar erkeklerin yerine erkekler de kadınların yerine geçti, geri kalan iki rekatı beytü'l-haram istikametine doğru kıldık [15]dedi.

Amr İbni Seleme babasından rivayet ettiğine göre şöyle dedi: "Allah'a yemin olsun ki ben sizin yanınıza Peygamber (s.a.v.)'in yanından geliyo­rum. O şöyle buyurdu: 'Şu namazı şu vakitte kılın. Namaz vakti geldiğinde içinizden birisi ezan okusun. Kur'an'ı en çok ve iyi bileniniz imam olsun.' Aralarında konuştular baktılar ki benden iyi Kur'an'ı bileni bulunmadı. Onlar beni önlerine imam olarak geçirdiler ve ben o vakitte altı veya yedi yaşlarında bir çocuktum. Üzerimde dikilmiş bir örtü vardı. Secde ettiğimde bu örtü vücuduma yapışırdı. Mahalleden bir kadın benim avret yerlerimin göründüğünü farkedince: 'İmamınızın avret yerlerini örtünüz!' dedi. Hemen kumaş alıp kestirerek bana bir gömlek diktiler. Bu gömleğe sevindiğim ka­dar hiç bir şeye sevinmedim."[16]

Rasulullah (s.a.v.) kadının mescide gelip gitme hakkı olduğu ve bu hakkın herhangi bir şekilde engellenmemesi gerektiği konusunda çok hırslı idi.

Abdullah İbni Ömer'in Peygamber (s.a.v.)'den rivayetine göre şöyle dedi: "Geceleyin hanımlarınız sizlerden mescide gitmek için izin isterlerse onlara izin veriniz."[17]

Abdullah İbni Ömer'den rivayete göre, şöyle dedi: "Ömer'in sabah ve yatsı namazlarını cerraatle mescidde kılan bir hanımı vardı. Ona bir defasın­da şöyle denildi: 'Ömer mescide kadınların gelmesine kızdığı ve kerih gördüğü halde sen niçin mescide gidiyorsun?' O da: 'Ömer'i beni engelle­mekten ne alıkoyuyor.' Bunun üzerine, Ömer'i seni engellemekten Rasulul-lah'ın şu sözü alıkoyuyor: 'Allah'ın kadın kullarını Allah'ın mescidlerine gitmekten men etmeyiniz."[18]

Abdullah İbni Ömer'den rivayete göre, şöyle dedi: Allah Rasulü'nü "Kadınlarınız mescidlere gitmek için sizden izin istedikleri vakit onları mes­citlerden menetmeyin" buyururken işittim. Diğer bir rivayette ise: "Kadınlar sizden izin istedikleri vakit onları mescidlerdeki nasiplerinden menetme­yin" buyurdular.

Bunun üzerine Bilal b. Abdillah:

- Vallahi biz onları pekâla menederiz, dedi.

Müteakiben Abdullah ona dönerek kendisine öyle bir çirkin sövdü ki onun böyle sövdüğünü hiç işitmemiştim. Abdullah:

- Ben sana Rasulullah (s.a.v.)'den hadis haber veriyorum, sen hâlâ: Vallahi biz onları menederiz diyorsun' dedi."[19]

İbni Dakiki'1-Iyd: "Abdullah İbni Ömer'in oğlunun sözünü kabul etme­mesi ve ona sövmesi hadisesinden sünneti kendi kafasına göre inkâr edenin ve hevasına kapılan alimin uyarılması sonucu çıkarılmıştır, dedi."[20]

Kadının mescide gidip gelme hakkı sabah namazına giderken kaçırılan kadının hâdisesinden sonra bile her türlü tecavüzden korunarak devam etti:

Vail Kindî'nin rivayetine göre: "Mescide giderken sabah karanlığında bir adamdan yardım isteyince musallat olan adam kaçtı. Daha sonra bir kaç kişiden oluşan grubunun yanına varınca onlardan kadın yardım istedi. Kadını önceki adamdan kurtarıp yakaladılar. Diğeri onları geçti ve gitti. Topluluk ise onu kadının yanına getirdiler. Adam; seni esas kutran benim, öteki ise gitti, dedi. Bunun üzerine adamı Rasulullah'a getirdiler o da kendi­sinin kadına musallat olduğunu, toplulukta onu olay şiddetlendiğinde yaka­ladıklarını haber verdiler. Öteki; Ben kadını kurtarmak, yardım etmek ister­ken bu insanlar gelip beni sizin yanınıza getirdiler. Kadın ise: Bana musallat olan budur, kendisi yalan söylüyor, dedi. Rasulullah (s.a.v.): Bunu götürün ve recmedin. İnsanların arasından bir adam kalktı. Onu recmetmeyin, beni recmedin. Çünkü o işi ben yaptım. Böylelikle itiraf etti ve Rasulullah (s.a.v.)'in yanında üç kişi toplanmış oldu: Kadına saldıran, buna karşı koyan ve kadın. Rasulullah (s.a.v.) kadına, sana gelince Allah seni bağışladı, dedi. Karşı koyana da güzel söz söyledi, dedi. Ömer ise; zinayı itiraf edeni recmet. Rasulullah (s.a.v.) ise: Hayır, çünkü o Allah'a öyle tevbe etti -dediğini sanı­yorum- ki tüm Medine ahalisine tevbesi yeterdi.[21]

Daha önce söylediğimiz gibi madem ki mescid Rasulullah (s.a.v.) zamanında ilkin ibadet, sonra kültür, en son olarak da sosyal ve siyasal işle­rin merkezi idiyse müslüman kadını ister mubah ve mendub veya vacib olsun meşru olan oniki sebepten dolayı bu mescidde imama uyarken görme­mizde bir gariblik yoktur.

Bu oniki sebep ise aşağıda açıklayacağımız sebeplerdir. [22]

 

1. Namazın Eda Edilmesi:

 

Sabah namazı:

Aişe (r.a.)'dan: "Mü'min kadınlar, Rasulullah (s.a.v.) ile beraber başla­rını ve bedenlerini bir örtü (mırt) ile örterek sabah namazını kılarlar, arkasından namazı kıldıktan sonra evlerine dönerlerdi ki henüz ortalık ağar-mamış olurdu ve kendileri iyice örtünmüş oldukları için onları kimse tanıyamazdı"[23]

Hafız İbni Hacer: "(Mü'min kadınlar) sözünden kasıt inanmış kadınlar veya bunun benzeri olanlardır. Ayrıca (nisa) kadınlar kelimesinin manası burada kavmin erkekleri kelimesiyle anlatılmak istenen faziletlileri gibidir. Yani kadınlar kelimesi burada fazilet sahibi inanmış kadınlar veya faziletli­ler manasını taşımaktadır, dedi."[24]

İbn Ömer'den rivayete göre; "Ömer'in hanımlarından birisi sabah na­mazını cemaatle mescidde kılıyordu."[25]

Akşam namazı:

İbni Abbas (r.a.)'dan şöyle dediği rivayet olundu: "Annem Ümmü Fadl binti Haris, bir defa beni "mürseiat" sûresini okurken işitti de: "Yavrucuğum! Vallahi bu sureyi okumanla bana hatırlattın! Bu sûre Rasulullah (s.a.v.)'in son defa akşam namazında okuduğu sûredir' dedi."[26]

Diğer bir rivayette ise: Sonra Allah ruhunu kabzedinceye kadar bize namaz kıldırmadı" dedi.[27]

Yatsı namazı:

Aişe (r.a.)'dan rivayete göre: Rasulullah (s.a.v.) yatsı (ateme) namazını Ömer kadınlarla çocuklar uyudu deyinceye kadar geciktirdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) çıkarak: "Bu namazı sizden başka yeryüzünde yaşayan­ların hiç biri beklemez" dedi.

Bu namaz o gün Medine'den başka yerde kılınmıyordu. Yatsı namazını güneşin kaybolması ile gecenin ilk üçte birlik dilimi olan süre arasında kılıyorlardı.[28]

İbni Ömer'den rivayete göre, şöyle dedi: "Ömer'in hanımlarından birisi sabah ve yatsı namazlarını mescidde cemaatle kılıyordu.[29]

Cuma namazı:

Allah Teala buyurdu ki:

"Onlar bir ticaret ve eğelence gördükleri zaman hemen dağılıp ona giderler ve seni ayakta bırakırlar. De ki: Allah'ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha yararlıdır. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır." (Cuma sûresi, 11).

Cabir İbni Abdillah'dan rivayete göre, şöyle demiş: "Biz Peygamber (s.a.v.) ile beraber (cuma) namazı kılarken yiyecek maddesi taşıyan bir kafile geldi. Orada bulunanlardan sadece on iki kişi kaldı diğerlerinin hepsi kervana doğru yöneldiler. Bunun üzerine: "Onlar bir ticaret ve eğlence gör­dükleri zaman hemen dağılıp ona giderler ve seni ayakta bırakırlar" âyeti nazil oldu.[30]

Hafız İbni Hacer; Taberî tefsirinde ve İbni Ebi Hatim de sahih isnadla Ebi Katade'den yapılan rivayette şöyle dedi: Rasulullah (s.a.v.) onlara: 'Siz kaç kişisiniz?' dedi. Onlar da kendilerini saydıklarında on iki erkek ve kadın olduğunu gördüler."[31]

Amra binti Abdirrahman'ın onun da kardeşinden yaptığı rivayetinde şöyle dedi: "Ben Kaaf suresini cuma günü Rasulullah (s.a.v.)'in ağzından öğrendim. Onu her Cuma minberde okuyordu."[32]

Ümmü Hişam binti Harise İbni Numan'dan rivayete göre şöyle demiş: "Gerçekten iki sene yahut bir seneden biraz fazla müddet zarfında Allah Rasulü'yle tandırımız birdi. Kaf sûresini Rasulullah (s.a.v.)'in dilinden öğrendim. Onu her cuma cemaate hutbe irâd ederken minberde okurdu." [33]

Tabakatü'l-Kübra adlı eserde yer alan ve Havle binti Kays el Cüheniy-ye'den yapılan rivayette şöyle demiş:

Ben cuma günü Rasulullah (s.a.v.)'in hutbesini kadınların arkasında olduğum haldeyken işitir, Kaf sûresini minberden okurken ben mescidin arkasında olduğum vakit bile işitiyor idim.[34]

Nafile namazı:

Enes İbni Malik radiyallahu anh'dan şöyle dedi: "Rasulullah (s.a.v.) mescide girdi. (Mescidde) iki direk arasına bir ip gerilmişti. "Bu ip nedir? diye sordu. Ashab: "Bu ip Zeyneb'indir, gevşeklik hissettiği zaman ona tutunur. Peygamber (s.a.v.): Hayır, çözün onu!.. Sizden biriniz zinde olduğu müddetçe namazını kılsın. Gevşediği zaman otursun.[35]

Hafız îbni Hacer: Hadiste kadının mescidde nafile kılabileceğinin caiz olduğu hükmü vardır. Aynı şekilde Said İbni Mansur'un Urve yoluyla naklettiğine göre Ömer insanları (Ramazan'da gece namazı) için topladı. Übey İbni Ka'b erkeklere namaz kıldırırken, Temim Dari ise kadınlara namaz kıldırıyordu.[36]

Nevevi'nin (Mecmu) adlı kitabında Arfece Sekafı'den rivayetle şöyle dedi: Ali İbni Ebi Talib Ramazan ayım insanların namazla geçirmelerini emrediyordu. Kadınlar ve erkekler için ayrı ayrı imam belirliyordu. Ben ise kadınların imamı idim[37]

Diğer taraftan Ebu Davud'un Ebu Zer'den yaptığı rivayette ise; Ramazan ayının son üç gecesi kaldığında Peygamberimiz çocuklarını, hanımlarını ve insanları topladı, namaz kıldırmaya başladı. O kadar uzattı ki sahur geçecek diye korktuk.[38]

Nesai'de yer alan bir rivayette, ayın üçte biri kaldığında Peygamberi­miz (s.a.v.) kızlarını, hanımlarını ve insanları topladı ve onlara namaz kıl­dırmaya başladı. Ta ki felah geçecek diye korktuk. Davud; Felah nedir de­dim. O da sahurdur, dedi.[39]

İmam Malik'in "Muvatta" adlı kitabında İsmail İbn Hakim'den rivayetine göre; Ona Rasulullah (s.a.v.)'in geceleyin namaz kılan bir kadım duyduğu haberi ulaştı, Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) "Bu kimdir? dedi. Ona: Bu Havl'a binti Tuveyb'dir ve geceleyin uyumaz, denildi.

Rasulullah o kadının durumunu düşündü, ta ki yüzünden onun bu duru­munu tasvib etmediği belli oldu. Sonra da dedi ki: "AUahu Tebareke ve teala siz bıkıncaya kadar bıkmaz. Gücünüzün yetmeyeceği işin altına girmeyi-

niz."[40]

Nezir namazı:

İbni Abbas'dan rivayete göre şöyle dedi: "Kadının birisi bir rahatsızlıktan şikayetçi idi: Eğer bana Allahu Teala şifa verirse ben Beytül- Makdis'e gidip orada namaz kılacağım, dedi. Sonunda bu şikayetçi olduğu rahatsızlı­ğından kurtuldu, adadığı yere gitmek için hazırlandı. Bunun üzerine Pey­gamber (s.a.v.)'in hanımlarından Meymune geldi, kendisine selam verdi. Kadına şunu haber verdi: Sen otur, azık olarak ne hazırladiysan onları ye ve Rasul (s.a.v.)'in camisinde namaz kıl. Muhakkak ki ben Rasulullah (s.a.v.)'in şöyle dediğini işittim: Benim mescidimde kılman namaz Ka'be mescidinin dışındaki mescidlerde kılınan bin namazdan daha faziletlidir. [41]

Cenaze namazı:

Aişe'den rivayete göre: "Sa'd İbni Ebi Vakkas vefat edince, Peygamber (s.a.v.)'in zevceleri cenazenin mescide getirilmesini, kendilerinin de cenaze namazını kılacaklarını bildirmek için haber gönderdiler. Cemaat de öyle yaptı. Derken cenazeyi namazını kılmak üzere mü'minlerin annelerinin odaları önünde durdurdular. Ve peykelere bakan cenazeler kapısından çı­kardılar. Müteakiben halkın bunu ayıpladı ğını haber aldılar. Halk:

- Cenazeler mescide sokulmamalı idi, diyorlardı. Aişe bunu duyunca:

- Şu insanlar bilmedikleri bir şeyi ayıplama hususunda ne de aceleci davranırlar. Bir cenazenin mescidden geçirilmesi hususunda bizi ayıplamış­lar. Halbuki Rasulullah (s.a.v.) Süheyl b. Beyda'nın cenaze namazını mesci­din içinde kılmıştı; dedi."[42]

İmam-ı Nevevi Peygamber (s.a.v.)'in cenaze namazı ile ilgili hadis dolayısıyla şöyle dedi: "Doğru olan ve cumhurun da katıldığı Rasulullah (s.a.v.)'in namazının teker teker kılındığıdır. Bir grup girip birer birer kılı­yorlar, sonra çıkıyorlar. Arkasından başka bir grup giriyor ve aynı şekilde kılıyorlardı. Sonra erkeklerin arkasından kadınlar, daha sonra ise çocuklar girdiler."[43]

Müdevvenetü'l-Kübra adlı kitapta şu söz yer alıyor: Malik'e göre kadınlar cenaze namazı kılıyorlar mı? dedim. O da, evet dedi.[44]

Serahsi'nin Mebsut adlı kitabında: "Kadınlar cenaze namazında aley-hissalatü vesselamın: 'Kadın safının en hayırlısı en sonda olanıdır' sözü gereği, erkeklerin arkasında saf tutarlar, sözü varid olmuştur."[45] Küsûf namazı:

Peygamber (s.a.v.)'in hanımı Aişe'den rivayete göre: .. Sonra bir sabah Rasulullah (s.a.v.) bir merkebe bindi. Derken güneş tutuldu. Duha (kuşluk) vakti geri geldi. Rasulullah (s.a.v.) odaların önüne uğradı.

Müslim'in rivayetinde ise: "Odalardan kadınlar mescide çıktı. Daha sonra namaz kılmaya başladı, cemaat de arkasında namaza durdular. Uzun bir kıyam yaptı. (Uzun süre ayakta durdu).[46]

Cabir'den yapılan rivayete göre; Rasulullah (s.a.v.) zamanında güneş tutuldu... Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ayağa kalkarak, cemaata dört secde ile altı rükû'lu namaz kıldırdı... Sonra geriledi, arkasındaki saflar da gerilediler. Böylece son safa vardık. (Müslim'in hocası ravi Ebu Bekir; Böylece kadınların safına vardık, diye rivayet etti). Sonra Rasulullah (s.a.v.) (tekrar) ilerledi. Onunla birlikte cemaat de ilerledi. Nihayet Rasulullah (s.a.v.) evvelki yerine durdu. Namazdan ayrıldığı zaman güneş de eski hali­ne dönmüştü.[47]

Esma binli Ebi Bekir Sıddık'tan rivayete göre, şöyle dedi: Aişe'nin yanına girdiğimde insanlar namaz kılıyordu. (Aişe)'ye; Bu insanlara ne oluyor, dedim. Başıyla gökyüzüne işaret etti. Ben:

- Bu bir âyet midir? dedim. Aişe başıyla işaret etti. Yani 'evet' dedi. Ravi; Rasulullah (s.a.v.) pek uzattı, o kadar ki üzerime baygınlık geldi.

Müslim'in Cabir'den yaptığı rivayetinde ise; "sıcak bir günde Rasulul­lah (s.a.v.) ashabına namaz kıldırdı. Ama kıyamı uzattı. O derecede ki ashab (yorgunluktan) düşmeye başladılar.'[48]

Ravi; yanıbaşımdaki içi su dolu tulumu açtım ve başımın üzerinesu serpmeye başladım, dedi.

Yine Müslim'in rivayetinde; kıyamı o kadar uzattı ki, kendimde otur­mak ihtiyacı hissettim. Sonra zayıf bir kadına bakarak (kendi kendime) bu benden daha zayıf olduğu halde dayanır diyerek ve ayakta duruyordum. Nihayet Rasulullah (s.a.v.) rüku'a vardı. Fakat rüku'u da uzattı. Sonra rüku'dan başını kaldırdı; kıyamı da uzattı. O derece ki (dışardan) bir adam gel­se rüku etmediğini düşünürdü, dedi.

Rasulullah (s.a.v.) gitti ve güneş doğduğunda insanlara hitab etti. Allah'a layıkıyla hamdettikten sonra şöyle dedi: "Bundan sonra... Ensardan bazı kadınlar anlaşılmayan sözler sarfetti. Eğer onlar susarlarsa onların ya­nına döneceğim, dedi."[49]

Buharı "kadınların erkeklerle beraber kusuf namazını kılmaları" isimli babta Esma binti Ebi Bekir'e ait başka bir rivayet zikretti.

Hafız İbni Hacer: "Buhari, baba bu başlığı vermekle, kadınları cemaat­le birlikte namaz kılmamaları, aksine tek tek kılmaları gerektiği görüşünde olanlara cevab olarak vermiştir" dedi.[50]

Güneşin tutulması dolayısıyla kılınan namaza kıyasla kadınlar ayın tutulması ile kılınan namaza da iştirak ederler. Ayrıca diğer zelzele, rüzgar ve istiska namazlarına da erkeklerle beraber katılırlar.

İbni Rüşd: "Güneşin tutulması dolayısıyla namaz kıldığı gibi ay tutul­ması dolayısıyla da cemaatle namazın kılınabileceği görüşüne Şafii varmış­tı. Onun bu görüşüne Ahmed İbni Hanbel, Davud ve bir topluluk da katıl­maktadır. Bu görüşe Rasulullah (s.a.v.)'in şu sözüne binaen ulaşmışlardır:

"Güneş ve ay Allah'ın âyetlerinden birer âyettir. Hiç kimsenin ölümü veya doğumu sebebiyle tutulmaz. Eğer bu ikisini tutulmuş bir vaziyette gö­rürseniz ikisi de size görüminceye kadar namaz kılıp dua ediniz. Ve tasadduk ediniz." (Buhari ve Müslim kitabında yer verdi). Burada her iki olay için namazın emredilmesi cemaatle olmaktadır.

Şafii, Rasulullah (s.a.v.)'in "güneşin tutulmasındaki uygulamasını her iki namaz için bir açıklama olarak yorumlar" dedi.

Aynı şekilde: bazı fakihler, karanlık, rüzgar, zelzele ve benzeri âyetler için güneş ve ayın tutulmasına kıyas ederek illetin aynı olması dolayısıyla namaz kılmayı müstehab kabul ettiler. Buradaki ortak ille, hepsinin Allah'ın âyeti (felaket türünden bir ikazı) olmasıdır. Bu onlara göre kıyas çeşitlerinin en kuvvetli olanlanndandır. Çünkü kıyasın illeti delille sabittir. Fakat ilim ehlinden bir topluluk ile Şafii ve Malik bu illeti kabul etmemişlerdir. Ebu Hanife ise; eğer deprem için namaz kılarsa iyi bir şey yapmış olur ama kılmazsa da bir günah yoktur, görüşündedir.

İbni Abbas'tan rivayet edildiğine göre, onun deprem için küsuf namazı gibi namaz kıldığı söylendi.

Bütün alimler istiska için çıkmak, şehir dışında bulunmak, Allah'a dua etmek ve ona yağmur yağdırması için yalvarmanın Rasulullah (s.a.v.) uyguladığı sünneti olduğu konusunda, ittifak etmişler, istiska namazı konu­sunda ise ihtilaf etmişlerdir. Alimlerin çoğunluğu, namazın, istiskaya çık­manın bir sünneti olduğunu kabul eder. Cumhurun da kabul ettiği ve bu ko­nuda en meşhur olan Rasulullah'ın namaz kıldığını ifade eden Ubade İbni Temim'in amcasından rivayet ettiği şu hadistir: "Muhakkak ki Allah'ın Rasulü (s.a.v.) insanlarla beraber istiska için çıktı ve onlara kıraatini açıktan okuduğu iki rekat namaz kıldırdı. Ellerini omuzunun hizasına ve cübbesinin yanlarına doğru kaldırdı, kıbleye yöneldi ve istiska yaptı." (Buhari ve Müs­lim kitabında yer verdi)...

Namaz Rasulullah'ın sünnetidir diyenler, ayrıca namazdan sonraki hutbenin de onun sünneti olduğunda bunun bir (eser)de varid olmasından dolayı ittifak etmişlerdir. Bu (eser) ise Îbnü'l-Münzir'in: "Rasulullah (sav)'in istiska namazını kıldığı ve hutbe okuduğu sabittir" şeklindeki sözüdür."[51] [52]

 

2. İtikaf:

 

Peygamber (s.a.v.)'in hanımı Aişe'den rivayet edildiğine göre: "Ben (itikafta iken) hacet için eve girerdim. Evde hasta bulunduğu halde onun halini ancak geçerken sorardım. Rasulullah (s.a.v.) itikafta iken eve ancak hacet için girerdi.[53]

Aişe radiyallahu anha'dan: "Rasulullah (s.a.v.) Ramazan'ın son on gü­nünde itikafa girmeyi anlattı. (Ben Rasulullah'a çadır kuruyordum, o sabah namazını kılıp çadıra giriyordu).[54] Aişe kendisi için bir çadır kurulması konusunda izin istedi. Kendisine izin verdi. Hafsa da Aişe'den kendisi için de izin almasını istedi. O da bunu yerine getirdi. Bunu gören Zeyneb binti Cahş da bina yapılmasını emretti ve bina kuruldu. Rasulullah (s.a.v.) sabah namazını kılıp binasına çekilirken hanımları için kurulan binaları gördü. Bunun üzerine: "Bunlar nedir?" dedi. Cevaben: Aişe, Hafsa ve Zeyneb'in binalarıdır dediler. Rasulullah (s.a.v.) ise: "Acaba bunlar yaptıklarıyla hayır mı kastediyorlar? Ben itikafta değilim, dedi ve geri döndü. Yemek yedikten sonra cevval ayının ilk on gününde itikafa girdi."[55]

Hafız İbni Hacer: Amr İbni Haris'in rivayetinde: "Zeyneb onların çadır kurduklarını görünce, onlarla birlikte o da çadır kurdu. Kıskanç bir kadın idi. Zeyneb'in bu izni sadece bu huyundan dolayı istediği sonucuna vardım. Bu ise Rasulullah'ın şu sözündeki inkâra sebeb olan şeylerden birisiydi. (Yani Rasulullah (s.a.v.)'in; siz bunlardan hayır mı görüyorsunuz?) Sanki Rasulul­lah (s.a.v.) onları çadır kurmaya iten sebebin aralarındaki öğünme ve kıs­kançlıktan doğan bir yarış olmasından dolayı korktu. Bunu ona yakın olmak hırsıyla, özellikle de itikafa onun yanında girmek için yapıyor olabilirlerdi. Rasulullah (s.a.v.) Aişe ve Hafsa'ya ilk önce çadır kurmaları için izin istedik­lerinde verdiğinde bunun sonucu meydana gelebilecek durumlar hafif idi. Ama diğer kadınların da aynı şeyi istemeleri halinde ise namaz kılanlar için mescidde bir darlık yaşanacak, hatta kadınlarının onun yanında toplanmala­rı evlerindeki oturum gibi olacak ve Rasulullah'ın ibadeti tam anlamıyla yap­masını engelleyecek ve böylelikle itikafın amacı da kaybolmuş olacaktı.[56]

Peygamber (s.a.v.)'in hanımlarından Aişe'nin rivayetine göre: "Peygamber (s.a.v.) Allah azze ve celle ruhunu kabzedinceye kadar hep Ramazan'ın son on gününde itikafa girmiş. Onun vefatından sonra zevceleri itikaf yapmışlar."[57]

Aişe'den rivayete göre: "Rasulullah (s.a.v.) ile beraber hanımlarından hayızlı olan birisi itikafa girdi. Kadın hayız kanını da görüyordu. Belki biz o namaz kılarken altına leğen koyduk."[58]

İmam-ı Malik-'e ait Müdevvenetii'l-Kübra'da şunlar zikredildi: Ebi'l-Kasım'a: "Malik'in cemaatle namaz kılman mescidde itikaf yapan kadın hakkındaki görüşü nedir?" dedim. "Evet" dedi. Ona tekrar: "Malik'e göre e-vinin mescidinde mi itikafa girer?" dedim. O da bana: Bu benim hoşuma git­miyor, itikaf ancak Allah için bina edilmiş mescidlerde yapılır... Bunun ar­kasından; kölesine, kadınına ve azadlısına itikaf için izin verip sonra bundan (yani verdiği izinden) vaz geçeni gördün mü? Cevaben; Onun öyle bir hakkı yoktur, dedi. Bu Malik'in sözü denildi. O da; Evet o Malik'in sözüdür" dedi."[59]

İmam İbni Kayyım: "... [60]Eğer kadın itikafta iken hayız görürse onun itikafı bozulmaz bilakis itikafını mescidin sahanlığında tamamlar" dedi. [61]

 

3. İlim Tahsil Etme:

 

Abdullah'ın hanımı Zeyneb şöyle dedi: "Ben mescidde iken Peygamber (s.a.v.)'in şöyle dediğini işittim: 'Süs eşyalarınızdan bile olsa tasadduk ediniz."[62]

Peygamber (s.a.v.)'in hanımlarından Aişe'nin rivayetine göre şöyle de­di: "Peygamber (s.a.v.)'in zamanında güneş tutuldu da Peygamber mescide çıktı ve cemaat da onun arkasına saf oldular ve tekbir getirdiler. Derken Rasulullah (s.a.v.) uzun bir süre Kur'an okudu. O namazdan çıkmadan güneş de açıldı. Sonra kalktı. Allah'a layık olduğu üzere senada bulunduktan sonra:

- O ikisi (ay ve güneş) Allah'ın âyetlerinden iki âyettir. Bunlar hiç bir kimsenin doğumu veya ölümü için tutulmazlar. Onları (tutulmuş) görürseniz hemen namaza iltica edin, buyurdular.

Güneş bir defasında Rasulullah zamanında onun oğlu İbrahim'in Öldüğü günde tutulmuştu. Bunun üzerine insanlar: "Güneş İbrahim'in ölümü sebebiyle tutuldu" dediler.[63]

Diğer bii" rivayette ise[64] Allah'a hamd edip ona senada bulundu; sonra: "Şüphesiz ki güneşle ay Allah'ın âyetlerinden iki ayettirler. Bunlar hiç bir kimsenin hayalı veya Ölümü dolayısıyla tutulmazlar. Onları (tutulmuş) görürseniz Allah'ı zikrediniz, tekbir getiriniz ve namaz kılınız, tasaddukta bulununuz" dedi. Arkasından: "Ey Muhammed ümmeti. Allah'a yemin ol­sun ki hiçbiriniz Allah'ın kulu zina ettiğinde O'ndan daha kıskanç olamaz... Ey Muhammed ümmeti, eğer siz benim bildiğimi bilseydiniz, mutlaka çok ağlar ve mutlaka az gülerdiniz" dedi.[65]

Esma binti Ebi Bekir şöyle rivayet etti:

"Rasulullah (s.a.v.) (Kusuf namazını bitirip) çıktıktan sonra Allah'a hamd ve senada bulunduktan sonra; görmediğim bir şey kalmadı O kadar ki "Ben Kaf sûresini Cuma günleri Rasulullah (s.a.v.)'in ağzından öğren­dim. Onu her Cuma minberde okuyordu."[66]

 

4. İtikaf'a Girmiş Olanın M Esc İd D E Ziyaret Edilmesi:

 

Peygamber (s.a.v.)'in hanımı Safıye'den rivayete göre; kendisi Rama­zanın son on gecesinde mescidde itikafı esnasında Rasulullah (s.a.v.)'i ziya­rete gelmiş ve onun yanında bir müddet konuşmuş. Sonra evine gitmek üze­re kalkmış, bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) de onu evine geçirmek için o-nunla beraber kalkmış. Onu ta Ümmii Seleme'nin kapısının yanındaki mes-cid çıkışına kadar görürmüş. Derken oradan Eosar'dan iki zat geçti. Rasulullah (s.a.v.)'e selam verdiler. Peygamber (s.a.v.) adamlara: "Ağır o-lun! Bu kadın Safiyye binti Huyey'dir, buyurdu. Adamlar:

- Sübhanallah yâ Rasulullah! deyip bu açıklama onlara garip geldi. Peygamber (s.a.v.): Şüphesiz ki şeytan, insanın kanının ulaştığı yere ulaşır. Ben de sizin kalblerinize bir şüphe atar diye korktum" buyurdular.[67]

Hafız İbni Hacer: "... Hadiste bir çok faydalar varcjır... Bunlardan bazısı itikafa girmiş olanın karısıyla yalnız kalabileceği ve kadının itikaftaki kocasını ziyaret etmesinin mubah olduğudur" dedi.[68]

İbni Rüşd: "Alimler itikafın cinsi münasebet dışındaki öpüşme ve do­kunma suretiyle bozulup bozulmayacağı konusunda ihtilaf ettiler. Malik'e göre bunların (öpüşme, dokunma ve cima) hepsi itikafı bozar. Ebu Hanife i-se; inzal (boşalma) olmadıktan sonra diğerlerinin itikafa zararı yoktur. Burada ihtilafa sebep olan [69]"Siz mescidlerde itikaf halinde iken kadınlarla i-lişkiye girmeyin" âyetindeki (mübaşere) ilişki kelimesidir. Burada bu keli­me sadece cimaya mı yoksa onun dışındaki öpme ve dokunmayı da kapsıyor mu, belli değildir. [70]

 

5. Vaktin Değerlendirilmesi Ve Boş Zamanların Mü'mine Kadınlarla Beraber Geçirilmesi:

 

Rübeyyi binti Muavviz b. Afra'dan rivayete göre: Rasulullah (s.a.v.) Aşura sabahı Ensar köylerine: 'Her kim oruçsuz olarak sabahlamışsa o gü­nün geri kalanını tamamlasın. Kim oruçlu olarak sabahlamışsa orucunu tutşu makamım da bana gösterilmiş olmasın. Cennet ve cehennemi bile (gördüm). Bana muhakkak surette bildirildi ki siz kabirlerde deccalın fitne­sine yakın yahut onun kadar bir fitne göreceksiniz. Sizden birinize (kabirde)

gelerek;

- Bu zat hakkında bilgin ne idi? diye soracaklar. Mü'min yahut mûkin Muhammed Allah'ın Rasulüdür. Bize beyyinelerle hidayet getirdi. Biz de ona icabet ederek iman ettik ve ona uyduk, diyecek. Kendisine "sen rahatça uyu" diyecekler. Münafık veya şüpheciye gelince, O:

-  Ben bilmem, alemin bir şey söylediğini işittim; ben de söyledim, cevabını verecek.

Diğer bir rivayette ise[71] Rasulullah (sav) insanlara isabet edecek kabir fitnesini haber verdi. İşte bunu hatırlattığında müslümanlar bu kötü durum karşısında uğultu yapmaya başladılar.[72]

Hafız İbni Hacer; Esma binti Ebi Bekir'in bu son hadisini Buhari çok kısa bir şekilde zikretmiştir... Nesai ve İsmail'i de Buhari'nin zikrettiği gibi hadisi aynen zikredip (Daccetün) kelimesinden sonra şunu ilave etti. Benim Rasulullah'ın son sözünü anlamama (gürültü) engel oldu. Onların gürültüsü sona erdiğinde yakınımda bulunan bir adama: Ey filan Allah senden razı olsun, Rasulullah konuşmasının sonunda ne söyledi? Adam da: "Bana muhakkak surette bildirildi ki siz kabirde Deccalin fitnesine yakın bir fitne göreceksiniz"[73] dediğini söyledi.

Fatıma binti Kays'dan rivayete göre:

"Mescide gittim. Rasulullah (s.a.v.)'le beraber namaz kıldım. Rasulullah namazını bitirdiğinde minbere gülerek oturdu."[74]

Diğer bir rivayette (Rasulullah): "Ey insanlar, Temim-i Dâri'nin bana anlattığına göre onun kavminden bazı insanlar kendilerine ait bir gemiyle denizde idiler. Gemileri parçalandı, bunun üzerine onlardan bazıları ellerine geçen parçalardan yararlanarak denizin ortasında bir adaya çıktılar."[75]

Amra binti Abdirrahman'ın kız kardeşinden rivayetine göre:sun' diye haber gönderdi. Bundan sonra biz artık bu orucu (yani aşura orucu) tutmağa ve küçük çocuklarımıza da tutturmaya başladık. Çocuklarımıza yünden yapma oyuncaklar verirdik. Müslim'in rivayetinde ise: 'Mescide gidiyoruz' ibaresi vardır. 'Yiyecek istediler mi oyuncağı kendilerine verir­dik. Oyuncak onları avutur, bu suretle oruçlarını tamamlarlardı."[76]

Tabakatü'l-Kübra'da Havle binti Kays'dan yapılan bir rivayette ise: "Biz Peygamber (s.a.v.) döneminde ayrıca Ebu Bekir ve Ömer'in hilâfetinin ilk döneminde kadınlarla beraber mescidde bulunuyorduk. Ömer: 'Sizi çıkaracağım' dedi. Mescidden çıkarıldık; fakat sadeceben kaldım. [77]Oysa biz namazları vaktinde müşahede ediyorduk." [78]

 

6. Genel Toplantı Çağrısına İcabet Etme:

 

Fatıma binti Kays'dan...

"İddetim sona erdiğinde müezzinin şöyle diyerek Rasulullah (s.a.v.)'ı çağırdığını duydum: Namaz toplayıcıdır... Diğer bir rivayette ise; İnsanlar namazdan sonraki genel toplantı için çağrıldılar. Ben de hemen giden insan­larla birlikte gittim. Ben kadınların safının basındaydım. O ise erkeklerin safının en sonunda idi."[79]

Bu konuda İbnü'l-Kayyım şöyle diyor:

"... (Medine halkının) takriri aktarmaları Rasulullah 'in (s.a.v.) ikrarını nakletmeleri gibidir... Kadınların dışarıya çıkması ve yollarda yürümeleri, mescidlerde hazır bulunmaları, özel olarak çağrılan ve toplanılan toplantı­lardaki konuşmaları dinlemeler;[80]

İbni Abbas'tan Mecmau'z-Zevaid kitabında zikredilen rivayete göre "Peygamber (s.a.v.)'e gelindi. Kendisine: "Bu ensarın kadınları ve erkekleri mescidde toplanmış ağlıyorlar" denildi. O da onların ağlamasının sebebi ne­dir? dedi. Senin ölmenden korkuyorlar, dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) çıktı minberin üzerine iki ucu omuzlarının üzerine atılmış bir örtüye bürünmüş, başını sarıkla sarmış bir vaziyette oturdu. Allah'a hamd ve senada bulunduktan sonra şöyle dedi: "Ama sonra: Ey insanlar, şüphesiz ki insanlar çoğalacak ve ensar ise yemeğin içindeki tuz gibi oluncaya kadar azalacaktı.

Her kim onların işinin başına geçerse onların iyilerine hürmetkar davransın, hatalı davrananlarını da affetsin üzerinde durmasın.[81]

 

7. Törenlerde Hazır Bulunma:

 

Aişe'den bir rivayete göre: Rasulullah'ı (s.a.v.) bir gün odamın kapısın­da gördüm. Habeşliler mescidde oynuyorlar. Rasulullah (s.a.v.) ise elbisesi­ni ben oyunlara bakayım diye tutuyordu.[82]

Fethu'l-Bari'de şu kayıt yer alır: ... [83]Muhelleb (Mescidde oynama tepki gösterenleri reddederek): Mescid müslüman topluluğunun emniyeti için bina edilmiştir. Burada dinin ve onun müntesiplerinin menfaatine olan bütün işlerin yapılması caizdir. [84]

 

8. Kadının Kendisini Salih Bir Erkeğe Teklif Etmesi:

 

Sehl İbni Sa'd'dan: Rasulullah (s.a.v.)'e bir kadın gelerek:

- Ya Rasulullah ben size nefsimi hibe etmek için geldim, dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) kadına bakarak onu tepeden tırnağa süzdü, sonra başını eğdi. Kadın onun kendisi hakkında bir karar vermediğini görünce oturdu.[85]

Hafız İbni Hacer: ...İsmaili'deki Süfyan-i Sevri'nin rivayetinde ise, Peygamber (s.a.v.) mescidde iken onun yanına bir kadın geldi... Kıssanın (anlatılan şeyin) meydana geldiği yerin belirlendiğini ifade etti.[86]

 

9. Mahkeme Meclisinde Hazır Bulunma:

 

Sehl İbni Sa'd'dan: "Adamın biri gelip dedi ki: "Ya Rasulullah, bir adam karısının yanında yabancı birini bulursa onu öldürür mü? [87]Bunun üzerine mescidde (adam ve hanımı) lian yaptılar, ben de orada idim." [88]

 

10. Yaralıların Tedavisi:

 

Aişe radiyallahu anha'dan; şöyle demiştir: "Sa'd b. Muaz (radiyallahu anh) Hendek gününde kolundaki ana damarından yaralanmıştı. Peygamber (s.a.v.) yakından tedavi buyurabilmek için (ona mahsus) bir çadır kurdurdu.

Mescidde (ve hemen yanıbaşında) Beni Gıfar'dan (bazı kimselere ait) bir çadır daha vardı. (İşte bu Gıfariler kendi hallerinde oturup dururken) bir de bakmışlar ki, kendilerine doğru kan akıp geliyor 'sizin tarafınızdan bize doğru gelen bu (kan) nedir?' dediler. Meğer Sa'd'in yarası akıp dururmuş. İşte (Sa'd) ondan vefat etti."[89]

Hafız İbni Hacer: (Beni Gıfar'dan bazı kimselere ait bir çadır sözünde bahsedilen çadır) daha önce de geçtiği gibi İbni İshak'ın söylediğine göre Refıde Eslemiye'nindir. Onun Beni Gıfar'dan bir kocasının olması muhte­meldir [90]dedi. İbni İshak; Rasulullah (s.a.v.) Sa'd'ı mescidinin yanındaki Refide'nin çadırına koydu. O kadın yaralıları tedavi ediyordu. Rasulullah (s.a.v.) Sa'd'ı Refide'nin çadırına koyunuz ki yakından bakabilsin" buyurdu, dedi.[91]

 

11. Mescid Hizmeti:

 

Ebu Hureyre'den:

Siyah bir adam veya siyah bir kadın mescidi temizliyordu. [92](Buhari'nin rivayetinde onu ancak kadın olduğu görüşündeyim) Peygamber (s.a.v.), görünmez olunca onu sordu. Bunun üzerine: "O öldü" dediler. Rasulullah (s.a.v.):

- Bana haber vermeli değil miydiniz? Bana onun kabrini gösterin -veya o kadının kabrini- buyurdu. Arkasında kabrine gidip onun cenaze namazını kıldı.[93]

Buhari bu hadisi zikretti. Ayrıca bab başlığından sonra da buna bağlı olarak İbni Abbas'ın sözünü zikretti. Karnımda olanı tam hür olarak mescide hizmet etmesi için sana adadım sözüyle Allahu Teala'nın şu sözüne işaret ediyor: (İmran'm karısı demişti ki: Rabbim, karnımda olanı tam hür olarak sana adadım, benden kabul buyur.)

Fethu'l-Bari'de[94] Hafız:... Bu hadisi İbnu Huzeyme, İbni Abdirrahman yoluyla da babasından Ebi Hureyre'nin şöyle rivayet ettiğini söyledi: "Siyahi bir kadın" ve hiç şüphe etmedi. Beyhaki aynı hadisi hasen isnadla îbni Bureyde'nin babasından rivayet ettiği hadisten aktardı. [95]Mescidde hiz­met eden kadım Ümmü Mihcan olarak isimlendirdi. Yine; "hür olarak" sözünden onların şeriatında çocuklarım adamalarının doğru bir şey olduğu­nu anlaşılmaktadır. Sanki Buhari'nin bu âyete işaret etmesinin gayesi geç­miş ümmetlerde de mescide hizmet ederek kutsanmasının meşru olduğunu belirtmek içindir. Çünkü onlardan bazısının çocuğunu mescide hizmet et­mesi için adaması vaki olmuştur. Bunun Buhari'nin babında bulunmasının münasebeti hadiste adı geçen kadının Nebi (s.a.v.)'in onayıyla mescid hizmeti için nefsini adayarak teberru etmesinin doğruluğudur. [96]

 

12. Mescidde Uyuma:

 

Aişe (radiyallahu anha)'dan:

Arab kabilelerinden birinde bir siyah cariye vardı. Onu azad ettiler (o siyah câriye) Rasulullah (s.a.v.)'e gelip İslâm'ı kabul etti. Mescidde ona mahsus yünden veya kıldan bir çadır vardı. Her vakit bana gelir, yanımda konuşurdu, dedi.[97]

Buhari bu hadisi (kadının mescidde uyuması) babı altında zikretti. Arkasından da (Erkeğin mescidde uyuması) babını zikretmiştir. Bu bablarda bir çok hadis serdetmiştir. Bunlardan birisi de Abdullah İbni Ömer'in genç ve bekâr iken Peygamber (s.a.v.)'in mescidinde uyuduğunu bildiren hadistir. Bunun dışında Ebu Hureyre Suffe ashabından yetmiş kişinin sığındığını görmüştür.

(Suffe ise Mescid-i Nebevi'de miskinlerin sığındıkları gölgelik bir yer­dir).

Hafız İbni Hacer: Hadiste (Yani Aişe'nin hadisi) Fitneden emin olunduğu zaman gerek kadın, gerekse erkek müslümanlardan yatacak yeri olmayanların mescidde gecelemelerinin ve konuşmalarının mubah olduğu hükmü vardır, dedi.[98]

 

Kadınların Mescide Gelme Adabı:

 

1. Koku sürünmekten sakınmaları:

Büsr b. Said'den: Zeyneb es-Sakafiyye Rasulullah (s.a.v.)'den naklen şu hadisi rivayet etmiş: Peygamber (s.a.v.);

"Kadınlar, sizden biriniz yatsı namazına çıkarsa o gece koku sürünme­sin" buyurmuşlar.[99]

Abdullah'ın hanımı Zeyneb'den:

Zeyneb şöyle demiş: "Sizden biriniz mescide giderse kokuya el sürme­sin" buyurdular.[100]

Ebu Hureyre'den: Rasulullah (s.a.v.): "Herhangi bir kadın koku sürü­nürse bizimle beraber yatsı namazında bulunmasın" buyurdular.[101]

İmam İbni Dakik İyd: Koku olarak kabul edilen herşey bu kapsama girer. Koku sürünmek erkeklerin şehvetini harekete geçirdiği için yasaklan­mıştır. Belki aynı şekilde kadının şehvetini de harekete geçiren bir sebep olabilir. Bu özellikleri taşıyan herşey buna dahildir.

Peygamber (s.a.v.)'den sabit olduğuna göre; "Herhangi bir kadın koku sürünürse bizimle beraber yatsı namazında bulunmasın" buyurdu. Bu koku yasağına aynı şekilde güzel elbise, süslenmede etkisi görünen takıların takıl­ması da dahil edilmiştir.[102]

2. Aralarında bir örtü olmaksızın kadınların safının erkeklerin safının arkasında bulunması:

Fatıma binti Kays'dan: "Haydin toplayıcı namaza diye cemaat arasın­da nida olundu. Camiye giden insanlar arasında ben de gittim. Kadınların ön safında idim. Bu saf erkeklerin son safının arkasından gelir."[103]

Cabir îbni Abdullah'dan: Rasulullah (s.a.v.) zamanında güneş tutuldu. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) cemaate dört secde ile altı rükfı'lu namaz kıldırdı. Sonra geriledi, arkasındaki saflar da gerilediler. Böylece son safa vardık.[104]

Kadınların erkeklerin arkasında bir engel olmaksızın mescidde namaz kılması Nebi (s.a.v.)'in gösterdiği cemaatle namaz kılma uygulamalarından bir uygulama olarak kabul edilir.

Peygamber (s.a.v.)'in gösterdiği bu uygulamanın sebebi;

1. Bir yerde kadınlarla erkeklerin toplanması karşısında gösterilen aşırı hassasiyetin kaybolmasıdır. Çünkü onların erkeklerin saflarından ayrı ol­duklarının belli olması yeterlidir.

2. Ta ki kadınların imama en iyi şekilde uyması, yani imama rüku ve secdede uymada sadece tekbiri duymak yetmez. İmamın tekbir getirip ikinci rekatta oturacağı yerde unutarak üçüncü rekata kalkması ama bu arada işiterek ama görmeden imama tabi olanlar bu tekbiri oturma tekbiri sanıp oturur. İmam bazen tekbir getirip tilâvet secdesi yaparken bu arada görme­den imama uyanlar bunu rüku tekbiri sanıp rüku'ya varırlar.

Ebi Said Hudri'den: "Rasulullah (s.a.v.) ashabında bir gerileme görmüş de onlara: İlerleyin ve bana uyun! Sizden sonrakiler de size uysunlar de-miş."[105]

Bu ise her safın kendi önündeki safa uyması için görmesi ve böylelikle kadınların ilk safının erkeklerin safının en sonuna gelip ona uyması zarureti demektir.

İmam Ebu İshak Şirazi: Eğer saflar birbirine uzak ise veya birinci saf imamdan uzakta ise duruma bakarım. Eğer her iki saf arasında hiç bir engel yoksa ve namazı mescidin içinde kılıyor ise o saf imamın namazından ha­berdardır. Namazda mescidin her tarafı cemaat yeri olduğu için sahihtir, [106] dedi."

Serahsi'ye ait Mebsut adlı kitapta; İmam ve ona tâbi olan arasında aralı­ğı bulunmayan bir büyük duvarın bulunması imama uymanın sıhhatine mâ­nidir, [107] denildiği belirtildi.

Müdevvenetü'l-Kübra'da; İbn Kasım Malik'e bir grup gelip mescidin sahasının kadınlarla ve erkeklerle dolu olduğunu, bunun üzerine erkeklerin kadınların arkasında imamla namaz kıldığını sordum. O da; Namazlarını iade etmezler, namazları tamdır, dediği rivayet olundu.[108]

3. Kadınların en hayırlı safı sonda olanıdır:

Ebi Hureyre'den: Rasulullah (s.a.v.): "Erkek saflarının en hayırlısı ilk saftır. En hayırsızı da son saftır. Kadın saflarının en hayırlısı ise son saf, en hayırsızı ilk safdır" buyurdu.[109]

Erkeklerin birinci saf için teşvik edilmesi bir fazilet ve yücelik olması­nın yanında onların imama yakın olması tam bir şekilde imama uyması anla­mına gelir. Bütün bunlar güzel şeylerdir. Ama kadınlara gelince onların bi­rinci saf için teşvik edilmesi onları evde evinin işlerini yaparken ve çocukları ile uğraşırken zora, sıkıntıya sokar. Aynı zamanda kadınların erkeklerin sa­fına yakın olması hem kadınların ve hem erkeklerin nefislerinde bir karışık­lık meydana getirir. Her ikisi için de bu durum güzel değildir. Hem sonra kadınların safının en sona kalmasının faziletli olması erkeklerin mescide gitmek için acele ettikleri gibi acele etmemelerini sağlar. Böylelikle mesci­de girişteki izdihamdan kurtulmuş olur, ayrıca o anda elinde olan herhangi bir işi erkekler mescide girinceye kadar tamamlama fırsatı bulur. Buna ilave­ten imamın selam vermesinden sonra erkeklerden önce mescidi terketmele-rini de düşünecek olursak, kadınlara gösterilen şefkatin derecesini ve ev işlerindeki mesuliyetlerinin ne derece önemli olduğunu mescide en son ge len fakat en önce ayrılan olmalarından da anlayabiliriz.

4. Erkeklerle aralarında bir örtü olmadığı için kadınların başlarını secdeden geç kaldırmaları:

Sehl İbni Sa'd'dan, şöyle dedi: "İnsanlar Peygamber (s.a.v.) ile beraber namaz kılarlarken onlar elbiselerinin küçüklüğünden dolayı boyunlarına asıyorlardı. Diğer bir rivayette ise: Çocuklar gibi elbiselerini boyunlarına asıyorlar."[110] Kadınlara: "Başlarınızı erkeklerden önce onlar oturmadan kaldırmayın" denildi.[111]

Hafız İbni Hacer; kadınların başlarını erkeklerden önce kaldırmaları başlarını kaldırırken erkeklerin avret yerlerini görmeleri ihtimalinden dola­yı yasaklandı.[112]

Eyyüb'dan, şöyle dedi: "Bana Ebu Kıîâbe şöyle dedi: Amr b. Seleme ile karşılaşmıyor musun ona keşke sorsan: 'Onunla karşılaştım ve sordum1 dedi. Sorumun üzerine; biz insanların uğrak yerinde bulunuyorduk. Bize çeşitli kafileler uğruyordu..Ben ise onlara soruyordum: İnsanlara ne oluyor? İnsanlara ne oluyor? Bu adam kimdir? Kafiledekiler "kendisini Allah'ın gönderdiğini ayrıca vahiy de indirdiğini iddia ediyor. Allah bana şunu vah-yetti diyor" dediler. Ben de işte o sözleri ezberliyordum, sanki bu sözler göğ­sümde yer ediyordu. Araplar ise Mekke'nin fethine kadar müslüman olmayı geciktiriyorlardı. Ardından da; onu (peygamberi) ve kavmini kendi haline bırakınız. Peygamber eğer onlara galip gelirse o hakiki peygamberdir. Fetih ehlinin olayı meydana gelince bütün kavimler müslüman olmak için acele ettiler ve benim kavmimin babası da İslam'a girmek için ilerledi. O geldiğin­de şöyle dedi: Sizin yanınıza Allah'a yemin olsun ki ben Peygamber (s.a.v.)'in yanından geliyorum. Arkasından; şu namazı şu vakitte diğer na­mazı şu vakitte kılımz.eğer namaz vakti gelirse sizden biriniz ezan okusun ve Kur'an'ı az çok bileniniz de size imam olsun, dedi. Aralarında konuştular baktılar ki ben kafileleri karşılarken benden daha iyi Kur'an'ı bilen buluna­madı. Bunun Üzerine beni önlerine imam olarak geçirdiler ve ben o vakitte altı veya yedi yaşlarında bir çocuktum. Üzerimde dikilmiş bir örtü vardı. Ben secdeye gidince bu örtü vücuduma (dar olduğu için) yapışırdı. Mahalleden bir kadın benim avret yerlerimin göründüğünü farkedince; "İmamınızın avret yerlerini örtünüz! Hemen kumaş kestirerek bana bir gömlek diktirdiler. Buna sevindiğim kadar hiç bir şeye sevinmedim."[113]

Gönümüzde RasuJullah (s.a.v.) döneminde olduğu gibi kadınlar erkek­lerin arkasında sala duracak olurlarsa ve aralarında bir engel (örtü) b«h—azsa fcachnlann dar elbiseler sebebiyle erkeklerin avretlerini görme ihii—fi dolayısıyla başlanın secdeden kaldırmayı geciktirmeleri gerekir.

5. Sehl b. Sa'd Saidi'den; Rasuluüah (s.a.v.): "Ben ne yaptım da sizleri tasfiki fazlalaştırnuş, olarak görüyorum. Hanginize namazda bir hal arız olursa teşbih etsin. Eğer o teşbih ederse ben ona (yönelir ) dikkat ederim çünkü tasfık kadınlar içindir."[114]

6. imamın kadınlara şefkat dilemesinin vacib olması ve yatsı namazında acele edilmesi:

Aişe (r.a.)'den; şöyle dedi: Rasulullah (s.a.v.) yatsı (ateme) namazım Ömer kadınlarla çocuklar uyudu deyinceye kadar geciktirdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) çıkarak: "Bu namazı sizden başka yeryüzünde yaşayanla­rın hiç birisi beklemez. Peygamber (s.a.v.) o gün sadece Medine'de namaz kılıyordu. Yatsı namazını gurubun kaybolması ile gecenin üçte birlik ilk diliminde kılıyorlardı.[115]

7. imamın kadınlara şefkat olsun diye namazı hafif tutması (uzatmaması) Enes İbni Malik'den; Peygamber (s.a.v.) şöyle dedi: "Ben (bazen) namaza uzatmak niyetiyle giriyorum. Fakat bir çocuğun ağlayışını duyunca annesinin ona karşı gösterdiği fazla şefkat ve üzüntüden dolayı namazı hafif kıldırıyorum." Diğer bir rivayette ise [116]"Annesine zorluk vermeyi iyi görmediğimden dolayı" buyurdular.[117]

8. Kadınlara şefkat olsun diye erkeklerden önce camiden çıkmalarına imkan verilmesi (veya ortamın hazrlanması)

Hind binti Haris'den:

Peygamber (s.a.v.)'in hanımlarından Ümmü Seleme; [118]Kadınlar Rasulul-lah (s.a.v.) zamanında farz namazları kılıp selam verdikten sonra kalktıkları­nı, Rasulullah (sav)'in ve beraberinde namaz kılan erkeklerin bir müddet beklediklerini, Rasulullah (s.a.v.) kalkınca erkeklerin de kalktıklarını ona haber verdi" dedi.

Diğer bir rivayette işe: "Rasulullah (s.a.v.) selam verip selamını ta­mamlayınca kadınlar kalktı. Peygamber (s.a.v.) bir müddet bekledikten sonra ayağa kalktı" dedi.

İbni Şihab Zühri: Allah'a yemin olsun ki burada Peygamber (sav)'in beklemesi erkeklerin onlara yetişmeden onların mescidden çıkmaları için­dir. [119]

9. Kadınlarla erkeklerin mescidde

bir arada bulunmalarında bir mahzur yoktur.

- Erkeklerin kadınları ve kadınların da erkekleri görmesi:

Hadis: "Rasulullah (s.a.v.) yatsı namazını Ömer kadınlarla çocuklar uyudu deyinceye kadar geciktirdi..." Ben de madem ki kadınların ve erkek­lerin safı arasında örtü yoksa, geçici görme' gözleri kaçmakla beraber riıeydana gelir, diyorum.

- İhtiyaç anında erkeklerle kadınların birbirleriyle konuşması:

Hadis: "Kadınlara, erkekler tam anlamıyla oturuncaya kadar başlarını­zı (secdeden) kaldırmayınız, denildi."

Hadis: "Mahalleden bir kadın, imamınızın avret yerlerini örtünüz". Hadis: "Mescidde lian yaptılar, ben de orada idim."

Hadis: "İşte bunu söyleyince müslümanlar gürültü çıkardı... Bana ya­kın olan bir adama: Ey, adam Allah senden razı olsun Rasulullah (s.a.v.) sözünün sonunda ne söyledi? dedim," dedi.

Kadınlara ve erkeklere konuşma ve hareket hürriyeti:

Buhari sahihinde mescidde hurma salkımının asılması ve kısme babın­da anlattı,[120]

Hafız İbni Hacer: "Buhari hurmanın asılması konusundaki babta bh hadis zikretmedi... Bilâkis onu toplayanlar için malın mescide konmasının caiz olmasından çıkarmıştır. Şüphesiz her ikisi de (yani malın veya hurma salkımının asılması) muhtaçların ona kolayca ulaşması içindir. Bu münase­betle Nesai'nin-rivayet ettiği şu hadise işaret etti: Rasulullah (s.a.v.) elinde bastonla çıktı. Adamın birisi hurma salkımım astı. Rasulullah (s.a.v.) hurim salkımına bastonuyla dokunmaya başladı ve; Keşke bu sadakanın sahibi bundan daha güzelini tasadduk etse."

Bu hadisin senedi kuvvetli olsa bile Buhari'nin şartına uygun değildir Bu konuya ait Sabit'in "Delâil" adlı kitabmda başka bir hadis daha vardır k: Jafzı şöyledir; "Nebi (s.a.v.) mescidin her bir duvarına (ihtiyaç sahiplerinir gelip alabileceği) bir çıkın asılmasını (yardım sandığı konulmasını" emretti." Diğer bir rivayette ise: Muaz bin Cebel'bu yardım sandığının bek­lenmesi veya dağıtımıyla görevliydi.[121]

Eğer mesciddeki bu yardım sandığından ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçla­rını gidermesi hedeflenmişse; bu ihtiyaç sahiplerinin içinde erkekler olduğı gibi kadınlar da vardır.

Hadis: "Kadın veya erkeklerden herhangi birisi mescidi süpürür ve temizlerdi, ben ise mescidi süpürenleri hep kadın olarak görürdüm."

Hadis: " Velide'nin mescidde, uyurken örtüneceği bir örtüsü vardı."

Hadis: "Bizler (Aşure günü) oruç tutardık, çocuklarımız da oruç tutardı. Çocuklarımızla beraber mescide gider, onların oynayabilecekleri yünden oyuncaklar yapardık."

Ayrıca herkesin bildiği meşhur bir haber de; mihirlerin artması konu­sunda Hz. Ömer'e itiraz eden kadın hadisesi -her ne kadar zayıf bir senetle rivayet edilmiş olsa bile- Rasulullah (s.a.v.) sünnetiyle zıtlık arzetmeyen tarihi bir tatbikat olarak mücerred delil olmaya yarar.

Rasulullah (s.a.v.) zamanında mescide devamlı gelen kadınların konu­munu gözler önüne serdikten sonra bizim ve tüm insanlığın en hayırlı öğreti­cisi olan Rasulullah (s.a.v.)'in konumunu etraflıca durup düşünmemiz gere­kir. O ki (s.a.v.) faziletinden dolayı yatsı namazını geciktirirdi, fakat "kadınlar ve çocuklar uyuklamaya başladılar" sözünü işittiği zaman, hemen evinden çıkar ve kadınlarla çocukların durumunu gözeterek namazı erken­den kıldınrdı. Yine o (s.a.v.) namaza başladığında, daha çok faziletinden dolayı namazı uzatmak isterdi, fakat çocukların ağladıklarını duyduğu anda ağlayan çocuğun annesine sıkıntı gelmesinden dolayı namazını kısa keserdi. İşte Rasulullah (s.a.v)'in siyaseti hem hikmetli hem de şefkatli idi. Sonra tüm bunlardan da öte, sabah namazını mescidde kılan müslüman bir kadının na­musunun zorla kirletilmesi hadisesinde bile, kadının sabah namazı vaktinde mescide gitmesini engelleyici (veya kısıtlayıcı) hiç bir söz Peygamber'den sadır olmamıştır. Sabah namazı vakti sıkıntılı ve günaha düşme korkusu çok olan bir zaman olmasına rağmen sabah namazının faziletinden mahrum etmek istememiştir. Yine Peygmaber (s.a.v) aynı şekilde annesinin olmadığı zamanlarda (veya namaz vs. şeylerle meşgul olduğu anlarda) çocuğu koru­yup gözetecek hiç bir kimsenin bulunmaması ihtimalinden dolayı kadının mescide gelirken çocuğunu da beraberinde getirmesi konusunda hiçbir en­gelleme yapmamıştır. Tüm bu anlatılan olaylar bizi şu sonuca ulaştırır: Her ne kadar kadın erkek arasında -belirli konularda- bir farklılığın olduğu kabul edilse de; nasıl ki erkeklerin girip çıkabilmesi için mescidin kapılan ardına kadar açıksa, kadınlar için de mescidin kapıları ardına kadar açık olmalıdır. Hiç bir kimse Allah (c.c.)'ın dini konusunda veya müslümanların namusları konusunda Allah Rasulü (s.a.v.) kadar kıskanç ve düşkün olduğunu zannetmeşin. O kadınların akıllarının ve kalplerinin işlemez hale gelip de dumura uğramaması konusunda da aynı düşkünlüğe sahipti.

Acaba günümüzün kadınları, ilim, va'z, nasihat ve namazda okunan Kur'an'ı dinlemeye Rasulullah (s.a.v)'in mescidine koşan kadın sahabiler-den daha mı az muhtaçtırlar? Alimler peygamberlerin varisleridir. Madem ki bugün kadınlarımız peygamberden ilim almaktan mahrumdurlar. O halde ilmi onun varislerinden alsınlar. O kadınlara babalan ve kocaları öğretsin denemez, çünkü her baba ve koca eğitim yaptırmaya muktedir olmadığı gibi, tesirli bir vaaz u nasihat yapmaya da gücü yetmez. Eğer bu sözümüze zamanımız çok kötü diye karşılık verilecek olursa biz de mescide kadının gitmesi bu kötü gidişin düzeltilmesine yardımcı olacak vasıtalardandır, diyoruz.

Mubah olan bir şey herhangi bir zaman veya zeminde mendup veya vacib olabilir. Bugün toplumumuzda -kadının tüm hayatını saran okul, radyo, telvizyon, örfler ve adetler ve diğer tüm alanlarda sapmaların fazla­laştığı dikkate alınırsa- kadının gücü yettiği kadar vakit namazlarında, cuma namazında ve uzunca rüku ve sücud'u olan teravih namazlarında ayrıca tüm bunlarla beraber herhangi bir vaaz ve ders için her fırsatta mescitte hazır bulunmasına ne kadar ihtiyaç duymaktadır.

Uzunca süre ayakta durularak kılınan namazlarda Kur'an'ı dinlemek ne kadar güzeldir.

Kadını (ruhi ve manevi yönden) ifsada sürükleyen beslenme yollarına karşılık onun selameti için akli ve ruhi beslenmeye ihtiyacı vardır. Kötü ve hastalıklı ortamlara karşılık, kadının iffetli, temiz ve faziletli bir şekilde ya­şayabileceği genel bir ortama ihtiyacı vardır. Ahlakı bozuk, açık-saçık, kötülüğe çokça meyledenlerin aksine, müslüman kadının mutlaka Allah (c.c.)'dan çokça korkan, namaz kılan saliha kadınlarla karşılaşması ve tanı­şıp bilişmesi gerekir.

Şu hadis: "Kadınların mescidden istifade etmelerini engellemeyin" bizi Önemli bir konuya yöneltiyor. Şöyle ki kadının mescidde namaz kılması mubah kabul edilmiştir. Bunun anlamı şudur; kadın bu hakkını kullanıp kul­lanmamakta serbesttir. Ayrıca hadis kadının babası veya kocası hakkında da başka bir şey ihtiva etmektedir. Her ne kadar, şeriat baba ve kocaya kadın üzerinde bir velayet hakkı tanımışsa da o ikisinin kadını mescide gitmesine

mani olmalarını yasaklamıştır.

Sonuç: Kadının mescidde namaz kılması mubahtır. Fakat babalarının onlara mescidde namaz kılmaları için izin vermemeleri mubah değildir. Onlara vacib olan ise izin vermeleridir ve engellemeleri de sakıncalıdır. Kadının mescidden istifade etmesini engelleme konusundaki düşünceleri­miz gerçekten üzüntü vericidir- İster bu ferdi bazda olsun ki bunu Abdullah İbni Ömer'in oğlunun şu sözünde ortaya koyduğu' gibi (o kadınları mutlaka engelleyeceğiz, eğer engelleyemez isek o kadınlar mescidi fesad yerine çevirirler) isterse toplumsal platformda olsun; ki asırlar boyu da boyu böyle sürüp gelmiştir. İşte bu toplumsal ve ferdi tavrımız Rasulullah'ın sünnetin­den sapmanın ilk adımım oluşturuyordu.

Ayrıca sünnetten sapmanın yanında bu tavır kadının gerek vaktini de­ğerlendiren, gerekse ilmi veya cihadi veya ibadi etkinliklerini sergilediği sosyal hayatın sahnesinden çekilmesinin de başlangıcı olmuştur. Halbuki bu hayatı hür bir şekilde Nebevi dönemde aktif hale getirebiliyordu. Fakat sonraki dönemde iş kadının gerek babasının, gerekse kocasının evinde dört duvar arasına hapsedilmesine doğru meyletti.

Rasulullah (s.a.v.)'in sünnetinden ayrılmanın neticesinde kadının Şah--siyetinde bir bozulma ve dumura uğrama kaçınılmaz oldu. Tabii asırların geçmesiyle birlikte de günümüzdeki müslüman kadın tipi ile Nebevi dö­nemdeki kadın tipi arasındaki fark gittikçe günümüz müslüman kadınının a-leyhine gelişti ve arttı. Bunun sonucu olarak da günümüz kadını çirkin görü­nümlü, zayıf ahlaklı, dar görüşlü ve kıt akıllı oldu. [122]

 

Eğitim Öğretim Amacıyla Kadının Erkeklerle Bir Arada Bulunması (Karma Eğitim)

1. İlim Gayesiyle Kadınlarla Erkeklerin Bir Arada Bulunduğu Yerler:

 

Aişe radiyallahu anhâ'dan: "... Bundan sonra Hatice, Rasulullah'la birlikte Varakatu'bnu Nevfeli'bni Esedi'bni Abdi'1-Uzza İbni Kusayy'a gitti. Varaka, Hatice'nin amcasının oğlu, yani babasının yeğeniydi.

Bu zat, cahiliyet döneminde Hristiyan dinine girmiş bir kimseydi. Arapça yazı yazmasını bilir ve İncil'den bazı şeyleri de Arapça yazardı. Varaka, gözlerine körlük gelmiş bir yaşlı ihtiyardı. Hatice Varaka'ya: "Ey amcamın oğlu! Dinle de bak, kardeşinin oğiu ne söylüyor?" dedi. Varaka:

"Kardeşimin oğlu, ne görüyorsun?" diye sordu. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) gördükleri şeyleri (vahyin başlangıcındaHiradağındagördüklerini) anlattı. Sonunda Varaka ona şunları söyledi: "Bu gördüğün Allahu Teala'nın Mu­sa'ya indirdiği nâmusdur (yani vahiy sırrının sahibi Cebrail'dir). Ah keşke senin davet günlerinde yaşasaydım! Kavmin seni çıkaracakları zaman ha­yatta bulunaydım." Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v): "Onlar beni çıkara­caklar mı ki?" diye sordu. Varaka: "Evet, çünkü senin getirdiğin şeyi getir­miş olan herkes muhakkak düşmanlığa uğratılmıştır. Şayet senin davet gün­lerine yetişirsem sana son derece büyük yardım ederim, cevabını verdi."

İbni Abbas'dan: "Allah'ın Peygamberi (s.a.v.) ile birlikte fıtır bayramı namazında hazır bulundum... Allah'ın Peygamberi hutbeden sonra minber­den aşağıya indi (cemaat dağılmadan, bilhassa kadınlar çekilmeden erkeklerin çıkmaması için) eliyle oturun diye işaret edip erkekleri oturtur-kenki hali şu anda dahi gözümün önündedir. Sonra erkeklerin saflarını yara yara kadınların saflarına kadar gitti. Peygamber: "Ey Peygamber, inanmış kadınlar sana gelip Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmeme­leri, zina etmemeleri, çocuklarım öldürmemeleri, elleriyle ayaklan arasında bir iftira uydurup getirmemeleri (başkasının doğurduğu veya başka erkekten gayri meşru kazandıklarıbir çocuğu, kocalarına nisbet etmemeleri), iyi bir işte sana karşı gelmemeleri hususunda sana biat ederlerse onların biatlarını al ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir" ayetini okuyup bitirdikten sonra;

- Sizler bu biat ( bey'at) üzere sabit misiniz? diye sordu. İçlerinden kim olduğu ravice bilinmeyen yalnız bir kadın cevab verdi.

- Evet.

 İbni Cüreyc'den: "Ata Cabir İbni Abdillah bana haber verdi ve şöyle dedi: "...Rasulullah (s.a.v.) kadınların yanına geldi. Bilal'ın eline dayanarak kadınlara va'z ve tezkirde bulundu. Bilal elbisesini açmıştı. Kadınlar sadakalarını atıp duruyorlardı. îbni Cüreyc Ata İbni Rebah'a:         

-  Kadınların bu verdikleri Ramazan bayramı zekâtı mı îdi? diye sordum. O da:

- Hayır, lakin o vakit verdikleri bir sadaka idi. Kadın taifesi yüzüklerini atıyor ve atıyordu, dedi. (Yine İbn Cüreyc) Ata'ya:

- Bugün de imamın, hutbeyi bitirince kadınlar tarafına gidip onlara ha­tırlatmada bulunmasını bir hak olarak görüyor musun? diye sordum. Ata:

-  "Bu onlar üzerinde bir haktır. Bunu neden yapmazlar bilmem ki?" cevabını verdi.[123]

Buhari bu hadisi (imamın bayram günü kadınlara vazı) babının içeri­sinde zikretti.

Hafız İbni Hacer: (Buhari'nin kadınlara imamın va'z etmesi babı sözü, Buhari bab başlığını bu [124]şekilde koymakla önceden geçen mendub şeylerden olan aile eğitiminin sadece ailenin görevi olmayıp, büyük imama ve onun yerine vekalet edenin üzerine de mendub olduğuna dikkat çekiyor.'[125]

Iyad, Peygamberin kadınlara va'zının hutbe esnasında olduğunu, aynca bunun İslam'ın ilk dönemlerinde ve sadece Peygambere mahsus bir şey olduğunu zannetti. Nevevi ise vaazın hutbe esnasında değil de hutbeden sonra olduğunu ortaya koyan rivayeti getirdi. O ise Peygamber (s.a.v.)'in şu sözüdür: "Hutbeyi bitirdikten sonra indi ve kadınların yanına geldi." Hususiyetler ihtimal ile sabit olmaz... Onun (Bu onlar üzerinde bir haktır) sözünün zahiri, gerçekten Ata, bunun vacib olduğu kanaatindedir. Bu sebep­ten dolayı Iyad şöyle dedi. Bunu ondan başkası söylemedi. Nevevi'ye gelin­ce bunu istishab olarak kabul etmiştir. Ve akabinde: "Fesada yol açmadığı müddetçe imamın vaaz etmesinde bir sakınca yoktur" dedi.[126]

Burada Kadı Iyad'ın: "Gerçekten Peygamber'in kadınlara vaaz etmesi İslam'ın başlangıcında idi" sözüne cevab olarak, Mekke'nin fethinden sonra hicret eden İbni Abbas'm bu bayram namazında orada bulunduğunu ilave edebiliriz.

Ebi Said Hudrî'den bir rivayette şöyle dedi: "Rasulullah (s.a.v.): 'Ey kadınlar, ben ateş ehlinin çoğunun kadınlar olduğunu gördüm, onun için tasadduk ediniz1 dedi. Kadınlar: 'Niçin ey Allah'ın Rasulü?' dediler."

Müslim'in rivayetinde ise; Onların içinden zeki bir kadın; Ya Rasulul lah niçin biz ateş ehlinin çoğunluğundan oluyoruz? dedi.[127]

Rasulullah; Sizler çokça lanet okuyorsunuz ve kocalarınızın sizlere karşı olan harcamalarını inkâr ediyorsunuz. Ayrıca dini ve aklı noksan olan sizlerden birinizin, akıllı, basiretli, zeki bir adamın aklını giderdiğinizi (onu geçtiğinizi) hayretle gördüm dedi. Kadınlar: 'Ey Allah'ın Rasulü, bizim aklı­mızın ve dinimizin noksan olması ne demektir? "Rasulullah: 'Bir kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğin yansı değil mi?' deyince onlar da: 'Evet, öyledir' dediler. Rasulullah: 'İşte bu onun aklının eksik olmasındandır, yine kadın hayızlı halinde oruç tutmaz, namaz kılmaz, öyle değil mi?1 Kadınlar: 'Evet, öyledir' deyince Rasulullah: 'İşte bu da onların dininin noksanlığın-dandır'dedi."[128]

Ebu Said Hudri'den: "Bir kadın, Rasulullah'a geldi de:

- Ya Rasulullah! Senin sözlerini hep erkekler alıp gidiyorlar. Diğer bir rivayette: "Seni dinleme konusunda erkekler bizim önümüze geçti." (Yani seni erkekler bizden daha çok dinliyor.) Binaenaleyh bize de kendiliğinden bir gün tahsis et ki o günde sana gelelim, sen de Allah'ın sana öğrettiği şeylerden bizlere Öğretirsin! dedi. Rasulullah (s.a.v.):

-  Şu günde ve yerde toplanınız, buyurdu. Kadınlar toplandılar. Rasulullah da geldi ve onlara Allah'ın kendisine öğrettiği şeylerden öğretti. Sonra da:

- İçinizden hiç bir kadın yoktur ki evladından üç tanesini kendinden evvel ahirete yollasın da bu çocuklan kendisi için cehenneme karşı birer siper olmasınlar, buyurdu. Bunun üzerine bir kadın:[129]

- Ya Rasulullah iki tanesi de öyle değil mi? Bunu iki kere tekrar etti, dedi. Rasulullah: İki tanesi de, iki tanesi de, iki tanesi de Öyledir, buyurdu."[130]

Hafız İbni Hacer: ...Hadis sahabe kadınlarının din ile ilgili konuları öğrenme hakkındaki hırs ve isteklerinin seviyesini gösteriyor.[131] Şunu ilâve etmek gerekir ki kadınlara ayrılan bu gün onların erkeklerle beraber mescidde Rasulullah'ın hutbelerini dinledikleri günlerin dışında idi.

Ümmü Fadî binti Haris'den: Nebi (s.a.v.)'in orucu hakkında Arafat gününde onun yanında insanlar mücadeleye başladılar. Bazısı; o oruçtur, dedi. Onlardan bazısı da: 'Rasulullah oruçlu değildir' dedi. Bunun üzerine Rasulullah'a bir bardak süt gönderdim. Kendisi devenin üzerinde olduğu halde sütü içti.[132]

Hafız İbni Hacer: "Hadiste bazı faydalar vardır... Kadın ve erkekler arasındaki tartışma... Ayrıca Ümmü Fadl'ın içinde bulundukları hale uygun güzel bir yolla şer'i hükmü açığa çıkarmak için gösterdiği ustalığı, çünkü bu olay öğleden sonra sıcak bir günde idi."[133]

Cabir İbni Abdillah'dan, şöyle dedi: "Nebi (s.a.v.)'in şöyle dediğini duyduğunu Ümmü Şüreyk bana haber verdi. İnsanlar Deccal'dan dağlara kaçacaklar." Bunun üzerine Ümmü Şüreyk: "Ya Rasulullah, o gün Araplar nerededir?" Rasulullah (s.a.v.) ise: MOnlar o gün azdır" dedi.124

Abdullah îbni Mes'ud'un hanımı Zeyneb radiyallahu anhuma'dan: "Abdullah'ın hanımı Zeyneb, Abdullah'a ve evindeki yetimlere infak edi­yordu. Abdullah'a: Rasulullah (s.a.v.)'a; benim sana ve evimdeki yetimlere yaptığım infak (harcama) sadaka yerine geçer mi? onu sor' dedi. Abdullah 'sen Rasulullah (s.a.v.)'e sor', dedi. Bunun üzerine ben de Nebi (s.a.v.)'e gittim. Rasulullah'ın kapısında Ensar'dan bir kadını bekler buldum. Onun isteği de benim isteğim gibi idi. Yanımıza Bilal uğradı. Biz kendisine: 'Nebi (s.a.v.)'e kocama ve evimdeki yetimlere yaptığım infakm sadaka yerine ge­çip geçmediğini sor bizim kim olduğumuzu söyleme' dedik.

Bilal, Rasulullah'ın yanına girip bu hususu ondan sordu. Rasulullah Bilal'e:

- Kim onlar? dedi. Bilal:

- Zeyneb, dedi. Rasulullah:

- Hangi Zeyneb? diye sordu. Bilal:

- Abdullah'ın hanımı, dedi. Bunun üzerine Rasulullah ona:

- Evet onun sadakası için iki ecir vardır. Biri akrabalık ecri, diğeri de sadaka sevabıdır, buyurdu.'[134]

Aişe (r.a.)'den (şöyle demiştir):

Ebu Huzeyfe'nin azadlısı Salim, Ebu Huzeyfe ve ailesi ile beraber onların evinde bulunuyordu. Derken Süheyl'in kızı Peygamber'e gelip:

- Salim, büyüdü kocaman adam oldu ve erkeklerin düşündüğünü de düşünür oldu. Halbuki kendisi bizim yanımıza girip çıkıyor. Ben ise Ebu Huzeyfe'nin gönlünde bu girip çıkmadan dolayı bir rahatsızlık olduğunu zannediyorum, dedi. Peygamber kadına:

- Sen Salim'i sütünden emzir. Hem sen ona haram olursun, hem de Ebu Huzeyfe'nin nefsindeki şey (yani kıskançlık) gider, buyurdu. Diğer bir rivayette ise kadın:

-  Büyük bir delikanlı halinde bulunan Sâlim'i ben sütümden nasıl içirebilirim? dedi.

Bunun üzerine Rasulullah tebessüm ederek:

- Ben, onun büyük bir delikanlı olduğunu biliyorum, buyurdu. Bunun üzerine kadın dönüp gitti ve sonra: Ben onu (yani Salim'i) emzirdim. Ebu Huzeyfe'nin nefsindeki düşünce de yok oldu, dedi."[135]

Esma (r.a.)'dan, şöyle dedi:

- Ya Rasulullah, Zübeyr'in evime getirdiği şeylerden başka benim hiç bir şeyim yoktur, ben sadaka verecek miyim? dedim. Rasulullah:

 - Sadaka ver, çömlekde para saklama, sonra Allah da sana karşı, buyurdu.[136]

 Aişe'den rivayete göre; Hinci binti Atebe şöyle dedi:

- Ya Rasulullah! Ebu Süfyan çok cimri bir kimsedir, o bana ve oğluma yetecek miktar nafakayı vermiyor, sadece onun bilgisi olmaksızın aldığım hariç. Rasulullah:

 - Sen onun malından örfe göre sana ve oğluna yetecek kadar al, buyurdu.[137]

Ebu Bekir'in kızı Esma (r.a.) şöyle dedi: Rasulullah (s.a.v.) zamanında annem bir müşrik kadın olduğu halde beni ziyarete geldi. Rasulullah (s.a,v.)'e fikrini sordum:

- Annem beni görmek isteyerek benim yanıma geldi. Anneme sıla ve iltifat edeyim mi? dedim.

- Evet, annene sıla ve iltifat eyle, buyurdu.[138]

Abdurrahman İbn Avf in oğlu Ebi Seleme'den; Fatıma bintu Kays haber verdi ki; Kendisi Ebu Amr Hafsa İbnu Muğire'nin nikâhı altında idi. Ebu Amr, onu üç talakın sonuncusuyla olarak boşadı. Fatıma, boşanmış olduğu evinden çıkmak konusunda fetva istemek için Rasulullah'a geldi. Rasulullah (s.a.v.) da kendisine, a'mâ olan İbnu Ümmi Mektum'un yanına geçmesini emretti. [139]

Sübey'a binti Haris'ten; Sübey'a Sa'd İbn Havle'nin nikâhı altında idi. Kendisi hamile iken kocası, Veda haccında vefat etti. Kocasının ölümünden çok geçmeden evvel doğurdu. Ebu's-Senâbil İbni Ba'kek yanına geldi... Sübey'a'ya; Hiç şüphesiz sen vallahi üzerinden dört ay on gün geçmedikçe evlenemezsin" dedi. Sübey'a; Ebu's-Senabil bunları bana söyleyince, o akşam elbisemi giyinip Rasulullah'a gittim ve durumumu kendisine sordum. Rasulullah (s.a.v): Çocuğumu doğurduğum zaman evlenmeye helal olduğu­mu bana fetva verdi ve bana istersem evlenebileceğimi emretti."[140]

Hafız İbni Hacer: "Sübey'a kıssasında faydalar vardır" diyerek şöyle dedi: Bu kıssada Sübey'a'nın zekası ve anlayışı vardır. O kendisine verilen fetvayı kuşku ile karşıladı, hatta bunu hükmü koyanın hükmü açıklamasına yorumladı. Kadının başına gelen bir olay hakkında kendi yaşındakilerin sormaktan çekindikleri bir konu bile olsa soru sorabilmesi...[141]

İbni Abbas (r.a.)'dan: Rasulullah (s.a.v.)'e bir kadın geldi ve:

- Anam, üzerinde bir ay oruç borcu varken öldü, dedi. Rasulullah ona:

- Eğer ananın üzerinde herhangi bir borç bulunsaydı, sen o borcu öder miydin? diye sordu. Kadın:

- Evet, deyince Rasulullah:

- Öyle ise Allah'a olan borç başka borçlardan daha ziyade ödenmeğe layıktır, buyurdu.[142]

Esma'dan, şöyle dedi: Nebi (s.a.v.)'e bir kadın:

- Ya Rasulullah, benim kızıma cildinde sivilceler çıkaran bir hastalık isabet etti. Bu sebepten saçları döküldü. Ben onu evlendirdim. Şimdi ben o-nun saçlarına başka saç ekliyeyim mi? diye sordu. Bunun üzerine Rasulul­lah:

- Saçına başkasının saçından ekleyene ve saçına başkasının saçından eklettirene Allah lanet etsin" buyurdu.[143]

Aişe'den; şöyle dedi: "Esma Peygamber (s.a.v.)'e hayız yıkanmasını sordu. Rasulullah: "Sizlerden biriniz suyunu ve kokulu sidresini alır, temizlenir. Temizlenmesini de güzelce yapar. Sonra başı üzerine su döker ve başını iyice ovar ki, yıkama başının saç köklerine kadar ulaşsın. Sonra kendi üzerine su döker, sonra misklendirilmiş bir parça alır ve onunla temizlenir' buyurdu. Bunun üzerine yine Esma: 'Bununla nasıl temizlenir?' diye sordu.

Rasulullah:

- Sübhanallah! Onunla temizlenirsin işte!" buyurdu. Aişe muhatabının duyacağı, fakat oradakilerin işitmeyeceği tarzda gizlice: Kanın izince gezdi­rirsin, dedi. Kadın Peygamber'e cenabet yıkanmasını sordu. Peygamber: "Bir su alır, temizlenir, temizliği de güzel yapar, yahut temizliği tamamlar, sonra başı üzerine su döker ve onu oğuşturur. Tâ ki yıkama başının saç köklerine ulaşsın. Sonra kendi üzerine suyu taşınr, buyurdu. Müteakiben Aişe: Ensar kadınları ne iyi kadınlardır. Hayaları dinleri hususunda ilim sahibi olmaktan kendilerini men edememiştir."[144]

Ümmü Seleme'den, şöyle dedi: "Ümmü Süleym Rasulullah (s.a.v.)'in yanına geldi ve: 'Ya Rasulullah! Şüphesiz Allah hakkı beyan etmekten haya etmez.' Bir kadın ihtilam olursa gusül etmesi icab eder mi?1 diye sordu. Nebi (s.a.v.): "Suyu (meniyi) gördüğünde; evet', cevabını verdi. Ümmü Seleme yüzünü kapatarak: 'Ya Rasulullah! Kadınlar da ihtilam olur mu?1 dedi. Bunun üzerine Rasulullah: 'Evet, Allah hayrını versin! (Bu olmasa) çocuğu kendisine ne ile benzeyebilir?' buyurdu.[145]

Esma binti Ebi Bekir'den, şöyle dedi: "Nebi (s.a.v.)'e bir kadın: 'Ya Rasulullah, bizden birisinin elbisesine hayız kanı bulaşırsa ne yapsın? Diye sordu. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): 'Sizden birinizin elbisesine hayız kanı bulaşırsa onu parmaklarıyla ovalasın, sonra su serpsin, sonra da onunla namaz kılsın1 buyurdu."[146]

Nebi (s.a.v.)'in zevcesi Aişe şöyle dedi: Cahş kızı Ümmü Habibe yedi sene istihâza oldu. Kendisi Rasulullah (s.a.v.)'e durumunu sordu, o da kendi­sine yıkanmasını emretti. Daha sonra: bu bir damardır, dedi.

(Müslim'in rivayetinde ise: Rasulullah (s.a.v.): Şüphe yok ki bu, hayız değildir. Fakat bu bir damardır. Binaenaleyh yıkan ve namazını kıl" buyurdu. Ümmü Habibe her namaz için yıkanıyordu.[147]

Aişe'den, şöyle dedi: Ebu Humeys'in kızı Fâtıma Peygamber (s.a.v.)'e geldi ve: Ya Rasulullah! Ben istihâzaya mübtela bir kadınım temizlenemi­yorum. Namazı bırakayım mı? diye sordu. Rasulullah (s.a.v.):

- Hayır, bu bir damar kanından ibarettir, hayız değildir. Hayzın geldiği vakit namazı terket. Hayız bittiği zaman ise namazını kılmaya başla. Tekrar normal vakit gelinceye kadar her namaz için abdest al, buyurdu.[148]

Cabir b. Abdullah'dan; "Benim teyzem boşanmıştı. Akabinde kendisi, hurmalarını toplamak istedi. Fakat bir kimse onu dışarı çıkmaktan men etti. Bunun üzerine teyzem Peygamber (s.a.v.)'e geldi. Peygamber ona: "Evet, sen kendi hurmalarını kes. Çünkü senin tasadduk yapman, yahut bir iyilik işlemen ümit edilir" buyurdu.[149]

İbni Abbas (r.a.)'dan: "Cüheyne'den bir kadın, Nebi (s.a.v.)'e gelerek: 'Annem hac yapmayı nezr etmişti, fakat hac yapamadan öldü. Ben onun yerine hac yapacak mıyım?' Rasulullah: 'Evet.' Onun yerine hac yap, eğer annenin bir borcu olsaydı öder miydin? Allah'a verdiğiniz sözü yerine getiriniz. Çünkü Allah sözün yerine getirilmesine daha layıktır."[150]

Bureyde (r.a.) şöyle dedi: "Ben, Rasulullah (s.a.v.)'in yanında oturur­ken bir kadın geldi ve:

-  Ben anama bir cariye temlik ettim. Halbuki anam da öldü, dedi. Rasulullah:

- Miras, o cariyeyi tekrar sana iade ettiği halde, senin için anana yaptığın bağışın sevabı sabit olmuştur, buyurdu. Kadın:

- Ya Rasulullah! Anamın üzerinde bir ay oruç borcu vardı. Onun adına bu orucu tutayım mı? diye sordu. Rasulullah:

- Onun adına oruç tut, buyurdu. Kadın:

- Annem hiç bir hacc yapmadı. Şimdi ben ona niyabeten hac yapayım mı? dedi. Rasulullah:

- Onun adına hac yap, buyurdu.[151]

Abdullah İbni Abbas (r.a.) şöyle dedi: Fadl Rasulullah (s.a.v.)'in arka­sında idi. Has'am kabilesinden bir kadın ona geldi. Bu sırada Fadl kadına, kadın da Fadl'a bakmağa başladı. Rasulullah hemen Fadl'ın yüzünü başka tarafa çevirmeğe başladı. Kadın:

- Ya Rasulullah! Allah'ın kulları üzerinde bulunan hac hususundaki farizası babama çok ihtiyarlığında erişti. Deve üzerinde duramıyordu. Ben kendisine (vekaleten) hac edeyim mi? diye sordu. Rasulullah: "Evet vekale­ten hac edebilirsin, diye cevap verdi. Bu sual ve cevap Veda Haca sırasında vâki oldu.[152]

İbni Abbas'tan: "Peygamber (s.a.v.) Revha denilen yerde bir kafileye rastladı.

- Bunlar kimlerdir? diye sordu.

- Müslümanların, dediler ve mukabeleten:

- Ya sen kimsin? dediler.

- Ben Allah'ın Rasulüyüm, buyurdu. Bunun üzerine bir kadın küçük bir çocuğu kaldırarak:

- Ya Rasulullah! Buna hac var mı? dedi. Rasulullah:

- Evet ona hac, sana da sevab vardır; buyurdu.[153] Ebu Cemre şöyle dedi:

Ben İbn Abbas'ın yanında tercümanlık yapıyordum. Derken İbni Abbas'a bir kadın geldi. Ona "cerc" denilen testinin şırasın soruyordu. İbni Ab-bas ona şöyle dedi: Abdiilkays heyeti Rasulullah (s.a.v.)'e geldi. Rasulullah: "Siz kimlerin heyetisiniz?" Yahut "Siz kimlersiniz?" diye sordu. "Biz Ra-bi'adanız" dediler. "Kavm hoş geldi" yahut "Heyet hoş geldi, sefa geldi. Allah utandırmasın, pişman da etmesin" buyurdu. Bunun üzerine: "Ya Ra-sulallah! Biz sana çok uzak mesafeden geliyoruz. Seninle bizim aramızda Mudar kafirlerinden şu kabile vardır. Biz sana haram aydan başka bir za­manda gelmeye muktedir olamıyoruz. O halde bize kestirme bir şey emret de geride bıraktıklarımıza haber verelim ve o sebeple de cennete girelim." dediler. Rasulullah onlara dört şey emretti, dört şeyden nehyetti. Rasulullah onlara, bir Allah'a iman ile emrettikten sonra: "Bilir misiniz, bir Allah'a iman etmek ne demektir" diye sordu. "Allah ve Rasulü en iyi bilendir" dediler. "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Rasulullah olduğuna şehadet etmek, namazı ikame etmek, zekatı eda etmek, Ramazan orucunu tutmak ve ganimetin beşte birini tediye etmenizdir" buyurdu. Ve onları su kabağından yapılmış kap, yeşil bitkilerden örüymüş testi ve ziftle kaplanmış kap kullanmaktan nehyetti.

Şu'be: "Belki hurma ağacı kökünden oyulmuş kabı da söyledi" dedi. Rasulullah: "Bunu ezberleyin ve arkanızda kalanlara haber verin" buyurdu.[154]

Abdullah İbni Mes'ud'dan: "Allah şu kadınlara lanet etmiştir: Döğme yapanlar, yaptıranlar, yüzün tüylerini yolanlar, yüz tüylerini yoldurtanlar, seyrek dişli görünmek için dişlerinin arasını yontan sırıtkanlar, Allah'ın ya­rattığını değiştirenler. Bu söz Benu Esed'den kendisine Ümmü Yakub deni­len bir kadının kulağına erişti. Kadın bana gelerek: Bana ulaştığına göre sen şunlara şunlara lanet ediyorsun'. Abdullah İbni Mes'ud: 'Ben Rasulullah'ın lanet ettiği kimselere niye lanet etmiyeceğim? O Allah'ın kitabında var' diye cevap verdi. Kadın: Ben iki kapak arasındakini (Kur'an'ı) okudum ama senin söylediklerini bulamadım. Abdullah îbni Mesud: Eğer sen onu okudunsa muhakkak onu bulmuşsundur. Aziz ve Celil olan Allah'ın 'Ve ma âtâkumu'r-Rasulu fe-huzûhu, vemâ nehâkum anhu fe'ntehû: Peygamber size ne emir verirse onu tutun, size yasak ettiğinden de sakının1 buyurduğunu okumadın mı?' dedi. Kadın evet dedi. Abdullah İbni Mes'ud: 'İşte Kur'an bunları böyle yasakladı. Bunun üzerine kadın: Ben senin ailenin bunu yaptığını biliyorum. O da: Git ve bak, dedi. Kadın gidip Abdullah'ın karısının yanına gitti ve baktı. Fakat öyle bir şey göremedi. Bunun üzerine Abdullah İbni Mesud: 'Eğer durum öyle olsaydı, biz onunla arkadaşlık yapamazdık' dedi."[155]

İlim tahsili konusunda daha önceki Mescidde ilim tahsili mevzusunda geçen başka delillerin varlığına okuyucunun dikkatini çekiyoruz

2. Erkeklerin kadınlardan ilim öğrenmesi;

Ebi Musa (r.a.)'dan: "Nebi (s.a.v.) geldiğinde Esma binti Umeys şöyle dedi: Ey Allah'ın Peygamberi! şüphesiz ki Ömer; Medine'ye hicret faziletin­de biz sizi geçtik. Binaenaleyh biz Rasulullah'a sizden daha layık ve daha yakın bulunuyoruz! dedi. Rasulullah: Sen ona ne söyledin?' Esma: Ona şöy­le dedim: 'Vallahi sizler Rasulullah'ın beraberinde hicret ettiniz. Öyle bir halde ki Rasulullah sizin açınızı doyuruyor, cahilinize de öğüt veriyordu. Bizler ise Habeşistan'da Rasulullah'tan uzaklarda müslümanlara kinle adavetle dolu bir yurtta yahut bir arazide ızdırab içinde bulunuyorduk. Bütün bu sıkıntılar, Allah'ın rızası yolunda ve Rasulünün rızası yolunda (çekilmiştir). Bizler uzak illerde eziyet olunuyor ve korkutuluyorduk. Bunun üzerine Rasulullah:

- Bu hususta Ömer bana sizden daha layık ve yakın değildir. Hakikat şudur ki: Ömer ve Ömer'le hicret eden arkadaşları için (Medine'ye) bir hicret (sevabı) vardır. Ey gemi ahalisi! Emin olun ki sizin için iki hicret (fazileti) vardır, buyurdu.

Esma dedi ki: Bu vak'a ve Rasulullah'ın gemi ahalisi hakkındaki bu yüksek şehadeti üzerine bir de gördüm ki bunu işiten Ebu Musa ve bütün gemi arkadaşları birbiri ardınca takım takım bana geliyorlar ve bu hadisi (sevinçle) benden soruyorlardı. Bu o derece bir sevinç meydana getirmişti ki dünya malından arzu edilen hiç bir şey, Rasulullah'ın Habeşistan muhacirle­ri hakkındaki bu yüksek şehadeti kadar onların gönüllerinde ferah verici ve büyük tesirli olamazdı.

Ebu Burde dedi ki: Esma, Yemin olsun ki Ebu Musa'yı gördüm ki o bu hadisi benden tekrar tekrar söylememi istiyordu, dedi.[156]

Amir İbn Şurahbil eş-Şa'bi, (Şa'bu Hemdân) rivayet etti ki; Daehhak İbn Kays'ın kız kardeşi olan ve ilk muhacirlerden bulunan Fatıma Bintu Kays'dan sorup:

- Sen Rasulullah (s.a.v.)'den işitmiş olduğun bir hadisi, Rasulullah'dan başka kimseye isnâd etmeyerek bana rivayet et, dedi. Fatıma:

- Andolsun eğer istersen bunu muhakkak yaparım, dedi. Şa'bi ona:

- Evet istiyorum, bana öyle bir fyadis rivayet et, dedi. Bunun üzerine Fa­tıma bintu Kays şöyle dedi: ... Bir çağmanın çağrısını işittim. Rasulullah'ın münadisi:

Essalâte câmiaten (toplayıcı olan namaza gelin) diye nida ediyordu. Ben de hemen mescide çıktım. Rasulullah ile beraber namaz kıldım. Ben cemaatin sırtlarından sonra gelen kadınlar safında bulundum. Rasulullah namazını bitirince güler bir halde minber üzerinde oturdu da:

-  Her insan namaz kıldığı yerinden ayrılmasın! buyurdu. Sonra da sizleri niçin topladığımı biliyor musunuz? diye sordu. Sahabiler:

- Allah ve Rasulü en iyi bilendir, dediler. Rasulullah şöyle dedi:

- Allah'a yemin ederim ki, ben sizleri ne bir rağbet ve ne de bir korkudan dolayı toplamadım. Lakin ben sizleri şu sebepten ötürü topladım: Temim ed-Dâri, Hristiyan bir adam idi. Geldi bey'at edip İslam'a girdi. Ve bana öyle bir hadis rivayet etti ki, onun söylediği bu hadis benim sizlere Deccal Mesih'den söylemekte olduğum hadise uygun düşmüştü. Bana rivayet edip anlattı ki kendisi otuz kişi ile beraber deryaya mensub bir gemiye binmiş.[157]

Ebi Seleme'nin Fatıma binti Kays'dan rivayetine göre: Ben bu hadisi bizzat Fatıma'nın ağzından yazdım. Kendisi dedi ki: Ben Mahzûm oğullarından bir adamın nikâhında idim. O, beni kafi olarak boşadı. Akabinde nafaka istemek üzere onun aile fertlerine haber gönderdim.[158]

Ubeydullah İbn Abdillah İbn Utbe'den: "...Mervan bu hadisi Fatıma binti Kays'tan sormak üzere Kabisatu'bnu Zueyb'i ona yolladı. Fatıma da gelen Kabisa'ya bu hadisi rivayet etti. Mervan bu sefer: Biz bu hadisi yalnız bir kadından işittik. Öyle ise biz insanları üzerinde bulduğumuz daha sağlam ve kuvvetli olan delili alacağız. Sizinle benim aramda Kuran vardır. Aziz ve celil olan Allah: "Onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar..." buyuruyor dedi. Mervan'ın bu sözü kendisine ulaşınca Fatıma: Bu "geri dönme imkanı" kalmış olan kadın içindir. Artık üç talaktan sonra Allah'ın ihdas edeceği hangi iş var ki? Peki onlar: Hamile olmadığı zaman kadına nafaka yoktur, sözünü nasıl söylüyorlar?[159]

Şa'bi'den: "Biz Fatıma bintu Kays'ın yanına girdik. O bize "İbnu Tâb" denilen neviden hurma ikram etti ve bir arpa nev'inden yapılmış sevik bula­ması içirdi. Ben kendisine üç talak ile boşanmış kadın nerede iddet bekler? diye sordum. O: Kocam beni üç talak ile boşadı. Akabinde Peygamber (s.a.v.) bana kendi ailem ferdleri içinde iddet beklememe izin verdi, dedi.[160]

Ebu Bekr İbnu Ebi'l-Cehm'den; Abdurrahman'ın oğlu Ebu Seleme ile ben beraberce Fatıma bintu Kays'ın huzuruna girdik. Kendisinden o mesele­yi sorduk. Fatıma: Ben Ebu Hafs İbnu'l- Muğire'nin yanında idim. Derken o Necrân gazvesi için yola çıktı... diyerek anlattı.[161]

Ubeydullah İbni Abdillah İbni Utbe'den; "Ubeydullah'ın babası Abdul­lah İbni Utbe Ömer İbn Abdillah İbn Erkam ez-Zuhri'ye şöyle bir mektub yazıb ona Sübey'a bintu'l-Haris el-Eslemiyye'nin yanına gitmesini, kendisinden hadisini ve hamileliği hakkında fetva istediği vakit Rasulul­lah'ın ona söylemiş olduğu sözü sormasını emretti. Bunun üzerine Ömer İbn Abdillah Sübey'a'nın yanına varıb sorduktan sonra Abdullah İbn Utbe'ye ce­vap haberi olarak şöyle yazdı. Sübey'a binti Haris ona Rasulullah'ın Bedir'de hazır bulunmuş sahabilerinden Sa'd İbnu Havle'nin nikahı altında bulundu­ğunu, bu zatın Benu Amir İbnu Lueyy soyundan olduğunu, kendisi hamile iken kocasının Veda haccmda vefat ettiğini haber verdi.[162]

Müslim el-Kuriy şöyle dedi: Ben İbni Abbas'dan hac mutasını (yani hacda temettuu) sordum? Mut'ada* ruhsat olduğunu bildirdi. Halbu ki İbn Zubeyr bundan nehyediyordu. İbn Abbas: İşte şu İbn Ziibeyr'in anasıdır, bu kadın Rasulullah'ın (s.a.v.) muta hususunda ruhsat verdiğini söylemektedir. Binaenaleyh onun yanına girin ve kendisinden de sorun dedi. Bunu ta'kiben biz Esma'nın yanına girdik, Biz onu gözleri görmeyen iri cüsseli bir kadın olarak bulduk. (Sualimizi sorunca): Rasulullah o hususda ruhsat vermiştir, dedi.[163]

Tavus'dan: "Ben İbn Abbas ile beraber idim. Derken Zeyd îbn Sabit: -Hayızlı kadına son vazifesi Beyte (veda) tarafı yapmadan (Mekke'den) çıkması hususunda fetva verir misin? diye sordu. İbni Abbas:

- Eğer sen bunu bilmiyorsan Ensâri filan kadına: Rasulullah (sav) ona böyle mi emretti? diye sor dedi. Sonra Zeyd İbn Sabit gülerek İbn Abbas'ın yanına döndü ve:

- Senin ancak doğru söylemiş olduğunu gördüm, diyordu.[164]

[Nebi (sav)'in hanımlarına ait dördüncü bölümde erkeklerin kadınlar­dan ilim öğrenme isteğine dair birçok delilin arzedildiğine okuyucunun dikkatini çekmek istiyoruz.] [165]

 

Hacc İçin Buluşma:

 

Peygamber (s.a.v.)'in hanımı Aişe'den: Biz veda haccında Nebi (s.a.v.) ile beraber (hac seferine) çıktık ve umre niyetiyle ihrama girdik. Sonra Nebi (s.a.v.): Her kimin beraberinde kurban varsa umre ile birlikte hac niyetiyle İhrama girsin. Sonra umre ile hacdan birlikte çıkıncaya kadar ihramdan çık­masın" buyurdu.[166]

İbn Abbas'ın Nebi (s.a.v.)'den rivayetine göre:

"Peygamber (s.a.v.) Revhâ denilen yerde bir kafileye rastladı.

- Bunlar kimlerdir? diye sordu.

- Müslümanlarız dediler ve mükabeleten:

- Ya sen kimsin? dediler.

- Ben Allah'ın Rasulüyum, buyurdu. Bunun üzerine bir kadın küçük bir çocuğu kaldırarak:

- Ya Rasulullah! Bunun için hac var mı? dedi. Rasulullah:

- Evet ona hac, sana da sevab vardır, buyurdu.[167] Peygamber (s.^.v.)'in hanımı Aişe'den:

"Biz veda haccında Nebi (s.a.v.) ile beraber (hac seferine) çıktık. Aişe iedi ki; Ben Mekke'ye hayızlı olarak geldim. Bu sebeple Beyti tavaf etme-İim. Safa ile Merve arasını da sa'y etmedim. Bu halimi Nebi (s.a.v.)'e söyle-iim. Rasulullah: Saçlarını çöz, taran ve hac ile telbiye et, umreyi bırak" buyurdu. Ben de öyle yaptım.[168]Hafsa'dan, şöyle dedi:

- Ya Rasulullah! İnsanlara ne oluyor ki sen umrenden dolayı ihramdan çıkmadığın halde onlar umre ile ihramdan çıkıyorlar, diye sordu. Rasulullah

(s.a.v.):

- Ben başımı   ettim. Kurbanıma da (Kabe adına) kılâde (boynuna) taktım. Artık ben (kurbanımı kesib) hac ihramından çıkmadıkça ihramdan çıkamam, buyurdu.[169]

Ümmü Fadl binti Haris'den: "Bir takım insanlar arefe günü Ümmü Fadl'ın yanında Nebi (s.a.v.)'in oruçlu olup olmadığı konusundaihtilafa düş­tüler. Bailsı, Rasulullah oruçludur, dedi. Bazısı da Rasuîullah oruçlu değil­dir, dedi. Bunun üzerine ben Rasulullah'a bir kadeh süt gönderdim. Kendisi bu sırada Arafat'da devesinin Üzerinde vakfe yapmakta iken o sütü içti.[170]

Aişe (r.a.)'dan; Şevde halkın izdihamından evvel kendisinin Mina'ya gönderilmesi hususunda Rasulullah'dan izin istedi. Şevde ağır hareketli bir kadındı. Rasulullah Sevde'ye izin verdi. Şevde halkın izdihamından evvel yola çıktı. Biz sabaha kadar Müzdelife'de kaldık. Rasulullah'la beraber son­ra Mina'ya hareket ettik. Sevde'nin izin istemesi gibi benim de Rasulullah (s.a.v.)'den izin istemem beni muhakkak ferahlandıracak, herhangi bir şey­den daha sevimli olacaktı.[171]

Yahya İbni Husayn, Husayn'ın anası ve kendi ninesinden rivayet etmiştir: Yahya dedi ki: Ninemden işittim o şöyle diyordu: Ben veda haccın-da Rasulullah (s.a.v.) ile beraber hac ettim. Peygamberi Akabe cemresini attığı zaman ve oradan dönerken gördüm. Kendisi bineğinin üzerinde bulu­nuyordu. Yanında Bilal ile Usame de vardı. Bunlardan biri onun devesini yediyor, diğeri de Rasulullah'ın başı üzerine güneşten tarafa gölge yapmak için örtüsünü yukarı kaldırıyordu. Kadın dedi ki: Sonra ben onu şöyle derken işittim:

"Eğer sizin üzerinize âzası kesik, siyah bir köle emir tayin edilir. O da sizleri Allah'ın kitabına götürürse onu dinleyiniz ve itaat ediniz."[172]

Yahya İbn Husayn, ninesinden yaptığı rivayete göre; "O kadın Veda haccmda Peygamber (s.a.v.)'den saçlarını tıraş edenlere üç defa dua ettiğini, saçlarını kısaltanlara da bir kere dua ettiğini işitmiştir.[173]

Abdullah İbn Abbas (r.a.)'dan: "Fadl Rasulullah (s.a.v.)'in bineğinin arkasında idi. Has'am kabilesinden bir kadın Rasulullah'a geldi... İşte bu olay veda haccı sırasında idi.[174]

Aişe (r.a.)'dan: "Şüphesiz ki, Nebi (s.a.v.)'in hanımı Safiyye binti Hu-yey hayızlandığında bu durum Rasulullah (s.a.v.)'e hatırlatıldı. Rasulullah da:

-  O, bizi yolumuzdan alıkoyub burada hapis mi edecek? buyurdu, bunun üzerine orada bulunanlar:

- Safiye ifada tavafını yerine getirmiştir, deyince;

- O takdirde beis yoktur, buyurdu.[175]

Nebi (s.a.v.)'in hanımı Ümmü Seleme (r.a.)'den; "Rasubflfch (s.a.v.J Mekke'de iken çıkmak istediğinde Ümmü Seleme henüz beyti tavaf etmedi­ğinden tavafa çıkmak istedi. (Diğer bir rivayette: Ben (hac esnasında) hasta olduğumu Rasulullah (s.a.v.)'aarzettim.[176] Rasulullah (s.a.v.) Ümmü Sele-me'ye: Bineğinin üzerinde sabah namazı ikame edilirken tavaf et" dedi. Ümmü Seleme de kendisine söylenildiği gibi yapıp namaz kılmadan tavafa çıktı.[177]

Aişe (r.a.)'dan, şöyle dedi: "Biz hacca niyetlenmiş olarak çıkıp yol aldık. Nebi (s.a.v.) benim yanıma geldi. O sırada ben ağlıyordum.

- Neden ağlıyorsun? buyurdu. Ben de:

- Umreden men olundum, dedim. Rasulullah:

- Sen ancak Adem'in kızlarından bir kadınsın. (Allah) onlar üzerine ne yazdıysa, sana da onu yazmıştır...

Aişe: Bunun üzerine ben umreye katıldım, ta ki Mina'da geçirdiğim üçüncü günden sonra Mina'dan Muhassab denilen yere geldik. Rasulullah Abdurrahman'ı çağırdı:

- Haydi bacınla "Harem"e gidin, umre niyetiyle ihramla (tavaf ve sa'y ettikten) sonra ihramdan çıkınız ve ben sizi burada siz gelinceye kadar bekliyorum. Onun yanma gece yarısında geldik. Bize: Bitirdiniz mi? dedi. Ben de: Evet, dedim. Bunun üzerine Peygamber sahabilerine (Medine'ye) doğru yollanmaları çağrısında bulundu. İnsanlar ve sabah namazından önce beyti tavaf etmeyi bitirmiş olanlar sonra Medine'ye doğru yola koyuldu. [178]

İbrahim İbn Abdirrahman İbn Avfdan: "Ömer (r.a.) Nebi (s.a.v.)'in hanımlarına son haccında izin verdi. Onların beraberinde de Osman İbn Affan ve Abdurrahman'ı gönderdi.[179]

İbni Cüreyc'den: Erkeklerle beraber kadınların tavaf etmesini İbni Hi-şam'ın yasakladığını bize Atâ haber verdi. Cüreyc; erkeklerle beraber Nebi (s.a.v.)'in hanımları tavaf ettikleri halde o nasıl onları men eder, dedi. Ben de: Hicap emrinden önce mi sonra mı, dedim. Ata; nefsime yemin olsun ki ben buna hicap emrinden sonra şahit oldum.[180] Cüreyc; Nasıl erkeklerle karışık bir halde bulunuyorlar? Ata: Erkeklerle karışık halde bulunmuyorlardı. Aişe (r.a.) erkeklerden ayrı olarak onlara karışmadan tavaf ediyordu. Kadın: İlerle ey mü'minlerin annesi istilam yapalım, dedi. Aişe; sen ilerle deyip ka­bul etmedi. Kadınlar geceleyin tesettürlü olarak çıkıp erkeklerle beraber ta­vaf ediyorlardı. Fakat onlar beyte girdikleri zaman kalkarlar ta ki erkeklerin çıkıp onların içeri giımesi için. Ben ve Ubeyd İbn Ubeyr Sefoir dağının ya­nında komşumuz iken Aişe'nin yanına geliyorduk. Ata: Onun hicabı ne idi? dedi. O da: Üzerinde bir örtü bulunan küçük bir çadır idi. [181]Onunla bizim ara­mızda bundan başka bir şey yoktu. Üzerinde gül renginde bir elbise gör­düm. [182]

 

Cihada Katılma:

 

1. Buharı, Kitabu'l- Cihad bölümünde aşağıdaki babları zikretti: A. Kadınlara ve erkeklere cihad ve şehadet için dua babı: Enes İbni Malik(r.a.)'dan:

"Rasulullah (s.a.v.) Milhan kızı, Ümmü Haram'ın ziyaretine gelirdi... Rasulullah (s.a.v.) bir müddet uyudu. Sonra gülümseyerek uyandı. Ümmü Haram dedi ki:

- Ya Rasulullah neden gülüyorsunuz? diye sordum o da:

- Rüyamda bana ümmetimden bir kısmı şu deniz üstünde hükümdarla­rın tahtlarına kuruldukları gibi yahut tahtlarına kurulmuş hükümdarlar gibi binerek Allah yolunda deniz harbine gider halde gösterildi de ona gülüyo­rum, buyurdu. Ümmü Haram:

- Ya Rasulullah! Beni de o deniz gazilerinden kılması için Allah'a dua ediniz, diye rica ettim' dedi.

Rasulullah (s.a.v.) onun için dua etti. Sonra Rasulullah, başım yastığa koyarak bir müddet daha uyudu, sonra yine gülümseyerek uyandığında ben:

- Ya Rasulullah seni güldüren nedir? diye sordum. Rasulullah bu defa da Önce dediği gibi:

- Ümmetimden bir kısım mücahidlerin Allah yolunda gazaya gittikleri bana gösterildi, dedi.

Ümmü Haram der ki:

- Ya Rasulullah! Beni o gazilerden kılması için Allah'a dua et dedim. Rasulullah:

- Hayır, sen birincilerdensin, buyurdu."

Enes İbni Malik der ki: "Ümmü Haram bint Milhan, Muaviye bin Ebi Süfyan zamanında ve onun kumandasında tertib edilen deniz gazasına işti­rak ederek deniz vasıtasına bindi. Fakat denizden çıktığı sırada Ümmü Ha­ram bindirildiği hayvandan düştü ve gaza yolunda şehid oldu."[183]

B. Kadının denizde harb etmesi babı:

Enes (r.a.)'dan:

"Rasulullah (s.a.v.) Milhan kızının yanına geldi. Onun yanına biraz da­yandı, sonra güldü..." (Buhari burada Ümmü Haram kıssasına ait başka bir rivayet getirdi.)

rivayet getirdi.)

C. Kadınların harbe katılması: Enes (r.a.)'den:

"Uhud günü insanlar hezimete uğrayıp Nebi (s.a.v.)'in yanından dağıl­dıkları zaman... Ebu Bekir'in kızı Aişe ile Ümmü Süleym'i (mücahidler arasında) görmüştüm. Bu iki kadın elbiselerini çemremişlerdi; bacaklarının halhallarını görüyorduk. Bunlar sırtlarında kırbalar, çeviklikle su taşıyorlar, sonra bu suyu yaralıların ağızlarına döküyorlardı. Sonra kırbalar boşalınca süratle geri dönüp gelerek kırbaları dolduruyorlar, sonra gelip yaralı müca-hidlerin ağızlarına boşaltıyorlardı."[184]

Hafız İbni Hacer: ... Ben kadınların savaştığına dair, (yani kadınların savaşa katılımı ile ilgili hadislerde,' bir şey göremiyorum. İşte bundan dolayı İbni Münir, savaş için olan izin hadisten değildir. Burada kasdettiği onların gazilere yaptıkları yardımın savaşmak olarak kabul edilmesi veya kadınla­rın yaralı gazilere su dağıtmaları ve benzeri işleri yapmaları. Ancak burada kadınların kendilerini müdafaa etmek konumundaki durumları büyük ihti­mal dahilindedir."[185]

D. Kadınların su katlarını savaşta insanlara taşımaları: Salebe b. Malik'den:

"Ömer İbni Hattab (r.a.) kadınların bellerine bağladıkları kumaştan Me-dine'li kadınlardan bazılarına taksim etti. En iyi kumaş (mırt) sahipsiz kal­mıştı. Bunun üzerine yanında bulunanlardan bazısı: 'Ey Emirü'l-Mü'minin, bu kalanı yanında bulunan Rasulullah (s.a.v.)'in kızına ver. (Burada Ümmü Gülsüm'ü kastediyorlar) Ömer ise: 'Bunu almaya Ümmü Süleyt daha layık­tır. Ümmü Süleyt ise Rasulullah (s.a.v.)'e biat etmiş ensar kadınlarındandır. Ömer, şüphesiz ki o Uhud harbinde ağır su kablannı bizim için taşıyordu, dedi.[186]

E. Savaşlarda kadınların yaralıları tedavi etmesi babı: Rabi binti Muavviz'den:

"Nebi (s.a.v.) ile beraber harb ediyor, aynı zamanda yanlılara su verip tedavi ediyorduk."[187]

1. Kadınların cenazeleri ve yaralıları taşıması babı: Rabi binti Mııavviz'den:

"Biz Nebi (s.a.v.) ile beraber savaşıyor, kavme su veriyor ve hizmet ediyorduk. Aynı zamanda ölü ve yanlıları Medine'ye taşıyorduk."[188]

 

2. Sahihi Müslim'in Kitabu'l- Cihad Kısmında Aşağıdaki Bölümler Bulunmaktadır:

 

A. Kadınların erkeklerle barebar savaşması baba: Enes İbni Malik'den:

"Rasuiullah (s.a.v.), Ümmü Süleym, Ensardan bir grup kadın beraberin-deyken savaşıyordu. Kadınlar yaralıları tedavi edip su veriyorlardı."[189]

Enes'den:

"Ümmü Süleym, Huneyn günü iki yüzlü büyük bir bıçak edindi. Bu bıçak daima onun yanında bulunuyordu. Ebu Talha onu gördü de:

-  Ya Rasuiullah! İşte bu yanında bir hançer bulundurup taşıyan Ümmü Süleym'dir, dedi.

Rasuiullah (s.a.v.)'de Ümmü Süleym'e:

- Bu hançer nedir? diye sordu. Ümmü Süleym:

- Ya Rasuiullah! Ben bunu bugün için edinmişimdir. Müşriklerden biri yanıma yaklaşırsa bununla karnını deşerim, dedi. Rasuiullah (bu cevaptan memnun olarak) gülmeye başladı."[190]

B. Kadınlara atiyye verilip ganimetten muayyen bir pay ayrılmaması babı:

Hafsa binti Sirin'in Ümmü Atiyye el-Ensariyye'den:

"Ben Rasuiullah (s.a.v.) ile beraber onyedi gazvede bulundum. Ben mücahidlerin menzillerinde cephe gerisinde bulunurdum da onlar için ye­mekler yapar, yaralıları tedavi eder ve hastaların başında bulunurdum."[191]

Buharı de Hafsa binti Sirin'e ait rivayette, şöyle dedi:

"Bizler cariyelerimize bayram günü dışarıya çıkmayı yasaklıyorduk. Bir kadın gelip Beni Halef kasrında misafir oldu. Ona gidip konuştuğumda kızkardeşinin kocasının Nebi (s.a.v.) ile beraber muharebeye katıldığını ve kızkardeşi (Ümmü Atiyye)nin de kocasıyla birlikte altı muharebeye katıldı­ğını söyledi. Ayrıca hastalara baktıklarını ve yaralıları tedavi etiklerini de ilave etti.[192]

Yezid İbni Hürmüz'den:

(Harici reisi Necdet, İbni Abbas'a bir mektup yazdı da ona ihtiyaç duyduğu beş şeyi soruyordu. İbni Abbas: 'Bildiğim bir ilmi ketmetmen doğru olsaydı, Necdet'e bu suallerinin cevabım yazmazdım' dedi. Necdet, İbni Abbas'a şunları yazmıştı: Bana şunları haber ver:

1. Rasuiullah (s.a.v.) kadınlarla savaşa gider miydi?

2. Savaşa giden kadınlar için ganimetten muayyen bir hisse ayırır mıydı?

3. Harb sahasında düşman çocuklarını öldürür müydü? İbni Abbas da Necdet'e cevaben şöyle yazdı:

Bana mektup yazıp, Rasuiullah kadınlarla savaşa gider miydi? diye so­ruyorsun.

a. Rasuiullah kadınlarla savaşa giderdi. Kadınlar da savaşta yaralıları tedavi ederlerdi de kendilerine ganimetten atiyye verilirdi.[193]

b. Ama ganimetten muayyen bir hisseye gelince, Rasuiullah, kadınlar için böyle muayyen bir hisse ayırmamıştır.

c. Rasuiullah (s.a.v.) düşman çocuklarını öldürmezdi. [194]

 

3. İbn Sa'd'ın Tabakatü'l-Kübra'sında Hayber Gazvesine Katılmış Olan Kadınlarla İlgili Birçok Rivayet Vardır.

 

Haybere katılmış olanlardan Ümmü Sinani'I-EsIemiye şöyle dedi: "Rasuiullah (s.a.v.) Hayber savaşına gitmek için yola çıkmak üzereyken :

ben Rasulullah'a gelip: 'Ben seninle barebar çıkıp su kaplarını koruyayım ve hasta ve yaralıları tedavi edeyim -eğer yaralı olursa -olmazsa eşyaları ve çadırları koruyayım' dedim. Rasulullah (s.a.v.): 'Allah'ın izniyle çık, seninle beraber olabilecek ve benimle konuşup kendilerine izin verdiğim kendi kavminden ve başka kavimlerden arkadaşların var, sen istersen bizimle istersen kavminle birlikte savaşa katıl.' Ben de: "Seninle çıkmak istiyorum1 dedim. Rasulullah, 'o halde hanımım Ümmü Seleme ile birlikte ol.1 Ümmü Eslemiyye: 'Ben de Ümmü Seleme ile birlikte idim."[195]

Şu ana kadar ki rivayetlere Hayber savaşma katılan kadınların sayısı onbeşe ulaşmaktadır. Bunların isimleri:

Ümmü Sinani'l-Eslemiyye, Ümmü Eymen, Rasulullah (s.a.v.)'in cari­yesi Selma, Ebi Rafi'nin hanımı binti Sa'd el-Eslemiye, Ümmü Mut'a el Esle­miyye, Emine binti Kays el-Gıfariyye, Ümmü Amir el-Eşheliyye, Ümmü Dahhak binti Mes'ud, el-Harisiyye, Hind binti Amr İbni Haram, Ümmü Me-nii binti Amr, Ümmü Amara, Nesibe binti Ka'b, Ümmü Süleyt en Neccariye, Ümmü Atiyye el-Ensariyye Ümmü'1-Ala el-Ensariyye.

Buhari, Müslim ve Tabakatül-Kübra'da yer alan bazı rivayetler Ümmü Süleym'in Hayber gazvesine katıldığını teyid ediyor. Enes'den:

"Rasulullah (s.a.v.) Hayber gazvesine çıktı. Nebi (s.a.v.) Safiyeyi hürri­yete kavuşturdu ve onunla evlendi. Nihayet yol üzerinde iken Ümmü Sü-leym Safiyye'yi hazırladı. "[196]

Kanun koyucu Allah, erkeklere farz kıldığı gibi kadınlara cihadı farz kıl-mamıştır. Bunun sebebi ise cihadın aşın meşakkatli olması, kadının bedeni­ne ve duygularına uygun olmayan sertlik ve şiddete ihtiyacının olmasıdır. Kanun koyucu kadınıcihad konusunda serbest bırakmıştır. Eğer erkekler ci-had için yeterli ise kadınlardan da kendisini sertliğe alışık hisseden için te-tavvu babından cihad izni verilmiştir. Tabii ki bu cihadın farz-ı kifaye oldu­ğu durumdadır. Ama farz-ı ayın olduğu -erkeklerin ihtiyaca yetmediği du­rumda ise- cihada katılabilecek kapasitedeki kadınlara cihad farz olur. Böylelikle şeriat kadının ulaşmak istediği soyluluğa, cömertliğe engel olma­mış bilakis onun bütün çıkış yolarını açık bırakmıştır.

Hafız İbni Hacer, İbni Battal'ın şu sözünü nakletti: "Cihad, kadınların üzerine vacip değildir. Fakat Rasulullah (s.a.v.)'in: "Siz kadınların cihadı hac yapmaktır' sözü kadınların tetavvu olarak da olsa cihada katılamayacakları anlamına gelmez. Sadece onlara cihad farz olmamış demektir. "[197]

 

İyiliği Emretmek Ve Kötülükten Sakındırmak Esnasında Buluşma:

 

Allahu Teala şöyle buyurdu:

"Mü'min erkeklerle mü'min kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, Allah ve Rasulüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah, azizdir ve hikmet sahibidir." (Tevbe, 71)

Cabir'den:

"Ümmü Mübeşşir el-Ensariyye kendisine ait bir hurmalıkta iken yanına Peygamber (s.a.v.) geldi ve kadına:

- Bu hurmalığı kim tesis etti, müslim mi, kâfir mi? diye sorar. Kadın: Kadın:

- Müslim diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber:

- Bir müslüman bir ağaç diker, bir ekin eker ve onun mahsulünden her­hangi bir insan, bir hayvan veya herhangi birşey yerse o mahsul ağacı diken veya eken müslim kimse için muhakkak bir sadaka olmuştur, buyurdu."[198]

İbni Abbas (r.a.)'dan:

"Nebi (s.a.v.) hacdan döndüğü zaman Ümmü Sinen el-Ensari'ye: 'Hacca bizimle beraber çıkmana ne mani oldu?' diye sordu. Ümmü Sinen: 'Ebu Fulan (kocasını kastediyor), onun su taşıyan iki devesi vardı, birisinin üze­rinde kendisi hac yaptı, diğeri ise araziyi suluyordu.' Rasulullah:

- Ramazan ayında umre edilmesi (sevapça) bir hac yerine geçer, yahut benimle haccetmeğe muadildir" buyurdu.[199]

Aişe şöyle dedi:

"Rasulullah (s.a.v.) -Amcası Zübeyr'in kızı Dubaa'nın (Zübeyr'in kızı Mikdad İbni Esved'in nikâhı altında idi.) Yanma girdi ve ona: Herhalde hacca gitmek istedin? diye sordu. Dubaa da: '(Evet Öyledir, fakat) Vallahi kendi­me de hastalık hissediyorum,' dedi. Rasulullah ona: 'Sen Hacca git (ihramına girişte niyet ederken) Ya Allah! Beni hac menasikini ifadan menettiğin yerde ihramdan çıkacağım diyerek şart kıl, buyurdu.[200]

Enes İbni Malik (r.a.)dan: "Nebi (s.a.v.) çocuğunun kabrinin yanında (avaz avaz) ağlamakta olan bir kadının yanından geçmişti ve o kadına:

- (Ey Allah'ın mahluku kadıncağız) Allah'ın gadabmdan kork ve sabrey-le (çığlık koparma!) buyurdu.

Kadın:

-  Haydi benden uzaklaş, sen benim musibetim ile musab değilsin ki, demişti.

Halbuki kadın, Rasulullah (s.a.v.)'i tanımıyordu. Kadına denildi ki:

- Bu zat Nebi (s.a.v.)'dir. Bunun üzerine kadın, Nebi (s.a.v.)'in (hane-i saadetleri) kapısına geldi. Kadın, (saray kapıları gibi) Peygamber'in kapısı yanında kapıcılar, gözcüler bulamadı (hemen huzura girdi) ve:

-  Ya Rasulullah! Seni bilemedim (beni affediniz) dedi. Rasulullah, sabrın kemali musibetin birinci darbesi sırasında (tahammül edebilmek)dir, buyurdu."[201]

Buharı bu hadisi (erkeğin kadına mezarın yanında sabret demesi) ne ait babta kısaca zikretti.

Hafız İbni Hacer: "Zeyn İbni münir hadisten alınabilecek fayda konu­sunda şöyle dedi: 'Adam' sözünü, burada kastedilen şeyin sadece Nebi (s.a.v.)'e ait olmadığım ifade etmek için kullanmıştır. Bu konuyu fıkıha göre tercüme ettiğimizde konu 'iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırma' kabul edildiğinden, bu gibi konularda erkeklerin kadınlara hitabının caiz oduğu şeklinde olur."[202]

Ubeyd İbni Umeyr'den:

Ümmü Seleme şöyle dedi: Ebu Seleme öldüğü zaman: Gurbet ilinde iken ölen bir garib! Vallahi ona dillere destan yapılacak bir şekilde ağlayacağım deyip ona ağlamak için hazırlanmıştım. Bu sırada Medine köylerinden bir kadın çıkageldi. Benimle birlikte ağlamak istiyordu. Hemen kendisini Rasulullah (s.a.v.) karşıladı ve iki kere: "Allah'ın şeytanı çıkarmış olduğu bir eve (tekrar) şeytan mı sokmak istiyorsun? buyurdu. Bunun üzerine ben ağlamaktan vazgeçtim ve artık ağlamadım."[203]

Aişe (r.a.)'dan:

"Nebi (s.a.v.)'e İbnu Harise, Cafer ve İbni Ravaha'nın şehadet haberleri geldiğinde Rasulullah mescidde oturdu. Kendisinde hüzün ve keder alamet­leri görülüyordu. Ben kapının görülebilecek bir aralığından kendisine bakı­yordum. Bu sırada Rasulullah'a bir adam geldi ve Cafer'in kadınları ağlaşı­yorlar dedi ve nevha ile ağlaştıklarını zikretti. Rasulullah da kadınları bu çığlıktan nehyetmesini emretti, o da gitti. Arkasından onun sözünü dinleme­dikleri için ikinci defa geldi. Rasulullah, kadınları ağlaşmaktan menet dedi. Üçüncü defa geldi ve:

- Ya Rasulullah! Vallahi kadınlar bize galebe ettiler, dedi. Ravi Amre, Hz. Aişe'nin 'Rasulullah o adama, 'haydi git, bu kadınların ağızlarına toprak saç buyurdu' dediğini nakletti.

Aişe şöyle demiştir: "Ben o adama dedim ki: 'Allah seni zelil etsin. Vallahi sen ne Rasulullah'ın bana verdiği emri yerine getirdin ne de keder içinde bulunan Rasulullah'ı kendi haline bıraktın."[204]

Aişe'den:

"Nebi (s.a.v.)'nin kadınları geceleyip defi hacet için Medine haricindeki geniş arazilere çıkmak istedikleri vakit çıkarlardı. Ömer ise Nebi (s.a.v.)'e hitaben: Kadınlarını perde arkasına al, derdi. Fakat Rasululîah (s.a.v.) bunu yapmazdı. Derken Peygamber'in zevcesi Şevde binti Zem'a gecelerden bir yatsı vaktinde dışarıya çıktı. Kendisi uzun bir kadın idi. Ömer de hicab emrinin indirilmesini şiddetle arzu ederek kendisine hitaben:

-  Ya Şevde! Haberin olsun ki biz seni tanıdık, diye nida etti. Bunu takiben Aziz ve Celil olan Allah hicab emrini indirdi."[205]

Aişe (r.a.)'dan:

"Şevde, hicab âyeti nazil olduktan sonra tabii ihtiyacını yerine getirmek için evden dışarıya çıkmıştı. Şevde, vücutça iri yapılı bir kadındı. Bundan dolayı daha evvelden onu tanıyanlara -örtü içinde olsa da- gizli kalmazdı. Ömer İbni Hattab onu görünce:

- Ya Şevde! Vallahi sen bize tanınmamış değilsin. Düşünsene, sen ne cesaretle evinin dışına çıkıyorsun? dedi.

Aişe der ki: Bunun üzerine Şevde evine dönüp geldi. O sırada Rasulullah (s.a.v.) benim odamda bulunuyor ve akşam yemeği yiyordu. Elinde çje etli bir kemik vardı. Bu halde iken Şevde girdi ve:

- Ya Rasulullah! Ben ihtiyacım için evimden dışarı çıkmıştım. Ömer bana şöyle şöyle diyerek itiraz etti, diye şikayet etti.

Aişe der ki: Bunun üzerine Peygamber'e vahiy geldi. Sonra kendisinden vahiy hali kaldırıldı. Rasulullah elinde tutmakta olduğu et parçasını yere koymaksızm: "Siz kadınlara, lüzum ve ihtiyacınız için evlerinizden dışarıya çıkmanıza izin verilmiştir, buyurdu."[206]

Ömer (r.a.)'dan:

"Bir gün Ömer Hafsa'nın yanına vardı ona: 'Ey kızım, muhakkak ki sen Rasulullah'dan çok şey taleb edip onun bütün gününü öfkeli, kızgın bir şekil­de geçirmesine sebep oluyorsun,' dedi. Hafsa da Ömer'e: 'Allah'a yemin olsun ki biz hepimiz ondan bir takım isteklerde bulunuyoruz, dediğinde ben de kendisine, sen de biliyorsun ki ben seni Allah'ın vereceği cezadan ve Ra­sulullah (sav)'in öfkesinden sakındırmaya çalışıyorum dedi. Bunun arkasn-dan daha sonra yakınlığım olması dolayısıyla, Ümmü Seleme'nin yanına vardım. Ve kendisiyle konuştum, dedi. Ümmü Seleme, konuşmamdan son­ra: 'Sana hayret ediyorum ey İbni Hattab, görüyorum ki herşeye karışıyor­sun, öyle ki şimdi de Rasulullah (s.a.v.) ile hanımlarının arasına girmek istiyorsun. Öyle alındım ki bu hareketinden, Allah'a yemin olsun söylemek istediğim bazı şeyleri söylememe ve maksadımı ifade etmeme engel oldun dedim. Ümmü Seleme'nin yanından çıktım.

Müslim'de yer alan diğer bir rivayette Ömer (r.a.) şöyle dedi: "Aişe'ye vardım: 'Ey Ebu Bekir'in kızı, senin şanın Rasulullah'a eza edecek dereceye vardı mı?1 dedim. Aişe de: 'Benden sana ne ey Hattab'ın oğlu, sen kendin çok kıymetli kızına bak!.."[207]

Sübey'a binti Haris'den:

"Sübey'a Sa'd İbni Havle'nin nikâhı altında idi... Sa'd İbni Havle, Pey-gamber'in Bedir savaşında bulunmuş, Sübey'a hamile iken veda haccında vefat etmiş, kocasının vefatından dört ay geçmeden evvel doğurmuş ve nifasmdan kalktığında isteyenleri için süslenmiş bu sırada Abduddar oğullarından bir zat olan Ebu's-Senabil kendisini süslenmiş görünce şöyle demiş: Ne o, seni süslenmiş görüyorum, zannederim ki nikâh arzu ediyor­sun? Hiç şüphesiz sen üzerinden dört ay on gün geçmedikçe evlenemez-sin."[208]

Cabir İbni Abdillah'dan:

"Benim teyzem boşanmıştı. Akabinde kendisi, kendi hurmalarının mey­velerini kesmek istedi. Fakat birisi onu dışarı çıkmaktan men etti. Bunun üzerine teyzem Peygamber'e geldi, Peygamber (s.a.v.) ona: 'Evet, sen kendi hurmalarını kes, çünkü senin tasadduk yapman, yahut bir iyilik işlemen ümit edilir'buyurdu."[209]

İbni Abbas'dan:

"Allah'ın Peygamber'i ile birlikte fıtır bayram namazında hazır bulun­dum. Sonra erkeklerin saflarını yara yara kadınların saflarına kadar gitti. Bilal de beraberinde idi. Bilal:

- Babam anam size feda olsun! Haydi gelin atın, dedi."[210] Amr İbni Seleme babasından şöyle rivayet etmiştir:

"Buraya ben, Allah'a yemin olsun ki Peygamber (s.a.v.)'in yanından geliyorum. 'Şu namazı şu vakitte kılınız. Eğer namaz vakti gelirse sizden biriniz ezan okusun ve Kur'an'ı en çok bileniniz de imam olsun dedi. Aralarında konuştular baktılar ki Kur'an'ı benden daha iyi bilen çıkmadı. Bunun üzerine beni önlerine imam olarak geçirdiler, ben o vakitte altı veya yedi yaşlarında bir çocuktum, üzerimde dikilmiş bir örtü vardı. Ben secdeye gidince bu örtü vücuduma (dar olduğu için) yapışırdı. Mahalleden bir kadın benim avret yerlerimin göründüğünü farkedince: 'İmamınızın avret yerleri­ni örtünüz!' dedi. Hemen kumaş alıp, bana bir gömlek diktirdiler. Bu gömleğe sevindiğim gibi hiç birşeye bu kadar sevinmedim."[211] Kays İbni Ebi Hazim'den:

"Ebu Bekir, kendisine Zeyneb binti Muhacir denilen Ahmes kabilesin­den bir.kadının yanına vardı. Kadının konuşmadığını gördü. Bunun üzerine kadının niçin konuşmadığını sordu. Orada bulunanlar: 'Bu kadın konuşma­dan hac yapmayı adamış1 dedi. Ebu Bekir kadına: 'konuşman lazım, bu sana helal değildir, çünkü bu cahiliye adetlerindendir,' dedi. Bunun üzerine kadın 'sen kimsin' dedi. Ebu Bekir, Muhacirlerden birisiyim,' deyince; kadın: 'hangi muhacirlerdensin?' dedi. O da: "Kureyşten" dedi. Kadın, 'Sen hangi . Kureyştensin?' dedi. Kadının, bu sorularından bunalan Ebu Bekir: 'Gerçekten sen de çok soru soruyorsun. Ben Ebu Bekir'im' dedi. Kadın: 'Peki Allah'ın cahiliyeden sonra bizim yapmamızı istediği salih iş nedir?' Ebu Be­kir: 'İmamlarınızın sizin yapmanızı önerdikleri şeylerdir.' Kadın; 'İmamlar kimdir?' deyince Ebu Bekir: 'Senin kavminde reisler, ileri gelenler yok mu? Bunlar size emredince onlara itaat etmiyor musunuz?' dedi. Kadın: 'Evet, Öyledir,' dedi. Ebu Bekir: 'İşte bunlar insanların imamları (önderleridir) 'de­di:'[212]

Zübeyr'in azadlısı Yuhannes'den:

"... Kendisi Harra fitnesi zamanında Abdullah ibni Ömer'in yanında oturuyordu. O sırada Abdullah'ın bir kadın azadlısı Abdullah'ın yanına gelip selam verdikten sonra:

Ben Medine'den çıkmak istiyorum, ya Eba Abdurrahman! Zaman bize pek çetin oldu, dedi. Bunun üzerine Abdullah, o kadına:

Otur ey ahmak kadın (Medine'den çıkma); çünkü ben Rasulullah (s.a.v.)'den işittim: "Medine'nin zorluk ve şiddetine sabır eden herhangi bir kimse için ben kıyamet gününde muhakkak bir şefaatçi veya bir şahid olurum" buyurdu.[213]

Zeyd İbni Eslem'den:

"Abdulmelik bin Mervan, muhtelif ev eşyalarını Ümmü Derda'ya gön­derdi. Bir gece Abdulmelik uyandı, kalkıp hizmetçisini çağırdı, Hizmetçi onun yanına biraz gecikerek geldi, yavaş davranmasına kızarak ona lanet okudu. Sabah olunca Ümmii Derda Abdülmelik'e: Senin geceleyin hizmetçini çağırdığında onu lanetlediğini duydum.' Ümmii Derda: Rasulul-lah'ın (s.a.v.): 'Lanet edenler kıyamet gününde şefaatçiler ve şahidler ola­maz' dediğini, naklettiğini duydum' dedi."[214]

Ebi Nevfel'den:

"... Ayakkabılarını aldıktan sonra kibirlenerek süratle gitti. Nihayet (Esma binti Ebi Bekir)'in yanına girdi ve:

- Allah'ın düşmanına yaptığım muamelede beni nasıl gördün? dedi. (Burada onun oğlu Abdullah İbni Zübeyr'e hitaben: 'Ey Zatu'n-Nitakeyn'in oğlu diyormuşsun. Allah'a yemin ederim ki Zatu'n-Nitakeyn işte benim. Ben o iki nitakın biri ile Rasulullah (s.a.v.)'in yiyeceği taamı ve Ebu Bekir'in yiyeceği taamı hayvanların erişemeyeceği yere kaldırıp yükseltiyordum. Diğerine gelince o da kadın kısmının kendisinden müstağni olamayacağı zaruri entarisidir. Haberin olsun ki Rasulullah (s.a.v.) bize şu sözleri tahdis etmiştir: 'Muhakkak ki Sakif kabilesinden bir büyük yalancı bir de kan dökü­cü çıkacaktır.' Yalancıyı gördük. Kan dökücünün kimseye senin olduğunu zannediyorum' dedi. Esma'nın bu sözleri üzerine Haccac onun yanından kalktı ve bir daha yanına dönmedi."[215]

Bir marufun istenmesi veya önerilmesi esnasında karşılama Cabir İbni Abdillah (r.a.):

"Ensardan bir kadın Rasulullah (s.a.v.)'e şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Rasulü senin için üzerinde oturabileceğin bir şey yaptırabilir miyim? Benim oğlum marangozdur.' Rasulullah: 'Eğer istersen yaptırabilirsin.' Rasulutlah bir minber yaptırdı. Nebi (s.a.v.) Cuma günleri o kadının yaptırdığı oturağa oturuyordu."[216]

Enes İbni Malik'den:

"Medine ahalisinin cariyelerinden biri Rasulullah (s.a.v.)'in elinden tu­tup bir süre giderlerdi."[217]

Hafız İbni Hacer: "Ahmed'in rivayetinde (yani müsned-i Ahmed İbni Hanbel) İhtiyacı için onunla giderdi dedi."'" Nesai Abdullah İbni Ebi Evfa rivayet etti ki:

"Rasulullah (s.a.v.) miskinlerle ve dul kadınlarla beraber yürümekten kaçınmazdı (kibre kapılmazdı). Onların ihtiyacını giderir, isteklerini yerine getirdi."[218]

Enes (İbni Malik)'den:

Aklı kıt bir kadın: Ta Rasulullah! Benim sana gizli bir ihtiyacım var' dedi. Rasulullah (s.a.v.): Ya Ümmü fülan! Dar yolların hangisini istersen, orada seni dinleyeyim1 dedi. Müteakiben Rasulullah yolların birinde o kadınla çekildi. Nihayet kadın sormak istediğini sorup ihtiyacından fariğ oldu."[219]

Ebu Bekir'in kızı Esma'dan:

"... Ben Rasulullah'ın Zübeyr'e ayırıp vermiş olduğu arazisinden hurma çekirdeklerini başımın üstünde taşırdım. Bu hurmalık, Medine'deki evim­den bir fersahın üçte ikisi kadar uzaklıkta idi. Yine böyle bir gün, başımda hurma çekirdeği yüklü olarak evime gelirken yolda Rasulullah'a yetiştim; yanında sahabilerinden bir takım kimseler vardı. Rasulullah (s.a.v.) beni ça­ğırdı. Sonra beni arkasına, terkisine bindirmek için devesine, 'Ih ıh', dedi. Fakat ben erkeklerle bareber havanın arkasına binmiş olarak yolculuk et­mekten utandım. Zübeyr'i ve onun kıskançlığını hatırlattım. İnsanların en kıskancı idi. Rasulullah (s.a.v.) benim utandığımı anladı ve gitti."[220]

Fethu'l-Bari'de Mühelleb: "Hadiste... kadının erkeklerin bineğinde arkada yer almasının caiz olduğu hükmü vardır."[221]

İbni Abbas (r.a.)dan:

"Nebi (s.a.v.) ile birlikte fıtır (bayramı) namazında hazır bulundum... Sonra erkeklerin saflarını yara yara kadınların saflarına kadar gitti. Bilal de bareberinde idi. Rasulullah: 'Sadaka verin,' dedi. Bilal elbisesini yaydı, onlar halkalarını, yüzüklerini Bilal'in elbisesinin içine atmaya başladılar."[222]

Harice bin Zeyd ibni Sabit'den:

Ümmü Ale (onların hanımlarından birisi) Nebi (s.a.v.)'e biat etti. Nebi (s.a.v.)'e muhacirlerin yanlarında kalacakları ensarı seçmek için yapılan kur'ada kendisine Osman ibni Maz'un'un çıktığını haber verdi.

"Ümmü Ala': "Osman bizim yanımızda şikayette bulundu. Ben onu hasta haldeyken ölünceye kadar baktım. [223]

Enes İbni Malik'den:

"Eşlem kabilesinden bir genç geldi ve:

-  Ya Rasulullah! Ben gazaya gitmek istiyorum; fakat bende teçhizat yapabileceğim hiç birşey yoktur, dedi. Peygamber (s.a.v.) ona:

- Filan kimseye git, çünkü o bütün teçhizatlarını hazırlamış, akabinde de hasta olmuştu, dedi.

Bunun üzerine genç mücahid, bu hasta zata gitti ve:

- Rasulullah sana selam söylüyor ve kendin için hazırladığın cihad teç­hizatlarını bana vermeni emir buyuruyor, dedi.

O hasta zat karısına hitaben:

- Ey fılane! Kendim için hazırladığım tezcihatımı bu gence ver ve ondan hiçbir şey bırakma. Allah'a yemin ederim ki ondan hiçbirşey bırakıp alıkoy­mazsan o hususta senin lehine bereketler halk olunur,' dedi.[224]

Ebu Hureyre'den:

"Bir zenci kadın veya erkek, mescidi süpürürdü."

Buhari'ye ait bir rivayette ise onun kadın olduğunu sanıyorum [225]dedi. Nebi (s.a.v.) öldükten sonra onu sordu. Yanındakiler:

- O öldü, dediler.

Rasulullah: Bana onun vefatını haber vermeli değil miydiniz? Bana onun kabrini gösteriniz, dedi.

Kabre geldi ve o kadının kabri üzerine cenaze namazı kıldı."[226] Hafız İbni Hacer, bu hadiste görüldüğü üzere bu kadının kendisini mes­cidin hizmetine adamasının doğruluğu Nebi (s.a.v.)'in onayı iledir.[227] Esma'dan:

"... Bana bir adam geldi de:

- Ya Ümmü Abdillah! Ben fakir bir kimseyim. Ben senin evinin gölge­sinde alış-veriş etmek istiyorum dedi.

Esma der ki:

-  Ben şayet şimdi sana ruhsat verirsem, Zübeyr bunu kabul etmez. Binaenaleyh sen bunu Zübeyr burda iken gel de o zaman onun yanında ben­den iste dedim.

Nihayet geldi ve:

- Ya Ümmü Abdillah! Ben fakir bir kimseyim. Senin evinin gölgesinde alış-veriş etmek istiyorum, dedi.

Esma:

- Koca Medine'de benim evimi mi buldun? dedi. Bunun üzerine Zübeyr Esma'ya hitaben:

- Sana ne oluyor ki alış-veriş yapacak fakir bir adamı men ediyorsun? dedi.

Neticede o zat, kazanıncaya kadar orada alış-veriş yaptı. Ben kendisine bir cariye sattım. Müteakiben yanıma Zübeyr geldi. Sattığım cariyenin bedeli de henüz kucağımda bulunuyordu. Zübeyr:

- Onu bana hibe et, dedi. Esma:

- Ben onu tasadduk etmişim, dedi."[228] Zeyd İbni Halid (r.a.):

"Her kim Allah yolunda gaza edecek bir askeri -gerekli teçhizatını tedarik edip- hazırlarsa, o da gaza etmiş olur.

Müslim'in rivayetinde: "Yine her kim o gazinin ailesi hakkında namus­luca onun yerini tutar (yani gerideki ailesine ve işlerine bakar)sa o da gaza etmiş (gibi) olur."[229]

Abdullah İbni Amr İbni As'dan:

"... Rasulullah (s.a.v.) minberde ayağa kalktı ve: 'Bu günden sonra hiçbir kimse kocası yanında olmayan bir kadının yanına girmesin. Ancak berabe­rinde bir yahut iki kimse bulunursa girebilir1 buyurdu."[230]

Bureyde'den:

"Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: 'Mücahidlerin kadınlarına hürmet etmek vazifesi, geride kalanlar üzerine, analarına yapacakları hürmet gibi­dir. Geride kalanlardan herhangi bir kimse mücahidlerden birinin ailesinin işlerini görmek ve yardım etmek üzere ona halef olur da mücahidin ailesi hususunda mücahide hainlik yaparsa, o hain kıyamet gününde muhukkak tevkif olunacak da hıyanet ettiği mücahid onun amelinden istediğini alacaktır. Kendisine hasenelerden birşey bırakacağını mı zannediyorsu­nuz?"[231]

Cabir İbn Semure'den:

"Rasulullah (s.a.v.) kısa boylu, saçı dağınık, adaleleri iri, yalnız göbe­ğinden aşağısı bir izarla Örtülü olan zina etmiş bir adam getirildi. Rasulullah (s.a.v.) onu iki kere reddetti. Sonra onunla ilgili emrini verdi ve bu zat recm edildi. Müteakiben Rasulullah: 'Biz Allah yolunda gaziler olarak sefere çık­tığımız zamanlarda sizlerden biri (sefere katılmayıp) arkada kalır, tekenin çıkardığı ses gibi şehvetle ses çıkarır. Kadınlardan birine az birşey verir (ve onu böylece aldatır). Allah böyle birini elime düşürürse, ben ona muhakkak ondan sonrakilere ibret olacak bir ceza tatbik ederim, buyurdu."[232]

Son olarak zikrettiğimiz dört hadisin hepsi erkeklerin kocasını kaybet­miş kadınlara yaptıkları yardımı tekid ediyor. Birinci hadis: Bu yardımın fa­ziletini, ikincisi, bu yardımın yapılması sırasında takınılması gereken tavrı, üçüncüsü ve dördüncüsü ise; görünüşte yardım ediyor gibi olan fakat için­den hiyanet etmeyi arzulayanın cezasını belirliyor.[233]

 

Eş Arama Ve Dünürcülük Esnasında Ve Evlilik Akdinde Görüşme

 

1. Erkeğin esini araması sırasında görüşmesi: Sehl İbni Sad (r.a.)'dan:

"Rasulullah (s.a.v.)'e bir kadın gelerek: 'Ya Rasulullah, ben size nefsimi hibe etmek için geldim,' dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) kadına ba­karak onu tepeden tırnağa süzdü. Sonra başını eğdi. Kadın kendisi hakkında bir hüküm vermediğini görünce oturdu. Diğer bir rivayette ise: Rasulullah şöyle dedi: Bugün için benim kadına ihtiyacım yoktur."[234]

Hafız İbni Hacer (bu hadis hakkında) şöyle diyor:

"Kadına dünürcülük yapılmadan, evlendirmeye dair bir isteği Öne çıkar­madan onunla evlenmek maksadıyla kadının güzelliğine bakılmasının caiz olması..."2!6hadisteki faydalardandır. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) onu tepe­den tırnağa süzdü. Hadisin bu bölümündeki üslubunda bu konudaki mübala­ğaya yer verilmiştir. Rasulullah onu istediğini ve dünürcü olduğunu söyle­medi, ona şöyle dedi: "Benim kadınlara ihtiyacım yoktur." Burada kadında hoşuna giden birşey gördüğünde onu kabul edebileceğini belirtmemiş olsa bile yapılan mübalağalı bakışta cevaz vardır.

Daha sonra Hafız İbni Hacer, hadisin ifade ettiği başka ihtimaileri de zikretti. Fakat biz burada evlenmesi istenilen kadına bakmaya davet eden delillerin onayladığı görüşü tercih ediyoruz. Aşağıdaki hadislerin de onayla­dığı gibi kadın ardayanm konumu ile evlenmeyi talep eden erkeğin konumu birbirine yakındır.

İbrahim ibni Sad'ın babasından onun da dedesinden rivayet ettiğine göre Medine'ye geldiklerinde, Rasulullah (s.a.v,) Abdurrahman ve Sad ibni Rabi'yi kardeş ilan etti. Bunun üzerine Sad İbni Rabi, Abdurrahman'a şöyle dedi: "Ben ensann en çok mala sahip olanıyım, malımı hemen ikiye ayırıyo­rum. Benim iki tane hanımını var ikisine de bak, hangisi hoşuna giderse bana söyle onu boşayayım, hemen akabinde de iddeti dolunca onunla evlen." O da dedi ki: "Allah malını ve aileni sana bağışlasın."[235]

Hafız İbni Hacer; "bu hadiste erkeğin kadına evlenmek amacıyla bak­masının caiz olduğu hükmü vardır, dedi."[236]

Enes (r.a.)'dan rivayet olundu ki:

"Rasulullah (s.a.v.) Hayber gazasını yapmış. Hayber'i zor yoluyla aldık. Esirler toplandı. Nebi (s.a.v.)'e bir adam gelerek: 'Ey Allah'ın Peygamberi, Dihye'ye Kurayza ile Nadir'in reisi Huyey'in kızı Safiye'yi mi verdin? O ancak sana yaraşır,1 dedi. Rasulullah: 'Onu Safiye ile birlikte çağırın' buyurdu. Müteakiben Dihye, Safiye'yi getirdi. Peygamber Safiye'yi görün­ce: 'Sen esirlerden bundan başka bir cariye al,1 buyurdu. Nebi (s.a.v.) onu azad ederek onunla evlendi."[237]

2. Kadının es arama sırasında yaptığı buluşma;

Sabit Bünani der ki: "Bir kere Enes (ibni Malik)'in yanındaydım. Mecliste Enes'in kızı da bulunuyordu. Enes şöyle dedi: 'Bir gün Rasulul-lah'ın huzuruna bir kadın gelerek nefsini arzetti: Ya Rasulullah, bana ihtiya­cın var mı?' dedi. Bunu Enes'in kızı işitince: 'Bu ne hayası kıt kadınmış? Vay bu ne fuhuş ve rezalet vay bu ne fuhuş ve rezalet?'dedi. Enes İbni Malik: 'Kızım öyle söyleme' emin ol o kadın senden hayırlıdır. Çünkü o Rasulullah'ın peygamberliğine rağbet edip onun ailesine katılabilmek için kendisini Rasulullah'a arz ve teklif etmiştir,' dedi.[238]

Buharı bu hadisi bir kadının salih ve iyi bir kimseye iyi halinden dolayı kendisini tekîif etmesine ve nikâhla almasını temenni eylemesine dair açtığı babta zikretmiştir.

Fethu'l-Bari'de, İbnü Münir'in haşiyesinde şöyle dediği söylendi: "Buhari'nin kendisini teklif eden kadın kıssasındaki özel durumu anlayınca, hadisten olmayan başka bir hüküm çıkarması onun hoş manalı sözlerinden-dir. Onun çıkardığı hüküm ise, kadının saîih ve iyi bir kimseye iyi halinden dolayı kendisini teklif etmesinin caiz olmasıdır. Bu onun için caizdir."[239]

Hafız İbni Hacer: Kendisini Rasulullah (s.a.v.)'e teklif eden kadm hadi­sine göre, her kim kendisinden daha yüksek mertebede olan biriyle evlenme­ye niyetlenirse, bu niyetinde bir arsızlık ve hayasızlık yoktur. Özellikle de bunu sahih bir hedef veya doğru bir amaç için dini üstünlük olması veya bu teklifi yapmadığında mahzurlu bir duruma düşmesinden korktuğu bir eğilim olması halinde de bir arsızlık ve hayasızlık yoktur"[240]der.

İbni Dakik'il-İyd: "Bu hadiste kadının kendisini bereketini umduğu yani iyi olacağını kestirdiği kişiye teklif etmesinin delili vardır, dedi."[241]

3. Dünürcülük teklifi sırasında buluşma:

(İddetin süresi, kocası Ölenin iddeti, üç talakla boşanmış olanın iddeti)

Allahu Teala şöyle buyurdu:

"Kadınlarla evlenme hususundaki düşüncelerinizi üstü kapalı bir biçimde anlatmanızda veya onu içinizde gizli tutmanızda size günah yoktur. Allah bildi ki, siz onları anacaksınız. Lakin güzel sözler söylemeniz müstes­na, sakın onlara gizlice buluşma sözü vermeyin. Farz olan bekleme müddeti dolmadan nikâh kıymaya yeltenmeyin. Bilin ki Allah gönlünüzdekileri bilir. Allah'tan sakının. Şunu iyi bilin ki Allah gafurdur, halimdir. (Bakara; 235). Celaleyn, tefsirinde dünürcülük teklifi için şu manada sözler zikredil­miştir: İnsanın şöyle söylemesi gibi, hakikaten sen güzelsin senin gibisini kim bulacak, belki seni isteyen biri vardır.

Fatıma binti Kays'dan rivayet olundu ki:

"Kocam bu Amr b. Hafs. b. Muğire beni boşadığını haber vermek için Ayyaş b. Ebi Rabia'yi bana gönderdi. Onunla beş ölçek kuru huma, beş ölçek de arpa yollamış. Ben:

- Nafakam yalnız bundan mı ibaret? İddetimi sizin evinizde geçirmeye-cek miyim? dedim. Ayyaş: 'Hayır!' cevabını verdi. Bunun üzerine hemen elbisemi kuşanarak, Rasulullah (s.a.v.)'e gittim. Bana: 'Kocan seni kaç defa boşadı' diye sordu.

- Üç defa! dedim.

- Doğru söylemiş sana nafaka yoktur! İddetini amcaoğlun İbni Ümmi Mektum'un evinde bekle; çünkü onun gözü görmez, yanında çarşafını atabi­lirsin, iddetin bittiği vakit hemen bana haber ver! buyurdular."

Diğer bir rivayette ise:

"Ona benden başkasını öne almasın diye haber saldı."[242]

Nevevi: "Hadiste üç talakla boşanmış kadına dünürcülük teklifinin caiz olduğu hükmü vardır, bu bizim fıkhımızda (Şafiilikte) doğru olandır" der.[243]

"Rasulullah (s.a.v.)'in dostu Üsame b. Zeyd için Fatıma binti Kays'a ev­lilik teklifinde bulunmasında bir acaiplik yoktur. Gerçekten o ilk hicret e-denlerdendi. Aynı zamanda zekası ve güzeliği vardı."

(Kadınlarla evlenme konusundaki düşüncelerinizi üstü kapalı bir biçim­de anlatmanızda size günah yoktur) âyetinin tefsîri konusunda İbni Abbas Rasulullah'ın şöyle dediğini rivayet etti:

"Ben evlenmek istiyorum, evleneceğim kadımnsaliha bir kadın olması­nı arzu ediyorum" buyurdu.[244]

Taberi, tefsîrinde evlilik teklifinin nasıl yapılacağı konusunda bir çok. rivayetler zikretti. İşte bunlardan bazısı:

İbni Abbas'tan rivayet olundu ki:

"Ben şöyle şöyle özellikleri olan kadım severim. O özellik ise kendisine söz ve iyilikle teklif yapılmasıdır."

Mücahid'in şöyle dediği rivayet olundu: "Sen gerçekten güzelsin sen çok teklif alansın, sen hayırdasın" diyor.

Kasım İbni Muhammed'den yapılan rivayette ise şöyle der:

"Ben sana istekliyim, ben sana dükünüm, sen benim hoşuma gidiyorsun ve bu gibi benzeri sözler."

Essuddi'den rivayet olundu ki: "İçeriye girmesi ve selam vermesi isterse hediye vermesi, hiç birşey konuşmamasıdır."

Sekine binti Hanzala'dan rivayet olunduğuna göre:

"Benim yanıma iddetimi beklerken Ebu Cafer Muhammed İbni Ali girdi ve şöyle dedi: 'Ey Hanzala'nm kızı! Benenin Rasulullah (s.a.v.) yakınlığımı dedemin benim üzerimdeki hakkını ve İslamiyetteki gençliğimi bildiğin kişilerdenim."

Hanzala dedi ki; Allah seni mağfiret etsin Ebu Cafer, Sen benim iddetim esnasında muaheze olunacağın halde bana evlilik teklif ediyorsun.

Ebu Cafer bunun üzerine, ben bunu yaptım mı? Sadece sana konumumu ve Rasulullah'a olan yakınlığımı hatırlattım.

İbni Arabi dünürcülük teklifinin yorumu hakkında şöyle dedi: Bu konu­da seleften birçok şey rivayet olundu bir topluluk teklifin iki şekil olabilece­ği görüşündedirler.

1) Velisinden şöyle diyerek istemek: Onu benden başkasının önüne geçirme (benden başkasına verme). Bu durumu vasıta olmadan ona kendisi­nin ifade etmesi, eğer bunu kendisi istiyorsa, bunun için yedi lafız vardır.

3) Ona şöyle demesi: Sen gerçekten güzelsin, benim kadınlara ihtiyacım var. Allah muhakkak ki seni hayra götürecek!

Malik'in tercihi ise şöyle demesidir: Ben sana hayranım, seni sever, sana istekli olan var.

"... Bence bu en kuvvetli teklif ve açıklamaya en yakın olandır."[245]4. Dünürcülük anında buluşma: Allah Teala şöyle buyurdu:

"Sizden Ölenlerin, geride bıraktıkları eşleri, kendiliklerinden dört ay on gün beklerler. Bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit kendileri hakkında iyilikle yaptıkları işlerde size bir günah yoktur. Allah yapmakta olduklarınızı bilir." (Bakara, 234)

Celaleyn, tefsirinde (kendileri hakkında iyilikle yaptıkları işlerde) ayetinin açıklaması hakkında şöyle denilmiştir: "Yani kendileri için yaptık­ları erlilik teklifi ve süslenmesidir."[246]

Sübey'a binti Haris'ten rivayet olundu ki:

" Kocası hamile iken veda haccında vefat etmiş, onun vefatından sonra çok geçmeden karısı doğurmuş. Nifasmdan temizlendiği vakit kendisini is­teyecekler için giyinip kuşanmış. Derken yanına Ebuss-Senabii b. Ba'kek isminde bir adam girerek:

- Acep seni neden giyinmiş kuşanmış görüyorum! Galiba evlenmek istiyorsun?

Nebi (s.a.v.)'in hanımı Ümmü Seleme'den gelen bir rivayette ise:... Ebu's-Senabil b. Ba'kek onu istedi o nikâhlanmayı kabul etmedi."[247]

Hafız İbni Hacer şöyle dedi:... "Muvatta'mn rivayetinde ise şöyle vaki oldu: Ona iki adam dünürcü oldu. Onlardan birisi genç, diğeri ise orta yaşlı bir kişiydi. O genç olana meyletti. Orta yaşlı kişi ona, niçin süslendin? dedi. Ailesi ise bulunmuyordu. Onlardan kendisini tercih etmesini sağlamalarını istedi."[248]

Ebu Hureyre'den rivayet olundu ki: "Peygamber (s.a.v.)'in yanınday­dım. Ona bir adam gelerek kendisinin Ensar'dan bir kadınla evlenmek istediğini haber verdi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):

- O kadına baktın mı? diye sordu. Gelen zat:

-Hayır! dedi. Rasulullah (s.a.v.):

- Öyleyse git de ona bir bak! Çünkü ensann gözlerinde bir şey vardır, buyurdular."[249]

Ümmü Seleme'den rivayet olunduğuna göre:

"Rasulullah (s.a.v.) bana Hatib İbni Ebi Beltaa'yı kendisi için dünürcü­lük yapması için gönderdi.

Ben de şöyle dedim: 'Benim bir kızım vardır ve ben kıskancım.1 Rasulullah'da şöyle dedi: 'Ama onun kızına gelince onun ona ihtiyacı kalmaması için dua ederiz ve yine Allah'a kaskançlığının gitmesi için de dua ederiz."[250]

Sehl İbni Sa'd'dan rivayet olunduğuna göre:

"Nebi (s.a.v.)'e arablardan bir kadın hatırlatıldı. (Bir kadın olduğu söy­lendi). O da Ebu Esyedi, Essaidiye'yi ona elçi göndermesini emretti. O da ona (elçiyi) gönderdi. Bunun üzerine davete icab edip, Beni Said'enin kasırlarına geldi. Nebi (s.a.v.) ona ulaşıncaya kadar ilerledi. Ve onun yanına girdi. Bir de ne görsün karşısında başını önüne eğmiş bir kadm,kendisiyle Nebi (s.a.v.) konuştuğunda şöyle dedi: 'Senden Allah'a sığınırım.' Hemen o da şöyle cevap verdi: 'Sen benden sığındın.' Oradakiler ona bunun üzerine dediler ki: 'Bunun kim olduğunu biliyor musun?' O da 'hayır' dedi. Bunun üzerine: 'Allah'ın Rasulü (s.a.v.) seni istemek (dünürcülük) için geldi'. Ceva­ben: 'işte bende ondan korkuyorum..."[251]

Enes (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre:

Zeyneb'in iddeti bitince Rasulullah (s.a.v.) Zeyd'e: Onu bana iste! buyurmuş, Zeyd Zeyneb'e vardığında onu hamurunu mayalarken bulmuş. Zeyd şöyle demiş: Zeyneb'i görünce kalbimde büyüdü. Hatta Rasulullah (s.a.v.) istedi diye yüzüne bile bakamadım da ona sırtımı çevirdim ve ters döndüm. Sonra: Ya Zeyneb (beni) Rasulullah (s.a.v.) seni istemeye gönder­di, dedim.

Zeyneb:

- Rabbimden emir almadıkça ben birşey yapamam diyerek kalktı namazgahına gitti ve vahiy indi. Rasulullah (s.a.v.) gelerek Zeyneb'in yanına izinsiz girdi.[252]

İbni Mace'nin Muğire bin Şu'be'den rivayet ettiğine göre:

Rasulullah (s.a.v.)'e geldim. Ona bir kadına evlilik teklif edeceğimi söy­ledim. O dedi ki: Git ve ona bak, sizin ikiniz için bu daha uygundur. En-sar'dan bir kadına geldim ve ebeveyninden dünürcülük yaptım ve o ikisine (ebeveynine) Nebi (s.a.v.)'in sözünü haber verdim. Sanki ikisi bundan hoş­lanmadılar, (evlenmeyi talep eden erkekle yapılan buluşmada annenin baba­nın rızasına dikkat et).

Dedi ki: O kadının oturduğu yerden şöyle dediğini duydum:

Eğer Rasulullah (s.a.v.) sana bakmanı enırettiyse bak, ancak böyle de­ğilse sana yemin ettiririm. Sanki o bu işi büyüttü (büyük gördü). (Yani ken­disine kasıtlı olarak bakılmasını ve iyiliklerinin süzülmesini hiç de hoş karşı­lamadı.)

De ki: Ona baktım ve evlendim.[253]

5. Evlilik akdi sırasında görüşme:

Buhari, aşağıdaki hadisi "evlenmesi zor olanın evlendirilmesi" başlıklı babda zikretti:

Sehl İbni Sad Essaidi'den rivayet olundu ki:

Bir kadın, Rasulullah (s.a.v.)'e gelerek: Ya Rasulullah! Kendimi sana hibe etmeye geldim, dedi. Derken Rasulullah (s.a.v.)'in ashabından bir zat kalkarak:

- Ya Rasulullah! Eğer senin bu kadına ihtiyacın yoksa onu benimle ev­lendir! dedi.

Rasulullah (s.a.v.):

- Sende (verecek) birşey var mı? diye sordu. O zat:

- Yok vallahi ya Rasulullah! dedi. Rasulullah (s.a.v.):

- Sen evine git de birşey bulabilecek misin bak! buyurdu. Bunun üzerine o zat gitti. Sonra dönerek:

-  Hiçbirşey bulamadım, dedi. Rasulullah (s.a.v.):

-  Demirden bir yüzük olsun (bulmaya) bak! dedi. O zat yine gitti. Demirden bir yüzük de bulamadım. Lakin işte kaftanım (ravi Sehl'in malı bir kaftandan ibaretti demiş) bunun yarısı kadının olsun, dedi.

Rasulullah (s.a.v.):

- Senin kaftanını ne yapsın? Onu sen giymiş olsan, kadının üzerinde bir­şey kalmayacak; kadın giyse senin üzerinde ondan birşey kalmayacak, buyurdular.

Bunun üzerine o zat oturdu. Bir hayli oturduktan sonra kalktı. Dönüp giderken Rasulullah (s.a.v.) onun çağrılmasını emir buyurdu.

Adamı çağırdılar. Geldiği vakit Rasulullah (s.a.v.):

- Ezberinde Kur'an'dan neler var? diye sordu. O zat:

- Filan ve filan sûreler ezberimdedir, diyerek (bildiği) sûreleri saydı. Rasulullah (s.a.v.):

- Onları ezberden okuyabilir misin? dedi. O zat:

- Evet, cevabını verdi. Rasulullah (s.a.v.):[254]

- Haydi git! Kadın sana ezbere bildiğin Kur'an ile temlik olundu buyur­dular. [255]

 

Ziyafetler Ve Merasimlerde Buluşma, Onlara İştirak Etme

 

1. Karşılama merasimlerine katılma: Ebu Bekir (r.a.)'den rivayet olundu ki:

"...(Hicret günü) Medine'ye gece ulaştık. Rasulullah'ın kimin yanında konaklayacağı konusunda anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) 'ben Abdulmuttaiib'in dayıları olan Beni Neccar'ın yanında konakla­yacağım, onlar buna en layık olanlardır." Kadınlar ve erkekler evlerin üzeri­ne (terasına) çıktı ve çocuklar hizmetçiler yollara yayılarak şöyle bağınyor-lardı:

- Ya Muhammed, ya Rasulullah, ya Muhammed, ya Rasulullah."[256] Bera İbni Azib (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre:

"Bize Nebi (s.a.v.)'in ashabından ilk önce gelenler (hicret edenler) Musab İbni Umeyr ve İbni Ümmü Mektum'dur. Bize Kur'an öğretmeye baş­ladılar. Daha sonra Amnıar Bilal ve Sad geldi. Onun arkasından yirmi kişiy­le Ömer İbni Hattab geldi. Sonra Nebi (s.a.v.) Mekke'den hicret ederek gel­di. Artık ben Medine halkının Rasulullah (s.a.v.)'in teşrifine sevindiği gibi birşeye sevindiğini görmedim.

Hatta köle kadınlar ve çocuklar şöyle diyorlardı:

- Bu Allah'ın Rasulü (s.a.v.)'dir, muhakkak ki teşrif edip gelmiştir."

Diğer bir rivayette ise[257]: "Hatta (Beni Neccar'dan) genç kızlar Rasulul­lah (s.a.v.) geldi diye sevinmeye başladılar. Bence Rasulullah gelmeden (henüz hicret etmeden) önce "sebbih isme rabbikel ala" ve benzeri sûreleri okudum."

Enes 'den rivayet olunduğuna göre şöyle dedi:

"... Medine'ye (Hayber'den dönerlerken) yaklaştıkları zaman, Rasulul­lah hızlı hızlı yürüdü, biz de hızlandık. Derken Rasulullah dişi develeri el-Abda tökezledi. Rasulullah (s.a.v.) ve (Safıyye) düştüler.

Rasulullah hemen kalktı ve Safiyye'yi örttü. Bu sırada diğer kadınlar yüksekten bakıyorlardı...[258]

Diğer bir rivayette: "Medine'ye girdiğimizde, kadınlarının cariyeleri (genç kızları) birbirlerine Safiyye'yi gösteriyorlardı."[259]

İbdi Sad'ın Abdullah İbni Ömer'den rivayet ettiğine göre: "Nebi (s.a.v.) Safiyye'ye baktıklarında Aişe'yi insanların arasında peçeli halinde gördü ve Aişeyi tanıdı."[260]

Ebu Tufeyl'den:

"Ben İbni Abbas'a dedim dedi... Ebu't-Tufeyl der ki: Ben, İbni Abbas'a:

- Bana Safa ile Merve arasında süvari olarak tavaf etmenin mahiyetinden haber ver, bu da sünnet midir? Çünkü senin kavmin bunun sünnet olduğunu söylüyorlar, dedim.

İbni Abbas yine:

- Hem doğru hem yalan söylediler dedi. Ben de:

- Doğru söylediler ve yalan söylediler de demektir? dedim. İbni Abbas:

-  Rasulullah tavaf yaparken (Mekke'nin fethi günü) etrafında çok kalabalık insan yığıldı. Onlar: Muhammed budur, Muhammed budur! diyorlardı. Hatta bütün evlerden henüz evlenmemiş genç kızlar bile dışarı çıkmışlardı.[261]

Tirmizi kitabında Bureyde'ye ait bir hadis zikretti. Bureyde den:

"Rasulullah (s.a.v.) bazı savaşları gidip geldikten sonra kendisinin yanı­na bir zenci cariye gelip: 'Ey Allah'ın Rasulü, ben siz eğer savaştan sağ olarak dönerseniz sizin yanınızda def çalıp şarkı söylemeyi adadım.' Rasulullah (s.a.v.), cariyeye: 'Eğer nezir yaptıysan del" çal, eğer böyle bir nezirde bulun-madıysan yapma."[262]

Hafız ibni Hacer, Halebiyat adlı kitapta muntaki bir senetle 'Nebi (s.a.v.)'in Medine'ye gelişinde kadınların söyledikleri sözler hicret için Medine'ye gelişinde idi' denildi. Ayrıca Tebuk savaşından dönüşünde idi de denildi.[263]

2 .Zifaf merasimine katılma: Aişe (r.a.)'dan:

"Nebi (s.a.v.) benimli nişan akdi yaptı. Ben altı yaşındaydım. Medine'ye geldiğimizde beni Haris İbni Hazerc'in yanında konakladık. Humma'ya tu-, tuldüm, hastalıktan Ötürü saçım döküldü. (Hastalıktan kurtulunca) saçım ğürleşti ve omuzlarıma kadar uzadı. Bir kere ben arkadaşlarımla beraber bir salıncak üzerinde oynarken annem Ümmü Ruman bana doğru geldi ve beni çağırdı. Ben de annemin yanma geldim.

Benden ne isteyeceğini bilmiyordum. Annem elimden tuttu; sonunda beni evin kapısı önünde durdurdu. Ben ise çok hareket ettiğimden dolayı soluyordum. Nihayet derin derin soluyuşum geçti. Daha sonra annem biraz su alıp yüzümü yıkayıp başıma sürdü. Arkasından da beni eve soktu. Evde Ensar'danıbirtakım kadınlarla karşılaştım. Bu kadınlar: 'Hayır ve bereketler üzere, en hayırlı kısmete' dediler. Annem beni bu kadınlara teslim etti. Onlar da durumumu, üstümü başımı düzelttiler. Duha vaktinde Rasulullah'ı habersizce gömlekten başka beni hiçbirşey heyecanlandırmadı. Akabinde Ensar kadınları beni Rasulullah'a teslim ettiler; o vakitte ben dokuz yaşında bir kız idim."[264]

Buhari bu hadisi kısa olarak Kitabu'n-Nikâh'da gelini damada teslim eden kadınlara ait dua babında zikretti.

Hafız İbni Hacer: "Buhari'nin babının başlığında geçen (lilaru) sözcüğü gelin ve damadın ilk buluşmalarında onlar için kullanılan bir isimdir. Bu sözcüğün içine kadın ve erkek dahildir. Kadınların duasmdaki 'hayır ve bereket üzere' cümlesi kadını ve kocasını da içine alır. Yani dua her ikisi içindir.[265]

Diğer başka bir yönden Ahmed'de rivayet etti:.. Aişe, Annem benim yanıma gledi... Ensardan bazı kadınlar ve erkeklerin yanında Rasulullah'ın odasına oturttu. Sonra da: Ya Rasulullah onlar senin ailendir. Allah onları sana bağışlasın. Kadınlar ve erkekler kalktı. Rasulullah (s.a.v.) beni evimize götürdü[266]

Aişe'den:

Bir kadın ensardan bir erkeğin evine gelin olarak gitti. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) Ya Aişe eğlence olarak beraberinizde birşey var mı? Şüphesiz ki Ensarın eğlence hoşuna gider.[267]

Hafız İbni îîacer:".. (Rasulullah'ın, "Eğlence olarak beraberinizde bir­şey var mı?" sözü) Süreykin rivayetinde (Taberani'nin Evsad adlı kitabında) Rasulullah: onların beraberinde def çalıp şarkı söyleyecek bir cariye gönder­diniz mi? dedi. Ben de; cariye ne söyleyecek? dedim. Rasulullah şöyle söy­leyecek dedi:

Biz size geldik, biz size geldik/ siz ve biz uzun yaşayalım. Eğer kırmızı altın olmasaydı/sizin vadinizde konaklamazdık Kızıl buğday olmasaydı/ sizin çocuklarınızı bu kadar semiz olmazdı. (Rasulullah'ın "Şüphesiz ensar eğlenceyi sever hoşlarına gider sözü)

İbni Mace'de yer alan İbni Abbas'ın hadisi ve Amalil Mahali de ki Cabir'in hadisinde; içlerinde aralarında ) gazel bulunan toplulukdur. Aynı şekilde Cabir'in hadisinde, "Ya Zeyneb ona yetiş" ona yetiş dediği kadın Medine'de şarkı söyleyen bir kadın idi.[268]

Burada Rasulullah (s.a.v.)'in şüphesiz ki eğlence ensarın hoşuna gider sözü bize Allahu Tealanın şu âyetini hatırlattığını belirtmek gerekir: "Bir ticaret veya eğlence gördükleri zaman hep dağılıp ona giderler ve seni ayakta bırakırlar. De ki: Allah'ın yanında bulunan eğlenceden de, ticaretten de hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır."

Taberi'nin tefsirinde bu âyetin tefsiri konusunda birçok hadis rivayetleri yer almaktadır. Bu rivayetlerden birisi de Cabir İbni Abdullah'tan rivayet et­tiği hadistir. Cabir İbni Abdullah; "Cariyeler nikâhlandıkları zaman ikibaşlı darbuka ve mezamirin yanına giderlerdi. Nebi (s.a.v.)'i ise minberde iken tekbaşına bırakıp eğlenceye doğru koşarlardı. Bunun üzerine Allahu Teala "Bir ticaret veya eğlence gördükleri zaman hep dağılıp ona giderler" âyetini indirdi. İmam-ı Taberi müteakiben, burada endoğru olan rivayet Cabir'den rivayet ettiğimiz hadistir. Çünkü o rivayette sözü edilen kavmin durumunu ve Peygamber minberde iken takındıkları tavrı en iyi müşahede eden birisi­dir.[269]

Hafız İbni Hacer Fethul Bari'de; Ebu Avane sahihinde Cabir'den rivaye­tine göre; Onlar nikahladıkları (evlendikleri) zaman cariyeler mezamir vu­rulan insanlarda onların yanında akın ederler ve Rasulullah (s.a.v.)'i ayakta bırakırlar. Bunun üzerine bu âyet indi dedi.[270]

Aynı şekilde Suyuti'ye ait ed-Durril-Mensur'daki rivayette şöyle denil­di: Eğer bir nikâh olursa aile oynar çalgı çalarlar ve mescidlere insanların eğlenceye katılmaları için uğrarlar.[271]

Halid îbni Zekvan'dan:

"Rabia binti Muavviz İbni Afrai şöyle dedi: Nebi (s.a.v.) benimle evlen­diğinde benim yanıma geldi senin benim meclisimde oturduğun gibi yatağı­mın üzerine oturdu. Arkasından cariyeler bizim için def çalmaya başladılar. Ve Bedir savaşında babalarımızdan öldürülenleri övdüler. Cariyelerden bi­risi, Bizim aramızda yarın ne olacağını bilen bir Peygamber var deyince, Peygamber (s.a.v.) bunu söyleyeni çağır senin söylediklerini ona söyle" dedi.[272]

Fethu'l-Bari'de varid olduğuna göre Mühelleb; Hadiste nikâhın def ve mubah olan şarkı ile bildirilmesi ve imamın düğüne gelmesi vardır. Eğer eğlence varsa bu mubah olan sının aşmamıştır, dedi. Bu konuda Tabera-ni'nin hasen isnadiyla Aişe'den rivayet ettiğine "Nebi (s.a.v.) Ensar'dan bir

grup kadının yanma onlara ait bir düğün sırasında kadınlar şarkı söylerken uğradı. Kadınlar:

Peygamber ona çarşıda bir koç hediye etti. Ve senin koçak çöldedir ve yarın ne olacağını bilir diyorlardı. Bunun üzerine Rasulullah yarın ne olaca-ğınıAHah'tan başkası bilemez buyurdu.[273]

Enes (r.a.)'dan:

Peygamber (s.a.v.) bir takım (ensar) kadınlarının ve çocuklarının düğün yemeğinden dönerek neşe içinde geldiklerim gördü. Bunun üzerine Allah'ın Peygamberi hemen ayağa kalkıp dikilerek: "Ey (Ensar kadmarı ve çocukla­rı) Allah şahid olun ki sizler bana insanların en sevimlilerindensiniz. Bunu üç kere tekrar etti.[274]

Sahihi Camü'Sağır'de bu hadisin fazlalağı zikredilmiştir. Fazla kısımda, haram ile helal arasındaki ayrım def çalma ve nikâhta sevinç çığlıkları at­maktır.[275]

Nesai'nin rivayetinde Amir bin Saad şöyle demiştir: Kurza İbni Kab ve Ebi mes'id Ensari'nin de bulunduğu düğüne vardım. Cariyeler şarkı söylü­yorlardı. Kendilerine: Ey Allah'ın Rasulü (s.a.v.) arkadaşları ve Bedir sava­şına katılmış olanlar, size göre bu iş uygun mudur? İkisi birden: Eğer istiyor­san bizimle beraber otur dinle, eğer istemiyorsan git. Şühesiz ki Rasulullah düğün yemeğinde eğlence yapmaya bize izin verdi.[276]

3. Düğün yemeklerine iştirak etme:

Gelin -Mü'minlerin annesi- ve yemeğe davet edilmiş olanlar hepsi bir odanın içindedir, (mü'minlerin annelerine hicab henüz farz olmadan önce) Enes îbni Malik'den:

"Ben insanların arasında bu âyeti en iyi bilenim. Hicab Zeyneb binti Cahş (r.a.) Rasulullah (s.a.v.) ile zifaf içih hazırlanırken Rasulullah onunla beraber idî. Rasulullah yemek pişirdi ve insanları davet etti. Onlar da gelip oturdular konuşmaya başladılar.

Müslim'in rivayetinde ise: (zevcesi de yüzünü duvara doğru çevirmiş olarak evin bir yanında oturur halde onları her seferinde otururken konuşur-laken buldu.) Bunun üzerine Allahu Teala şu âyeti indirdi:

"Ey inananlar (rastgelc) Peygamber'in evlerine girmeyin. Ancak ye­mek çin size izin verilir de gererseniz (erkenden gelip: yemeğin pişmesini beklemeyin. Çağırıldığınız zaman girin, yemeği yiyince dağılırı, söze dalma­yın. Çünkü bu (davranışınız) peygamberi incitiyor, fakat o (size bunu söyle­mekten) utanıyordu Artık Allah gerçek(i söylemek)ten utanmaz. Onlardan (yani peygamberlerin hanımlarından) birşey istediğiniz zaman perde arka­sından isteyin. "Bunun üzerine Örtü gerildi ve oturmakla olan insanlar kalktı."[277]

SehlİbniSa'd'dan:

"Ebu Esyed Es-Saidiy düğün yaptığında Nebi (s.a.v.) ve ashabını davet etti. Onlar için yemekte yapmadı. Hizmet içinde sadece hanımı olan Ümmü Esyedi onların yanında bulundurdu. Gelin olan Ümmü Esyed akşamdan taş­tan oyulmuş bir çanak içeriside hurma ıslattı. Nebi (s.a.v.) yemekten ayrılın­ca gelin onu etzi ve sarısını Peygambere içirdi. Gelin bu şırayı Peygamber'e tahsus ediyordu demiştir.[278]

Buharı bu hadisi "Düğünde kadım erkeklerin yanında bulunması ve ora­da bulunan erkeklere bizzat kendisinin hizmet etmesi" babında zikretti. Hafız İbni Hacer; hadisten kadının kocasına ve onun davet ettiklerine hizmet etmesinin caiz olduğunu çıkarabiliriz. Tabii kİ bunun caiz olması fitneden e-min olunan bir yer ve kadının kendisi için gerekli olan tesettüre riayet etmesi koşuluyladır.[279]

4. Bayramkutlamalarına kadının katılması (Karma bir şekilde bayramların kutlanması) Enes'den:

"Nebi (s.a.v.) Medine'ye geldiğinde onların oynadıkları iki gün vardı. Rasulullah ; "Allahu Teala bu iki günü daha hayırlı iki günle değiştirirdi. Bu iki gün Ramazan ve Kurban bayram günleridir.[280]

A. Bayram namazı ve bütün kadın ve erkek inananların hepsinin bayramı kutlamaları Eyyüb'ün onun da Hafsa'dan:

"Biz yeni yetişmiş kızlarımızın iki bayramda da dışarıya çıkmalarım engelliyorduk. Kadının birisi geldi Kasr-ı Beni Halif de konakladı. Burada kızkardeşinden bahsetti onun hakkında konuştu. Kızkardeşim Nebi (s.a.v.)'e, bizim herhangi birimiz cilbabsız olarak çıkmasında bir beis var mıdır? Rasulullah, herhangi bir arkadaşının cilbabım giyin ve öylece müslü-manların davetini ve hayırlı şeyleri seyretsin. Ümmü Atiyye geldiğinde ken­disinde bu konuyu sordum. Sen bunu Nebi (s.a.v.)'den duydun mu? O da: Babam feda olsun evet işittim -sorulduğu her sefrde evet demeten önce mut­laka babam feda olsun ibaresini zikrederdi. Ravi Rasulullah'm yetişmiş genç kızlar, odanın bir köşesinde yabancı geldiğinde durması gerekenler veya ye­tişmiş genç kızlardan perde arkasında durması icab edenler ve hayızlılar çı­kar mü'minlerin davetini ve hayrını müşahede etsin. Yalnız hayızlı namazgahtan uzak dursun" dediğini söylüyor. Hafsa, Hayırlı da mı? dedim dedi. Ümmü Atiyye'de, Arafat ve şunlara şunlara hayızlı şahit olmuyor mu? (Yani Arafat'ta "e diğer yerlerde bulunuyor mu?)[281]

Buhari bu hadisi (hayırlı kadının iki bayrama ve müslümanların daveti­ne katılması namazgahtan uzak durması) başlıklı babta zikretti. [282]Hafız İbni Hacer: "Onun gömleğinden başörtüsünden" sözünü açıklarken şöyle dedi:.. Yani gömleği ona ihtiyacı olduğu kadar arkadaşından ödünç alır. Ayrıca burada kastedilenin arkadaşının üzerindeki elbiseyi ortaklaşa kul­lanmalarıdır denildi.[283] Burada böyle denilmesinin amacı (yani kişinin bir elbiseyi kullanması) müsalağa içindir. Yani her halükârda kadının davete ikisi birlikte kullanmak zorunda kalsalar bile gömleksiz dışarıya çıkmamalarıdır, denildi.[284]

Sanki onlar yeni yetişmiş kızları (düğünlere) çıkmaktan birinci asırdan sonra meydana gelen fesaddan dolayı menediyorlardı. Sahabe işte bu duru­mu mülahaza edemedi bilakis onlar bu konudaki hükmün Nebi (s.a.v.) zamanında olduğu gibi devam ettiğini gördüler.[285] Bayram namazlarının vacib olduğuna dair bu hadisi delil gösterdi. Fakat burada başka bir durum sözkonusudur. Çünkü bu durumun böyle olduğunu söyleyenler arasında mükellef olmayanlar vardır. Böylelikle buradaki amacın Allahu Alem herkesin üzerine bereketin kaplaması ve toplantıda İslam'ın olduğu ortaya çıkmaktadır. Ayrıca hadisten kadınların genç olsun olmasın, beraber bulun şunlar veya bulunmasınlar bayramları müşahade etmek için çıkmalarının müstehabhğını çıkartabiliriz. Selef (öncekiler) bu konuda ihtilaf ettiler. İyad vacib olduğunu bize Ebi Bekir ve Ali ve İbni Ömer'den nakletti. Bizi elimize Ebi Bekir ve Ali'den ulaşan ise İbni Ebi Şeybe ve başkalarının o ikisinden yaptıkları şu rivayettir:

"Ebi Bekir ve Ali; bayramlarda her zatiin Nitak'ın namazı veya bayrama çıkması hakkıdır" Bu hadis zararsız bir senedle merfu olarak Ahmed ve Ebu Yale ve İbnül-Münzir tarafından da rivayet olunmuştur? Bu hadisteki (hakkun):hakkidır. Sözcüğü vücubiyette ifade edebilir veya mütehab oluşu tekid etmek ihtimalini taşıyabilir. Bazıları bunu mendub hükmüne almışlar ve bunların başında Şafiilerden el-Cürcani ve Hanbelilerden ise İbni Hamid gelmektedir. Diğer bazıları da bu hadiste nesh olayının olduğunu iddia ettiler. Tahavi, Aleyhissalatü vesselamın hayızlının ve evin içinde bir ya­bancı geldiğinde örtü arkasına geçmeleri gerekenlerin bayrama çıkmaları­nın emredilmesi İslam'ın daha ilk döneminde ve müslümanlann az olduğu bir dönemde olması, ihtimali vardır. O zaman düşmana bir korku vermek a-macıyla çokluk görünsün diye Öyle birşey yapılmış olabilir. Ama bugün müslümanların sayısı fazla olduğu için böyle bir şeye gerek yoktur. Arkasından da neshin ihtimal yoluyla tesbit olunamayacağı da ilave edildi dedi. Kirmani: Hadis'in söylendiği vaktin tarihi belli değildir. Ben de; Bilakis tarih İbni Abbas'ın hadisinin delaletiyle bellidir o Mekke'nin fethin­den sonra olan bu olaya küçükken şahid olmuştu. Böylelikle Tahavi'nin de­diğinin dayanağı yoktur. Ümmü Atiyye'nin hadisinde bu hükmün illeti şöyle belirtilmiştir. O da kadınların hayrı ve müslümanların davetini görmeleri ay­rıca o günün bereketinin ve temizliğinin umulmasıdır. Ümmü Atiyye hadis­te de belirtildiği üzere Nebi (s.a.v)'den bir müddet sonra bu hadisle fetva ver­miştir. Sahabelerin ona bu konuda muhalefeti de sabit olmamıştır[286] Ümmü Atiyye'den:

"Bizler hepimiz bayram günü perde arkasında durması gereken genç kızlar ve hayızlı kadınlar da dahil olmak üzere bayrama katılmakla emrolu-nuyorduk. Bayram esnasında insanların arkasında oluyorduk. Önümüzde bulunan insanlar gibi tek bir getirip onlar gibi dua ediyorduk. Bu günde gü­nahlardan temizlenmeyi ve bereketi umuyorduk.t?[287]

Buharı Ümmü Atiyye'nin bu hadisini "rnina'da girilen günlerdeki ve sabah vakti Arafat'a giderken getirilen tekbirler" başlıklı babta zikretti. Ömer (r.a.) Mina'daki küçük çadırında tekbir getirdiğinde mescidde ve çar­şıda bulunanların hepsi birlikte tekbir getiriyorlardı. Bu tekbirler öyle fazla idi bütün Mina tekbirlerle inliyordu.

İbni Ömer de Mina'da aynı günlerde namazların arkasından, yatağının üzerinde ve kıl çadırında tekbir getiriyordu. Meclisinde de aynı şeyi bu gün­lerin tamamında yapıyordu. Meymune ise kurban bayramı günü tekbir geti­riyordu.

Kadınlar İbni Osman ve Ömer ibni Abdülaziz'in arkasından Mina günle­rinde erkeklerle beraber Mescid'de birlikte tekbir getiriyorlardı.

İbni Abbas'dan:

"İbni Abbas'ın ergenlik çağma yaklaştığı yıllardaydı. Nebi (s.a.v.) ile birlikte Ramazan veya kurban bayramına çıktım. Bayram namazını kıldık­tan sonra insanlara hitab etti. Sonra da kadınların yanına gelip onlara birta­kım öğüt ve hatırlatmalarda bulunduktan sonra onlara sadaka vermelerini emretti."[288]

Buhari bu hadisi "Çocukların namaz kılma mahalline çıkmaları başlıklı babta zikretti. Hafız ibni Hacer burada, adı geçen namaz kılma mahallinden kasıt namaz kılmasalar bile bayramdaki çıkışlarıdır" dedi.

Zeyn İbni Münir; musanif babının adını koyarken "namaz kılma mahal­line" sözünü şu sözün yerine kullanmış ve onu seçmiştir. O söz ise; bayram namazının onu kılması gerekenler ve gerekmeyenlere şamil olmasıdır."

Burada çocukların bayram namazına çıkmalarının meşru olmasının se­bebi sadece hayır celbetmek içindir. Ayrıca çocukların katılmasıyla çoğalan insanların İslam'ın sembollerinin açığa çıkarılması ve insanlara benimsetil-mesidir. Bundan dolayı hayızhların bile İslam'ın sembolü olan bu törene katılmalarını meşru kılmıştır. Öncelikle bu namaz kendisine namaz farz o-lanları içine almaktadır. Çocukların da bu namazda bulunmaları onlarla birlikte onları oynadıkları oyunların denetim altında tutulmasını sağlayacak kimselere ihtiyaç duyulur. Bu denetim onlar namaz kılsa da kılmasa da gereklidir.[289]

b. Bayram gününde şarkı söylemek:

Aişe (r.a.)'dan:

"Bir defa yanımda Ensardan iki kız varken, Ebu Bekir yanıma girdi.[290]

Diğer bir rivayette: "iyi şarkı söyleyen kız." "O kızlar Buas gününde En-sar'ın birbirleri hakkında söyledikleri şiirleri terennüm ediyorlardı. Bu iki kız sanatı adet edinmiş kızlar da değildiler" dedi.[291]

Yine diğer bir rivayette: "Def vurup çalıyorlar"

Ebu Bekir, Rasulullah (s.a.v.)'in evinde mi? diyerek beni azarladı. Bu bir bayram günü idi. "Rasulullah (s.a.v.) Ya Ebu Bekir! Her kavmin bir bayramı vardır; bu da bizim bayramımızdır" buyurdu.[292]

Hafız İbni Hacer, Aişe'nin 'bu iki kız şarkı söylemeyi sanat ve adet edin­miş kızlarda değildiler" sözüyle "gina" sözünün ifade ettiği manayı nefyet-miştir. Çünkü el-Ginae'e-Musiki şarkı arabların "nasbuh-yamk" bir musiki havası olarak isimlendirdikleri sesin yükseltilmesine ve terennüm etmeye denir. Bu işi yapana da muganni-şarkıcı olarak isim verilmez. Şarkıcı ise bu işi tahrik, teşvik, uzatma, kırma, unsurlarım bir arada bulundurarak şarkı söyleyendir. Ayrıca bu şarkıların içinde kötülükleri ortaya çıkarma veya ona izin verme olayı vardır.

Kurtubi, Aişe'nin "Bu iki kız şarkıcılığı sanat edinmiş kızlar da değildi­ler' sözü bu manaya gelmektedir" dedi. Yani bu mesleği icra eden diğer meş­hur şarkıcı kızlar gibi bilinenlerden değildi. O bu sözü söylemekle sakin olanı harekete geçiren insanın içini gıdıklayan şarkılara benzetilmesinden sakınmıştrr. Bu nevi kadınların güzelliklerini, içki ve diğer haram şeyleri vasfeden bir şiir ise, bunun haram olduğunda ihtilaf yoktur. Buradaki hadis, cariye kızların şarkı söylerken dinlenmelerinin caiz olduğuna dair delil olarak getirilmiştir. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) Ebu Bekir'in itirazını dinlememiş, bilakis onun itirazına tepki göstermiştir. Bu iki şarkıcı kız Aişe. kendilerine "çıkın!" diye işaret edinceye kadar şarkı söylediler.

Yalnız burada bu şarkı söyleme işine cevaz (izin) verilmesinde fitneden

emin olunmasının şart olduğu gözden kaçmamalıdır. Allah daha iyi bilen-dir[293]

b. Bayram gününde oyun oynamak Aişe'den:

"Yine bir bayram günü siyahiler kalkan mızrak oyunu oynuyorlardı. Ya ben Nebi (s.a.v.)'den bakmaya izin istedim de müsaade etti veyahut o kendi­liğinden 'bakmak istiyor musun?' dedi. Evet dedim. Bunun üzerine beni ar­kasından yanağım yanağına değecek şekilde ayak üstü durdurup Habeşlile-re: "Haydi (devam edin) Ey Erfide oğullan!" diye buyurdu. Nihayet seyret­mekten usandığımda, (artık) yeter mi? diye sordu. 'Evet1 dedim; 'öyle ise git' buyurdu. "[294]

Diğer rivayette ise; Aişe; eğlenceye (ve oyuna) düşkün küçük yaşlı bir kız çocuğunun artık neler yapabileceğini varın siz kıyas edin![295]

Yine diğer bir rivayette: "Ömer bu oyun oynayanları ayıplayınca Nebi (s.a.v.) kendisine: Ey Ömer, onları bırak ayıplamaktan vazgeç. Emniyet içinde olun ya Beni Erfide" dedi.[296]

Hafız İbni Hacer; Nesai'nin Ebi Seleme kanalıyla Aişe'den yaptığı rivayette; Habeşliler oyun oynayarak girdiler. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) bana; Ey Hümeyra oyun oynayanlara bakmayı sever misin? dedi. Ben de kendisine: Evet dedim. Şeklinde bir hadis mevcuddur. Bu hadisin isnadı sahihdir, fakat Humeyra lafzını bu hadisten başka hiçbir sahih hadiste görmedim dedi.

Yine Ahmed, Sirac ve İbni Hibban'a ait Enes'in hadisinde "Muhakkak ki Habeşliler Nebi (s.a.v.)'in gözü önünde dans ediyorlardı ve onlara ait bir takım şeyler söylüyorlardı. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) onların ne söyledik­lerini sordu: Orada bulunanlardan birisi: Muhammed salih bir kuldur diyor­lar, dedi.

Hadiste mubah olan oyuna bakmanın caiz olduğu belirtildiği gibi ayrıca Nebi (s.a.v,)'in ailesine karşı olan iyi ahlâkı ve ona karşı yaptığı onu iyi mua­mele de yer almaktadır...'

"Beni, Ridası ile örtüyordu" sözü bu oyun seyretme işinin hicabın farzi-yetinden sonra olduğuna delildir. Ayrıca kadının erkeğe bakmasının caiz ol­duğuna da delil olur. Buna karşılık bu işin yasak olduğunu savunanlar bazısı ise Aişe'nin o vakitte küçük olduğu günü ileri sürerek  cevap vermişler­dir."[297]

Görünen o ki bu durum, Aişe'nin bulûğa ermesinden sonradır. Daha önce geçmiş olan İbni Hibban'ın rivayetine göre ise bu durum, Habeş heyetinin (topluluğunun) geldiği zaman idi. Habeş topluluğunun gelişi ise yedince senedeydi. Bu durumda Aişe'nin yaşı ise o vakitte 15'dir.

Iyaz: hadiste kadınların yabancı erkeklerin yaptıkları şeye bakmalarının caiz olduğu hükmü vardır. Çünkü burada kadınların güzelliklere bakması ve baktıklarından zevk alması kerih görülmüştür? Buhari bu konuyu şu başlık­la ifade etmiştir:

"Kadının Habeşlilere ve benzerlerine töhmet altında kalmadan bakması babı."

Eğer hadis Aişe'nin Habeşlilerin oyununa bakması ifade ediyorsa ondan başka diğer mü'minlerin hanımlarının da bu hadise göre bakmasının caiz olması hükmü büyük bir ihtimal dahilindedir. Buna ilaveten bir kere hadis kesin bir dille bu bakma eylemini onaylıyor.

Allahu Teala, Kasas sûresinin 23-24. âyetlerinde şöyle buyurdu:

"Medyen suyuna varınca o (kuyu)nun başında birçok insanların, (hayvanlarını) suladıklarını gördü. Onların gerisinde de, (diğerlerinin hay­vanlarına karışmasın diye hayvanlarını) sudan meneden iki kız buldu. (Kız oldukları için erkeklerin yanına içinesokulamiyorlar, herkesin çekilmesini bekliyorlar, su içmek için sabırsızlanan hayvanlarının suya gitmelerine engel oluyorlardı. Musa onlara: İşiniz nedir, niçin hayvanları suya bırakmıyorsu­nuz? dedi. Dediler ki, Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (onarın içine sokulup hayvanlarımızı sulamayız, babamız da büyük bir ihtiyardır o gelemez."

Avn İbni Ebi Cuhayfe'nin babasından rivayetine göre;

"Nebi (s.a.v.) Şelman ve Ebi derda arasında kardeşlik ilan etti. Selman Ebu Derda'yı ziyaret ettiğinde Ümmü Derda'yı iş elbiseleriyle gördü. Bunun üzerine ona; senin bu halin nedir? diye sordu. Ümmü Derda da; Kardeşin Ebu Derda'nın dünyadan hiçbir arzusu isteği yoktur.[298]

Eğer Rasul (s.a.v.) size tanıdığımız ve tanımadığımız kişilere selam vermemizi istiyorsa bu olaylarda bize selam verirken gönül rahatlığı içinde olmamızın gerekli olduğunu Öğretiyor.

Ziyaret (misafirlikle beraber bulunma: İbni Abbas'in kölesi Kurayb'den:

"Ümmü Seleme (r.a.) dedi ki: Rasulullah (s.a.v.)'den hakikaten ikindi­den sonraki iki rekatı nehyettiğini işitti, sonra da bir kere de peygamberin ikinci namazı kıldığı sırada iki rekat namaz daha kıldığını gördüm. Fakat o sırada rasulullah odama gelmişti yanımda Ensar'dan Beni Haram'dan birtakım kadın konuklar bulunuyordu.[299]

Fethul Bari'de: "Hadiste kadınların kadını kocası yanında olsa bile ziya­ret etmesi hususu vardır denildiği variddir."[300]

Cabir İbni Abdullah'tan:

"Ümmü Mübeşir bana Nebi (s.a.v.)'in Hafsa'nın yanında iken şöyle dediğini duyduğunu haber verdi: Nebi (s.a.v.): İnşaallah, Hudeybiye'de ağacın altında biatedenlerden hiçbirisi ateşe girmeyecektir. Ümmü Mübeş-şir: Bilakis ya Rasulullah dedi. Rasulullah onu menetti. Hafsa: İçinizden oraya gitmeyecek hiç kimse yoktur, dedi. Nebi (s.a.v.) şüphesiz ki Allahu azze ve celle şöyle buyurdu dedi: Sonra korunanları kurtarırız ve zalimleri orada öyle diz üstü çökmüş olarak bırakırız."[301]

Aişe'den:

"Nebi (s.a.v.) Aişe'nin yamnda bir kadın var iken eve girdi. Nebi (s.a.v.): Bu kimdir? dedi. Aişe de: Fulane'dir namazım hatırlatıyor. Nebi: Elinizden gelecek şeyleri yapınız, yoksa Allah hakkı için, siz usanmadıkça Allah usanmaz."[302]

İbni Şihab'dan:

"Urve bin Zübeyr bana Aişe'nin şöyle dediğinden bahsetti. Rasulullah (s.a.v.) benim yanımda yahudilerin bir kadın varken girdi. Kadın o gittiği sı­rada, sizin kabirde imtihan olunacağınızı biliyor musun? diyordu.

Rasulullah 'da, Muhakkak ki Yahudiler imtihan olunacak dedi. Aişe, bir kaç gece geçtikten sonra Rasulullah (s.a.v.), bana vahyolunduğuna göre sizlerin kabirde imtihan olunacağınızı bildim mi? dedi. Aişe, bu vahiyden sona Ra­sulullah (s.a.v.)'in kabir azabından Allah'a sığınırım dediğini duydum.[303]

Aişe'den;

"Medine'ye gelince ben şikayet edildim. Ve insanlar ifk ashabının sözü ile meşguldüler. Aişe; Ailem benim yanımda yer aldı. Bir gün ve iki gece ağladım, sabaha kadar gözümün yaşı dinmiyor. Gözüme de uyku girmiyor­dum? Taki ağlayışımın ciğerimi parçalayacağını sanıyordum. Ebeveynim yanımda oturdukları, ben de ağlamakta bulunduğum sırada Ensar'dan bir kadın izin istemişti. Ben de o kadına izin vermiştim. O da oturup benimle ağlıyordu. Biz bu durumda iken Rasulullah (s.a.v.) yanımıza girdi. Selam verdikten sonra oturdu.

Buhari'ye ait diğer bir rivayette ise:

"Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle dedi: Ey Aişe eğer bir kötülük yaptıysan veya kendine zulmettiysen Allah'a tevbe et. Çünkü Allah kulların­dan yaptıkları tövbelerini kabul eder. Aişe; Ensar'dan bir kadın gelmiş kapı­nın yanında oturuyordu. Kendisine, bu kadının yanında birşey söylemekten utanmıyor musun! dedi.[304]

İbni Ebi Leyla'dan:

"Biz sahabiler arasında Ümmü Hani'den başka Peygamber'in daha namazı kıldığına dair kimse birşey bahsetmedi. Ümmü Tahi şöyle dedi: Pey­gamber, Mekke fethi günü evime geldi, yıkandı sekiz rekaz namaz kıldı. Bu namazdan daha hafif namaz kıldığını görmedim."[305]

Ümmü Fadl'dan:

"Allah'ın Peygamberi (s..a.v.) benim evimde iken, yanına bir bedevi girdi ve şöyle dedi:

- Ey Allah'ın Peygamberi, benim karım vardı.

Ben onun üstüne başka bir kadınla evlendim. Bu sefer ilk karım yeni karıma bir yahut iki kerecik süt emzirmiş olduğunu söyledi. Bunun üzerine Allah'ın Peygamberi:

- Bir kerecek ve iki kerecek emmek haram kılmaz,"buyurdu.[306] Ebu Musa (r.a.)'dan:

"Bir kere Esma Bintu Umeys -ki bizimle Habeşistan'dan gelenlerden idi- Peygamberin kadını Hafsa'nın yanına ziyaretçi olarak girdi. Hafsa da vaktiyle bir muhacir kafilesi içinde Necaşi'nin memleketi olan Habeşistan'a hicret etmişti. Esma, Hafsa'nın yanında iken Ömer de kızı Hafsa'nın odasına girdi. Ömer, Esma'yı görünce Hafsa'ya:

- Bu kadın kimdir? diye sordu Hafsa;

- Umeys kızı Esma'dır, dedi. Ömer:

- Bu o Habeşli kadın mıdır? Bu kadın o deniz yolcusu Esma mıdır? (diye latifeli olarak tekrar tekrar sordu).

Esma da:

- Evet ben oyum diye tastik etti.[307]Abdullah İbni Amr ibni As'dan:

"Haşimoğullanndan birkaç kişi, Esma bintu Umeys'in yanma girmişler­di. Akabinden Ebu Bekir Sıddık içeriye girdi. Esma Bintu Umeys, o günler­de Ebu Bekir'in nikâhı altında idi. Ebu Bekir içeri girince oradaki bu manza­radan hoşlanmadı. Bu durumu Rasulullah'a zikretti ve: Ben orada hayırdan başka birşey görmedim diye de ilave etti. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): Allah, Esma bintu Umeys'i şerli işten beri kılmıştır, buyurmuştur. Sonra Rasulullah minber üzerinde ayağa kalktı ve 'bu günümden sonra hiç kimse kocası yanında bulunmayan bir kadının yanına girmesin. Ancak beraberinde bir yahut iki kimse bulunursa girebilir buyurdu."[308]

Umeyr İbni Esvedil Ansi'den:

"Kendisi Ubade İbni Samit'i Hımış sahilinde kendisine ait bir evde Ümmü Haram'da beraberin de yken ziyaret etti. Umeyr, Ümmü Haram, bize Nebi (s.a.v.)'in şöyle dediğinden bahsetti. Ümmetimden deniz savaşını yapan ilk ordu cenneti hakedecek bir iş yapmıştır, dedi. Ümmü Haram da Rasulullah ben de onların içinde miyim? dedim; dedi. Rasulullah da: Evet sen de onların içindesin, dedi. Daha sonra Nebi (s.a.v.); ümmetimden Kay­ser şehrine savaşa giden ilk ordunun günahları bağışlanmıştır, dedi. Ben de: "Ey Allah'ın Rasulü, ben onların içinde miyim? dedi. Rasulullah'da: 'Hayır' dedi.[309]

Ebi Vail'den:

"Bir gün sabah namazını kıldıktan sonra Abdullah İbni Mes'ud'un yanı­na gitik. Kapıdan selam verdik. Bize içeri girmeye izin verdi. Kapıda biraz eğlendik. Bu sırada bir kız çıktı ve Niye girmiyorsunuz? buyurun, dedi. Biz de içeriye girdik. Abdullah, oturduğu halde nafile namazı kılmakta idi. 'Si­zin girmenize, izin verildiği halde sizleri içeri girmekten men eden nedir?' diye sordu. Biz, 'hayır birşey yok. Şu kadar ki biz ev halkının uyumuş oldu­ğunu zannediyorduk' dedik. İbn Ummi Abd ailesini gafletteler mi zanneti-niz? Daha sonra dönüp ta güneşin doğduğunu zannetiği vakte kadar nafile namazı kılmaya başladı. Sonra 'Ey Kız! Bak güneş doğdu?' dedi. Kız baktı, güneşin doğmuş olduğunu gördü. Bunun üzerine Abdullah 'bu günümüzde de bizleri konuşturan ve günahlarımız sebebiyle bizleri helak etmeyen Allah'a hamdolsun' dedi."

Ravi der ki: "Oradakilerden bir kimse: 'Dün bütün gece mufassal oku­dum' dedi. Abdullah 'şiir okur gibi acele acele mi? Bizle yemin olsun birbir­lerine yakınlaştırarak okumak alışkanlığında olduğu sûreleri kat'i olarak biliyorum: On sekiz sûre mufassaldan, iki sûre de Ha- Mim ailesinden-dir."[310]

Ebi Burde'den:

"Ebu Musa, Fadl ibni Abbas kızının evinde iken ben onun yanma gir­dim, derken aksırdım. Fakat Ebu Musa bana hayır dua etmedi. Fadl İbni Ab-bas'ın kızı Ümmü Gülsüm de akardı. Sefar Ebu Musa ona 'Allah sana rahmet eylesin' diye hayır dua etti. Müteakiben ben annemin yanına döndüm ve bunu ona haber verdim. Ebu Musa annemin yanına geldiği zaman annem ona:

- Oğlum senin yanında iken aksırmış; fakat, sen ona hayır dua etmemiş­sin. Kadının olan Ümmü Gülsüm aksmnca ona hayır dua etmişsin, dedi.

Bunun üzerine Ebu Musa:

- Senin oğlun aksırdı. Fakat Allah'a hamd etmedi. Bundan dolayı ben de ona hayır dua etmedim. Karım Ümmü Gülsüm de aksırdı Aksırmasının ardından 'Elhamdülillah' diyerek Allah'a hamdetti. Ben de ona hayır dua ettim. Ben Rasulullah (s.a.v.)den işittim: 'Biriniz aksırıp eh- Allah'a hamdet-tiği zaman sizler ona hayır dua ediniz. Eğer Allah'a hamd etmezse siz de ona hayır dua etmeyiniz' buyurdu, dedi."[311]

Kays İbni Ebi Hazim'den:

"Ebu Bekr, Zeynep binti Muhacir denilen Ahnes kabilesinden bir kadı­nın yanına vardı. Kadının hiç konuşmadığını gördü. Bunun üzerine kadının niçin konuşmadığını sordu. Orada bulunanlar: 'Bu kadın konuşmadan hac yapmayı adamış,' dediler. Ebu Bekir kadına, 'konuşman gerekir, bu sana he­lal değildir. Çünkü bu cahiliye adetlerindendir.' Bunun üzerine kadın konuş­tu ve sen kimsin? dedi. Ebu Bekr 'muhacirlerdenim1 deyince kadın, hangi muhacirlerdensin? dedi. O da 'Kureyşten' dedi. Kadın, 'sen hangi Kureyşten-sin? dedi. Kadının bu sorularından bunalan Ebu Bekir, 'gerçekten sen de çok soru soruyorsun, ben Ebu Bekir'im' dedim. Kadın, Peki Allah'ın cahiliyeden sonra bizim yapmamızı istediği salih iş nedir?' Ebu Bekir, imamlarınızın size yapmanızı önerdikleri şeylerdir, dedi. Kadın 'imamlar kimdir?" deyince Ebu Bekir 'senin kavminin ileri gelen reisleri yok mu? dedi. Kadın, 'evet öy­ledir' dedi. Ebu Bekir, işte bunlar insanların imamları (önderleridi)dır."[312]

Sabit el-Bunai'den: "Bir defasında Enes (İbni Malik)in yanında idim. Mecliste Enes'in kızı da bulunuyordu. Enes şöyle dedi: Bir gün Rasulullah'ın huzuruna bir kadın gelerek nefsini arzetti. Ya Rasulullah bana ihtiyacın var mı? dedi. Bunu Enes'in kızı işitince: Bu ne hayası kıt kadınmış vay bu ne fuhuş ve fezahet vay bu ne fuhuş ve fezahet? dedi. Enes İbni Malik, kızım öyle söyleme, emin ol o kadın senden hayırlıdır. Çünkü o Rasulullah'ın pey­gamberliğine rağbet ederek onun ailesine katılabilmek için kendini Rasulul-lah'a arz ve teklif etmiştir, dedi.[313]

Aişe (r.a.)'da: "Bir kere Hatice'nin kız kardeşi Havle binti Huveylid  (Medine'ye gelip, Rasulullah'ın huzuruna girmek için izin istemişti. Rasululah (bu iki kızkardeşin seslerindeki benzerlikten dolayı) Hatice'nin izin istemesini hatırladı ve bunun için ferahlanıp sevindi de: 'Allah'ım, bu Hale'dir' dedi. Aişe; bunun üzerine ben kıskandım da '(ya Rasulullah) ihtiyarlıktan ağzının iki tarafında diş etlerinin kızartısından başka bir beyaz­lık kalmayan ve zamanın (değişmeleri içende ölen) ihtiyar Kureyş kadınla­rından bir kocakarının nesini anarsın? Allah onun yerine sana, ondan daha hayırlısını vermiştir' diye Rasulullah'ı karşıladım.[314]

Cabir İbni Abdullah'dan:

"... Nebi (s.a.v.) Esma Bintu Umeys'e hitaben: 'Kardeşim Cafer'in oğul­larının (Cafer İbni Ebi Talib'i kastediyor) vücudlarını niye zayıf ve ince ola­rak görüyorum, acaba onlara açlık haceti mi isabet ediyor?' diye sordu. Esma: Hayır, onlar aç değiller. Lakin onlara nazar değiyor, dedi. Rasulullah: 'onlara rukye yap' buyurdu. Esma dedi ki: 'Ben müteakiben rükyeyi Rasulullah'a arz ettim de kendisi bana 'onlara rukye yap' buyurdu."[315]

Ebi Musa Eş'ari (r.a.)'dan:

"Ben kardeşimle beraber Yemen'den geldiğim zaman bir müddet bekledik. (Peygamberin hallerini ve yakınlarını tedarik ettik) bu esnada Abdullah İbni Mes'ud'u Nebi (s.a.v.)'in ehli ev halkından kabul ediyorduk. Bunun sebebi ise onun ve annesinin Nebi (s.a.v.)'in yanında çokça girip çıkmasıydı dedi."

Müslim'in rivayetinde ise: "Onların (Abdullah İbni Mes'ud ve annesi) Rasulullah'ın yanına çok girip çıkmaları ve onunla çok irtibatta bulunmala­rından dolayıdır denildi."[316]

Enes (r.a.)'dan:

"Muhakkak ki Nebi (s.a.v.) Medine'de Ümmü Süleym'in evi haricinde hiçbir eve devamlı kocaları olmadan girmezdi. Rasulullah'a bunun niçin böyle olduğu sorulunca, 'ben Ümmü Süleym'e çok acıyorum, çünkü onun erkek kardeşi benim maiyyetimde şahid oldu' buyurdu."[317]

Fethu'l-Bari'de şöyle denildi: (Medine'de Ümmü Süleym'in evinde başka hiç kimsenin evine varmazdı) sözü konusunda Humeyd 'belki de burada devamlılık ifade edilmek istenmiştir,1 dedi. İbni Tîn ise: 'Burada Rasulullah Ümmü Süleym'in yanına girip çıkmasının çok olduğu ifade edilmek isten­miştir' dedi."[318]

Enes'den: "Bir gün Peygamber bize geldi. Evde ancak ben, annem ve teyzem Ümmü Haram vardı. Müteakiben: 'Kalkınız size namaz kıldırayım' buyurdu. Bu Farz namazı vaktinin dışında idi. 'Bize namaz kıldırdı. Sonra bize ev halkına dünya ve ahiret hayırlarının hepsiyle dua etti."[319]

Enes'den: "Nebi (s.a.v.) insanların en güzel ahlâklısı idi. (Diğer bir riva­yette Nebi (s.a.v.) bizim aramıza karışıyordu.) Benim Ebu Umeyr adında bir erkek kardeşim vardı. Onun sütten kesilmiş olduğunu zannediyorum, dedi. Rasulullah bize gelip de onu gördüğü zamanlarda: 'Ya Eba Umeyr! Nugayr ne oldu?' der. (latife eder)di. Çünkü kardeşim Ebu Umeyr, 'O Nugayr' (serçe kuşu) ile oynardı. Öyle sanıyorum ki, o bizim evde iken namaz vakti geldi, erişti. Altındaki minderlerin temizlenmesi ve silkelenmesini emredip na­maz için ayağa kalkınca, biz de onun arkasından kalkardık; bize namaz kıl-dırırdı."[320]

Fethu'l-Bari'de bu hadis hakkında şunlar zikredilmiştir: "Hadise göre er­keğin ecnebi bir kadını ziyaret etmesi eğer kadın genç değil de fitneden emin olunabiliyorsa caizdir."301"302[321]

Ayrıca yine hadise göre, kişinin kendi hanımının evi dışında bir evde öğ­le uykusuna yatması meşrudur. Bunun yanında yöneticinin yönetimi altın­daki birisinin evinde öğle uykusuna yatması bu ev bir kadının bile olsa caiz­dir. Diğer yandan fitneden emin ise bir adamın yanında mahremi olmadan evde kocası bulunmayan bir kadının yanına girmesi de caizdir. Bütün bunla­ra ilaveten eğer bir büyük bir topluluğu ziyaret ederse o topluluk fertlerinin arasında eşitlik ilkesine uyar. Çünkü Rasulullah Enes'le tokalaştı ve Eba Umeyr'e latife yaptı. Arkasından da Ümmü Süleym'in yatağında uyudu. Onlara kendi evlerni namaz kıldırdı; ta ki onun bereketinden herkes istifade etsin."[322]

Avn İbni Cuhayfe'nin babasından rivayetine göre:

"Nebi (s.a.v.) Selman ve Ebi Derda arasında kardeşlik bağı kurdu. Bir gün Selman Eba Derda'yı ziyaret ettiğinde Ümmii Derda'yı perişan bir halde iş elbiseleriyle gördü. Bunun üzerine Ümmü Derda'ya, 'senin bu halin ne­dir?1 diye sordu. Ümmü Derda da 'kardeşin Ebu Derda'nın dünyalık hiçbir arzusu yoktur1 dedi. Arkasından Ebu Derda gelip ona yemek hazırladı ve Selman'a 'sen ye, ben oruç tutuyorum." Selman da 'sen yemedikçe ben ye­mem1 deyince Ebu Derda yedi. Gece olduğunda Ebu Derda kalkıp teheccüd namazı kılmak isteyince, Selman 'uyu1 dedi; uyudu. Sonra yine kalkıp namaz kılmak isteyince tekrar ona 'uyu' dedi. Gecenin sonuna yaklaştığında Sel­man Ebu Derda'ya 'şimdi kalk,' dedi. Ravi 'o ikisi kalktılar; namaz kıldılar1 dedi. Namazdan sonra Selman Ebu Derda'ya şunları söyledi:

Gerçekten senin üzerinde Rabbinin, nefsin ve ailen hakları vardır. Her­kese hakkını ver. Bu sözleri söyledikten sonra Selman, Nebi (s.a.v.)'in yanına geldi ve durumu izah edince, Nebi (s.a.v.) 'Selman doğru söylemiş' dedi."[323]

Hafız İbni Hacer: 'Bu hadiste birçok faydalar vardır. Bunlardan birisi Allah rızası için kardeşlik ilanının meşruiyeti, kardeşlerin, ziyaret edilmesi, onların yanında gecelenmesi, yabancı bir kadınla zorunlu hallerde konuşul­ması, maslahatın gereğine uygun olarak -velev ki bu konuşan ile alakalı ol­mazsa bile- bunların hepsi caizdir.[324]

Enes'den:

"Ümmü Süleym, Nebi (s.a.v,) için meşinden yapılmış bir döşek yayar o da bunun üzerinde gündüz uykusuna yatardı. Ravi, Nebi (s.a.v.) uykuya daldığında Ümmü Süleym onun terini ve saçından alır ve terini önce bir şişe içine toplayıp sonra onları başka kokularla karıştırırdı dedi."

Diğer bir rivayette: "Peygamber'in terlemesi çoktu. Ümmü Süleym'de Peygamber'in terini topluyor ve onu cam, yahud sırçadan yapılmış şişelere koyuyordu. Peygamber: 'Ya Ümmü Süleym, bu yaptığın nedir?' diye sordu. Ümmü Süleym, 'senin terindir, ben onu güzel kokumun içine karıştırıyorum' dedi."[325]

Fethu'l-Bari'de; Muhalle}) bu hadiste büyük insanın öğle uykusunu ta­nıdığı kişilerin evinde aralarındaki sevginin varlığı ve kesinliği sebebiyle zikredildiğine göre, bazıları (bu kıssada saçın zikredilmesini) etrafa saçının taradığı zaman dökülmesine hamlettiler. Sonra Muhammed İbni Sad'in rivayetinde karşılıklı gideren birşeyi gördüm. Muhakkak ki o sahih bir senetle Sabit'ten onun da Enes'den rivayet ettiği bir hadis zikretti: Nebi (s.a.v.) Mina'da saçını kestirdiği zaman, Ebu Talha, Rasulullah'm saçını aldı. Bu saçları Ümmü Süleym'e getirdi. Ümmü Süleym de bu saçlan koku kutusunun içine koydu. Ümmü Süleym, Nebi (s.a.v.) evime gelir meşinden yapılmış döşeklerin üzerinde uykuya yatardı."

Bu rivayetten fayda olarak şunları çıkarabiliriz: Şüphesiz ki Ümmü Sü­leym, öğle uykusu sırasında Rasulullah'ın terini aldığında teri yanında bulu­nan saçlara kattı. Bu saçlan Ümmü Süleym uyku sırasında aldı. Aynı şekilde bu hadisten şunu da çıkarabiliriz. Adı geçen kıssa, veda haccından sonra idi. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) saçını ancak Mina'da traş etti.[326]

Enes İbni Malik (r.a.)'dan:

"Rasulullah (s.a.v.) Milhan kızı Ümmü Haram'ın ziyaretine gelirdi de o da kendisine yemek ikram ederdi. O sırada Ümmü Haram, Ubade İbni Sa-mit'in nikâhının altında idi. Yine Rasulullah (birgün) Ümmü Haram'ın yanına girdi. Ona yemek ikram etti. Ümmü Haram yemek ikramından sonra başım tarayıp temizlemeye başladı. Bu arada Rasulullah (s.a.v.) bir müddet uyudu. Sonra gülümseyerek uyandı. (Ümmü Haram) 'Ya Rasulallah seni güldüren şey nedir?1 dedi. Rasulullah'da:

- Rüyamda bana ümmetimden bir kısmı şu deniz üstünde hükümdarla­rın tahtlarına kuruldukları gibi binerek, Allah yolunda deniz harbine gider halde gösterildi de ona gülüyorum, buyurdu."[327]

Hafız İbni Hacer, Hadis-i şerife göre yabancı bir kadının misafirin ye­meğini hazırlayıp doyurması ve buna benzer diğer işlerini görmesi caizdir. Ayrıca hadise göre kadının misafirin başını tarayıp temizleme hizmeti caiz­dir.[328]

Bu durum bazı alimlere karışık geldi. İbni Abdilber, muhakkak ki Rasulullah (s.a.v.) veya kardeşi Ümmü Süleym'i, Ümmü Haram'ın emzirdiğini sanıyorum. Böylelikle birisi (Ümmü Haram) onun annesi veya süt emzirme­den dolayı onun teyzesi oldu. İşte bundan dolayı Ümmü Haram'in yanında uyuyordu. Onun için Peygamber (s.a.v.) mahremlerinden ne gibi hizmetler görüyorsa ondan da aynı hizmetleri görüyordu, dedi. Abdilber'in dışındaki­ler ise; 'bilakis Nebi (s.a.v.) masumdu.' Hanımından bile arzusuna sahip olan insan, nasıl başkası hakkında arzu ve isteklerine hakim olmasın? Ayrıca o bütün kötü fiil ve fahiş sözlerden de beridir; bu ise onun özelliklerindendir, dedi.

Daha sonra, belki hadisteki uyuma ve saç tarama hadisesi, hicabın farz kılınmasından Öncedir. Ama bunun kesinlikle hicabın farz kılınmasından sonra olduğu söylenerek bu savunma reddedildi. Hadisin açıklamasının ba­şında bu olayın veda haccmdan sonra olduğunu sunmuştu. İyaz ise birinci savunmadaki onun özelliklerin dendir. Sözüne karşı 'özellikler ihtimal ile sa­bit olmaz ismet (günahsızlık)'in subütü herkes tarafından peygamberler için kabul edilen bir sıfattır. Fakat asıl olan ona has bir Özellik olmaması ve Pey-gamber'in fillerine uyulmasının caiz olması ta ki bu hususiyetin delil olması­dır.' Dimyati mahremiyet idiasında bulunanlara red konusunda biraz daha ileri giderek şöyle dedi:

Neseb'den veya süt emzirmeden dolayı Ümmü Haram'ın Nebi (s.a.v.)'in teyzelerinden birisi olduğunu zannedenler ve Ümmü Haram'a bu teyzelik idddiası ile mahremiyet kazandıranların hepsi gaflet içerisindeki şaşkınlardır. Çünkü nesebden annesi olanlar ve onu emzirenler bellidir."[329]

Sonra Hafız İbni Hacer: Burada en güzel cevap peygamberlerin özelliği iddiasıdır.

Dr. Yusuf Kardavi, müteakiben (Katar televizyonunda kendisine ait yanımda bir nüshası bulunan fetvasında) şöyle dedi: "Ben hadisteki gizli veya açık delilini nerede olduğunu bilemiyorum." Biz de Dr. Yusuf Karda-vi'nin sözlerine şunları ilave ediyoruz: Peygambere ait bir özellik olmasına dair bir delil olmamasına rağmen Hafız İbni Hacer bizzat kendisi bize hükmün umumu olduğuna dair bir delil sunacak. Bu delilini aşağıda sunaca­ğımız hadise göre, Ebi Musa'nın başını tarayıp temizleyen kadın, onun kardeşlerinden birisinin hanımıydı.[330]

Ebi Musa (r.a.)'den;

"Beni Nebi (s.a.v.) Yemen'deki bir kavmin yanına gönderdi. Nebi (s.a.v.)'in yanma 'Batha' denilen yerde iken gittim. Bana: Ne ile ihrama gir­din?' diye sordu. Ben de, Peygamberin ihramlandığı gibi ihramlandığımı söyledim. Bunun üzerine, 'yanında kesebileceğin bir kurban var mı?' dedi. Ben 'hayır,' dedim. Bana Kabe'yi ve Safa-Merve'yi tavaf etmemi emretti. Ben de tavaf etim. Sonra ihramdan çıkmamı emredince ihramdan çıktım. Arkasından kavmimden bir kadının yanına geldim. O benim başımı taradı ve yıkadı."[331] Diğer bir rivayette, "sonra Benî Kays'm kadınlarından bir kadının yanına geldim. Benim başımı tarayıp temizledi."[332]

Hafız İbni Hacer, 'kavmimden bir kadının yanına geldim' sözü konu­sunda bu sözden sonra zihne ilk gelen şey bunun Kays Aylan'dan olduğudur. Onlarla (Gays Aylan) ile Eş'ariyyin arasında neseb bağı yoktur. Fakat İbni Aid'in rivayetinde (ikinci rivayeti kastediyor) Beni Kays'ın kadınlarından bir kadındır. İşte bundan dolayı burada Kays'ın diye ifade edilen Ebu Musa Eş'arinin babası olan Kays İbni Süleym'dir. Muhakkak ki başını tarayan kadın ise kardeşlerinden birinin hanımıdır. Ebu Musa'nın kardeşleri Ebu Rehm, Ebu Bürde ve Muhammed'dir[333]

Şüphesiz ki bedene dokunmak ve bu seviyedeki sevgi dolu bir gözetme fitneden emin olunduğu müddetçe meşrudur. Nasslarda açıkça görüldüğü gibi ancak özel durumlarda genellikle fitneden emin olunur. Bu özel haller ile şahid olunan sosyal vakıanın altında yer alır. Bu özel haller fitneden korunmaya yardım eder, ayrıca bu seviyede sevgi dolu bir korumanın kabuî edilmesini teşvik eder. Bu olay, salih mü'minler arasındaki uzun süreli dost­luğun dostların kalblerinde şehveti gizleyen soylu duyguların ortaya çıkardığına işaret ediyor. Keşke bu duygular tüm dostluklar boyunca böyle olsa Ümmü Haram, Ummü Süleym ile Rasulullah (s.a.v.) arasında olan kar­deşlik duyguları bunun örneğidir. Aynı şekilde Ebu Musa Eş'ari ile büyük kardeşlerinin hanımı arasındaki dostlukta buna örnektir. Bu özel dostluklara Ebi Huzeyfe'nin hanımı Sehle binti Sülehy ile Ebi Huzeyfe'nin azadlısı Salim arasındaki annelik duyguları da en iyi örneklerdendir. (Bu konudaki hadisi erkeklerden kadınların ilim alması (tahsili) esnasındaki karşılamala-rıyla ilgili bahiste incelenecektir.) Bu duygularla birlikte karşı cinse karşı olan fıtri şehvet azalır. Yaşın ilerlemiş olması cinsel isteği zayıflatsa bile tamamen yok etmez. Fakat uzun süreli bağlılık arzu ve emelin sönmesini kesin olarak sağlar.

Hürmet ve övgü amacıyla kadınlarla erkeklerin karşılaşması: Enes (r.a.)'dan:

"Nebi (s.a.v.) bir takım kadınların ve çocukların düğün yemeğinden dö­nerek neşe içinde geldiklerini gördü. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) ayağa kal­karak: (Ey Ensar kadınları ve çocukları) Allah şahid olun ki sizler bana insanların en sevimlilerindensiniz' dedi. Bunu üç defa tekrar etti.[334] Bir rivayette,[335] "sevinçli bir şekilde hızlıca onlara doğru ilerledi."

Enes İbni Malik (r.a.)'dan:

"Nebi (s.a.v.)'e Ensardan bir kadın yanında çocuklarıyla beraber geldi. Nebi (s..a.v.): 'Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki siz Ensar cemaatı bana insanların en sevimlilerindensiniz' buyurdu. Bu sözünü üç kere tekrar­ladı."[336]

Aişe (r.a.)'dan:

"Aişe (kız kardeşi) Esma'dan bir gerdanlığı ödünç almıştı. Bu gerdanlık kayboldu. Rasulullah da ashabından bazı kimseleri bunu aramak için yolladı. Namaz vakti geldi. Onlar da abdestsiz olarak namazlarını kıldılar. Nihayet Nebi (s.a.v.) geldiklerinde bu durumu kendisine arzettiler. Müteakiben teyemmüm âyeti nazil oldu. Bunun üzerine Useyd ibn Huday, Aişe'ye hitaben 'Allah seni hayır ile mükafatlandırsın. Senin başına her ne iş gelmişse, Allah sana muhakkak ondan bir kurtuluş yolu yaratmış, müslü-manların lehine de onda muhakkak bir bereket bulunmuştur,1 sözlerini söyledi."[337]

Ummü Ala'dan:

"... Osman İbni Maz'un vefat ettiğide yıkanıp elbiseleriyle kefenlendi. Rasulullah (s.a.v.) ziyarete geldi. Ben de kendisine, 'Allah'ın rahmeti senin üzerine olsun Eba Saib. Benim sana şahidliğim dolayısıyla şüphesiz Allah sana ikram etti, dedim. Rasulullah (s.a.v.) de: 'Sen Allah'ın bana ikramda bulunduğunu nerden biliyorsun?' Dedim ki; Babam sana feda olsun, Ya Ra-sulallah sana ikram etmeyecek de kime ikram edecek?1 Rasulullah (s.a.v.) 'ona apaçık gerçekler ona ulaşmadı ki? Allah'a yemin olsun ki ben Allah'ın Rasulü olduğum halde Allah'ın bana ne yapacağını bilemiyorum.' Bunun üzerine kadın; Allah'a yemin olsun ki bundan sonra kesinlikle hiçbir kimseyi bilmediğim bir konuda övmeyeceğim. Bu beni üzdü ben uyuyunca rüyamda Osman'ı bizzat yürürken gördüm? Bunu Rasulullah'a haber verdiğimde, işte o onun amelidir' buyurdu."[338]

Dua ve bereket talebi için kadınlarla erkeklerin karşılaşması. Ata İbni Rabah'tan:

Bana İbni Abbas: Sana cennet kadınlarından bir kadın göstereyim mi? dedi. Ben de: 'Evet göster' dedim. İbni Abbas şöyle dedi: 'Şu gördüğün iri yapılı ve uzun boylu Habeşi siyah kadındır. Bu kadın bir kere Peygamber'e geldi ve:

- Ben saralamyorum, saralanınca da açılıyorum, Allah'a benim için dua et, dedi.

Rasulullah (s.a.v.):

-  İstersen hastalığına sabret onun mukabilinde sana cennet vardır. İstersen sana afiyet vermesi içi Allah'a dua edeyim buyurdu.

Kadın:

- (Hastalığıma sabr ederim) ancak ben açılıyorum. Açılamamam için Allah'a dua et, dedi. Rasulullah kadın için dua etti ve (edep yerleri açılmaz oldu.)[339]

Enes (r.a.)'dan:

"Nebi (s.a.v.) Ümmü Süleym'i ziyarete geldi... Ümmü Süleym ve ev halkı için Nebi (s.a.v.) dua etti. Ümmü Süleym; 'Ya Rasulallah, benim sen­den bir isteğim var, dedi. Rasulullah; 'O isteğin nedir? dedi. Ümmü Süleym, 'senin hizmetlin Enes, dünyadan ayrılmadan bana ne dünya ne ahiret için hiçbir şey bırakmadı. Sadece benim için şöyle dua etti: 'Ey Allah'ım, ona mal ve evlad rızkı ver ve ona bunlarla bereket ihsan eyle.' Şüphesiz ki ben şimdi Ensarın en çok mal sahibi olanlanndamm.' Bana kızı Emine'nin bahsettiğine göre, benim çocuklarımdan Basra hacılarının Önünde 120 civarında defnedildi[340]

Enes İbni Malik'den:

"Peygamber (s.a.v.) -annem- Ümmü Süleym'in evine girer ve Ümmü Süleym içinde yok iken onun döşeği üzerine gündüz uykusuna yatardı. Peygamber bir gün yine geldi ve onun (yani annemin) döşeğinin üzerinde gündüz uykusuna yattı. Akabinde Ümmü Süleym'e gidildi ve kendisine: İşte Peygamber senin evinde, senin döşeğinin üzerinde uyudu, denildi. Ümmü Süleym geldi, Peygamber terlemiş ve teri de döşeğin üstünde bulu­nan bir deri parçası üzerine toplanmıştı. Ümmü Süleym, kıymetli eşyalarını koyduğu küçük sandığını açtı, müteakiben bir bez parçasına bu birikmiş teri içirip almaya ve sonra da cama veya sırçadan yapılmış kapların içine sıkmaya başladı. Bu sırada Peygamber uykusundan uyandı ve: Ne yapıyorsun ya Ümmü Süleym?' diye sordu. Ümmü Süleym: 'Ya Rasulallah! Biz çocuklarımız için unun bereketini ümid ediyoruz1 dedi. Rasulullah 'isabet ettin' buyurdu."[341]

Esma (r.a.)'dan:

"Esma Abdullah, İbni Zübeyr'e hamile olmuştu. Esma şöyle dedi: 'Ben gebelik müddetimi tamamlayarak (Mekke'den) çıktım. (Muhacir olarak) Medine'ye geldim. Küba köyüne indim. Abdullah'ı orada doğurdum. Sonra çocuğu Nebi (s.a.v.)'a getirdim. Çocuğu Nebi (s.a.v.)'in kucağına koydum. Sonra bir hurma istedi. Onun ağzında çiğnedikten sonra çocuğun ağzına tükürdii. Bu suretle oğlumun midesine ilkgiden şey, Rasulullah'ın (s.a.v.) tükürüğü oldu. Sonra Rasulullah çiğnenmiş hurma ile çocuğun damağını ovdu. En sonra çocuğa dua edip ona bereket ve saadet temenni eyledi. Ve ni­hayet bu Abdullah İbni Zübeyr, (Hicretten sonra Medine'deki muhacir) müslüman aileleri içinde ilk doğan çocuk oldu."[342]

Saib İbni Yezid'den:

"(Çocukluğumda teyzem beni Nebi (s.a.v.)'in yanına götürdü ve: 'Ya asulallah! Benim kızkardeşimin şu oğlu hastadır dedi. Rasulullah (s.a.v.) eliyle başını sıvazladı. Ve bana bereket dua yaptı. Sonra abdest aldı. Ben abdest suyundan itim. Sona arkasında durdum. İki omuzu arasında gerdek çadırının koca düğmeleri (yahut kekliğin yumurtası) gibi peygamberlik mühürü gördüm."[343]

Abdullah İlbni Hişam'dan:

"Nebi (s.a.v.)'in zamanına yetişti. Annesi Zeyneb binti Humeyd onu (Abdullah İbni Hişam) Rasulullah (s.a.v.) yanına getirdi ve: 'Ya Rasulallah, bu çocukla biatlaşm (biatini alın) dedi. Bunun üzerine Rasulullah: 'O küçük­tür' deyip başını sıvazladı ve onun için ona dua etti."[344]

Ümmü Kays binti Muhassan:

"Ümmü Kays henüz yemek yemeyen küçük çocuğunu Rasulullah {.>.a.v.)'e getirdi. Çocuğu Rasulullah (s.a.v.) kucağına oturttu. Çocuk Rasu­lullah'ın elbisesine küçük abdestini yaptı. Sonra su istedi suyu çocuğun ıslat­tığı yere serpti. Onu yıkamadı."[345]

Enes İbni Malik'den:

"Rasulullah (s.a.v.) sabah namazın kıldırdığı zaman Medine'nin hiz­metçileri, içlerinde su bulunan kablarım getirirlefSi. Rasulullah kendisine getirilen her kabın içine muhakkak elini daldırırdı. Bazen kendisine soğuk sabahlarda gelirlerdi de O yine elini su kabına daldırırdı."[346]

Ebu Hureyre'den:

"Bir kadın küçük çocuğunu Nebi (s.a.v.)'e getirdi ve:

- Ey Allah'ın Peygamberi! Bunun için Allah'a dua et (diğer bir rivayet­te: 'Gerçekten çocuk hastadır ben de onunfcç"in korkuyorum). Andolsun ki ben üç tanesini gömdüm1 dedi. Rasulullah:

- Üç tane mi gömdün? diye sordu. Kadın:

- Evet, diye tasdik etti.

Rasulullah:

- Andolsun ki sen kendini cehennemden çok sağlam bir duvarla koru­muşsun,[347] buyurdu. [348]

 

Misafirlik Esnasında Kadınlarla Karşılaşması:

 

Enes'den:

"Rasulullah (s.a.v.)'m, güzel çorba pişiren Acem bir komşusu vardı. Bu zat, bir gün Rasulullah (s.a.v.) için yemek hazırladı ve gidip kendisini davet etti. Rasulullah (s.a.v.) Aişe'ye işaret ederek; 'Bu da davetli mi?1 diye sordu. O zat: 'Hayır' dedi. Rasulullah (s.a.v.): Öyle ise ben de gelemem' dedi. Müteakiben o zat Peygamberi davet için tekrar geldi. Rasulullah yine Aişe'yi göstererek: 'Bu da gelecek mi?' diye sordu. O zat yine 'Hayır' dedi. Rasulullah da: 'Hayır' dedi. Sonra o zat dönüp yine davet etti. Bu sefer 'Evet gelecek' dedi. Bunun üzerine Rasulullah Aişe ile beraberce o zatın evine git­tiler."[349]

Enes ibni Malik'ten:

"Enes'in anne annesi Müleyke binti Malik İbni Adiy (r.a.) Rasulullah (s.a.v.)'ı bir yemeğe davet etti. Rasulullah o yemekten yedi. Sonra: '(Haydin) kalkınız da size namaz kıldırayım!' buyurdu. Enes İbni Malik der ki: 'Ben he­men kullanılmaktan simsiyah kesilmiş (eski) hasırımıza davrandım. Üzerine (yumuşasın diye) biraz su serptim, Rasulullah, namaza durdu. Ardında bir saf olduk. Kocakarı da arkamızda durdu. Rasulullah, bize iki rekat kıldırdı, sonra gitti."[350]

Hafız îbni Hacer, "hadisten elde edilebilecek bir çok faydalar vardır. Bu faydalar şunlardır: Düğün yemeği olmasa bile davete icabet edilmesi ve fitneden emin olunabilecekse davet eden kimse kadın bile olsa icabet edil­mesidir."[351]

Enes (r.a.):

"Nebi (s.a.v.) Ümmü Süleym'i ziyaret ettiğinde kendisine tereyağ ve hurma getirdi. Nebi (s.a.v.) ise yağınızı tulumun içine geri koyunuz ayrıca hurmanızı da kabına koyun, çünkü ben oruçluyum."[352]

Enes İbni Malik (r.a.)'dan:

"Rasulullah (s.a.v.) Küba'ya gittiği vakitlerde Ümmü Haram binti Nul-han'ın yanma da uğrayıp ziyaret ederdi. Ümmü Haram da kendisini doyurur-du.'[353]

Cabir İbni Abdillah (r.a.):

"Hendek kazıldığı zaman ben Nebi (s.a.v.)'de bir karm boşluğu (yani şiddetli bir açlık) gördüm. Hemen kanma dönüp ona; 'evinde yiyecek birşey var mı?1 Ben Rasulullah'da şiddetli bir açlık gördüm, dedim. Karım (Mes'ud kızı Sehîe) bana içinde bir sa1 arpa bulunan deriden bir dağarcık çıkardı. Bi­zim evcil oğlağımız da vardı. Ben oğlağı kestim, karım da arpayı el değirme­ninde çekti. Ben oğlak işini bitirirken o da arpanın işini bitirdi. Müteakiben ben oğlağı parça parça edip bir çömlek içine koydum. Sonra Rasulullah'm yanına döndüm. Evden ayrılırken karım; sakın Rasulullah ve yanındakilere beni mahcup etme diye tenbih etmişti. Rasulullah'm yanına gelip gizlice kendisiyle konuştum. Ya Rasulallah bir keçi yavrusunu kestim. Karım da evimizde bulunan bir sa' arpayı öğüttü. Şimdi beraberindeki bir grup insanla birlikte buyur gel' dedim. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) yüksek bir sesle: 'Ey Hendek Halkı! Cabir sizler için bir ziyafet yemeği hazırlamış. Sizleri yeme­ğe davet ediyor' dedi. Rasulullah (s.a.v.) bana da: Ben evinize gelinceye ka­dar et çömleğinizi tandırdan indirmeyin, hamurunuzu da ekmek yapmayı­nız' diye tenbih etti. Ben önden geldim. Rasulullah da herkesten önce geldi. Ben gelince karıma bana: 'Eğer mahcub olursak buna sen sebep oldun' dedi. Ben de: 'Ben senin bana söylediğini yaptım (yani yanımızda erzakın az bu­lunduğunu Peygamber'e haber verdim)' dedim. Müteakiben karım, hamurumuzu Peygamber'e çıkardı. Peygamber hamurun içine tükürük sür­dü ve bereket duası yaptı. Sonra et çömleğimizin yanına geldi. Onu tükürük-ledi ve bereket duası yaptı. Sonra karıma hitaben: 'Bir ekmekçi kadın çağır da seninle beraber ekmek yapsın. Çömleğinizden de kepçe kepçe al, sakın çömleği yere indirme buyurdu. Allah'a yemin ediyorum ki gelenler bin kişi oldukları halde hep yediler de nihayet dönüp ayrıldılar. Çömleğimiz hâlâ olduğu gibi kaynamakta, hamurumuzdan ise hâlâ olduğu gibi ekmek yapıl­makta idi."[354]

Diğer bir rivayette ise: "Rasulullah (s.a.v.): 'Bunu yiyiniz, muhakkak ki insanlara açlık isabet etmiştir bir kısmını da tasadduk ediniz."

Enes İbni Malik'den:

"Enes, Talha Ümmü Süleym'e hitaben: 'Ben bu defa Rasulullah'ın sesi­ni zayıf olarak işittim. Kendisinde açlık olduğunu biliyorum, yanında yiye­cek birşey var mı?' dedi. Ümmü Süleym: 'Evet' dedi. Arpadan yapılmış bir­kaç tane ekmek külçesi çıkardı. Sonra kendi başörtüsünü aldı da onun bir kısmı ile ekmekleri sarıp dürdü. Sonra bohçayı benim elimin altına gizledi. Örtünün bir kısmını da başımın üzerine rida yaptı. Sonra beni Rasulullah'ın yanına gönderdi. Ben de bunu götürdüm. Rasulullah (s.a.v.)'i mescidde otu­rur halde buldum ve beraberinde insanlar vardı. Ben onların yanına varıp di­kildim. Rasulullah (s.a.v.) 'seni Ebi Talha mı gönderdi1 diye sordu. Ben: 'Evet' dedim. Rasulullah: 'Yemek için mi? dedi. Ben 'evet' dedim. Bunun ü-zerine Rasulullah (s.a.v.) beraberinde bulunanlara hitaben: 'Kalkınız' buyurdu. Müteakiben yürüdü, ben de aralarında yürüdüm. Nihayet Ebu Tal-ha'ya geldim ve durumu ona haber verdim. Ebu Talha (annem) Ümmü Sü­leym'e: 'Ya Ümmü Süleym, Rasulullah insanları getirmektedir. Halbuki ya­nımızda onları doyurabileceğimiz birşey yoktur1 dedi. Ümmü Süleym, 'Allah ve Rasulü daha iyi bilir,' dedi. Müteakiben Ebu Talha gitti, nihayet Rasulullah (s.a.v.)'e kavuştu. Rasulullah (s.a.v.) ve Ebu Talha ile beraber geldi. Rasulullah (s.a.v.): 'Ya Ümmü Süleym, yanında ne varsa getir' buyur­du. O da bu ekmekleri getirdi. Rasulullah (s.a.v.) emretti, ekmekler küçük küçük parçalara bölündü. Ümmü Süleym bunun üzerine kendisine ait yağ tulumundan biraz yağ sıktı ve onu bulayıp katık yaptı. Sonra o katık hakkın­da Rasulullah (s.a.v.) Allah'ın söyletmek istediği şeyleri söyledi. Sonra 'on kişiye izin ver' buyurdu. Ebu Talha on kişiye izin verdi. Onlar doyuncaya ka­dar yedikten sonra dışarıya çıktılar. Sonra 'on kişiye daha izin ver' buyurdu. Ebu Talha'da onlara izin verdi. Onlar da doyuncaya kadar yedikten sonra dı­şarıya çıktılar. Sonra Rasulullah tekrar: 'On kişiye daha izin ver' buyurdu. Ebu Taiha da onlara izin verdi. Onlar da doyuncaya kadar yedikten sonra dı­şarıya çıktılar. Sonra 'on kişiye daha izin ver' buyurdu. Nihayet böylece ce maatin hepsi yedi ve doydu. Halbuki bu topluluk, yetmiş veyahut seksen kişi idi."[355]

Selh'den:

"Ebu Esyed Seidiy, evlenirken Nebi (s.a.v.) ve ashabını düğününe da­vet etti. Onlar için yemek yapmadı. Misafirlere hizmet içinde sadece hanımı

Ümmü Esyed'i onların yakında bulundurdu. Ümmü Esyed misafirlere taştan bir kab içinde akşamdan hurma ıslatı. Nebi (s.a.v.) yemek yemeği bitirdikten sonra Ümmü Esyed hurmaları ezip eritti. Bu erittiği hurma şırasını Peygam-ber'e içirdi [356](ve o gelindi)."[357]

Fatıma binti Kays'dan:

"... Rasulullah (s.a.v.) Fatıma'ya, Ümmü Şerik'in evinde vacib olan id-deti beklemesini emretti. Sonra da: 'Bu Ümmü Şerik sahabilerimin yanında çok uğradıkları bir kadındır. (Diğer bir rivayette;[358] Ümmü Şerik'in yanına ilk muhacirler gelir giderler)."

Yine diğer bir rivayette:[359]"... Rasulullah, sen (iddetiııi beklemek üzere) Ümmü Şerik'in yanına taşın,' buyurdu. Ümmü Şerik, Ensar'dan zengin bir kadındı. Allah yolunda infak ederdi. Çok misafiri gelirdi. Ben:

- Belki onun yanına intikal edeceğim dedim. Bunun üzerine Rasulul­lah:

- Hayır Öyle yapma, çünkü Ümmü Şerik, konuklan çok olan bir kadın­dır.[360]

Ebi Hazim'den:

"Sehl; 'Cuma günleri sevniyorduk' dedi. Ben de Sehl'e: 'Niçin sevini yordunuz?' dedim. Sehl: 'Bizim bir ihtiyarımız vardı. Bostana gönderilir. O da oradan kaynatılacak şeylerden getirir, bir tencerenin içine koyup bir mik­tar da arpa katarak kaynatırdı. Cuma namazını kılıp dağıldıktan sonra onun yanına gider; selam verir, o da bize bu pişirdiğinden verir; bundan dolayı se­vinirdik. Biz Cuma namazından sonra öğle yemeğini yer, öğle uykusuna ya­tardık."[361]

Şabi'den:

"Fatıma binti Kays'ı ziyarete gittik. Bize bu misafirliğimiz sırasında Rutab İbni Tabih (bir çeşit Medine hurması) sundu. Ayrıca bize buğdaya benzeyen daneli bir bitkinin suyundan içirdi. Ben ona üç talakla boşanmış olanın nerede iddetini geçirdiğini sordum.[362]

Buraya kadar zikrettiğimiz delillerin hepsi Buharı ve Müslim'de yer alan delillerdir. Şimdi bu delillere ilave olarak Buharı ve Müslim haricinden delil ilave edeceğiz. Bu delil bize evde kocaların olmadığı vakitlerde misafirliğe gelenleri evde hanımların kocalarının tanıdığı ve güvenilir kimseleri karşılamakta bir mahzurun olmadığını tekid ediyor.

Taberi'nin Katede'den rivayet ettiği bir hadiste: "Rasulullah (s.a.v.) kadınlardan biat aldı. Bu biatta kadınlardan erkeklerle konuşmama için söz aldı. Abdurrahman İbni Avf: 'Bizim misafirlerimiz var. Bizde her zaman evlerimizde olamıyoruz, deyince, Rasulullah (s.a.v.) 'Benim kasdettiğim erkekler onlar değildir' dedi."[363]

Erkekler ve kadınlar arasında hediyeleşme Aişe (r.a.)'dan:

"Ben hiçbir kadın hakkında, Nebi (s.a.v.)'in hanımı Hatice'yi kıksandı-ği derecede kıskanç olmadım. Halbuki o Peygamber'in benimle evlenme­sinden önce vefat etmişti. Ona karşı olan bu kıskançlığımın sebebi. Peygam­berden onu (sık sık) zikrederken işitmemdir. Ve andolsun ki Allah, Peygam-ber'e Hatice'yi cennette inciden yapılmış bir ev ile müjdelemesini emretmiştir. Şu da muhakkak ki Rasulullah (s.a.v.), bazen koyun keserdi ve o koyunun etini, Hatice'nin sadık kadın dostlarına hediye ederdi."[364]

Enes İbni Malik (r.a.)'dan:

"Muhacirler Mekke'den Medine'ye geldikleri zaman, ellerinde hiçbir şey olmadan hicret etmişlerdi. Ensar ise Medine'de arazi ve akar sahibi idi. Bu cihetle Ensar her sene mallarının mahsulünü muhacirlere vermek, muhacirler de Ensar'ın yerine arazi ve hurmalık işini ve külfetini ifa etmek şartıyla mallarına muhacirleri ortak etmişlerdi. Bu sırada Enes'in anası Ümmü Süleym de Rasulullah'a kendine ait bulunan bir kaç hurma ağacı hediye etmişti."[365]

Sehl ibni Sa'd (r.a.)'dan:

"Rasulullah 'kadının biri bir hırka getirdi' dedikten sonra 'bürdenin (hırkanın) ne olduğunu bilir misiniz diye sordu. Orada bulunanlar şöyle dediler: 'Evet biliriz. O kenarları örülmüş dokunmuş bir örtüdür.1 Örtüyü geti­ren kadın: 'Ya Rasulallah, bunu kendi elimle dokudum. Onu sana giydirmek istiyorum' deyince, Nebi (s.a.v.) ihtiyacı olduğu için aldı. Bizim yanımıza izarıyla (belden aşağısını örten bir elbise) çıktı. Birisi: 'Ya Rasulullah, onu bana giydirir misiniz?' Rasulullah: 'Evet' dedikten sonra mecliste oturdu. Sonra geri dönüp kadının verdiği bürdeyi ütüledi ve onu isteyen adama gön­derdi. Bunun üzerine orada bulunanlar adama: 'Rasulullah'a gelen o bürdeyi (hırkayı) istemekle iyi etmedin. Sen şüphesiz ki, Rasulullah'ın isteyenin is­tediğini geri çevirmediğini bilirsin.' Adam da: Allah'a yemin olsun ki ben o-nu sadece ölünce kefenim olsun diye istemiştim' dedi. Ravi Sehl: 'Gerçekten bu hırka öldüğünde onun kefeni idi."[366]

Cabir'den:

"Ümmü Malik, kendisine ait kırbadan küçük bir yağ tulumu içinde Peygamber (s.a.v.)'e yağ hediye ederdi. Akabinde bu kadının oğlanları ken­disine gelip katık isterlerdi. Halbuki onların yanında (yiyecek) hiçbir şey de yoktu. Kadın içinde Peygamber'e yağ hediye eder bulunduğu yağ tulumuna yönelirdi de onun içinde bir parça yağ bulurdu. O yağ kadın için, evinin katı­ğı olurdu. Nihayet kadın o yağ tulumunu sıktı. Akabinde Peygamber'in yanı­na geldi. Peygamber kendisine, sen o yağ tulumunu sıktın mı?diye sordu. Kadın, 'evet' dedi. Peygamber: 'Eğer sen o yağ tulumunu sıkmadan bırakmış olsaydın, daha yağ kalacaktı buyurdu."[367]

Enes İbni Malik'ten:

"Nebi (s.a.v.) Zeyneb'in güveyi idi. Bana o gün Ümmü Süleym: Keşke Rasulullah (s.a.v.)'e bir hediye versek, deyince ben de: Öyleyse bir hediye ver' dedim. Hediye olarak hurma, yağ ve katık vermeyi tasarladı. Bir tence­renin içinde tirte benzer bir yemek de yaptı. Bunların hepsini benimle bera­ber Rasulullah'a gönderdi. Ben de aldığım hediyeyle Rasulullah'ın yanma geldim."

Diğer bir rivayette:

- Ya Enes! Bunu Rasulullah'a götür, bunu sana annem yolladı o sana selam söylüyor ve şüphesiz ki bu, senin için azdır ya Rasulullah, diyor de. Enes der ki, 'ben onu Rasulullah'a götürdüm ve:

- Annem sana selam ediyor ve şüphesiz ki bu bizim tarafımızdan sana az birşeydinYa- Rasulallah diyor, dedim.[368]

Bana, getirdiğin şeyleri koy, dedi. Sonrada bana isimlerini saydığı ve karşılaştığım tüm insanları davet etmemi emretti."[369]

İbni Abbâs (r.a.):

"İbni Abbas'ın teyzesi Ümmü Hafıd, Nebi (s.a.v.)'e bir miktar tereyağı keş ve birkaç keler hediye etmişti. Nebi (s.a.v.) keşten ve tereyağdan yedi de tiksindiği için kelerleri baraktı, dedi. İbni Abbas, Rasulullah (s.a.v.)'in sofrasında keler yenilmiştir. Eğer keler haram olsaydı, Rasulullah (s.a.v.)'ın sofrasında yenilmezdi."[370]

Haris'in kızı Ümmül Fadl'dan:

"Bir takım insanlar arefe günü Ümmü Fadl'ın yanında Rasulullah'ın oruçlu olup olmadığı konusunda münakaşa ettiler. Bazıları Rasulullah oruç­ludur' dedi. Bazısı da 'Rasulullah oruçlu değildir' dedi. Bunun üzerine ben, Rasulullah'a bir bardak süt gönderdim. O sırada Arafat'da devesinin üzerinde vakfe yapmakta iken o sütü içti."[371]Hafız İbni Hacer, hadise göre kadından hediye kabul etmekte bir mahzur yoktur, dedi."[372]

 

Salih Rüyada Kadınların Ve Erkeklerin Karşılaşması

 

Bizi rüyada karşılaşma konusunu erkeklerin ve kadınların çeşitli saha­lardaki karşılaşmaları konusunun içinde değerlendirmeye Enbiyaların rüyalarının hak oluşu itmiştir.

Aişe'den:

"Rasulullah (s.a.v.)'in ilk vahiy başlangıcı, uykuda rüya-yı saliha (yani sadıka) görmekle olmuştur."[373]

Yine Rasulullah (s.a.v.)'in ifade ettiği gibi: Mü'minin rüyası peygam­berliğin kirkaltı cüzünden bir cüzdür.[374]

Bu, meselenin bir yönü. Diğer yönü ise kadındır ve erkekğin karşılaşmasının fıtrî olduğu konusudur. Bu konuda kendi nefislerini zorlayan ve bu karşılaşmadan kaçınmak için kendilerine zulmeden insanlar -uyanık iken Allah'ın kendilerini imtihan fitnesi olarak kabul ettiği kadınlar ile uykuda kadınla olunmaktadırlar. Kadın devamlı bir imtihandır. Ondan kaçmak mümkün değildir. İsteyerek olmasa bile bazen karşımıza çıkar. Müslüman kadınlarla olmasa bile bazen gayri müslim kadınlarla da olabilir. Kadınlarla olan karşılaşmamız uyanıkken olmasa bile bu bazen uykuda olabilir.

Aişe (r.a.)'dan:

"Nebi (sav) Aişe'ye: Ya Aişe sen bana uykumda iki kez gösterildin. Seni ipekli beyaz bir kumaş parçasında görüyorum. Bana: Bu senin hanı­mındır, diyorlar. Nihayet ben senin (yüzünü) açınca baktım ki o sen idin. Ben de: Eğer şu rüyam Allah tarafından gösterilmiş ise Allah kendi takdirini in­faz eder, diyordum."[375]

Ebu Hureyre (r.a.)'dan:

"Biz Rasulullah (s.a.v.)'in yanında iken birden: "Ben bir kere uyurken kendimi ansızın cennette gördüm. O sırada bir kadın bir köşkün yanında abdest alıyordu. (Yanımdaki meleklere) bu köşk kimin içindir? diye sor­dum. Onlar: Ömer içindir dediler, Ömer'in kıskançlığını hatırladım da hemen yüzümü döndüm. Rasuluîlah'ın bu müjdesi üzerine Ömer ağladı ve; 'sana karşı mı kıskançlık edeceğim Ya Rasulallah? dedi."[376]

Ümmü Ala'dan:

"Uykumda Osman'a ait su kaynağını akarken gördüm. Hemen Rasulul­lah (s.a.v.)'e gidip gördüğüm şeyi anlattığımda 'işte o onun amelidir ona doğru geliyor' dedi."[377]

Hafız İbni Hacer: "... İbni Battal, Peygamber'in, 'Salih mü'minin rüyası peygamberliğe ait bir delildir' sözü konusunda 'salih mü'min kadınların rüyasının da bu sözün içine girdiğine dair olan ittifakı hatırlattı' dedi."[378]

 

Hasta Ziyaretinde Karşılaşma

 

Kadınların erkekleri hasta iken ziyareti:

Buhari aşağıdaki hadisi (kadınların erkekleri hasta iken ziyarette bulunması) başlığını koyduğu bölümde zikretti ve arkasından (Edebü'I-Müfred) adlı kitabında, 'Ümmii Derda mescid ahalisinden (devamlı gelip gidenlerden biri) olan Ensar'dan bir adamı hastayken ziyaret etti'[379]dedi."

Aişe'den:

"RasuluIIah (s.a.v.) Medine'ye geldiklerinde Ebu Bekir ve Bilal (r.a.) humma hastalığına tutuldular. Her ikisini ziyarete gittim. Önce babama; 'Ey Babacağım, kendini nasıl hissediyorsun?' dedim. Aişe, Ebu Bekir'in dediği­ni rivayet etti:

- Her insan ailesinin yanında sabahlar ölüm ise insana ayakkabının ka­yışından daha yakındır.

Bilal ise humma nöbeti geçip kendine gelince sesini yükseltip şöyle di­yordu:

- Keşke tüylerim (saçlarım) bir gece olsun Mekke vadisinde gecelese... Ve çevremde yaban arısı ve güzel kokulu afyon olsa...

Micenne suyu bir gün gelmez mi? Ben Şameh ve Tufeyl dağlarını göremez miyim?

Aişe: "RasuluIIah (s.a.v.)'e gidip Ebu Bekir ve Bilal'den duyduklarımı haber verdim. O da hemen şöyle bir duada bulundu: 'Ey Allah'ım, Sen Mekke'yi sevdirdiğin gibi hatta daha fazla bize Medine'yi sevdir (bizim için sevimli kıl). Medine'yi sağlıklı bir ortama kavuştur. Ürün ve mahsullerini bereketli kıl. Medine'nin hummasını başka yere taşı. Hummayı (cühfe) Medine ile Mekke arasında bir yerde kıl,"[380]

Hafız İbni Hacer bu hadisi şerhederken şöyle dedi:

"Kadınların erkekleri hasta hallerinde ziyaret etmesi bölümü şu anlama gelmektedir: Yani eğer hasta kendileri için mahrem olmayanlardan biri ise burada (fitneden emin olma şartı) hemen devreye girer. Ayrıca, bu konuya bazı itirazlarda bulunularak bizim de geçmişteki rivayetlerde belirttiğimiz üzere bu ziyaret olayları hicab farz kılınmadan önce idi, denildi. Buna karşılık bölümün başlığının kadınların erkekleri hasta iken ziyaret etmeleri, hicab âyetinden önce olması dolayısıyla ona bir zarar vermez. Çünkü bugün eğer kadın tesettürlü olarak ziyaret ederse iki işi de bir araya gelmiş olur. Hem hicabtan önceki hem de sonrasında fitneden emin olunduğu vakitteki konumu yerine getirmiş olur."[381]

Diğer taraftan yine kadınların erkekleri hasta iken ziyaret etmelerine dair örneklerden birisi de, Ümmü Mübeşşir bintu Bera, İbni Mar'ur'un Kab İbni Malik'in ölümüne yakın yaptığı ziyarettir. Ümmü Mübeşşir onu ziyare­te gittiğinde: Ey Eba Abdirrahman, oğlum Mübeşşir selam yolladı (veya oğlum senin selamını bana bilirdi) dedi. Kab İbni Malik: 'Allah seni affetsin ya Ümmü Mübeşşir, sen Rasulullah (s.a.v.)'in ne söylediğini işitmedin mi: Müslümanın ruhu şüphesiz ki bir kuş gibidir. Cennette bir ağaca asılır Allah azze ve ceîle kıyamet gününde onun (ruhu) sahibine geri gönderir' dedi. Ümmü Mübeşşir, 'çok doğru söyledin Allah da seni affetsin."[382]

Erkeklerin kadınlara hasta ziyaretinde bulunması: Aişe'(r.a.) den:

"Rasulullah (s.a.v.) -amcası- Zübeyr (İbni Abdülmuttalib)'in kızı Du-baa'nin yanına girdi ve ona: "Öyle sanıyorum ki sen hacca gitmek istedin' de­di. Dubaa da: '(Evet Öyledir fakat) vallahi kendimde hastalık hissediyorum, dedi. Rasulullah ona, 'sen hacca git (ihrama girerken); "ya Allah! Beni hac menasiklerini ifadan men ettiğin yerde ihramdan diyerek şart kıl" buyurdu Dubaa (o sırada) Mukdad (İbni Esved)'in nikahı altında idi."[383]

Cabir İbni Abdullah'dan:

"Rasulullah (s.a.v.) Ümmü Saib yahut Ümmü Müseyyeb'in yanına girdi de, 'ya Ümmü Saib! Sana ne oluyor? Sarsılıp titriyorsun?' dedi. Kadın 'Hummadır' Allah onda bereket bırakmasın diye sövdü. Bunun üzerine Rasulullah, sen hummaya sövme, çünkü o Adem oğullarının günahlarını körüğün demir pisliğini gidermesi gibi giderir,1 buyurdu."[384]

Bu hadis bize Ebu Davud'un Ümmü Ala'dan rivayet ettiği şu hadisi ha­tırlatıyor: "Ümmü Ala: 'Ben hasta iken Rasulullah (s.a.v.) beni ziyaret etti. Bu ziyaret sırasında, 'müjdeler olsun ey Ümmü Ala, muhakkak ki müslüma­nın hastalığı sebebiyle Allah onun hatalarını ateşin altın ve gümüşün pisliğini gidermesi gibi giderir, dedi."[385]

Nesai'nin Ebu Umame'den rivayetine göre:

"Avali halkından bir kadın hastalandı. Nebi (s.a.v.) için en güzel şey hasta ziyareti idi. Nebi: 'Eğer Ölürse bana haber verin1 dedi."[386]

Ebi Melike'den:

"İbni Abbas Aişe'nin vefatından önce ölüm döşeğinde onu ziyaret et­mek için izin istedi. 'Onun bu isteğimi geri çevirmesinden korkuyorum1 dedi. Aişe'ye: 'Rasulullah (s.a.v.)'in amcasının oğlu ve müslümanların meşhur simalarından birisi' denildi. Aişe onlara 'onun girmesine izin veriniz' dedi. îbni Abbas, 'kendini nasıl hissediyorsun?1 dedi. Aişe de, 'eğer beni koruya-caksan iyi olacağım,' dedi. İbni Abbas: 'Ey Rasulullah (s.a.v.)'ın hanımı, inşaallah sen iyisin. Rasulullah senden başka bir bakire ile evlenmedi ve (ifk hadisesini kastederek) senin masumiyetin gökyüzü tarafından (Allah katın­dan) doğrulandı."[387]

 

Erkeklerin Kardeşlerini Kadınların Yanında Ziyaret Etmesi

 

Abdullah îbni Ömer (r.a.)'dan:

"Sa'd İbni Ubade kendisinde meydana gelen bir hastalıktan dolayı rahatsızlandı. Nebi (s.a.v.) Abdurrahman İbni Avf, Sa'd İbni Ebi Vakkas ve Abdullah İbni Mes'ud'la birlikte onu hasta ziyaret etti. Rasulullah Sa'd İbni Ubade'nin yanına girdiğinde onu ev halkı tarafından çepeçevre kuşatılmış vaziyette buldu.

- Öldü mü? diye sordu.

-  Hayır ya Rasulullah, dediler.

Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) ağladı. Rasulullah (s.a.v.)'in ağladığını görünce onlar da ağladılar. Bunun üzerine Rasulullah: 'İşitmez misiniz? Allah gözyaşı ile, iç üzüntüsü ile insana azab etmez. (Eliyle dilini işaret ederek) Lakin Allah işte bunun yüzünden (ya) azab eder, yahut merhamet eyler1 buyurdu."[388]

Yukarıdaki hadis bize Malik'in Muvatta'smda ve Nesai'nin Sünen'inde Cabir İbni Atik'den rivayet ettikleri hadisi hatırlatıyor. Bu hadis- de ravi şöy­le diyor: 'Rasulullah (s.a.v.) Abdullah İbni Sabit'in yanına hasta ziyareti için geldi. Fakat hastanın etrafının ayrılmış olduğunu gördü. Rasulullah ona ba­ğırdı, ama cevab alamadı. Tekrar bağırdı ve: 'Ey Eba Sabit, seninle aramızı a-yırdılar. Bunun üzerine kadınlar ağlamaya ve bağırmaya başladılar. Cabir onları susturmaya çalıştı. Rasulullah (s.a.v.) da, 'bırak onları Abdullah İbni Sabit öldüğünde kadınlardan hiç kimse ağlamasın.' Bunun üzerine orada bu­lunanlar: 'El- vücub' nedir ya Rasulallah?1 dediler. O 'öldüğü zaman' demektir dedi. Arkasından kızı, 'Allah'a yemin olsun ki ben onun şehid ol­masını istiyorum, şüphesiz ki seni isteğine kavuşturdu.' Rasulullah (s.a.v.): Muhakkak ki Allah onun sevabını (ecrini) niyetine göre tahakkuk ettirdi;[389]

Yine aynı hadis bize Taberani'nin Kays İbni Ebi Hazim'den rivayet etti­ği hadisi hatırlatıyor: 'Biz Ebu Bekir (r.a.)'ın yanına hasta iken ziyaret ama­cıyla gittik. Hastanın yanında elleri dövmeli beyaz bir kadın gördüm. Onu koruyor, sinekleri uzaklaştırıyordu. Ve o hanımı Esma Binti Umeys (hanı­mı) idi."[390]

 

Aynı Evde Barınma

 

Enes ibni Malik (r.a.)'dan:

"Nebi (s.a.v.) Medine'ye geldi... Ebu Eyyüb'ün evinin yanına kadar yü­rüdü. Allah'ın Peygamberi (s.a.v.) 'içinizden hanginizin evi daha yakın?' diye sorunca, Ebu Eyyub: 'Benim evim ey Allah'ın Peygamberi, bu evim, bu da evimin kapısı, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): Haydi şimdi git bize yatacak bir yer hazırla deyip arkasından yanındakilere: 'Haydi Allah'ın bereketiyle kalkın, dedi."[391]

Hafız İbni Hacer, İbni Sad'ın belirttiğine göre "Peygamber Ebu Ey­yüb'ün evinde kendi evleri yapılıncaya kadar yedi ay ikamet etti."[392]

Ebu Eyyüb'den:

"Nebi (s.a.v.) -hicret sırasında- Ebu Eyyüb'ün evinde misafir oldu. Peygamber evin alt katına inmişti. Ebu Eyyüb ise üst katta bulunuyordu. Bir gece Ebu Eyyüb uyandı ve: 'Biz Rasululîah'ın başı üzerinde yürüyoruz' dedi.

Ailece o geceyi bir köşede geçirdiler. Sonra Ebu Eyyub bu düşüncesini Peygamber'e arzetti. Peygamber (s.a.v.) 'Alt taraf bana göre daha uygundur' buyurdu. Ebu Eyyub: 'Altında senin olduğun bir tavanı yükseltemem,1 dedi. Bunun üzerine Peygamber üst kata, Ebu Eyyub ise alt kata geçtiler. Ebu Ey­yub, Peygamber (s.a.v.) için yemek yapardı. Peygamber'den artan yemek tekrar kendisine getirildiği zaman, Peygamber'in parmaklarının dokunduğu yerleri arardı da onun parmak yerlerini takip ederdi. Bir defa Peygamber'e içinde sarımsak bulunan bir yemek yapmıştı. Yemek tekrar geri gönderildiği zaman getirenden Peygamber'in parmak yerlerini sordu. Kendisine, Pey­gamber'in ondan yemediği söylendi. Bunun üzerine Ebu Eyyub telaşlanarak hemen Peygamer'in yanına çıktı ve 'o haram mı?' diye sordu. Peygamber (s.a.v.): 'Hayır, haram değildir, lakin ben hoşlanmam1 buyurdu."

Ravi, "öyle ise senin hoşlanmadığın şeyden, yahut senin kerih gördü­ğünden ben de hoşlanmam,' demiştir. Ravi: Halbuki Peygamber (s.a.v.)'e melekler tarafından ziyaret olunup vahiy getirilirdi, demiştir."[393]

Hafız İbni Hacer; İbni Huzeyme ve İbni Hibban'ın rivayetlerinde Ümmü Eyyüb şöyle dedi. Rasulullah (s.a.v.) bizim eve misafir olarak geldi­ğinde kuru yiyeceklerden bazılarının da içinde bulunduğu yemeği yapmakla görevlendirildik, dedi. Sonra da hadisi aynı şekilde zikretti.[394]

Hatice İbni Zeyd İbni Sabit'in Ümmü Ala'dan rivayetine göre:

- Ümmü Ala onların hanımlarından bir kadın olup, Rasulullah (s.a.v.)'e biat etmiş. Ravi, (Mekke'den gelen muhacirlerin Medine'li Ensar'ın yanına yerleştirilmesi için yapılan) kur'a da bize Osman ibni Maz'un çıkmıştı. Akabinde rahatsızlandı; biz kendisini Ölünceye kadar tedavi ettirmek için baktık. Sonra da onu elbiseleriyle kefenledik.[395]

Ene s'ten:

"Muhacirler Medine'ye geldikleri zaman muhacirler Ensarın yanında konakladılar. (Yapılan yerleştirme kurasında) Abdurrahman İbni Avf, Sa'd libni Rabi'nin yanına yerleştirildi. Sad İbni Rabi Mekke'den gelen kardeşine: j'Mallanmı aramızda pay edelim.. Senin için hanımlarımdan birini boşayaca­ğım. (Diğer bir rivayette; hanımlarıma bak, hangisi hoşuna giderse onu senin [için boşayacağım. İddetini tamamlayınca da onu seninle evlendireceğim1)[396]Abdurrahman İbni Avf ise, 'Allah malını ve aileni sana bağışlasın, deyip çarşıya çıktı, alış-veriş yaptı. Bu alım satımdan sonra keş ve yağ satın aldı ve daha sonra da evlendi."[397]

Hafız İbni Hacer: "O zaman onların durumlarına vakıf olabilmek için (yani Sa'd'ın hanımları) her ikisi beraber (onlardan birini boşama hedefini) öğrenmişlerdi. Çünkü bu olay hicab ayetinin indirilmesinden önce idi. O zaman kadın ve erkekler beraberce aynı yerde toplanıyorlardı.[398]

(Nebi (s.a.v.)in hanımlarının hicabının nasıl olduğuna dair olan bölüme bakınız. O bölümde belirtildiği üzere sahabe hicab âyetinin nazil olmasın­dan sonra bile hicab olmaksızın mü'minlerin kadınlarının geneliyle karşılaş­maya devam ettiler.)

Urve'den;

"Urve Allahu Teala'nın (şayet öksüz kızlarla evlendiğiniz takdirde on)lar hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsaniz, size helal olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın...) kavli şerifinin tefsirini sordu. Aişe şöyle cevap verdi: Ey kız kardeşimin oğlu,âyetteki "yetama" ile murad olunan öksüz kızdır ki o velisinin velayet ve vesayeti altında bulunup velisi onun malına ve güzelliğine rağbet eder. Fakat mihrinde adalet etmek ve başkasının verdiği kadar mihir vermek istemez. Yetim kızları, haklarında adalet ve onların mihirlerini en yüksek miktarına yükseltmedikçe nikah etmeleri nehyolundu ve bunlardan başka kendilerine helal olan kadınlardan nikah etmeleri emredildi.[399]

Aişe 'den: "Allahu Teala"....

Aişe, âyetteki "yetime" ile murad olunan öksüz kızdır ki o adamın vesa­yeti altında olup onun malına ortak olandır. Adam bu yetim kızla evlenmeyi arzu edip kendisinden başkasıyla evlenmesini hoş görmez. Öksüz kızın malına el koyar. İşte Allah onlardan böyle yapmalarını yasakladı.[400]

Fatıma binti Kays'dan:

"Ebu Hafs İbnul -Muğira el-Mahzumi, Fatıma'yı üç talakla boşadı... Rasulullah kadına, bana duyurmadan, evlenme işlemine girişme diye haber gönderdi. Ve ona Ümmü Şerik'in yanına geçmesini emretti. Sonra da ona; Ümmü Şerik'in yanma ilk muhacirler gelir giderler? Binaenaleyh sen, âmâ olan İbni Ümmü Mektum'un yanma git. Çünkü sen başörtünü çıkardığın zaman o seni göremez, haberini yolladı. Bunun üzerine Fatıma Ümmü Mektum oğlunun yanına gitti.[401]

Aişe'den:

"Ebu Huzeyfe'nin azadlısı Salim, Ebu Huzeyfe ve ailesi ile beraber onların evinde bulunuyordu. Derken Süheyl'in kızı Peygamber'e gelip:

- Salim, erkeklerin baliğ olduğu çağa ulaştı ve onların düşündüğünü de düşünecek çağa geldi. Halbuki kendisi bizim yanımıza girip çıkıyor. Ben ise, Ebu Huzeyfe'nin gönlünde bu girip çıkmadan dolayı bir rahatsızlık olduğunu zannediyorum, dedi. Peygamber kadına:

- Salim'i sütünden emzir. Hem sen ona haram olursun, hem de Ebu Hu­zeyfe'nin nefsindeki şey (yani kıskançlık) gider buyurdu. (Diğer bir rivayet­te; kadın o büyük bir adam iken ben onu nasıl emzireyim? dedi. Bunun üzerine kadın dönüp gitti ve sonra: Ben onu (yani Salim'i) emzirdim. Ebu Huzeyfe'nin nefsindeki düşünce de zail oldu dedi.[402]

Yeme ve içme sırasında karşılaşma (sofrada beraber olma) Ebi Hureyre (r.a.)'dan:

Nebi (s.a.v.)'in yanına bir adam geldi. O da (evinde yiyecek birşeyler o-lup olmadığını öğrenmesi için) hanımlarının yanına adam gönderdi. Evimizde sudan başka birşey yoktur, dediler. Bu cevabı alan Rasulullah (s.a.v.); Bu insanı kim yanına alıp misafir edecek, dedi. Orada bulunan en-sardan bir adam: Ben götürebilirim deyip beraberce hanımının yanına gitti­ler. Adam hanımına: Rasulullah (s.a.v.)'in misafirine ikramda bulun deyince hanımı, evimizde sade çocuklarımızın yiyeceği var dedi. Adam; yemeği hazırla, lambayı da yak Eğer çocuklar akşam yemeği isteyecek olurlarsa on­ları uyut. Kadın yemeği hazırlayıp lambayı yaktı. Çocuklarını uyuttu. Sonra ayağa kalkıp lambayı tamir eder gibi yaparken söndürdü, o ikisi sanki yemek yemiş gibi yaptı. Böylelikle akşam yemeği yiyemeden geceyi geçirdiler.

Sabah olunca ikisi birlikte Rasulullah (s.a.v.)'in yanına gittiklerindep; "Allah bu gece size güldü veya sizin yaptığınız Allah'ın çok hoşuna gitti.

Müslim'deki diğer bir rivayette; Gerçekten Allahu Teala geceleyin sizin misafirinize yaptığınızı çok beğendi). Allahu Teala şu âyeti inzal etti.

"Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi (göç eden yoksul kardeşlerini) öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar başarıya erenlerdir.) (Haşr, 9)[403]

Yezid İbnü'l-Asamm'dan:

"Bize, Medine'de yeni evlenmiş bir güveyi davet etti de önümüze onüç tane keler yaklaştırıp koydu. Bizden onu yiyen de bırakan da vardı. Nihayet ben ertesi gün İbni Abbas'a kavuştum ve bu keler yemeği işini ona haber verdim. Etrafnda bir çok insan birikti. Onlardan bazısı: Rasulullah (s.a.v.): Ben onu yemem, ondan nehy de etmem ve onu haram da kılmam" buyurdu dedi. Bunun üzerine İbni Abbas şöyle dedi: Siz ne fena konuştunuz! Allah'ın peygamberi helal kılıcı ve haram kılıcı olmaktan başka bir sıfatla gönderilmedi. Şüphesiz ki Rasulullah bir defasında Meymune'nin yanında bulunduğu sırada beraberinde Fadl İbni Abbas, Halid İbni Velid ve diğer bir kadın daha varken kendilerine üzerinde et bulunan bir masa yaklaştırıldı. Peygamber yemeğe teşebbüs edince Meymune kendisine o keler etidir, dedi. Bunun üzerine Peygamber yemekten elini çekti ve: "Bu hiç yemediğim bir ettir" dedikten sonra "sizler yeyin" buyurdu. Bunu takiben Fadl, Halid ve o kadın bu etten yediler.

Meymune; Ben Rasulullah'ın yediği şeyden başka birşeyi yemem demiştir.[404]

Abdurrahman İbni Ebi Bekr (r.a.)'dan:

"Ebu Bekir yanında misafir veya misafirleriyle gelip Nebi (s.a.v.)'in yanında akşamladı. Eve gelince annem; Misafir veya misafirlerin bu gece hapsettin (tuttun)dedi. Babam ise; onlara akşam yemeği vermedin mi? Annem de cevaben onlara veya ona yemek verdik fakat o veya onlar yemek yemeyi kabul etmediler dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir öfkelenip sövdü ve kulağın burnun kesilsin diye bedduada bulundu. Arkasından da ondan birşey yemeyeceğine yemin etti. Ben saklandım. Ebu Bekir; Ey ağır ruhlu çekilmez insan dedi. Kadın da o yemedikçe yememeye yemin etti. Misafir veya misafirler de o yeyinceye kadar yememeye yemin ettiler. Ebu Bekir: Bu şeytanın işiydi dedi. Hemen arkasından yemeğe çağırdı. Ebu Bekir ve misafirler hep birlikte yediler. Ağızlarına lokma aldıkları yerde yemek fazlalaşmaya başladı. Ebu Bekir: "Ey Beni Firas'ın kız kardeşi, bu hal nedir? Kadın da; Gözümün sevinci (gözün aydın olsun) şimdi lokmalar yemekten öncekinden daha fazladır1 dedi ve hep birlikte yediler. Aynı yemekten Nebi (s.a.v.ye de gönderdiler. Peygamber (s.a.v.) de bu yemekten yediğini hatırladı."[405]

Enes İbni Malik'ten;

"Ebu Talha Ümmü Süleym'e hususi olarak Peygamber (s.a.v.)'in, kendisi için bir yemek yapmasını emretti. Sonra da beni Peygambere yolla­dı... Peygamber (sav) elini yemeğe koydu. Üzerine Bismillahirrahmanirra-him diyerek yeyiniz buyurdu. Onlar da yediler. Rasulullah: Ta seksen kişiyi hep böyle yaptı, sonra bunun ardından Peygamber ve ev halkı yediler ve bir miktar da bıraktılar. Diğer bir rivayette, sonra Rasulullah (s.a.v.), Ebu Talha, Ümmü Süleym ve Enes İbni Malik yediler. Bunun yanında yine yemek arttı da artanları komşularımıza dağıttık.[406]

Şeyh Ebu Nimetullah Ankaravi, Ümmü Süleym ile Peygamber (s.a.v.)'in yemek yemesi mevzuuna gelince; Alimler kadının yabancı biri­siyle beraber yemek yemesini kimin yediği belli olmayacak tarzda yani ka­dının erkekten ayrılmayacak şekilde olması koşuluyla caiz görmüşlerdir. Çünkü yüz ve eller kadın için avretten değildir. Bundan dolayı her ikisinin yabancı birine bakmaları cinsi istek duymadan sürekli bir şekilde güzelliği­ne bakmamak koşuluyla mubahtır [407] dedi.

Muvatta adlı kitapta belirtildiğine göre Malik'e soruldu:

"Kadın kendine nikahı düşenle veya onun oğluyla beraber yemek yiye­bilir mi? İmam-ı Malik; Eğer aralarında alışılagelmiş bir şekil üzerine ye­mek yiyorlarsa bunda bir mahzur yoktur. (Yani bu yabancı beraberce yemek yenilebilenlerden birisi ise bunda bir mahzur yoktur).

Malik, kadın kocasıyla birlikte yemek yiyenlerle yiyebilir. Veyahut ka­dın kardeşiyle ve onun beraberindekilerle yemek yiyebilir. [408]

Kadınlar ile erkeklerin yeme ve içmede beraber olduklarına dair delil­lerden diğerleri aşağıdaki hadislerdir:

Aişe'den:

"Nebi (s.a.v.)'e bir kadın geldi. Et yemeği Peygamber'in yanma kondu. Yemeği yemeye başladı. Aişe: Ya Rasulallah elini sürme (elini daldırma) dedim, dedi. Nebi (s.a.v.): Ey Aişe bu kadın bizim evimize Hatice'nin zamanında geliyordu. Şüphesiz ki eski dostlarımıza güzel muamele etmek imandandır (imanın bir parçasıdır) buyurdu.[409]

Ümmü Hani'den:

Mekke'nin fethedildiği gün Fatıma gelip Rasulullah (s.a.v.)'in soluna Ümmü Hani ise sağına oturdular. Velide de bir kap içeresinde içecek getirdi. Peygambere verdi o da ondan içti. Arkasından da Ümmü Hani'ye verdi, o da

içti.

Ümmü Amara binti Ka'b'dan:

"Nebi (s.a.v.) Ümmü Amara'yı ziyarete geldi o da onu yemeğe davet edince; sen ye! dedi. Ümmü Amara: Ben oruçluyum dedi.[410]

Sefine'den:

"Adamın birisi Ali İbni Ebi Talib'i misafir etti. Onun için yemek hazırladı. Fatıma; keşke Nebi (s.a.v.)'i de davet etsek o da bizimle beraber yese, dedi. Peygamberi de çağırdılar, o da geldi.[411]

Yolculuk esnasında beraber olma (karşılaşma) Aişe (r.a.)'dan:

Ümmü Habibe ve Ümmü Seleme, Habeşistan'da gördüğümüz ve içinde resimler bulunan bir kilisenin varlığını hatırladılar. Nebi (s.a.v.)'e durumu bildirdiler. O da; O insanlar ki, içlerinden salih bir kişi çıkınca o öldüğünde onun için kabrinin üzerine mescid yaparlar, arkasından da bahsettiğiniz o resimleri çizerlerdi. İşte o insanlar kıyamet gününde Allah'ın katında yaratıkların en kötüsüdür.[412]

Ümmii Halid'den (kendisi babası Halid İbni Said İbni As ve annesi Hemine binti Halef ile beraber hicret etmişti):   

Ben cariye olarak Habeş'ten geldiğimde Rasulullah (s.a.v.) bana üzerin­de resimler bulunan yün elbise giydirdi. Hemen arkasından da eliyle giydir diği elbisenin üzerindeki resimleri silmeye başladı ve güzel, güzel, buyurdu.

Hamidi: Yani güzel, güzel, dedi.[413] Ebi Musa (r.a.)'dan:

Biz, Yemen'de iken Peygamber (s.a.v.)'in Peygamber olarak ortaya çıkı­şı haberi bize erişti. Biz de Rasulullah tarafına muhacir olarak (Yemen'den) yola çıktık, biz bir gemiye bindik, fakat gememiz bizi (hava muhalefeti) yüzünden Habeşe ve hükümdarı Necaşi'nin memleketi sahiline attı. Nebi (s.a.v.)'la Hayber'i feth ettiği sırada kavuştuk.

Bir kere Esma Bintü Umeys -ki bizimle Habeşistan'dan gelenlerden idi-Peygamber'in hanımı Hafsa'nın yanına ziyaretçi olarak geldi. Hafsa da vaktiyle bir Muhacir kafilesi içinde Necaşi'nin memleketi olan Habeşistan'a hicret etmişti.[414]

Mervan ve Misver İbni Mahreme -Rasulullah (s.a.v.)'in ashabından mümin kadınlar muhacir olarak geldiler. Ümmü Külsüm binti Ukbe bin Ebi Muayt, o gün akıl baliğ oldukları halde Rasulullah'ın yanına çıktılar. Bunun üzerine ailesi onu geri götürmek istedi, fakat o onlarla geri dönmedi.[415]

Enes'ten:

"Rasulullah (s.a.v.) Hayber gazasını yapmıştı... Hayber'i zor yoluyla tfdık. Esirler toplandı. Dıhye geldi ve: Ey Allah'ın Peygamberi bana esirler­den bir cariye ver. Rasulullah, haydi git ve onlardan bir cariye al buyurdu. Dıhye bunun üzerine Safiye binti Huyey'i aldı. Arkasından bir adam Nebi (s.a.v.)'e gelerek: Ey Allah'ın Peygamberi, sen Dıhye'ye Kureyza ile Nadir'in efendisi olan Huyey'in kızı Safıyye'yi verdin. Halbuki o, senden başkasına münasib olmaz, dedi. Bunun üzerine: -Onu da onu da çağırın buyurdu. Akabinde Dıhye ve Safiyye geldiler. Peygamber Safiyye'ye bakınca, Dıhye'ye: Esirler içinden bundan başka bir cariye al buyurdu. Enes: Nebi (s.a.v.) Safiyye'yi hürriyetine kavuşturdu ve onunla evlendi. Nihayet yol üzerinde iken Ümmü Süleym, Safiye'yi cihazladı. (hazırladı)

(Müslim'in rivayetinde; Kendisi için süslenmesi, hazırlanması ve evin­de iddetini tamamlaması için cariyeyi Ümmü Süleym'e gönderdi.) Gece olunca onu Peygamberle gerdeğe koydu.[416]

Ene s'den:

"Nebi (s.a.v.) Hayber ile Medine arasında üç gün konakladı. Safîye binti Huyey'le evlendi. Müslümanları Peygamberin düğün yemeğine davet et­tim. Düğün yemeğinde ne et vardı ne de ekmek, Rasulullah Bilal'e sofra yay­masını emretti. Onun içine hurma, keş ve yağ attı. Müslümanlar; mü'minlerin annesinden biri veya sahip olduğu cariyelerden birisi dediler ki: Eğer hicablı ise o mü'minlerin annelerinden yok eğer hicabsız ise bu onun sahip olduğu kölelerdendir. Rasulullah göç etmeğe karar verince bineğinin arkasına Safiyye için bir taht kurdu. İnsanlarla onun arasına perde çekti.[417]

Diğer bir rivayette ise: "Rasulullah (s.a.v.)'in hanımı için arkasında bir örtü (hırka) bulundurduğunu gördüm. Daha sonra deveninin yanında oturur dizini yere koyunca Safiyye'de ayaklarını onun dizinin üzerine hayvana binmek için kordu.(koyardı)."[418]

Enes'ten:

"Ümmü Süleym oğlu Abdullah'a hamile kaldı; dedi. Enes dedi ki; Rasulullah (s.a.v.) bir seferde bulunuyordu. Ümmü Süleym'de beraberinde idi. Rasulullah (s.a.v.) bir seferden Medine'ye yaklaştılar. Derken Ümmü Süleym'i doğum sancısı tuttu. Bu yüzden Ebu Talha onun başında beklemek zorunda kaldı."[419]

Rabi binti Muavviz'den:

"Biz Nebi (s.a.v.) ile beraber savaşıyorduk. Savaşan mücahidlere su da­ğıtıp onlara hizmet ediyorduk. Onlardan vefat edenleri ve yaralıları Medi­ne'ye taşıyorduk."[420]

İmran İbni Husayn'dan:

"Rasulullah (s.a.v.) seferlerinden birinde beraber bulunduğumuz sırada Ensardan bir kadın da bir dişi deve üzerinde yolculuk ediyordu. Derken kadının gönlü daralıp sıkıldı da deveye lanet etti. Rasulullah bu lanet sözünü eşitince; Bu devenin üzerindekilerine alınız da deveyi bırakınız. Çünkü o lanetlenmiştir, buyurdu. İmran: Artık o deve insanlar arasında kendisine hiçbir kimse ilişmeksizin yürüdü. Şimdi bile hâlâ gözümün önündedir, dedi.[421]

Ebu Beraetel-Eslemiyye'den:

"Biz kadın kâfirlerin bazı eşyaları da üzerinde bulunan bir dişi deveye binmiş vaziyette yol alırken birdenbire Peygamberi (s.a.v.) gördü. Bu sırada dağda yolcuları sıkıştırmıştı. Kadın deveyi azarladı ve ya Allah! Buna lanet et diye ilendi. Bunun üzerine Peygamber üstünde lanet bulunan bir dişi deve bize arkadaşlık etmesin buyurdu."[422]

İbni Abbas (r.a.)'dan:

"... Ben Mekke'den Ömer ile birlikte Hacc'dan dönmüştüm. Biz (Mekke ile Medine arasındaki) Beyda mevkiinde duraklamakta iken büyük bir ağacın altında bir yolcu kafilesi göründü. Ömer bana:

- Git bak bakalım bu kafilede kimler var? dedi. Ben de baktım ve derhal Süheyb'i tanıdım ve Ömer'e haber verdim.

-  Öyle ise Süheyb'i bana çağır dedi. Süheyb'in yanına döndüm ve; Mü'minlerin emirinin yanına buyur ve onun kafilesine katıl, dedi.[423]

Adiy İbni Hatim'den:

"Ben Nebi (s.a.v.) ile beraber iken bir adam gelerek fakirlikten şikayet etti. Sonra başka bir adam gelip yol kesenleri şikayet etti. Rasulullah (s.a.v.): 'Ey Adiyy, sen Hayra'yı gördün mü?1 deyince ben: "onu görmedim' dedim. 'Onun hakkında haberdar edildim' dedi. Rasulullah: 'Eğer ömrün yeterse bi­nek üstündeki kadının (Hayra)'dan kalkıp Kabe'yi tavaf edinceye kadar Allah'tan başka hiç kimseden korkmadığını göreceksin' dedi. Kendi kendime şöyle dedim: 'Nerede o ortalığı kasup kavuran fesat kaynağı Tay kabilesi!'

Adiy: Ben binek üstündeki kadının (hayra) çıkıp Kabeyi tavaf edinceye kadar Allah'tan başka kimseden korkmadığını gördüm."[424]

Hafız İbni Hacer; (Ka'be'yi tavaf edinceye kadar sözü) Ahmed başka yolla Adiy'den yaptığı rivayetinde Uhud'un etrafının dışında" cümlesini ilave etti.[425] dedi. Başka bir yerde de:... Aişe'nin "cihadın en güzeli ve iyisi hac yapmaktır" hadisi kadının kendisine güvenilen birisi ile kocası ve mah­remi olmaksızın hac yapmasının caiz olduğuna dair delil olarak sunmuştur.

Şafii mezhebinde meşhur (yaygın olan) hüküm ile kadının haccı ancak kocası, mahremi veya güvenilir kadınlarla beraber bulunmasıyla caiz olaca­ğı şeklindedir. Bazısı tek bir güvenilir kadının yeterli olacağını söylemiştir. Kerabisinin naklettiği Mühezzeb adlı kitabında doğruladığı sözde ise; Kadın eğer yol emniyeti varsa tek başına hacca gidebilir. Bütün bunların hepsi vacib olan ömre ve hac ile ilgili şeylerdir. Bu konuda Gaffel kapalı konuştu ve bu hükmü bütün yolculuklardan soyutladı er-Ruyani bunu güzel buldu fakat bunun elimizdeki delilin terine olduğunu ifade etti.

Kadının emin güvenilir kadınlarla beraber yol emniyeti bulunduğu za­man yolculuğunun caiz olduğuna dair delillerden bazıları şunlardır:

(Hadis: ömer Nebi (s.a.v.)'in hanımlarının hac yapmalarına izin verdi. Bu izni de Ömer Osman Abdurrahman bin Avf ve Nebi (s.a.v.)'in hanımları­nın kabulüyle vermiştir. Bu saydığımız insanların dışındaki bu konuda olayı inkâr etmemeleri de bu iznin verilmesine sebep olmuştur. Bu iznin meselesi­ni müminlerin annelerinden kabul etmeyenlerin kabul etmeme sebebi yol­culuğun ille de bir mahrem ile yapılmasının şart oluşu yönünden değil bilakis özel durumları sebebiyledir.

Kadının tekbaşma yol güveniğinin olması halinde yolculuk temesinin caiz oluşuna dair söze delil olarak Adiy İbni Hatim'in hadisini gösterdi. Adiy ibni Hatem hadisinde; kadınların (hayra)dan binek üzerinde kocası olmadan çıkması yakındır, dedi. Akabinde hadisteki olayın yakında olacak bir olgu değilbizzat varolan bir olay olduğuna dair delil olduğunu belirtti. Sadece caiz oluşuna delil değlidir. Bunun karşı cevaz verenler bu sözün (hadisin) Övgü ve İslam meşalesinin daha yüksekleye kaldırılmasını amaçlayan Üsluba sahip bir haberdir, dediler. Aynı zamanda caiz olmaya delil de kabul olunabilir.[426]

İbn Dakik, bu hadisin şerhini yaparken öyle dedi:

"Allah'a ve kıyamet gününe inanan bir kadının birgünlek mesafeye sa­hip yolculuğu yanında mahremi olmadan çıkması helal olmaz."[427]Burada kadın sözü diğer kadınlara oranla geneldir? Maliki mezhebinden bazıları: Hadiste kastedilen kadın, genç olan kadındır. Ama yaşlı olup erkeklerin dik­katini çekmeyen kadın ise mahremi veya kocası olmadan istediği yere her zaman yolculuk yapabilir... Malik'in söylediği manaya bakarak genel hükmün özele tahsis edilmesidir. Şafîiler ise kadının güvenli olması halinde hiçbirkişiye ihtiyaç duymadan yolculuk yapabileceği görüşünü seçtiler. Hatta kadının bilakis kafile içinde tek başına olarak yolculuk yapabileceğini ve böylece güvenlikte olacağını kabul ettiler.

İmam-ı Malik'e ait Müdevennetü'l-Kübra adlı kitabta birisinin şu soru­suna: 'Velisi olmadan hac yapmak isteyen kadın hakkında Malik'in görüşü nedir?' dedi. Cevab olarak İmam-ı Malik: 'Kadın kendisine güvendiği kadın ve erkeklerden bazısını ile yolculuğa çıkabilir."[428]

 

Cenaze İle İlgili İşler Esnasında Karşılaşma:

 

1. Ağlamak, ölüyü yadetme, dua ve muvasat Enes (r.a.)'dan:

Nebi (s.a.v.)'in hastalığı vefatı günü zevale doğru çok ağırlaşır. Ağırlaşınca sık sık bayılmaya başladı. Bundan müteessir olan Hz. Fatıma: 'Vay babamın ızdırabma' diye ağlamaya başladı. Rasul-i Ekrem, Kızım bu günden sonra babanı üzerine hiç ızdırap kalmayacaktır, diye teselli etti.

Rasul-i Ekrem vefat edince, Hz. Fatıma: 'Ey Rabbim, davetine icabet e-den babam, ey Cennetü'I-Firdevs'de makamı olan babam Ey Cibril'e ölümü­nü haber verdiğiniz babam! dedi. Fatıma babası defnedildikten sonra: 'Ey Enes, Rasulullah (s.a.v.) üzerine toprak atmakla nefisleriniz razı oldu mu?[429]

Usame İbni Zeyd (r.a.)'dan:

'Nebi (s.a.v.)'in kızı Peygamber'e çağırmak için bir haberci gönderdi. Benim çocuklarımdan biri ölüm haline girdi yanımıza gel" mesajını getiren elçiyle Peygamber selam yollayarak, şüphesiz ki Allah'ın aldığı ve verdiği her şey Allah'a aittir.Herşey Allah katında muayyen bir müddete bağlanmış­tır, sabretsin ve sevab ümit eylesin dedi. Bu defa Zeyneb Peygambere yemin ederek onun gelmesini istemek için tekrar haber gönderdi. Bu yeni gelen yeminli haberden sonra Rasulullah yanına Sad İbni Ubade, Muaz İbni Cebel, Ubey İbni Kab, Zeyd ibni Sabit ve bir grup adamla birlikte kalktılar. Çocuk Rasulullah (s.a.v.)'e verlidi. Çocuğun canı çıkma hazırlığı halinde idi. Sanki eski bir kırba içindeki su vaziyetinde idi. Rasulullah'ın iki gözü yaş döküyordu. Sa'da İbni Ubade; Ya Rasulallah! (bu ağlayış) nedir? dedi. Rasu­lullah: Bu göz yaşı Allah'ın kullarının gönüllerine koydğu birrahmettir. Allahu Teala kullarından ancak merhametli olanlarına merhamet edecektir.[430]

Hafız İbni Hacer '(çocuk Rasulullah'a verildi' sözü)... Hadisteki bu üslubta bir eksiklik vardır. Bu eksiklik şudur: Zeyneb'in evine varıncaya ka­dar yürüdüler. Eve varınca içeriye girmek için izin istediler. Onlara girmele­ri için izin verildi ve girdiler. Girer girmez çocuk, Peygambere verildi. Bu eksik kısmın bazısı Abdulvahid'in rivayetinde vardı. Abdulvahid'in rivaye­tinin lafzı ise öyledir: 'İçeriye girdiğimizde çocuğu Rasulullah (s.a.v.)'e getirdiler.'

Hadiste bazı faydalar vardır. Bunlardan birisi hasta ziyaretine ve taziye­lerine izinsiz olarak gitmenin caiz olmasıdır. [431] (Burada Hafız İbni Hacer sahabenin Rasulullah (s.a.v.) ile beraber gitmelerini kastediyor.)

Harice ibni Zeyd İbin Sabit'den:

"Ümmü Ata Ensar'dan bir kadındır. Peygamber (s.a.v.)'e biat etti. Mek­ke'den gelen muhacirlerin kur'a ile ensar arasında paylaştırıldığını haber verdi. Bize kura sonucunda Osman bin Mazun bize düşmüştü. Biz kendisini gecelemek için yanımıza götürdük. Ölümüne sebep olan hastalığına yaka­landı. Vefat ettiğinde elbiseleriyle kefenlendi. Rasulullah (s.a.v.) ziyarete geldiğinde: Allah'ın rahmeti üzerine olsun Eba Saib Ben sana şehadet ede­rim ki, Allah sana ikram etti. Peygamber (s.a.v.) sen ona Allah'ın ikramda bulunduğunu nereden biliyorsun dedi. Ben de: Babam sana feda olsun Ya Rasulallah! Allah kime ikram da bulunacak? Aleyhissalatü vesselam: Ona yakin gelmedi mi? Ben onun içinhayn temenni ediyorum. Allah'a yemin olsun ki ben Allah Rasulü olduğum halde bana ne yapacağını bilmiyorum. Bunun üzerine; Allah'a yemin olsun ki bundan sonra hiçkimseyi temize çıkarıp övmeyeceğim.[432]

Cabir İbni Abdullah (r.a,)'dan:

"Babam (Uhud gününde) şehid olduğu zaman ben ağlayarak yüzünden elbiseyi açmaya başladım. Oradakiler de beni ağlamaktan men etmeye başladılar. Halbuki Peygamber (s.a.v.) beni bundan nehy etmiyordu. Halam Fatıma'da ağlamaya başladı. Peygamber (s.a.v.): Ona ağlasanız da, ağlamasanız da siz şehidi kaldırıncaya kadar melekler kanatlan ile onu göl-gelendirmekte devam etmişlerdir, buyurdu.[433]

Enes'den:

"Ümmü Harise Rasulullah (s.a.v.)'in yanına geldi. Harise ise Bedir savaşında helak olmuştu. Kimin tarafından atıdığı belli olmayan bir ok ona isabet etti. Ümmü Harise: 'Ya Rasulullah, sen Harise'nin kalbimdeki yerini bildin. Eğer cennette ise onun için ağlamayacağım. Eğer o cennette değilse sen benim ne yapacağımı görürsün' dedi. Rasulullah Ümmü Harise'ye: 'Sen aklını mı yitirdin? Sen cennetin bir tane olduğunu mu sanıyorsun? Cennetin kısımları çoktur. O şimdi şu anda Firdevsi'l-aladadır. Rasulullah; Allah yo­lunda geçirilen bir sabah veya gece tüm dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Herhangi birinizin okunun lakabı veya ayağının cennette bastığı yer tüm dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Eğer cennet ehlinden olan kadınlardan birisi yeryüzüne cennetten bir nazar etse iki arası aydınlanır ve yeryüzü ile cennet arası koku ile dolar. Ayrıca kadının başörtüsü de tüm dünyadan ve içindekilerden daha hayırlıdır."[434]

Ümmü Seleme'den:

"Rasulullah (s.a.v.) Ebu Seleme'nin (ölümünü müteakip) yanına girdi. Onun gözü açıktı. Gözünü kapattıktan sonra:

- Muhakkak ki ruh kabzedildiği vakit, göz onu arkasından takip eder, buyurdu.

Ev halkından bazı kimseler feryadla ağladılar. Bunun üzerine Rasulul­lah:

- Kendi nefislerinize hayırdan başka şey dua etmeyiniz. Çünkü melek­ler söyleyeceğiniz sözlere (dualara) amin derler, buyurdu. Sonra şöyle dua etti:

- Ya Allah! Ebu Seleme'ye mağfiret et. Onun derecesini hidayete erdiri-lenler içinde yükselt. Onun arkasında ailesinin baki kalanları arasında ona halef ol (onun işini üzerine al)! Ey Alemlerin Rabbi bizim ve onun günahla­rım affeyle! Kabrinde ona genişlik ver ve orada kendisini nurlandır.![435]

Ümmü Seleme'den:

"Rasulullah (s.a.v.): Hastanın yanına yahut Ölüm halinde bulunan kim­senin yanma gittiğiizde hayır (dua) söyleyeniz. Çünkü melekler söyleyece­ğiniz sözlere amin derler" buyurdu.

Ümmü Seleme dedi ki: Ebu Seleme öldüğü zaman Peygamber'in yanma gelip:

- Ya Rasulallah! Ebu Seleme öldü, dedim. Bana:

- Ey Allah'ım! Beni ve onu mağfiret et ve bana onun ardından güzel bir bedel ihsan eyle de buyurdu. Ben öyle dua ettim de Allah Teala bana benim için Ebu Seleme'den daha hayırlı olanını Yani Muhammed (s.a.v.)'i ihsan buyurdu.[436]

2. Ölünün yıkanması ve kefenlenrnesi: Ümmü Atiyye Ensari (r.a.)'dan:

"Rasulullah (s.a.v.) kızı vefat ettiği zaman yanımıza girdi. Şöyle buyurdu: Kızımı su ve sidr ile üç yahut beş, hatta lüzum ettiği görürseniz bunda daha fazla yıkayınız. En son yıkanışta kafur yahıid kafur nevinden bir koku kullanınız yıkamayı bitirdiğinizde bana bildiriniz."

Biz yıkamayı bitirince Peygambere haber verdik. Rasulullah bize hıkıv denilen kendi izann i verdi ve: Bunu kızıma iç gömleği yapınız' buyurdu "[437]

Diğer bir rivayette, (kadınlar yıkanmaya) uğurla yerlerinde ve abdest uzuvlarından başladılar.[438]

3. Cenaze namazı

Aişe'den: "Sa'd bin EM Vakkas vefat edince, Peygamber'in aileleri bir haberci yollayıp ona namaz kılmaları için cenazesini mescide uğratmalarını söylediler. Bunun üzerine cenaze sahipleri onların dediklerini yerine getir­diler. Kadınların ona namaz kılmaları için cenaze onların hücrelerinin önün­de durduruldu. (Sonra) cenaze oturaklar tarafına doğru bulunan cenazeler kapısından dışarıya çıkarıldı. Müteakiben halkın bu işte kendilerini ayıpla­dıkları haberi ulaştı...

İnsanların bir kısmı; Ceazeler mescide sokulmadı. Bu da Aişe'ye ulaşınca, insanlar bilgileri olmayan bir hususu ayıplamaya ne kadar sürat ediyorlar! Bir cenazenen mescide uğratılmasından dolayı bizi ayıplamışlar. Halbuki Rasulullah (s.a.v.) Süheyl1 İbni Beyda'nın cenaze namazını mescidin ortasından baka yerde kıldırmamış tır, dedi.[439]

İmam-ı Nevevi Nebi (s.a.v.)'in cenaze namazı ile ilgili hadis konusun­da; Cumhur'un üzerine ittifak ettiğine göre Nebi (s.a.v.) cenaze namazını te­ker teker kıldılar. Önce bir grup içeriye giriyor, sonra teker teker kıldıktan sonra çıkıyorlardı. Sonra diğer bir grup giriyor diğerleri gibi onlar da teker teker cenaze namazını kılıyorlardı. En son olarak kadınlar ve çocuklar er­keklerden sonra girdiler.[440]

4. Cenazenin takip edilmesi: Ümmü Atiyye (r.a.)dan:

"Biz kadınlar cenazeleri takip etmekten nehyolunduk. Cenaze arkasın­dan gitmek bizim üzerimize farz kılınmadı."[441]

Hafız İbni Hacer: "Bizim üzerimize farz kılınmadı sözü'nden maksat diğer yasakladığı şeylerdeki gibi yasak konusunda ısrarlı olmadığıdır. Sanki Ümmü Atiyye Haram kılınmaksızın bizim cenazeyi takip etmemizi kerih gördü, dedi."

Kurtubi, Ümmü Atiyye'nin rivayetinin üslubunun ifade ettiği manaya göre kadınların cenazeyi takip etmesinin tehzih uyarında bir yasaklama olduğudur, dedi. Ayrıca Kurtubi'nin bu görüşüne ilim ehlinin çoğunluğu da katılmaktadır. İmam-ı Malik ise Medine halkı gibi cevaz yönünden görüş bildidi. Cenazeyi takip etmenin kadınlar için caiz olduğuna delil olarak İbni Ebi Şeybe'nin kadınlar için caiz olduğuna delil olarak İbni Ebi Şeybe'nin Muhammed İbni Amr İbni Ata yoluyla Ebi Hureyre'den rivayet ettiği hadis­tir. Rasulullah (s.a.v.) bir cenazede iken Ömer cenazede bir kadın görünce bağırdı. Bunun üzerine Rasulullah, 'kadını bırak ey Ömer1 dedi.

İbni Mace ve Nesai'de yukarıdaki hadisi aynı ifadelerle başka bir yol­dan Muhammed İbni Amr İbni Ata'dan onunla Seleme İbni Ezra'dan onun da Ebi Hureyre'den rivayet etmiştir. Rivayet zincirindeki ravilerin hepsi güvenilir kişidir.[442]

İmam Malik İbni Enes'in Müdevvenetü'l-Kübra adlı kitabında bu konu­da şunlar yer almaktadır: Malik kadınların cenaze ile beraber çıkmaların amüsade ediyor mu? dedim. Malik de: Evet, kadının çocuğunun, ana ve babasının, kocasının, kız kardeşinin cenazesini takip etmesinde bir beis yok­tur. Eğer bir de bunlar yani cenazesini takip ettiği kişiler sağlığında yanında bulunabildiği kişilerdir.[443]

İbni Dakik'il İyad;

"Kadınların veya bazısını cenazeyi takip etmemeleri konusunda birçok hadis vardır. Bu delillerin en kuvvetlisi Fatıma (rar'an hadisidir, bu delilin kuvvetli olmasının sebebi onun mevkisinin yüceliğidir. Ümmü Atiyye'nin kadınların geneli hakkındaki hadisi veya her iki hadis kadınların hallerinin ihtilaflı olması şeklinde yorumlanabilir. Malik kadınların cenazeyi takip et­melerine cevaz verdi fakat genç kız için bu durumu kerih gördü.[444]

Buna ilaveten: Ama "kadınlar eğer cenazeyi takip ederlerse hiçbir sevap almadan sorumluluk almış olarak dönerle." hadisi zayıftır denildi,[445]

5. Kabir ziyareti: Enes ibni Malik (r.a.)'dan;[446]

"Nebi (s.a.v.) kabrin yanında ağlayan bir kadının yanına uğradı. Rasu-lullah: 'Ey kadın, Allah kork ona sığın ve sabret, dedi."

Hafız İbni Hacer; Buhari'nin 'kabirlerin ziyareti bölümü1 sözünün anlamı kabirlerin ziyaretinin meşruluğu şeklinde anlaşılabilir. Sanki o bölü­me bu başlığı koymakla ihtilaflı bir konu olması dolayısıyla ileride de belir­teceğimiz gibi bu konudaki hükmü beyan etmemiştir. Sanki musanaafında cevazı ifade eden hadisler kendisinin herhangi bir hadisi kabul ve red ederken kullandığı şartlara uymadığı için yer almadı. Müslim kitabında kabir ziyareti hakkında yasağı kaldıran Bureyde'nin şu hadisini zikretti: Ben daha önce size kabir ziyaretini yasaklamıştım fakat şu andan itibaren ziyaret ediniz. Ayrıca Müslim Ebi Hureyre'nin hadisini de zikretti: "Kabirleri ziya­ret ediniz çünkü bu ziyaret size ölümü hatırlatır". Kadınların ziyareti konu­sunda ihtilaf edildi. Kadınlar yukarıdaki hadisteki umumi izin içine girmek­tedirler denildi. Bu söz çoğunluğun görüşüdür ve bu ziyaret izni fitneden emin olunduğu zaman ve yerdir. Burada kadınların kabir ziyaretinin caiz olduğunu bölümün başındaki hadis teyid etmektedir. Hadiste kabir ziyareti­nin caiz oluşunun delili Rasulullah'ın kabrin yanıbaşında kadının oturması­na itiraz etmemesi ve onaylamasıdır. Aişe Rasulullah'ın hadislerindeki İzni genele şamil kılanlarda biri sidir. Yani buradaki izne kadıların da erkekler gibi dahil olmasıdır. Aişe'yi kardeşi Abdurrahman'ın kabrini ziyaret ederken gördü. Aişe'ye; Nebi (s.a.v.) kabir ziyaretini yasaklamamış mıydı denildi­ğinde, cevaben: Evet Önce yasaklamıştı. Sonra ise ziyaret etmemizi emretti dedi. Diğer yandan; Kabir ziyareti için verilen iznin sadece erkeklere mahsus olduğunu kadınların ziyaretinin caiz olmadığını da savunmuştur. Bu görüşe delil olarak kadınların cenazeyi takip etmesi bölümünde işaret etmiş olduğumuz Abdullah İbni Amr'ın hadisi ve Allah kabirleri ziyaret eden kadınlara lanet etti" hadisini göstermiştir. Bu hadisi Tirmizi kitabında yer varip Ebi Hureyre'nin hadisine dayanarak sahih kabul etmiştir. Ayrıca Ebu Hureyre'nin hadisi dışında başka bir hadis olan İbni Abbas'ın ve Hassan İbni Sabit'in hadisleri de bu hadisin doğruluğuna şahiddir.

Kadınların kabir ziyaretinin kerahetine hükmedenler bu kerahetin tenzihen mi yoksa tahrimen mi olduğu konusuda ihtilafa düştüler. Kurtubi, hadiste mübalağalı bir sıfatın kullanmasına bakılacak olursa lanetlenme kabir ziyaretini oldukça fazlayapanlar içindir. Belki de lanetlemenin sebebi kadının sürekli kabir ziyaretine gitmesi neticesinde kocasınınhakkının zayi olması kadının süsünü göstermesi ve kadınlardaki feryad vb. şeylerdir. Eğer yukarıda saydığımız sebeplerin ortadan kalktığından emin olursak kadınla­rın ziyaretinde bir mani (engel) yoktur. Çünkü ölümün hatırlanmasına kadı­nın da erkeğin de ihtiyacı vardır.. Bu hadiste birçok faydalar vardır. Rasulullah (s.a.v.)'in cihel'e karşı gösterdiği tevazı ve acıma, başından bir-şey geçene gösterdiği müsamaha, onun üzrünü kabul etmesi ve emri bi'l-ma-ruf ve nehyi ani'l-münker ilkesini sürdürmesi bu hadisten elde edilebilecek faydalardandır. Kabir ziyaretinin ister kadın ister kadın olsun her ikisine de ceiz olduğuna bu hadis delil gösterilmiştir. Hakkında tafsilatlı bilgi verilme­mesi nedeniyle ziyaret edilenin müslüman veya kafir olması bir şey ifade etmez.

Nevevi, "Cumhur'un tamamı caiz olduğu konusunda karar kıldılar,dedi."[447]

Ulu'l-emre müracaat sırasında karşılaşma

"Allahu Teala Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurdu:"Allah kocası hakkın­da seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü işitti. Allah, ikinizin birbirinizle konuşmanızı işitir. Çünkü Allah işitendir, görendir."

Aişe'den:

"Ben Havle binti Salebe'nin söünü işittim. Bazısını ise işitmezdim. O kocasını Rasulullah (s.a.v.)'e şu sözlerle şikayette bulunurdu: Ya Rasulallah beni gençliğimi bitirdi, karnımı ona çocuk vermek için açtım ta ki yaşlandım çocuk doğuramaz oldum. Bunun üzerine zıhar yaptı (ebediyyen beni terket-ti). Ey Allah'ım, Bu şikayetimi sana sunuyorum. Bu şikayetin üzerinden bir gece geçmeden Cibril aleyhisselam şuâyetlerle indi: "Allah kocası hakkında seninli tartışan ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü işitti."[448]

Tabakatü'l-Kübra'da, îmran İbni Ebi Enes'den şöyle bir hadis rivayet olundu:

Cahiliye döneminde erkeklerden her kim zıhar yaparsa hanımı ona ebediyyen haram olurdu. İslam geldikten sonra ise ilk zinan yapan Evs İbni Samittir... Hanımı Havle binti Salebe bir gün uyandığında onunla münakaşa etti arkasından da; sen bana annemin sırtı gibisin, deyip zıhar yaptı. Sonra da söylediği şeye pişman oldu. Bunun üzerie hanımına, senin bana zıhar sebe­biyle haram olduğunu düşünüyorum deyince, Havle; sen talak sözünü zikretmedin. Zıhar sebebiyle benim sana haram olmam ise bizim aramızda Allah Rasulullah'ı göndermeden önce geçerli idi. Rasulullah (s.a.v.) yanına git ve yaptığın (zıhan) sor dedi. Bunun üzerine kocası, ben bu mevzuyu sormaktan haya ediyorum sen bizzat kendin Rasulullah'a (s.a.v.) git, belki bize hayırlı olanı söyler içinde bulunduğumuz durumdan kurtulursun. Benim bildiğim hüküm ise önceden söylediğim gibi senin bana hadım olmuş olmandır dedi. Havle binti Salebe bir elbise giyip dışarı çıktı. Rasulullah'ı Aişe'nin evinde buldu. Hemen meselesinin hükmünü Öğrenmek için, Ya Ra­sulullah şüphesiz ki Evs bildiğin bir kişidir, oğlumun babası, amcamın oğlu ve benim en çoksevdiklerimdendir. Ben onun kendisinin başına gelen küçük günahları işlediğini bildim. Onun gücü ve kudreti azaldı, zayıfladı. Lisanı kuvvetlendi ikna kabiliyeti arttı. Ben ou birşeyle bulduğumda ona dönmesi hak mıdır? O eğer birşey bulursa onun bana dömesi bir hak mıdır. Bir kelime söyledi ki sana kitabı indirene yemin olsun talak sözünü zikretmedi. Sadece: Sen bana annemin sırtı gibidin dedi. Rasulullah (s.a.v.) Ben senin zıhar sebebile ona haram olduğunu düşünüyorum. Defalarca Rasulullah (s.a.v.) ile tartıştı sonra da: 'Ey Allah'ım üzüntümün şiddetini, onun benden ayrılma­sından dolayı karşılaştığım zorluklan sana şikayet ediyorum, ey Allah'ım, içinde bizi bu durumdan kurtaran bir hükmü Peygamber'ine indir, diye duada bulundu. Aişe, ben ve bizimle beraber ev halkından bulunanların hepsi onun bu duası ve üzüntüsüne dayanamayarak ona acıdıklarından mer­hametlerinden dolayı ağladı. Havle bizimle beraber ve Rasulullah'ın Önünde böyle konuşurken, Rasulullah (s.a.v.)'e vahiy geldiği zaman başını gözler, yüzünün rengi değişir, içinde bir üşüme hisseder, kendisinden boncuk boncuk ter akardı.

Aişe; Ey Havle şu anda Rasulullah'ın kendisine senin içinde bulundu­ğun durum hakkında vahiy geliyor, dedi.

Havle 'de: 'Ey Allah'ım, inşaallah gelen hayırdır gerçekten ben senin peygamberinden hayırdan başkabirşey istemiorum. dedi. Aişe, Rasulullah (s.a.v.)'in yanından ayrıldı ta ki ben onun kendisinin hakkında ayrılık hükmü inecek korkusuyla ayrıldığını zannettim. Rasulullah (s.a.v.) gülerek geldi ve Ey Havle! deyince emrindeyim dedi. Arkasından da ayağa kalktı. Rasulullah (s.a.v.)'in gürümsemesiyle sevindiler. Sonra da; Kocan ve senin hakkında Allah hükmünü indirdi, diyerek haklannda inen âyeti okudu: "Allah kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü işitti" diye devam eden âyetteki Kıssayı okudu. Sonra, kocana bir köle azad etmesini söyle deyince Havle; 'Hangi köle?' diye sordu. Allah'a yemin olsun ki onun azad edecek kölesi yok, üstelik benden başka da hizmet edecek kimsesi yok, deyince: 'O hal iki ay müddetle ara vermeksizin oruç tutsun dedi. Havle Rasulullah'ın bu sözü üzerine; Ey Allah'ın Rasulü Allah'a yemin olsun ki o bu iki aylık orucu tutacak güçte de değildir. Şüphesiz ki o günde şu kadar birçok kere içecek içer. Bedeninin zayıf olsu sebebiyle göz­lerini yitirdi. Muhakkak ki o üzerinde yürünemeyecek bir arazi gibidir, dedi. Rasulullah; ona altmış fakiri doyurmasını söyle dedi. Havle; O bunu nereden bulsun? o bir öğündür, dedi. Rasulullah (ona Ümmü Minzir binti Kays'ın yanına gidip ondan yarım vesak hurma alsın, bu hurmaları da altmış miskine tasadduk etsin. Kalkıp onun yanına döndüğünde onu kapının yanında oturup beklerlerken buldu. Kocası Havle'ye; Ey Havle arkanda ne var (nasıl bir haber getirdin) deyince, Havle'de hayırdır sen haksızsın. Sana Rasulullah (s.a.v.) Ümmül münzir binti Kays'ın yanına gitti ondan yarım vesak hurma almanı ve bu hurmaları altmış fakire dağıtmanı istiyor, dedi. Yine devamın­da Havle; Benim bu sözüm üzerine yanımdan ayrıldı. Koşarak gidip sırtında benim söylediğim şeyleri getirdi. Halbuki benimle birlikte olduğu süre içinde beş sa'ı taşımıyordu, Geldikten sonra her miskine iki müd kadar hurma verip doyurmaya başladı.[449]

Cabir İbni Mutim'in onunla babasından rivayetine göre; Nebi (s.a.v.)'in yanına bir kadın geldi. Rasulullah ona kocasına dönmesini emretti. Kadın; ben gidip geldikten sonra sizi bulamazsam ne önerirsiniz? dedir^anki kadın, "ölüm" diyordu. Rasulullah aleyhisselam da: 'Eğer geldiğinde beni bula-mazsan Ebi Bekir'in yanına gel' dedi.[450]

Kab ibni Malik'ten:

"Rasulullah (s.a.v.) yanına Hilal İbni Umeyye'nin hanımı gelerek:

-Ya Rasulallah! Hilal İbni Umeyye ihtiyardır. Gücü ve kuvveti gitmiştir. Hizmetçisi de yoktur. Ona hizmet etmemi çirkin görür müsün? diye sormuş Rasulullah:

- Hayır görmem. Fakat sana yaklaşmasın, buyurmuş. Kadın:

- Ya Rasulallah! Vallahi onda hiçbirhareket yok. Allah'a yemin ediyo­rum ki, bu olan iş olalı beri bugüne kadar hiç durmadan ağlıyor demiştir.[451]

A işe'den:

"Fatıma ile abbas, Ebu bekir'e gelip Rasulullah'dah intikal edecek miraslarını istediler. Bu ikisi o zaman Peygamberin Fedekteki arazisi ile Hayber'deki payını talep ediyorlardı. Ebu bekir onlara: Ben Rasulullah'ı şöyle söylerken işittim: Bikz Peygamberler topluluğunun terikesi varis olunmaz. Biz ne mal bırakırsak sadakadır. Ancak Muhammed'in aile fertleri bu maldan yiyeceklerdir, buyurdu.

Ebu Bekir: 'Ben o mallarda Rasulullah (s.a.v.)'i yapıyor gördüğüm hiçbir işini ve emrini terk etmedim. Rasulullah'ın yapmakta olduğu maume-leyi ben de muhakkak ki yaptım, dedi. Ravi: ölünceye kadar Fatıma onun yanına yaklaşmadı ve onunla konuşmadı.'

Diğer bir rivayette; Fatıma Ebu Bekir'i terk etti. bu terk edişi vefat edinceye kadar sürdü.[452]

Zeyd İbni Eslem'in babasından rivayetine göre:

"Ben Ömer ibni Hattab ile beraber çarşıya çıktım. Çarşıda gezerken genç bir kadın Ömer'e yetişti. Kadın: 'Ey Emirü'l-Mü'minin, kocam vefat etti geride küçük çocuklar bıraktı. Allah'a yemin olsun ki kocamın geride bırak­tıkları onlar için yeterli değildir. Çocuklar için ekili bir arazi ne de sağılacak birhayvan vardır. Kuraklık dolayısıyla helak olmalarından korktum. Ben Binti Hafef İbni Eyma Gıfariyim, Benim babam Hudeybiye gazasına Nebi (s.a.v.) İle beraber katıldı. Ömer onunla beraber durdu ve çok geçmeden sonra şöyle dedi: Merhama, Ey Yakın akraba, deyip evinde bağlı bulunan güçlü bir deve olan devesinin yanma gitti. Devesinin üzerine ketenden yapılmış iki çuvalın içine yiyecek birşeyler doldurup yükledi, ayrıca iki çuvalın arasına nafaka ve elbiye soydu. Sonra adamı eline devenin yularını verdi. Daha sonra, kadına 'bu deveyi takip et çok geçmeden Allah size hayrı getirecektir, (sizi bu sıkıntıdan kurtaracaktır) dedi. Adam: "Ey mü'minlerin emiri sen bu kadına çok şey verdin" deyince Ömer adama; anen çocuksuz kalsın, gebersin. Allah'a yemin olsun ki bu kadının babası, kardeşi bir kaleyi bir müddet kuşatıp kaleyi açmışlardı. Sonra biz ganimetten hakkımızı ala­bildik."[453]

Herhangi bir konuda aracılık yapma isteği karsısında karşılaşma

Aişe (ra)'dan:

"Berira adındaki kadını satın alırken ailesi velayetinin kendileri de ol­masını şart koşmuşlardı. Ben bu durumu Nebi (s.a.v.)'e bildirdiğimde; onu (Berira) azad et. Muhakkak ki velayet hakkı gümüşü verenindir. Ben Beri-ra'yı azad ettim, arkasından Nebi (s.a.v.) onu çağırdı. Berira'yı kocasını seç­me konusunda serbest bıraktı. Bunun üzerine Berira: 'Eğer bana şunu şunu yanında olduğum müddet içerisinde verirse, deyip kocasını kendisi seçti.[454]

İbni Abas'dan:

"Berira'mn kocası kendisine Muğis deniler bir köle idi. Ben onun kocasına hanımının peşinde gözyaşları sakallarına kadar inecek ekilde ağlayarak dolaşırken sanki ben ona bakıyordu. Nebi (s.a.v.) Abbas'a; Ya Abas, Muğis'in Berira'ya olan sevgisine Berira'mn da ona olan kinine hayret etmiyor musun? Nebi (s.a.v.) keke kocasına bir müracaat etsen, Berira; Ya Rasulallah sen bana emir mi ediyorsun? dedi. Rasulullah; ancak ber şefaat ediyorum (aracı oluyorum) dediğinde ise Berira; Benim Muğise ihtiyacım yoktur dedi.[455]

Enes'ten:

"Rübeyy'in kız kardeşi Ümmü Harise, bir insan yaraladı. Akabinde ikisinin taraftarları Peygamber'inhuzuruna varıp davalarını arz etiler. Rasulullah (s.a.v): Kısası eda ediniz ve onu hakkı olana teslim ediniz buyur­du. Bunun üzerine ÜmmürRabiyy: Ya Rasulallah! Fulanca kadından kısas taleb edilir mi? Vallahi ondankısas alınmaz dedi, Rasulullah: Sübhanallah! Ya Ümmür-Rabiyy! Kısas Allah'ın yazılı kanunudur." dedi. Kadın yine: Hayır vallahi, o kadından ebeden kısas alınmaz velileri diyeti kabul etiler de bu suretle kısa düştü. Bunun üzerine Rasulullah: Allah'ın kullarından Öyle kimse vardır ki (bir meselede) Allah üzerine yemin etse, Allah muhakkak onu yemininde doğru çıkarır" buyurdu.[456]

Aişe'den:

"Rasulullah (s.a.v.) zamanında bir kadın hırsızlık yaptı... Bunun üzerine kadın kavmi Usame bin Zeyd'den bu konuda Rasulullah nezdinde şefaatçi olmasını istediler. Usame İbni Zeyd bu konuyu Rasulullah ile konuşunca Rasulullah (s.a.v.)'in yüzü derhal renklendi.

(Müslim'in rivayetinde, kadın Rasulullah (s.a.v.)'in yanma getirildi. Usame İbni Zeyd bu kadın hakkında konuştu). Rasulullah (s.a.v.); Alla'ın belirlediği cezalardan biri hususunda mı benimle konuşuyorsun? dedi.[457]

Hafız İbin Hacer; Müslim'in rivayetine göre şefaatçi olan şefaatini şefaat edilenin de hazır bulunduğu bir zamanda yapmaktadır ki eğer şefaatçinin şefaat talebi kabul olmazsa şefaatçi özür sahibi olmuş olur.[458]

Aişe (r.a.)'dan:

"Abdullah İbni Zübeyr'in bir satış veya bağış esnasında bunu kendisine Aişe'nin verdiğini söylediği Aişe'ye haber verildi: Allah'a yemin olsun ki eğer Aeşi bunu bilse ya yasaklar veya onu himayesine alır. Aişe; (Abdullah İbni Zübeyr'i kastederek) Bu sözü o mu söyledi dedi. Orada bulunanlar: Evet dediler. Bunun üzerine Aişe; Ebedi olarak İbni Zübeyr ile konuşmamayı ne­zir ediyorum. Arkasından küskünlükleri ve ayrılıkları uzayınca İbni Zübeyr kavminden Aişe ile aralarında barışmak için aracı olmalarını istedi.

Fakat Aişe, Hayır Allah'a yemin olsun ki hiç kimseyi aracı olarak barış­mak içni kabul etmiyorum, ayrıca günahı gerektiren bir işte yapmam dedi. Bu durum uzun süre daha devam edince İbni Zübeyr, Misver İbni Mehreme ve Abdurrahman İbni Esved İbni Abdi Yeğus ile bu durumu konuştu.Her ikisi de Beni Zehra'dan olan bu şahıslara; Allah aşkına siz ikiniz beni Aişe'nin yanına girdirirseniz benim sürümü nezir etmesi helal olmaz. Bunun üzerine Misver ve Abdurrahma üzerlerine bir örtü ile elleri de görünmeye-cek şekilde Aişe'nin yanına gelip kendisinden girmek için izin istediler. Aişe'ye; Allah'ın selamı rahmeti ve bereketi üzerine olun, içeriye gerebilir miyiz? dediler. Aişe de, giriniz dedi. Onlar da hepimiz mi dediler. Aişe onları yanında İbni Zübeyr'in olduğunu bilmeden: Evet, hepiniz giriniz. Onlar girince arkalarından İbni Zübeyr'de örtülü olarak girdi. Aişe onu kucaklayınca o da şiir söyleyerek ağlamaya başladı. Bunun üzerine Misver ve Abdurrahman şiir söylemeye başladı. Ancak Aişe İbni Zübeyr ile konuş­madı onu kabul de etmedi. Durumun böyle olduğunu gören iki elçi (Misver ve Abdurrahman) Aişe'ye: Şüpheiz ki Nebi (s.a.v.) senin bu yaptığın hareketi (küskünlüğü) yasakladı. Bir müslümanın din kardeşini üç günden fazla küs bırakması helal değildir, dediler. Bundan sonra Aişe'ye sıla-i rahim, affetme ve sürü sebebiyle zor durumda da kalmaması konusunda fazla üsteleyince Aişe'de iki elçiye sıla-i rahim konusunda konuşmaya ve bu arada ağlamayabaşladi. Arkasından; muhakkak ki ben nezir yaptım. Nezir işi ise zor bir iştir. Az geçmeden Aişe İbni Zübeyr ile konuştu. Nezrini de kırkkurban keserek yerine getirdi. Daha sonra bu nezrini hatırladığı zaman gözyaşları başörtüsünü ıslatıncaya kadar ağlıyordu.[459]

Şahitlik şikayet ve cezanı uygulanması sırasında karşılaşma (buluşma, görüşme)

1. Kadınların şahitliğinin kabulü:

Allahu Teala:

"Erkeklerinizden iki kişiyi de şahit tutun. Eğer iki erkek yoksa razı oduğunuz şahidlerden bir erkek, ik ikadm (şahidlik etsin). Ta ki kadınlardan biri şaşırırsa diğeri ona hatırlatsın" buyurdu. (Bakara, 282).

İmam İbni Kayyim; Kadınların boşanmadan vazgeçme esnasında bulunmaları evrakların ve borçların yazımı sırasında bulunmalarından daha kolaydır. Aynı şekilde ölüm anında ve vasiyet sırasında bulunmaları da kolaytır. Allahu teala eğer çoğunlukla erkeklerin meclislerindeki erkekler tarafından yazılar borç vesikalarının şahitliğine cevaz ermişse boşanmadan vazgeçme ve vasiyet gibi kadınların çokça karşılaştıkları durumlarda aynı cevazların olması daha önemlidir.[460]

2. Şahidliğin yerine getirilmesi: Aişe'den (İfk olayı hakkında);

"Benim hakkımda söylenenler anlatıldığı zaman Rasulullah (s.a.v.) evime geldi. Benden kendisi hizmetçimi sordu, dedi. Aişe; Hayır, Allah'a yemin ederim ki ben Aişe üzerine hiçbir ayb şey bilmiyorum. Ancak şu var ki o uyuyup kalıyordu da nihayet koyun içeriye giriyor ve onun ekmek hamurunu yiyordu, dedi. Cariyem Berire'nin bu sözleri üzerine Peygambe­rin sahabilerinden bazıı onu azarladı da: 'Ey Kadın! Rasulullah (s.a.v.)'e doğruyu söyle' dedi. Hatta sahabüer Berire'ye o düşük işi tasrih ettiler. Bunun üzerine Berire; Subhanallah! Allah'a yemin ederim ki ben Aişe üzerine, kuyumcunun halis kırmızı altını üzerine bilmekte olduğu bilgiden başka birşey bilmemişimdir, dedi."[461]

3. Davacı olma, araştırma ve kararın çıkması; Enes'ten:

"Rubeyy'in kız kardeşi Ümmü Harise, bir inan yaraladı. Akabinde iki­sinin taraftarları Peygamber'in huzuruna varıp davalarını arzettiler. Rasulullah (s.a.v.): kısası yene getiriniz, kısası yerine getiriniz buyurdu.[462]

Cabir'den:

"Mahzumoğulları (eşrafı)ndan (Fatıma adlı) bir kadın (mücevherat) çalmıştı. Bu hırsızlık davası Peygamber (s.a.v.)'e getirildi. Akabinde bu hırsız kadına Peygamber (s.a.v.)'in zevcesi Ümmü Seleme'ye sığındı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): Allah'a yemin ediyorum ki eğer (kızım) Fatıma çalmış olsaydı muhakkak onun elini de keserdim buyurdu.[463]

Hanse binti Hıdam Ensariye'den:

"Hanse'yi daha evlenip boşandıktan sonra kocası onu kabul etmedi. O da kabul edilememeyi hoş karşılamadı ve Rasulullah (s.a.v.)'e geldi o da kocasının nikâhını geri çevirdi.[464]

İbni Abbas (r.a.)'dan:

"Sabit İbni Kays İbni Şümas'ın hanımı Nebi (s.a.v.)'e geldi. Kadın: 'Ya Rasulullah, Sabit bana din ve ahlak konusunda bana karışmıyor. Ancak ben küfürden korkuyorum.

(Diğer bir rivayette; fakat ben ona dayanamıyorum)"[465]

Rasulullah (s.a.v.) Sabit'in sana vermiş olduğu bahçeyi ona geri verecek misin? deyince o da, Evet, dedi. Hemen akabinde bahçeyi geri verdi ve ayrılmalarını emretti.

Fatıma binti Kays'dan;

"Ebu Amr îbni Hafs, Fatıma'yı kati olarak boşadı. Ebu Amr ortada yokken, bulunduğu yerden kendi vekili ile (nafaka için) bir miktar arpa yolladı. Fatıma vekile kızdı. Vekil de: 'Vallahi senin bizim üzerimizde hiçbir hakkın yoktur', dedi. Akabinde Fatıma Rasulullah (s.a.v.)'e geldi ve bunu kendisine söyledi. Rasulullah, senin Ebu Amr üzerinde bir nafakan yoktur buyurdu."[466]

Peygamber (s.a.v.)'in hanımı Aişe (r.a.)'dan:

"Rifaa Kurazi'nin hanımı Rasulullah (s.a.v.)'in yanıda ben ve Ebu Bekir de yanında olduğu halde geldi. Rifaa'nın hanımı; Ya Rasulallah ben Rifaa'nın nikahı altında idim. Rifaa beni boşadı ve (üç talak ile boşamayı katileştirdi. Sonra ben de Adurrahman İbni Zübeyr ile evlendim. Fakat vallahi şu muhakkak ki Ya Rasulallah Abdurrahman'da bulunan erkeklik aleti ancak elbisenin saçağı gibi gevşek birşeydoen ibarettir dedi. Kadın bunu söylerken dış elbisesinden bir saçak alıp gösterdi. Kadının bu sözüne kendisine izin verilmediği için kapıda durmakta olan Halid İbni Said'de duydu. Kadın; Halid: Ey Eba bekir! Şu kadını Rasulullah (s.a.v.)'in huzurun­da aşikare söylemekte olduğu şeyde neye men etmiyorsun! O da hayır vallahi Rasulullah (s.a.v.) kadının sözüne karşılık tebessümden başka birşey yapmamıştır, dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) kadına:

- Sanırım ki sen tekrar eski kocan Rifaa'ya varmak istiyorsun. Fakat (ikinci kocan)/ Abdurrahman senin balcağızıdan, sen de onun balcağızından tatmadıkça bu olamaz, ona varamazsın, buyurdu. Bu daha sonra gelenler için sünnet oldu.[467]

Said İbni Cübeyr'den:

Ya Eba Abdirrahman! Lanetleşen çiftin arası açılır mı? dipye sordum. İbni Ömer;

- Subhanallah! Evet. Bunu ilk soran fulanın oğlu fulandır. Demişti ki:

Ya Rasulallah ne dersiniz? bizim herhangi birimiz karısını zina üzerinde bulsa, o koca nasıl yapacak? Eğer zina fiilinde bulduğunu söylese de (dört şahidle isbatı gereken) büyük bir şey iddia etmiş olacak, sükut etse, yine böyle büyük bir şeye karşı susmuş olacak.

Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) sükut etti ve ona cevap vermedi. Bu sualin ardından biraz vakit geçince o zat. tekrar gelip sana sorduğum işe mübtela kılındım (yani bu iş şimdi benim başıma geldi) dedi. İşte bunun üzerine Aziz ve Celil olan Allah, Nur süresindeki şu âyetleri indirdi;

"Eşlerini zina ile suçlayıp1 kendilerinden başka; ahidleri bulunmayan kimselere gelince, onlardan herbirinin şahidliği, kendisinin mutlaka doğru söyleyenlerden olduğuna göre dört defa Allah'ı şahit tutmasıdır. Beşinci defa da eğer yalan söyleyenlerden ise Allah'ın lanetinin kendi üzerine olma­sını diler.

Kadının da dört defa sözüne Allah'ı şahit tutup kocasının, mutlaka yalan söyleyenlerden olduğuna şahidlik etmesi, kendisinden azabı kaldırır. Besince defa da, eğer kocası doğrulardan ise Allah'ın gazabının kendi üzeri­ne olmasını diler (6-9. âyetler).[468]

Akabinde Rasulullah bu âyetleri o zata karşı okudu, ona nasihat etti. Dünya azabının, ahiret azabından daha hafif olduğunu ona haber verdi. O zat:

- Hayır! Seni hakk ile gönderen Allah'a yemin ederim ki ben kadına iftira etmiyorum! dedi. Peygamber sonra kadını çağırdı, ona da öğüt verip nasihat eyledi. Dünya azabının ahiret azabından daha hafif olduğunu ona haber verdi. Kadın:

- Hayır! Seni hakk peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ediyo­rum ki o muhakkak bir yalancıdır, bunun üzerine Rasulullah erkekten başladı. Önce erkek Allah adına yemin ile kardeşinin doğru söyleyenlerden olduğunudört defa şehadet etti. Beincide de eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetininkendi üzerine olmasını söyledi. Sonra Rasulullah ikinci olarak kadını yemin ile lanetleşmeye çağırdı. Kadın da Allah'a yemin ile kocasının muhakkak yalancılardan olduğuna dört defa şehadet etti. Beşincide de eğer kendisi yalancılardan ise, Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını ifade etti. Bundan sora Rasulullah onların arasını ayırdı.[469]

Ebi Melike de:

"İki kadın bir evde dikiş dikiyorlardı. Odanın içinde konuşanlar da var­dı. Bunlardan birisinin el ayasını öbür kadın tarafından biz (iğne) batırılmakla mecruh kadın evden çıkıp mücrim kadın aleyhine dava etti. Kadınların, bu davası İbni Abbas'a arzolundu, (duruşma sırasında müddei kadının beyyinesi ve şahidi bulunmadığından müdde-i aleyhe yemin etmek düşmüştü. Yalan yere yemin etmişini önlemek için) İbni Abbas Rasulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu ifade etmiştir:

Eğer insanlar mücerret davalarıyla (delilsiz, şahidsiz) hak kazanacak olurlarsa kavmin malları, canları zayi olur. (Binaenayelh müddeiden delil isteyiniz) Müddea aleyhe (yemin tevih ettiğinde) Allah adına (yalan yere yemin etmenin fenalığını (önce kendisine hatırlatınız! Ve ona şu âyeti de (Allah'ın ahdini ve kendi yeminlerini az bir paraya değişenler yok mu?) diye okuyunuz.

Bu âyet-i kerimedeki tahzirler müddea aleyh kadına okunup anlatılınca derhal suçunu itiraf etmiştir.

İbni Abbas müddei kadıa da Nebi (s.a.v.) Yemin müdahaleye düşen bir hakdır buyurdu, diye cevap verdi."[470]

Said İbni Zeyd İbni Amr İbni Nufeyl'den:

"Erva, Said İbni Zeyd'i vali mervana Said'in kendisininhakkını eksiltti­ği zannıyla Şikayet etmişti. Said Ben mi Erva'nın hakkı olan bir şeyi eksilti­yorum? Ben şehadet ederim ki Rasulullah (s.a.v.)'in şöyle dediğini işitti: Herhangi bir kişi (başkasına aid) araziden zalimlikle bir karı yer alırsa, hiç şüphe yok kıyamet gününde yedi kat yerden itibaren o toprak parçası onun boynuna halka yapılır, Duyuruyordu."[471]

4. Cezanın uygulanması:

"Zina eden kadın ve zina ede erkeğin herbirine yüz değnek vurun; Allah'a ve ahiret gününe İnananlar iseniz Allah'ın cezasını uygulamada sizi onlara karşı acıma duygusu tutup engellemesin. Mü'minlerden bir grup da onlara yapılan azaba şahid olsun." (Nur sûresi, 2)

Abdullah İbni Bureyde'nin babasından rivayetine göre; Ravi der ki: Sonra Gamid'li kadın gelip:

-  Ya Rasulallah! Ben zina yaptım, binaenaleyh beni bu günahtan temizle dedi. Peygamber onu geri çevirdi. Ertesi gün olunca kadın yine:

- Ya Rasulallah! Beni niçin geri çeviriyorsun? Muhtemelen sen beni de Maiz'i red ettiğin gibi red edeceksin. Allah'a yemin ederim ki ben zina neticesi hamileyim dedi. Rasulullah:

- Eğer sen kendi nefsin aliyheni olan suçu örtmek (tevbe etmek ve bu sözünden dömek) istemiyorsan şimdi çocuğunu doğuruncaya kadar git! buyurdu. Nihayet kadın doğurdu ve çocuğunu bir hırka içinde getirib:

- İşte çocuğu doğurdum, dedi. Peygamber:

- Git, sütten kesinceye kadar onu emzir buyurdu. Nihayet kadın çocuğu sütten kesince onu elinde bir ekmek parçası olduğu halde getirdi.

-  Ey Allah'ın Peygamberi Ben bu çocuğu sütten kestim. (Elindeki ekmeği işaret ederek) işte o ekmek de yemiştir dedi. Peygamber, bakımı için çocuğu müslümanlardan birine verdi ve kadının recmedilmesini emretti. Müteakiben kadın için göğsüne kadar bir çukur kazıldı. İnsanlara emretti, onlar da kadını taşlayıp reem ettiler. Bir ara Halid İbni Velid bir taş getirip kadının başına fırlattı, bu atış sebebiyle Halid'in yüzü üzerine kan fışkırdı. Halid bundan dolayı kadına sövdü. Allah'ın Peygamberi Halid'in o kadına sövmesini işitti. Bunun üzerine:

- Ya Halid! Yavaş ol, nefsim elinde olan Allah'a yemin ederek söylüyo­rum o kadın öyle bir tevbe ile tevbe etmiştir ki eğer halktan zorla vergi toplayan zulüm sahibi, o tevbe ile tevbe etmiş olsaydı kendisi için günahları muhakkak mağfiret olunmuş gitmişti buyurdu. Sonra o kadının hazırlanma­sını emretti. Akabinde Rasulullah o kadın üzerine bizzat cenaze namazı kıldırdı da cenaze defn olundu.[472]

Ebi Hureyre ve Zeyd ibni Halid Cüheni'den:

"Peygamber (s.a.v.)'in yanına bir adam geldi, ve; Allah aşkına senden bizim aramızda ancak Allah'ınkitabı ile hükmetmeni itiyorum dedi. Bunun üzerine hasmı ayağa kalktı. Hasmı kendisinden daha anlayışlı idi. Heme araya girib Hasmım doğru söylüyor. Aramızda Allah'ınkitabı ile hükmet ve söylemek için de bana izin ver Ya Rasulallah dedi. Peygamber (s.a.v.):

- Söyle diye izin verdi, o zat.

- Oğlum hasmım olan şu zatın ailesinin yanında hizmetçi bulunuyordu. Derken oğlum onun karısı ile zina etti. Ben oğlum için yüz koyun ve bir cariye fidye verip oğlumu kurtardım...

Müteakiben bu meseleyi ilim ehli olan adamlara sordum. Onlar oğlu­nun cezası sadece yüz değnek ile bir yıl hapisdir. Bu adamın zina eden karısı­na da recm lazım gelir diye haber verdiler, dedi, Rasulullah:

- Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki ben sizin aranızda muhak­kak Allah'ın kitabı ile hükmedeceğim. Cariye ile koyunlar tekrar sana iade olunacaktır. Oğluna da yüz değnek ile bir yıl insanlardan uzaklaştırma cezası verilecetir. Ya Uneys! Haydi bu adamın karısının yanına git, eğer itiraf ederse onu recmet buyurdu. Kadın da zinayı itiraf etti, bunun üzerine kadın recmedildi."[473]

Aişe'den:

"Peygamber (s.a.v.) zamanında Mekke'nin fethi gazvesinden bir kadın hırsızlık yapmıştı. Bunun üzerine kadının kavmi Usame İni Zeyd'den bu konuda Rasulullah nezdinde şefaatçi olmasını istediler. Usame bu konyu Rasulullah (s.a.v.) ile konuşunca onun derhal drenklendi. Arkasından, sen benimle Allah'ın belirlediği cezalardan biri hususunda mı konuşuyorsun dedi. Usame de; Ya Rasulallah! Benim için Allah'tan mağfiret istiyever nizayında bulundu. Akşam vakti olunca Rasulullahkalkıp bir hutbe irad eyledi. Bu hutebisende layık olduğu sıfatlarla Allah'a sena ettikten sonra: "Amma badu, sizden önceki insanları şu tutumlarıhelak etmiştir: Onlar aralarında şerefli olankimse hırsızlık ettiği zaman onu cezasız bırakırlar, zayıf olan kimse hırsızlık yaptığı zaman ise ona kanuni cezasını verirlerdi. Bana gelince nefsim elinde bulunan Allah'a yemin ediyorum ki Muham-med'in kızı Fatıma hırsızlık etmiş olsaydı, muhakkak onun elini de keser­dim, dedi. Sonra o hırsızlık yapan kadınla ilgili emrini verdi de kadının eli kesildi."

Nesai'nin rivayetinde [474]: Ey Bilal, kalk bu kadının elini tut ve kes dedi).

Artık bundan sonra o kadın tevbe etti; evlendi, Aişe, bu hadisiden sonra bana eli kesilen kadın gelir, ben de onunhacetini Rasulullah (s.a.v,)'e arz eyle­dim."[475]

Aişe(r.a.)'dan:

"Peygamber (sav)'e İbni Harise, Cafer ve İbi Ravaha'nan şehadet haberleri geldiğinde (mescidde) oturdu. Kendisinde hüzün ve keder alamet­leri görülüyordu. Ben kapının görülebilecek bir aralığından kendisine bakı­yordum. Bu sırada Rasulullah'a bir adam geldi ve:

- Cafer'in kadınları (ağlaşıyorlar) dedi ve mevha ile ağlaşıtkalırını zikretti. Rasulullah da o kimseye gitmesini ve kadınları bu çığlıktan nehyet-mesini emretti. Bunun üzerine o kimse gitti. Sora ikinci defa gelip kadınların kendisine itaat etmediklerini söyleyince Rasulullah gidip kadınları nehyet-mesini emretti. O adam üçüncü defa Rasulullah'a gelip: Ya Rasulallah! Vallahi kadınlar bize galebe ettiler deyince Rasulullah'ın Haydi git, bu kadınların ağzına toprak saç byurdu.[476]

Abdullah İbni Ömer'den:

"Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi: Allah göz yaşı ile, iç üzüntüsü ile (insanı) azab etmez, (Eliyle dilini işaret ederek) Lakin Allah aşti bunun yü­zünden (ya) azab eder, yahud merhamet eder. Ölüye ailesinin onun için ağlamasından dolayı azap edilir" buyurdu. Ömer (r.a.) cenazenin arkasından ağlayan olursa sopasıyla vurur, onlara taş atar ve toprak saçardı.[477]

Buhari kitabında şöyle bir bölüm zikretmiştir: Masiyet ve hasım ehli o-Ianların tanındıktan ora evden çıkarılması babı. Ömer Ebu Bekir'in kız kardeşi bağırdığında dışarı çıkardı.

Hafız İbni Hacer bu bölümü açıklarken: ...(Ömer Ebu Bekir'in kız kardeşini çığlık atmasından dolayı dışarı çıkardı) sözünü İbni Sad Tabakat adlı kitapta sahih bir isnadla zühri kanalıyla Said İbni Müseyyeb'ten aktardı. Ebu Bekir vefat ettiğinde Aişe onun Ölümü sebebiyle yas tertipledi. Ömer onların böyle yaptığını öğrenince kadınları bu işten men etti ve durumu açıkladı. Hemen arkasından Hişam İbni Velid'e, Ebi Kuhafe'nin kızını (Yani Ümmü Fervah) Benim yanıma getir. Sopasıyla ona birkaç kere vurdular. Yas tutanlar bu durumu öğrenince dağıldılar. İshak İbni Raheveyh müsnedinde başka bir yoldan Zühri'den bir rivayet aktardı. Bu rivayette ise şöyle bir ifade yer alıyordu: Yas tutan kadınlar teker teker çıkmaya başladı­lar. Ömer de sopasıyla onlara teker teker vurdu.[478]

Yalvarma ve yakarma esnasında beraber olma ve karşılaşma Allahu Teala Al-i İmran sûresinde şöyle buyurdu:

"Allah'a göre İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı, sonra ona "ol" dedi, artık olur...

Bu Rabbinden gelen gerçektir. Öyle ise kuşkulananlardan olma. Kim sana gelen ilimdensonra seninletartışmaya kalkarsa, de ki gelin oğularımızı ve oğularınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıra­lım, sonra gönülden, lanetle dua edelim de Allah'ın lanetini yalancıların üstüne atalım." (Al-i İmran, 59-61).

İbni Kesir'in tefsirinde ise âyette geçen "De ki: Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıra­lım" bölümünü açıklanırken bu çağırmanın yani yukarıda zikredilenlerin dua yalvarma yakarma esnasında hazır edilmeleri kastedilmektedir, denil­miştir...

Sabah olunca ertesi günü kendisine haber verildiğinde Rasulullah (s.a.v.) torunları Hasan ve Hüseyin'i kadifeden bir örtü içinde alarak Fatıma ile beraber olarak lanetleşmeye yöneldi. O vakitte Rasulullah'ın birkaç hanımı vardı... [479]

 

Nadiren Meydana Gelen Hoş Meclisler Esnasında Bir Araya Gelme

 

Ciddiyet ve oyun arasında: Ebu Humeyd Sâidî anlatıyor:

"Biz, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte Tebük savaşına katıldık. Peygamber (s.a.v.), Vadiu'l-Kura'ya geldiği zaman kendi bahçesinde çalı­şan bir kadına rastladı. Peygamber (s.a.v.), sahabelerine: Şu bahçedeki hur­mayı tahmin ediniz! dedi. Allah Rasulü (s.a.v.) de on vesk tahmin etti. Akabinde bahçe sahibesi kadına: Hurmaları topladığın zaman ağaçtan top­lanan hurmayı say! buyurdu.

Tebük'e gelince Resulüllah (s.a.v.):

-Dikkat edin! Bu gece şiddetili bir rüzgar esecek. Sakın kimse oturdu­ğu yerden ayağı kalkmasın! Beraberinde devesi olan da devesini sıkıca bağlasın buyurdu.

Bu emir üzerine develeri sıkıca bağladık. Gerçekten, o gece şiddetli bir rüzgar esti. O sırada adamın biri ayağa kalktı. Rüzgar, onu Tayy Dağı'na sürükleyip attı.

Bu yolculuk sırasında Eyle kralı, Peygamberce beyaz bir katır hediye etti ve bir de Peygamber'e hırka giydirdi. Peygamber (s.a.v.) de bu krala, deniz kenarında oturan halklar için eman yazdı.

Dönüşte peygamber (s.a.v.) Vadi'ul Kura'ya geldiğinde hurmalık sahibi kadına: Bahçenden ne kadar hurma çıktı? diye sordu . Kadın: Allah resulünün tahmini üzere on vesk çıktı   dedi.

Kadının, ciddiyet ve oyun arasında gerçekleşen bu tür müsabakaları izlemesi, yadırganacak, şaşılacak bir olay değildir. Daha önce de Hz. Aişe'nin, mescitte aşikâr biçimde oyun oynayan Habeşli'Ieri nasıl izlediği­ni aktarmıştık.

Sözü uzatma ve sempati: Mesruk (r.a.) anlatıyor:

"Biz, Hz. Aişe'nin huzuruna girdik. Yanında Hasan b. Sabit vardı. Hasan, kendisine ait olan bir takım beyitlerle teşbib yaparak şiir okuyor ve: Hasânun, rezânun ma tuzennu bi rîbetin, Tusbihu ğarsâ min iuhûmi'l gavâfili diyordu. Aişe (r.a.) ona:

-  Lakin sen, böyle değilsin (Yani sen de gıybet ettin ve iftiracıların sözlerine daldın)! dedi.

Mesruk dedi ki: Ben Aişe'ye:

- Hasan'ın senin yanına girmesine niçin izin veriyorsun? Halbuki Yüce Allah:

"Onlardan o (yala)nın en büyüğünü idare eden kimseye de büyük bir azab vardır" (Nur, 11).

buyurmuştur dedim. Bunun üzerine Aişe:

-  Hangi azab körlükten daha şiddetli ve daha büyüktür? dedi ve ardından:

- Şüphesiz Hasan, Allah Rasulü adına İslam'ı savunur yahut müşrikle­rin hicivlerine karşılık verirdi diyerek Hasan (r.a.)'ı savundu.[480]

Ebu Musa anlatıyor:

"Esma bint-i Umeys, -ki bizimle Habeşistan'dan gelenlerden idi-Peygamber'in hanımı Hafsa'yı ziyaret etti. Esma, Hafsa'nın yanında iken Ömer de kızı Hafsa'nın yanına girdi. Ömer, Esma'yı görünce Hafsa'ya:

- Bu kadın kimdir? diye sordu. Hafsa:

- Umeys kızı Esma'dır dedi. Ömer:

- Bu kadın, Habeşli Esma mı'dır? Bu kadın, deniz yolcusu Esma mıdır? dedi. Esma da:

- Evet! diye tasdik etti. Ömer, Esma'ya:

-  Medine'ye hicret faziletinde biz sizi geçtik. Biz, Allah Rasulü'ne sizden daha layık ve daha yakınız! dedi. Esma, bu sözlerden öfkelenerek şöyle müdafaada bulundu:

- Hayır, siz hiç de öyle değilsiniz ! Vallahi Allah Rasulü ile hicret eden açlarınızı O (s.a.v.) doyurdu, cahillerinizi O (s.a.v.) nasihat edip okuttu. Biz ise Habeşistan'da, müslümanlara uzak ve öfkeli insanların yurdunda, bulunuyorduk. Bütün bu sıkıntılara biz, Allah'ın ve Rasulü'nün rızasını kazanmak için katlandık. Ey Ömer, Allah'a yemin ederim ki bütün bu dediklerini Allah rasulü'ne söyleyinceye kadar ne bir lokma yemek yiyeceğim ne de bir yudum su içeceğim! Ey Ömer, biz uzak illerde ezalara katlanıyor ve korku içinde yaşıyorduk. Bunları şimdi gidip Peygamber'e anlatacağım ve O'na soracağım. Peygamber'e bunları söylerken vallahi ben ne yalan söylerim ne de haktan saparım. Bu konuşmamızı bir kelime bile arttırmam..."[481]

Sa'd b. Ebu Vakkas anlatıyor:

"Ömer (r.a.), Allah Rasulü'nün huzuruna girmek için izin istedi. Oysa o sırada Allah rasulü'nün yanında Kureyş kabilesinden bazı kadınlar vardı. Kadınlar Allah Rasulü'nden bir takım isteklerde bulunuyorlar ve kendilerine daha fazla vermesini istiyorlardı. Bu konuşmalar sırasında ka­dınların sesi, Allah Rasulü'nün sesinden daha yüksek tonda çıkıyordu. Ömer girmek için izin isteyince bu kadınlar, hemen kalkıp perdeye doğru koşuştular. Peygamber (s.a.v.), Ömer'e girmesi için izin verdi. Ömer (r.a.) huzura girdiğinde Peygamber, (kadınların haline) gülüyordu. Bunun üzeri­ne Ömer (r.a.);

- Allah, Seni güldürsün; sevincini daim kılsın ya Rasulullah! dedi. (Bununla gülmesinin sebebini sormuş oluyordu.)

Peygamber (s.a.v.):

-  Yanımda bulunan şu kadınların haline taaccüp ettim; onlar senin sesini işitince derhal perdeye koşuştular, buyurdu. Bunun üzerine Ömer (r.a.):

- Ya Rasulullah, Halbuki sen, onların saygı ve hürmetlerine daha layık­sın! dedi. Sonra kadınlar tarafına doğru yöneldi ve onlara:

- Ey nefisleri düşman olan kadınlar, Allah Rasulü'ne saygı ve hürmet göstermeyip de benden mi çekmiyorsunuz? dedi. Kadınlar:

-Evet, çünkü sen, Allah Rasulü'nden daha ağır sözlü ve katı kalblisin! dediler. Allah Rasulü (s.a.v.) Ömer'e:

- Ey Hattab oğlu, Sen kadınlara cevap vermeyi bırak. Nefsim elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, Sen bir yolda giderken Şeytan asla seninle karşılaşamaz. Seni görünce muhakkak geldiğin yoldan saparak başka bir yola yönelip gider" buyurdu."[482]

Sevindirici haberleri tekrar tekrar dinlemek:

Ebu Musa anlatıyor:

"... Bu sırada Hafsa'nın odasına Peygamber (s.a.v.) geldi. Esma:

-  Ey Allah'ın Peygamber'i, Ömer şöyle şöyle dedi, diye nakletti.

Peygamber de:

- Sen ne cevap verdin? diye sordu. Esma:

-  Ben de şöyle şöyle cevap verdim diye anlattı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):

- Bu hususta Ömer, bana sizden daha layık ve yakın değildir. Ömer ve (birlikte hicret ettiği) arkadaşları için bir hicret sevabı vardır. Ey gemi yol­daşları, sizin için ise iki hicret sevabı vardır.

Esma şöyle dedi:

Bu olay ve Peygamber'in gemi halkı hakkındaki bu yüksek şehadeti üzerine, bunu işiten Ebu Musa ve bütün gemi halkı akın akın ziyaretime gelmeye ve sevinçle bana bu hadisi sormaya başladılar. Hiç bir dünya malı, Peygamber'in Habeşistan muhacirleri hakkındaki bu yüksek şehadetleri kadar gönüllerinde bir ferahlık ve mutluluk oluşturmamıştı. ...

Esma dedi ki:

- Yemin ederim ki Ebu Musa, benden bu hadisi tekrar tekrar anlatmamı istiyordu."[483]

Aşağıdaki sert esas, bu meclislerde kadınların erkeklerle bir araya gel­mesine açıklık kazandırmaktadır: Bir şeyin zatı itibarıyla haram olması ile, zatından değil de dışardan bir sebep neticesinde haram yahut mekruh olması arasında fark vardır. îlkini işlemeğe asla yol yoktur. Ancak ikincisi böyle değildir. O şeyi mekruh yahut haram yapan dış sebebin meydana gelmesine imkan yok ise kerahat ve tahrim de ortadan kalkar; mubah olur. Konuşurken konunun detaylarına inerek sözü uzatmak, erkeklerin oyunlarını izlemek fitne korkusu sebebiyle mekruh kılınmıştır. Fitneden emin olunduğunda bu kerahat kaybolur. [484]

 

Muhtelif Durumlarda Bir Araya Gelme

 

Abdullah b. Mes'ud anlatıyor:

"Allah Rasulü (s.a.v.), Kabe'nin yanında namaz kılmakta bulunduğu bir sırada Kureyş'ten bir topluluk da kendi meclislerinde oturmaktaydı. Birden bire onlardan bir sözcü:

-  Şu, açıkça insanlar içinde ibadet eden riyakâr kimseye bakmaz mısınız? Sizin hanginiz falanca ailesinin yeni boğazlanan devesinin yanına gider de henüz işkembesindeki tersini, kanını, döl yatağını alıp buraya getirir? Sonra da onları şu (riyakâr) adam secdeye vardığı zaman, onun iki kürek kemiğinin arasına koyar, dedi. Oradakilerin en şakisi bir koşu gidip istenilenleri getirdi. Adam, Allah Rasulü (s.a.v.) secdeye varıncaya kadar yanında bekledi. Nihayet Allah Rasulü secde yapınca onları iki kürek kemi­ği arasına koydu. Peygamber (s.a.v.) secde vaziyetinde başını kaldırmadan öylece durdu. Müşrikler gülmeye başladılar, hatta gülmekten kırıldılar. Bir kimse hemen Fatıma (r.a.)'ya gidip durumu haber verdi. Fatıma o zaman küçük bir kızdı. Koşarak geldi. Peygamber (s.a.v.) hâlâ secde vaziyetinde sabit duruyordu. Nihayet Fatıma, o şeyleri sırtından atıp uzaklaştırdı. Ve bu işi yapanlara karşı dönüp, onlara ağır sözler söyledi. Allah rasulü (s.a.v.), namazı tamamladığı zaman üç defa:

- Ey Allah'ım, Kureyş'i Sana havale ediyorum. Ey Allah'ım, Kureyş'i Sana havale ediyorum.  Ey Allah'ım, Kureyş'i Sana havale ediyorum, dedi. Sonra da isimlerini sayarak:

- Ey Allah'ım, Amr b. Hişam'ı, Utbe b. Rabîa'yı, Şeybe b. Rabîa'yı, Velid b. Utbe'yi, Ümeyye b. Halefi, Ukbe b. Ebu Muayt'ı ve Umâre b. Velid'i Sana havale ediyorum! dedi.

Abdullah b. Mes'ud devamla şöyle dedi:

Vallahi, bu isimleri sayılanları Bedir Günü'nde yere yıkılıp serilmişler gördüm. Sonra bunların cesetleri kuyuya, yani Bedir Kuyusuna sürüklendi. Bundan sonra Allah Rasulü (s.a.v.):

- Kuyuya atılanlara, hemen ardından lanet gönderildi, buyurdu[485]

Buhari bu hadisi, "Kadın, namaz kılmakta olan erkekten eza veren şeyi atıp uzaklaştırır babı"nda nakleder.

Ömer (r.a.) anlatıyor: "Ben, Allah Rasulü'ne:

- Ya Rasulullah, Senin yanına iyi kimseler de giriyor kötü kimseler de.. Mü'minlerin annelerine  hicabı emretsen!." dedim. Bu dileğim üzerine Allah (c.c.), hicab âyetini indirdi."[486] Aişe (r.a.) (ifk olayını) anlatıyor: "... Allah Rasulü (s.a.v.) minberden şöyle seslendi:

- Ey müslümanlar topluluğu, ev halkım hakkında bana ezası dokunan bir şahıstan dolayı bana kim yardım eder? Vallahi Ben, ailem hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Bu iftiracılar bir adamın da ismini ortaya attılar ki bu zat hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Bu adı zikredilen şahıs şimdiye kadar benimle beraber olmak müstesna ailemin yanına girmemiştir."...[487]

Enes b. Malik'in anlattığına göre; "O, Allah Rasulü'nün kızı Ümmü Gülsüm'ün üzerinde ipek siyerâ bir hırka görmüştür."[488]

Enes b. Malik anlatıyor:

"Enes b. Malik'in annesi Ümmü Süleym'in yanında yetim bir kız vardı. Bir kere Allah Rasulü (s.a.v.) bu yetim kızı gördü de ona: 'A! Sen yoksa o, vaktiyle küçücük olan kız mısın?! Ne kadar büyümüşsün! Yaşın büyümesin emi!' dedi. Yetim kızcağız, bu söz üzerine ağlıyarak Ümmü Süleym'in ya­nına döndü. Ümmü Süleym:

- Sana ne oldu, ey kızcağım? diye sordu. Kız:

- Allah'ın Peygamberi, yaşımın büyümemesi için bana beddua etti. Artık şimdi benim yaşım ebediyen büyümez! dedi. Bunu işiten Ümmü Süleym acele olarak burgusunu başına sararak dışarı çıktı. Allah Rasulü'ne geldi. Allah Rasulü (s.a.v.) ona:

- Ne oldu ey Ümmü Süleym?! buyurdu. Ümmü Süleym:

- Ey Allah'ın Peygamber'i, Sen benim yetim kızıma beddua mı ettin?! diye sordu. Allah Rasulü (s.a.v.):

- Bu da nereden çıktı ey Ümmü Süleym? dedi. Ümmü Süleym:

- Kız, Senin ona *yaşın büyümesin' diye beddua ettiğini iddia ediyor dedi. Bunun üzerine Allah Rasulü güldü ve ardından şöyle dedi:

-  Ey Ümmü Stileym, Sen benim, Rabb'ime karşı şartım olduğunu bilmez misin?! Ben Rabb'ime karşı şunu şart kıldım ve dedim ki: 'Ben, ancak bir insanım. Her insanın memnun olması gibi Ben de memnun ve hoşnut olurum. Ve yine her insanın öfkelenmesi gibi Ben de öfkelenirim. Bu nedenle, Ben ümmetimden herhangi bir kişiye layık olmadığı bir şey ile beddua edersem Sen, benim bu bedduamı o kimse için günahlarından arındıracak bir temizleyici, bir zekat ve bir yakınlık vesilesi kıl da o kul kıyamet gününde bu vesile ile yüce divanına yaklaşsın."[489]

Enes b. Malik anlatıyor:

"Ensar'dan olan kişiler bazı hurma ağaçlarının mahsûlünü Peygam-ber'e tahsis ediyorlardı. Bu uygulama Kureyza ve Nadîr'i fethedinceye kadar sürdü. Benim ailem de bana Peygamber'e gitmemi ve O'ndan vaktiyle Peygamber'e vermiş oldukları hurmaları yahut bir kısmını geri istememi emrettiler. Peygamber de bizim vaktiyle kendisine ödünç verdiğimiz hurma ağaçlarını bana verdi. Tam bu sırada Ümmü Eymen elbisesini boynuna dolamış bir halde geldi (ve hurmaların mülkiyetinin kendisine ait olduğunu sanarak):

- Hayır, asla! Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki, Peygamber onları bana vermişken size geri veremez!." demeye başladı. Veya buna benzer sözler söylemeye başladı. Peygamber (s.a.v.) de O'na:

- Benim şu malım, o ağaçların yerine senin olsun!" diyordu. Ümmü Eymen de Enes'e hitaben:

- Hayır, asla! Vallahi vermem!" diyordu. Nihayet Peygamber, Ümmü Eymen'e onun on mislini yahut buna benzer bir miktar verdi."[490]

İmran b. Husayn anlatıyor:

"... Sonra Ensar'dan bir kadın esir edildi ve meşhur Adbâ da (düşmanlar tarafından) alınıp götürüldü. Nihayet bu Ensarî kadın bağlandı. Onu götüren baskıncı topluluk da evlerinin önünde develerini dinlendiriyorlardı. Derken kadın bir gece birden bire bağından kurtuldu. Hemen develerin yanına geldi. Bir erkek deveye yaklaştı. Deve böğürmeye başladı. Kadın da bu deveyi bırakıp nihayet Adbâ'mn yanına vardı. Adbâ ise hiç böğürmedi. [Ravi der ki: Bu Adbâ, eğitilmiş uysal bir devedir.] Kadın, Adbâ'nın arka tarafına oturdu. Onu kaldırdı ve yola koyuldu. Sonra kadını esir alan kimseler, kadının kaçtığını hissedip araştırdılar. Fakat kadını bulamadılar. Kadın, eğer Allah kendisini bu Adbâ'nın üzerinde selâmete ulaştırırsa onu muhakkak boğazlayacağına dair Allah için nezr etti. Bu hal üzere Medine'ye gelip de halk onu gördükleri zaman:

- A..! Bu Allah Rasulü'nün devesi Adbâ!   dediler. Kadın ise:

-  Bu deve üzerindeki kadın, eğer Allah kendisini bu deve üzerinde selâmete ulaştırırsa onu muhakkak boğazlayacağına dair Allah için nezr etmiştir dedi. Akabinde Allah Rasulü'ne (s.a.v.) geldiler ve bu nezr mesele­sini kendisine anlattılar. Bunun üzerine Allah Rasulü (s.a.v.):

- Sübhânellâh..! Bu kadın Adbâ'ya ne fena bir karşılık belirlemiş. Eğer Allah, kendisini bu dişi deve üzerinde selâmete ulaştırırsa onu muhakkak boğazlayacağına dair Allah için nezr etmiş..! (Deve onun kurtulmasına sebeb olacak, o da buna karşılık tutup onu boğazlayacak. Bu ne fena bir karşılıktır.!). Günah hususunda yapılan nezr ile kulun, malik omadığı bir şey hakkında yaptığı nezri yerine getirme yoktur buyurdu."[491]

Aişe (r.a.) anlatıyor:

"Allah rasulü, vefatına sebeb olan hastalığa yakalanmışken namaz vakti girmiş ve ezan da okunmuştu. O (s.a.v.):

-  Ebu Bekr'e söyleyin de insanlara namazı kıldırsın!" buyurdu. ... Bunun üzerine Ebu Bekr, çıkıp namazı kıldırdı. Bu esnada Peygamber, kendisinde bir hafiflik hissetti de iki kişiye dayanarak namaza çıktı..."[492]

Hafız İbn-i Hacer dedi ki: "İbn-i Hibban'm Asım'dan yaptığı rivayette şu açıklamalar da vardır: Bu esnada Peygamber, kendisinde bir hafiflik hissetti de Büreyre ve Nûbe'ye dayanarak namaza çıktı.[493] ...İbn-i Mace'nin Salim b. Ubeyd'den rivayet etiğine göre; Allah Rasulü (s.a.v.), Bureyre ile diğer bir adama dayanarak namaza çıkmıştır. Ayrıca İbn-i Mace, İbn-i Ebi Şeybe'den iyi bir senetle rivayet eder ki: Bu esnada Peygamber, kendisinde bir hafiflik hissetti de Büreyre ve Nûbe'ye dayanarak namaza çıktı.[494] ...İmam Nevevî'nin de dediği gibi bu rivayetler şu şekilde toptan bir yoruma tabi tutulabilir: Peygamber (s.a.v.),   Büreyre ve Nûbe'ye dayanarak evden mescide kadar gelmiş ve Abbas ile Ali (r.a.) de Peygamber'i(s.a.v.) oradan, kollan arasına alarak namaz makamına kadar getirmişti. Yada Allah rasulü (s.a.v.), daha kalabalık bir topluluk tarafından taşınmıştır.[495]

 

Müslüman Erkeklerin Müslüman Olmayan Kadınlarla Bir Arada Bulunmaları

 

Mü'minlere işkence edilirken: Cündüb b. Süfyan anlatıyor:

"Allah'ın Resulü (s.a.v.) rahatsızlandı da iki veya üç gece kalkmadı. Bir kadın geldi ve: Ey Muhammed, ben umarım ki şeytanın seni bırakıp terketmiş olsun! Görüyorum ki iki veya üç gecedir sana yaklaşmıyor, dedi. Bunun üzerine Allah (c.c):

"Kuşluk vaktine ve durgunlaşan geceye and olsun ki, Rabb'in Seni bırakmadı ve sana darılmadı." (Duna: I -3)

âyetini indirdi.[496]

(Bu olay, Mekke'de bi'setten kısa bir süre sonra meydana gelmişti.) Münkerden men ederken: Ebu Zer anlatıyor:

"Biz haram ayı helal kılıyor oldukları için kavmimiz Gıfar kabilesini terk ettik. Ben, kardeşim Uneys ve annemiz yola koyulduk. Dayımız olan bir zata konuk olduk. Dayımız bizlere ikram ve ihsanda bulundu. Derken dayımızın kavmi bize haset etti ve dayımıza:

- Sen ailenin yanından dışarıya çıktığında Uneys ailenin yanına girdi dediler. Akabinde dayımız geldi ve hakkımızda kendisine söylenen sözleri bize anlattı. Ben de dayımıza:

- Sen şimdiye kadar bize yapmış olduğun iyilikleri böylece bulandınp berbat ettin. Artık bundan sonra seninle bir araya gelme yoktur, dedim. Bunu takiben deve sürümüzü yaklaştırıp üzerlerine bindik. Bu sırada dayımız elbisesine bürünerek ağlamaya başladı. Biz tekrar yola koyulduk ve nihayet Mekke yakınına vanp orada konakladık. Günün birinde kardeşim Uneys, bir kimse ile şiir müsabakasına girdi. Uneys, deve sürümüzü rehin koydu. Rakip adam da bir o kadar deveyi rehin koydu. İkisi de kahine geldiler, şiirlerini onun önünde okuyarak hangisinin daha üstün olduğuna hükmet­mesini istediler. Neticede kahin Uneysi daha üstün ilan etti. Bunun üzerine Uneys, bizim deve sürümüzü ve beraberinde bir mislini daha getirdi.

Ebu Zer, ravisi Abdullah b. Samit'e:

- Ey kardeşimin oğlu, ben Allah rasulü'ne kavuşmamdan üç sene önce namaz kılmışımdır dedi. Ben Abdullah ona:

- Kimin için namaz kıldın? diye sordum. Ebu Zer:

- Allah için! dedi. Ben tekrar:

- Sen namaz kılarken nereye yöneliyordun? dedim. Ebu zer:

- Rabbimin beni yönelttiği yöne yöneliyordum. Yatsı namazını gecenin sonunda bir zamana kadar kılardım da (yorgunluktan) bir örtü halinde atılır kalırdım. Nihayet güneş benim üstüme yükselirdi dedi.

Bir defa Uneys:

- Benim Mekke'de bir ihtiyacım var, sen burada benim işlerimi de gör, dedi. Akabinde Uneys, hareket edip Mekke'ye kadar gitti. Oradan bana çok geç döndü. Ben kendisine:

- Ne yaptın? diye sordum. Uneys:

- Mekke'de senin dinin üzere olan bir adamla karşılaştım. O, Allah'ın kendisini peygamber olarak gönderdiğini söylüyor dedi. Ben:

- İnsanlar onun hakkında ne diyorlar? dedim. Uneys:

- Şairdir, kahindir, sihirbazdır diyorlar. Halbuki Uneys de bir şairdi. Uneys:

- Andolsun ben kahinlerin sözünü işitmişimdir. Onun sözü, kahin sözü değildir. Andolsun ben onun sözlerini şiir kalıplarına, şiir türlerine uygula­dım. Fakat benden başka hiçbir şairin diline de onun bir şiir olduğu uygun gelmiyor. Allah'a yemin ederim ki O, muhakkak doğru konuşan bir kimse­dir. O'na, uydurma sıfatlar düzen karşıtları ise yalancıdırlar dedi. Ebu zer dedi ki: Ben Uneys'e:

- Bu kez sen, benim buradaki işlerime bak da ben gidip o zatı göreyim dedim. Akabinde Mekke'ye geldim (O zat hakkında bilgi almak için) Mek-kelil'erden zaif bir kimse araştırdım. Ve bir insana:

- Kendisine Sabiî dediğiniz o kimse nerededir? diye sordum. O sordu­ğum insan bana doğru işaret ederek:

-  Bakın, tutun işte bir Sabiî! dedi. Bunun üzerine Mekke vadisinin ahalisi her bir kesek ve kemikle bana hucüm ettiler. Nihayet ben bayılarak yere düştüm. Sonra kendime gelip de kalktığım zaman, sanki kanla kıpkır­mızı olmuş bir put gibiydim. Zemzeme geldim. Kanlarımı yıkadım ve su­yundan içtim. Andolsun ki ey kardeşimin oğlu, Ben gece ile gündüz arasın­da olmak üzere otuz gün orada kaldım. Benim zemzem suyundan da başka bir yiyeceğim yoktu. Bununla beraber semizlendim, hatta karnımın etleri yiv yiv bükülüp katlandı. Ben ciğerim üzerinde açlıktan oluşan yufkalık ve zayıflığı hissetmedim. Mehtaplı bir gecede Mekke halkı kulakları üzerine yatıp uyudukları ve Kabe'yi hiç kimsenin tavaf etmediği bir sırada Mekke-li'lerden iki kadın gördüm. Onlar İsaf ve Naile putlarına dua ediyorlardı. Bu iki kadın tavafları sırasında benim yanıma geldiler. Ben kendilerine hitaben:

- Siz bu iki putun birini diğerine nikahlayın dedim. Fakat onlar İsaf ve Naile putlarına yaptıkları duadan vazgeçmediler. Terar benim yanıma geldiklerinde hiç kinaye yapmaksızın açıkça:

-  Kereste gibi erkeklik aleti (ötekinin fercine olsun)! dedim. Bunun üzerine kadınlar vaveyla kopararak ve:

- Keşke burada imdada gelecek neferlerimizden herhangi birisi olsay­dı.! sözlerini söyleyerek yürüyüp gittiler. Derken Allah Rasulü ile Ebu Bekr yukarıdan aşağıya doğru inip gelirlerken bu iki kadınla karşılaştılar...."[497]

Durum araştırması yaparken: (Yukarıdaki hadisin devamı): Ebu Zer anlatıyor:

"... Derken Allah Rasulü ile Ebu Bekr yukarıdan aşağıya doğru inip gelirlerken bu iki kadınla karşılaştılar. Allah Rasulü:

- Size ne oldu? diye sordu. Kadınlar:

- Kabe ile astan arasında bir Sâbiî var! dediler. Allah Rasulü:

- O size ne söyledi? buyurdu. Kadınlar:

- O bize, ağza alınmayacak kadar çirkin bir söz söyledi dediler. Allah rasulü geldi. Hacem'l-Esved'i istilam etti. Arkadaşı ile beraber Beyt'i tavaf ettikten sonrra tavaf namazı kıldı. Ebu zer dedi ki: Allah Rasulü namazını bitirince ben:

- es Selamü Aleyke ya Rasulullah! diyerek İslam selamı ile O'na ilk selam veren kişi oldum. Allah Rasulü:

- Ve aleyke ve rahmetûllahi! diyerek selamımı aldıktan sonra:

- Sen kimsin? diye sordu.

- Gıfar kabilesindenim! dedim..."  Savaş esnasında:

Berâ b. Azib (r.a.) anlatıyor:

"Biz o gün, yani Uhud günü müşriklerle karşılaştık. Peygamber (s.a.v.) okçulardan ibaret olan bir askerî birliği yerlerine oturttu, başlarına da Abdul­lah b. Cübeyr'i komutan tayin etti. Ve onlara: 'Düşmanlara bizim galip geldi­ğimizi görseniz dahi yerlerinizden ayrılmayın! Bize düşmanların galip geldiğini görseniz dahi yerlerinizden ayrılmayın. Bize yardım da etmeyin (yani hiç bir surette mevkilerinizi terk etmeyin)!' emrini verdi. Biz düşman­larla savaşa girince müşrikler bozularak kaçtılar. Hatta ben, kadınları paça­larını sıvamışlar ve ayaklarındaki halhalları meydana çıkmış olarak dağda süratle kaçarlarken gördüm..."[498]

Hafız İbn-i Hacer, hadis hakkında şu açıklamaları yapar: "İbn-i İs-hak'ın Zübeyr b. Avvam'dan yaptığı rivayette şu cümle de yer alır: Vallahi ben, Hind bin-t Utbe'yi ve arkadaşlarını paçalarını sıvamışlar kaçarlarken gördüm. Onlardan birisinin arkasında çok değil az bir kimse vardı."[499]

Zorluk ve helalarda:

Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor:

"Peygamber (s.a.v.) on kişilik bir keşif (casus) birliği hazırladı. Bunların başına Ömer b. Hattab'ın oğlu Asım'in (ana tarafından) dedesi Asım b. Sabit el Ensarî'yi kumandan tayin etti. Keşif birliği hareket etti. Hihayet bu birlik Mekke ile Usfan arasına geldi. Onların bu mevkiye geldikleri haberi, Huzeyl kabilesinden Lıhyân oğulları denilen bir oymağa bildirildi. O oymak halkı, yüze yakın nişancı kişi ile birliğin ardına düştüler, izlerini sürdüler. Nihayet keşif birliğinin daha önce konaklamış oldukları bir menzile geldiler. Orada keşif birliğinin Medine'den azık olarak yanlarına almış oldukları hurmaların çekirdeklerini buldular. Bunun üzerine; "İşte bunlar, Yesrib hurmalarıdır" dediler ve tekrar seriyyenin izleri sürdüler ve sonunda seriyyeye ulaştılar. Asım ve arkadaşları, dağa vardıkları zaman yüksek bir tepeye sığındılar. Onları takip eden Lıhyan oğullan okçuları onları çepe çevre kuşattılar ve:

- Eğer yanımıza inerseniz hiç birinizi öldürmeyeceğimize dair kesin söz veriyoruz! diye bağırdılar. Bunun üzerine Asım (arkadaşlarına):

-  Ben bir kafirin zimmetine güvenip de asla aşağıya inmem! Ey Allah'ım, Peygamber'ini durumumuzdan haberdar et! diye dua etti.

Bunun üzerine Asım ve arkadaşları müşriklerle çarpışmaya başladılar. Nihayet müşrikler Asım b. Sabit de aralarında olmak üzere yedi kişiyi oklarla şehid ettiler. Geriye Hubeyb b. Adiy, Zeyd b. Dessine ve bir diğer kimse kaldı. Müşrikler onları öldürmeyeceklerine dair yemin ettiler. Bu söz üzerine mücahidler sığındıkları tepeden müşriklerin yanına inerek teslim oldular. Lıhyan oğulları mücahidleri ele geçirdikleri zaman kendi yaylarının kirişlerini çözüp bunlarla o üç mücahidi bağladılar.  Bunun üzerine iki mücahidin beraberinde bulunan o üçüncü kişi -ki bu; Abdullah b. Tarık'tır-: - İşte ahde vefasızlığın, verilen sözü tutmamanın bir başlangıcı bu!." dedi ve onlarla gitmemek için diretti. Müşrikler de onu saçlarından sürükle­yerek zorla getirmeye çalıştılar. Abdullah gitmemekde ısrar edince hemen O'nu da şehid ettiler. Lıhyan oğulları azgınları, Hubeyb ile Zeyd'i götürüp Mekke'de sattılar. Haris b. Nevfel oğullan, Hubeyb'i satın aldı. Çünkü Hu­beyb, Bedir günü Haris b. Amir'i öldürmüştü. Hubeyb, Haris oğullan yanın­da (haram aylar geçinceye kadar) esir olarak kaldı. Nihayet O'nu öldürmeye karar verdiler. Hubeyb, Haris kızlarının birinden etek ve koltuk altı tıraşı olmak için bir ustura ödünç istedi. Kadın O'na istediği usturayı verdi.

Olayın bundan sonrasını, ustura istediği kadın şöyle anlatır:

"Bu arada ben farkında değilken benim çocuğum, Hubeyb'in yanına gitmiş. Hubeyb de (elinde ustura) çocuğu kucağına almış. Ben çocuğumu bu vaziyette görünce Hubeyb onu ustura ile kesecek diye çok korktum. Hubeyb, benim bu korkumu anladı da:

- Çocuğu öldüreceğimden mi korkuyorsun? Ben asla bu işi yapacak biri değilim, dedi. Zeynep adındaki aynı kadın şöyle devam etti:"Ben asla Hu-beyb'den daha iyi bir esir görmedim. Yemin olsun bir gün O'nu zincire vu­rulmuş bağlı halde elinde bir salkım üzüm, yerken gördüm. Halbuki o sıra­larda Mekke'de bu meyve hiç bulunmuyordu. Bu, ancak Allah'ın Hubeyb'e ihsan ettiği bir rızıktı."

Nihayet Hubeyb'i öldürmek için Harem'den çıkardılar. Hubeyb Onla­ra:

- Beni bırakın da iki rekat namaz kılayım" dedi. Sonra namazını bitirip onların yanına geri döndü ve:

- Eğer ölümden korktu da onun için namazı uzattı demeyeceğinizi bil­seydim muhakkak namazı uzatırdım" dedi. İşte böylece, öldürülmeden önce iki rekat namaz kılma sünnetini ilk adet ve sünnet edinen kimse Hubeyb b. Adiy olmuştur. Bundan sonra Hubeyb idam sehpasında:

- Ey Allah'ım, hepsini tek tek say. Onlardan hiç birini diri bırakma!, diye beddua etti. Ardından şu beyitleri okudu:

"Müslüman olarak öldürülecek olunca

Vurulup hangi yanım üzere düşersem düşeyim.

Vallahi aldırmam artık hiç bir şeye,

Çünkü bunların hepsi, O Jlah'ın uğrundadır.

Şu dağılıp tarumar olan bedenimi,

Eğer dilerse O, feyze erdirir..."

Bundan sonra Ukbe b. Haris kalktı, Hubeyb'e yaklaştı. Ve O'nu şehid etti. Kureyş, müşrikleri Asım'ın cesedinden bir parça kesip getirmek için O'nu tanıyan adamlar gönderdiler. Çünkü Asım, Bedir'de Kureyş'in ileri gelenlerinden bazılarını öldürmüştü. Yüce Allah da onun cesedinin üzerine bulut karaltısını andıran an sürüsü gönderdi. Bu arı sürüsü onu, Kureyş'in adamlarından korudu. Onlar onun cesedinden hiç bir şey alamadılar."[500]

Mahkemeleşme anında:

Abdullah b. Ömer anlatıyor:

"Yahudiler, Allah Rasulü'ne geldiler de kendilerinden bir adamla bir kadının zina ettiklerini haber verdiler. Allah rasulü (s.a.v.) onlara:

- Siz recm hakkında Tevrat'ta hangi hükmü buluyorsunuz? diye sordu. Onlar: "Biz zina edenleri teşhir ederiz. Ayrıca zaniler, bir değnekle dövülür­ler" dediler. Abdullah b. Selam bunlara:

-  Yalan söylüyorsunuz! Tevrat'ta recm âyeti vardır, dedi. Bunun üzerine onlar Tevrat'ı getirdiler. Kitabı açtılar. Yahudilerden biri (Abdullah b. Surya) elini recm âyeti üzerine koydu. Ondan önceki ve sonraki âyetleri okumaya başladı. Abdullah b. Selam ona:

-  Elini kaldır! dedi. O da elini kaldırınca recm âyeti ortaya çıktı. | Yahudiler:

-  Ey Muhammed, Abdullah b. Selam doğru söyledi. Gerçekten Tevrat'ta recm ayeti vardır.! dediler. Yapılan soruşturma sonucu zinanın îabit olması üzerine Allah Rasulü (s.a.v.), bu iki zinakârın recm edilmelerini emretti. Onlar da recm olundular.

Abdullah b. Ömer: Ben, recm edilirken bir yahudinin, atılan taşlardan cadını korumak için kadının üzerine kapanırken gördüm."[501]

İyilik ederken ve iyilik beklerken: Ebu Said el Hudri anlatıyor:

"Bir yolculuk yapıyorduk. Bir ara bir yerde konakladık. Bu sırada bir

[iz gelerek:

- Kabilenin büyüğünü bir akrep soktu. Erlerimiz de yanımızda yok. çinizde ilaç yapabilen biri var mı? diye sordu. [Bir başka rivayette [502]: Müslümanlar bu kabileden kendilerini konuk etmelerini istemişler, fakat abile onları ağırlamayı reddetmişti.] Bir adam kalkarak o kız ile birlikte gitti. Biz onun rukye yaptığını bilmiyorduk. O adam, sokulmuş kimseye rukye yaptı. Hasta derhal iyileşti. Ve rukye yapana otuz koyun verilmesini emretti. Bizlere de süt içirdi. Rukye yapan adam geri geldi. Biz ona:

- Sen güzel rukye yapmasını biliyor muydun? Sen rukye yapmasını biliyor muydun? diye sorduk. Adam:

-  Hayır bilmiyordum. Ben sadece Fatiha sûresini okudum, hepsi o kadar. dedi. Biz birbirimize:

- Biz (Medine'ye) varıncaya ya da olanları Peygamber'e anlatıp sorun-caya kadar kimseye bir şey söylemeyin! dedik. Nihayet Medine'ye vardığı­mızda durumu Peygamberce ilettik. Peygamber (s.a.v.):

- Fatiha süresinin bu kadar etkili bir dua olduğunu nereden biliyordu?! Şimdi sürüyü bölüşün ve bana da bir pay ayırın, dedi."[503]

İmran (r.a.) anlatıyor:

"Biz, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte bir yolculuğa çıkmıştık... Bir müd­det sonra insanlar, kendisine susuzluktan yakındılar. Peygamber (s.a.v.) konakladı. Falanı çağırdı... Ali'yi de çağırdı.

- Gidin su araştırın! emrini verdi.îkisi gittiler. Nihayet devesi üzerinde iki büyük kırba yahut iki tulum arasına oturmuş giden bir kadına rastladılar. Kadına:

- Nerede su bulabiliriz? diye sordular. Kadın:

- Dün bu saatte suyun başında idim. Adamlarımız yolcudurlar, bizi arkada bıraktılar, dedi.

- Öyle ise yürü! dediler. Kadın:

- Nereye? diye sordu. Adamlar:

- Allah rasulü'nün yanına.! dediler. Kadın:

- Şu dinini değiştiren adamın yanma mı? dedi.

-  O, senin kastettiğin adamın yanına; haydi yürü.! dediler. Kadını Peygamber'in yanına getirdiler ve olanları anlattılar.

Râvi der ki: Kadını devesinden indirdiler. Peygamber bir kap istedi. O iki kırbanın/tulumun ağızlarından kaba su boşaltıp ağızlarını bağladı. Öteki taraflarındaki ağızlarını açtı ve:

- Gelin; Hayvanlarınızı sulayın ve kendinize de su alın! diye insanlara seslenildi. Bunun üzerine; dileyen hayvanını suladı, dileyen de kendisi için su aldı. En sonunda da Allah Rasulü, cüniip haldeki kimseye bir kap su vererek:

- Git; Üstüne dök! buyurdu. O kadın ayakta, suyunu nasıl kullandıkları­na bakıp duruyordu. Allah'a yemin ederim ki, artık su alma işinden vazgeçil­di de hâlâ kırbalar bize, su almaya başlamadan öncekinden daha dolu görü­nüyordu. Peygamber:

- Kadın için bir şeyler toplayın! diye emretti. Kadın için, en iyi Medine hurmasından, undan, kavuttan bir çok şeyler topladılar. Hatta ona bir hayli de buğday verdiler. Bunların hepsini çuval cinsinden bir bez içine koydular. Kadını devesine bindirip çuvalı da kucağına verdiler. Allah Rasulü (s.a.v.), kadına:

- Görüyorsun ki senin suyundan hiç bir şey eksiltmedik. Çünkü bize su verip, bizi suyu kandıran ancak Allah Mır buyurdu..."[504]

Esirlerle birlikte:

İyas b. Seleme dedi ki: Babam Seleme bana anlattı:

"Başımızda Ebu Bekr komutan olduğu halde Fezare Oğulları gazvesini yaptık. Ebu Bekr'i, Allah Rasulü komutan olarak tayin etmişti. Bizimle su­yun arası bir saat olunca; Ebu Bekr bize emretti de gecenin sonunda dinlen­mek için konakladık. Sonra Ebu Bekr, baskın yapacak atlıları ayırdı. Atlılar düşman üzerine hucüm ettiler ve derhal suyun başına vardılar. Ve artık su kenarında öldüren öldürdü, esir alan esir aldı. Bu arada ben içlerinde kadın ve çocuklar bulunan bir insan topluluğu görüverdim. Onların dağ tarafına doğru beni geçip kaçmalarından korktum da onlarla dağ arasına ok atışları yaptım. Okları gördükleri zaman durdular. Akabinde ben onları önüme ka­tarak getirdim. Bu topluluk arasında Fezare Oğullarından bir kadın bulunu­yordu ki dünya güzeli bir kızı vardı. Ben bu kafileyi sürüp getirdim. Onları Ebu Bekr'e teslim ettim. Ebu Bekr, o kadının kızını bana (özel) ganimet olarak verdi..."[505]

Enes (r.a.) anlatıyor: "Allah Rasulü (s.a.v.) Hayber gazasına çıkmıştı... Biz Hayber'i savaşarak fethettik. Savaş esirleri toplandı. Akabinde Dıhye gelerek:

-  Ey Allah'ın Peygamber'i, bana esirlerden bir cariye ver!' dedi. Peygamber ona:

- Git, bir cariye al! buyurdu. Dıhye, Huyey kızı Safiyye'yi aldı. Bunun üzerine bir kimse Peygamber'e gelip.

-  Ey Allah'ın Peygamber'i, Dıhye'ye Kureyza Oğulları ile Nadr Oğulları kabilelerinin efendisi olan kadını verdin. Halbuki bu kadın, Sen'den başkasına yakışmaz, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):

- İkisini bana çağırın! buyurdu. Dıhye, Safıyye'yi Peygamber'e getirdi. Peygamber (s.a.v.), Safîyye'ye baktı ve Dıhye'ye:

-  Esirlerden başka bir cariye al! dedi. Peygamber (s.a.v.), Safıyye'yi azat ederek onunla evlendi..."[506]

Hediye verirken:

Enes b. Malik anlatıyor:

"(Hayber'de) Bir Yahudi kadın, Peygamber'e, kızarmış zehirli bir koyun getirdi. Peygamber (s.a.v.), etten bir parça yedi (ve zehirli olduğunu haber verdi). Derhal kadın getirildi (ve niçin yaptığı soruldu. Kadın suçunu itiraf etti.). Sahabeler:

- Kadını öldürelim mi? diye sordular. Peygamber (s.a.v.):

- Hayır, öldürmeyin! buyurdu. Enes b. Malik devamla:

- Bu bir lokma zehirli etin bıraktığı izi, Allah Rasulü'nün küçük dilinde hâlâ tanırım demiştir."[507]

 

Hz. Peygamber (S.A.V.) Döneminde Müslüman Kadının İş Hayatına Atılması

 

HİÇ KUŞKUSUZ miislüman kadın, Allah'ın kitabında indirdiği ve Ra-sulü'nün (s.a.v.) de sünnetiyle açıkladığı hidayetinden bir nur üzere hayatına yön verir. Burada, çalışan kadının durumuyla ilgili olarak sunaca­ğımız pratik olaylar, sadece Kur'an âyetleri veya sahih sünnet hadisleri ara­sında herhangi bir münasebetle anlatılan örneklerdir.

Müslüman kadının çalışma hayatıyla ilgili gerek peygamberimiz ve gerek Önceki peygamberler dönemindeki pratik uygulamalar bir araya geti­rilirse görülecektir ki bunlar, Allah'ın yol göstermesinin sınırlı Örnekleridir. Halbuki gerek çağımızda gerekse eski çağlarda, konuyla ilgili pratik alan çok geniştir ve her çağın şartlarına uygun yeni pratiklerin ortaya çıkma ihtimali de pek çok yüksektir.

Okuyucu burada sunduğumuz uygulamaların bazılarında kadınların, çalışmalarını ücretsiz olarak yaptıklarını görecektir. Madem ki Allah, bu veya o tür işler için bir araya gelmeye izin vermiştir; öyleyse işin ücret karşılığında veya ücretsiz olarak yapılmış olması arasında fark yoktur.

Bu araştırmamızda bîzim için Önemli olan; kadın ile erkeğin ihtiyaca uygun olarak biraraya gelmelerinin meşru' olduğunu isbat etmektir.

Gelen bölümde, risalet çağında kadının çalıştığı iş alanlarını açıklaya­cağız.

Ücret Karşılığı Süt Annelik ve Dadılık: Allah (c.c.) buyurdu ki:

 (Boşandığınız ) O kadınları, gücünüz ölçüsünde oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun ve onları sıkıştırmak için kendilerine zarar vermeğe kalkışmayın. Şayet hamile iseler doğum yapıncaya kadar onların geçimini sağlayın. Sonra sizin için (çocuğunuzu) emzirirlerse onlara ücretlerini ödeyin. Aranızda güzellikle konuşup anlaşın (da emzirme, ücret ve diğer hususları çözümleyin. Anlaşmakta) güçlük çekerseniz çocuğu başka bir kadın emzirecektir." (Talak, 6)

Enes b. Malik anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.): Bu gece benim bir oğ­lum oldu. O'na, atam İbrahim'in adını verdim, buyurdu. Sonra çocuğu (ibrahim'i) Ebu Seyf denilen demircinin karısı Ümmü Seyf'e (süt annesi olarak) verdi.

Başka bir rivayet ise Enes b. Malik *in şöyle dediği rivayet edilir: "Ben Allah Rasulü kadar çoluk çocuğuna, aile efradına, himayesi altındakilere merhametli hiç kimse görmedim. Allah Rasulü'nün oğlu İbrahim, Medine'nin civar köylerinden birinde (süt annesinin yanında) bulunuyordu. Allah Rasulü, bizi de yanına alarak oğlunu ziyarete giderdi. Ev iyice duman­landığı bir zamanda Allah Rasulü, İbrahim'i ziyarete geldi ve Onu görmek için eve girdi. İbrahim'in süt babası bir demirci idi. Allah resulü (s.a.v.), İbrahim'i kucağına aldı. Onu öptü. Sonra bırakıp geri döndü..."[508]

Çobanlık

Muaviye b. Hakem el-Sülemi anlatıyor: Benim bir cariyem vardı. Uhud ile Cevvaniye taraflarında koyunlarımı güderdi. Bir gün yanına çıkıp var­dım. Bir de ne göreyim; koyunlarımdan birini kurt kapmış! Ben de insanım. Bir insan olarak ben de öfkelenip kızdım. Ardından cariyeye şiddetli bir tokat attım. Sonra zaman yitirmeden Allah Rasulü'ne (s.a.v.), geldim. Durumu kendisine haber verdiğimde, tokat vurmama çok Öfkelendi. O'na (s.a.v.) dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü (s.a.v.) cariyeyi azat edeyim mi? Allah Resulü (s.a.v.): Onu bana getir! buyurdu. Cariyeyi O'na (s.a.v.) getirdim. Allah Rasulü (s.a.v.) cariyeye: Allah nerededir? diye sordu. Cariye: Gökyüzünde, diye cevap verdi. Sonra, 'Ben kimim' diye sordu. Cariye: Sen, Allah Rasulüsün, dedi. Allah Rasulü bana dönerek: Onu azat et, çünkü o, iman etmiş (mü'mine) biridir! buyurdu.[509]

Sa'd b. Muaz anlatıyor: Ka'b b. Malik'in, Sel' dağında, koyunlarını güden bir cariyesi vardı. Koyunlardan bir tanesi yaralandı. Cariye koyun ölmeden yetişip keskin bir bıçakla onu kesti. Daha sonra bu olay Peygam-ber'e sorulunca, O ( s.a.v.): Onu yiyiniz! buyurdu.[510]

Hafız ibn-i Hacer, Meymune'nin, genç kölesini azat etmesi ile ilgili hadisi açıklarken şöyle demektedir: (... Nesai'nin rivayetinde şu cümle de vardır: Allah Raulu (s.a.v.):O köleyi, kardeşinin kızını koyun gütmekten kurtarma karşılığında feda etseydin ya ! " buyurdu.)[511]

Tarım ve ağaçlandırma

Cabir b. Abdullah anlatıyor: Teyzem boşanmıştı. Akabinde hurmaları­nın meyvelerini toplamak istedi. Fakat bir adam onu dışarı çıkmaktan alı­koydu. Bunun üzerine teyzem peygambere geldi. Peygamber (s.a.v.) ona: Hayır! Aksine sen hurmalarını topla. Belki tasadduk eder veya bir iyilik işlersin! buyurdu.[512]

Cabir (r.a.) anlatıyor: Ümmü Mübeşşir el-Ensariyye, kendisine ait hurmalığında olduğu bir zamanda peygamber yanına geldi. Kadına hitaben: Bu hurmalığı yapan müslüman biri midir yoksa kafir biri mi?!., diye sordu. Kadın: Bilakis müslümandır, diye cevap verdi. Bunun üzerine peygamber ona: Bir müslüman bir ağaç diker, bir ekin eker de onun mahsulünden herhangi bir insan, bir hayvan veya herhangi bir şey yerse, bu (o ağacı diken yahut eken müslüman için) mutlaka bir sadaka olmuştur, dedi.[513]

Ebu Humeyd Saidi anlatıyor: Biz , peygamber (ş.a.v.) ile birlikte Tebük savaşını yaptık. Peygamber (s.a.v.), Vadiu'l-Kura'ya geldiği zaman kendi bahçesinde çalışan bir kadına rastladı. Peygamber (s.a.v.), sahabelerine: Şu bahçedeki hurmayı tahmin ediniz! dedi. Allah Rasulü (s.a.v.) de on vesk tahmin etti. Akabinde bahçe sahibesi kadına: Hurmaları topladığın zaman ağaçtan toplanan hurmayı say, buyurdu.

Tebük'e gelince Rasulullah( s.a.v.): Dikkat edin! Bu gece şiddetli bir rüzgar esecek. Sakın kimse oturduğu yerden ayağı kalkmasın! Beraberinde devesi olan da devesini sıkıca bağlasın, buyurdu. Bu emir üzerine develeri sıkıca bağladık. Gerçekten, o gece şiddetli bir rüzgar esti. O sırada adamın biri ayağa kalktı. Rüzgar, onu Tayy Dağı'na sürükleyip attı.

Bu yolculuk sırasında Eyle kralı, Peygamber'e beyaz bir katır hediye etti ve bir de Peygamber'e hırka giydirdi. Peygamber (s.a.v.) de bu krala, deniz kenarında oturan halklar için eman yazdı.

Dönüşte Peygamber (s.a.v.) Vadiu'l-Kura'ya geldiğinde hurmalık sa­hibi kadına: Bahçenden ne kadar hurma çıktı? diye sordu. Kadın: Allah Ra-sulü'nün tahmini üzere on vesk çıktı dedi.[514]

Zanaatkârlık ve el işleri

Abdullah b. Mesud'un hanımı Zeynep anlatıyor: Mescidde idim. Pey­gamberi gördüm,şöyle diyordu: Kadınlar.! Takılarınızdan dahi olsa sadaka verin! Zeynep ise hem kocası Abdullah'a hem de kendi himaye ve terbiyesi altında bulunan birtakım yetimlere infakta bulunuyordu. Zeynep Abdul­lah'a: Allah Rasulü'ne sor bakalım; benim sana ve himayem altındaki yetim­lere infakta bulunmam, benden sadaka olarak yeter mi? dedi.[515]

İbn'i Mace'de yer alan rivayette de Zeyneb'in, el işlerine eli yatkın bir kadın olduğu anlatılır.[516]el'Tabakat'ül-Kübra adlı kitapta ise şunlar anlatıl­maktadır: Abdullah b. Mesud'un karısı ve çocuğunun annesi elleriyle çalı­şan zanaatkar bir kadındı. Peygambere: Ya Rasulullah! Ben, zanaat sahibi bir kadınım. Yaptıklarımı satıyorum. Ancak ne ben, ne kocam ve ne de ço­cuklarım hiç birşeye sahip değiliz, dedi. Ardından, ailesine yaptığı harcama­ların durumunu sordu. Allah Rasulü (s.a.v.) O'na: Onlara yaptığın harcama­ların ecri senindir, buyurdu.[517]

Sa'd b. Sehl şöyle dedi: Bir kadın (Allah Rasulü'ne) bir bürde getirdi. Sa'd yanındakilere: Bürde nedir, bilir misiniz? diye sordu. Cevaben: Evet o, kişinin üzerine alıp büründüğü bir örtüdür, kenarları da örülmüştür, denildi. Kadın: Ya Rasulullah, bu bürdeyi ellerimle ördüm, dedi."[518]

Ev zanaatları bize, el Tabakat'ül-Kübra'da yer alan bir diğer iş sahası ile ilgili hoş bir kıssayı hatırlatıyor. Bu, kimi zamanlar ev içinde yapılan bir ticaret çeşididir. Ebu Ubeyde b. Muhammed b. Ammar b. Yasir, Rubeyyi' b. Muavviz b. Afra'dan anlatıyor: Rubeyyi' şöyle dedi: Ömer b Hattab'ın hilafeti zamanında, ensardan bir grup kadınla birlikte Ebu cehil'in annesi Esma bint-i Mahrame'nin yanına vardım. Bu kadının oğlu Abdullah b. Rebia, ona Yemen'den parfüm gönderiyordu. O, bu parfümleri satıyor, biz de kendisin­den satın alıyorduk. Benim şişeme doldurup, yanımdaki kadınlara tarttığı gibi bana da tarttı. Sonra dedi ki: 'Bana olan borcunuzu yazın!.' Ben de: 'Evet ben, Rubeyyi' bint-i Muavviz'in ona olan borcu' diye yazaca­ğım!'dedim. Esma: 'Benden gerice dur! Sen, efendisini öldüren adamın kı­zısın!' dedi. (Rubeyyi'in babası, Bedir savaşında Ebu Cehil'i Öldürenler arasında idi.) Ona: 'Hayır, hiç de değil.! Aksine ben, kölesini öldüren ada­mın kızıyım.!* dedim. O, bana: Vallahi, asla sana bir şey satmam.!' dedi. Ben de ona: Bilakis asla, ben senden hiç bir şey satın almam. Vallahi sattığın parfümün kokusu ne hoş, ne de güzeldir..! Ey çocuğum, vallahi o parfümden daha güzelini koklamadan. Fakat, bir kere öfkelenip kızmıştım'.[519]

Zanaatla ilgili işyeri işletme

Cabir b Abdullah (r.a.) anlatıyor: Ensardan bir kadın Allah Rasulü'ne (s.a.v.) şöyle dedi: '... Benim, marangoz bir kölem var.' Başka bir rivayette ise konu şu şekilde anlatılır [520]: 'Kölesine emretti. O da ılgın ağaçlarından kesti ve Peygamber için bir minber yaptı..'[521]

İş yeri çalıştırma konusunda okuyucuya, sahabe Ümmü Şüreyk'in evi­ni misafirlere açışını ve ilk muhacirlerin ona konuk oluşlarını hatırlatırız. Bu olay, misafir ağırlama amacıyla bir evin çalıştırılmasına çok benzemektedir. Nevarki,bu ağırlama ücretsiz olarak yapılmaktaydı.

Hasta bakıcılık

A- Hastaların tedavi edilmesi

Aişe (r.a.) anlatıyor: Sa'd, Hendek günü vuruldu. O'na Kureyş'ten Hibban b. Arife (bu adam, Mais b. Amir b. Lüey oğullarından Hibban b. kays'dır.) denilen bir adam ok atmıştı. Kol damarından yaralanmıştı. Peygamber (s.a.v.) yakından ona hasta ziyareti yapmak için mescidde bir çadır kurdurdu... Mescidde Gıfar oğullan'ndan kimi insanlara ait bir çadır daha vardı. Kendilerine doğru akıp gelen kanla irkildiler. Ğıfar oğullan: 'Hey çadır sakinleri.! Sizin tarafınızdan bize doğru akıp gelen bu kan da nedir!?.' dediler. Bir de baktılar ki, Sa'd sürekli kan kaybediyor. İşte Sa'd, bu yaradan dolayı öldü.[522]

Hafız İbn-i Hacer, 'Gıfar oğulları'ndan kimi insanlara ait bir ça-dır'sözünü açıklarken aşağıdaki bilgileri verir: 'İbn-i İshak'ın açıklamaları­na göre çadır, Eslemiyye kabilesinden Refide adında bir kadına aitti. Bu kadının kocası, Gıfar oğulları soyundan olabilir.[523] ... Allah Rasulü (s.a.v.) Sa'd'ı, mescidde Refide'nin çadırına yerleştirdi. Refîde, hastalan tedavi eden bir kadındı. Peygamber (s.a.v.): 'Sa'd'ı Refide'nin çadırına yatırın ki, böylece onu yakından ziyaret edebileyim' dedi.[524]

Hafız İbn-i Hacer, Ümmü Atiyye'den rivayet edilen 'hastaların başında bekler, yaralıları tedavi ederdik' hadisini şerhederken ise şu açıklamalarda bulunur: 'Bu hadisten çıkarılan sonuçlardan biri de şudur: İlaç hazırlama ve hastalara verme örneklerinde görüldüğü gibi kadının yabancı erkeği tedavi etmesi caizdir.Ancak,fitneden emin olunulduğu ve ihtiyaç duyulduğu zamanlar hariç, tedavi esnasında doğrudan temasta bulunulmaz.'[525]

B. Rukye tedavisi

Enes b. Malik anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.), ensardan bir ev halkına (zehirli hayvanların ) zehirinden ve kulak ağrısından dolayı rukye tedavisi yapmalarına izin verdi.[526]

Sahih bir hadiste anlatıldığına göre; ensardan bir adam, egzama hastalı­ğına yakalandı. 'Egzamayı iyileştirmek için rukye tedavisi yapıyor' diyerek Şifa bint-i Abdullah'a götürüldü. Kadına geldiğinde, kendisine rukye yap­masını istedi. Kadın: 'Vallahi, müslüman olduğum günden beri egzama için rukye yapmadım'dedi. Adam Allah Rasulü'ne (s.a.v.) geldi. Şifa'nıri söy­lediklerini peygambere anlattı. Allah Rasulü (s.a.v.) Şifa'yı çağırttı ve O'na: Nasıl rukye yapıyorsun bana göster !' dedi. Kadın da gösterdi. Bunun üzeri­ne Peygamber (s.a.v.): 'O'na rukye tedavisi yap!' 'Hafsa'ya, yazmayı öğrettiğin gibi rukye yapmasını da öğret, buyurdu.[527]

Silahlı kuvvetlere -hizmet

Rubeyyi' bint-i Muavviz anlatıyor: Biz, Peygamberle beraber savaşlara   katılırdık. Ordunun su ihtiyacını karşılar, onlara hizmet ederdik. Yaralıları ve şehitleri Medine'ye geri taşırdık.[528]

Ümmü Atiyye el-Ensariyye anlatıyor: Ben, Allah Rasulü (s.a.v.) ile beraber yedi savaşa kaüldım.Geride konaklama yerinde kalır, orduya yemek yapardıhı.[529]

Temizlik işleri

Müslüman kadınların, sosyal etkinliklere katılmaları konusunda, kadın sahabelerin mescid-i nebevi'yi, gönüllü/bir hobi olarak temizlemeleri gün­deme gelecektir. Daha önce de belirttiğimiz gibi kadınların, ücretsiz olarak yaptıkları bu işi, daha sonraları bir ücret karşılığı yapmaları, Şari'in bu alanda, kadınlara verdiği çalışma iznini ortadan kaldırmaz.

Ev işleri:

Ümmü Seleme (r.a.) anlatıyor: ... Peygamber'e (s.a.v.) bir cariye gön­derdim. Ve cariyeye dedim ki: Peygamber'in yanında dur ve -Ya Rasululah, sana, Ümmü Seleme; şu iki rekat namazdan nehyettiğini işittim. Halbuki, şimdi o iki rekatı kıldığını görüyorum., diye soruyor, de dedi. Cariye de kendisine söyleneni yaptı...[530]

Ümmü Seleme (r.a.) anlatıyor: Peygamber (s.a.v.), O'nun (r.a.) evinde yüzünde kırmızıya çalan bir siyahlık bulunan bir cariye gördü. Bize döne­rek: 'Buna rukye tedavisi yapın! Zira, ona nazar değmiştir' buyurdu.[531]

Ebu Bekr'in kızı Esma (r.a.) anlatıyor: Zübeyr ile evlendiğimde Zübeyr'in ne bir malı vardı ve ne de bir kölesi. O'nun dünyalık olarak sahip olduğu tüm mal varlığı; su taşımakta kullandığı devesi ile atından ibaret-ti.Atını ben sular; otunu da, yemini de ben verirdim. O'nun su kırbasını ben dikerdim. Hamuru ben yoğururdum... Sonra Allah Rasulü (s.a.v.) Zübeyr'e bir miktar hurmalık verdi. Ben, Zübeyr'in bu hurmalığından başımın üstün­de hurma çekirdeği taşırdım. Bu hurmalık, evimden bir fersahın üçte ikisi kadar uzakhktaydı...Ebu Bekr (r.a.), bana, at seyisliği yapacak bir hizmetçi gönderinceye kadar ben, bu aile yükünü çektim. Babam, hizmetçi gönder­mekle sanki beni azat etmişti.[532]

Ebu Bekr'in oğlu Abdurrahman (r.a.) anlatıyor: Suffe ashabı bir takım fakir insanlardı. Bir defasında Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: Evinde iki kişilik yemeği olan onlardan bir üçüncüsünü, dört kişilik yemeği olan bir beşincisini veya altıncısını alıp beraberinde götürsün.! Ebu Bekr (r.a.), bunlardan üçünü eve getirdi. Peygamber (s.a.v.) de on kişiyi evine götür-dü.Abdurrahman dedi ki: Bizim ev halkı; ben, babam, annem ve bizim ev ile Ebu Bekr'ir evirde ortak hizmet gören hizmetçiden ibaretti.Ravi dedi ki: Abdurrahman 'bir de karım' dedi mi demedi mi bilemiyorum.[533]

Muaviye b. Süveyd anlatıyor: Ben, bize ait bir köleyi tokatlamıştım da köle kaçmışdı. Sonra Öğlenden biraz önce gelip babamın arkasında namaz kildım.Babam, beni ve köleyi çağırdı. Köleye: Bunun sana yaptığının aynı­sını sen de ona yap! dedi.  Köle affetti. Sonra babam şöyle dedi: Bizler,yani Mukarrin oğullan, Allah Rasulü (s.a.v.) zamanında bir tek hizmetçiden baş­kasına sahip değildik. Bizlerden biri bu hizmetçi kadım tokatladı. Nihayet bu tokatlama olayı Peygamber'e ulaştı. Peygamber (s.a.v.): Onu azat edin.! buyurdu. Yanındakiler: Onların bundan başka hizmetçileri yoktur dedi-ler.Allah Rasulü (s.a.v.): Öyleyse onu hizmetçi olarak kullansınlar. Ona ih­tiyaçları kalmadığı zaman da, derhal onu serbest bıraksınlar! [534]buyurdu. [535]

 

Kadının İş Hayatına İlişkin Sosyal Olgular:

 

a) Eğitimdeki gelişme ve ihtisaslaşma, kadın ve erkeği birlikte kapsa­yan eğitimin bir çok dallara ve kollara ayrılması, kadın için yeni çalışma a-lanlarının açılmasına, değişik iş sahalarının oluşmasına ve kadının işlerde başarıyla çalışmasına imkân hazırladı.

b) Tıb alanında görülen gelişme ve ihtisaslaşma,kadın ve erkeği birlikte kapsayan tıbbi hizmetlerin bir çok dallara ve bölümlere ayrılması ve eğitim, doktorluk ve hemşirelik gibi kimi alanlarda kadının iş gücüne duyulan top­lumsal ihtiyaç, kadın için yeni iş sahalarının oluşmasına ve kadının bu saha­larda başarıyla çalışmasına olanak hazırladı.

c) Ulaşım araçlarında, özellikle havacılık alanında, görülen ilerleme, ihtiyaç duyulduğunda kadınlara hizmet sunacak hosteslerin varlığını gerekli kılmaktadır.

d) Küçük makinalarda ve kadın giysilerinde kendini gösteren gelişme ve çeşitlilik, alış-veriş sahasında kadın işçilerin çalıştırılmasını zorunlu kıl­maktadır.

e) Erkeğin cinsel olgunluk çağına ulaşması ile evlilik için gerekli eko­nomik şartları oluşturması arasında geçen zaman sürecinin uzunluğu, gençleri büyük sıkıntılara ve psikolojik bunalımlara düşürmektedir. Sonunda genç erkek, acele olarak bir yuva kurabilecekleri vakte kadar, karısının çalışarak kazanacağı gelirle yapacağı ekonomik desteğe muhtaç duruma düştü.

f) Kimi erkek ve kız çocuklarının evlenmelerine rağmen, aynı evde o-turmayı sürdüren büyük üniter ailelerden, küçük aileler ayrılmaya ve bağım­sız bir yapıya kavuşmaya başladı. Bu durum, yeni küçük ailenin kurulabil­mesi için, erkeği daha fazla gelir ihtiyacı içine soktu. Sonunda kadının yar­dım etmesi, kaçınılmaz bir hal oldu. Ayrıca toplumun karmaşık yapısına ek olarak bu durum, kadın boşandığı veya dul kaldığında, onun geçimini sağla­yan; baba, kardeş gibi velilerini çoğu kez sıkıntılara sokmaktadır. Kadın da ister istemez, yaşamını sürdürmek için çalışmak zorunda kalmaktadır.

g) Kimi müslüman toplumlarda gelir, çok düşük ve hayat pahalılığını karşılamaktan uzaktır. Bu ve geçen diğer iki olgu, bir çok genci, kadının yardımı olmadan aile kuramaz ve kadının çalışmasına muhtaç bir duruma getirmiştir.

h) Büyük ticari kurumlar, endüstri, ticaret, eğitim, tıb vb. iş ve hizmet sahaları gibi hayatın bütün alanlarına egemen olmuştur. Halbuki, bir çok meslek, bireysel emeğe dayanmakta ve bu işlerin ip eğirme, dokumacılık, örmecilik, çeşitli yemekler yapma, deri tabaklama, eğitim ve hasta bakıcılık gibi bir bölümü de evlerde yapılmaktadır. Büyük kurumların bu alanlara egemenliği, genellikle evde, hem bir takım işleri ve hem de ev-çocuk bakı­mını birlikte yapabilen kadım, çalışmak üzere evini terketmek zorunda bırakmıştır.

ı) Kadının içinde bulunduğu şartlara ve ilk (ev) sorumluluğuna dikkatle bakıldığında görülecektir ki, çağdaş toplum, iş sahalarında çalışabilecek ye­tenekte çok sayıda kadına ihtiyaç duymaktadır. Bu ihtiyacın sebebleri ise şunlardır:

- Kimi kadınların, yarım mesai çalışmaları.

- Doğum ve çocuk bakımı gibi münasebetlerle bazı kadınlara uzun izinler verilmesi.

Ev şartlarının baskısı nedeniyle bazı kadınların tamamen işten ayrılmaları. [536]

 

Çağımızda İş Hayatına Atılan Müslüman Kadının Uyması Gereken Şer'i Esaslar

 

Şer'î esasları arzetmeden önce iki Önemli hususa dikkat çekmek istiyo­ruz. Birinci, çağımızda revaçta olan bir kısım yanlış yaklaşımlarla, ikincisi, kadının mesleki çalışmasında kılavuzluk yapması gereken bilimsel araştır­malarla ilgilidir.

1. Müstağriblerin seslendirdiği, "hür iradesine sahip olabilmesi için evli kadının ekonomik özgürlüğe sahip olmasının gerektiği gibi, kadının mesleki çalışmasıyla ilgili yanlış yaklaşımların reddedilmesi gerekir. Bu yaklaşım, ailenin üzerinde yükseldiği temeli yıkmaya kâfi olduğu gibi üyelerinin yardımlaşmasına ve görev bölümüne dayanan, her birinin kendi başına buyruk olmasına ve yekdiğeriyle çatışmasına müsait olmayan bu kutsal müessesenin yıkılmasına yol açar. "Mesleki çalışma, kadımı kendini gerçekleştirmesi ve kişiliğini zenginleştirmesi için gereklidir" düşüncesi de böyledir. Onlar böylece hedef şaşırtıyorlar. Kadın sosyal ve sisayi etkinlik­lere katılmakla birlikte, ev hanımı olarak çalışmasıyla da pek alâ kendini gerçekleştirebilir. Bu, durumu uygun olanların, bilgi ve deneyimleriyle katkıda bulunmaları imkanı ortadan kardırmaz.

"Kadının çalışması yasaktır, ancak zaruret durumunda mümkün olabi­lir; çünkü zaruretler mahzurlu şeyleri mubah kılar ve zaruret mikdarıyla tak­dir olunur" diyen aşırılarını yaklaşımını da reddetmemiz gerekiyor. Çünkü bu yaklaşıma göre, mesleki çalışma -Allah korusun!- ölüm korkusuyla Ölü eti yemek gibi görülmüş oluyor, bu yasaklama nereden gelmiş anlayamıyo­ruz? Kadının eviyle alâkasının derecesi ososyal bir meseledir. Kadının ve toplumun şartlarına göre farklılık arzeder ve asla, Allah katından sabit bir hüküm değildir.

2. Kadının mesleki çalışmasında kılavuzluk yapmacak olan araştırma­lar meselesine gelince, deriz ki:

Çağdaş toplumda şer'î esaslar çerçevesinde kadının mesleki çalışması Önemli bir gelişme sayılır ve etkileri sosyal ve ekonomik hayatın her cephe­sinde, özellikle de toplum bünyesinin temelini oluşturan aile müessesesine

uzanır. Bu gelişmenin doğru ve faydalı istikamette seyretmesi ve iyi sonuç­larından istifade edip zararlı etkilerinden uzak kalmamız için, bu gelişmenin eğitim alanında, sosyal ve ekonomik alanda, planlama alanında benzer bir gelişmeyle birlikte olması gerekir. Çünkü hayatın çeşitli alanları birbiriyle sıkı ilişki ve etkileşim içerisindedir.

Allah Subhanehû'nun, geniş ilmî araştırmalar yapan ihlaslı ilim adam­larını muvaffak kılmasını dileriz. Bu araştırmalar kadın ve erkek arasındaki değişik yönlerde ve ömrün tüm rnerhalelerindeki temel farkları tespit et­mekten başlayarak, erkek ve kız çocukların eğitim sistem ve metodlanna, her iki cins için münasip olan mesleklere kadar uzanmalıdır. Bu araştırma­lar, hayatın tüm alanlarında geliştirme planlan çizmek için gerekli ve tabii bir başlangıçtır. Bütün bunların gerçeklemesiyle, toplumlarımıza hidayet ve nur üzere uyanış dileriz. [537]

 

En Önemli Seri Esaslar

 

Birinci esas

Kadının eğitimi İslamî eğitimin genel hedefleri yanında, iki temel un­suru daha kapsamalıdır. Birincisi, evinin idaresini ve çocuklarının bakımını gereği gibi yerine getirebileceği ve evlendiği zaman sorumluluk üstlenebile­ceği bir altyapıyı kazandıracak eğitim. "Kadın, kocasının ev halkı ve çocu­ğunun gözeticisidir; onlardan sorumludur" hadis-i şerifi[538] buna işaret et­mektedir. İkincisi; ferdî, ailevî ya da toplumsal bir ihtiyaç durumunda çalışa­bileceği uygun bir meslek öğrenmesi.

Ebu Bürde'den, o da babasından rivayet ediyor. Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: "Kimin yanında, köleden doğma bir kız çocuğu olur da, ona iyi bir eğitim ve öğretim verdikten sonra azad edip evlendirirse ona iki ecir vardır."[539]

Eğer cariyenin durumu böyle olursa, hür kız çocuğunun durumu daha da önemli olmalıdır.

Aişe (r.a.)'dan buyurmuşlardır ki: "Bana bir kadın geldi. Yanındaki iki kız vardı. Benden birşeyler istiyordu. Yanımda bir tek hurmadan başka birşey yoktu. Ben de onu verdim. Hurmayı iki kız arasında taksim ettikten sonra kalkıp gitti. Az sonra Nebi (s.a.v.) içeri girdi. Olanları ona anlattım.

Kim bu kızlara yakın olur ve onlara iyilik yaparsa (bu yaptıkları) cehennemle onun arasına perde olur."[540]

Hafız İbn Hacer Hz. Aişe hadisinin şerhinde, değişik senetlerle, kızlara iyilik yapmak hususunda birçok hadis rivayet etmiştir. Bazıları: "...Onlara infak eder, onları evlendirir ve iyi bir edep verirse...", "...Onlarla iyi arkadaş­lık eder ve onlar hakkında Allah'tan korkarsa...", "...edeplendirir, merhamet eder ve yetiştirirse." İbn Hacer daha sonra şöyle demiştir: Aişe (r.a.) hadisinde geçen "İhsan: iyilik" lafzı ütün bu vasıfları toplamaktadır.[541] Burada iki hususa dikkat çekmek istiyoruz:

Birincisi: Hadis-i şerifte geçen ihsan lafzı, kız çocuğa ihsanın, ona yük­sek ahlâk ve faydalı ilme erişebileceği, en büyük fırsatları tanımakla olacağı­na ifade etmektedir. Ahlâkî değerler değişmez ise de, faydalı ilmin türü ve miktarı çağdan çağa ve mekandan mekana değişiklik gösterir. Önemli olan, kızçocuğuna, evliliğin mesuliyetini taşıyabilecek bir altyapı kazandırmak­tır.

İkincisi: Aişe (r.a.) hadisinde sözkonusu olan kadın, hadis-i şerifte "İnsanların kiri"[542] olarak nitelenen sadaka dilenmek yerine; çalışma imkânı olup da helalinden kazanarak hem kendi karnını doyursa, hem de iki kızını doyursa ne kadar üstün ve şerefli bir iş yapmış olurdu.

Başlangıçta İzah ettiğimiz gibi, çağımızda, kadın boşandığı ya da dul kaldığı zaman kendisini ve çocuklarını geçindirmesi icap eden velilerinin genellikle zayıf olmasından dolayı, çalışıp kazanma güç ve imkânının bu­lunması zaruridir. İbn Abidin ne güzel söylemiştir; "Baba kızını, nakış ve dikiş gibi bir meslek öğreten bir kadına göndermelidir."[543] Böylece, ihtiyaç durumunda geçimini sağlayabilmeledir. Bütün bu serdettiklerimiz, Hz. Aişe hadisinde geçen "ihsan" mefhumunun içerisinde münderiçtir.

Eğitim metodunun üç yönü kapsamasını Öneriyoruz: Birincisi: Bir mesleğin teorik eğitimi. İkincisi: Mesleğin pratik eğitimi. Öğrenci mesleği­ni icra etmeye fırsat bulmadan erken evlenmesi durumunda, yeterli pratik tecrübeyi henüz eğitim aşamasında kazanmış olmalıdır. Bu sayede çalışma­ya ihtiyaç duyduğunda mesleğini layıkı veçhile icra edebilecektir.

Üçüncüsü: Kadının çalışmasıyla ilgili şer'î esasların eğitmi. Bütün bunlar temel eğitime ek olarak verilecektir.

İkinci esas:

Kadın vaktinin tamamını değerlendirmeli, toplum için faydalı, üretkin bir faktör olmalıdır. Genç olsun, ihtiyar olsun, kız olsun, evli olsun veya dul olsun hayatının bütün dönemlerini boş geçirmemelidir. Ev işlerinden geriye kalan vaktini gerek meslekî, gerekse meslek dışı faydalı çalışmalarla değerlendirmelidir.

Allahu Teala şöyle buyuruyor:

"Erkek ve kadından her kim inanmış olarak iyi bir iş yaparsa, onu (dünyada) hoş bir hayatla yaşatırız (ahirette ise) onların ecrini yaptıklarının en güzelİyle veririz. (Nahl, 97).

Bu âyeti kerime insanın (kadın olsun erkek olsun) salih amellerinden dolayı kıyamet gününde mükafatlandırılacağım belirtiyor. Bir hadis-i şerif­te hayatı güzel değerlendirme konusunda bize yön vererek, ayrıntıları hatır­latıyor ve bizi salih amellerin dışında ömrün zayi edilmemesi, vaktin boşa geçirilmemesi hususunda sert bir dille uyarıyor. Yani biz iyi veya kötü zerre miktarı kadar amelimizden hesaba çekileceğimiz gibi, vakti nasıl değerlen­dirdiğimizden de hesaba çekilceğiz.

Ebu Berza (r.a.)'ın rivayet ettiği bir hadiste, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Kul şu sorulara cevap vermeden yerinden dahi kımıldayamaz: Ömrünü nerede geçirdi, ilmiyle ne yaptı, malını nereden kazanıp nereye harcadı, bedenini nerede kullandı."[544]

Üçüncü esas:

Kadının geçimini sağlama kocası üzerinedir. Geçimini sağlamak için kocanın çaba sarfetmesi üzerine farzdır. Çocuklarının geçimini sağlamakla da baba yükümlüdür. Kocanın aciz düşmesi ya da ölmesi halinde bunların geçimini sağlamak devlete aittir.

Geçim hususunda kocanın yükümlülüğü: Allahu Teala buyuruyor ki:

"Allah, insanları birbirinden üstün kıldığı ve mallarından harcayıp (kadınların geçimlerini) sağladıkları için erkekler, kadınlar üzerinde yöneti­cidirler.." (Nisa, 34).

Cabir bin Abdullah (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "... Kadınların rızık ve giyecekleri iyilikle sizin üzerinizedir."[545]

Hz. Aişe (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre Hint binti Utbe Rasulullah (s.a.v.)'e gelerek şöyle dedi: "Ya Rasulullah, Ebu Süfyan cimri bir adam, bana ve çocuğuma yetecek miktarda nafaka vermiyor. Ancak onun malın­dan habersiz olarak aldığım miktarla geçinebiliyorum. Bunun üzerini Rasu­lullah (s.a.v.): 'İyilikle sana ve çocuğana yetecek miktarda al' buyurdu."[546]

Geçim hususunda babanın yükümlülüğü:

Ebu Hureyre (r.a.)'in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: Kadın: 'Ya beni duyurursun ya da boşarsın', oğul 'beni doyurmayıp da kime terkediyorsun1 derse, sen ihtiyaç sahibinden başla."[547]

Hafız İbni Hacer: "Beni doyurmayıpta kime terkediyorsun" ifadesini delil getirerek çocuklardan mal ve sanat sahibi olanların nafakalarının babanın üzerine olmadığını söylemiştir. Çünkü "beni doyurmayıp da kime terkediyorsun" sözünü babasının nafakasından başka hiç bir geliri olmayan söyler, malı ve sanatı olan bu sözü söylemez.[548]

Remli şöyle diyor: "Kadın terzilik yada yün eğirmekle kazanç temin edebiliyorsa geçimi kendi kazandığındandır."[549]

Geçim hususunda devletin yükümlülüğü:

Ebu Hureyre (r.a.)'dan Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Ben mü'minlere kendi nefislerinden daha yakınım. Onlardan kim Ölürse bıraktığı borç bana aittir. Kim de mal bırakırsa o mirasçılarınındır. Bir başka rivayet­te: Kim de hiç mal bırammamışsa geride kalanların geçimi bize aittir.[550]

Hafız ibni Hacer diyor ki: "Kim ölürde arkasında çocuk bırakırsa çocukların geçimini sağlayacak mallan olmazsa. Onların geçimini temin etmek beyt-ül male aittir."[551]

Abdullah bin Ömer Rasulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etti: Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünden sorumlusunuz. İnsanlara emir olan onların çobanıdır ve onlardan sorumludur.[552]

Zeyd bin Eşlem babasından rivayetle: Ömer bin Hattab (r.a.)'la pazara gittik. Ömer'in yanına genç bir kadın gelerek şöyle dedi: Ey mü'minlerin emiri, kocam öldü ve geride küçük bir çocuk bıraktı. Allah'a yemin olsun ki geçimimizi sağlayacak ne sütümüz ne de ekinimiz yok." Bunun üzerine Ömer bir süre bekledi, sonra bağlı olan güçlü bir deveyi çözerek, üzerine bir çok yiyecek ve giyecek şeyler yükledi. Sonra kadına: 'Allah size bir çıkış yolu gösterinceye kadar bu size yeter, dedi."[553]

Dördüncü esas:

Erkek aile üzerinde idarecidir. Bu sebeple kadının yada kızın meslekî çalışmalarında izin almaları gerekir. Nitekim Allahu Teala şöyle buyuruyor:

"Allah, insanları birbirinden üstün kıldığı ve mallarından harcayıp (kadınların geçimlerini) sağladıkları için erkekler, kadınlar üzerinde yöneticidirler.." (Nisa, 34)

Abdullah bin Ömer (r.a.)'dan Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor. ".. Erkek ev halkı üzerinde çobandır ve onlardan sorumludur.[554]

Bilindiği üzere kadının yada kızın mesleki çalışmalar için izin almaları erkeğin aile üzerinde yönetici olmasındandır. Erkek bu fonksiyonunu ger­çekleştirirken örfi ve seri kurallara uyması, keyfi uygulamalardan kaçınarak kadını topluma yönelik yapacağı faydalı çalışmalarda engellememelidir. Aynı şekilde zaruret olmaksızın kadını meslekî çalışmaya zorlamaya hakkı yoktur.

Beşinci esas:

Müslüman kadın kendisini korumak, iffetli ve temiz bir toplum oluştur­mak için erken evlenmesi gerekir. Evlilik toplumun bireylerini psikolojik ve ahlakî açıdan olgunlaştım-. Evlilik bazen mekruh bazen de haram olur. Örne­ğin, mesleki çalışmanın evlilikten alıkoyması yada zaruret olmaksızın evliliği geciktirmek. Mesleki çalışması evliliği engelemiyorsa kadının ça­lışmasında bir beis yoktur.

Enes bin Malik (r.a.) Rasulullah (s.a.v.)'den rivayetle: "... Allah'a yemin olsun ki sizin Allah'tan en çok korkanınız ve sakınanınız benim. Fakat ben bazen oruç tutarım bazen tutmam, bazen namaz kılarım bazen de uyurum, kadınlarla da evlenirim, kim benim sünnetim den ayrılırsa benden değildir."[555]

Abdullah (r.a.): "Rasulullah (s.a.v.) ile beraberken evlenmek için elimizde bir şey yoktu. Rasulullah (s.a.v.) bize hitaben şöyle dedi: "Ey Gençler topluluğu! Kimin gücü varsa evlensin, çünkü o gözü haramdan çevirir, namusu korur.[556]

Kadın için evlenmenin hükmü vacip yada mendup olması bakımından ihtilaflıdır. Eğer mesleki çalışması onu evlilikten alıkoyuyorsa bu mekruh­tur veya haramdır.

Urve bin Zubeyr (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre: Urve Hz. Aişe (r.a.)'ya Allahu Teala'nın "Yetimler hakkında hakkı gözetemeyeceğinizden korkarsanız, size halal olan kadınlardan nikahlayın" buyruğu hakkında sordu. Aişe (r.a.) Ey kız kardeşimin oğlu söz konusu yetim velisinin evinde olup, güzelliğinden ve malından dolayı arzulanıp mihrinden azaltılmak iste­nilir. Siz bu durumda onların nikâhına engel olunuz, ancak adaletle muamele görmeleri bunun dışındadır. Onların mihirlerini tam olarak alınız.[557]

Âyet-i kerime ve hadis-i şerif yetim kızların erken evlendirilmesi husu­suna dikkat çekiyor. Alimler bu hususun ergenlik yaşından önce mi yoksa sonra mı olduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir. Doğru olan ergenlik yaşın­dan sonra olmasıdır.

Rasulullah (s.a.v.) Kızların iffetlerini korumak ve psikolojik olarak rahatlatmak için onları erken evlendirmeye teşvik ederek şöyle buyuruyor: "Şayet Usame cariye olsaydı onu evlendirmek için giydirir ve süslerdim."[558]

Bu sebeple biz de deriz ki kadının erken evlenmesi menduptur. Mesleki çalışma sebebiyle geciktirmesi ise mekruhtur. Evliliği geciktirme konusu asırdan aşıra, bir çevreden diğer bir çevreye göre farklılık gösterir. Eskiden geciktirme ergenlik yaşından sonra başlarken, günümüzde ise ergenlik ya­şından seneler sonra başlıyor. Yine geciktirmenin süresi şehire göre ve kırsal kesime göre farklılık gösterir.

Evlilik insanın fıtri ihtiyacı olduğu için yüce islam şeriatı onu bir çok gözetme ve kolaylık şekilleriyle kuşatmıştır. Bunlar arasında müslümanın kızını yada kız kardeşini iyi kimselere teklif etmesi, mihir olarak sadece demir bir yüzük kabul etmesi yada kur'andan bazı sureleri öğretmesini istemesi, müslüman bir kadının kendisini salih bir erkeğe teklif etmesi gelir.

Evliliği kolaylaştırma konusunda kanun koyucunun metoduna uyarak mesleki çalışma evliliğ belirlemede önemli bir fonksiyon üstleniyorsa kadı­nın orada çalışması mendubtur. Bu da kadınlarla evlenmek isteyen erkekle­rin gelirlerinden bir düşüş olduğu durumlarda sözkonusudur. Hatta ailenin geçimini sağlamak, evliliği kolaylaştırmak için kızın çalışması mendup olmaktan vacip olmaya yükselir. Burada "vacibin tamamlanmasını gerekti­ren şeyler de vaciptir" kuralını uygulamak durumundayız. Evlilik alimlerin içtihatlarında da belirtildiği gbi belirleyen ya da tecih eden kimsenin hakkı hususunda vaciptir. Yani evlilik olmaksızın korunma, iffet sağlanamaz. Bu durum erkek olsun kadın olsun bütün gençlerde ve özelliklede fitnenin ya­yıldığı ve tahrik edici unsurların yaygınlaştığı çağımızda daha da önemlidir.

Altıncı esas:

Müslüman Kadın toplumun ihtiyacı olan ailenin sınırlarında soyunun gözeticisidir. Bu hususta meslekî çalışmaların onu alıkoymasına tolerans göstermez.

Allahu Teala buyuruyor ki:

"Allah size kendi enefislerinizden eşler yarattı ve eşlerinizden de size oğullar ve torunlar yarattı.." (Nahl, 72).

Cabir (r.a) den rivayetle Rasulullah (s.a.v.) buyurdular: "Ey Cabir, çocuk iste."[559]

Fethu'1-Bari adlı eserinde lyaz şöyle diyor: Buhari ve diğer alimler laf­zını "çocuk istemek" yani neslin devamını, bu da doğru olandır. Ef al sahibi "adamın işinde zeki (kurnaz) yani profesyonel olmasıdır. Kesahi de "adamın zeki çocuğunun olmasıdır" şeklinde tefsir etmişlerdir.[560]

Rasulullah (s.a.v.) bizi çocuk istemeye nesli devam ettirmeye teşvik ederek buyuruyor; "Sevimli ve doğurgan olanlarla evlenin. Şüphesiz ki ben sizin çokluğunuzla övünürüm.[561]

Yedinci esas:

Kadın, evinin ve çocuklarını en güzel bir şekilde gözetmekle sorumlu­dur. Meslekî çalışmaların bu sorumluluğu gerçekleştirmeğe engel olması doğru değildir. Çünkü bu sorumluluk evli kadının asli temel sorumluluğu­dur. İlk sırada yer alan bu sorumluluğun önüne başka çalışmalar geçirile-

mez.

Allahu Teala: "O'nun âyetlerinden biri de, size nefislerinizden, kendileriyle sükun bulacağınız eşler yaratması ve aranıza sevgi ve acıma kaymasıdır" buyuruyor.

Abdullah bin Ömer'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.v.): "... Kadın, kocasının ve çocuklarının evini gözeticidir. O bunlardan sorumludur"[562]buyuruyor.

Ebu Hureyre (r.a.)'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte ise: "Kadınların en iyisi deveye binen, en salihi ise evine ve çocuklarına düşkün olan Kureyş kadınıdır."[563]

Erkek-kadın ve çocukların şefkatli bir gözetiminde ötesinde sıcak bir yuvada huzur, güven, hoş sohbet bulmaları en doğal haklarıdır.

Erkeğe gelince, evinde eşiyle birlikte sevgi gölgesi altında, ruhi ve bedenî rahatlık bulması gerekir. Nitekim bu konuda Allahu Teala şöyle bu­yuruyor: "Ondan huzur bulsun". Aynı şekilde erkek çocuklarıyla ilgilenerek de huzur bulur. Kan ve kocanın rahat ve huzurlu olmalarının erkeğin üret­kenliği üzerinde büyük rolü vardır. Buna ek olarak bu üretkenlik hangi ma nada olursa olsun başarının artmasını sağlar.

Kadına gelince -mesleki çalışmalarını sürdürmesiyle birlikte- evi ra­hatlığın ye hareketliliğin bulunduğu bir cennet olmaladır. Buda kocanın eviyle ve çocuklarıyla ilgilenmesi ve şefkat kanadını germesiyle mümkün­dür. Böylece mesleki ve ailevi verimlilik artar. Yaratıcılık ve olgunluk seviyesi yakalanır.

Çocuklara gelince; bunlar doğal olarak gelişmenin çeşitli merhalele­rinde aileleri tarafından gözetilmelidirler. Bu merhaleler arasında çocuğun anne kucağında belli bir süre emzirilmesi ve olgunluk çağına gelinceye ka­dar anne-babası tarafından terbiye edilmesi gelir. Bütün bunlar Allah korku­suyla birlikte sevgi şefkat duygularının dolup taştığı bir ortamda gerçekleşir. Böylece ev erkeğin kadının ve çocukların cenneti olur. Bu cennetin kapısı­nın açılması ve orada hepsinin nimetlenmesi, kadının aklı kalbi ve eli dışın­da mümkün değildir. Kadınm mesleki çalışma yaparken bu çalışmanın aile fertlerinin hakkını ihlal etmemesi için belirli ölçü ve sınırlara dikkat etmesi gerekir. Genel olarak mesleki başarılar bu öçlü konumu bozmamalıdır. Asli hayatın temel fonksiyonunun dışındaki kimi süslü ve çekici arizi mesleki çalışmalar kadını meşgul etmemelidir.

Sekizinci esas:

Kadın, iki durumda mesleki çalışmada bulunmalıdır. Birincisi kendisi­ne bakmakla yükümlü olanları baba, koca, devlet kaybedipte kendisinin ve çocuklarının muhtaç olmaları durumunda,

İkincisi: İslam toplumunun yapısını korumak için kadınlara yönelik farzı kifaye işlerini yerine getirme durumunda. Kadm yapması gereken bu iş ile ev ve çocukları ile ilgili sorumluluğunu arasını iyi ayarlamalıdır.

Birinci olarak: Kadının kendi ve çocuklarının geçimini sağlaması: Cabir bin Abdullah'tan: Teyzem boşandı ve bunun üzerine hurmasının mey­vesini toplamak istedi. Bunun üzereni bir adam ona engel oldu. Oda Pey-gamber'e durumu iletti. Peygamber de: "Tabii hurmanı topla."[564]

Aişe (r.a.) şöyle rivayet etmiştir. Bana iki kızı ile beraber bir kadın gelerek dilendi, benim yanımda tek bir hurmadan başka bir şeyim yoktu. Bu hurmayı ona verdim o da kızları arasında bunu paylaştırdı.[565]

Burada ilk esasta belirtilen söze dönüyoruz:

Hz. Aişe'nin hadisinde belirtilen o kadm ne kadar onurlu ve şerefli olabilir ki onun kızlarına yaptığı iyilik ne kadar büyük olsun?. Keşke O kadın insanlardan dilenme ve sadaka almak yerine kendi kazandığı güzel helal maldan kızlarını ve kendisini doyursaydı. Nitekim o sadaka için Rasulullah (s.a.v.): "O sadaka, insanların kiridir"[566]buyuruyor.

İbni Kayyum diyor ki: Fakihler kadının geçmini sağlayacak bir şeyi olmayan erkeğin karısıyla arasının ayrılması hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu konuda Şafıilerin iki görüşü vardır. Birinci görüşe göre nikah fes edilmez fakat koca kadının geçimini sağlayincaya kadar ondan elini çeker. Ebu Hanife Yusuf a ve Muhammed'e göre ise nikâh fesh o şahsa kendi geçimini ve karısının geçimini sağlayabilmesi için imkân hazırlanmalıdır. Bu konuda bir başka görüş daha vardır. O da eğer koca kendi geçimini sağlamaktan aciz ise onun geçimini kadın üstlenir. Bu görüş İbni Hazma aittir[567]

İkinci olarak: Farzı kifaye sayılan çalışmalarda toplumun gereksinim duyması: "Biz farz-ı kifaye sayılan" sözümüzle neyi kastediyoruz. Farz eda edilmesi yönüyle ikiye ayrılır: Farz-ı ayn. Farzı Kifaye. Farz-ı ayn, Allahu Teala'nın her bir fertten yerine getirmelirini istediği şeydir. Bu farz bir mükelleften diğer mükellefe göre farklılık göstermez. Namaz, zekat, hac, ahitleri yerine getirme, içki ve kumardan kaçınma bu türdendir. Farz-ı kifaye ise Allahu Tealanın toplumdaki her bir fertten ayrı ayrı değilde toplumun genelinden yapılmasını istediği şeydir. Yani mükelleflerden bir kısmı bu farzı yerine getirirse diğerlerinden sorumluluk düşer. Ancak toplumda her­hangi bir kimsenin bu farzı yerine getirmemesi durumunda bütün toplum günahkar olur. İyiliği emretme, kötülükten alıkoyma cenaze namazı, kılma, Hastane yaptırma, suda boğulmakta olan birini kurtarma, yangını söndürme tıp öğrenimi görme, insanların ihtiyaç duyduğu sanatları icra etme, yargı ve fetva merciini koruma, selama cevap verme, şahitlikte bulunma gibi sorum­luluklar bu türdendir. Bu tür farzlar kanun koyucu tarafından ümmetin fert­lerinin yerine getirmelerini istediği şeylerdir. Asıl maksat toplumun ihtiya­cını karşılamaktır. Bu ihtiyacı fertlerden herhangi birinin yerine getirmesi yeterlidir. Fertlerden herhangi biri yerine getirmezse toplumun tamamı so­rumludur. Mesela bir grup insan boğulmakta olan bir insanı görseler bunlar arasında yüzmeyi bilen birileri olsa onu kurtarmak üzerlerine farzı kifaye-dîr. Yüzmeyi bildikleri halde onu kurtarmaya çalışmasalar günahkar olurlar. Diğer taraftan aynı grup içerisinde yüzmeyi bilmeyenler sorumlu değildir.

Sorumluluk yüzmeyi bilenlere aittir. Onların da teşvik babından gayret göstermeleri gerekir.[568]

Bir beldede sadece bir doktor olsa hastalarla ilgilenmesi onun üzerine farzdır.

Bir kimse bir olaya tanık olsa o olayı ondan başka kimse görmese, şahsın şahitlik yapması farzdır.

Kadınlara yönelik farzı kifayelere mesleki çalışma alanında İslam top­lumunun bütün kadınlar üzerinde gerekli gördüğü çalışmalar olup bunlar toplumsal zaruretler mesabesindedir. Bu çalışmalar gerek kadınların ihtisas alanında olsun gerek kadınların katılması gereken işler olsun gerekse erkek­lerin ihtisas alanında olsun.

Şöyle ki erkeklerin çalışmalarında yetersizlik hasıl olup kadınların ça­lışmalarına toplumun ihtiyacını gidermek için ihtiyaç duyulmuştur. İkinci durumun Örneği eğitim, tıp öğrenimi, hastaların bakımı, çocuk yetiştirme, yeimlerin korunması ve bazı sosyal hizmetlerdir.

Farz-ı kifayenin önemini ortaya koyması açısından Harameyn imamı olan Cuvey'nin güzel ifadeleri vardır. "Farz-ı kifayeyi yerine getirme derece olma açısından çok önemlidir." Farz-ı kifayeyi yerine getiren kendisi içinde iyi bir iş yapmıştır, diğer insanlar içinde iyi bir iş yapmıştır. Kendisi iyi bir sevap derece alırken diğer mükelleflerinde üzerinden sorumluluğu gidermiş olur."[569]

Dokuzuncu esas:

Kadının mesleki çalışmalarda ailevi sorumluluklarıyla uygunluk arzet-mesi kaydıya şu gayeleri gözetmesi gerekir:

a- Kocaya babaya yada fakir kardeşine yardımcı olma.

b- İslam toplumuna büyük menfaatler sağlama.

c- Hayır için çaba sarfetme.

a- Abdullah'ın karısı Zeynep'ten: Bilal bize uğradığında Rasulullah'a sormasını istedik, Allah bize kocamıza ve evimizdeki yetimlere yaptığımız infaktan dolayı mükâfat verir mi? Bilal Rasulullah'ın yanına giderek sordu:

"Bu soruyu soran kim?" dedi o da Zeynep dedi. Rasulullah hangi Zeynep diye sordu O da Abdullah'ın karısı, dedi. Bunun üzereni Rasulullah: "Evet onun için iki mükafat vardır. Yakınlık mükafatı ve sadaka mükafatı"[570]Hadisin bir başka varyantında "Kocan ve çocuğun kendilerine[571] sadaka vermeye en layık olandır." [572]

 

B- Müslüman Toplumun İhtiyaç Duyduğu Bir Büyük Faydayı Gerçekleştirmek:

 

Bunun örneği; Allah'ın kendilerine üstün yetenekler ve kabiliyetler verdiği ve aşkın bir güç ile donattığı kadınlardır.Kendisiyle etkileyici öğüt­ler, konuşmalar yapılan akıcı üslub; duygu yüklü bir şiiri ve doğruya ulaştır-cı bir makaleyi faydalı kılan güzel anlatım veya ilim ve bilgilerin tamamı nı tutkuncasına kapan, sonra da faydalı yeni şeyler ortaya koyan zaki akıl kadı­na verilen üstün yetenekler ve güce örnektir. Kadınların bu yeteneklerinin korunması gerekir. Ki böylece kendilerine verilen bu yeteneklerin zekatını verebilsinler. Özellikle bu tür yeteneklere sahip kadınlara iş halyatında bir çok erkekten daha iyi olabilmetedirlier. (Bkz. Kadının şahsiyeti: İkinci bölüm - Beşinci konu aklı ve dini eksik kadınlar hadisine yapılan yorum.) [573]

 

 

C- Hayır Yollarında Harcamalarda Bulunmak

 

Aişe (r.a.) anlatıyor: "...İçimizde Zeynep en uzun kollu kimse idi. Çünkü o, kendi el emeği ile çalışır ve kazandığını da tasadduk ederdi."[574]

Aişe (r.a.) anlatıyor: ... Ben Zeynep'den daha dindar, Alîah'dan daha çok korkan, daha doğru sözlü, akraba ziyaretinde daha çok bulunan, daha çok sadaka veren ve hasılı Allah'a yaklaşmaya vesile olan hayır işlerinde nefsini daha çok alçaltan bir kadın görmedim.[575]

Cabir b. Abdullah anlatıyor: Teyzem boşanmıştı. Akabinde hurmaları­nın meyvelerini toplamak istedi. Fakat bir adam onu dışarı çıkmaktan alı­koydu. Bunun üzerine teyzem Peygamber'e geldi. Peygamber (s.a.v.) ona: Hayır! Aksine sen hurmalarım topla. Belki tasadduk eder veya bir iyilik iş­lersin, buyurdu.[576]

Onuncu esas:

Kadının çalışması mendup olduğu hallerde kadın çalışır da iş hayatı ka­dına baskın gelirse, kocanın hanımına ev işlerinde yardımcı olması mendup olur. Kadının çalışması vacip olduğu durumlarda ise kocanın, hanımına yar­dımcı olması vacip olur.

Abdullah b. Ömer (r.a.) anlatıyor: "Allah'ın Rasuİü (s.a.v.) şöyle buyur­du: 'Erkek insan da ev halkı üzerinde bir çobandır ve o da ev halkından so­rumludur."[577]

Esved b. Yezid anlatıyor: "Ben, Aişe (r.a.)'ye: 'Peygamber (s.a.v.) evinde iken neler yapardı?' diye sordum. Aişe (r.a.): 'Ev halkının hizmetinde bulunurdu. Ezam işitince de (namaz kıldırmak üzere mescide) çıkardı', dedi."[578]

Allah, Buhari'ye rahmet eylesin, alimlerin de belirttiği üzere O'nun fıkhı ve derin anlayışı, konu başlıklarında kendini göstermektedir. Sahih-i Buhari adlı kitabında, bu hadisi birkaç bab altında vermiştir. Bu bab başlık­ları şunlardır: "Bab: Erkeğin bizzat ailesi içinde hizmet etmesi[579], bab: Ailesinin ihtiyaçlarıyla meşgul olan kimse [580]ve bab: Erkeğin ailesi içindeki hali nasıl olur?[581]

Kocanın, genel bir biçimde ev işlerinde ve çocuk bakımında hanımına yardımcı olması, onun evini en güzel şekilde gözettiğini ve sorumluluğunu gereğince yerine getirdiğini gösterir. İş hayatı kadına güç geldiği zamanlar­da bu yardım daha da kesinleşir. Ki böylece karşılıklı sevgi ve şefkatten baş­ka ev eçinde ve dışında iki tarafın sarfettiği çaba ve emek toplamında adalet gerçekleşsin. Hz, Peygamber'in hanımları vakitlereni ev işlerine tahsis et­mişlerdi. Buna rağmen Allah Rasulü, koyununu kendisi sağar ve işlerini kendisi görümdü.[582] Ayrıca, yırtık elbisesini kendisi diker, ayakkabısını ken­disi tamir eder ve erkeklerin, evlerinde yaptıkları işleri yapardı.[583]

Ya ev işleriyle uğraşmanın yanı sıra kadın, bir de herhangi bir işte çalışıyorsa, durum nasıl olur?!.. Kur'an'da üç âyet, kocanın ailesine yardım etmesini gerekli kılar:

a - "İyilik ve takva üzerinde yardımlasın !" (Maide, 2)

b- "Kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır." (Bakara, 228)

c- "Allah, kimseye gücünün üzerinde bir şey teklif etmez." (Bakara, 286)

Onbirinci esas

Herhangi bir işte çalışan kadının bu işten elde edeceği geliri nasıl harca­yacaklarına, kan koca birlikte, hoşnut olacakları biçimde karar vermelidir­ler.

İbni Abbas (r.a.)'ın azatlık kölesi Küreyb'in anlattığına göre; Meymune (r.a.), (malik olduğu siyah) bir cariyeyi Peygamber (s.a.v.)'den izin almadan azat etmişti. Nihayet Peygamber'in, Meymune'ye dönüp geldiği nöbet günü gelince, Meymune (r.a.): Ya Rasulullah, cariyemi azat ettiğimi farkettin mi? dedi. Allah Rasulü (s.a.v.): Gerçekten onu azat ettin mi? deyince Meymune (r.a.): Evet, azat ettim.! dedi. Bunun üzerine Allah Rasulü (s.a.v.): Eğer, cariyeyi dayılarına hediye etseydin, ecrin daha büyük olurdu, buyurdu.[584]

Abdullah b. Mesud'un hanımı Zeynep (r.a.) anlatıyor:... Bilal yanımıza geldi. Biz, Bilal'e: Peygamber'e sor bakalım; Benim, kocama ve himayem­de bulunan yetimlerime harcamada bulunmakhğım benden sadaka olarak yeter mi (sadaka vermiş olur muyum)? dedik. ...Allah Rasulüv(s.a.v.): Evet. Ve bundan dolayı ona iki ecir vardır: Biri; akraba (ile ilgilenme) ecri, diğeri de sadaka ecridir, buyurdu.[585]

Eşlerin, işlerini, birbirlerinin onayını alarak yapmaları övülen bir dav­ranıştır. Sıkıntı ve refahı paylaşan ve sevgi, şefkat temelleri üzerine kurulu bir ailede de olması gereken budur. Fakat, kadının çalışma hayatından ailde ettiği gelir konusunda iki tarafın razı olacağı bir beraberlik sağlanamaz ve anlaşmazlık çıkarsa, bu durumda çözüm nedir? Meymune'den rivayet edi­len hadis, her ne kadar kocaya danışmanım üstünlüğüne işaret ediyorsa da göstermektedir ki; kadın, malını dilediği gibi harcama özgürlüğüne sahiptir. (Eşlerin, birbirlerinin malındaki haklan konusu müslüman aile bölümünde gelecektir.)

Abdullah b. Mesud1 un hanımı Zeynep den rivayet edilen hadis ise kadının, malıyla kocasına yardım etmesinin mendup olduğunu anlatmaktadır. Fakat kadının ve özellikle de çağdaş ölçülerle bir işe girip çalışması, kocayı birtakım bedensel ve psikolojik sıkıntılara sokmaktadır. Eğer kadın evde kalıp vaktinin tamamını ev işlerine ayırsaydı, koca bu sıkıntılarla karşılaş­mayacaktı. Karısının bütün geçimini üstlenen kocanın karşılığında hanı­mından kendisini evine adamasını istemek hakkıdır. Bu nedenle kadının, işinden kazandığı gelirin bir kısmıyla kocasına sebeb olduğu sıkıntıları telafi etmesi gerekir. Peki bu telafi nasıl belirlenecektir? İşte bu, eşler arasın­daki problemlerin giderilmesine çalışan ilmi bir kurulun üzerinde durup hakkında fetvalar vereceği bir konudur. Bizim, araştırmaya açık bir öneri­miz var. O da şudur:

a- Koca, evin geçimini sağlamakla yükümlü temel kişi olması itibariy­le, evin asli bütün ihtiyaçlarını karşılar.

b- Kadın da, kendi iş hayatının ortaya çıkardığı ek ihtiyaçları -bunların çıkışına kendisi sebeb olduğu için- karşılar.

c- Kadın, kendi iş hayatının kocasını bir takım maddi ve manevi sıkıntı­lara soktuğunu göz önönde bulunudurmalı ve bu sıkıntılarına telafi olmak üzere kocasına bir miktar maddi yardımda bulunmalıdır. Bu miktar, eşlerden her birinin maddi durumuna göre değişir.Kim genişlik içinde ise , diğerine, onu iyilik yapabilecek ve hayr yollarında infakta bulunabilecek duruma getirinceye kadar alacağını görmezden gelsin. Bu ne güzel sevgi ve şefkattir ki her türlü şart ve durumda eşlere egemendir.!

Onikinci esas

Müslüman toplum, çalışan kadının, ailesel ve işsel sorumluluklarını eksiksiz olarak yerine getirmesine yardım edecek araçları hazırlarken dayanışır.

Allah(c.c) buyurdu ki:

"Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velisidirler." (Tevbe,71)

Nu'man b. Beşir (r.a.) anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.) buyurdu ki: Bütün müzminleri, birbirlerine merhamette, sevgide, lütufta ve yardımlaş­mada bir tek vücud gibi görürsün. O vücudun bir organı hastalanınca, vücudun diğer organları da birbirlerini, hasta organın elemine-uykusuzlukla hararete- ortak olmaya çağırırlar.[586]

Fertleri, halk kurumlan ve düşünürleriyle müslüman toplum,birbirini acıyıp esirger ve şefkatli davranr. Salih insanların, çağın şartlarının kaçınıl­maz olarak kadının Önüne sürdüğü engellerin aşılmasında, olumlu eylemle­re girişmeyi tavsiye etmeleri ve buna davet etmeleri gerekir ki sonunda ka­dın, hem evinin ve çocuklarının bakımını hemde iş hayatını birlikte yürüte­bilsin. Şunlar yapılacaklar arasında sayılabilir:

- Bütün mahalle ve büyük müesseselerde gelişmiş çocuk yuvalarının (kreşlerin) yapılması.

- Kadının, ev içi çalışmalara teşvik edilmesi.

- Kollektif bir çalışma gerektiren ev zanaat ve hizmetleri çerçevesinin genişletilmesi. Bazı örnekler:

a) Kadın, ev içinde, üretime katılabilir. Bu üretimin basit el işçiliği alanında veya işlenmesi için parçaların evlere dağıtılması, sonra da işlenen parçaların evlere dağıtılması, sonra da işlenen parçaların toplanarak fabrika­larda monte edilmesi ve son şeklinin verilmesi üzerine kurulu endüstri ala­nında gerçekleşmesi arasında fark yoktur. Bu alanda, modern başarılı dene­yimler var. Ve hatta ihraç mallarının büyük bir miktarını ev içi aile üretimci-ligi ile gerçekleştiren kimi ülkeler bulunmaktadır.[587]

b) Kadın, ev içinde , hizmete katılabilir. Hazır veya yarı hazır öğünler hazırlamak ve tek çocuklu bir ailenin evini, sınırlı sayıda çocuklar için kreş olarak kulanmak bu hizmetlere örnek olarak verilebildi.

Onüçüncü esas

Müslüman hükümet, kadının çalışma hayatına atılmasına ilişkin olarak şu iki temel sorunu çözmekle yükümlüdür:

a- Devlet memuru evli kocaya, karısının çalışmasına ihtiyaç duyulma­dan tek başına ailesini geçindirebilecek kadar maaşın verilmesi.

b- Devlete bağlı bir iş kurumunda çalışan kadına, uygun ortamın sağ­lanması.

Abdullah b. Ömer (r.a.) anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.) buyurdu ki: Her biriniz birer çobandır ve elinin altındakilerden sorumludur. İnsanlar üzerin­de bulunan devlet başkanı da bir çobandır ve o da, idaresi altında bulunan insanlardan sorumludur...[588]

Çalışan kadına karşı İslamî hükümetin görevleri arasında şunlar sayıla­bilir:

1- Devlet kurumlarındaki çeşitli işler için işçi seçerken, kadın ve erke­ğin temel nitelik ve meziyetlerini gözetmek. Bu konu ise, bilimsel sosyo-psikolojik araştırmalara dayandırılmalıdır.

2- Mahallelerin yanısıra devlet kurumlarında, çalışan kadına, zorunlu durumlarda çocuğuyla rahatlıkla ilgilenme imkânı sağlayacak kreşler aç­mak.

3- Ulaşım araçlarında ve iş yerinde, kadm-erkek ilişkilerini düzenleyen kuralların yerine gelmesini sağlayacak araçları oluşturmak.

4- Kadına, hem evinin ve çocuklarının bakımını hem de çalışma hayatı­nı birlikte yürütme imkânı verecek gerekli kanunları koymak. Tam veya ya­rım maaşla, doğum ve çocuk bakımı için (üç seneye kadar varan) uygun izin­ler düzenlemek; çalışan kadının çocuk bakımıyla ilgilenmesi durumunda yarım veya tam ücretle yarım gün çalışmasına göz yummak; ulaşım araçla­rının izdihamından -ki memurların iş geliş ve dönüş saatlerinde doruğunda-dır- kurtarmak için kadının mesai saatini her gün, bir veya birkaç saat azalt­mak konabilecek konunlar arasında sayılabilir.

Ondördüncü esas

Kadın, yapısıyla, bedensel ve psikolojik temel nitelikleriyle çelişen, ters düşen işleri yapmaktan korunmalıdır. Bu işler ise iki türdür:

a) Allahu Teala'mn ve Rasulü'nün şiddetle sakındırdığı ve bunu kesin nasslarla belirttiği iş türleri..

b) Kadının, alimlerin ictihadlarıyla yapmaktan sakındırıldığı iş türleri..

a) Allahu Teala'mn ve Rasulü'nün sakındırdığı isler

Ebu Bekre (r.a.) anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.) buyurdu ki: "İşlerini bir kadının eline veren bir millet felah bulmaz.[589] Hadisle ilgili olarak Dr. Mustafa Sıbai şu açıklamaları yapar: "Hadiste geçen velayet (işleri eline ver­mek) sözcüğünden murad, devlet başkanlığıdır. Çünkü   Allah Rasulü (s.a.v.) bu sözü, başkanları Kisra'nın ölümünün ardından İranlıların, kızını devlet başkam olarak seçtiklerini duyduğu zaman söylemişti. Aynca mut­lak anlamda kadının velayetinin yasaklanmadığı icma' ile sabittir. Kadının, küçüklerin ve ehliyetsizlerin vasisi olabileceği, herhangi bir topluluğun mallarının kullanılması ve tarlalarının işletilmesi konusunda vekil olabile­ceği ve şahitlik yapabileceği hususunda bütün fakihlerin ittifak etmiş olma­sı, bu icma'ın delilidir. Şahitlik ise, fakihlerin de belirttiği gibi velayettir. İmam Ebu Hanife, bazı durumlarda kadının yargı makamına getilmesini caiz görür ki, yargı da velayettir. Hadis, kadının, devlet başkanlığına getiri­lemeyeceğini açıkça belirtmektedir. Aynı anlamda ağır sorumluluklar iste­yen görevlere de seçilemez... Fakat tam bir ehliyete sahip oluşundan dolayı kadını, diğer görev ve işleri üstlenmekten alıkoyan hiç bir yasaklama yok­tur. Ancak bunlar da İslami esaslara ve ahlak kurallarına uygun olmalı­dır."[590]

Kadı İbn-i Rüşd, kadının yargı işlerinde görev alması konusunda şu a-çıklamaları yapar; "Hakimin erkek olması şartında ihtilaf ettiler. Cumhurun görüşü şöyledir: Hükmün sıhhati(yanhşlardan uzak olabilmesi) için haki­min erkek olması şarttır. Ebu Hanife ise bu konu hakkında şöyle der: Kadının ekonomik konularda yargıçlık yapması caizdir. Taberi de şunları kaydeder: Kadının mutlak olarak her konuda hakimlik yapması caizdir... Kadının yargı işlerinde görev almasını reddedenler, bu görevi devlet başkanlığına benzetmektedirler... Onun ekonomik konularda hakimlik yapmasına izin verenler ise sorunu, ekonomik konularda şahitlik yapmasının caiz oluşuna benzetirler. Her konuda hakimlik yapabileceğini söyleyenler ise şunu savunurlar: Asıl olan; insanlar arasındaki sorunları çözebilecek herkesin hakimliğinin caiz olmasıdır. Ancak devlet başkanlığı, alimlerin ittifakı ile bu iznin dışındadır."[591]

b- Kadının, alimlerin içtihatlarıyla yapmaktan sakındınldığı iş türleri

Kadının omuzlarına ağır gelen, kesintisiz,yoğun bir gayret isteyen ağır bedensel işler bu tür işlere örnektir. Aynca, psikolojik sıkıntı veren bir gay­ret isteyen ve kadının duygularını sarsan bir sertlik ve kabalık gerektiren işret isteyen ve kadının duygularını sarsan bir sertlik ve kabalık gerekı ler de kadının sakındınldığı iş türleri arasında yer alır.

Şimdi, kadının üstlenebileceği devlet makamlan konusunda Şe hammed Gazâlî'nin görüşlerini sunuyoruz. Kanımızca böyle biı biraz daha ayıklanmaya ve çağımız müctehid alimleri arasında göri ye muhtaçdır:

" Kadın erkek ilişkilerinin üzerine bina edildiği sütunlar aş âyetlerde ve hadiste açıkça belirtilmiştir:

"Rab'leri onlara karşılık verdi: Ben, sizden erkek kadı çalışanın işini zayi etmeyeceğim. Hep birbirinizdensiniz."

"Erkek ve kadın her kim mü'min olarak iyi bir iş yapar (dünyada) hoş bir hayatla yaşatınz. Ahirette ise onlann ücretini ya] ninen

"Kadınlar, erkeklerin yansıdırlar" (hadis).

Hakkında emredici veya yasaklayıcı hiçbir hüküm buluı meseleler de vardır. Ve bunlar, kendisinde olumlu veya olumsuz c miz gibi tasarrufta bulunabilmemiz için Sari' in, hakkında hüküm b yip sukut ettiği meseleler arasına girer.BÖylesi meselelerde hiç kims görüşünü din yapma hakkına sahip değildir. Bu, sadece bir görüştü değil!? İbn-i Hazmın; 'İslam, devlet başkanlığı dışında kadının, 1 bir makama getirilmesini yasaklamamıştır'sözünün sim da bu ols Bu görüş, Allahu Teala'nın:

" Allah, insanları birbirinden üstün kıldığından ve ( mallarından harca(yip kadınların geçimini sağladıklarından dol; ler, kadınlar üzerinde yöneticidirler." (Nisa, 34).

âyetiyle çelişmektedir. Çünkü âyet-anlam olarak-, kadının,hiçbir iş erkeğe başkan olamayacağını söylemektedir!.' diyerek İbn-i Haz sözüne itiraz edeni gördüm. Bu itiraz red edilmiştir. Çünkü, âyetin c okuyan görecektir ki, söz konusu edilen yöneticilik, erkeğin e1 ailesi içindeki yöneticiliğinden başka bir değildir. Ömer (r.a.), Şifa Medine çarşısına zabıta memuru olarak atamıştı. Bu kadın zabıta r nun koyduğu kanunlar, kadın erkek bütün çarşı halkı üzerinde ge Şifa (ra.), helal olan şeyleri serbest bırakıyor, haram olan şeyleri de ret isteyen ve kadının duygularını sarsan bir sertlik ve kabalık gerektiren iş­ler de kadının sakındırıldığı iş türleri arasında yer alır.

Şimdi, kadının üstlenebileceği devlet makamları konusunda Şeyh Mu-hammed Gazâlî'nin görüşlerini sunuyoruz. Kanımızca böyle bir görüş, biraz daha ayıklanmaya ve çağımız müctehid alimleri arasında görüşülme­ye muhtaçdır:

" Kadın erkek ilişkilerinin üzerine bina edildiği sütunlar aşağıdaki âyetlerde ve hadiste açıkça belirtilmiştir:

"Rab'leri onlara karşılık verdi: Ben, sizden erkek kadın, hiçbir çatışanın işini zayi etmeyeceğim. Hep birbirinizdensiniz." (Ali İmran, 195)

"Erkek ve kadın her kim mü'min olarak iyi bir iş yaparsa, onu (dünyada) hoş bir hayatla yaşatırız. Ahirette ise onların ücretini yaptıkları­nın en "Kadınlar, erkeklerin yansıdırlar" (hadis).

Hakkında emredici veya yasaklayıcı hiçbir hüküm bulunmayan meseleler de vardır. Ve bunlar, kendisinde olumlu veya olumsuz dilediği­miz gibi tasarrufta bulunabilmemiz için Sari* in, hakkında hüküm bildirme-yip sukut ettiği meseleler arasına girer.Böylesi meselelerde hiç kimse, kendi görüşünü din yapma hakkına sahip değildir. Bu, sadece bir görüştür, başka değil!? İbn-i Hazmın; 'İslam, devlet başkanlığı dışında kadının, herhangi bir makama getirilmesini yasaklamamıştır'sözünün sırrı da bu olsa gerek. Bu görüş, Allahu Teala'nın:

" Allah, insanları birbirinden üstün kıldığından ve (erkekler) mallarından harca(yıp kadınların geçimini sağladıklarından dolayı erkek­ler, kadınlar üzerinde yöneticidirler." (Nisa, 34).

âyetiyle çelişmektedir. Çünkü âyet-anlam olarak-, kadının,hiçbir işte hiçbir erkeğe başkan olamayacağını söylemektedir!.' diyerek İbn-i Hazm'ın bu sözüne itiraz edeni gördüm. Bu itiraz red edilmiştir. Çünkü, âyetin devamını okuyan görecektir ki, söz konusu edilen yöneticilik, erkeğin evinde ve ailesi içindeki yöneticiliğinden başka bir değildir. Ömer (r.a.), Şifa (r.a.)'yı, Medine çarşısına zabıta memuru olarak atamıştı. Bu kadın zabıta memuru­nun koyduğu kanunlar, kadın erkek bütün çarşı halkı üzerinde geçerliydi. Şifa (ra.), helal olan şeyleri serbest bırakıyor, haram olan şeyleri de yasaklıyordu. Ayrıca, adaleti gerçekleştiriyor ve koyduğu kanunların çiğnenmesini de önlüyordu. Adamın karısı, hastahanede çalışan bir doktor olsa adam, bu teknik işinde karısına asla müdahale edemez, hastahanedeki görevine kesin­likle karışamaz. Ancak İbn-i Hazm'ın sözü, şu hadisle çelişmektedir: 'İşlerini bir kadının eline veren bir millet, hüsrana uğramıştır.'  ... Müslümanların işlerinin kadınlara bırakılması, ümmeti hüsranla karşı karşı­ya getirecektir. Bu nedenle, kadınlara, küçük büyük hiçbir görev verilmemelidir. ,..İbn-i Hazm ise hadisin anlamını sadece devlet başkanlığı ile sınırlandırmakta, bunun dışında hiçbir iş ve görevi hadisle ilgili kabul etmemektedir, denilebilir. Hadise, daha derin bir açıdan bakmak istiyoruz. Kesinlikle kimi insanlar gibi kadınları, devlet başkanı veya başbakan yapma sevdasında da değiliz.! Sevdasıyla yanıp tutuştuğumuz bir tek şey vardır. O da; devlete veya hükümete, en liyakatli ve en yetkin kişinin başkanlık etme­sidir. Metin ve sened olarak sahih olan bu hadis üzerinde çok düşündüm. Hadisin anlamı nedir? Fars (İran) İmparatorluğu, İslami fetih balyozları al­tında inim inim inlerken ülkeye uğursuz despot bir kraliçe başkanlık ediyor­du. Ülkenin dini putperestlik idi. Ülkenin yönetimini eline geçirmiş olan aile, şura tanımıyor, karşıt hiçbir görüşe tahammül edemiyordu. İnsanların birbirleriyle ilişkileri ise, olabildiğince çirkindi. Kişi, arzuları uğrunda ba­basını ve kardeşlerini öldürebiliyordu. Halk boyun eğmiş, teslim olmuştu. İran ordusunun hezimete uğradığı ve ülke sınırlarının küçüldüğü böyle bir zamanda, hezimetler selini durduracak ordudan bir komutan ülke yönetimi­ne el koyabilirdi. Fakat putperest siyaset, halkı ve devleti, hiçbir şey bilmez bir kıza miras yaptı. Bütün bunlar, devletin helaka doğru gittiğini haykırı­yordu. Söz ve eylemlerinde hikmet sahibi Rasul (s.a.v.), bütün bunlar üzeri­ne yaptığı değerlendirmesinde isabetli sözünü söylemiş ve mevcut durumu bütün yönleriyle değerlendirmişdi. Eğer İran'da yönetim şuraya dayansa, yönetimi elinde tutan bu kadın da, İsrail'e hükmetmiş olan yahudi kadın 'Colda Meir'e benzese ve orduya ilişkin işler komutanlarına bırakılsa idi, hiç kuşkusuz mevcut durum farklı bir şekilde değerlendirilecekti. Şimdi: Ne anlatmak istiyorsun?  diye sorabilirsin. Bu soruna şöyle cevap vereyim: Peygamber (s.a.v.), Mekke'de, insanlara Nemi sûresini okumuş ve onlara bu surede, zekası ve hikmetiyle halkını iman ve felaha çağıran Sebe' kraliçesi Belkıs'ın öyküsünü anlatmıştı. Allah Rasulü'nün (s.a.v.) vahye aykırı bir hüküm vermesi olması imkânsız bir şeydir.! Kraliçe Belkıs, büyük bir salta­nata sahipti. Hüdhüd kuşu onu şöyle niteliyordu:

"Ben, onlara   hükümdarlık eden bir kadın buldum, kendisine  (kralların muhtaç olduğu) her şey verilmiş ve bı-.yük bir tahtı var." (Nemi, 23).

Süleyman (a.s.), O'nu İslama davet etmiş, büyüklenmemesini ve ayak diretmemesini istemişti. Süleyman (a.s.)'ın davet mektubunu alan Belkıs, konu üzerinde iyice düşünüp taşındı. Herhangi bir karar alırken yardımları­na baş vurduğu devlet adamlarına danıştı. Adamlar:

"Biz kuvvetliyiz, yaman savaşçılarız, ama' emir senindir. Bak (düşün), ne buyurursan öyle yaparız." (Nemi, 33).

demişlerdi. Fakat uyanık kadın, gücüne ve halkının kendisine olan itaatine aldanmadı. Aksine şöyle dedi: Süleyman'ı deneyeceğiz; bakalım o,servet ve üstünlük peşinde koşan bir zorba mı, yoksa iman ve davet sahibi bir peygamber mi, göreceğiz? Süleyman (a.s.) ile karşılaştığında, zekası ve derin anlayışı ile, O'nun (a.s.) durumunu, ne istediğini ve ne yaptığını incelemeye başladı. Ve gördü ki, Süleyman (a.s.), salih bir peygamberdir. Süleyman(as.)'ın kendisine yazdığı mektubu hatırladı:

"O Süleyman'dan (geliyor), Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla (başlamakta)dır. Bana karşı büyüklük taslamayın ve bana, teslim olarak gelin (diye yazıyor). " (Nelm, 30-31).

Sonunda, "Rabb'im ben nefsime zulmetmişim. (Artık) Süleyman'la beraber alemlerin Rabb'i Allah'a teslim oldum." (Nemi, 44)

diyerek, içinde bulunduğu putperest dini terkedip Allah'ın dinine girmeye karar verdi. Şimdi, işlerim, böyle kıymetli bir kadının eline veren bir millet hüsrana mı uğramıştır? Hiç kuşkusuz bu kadın, Semud kavminin, deveyi öldürmesi ve peygamberleri Salih (a.s.)'i de öfkelendirmesi için çağırdığı adamdan çok daha şereflidir:

"Bir arkadaşlarını çağırdılar, o da bıçağı çekip (deveyi) kesti. Ama azbım ve uyanlarım nasıl oldu? Biz onların üzerine tek sayha (korkunç bir ses) gönderdik; ağılanın topladığı kuru ot gibi kırılıp döküldüler. Andolsun biz Kuran'ı öğüt almak için kolaylaştırdık, öğüt alan yok mu?" (Kamer. 29-32).

Bir kez daha belirteyim ki ben, kadınların büyük makamlara getirilmesi aşkıyla yanıp tutuşan insanlardan değilim. Yetkin kadınların sayısı oldukça azdır. Neredeyse tesadüf eseri ortaya çıkmaktadırlar. Bütün isteğim, kitaplarda nakledilen bir hadisi yorumlamak ve hadisle tarihi gerçeklik ararsındaki çelişkiyi gidermektir. Kuşku yok ki, İngiltere altın çağına, kraliçe 'Victoria' döneminde ulaşmıştır. Günümüzde de, aynı şekilde bir kraliçenin ve kadın başbakanın yönetimindedir. Ekonomik gelişme ve siyasi istikrarın doruğunda kabul edilmektedir. Peki, bu kadınları seçen insanların içine düşmeleri beklenen hüsran nerede?

Bir başka yerde, Andrai Gandi'nin Hind kıtasında yaşayan müslüman-lara vurduğu öldürücü darbelerden bahsetmiştim. Mareşal Yahya Han yenilgiyle kaçarken bu kadın, İslam binasını ikiye bölerek milletinin özle­mini çektiği şeyi nasıl gerçekleştirmişti? Colda Meir halkının başında iken Arapların uğradığı musibetleri anlat ve sakın çekinme! Bu musibetleri sil­mek için yeni bir nesle ihtiyacımız var. Sorun, erkeklik veya kadınlık sorunu değildir. Ahlak ve kişisel yetenekler sorunudur. Andria, halkı, kendisini ye­niden yönetime seçecek mi seçmeyecek mi görmek için seçimler yaptı. Bizzat kendisinin düzenlediği seçimlerde kaybetti. Fakat daha sonra halk, hiçbir zorlama olmaksızın kendiliğinden onu yeniden yönetime getirdi.!

Hangi taraf, Allah'ın gözetimine,yardımına ve arzında halife yapması­na daha layıktır? İbn-i Teymiye'nin şu sözünü niçin unutuyoruz: "Allah, adaletli olmalarından dolayı kafir bir devlete, yaptıkları zulümler yüzünden müslümanlara karşı yardım eder.

Erkeklik ve kadınlığın bu konuyla alakası nedir? Güçlü bir tarafgirlik duygusuna sahip dindar bir kadın, sakallı inatçı bir kafirden daha hayırlı­dır."[592]

Böyle tehlikeli bir konuda Şeyh Muhammed Gazâlî'nin görüşlerim sunduktan sonra, Şeyh'in şu sözlerini de hatırlatmanın faydalı olacağına inanıyoruz. Şeyh şöyle diyor: "Allah biliyor ki ben, görüşüme önem vermek­le birlikte, aykırı ve kural dışı kalmayı hoş görmüyor ve cemaatle birlikte yürümek istiyorum. Ümmetin bütünlüğü üzere kalmasmı istediğim için de görüşümden vazgeçiyorum."[593]

Onbesinci esas:

Kadının işi, erkeklerle bir araya gelmesini gerektirdiği durumlarda bütün erkek ve kadınların, özel bir bölüm halinde sunulan birlikte bulunma adabını gözetmeleri gerekir. Vakarlı bir şekilde örtünmek, gözleri bakılması yasak olandan çevirmek, başbaşa yalnız kalmaktan (halvet) ve aşın kalaba­lıkta sıkışmaktan kaçınmak. Ve ayrıca, tekrar tekrar, uzun süre birlikte ol­maktan yani; mesai saati boyunca aynı yerde, her biri yalnızca kendi işiyle meşgul olmasına rağmen yine de erkeklerle bir arada olmaktan sakınmak. Ancak kadının yaptığı iş, yardımlaşmak, görüş alış verişinde bulunmak gibi maslahatlar için bir araya gelmeyi gerektiriyorsa -madem ki ortada şiddetli bir ihtiyaç vardır- bu takdirde, biraraya gelmekte hiçbir sakınca yoktur.

Mevcut iş kurumlarında bu adab kurallarının bazıları terkedilirse kadın veya toplum için gerçekleştirilmeye çalışılan maslahatlardan vazgeçerek, müslüman kadından bu kurumlarda asla çalışmamasını isteyebilir miyiz.? Yoksa, İslami adab kurallarının tamamının yerine getirilmesi için hikmetli­ce çalışarak, bu maslahattan gözetmek mi daha iyidir?

Usul kuralları,mefsedetleri uzaklaştırırken ihtiyaç ve maslahatları de­ğerlendirmenin vacip olduğuna hükmeder. İbn-i Teymiye bu konuda şunları söylüyor:

Yalnızca yasaklamayı gerektiren mefsedetin büyüklüğüne ve şiddetine bakılmaz. Bununla birlikte cevazı, hatta müstehablığı ve hatta vacipliği ge­rektiren ihtiyaca da dikkat edilmesi gerekir.[594]

Mefsedetlere kapı açması korkusuyla yasaklanan bir şey, daha ağır ba­san bir maslahatın gerçekleşmesi için yapılır... Nitekim, şer'an yabancı bir kadınla başbaşa yalnız kalmak.onunla yolculuk etmek ve ona bakmak, fesada neden olduğu için yasaklanmıştır. Bu yüzden yanında kocası veya bir mahremi olmaksızın yolculuk yapmaktan men edilmiştir... Yolculuktan, başka bir sebeble değil sadece mefsedete ilettiği için, alıkonulmuştur. Kadının yapacağı yolculuk, tercih olunur daha büyük bir maslahatın gerçekleşmesine neden oluyorsa, mefsedete yol açmıyor demektir.[595]

Maslahatlar ile mefsedetler karşı karşıya geldiğinde, daha büyük ve Önemli olan tercih edilir.[596]

 

MÜSLÜMAN KADININ SOSYAL ETKİNLİKLERE KATILMASI YE UYMASI GEREKEN ŞER'İ ESASLAR

 

Hz. Peygamber (Sav) Döneminde Müslüman Kadının Sosyal Etkinliklere Katılımı

 

HİÇ KUŞKUSUZ müslüman kadın, Allah'ın kitabında indirdiği ve Ra-sulü'nün (s.a.v.) de sünnetiyle açıkladığı hidayetinden bir nur üzere hayatına yön verir. Burada, kadının sosyal etkinliklere katılımı ile ilgili ola­rak sunacağımız pratik olaylar, sadece Kur'an âyetleri veya sahih sünnet hadisleri arasında herhangi bir münasebetle anlatılan Örneklerdir.

Müslüman kadının sosyal etkinliklere katılımı ile ilgili gerek Peygam­berimiz ve gerek önceki peygamberler dönemindeki pratik uygulamalar bir araya getirilirse görülecektir ki bunlar, Allah'ın yol göstermesinin sınırlı örnekleridir. Halbuki gerek çağımızda gerekse eski çağlarda konuyla ilgili pratik alan çok geniştir ve her çağın şartlarına uygun yeni pratiklerin ortaya çıkma ihtimali de pek çok yüksektir.

Sosyal etkinlikten kastımız, iki türlüdür. Birincisi: Kollektif bir şekilde gerçekleştirilen etkinliklerdir. Şöyle ki; bir grup insan bir araya gelir ve hem kendileri hem de toplum için faydalı olacak bir faliyeti -dini, kültürel alanlarda olması arasında fark yoktur- gerçekleştirmeye çalışır. Diğer etkin­lik türü ise: Bireyin topluma hizmet etmek amacıyla, gönüllü olarak/ ortaya koyduğu çalışmalardır. Bu çalışmaların, eğitim veya Emr-i bi'1-ma'ruf alanında ya da şimdilerde hayr işleri ve kamu hizmeti adı verilen faaliyetler alanında yapılmış olması bir şey değiştirmez.

Kadının, çağdaş toplumdaki sosyal etkinliklerde oynayabileceği rolün büyüklüğünü dikkate alarak, bu etkinliklere ilişkin Kur'an âyetlerini ve sa­hihi Buharı ve Müslim'den de hadisleri seçtik. Üçüncü, dördüncü ve beşinci bölümlerde verilen âyet ve hadisleri tekrarlamakta bir sakınca görmedik.

Her nekadar yabancı erkeklerle bir araya gelme söz konusu olmasa da konu­nun önemine binaen, kadının sosyal etkinliklere katılımına işaret eden âyetleri de sunmaya gayrel ettik. Gelen bölümde, Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde, kadının sosyal etkinliklere katılımına ilişkin kimi örnekler sunacağız: [597]

 

A) Mescid Etkinliklerine Katılım:

 

a)   İbadetsel etkinliklere katılma:

Esma bint-i Ebu Bekr(ra.) anlatıyor: "Peygamber (sav) zamanında güneş tutuldu. Müteakiben ihtiyacımı yerine getirdikten sonra ben de gelip mescide girdim, Allah'ın Rasulü'nü namaza durmuş buldum. Ben de Onunla namaza durdum. Kıyamı o kadar uzattı ki, kendi kendime oturuvermek ihti­yacı hissettim. Sonra zayıf bir kadına bakıp: -Bu benden daha zayıftır diyerek ayakta durmaya devam ettim. Nihayet Allah resulü rukü'a vardı. Fakat rukü'u da uzattı. Sonra rukü'dan başını kaldırıp tekrar kıyamı uzattı. O kadar ki, eğer rukü'yaptığını bilmeyen biri gelseydi, Allah Rasulü'nün rukü' etmediği hayaline kapılırdı. Sonra Peygamber (s.a.v.), güneş açılmış olduğu halde namazdan çıktı. Akabinde halka bir konuşma yaptı. Layık olduğu şekilde Allah'a hamd ettikten sonra şöyle dedi: Amma ba'du (bu girişten sonra)...[598]

b) Kültürel etkinliklere katılma:

Fatıma bint-i Kays anlatıyor: ... Mescide geldim ve Allah resulü ile beraber namaza durdum. ... Allah Rasulü namazını bitirince gülerek minbe­re oturdu ve şöyle dedi: Herkes namaz kıldığı yerde kalsın! Ardından konuş­masını şu şekilde sürdürdü: Sizleri niçin çağırdığımı biliyor musunuz? Oradakiler: -Allah ve Rasulü daha iyi bilir, dediler. Bunun üzerine Allah resulü: -Vallahi ben, sizleri ne bir ümit ne de bir korku sebebiyle çağırdım. Fakat sizleri, şunu haber vermek için çağırdım; Temim ed-Dari, hıristiyan bir adamdı. Gelip bey'at etti ve müslüman oldu. Mesih, Deccal hakkında bana, anlattıklarıma benzer bazı sözler söyledi."[599]

c) Eğlencelere katılması

Boş zamanlan mü'min kadınlarla birlikte geçirme: Rübeyyi' bint-i Muavviz anlatıyor: Peygamber (s.a.v.), aşura günü kuş­luk vakti. Medine yakınlarındaki ensar köylerine şu haberi gönderdi: Her kim oruçsuz olarak sabahladı ise günün geri kalan kısmını oruçlu olarak ge­çirsin. Her kim de oruçlu olarak sabahladı ise, orucunu tamamlasın. (Rübey-yi' dedi ki:) Biz, bundan sonra aşura orucunu tutardık. Çocuklarımıza da tut­tururduk. Oruçlu çocuklarımıza, boyalı yünden oyuncaklar yapardık.. Müslim'in rivayetinde şu sözlerde yer alır: Mescide giderdik. Bizden yemek istediklerinde çocuklara, bu oyuncakları vererek onları oyalar ve böylece oruçlarını tamamlamalarım sağlardık.[600]

Burada her bir etkinlik için bir tek örnek vermekle yetindik. Zira; daha önce de -mescidde bir araya gelme konusunu işlerken- kadının, farz, nafile, cenaze, küsuf namazlarını cemaatle kılmak gibi,ibadetsel etkinlikler de da­hil, on iki amaçla nasıl mescide geldiğini anlatmıştık. Bu on iki amaçdan bir diğeri de;çeşitli münasetlerle minberde konuşan Allah Rasulü'nü (s.a.v.) dinlemek, müezzinin 'namaz toplayıcıdır!' nidasıyla çağırdığı genel toplan­tılarda hazır bulunmak gibi kültürel etkinliklere katılmaktır. Bir diğeri ise; bayram günü mescidde oynayan Habeşli'lerin oyununu seyretmek gibi eğ­lencelere katılımıdır. [601]

 

B) Genel Kutlamalara Katılım:

 

a) Karşılama merasimine katılma

Ebu Bekr (r.a.) anlatıyor: ... Nihayet, geceleyin Medine'ye vardık. Medine halkı, Allah Rasulü (s.a.v.), hangisinin yanında konaklayacak diye tartışmaya başladı. Allah Rasulü: -Ben Abdul Muttalibin dayıları olan Nec-car Oğulları'na misafir olacağım. Bu surette, onlara ikram ve şeref verece­ğim, buyurdu. Erkekler ve kadınlar evlerin çatılarına çıktılar. Çocuklar ve hizmetçiler de yollara dağılarak: -Ya Muhammed, ya Rasulullah! Ya Mu-hammed, ya Rasulullah! diye bağırıyorlardı.[602]

b) Bayram kutlamalarına katılma

Ümmü Atıyye (r.a.) anlatıyor: Biz kadınlara, bayram günü namazgaha çıkmamız, hatta" bulundukları ev köşelerinden bakire kızlara ve hayızlı kadınlara varıncaya kadar namazgaha çıkarmamız emredilirdi de, kadın erkeklerin arka taraflarında olurlar, onların tekbir getirirler ve onların dualarıyla dua ederlerdi. Onlar, bu bayram gününün bereketini ve paklığını (yani günahlardan temizlenmeyi) umut ederlerdi.[603]

c) Düğünlere Katılma

Aişe (r.a.) anlatıyor: "...Annem Ümmü Ruman bana doğru geldi. (...) Sonra beni eve soktu. Evde ensardan bir takım kadınlarla karşılaştım. Bu kadınlar: Hayır ve bereket üzere, en hayırlı kısmete, dediler. Annem beni bu kadınlara teslim etti. Onlar da üstümü başımı düzelttiler. Duha vaktinde Al­lah'ın Rasulü'nü, birden karşımda görünce korktum.. Akabinde annem beni, Allah Rasulü'ne teslim etti."[604]

Hafız İbn-i Hacer hadisin şerhinde şu açıklamaları yapar: "Ahmed b. Hanbel, aynı hadisi değişik bir şekilde rivayet eder... Aişe (r.a.) anlatıyor: Annem beni Peygamber'e getirdi. Bir de baktım ki Allah Rasulü (s.a.v.), divanın üzerinde oturuyor. Beraberinde ensardan kimi erkekler ve kadınlar vardı. Annem beni, Peygamber'in odasına yerleştirdi. Sonra şöyle dedi: Ya Rasulullah, bunlar senin ailendir. Allah, onları sana mübarek kılsın! Bu söz üzerine bütün herkes dışan çıktı. Allah Rasulü (s.a.v.) de evimizde benimle zifafa girdi."[605]

Bu bölümde de her bir etkinlik için bir tek örnek vermekle yetindik. Bunlar ve benzer bir çok örnek, daha önce ele alman 'kadının erkeklerle birlikte kutlamalara katılması' konusunda verilmişti. Her merasimin kendi­ne özgü özellikleri var. Örneğin, karşılama merasimleri, salt eğlensel etkin­likler olarak kabul edilir. Bayram merasimleri ise, bayram namazında toplu­ca tekbir almak şeklinde olduğu üzere hem ibadetsel etkinlikleri, bayram hutbesini dinlemek şeklinde hem de kültürel etkinlikleri ve kadınların, erkeklerin ve çocukların evlerinden çıkarak bu mübarek topluluğu izlemele­ri şeklinde eğlensel etkinlikleri içine alır. Peygamber (s.a.v.) dilinde: Kadınlar da müslüman erkekler topluluğunu ve dualarını izlesin! olarak ifade edilen ve Habeşli'lerin oyunlarıyla kendini gösteren bayram merasimi etkinlikleri, günümüz deyimiyle: büyük bir festivali andırır. [606]

 

C) Mescid Dışı Kültürel Etkinliklere Katılım:

 

a) Peygamber (sav)'in, kadınlara özel kültür sempozyumları düzenlemesi: Ebu Said el Hudri anlatıyor: Bir kadın, Allah'ın Rasulü (s.a.v.)'ne gelerek: -Ya Rasulullah, senin sözlerini hep erkekler dinliyorlar. Bize de bir gün tahsis et de o günde sana gelelim. Sen de, Allah'ın sana öğrettiği şeylerden bizlere öğretirsin, dedi. Allah'ın Rasulü: Şu günde ve şu günde toplanınız! buyurdu. Kadınlar toplandılar. Allah'ın Rasulü de geldi. Ve on­lara Allah'ın kendisine öğretmiş olduğu şeylerden öğretti. Sonra da: -içinizden hiç bir kadın yoktur ki, evladından üç tanesini kendisinden evvel ahirete yollasın da bu çocukları, kendisi için cehenneme karşı birer siper ol­masın! buyurdu. Bunun üzerini bir kadın: Ya Rasulullah, iki tanesi de öyle değil mi? dedi ve bu sözünü iki kez tekrarladı. Allah'ın Rasulü cevaben: İki tanesi de, iki tanesi de, iki tanesi de öyledir, buyurdu.[607]

b) Mü'minlerin annelerinin, Peygamber (s.a.v.)'in yaşantısını öğrenmek isteyenlere evlerini açmaları:

Sa'd b, Hişam b. Amir anlatıyor: "... Akabinde İbn-i Abbas'ın yanına geldi ve ondan Allah Rasulü'nün vitrim sordu. İbn-i Abbas: 'Sana, Rasulul-lah'ın vitrini yeryüzündeki ahali içinden en iyi bilen bir kimseyi göstereyim mi?' dedi. Sa'd:'Kimdir?'dedi. İbn-i Abbas:'Aişe'dir' Aişe'ye git ve bunu ona sor. Sonra tekrar bana gel ve sana verdiği cevabı bana söyle* dedi. Aişe'ye gitmek üzere ayrıldım. Hakim b. Eflah'ın yanına geldim. Kendisinden Aişe'ye beraber gitmemizi istedim. Bunun üzerine Hakim: "Ben Aişe'nin yanına gitmek istemem. Çünkü Onu, şu iki şia -yani Ali ve Cemel ashabı- hakkında herhangi bir söz etmekten menettim de o, bunu kabul etmeyip kendi gidişinden başkasına razı olmadı', dedi. Sa'd b. Hişam der ki: 'Ben de Hakim'e karşı yemin edip, gitmesini istedim. Neticede benimle geldi. Beraber Aişe'ye gittik. Yanına girmek için izin istedik. Bize izin verdi. Huzuruna girdik.' Kendisi Hakimi tanıyıp: Sen Hakim değil misin? diye sordu. O da: "Evet, Hakimim,' dedi. Aişe: 'Yanındaki kimdir?' diye sordu. -Amir oğlu Hişam, deyince, Aişe, Hişam'a rahmet okudu ve Ona hayır dua etti. (Ravi Katade: Hişam, Uhud günü yaralanmıştı, dedi.) Bunun Üzerine ben: Ey mü'minlerin annesi, bana Allah Rasulü'nün ahlâkını anlat! dedim. -Sen Kur'an okumuyor musun? dedi. -Evet, okuyorum, dedim. -Allah Rasulü'nün ahlâkı, Kur'an'dan ibaretti, dedi. Bunun üzerine kalk­mayı ve ölünceye kadar artık kimseye hiç bir şey sormamayı düşündüm. Sonra aklıma şunu sormak geldi ve: -Bana Allah Rasulü'nün gece namazını anlat, dedim.'Bana; [608]

Ebu Bekr b. Abdurrahman anlattı ki, (Medine valisi) Mervan, onu, cünüp olarak sabahlayan kimsenin oruç tutup tutmayacağını sorması için Ümmü Seleme'ye gönderdi. Ümmü Seleme cevaben: -Allah Rasulü ihti-lamdan değil, cimadan dolayı bazen cüniip olarak sabahlardı da günün kalan kısmında iftar etmediği gibi bu günün orucunu kaza da etmezdi, dedi.[609]

Ubeydullah b. Abdullah anlatıyor: Aişe'nin huzuruna vardım ve O'na: Allah Rasulü'nün hastalığını anlatır mısınız? dedim. -Evet, dedi ve anlatma­ya başladı: Peygamberin hastalığı ağır]aştığı zaman 'insanlar, namazı kıldı­lar mı?' diye sordu. -Hayır, seni bekliyorlar, ya Rasulullah, dedik. -Öyleyse, benim için bir leğene su koyunuz.! dedi. Suyu koyduk, yıkandı. Kalkmağa davranırken bayıldı. O sırada halk, mescidde Allah Rasulü'nü yatsı namazı­na bekleyip duruyorlardı. Bunun üzerine Allah Rasulü halka namaz kıldır­ması için Ebu Bekr'e haber gönderdi. Haberci Ebu Bekr'e gidip: -Allah Ra­sulü, insanlara namaz kıldırmam emrediyor, dedi. Ebu Bekr -ki yufka yürekli bir adamdı-. Ömer'e: 'Ey Ömer, namazı sen kıldır!' dedi. Ömer: Sen buna daha layıksın,! diye cevap verdi. Allah Rasulü'nün hasta olduğu o günlerde halka namazı Ebu Bekr kıldırdı. Sonra Allah Rasulü bedeninde bir hafiflik hissedince, biri Abbas olmak üzere iki kişinin omuzları arasında öğle namazı için dışarı çıktı. Ebu Bekr, halka namaz kıldırıyordu. Peygamberi görünce geri çekilmek için davrandı. Peygamber: 'Geri çekil­me!' diye işaret etti ve kendisini götürenlere; Beni onun yanma oturtun! dedi. Onlar peygamberi, Ebu Bekr'in yanına oturttular. Ebu Bekr, ayakta olduğu halde Peygamber'in namazına uyarak namaz kıldırıyordu. Cemaat de Ebu Bekr'e tabi olarak namazını kılıyordu. Peygamber oturduğu yerde namaz kılıyordu...[610]

Ebu Seleme (r.a.) anlatıyor: İbn-i Abbas'a bir adam geldi. Ebu Hureyre de yanında oturuyordu. O adam, İbn-i Abbas'a: Kocasından kırk gün sonra doğuran bir kadın hakkında bana fetva ver! dedi. İbn-i Abbas: Bu kadının iddeti, iki müddetten (yani vefat iddeti ile hamilelik iddetinden) en uzak olanıdır, dedi. (Ebu Seleme dedi ki:) Ben, "Hamile kadınların iddetleri ise doğum yapmalarıdır" âyetini okudum. Ebu Hureyre de: Ben kardeşimin oğlu (Ebu Seleme) ile aynı görüşteyim, dedi. Bunun üzerine İbn-i Abbas hizmetçisi Küreyb'i, Ümmü Seleme'ye gönderip ona sordurdu. Ümmü Seleme şöyle dedi: Stibeyy'a el-Eslemiyye, hamile iken kocası öldürüldü. Sonra Sübeyy'a kocasının ölümünün ardından kırkıncı gecede doğum yaptı. Ardından kendisiyle evlenilmek üzere talip olundu. Allah Rasulü (s.a.v.) onun nikâhını kıydı. [611]Ebu Senabil de Sübeyy'a'yı isteyenler arasındaydı. [612]

 

D)  İyiliği Emretmek, Kötülükten Menetmek: (Emri Bi'l-Ma'ruf, Nehy-İ Ani'l-Münker)

 

Allah (c.c.) buyurdu ki:

"Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar,birbirlerinin velisidirler. İyiliği emreder, kötülükten menederler." (Tevbe, 71)

Reşid Rıza, âyete ilişkin şu açıklamayı yapar: "Ayeti kerimede, iyiliği emretmek ve kötülükten menetmek bütün erkek ve kadınlara farz kılınmış­tır.. Kadınlar bunu biliyor ve yapıyorlardı."[613] Taberani'nin, Yahya b. Ebu Selim'den yaptığı şu rivayet, kadınların bu konuyu bildiklerini ve gereğini yerine getirdiklerini gösterir: Yahya b. Ebu Selim dedi ki; Semra bint-i Nüheyk'i- ki bu kadın, Allah Rasulü (s.a.v.)'nin yaşadığı günlere yetişmişti-kalm bir entari ve kalın bir baş örtüsü giymiş, elinde kırbacı insanları yola getirirken ve insanlara iyiliği emredip kötülükten menederken gördüm." [614]

 

E) Hayr İşleri Ve Kamu Hizmeti:

 

a) Muhacirlere yardım elinin uzatılması:

Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor: Muhacirler, Mekke'den Medine'ye gel­dikleri zaman hiç bir mal varlığına sahip değillerdi. Ensar ise,Medine'dc akar ve arazi sahibi idi. Bu dudum karşısında Ensar, her sene mallarının yarı ürününü kendilerne vermeleri ve kendi yerlerine bağ ve bahçe işlerini yapmaları şartıyla mallarını Muhacirlerle paylaştı. Enes'in annesi Ümmü Süleym de Allah Rasulü'ne (s.a.v.) bir kaç hurma ağacı hediye etti. Peygamber (s.a.v.) de hurma ağaçlarını (meyvesinden faydalanması için) Üsame b.Zeyd'in annesi olan cariyesi Eymen Bereke'ye verdi..[615]

b) Fazilet sahibi insanları konuk etmek: ve Allah yolunda çokça infakta bulunan ensarlı bir kadındır- evine taşın.! dedi... Ben: 'Evet, taşınacağım1 dedim. Bana: Hayır, taşınma. Çünkü Ümmii Şüreyk, misafirleri çok bir kadındır... Başka bir rivayette[616] şu ibare de yer alır: Muhakkak, Ümmii Şüreyk'e İlk muhacirler konuk olmaktadır."[617]

c) Karşılıksız olarak mescide minber yapmak:

Cabir b. Abdullah (r.a.) anlatıyor: Ensardan bir kadın Peygambere

gelerek: Ya Rasulullah, senin için, üzerine oturacağın bir şey yaptırayım mı?

dedi.... Bunun akabinde kadın Allah Rasulü (s.a.v.) için bir minber yaptırdı.

Nihayet Cuma günü olunca Peygamber (s.a.v.) minberin üzerine oturdu.[618]

d) Gönüllü olarak mescidi temizlemek:

Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: Bir zenci adam -ya da bir zenci kadın-mescidi süpürürdü, (Buhari'nin bir diğer rivayetinde l6, ravi Ebu Rafi[619]: Ben Ebu Hureyre'nin; "bir kadın" dediğini kuvvetle zannediyorum, demektedir.) Vefat etti. Peygamber (s.a.v.) onu sordu. - Öldü, dediler. Allah Rasulü (s.a.v..): Bana vermeniz gerekmez miydi?! O adamın -ya da o kadının-kabrini bana gösteriniz! buyurdu. Kabre gelerek kadının namazını kıldı.[620]

Hafız İbn-i Hacer, Peygamber (s.a.v.)'in onayına dayanarak, kadının, kendisini mescide hizmete adayabileceğini söyler.[621]

e) Gönüllü hemşirelik yapmak:

Harice b. Zeyd anlatıyor: Ümmü' Ala, Peygamber'e bey'at etmiş Ensar kadınlanndandı. O şöyle haber vermiş: (Hicrette) Muhacirlerin oturacakları yerleri tayin için Ensar kura çektiği zaman, kurada Osman b. Maz'un'un adı Ümmü1 Ala'nın ailesine çıkmış. Ümmü'l Ala dedi ki: (Osman b. Maz'un'u evmizde konuk ettik.) Fakat Osman bizim yanımızda konuk iken hastalandı. Ben, Osman'ın hastalığında ona hastabakıcılık yaptım. Nihayet vefat etti.O'nu yıkayıp elbiseleriyle kefenledik...[622]

f) Savaşlardan sonra yaralılarla ilgilenmek

Ebu Hazm, Sehl b. Sa'd dan dinlemiştir ki; Sehl'e Allah'ın Rasulü (s.a.v.)'nün yaralarından soruldu da şöyle dedi: 'Dikkat edin, vallahi ben, Allah Rasulü(s.a.v.)'nün yarasını yıkamakta olanı, suyunu dökeni ve yara­nın ne ile tedavi edildiğini çok iyi biliyorum.1 Sehl devamla dedi ki: -Pey­gamber (s.a.v.)'in kızı Fatıma yarayı yıkıyor, Ali de kalkan ile yaraya su dö­küyordu. Fatıma (r.a.), suyun kanı arttırmaktan başka bir işe yaramadığını görünce bir hasır parçasını alıp yaktı ve yaranın üzerine bastırdı. Kanama durmuştu. O gün Allah Rasulü (s.a.v,)'nün ön dişleri ile azı dişleri arasında kalan dişleri kıldı. Yüzü yaralandı. Başındaki miğferi parçalandı.[623]

Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor: Amcam Enes b. Nadr, Bedir savaşına ka­tılamamıştı. Bunun için o: -Ya Rasulullah, Müşriklerle yaptığın ilk savaşa katılamadım. Yemin ederim ki, eğer Allah, müşriklerle savaşta beni hazır bulundurursa ne yapacağımı Allah İnsanlara muhakkak gösterecektir, demişti. Uhud günü, savaşta müslümanlann cephesi dağılınca Enes b. Nadr: Ey Allah'ım, ben senden, bunların (sahabelerin) bozguna uğrama ve kaçma suçlarından ötürü özür diliyorum. Şunların (müşriklerin Peygambere karşı) yaptıkları savaş ve cinayetten de sana sığınırım, dedi. Sonra müşrik safları­na doğru ilerledi. Bu sırada Enes b. Nadr'a Sa'd b. Muaz rastgeldi. Enes, Sa'd'a hitaben: Ey Sa'd b. Muaz, ben Cennet'i arzuluyorum. Nadr'in Rabb'ine andolsun ki,cennet'in kokusunu Uhud'un uzağından duyuyorum, dedi. Sa'd b. Muaz, Allah Rasulü (s.a.v.)'ne: Ya Rasulullah, Enes b. Nadr'ın kahramanlığını anlatmaya muktedir değilim, dedi. Enes b. Malik (Sa'd b. Muaz'ı destekleyerek) dedi ki: -Biz, Enes b. Nadr'ı şehid bulduğumuzda, O'nun bedeninde kılıç darbesi ya da mızrak dürtmesi veya ok saplanması olarak seksenden fazla yara vardı. Müşrikler, bu mücahidin burnunu, kulaklarını ve kimi organlarını kesmek ve gözlerini de oymak suretiyle iş­kence etmişlerdi. Bu yüzden, kız kardeşi dışında onu hiç kimse tanıyamadı. O da, onu ancak parmak uçlarından tanıyabildi.[624]

Hafız İbn-i Hacer dedi ki; Taberi, Ebu Hazim'den nakletti:[625] "Uhud Savaşı yapılıp müşrikler savaş meydanını terkedince, müslüman kadınlar, erkeklere yardıma koştular. Koşanlar arasında Fatıma (r.a.) da vardı. [626]

 

F) Kadınların, Erkekler Olmaksızın Yaptıkları Kimi Sosyal Etkinlikler:

 

a) Hayr yollarında bağışlar yapmak:

Aişe (r.a.) anlatıyor: Peygamber'in hanımlarından bazıları, Peygam-ber'e: Hangimiz (Ölümünden sonra) sana daha çabuk kavuşacağız? dediler. Peygamber:Eli en uzun olanınız, buyurdu. Bunun üzerine bir kamış alarak kollarını ölçmeye başladılar, Şevde bint-i Zem'a, içlerinde en uzun kollu ka­dın idi. Fakat, (Zeynep bint-i Cahş'ın) ölümünden sonra anladık ki, 'kolu u-ztın kadın' sadakası bol, eli açık kadın demekmiş. Ve gerçekten O (Zeynep), içimizde Peygambere ilk kavuşan kadın oldu. Zeynep, sadaka vermeyi çok severdi. Bir diğer rivayette [627]: Daha çok sadaka veren ve hasılı Allah'a yaklaşmaya vesile olan hayır işlerinde nefsini daha çok yoran bir kadın görmedim.[628]

Cabir anlatıyor: Zeynep, o sırada deriden uğralığıni ovalıyordu...[629]

Hafız İbn-i Hacer dedi ki; "... Hakim Müstedrek adlı kitabının el-Menakıb bölümünde Aişe (r.a.)'nin şöyle dediğini rivayet ediyor; ...Zeynep (r.a.), el işlerine eli yatkın bir kadındı. Deriyi tabaklar, diker ve sonra Allah yolunda tasadduk ederdi. Hakim, hadis, Müslim'in sıhhat şartlarına uygun­dur, der.[630]

b) Komşulara hizmet etmek:

Ebu Bekr'in kızı Esma (r.a.) anlatıyor: Zübeyr ile evlendiğimde Zübeyr'in ne bir malı vardı ve ne de bir kölesi. O'nun dünyalık olarak sahip olduğu tüm mal varlığı;su taşımakta kullandığı devesi ile atından ibaretti. Atını ben sular; otunu da, yemini de ben verirdim. O'nun su kırbasını ben dikerdim. Hamuru ben yoğururdum. Ne var ki, ekmek yapmayı pek becere­mezdim. Onu da ensardan komşularım olan kadınlar yapıverirlerdi. Bunlar sadakatli, iyi kadınlardı...[631]

c) Çeşitli münasebetlerle ödünç elbise vermek:

Abd'ul Vahid b. Eymen anlatıyor: Bana babam Eymen anlattı: Ben, bir keresinde Aişe (r.a.)'nin yanına girdim. O sırada Aişe'nin üzerinde kalın Yemen bezinden yapılmış, beş dirhem değerinde bir elbise vardı. Aişe (r.a.) (darlık zamanlarını anarak): -...Halbuki, Allah Rasulü (s.a.v.) zamanında benim bu türden bir elbisem vardı. Medine'de zifaf için süslenen her kadın, onu ödünç almak için muhakkak bana haber gönderirirdi, dedi.[632]

d) Okuma yazma seferberliğinde görev almak:[633]

Şifa binti Abdullah (r.a.) anltıyor: Ben, Hafsa'nın yanında olduğum bir zamanda Peygamber (s.a.v.) yanımıza geldi. Bana dönerek: Buna, yazmayı öğrettiğin gibi, egzamayı iyileştirmek için rukye yapmasını da öğretiver, dedi. [634]

 

Kadının, Sosyal Etkinliklere Katılması'na İlişkin Kimi Güncel Sosyal Olgular:

 

a) Eğitimdeki gelişme ve ihtisaslaşma, kadın ve erkeği birlikte kapsa­yan eğitimin bir çok dallara ve kollara ayrılması, kadın için yeni sosyal faali­yet alanlarının açılmasına ve kadının bu faaliyetleri başarıyla yürütmesine imkân hazırladı.

b) Medya ve ulaşım araçlarının gelişmesi, eğitimin yaygınlaştırılması cemaatçilik (kollektivizm) ruhunu geliştirmiş ve büyük müesseselerin ku­rulmasını sağlamıştır. Cemaatçilik ruhu, hayatın bir çok alanına egemen ol­muştur. Düşünce alanında, araştırma enstitüleri ve bilim kurulları kurulmuş­tur. Ekonomi alanında, sermaye, şahıs ve kamu sektörü şirketleri kurulmuş­tur. İş sahasında, sendikalar kurulmuştur. Politika alanında, siyasi partiler kurulmuştur. Bu gelişme sürecinde olağan bir sonuç olarak, sosyal etkinlik­ler alanında da çeşitli kurumlar kuruldu. Bu sosyal kurumlar, hayır sever erkeklerin yanı sıra hayır sever kadınların da gayretlerine ihtiyaç duymakta­dır.

c)  Özellikle kimi toplumlarda şiddetli fakirlik,cehalet,hastalık ve sapma ve artan düzensizlik ve aldırmazlık şeklinde kendini gösteren genel bir geri kalmışlık vardır. Geri kalmışlık yakınmalarının hafifletilmesi ve toplumsal kalkınmanın gerçekleştirilebilmesi için sosyal etkinliklerin arttırılması,bütün köy ve şehirlere götürülmesi ve erkek ve kadınları kapsamasına şiddetle ihtiyaç duyulmaktadır.

d) Kadın - erkek müslüman bireylerde, topluma karşı sorumlulukları­na ilişkin -her ne kadar henüz yeni olsa da- dini bir bilinç ortaya çıkmıştır. Bu bilinç beraberinde, söz konusu sorumluluğun gerçekleştirilmesi yönün­de kollektif çalışma bilincini doğurmuştur. [635]

 

Çağdaş Sosyal Etkinliğin Tanımı Ve Kadının Bu Etkinlikteki Rolü

 

Müslüman için sosyal etkinlik; kollektif bir sistem içinde gerçekleşen ve sosyal hayatlarında -ki kültürel, eğitsel, sağlıksal, sportif, eğlensel, estetik alanlar., ya da fakirlere yardım etmek hepsi birdir- insanlara faydalı olacak güzel şeyleri gerçekleştirmeye yönelik her etkinliktir.

AUahu Tealanın koyduğu kurallar çerçevesinde olduğu ve salih bir ni­yetle yapıldığı sürece her sosyal etkinlik ve müslüman erkek ve kadının eğlensel faaliyetler de dahil giriştiği her insani faaliyet ibadet -yani Allah'a kulluk ve emrine boyun eğme- kapsamı içine girer. Allah (c.c.) buyurdu ki:

"Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zariyat, 56)

Hayır işleri ve kamu hizmeti alanında yapılan sosyal etkinliklerin güzel yönlerinden biri de şudur: Bu etkinlikler aracılığıyla fakirlere yapılan yar­dımlar, bireylerin sadakaları -ki bu durumda fakir, yardım yapan bireylere karşı bir minnet ve borçluluk duygusuna kapılmaktadır- biçiminde değil de, büyük müesseler tarafından ve çeşitli hizmet biçimleri altında yapıldığı için fakirin şeref ve haysiyeti korunmaktadır.

Sosyal etkinliklere iki grup insan katılmaktadır: Bunlardan ilki; etkinliği gerçekleştiren ve olabildiğince kendini, zamanını ve malını ortaya koyanlardır. Diğer grup ise; Bu etkinliklerden yararlanan ve onlarla diyalog halinde olanlardır. Burada bizim için önemli olan; veren kişiler ile alan kişi­ler arasında görülen olumlu etkileşimin önemini vurgulamaktır. Öğrenmek, gelişmek ve bir güç sahibi olmak için almayan kimseler, asla vermeyecek­lerdir. Zayıf, cahil ve aciz insanlar nasıl versinler ki? Bunun anlamı şudur: Bu gün alan pozisyonunda olan kişinin, gelecekte veren konumuna geçmesi umulur.

Hayır işleri kapısını, -gücü ve yetenekleri ne olursa olsun- her müslü­man erkek ve kadın, bir şeyler verebilecek ve ortaya koyabilecek derecede ardına kadar açmak, sosyal etkinliklerin amaçlan arasında yer alır. Aynı şekilde Peygamber (s.a.v.) döneminde -Ebu Mes'ud ensari gibi- erkeklerden, sadaka vermeleri istenirdi.Bu emir üzerine o kişi, çarşıya giderek hamallık yapardı da bir miktar hurma kazanırdı.[636] -Daha önce anlatılan Zeynep binti Cahş gibi- kadınlar da sadaka verebilmek için el emeği ile çalışırlardı.

Asıl olarak,bir işe girip çalışmak erkeğe, ev işleri de kadına özgü ol­makla birlikte sosyal etkinlikler kadınla erkek arasında müşterektir. Hatta kadının, etkinlikteki payı bir kaç itibarla erkeğinkinden daha fazladır:

a)   Kadının sosyal enerjisi, kalp inceliği ve şefkati.[637]

b)  Kimi zamanlar kadının, kendisini kuşatan şartlara uygunluğu münasebetiyle işini, sosyal etkinlik alanından seçmesi.

c) Sosyal etkinlik, topluma karşı sorumluluklarım gerçekleştirmeleri­nin ötesinde insanlarla etkileşim içine girmeleri ve yeteneklerini geliştirme­leri için ev hanımlarının önüne açılmış geniş bir alandır. Bu işin bir yönüdür. Ev işlerinden artan zamanı faydalı veya güzel, yada hem faydalı hemde güzel bir biçimde değerlendirmek de işin diğer yönünü oluşturur.

d)  Kadınlara, çocuklara ve yaşlılara sunulan hizmetlerin büyük bir bölümü, kadınların uzmanlık alam içine girmektedir.

Sosyal etkinlik yer, zaman veya faaliyet alanı çeşitliliği itibarlanyla kadının katılımını kolaylaştıracak bir takım özelliklere sahiptir. Yer itibariy­le sosyal kurumlar, kadının yaşadığı mahallede olabilir. Zaman itibariyle kadın, boş vakitleri ölçüsünde katılabilir. Faaliyet çeşitliliği itibariye ise ka­dın, bildiklerinden, malından veya hizmetten kendisine kolay geleni ortaya koyar.

Aişe (r.a.)'nin, yegane örnek olan bir kadın hakkındaki -daha önce geçen- nitelemeleri ne kadar şahanedir! Şöyle diyordu Aişe (r.a.): "Ben asla Zeynep'den daha dindar, Allah'dan daha çok korkan, daha doğru sözlü, akraba ziyaretinde daha çok bulunan, daha çok sadaka veren ve hasılı Al­lah'a yaklaşmaya vesile olan hayır işlerinde nefsini daha çok alçaltan bir kadın görmedim."30 Allah'ın bereketi üzere ve Allah yolunda yürürken çağ­daş kadının, Zeyneb'i örnek alması ve hayırlı sosyal etkinlikler alanında ça­lışması, hakkında en doğru olandır. [638]

 

Çağımızda Sosyal Etkinliklere Katılan Müslüman Kadının Uyması Gereken Şer'i Esaslar

 

Birinci esas:

Erkek gibi kadına da topluma faydalı olma çağrısı yapılmıştır. Allah (c.c.) buyurdu ki:

"Ve hayır işleyin ki umduğunuza eresiniz." (Hacc, 77)

Kadının, hem toplumuna karşı olan sorumluluğunu, hem de ev ve çocuk bakımına yönelik sorumluluğunu birlikte yürütebilmesi ve bunun yanısıra toplumun kalkınmasında üzerine düşen rolü oynayabilmesi için, bireysel, ailesel, toplumsal ve devletsel bütün zaruri organizasyonların ya­pılması gerekir. Kadının, hem toplumuna karşı olan sorumluluğunu, hem de ev ve çocuk bakımına yönelik sorumluluğunu birlikte yürütebilmesi çoğun­lukla kolay bir iştir. Nitekim sosyal etkinliğin tanımı yapılırken bu konuya işaret edilmişti.

Allah (c.c.) buyurdu ki:

"Erkek ve kadından her kim mü'min olduğu halde güzel işler yaparsa, işte öyle kimseler Cennet'e girerler ve zerre kadar haksızlığa uğra­tılmazlar." (Nisa, 124)

"Mü'min erkekler ve mü'min kadınla*,, birbirlerinin velisidirler. İyiliği emrederler, kötülükten menederler." (Tevbe)

""...İyilik ve lakva üzerinde yardımlasın..."(Maide, 2)

"Onların aralarındaki gizli konuşmalarının çoğunda hayır yoktur. Yalnız sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı yada insanların arasını düzeltmeyi emreden(in konuşması) müstesna." (Nisa, 114)

Nu'man b. Beşir (r.a.) anlatıyor: Allah'ın Rasulü (s.a.v.) buyurdu ki: Bütün mü'minleri, birbirlerine merhamette, sevgide, lütufta ve yardımlaş­mada bir tek vücud gibi görürsün. O vücudun bir organı hastalanınca, vücudun diğer kısımları da birbirlerini, hasta organın elemine-uyfajsuzlukla hararete- ortak olmaya çağırırlar.[639]

Ebu Musa anlatıyor: Allah Rasulu (s.a.v.): Mü'min mü'min için, Parçalan birbirini takviye ve tahkim eden bir bina gibidir, buyurdu. Sonra, iki elinin parmaklarını birbirine geçirdi.[640]

Cerir b. Abdullah anlatıyor:...Ben, Peygambere gelip: Müslüman olmak üzere sana bey'at edeceğim.! dedim. Şart koştuğu şeyler arasında her müslümana nasihat edip hayırhah olmak da vardı. Ben de bu şartlar üzerine bey'at ettim...[641]

Temim ed-Dari anlatıyor: Peygamber (s.a.v.): Din ancak nasihattir, buyurdu. Biz: Kim için, dedik. -Allah için, kitabı için, Rasulü için, müslümanların inıamları(Önderleri-başkanları)için ve bütün müslümanlar için.! buyurdu.[642]

Hafız İbn-i Hacer hadisle ilgili olarak şu açıklamaları yapar: "ve bütün müslümanlar için nasihat'ın anlamı: Onlara acımak,onlara faydalı olmak, kendilerine yararlı olan şeyleri onlara öğretmek ve her türlü ezayı onlardan kaldırmaktır. Ayrıca kişinin, kendisi için sevip arzuladığı şeyi onlar için de sevip arzulaması ve kendisi için hoş görmediği şeyi onlar için de hoş görmemesidir.)[643]

Abdullah b. Ömer anlatıyor: Allah'ın Rasulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: Müslüman, müslümamn kardeşidir. Müslüman müslümana zulmetmez. Müslüman müslümanı(tehlike ve musibette) terketmez. Her kim, kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını yerine getirir. Her kim, bir müslümamn bir sıkıntısını giderip onu ferahlatırsa Allah da Kıyamet gününün sıkıntılarından bir tanesini giderip onu ferahlatır. Her kim, bir müslümanı(nın ayıbım) örterse, Allah da Kıyamet gününde onu örter.[644]

Hafız İbn-i Hacer bu hadisle ilgili olarak şu açıklaman yapar: "... 'Müslüman müslümanı (tehlike ve musibette) terketmez' sözünün anlamı şudur: Ona eza ve zarar verecek kişi ve şeylerle onu yardımsız başbaşa bırakmaz. Aksine ona yardım eder ve onu savunur. Bu yardım ve savunma, şartlara göre değişir ve kimi zaman vacip, kimi zaman da mendup olur."[645]

Şu açıklamaları da ekleyebiliriz: 'Müslüman müslümanı (tehlike ve musibette) terketmez' sözünün anlamı şudur: Onu kurtarır ve helak olmakla karşı karşıya bırakmaz. Bir müslümanı, ölümcül bir hastalıktan veya zillet içinde bırakan fakirlikten veya dalalete düşürücü cehaletten veya insanı ifsad eden ataletten kurtarmak örneklerinde olduğu gibi bir çok hayır işi bu kategoriye girer.

Ebu Musa el-Eş'ari anlatıyor: Peygamber (s.a.v.): Her müslüman üze­rine sadaka vermek vaciptir, buyurdu. Sahabeler: Sadaka verecek bir şey bulamazsa?! dediler. Peygamber (s.a.v.): Elleriyle çalışır, elinin emeğiyle kazandığını, hem kendisine harcar hem de sadaka verir, buyurdu. Sahabeler: Çalışmaya gücü yetmez yahut yapmazsa? dediler. İhtiyaç sahibi bunalmışa yardım ve himaye eder, buyurdu. Böyle bir yardımı da yapamaz­sa? dediler. Peygamber (s.a.v.): Hayır ile yahut ma'ruf ile emreder, buyurdu. -Bunu da yapamazsa?! dediler. -Kötülük işlemekten sakınır. Kuşkusuz bu da, onun için sadakadır, buyurdu.[646]

Ebu Hureyre anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: İçinde güneşin doğmakta olduğu her günün gündüzünde, insan bedenindeki her bir eklem(in sağladığı hareket kolaylığı)üzerine bir sadaka vardır. İki (hasım) kişi arasında adaletle hükmetmek bir sadakadır. Hayvanına binmek veya eşyasını yüklemek isteyen kimseye yardım edip eşyasını yüklemek ve onu hayvanına bindirmek de bir sadakadır. Namaza giderken kişinin attığı her bir adım da onun için bir sadakadır. Gelip geçene eza veren yoldaki bir şeyi gidermek de bir sadakadır.[647]

Ebu Zer anlatıyor: Ben Peygamber'e (s.a.v.): Hangi amel daha faziletli­dir? diye sordum. Peygamber (s.a.v.): Allah'a iman ve Allah yolunda cihad, buyurdu. Ben: Esir veya kölelerin hangisini azat etmek daha faziletlidir? diye sordum. -Fiyatı en pahalı ve sahipleri katında en kıymetli olanı, buyurdu. Ben: Köle azat edemezsem?! diye sordum. Peygamber (s.a.v.): Fakir veya ailesinden ayrı olana yahut beceriksiz iş bilmez kimseye iş yapı­verirsin, buyurdu. Ben: Eğer bu yardımı da yapamazsam? dedim. Peygamber (s.a.v.): İnsanlara kötülük yapmaktan sakınırsın. Şüphe yok ki bu da, kendine yapmakta olduğun bir sadakadır.[648]

Abdullah b. Amr anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.) buyurdu ki: Kırk has­let vardır ki, bunların en yükseği sağımlı keçi menihasıdır. Hayır severlerden bir kişi bu kırk hasletten birini, onun sevabını umarak ve va'd olunan ecrine inanarak işlerse muhakkak Allah(cc) bu haslet sahibini, bu iyiliği sebebiyle Cennet'e girdirir.[649]

Enes (r.a.) anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: Bir müslüman bir ağaç diker, bir ekin eker de onun mahsûlünden herhangi bir kuş, bir insan veya bir hayvan yerse bu, (o ağacı diken yahut eken müslü­man için) mutlaka bir sadaka olmuştur, dedi..[650]

Ebu Hureyre anlatıyor: Peygamber (s.a.v.): İman yetmiş küsur şu'bedir. Onun en efdali; La İlahe İllallah sözüdür. En aşağı derecesi; eziyet verecek şeyleri yoldan uzaklaştırmaktır. Utanmak da imandan bir şu'bedir, buyurdu.[651]

Ebu Hureyre anlatıyor: Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: Bir adam yolda yürürken yol üzerinde bir diken dalı buldu ve onu yoldan aldı. Bundan dolayı Allah o kulu övdü -yahut bu amelini kabul etti- de onu bağışladı.[652]

Ebu Hureyre anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: Bir adam yolda yürürken susuzluk kendisine şiddetle bastı. Hemen bir kuyuya indi ve suyundan içti. Sonra kuyudan çıktı.Kuyunun ağzında susuzluktan dilini çıkarmış soluyan ve susuzluktan yaş toprağı yiyen bir köpekle karşılaştı. Yolcu adam kendi kendine: Beni kavuran hararet ve susuzluğun benzeri bu hayvanı da kavurmaktadır, dedi ve derhal kuyuya indi. Ayakkabısına su doldurdu. Sonra kuyudan çıkmak için ayakkabısını ağzına aldı.Tırmanarak kuyudan çıktı ve köpeğe su verdi. Bu davranışından dolayı Allah o kulunu övdü ve onu mağfiret eyledi. Sahabeler: Ya Rasulullah, hayvanları sulamakta da mı bize ecir var? dediler. Allah Rasulü (s.a.v.): Her yaş ciğer sahibini sulamakta ecir vardır, buyurdu.[653]

Ebu Hureyre anlatıyor: Peygamber (sav) şöyle buyurdu: Susuzluktan ölmek üzere olan bir köpek, bir kuyunun etrafında dönüp dolaştığı bir sırada onu, İsrail oğulları fahişelerinden bir kadın gördü. Hemen ayakkabısını çıkardı ve onunla köpeğe su içirdi. İşte bu davranışı sebebiyle o fahişenin günahları bağışlandı.[654]

Adiy b. Hatim anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: Muhakkak Allah (c.c), hiçbir kimse müstesna olmamak üzere fert fert bütün insanlarla -aralarında hiçbir tercüman olmaksızın- konuşacaktır. O kimse sağına bakar, önceden gönderdiği amelinden başka bir şey göremez. Soluna bakar, önceden gönderdiği amelinden başka bir şey göremez. Önüne bakar, karşısında ateşten başka bir şey göremez. Onun için sizler şimdiden, bir tek hurmanın yarısıyla olsun ateşten korunun! (Bir diğer rivayette [655]: Bunu da bulamayan, bir güzel sözle olsun ateşten korunsun!)[656]

Not: Her ne kadar geneli, erkeklere hitap eden cümlelerle söylenmiş olsa da bu nasslar, bütün erkek ve kadınları kapsamına alır. İkinci esas:

Hayır işlemek -ve aynı şekilde hayırda yardımlaşmak- tüm hallerde menduptur. Nevar ki, bazen farz-ı ayın ve bazen de farz-ı kifaye olur. Bilinçli müslüman kadın, sosyal sahada kadınlara farz-ı kifaye olan, uygun alanlara yönelmelidir. Kadın ve kızların, erkek çocukların ve özellikle de yetimlerin bakım ve gözetimi bu alanlardan bazılarıdır.

Bütün hallerde mendup hayır işleme ve insanlara iyilik etme; her top­lumda, hayırseverlerin içtihadına bırakılmış geniş bir alandır. Birinci esası sunarken hayır işleme ve insanlara iyilik etmeyi konu edinen bir çok örneği nasslanyla birlikte verdik. Ayrıca yukarıdaki paragraflarda, Peygamber (s.a.v.) döneminde müslüman kadının sosyal etkinliklere katılımına ilişkin kanıtları da sunduk.

Kadının, hayırlı sosyal etkinliklere katılması ve vaktini, emeğini bu uğurda sarfetmesi mendup olduğu gibi mal sahibi ise malından, değilse ko­casının malından -kocasının bilgisi ve hoşnutluğu altında- harcamalarda bulunması da menduptur,

Esma (r.a.) anlatıyor: Ben: -Ya Rasulullah, benim hiçbir malım yok-tur.Bütün mal varlığım, kocam Zübeyr'in bana verdiği mallardan ibarettir. Ben bu mallardan sadaka vereyim mi?! dedim. Allah Rasulu (s.a.v.): Sadaka ver. Parayı kese içine koyup saklama (cimrilik yapma) ! Sonra sana karşı da saklanır! buyurdu. (Bir diğer rivayette [657]: Az olsa da gücün yettiği kadar ver! buyurdu.)[658]

Aişe (r.a.) anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: Kadın evinin yiyeceğinden, aile dirliğini bozmayacak şekilde infak ve ikram ettiğinde kadın için infak sevabı; kocası için de malı çalışıp kazanma sevabı vardır.[659]

Sosyal etkinlik alanındaki farz-ı kifayelerle ilgili olarak insanı üzen bir gerçeklik vardır ki o da, geri kalmış toplumlarda bu farzı kifayelerin yitiril-mesidir. Şöyle ki, beri yanda sarfetme ve verme ruhu zayıflarken, insanlık duyguları kaybolurken, diğer yanda ihtiyaçlar şiddetlenir ve zaruretler artar. Kalkınmanın yollarını araştıran toplumumuz, toplumun zaruretlerinin öte­sinde, ihtiyaçları karşısındaki şer'i sorumluluğunun bilincine ermiş kadın-erkek bireylere ne kadar da muhtaçtır. Bu ihtiyaçlar giderilmez ve bu zaru­retler gerçekleştirilmezse, kadın erkek hepimiz, geri kalmışlık suçuna ortak oluruz. Müslüman toplumun ihya edilmesi ve ilerlemesi yolunda üzerimize düşen cihad görevinden yani, Allah yolunda cihad yapılan çeşitlerinden birini yerine getirmekten kaçmış oluruz. Ve tabi Kıyamet günü Allah, kadın erkek hepimize bunun hesabını soracaktır. Kişi bazen farz-ı kifayeler hak­kındaki dini sorgulamalardan kaçabilir. Bu ise, bir çok kadının, içinde yaşa­dığı uzlet surlarının neden olduğu cehalet sebebiyle gerçekleşir. Kimi za­manlar bu cehalet, toplumsal zaruret ve ihtiyaçların tabiatını ve bunların getireceği bela ve musibetleri bilmemek şeklinde olur. Kimi zamanlar ise bu, zaruret ve ihtiyaçların çözüm yollarını bilmemek biçiminde olur. Bu iki halde de nihai sonuç, sorumluluk ve farzlardan kaçmak dışında bir şey ol­maz. Sonra şüphe yok ki farz-ı kifayeler, farz olduğunu bilen, önemini idrak eden ve yapabilecek durumda olan insanlar için farz-ı ayın haline dönüşür. Aynı şekilde asıl olarak, sadece erkeklere yönelik olan bazı farzlar, toplumun düşüklüğü ve bilinçli gayretli erkeklerin azlığı gibi sebeblerle, Allah 'in kendilerine bilinç ve güç verdiği kadınlara da yönelik farzlar haline dönüşür. Farz-ı kifayelerin yerine getirilmesi konusunda gösterilecek ihmalkarlık ve kusurlu davranmanın tehlikeli oluşu ile ilgili olarak, Kadının İş Hayatına Atılması bölümü, onuncu esasta görüşlerini sunduğumuz İ-mam'ül Haremeyn İmam Cüveyni'nin sözlerine bakınız.

Üçüncü esas:

Kendisi için bir hayrı gerçekleştiriyor ve aklen, ruhen, sosyal olarak şahsiyetini geliştiriyorsa, kadının sosyal etkinlikte bulunması mendup olur.

Allah (c.c.) buyurdu ki:

"Sizin evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah latiftir, habirdir." (Ahzab, 34)

Aişe (r.a.) anlatıyor: Ramazanın son on günü girince Peygamber (s.a.v.) izannı sağlamca bağlar, gecesini (ibadetle) ihya eder, ailesini de (ibadet için) uyandırırdı.52

Âyet-i kerime Kur'an okumak, âyetleri üzerinde çalışmak, ilim ve hik­metle azıklanmak gibi yollarla kadının, şahsiyetini geliştirmek için yapması gereken şeylere işaret etmektedir. Hadis ise, kadınların, Ramazan gecelerini Özellikle de son on gecesini ihya eden erkeklere katılmaları konusunu işle­mektedir. Beşinci bölümde, kadının mescide katılması konusu daha önce ele alındı. Kadının, ibadetsel ve kültürel etkinliklere katılım yoluyla şahsiyetini geliştirmek için nasıl gayret gösterdiğini, mescidde nasıl itikafa girdiğini ve Cuma namazlarına ek olarak teravih ve güneş tutulması namazlarına nasıl katıldıklarını gördük.

Müslüman kadının şahsiyetinin gelişmesinde Cuma namazının, namaza katılan mü'min erkek ve kadınlara haftalık^ruhi,akli ve sosyal bir gıda olması ve büyük önemine rağmen kadınların bu namaza gelmekte ih­malkar davranmaları gerçekliklerine bakarak; Cuma namazının kadına mendup olduğunu vurgulayan kanıtlan, bir parça detaylıca sunmak hususu üzerinde önemle durmak istiyoruz. Cuma namazı, -yeni anlatımla- düzenli bir biçimde yapılan sosyal bir etkinliktir. Kadının kalb ve aklının uyandınl-masi ve uzletinden çıkartılması hususlarında büyük bir rol oynayabilir. Cuma hutbesinde -etkili Öğütler vermenin yanı sıra- insanların ekonomik, sosyal ve siyasal sorunları ve İslam aleminin meseleleri üzerinde önemle durulduğu zamanlar, Cuma namazı kadına bir bilinç ve olgunluk kazandıra­bilir.

Gelen bölümde, geçmiş dönemlerde yaşamış bazı fakihlerin, kadının uzletini ve Cuma namazına katılmamasını tercih eden görüşlerini sunaca­ğız. Ayrıca kadınların, Cuma namazına katılmalarının mendup olduğu gö­rüşünü destekleyen hadisleri ve alimlerin açıklamalarını da vereceğiz. Doğruluğunda kimsenin şüphe etmediği ve tartışmasız herkesin kabul ettiği kimi akli ve şer'i esasları da aktaracağız.

a) İmam Nevevi, Mecmu 'u Şerh-i Mühezzeb adlı kitapta şunları söylü­yor: "Ashabımız şöyle dedi: Cuma namazına gelmemekte iki grup insan

Şüphesiz Allah latiftir, habirdir." (Ahzab, 34)

Aişe (r.a.) anlatıyor: Ramazanın son on günü girince Peygamber iv.) izannı sağlamca bağlar, gecesini (ibadetle) ihya eder, ailesini de net için) uyandırırdı.[660]

Âyet-i kerime Kur'an okumak, âyetleri üzerinde çalışmak, ilim ve hik-! azıklanmak gibi yollarla kadının, şahsiyetini geliştirmek için yapması ten şeylere işaret etmektedir. Hadis ise, kadınların, Ramazan gecelerini likle de son on gecesini ihya eden erkeklere katılmaları konusunu işle-tedir. Beşinci bölümde, kadının mescide katılması konusu daha önce ele lı. Kadının, ibadetsel ve kültürel etkinliklere katılım yoluyla şahsiyetini tirmek için nasıl gayret gösterdiğini, mescidde nasıl itikafa girdiğini ve la namazlarına ek olarak teravih ve güneş tutulması namazlarına nasıl Ilıklarını gördük.

Müslüman kadının şahsiyetinin gelişmesinde Cuma namazının, aza katılan mü'min erkek ve kadınlara haftalık^ ruhi,akli ve sosyal bir olması ve büyük önemine rağmen kadınların bu namaza gelmekte ih-ar davranmaları gerçekliklerine bakarak; Cuma namazının kadına lup olduğunu vurgulayan kanıtlan, bir parça detaylıca sunmak hususu nde önemle durmak istiyoruz. Cuma namazı, -yeni anlatımla- düzenli çimde yapılan sosyal bir etkinliktir. Kadının kalb ve aklının uyandınl-ve uzletinden çıkartılması hususlarında büyük bir rol oynayabilir. » hutbesinde -etkili Öğütler vermenin yanı sıra- insanların ekonomik, ve siyasal sorunları ve İslam aleminin meseleleri üzerinde önemle [iuğu zamanlar, Cuma namazı kadına bir bilinç ve olgunluk kazandıra-

îelen bölümde, geçmiş dönemlerde yaşamış bazı fakihlerin, kadının ıi ve Cuma namazına katılmamasını tercih eden görüşlerini sunaca-yrıca kadınların, Cuma namazına katılmalarının mendup olduğu gö-ı destekleyen hadisleri ve alimlerin açıklamalarım da vereceğiz, luğunda kimsenin şüphe etmediği ve tartışmasız herkesin kabul ettiği kli ve şer'i esasları da aktaracağız.

imam Nevevi, Mecmu'u Şerh-i Mühezzeb adlı kitapta şunları söylü-\shabımız şöyle dedi: Cuma namazına gelmemekte iki grup insan özürlüdür: Birinci grup; özrünün yok olup Cuma'nın kendisine farz olması umulan köle, hasta, yolcu vb. kişilerdir. Öğle namazını,Cuma namazı kılınmadan kılabilirler. Fakat efdal olan, Cuma namazı kılınamayacak bir vakte kadar geciktirmeleridir... İkinci grup; kadın kötürüm kimse gibi özrünün yok olmaması umulan kişilerdir. Bunlarla ilgili iki görüş vardır: En doğru görüş... Vakit başı faziletini korumak için, öğle namazını geciktirme-yip vaktin başında kılmaları müstehabtır. İkinci görüş ise şöyledir: Birinci gruptaki insanlar gibi Öğle namazını, Cuma namazının vakti geçinceye kadar geciktirmeleri müstehab olur. Çünkü bunlar, Cuma namazına gayret­lidirler. Ve çünkü Cuma, kamil insanların namazıdır. Bu yüzden Cuma'nın öne alınması müstehabdır... Ashabımız şöyle dedi: Her ne kadar öğle nama­zını kılmış ise de özürlü kimsenin, daha kamil bir namaz olduğu için Cuma'ya gelmesi müstehabdır... Köle, kadın, yolcu vb. özürlülere farz olan namaz öğle namazıdır. Cuma vaktinde öğle namazını   kılmışlarsa, namazları tamamdır. Öğle namazını kümayıp Cuma namazını kılmışlarsa, bu namaz, icma' (alimlerin ittifakı) ile onlar için yeterlidir... Eğer denirse ki,üzerlerine farz olan öğle namazı dört rekattır. Nasıl olur da iki rekatlık Cuma namazı ile bu farz onlardan düşer? Bunu cevabı şudur: Her ne kadar iki rekat olsa da Cuma namazı, kuşkusuz Öğle namazından daha kamildir. Bu yüzden kamil insanlara farz olmuştur. Özürlüden ise, bir hafifletme olması için düşmüştür. Eğer özürlü onu kılacak olsa bu, onun için çok daha iyi olur ve ona yeter. Nitekim musannif de, ayakta namaz kılan hasta ve meste mesh etmeyip ayaklarını yıkayan abdestli kimse hakkında bu görüşü dile getirir..."[661]

Bunlar, Cuma namazına katılmamakta özürlü olan insanlara ilişkin hükümlerdir. Fakat el-Muhezzeb adlı kitabın müellifi Şirazi ve el-Mecmu' un müellifi İmam Nevevi, genç kadını ve erkekler tarafından arzulanan ol­gun kadını bu hükümler dışında tuttular. Ve şöyle dediler: Diğer vakit na­mazlarına gelmeleri mekruh olan bu iki grup insanın, aynı şekilde Cuma na­mazına gelmeleri de mekruhtur. el-Mühezzeb müellfînin delili, Peygamber (s.a.v.)'den rivayet edilen şu hadistir: Peygamber (s.a.v.), "eskimiş mestleri içindeki kocakarı hariç kadınları, mescide çıkmaktan menetti." ...İmam Ne­vevi hadisin şerhinde şöyle demektedir: 'Eskimiş mestleri içindeki kocakarı1 hadisi garib bir hadistir. Beyhaki bu hadisi zayıf bir senedle, İbn-i Mes'ud'dan mevkuf olarak rivayet eder: İbn-i Mes'ud şöyle dedi: "Eskimiş Sosyal etkinliklerde uyması gereken esaslar mestleri içindeki kocakarı müstesna hiç bir kadın, Mekke ve Medine mes-cidleri hariç hiç bir yerde, evinde kıldığı namazdan daha faziletli bir namaz kılmamıştır."[662]

Nevevi'nin bu açıklamaları, söz konusu hadisin delil olarak alınamaya­cağı konusunda yeterlidir. Biz de diyoruz ki, Beyhaki'nin rivayet ettiği mev­kuf hadis, kadının mescide gitmekten men edildiğine dair hiç bir yasaklama içermemekte, sadece, evinde kıldığı namazın faziletini konu edinmektedir. El-Mecmu' müellifinin delili, Aişe (r.a.)'den rivayet edilen şu hadistir: "Allah Rasulii (s.a.v.), şimdiki kadınların ihdas ettikleri (fazla süslen­me...vb.) şeylere erişmiş olsaydı, îsrailoğullan kadınlarının (mescide) gitmekten men edildikleri gibi bu kadınları da (Müslim'in rivayetinde: Mescide gitmekten) men ederdi."[663]

Söz konusu hadisin delil olarak alınabileceği konusunda ise, Hanbeli mezhebi imamlarından İbn-i Kudame'nin açıklamalarıyla yetineceğiz: Allah Rasulü (s.a.v.)'nün sünneti uyulmaya daha layıktır. Hz. Aişe'nin sözü ise, bütün kadınlar hakkında değil, (fazla süslenme...vb. Peygamber döne­minde olmayan şeyleri) ihdas eden kadınlara özgü söylenmiştir. Bu tip kadınların, (mescide) çıkmalarının mekruh olduğunda kuşku yoktur.[664]

İbn-ı Kudame'nin açıklamalarına ek olarak biz de diyoruz ki; Hz. Aişe'nin sözü, (fazla süslenme...vb. Peygamber döneminde olmayan şeyle­ri) ihdas eden kadınlara yönelik bir yasaklama olarak gelmiştir. Asla, Peygamber (s.a.v.)'in: "Kadınların, mescitlerden nasiblerini almalarını en­gellemeyin..'" hadisini de nesh etmez. İlim ve fazilette hangi dereceye ulaş­mış olursa olsun normal bir insanın sözü, Peygamber (s.a.v.)'in sünnetini nesh edebilir mi?!

Kadını, Cuma namazına katılmamakta özürlü insanlar dışında tutan delilleri çürüten bu açıklamalardan sonra öyle sanıyoruz ki, bu konuda erkeklere uygulanan hükümler kadınlara da uygulanabilir, Bu hükümler ise ' özetle şöyledir: Özürlü insanın Cuma namazına katılması müstehabtır. Her ne kadar iki rekat olsa da hiç kuşkusuz Cuma namazı, Öğle namazından daha kamildir. Bu yüzden sadece kamil insanlara farz olmuş ve İmam Nevevi'nin ifadesiyle bir hafifletme olması için veya İbn-i Abd'il Berr'in[665] dediği gibi bir ruhsat ve genişlik olması için Özürlülerden farziyeti düşmüştür. Ancak, kılması daha güzeldir.

Bu anlamda İmam Serahsi, el-Mebsut adlı kitabında şunları söylüyor: "Yolcu, köle, kadın ve hasta Cuma namazında hazır bulunurlar ve Cuma namazını kılarlarsa, Hasan (r.a.)'dan rivayet edilen şu hadise istinaden caiz olur: "Kadınlar, Allah resulü ile beraber Cuma namazı kılarlardı da onlara: 'koku sürünmüş olarak mescide gelmeyin!' denirdi." Çünkü, yukarıda sayılan insanlardan Cuma namazını kılmak için mescide koşma farziyetinin düşmesi, namazda olan bir anlam sebebiyle değildir. Bilakis, zorluk ve sıkıntı (yani, zorluk ve sıkıntının kaldırılması) sebebiyledir. Eğer bu zorluk ve sıkıntıya tahammül edebilirlerlerse diğer insanlarla birlikte Cuma namazını kılarlar.[666]

b) Abdullah b. Ömer anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.) buyurdu ki: "Cumaya gelen her erkek ve kadın yıkansın.![667] Bu hadis, kadınların, Cuma namazına gelmelerinin meşru olduğunu söylemektedir. Nitekim Umrete bint-i Abdurrahman'ın kız kardeşi şöyle demektedir: "Kaf ve'1-Kur'an'il Mecid sûresini, her Cuma namazında minberde bu sûreyi okuyan, Allah Ra-sulü(s.a.v.)'nün ağzından dinleyerek öğrendim."[668]Bu hadis de, Peygamber (s.a.v.) döneminde kadınların, cuma namazına geldiklerini bildirmektedir. Rivayet edilen bir diğer hadiste Allah Rasulü (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Dört kişi hariç, cemaatle cuma namazı kılmak her müslüman üzerine vacip bir haktır. Bu dört kişi: Köle, kadın, çocuk ve hastadır."[669] Bu hadis de, cuma namazının kadınlara farz olmadığını belirtmektedir. İmam Malik'den şöyle dediği nakledildi: "Erkekler dışında Cuma namazına gelenler, eğer bir fazilet elde etmek amacıyla geliyorlarsa, onların da yıkanmaları ve cumanın diğer adablarım yerine getirmeleri gerekir."[670] Bu hadis ise, kadının, cumaya katılarak elde edebileceği bir faziletin var olduğunu söylemektedir.

c) Cuma namazı kadınlara farz kılınmamış ama katılmalarına izin verilmiştir. Kadınlar, Peygamber (s.a.v.) zamanında cumaya katılıyorlardı. Ayrıca kadınlar, Cuma namazına katılarak fazilet elde etmek de isteyebilir­ler. Bu fazileti ise ancak, mü'min erkeklerle mü'min hanımların Cuma namazında bir araya gelerek hayır üzerine yardımlaşmaları ve ayrıca cuma hutbesini, anlatılan Öğüt ve bilgileri dinlemeleri ve okunan Kur'an'ı dinle­mek için susmaları ile elde ederler. Eğer bu böyle ise, kadınların Cuma namazına katılmalarının mendup olacağını söyleyebiliriz. Bir kaç itibarla bu mendup oluş daha belirginleşir. Söz konusu itibarların bazıları şunlardır: Sari' Teala'nın belirttiği gibi erkek, her Cuma Öğüt dinlemeye ihtiyaç duyuyorsa, kadın bu öğüte erkekten daha az muhtaç değildir. Kim bilir belki de öğütle birlikte, çözümü için karşılıklı yardımlaşmaya gereksinim duyu­lan bir sosyal problem veya dikkat edilmesi gereken bir siyasi sorun günde­me getirilecektir.

Kadın, Öğüte daha az muhtaç olmamasına rağmen,bir sürü Cuma namazları gelir geçer de hayız, lohusalık veya bebek bakımı ve ev işleri gibi sebeblerle Cuma namazlarına katılamaz ve muhtaç olduğu bir çok hayırdan mahrum olur.

Allah Rasulü (s.a.v.), kadınlara ve bakire genç kızlara bayram namazla­rına katılmalarını emretmiş ve bu emrini ısrarla vurgulamıştır. Cuma namazı da bayram namazının kimi Özelliklerim yapısında taşır ve her iki namaz benzer özelliklere sahiptir. Cuma namazında da bir hutbe vardır ve büyük bir müslüman kitle katılır. Cuma namazına bir tür ikram vardır ki Cuma, İslam şeriatında bir önemi vardır. Bütün bu sebeblerden ötürü Cuma namazı, beş vakit namaz ile bayram namazı arasında orta bir yerde bulunur.

Öyle anlaşılıyor ki, hikmet sahibi Allahu Teala, bir hafifletme olması i-çin kadına Cuma namazını farz kılmamıştır. Fakat hiç kuşku yok ki, yukarıda geçen itibarlar sebebiyle kadının, Cuma namazına gelmesi ısrarla istenen bir durumdur. Bu ısrar, kadının kendisinden, kocasından veya veli­sinden gelmeli ve herkes bu hayrı gerçekleştirmek için yardımlaşmahdır.

Dördüncü esas:

Temiz, helal sınırlar çerçevesinde güzel bir şekilde vakit geçirmeyi sağlıyor ise kadının, eğlence sosyal etkinliklerde bulunması mubahtır. Eğer bu etkinlikler, çeşitli sorumluluklarını en güzel biçimde yerine getirmesine yardım ediyorsa bu durumda kadın için, bu tür etkinliklerde bulunmak mendup olur.

Mescid içinde ve/veya dışında kadının, eğlensel etkinliklere katılması­nı konu edinen, Allah Rasulü'nün (s.a.v.) sünnet'inden alınma bir takım pratikleri daha önce verdik. Beşinci esas:

Erkek ve kız çocukların, insanlar için faydalı olacak bir hayırlı sosyal etkinliği yapabilecek şekilde eğitilmeleri hususu da,bu çocukların eğitim programlarına konmalarıdır. Genç erkek ve kızlar »insanlara verebilecekleri bir şeylere sahip oldukları sürece, Allah huzurunda, sorumluluklarının aile sınırlarını aşıp müslüman topluma uzandığı yönünde yönlendirilmelidirler.

Bu hedefin gerçekleşmesi için, eğitim programının şu üç yönü kapsaması gerekir:

a)  Kimi ana hatlarını, birinci esasta verdiğimiz nassların çizdiği, kötülüklerden engelleyici ahlâk duygusunun gönüllere yerleştirilmesi ve geliştirilmesi.

b) Yerel toplumun ve ihtiyaçlarının araştırılıp incelenmesi.

c) Çocuğun iki alanda, toplum hizmeti üzerine pratik olarak eğitilmesi (staj): Okul etkinlikleri aracılığıyla okul toplumu alanında ve mahalli çevrede bulunan kamu kurumları aracılığıyla da genel toplum alanında eğitilmesi.

Altıncı esas:

Kadın, bütün vaktini değerlendirmeli, toplum için yararlı bir öğe olma­lıdır. Hayatının hiç bir döneminde atıl kalmaya razı olmamalıdır. Ev işlerin­den arta kalan zamanını, salih ameller yapmak suretiyle değerlendirmelidir. Sosyal etkinlik sahası ise, bir çok salih ameli bünyesinde taşıyan geniş bir alandır.

El- Muhelleb bu konuda şöyle demektedir: "...Kadın, kocasına zarar vermemek ve kocasını görevlerini yapmaktan alıkoymamak üzere, farzlar dışında kalan kimi 'ibadetleri' kocasının izni olmadan yapabilir. Koca karısının, kendisinden izin almadan başladığı bir ibadetini bozamaz.[671]

Yedinci esas:

Kadın, mendup sosyal etkinliklerde bulunur da etkinlikler kendisine baskın gelirse, kocanın hanımına ev işlerinde yardımcı olması mendup olur.

Etkinliğin vacip olması halinde ise kocanın, hanımına yardımcı olması vacip olur.

Kadının iş hayatına ilişkin sekizinci esası sunarken bu konu ile ilgili delilleri vermiştik. Koca, hanımının, yaptığı sosyal etkinlikten aldığı ecre ortak olur. Teşviki ve yardımı oranında da ecri artar.

Allah Rasulü'nden (s.a.v.) rivayet edilen hadisi az Önce nakletmiştik: "Kadın, evinin yiyeceğinden, aile dirliğini bozmayacak şekilde infak ve ikram ettiğinde kadın için infak sevabı; kocası için de malı çalışıp kazanma sevabı vardır."[672]

Hadiste anlatılanlara kıyasen diyoruz ki: Kadın, hayırlı sosyal etkinlik­lere katılıp, eve harcaması gereken zamanın bir kısmını -aile dirliğini boz­mayacak şekilde- bu alanda sarfettiğinde, kadın için etkinlikte bulunma ecri; kocası için de bir yönden ev idaresi ve eve infak ecri diğer yönden ise, hanımının evde bulunmayışına sabretme ecri vardır. Sekizinci esas:

Müslüman toplum, kadının, ailesine karşı sorumluluğunun yanı sıra toplumuna karşı sorumluluğunu eksiksiz olarak yerine getirmesine yardım edecek araçları hazırlarken dayanışır.

Allah(c.c) buyurdu ki:

"Mü'min erkekler ve mii'min kadınlar birbirlerinin velisidirler."

Nu'man b. Beşir (r.a.) anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.) buyurdu ki: Bütün mü'minleri, birbirlerine merhamette, sevgide, lütufta ve yardımlaş­mada bir tek vücud gibi görürsün. O vücudun bir organı hastalanınca, vücudun diğer organları da birbirlerini, hasta organın elemine-uykusuzlukla hararete- ortak olmaya çağırırlar.[673]

Fertleri ve halk kurumlarıyla müslüman toplum, birbirine karşı merha­metli ve şefkatlidir. İyi İnsanların, bu konuda birbirlerini olumlu rol oyna­maya davet ve tavsiye etmeleri gerekir. Şöyle ki:

a) Kadının önünde, türü ve miktan ne olursa olsun, imkan Ölçüsünde topluma hizmet edebileceği çeşitli yeni ufukların açılması için her mahal] de, yeterince sosyal kurumun ki, salt kadınlara özgü veya erkeklerle müşi rek olması Önemli değildir- açılması.

b) Topluma hizmette üzerine düşeni yapması hususunda kadının teşv edilmesi. Bu ise, her türlü medya araç ve eğitim programının kullanılara kadının görev ve sorumluluklarının anlatılması ve kadının, görevlerini yeı ne getirmeye teşvik edilmesi ile olur.

c) Kültürel, sportif, sıhhi ve kooperatifsel... vb. değişik sosyal etkinli] lerden yararlanmak için, bütün kadınların sosyal kurumlara gidip gelme) teşvik edilmesi.

d) Erkeklerin, sosyal etkinliklere katılan kadınlara, faaliyetlerinde ya dımcı olmaya çağınlmalan.

Dokuzuncu esas:

Müslüman hükümet, hayırlı sosyal etkinliklere katılma hususunda ki dini yönlendirmek ve teşvik etmekle yükümlüdür.

Abdullah b. Ömer (r.a.) anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.) buyurdu ki: He biriniz birer çobandır ve elinin altındakilerden sorumludur. İnsanlar üzerin de bulunan devlet başkanı da bir çobandır ve o da idaresi altında buluna; insanlardan sorumludur...[674]

Bu sorumluluğu, bir kaç yolla gerçekleştirmek mümkündür. Bazıların aşağıya alıyoruz:

a) Devletin basın yayın araçları kullanılarak kadınların, salt hanımlar. özgü sosyal kurumlar açarak veya mevcut derneklerin faaliyetlerine cidd bir şekilde katılarak, toplumun kalkınmasında pay sahibi olmaya teşvik edil meleri.

b) Kültürel, sportif ve sosyal etkinliklerin çeşitli yönleri için sosyal ku­rumların açılışının kolaylaştırılması. Bu kurumların, yalnızca hanımlara öz­gü olması veya kadınların da aktif bir biçimde faaliyetlerine katılabilecekle­ri türden kurumlar olması arasında fark yoktur. Ayrıca, bu kurumlara, işlevlerini yapabilmeleri için her türlü maddi ve manevi yardımın sunulma­sı.

c) Devlet kurumlarında çalışan işçi kadının, sosyal etkinliklere katıltopluma hizmet edebileceği çeşitli yeni ufukların açılması için her mahalle­de, yeterince sosyal kurumun ki, salt kadınlara özgü veya erkeklerle müşte­rek olması önemli değildir- açılması.

b) Topluma hizmette üzerine düşeni yapması hususunda kadının teşvik edilmesi. Bu ise, her türlü medya araç ve eğitim programının kullanılarak, kadının görev ve sorumluluklarının anlatılması ve kadının, görevlerini yeri­ne getirmeye teşvik edilmesi ile olur.

c) Kültürel, sportif, sıhhi ve kooperatifsel... vb. değişik sosyal etkinlik­lerden yararlanmak için, bütün kadınların sosyal kurumlara gidip gelmeye teşvik edilmesi.

d) Erkeklerin, sosyal etkinliklere katılan kadınlara, faaliyetlerinde yar­dımcı olmaya çağırılmalan.

Dokuzuncu esas:

Müslüman hükümet, hayırlı sosyal etkinliklere katılma hususunda ka­dını yönlendirmek ve teşvik etmekle yükümlüdür.

Abdullah b. Ömer (r.a.) anlatıyor: Allah Rasulü (s.a.v.) buyurdu ki: Her biriniz birer çobandır ve elinin altındakilerden sorumludur. İnsanlar üzerin­de bulunan devlet başkanı da bir çobandır ve o da idaresi altında bulunan insanlardan sorumludur...

Bu sorumluluğu, bir kaç yolla gerçekleştirmek mümkündür. Bazılarını aşağıya alıyoruz:

a) Devletin basın yayın araçları kullanılarak kadınların, salt hanımlara özgü sosyal kurumlar açarak veya mevcut derneklerin faaliyetlerine ciddi bir şekilde katılarak, toplumun kalkınmasında pay sahibi olmaya teşvik edil­meleri.

b) Kültürel, sportif ve sosyal etkinliklerin çeşitli yönleri için sosyal ku­rumların açılışının kolaylaştırılması. Bu kurumların, yalnızca hanımlara öz­gü olması veya kadınların da aktif bir biçimde faaliyetlerine katılabilecekle­ri türden kurumlar olması arasında fark yoktur. Ayrıca, bu kurumlara, işlevlerini yapabilmeleri için her türlü maddi ve manevi yardımın sunulma­sı.

c) Devlet kurumlarında çalışan işçi kadının, sosyal etkinliklere katılmaya teşvik edilmesi. Kadının bu katılımı, mesai saatinin azaltılması veya sosyal kurumların birinde önemli bir görev üstlendiğinde kadına, okul tatillerine denk sosyal izinlerin verilmesi ile gerçekleşir.

Onuncu esas:

Kadının yaptığı sosyal etkinlik, erkeklerle bir araya gelmeyi gerektirdi­ği durumlarda bütün erkek ve kadınların, daha önce özel bir bölüm halinde sunulan birlikte bulunma adabı m gözetmeleri gerekir. Burada, bu adap ku­rallarının bazılarını yeniden hatırlatalım: Vakarlı bir şekilde örtünmek, gözleri bakılması yasak olandan çevirmek, başbaşa yalnız kalmaktan (halvet), aşın kalabalıkta sıkışmaktan ve töhmet yerlerinden kaçınmak..

Mevcut iş kurumlarında bu adab kurallarının bazıları terkedildiğinde, kurumların gerçekleştirdiği maslahatlardan vazgeçerek, müslüman kadın­dan, bu kurumlarda asla çalışmamasını isteyebilir miyiz? Yoksa, İslami a-dab kurallarının tamamının yerine getirilmesi için hikmetlice çalışarak, bu maslahattan gözetmek mi daha iyidir?

Usul kuralları, mefsedetleri uzaklaştırırken ihtiyaç ve maslahatları değerlendirmenin vacip olduğuna hükmeder. İbn~i Teymiyye bu konuda şunları söylüyor:

Yalnızca yasaklamayı gerektiren mefsedetin büyüklüğüne ve şiddetine bakılmaz. Bununla birlikte cevazı, hatta müstehablığı ve hatta vacipliği gerektiren ihtiyaca da dikkat edilmesi gerekir.[675]

Mefsedetlere kapı açması korkusuyla yasaklanan bir şey, daha ağır basan bir maslahatın gerçekleşmesi için yapılır... Nitekim, şer'an yabancı bir kadınla başbaşa yalnız kalmak, onunla yolculuk etmek ve ona bakmak, fesada neden olduğu için yasaklanmıştır. Bu yüzden yanında kocası veya bir mahremi olmaksızın yolculuk yapmaktan men edilmiştir... Yolculuktan, başka bir sebeble değil sadece mefsedete ilettiği için, alıkonulmuştur. Kadının yapacağı yolculuk, tercih edilir daha büyük bir maslahatın gerçek­leşmesini sağlıyorsa, mefsedete yol açmıyor demektir.[676]

Maslahatlar ile mefsedetler karşı karşıya geldiğinde, daha büyük ve önemli [677]olan tercih edilir. [678]

 

MÜSLÜMAN KADININ SİYASAL ETKİNLİKLERE KATILMASI VE UYMASI GEREKEN ŞER'İ ESASLAR

 

Rısalet Asrında Müslüman Kadının Siyasi Faaliyete Katılması

 

MÜSLÜMAN KADIN, hayatını, Allah'ın kitabında indirdiği ve Rasu-lü'nün (s.a.v.) sünnetinde beyan ettiği hidayetin nuru üzere yaşar. Burada serdettiğimiz, kadının siyasi etkinliği ile ilgili olaylar bir Kur'an-ı Kerim ayeti veya bir hadis-i şerif münasebetiyle vuku bulmuş örneklerdir. Mü'miR kadınların bütün peygamberler ve bizim Peygamberimiz Muham-med (s.a.v.) zamanındaki tüm uygulamalarını bir araya getirsek, bunların Allah'ın hidayetinin uygulanmasının birtakım tablolarından ibaret olduğunu görürüz. Uygulama alanı çağımızda ve tüm çağlarda olabildiğince geniş ve her çağın şartlarıyla mütenasip olarak değişkendir.

İslâm itikatta, ahlâkta, toplumun birçok kurumunda ve hakim yöneti­minde değişiklik yapmak isteyen bir programdır. Bu yüzden, Mekke'de Al­lah'a ve Rasulü'ne (s.a.v.) iman eden topluluk, çağdaş devletteki hükümetle­re muhalif en devrimci bir parti gibiydiler. Etkinliği fert ve toplumla sınırlı kalan dini hareket, genellikle sosyal bir etkinlik olarak kabul edilir. Ancak bu etkinlik, herhangi bir surette, yönetici otoriteye dokunduğu ve ona karşı isyanı bir arafa bırakalım, ona muhalif bir tutum takındığı vakit, modern terminolojiye göre siyasi bir etkinlik olarak tanımlanmaktadır. Bu sebeple, aşağıdaki örnekleri siyasi etkinlik olarak niteledik. Bunların bir kısmı yeni dine girmiş, bir kısmı yeni dine girmek için araştırma yapma, bir kısmı -buna bağlı olarak- Müslümanların cemaatına katılmayı ifade etmektedir. Bir kısmı da dine girmenin sonuçlan olarak onunla ilgili haberlere önem verme, dine davet etme yahut din sebebiyle baskı ve işkenceye maruz kalma, din uğruna vatanından hicret etmek zorunda kalma, dinî savunmak ve kökleştirmek için cihada katılma ile ilgilidir.

Çağdaş toplumda kadının siyasi çalışmada oynayabileceği önemli rolü dikkate alarak, bu konuyla alakası bulunan ayet-i kerimeleri ve Buharı ve Müslim'de yer alan hadis-i şerifleri, peygamberlerle ilgili konuda veya Nebi (s.a.v.)'in hanımlarıyla ilgili konuda geçmiş olsa bile, bir kez daha arz etmeye çalıştık. Aynı şekilde, yabancı erkeklerle karşılaşma olmasa bile, kadının siyasi etkinliğe katılmasına işaret eden nasslan da kadının her durumda katılımının önemini belirtmek için arz etmeye gayret ettik. [679]

 

1. Darul'l-Küfür'de

 

• Kadın yeni dinin peygamberinin kalbini pekiştiriyor,

• Kadın yeni dini araştırıyor,

• Kadın yeni dine girenlerin ilki oluyor,

Mü'minlerin annesi Aişe (r.a.)'den: Rasulullah (s.a.v.)'in ilk vahiy' "yaratan Rabbinin adıyla oku! İnsanı bir alak (kan pıhtısından yahut erkekle kadının alakasından) yarattı. Oku, Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir." Ra­sulullah (s.a.v.) (korkudan) yüreği titreyerek döndü ve Hatice bintu Huveylid'in yanına girerek "beni sarıp örtünüz, beni sarıp Örtünüz" dedi. Korkusu geçinceye kadar onu sarıp örttüler. Ondan sonra olanları "Hatice'ye anlatarak kendimden korktum" dedi. Hatice onu sarıp Örttüler. Ondan sonra olanları Hatice'ye anlatarak kendimden korktum" dedi. Hatice (r.a.) "öyle deme, Allah'a yemin ederim ki, Allah asla seni utandırmaz. Çünkü sen akra­bana bakarsın, işini görmekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin, fakire verir, kimsenin kazandırmayacağım kazandırırsın, misafiri ağırlasın, Hak'tan gelen sıkıntılarda halka yardım edersin" dedi. Bundan sonra Hati-ce(r.a.) Rasulullah (s.a.v.)'i alıp amcazadesi Varaka bin Nevfel ile Abduluz-za'ya götürdü. Bu zat cahiliyye zamanında Hrisiyanlık dinine girmiş bir kimse olup İbranice yazı bilir ve İbranice olarak İncil'den, Allah'ın dilediği kadar yazardı. Artık gözleri de görmez olmuş bir pîr-i fâni idi. Hatice (r.a.) Varaka'ya, "amcamın oğlu, dinle de bak, kardeşinin oğlu ne söylüyor?" dedi. Varaka: "Ne var kardeşimin oğlu?" diye sorunca, Rasululah (s.a.v.) gördüğü şeyleri kendisine anlattı. Bunun üzerine Varaka, bu gördüğün, Allahu Teala'nın Musa (a.s.)'a indirdiği Nâmûs-u Ekber (yani sahib-i sırr-ı vahiy)dir. Ah keşke senin davet ettiğin günlerde genç olaydım. Kavmin seni çıkaracakları zaman keşke hayatta bulunsam!" dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.), "onlar beni çıkaracaklar mı ki?" diye sordu. O da, "evet, (zira) senin gibi bir şey getirmiş bir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramasın. Şayet senin davet ettiğin günlerine yetişirsem sana son derece yardım ederim" cevabını verdi. Çok geçmeden Varaka vefat etti. "Ve o esnada) fetret-i vahiy vuku buldu. (Yani bir müddet için vahiy kesintiye uğradı.)[680]

İşte mü'minlerin annesi Hatice (r.a.) aklının ve muhakemesinin olgun­luğunu ortaya koyan sözlerle, Rasulullah (s.a.v.)'ın kalbini pekiştiriyor. Sevgi, saygı ve övgü dolu sözlerle, Rasulullah (s.a.v.)'i gördüğünün doğru­luğuna ikna ediyor. Sonra büyük, güvenilir bir merciden yeni dini araştırma­ya koşuyor. Sonra da bir tek Allah'a iman edenlerin ilki oluyor. Seyyide Ha­tice'nin davranışı bize, henüz gizlenme aşamasında bulunan yeni dine iman edenlerin ilklerinden olan diğer bir kadının davranışını hatırlatıyor. Dinini reddeden topluma karşı tüm tedbirleri alıyor. Henüz zayıf olan cemaatını himaye etmek için aldığı tedbir, gayet akıllıca ve iyi düşünülmüştü. Ebube-kir (r.a.) yanında 38 müslümanla birlikte Kureyş'in mabedi Ka'be'nin çevre­sinde hitab edince, Kureyşliler kalkıp onu çok şiddetlibir şekilde dövdüler. Baygın hale evine götürüldü. Ayıldığı zaman dudaklarından dökülen cümle şu oldu: Rasululah (s.a.v.)ıa ne oldu? Annesi, "arkadaşın hakkında herhangi bir bilgim yok" deyince; Ebubekir (r.a.) "Hattab'ın kızı Ümmü Cemil'e git ve ona sor" dedi. Annesi Ümmü Cemil'e gidip Ebubekir (r.a.) "sana Muham-med bin Abdullah'ı (s.a.v.) soruyor" dedi. Ümmü Cemil (r.a.), "Ebubekir'i de, Muhammed bin Abdullah'ı da bilmiyorum; ama istiyorsan seninle gele­bilirim" dedi. Annesi "evet, gel" deyince birlikte çıktılar. Ebubekir'i bitkin bir şekilde yere serilmiş olarak buldu. Ona yaklaşarak, "Kavim, fisk ve küfür ehli için sana bunu reva gördüler. Allah'ın onlardan senin intikamını alması­nı dilerim" dedi. Ebubekir (r.a.), "Rasulullah (s.a.v.)'a "ne oldu?" diye sordu. Ümmü Cemil (r.a.), "annen duyar" dedi. Ebubekir (r.a.), "ondan çekinmene gerek yok" deyince; "iyi ve rahattır" dedi. "Nerede?" deyince, Erkam bin Ebi'l-Erkam'ın evinde" diye cevap verdi. Ebubekir (r.a.) "Allah'a yemin olsun ki, Rasulullah (s.a.v.)'a gitmeyinceye kadar ne ağzıma bir lokma ye­mek koyacağım, ne de su içeceğim" dedi. El ayak çekilinceye kadar onu bek­lettiler. Ortalık sakinleşince evden çıktılar. Ebubekir (r.a.) onlara yaslanarak yürüyebiliyordu. Onu o halde Rasulullah (s.a.v.)'ın huzuruna götürdüler. Rasululah (s.a.v.) ve müslümanlar onunla meşgul olup ikramda bulundular[681]

Kadın yeni dine girmekte yansıyor (öne geçiyor) Kadın, babasının önüne geçiyor Aişe (r.a.)'den: Ümmü Habibe (Ebu Süfyan'ın kızı) ve Ümmü Seleme, Habeşistan'da gördükleri bir kiliseden söz ettiler.[682]

Hadis, Ümmü Habibe'nin müslüman olduktan sonra Habeşistan'a hic­ret edenler arasında bulunduğunu göstermektedir. Oysa babası Ebu Süfyan bir Harb, Mekke fethinin hemen Öncesine kadar şirk üzere kalmıştır. Ümmü Habibe ile, müslüman olmadan önce babası arasında geçen hoş bir kıssa vardır:... Ebu Süfyan bin Harb Medine'ye gelip, Mekke üzerine yürümeyi düşünen Rasulullah (s.a.v.)'in huzuruna çıkarak, Hudeybiye barışını uzat­masını istedi. Rasulullah (s.a.v.) bunu kabul etmeyince kızı Ümmü Habi-be'nin yanına vardı. Rasulullah (s.a.v.)'i döşeiğine oturmak isterken Ümmü Habibe döşeği topladı. Bunun üzerine Ebu Süfyan kızcağızım, döşeği mi bana layık görmedin; beni mi döşeğe?" diye sordu. Ümmü Habibe (r.a.), bilakis... O, Rasulullah (s.a.v.)'ın döşeğidir; sen ise necis müşriksin[683] dedi. Ebu Süfyan, kızım, sen benden ayrılalı kötü olmuşsun' dedi.[684]Kadın, erkek kardeşinin önüne geçiyor

Said bin Zeyd'den: Şöyle buyurmuştur: Ömer, İslam'a girmesinden önce, beni (bir rivayette: 'beni ve kız kardeşini') müslüman olduğumuz için bağlamıştı.[685]

Hafız İbn Hacer demiştir ki: "... Ömer'in İslam'a girmesi kız kardeşi Fatıma ve kocasından sonradır. Çünkü, onun İslam'a girişindeki ilk etken kız kardeşinin evinde Kur'an'dan dinlediği âyetlerdir. Kurtubî ve başkaları bu kıssayı uzun uzadıya anlatmışlardır."[686]

Kadın, kocasının önüne geçiyor

Ubeydullah'tan: İbn Abbas (r.a.)'mn şöyle dediğini işittim: Ben ve annem mustaz'aflardandık. Ben çocuklardandım; annem kadınlardandı.[687] Buharı, Tercümetü'l-Bâb'ta şöyle diyor: İbn Abbas, annesiyle birlikte mustaz'aflardandı. Babasıyla birlikte kavminin dini üzere değildi.

Hafız îbn Hacer de hadisin şerhinde şöyle diyor: ... Annesinin adt Lübabe bintu^Haris el-Hüaliyye idi. Abbas'ın en büyük oğlu Fadl'a nisbetle Ümmü'1-Fadl künyesiyle anılırdı... Babasıyla birlikte kavminin dini üzere değildi1 demesi Musannifin anlayışıdır ve Abbas'ın Bedir vak'asından sonra İslam'a girdiğine dayanmaktadır ki bu konu ihtilaflıdır... Sahih olan, Fetih senesi, seninin başında hicret ederek Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte Feth'e şahid olmuş olmasıdır. Allahu a'lem.[688]

İbn Abbas, hadisinde şu âyet-i kerimeye işaret etmektedir:

"Size ne oldu ki, Allah yolunda ve: Rabb'imiz bizi şu, halkı zalim kentten çıkar, bize katındanbir koruyucu ver, bize katından bir yardımcı ver! diyen mustaz'af erkek, kadın ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?" (Nisa, 75)

Misver İbn Mahreme'den. Şöyle buyurmuştur: ... Peygamber (s.a.v.) Abduşems Oğulları'ndan bir damadından (Ebu'I-As bin Rebi1) söz ederek onun akrabalığını övdü. Buyurdu ki: Bana konuştu ve doğru söyledi; söz verdi ve yerine getirdi.[689]

Hafız İbn Hacer demiştir ki: ..[690].Ebu'l-As bin Rebi', Rasulullah (s.a.v.)'in peygamber olarak gönderilmesinden önce Rasulullah (s.a.v.)'in kızı Zey­nep'le evlenmişti. Zeynep Peygamber (s.a.v.)'in en büyük kızıydı. "Zeynep müslüman oldu; fakat Ebu'l-As müslüman olmak istemedi." Ebu'l-As, Bedir'de müşriklerle birlikte esir düştü. Zeynep, fidyesini vererek onu kur­tardı. Rasulullah (s.a.v.) onu serbest bırakırken kıznı göndermesini şart koştu. O da bu sözünü yerine getirdi. Hadis-i şerifin sonundaki "söz verdi ve yerine getirdi" demesinin manası budur.[691]

Kocalarından önce İslâm'a giren kadınlardan biri de Havva bintu Yezid el-Ensariyye'dir. Hicretten önce, henüz Rasulullah (s.a,v.) Mekke'de iken müslüman olmuştu. Kocası ona çok kötü davranmaya başlamıştı. Rasulullah (s.a.v.) bu kadının kocasına giderek onu İslâm'a davet etti ve şöy­le dedi:, "Ya Eba Yezid, duydu ki, dinini terkettiğinden beri hanımın Hav­va'ya kötü davranıyörmüşsün. Allah'tan kork, ona karışma." O da şöyle karşılık verdi: Evet, şerefim üzerine yemin ederim ki, istediğin şeyi yapaca­ğım. Bundan sonra ona sadece iyilikte bulunacağım."[692]

Aynı şekilde, Ümmü Süleym de Enes'in babası olan ilk kocası Malik bin Nadr'dan önce müslüman oldu. Müslüman olduğu sırada kocası yanında değildi. Kocası döndüğünde ona "dinden mi çıktın?" diye sordu. O "dinden çıkmadım; fakat şu adama iman ettim" dedi. Ona, "La ilahe illalah de; eşhedü enne Muhammeden Rasulullah de" telkininde bulundu. O da kabul ederek bunları söyledi. Malik'in babası gelinine, "oğlumu ifsad etme" deyince; Ümmü Süleym "onu ifsad etmiyorum" diye cevap verdi. Daha sonra Malik evden çıktı; bir düşmamyla karşılaştı ve düşmanı onu öldürdü.[693]

Bazen de kadın kocasıyla birlikte iman ediyor; fakat hür iradesi ve tercihiyle iman ettiğinden dolayı, kocasının dinden çıkmışına rağmen dinde sebat ediyor. İşte Ümmü Habibe, Ubeydullah bin Cahş'la evliydi. İkinci Habeşistan hicretinde birlikte hicret ettiler. Kocası Hristiyan oldu ve Habeşistan'da öldü. Ümmü Habibe ise dini ve hicreti üzerinde sebat etti.[694] Kadın, efendilerinin önüne geçiyor

Ammar bin Yasir'den: Rasulullah (s.a.v.)'i gördüm. Yanında beş köle, iki kadın ve Ebubekir'den başka kimse yoktu.[695]

Bu da şunu gösteriyor ki köle olan kadın, çok zayıf sosyal konumuna rağmen, efendilerine karşı gelerek yeni dine giriyor; böylece maneviyatını yükseltiyor ve geniş ufuklara yükseliyordu. Bu cariyelerden bazıları şunlar­dı: Hammame, Ümmü Ubeys, Zennîre, Nehdiyye ve kızı, Adiy Oğullan'nın cariyesi. Mü'min erkek ve kadınların maruz kaldıkları baskı ve işkenceler bahsinde bu cariyelerle ilgili bazı olayları arzedeceğiz.

Kadın bütün ailesinin önüne geçiyor

Mervan'dan ve Misver ibn Mahreme'den (r.a.):... Ukbe bin Ebi Muayt'ın kızı Ümmü Külsûm, o gün (yani Hudeybiye günü) kadınlık çağını idrak etmiş olarak Rasulullah (s.a.v.) 'e gelenlerdendi. Ailesi Peygamber (s.a.v.)'e gelerek onu iade etmesini istediler; onlara iade etmedi.[696]

Mü'min erkek ve kadınların toplumun baskısına maruz kalması Said bin Zeyd'den. Şöyle buyurmuştur: Vallahi Ömer, İslam'a girme­sinden Önce, beni (bir rivayette: 'beni ve kız kardeşini') müslüman olduğu­muz için bağlamıştı.[697]

Buharî bu hadisi birçok babda rivayet etmiştir. Bunlardan biri, 'dayak, öldürülme ve aşağılanmayı küfre tercih etme babı'dır. Hafız İbn Hacer demiştir ki:... Bu hadis, bu baba uygun düşmektedir. Çünkü Said ve hanımı aşağılanmayı küfre tercih etmişlerdir.[698] Yine demiştir ki: "Ömer, beni müs­lüman olduğum için bağlamıştı" demesi, müslüman olduğu için Said'i aşağı­lamak ve İslam'dan dönmeye zorlamak için bağladığını gösterir... Bunun sebebi Said'in, Ömer'in kız kardeşi Fatıma bintu Hattab'ın kocası olmasıdır. (Babası da Ömer'in amcasının oğlu Zeyd'dir.) Hz. Ömer'in İslâm'a girişi kız kadeşinden ve kızkardeşinin kocasından sonra olmuştur. Çünkü, onun iİslam'a girişindeki ilk etken, kız kardeşinin evinde kur'an'dan dinlediği ayetlerdir. Kurtubî ve başkaları bu kıssayı uzun uzadıya anlatmışlardı.[699]

"Rasulullah (s.a.v.)'i gördüm. Yanında beş köle, iki kadın ve Ebube-kir'den başka kimse yoktu"[700] hadis-i şerifi az önce geçti. Ammar'm annesi Sümeyye bu beş köleden biriydi. Hafız ibn Hacr der ki: Bu köleler arasında Ammar, babası ve annesi bulunmalıdır. Çünkü bu üçü Alah yolunda işkenceye maruz kalanlardandır. Annesi İslâm'daki ilk şehittir. Ebu Cehil mızrağıyla vrup öldürmüştür.[701]

Siret kitaplarında varit olduğuna göre Ebubekir Sıddîk (r.a.), işkenceye uğrayan bir köleye rastladığı zaman onu efendisinden satın alarak azad ederdi. Bilal ve annesi Hamame bunlardandır... Ümmü Ubeys, Zennîre, Nehdiyye ve kızı ile Adiy Oğullan'nın cariyesine Ömer, henüz İslâm'a teslim olmadan önce işkence yapardı.[702]

Kadın yeni dine girmek için vatanından hicret ediyor Daru'l Harb'ten hicret etmenin erkek ve kadınlara farz oluşu Allahu Teala şöyle buyurmuştur:

"Nefislerine yazık eden kimselere, canlanın alırken melekler: Ne işte idiniz (dininiz için ne yapıyordunuz) dediler. (Bunlar): Biz yeryüzünde aciz düşürülmüştük, diye cevap verdiler. Melekler dediler ki: Allah'ın arzı geniş değil miydi ki, onda göç ed(ip gönlünüzce yaşayabileceğiniz bir yere gid)eydiniz? İşte onlann durağı cehennemdir, ne kötü bir gidiş yeridir orası! Yalnız hiçbir çâreye gücü yetmeyen ve göç için yol bulamayan, gerçekten zayıf erkekler, kadınlar ve çocuklar hariç. Çünkü Allah'ın onları affetmesi umulur. Allah, çok affeden, çok bağışlayandın Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde hiçcret edip sığınacak çok yer ve genişlik bulur. Kim, Allah ve rasulü'ne hicret etmek üzere evinden çıkar da onra Ölüm ona erişirse, onun ecri Allah'a aittir. Allah bağışlayıcı ve merhametlidir." (Nisa, 97-100). Zeyn bin Müneyyir demiştir ki: "...Ayet zayıflığın kadınlara has olmadığına, bilakis erkek ve kadınların zayıflık hususunda müsavi olduklarına işaret etmektedir."[703]

Erkek ve kadın mustaz'aflar hicret için Allah'tan yardım SBiyorlar Allahu Teala şöyle buyurmuştur:

"Size ne oldu ki, Allah yolunda ve: "Rabb'imiz bizi şu, halkı zalim kentten çıkar, bize katından bir koruyucu ver, bize katından bir yardımcı ver!" diyen zayıf erkek, kadın ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?" (Ni­sa, 75).

Habeşistan'a hicret

Aişe (r.a.)'den: Ümmü Habbe (Ebu Süfyan'ın kızı) ve Ümmii Seleme, Habeşistan'da gördükleri, içerisinde resimler bulunan bir kiliseden söz ettiler. Bunu Rasulullah (s.a.v.)'e anlattıklarında şöyle buyurdular: Onlar, içlerindeki bir kısım salih kimselerdi. Öldükten sonra kabirlerinin üstüne mabed inşa ettiler. Bu mabedlerin içini de o gördüğünüz resimlerle donattı­lar. Onlar kıyamet gününde Allah yanında mahlukatın en şerlileridir."[704]

Ebu Musa (r.a.)'den:... Esma bintu Umey, Peygamber (s.a.v,)'in hanımı Hafsa'yı ziyaret etti. Necaşi'nin memleketine hicret edenlerle birlikte o da hicret etmişti...[705]

Ümmü Halid'den (Babası Halid bin Said bin el-As, annesi Hümeyne bintu Haleftir.): Habeşistan'dan geldiğimde (yani anne babasıyla birlikte) küçücük bir çocuktum. Rasulullah (s.a.v.) bana hamisa denilen, desenli bir elbise giydirdi. Sonra desenleri eliyle meshederek seneni seneh dedi. Humeydi yani güzel güzel dedi demiştir.[706]

Hafız İbn Hacer demiştir ki: "... Birinci hicrette Habeşistan'a hicret eden kadınlar şunlardır: Rukayye bintu'n-Nebi (s.a.v.), bu Huzeyfe'nin hanımı sehle bintu Süheyl, Ebu Seleme'nin hanımı Ümmü Seleme bintu Ebi Ümeyye, Amir ibn Rebia'nın hanımı Leyla bintu Ebi Hayseme'dir.[707] İkinci hicrette hicret edenler ise on sekiz kadına ulaşmıştır. Bunlardan bir kısmı şunlardır: Ebu Süfyan'ın kızı Ümmü Habibe, Esma bintu Umeys, Hümeyne bintu Halef el-Huzaiyye.[708]

Medine'ye hicret

AUahu Teala şöyle buyurmuştur:

"Ey Peygamber, biz ücretlerini verdiğin eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunan (cariye)leri, seninle birlikte hicret eden amca kızlarını, hala kızlarını, dayı kızlarını ve teyze kızlarını sana helal kıldık." (Ahzab, 50).

Esma (r.a.) Abdullah bin Züyebr'e hamileyken hicret ettiğini anlatıyor: Yola çıktığımda günüm tamamdı. Medine'ye vardım. Küba'da konakladım. Abdullah'ı orada dünyaya getirdim.[709]

Mervan ve Misver ibn Mahreme Rasulullah (s.a.v.)'in ashabından rivayet ediyorlar: O gün (Hudeybiye günü) Süheyl ibn Amr'ın Nebi (s.a.v.)'e koştuğu şartlar arasında bizden sana sığınan olursa, senin dinin üzere olsa da bize iade edeceksin' şartı da vardı. O müddet içerisinde, Müslüman da olsa, Medine'ye gelen erkekleri iade etti. Mü'min kadınlar da geldiler.... Ukbe bin Ebi Muayt'ın kızı Ümmü Külsûm, o gün (yani Hudeybiye günü) kadınlık çağım idrak etmiş olarak Rasulullah (s.a.v.)'e gelenlerdendi. Ailesi Peygam­ber (s.a.v.)'e gelerek onu iade etmesini istediler; onlara iade etmedi.[710]

Ebu Musa (r.a.)'den: Rasulullah (s.a.v.)'in Medine'ye yola çıktığı haberi bize geldiğinde Yemen'deydik. Biz de O'na hicret etmek üzere yola çıktık. Gemimiz Necaşi'nin ülkesi Habeşistan'a uğradı. Ca'fer bin Ebi Talib de bize muvafakat etti. Bir müddet onunla birlikte kaldıktan sonra hep birlikte Medine'ye vardık. Bizimle birlikte gelen Esma bintu Umeys Hafsa'nın yanına girdi.[711]

Aişe (r.a.)'dan:

Şöyle demiştir: Arap kabilelerinden birinde bir siyah cariye vardı ki, âzâd edildiği halde (yine) o kabile ile beraber (ikamet ediyor)du. Dedi ki: Onların arasında -üzerinde kırmızı tirşelerden (yapılmış) vişâh bulunan bir kız (gelin) gitti. Vişâhı üzerinden çıkardı, yahud (vişah) üzerinden düştü. Bulunduğu yere bir çaylak geldi. Onu atılmış bulup (semiz) bir et parçası diye kaptı.

(Câriye) der ki: Beni (hırsızlıkla) ittihâm ettiler.

Aişe (r.a.) der ki: Her tarafını aramışlar, hatta ön tarafını bile aramışlar.

(Câriye) der ki: Vallahi ben onlarla beraber ayakta durup dururken çaylak (tekrar) gelip vişâhı attı. O da (tam) ortalarına düştü. "İşte aklınız sıra beni ittâm ettiğiniz şey! (Beni hırsız zannetiniz) Halbuki ben beriyim. İşte vişâh!" dedim.

Aişe (r) der ki: (O siyah câriye) Rasulullah (s.a.v.)'e gelip İslâm'ı kabul etti. Mescid(-i Şerifin bir kenarın)da ona mahsûs bir çerge, yahud bir kıl çadır vardı. (Her vakit) bana gelir, yanımda konuşurdu. Ne zaman da yanıma otursa:

Vişâh işinin olduğu gün, "Rabbimiz yarattığı acayiptendir. Şüphesiz ki O, bana küfür diyarından necat verdi" demeden edemezdi. (Bir gün) ona: "Ne oluyorsun? Her ne vakit benimle birlikte oturursan behemehal bunu söylüyorsun" dedim. Bunun üzerine (demin naklettiğim) kıssayı anlattı."[712]

Hafız İbn Hacer şöyle demiştir: "Hadis-i şerifte, kişinin mihnete uğradığı yerden çıkmasının hayırlı olacağına işaret vardır. Nitekim bu kadın, küfür diyarından hicret etmenin faziletine ermiştir."[713]

Siret kitaplarında ve teracimlerde[714] birçok kadının Medine'ye hicretleri anlatılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: Abbas'ın hanımı Ümmü'1-Fadl, Ümmü Seleme bintu Ebi Ümeyye, Leyla bintu Ebi Hayseme, Ümeyye bintu Abdilmuttalip, Zeynep bintu Cahş, Hamme bintu Cahş, Ümmü Habibe bintu Nebate, Umame bintu Rukayş, Hafsa bintu Ömer bin el-Hattab, Fatıma bintu Kays, Sübey'a el-Eslemiyye, Ümmü Rumân.

İmam Zührî'nin sözü çok manidardır: "Hicret eden kadınlardan, imandan sonra irtidat eden hiç kimsei bilmiyoruz."[715]

Bütün aşiretini yeni dine davet

İmran bir Husayn, Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte oldukları bir yolculuğu anlatıyor: ... Çok şiddetli susamıştık. Rasulullah (s.a.v.) Ali (r.a.) ile beni çağırarak "(haydi) gidin su arayın" emrini verdi. Devesinin üstünde iki bü­yük kırba arasına oturmuş bir kadına rast geldik. Kadına "su nerede" diye sorduk. "Dün bu saatte suyun başında idim. Adamlarımız (hâlâ orada su al­mak için) duruyorlar" cevabını verdi. "Öyleyse yürü" dedik "Nereye?" dedi." Rasulullah (s.a.v.)'in huzuruna" dedik. "Şu Sabii dedikleri adamın ya­nına mı?" diye sordu. "İşte o senin murad ettiğin satın yanına. (Haydi) yürü!" dedik. Kadını Rasulullah (s.a.v.)'in huzuruna getirip hadiseyi anlattık. Rasulullah (s.a.v.) iki kırbayı istedi...[716] "Gelin (hayvanlarınızı) suvarın, (kendiniz için) su alın" diye halka nida edildi. İsteyen (hayvanı için), isteyen (kendisi için) su aldı... O kadın (hep) ayakta, suyunu nasıl kullandıklarını (bel bel) seyredip duruyordu. Allah'a kasem ederim ki, (artık su almaktan) vazgeçildi de hâlâ kırbalar bize, işe başlamadan evvelki zamandan daha dolu görünüyordu. Nebi (s.a.v.) "Ona bir şeyler toplayın" diye feman buyurdu. Ona (Medine'nin a'lâ) hurması ile undan, kavuddan (hayli şey) topladıkları gibi buğday da topladılar. Hepsini (çuval kabilinden) bir kaba koyup devesine yüklediler. Ehline (gecikmiş olarak varınca) "Ya fülane, seni (yolundan) alıkoyan nedir?" diye sordular. "Şaşılacak şey, bana iki kimse rast geldi. Beni, sabii denilen şu adamın yanma götürdüler. O da şöyle etti, böyle etti. Allah'a kasem ederim ki, bu adam -(bunu söylerken de) orta ve şehadet parmaklarını göğe doğru kaldırarak ve sema ile arzı kasdederek- ya sununla bunun arasındakilerin en sihirbazıdır, yahud da Rasululah'tır" dedi. Bundan sonra Müslümanlar o kadının (bulunduğu yerin) etrafındaki müş­rikler üzerine yürüdükleri vakit, onu mensup olduğu küçük topluluğa iliş-mezlerdi. Birgün kadın kavmine: "Benim anladığıma görebu adamlar, size kasden (ve benden dolayı) ilişmiyorlar. Müslüman olmak işinize gelir mi?" dedi. Kavmi, re'yini kabul ettiler ve İslam'a girdiler.[717]

Bu kadının İslam'a girmesinden ve kavmini yeni dine davet etmesinden yıllar önce, Mekke'de Ümmii Şüreyk el-Kuraşiyye diye anılan bir kadın Müslüman olmuştu. O sırada Müslümanlar azınlıkta ve mustaz'af idiler, bu kadıncağız Kureyş kadınlarının yanlarına gider ve onları İslam'a davet ve teşvik ederdi. [718]İşi meydana çıkınca Mekkeliler kadını yakaladılar ve "eğer kavmin olmasaydı sana ne işler ederdik" dediler. [719]

 

2. İslâm Devletinde

 

Kadınların, müslümanların imamı olan Peygamber (s.a.v.)'e biat etmeleri

Allahu Teala şöyle buyurmuştur:

"Ey Peygamber, mümin kadınlar sana gelip Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürme­meleri, elleriyle ayaklan arasında bîr iftira uydurup getirmemeleri, marufta sana karşı gelmemeleri hususunda sana biat ederlerse onların biatlannı al ve onlar için Allah'tan bağışlanma dile! Zira Allah, çok bağışlayan, çok merha­met edendir." (Miimtahine, 12) îbn Abbas (r.a.)'dan: Rasulullah (s.a.v.) ile, Ebubekir, Ömer ve Osman (r.a.) ile birlikte bayram namazında bulundum. Hepsi de namazı hutbeden evvel kılar, sonra hutbe irad ederlerdi. Rasulullah (s.a.v.) eliyle erkekleri oturttu. Sonra erkeklerin saflarını yararak Bilalle birlikte kadınların yanma vardı. "Ey Peygamber, rnü'min kadınlar sana gelip Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri,zina etmemeleri, çocuklarını öldürme­meleri, elleriyle ayaklan arasında bir iftira uydurup getirmemeleri, marufta sana karşı gelmemeleri hususunda sana biat ederlerse.." âyetini sonuna kadar okudu. Âyet-i kerimeyi okuyup bitirdikten sonra: Siz bunu kabul ediyor musunuz? diye sordu, içlerinden bir kadın "evet ya Rasulullah (s.a.v.)" diye cevap verdi; diğerleri seslenmediler, îbn Abbas diyor ki: Ve kadınlar tasadduk etmeye başladılar. Bilal elbisesini yaydı. Kadınlar Bilal'in elbisesine irili ufaklı altın yüzüklerini atmaya başladılar.[720]

Kadınların Nebi (s.a.v)'e biat etmesi çeşitli manalara delalet eder:

1. Kadının şahsiyetinin istiklali, erkeğe tabi olmakla sınırlı olmayıp, aynen erkek gibi biat etmesi.

2.  Kadınların biati, İslâm ve Rasulullah (s.a.v.)'e itaat biati idi ki, bu konuda erkeklerle kadınlar müsavi idiler. Bazen erkekler ve kadınların biati üzere biat ediyorlardı. Ubade bin Samit'ten: Rasulullah (s.a.v.), etrafında as­habından bir topluluk bulunduğu halde şöyle buyurmuşlardır: Geliniz, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmaak, hırsızlık etmemek, zina etmemek, çocuklarınızı öldürmemek, ellerinizle ayaklarınız arasında bir iftira uydu­rup getirmemek, marufta bana karşı gelmemek... hususunda bana biat edi­niz. Ubade diyor ki: O'na bunlar üzerine biat ettim.[721]

Erkeklere mahsus bir biat da vardır. O da cihad ve (Rasulullah (s.a.v.)'i) himaye etmek üzerine biattir. Hudeybiye günündeki Rıdvan biati da böyle­dir.

3.  Kadınların Rasulullah (s.a.v.)'e biadları iki esasa dayanıyordu: Birinci; Allah'ın dinini tebliğ eden Rasul olması itibariyle... İkincisi, müslümanların imamı olması itibariyle... İkinci itibarın da sözkonusu oldu­ğunun delili Allahu Teala'nın "... marufta sana karşı gelmek üzere..." kavli ve Rasulullah (s.a.v.)'in emire itaat hususundaki "itaat ancak maruftadır"[722] hadisidir.

Kadınların biati bize, bazı kadınların, erkeklerle birlikte İkinci Akabe biatına katılmalarını hatırlatmaktadır. Hafız İbn Hacer, İbn İshak'ın rivayet ettiği ve İbn Hibban'ın "sahihtir" dediği hadisten nakler şu haberi zikretmek­tedir: "Ka'b bin Malik demiştir ki: Kavmimizin müşrikleriyle birlite hacı olarak yola çıktık. Yanımıza seyyidimiz ve büyüğümüz Berâ bin Ma'rur vardı... Ka'b demiştir ki: Akabe'de yetmiş üç erkek toplandık. Yanımızda iki de kadın vardı: Mazin Oğulları'nın kadınlarından Ümmü Umara bintu Ka'b ve Seleme Oğulları'nın kadınlarından Esma bintu Amr bin Adiyy."[723]

Hicret eden kadınlarınimtihan edilmesi Allahu Teala şöyle buyurmuştur:

"Ey iman edenler, mü'min kadınlar hicret ederek size geldikleri vakit, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Onların mü'min hanımlar olduğunu bilirseniz, artık onları kâfirlere iade etmeyin. Ne bunlar onlara, ne de onlar bunlara helaldir." (Mümtahine,10)

Misver ibn Mahreme ile Mervan, her biri arkadaşının sözünü tasdik ederek şöyle rivayet etmişlerdir: Rasulullah (s.a.v.) Hudeybiye seferinde (Medine'den) çıkmıştı.. Süheyl ibn Amr gelerek "haydi (kalem kağıt getirin de) aramızda bir (anlaşma) senedi yaz! "dedi. Nebi (s.a.v.) katibi çağırarak "yaz!" dedi... Süheyl, "sana bizden bir erkek gelirse, o gelen kimse senin dininde olsa bile, onu bize iade edeceksin" dedi... Sonra mü'min kadınlar geldiler. Allahu Teala "Ey iman edenler, mü'min kadınlar hicret ederek size geldikleri vakit..." âyet-i kerimesini inzal buyudu.[724]

Hafız İbn Hacer şöyle demiştir: "SÖzkonusu mü'min kadınlardan bir kısmının isimleri şöyle sıralanmıştır: Hassan bin Dahdahe'nin nikâhında bulunan Ümeyme bintu Bişr, Müsafir el-Mahzumî'nin nikâhında bulunan Sebî'a bintu'1-Haris, Şemmas bin Osman'ın nikâhında bulunan Berva' (veya Buruğ) bintu Ukbe ve Amr bin Abdivedd'in nikâhında bulunan Abde bintu AbdilazizbinNadla."[725]

Peygamber (s.a.v.)'in eşi Aişe (r.a.)'dan: Mü'min kadınlar Rasulullah (s.a.v.)'e hicret ettiklerinde, onları Allahu Teala'nın "Ey iman edenler, mü'min kadınlar hicret ederek size geldikleri vakit... ilh." âyetiyle imtihan ediyordu. Aişe (r.a.) diyor ki: Kim bu şartı ikrar ve ispat ederse imtihanı ikrar ve ispat etmiş oluru.[726]

Hafız İbn Hacer demiştir ki: "Kim bu şartı ikrar ve ispat ederse imtihanı ikrar ve ispat etmiş olurdu" sözü imana işaret etmektedir. Taberi'nin tahric ettiği bundan daha açıktır... İbn Abbas (r.a.)'dan: İmtihanları, Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed (s.a.v.)'in Allah'ın elçisi bulunduğuna şehadet etmeleriydi. Taberi'nin İbn Abbas (r)'dan başka bir rivayetinde ise (şöyle derlerdi): "Vallahi kocama buğzumdan dolayı çıkmadım; vallahi bir yerden başka bir yere gitmek arzusuyla çıkmadım; vallahi dünyalık elde etmek için çıkmadım; vallahi sadece Allah ve Rasulü'ne sevgiden dolayı çıktım."[727]

Kadının evleneceği erkeği İslâm'a davet etmesi

Cabir ibn Abdullah'tan: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: "Bana cennet gösterildi. Ebu Talha'mn hanımını orada gördüm..."[728]

Ebu Talha'nın hamımı Ümmü Süleym'dir. Ebu Talha ile evlemesinin bir hikayesi vardır. Bu hikayede, Ümmü Süleym'in şahsiyetinin kuvveti, imanın, sağlamlığı ve kendisine evlenme teklifinde bulunmak için gelen erkeği yeni dine davetteki hırsı tebarüz ediyor.

İbn Sa'd'm Tabakat'ından öğrendiğimize göre Ebu Talha Ümmü Sü-leym'e gelerek ona evlenme teklifinde bulunduğunda şu cevabı aldı: Ey Ebu Talha, bilmiyor musun ki tapındığın ilahın, yerden biten bir ağaç parçasıdır; sonra onu filanın oğlu marangoz filanca yontmuştur?... Bilmez misin ki ey Ebu Talha, taptığınız tanrıları ateşe verseniz yanarlar?.. Görmüyor musun, taptığın taş sana ne bir zarar verebilir; ne de yarar sağlayabilir?[729]

Sabit el-Benan'den; o da Enes'ten: Ebu Talha Ümmü Süleym'e evlenme teklifinde bulundu. Ümmü Süleym ona şöyle dedi: Valahi ya Eba Taîha, senin gibisi reddolunmaz. Fakat sen kâfir bir adamsın; bense Müslüman bir kadınım. Evlenmemiz caiz değildir. Müslüman olursan mihrim budur; senden başka bir şey isteme. (Halbuki Elu Talha, Medine'deki ensar içeri­sinde en çok hurmalığa sahip bulunan bir kişiydi);[730] Müslüman oldu, Ümmü Süleym'in mihri de buydu. Sabit el-benani diyor ki: Ümmü Süleym'den daha değerli bir mihre sahip olan başka bir kadın işitmedim. Onun miri İslâm idi.[731]

Ümmü Süleym'in, evleneceği erkeği yeni dine davet edişi, henüz İslam devletin kuruluş aşamasında, Müslümanlar, müşrikler ve yahudiler karışık vaziyette iken vuku bulmuştur.

Kadının cihada katılması

Rebi' bintu Muavviz (r.a.)'dan: Biz Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte gazaya çikank. su taşır, hizmet görür, yaralıları tedavi eder, ölü ve yaralıları Medine'ye taşırdık.[732]

Enes ibn Malik (r.a.)'ten: Rasulullah (s.a.v.) Enes'in teyzesi Ümüm Haram'ın evinde gördüğü bir rüyayı anlatıp): "Ümmetimden, deniz üstünde -padişahların tahtlarına kuruldukları gibi- gemilere kemal-i ihtişamla bine­rek Allah yolunda gazaya çıkan bir topluluk bana arzolundu" buyurdular. Ümmü Haram "ya Rasulullah (s.a.v.), Beni onlar arasında bulundurması için Alah'a dua et" dedi; O da dua etti.[733]

Burada kadının cihada katılımıyla ilgili bu iki hadisle iktifa ediyoruz. Tüm cihad hadisleri beşinci bölümde geçmiştir.

Kadının, Rasulullah (s.a.v.)'e bağlılığını ilan etmesi

Aişe (r.a.v.)'dan: Hind bintu Utbe bir kere Rasulullah (s.a.v.)'in huzuruna gelerek şöyle dedi: "Ya Rasulullah, vaktiyle yeryüzünde ev bark sahibi ailelerden hiçbir aile yoktu ki, onların zelil olmaları senin hanedanı­nın zelil olmasından bana daha sevgili olsun! Sonra bugün yeryüzünde hiçbir ailede yoktur ki, onların aziz olmaları senin hanedanının izzet ve saadeti derecesinde bana sevimli olsun!" dedi.[734]

Kadının erkeklere eman vermesi

Ümmü Hani bintu Ebi Talib'ten: Fetih yılında Rasulullah (s.a.v.)'e gittim. Yıkanıyor, kızı Patıma da onu seyrediyordu. Selam verdim. "Kimdir o?" dedi. "Ben Ümmü Hani bintu Ebi Talib'im" dedim. "Hoş geldin Ümmü Hani" dedi. Yıkandıktan sonra tek elbiseye bürünmüş olarak sekiz rekat namaz kıldı. "Ya Rasulullah (s.a.v.), annemin oğlu Ali, eman verdiğm Fulan ibn Hubeyre adındaki bir adamla vuruşacağını söylüyor" dedim. Rasulullah (s.a.v.) "senin eman verdiğine biz de eman verdik ya Ümmü Hani" buyurdular.[735]

 

Kadının Siyasetle Uğraşması

 

Ümmü Seleme, minberde bulunan müslümanların imamına icabet ediyor

Abdullah bin Rafi'den: Ümmü Seleme (r.a.), saçını tararken, Peygamber (s.a.v.)'in minberde "ey insanlar" diye hitap ettiğini işitince, saçını tarayan kadına "başımı topla" dediğini anlatırdı. Bir rivayette

Cariyeye "şimdilik beni bırak" dedim. Erkekleri çağırdı, kadınları çağırmadı" dedi. "Ben de insanlardanım.." dedim.[736]

Ümmü Seleme, Beni Kurayza'ya saldırdığı gün dinliyor

Usame bin Zeyd'den: Cebrail (a.s.), Ümmü Seleme'nin yanında bulu­nan Nebi (s.a.v.)'e gelerek onunla konuştu. Sonra kalktı. Nebi (s.a.v.) Ümmü Seleme'ye bu kimdir?" dedi. O da "Dıhye'dir" dedi. Ümmü Seleme diyor ki "Allah'a yemin ederim ki Rasulullah (s.a.v.)'in hutbesinde Cebra­il'den haber verdiğini işitinceye kadar, onu gerçekten o sanmıştım.[737]

Ümmü Seleme (r.a.)'nın rivayeti böylece kısa kesilmiştir. Aişe (r.a.) Cebrail (a.s.)'ın Nebi (s.a.v.)'e anlattıklarını ve Rasulullah (s.a.v.)'in de hut­bede naklettiklerini daha ayrıntılı bir şekilde açıklamıştır. Aişe (r.a.) anlatıyor: Ahzab gazvesinin bitiminden sonra Cebrail (a.s.) Nebi (s.a.v.)'e gelerek şöyle dedi: "Sen silahı bıraktın; fakat vallahi biz bırakmadık; (savaşa) çık!" "Nereye?" diye sorunca, "işte şuraya!" diyerek, Beni Kuray­za'ya işaret etti.[738]

Fatıma bintu Kays'ın, imamın içtima davetine icabet etmesi

Faüma bintu Kays'tan: "... İddetimi tamamladığımda, Rasulullah (s.a.v.)'in bir münadisinin 'es-Salâte cemaaten' diye nida ettiğini duydum. Mescide giden insanlarla birlikte ben de mescide giderek, Allah'ın Rasulü (s.a.v.) ile birlikte namaz kıldım. Erkeklerin safını takip eden kadınlar şafuldaydım. (Bir rivayette:[739] Herkesle birlikte ben de gittim. Erkeklerin son safının hemen arkasındaki kadınların ilk safındaydım.) Rasulullah (s.a.v.) namazını bitiren gülerek minbere oturdu ve: 'herkes namaz kıldığı yerde kalsın' dedi. Daha sonra: 'Sizi ne için topladığımı biliyor musunuz?' diye sordu. 'Allah ve Rasulü daha iyi bilir' dediler. 'Vallahi sizi bir istek veya bir korku sebebiyle toplamadım' dedi."[740]

Zeyneb bintu l-Muhacir islâm ümmetinin istikbalini düşünüyor

Kays bin Ebi Hazim'den: Ebubekir (r.a.), Ahmus kabilesinden Zeyneb bintu'l-Muhacir denen bir kadının yanına vardığında, konuşmadığını gördü. "Buna ne oldu, niye konuşmuyor?" diye sorunca "susarak hac yapıyor"

dediler. Kadına (dönerek), "konuş, çünkü bu helal değildir; cahiliye adetle-rindendir" dedi. Kadın konuşmaya başlayarak "sen kimsin?" dedi. "Muhacirinden bir adam" diye cevap verdi. Kadın, "hangi muhacirlerden?" diye sordu. "Kureyş'ten" dedi. "Hangi Kureyş'ten?" diye sordu. "Sen de pek sorgucusun; ben Ebubekir'im" dedi. Kadın, "İmamlarınız istikamet üzere bulundukça bu haliniz devam eder" dedi. Kadın imamlar "belâ, var" deyince; "işte insanların imamları onlardır" dedi.[741]

Aile (r.a.) bir emirin durumunu araştırıyor

Abdurrahman bir Şemmas'dan: Bir şey sormak için Aişe (r.a.)'ya gitmiştim. "Sen neredensin?" diye sordu. "Mısır ehlindenim" dedim. "...[742]Arkadaşınız nasıldır?" diye sordu. "Onu hiçbir hususta ayıplamayız; bizden bir adamın devesi ölse ona bir deve verir, köleyse köle verir, nafakaya ihtiyaç duyanın nafakasını temin eder." [743]

 

Kadın Siyasî Meselelerde Erkeğe Müşaveret Ediyor

 

Ümmü Seleme Hudeybiye gününde Rasulullah (s.a.v.)'e müşaveret ediyor

Misver ibn Mahreme ile Mervan, her biri arkadaşının sözünü tasdik ederek şöyle rivayet etmişlerdir: Rasulullah (s.a.v.) Hudeybiye seferinde (Medine'den) çıkmıştı... Süheyl ibn Amr gelerek "haydi (kalem kağıt getirin de) aramızda bir (anlaşma) senedi yaz!" dedi. Nebi (s.a.v.) katibi çağırarak "yaz!" dedi... Süheyl, "Sana bizden bir erkek gelirse, o gelen kimse senin dininde olsa bile, onu bize iade edeceksin" dedi. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) kâtibi (Ali bin Ebi Talib)'i çağırarak "Bismillahirrahmanirrahim" yaz buyur­du. Bunun üzerine Süheyl, "iyi ama ben Rahman kerimesinin mahiyeti nedir bilmiyorum; fakat vaktiyle senin de yazdırdığın gibi "bismike'l-lahüm-me:Allahım, senin isminle yazmağa başlarım diye yaz" dedi. Müslümanlar da bir ağızdan "vallahi biz onu yazmayız, ancak Bismillahirrahmanirrahim yazılmasını isteriz, demişlerdi. Nebi (s.a.v.) "haydi bismike'l-lahümme yaz" buyurdu. ... "Siz bizimle Beyt-i Şerifin arasını serbest bırakınız da biz de Beyt'i tavaf edelim, buyurdu. Süheyl bu teklife itiraz ederek "vallahi sizinle Beyt'in arasını boş bırakamayız. Çünkü Araplar, zorla istila olunduk, diye hakkımızda dedikodu eder; fakat gelecek senden itibaren müsaade edebili­riz" dedi. Süheyl, "sana bizden bir erkek gelirse, o gelen kimse senin dininde olsa bile, onu bize iade edeceksin" dedi. Müslümanlar bu teklife hayret ede­rek: "Sübhanallah, müslüman olarak gelen biri nasıl olur da müşriklere iade olunur?" dediler.... Ömer ibn Hattab şöyle demiştir: Nebi (s.a.v.)'e varıp: "Sen Allah'ın hak Peygamberi değil misin?" dedim. Rasulullah, "evet hak Peygamberim" buyurdu. Ben, "biz müslümanlar hak, düşmanlarımız batıl üzere bulunuyorlar mı?" dedim. Rasulullah (s.a.v.), "evet öyledir" buyurdu. "O halde dinimiz uğrunda bu aşağılanmayı niçin kabul edelim?" dedim. Muhakkak ben Allah'ın Rasulü'yüm ve ben, (bu maddeyi kabul etmekle) Allah'a isyan etmiş değilim. Allah benim yardımcımdır" buyurdu. "Vaktiyle sen bize Beyt-i Şerife varıp tavaf edeceğiz diye haber vermemiş miydin?" dedim. "Ben sana, bu sene varıp tavaf edeceğiz dedim mi?" buyurdu. "Hayır" dedim. "O halde sen Beyt'e varıp onu tavaf edeceksin" buyurdu... Ravi diyor ki: Rasulullah (s.a.v.), anlaşmanın yazılıp imzalanmasından son­ra ashabına: "Haydi artık kalkkmız, kurbanlarınızı kesip, sonra başlarınızı traş ediniz" buyurdu Ravi diyor ki: Vallahi ashabtan bir kişi olsun kalkmadı. Hatta Rasulullah (s.a.v.) emrini üç kere tekrar etti. Ashabtan hiç biri kalkma­yınca Rasulullah (s.a.v.) Ümmü Seleme'nin yanına girdi. "Şu halkı görüyor musun, emrediyorum da icabet etmiyorlar" diye halktan gördüğü kayıtsızlı­ğı ona anlattı. Ümmü Selem: "Emrinizi yerine getirmek istiyor musunuz? O halde şimdi dışarı çıkınız, sonra tâ kurbanlık develerinizi kesinceye ve berberinizi çağırıp traş oluncaya kadar ashabtan hiçbirine bir kelime bile söyiemeyeniz" dedi. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) Ümmü Seleme'nin yanın­dan çıktı. Ashabtan hiç birisiyle görüşmeyrek menasiki ifa etti. Kurbanlık develerini kesti. Ve berberi (Huzâî Hırhaş ibn Ümeyye'yi) çağırıp traş oldu. Bunu gören ashap da hemen kalkarak kurbanlarını kestiler ve birbirlerini traş etmeye başladılar. Hatta, (emr-i nebeviye imtisalde gösterdikleri sür'atin tevlid ettiği izhidamdan ötürü) birbirlerini öldüre yazdılar...[744]

Ümmü Süleym Huneyn günü Rasulullah (s.a.v.)'e müşaveret ediyor

Enes (r.a.)'ten: Ümmü Süleym... Huneyn günü... dedi ki: Ya Rasulullah (s.a.v.), ... Tulekayı Öldür; çünkü yenildiler. Rasulullah (s.a.v.) ise şöyle buyurdular: Ya Ümmü Süleym, Allah onlardan el çekmiş ve onlara ihsanda bulunmuştur.[745]

Hafsa, kardeşi Abdullah'a müşaveret ediyor

îbn Ömer (r.a.)'dan: Hafsa'mn yanına vardım. "Babanın kendisinden sonra hilafeti kimseye vasiyet etmediğni biliyor musun?" dedi. "Öyle bir şey yapmaz" dedim. "Yapması gerek" dedi. "Bu hususta onunla konuşacağıma yemin edip sustum. Çıktım; henüz onunla konuşmamıştım. Sanki sırtımda bir dağa taşıyordum. Dönüp yanına vardım. İnsanların ahvalini sordu; ben de haber verdikten sonra şöyle dedim: "İnsanlardan bir söz işittim ve sana söyleyeceğime yemin ettim: senin, yerine hilafeti kimseye vasiyet etmeye­ceğini sanıyorlar. Senin bir deve çobanın yahut koyun çobanın olsa, sonra sürüsnü bırakarak sana gelse, sürünün ihmal yüzünden zayi olduğunu gör­sen (ne dersin?). İnsanların idaresi daha mühimdir." Sözüme muvafakat etti ve başını koyup bir saat (düşündü). Sonra başım kaldırarak şöyle dedi: Allah (c.c) dinni muhafaza eder. Eğer yerime birini vasiyet etmezsem Rasulullah (s.a.v.) de vasiyet etmemişti; vasiyet edecek olursam Ebubekir (r.a.) da vasiyet etmişti. İbn Ömer diyor ki: Vallahi, Rasulullah (s.a.v.) ve Ebubekir'i zikredince, Rasulullah (s.a.v.)'den dönüp de bir başkasına uymayacağını; dolayısıyla yerine bir halife vasiyet etmeyceğini anlamıştım. [746] Hafsa, kardeşi Abdullah'a müşavere t ediyor

İbn Ömer (r.a.)'den: Hafsa'nın yanına girdim. Saçlarından sular damlıyordu. (Herhalde yeni banyo yapmıştı) "İnsanların halini görüyorsun bu hususta birşey yapmam müyesser olmadı" dedim. "Onlara yetiş; onlar da seni bekliyorlardır. Onlardan uzak kalmandan dolayı ayrılık olmasından korkarım" dedi. İbn Ömer gidene kadar Hafsa onu bırakmadı.[747]

Hafız İbn Hacer diyor ki: "İnsanların halini görüyorsun" sözünden mu­radı Ali ve Muaviye arasındaki Sıffin savaşından sonra insanların, aralarındaki anlaşmazlıkları çözümlemek için hakeme başvurmak üzere toplandıkları gündür..,. Bu meseleyi görüşmek üzere biraraya gelmeyi kararlaştırdılar. İbn Ömer, oraya gidip gitmemek hususunda kız kardeşiyle istişare etti. Yokluğunda, fitnenin sürmesine yol açacak bir ihtilafın neş'et etmesinden korkarak, onlara yetişmesii tavsiye etmiştir.. Abdurrazık 'in hasen bir senetle İbn Ömer (r.a.)'den rivayet ettiği diğer bir varyanta göre İbn Ömer (r.a.) şöyle demiştir: Muaviye'nin Dûmetu'l-Cendel'de içtima ettiği gün Hafsa şöyle dedi: Rasulullah (s.a.v.)'in hısımı ve Ömer ibni'l-Hattab'm oğlu olarak, Allah'ın ümmet-i Muhammed'in arasım bulacağı bir sulhten geri kalman hoş olmaz.[748]

Kadın, nebevîyola çağırıyor

Dibba ibn Mihsan el-Anzî'den o da Peygamber (s.a.v.)'in hanımı Üm-mü Seleme (r.a.)'ten rivayet ediyor. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlar­dır: "Bazı kimseler üzerinize emir olarak tayin edilir. Bazı işlerim beğenir, bazı işlerini beğenmezsiniz. Kim kerih görürse kurtulur; kim inkar ederse selamete erer. Ama kim razı olur ve tâbi olursa (ne kurtulur, ne de selamete erer). Dediler ki: "Ya Rasulullah (s.a.v.) onlarla savaşmayalım mı?". "Hayır, namaz kılmıyorlar mı?"[749] buyurdular.

Abdurrahman ibn Şemmas'tan: Birşey sormak için Aişe (r.a.)'ya var­dım. Dedi ki.. Sana, şu evimde Rasulullah (s.a.v.)'"tan işittiği bir şeyi haber vereyim: "Allah'ım, kim ümmetimin işlerinden birinin idaresini üstlenir de onlara eziyet ederse, sen de ona eziyet et; kim de onlara nfk (yumuşaklık) ile muamele ederse, sen de ona rıfk ile muamele et."[750]

Yahya bin Husayn'dan, o da ninesi Ümmü Husayn'dan rivayet ediyor: Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte Veda Haccı'nda haccettim. Rasulullah (s.a.v.) çok şey söyledi. Bir ara şöyle dediğini işittim: "Başınıza burnu kesik -belki de siyah demişti- bir köle de emir tayin edilse, eğer size Allah'ın Kitabı ile hükmediyorsa onu dinleyin ve ona itaat edin."[751]

Ubeydullah ibni'l-Kıbtiyye'den: Haris ibn Ebi Rebî'a ve Abdullah ibn Safvan'la birlikte Mü'minlerin annesi Ümmü Seleme (r.a.)'nın yanma var­dık. Onlar yere geçecek olan orduyu sordular. (Bu ziyaretimiz, İbn Zübeyr'in zamanındaydı.) Dedi ki: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular. "Bir sığınmacı Mescid-i Haram'a sığınır. Onun üzerine bir topluluk gönderilir. Onlar sahradayken yere geçirilir. Ya Rasulullah (s.a.v.), eki içlerinde zorlanan varsa? dedim. "O da onlarla birlikte yere geçirilir; fakat kıyamet günü niyetine göre diriltilir buyurdu."[752]

 

Kadının Müslüman Yöneticiye Muhalefete Katılması

 

Dördüncü halife döneminde Aişe (r.a.)'nın konumu

Abdullah ibn Ziyad el-Esedi'den: Talha, Zübeyr ve Aişe (r.a.) Basra'ya hareket edince Ali (r.a.) Ammar bin Yasir ve Hasan bin Ali'yi gönderdi. Kûfe'ye gelerek minbere çıktılar. Hasan bin Ali minberin üst tarafında, Ammar da onun biraz aşağısındaydı. Toplandık. Ammar'ın şöyle dediğini işittim: Aişe (r.a.) Basra'ya hareket etmişti. Vallahi o dünyada da, ahirette de Peygamberiniz (s.a.v.)'in eşidir. Fakat Allah -tebareke ve teala- kendisine mi, yoksa ona mı itaat edeceğinizi bilmek için sizi sınamaktadır."[753]

Kadının, müslüman yöneticiye muhalefete katılmasını belirtmek için bu hadiseyi arz ettik. Ammar (r.a.) bu hadiste Aişe (r.a.)'nın görüş ve düşün­cesiyle muhalefete katılmasını ve -başka sahabe-i kiramla birlikte- Osman (r.a.)'m katillerinin kısasını talep etmesini eleştirmiyor. Müslümanlardan iki grup arasında çıkabilecek bir savaşa yol açacak tarzda adam toplayıp isyana katılmasını eleştiriyor. Ammar (r.a.)'ın burada Aişe (r.a.)'nın isyana katılmasını eleştirmesi gibi, Ebu Musa ve Ebu Mes'ud (r.a.) da onun, isyancı topluluğa karşı savaş hazırlıklarına katılmasını eleştiriyorlar. Ebu Vail'den: Ebu Musa ve Ebu Mes'ud (r.a.) Ammar (r.a.)'ın yanına vardılar. Ali (r.a.) onu, Küfe halkını savaşa hazırlaması için görevlendirmişti.  Ona, "müslüman olduğundan beri bu işteki aceleciliğinden daha kötü bir iş yaptı­ğını görmedik" dediler. O da, "müslüman olduğunuzdan beri, bu işi gevşek tutmanızdan daha kötü bir iş yaptığınızı görmedim" diye cevap verdi.[754]... Ebu Bekre (r.a.) ise her iki fırkayı da (yönetici grubu da, muhalif grubu da) bu fitneye iştirak etmelerinden dolayı eleştirmiştir. Hasan'dan, o da Ahnef bir Kays'tan: Fitne gecelerinden birinde silahımla birlikte çıkmıştım. Ebu Bekre'ye rastgeldim. "Ne yapmak istiyorsun?" diye sordu. "Rasulullah (s.a.v.)'in amcasının oğluna arka çıkmak istiyorum" dedim. De ki; Rasulullah (s.a.v.)'den şöyle buyurduğunu işittim. "İki müslüman kılıçlarıy­la karşı karşıya gelirlerse, ölen de öldüren de cehennemdedir. "Şu katildir; fakat maktulün durumu nedir?" denildi. "Çünkü o da arkadışım öldürmek istiyordu" diye cevap verdi. "[755]Ebu Bekre'den. Şöyle demiştir: "Bir söz Ce-mel vak'asında bana fayda verdi. Farisilerin kisranın kızını tahta çıkardıkları haberi Rasulullah (s.a.v.)'e ulaştığında şöyle buyurmuştu; "(Siyaset) işlerini kadınlara bırakan bir kavim iflah olmaz."[756]

Her ikisinin de büyüklüğünü ve faziletini kabul ettiğimiz iki Müslüman topluluk arasında üzücü bir savaşı intaç ettiği için, bu olayı arz etmekte zor­luk çeksek de, kadınla ilgili nasslan serdetme taahhütümüzü yerine getir­mek için bu zorluğu aştık.

Haccac bin Yusuf es-Sakafî'nin zamanında Esma bintu Ebibekr'in konumu

Ebu Nevfel'den: Mekke şehrinin girişinde Abdullah bin Zübeyr'i (asılmış olarak) gördüm. Gelip geçen Kureyşliler ve başka insanlar ona bakıyordu. Abdullah ibn Ömer de geldi ve (asılmış cesedin) yanında durarak şöyle dedi: Allah'ın selamı üzerine olsun ya Eba Hubeyb, Allah'ın selamı üzerine olsun ya Eba Hubeyb, Allah'ın selamı üzerine olsun ya Eba Hubeyb, vallahi ben seni bundan sakındırmıştım, vallahi ben seni bundan sakmdır-mıştım, vallahi ben seni bundan sakındırmıştım. Vallahi ben seni çok oruç tutan, (geceleri) çok namaz kılan ve akrabalarını çokça gözeten biri olarak biliyorum. Vallahi en şerlisi senin gibi olan ümmet muhakkak ki hayırlı bir ümmettir. Sonra Abdullah ibn Ömer savuşup gitti. Abdullah'ın tavrı ve söy­ledikleri Haccac'a ulaştı. Haccac (Abdullah bin Zübeyr'e) adam gönderdi. Asalı bulunduğu dar ağacından indirilerek Yahudi kabristanına atıldı. Sonra (Haccac) Annesi Esma bintu Ebibekr'e haber saldı; Esma gitmeyi reddetti. Sonra "ya gelsin, ya da saçlarından sürüye sürüye getirecek birini gönderi­rim" diye ikinci bir haberci gönderdi. Ravi diyor ki, Esma yine reddederek şöyle dedi: Vallahi, saçlarımdan sürüyüp götürecek birini göndermedikçe senin yanına varmayacağım. Ravi diyor ki, (Haccac), "ayakkabılarımı geti­rin" dedi. Ayakkabılarını giyip çalımlı çalımlı yürüyerek Esma'nın yanına vardı. "Allah düşmanına yaptığımı nasıl buluyorsun?" dedi. Esma (r.a.) şöy­le cevap verdi: "Senin, onun dünyasını ifsad ettiğini; onun da senin ahiretini ifsad ettiğini düşünüyorum. Ona "ey zatü'n-nıtâkeyn (iki kuşaklı)'nın oğlu diye hitap ettiğini işittim. Vallahi zatü'n-nitâkeyn benim. Kuşaklarımın biriyle Rasulullah (s.a.v.)'in ve Ebubekir (r.a.)'in yemeğini davarlar yetişe-mesin diye yukarıdan taşırdım. Öteki ise her kadının taktığı kuşaktır. Rasulullah (s.a.v.) bize Sakîf ten bir yalancı ve bir öldürücü çıkacağı haber vermişti. Yalancıyı gördük, öldürücünün ise senden başkası olduunu sanmı­yorum." Ravi diyor ki, (Haccac) kalktı ve arkasına bakmadan çekip gitti.[757]

İşte kadın, azgınlığının başlangıcındaki zalim yöneticiye karşı, hiç korkmadan böyle bir muhalefet etmiştir. Kamçı darbesinden daha tesirli sözlerle zalimi hırpalamıştır.

Bu konuyu, Kur'an-ı Kerim'den eşsiz bir örnekle bitirmek istiyoruz. Kur'an bize, akıl ve güzel siyasette yüksek bir mevkiye erişen; yönetiminde şura yöntemini uygulayan bir kraliçenin kıssasını anlatmaktadır.. Sonunda Kraliçe, Süleyman (a.s.) ile birlikte Alemlerin Rabbi'ne teslim olmuştur. Bu örnekle Kur'an-i Kerim, kadının basiret ve siyasette birçok erkekten üstün olduğuna dikkatimizi çekmektedir.

AUahu Teala şöyle buyuruyor:

"Kuşları teftiş edip dedi ki: Bana ne oluyor da Hüdhüd'ü göremiyo­rum? Yoksa kayıplardan mı oldu? Ona ya şiddetli bir azab edeceğim, yahut onu keseceğim; ya da bana (mazeretini beyan eden) açık bir delil getirecek! Çok geçmeden geldi ve "ben dedi, senin görmediğin bir şey gördüm ve sana Sebe' (ülkesinden) kesin bir haber getirdim. Bir kadının onlara hükümdarlık ettiğini gördüm. Kendisine her şeyden verilmiş ve azametli bir tahtı var. Onun ve kavminin Allah'ı bırakıp da güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan ve yerde gizleneni açığa çıkaran ve gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilen Allah'a secde etmeleri gerekmez mi? Alan ki, O'ndan başka tanrı yoktur, büyük Arş'in sahibidir. (Süleyman), "bakalım, dedi, doğru mu söyledin; yoksa yalancılardan mısın? Bu mektubumu onlara götür bırak, sonra bir kenara çekil de bak, neye başvuracaklar?" (Mektubu alan Sebe' Kraliçesi Belkıs) dedi ki; Efendiler, bana mühim ve kıymetli bir mektup bırakıldı. (Mektup) Süleyman'dan ve Rahman ve Rahhim Allah'ın adıyla başlıyor. Bana karşı büyüklük taslamayın ve teslim olarak bana gelin (diye yazıyor). Ey ileri gelenler, dedi, bu isimdi bana bir fikir verin; ben siz olmadan hiç bir işi kestirip atmam." Dediler ki: "Biz güçlüyüz ve yaman savaşçılarız. Ama emr u ferman senindir. Bak (durumu değerlendir), ne buyurursan öyle yapanz." (Belkıs şöyle) dedi: "Krallar bir ülkeye girdilerini, orayı darmada­ğın eder, taş üstünde taş bırakmazlar. Halkının şerefli kimselerini zelil kılarlar. İşte böyle yaparlar. Onlara bir hediye gönderip, elçilerin ne ile döneceklerine bakacağım." (Nemi, 20-35). Allahu Teala şöyle buyuruyor:

"(Sebe Melikesi Belkıs) gelince, ona, "senin tahtın da böyle miydi?" dendi. O da, "sanki o, zaten bie dha önce bilgi verilmişti ve biz İslâm'a teslim olmuştuk" dedi. Kafîr bir kavimden bulunduğu için, bu zamana kadar, Allah'tan başka taptıkları onu (tevhid dinine girmekten) alıkoymuştu. Ona, "köşke gir" dendi. Köşkü görünce zemini su zannederek bacaklarını çemredİ. (Süleyman), "o, cilalı, şeffaf sırçadandır" dedi. (Kraliçe), "Rabbim, dedi, ben kendime zulmetmişim; (artık) Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi Allah'a teslim oldum." (Nemi, 42-44). [758]

 

Kadının Siyasi Etkinliği İle İlgili Bazı Sosyal Olgular

 

1. İslâm dünyasının büyük kısmını kapsayan emperyalizm ve onunla birlikte Siyonizm'in, Filistin topraklarını gasbetmesi olgusu. Bu olgu, kadının cihada katılmasını gerekli kılmıştır. Kurtuluş hareketlerine kadının katkısı olmuştur.

2. İletişimin yaygınlaşması ve ulaşım vasıtalarının çoğalmasıyla birlikte toplumun daha karmaşık bir yapı kazanması olgusu. Bu olgu erkek ve kadınlarda siyasi bilincin gelişmesi sonucunu doğurmutur. Bu sayede siyasi meseleleri takip etme ve siyasi gelişmelere katılma imkanı artmıştır.

3. Eğitimin gelişmesi, çeşitlenmesi ve her seviyeden eğitimin erkek ve kadınları kapsaması. Bunun yanısıra, gittikçe daha çok kadının meslek hayatına atılması. Bu olgu kadınlara da; boykot, gösteri, yerel ve genel meclis seçimlerinde ya da sendika seçimlerinde oy kullanma, bu meclislere üye olmak için adaylık, siyasi partilere ve milli güçlere katılma gibi biçimlerde siyasi etkinliğe katlıma imkanını vermiştir.

4. Çağdaş toplumun karmaşık yaısı kadının hayatını da karmaşıklaştır-mıştır. Bu olgu, kadınla ilgili yeni meselelerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu yüzden de, yerel ve genel meclislere katılımının gerekçeleri daha da artmış; eskiye nazaran toplumun daha bir içinde olan ve topluma daha çok katılan kadının, erkeklere birlikte, toplumun meselelerini çözmeye katkı sağlaması daha da anlamlı hale gelmiştir.

5. Pratikteki uygulamalarının dereceleri bir yana, tüm dünyada şura p-rensibinin yaygınlaşması ve gelişmesi olgusu. Arap ve İslâm ülkeleri de ki­mi zaman şeklî, kimi zaman da ciddi şura teşebbüslerinde bulunmuşlardır. Bu olgu, erkek olsun kadın olsun, toplumun çeşitli gruplarının şuraya katıl­mayı istemesi; her toplumda siyasi partilerin ve milli kuvvetlerin şuranın fiilen uygulanmasını talep etmesi sonucunu doğurmuştur.

Çağdaş siyasî faaliyetin tarifi

1. Siyasî faaliyetten murad, kanun yapıcı otoritenin ve icracı otoritenin teşkil edilmesi usûlüne; sonra da bu iki otoritenin işleyiş biçimine ve yerine getirdikleri görevlere ilişkin faaliyettir. Ferdin böyle bir etkinlikte buluna­bilmesi için öncelikle siyasi mesellelerle alâkadar olması gerekir. Bu alaka onu belli bir eğitim almaya ve gelişmeleri takip etmeye iter. Bu da mevcut halin ve olması gereken halin bilincinde olmayı gerekli kılar. Bütün bunlar, ferdin girişeceği ve toplumun yöneleceği siyasi faaiyetin doğru bir çizgide gelişmesini sağlar.

2. Sosyal faaliyet, siyasî faaliyetin tabii bir başlangıçtır. Çünkü sosyal faaliyet, ferdin, toplumun belli meseleleri hakkında bilinç kazanmasını temin eder. Sosyal faaliyet, fertlerin belli bir meseledeki rolüyle ilgili ise; siyasi faaliyetde hakim otoritenin rolüyle ilgilidir. Her iki rol arasında daimi surette etkileşim vardır.

3. Siyasî faaliyetin en önemli tezahürleri şunlardır:

a) Yöneticinin seçimine fiili katılım.

b)  Millet meclisinde milleti temsil edecek olan vekillerin seçimine katılım. Bu meclisin iki görevi vardır: Kanun yapmak ve icrayı denetlemek.

c) Hitabet, yazı ve gösteri, boykot, imza kampanyası gibi yollarla icracı ve kanun koyucu otoritelerin uygulamalarını destekleyen ya da eleştiren görüş beyanında bulunmak.

d) Partilerin ve milli güçlerin faaliyetlerin iştirak etmek.

e) Yerel ve genel meclislerde üye olabilmek için adaylık.

4. Siyasî faaliyet, bilinç, kültür ve geniş ufuk işidir. Başlangıçta bu yetenek ve özellikler erkek veya kadın, sınırlı sayıda vatandaşta bulunabilir. Fakat genel hürriyetlerin sağlanması ve siyasi faaliyet pratiğinin gelişme­siyle bu daire genişletilebilir. Her iki unsur da, halkın, yönetimi doğru yola sevketme görevini bilmesi ve yerine getirmesi hususunda önemli etkenler­dir. İmkanları ve konumları itibariyle erkeklerin siyaset işleriyle alakadar olmalrı farklı derecelerde bulunduğu gibi; kadınlar için de bu böyledir. Oku-ma-yazma bilmeyen kadın vardır; eğitimli kadın vardır. Köşesine çekilmiş ev hanımları olduğu gibi; evinin içinde ve dışında faal olan ev hanımları var­dır, Çalışan kadınlardan sınırlı bir sorumluluk üstlenenler olduğu gibi; eğitim, sağlık, basın ve diğer alanlarda büyük sorumluluklar altına giren ka­dınlar vardır. Bütün bu kadınların, siyasi faaliyetleri de kabiliyet ve imkânları doğrultusunda olacaktır. [759]

 

Çağımızda Kadının Siyasi Faaliyetinin Şer'î Esasları

 

Birinci esas:

Müslüman kadın -aynen erkek gibi- toplumun siyasi meseleleriyle alâkadar olmak zorundadır. Toplumunu uyandırmak ve yükseltmek için, içinde bulunduğu şartlar ve imkanlar muvacehesinde siyasi hayata katılmak zorundadır. Marufu emredip münkerden sakındırmak, nasihati yaymak, kısacası olumlulukları destekleyip sapmalara karşı mücadele etmek zorun­dadır. Bu da, otoritenin doğru yolda ve adalet üzere bulunmasını sağlamak için yapılan ve sevap kazanılacak bir tür cihaddır.

Kadının toplumdaki siyasî işlerle ilgilenmesi:

Ümmü Seleme'nin "ben de insanlardanım" sözü ne kadar güzel bir söz­dür. İmam'ın, insanlara yaptığı çağrının yalnızca erkekleri değil, kadınları da kapsadığını ifade etmiştir. Fatıma bintu Kays'ın sözü ne kadar doğrudur: "Mescide giden insanlarla birlikte ben de mescide gittim." îmam'ın çağrısı­na, erkeklerle birlikte icabet etmiştir. (İslâm devletinde siyasal katılım ör­nekleri bahsindeki Ümmü Seleme ve Fatıma bintu Kays hadislerine bakınız.)

Toplumun uyanışına ve yönetimin doğruluk ve adaletini sağlamaya katkısı:

Allahu Teala şöyle buyurmuştur:

"Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velisidirler. Marufu emredip, münkerden alıkoyarlar. Namazı kılıp, zekâtı verirler. Allah'a ve Peygamberine itaat ederler. Allah, işte bunlara merhamet edecektir. Kuşkusuz Allah, Aziz ve Hakim'dir." (Tevbe, 71).

Temin ed-Dârî'den: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Din nasihat­tir." "Kime?" dedik; "Allah'a, Rasulü'ne, Kitabı'na, müslümanların imamla­rına ve geneline" buyurdular.[760]

Cerir bin Abdillah'tan: ... Rasulullah (s.a.v.)'e gelerek, "İslâm üzerine sana biat edeyim" dedim. Bana, "ve her Müslümana nasihat etmemi" şart koştu. Ben de bu şart üzerine O'na biat ettim.[761]

Allah'ın dininde nasihatin ne kadar yüce bir mevkii var ki, Allah'ın Rasulü (s.a.v.) onu "din nasihattir" şeklinde formüle ediyor. Yani, hak din nasihatsız olmaz, diyor. Din, erkek kadın her müslümanın dinidir. Yarın Al­lah, erkek kadın hepimizi birden; müslümanlann imamlarına ve geneline nasihattan sorguya çekecektir. Herkesi konumuna ve kudretine göre hesaba çekecektir. Nasihat iki yönlüdür. Psikoloik ve derûnî yön: Bu, tüm müslü-manlara hayır dilemektir. Pratik ve ahlâkî yön: Bu da insanı zora ve meşak­kate soksa da görüş beyan etmek ve hak sözü ilan etmektir.

Rahmetli Seyyid Reşid Rıza, "mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velisidirler" ayetinin yorumunda şöyle demiştir: "Ayet, marufu emredip; münkerden alıkoymayı kadın-erkek herkese farz kılmaktadır. Bunun içerisine söz ile olan, yazı ile olan girdiği gibi; halife, kral, emir gibi yöneticileri ve bunların dışında bulunan kimseleri eleştirmek de girer. Kadınlar bunu bilir ve bununla amel ederlerdi."[762]

Reşid Rıza, doğru söylüyor. Gerçekten de kadınlar bunu bilir ve bunla amel ederlerdi. Semra bintu Nuheyk bu farzla amel ederek -ki daha Önce, sosyal faaliyet bahsinde geçti- halife ve emir dışında bulunan kimselere kar­şı çıkmış; marufu emredip, münkerden alıkoymuştur. İşte, büyük sahabi E-bu'd-Derdâ'mn hanımı Ümmü'd-Derdâ... Halifeye karşı geliyor ve işlediği münkerden onu nehyediyor.. Abdulmelik bin Mervan bazen Ümmü'd-Derdâ'yı davet eder; Ümmü'd-Derdâ onun hanımlarının yanında kalır; Abdulmelik ona Rasulullah (s.a.v.) ile ilgili birşeyler sorardı. Yine Ümmü'd-Derdâ'nın sarayda konuk olduğu bir sırada vuku bulan bir hadiseyi Zed bin Eşlem rivayet ediyor: ... Bir gece Abdulmelik uykusundan kalkıp hizmetçisini çağırdı. Kendisine, hizetçi biraz ağırdan almış gibi geldi ve hizmetçiye lanet etti. Sabah olunca Ümmü'd-Derdâ ona şöyle dedi: "Bu gece, hizmetçini çağırdığın sırada ona lanet ettiğini duydum. Ebu'd-Derdâ'dan, Rasulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu işittim: "Lanet edenler kıyamet günü şefaat olunmaz ve şahitlerden olmazlar."[763]

İşte Esma bintu Ebibekr.. -Az önce bahsi geçtiği üzere- bir emirin, Haccac bin Yusuf es-Sakafî'nin satvetine karşı koyuyor; Müslümanların mukaddeslerinden pek çoğunu hiçe sayan zalim bir yöneticiyi karşısına alarak hayatını ve şerefini tehlikeye atıyor.

ikinci esas:

Siyasi faaliyet bazen farz olabilir. Müslüman kadının, bu alanda farz-kifaye cümlesinden sayılan görevleri yerine getirmesi gerekir.

Bu farzlardan bazıları şunlardır:

a) Otoritenin doğru yolda ve adalet üzere bulunmasını sağlamak için edası gereken ve bunun doğru dürüst yapılabilmesi için erkeklerle birlikte kadınların da çabasına ihtiyaç duyulan her çalışma... Kadınların, salih kişilerin genel ve yerel meclislere ve meslek kuruluşlarına seçilmesi için gereken çalışmalara; ayrıca bir marufun pekişmesi veya bir münkerin ortadan kaldırılması sonucuna yol açan referandum ve halk oylamalarına katılması buna örnek olarak verilebilir.

b) Milletin hayrını murad eden, yönetimi düzeltmeye gayret eden ve bir yandan İslâm esasları doğrultusunda topyekûn bir reformu öngörürken; diğer yandan da insanî tecrübeleri ve çağdaş bilimleri göz önünde bulunduran siyasi partilere ve samimi siyasi güçlere katılma.. Böylece İslâm'a düşmanlık eden güç odaklarına karşı bu parti ve güçleri desteklemiş olacaktır. Çünkü birçok erkek ve kadın, pragmatist ve fırsatçı partileri destekleyerek onların güçlenmesini temin etmektedirler.

c) Kadınlar arasında siyasi bilincin gelişmesi için çalışma.. .Özellikle, seçin zamanı gibi zamanlarda bu faaliyet önemlidir. Çünkü böyle zamanlar­da, siyasi bilinci aşılayacak kişilerin evlere gidip, kadınlara yakından hitab ederek diyaloga geçmeleri gerekebilir.

d)  Seçimlerin doğru ve nezih bir şekilde yapılması için seçimlerin düzenlenmesinde ve uygulanmasında görev almak. Mesela, izdihamdan u-zak kalmaları için kadınlara ayrılan kısımlar varsa oralarda görev alabilirler.

Daha önce, toplumlarımızın sosyal alanlardaki farz-ı kifayeleri zayi ettiklerinden bahsetmiştik. Maalesef, bu farzlar, sayiset alanında daha da fazla zayi edilmiştir. Müslümanlar gerek dış baskılar, gerek içerdeki müste­bit yöneticiler ve gerekse toplum fertlerinin çoğunluğunun Müslümanların meseleleriyle ilgilenmemesi sebebiyle çok ağır şartlar altında yaşıyorlar. Bu durumda, bu farzların zayi edilmesinin tehlikesini idrak edebilmeleri ve gö­revlerini yerine getirmek hususunda gerekli katkıda bulunabilmeleri için; erkek ve kadınların çok daha bilinçli olmaları hususunda gerekli katkıda bulunabilmeleri için; erkek ve kadınların çok daha bilinçli olmaları gerek­mektedir. Ancak bu şekilde, söz konusu fazları zayi etmenin günahından kurtulabilir ve toplumlarının uyanışına katkı sağlayabilirler. Böylece ahire-te de sevaba kavuşurlar. Daha önce, kadının meslekî çalışmasının onuncu Genel meselelerde yazı, gösteri, boykot veya başka herhangi bir uygun araçla görüşünü açıklamaya katılma.

Nasihat görevini yerine getirme ve muhalefet hakkını kullanma. (Yani marufu emredip; münkerden alıkoyma).

İlkeleri toplumun hayır ve salahını temin etmeye en yakın siyasi parti veya akımı destekleme.

Milletin emanetini üstlenmeye en layık ve ehil adayı seçme. Yani en uygun adayı gseçme hakkını kullanma.

Milleti temsil edecek şartlan taşıyorsa, belli bir bölgeden veya belli bir kesimden; millete vekâlet eden meclislere adaylığı kabul etme.

Kadınlara, ev işlerinden arta kalan vakitlerinde yararlı çalışmalarda bulunmalarının gerekliliği öğretilmelidir. Yönetimin doğru ve adil olmasını sağlamak için siyasi faaliyette bulunmakta yararlı çalışma alanlarından biridir.                                   

Vaktin değerlendirilmesinin zaruretine dair delilleri, kadının mesleki çalışmasının ikinci esasaında sıralamıştık. [764]

 

Kadının Seçme Hakkının Tartışması

 

Tartışma iki eksende cereyan ediyor. Birincisi: Şeriatın, kadının seçme hakkını kabul ve ikrar etmesi. İkincisi: Kadının bu hakkını kullanması için birtakım Özel şartların koşulması.

1. Şeriatın kadının seçme hakkını kabul etmesi:

Usûl kaidesi, "eşyada aslolan ibahadır (mubah ve helal olmasıdır)" der. Sâri' tarafından, kadının seçim hakkı konusunda herhangi bir yasaklama varit olmadığına binaen, bu hakkı asıl olarak meşru bir hak olarak kabul ederiz. Fakat pratikteki uygulamasına gelince, meşru olan şeyler içerisinden şartlarımıza uygun olan ve maslahatımızı gerçekleştirenleri alırız.

Burada, şeriat (İslâm hukuku) hocası ve Şam Üniversitesi Şeriat Fakül­tesi Dekanı, rahmetli Dr. Mustafa es-Sibâî'den bir görüş aktarmak istiyoruz. Bu naklettiğimiz görüş, şeriat uzmanı bir grubun görüşüdür. Aralarında, şeriatın, kadının seçme ve seçilme hakkını nereye kadar kabul ettiğine dair bir tartışma cereyan etmiştir. Rahmetli diyor ki: "...Tartışmadan ve bakış açılarının ortaya konmasından sonra, İslâm'ın kadına bu hakkın verilmesine mani olmadığım gördük. Seçim, milletin, kanun yapma ve hükümeti denetleme hususunda kendisine vekalet edecek temsilcilerini seçmesidir. Seçim işlemi vekalet verme işlemidir. Kişi, oy verme merkezine gidip oyunu kullanmak suretiyle, milet meclisinde kendisini temsil edecek, kendisi adına konuşacak ve haklarını savunacak kişilere vekalet vermektedir. Kadın da, İslâm'a göre, toplumun bir vatandaşı olarak; haklarını savunması ve iradesi­ni yansıtması için birilerine vekalet vermekten alıkonmuş değildir..."[765]

2. Kadının seçme hakkım kullanabilmesi için özel bazı şartlar var mıdır?

Siyaset işleriyle uğraşanladan bazıları arasında bu şartlar meselesi gün­deme getirilmiştir. Soru şu: Kadının babasının veya kocasının görüşünden ayrı müstakil bir görüş sahibi olabilmesi için asgari bir eğitim düzeyi şart koşulmak mıdır?

Tartışmalardan sonra ortaya çıkmıştır ki, seçme hakkı hususunda er­kekler kadın arasında bir ayrıma gitmeye gerek yoktur. Ancak, kadını kısıt­layan ve herhangi bir sosyal etkinliğe katılmaktan mahrum bırakan ve erkek­lerin dünyasından tamamen soyutlayan kapalı toplumlarda belli bir sürecin geçmesini beklemek gerekebilir. Fakat kadının sosyal hayata katılabildiği açık toplumlarda böyle bir sürece gerek yoktur. Pratik uygulamada çeşitli unsurlar birbirleriyle etkileşim içerisine girecek ve gerek okuma-yazma bilmeyen, babasının veya kocasının görüşüne tabi olan kadının düşüncesin­de; gerekse, feodaliteye veya makam mevki sahiplerine boyun eğen genel halkın düşüncesinde; ve gerekse, milleti temsil eden geleneksel adayların düşünme biçiminde, seneden seneye belirgin değişiklikler ortaya çıkacaktır. Siyasi sahada, yeni ilkeler ve yeni fikirler getiren partiler ortaya çıkacaktır. Bunlar, erkek kadın, tüm ahalinin bilinçlenmesinde önemli roller üstlene­ceklerdir. Siyasete yeni unsurların katılması, erkek ve kadın ahaliye -okuma yazması olmasa da- zamanla gelişen bir bilinç kazandıracaktır. Sonunda kadın, kendi inancından ve maslahatından kaynaklanan, kendine ait hür bir irade sahibi olacaktır.

Tartışma iki eksen etrafında cereyan ediyor. Birincisi: Şeriatın, kadının aday olma ve seçilme hakkını kabul ve ikrar etmesi. İkincisi: Kadının bu ve reisliklerini manasına gelmektedir. Ancak fetva, içtihat, eğitim, hadis rivayeti, idare ve benzeri bir kısım işlerde kadınların velayeti üstlenmelerin­de bir mahzur yoktur. Bu işlerde kadının velayet hakkı bulunduğu icma ile sabittir ve kadınları asırlardan beri bu işleri yapagelmişlerdir. Hatta Ebu Hanife (r.a.) kadının şahitliğinin caiz olduğu davalarda hakimliğini de caiz görmüştür. Yani had ve kısas davaları dışında kadının hakimliğine cevaz vermiştir. Kaldı ki, İbn Kayim'in et-Turuku'1-Hukmiyye'de kaydettiği gibi, selef fukahasından kadının had ve kıssas davalarından şehadetini caiz görenler de vardır. Taberî de genel olarak cevaz vermiştir. İbn Hazm da Zahirî olmasına rağmen cevaz verenler arasındadır. Bu da, kadının hakim (kadı) olmasını yasaklayan açık bir nass olmadığını göstermektedir. Eğer öyle bir nass olsaydı, İbn Hazm ona yapışır ve -adeti olduğu gibi- onun için mücadele ederdi.

Zikiolunan hadisin sebe-i vürûdu da, hükmün genel velayetle sınırlı olduğunu göstermektedir. Rasulullah (s.a.v.)'e Farisîlerin imparatorlarının vefatından sonra onun yerine Kisra'nın kızı Boran'ı geçirdikleri haberi gel­mişti. Bunun üzerine işlerini kadına bırakan bir kavim iflah olmaz" hadisi-şerifini söylediler.

Kadının millet meclisine adaylığına karşı çıkanların ileri sürdükleri şüphelerden biri de, "meclisin üyesi hükümetin kendisiden, hatta devlet rei­sinden daha üstündür; çünkü -meclis üyesi olması hasebiyle- devlet reisini bile hesaba çekebilir. Bunun manası bir yandan kadını genel velayetten alı­koyuyoruz: sonra başka bir şekilde yeniden genel velayet-i üstlenmesine imkân tanıyoruz" demeleridir. Bu durumda danışma meclislerinde veya millet meclislerinde üyelik kavramının mahiyetini şerh ve tahlil etmemiz gerekiyor. Bilindiği gibi çağdaş demokratik sistemlerde milet meclisinin görevi iki şıktan oluşmaktadır: Hesaba çekmmek ve kanun yapma. Bu iki kavramı inceleyecek olursak şunları görürüz:

Hesaba çekme, son tahlilde, şer'i anlayışa göre, İslâmi ıstılahta "marufu emredip; münkerden alıkoymak (nehyetmek)" ve "dinde nasihat" olarak bi­linen ilkelere racidir. bunlar Müslümanların imamlarına ve geneline kaşı yerine getirilmesi gereken vazifelerdir. Emir, nehiy ve nasihat hem erkekler­den, hem de kadınlardan istenmektedir. Kur'an-ı Kerim açık bir şekilde, "Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velisidirler. Marufu em­redip; münkerden alıkoyarlar" buyurmaktadır. Kadının ferdi bir şekilde na-»ihatta bulunma, doğru bildiği görüşü beyan etme, marufu emredip, münkerden alıkoyma ve "şu doğrudur; şu yanlıştır" deme hakkı varsa; meclis üyesi olarak bu görevleri yapmasına engel teşkil eden şer'î bir delil yoktur. Adet ve muamelât ile ilgili işlerde, sahih ve sarih bir yasaklayıcı nass olmadıkça, asılolan ibahadır; (mubah ve helal olmasıdır). Geçmiş çağlarda kadının, şura meclislerine girdiğinin bilinmediğnin öne sürülmesi, girmemesi hususunda şer'î bir delil olamaz, bu olsa olsa, fetvanın zamana, mekana ve durum a göre değişmesi kaidesinin içinde mütalaa edilebilir. O devirlerde şura erkekler için olsun, kadınlar için olsun sistematik bir şekilde düzenlenmiş değildir. Şura konusundaki nasslar mücmel ve mutlak olarak gelmiş; tafsilatı ve düzenlenmesi müslümanların; zaman ve mekanlarının şartlarına ve toplumlarının durumuna göre yapacakları ictihadlara bırakıl­mıştır.

Millet meclisinin görevinin ikinci şıkkı kanun yapma ile ilgilidir. Bazı heyecanlı kimseler, bu misyonu çok büyüterek velayet ve imaretten de daha Önemli bir konuma oturtuyorlar. "Devletin yasama organında bulunmak ve devlet için kanun yapmak çok büyük bir iştir; dolayısıyla bu kadar önemli bir işi kadınlara bırakmak caiz değildir" sonucuna varıyorlar. Aslında iş daha basit ve kolaydır. Asıl kanun koyucu Allahu Teala'dır. Emir ve yasakları koyan teşri'in ana ilkeleri Allah katındandır. Biz insanların yaptığı sadece hakkında nass bulunmayan konularda hüküm çıkarmak, mevcut hükümle­rin de ayrıntılarını ve keyfiyetlerini belirlemekten ibarettir. İctihad ise şeriatte, kadın ve erkek herkese açık bir kapıdır. Usûl kitaplarında genişçe anlatılan ictihad şartları arasında erkeklik şartı da vardır; kadının içtihat yapması yasaktır diyen çıkmamıştır.

Kanun yapmada kadının kendisiyle, ailesiyle ve aile ilişkileriyle ilgili öyle işler vardır ki, onlarda mutlaka kadının görüşünün alınması ve göz önünde bulundurulması lazımdır. Belki de bazı hallerde, kadın erkeklerden daha ileri görüşlü olabilir.[766]

Biz kadının millet meclisine girmesine eevaz verirken, yabancı erkek-1 lerle kayıtsız ve şartsız ihtilafını veya kocasını, evini ve çocuklarını ihmal etmesini öngörmüyoruz. Ya da milletvekilliğinin kadını giyim kuşamında, hatt u harekâtında, yürümesinde ve konuşmasında edep ve vakardan uzakve motive edilmesinden sorumludur.

Abdullah bin Ömer (r.a.)'den Rasuluilah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: "Her biriniz çobandır ve güttüklerinden sorumludur. İnsanların başında bulunan emir de çobandır; o da güttüklerinden sorumludur.."[767]

Bu sorumluluğun yerine getirilmesi birkaç şekilde olabilir. Bunlardan bazıları şunlardır:

a) Resmi medya araçları vasıtasıyla, kadının, siyasi faaliyete ciddi bir biçimde katılarak, toplumun yükselmesine katkı sağlamaya yönlendirilme­si.

b) Kadının siyasi rolünü yerine getirebilmesi için, kadına genel olarak seçme ve seçilme hakkı verildiği gibi; kadın kuruluşlarında veya kadınların ekseriyette olduğu kuruluşlarda özel olarak seçilme hakkı verilmesi.

c) Yerel ve genel meclislerde belli sayıda sandalyenin seçim veya tayin yoluyla kadınlara tahsis edilmesi.

Yedinci esas:

Kadının siyasi faaliyete katılması erkeklerle bir arada bulunmasını gerektiriyorsa, erkeklerin de kadınların da az önce ilgili bölümde, arz edilen edeblere riayet etmeleri gerekir. Burada elbisede vakarın muhafaza edilme­si, gözlerin kısılması, halvetten ve itiş-kakıştan sakınma ve kuşku uyandıra­cak tavır ve konumlardan sakınma gibi bazı edebleri yeniden hatırlatabiliriz.

Mevcut sayisi kuruluşlarda bu edeblere tam olarak riayet edilmiyorsa ne olacak? Bu kuruluşların sağladıkları maslahatları bir yana iterek, mü'slüman kadının bu faaliyetlerle katılmaması caiz görülebilir mi? Yoksa, bir yandan bu maslahatları gözetirken, bir yandan ân şer'î edeblerin uygulan­ması konusundaki eksikliklerin tamarnlanması için daha akıllıca bir çaba göstermek mi daha evladır? Usûl kaideleri mefsedeti savmak için ihtiyaç ve maslahatın Ölçüsünü belirlemiştir. Bu hususta İbn Teymiyye şöyle der:

Yasaklamayı (haram kılmayı) gerektiren mefsedetin büyük olması tek başına değerlendirilmez. Onunla birlikte izni gerektiren hatta müstehap eya vacip olmayı gerektiren ihtiyaç da nazar-ı itibara alınır.[768]

Eğer bir şey sedd-i zerâi' kabilinden nehyedilmişse, racih (tercih olunan) bir maslahat için yapılabilir... Mesela yabancı kadın ile halvet, onunla birlikte yolculuk ve ona bakmak; fesada yol açacağından dolayı nehyedilmiştir. Kadın da yanında kocası veya bir mahremi bulunmaksızın yolculuğa çıkmatan nehyedilmiştir... Bütün bunlar, sadece, bir mefsedete yol açacaklarından dolayı yasaklanmışlardır. Eğer racih maslahatın gereği (olarak bunlar yapılacak olursa, artık) mefasedete yol açmazlar.[769]

Şeriatın usûllerinden biri de, maslahatla mefsedet taarruz ettiği (çatıştığı) [770]zaman racih olanın öne alınmasıdır. [771]

 

Kadının Meslek Hayatına Atılması

 

Çağdaş Batı toplumundan bir tecrübeye tanıklık

Sovyet lideri Mihail Gorbaçov, Prestroyka adlı kitabında şöyle diyor:

"...Genellikle kadının özgürlük derecesi, toplumun sosyal ve siyasi dü­zeyi hakkında hüküm vermek için bir ölçü olarak kabul edilir. Sovyet devle­ti, çarlık Rusyası'nda kadına karşı uygulanan ayrımcılığa son vererek her iki cinsi eşit önemde görmeye karar vermiştir. Kadın toplumsal biryer edinmiş, kanun önünde erkeğe eşit sayılmıştır. Biz sovyet hükümetinin kadına sağla-dıklarıyla iftihar ederiz: İşte erkekle aynı haklar, eşit işe eşit ücret, sosyal gü­venlik. Kadına eğitim, geleceğini kurma, sosyal ve siyasi faaliyetlere katıl­ma fırsatı tanınmıştır. Kadınlaın katkısı ve fedâkârâne gayretleri olmasa ye­ni bir toplum inşa etmemiz veya faşizme karşı savaşımızı kazanmamız mümkün olmazdı.

Fakat tarihimizin destansı ve meşakkatli yılları boyunca, kadının Özel haklarına; anne ve ev hanımı rollerinden, ayrıca çocukların eğitimi konu­sunda vazgeçilmez rolünden kaynaklanan ihtiyaçlarına gereken özeni gös­termekten aciz kaldık. Kadın, bilimsel araştırma, üretim, hizmet gibi alan­larda çalıştı. Sanatsal etkinliklerde bulundu. Fakat evin günlük yaşantısın-daki (ev işi, çocuk terbiyesi ve sıcak bir yuva atmosferi oluşturma gibi) görevlerini yapmaya vakti kalmamıştı. Çocukların ve gençlerin ahlâkî dav­ran ışlarındaki, maneviyatımızdaki, kültürümüzdeki ve üretimimizdeki- pek çok sorunun biraz da ailevi ilişkilerin zayıflamasına ve ailevi sorumlulukla­rın ikinci plana itilmesine bağlı olduğunu keşfettik. Bu, siyasi olarak, her İlk olarak: Kadının sosyal hayata katılmasının ve erkek­lerle karşılaşmasının meşruluğu hususundaki delillere karşı ya­pılan itirazlar etrafında bir tartısına. pilan itirazlar etrafında bir tartışma. Birinci itiraz:

Muarızlar: "Peygamber (s.a.v.)'in fiilleri hususunda nakledile gelen nasslar bizatihi peygamberin şahsına mahsus olan hususiyyetlerindendir. Bu nasslara umumîlik sıfatının verilmesine imkan yoktur" diyorlar.

Buna birkaç yönden şöyle cevap veririz:

a) Bu nasslardan bir çoğunun, Peygamberin yaşantısından bir kısım deliller sunarak gelmeleri gayet tabii bir şeydir.  Çünkü sünnet, Peygamber'in söz, fiil ve takrir (yani huzurunda yapılan bir işi red veya tasdik etmeyerek susup tasvip etme)lerini ifade eder. Bunun için sahabe ve ondan sonra gelen müslümanlar, Nebi'nin sünnetiyle ilgili olan herşeyin rivayet edilmesi konusunda büyük bir titizlik gösteriyorlardı. Zira sünnet teşri ifade etmekteydi. Bunun dışında kalan sahabe fiillerine gelince, bunlar bir arz ve gösterim olarak aktarılıyordu. Demek ki sünnet sahabenin çeşitli alanlardaki yaşantısını derinlemesine inceleyen tarihi ve sosyal bir araştırma değildi.

b) Usul alimleri hususiyyet (özellik)in ancak delil ile olacağını ve ihtimallerle hususiliğin sabit olamayacağını kabul etmektedirler. İbni Teymiyye bu konuda şöyle diyor: "...Allah Teala, Nebisi için her neyi helal kılmışsa, tahsis (hususilik) ifade ettiğini gösteren harhangi bir delil olmadıkça artık o ümmeti için de helaldir."1 O halde hususi olduklarını gösteren bu nassların tümü hakkındaki deliller nerededir?

c) Buhari ve İbni Hacer gibi hadis ve fıkıh alimleri bu nasslan şerheder-lerken, onlara hususilik yönü vermemiş; aksine bu nasslardan onların umumi (genel) olduklarını tekid eden hükümler çıkarmışlardır. Buharinin, söz konusu nassların bu şekilde umumi olduklarını isbat eden konu (Bab) başlıklarından birçoğunu bu bölümün giriş kısmında görmüştük. Nitekim aynı şekilde İbni Hacer el Askalani'nin aynı hususu teyid eden bir dizi görüşünün nakledilegeldiği de beşinci bölümde zikredilmiş idi.

d) -Bir cedel meselesi olarak- masum olması nedeniyle, bu nasslarda geçen sahnelerden bir kısmının -ki bunların sayısı elliye yakındır-Peygamber'in hususiyyetlerinden olduğunu farzetsek bile, masum olmadık­ları halde Peygamber'in kendileriyle karşılaştığı kadınların durumu nedir? Yine bu sahnelerden bir çoğunda -Peygamberi bırakın- sahabenin fiillerini takdim eden sahneler (ki bunların sayısı yüzelliye yakındır) hakkında söylenecek söz nedir?

e) Bu noktada Peygamber'in hayatında kadınlarla karşılaşma biçiminin düzenli olarak seyretmesinde büyük bir tesiri olduğuna inandığımız iki önemli amil(faktör) vardır. Bunlardan birinci amile gelince, bu şerefli Rasulün kusursuz bir insanın halini hatta insani bakımdan mükemmellik halini ve nefsi yönden dürüstlüğün zirvesi (kemali)ni temsil ediyor olması, bu nedenle de kıskançlık noktasında ifrat ve tefritinin olmamasıdır. Peygamberin kıskançlık noktasında ifrat ve tefritinin olmaması ister, erkeklerin -hem hicab farz kılınmazdan önce hem de hicab farz kılındıktan sonra- (Şeriatın meşru kıldığı ölçüye göre) onun hanımlarıyla karşılaşmaları halinde olsun, isterse Rasulullah'ın umumi bir şekilde kadınlarla karşılaşma­sı halinde olsun farketmez. Takvalığının zirvesine, müslümanların namus (ırz)lanna karşı gösterdiği hassasiyeti ve mü'minler için üsve-i hasene (en güzel örnek) kılındığına dair bilincinin mükemmelliğine rağmen, kadın erkek münasebeti hususunda onun tavrı bu olmuştur. Burada sadece şu iki delili sunmakla yetiniyoruz.

Birinci delil: Ebu Bekr (ra)'ın kızı Esma (ra) uzak bir yerden başının üzerinde çekirdek taşımakta iken ona acıyarak kendisini bineğinin arka

Uyarı: (Sahih-i Buhari'nin bahis ve bab başlıklarından sonra gösterilen cilt ve sahife kaynaklanın -Mustafa Halebi Kahire baskısı olan- Fethu'1-Bari Şerhu- Sahih Buhari adlı kitap olduğunun gözönünde tutulması rica olunur.

Sahih'i Müslim'in bahis ve bab başlıklarından sonra zikredilen cilt ve sahifelerin kaynaklarına gelince, bunların kaynakları da İmam Müslim'in Camİu's-Sahih adlı eserinin İstanbul baskısıdır.) tarafında terkisine almayı teklif ettiği fakat Esma(ra)'nın kocası Zübeyr'in kıskançlığını hatırlayıp da yolunda devam ettiği zamanki Peygamber

(sav)'in tavrı.[772]

(Kadının erkeklerle karşılaşması ve Rasulullah'ın bu teklifi meşru olmasaydı) peki Rasulullah (sav) normal kıskançlığı zedeleyecek böyle bir işe teşebbüs eder miydi? ancak Esma'nın gözettiği kıskançlık Zübeyr'in normalden ziyade olan (aşırı) kıskançlığıdır! (Hepsi bu).

ikinci delil: Bir kere rüyasında kendisini cennette gördüğü ve tam o sırada bir köşkün yanında bir kadının abdest almakta olduğu gözüne ilişip de küskün Ömer ibnü'l-Hattab'a ait olduğu söylendiğinde Ömer'in kıskançlığı­nı hatırlayarak hemen dönüp uzaklaştığı zamanki Rasulullah'ın tavrı...[773]

Yani Peygamber, günahkâr olmaktan kaçınarak uzaklaşmamış sadece Ömer'in lüzumundan fazla olan kıskançlığını gözeterek uzaklaşmıştır. Ömerin bu gayreti (kıskançlık) öyle bir gayret ve kıskançlıktır ki, kendisine hanımının mescide gitmesini kerih göstermiş ama engin dini anlayışı onu Peygamber'in: "Allah'ın dişi kullarını Allah'ın mescidlerinden menetmeyi-niz" hadisine muhalefet etmekten muhafaza etmiştir.[774]

"Yoksa sizler Sa'd ibn Ubade'nin bu gayret ve kıskançlığına taaccüb mü ediyorsunuz? Vallahi ben Sa'd'dan daha kıskancım. Allah da benden daha kıskançtır."[775] ve "Allah'tan daha kıskanç hiçbir kimse yoktur. Bu kıskançlı­ğından ötürüdür ki, her türlü fuhşiyatı haram kılmıştır"[776] buyurduğu halde Rasulullah'ın sireti işte böyle idi...

O halde Allah'ın Rasulü, Sa'd'dan da insanların tamamından da daha ziyade kıskançtı. Fakat onun kıskançlığı sadece fuhşiyattan ve töhmetten nefret eden normal bir kıskançlıktı.

Öyleyse cemiyetimizin tanzimi için Peygamber'in sîret ve sünnetine mi müracaat edeceğiz, yoksa insanların en faziletlileri dahi olsalar erkeklerin mizaçlarına mı başvuracağız?

İkinci amile gelince: Bu da Rasulullah'ın kadına sadece erkek için cinsi bir oyuncak olarak değil, erkekle aynı hayatı paylaşan şerefli bir insan olarak bakmasıdır. Hayat, tıpkı ihtisas ve üstünlüklerinin miktar ve derecelerine uygun olarak erkekleri bir takım faaliyetlere mecbur kıldığı gibi; kadınları da çeşitli faaliyetleri denemeye mecbur etmektedir. Nihayet bu ihtisas ve üstünlüğün derecesi kadından kadına toplumdan topluma ve zamandan zamana değişebilir. Bu hususta evli olan kadınla dul kadın ve çok çocuk doğuran kadınla hiç çocuk doğurmayan kadın arasında büyük fark olacaktır...

Aynı şekilde ma'mur ve medeni bir kasaba ve şehir toplumu ile ecdadın yaşadığı toplum ve çağdaş toplumlar arasında dahi büyük bir fark vardır.

f) Kadınlarla karşılaşma hadislerinin miktarının, umumi bir sıfatla Rasulullah'ın tavrında görüldüğü kadar sahabe hayatında ortaya çıkmaması­na gelince, şüphesiz bu husus yasama (teşri) noktasında hiçbir etkinliği olmayan bir kısım şahsi temayüllere dayanmaktadır. Sonra üsve-i hasene (en güzel örnek) olan sadece Rasulullah'ın kendi sünneti ve bizatihi onun (söz) fiil (ve takrirleridir. Başkalarının ki değil... Sahabeye gelince onlar­dan herbirisi bu örnekten ve bu sünnetten gücünün yettiği ve imkanlarının elverdiği kadarını alabilmiştir. Fakat bununla beraber ashabın hepsi Rasu­lullah'ın sünnetini muhafaza etme, onun harekat ve sekenatının tümünü nak­letme hususunda birbirleriyle yardımlaştılar ve birbirlerine destekte bulun­dular. Bu minval üzere Allah'ın murad ettiği şekilde Aziz kitabın bir beyanı (açıklaması) olduğundan Peygamber'in sünnetini kendilerinden sonra gelen müslüman nesillere aktardılar. Bununla beraber sahabe hayatı hususunda nakledilen ve onların hayatını tarif eden nasslann yekûnüne Peygamber'in takriri sünnetlerinin ışığında bakıldığı zaman karşımıza oldukça zengin rivayetler çıkacaktır.

İkinci itiraz:

Muarızlar (muhlifler) şöyle dediler: Peygamber'in ashabının kadınlarla karşılaşma hadisleri umumi bir hüküm taşımayan hususi bir takım hadiseler olarak kabul edilirler.

Biz de onlara şöyle cevap veririz:

a)  Bu (hadise)ler bir takım özel hadiseler olarak itibar edilmeleri mümkün olamayacak kadar çok ve çeşitlidirler. Sadece Buhari ve Müslimin sahihlerinde nakledilen nasslara nisbetle yapılan bir istatistikle ashabın, Rasulullah'm beraberinde, içerisinde bulundukları hadiselerin sayısı yakla­şık olarak yetmişe, kendilerinin yalnız başına içerisinde yer aldıkları vakala­rın sayısı ise aşağı yukarı yüz elliye ulaşmaktadır.

b)  Usul uleması hususiyyet ifade ettiği ortaya çıkıncaya kadar, Peygamber zamanında bir kimse için (müsbet olarak) sabit olan seyşlerin tamamının başkaları için de (müsbet olarak) sübut bulacağını kabul ederler. Kaldı ki muarızlar bu hadiselerin hususiyyet ifade ettiğine dair delil teşkil edecek herhangi birşey getirememişlerdir.

c)  Şüphesiz Buhari ve İbnü Hacer gibi hadis ve fıkıh alimleri bu hadiseleri hususi bir takım hadiseler olarak kabul etmemişlerdir. Bu husus Buhari'nin konu (bab) başlıklarından ve bir çoğunu önceki bölümlerde nakletmiş olduğumuz İbnü Hacerin şerhlerinden açıkça anlaşılmaktadır.

Üçüncü itiraz:

(Kadının sosyal hayata katılmasına karşı çıkan) muarızlar şöyle dedi­ler: Sünnette sabit olan kaişılaşmahadiseleri şer'i bir takım zaruretlere bina­en (meşru) olmuştur. Zaruretler ise memnu (haram) olan şeyleri mubah kılarlar"

Biz de onlara bir kaç yönden şöyle cevap veririz:

a) Şayet kadınlarla karşılaşmak haram ise o halde bu tahrim (haram sayman)m delili nedir?

b)  Sünnette sabit olan karşılaşma hadiselerinin zaruretlere binaen olduğunu ileri süren iddia sahibleri kadının sosyal hayata katılması ve erkeklerle karşılaşması hususunda getirmiş olduğumuz nasslar üzerinde iyice düşünsün ve bize zaruretlerden herhangi birisine binaen vaki olan hadiselerin sayılarını beyan etsinler. (Tabii ki) memnu' olan şeyleri mubah kılan şer'i zaruretleri kastediyoruz.

c) Madem ki Rasulullah (s.a.v.) ve ashabının kadınlarla karşılaşma ha­diseleri bir takım şer'i zaruretlere binaen idiyse, Buhari ve İbn Hacer gibi ha­dis ve fıkıh alimleri bundan nasıl gafil oldular da, gerek İmanı Buhari'nin ko­nu başlıklarında gerekse İbn Hacer'in şerhlerinde daha önce gördüğümüz şekilde, bu hadiselerden, kadının erkeklerle karşılaşma şekillerinden bir çoğunun caiz olduğuna dair umumi bir takım hükümler çıkardılar?

Dördüncü itiraz:

Muarızlar şöyle dediler: Rasulullah (s.a.v.) zamanındaki toplum, ahlâkî çöküntünün çoğaldığı, fitne ve fesadın şiddetli olduğu bizim toplum­larımızın aksine kendisinden fitneden yana emin olunan salih bir toplum idi?"

(Buna) birkaç yönden şöyle cevap veririz:

a) Onların çağı, Rasulullah'm buyurduğu şekilde en hayırlı çağ oldu­ğundan sahebe -Allah onların hepsinden razı olsun-toplumunun faziletini kabul etmekle birlikte şu bir gerçek ki, hiçbir toplum bir takım kuvvetli ve zayıf insanlardan hali değildir. Hakikaten Medine toplumunda (da) çeşitli insan tipleri bir arada yaşamaktaydı. Bu tipler arasında Ebu Bekr ve Ömer gibi (iman, ahlak ve şahsiyet yönünden) kuvvetli insanlar bulunduğu gibi Müellefe-i Kulub gibi zayıf (imanlı) insanlar da vardı. Onlar arasında müs-lüman oldukları halde henüz mü'min olamayan bedevi araplar ve gençler de vardı. Yine bu insanlar arasında halis münafık olanlar olduğu gibi, onlar arasında kendisinde münafıklıktan bir şube bulunan insanlar da vardı. Bu insan tiplerinin hepsi de Mescide yöneliyor ve hacc mevsiminde hacc menasiki için hazır bulunuyorlardı.

b) Tabii biz bu sözümüzü, her ne kadar aralarında iman ve ahlak yönün­den kuvvetli ve zayıf olanı bulunsa da, hergün beş defa Allah'ın huzuruna duran ve Allah Rasulüne uymaya şiddetli arzu duyan halis müslümanlara tevcih eylediğimiz (yönelttiğimiz) gibi, aynı şekilde Allah'ın meşru kıldığı Adab kaidelerine gerektiği şekilde riayet edilen, muhteşem (ciddi) bir hedefi olan samimi bir karşılaşmadan bahsediyoruz.

c)  Madem ki toplumdaki fesat ve ahlâkî çözülmenin çoğalmasına bakarak kadının erkeklerle karşılaşma sahalarının daraltılması kaçınılmaz birşey ise, o zaman bu daraltma müslüman kadınla müslüman erkeği bu fesadın tesirlerinden koruyacak bir takım hududlar dahilinde olmalıdır. Yoksa hayatın bütün sahalarını içine alan kati bir tahrim (haram kılma) kararı çıkartanlayız.

d)  Fitneden emin olunması ve fesada giden yolun kapatılması iddiasının sakıncasını nazarı itibara alarak bu konuyu hususi bir bahis halinde ele alacağız. (Bu cildin üçüncü kısmına bakınız)

İkinci olarak; Kadının sosyal hayata katılması ve erkek­lerle karşılaşmasını menetmek için muarızların ileri sürdüğü deliller etrafında bir tartışma.

Birinci delil:

"Evlerinizde oturunuz, ilk cahiliyye (çağının kadinları)nın açılıp kırıtması gibi açılıp kırıtmayınız..." (Ahzab, 33).

âyetidir.

Buna birkaç yönden şöyle cevap veririz:

a) Şüphe yok ki bu âyet ,-siyak ve sibakı ile birlikte- Nebi'nin hanımları­na yöneliktir. Hafız İbn Hacer der ki: "Allahu Teala'nın 'evlerinizde oturu­nuz...1 kavli şüphesiz kendisi ile Peygamber'in hanımlarına hitap olunan hakiki bir emirdir. Bu sebeple Ümmü Seleme şöyle derdi:"... Peygamber'e mülaki olup (ondan izin almadıkça) hiç bir devenin sırtı beni hareket ettiremez..."[777]

b) Evlerde oturma emrinin Peygamber'in hanımlarına mahsus bir emir olduğunu tekid eden şeylerden biri de Ömer İbn Hattab'ın onları Hacc'dan menettiği ve kendisinin yaptığı son Hacc'mda Peygamber'in eşlerine (haccetmeleri için) izin vermediğidir. Hafız İbn Hacer bu hususa işaret ederek şöyle der:"... Hz. Aişe ve ona muvafakat edenler; Hacc hususundaki bu teşvikten (yani Peygamber'in 'siz kadınlar için cihadın en iyisi ve en güzeli haccetmektir' sözünden) tekrar haccetmenin mubah kılındığını ve bu hadisle; Rasulullah'ın: "Bu haccınızdan sonra (siz kadınlar için) hasırların üstlerinde oturmak vardır" hadisinin ve de Allah Teala'nın "evlerinizde oturunuz..." kavlinin umum ifade eden hükmünün, tahsis edildiğini anlıyor-lardı. Öyle görülüyor ki Ömer (r.a.) bu hususta mütereddid bulunuyordu. Sonradan Aişe'nin delilinin daha kuvvetli olduğunu anladı da bu sabeble hilafetinin son dönemlerinde Peygamber eşlerinin (tekrar) haccetmelerine izin verdi..."[778]

c) Bir cedel meselesi olarak bu âyet-i kerimenin müslüman kadınların tamamına müteveccih olduğunu farzetsek bile, sünnet, Kur'an'ın açıklayıcısı değil midir? İşte kadınların sosyal hayata katılmaları ve erkeklerle karşı-laşmlan hususunda serdettiğimiz sünnet nasslan, Rasulullah zamanındaki mü'minlerin, kadınlarının evlerde oturma hususundaki ilahi emri nasıl uygu­ladıklarını ve bu emrin onları sosyal hayata katılmaktan ne kadar menettiğini açıkça beyan etmektedir.

İkinci delil:

"Peygamberin hanımlarından birşey istediğiniz zaman, perde arka­sından isteyin; bu hem sizin kalbleriniz İçin, hem onların kalbleri için daha temizdir..." (Ahzab, 53). âyetidir.

Bu delile birkaç yönden şöyle cevap veririz:

a)  Bu âyette zikredilen hicab: Örtünmüş kadının arkasında oturup perdeleneceği perde demektir. İhticap ise: yabancı erkeklerin Peygamber'in hanımlarıyla konuşurken perde arkasından konuşmaları ve böylece onların peygamberin eşlerinin şahıslarını görmemeleri demektir. Biz bahislerimiz arasında hicab lafzını bu manada kullanacağız -ki kitap ve sünnette varid olan manası da zaten budur- yoksa yaygın olan şekliyle uzun ve geniş bir elbiseyle kadının bedenini örtmesi manasında değil. Elbette bu ikisinin hükmü arasında büyük bir fark vardır. Çünkü birinci mana -ki sahih ve doğru olan da budur- Peygamber'in eşlerinin hususiyyet (özellik)lerindendir. Yaygın olan ikinci manası ise müminlerin kadınlarının tamamı üzerine farz olan vecibelerdendir. Bu iki hususla bu iki hükmü birbirine karıştırmamak lazımdır.

b)  Şüphe yok ki, bu âyet hitabını sadece Peygambe'rin hanımlarına yöneltmesi hususunda gayet sarih(açık)tır. Çünkü Allah Teala âyetin sonunda öyle bir husustan bahsetmektedir ki, biz bu hususun hicabın farz kılınmasının illetlerinden olduğu görüşünü tercih ediyoruz. Hicabın farz kılınmasının illetlerinden olması mümkün olan bu husus, Allah Azze ve Celle'nin

"Sizin, Allah'ın Rasulünü incitmeniz ve kendisinden sonra O'nun eşlerini nikahlamanız asla caiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır" buyruğu (ile açıkladığı husus)dur.

Biz ileride -Allah'ın yardımı ile, hicab (pardelenerek gizlenmen)in sadece Peygamber'in hanımlarına mahsus bir hususiyyet (Özellik) olduğunu ve bu nevi hususiyyetlerinde onlara ittiba etmenin mümkün olmadığını beyan etmek üzere müstakil olarak tam bir bölüm halinde meseleyi ele alacağız. (Bunun için bu cildin ikinci kısmına bakınız.)

Bu âyetteki hususilik ebedi olarak terkedilmemesi gereken, erkeklerden devamlı olarak gizlenme konusundaki bir hususiliktir.

Mü'min kadınların bazı durumlarda yabancı erkeklerden perde ile sakınması ise aynen ihtiyaç halinde onlarla karşılaşmalarının caiz oluşu gibi caizdir.

c)  Şüphesiz bizim serdetmiş olduğumuz sünnet nassları, Rasulullah zamanında müminlerin kadınlarının hayatın muhtelif sahalarında erkeklerle aralarında hicab; yani erkeklerle kadınların arasını ayıran harhangi bir perde bulunmaksazın nasıl karşılaştıklarını izah etmektedir.

d) Şimdi de hicap (perdelenme) ayetiyle sıkı ilişkisi bulunan önemli bir noktayı ardezeceğiz; hicab ayetiyle sıkı ilişkisi bulunan bu mesele şudur: Bir cedel mevzuu olarak bu hususiyet konusunda Peygamber'in hanımlarına uymanın mendup olduğunu kabul etsek bile, bu durumda birkaç noktayı gö-zönünde bulundurmamız icab eder.

Şüphesiz hicap (perdeleme), mü'min erkeklerle mü'min kadınlara ko­laylık gösterme (teysir) kaidesiyle biraraya geldiği zaman mendub olur. Bu ikisinin bir araya gelmesi ise ancak hicabın umumi ahval ve şartlarda değil de, bazı hallerde ve şartlarda uygulanması halinde tamamlanır. Yoksa bu, erkeklerle kadınlar arasındaki muameleler için umumi bir durum ve umumi bir sistem olamaz. Çünkü bu husus umumi bir durum arzettiği zaman zorlaş­tırma (tasir) daraltma ve meşakkate yol açması kaçınılmaz olur. Halbuki Allah "O sizin üzerinize dinde hiçbir güçlük yüklemedi" buyurmuştur. Gerçekten Rasulullah'dan sahih olarak rivayet edildiğine göre "O (da dünya işlerinde biri diğerinden kolay olan) iki şey arasında muhayyer kılındı mı muhakkak onlardan günah olmadığı müddetçe en kolay olanını seçerdi."[779] Şayet hicab (pardeleme) ve ona tabi olan kalblerin temizliği bir fazilet ve mendup bir şey ise, gözlerimizi bütün fazilet ve menduplara karşı açık tutmamız ve her türlü şartlarda en evla olanını araştırmamız gerekir. Ama (kalb için daha temiz olandan ibaret bulunan) bir tek fazilete karşı gözlerimi­zi açıp diğer birtakım faziletlere karşı gözlerimizi kapatmamız yahud ilim taleb etmek, hayra davet etmek ve maruf olan şeyleri yapmak gibi bu kabil faziletlerden en üstün olanını araştırmayı terketmemize gelince, bu ister farzlar konusunda olsun, isterse mendublar, evleviyyete riayet edilmesine ö-zen gösteren, herşeyi yerli yerince güzel ve sağlam bir şekilde yapan şeriatın meşru kabul edeceği birşey değildir.

Zaman zaman birtakım farzları iptal ederek mendup bir emir olduğu halde, kalb için daha temiz olan bir amele özen gösterilmesi caiz değildir. Zira ilim taleb etmek, hayra çağırmak, marufu emredip münkerden nehyet-mek ve maruf olanı yapmak gibi faziletlerin tamamı, bazı hallerde sadece mendup hükümler olarak kalmayıp zaman zaman farz hükümler mertebesi­ne yükselir.

Hülasa kalb için daha temiz olan şeye riayet edilmesi bazan iki yönlü bir hata ve sürçmeye olabilir:

Bu hatalardan italik; bir fazileti işleyip ondan daha faziletli bir veya daha fazla bir takım faziletleri ihmal etmek.

İkincisi; bir mendubu işleyip bir veya daha fazla bir takım farzları ihmal etmek... Yani kadını sosyal hayata katılmaktan menedenler -kalb için daha temiz olan şeyin en üst sınırını tahkik (temin) etme yolunda- maruf olanı işlemek (haram olmayan mahremlerin haricinde) yakm akraba ve komşulara sıla-i rahim ve birrü-ihsanda bulunmak, marufu emredip münkerden nehyetmek gibi hayır nevilerin bir çoğundan mahrum kılarak ilim ve kültürden küçük bir hisse vermek suretiyle kadını razı etmemizden korkmaktadırlar.

Hafız İbn Hacer "... Müstehap olan şeyleri yapmaktan nehyetmenin caiz olması, ancak bunları yapmanın, şer'an yapılması istenen farzlarla müstehabba tercih edilen mendupların kaçırılmasına sebebiyet vermesinden korkulması halindedir derken ne kadar doğru söylemiştir.[780]

e) Bu mevzu hakkında başka bir noktaya daha dikkat çekmek istiyoruz: Bu nokta da hicapın kalb için daha temiz olmasının yanında nefisler için daha fazla rahat olmasıdır. Öyle ki, perdelenme nefisleri meşakketten ve fitne ile mücahede edip savaşmak zahmetinden kurtarıp rahata kavuşturur. Böylece hem gözleri harama bakmaktan sakınmaya, hem de şeytanın vesveselerine karşı direnmeye ihtiyaç kalmaz! Kalb için daha temiz olan şeye sarılmanın eleştirisi hususunda ne söylemişsek, nefisler için daha rahatlatıcı olan şeye sarılıp tutunma hususunda da aynısını söyleriz. Çünkü nefsi rahata kavuşturacak şeyin seçilip tercih edilmesi; bu rahatlatıcı şey vacip bir şeye yahud kuvvetli maslahatı ya da daha ziyade müraccah olan bir maslahatı zayi ettirecek bir emirle çelişmediği müddetçe meşru bir şeydir. Kadının sosyal hayata katılmasını ve erkeklerle karşılaşmalarını gerekli kılan sebeblerden bahsederken bu farzların ve maslahatların bir kısmına işaret etmiştik. (Üçüncü bölümün birinci kısmına bakınız) Mühim olan, kıskanç erkeklerin fikri ve içtimai bakımdan gelişip olgunlaşmaları; buna tabi olarak toplumun yükselip kalkınması, dahası mümin erkeklerle mümin kadınlara hayatın kolaylaştırılması ve cemiyyetin, baskının doğuracağı meşakkat sebebiyle şeriatın koymuş olduğu huddulara isyan ve tecavüz etmekten sakınması için kadının önöndüke hayat sahalarının açılmasına karşın rahatı tercih etmek suretiyle nefsi yırtıcı hevalırın tuzağına düşmekten sakındırmamızdır. Son olarak kıskanç erkeklere hayatın sahih bir akide olduğu kadar, aynı zamanda hızla sürüp giden bir mücahede olduğunu hıtarlanz,

f) Aynı şekilde dikkatleri adet ve alışkanlıkların içtimaî ilişkilerdeki rolünün önemine çevirmek istiyoruz. Zira alışkanlık karşı cinsin görülmesi esnasında meydana gelecek hassasiyyetin hafifletılmesine yardım eder. Bu da her iki taraf nezdinde meseleyi bir nevi yumuşatıcı unsurlardan birisidir. Binaenaleyh kadın, erkeklerle karşılaşmayı adet edinip alışamadığı zaman erkeklerle karşılaşmasına ihtiyaç hasıl olduğunda mutlaka büyük bir hassasiyet hissedecektir. Keza aynı meşakkat ve sıkıntıyı bu kadının kocası yahud babası yahud kardeşi de hissedecektir. Halbuki kadın açısından getireceği ehemmiyeti ve hayrın derecesi ne olursa olsun, ihtiyacını giderme hakkı yakınlarının duygularına feda edilemeyecek kadar üstündür. Bu ihtiyaç ve hayır ister kadın için ister toplum için olsun farketmez. Bu husus erkekler için de böyledir. Dolayısıyla erkekler arasında, şu veya bu zamanda, ihtiyaç hasıl olması halinde kadınlarla karşılaşmayı ve onlarla bir araya gelmeyi adet ve alışkanlık edinen kimse, buna alışık olmayıp da ihtiyacın kadınlarla karşılaşmaya mecbur ettiği başka bir erkeğin hissetmesi mümkün olan sıkıntıyı nefsinin derinliklerinde hissetmeyecektir.

g) Son olarak kadının sosyal hayata katılmasına karşı çıkan muarız kardeşlerimize soruyoruz:

Rasulullah (s.a.v.) -hâşâ onu tenzih ederiz- yukarıda zikri geçen karşı­laşma şekillerinin tamamında hicab (perdelenme) olmaksızın karşılaşılma-sına müsaade ederken mümin erkeklerle mümin kadınların kalblerini temizleme hususunda tefrite mi düşüyordu? Yoksa Peygamber -kalb temiz­liğinin yanında- bir taraftan ihtiyaç ve maslahatları gözetirken diğer bir tarafdan ta kolaylaştırma cihetini mi gözetiyordu? Eğer ayette zikredilen temizliğin bu derecesi her halükarda müslüman erkeklerle müslüman kadın­lar arasında ittiba edilmeye davet olunan mendublardan olsaydı, Rasulullah -mendub olan bu emrin gerçekleşmesine yardım edecek bir takım düzenle­meleri mutlaka yapardı. Bu cümleden olarak mescidde erkeklerin saflanyla kadınların safları arasına bir perde koyardı. Yine bu cümleden olmak üzere kadınların fetva istemeleri ve Peygamber'e sorunlarını arzetmeleri için, Peygamber'in ve ashabının meclisinden uzak bir yer edinirdi. Tabii bunların hepsi erkeklerin kadınları, kadınların da erkekleri görmemeleri için yapılır­dı...

Üçüncü delil:

Rasulullah (s.a.v.) bir hutbesinde: "Sizleri beraberinde mahremi (nikâh düşmez bir yakını) bulunmayan kadınların yanlarına girmekten sakındırı­rım" buyurmuş. Bunun üzerine ensardan bir adam:

-  Ya Rasulullah zevcin babaları ve oğullanın dışında kalan erkek akrabalarına ne dersin? diye sormuş.

Rasulullah (sav):

-  "Onlarla halvet (yalnız olarak başbaşa kalmak) ölümdür" cevabını vermiştir."[781] şeklinde rivayet olunan hadistir.

Cevap: bu hadis mücerred olarak başkalarının huzurunda kadınların yanına girmekten nehye değil, kadınlarla halvette bulunmaktan nehye delalet eder. Aşağıda zikredeceğimiz hususlar hadisin bu manaya delalet ettiğini teyid etmektedir:

A) Buhari ve Tirmizi gibi hadis hafızları ile Buhari'nin Sahih'ini şerheden İbn Hacer ve Müslim'in Sahih'ini şerheden İmam Nevevi gibi hadis sarihi imamların bu hadisi anlayışları:

Buhari bu hadisi "Yanında mahremi (yani nikah geçmez hısımı) bulunmayan bir kadınla bir erkek yalnız kalmasın; Kocası evde bulunmayan kadının yanma da girilmesin" başlığının altına koyduktan sonra" sizleri beraberinde mahremi bulunmayan kadınların yanlarına girmekten sakındırırım" hadisini, ardından da "hiçbir erkek, yanında nikah geçmez bir hısımı (mahremi) bulunmayan bir kadınla yalnız kalmasın"[782] hadisini zikretmiştir.

İbn Hacer, Fethu'1-Bari adlı eserinde şunları kaydeder: "Rasulullah (s.a.v.)'in onlarla halvet ölümdür" buyurmasına gelince: Denilir ki; bundan murad, kadının kayın biraderiyle başbaşa kalmasının, bazan masiyet işlenmesi halinde dinin helakine veya masiyet meydana gelip de recm vacip olursa hakiki olarak ölüme veyahud da kıskançlık (hali) erkeği; hanımını boşamaya sevk ettiği zaman kocanın ayrılması sebebiyle kadının felaketine sebep olabileceğidir. Taberi: "Bunun manası: erkeğin, kardeşinin veya yeğeninin karısıyla başbaşa kalmasının ölüm makamına kaim olmasıdır. Çünkü Arablar hoşlanılmayan bir şeyi ölüm ile tavsif ederler" demektedir.'[783]

Nevevi Sahih-i Müslim Şerhinde şöyle der:

 (... Peygamber (s.a.v.)'ın "onlarla halvet ölümdür" kavline gelince bunun manası şudur: (Kayın birader ve diğerleri gibi) zevcin erkek akrabalarından başkalarından daha ziyade korkulur. Bunlar, yabancı erkeğin aksine kimse yadırgamaksızm kadının yanına kolaylıkla girip başbaşa kalabileceği için onlardan meydana gelmesi beklenen kötülük ve fitne başkalarından daha fazladır. Burada "hamvdan" murad kocanın babaları ile oğulları dışında kalan akrabalarıdır. Babalarla oğullara gelince; bunlar karısının mahremi (nikah geçmez hısımlarıdırlar. Bunların kadınla başbaşa kalmaları caiz olup ölümle de vasıflanamazlar. Burada maksad kardeş, kardeşin oğlu, amca, amcaoğlu ve bunlara benzer mahrem olmayan kimselerdir. Halkın adeti bu hususta kayıtsız davranarak gevşeklik göstermektir. Bir kimse (adete nazaran) kardeşinin hanımıyla başbaşa kalır, işte ölüm de budur.. Kaadi Iyaz bu hadisin manası; bir kadının kayınları ile başbaşa kalması, dinde fitne bir helaka sebep olur, demektir. Bu seğbeple Rasulullah (s.a.v.) bunu ölümhelakine denk saymıştır..." der.[784]

Tirmizi ise bu hadisi naklettikten sonra şöyle der:

(Ükbe İbnü Amir hadisi hasen-sahih bir hadistir. Kadınların huzuruna girilmesinin mekruhluğunun temeli "Hiçbir erkek bir kadınla tenhada baş­başa kalmasın. Aksi halde üçüncüleri şeytan olur" buyurdu, tarzında Rasulullah (s.a.v.)'den rivayet edilen benzer hadislere dayanmaktadır. Pey-gamber'in "el-Hamv" sözünün manası ise kocanın erkek kardeşi demektir. Öyle görünüyor ki, Rasulullah (s.a.v.) kayının yengesiyle başbaşa kalmasını (halvetini) kerih görmüştür."[785]

İbnü Dakik el İyd de: Bu hadis yabancı erkeklerin kadınlarla yalnız olarak başbaşa kalmalarının hakam kılındığına dair bir delildir. Peygam-ber'in "sizleri beraberinde mahremi (nikâh genç bir bir hısımı) bulunmayan kadınların yanlarına girmekten sakındırırmış" hadisi, kadının mahremlerin­den başkasına mahsustur ve mahremlerinden başkaları hakkında umumidir. Burada bir başka hususun daha dikkate alınması gerekir ki, o da: Kadınların yanlarına girilmesinin halveti icab ediyor olmasıdır. Fakat kadınların yanla­rına girilmesi halveti iktiza etmediği takdirde bu girme mümteni (haram) değildir."[786] demektedir.

b) Hadisdeki nehyin mutlaka helvete (kadınla yalnız başına kalma haline) hamledilmesi gerekir. Hadisin bu manaya hamledilmesinin gerekli­liği, bu hadisle halvet vaki olmaksızın kadınların yanlarına girilmesinin caiz olduğunu ifade eden diğer birçok hadisin aralarını cemetmenin mümkün o-labilmesi içindir. Aşağıda nakledeceğimiz hadisler işte bu hadisler cümle-sindendir:

Kadınların yanlarına girmenin adabını izah eden kavli (sözlü) sünnetlerden bazıları şunlardır:- İbnü Abbas (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.v.) "Hiçbir kadın yanında mahremi beraber bulunmadıkça sefere (yolculuğa) çıkmasın; kadının beraberinde mahremi bulunmadıkça hiçbir erkek de kadının yanma girmesin" buyurdular.[787]

Abdullah İbnü Amr İbn As (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"... sonra Rasulullah minber üzerinde ayağa kalkarak: "Bu günden sonra sakın bir adam beraberinde bir veya iki kişi olmadımça, kocası evde bulunmayan bir kadının yanına girmesin" buyurdular.[788]

Kadınların yanlarına girme adabından bazılarını izah eden fiili sünnet­lerden bir kısmı da şunlardır:

İnsanın eş ve dostunu güzel bir şekilde görüp gözetmesi: -Enes İbnü Malik den rivayete göre şöyle demiştir: "Peygamber, annem Ümmü Süleym tarafına uğradığı zaman onun yanma girer, ona selam verirdi..."[789]

Diğer bir rivayette Enes bin Malik şöyle demiştir:

"Kalkın, size namaz kıldırayım!" buyurdu.[790]Yine Enes (r.a.)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Peygamber, -annem- Ümmü Süleym'in yanına girdi. Annem de O'na hurma ve yağ getirip ikram eyledi..[791]Hafız İbn Hacer şöyle der: "... (Haberin ravisi) Enes bu olayın rivayet tariklerinde Ümmü Süleym'in kocası Ebu Talha'nın evde olduğunu söylemediği için kendisi evde yokken bir kişinin evine girmenin caiz olması... bu hadisde iki faydalı hükümler cümlesindendir"[792]

Hastayı ziyaret etmek:

-Aişe (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

Rasulullah (s.a.v.) Zübeyr'in kızı Dübaa'nın yanına girerek ona:

"Öyle sanıyorum ki haccetmek istiyorsun?" diye sordu Dubaa da:

Evet Öyle! Fakat vallahi kendimi rahatsız hissediyorum, cevabını verdi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) ona:

"Haccet ve şart koş! Ya Rabbi! İhramdan çıkacağım yer beni haccetmekten aciz kılacağın yer olsun, de!" buyurdular. (Dubaa, Mikbad b. Esved'in nikâhı altında bulunuyordu).[793]

Ta'ziye ve tesellide bulunmak:

Ümmü'1-alai (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre şöyle haber vermiş:

-"... Rasulullah (s.a.v.) yanımıza girdi. (Ben cenaziye tezkiye olarak):

- Ya Eba Saib! Allah'ın rahmeti senin üzerine olsun dedim...[794]

Düğünde gelinle-damadı tebrik etmek:

er-Rubeyyi bint Muavviz İbn Afra (r.a.)dan rivayete göre şöyle demiş:

"Ben gelin olduğum zaman düğün törenime Peygamber (s.a.v.) geldi, içeriye girdi ve senin benim yanıbaşıma oturuşun gibi döşeğimin üzerine oturdu. Bu sırada bir takım kızcağızlar bizim için def çalmaya (ve babalarımızdan Bedir günü şehid olanların menkıbelerini şarkı şeklinde söylemeye başladılar.[795]

Maslahatların yerine getirilmesi: Aişe (ra)'den rivayet edildiğine göre:

"... Daha sonra Rasulullah (s.a.v.): 'Allah'a yemin ederim ki, ben ehlim hakkında hayırdan başka birşey bilmiş değilim. Bu iftiracılar bir adamında ismini ortaya koydular ki, bu zat hakkında da ben hayırdan başka birşey bilmiyorum. Bu ismi söylenen kimse şimdiye kadar benimle beraber olması dışında ailenin yanına girmiş değil, buyurdu."[796]

 

Nebi (S.A.V.)'Nin Ashabının Fiillerinden Örnekler:

 

İlim taleb edilmesi:

Esma bintü Umeys (r.a.)dan rivayete göre şöyle demiş:

-"... Gerçekten Ebu Musa ile gemi yolcularının bölüm bölük bana geldiklerini gördüm. Bana bu hadisi soruyorlardı.[797]

Ziyaretleşme: Ebu Cuheyfe (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"... Peygamber (s.a.v.) Selman el-Farisi ile Ebu'd-Derda arasında kardeşlik akdi yaptı. Selman, Ebu'd-Derdayı ziyarete gitti. (Ebu'd-Derdayı evde bulamadı) ve karısı Ümmü'd-Derda'yı eski bir elbise içinde perişan gördü de:

- Bu halin nedir, diye sordu...[798]

Tebea'nın durumunu teftiş etmek:

Kays İbn Ebi Nazim (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

-"Ebu Bekr, (Büceyle kabilesinin) ahmes kolundan Zeyneb denilen bir kadının yanına girdi...[799]

Dördüncü delil:

"Peygamber (s.a.v.) kendi zevceleri yanına girmesi müstesna, Medine'de devamlı olarak Ümmü Süleym'in evinden başka hiçbir eve gir­mezdi. Peygamber'e bu devamlı girişin sebebi soruldu da: Peygamber:

-"Ben Ümmü Süleym'e en (ziyade) acıyanım. Çünkü onun erkek karde­şi; benim (askerlerimin) beraberinde Öldürüldü buyurdu" şeklindeki Enes İbn Malik hadisidir.[800]

Bizim buna cevabımız şudur: Bu hadisi kadının sosyal hayata katılması ve erkeklerle karşılaşmasına dair deliller hususunda zikrolunan pekçok hadis ile Peygamberin Medine'de birçok eve girdiğini belgeleyen hadislerin ışığında anlamamız icab eder. Peygamber'in Ümmü Süleym'in evine girmesine gelince, bu, Ashabın dikkatlerini celbedecek kadar çok mütead-did olarak vaki olmuştu da bu yüzden Rasulullah (s.a.v.)'e bunun sebebini sordular.

Bu hadisi, Buhari: "Bir gaziyi teçhiz edip sefere hazırlanan yahud gazçinin geride bıraktığı (ehlini ve) işlerini görmekte ona hayırla hallef olan kimsenin fazileti babında rivayet etmiştir.

İbn'ül-Hacer Fethu'1-Bari adlı eserinde şunları kaydeder: Enes (r.a.)'in "Peygamber... Medine'de devamlı olarak Ümmü Süleym'in evinden başka hiçbir eve girmezdi..." (sözüne gelince):

Humeydi der ki: Öyle sanıyorum ki, Enes devamlı olarak demek istemiştir"

İbnü't-Tıyn ise: Gerçekten Peygamber, Ümmü Süleym'in yanına çok sık giriyordu... der. İbnü'î Müneyyir de: enes hadisinin Buhari'nin bab başlığına uygunluğu Buhari'nin "Yahud gazinin ehli hakkında (ona hayırlı) halef olan kimsenin "sözü cihetinden dir. Zira bu söz hem gazinin sağlığında hem de onun ölümünden sonra ona hayırlı halef olmayı içine alacak şekilde umumidir. Peygamber (s.a.v.) kendisini ziyaret etmek suretiyle Ümmü Süleym (r.a.)'ın kalbini onarıyor ve kardeşinin kendisinin maiyetende iken öldürüldüğünü söylemek suretiyle de bu ziyaretinin sebebini beyan ediyor... Dolayısıyla Peygamber (s.a.v.) bu davranışıyla Şehid'in ölümünden sonra ehli (ailesi) hakkında ona hayırlı halef olmuş oluyordu. Bu davranış Rasulullah (s.a.v.)'in ahdinin güzelliğindendir." demektedir.[801]

Hülasa, Enes hadisindeki nefyedilen girme, (kadınların yanlarına) girmesinin aslı değil hususi bir sıfatıdır.

Beşinci delil:

"Ben, yanında Meymune'de olduğu halde Rasulullah(s.a.v.)'m yanında bulunuyordum. O esnada İbnü ümmü Mektum (yanımıza) geldi. Bu olay bizim, hicab (perdelenme) ile emrolunmamızdan sonra idi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):

"Ondan perdelenin!" buyurdu. Biz:

Ya Rasulallah o bizi hem göremeyen hem de tanımayan bir ama değil midir? deince Rasulullah (s.a.v.):

"(o ama ise) siz de mi amasınız? siz de mi onu görmüyorkusun?" buyurdular. Şeklinde rivayet edilen Ümmü Seleme hadisidir.[802] Buna birkaç yönden şöyle cevap veririz:

a) Bu hadiste adı geçen her iki kadın da Peygamber'in hanımlarından olup "Peygamberin hanımlarından birşey istediğiniz zaman, perde arkasın­dan isteyiniz. Bu hem sizin kalbleriniz için hem de onların kalbleri için daha temizdir" âyet-i kerimesi erkeklerin kalbleri için en temiz olan şeyin, onların Peygamber'in kadınlarını görmemeleri, Peygamberin kadınlarının kalbleri içinde en temiz olan şeyin, onların erkekleri görmemeleri olduğunu ifade etmektedir, işte Peygamber (s.a.v.) bu iki kadına söylediği "ondan gizleni­niz" sözünü bu sebeple söylemiştir. Yani bu hadisteki emir, hicabın Peygam­ber'in hanımlarına tahsis edilmiş olmasına dohlayısıyla da onların hicabsız olarak aynı mecliste erkeklede karşılaşamayacakları hükmüne racidir.

b) Peygamber (s.a.v.) kendilerine hicab (perdelenmen)"m farz oluşu sebebiyle hanımlarından bazılarını İbnü Ümmi Mektum'a bakmaktan nehyederken, şüphesiz o, Fatıma bintü Kays'a: "Amcanın oğlu, İbnü Ümmi Mektum'un evinde iddetini tammala, zira o gözleri görmez ama bir adam­dır" diyor[803] Yani onun evinde ve aynı çatı altında iddet müddetini tanılaya­bilirsin demek istiyordu. Bununla birlikte Fatıma bintü Kays'ın birsaat veya bir saatin bir kısmı değil, bütün bir iddet bekleme müddetince İbnü ümmi Mektum'la onun evinde bir arada bulunması, dolayısıyla da hiçbir sakınca olmaksızın ve hiçbir şüpheye düşmeksizin Fatıma'nın onu görmesi söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla bu da Ümmü Seleme hadisinde ki nehyin Peygamber'in hanımlarına mahsus bir nehiy olduğuna delil teşkil etmekte­dir. Ümmü Seleme'nin: "Bu olay bizim, hicabla emrolunmamızdan sonra idi" sözünden anlaşılan manada budur.

c) "Siz de mi amasınız?" hadisinin, Peygamber (s.a.v.)'in hanımlarına mahsus bir hüküm olduğunu te'kid eden hususlardan birisi de İmam Ahmet İbnü Hanbel (r.a.)'ın şu tasvibidir. el-Esrem (Ahmed İbnü Hanbel'i kastede­rek) der ki.

Ebu Abdullah'a: "Bana öyle geliyor ki, Nebhan (ki o ümmü selemeden hadisi rivayet eden ravidir) hadisi Peygamber'in hanımlarına, Fatıma bintü Kays hadisi ise sair kadınlara mahsus bir hükümdür?" dedim. İmam Ahmed:

- "Evet, öyledir" cevabını verdi[804] Keza bunun böyle olduğunu Ebu Davud dahi kabul ederek söz konusu bu hadisi serdettikten sonra şöyle demiştir: (bu sadece Peygamber (s.a.v.)'in eşlerine has bir hükümdür.

Fatıma bintü Kays'ın, Ümmü Mektum'un oğlunun yanında iddet beklediğini gözmezmisin? Peygamber (s.a.v.) Fatıma bintü Kays'a: "Ümmü Mektum'un yanında iddet bekle. Çünkü o gözleri görmez ama bir adamdır. Yanında çarşafını atabilirsin" buyurmuştur.[805]

Altıncı delil:

"Ümmü Humeyd adında bir kadın Rasulullah (s.a.v.)'e geldi ve -Ya Rasulullah! muhakkak ki ben, seninle beraber namaz kılmayı seviyorum, dedi. Peygamber:

"Ben şüphesiz olarak biliyorum ki; senin, kendine mahsus olan yatak odanda kıldığın namazın oturma odanda kıldığın namazından (senin için) daha hayırlıdır. Oturma odanda kıldığın namazın avluyun içinde kıldığın namazından daha hayırlıdır. Avluyun içinde kıldığın namazın kavminin mescidinde kıldığın namazından daha hayırlıdır. Ve senin kavminin mesci­dinde kıldığın namazın da Umumi Cemaatin mescidinde kıldığın namazın­dan daha hayırlıdır."[806] buyurdular, şeklinde rivayet olunan Ebu Humeyd es-Saidi'nin hanımı Ümmü Humeyd hadisidir.

Buna birkaç yönden şöyle cevap vmn'z;Ümmü Humeyd hadisi "senin, kendine mahsus olan yatak odanda kıldığın namazın oturma odanda kıldığın namazından (senin için) daha hayırlıdır. Oturma odanda kıldığı namazın avlunun içinde kıldığın namazından daha hayırlıdır, demektedir. İnsanların adetine göre oturma odasında ve evin avlusunda bir kısım kadınlar veya mahrem (nikâh geçmeyen akraba) olan erkekler bulunurlar. Muhrem olmayan yabancı erkeklere gelince, onların buralarda bulunmaları çok az veya nadirdir. Eğer işte bu az ve nadir olan durum, bizatihi yatak odasının oturma odasına, oturma odasının evin başka bölümlerine üstün tutulmasının yegane illetidir, denilecek olursa, biz de deriz ki: bu hadis yabancı erkeklerin, kadını oturma odasında ve evin avlusunda namaz halinin hari­cinde, herhangi bir sakınca olmaksızın görebilecekleri, sakıncanın ancak ya­bancı erkeklerin kadım, namaz kılarken görmelerinde olduğu anlamına ge­lir. Bu takdirde hadisde rkastedilen mana, erkeklerin gözlerinden kadının şahsının gizlenmesi olmayıp, namaz (hareketlerin)'in gizlenmesi demek olur.

Kadının yatak odasında kıldığı namazın faziletini, imanın kıraatini işit­me imkanı olmadığı halde Mescid de kılınan bütün namazlara gelip hazır ol­maya karşı gösterdiği aşırı düşkünlük haline tahsis edilmesi mümkün müdür? Kadının imamın kıraatim işitme imkanının olmaması ya onun er­keklerin saflarının arkasında kalarak imamdan uzak olması, ya da öğle ve ikindi namazlarında olduğu gibi kıraatin gizli olması sebebiyledir. Hal böyle iken bu aşırı istekteki meşakkat şöyle dursun kadının cemaate gelmesi ona takat getiremeyeceği birşeyi yüklemek değil midir?

Kadının yatak odasında kıldığı namazın daha faziletliliğinden maksad acaba, karşılaşma bir vak'ar ve ciddiyet içerisinde olsa, bile, kadını erkekler­le karşılaşmaktan uzaklaştırmak mıdır? Yoksa asıl maksat, halis Allah için yapılması ve riya ve sumla şüphesinden uzak olması için umumi bir sıfatla ibadetlerin gizli yapılması ve ayrıca (rukuya eğilme ve secdeye kapanma gibi) namaz hareketlerinin erkeklerin gözlerinden gizlenmesi misid? -ki bu evlerin ibadetlerle mamur edilmesi cihetine binaendir- Çünkü Rasulullah (s.a.v.) "Namazlarınızdan bir kısmını evlerinizde kılınız. Evlerinizi kabirle­re çevirmeyiniz" buyurmaktadır. Öyleyse eğer maksad her üç unsuruyla bu ikinci şık ise -ki biraz ileride zikredeceğimiz birçok sebeple enziyade dercih olunan mana budur- bu durumda Kur'an-ı Kerim veya ilim dinlemek gibi, diğer bir takım fezailin, namaz hareketlerinin ve ibadetin gizlenmesiyle evlerin hayırla mamur edilmesine tercih edilmesi mümkündür.

Eğer bu daha faziletliliğin ifade edilmesinden kast olunan, karşılaşma bir vakar ve ciddiyet içerisinde olsa bile, kadının erkeklerle karşılaşmaktan uzaklaştırılması olsaydı kadının mescidde itikafa girmei cenaze namazı ile kusuf namazı kılması ve de ilim meclislerine katılması mendup olmazdı. Aksine kadının mescidde itikafa giren kimseyi ziyaret etmemesi, Mescide gelen mümin kadınlarla görüşmeye çalışmaması ve kendini mescidin hizmetine verip onu temizlemek (öteye beriye düşen) paçavraları, çöpleri ve ağaç kırıntılarını toplumak suretiyle nafile ibadet yapmaması daha faziletli olurdu. Evet hakikat böyle olsaydı, sari evinin köşesinde perdelenerek gizle­nen bakire genç kızlara ve hayızlı kadınlara varıncaya kadar bütün kadınla­rın ısrarla bayram namazına katılmalarını emretmez ve kadını tekrar haccet­meye, yani farz olan haccinı eda ettikten sonra nafeli haccetmeye teşvik etmezdi. Çünkü haccda daha fazla erkeklerle karşılaşma hatta mecburi olarak erkeklerle izdiham söz konusudur.

Eğer evde kılınan namazın daha faziletli oluşu mutlak olsaydı, bu efdaliyyeti gözetme ve onu uygulama hususunda asil sahabiye kadınlar baş­kalarından daha ileri olurlardı, elbette Rasulullah'a göre evla olanı, çocuğuna refaket eden kadının nazarım mescide yöneltmesi ve çocuğun ağ­lamasını işitince de utazmaya niyyet ettiği namazını kısaltmasıydı (ki öyle yapmıştır). Yoksa kadınların cemaate katılmalarından ibaret olan daha az faziletli bir işten ötürü namazı uzatma faziletini terk etmeye nasıl yönelirdi? Yine Peygamber (s.a.v.)'e göre en evla olan şey, yatsı namazına gelmeyi şid­detle arzu eden kadınların nazarını (bu namaza) yöneltmekti. Yoksa Pey­gamber (s.a.v.), fazileti namazın gecenin sonuna tehir edilmesinde gördüğü halde Ömer "(Ya Rasulullah!) kadınlar ve çocuklar uydular" dediği zaman yatsı namazını kılmakta nasıl olur da acele ederdi? Yani kadınların mescide gelmelerinden ibaret olan daha az faziletli bir şeyden dolayı yatsı namazım gecein sonuna erteleme faziletinden Peygamber (s.a.v.) nasıl vazgeçerdi?

Şüphesiz nübüvvet asrında kadınların mescide katılması ve erkeklerle karşılaşma vakalarının pekçok delilleri vardır: Bu delillerden bir kısmı şunlardır:

-  Rasulullah (s.a.v.)'in Medine'ye geldiği günden ta vefat edinceye kadar, kadınların kendisiyle beraber Mescid-i Nebevide namaz kılmalarını (meşru) kabul etmesi.

- Kadınların Medine haricindeki mahalle (veya kabile) mescidlerinde dahi cemaatle beraber namaz kılmalarının düzenli bir biçim de devam etmesi, yani kadınların cemaatle namaza katılmaları sadece Peygamber Mescidine mahsus bir olay değildi.

- Rasulullah (s.a.v.)'in kadınların mescidlerden paylarını almalarına mani olmaktan erkekleri nehyetmesi...

- Ebu Bekrin kızı Esma, ümmü-Fadl, Fatıma bintü Kays, İbn Mesud'un hanımı Zeyneb, Ümmü'd-Derda, Ömer İbnü Hattab'ın hanımı Atike bintü Zeyd ve Rubeyy'i bintü Muavviz emsali soylu sahabiye kadınların cemaatle namaz kılmak için Mescide gelip hazır olmaları...

- Erkeklerin saflarının arkasında birden çok safft tamamlayacak şekilde Mescid Cemaatine gelip hazır olan sahabe kadınların sayılarının çok olması...

- Kadınların Mescide gitmelerine sebep olan maksadlann müteaddid olması... Bu maksadlar arasında sabah namazı, yatsı namazı, akşam ve Cuma namazı gibi cehri farzlar ile gece namazı ve kusuf namazı gibi nafile namazların kılınması; itikafa girme, itikafa giren kimseyi ziyaret etme, Veliyyülemirle (devlet Başkanı) birlikte umumi toplantılara katılma, habeşli kölelerin oyunlarını seyretme, Mescidi temizlememe ve Mümin kadınlarla vakit geçirme gibi şeyler vardır.

Biz bir bütün halinde bu delillerin kadının namaz kılması için evinin da­ha faziletli olmasının, onun cemaate gelmesinin kendisi için külfetli olması haline ve evinin bazı menfaatlerini zayi etmek gibi, bu tekellüfün doğuraca­ğı duruma; diğer bir ifadeyle mescidde cemaatle namaz kılma vaktinde kadı­nın ev işlerini görmesine ihtiyaç duyulmaması haline tahsis edilmesini ge­çerli kılmaya yeterli olduğunu sanıyoruz. Çünkü ekseri zamanlarda kadınla­rın umumunun durmu bundan ibarettir. Bu hususileştirme kadının evini ve çocuklarını idare etmesinin cihada çıkmasına üstün tutulmasının hususiliği­ne benzemektedir. Kadının evini ve çocuklarını gözetmesinin (idare etmesi nin) cihada çıkmasından daha faziletli olması, bu idareye ihtiyacın var olma­sı halindedir. Bu husus kadınların umumunun hayatında galip olan bir hal­dir, ama böyle bir ihtiyaç mevcud olmazda kadın boş kalır yahud evdeki sorumluluklarından muaf tutulursa o zaman şehadeti arzu ederek ve Allah'ın mükafaatını umarak nafile olarak cihada çıkma hakkına sahiptir. Aşağıda gelecek iki hadisden birincisi kadının evini idare etmesinin faziletini ve bunun Allah yolundaki cihada denk olduğunu izah ederken ikincisi kadının cihada çıkmasının ve şehadeti arzu etmesinin faziletini izah ediyor:

Birinci hadis:

Ebu Yala ve Bezzar'm enes (r.a.)dan rivayetlerine göre Enes şöyle demiş: (Bir takım) kadınlar Rasulullah'a gelerek:

- Ya Rasulullah! Erkekler Allah yolunda cihad etmek suretiyle faziletleri alıp götürdüler. Bizim için kendisiyle Allah yolunda cihad etme ümeline ulaşabileceğimiz bir amel yok mudur? dediler. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):

"Sizden harhangi birinin evindeki hizmeti, onu Allah yolunda cihad eden mücahid erkeklerin ameline ulaştırır" buyurdular.[807]

İkinci hadis:

Buhari, bu hadisi "erkeklerin ve kadınların mücahid olmak ve şehid olmak için dua etmeleri" başlığı altında zikretmiştir.

Enes bin Malik (r.a.).'dan rivayete göre şöyle demiştir.: Rasulullah (s.a.v.) Milhan kızı Ümmü Haram'ın yanına görmüş derken Rasulullah (s.a.v.) uyumuş. Sonra gülerek uyanmış. Ümmü Haram diyor ki, Ben:

-  Seni güldüren nedir Ya Rasulallah! dedim. Rasulullah:

- "Ümmetinden birtakım insanlar, bana Allah yolunda cihad ederlerken arz olundular. Şu denizin engin sırtında tahtlar üzerinde krallar olarak yahud tahtlar üzerinde krallar gibi binip gidiyorlar..." buyurdular.

Ümmü Haram diyor ki bunun üzerine:

-  Ya Rasulullah! Allah'a dua edin de beni onlardan eylesin, dedim. Rasulullah (s.a.v.)'de:

Onun için dua eylemiş... Daha sonra Ümmü Haram bintü Milhan Muaviye bin Ebi Süfyan zamanında gemiye binmiş ve denizden çıktığı anda hayvanından düşerek vefat etmiştir...[808]

Mutlak manada namaz kılmaya yöneldiği zaman kadının yatak odasın­da kıldığı namazın daha faziletli olduğu farzetsek bile; öyle sanıyoruz ki, müslüman bir kadın, kıraati uzun ve tilaveti güzel bir imamın arkasında Kur'an dinlemeye yahud namazdan sonra ilim dinlemeye yahud cuma hut-mesini dinlemeye veyahudda herhangi bir hayır hussunda birbirleriyle yar­dımlaşmak için mümin kadınlarla buluşma gayesine yönelerek evinden dı­şarı çıktığı zaman -ki hassaten çoğu zaman hamilelik, çocuk emzirme, çocuk terbiye etme, ve ev işleri yapma gibi kendisini meşgul eden şeyler sebebiyle müslüman kadın ekseri vakitlerde bu güzel gayelerden mahrum edilmektedir- evet öyle sanıyoruz ki, kadın bu maksatlardan herhangi birisi­ne yönelerek evinden dışarı çıktığı zaman yönelmiş olduğu hayra ve elde etmek istediği fazilete nail olmuştur. Rasulullah (s.a.v.) "Bir kimse Mecside hangi şey (niyyet) için gelmişse artık, o şey onun nasibi olmuştur" buyurur­ken, doğru söylemiştir.[809]

İmam Malik (r.a.)'dan nakledilen şu ifade de bu manaya işaret ediyor: "Erkeklerden başka cuma namazına gelip hazır olan kimse, eğer ona fazilet elde etmek için gelmişse, gusul yapması ve cuma namazının sair adabına uyması kendisi için meşru bir hak olur."[810]

Rasulullah (s.av.)'in "... farz olanı müstasna, insanın namazının en faziletlisi kendi evinde kıldığı namazdır"[811]buyurmasına rağmen, teravih namazında sahabe-i kiramın birkaç gece boyunca kendisinin namazına uyarak namaz kılmalarına nasıl olup da müsaade ettiğini bir düşünelim! Rasulullah (s.a.v.)'in sahabein teravih namazında kendisinin namazına uymalarına müsaade etmesinin nedeni, ashabın hepsi Kur'an'ı ezbere biliyor olmadığı için onların Kur'an dinlemelerine imkân sağlamak içindir. Eğer Rasulullah (sav) teravih namazının onlara farz kılınmasından korkmamış olsaydı, mutlaka onlara bu namazı bu namazı kıldırmaya devam edecekti. Tabii Rasulullah'ın vefat etmesi ve bu korkunun ortadan kalkmasıyla beraber kadın erkek bütün sahabe mescidde toplanarak gece (teravih) namazı, kılmaya başladılar ve bu müslümanlann kendisiyle amel edegeldiği güzel bir sünnet haline geldi. Kur'an'ı ezbere en iyi bilenleri olduğu için Peygamber'in küçük bir çocuğun kavmine imam olmasını tasvip etmesi namazda Hafız bir imamdan Kur'an dinlemenin faziletini teyid etmek içindir. Amr bin Seleme'nin babasından rivayetine göre şöyle demiştir:

"Vallahi ben size hak olarak gönderen bir Peygamber'in yanından geli­yorum. O, bize:

"Kur'an'ı en çok bileniniz size imamlık etsin!" buyurdu. Bunun üzerine cemaat baktılar içlerinde benden çok Kur'an bilen hiçbir kimse yoktu. Çünkü ben (mahallemize uğrayan) kervanlardan Kur'an öğreniyordum. Kur'anı çok bildiğim için de cemaat beni önlerine geçirip imam yaptılar. Halbuki ben o sırada altı yahud yedi yaşında bir çocuktum."[812]

Namazda Kur'an-ı Kerim dinleme faziletini elde etmeye karşı duyulan şiddetli arzu öyle bir seviyeye vardı ki İmam Ahmed ile bazı hanbeli fakihleri bu hususta fukahanın tamamına muhalefet ettikleri (ilginç) bir içtihadda bulundular.

İbnü Teymeyye der ki: "Teravih namazında Ümmi olan erkeklerin Kur'an'ı güzel okuyan kadına iktida etmeleri İmam Ahmed'den nakledilen meşhur görüşüne göre caizdir."[813]

İbnü Kudame ise el-Muğni adlı eserinde şöyle der:

Kadına gelince; Cumhuru fukahanın kavline göre ne farz ne de nafile namazlarda hiçbir şekilde erkeğin kadına iktida etmesi sahih (cait) değildir. Fakat hanbeli mezhebine mensup meslektaşlarımızdan bazıları" Teravih namazında kadının erkeklerin arka tarafında durarak onlara imam olması caizdir, demiştir..."[814]

Öyle sanıyoruz ki teravih namazı hususunda bu fakihler tarafından yapılan açıklama, kadının imameti hususunda ki ruhsatın ancak kadının Kur'an' erkeklerden daha ziyade ezberlemiş olması halinde sahih olacağını ifade ediyor. Çünkü İslam şeriatının teravih namazında kıyamın uzatılmasını teşvik ettiğini herkesçe malumdur...

Kadının yatak odasında kıldığı namazın daha faziletli olduğu mevzu-sunda İbnü Teymiyye de düşünülmesi gereken şu açıklamayı yapar:

"Biz bu konuda gereği gibi düşündük ve neticede kadınların sehar vakitlerinde, karanlık gecelerde, izdiham hallerinde, sıcağın şiddetli zamanı olan gündüzün ortalarında, yağmurlu ve soğuk havalarda mescide ve na­mazgaha çıkmalarını namaza ziyade edilmiş bir amel ve bir külfet olarak gördük. Çünkü eğer bu ziyade amalen fazileti neshedilmiş olsaydı, bu husus zaruri olarak üçüncüleri olmayan şu iki ihtimalin birisinden hali olmazdı: Ya kadının mescidde ve namazgahda kıldığı namazı evinde kıldığı namazına eşit olur, bu sebeple de bu ziyade amalin tamamı boş ve batıl bir iş aynı zamanda bir meşakkat ve bir zahmet olur, bundan başkaı mümkün olmazdı... Ya da kadının mescidlerde ve namazgahda kıldığı namazın fazileti, muhaliflerimizin söylediği gibi, evinde kıldığı namazın faziletinden daha a-şağı olur ve böylece mezkur amelin tamamı zaruri olarak fazileti yok edecek bir günah sayılırdı. Çünkü haram bir amel olmadıkça, ziyade bir amel her­hangi bir namazdaki fazileti bizatihi o namazdan gideremez (o halde) bu amelin haramdan başkası olması mümkün değildir. Çünkü u ziyade amel (namazda müstehab olan bir takım amelleri terk etme kabilinden değildir ki, işlemiş olması halinde musallinin kazanacağı mükafaatm bir kısmını silip yok etsin. Bu durumda musalli herhangi bir günah işlememiş ancak salih amellerinden bir kısmını terketmiştir. Ama namazda kendisine meşakkat verecek olan bir ameli işleyip de bu ameli işlemiş olması halinde kendisi için hasıl olacak ecrin bir işlemiş olması halinde kendisi için hasıl olacak ecrin bir kısmını telef eden ve amelinin bir kısmını boşa çıkaran kimseye gelince, o kimsenin işlemiş olduğu bu amel hiç kuşkusuz haram bir ameldir.

Onun bundan başkası olması mümkün değildir. Zira kıraatte asla bir günah ve bir ameli boşa çıkarma söz konusu değildir. Bilakis onda ecir ve günahın her ikisi de beraberce yoktur. Günaha girme ve ameli boşa çıkarma sadece haram hakkında mevzuu bahistir. Yeryüzünde yaşayan müslümanla-rın hepsi, Rasulullah'ın (s.a.v.) vefat edinceye kadan kadınları, kendisiyle beraber mescidinde namaz kılmaktan hiçbir zaman menetmediğine, ondan sonra gelen raşit halifelerinde buna engel olmadığına dair ittifak etmişlerdir. O halde (kadınların mescide ve namazgaha çıkmalarından ibaret olan) bu ziyade amelin mensuh olmadığı tezi sahih olmaktadır. Madem ki bu hususta hiçbir şüphe yoktur, o zaman bu sahih bir ameldir. Eğer kadınların mescide çıkmaları sahih bir amel olmamış olsaydı, Rasulullah (s.a.v.) bunu tasvip etmez ve kadınları faysadı olmayan, aksine zararlı olan bir işle kendi kendilerini mükellef kılmalarına izin vermezdi.[815] Yedinci delil:

"Kadınlara, geceleyin mescide gitmelerine izin veriniz"[816] şeklinde rivayet edilen hadistir.

Kadının sosyal hayata katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasına karşı çıkan muarızlar: "İznin geceye mahsus kılınması gecenin kadını daha fazla gizleyici olması; dolayısıyla da erkeklerin onları göremeyecekleri içindir"

derler.

Buna birkaç yönden şöyle cevap veririz:

a) Hafız İbnü Hacer bu hadisi şerhederken şunları kaydeder; Peygamber (s.a.v.) "Kadınlara geceleyin..." buyurmasında ashabı-ı kiramın, kadınları gündüzleri mescide girmekten alıkoymadıklarına işaret

ve diğerlerine mevcuddur. Çünkü gece şüphe muhallidir. İşte bunun içindir ki, Abdullah İbnü Ömer'in oğlu (Bilal İbnü Abdullah) "Biz onlara (çıksınlarda) geceyi bir fitne ve fesat vesilesi yapsınlar diye müsaade edemeyiz" demiştir...

Kırmam ise şöyle demiştir:

"Eğer (kadınların mescide çıkmalarına müsaade edilmesini) gece ile kayıtlamanın mefhumu, gündüzün çıkmalarına manidir. Cuma namazı da gündüze mahsusbir namazdır... denilecek olursa buna şu şekilde cevap verilir:

"Bu hüküm hadisin mefhumu muvakatından elde edilmiş bir hüküm­dür. Zira gecenin şüphe vasata obuasına rağmen, kadınların mescide gecele­yin çıkmalarına müsaade edilince, gündüzün çıkmalarına müsaade edilmesi evveliyyet yoluyla caiz olur. Fakat bazı hanefiler bu hükmü tersine çevirerek haberin zahirine göre hareket edip şöyle demişlerdir:

"Kadınların mescide çıkmalarına müsaade edilmesinin gece ile kayıt-landırılması, fasıkların fasıklıklarıyla geceleri meşgul olmaları sebebiyle­dir. Gündüz ise bunun hilafınadır. Çünkü fasıklar etrafa geceleri dağılırlar. Her ne kadar bu durum gündüz içinde mümkün görülüyorsa da gecedeki va­sat daha şiddetlidir. Fakat onların hepsinin geceleyin kendisiyle meşgul olacağı herhangi birşey bulabileceği de söz konusu değildir. Gündüze gelin­ce, hakim olan durum şu ki; gündüzler genellikle fasıkların foyalarını meydana çıkararak onları ifşa eder ve insanlar etrafa daha ziyade dağılacağı ve o civarda herhangi bir kirnsenin kendisine helal olmayan bir kadına sataştığını gördüğünde ona karşı çıkacağı için gündüzler açıktan açığa kadınlara sataşmaktan onları alıkoyar."[817]

b) Kıraatin açıktan okunması sebebiyle kadınların (sabah, akşam ve yatsı namazı gibi) namazlara çıkmak dolayısıyla Rasulullah (s.a.v.)'den Kur'an dinlemek için sık sık Peygamber (s.a.v.)'den izin istedikleri bilinen birşeydir. Aşağı gelecek olan nasslar bu hususu te'yid etmektedir:

Aişe (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"... Mü'min kadınlar Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte sabah namazına gelirlerdi..."[818]

Kadının sosyal hayan üzerine tartışmalar Ümmü'1-Fadl (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"Bu sûre -ve'I-Mürselati 'urfa- Rasulullah (s.a.v.)'in akşam namazında okuduğunu en son işittiğim suredir."[819]

Yine Ümmü'l-Mü'minin Aişe (r.a.)'dan rivayete göre o şöyle demiştir: "Bir gece Rasulullah (s.a.v.) yatsı namazını karanlık basıncaya kadar geciktirdi. Nihayet Ömer İbn Hattab: Kadınlar ve çocuklar uyudular dedi.[820]İbnü Ömer 'ra)fdan rivayete göre şöyle demiş:

"Ömer'in bir zevcesi vardı ki, sabah ve yatsı namazlarını hergiin mescidde cemaatle kılardı..."[821]

Sekizinci delil:

"Erkeklerin saflarının en hayirlısıdir ilk saftır. En hayırsız olanı da son saftır. Kadın saflarının en hayırlısı ise son saf en hayırsızı ise ilk safdır" şeklinde rivayet olunan Ebu Hureyre hadisidir.[822]

Kadının sosyal hayata katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasma karşı çıkan muarızlar, kadınları erkek saflarından uzaklaşmaya teşvik ettiği için bu hadisde kendilerinin görüşlerini destekleyen bir delil bulunduğu görüşü­nü kabul ederek: "Mescidin dinimizde kendisine mahsus belli bir yeri, bir heybeti olduğu ve orada hem erkeklerin hem de kadınların kalbleri ibadetle meşgul olduğu halde bu durum Mescid içerisinde böyle olunca, kadınların mescid dışındaki hayat sahalarında erkeklerin bulunduğu mekanlardan uzaklaştırılmasının gerektiği evveliyyet kabilindendir" derler. Buna birkaç yönden şöyle cevap veririz:

a) Bu hadis cemaat namazına mahsus hususi bir edeb kaidesi beyan etmektedir. Namaz için toplanıp cemaat olmanın, kendisiyle sair toplanma­lardan ayrılacağı zatına mahsusbir takım özellikleri vardır. Binaenaleyh bu hadisde iki toplantı arasında bir yakınlık ve benzerliği gerektirici herhangi bir müşterek söz mevcud değildir.

b) Sırf Allah'a ibadet etmek için ayrılan Öyle birtakım anlar var ki, o anlar için insan kalbinin her türlü meşguliyyetten sıyrılması gerekir. İsterse bu meşguliyyet nefsin meyletmiş olduğu bazı arzular ve her ne kadar gelip geçici olsa dahi, insanın aklından geçen her türlü hatıradan dolayı nefisle mücahede etme (şeklinde) olsun... İşte kadınların erkeklerden uzaklaşması kalbin ibadet etmek ve Allah'ı zikretmek için tasfiye edilip arındırılmasına yardım edici unsurlardandır. Bu konu hakkında İmam Serahsi şöyle der:

"Bunun böyle olması, namaz halinin Allah'a yakarma ve müraacat etme hali olması sebebiyledir. Binaenaleyh namaz kılma halinde musallinin kalbinde şehvetle alakalı hususlardan hiçbir şeyin geçmesi caiz değildir. Namazda kadının erkeklerle aynı hizada bulunması insanların adetine, göre bu şehvet duygusundan hali olamaz.[823]

c) Kadınların erkeklerden bu derece uzaklaşmalarının cemaat namazı­na mahsus hususiyetlerden olduğunu ve onunla sıkı irtibatını teyid eden hu­suslardan birisi de kadının babası ile yahud kardeşi ile veyahudda mahrem (yani nikâh geçmez hasımlarından herhangi birisiyle birlikte cemaat olarak namaz kıldıkları zaman kadının erkek saflarının gerisinde müstakil (ayrı) bir safta namaza durmasıdır.

Dokuzuncu delil:

"Teşbih erkeklere, tasfit de kadınlara mahsusdur" şeklinde rivayet edilen Ebu Hureyre hadisidir.[824]

Kadının sosyal hayata katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasına karşı çıkan muarızlar bu hadisi kadının erkeklerin işiteceği şekilde sesini yükseltmesinin haram veya mekruh olduğuna delil getirirler.

Buna birkaç yönden şöyle cevap veririz:

a) Bu hadis namaz adabından, diğer bir edep kaidesini beyan etmekte­dir. Bu kaide ise yalnız başına namaza mahsustur. Çünkü namaz için kalbin her türlü meşguliyyet ve her türlü düşünceden salim olması gerekir. İmam Serahsinin şu sözünü daha önce zikretmiştik: "Namaz hali Allah'a yakarma ve müraccat etme halidir. Binaenaleyh musallinin kalbinden şehvetle alakalı hususlardan hiçbirşeyin geçmesi caiz değildir."[825]

Hafız İbnü Hacer şöyle der: "Bana Öyle geliyor ki, kadının (namazda herhangi bir hal arız olduğunda) teşbih yapmaktan menedilmesi, kadın sebe­biyle fitneye düşülmesinden korkulduğu için mutlak olarak namazda sesini kısmakla memur olduğu içindir.[826] Şerefli kitabımız Kur'an-ı Kerim bize, kadınlarla erkekler arasındaki konuşma adabını şöyle talim etmektedir: "Sözü yumuşak (ve tatlı bir eda ile) söylemeyin ki, kalbinde hastalık bulunan kimse temah etmesin; güzel (şüpheden uzak bir biçimde) söz söyleyin." Demekki erkeklerle kadınlar arasındaki konuşma adabı sözdeki ciddiyet ve ağır başlılıktan ibarettir. Yoksa erkeklerin duyamayacağı kadar sesin gizlen­mesi değildir. Bu durumda fitneden emin olunması için kadının her iki konuşmasının şariin meşru kabul ettiği iki ayrı derecesi vardır: Bunlardan birinci derece umumi ahvale mahsus olan bir derecedir ki, bu, âyette zikredilen derecedir; "sözü (tatlı bir eda ile) yumuşak söylememe" diğeri ise hassaten cemaat namazına mahsus olan bir derece olup bu da hadisi şerifte belirtilen derecedir; kadının konuşma adabına ait olan bu umumi adab ile diğer hususi olanı birbirinden ayırmak gerekir.

b) Rasulullah (s.a.v.)'in sünneti, hayatın bütün meseleleri hususunda kadınların maruf veçhile erkeklerle nasıl konuştuklarını bizlere talim buyur­maktadır. (Bu konuda, bu kitabın dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve seki­zinci bölümlerine bakınız).

Onuncu delil:

"Eğer Rasulullah kadınların çıkardıkları modalara yetişseydi onları, îsrail oğullarının kadınlarının menedildikleri gibi mutlaka menederdi (Müs­lim'in rivayetine göre: Onları mescide gitmekten mutlaka menederdi) şeklinde (rivayet edilen) Hz. Aişe'nin sözüdür.[827]

Kadının sosyal hayata katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasına karşı çıkan muarızlar kadınların mescide gitmekten menedilmeleri hususunda bu haberi delil göstermektedirler.

Buna birkaç yönden şöyle cevap veririz:

a) Şüphesiz Aişe (r.a.) bir kısım kadınların koku sürünmek ve süslen­mek (suretiyle mescide çıkmak) gibi hoşuna gitmeyen bazı hareketlerini görmüş dolayısıyla da bu sözünü söylemiştir. Yani Hz. Aişe'nin bu sözü kınama sadedinde söylenmiş bir söz olup Peygamberin "Kadınları, mescidlerdeki nasiplerinden alıkoymayınız" hadisini neshe benzeyecek bir makamda söylenmiş değildir.[828]

Şüphesiz söyleyen imsenin ilimde, dinde ve Peygamber'le sohbet (arkadaşlık) de ki mevkii ne kadar yüksek olursa olsun, insanlardan hiçbiri­sinin sözünün, şari'nin vazetmiş olduğu ahkamı neshetmeyeceği hükmü, dinimizin usulleri meyanındadır. Nüdevvene-i Küvra'da şöyle gelmekte­dir:[829]

"İmam Malik kadınların mescide çıkmalını kerih görüyor muydu?" diye sordum.

"Kadınların mescide gitmeleri mi? İmam Malik, kadınlar mescide git­mekten alıkonulmaz" derdi, cevabını verdi.

İmam Malik ki, o, zaman bakımından Hz. Aişe'nin bu sözünü söyleme-senden yaklaşık bir asırlık bir zamandan sonra hicretyurdu (Medine)nun imamı idi. Malum olduğu üzere Malik'inMezhebiin dayandığı delillerden biri de Medine ehlinin amel(uyaşantıs)idir.

b) Hz. Aişe hadisiin te'vili hususunda ulemanın güzel açıklamaları vardır. Ki biz bu açıklamaları aşağıda serdediyoruz:

İbnü Hazım der ki: "Şüphesiz Rasulullah (s.a.v.) kadınların sonradan çıkarmış olduğu modalara yetişmedi bunun içinde onları manetmedi, madem ki Rasulullah (s.a.v.) onları menetmemiştir. O halde onların (mescide gitmekten) menedilmeleri bid'at ve hatadır... Çünkü çıkarılan bu modalar kuşkusuz diğer bazılarının aksine sadece bazı kadınların çıkardığı şeylerdir. Modayı ihdaseden kadınlar yüzünden hiçbir şey ihdas etmeyen kadınlardan hayrın menedilmesi muhaldir."[830]

İbnü Kudame de şöyle der: Rasulullah'ın sünneti tabi olunmaya başkalannınkinden daha layıktır. Hz. Aişe'nin sözü sair kadınların hilafına modayı ihdas edenlere mahsustur. Bunların mescide çıkmalarını mekruh olacağı hususunda ise hiçbir şüphe yoktur."[831]

Hafız İbn Hacer ise şöyle der: Bazı kimseler kadınların mutlak olarak mescide gitmekten menedilmeleri hususunda Hz. Aişe'nin sözüne sarılmak­tadır,.. Bu konuda biraz düşünmek gerekir. Zira bu söz üzerine hüküm değişikliği terettüp etmez. Çünkü Hz. Aişe aklından geçen bir zan üzerine, sözünü henüz mevcud olmayan bir şarta bağlayarak "Eğer Rasulullah (s.a.v.), ... görseydi mutlaka menederdi" demiştir. Binaenaleyh onun bu sözüne karşı "Rasulullah (s.a.v.) ne gördü ne de menetti denilir. Şu halde kadınların mescide gçkmılannm mubah olduğu hükmü devam etmektedir. Hatta her ne kadar Hz. Aişe'nin bu sözü onun, kadınların mescide gitmekten menedilmelerini uygun gördüğü hissini veriyor ise de, o açık bir şekilde ka­dınların mescide gitmekten menedilmeleri söylememiştir, Aynı şekilde Allah Teala muhakkak ki kadınların ileride ne modalar ihdas edeceklerini biliyordu. Fakat (buna rağmen) Nebisine onların menedilmeleri hususunda (harhangi bir) vahiy indirmemiştir. Eğer kadınların çıkarmış olduğu mado-lar onların mescidlere gitmekten menolunmalarım gerektiriyor olsaydı çarşı ve sokaklara gitmek gibi daha başka şeylerden menedilmeleri elbette daha evla olurdu. Aynı şekilde bu modalar kadınların tamamından değil sadece bir kısmından sadır olmuştur. Dolayısıyla menetme hükmü teayyün etse bile bunun sadece modayı ihdas edenlere ait olması gerekir. Ve fesada yol açmasından korkulan şeyin nazarı dikkate alınması ve buna Rasulullah (s.a.v.)de işaret ettiği için koku sürünmek ve süslenmekten menedilmek suretiyle fesada götüren şeylerden uzaklaştırılmaları en evla olanıdır..."[832]Abdulhamid bin Badis ise şöyle der: kadınların çıkardıkları nodalar koku sürünmek ve süslenmekten ibaret olup Rasulullah (s.a.v.) kadınların mescidlerden menedilmelerini nehyederken kadınları da dışarı çıkmak iste­dikleri sırada koku sürünmek süslenmekten nehyetmiş. olduğundan Hz. Aişe'nin bu sözü yukarıd ageçen "Kadınlarınızı mescidlerden menetmeyin" hadisine ters düşmüyor. Binaenaleyh eğer Rasulullah (s.a.v.) kadınların çı­kardıkları modaları Bid'atleri) görseydi dışarı çıkmaları için vaz edilen şartı ihlal ettikleri için bu şartı yerine getirmeye devam edinceye kadan onları mescide çıkmaktan menederdi. Ama kadınların mescide çıkmaktan mene-dilmemeleri hususunda ki ilk yasağını iptal edecek şekilde kati olarak onları menetmezdi.[833]

c) Şayet Hz. Aişe, açılıp saçılarak kırıta kın ta her türlü eğlence yerlerine gitmek, yatak odalarında yanlarına kadar girerek akıllarına ve kalblerine hükmeden iletişim araçları vasıtasıyla yapılan iğrenç bir savaşa tutulmak ve gitmedikleri biricik yerin mescid olması gibi zamanımız kadınlarının yapmış oldukları şeyleri görseydi acaba söylemiş olduğu bu sözümü söylerdi? yoksa "Eğer Rasulullah kadınların yapmış olduğu işleri görseydi mutlaka onlara mescide gitmelerini farz kılar mıydı?" derdi. Kaldı ki, bu söz tıpkı diğerinin kınama babından olması gibi -kadınların bazı vakitlerde içine düştükleri fitne- iklimlerinden uzaklaşmaları, ciddiyete alışmaları, kalblerini Allah'ın zikrine tâbi kılmaları, dinde anlayış sahibi (fakihe) olmaları ve tahrik edici unsurların aksine iffetlerini elde etmeleri için teşvik kabilindendir.

Hülasa bize gereken sadece zararlı ve ifsad edici olan şeylerin yasaklan-masıdır. Bu da (nefislerimiz için değil) Allah'ın şeriatının yegane hakim olması için yasaklanmalıdır.

Onbirinci delil

"Ya Rasulullah kadınlar üzerine cihad var mıdır? dedim Rasulullah:

"Evet, onlar üzerine kendisinde kıtal bulunmayan bir cihad vardır. (O da) hacc ve umredir" buyurdular. Şeklinde rivayet edilen Hz. Aişe hadisi­dir.[834]

Kadının sosyal hayata katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasına karşı çıkan (muarız)lar bu hadislerin şeriatın, kadınları erkeklerle karşılaşmaktan menetme cihetine yöneldiğine ve çok büyük faziletine rağmen cihadın ka­dınlardan kaldırıldığına ve bunun böyle olmasının ise sadece cihadda kadın­lardan istenen gizlenme ve erkeklerden uzaklaşma gibi hususlara aykırılık olmasından kaynaklandığına delil getirirler, ve derler ki: Şüphesiz Rasulul­lah yapmış olduğu ilk savaşlarda bazı sahabi kadınların cihada çıkmaları sadece zarurete yani erkeklerin sayılarının az olmasına binaen idi."

Buna birkaç yönden şöyle cevap veririz:                  

a) Bizzat bu hadis kadınlar üzerine cihadın farz kilınmayışının sebebine işaret etmektedir. Bu sebep ise kadının ince ve nazik tabiatına muhalif olan kıtaldir. Bunun için Peygamber (s.a.v.) içerisinde erkeklerle "karışma" bulunmayan bir cihad buyurmayıp "içerisinde kıtal bulunmayan bir cihad"

buyurmuştur. Sonra hacc ve umre kadın için muarızların arzu ettikleri uzlet imkanını temin etmezler. Çünkü hacc ve umrede, menasikin eda edilmesi esnasında kadınlar erkeklerle yine karşılaşırlar hatta çoğu zaman öyle şid­detli izdaham (yığılma) meydana gelir ki, bunun benzeri hayat sahalarının başka hiçbirinde meydana gelmez.

b) Yaşlı insanlardan veya yeterince (güzelce) savaşmasını bilemeyen gençlerden (ibaret) bir gurubun onarın yerini doldurması mümkün iken Peygamber'in savaşlarında bir kaç kadının savaşa çıkmasında hangi zaruret­ten söz edilebilir? Hadi erkekler sayıca az olduğu için Rasulullah'in yaptığı ilk gazvelerde kadınların savaşa katılmaları hususunda bir zaruret olduğunu farsetsek bile, Hayber ve Huneyn gibi daha sonraki savaşlarda erkekler çoğaldığı halde (kadınların savaşa çıkmaları için) hangi zaruret vardı? Muhakkak ki Buhari ile Müslim Ümmü Süleym (r.a.)'ın Hayber savaşına katıldığını ifade eden hadisi birlikte serdetmişlerdir.[835] Müslim (ayrıca) Ümmü Süleym'in Huneyn gazvesine de iştirak ettiği rivayet eder.[836] Yine İbnü Sa'da Takakatü'l-Kübra'sında Hayber fethine katılan onbeş kadından bahsetmekte ve Ümmü Selit'in Bedir gazvesinde hazır bulunduğunu zikretmektedir[837] Daha sonra fetihler çoğalıp insanlar bölük bölük Allah'ın dinine girdiği halde denizde savaşan mücahidlerle beraber şehid olması için Peygamber'in kendisi namına dua buyurmasına binaen Muaviye b. Ebi Süfyan zamanında Ümmü Haram(r.a.)nın deniz savaşına katılmasına acaba ne gibi bir zaruret vardı?[838]

c) Şüphesiz kadınların cihada katılmaları hususunda zikredilen nass-larda tekrar tekrar (idi) ve (idik) lafızları geçmektedir. Bu ifade tarzında ka­dınların bu şekilde cihada katılmalarının Umumi ve süreklilik vasfına sahip olduğuna ve Nebi (s.a.v.)'in zamanının sonlarında neshedilmediğine kuv­vetli bir işaret vardır. Nitekim Enes (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"Rasulullah (s.a.v.) Ümmü Süleym ve Ensardan birtakım kadınlarla birlikte gazaya giderdi."[839]

-Er-Rubeyyi bintü Muavviz (r.a.)dan rivayet olunduğuna göre demiş ki:

"Biz peygamber (s.a.v.) ile birlikte gazaya giderdik de mücahidlere su verir ve onlara hizmet ederdik."[840]

d) İbnü Abbas, Necdetü'l-Hanefîye "... Sen bana mektup yazıp Rasulul­lah (s.a.v.) kadınlarla birlikte gaza eder miydi? diye soruyorsun. (Evet Peygamber) onlarla birlikte gaza ediyordu. Kadınlar yaralıları tedavi ediyor ve kendilerine ganimetten birşeyler veriliyordu. Hisseye gelince: Onlara hisse verilmiyordu."[841]

diye cevap yazdığı gün Peygamber zamanında kadınları cihada çıkma­ya mecbur eden zaruret halinden gafil mi idi? Eğer kadınlarla birlikte gazaya gidilmesi zarurete binaen olsaydı, İbn Abbas, Mecdetü'l-Hanifiyye cevabî mektubunda bu hususu mutlaka beyan eder ve o gün İbn Abbas'ın bu beyanı meseleyi aydınlatmış olur nihayet Necdetü'I-Hanefi de Peygamber'in kadınlarla birlikte gaza edişinin O'nun sünnetlerinden bir sünnet olmadığını anlamış olurdu.

e)  İbn Batta ve îbn Hacer gibi sarihlerin her birisi Sahih-i Buhari şerhlerinde "cihadın, erkekler üzerine farz olduğu şekilde kadınlar üzerine de farz olmadığını ancak bunun onlar üzerine haram kılınmış olması anlamına gelmeyeceğini, aksine kadınların da nafile olarak cihada katılma hakkını haiz olduklarını ifade etmektedirler."[842]

Onikinci delil:

"Kadın avrettir. Binaenaleyh dışarıya çıktımı peşine şeytan takılır" şeklindeki hadistir.[843]

Buna birkaç yönden şöyle cevap veririz:

a) Şayet onlar: "Hiçbir zaruret yokken kadının dışarı çıkması haram yahud mekruhtur derlerse; biz de şöyle deriz:

Rasulullah'ın mescidde namaz kılmalarının zaruret veya ihtiyaç olmadığını bildiği halde kadınlarını mescidde namaz kılmak için dışarı çıkarması nasıl olur da haram veya mekruh olur? Şayet onlar: "Herhangi bir zaruret yokken kadınların evden dışarı çıkmaları efdal olanın hılafınadır" derlerse biz de şöyle deriz: "Allah Rasulü Ümmü Haram namına, Allah yolunda cihad eden deniz gazileriyle beraber olması için Allah'a dua edip duruyorken kadınların (evden) dışarıya çıkmaları nasıl olurda efdal olanın hilafına olur."[844] Halbuki Ümmü Haram'ın cihada çıkması zaruret veya hacetler kabilinden olmayıp sadece Allah'a yaklaşmak için yapılan nafile ibadetler kabilindendir.

b) İster zaruri ister haci ve isterse tahsini bir işten dolayı olsun kadının evinden dışarı çıkmasının ne haram ne mekruh ve ne de efdal olanın aksine bir şey olmadığı sabit olduğuna göre, o zaman hadisin işaret ettiği mana nedir? Doğrusu hadis, kadının avret oluşu ile şeytanın peşine takılması arasında bağ kurmaktadır. Bu durumda hadisin delalet (işaret) ettiği mana, kadını avret mahallerini örtmede kusur etmekten sakındırın aktan ibarettir (taki) böylece kadın şariin helal kıldığı şeyler hariç, zinetini izhar etmesin, güzel koku sürünmesin, yürüyüşünde kırıtıp sırıtmasın ve tatlı bir eda ile yumuşak söz söylemesin. Ayrıca avret olanı koruyup iffetini muhafaza edecek ve kadın vasıtasıyla fitneye düşme telikesini bertaraf edecek karşılaşma adabına riayet edilmesi hususunda tefrite düşmekten kadını ve onun etrafında (dolaşmakta) olan erkekleri sakındırmaktan ibarettir. Bunun böyle yapılmasının lüzumu şeytanın kovulup uzaklaştırılması ve hüsrana uğrayarak dönüp kaçması içindir.

c) Şüphesiz Rasulullah yine başka bir hadiste kadının dışarıya çıkışıyla şeytan arasında bağ kurarak şöyle buyurur:

"Doğrusu kadın şeytan suretinde gelir, şeytan suretinde geri dönüp gider..."[845] Tabii bu hadis kadının gelişiyle dönüp gidişine refakat eden fitneden kinayedir. Bu fitnenin ilacını aynı hadisde Rasulullah şu şekilde gösteriyor:

"... Binaenaleyh sizden herhangi biriniz bir kadın gördüğü zaman he­men ehline gelsin. Çünkü bu onun nefsinde olan fitneyi giderir. Demek olu­yor ki, bu fitnenin tedavisi nefisle mücahede etmek, gözü harama bakmaktan sakındırmak ve sonunda ihtiyacını gidermek ve şeytanın vesveselerine son vermek için erkeğin ehline gelmesiyle mümkündür. Yoksa kadının evinde münzevi bir hayat sürmesi ve evden dışarı çıkmasının yasaklanmasıyla değildir...

Bunun böyle olduğunu kadının, peygamber zamanında sosyal hayata katılması konusunda naklettiğimiz yüzlerce delil teyid etmektedir.

d)  Bizleri mal ve evlad fitnesinden sakındırmak üzere daha başka birtakım hadisler varid olduğu gibi, bu hadis de bizi kadınların fitnesinden sakınmaya yöneltmektedir. Buradaki fitne, Allah Tealanın kullarını denemek için kendisiyle onları imtihan eylediği umumi bir fitnedir. Şu halde inanan bir erkekle inanan bir kadına düşen ciddiyet ve vakar içerisinde hayata sarılmalarıdır. Bu veçhile onların evladları ve malları olsun ve aralarında ciddi bir hayatın gerektirdiği hayırlı bir karşılaşma meydana gelsin... Yine onlara düşen Allah'ın kendilerine takdir etmiş olduğu imtahanda başarılı olmaları için bu fitneden sakınmalarıdır.

e) Ayrıca bu hadisin, içerisinde bir kısım ziyadeler bulunan başka bir rivayet şekli daha bulunmaktadır. O da şudur: Şüphesiz ki kadın, Allah'a hiçbir zaman evinin köşesinde oturduğu zaman ki halinden daha yakın ola­maz."[846] Bu ifade de, dışarı çıkması için hayırlı bir sebep olmadığı müddetçe kadını evinde oturmaya teşvik söz konusudur. Eğer dışan çıkması için hayır­lı bir sebep mevcutsa o zaman kadın kasdetmiş olduğu hayırla beraberdir.

Onüçüncü delil:

- Rasulullah kızı Fatıma'ya:

"Kadın için hangi şey daha hayırlıdır?" diye sordu.

Fatıma (a.s.):

"Kadının herhangi bir erkeği, herhangi bir erkeğin de kadını görmeme-sidir." cevabını verdi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) kızı fatımayı bağrına basarak:.

"Bu peygamberlerin hepsi de birbirlerinden türeyen bir nesildir" ayetini okudu şeklinde nakledilen hadisdir.[847]

Kadının sosyal hayata katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasına karşı çıkan bazı muarızlar kadının en hayırlı halinin evinin köşesinde oturup iki defadan başka evinden çıkmaması olduğuna dair bu hadisi delil getirirler. Bunlardan Birincisi: Babasının evinden çıkıp kocasının evine gitmesi ikin­cisi ise kocasının evinden çıkıp kabre gitmesidir.

Buna birkaç yönden şöyle cevap veririz:

a)  Bu hadis, sened yönünden zayıf bir hadisdir. Bu sebeple onunla ihticac edilmesi caiz değildir. Hafız Abdurrahim el-Iraki, İhya-u Ulumuddin adlı eserin hadislerini tahriç ederken, bu hadisten bahisle şöyle demektedir: Bu hadisi, el-Bezzar ve de Darakutni el-Efrad adlı eserinde zayıf bir senedle Hz. Ali'den rivayet etmişlerdir.[848] Ayrıca bu hadisin Mecmau'z-Zevaid'de yeralan diğer bir rivayet şekli daha bulunmaktadır. Hafız el-Heysemi bu hadisden bahsederek şöyle der: Bu hadisi Bezzar rivayet etmiştir. Ama onun senedinden benim tanımadığım bir ravi bulunmaktadır.763

b) Bu hadis, Buhari ve Müslim'in sahihlerinden naklen serdetmiş oldu­ğumuz onlarca sahih hadise ters düşmektedir. Halbuki bu sahih hadislerin hepsi de müslüman kadınların Rasulullah zamanında erkeklerle nasıl karşı­laştıklarını bu münasebetle kadınların erkekleri erkeklerin de onları nasıl gördüklerini beyan etmektedirler. O halde kadınların hangisi bu zayıf hadi­sin iddia etmiş olduğu "kadın için en hayırlı olan" ameli işleme hususunda yüce sahabiye kadınlardan daha ileri olabilir? Aşağıda zikredeceğimiz isimlerin bu sahabi kadınlar arasında olması bizim için kafidir.[849]

- Peygamber (s.a.v.)'in amcası Hz. Abbas (r.a.)'ın hanımı Ümmü'1-Fadl bintü'l-Haris. Ümmül Fadl kocası Abbas (r.a.) dan yaklaşık on yıl kadar önce müslüman olmuş ve Mekke'nin fethinden sonra kocasıyla birlikte hicret edinceye kadar mustazaflarla beraber Mekke'de kalmıştır.

- Rasulullah (s.a.v.)'in cennetle müjdelediği Ümmü Süleym (r.a.)

-  Rasulü ekrem (s.a.v.)'in Allah yolunda şehadete nail olması için kendisi namına Allah'a dua buyurduğu Ümmü Haram (r.a.).

Cennetle müjdelenen üç sahabinin hanımı olma şerefine nail olan Esma bintü Umeys (r.a.). (Esma'nın cennetle müjdelenen eşleri sırasıyla Cafer b. Ebi Talib, Ebu Bekr es-Sıddık ve Ali bin Ebi Talib radıyallahu anhümdür.)

- Ebu Bekr (r.a.)'ın kerimesi ve Allah Rasulünün havarisi (seçkin ve halis dostu) ve cennetle müjdelenenlerden birisi olan Zübeyr İbnü'l-Avvam (r.a.)'ın zevcesi Esma (r.a.).

-  Ve Rasulullah (sav)'in cennetle müjdelediği kadınlardan biri olan Suayretu'l-Esediyye (r.a.).

c) Hz. Fatıma (a.s.)'ın bir çok defalar evinden dışarı çıktığına işaret eden birçok sahih hadis varid olmuştur. Şayet :"O, tesettüre bürünmüş bir durumda olduğu için erkekler kendisini görmüyordu" denilecek olursa biz de buna cevaben "erkekler onu görmese de Fatıma'nın kendisi erkekleri görüyordu" deriz. Kaldı ki bir kısım naslarda kadın ve erkeklerden her iki tarafın birbirleriyle karşılaştıklarını ve birbirlerini gördüğünü ifade eden deliller vardır. O halde bu naslar o zayıf hadisin muhtevasıyla nasıl telif edilecektir?

"Artık sana bu ilim geldikten sonra kim seninle onun hakkında tartış­maya kalkarsa, de ki: Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımız! ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra gönülden dua ve niyat edelim de Allah'ın lanetini yalancıların üzerine okuyalım" (Âl-i İmran, 61).

İbnü Kesir tefsirinde (şu ifâdeler) serdedilmektedir:

"... De ki: Geliniz oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadın­larınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım..." Karşılıklı olarak lanetleşme halinde onları da yanımızda hazır bulunduralım.. Nihayet Rasulullah (s.a.v.) ertesi günü sabah olunca onlara haber verdikten sonra karşılıklı olarak lanet-leşmek için torunları Hasan ile Hüseyn'i renkli kadifeden yapılmış abasının içerisine almış olarak kızı Fatıma arkasında yürüdüğü halde (lanetleşme meydanına) geldi.Halbuki o gün Rasulullah (s.a.v.)'in birkaç tane hanımı vardı..."

Aişe (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"... Nihayet Fatıma yürüyerek bize doğru yönelip geldi. Fatıma'nın yü­rüyüşü Rasulullah'ın yürüyüşünden hiç ayrılmıyordu. Rasulullah Fatıma'nın gelişini görünce (ona hoş beşde bulunarak):

- Merhaba kızım! dedi. Sonra onu sağ tarafına oturttu..."[850] Yine Aişe'den (r.a.) rivayet edildiğine göre demiştir ki:

"Peygamber (s.a.v.) üzerinde siyah yünden yapılmış nakışlı bir elbise olduğu halde sabahleyin (evinden) çıktı. Derken Hasan İbnü Ali geldi. Onu elbisenin içerisine aldı. Sonra Hüseyin geldi. O da beraberinde girdi. Sonra Fatıma geldi, onu da içeri aldı. Sonra Ali geldi. Onu da içeri aldı. Sonra:

"Ey Ehl-i Beyt! Allah (azze ve celle) ancak ve ancak sizden ricsi gider­mek ve sizi tertemiz paklamak istiyor." ayetini okudu.[851]

Vasile bin el-Eska'dan rivayete göre şunları söylemiş:

"Ben Ali'yi aramaya gelmiştim. Onu (evinde) bulamadım. Bunun üzerine Fatıma:

"Rasulullah (s.a.v.)'i çağırmak üzere ona gitti. Binaenaleyh sen oturuver (de bekle) dedi. Nihayet Ali b. Ebi Talib (r.a.) Resulullah (s.a.v) ile beraber gelip (eve) girdi. Onlarla bereber ben de girdim.Resulullah (s.a.v) o sırada Hasan ile Hüseyn'i yanma çağırıp bunlardan herbirini bir bacağının üzerine oturttu. Fatıma ile kocasını odasından dışarı gönderdikten sonra onların üzrine elbisesini sardı... ve sonra :

"Ey ehl-i Beyt! Allah ancak sizden ricsi[852] gidermek ve sizi tertemiz paklamak istiyor..." âyetini okudu.[853]

Aişe (r.a)'dan rivayete göre şunları haber vermiştir.

Peygamber (s,a,v)'in zevceleri, Fatıma bintü Resulullah'ı Resulullah'a gönderdiler. O da yanına girmek için Peygamberden izin istedi. Kendisi benimle beraber örtümün altında uzanmış olduğu halde ona izin verdi..."[854]

el-Misver İbnü Mahreme (r.a)'dan rivayete göre şöyle demiştir :

"Ali bin Ebi Talip (r.a) Ebu Cehl'in kızını istemişti. Fatıma bunu işitince Peygamber'e gelerek ona şunu söylemiş:

"-Kavmin senin kızların namına kızmadığını söylüyorlar..."[855]

Aynı şekilde Hakimzin Abdullah İbnü Amr İbnü'l-As'dan rivayetine göre Peygamber (s.a.v.):

- Fatıma (a.s.)'ı dışardan gelirken gördü de ona: "Sen nereden geliyorsun? diye sordu. Fatıma:

Şu cenaze sahihlerine cenazaleri hususunda Allah'tan rahmet dileyerek taziyetde bulundum" cevabını verdi.[856]

- Enes (r.a.)dan rivayete göre şöyle demiştir:

Peygamber (s.a.v.) defnedildikten sonra Fatıma Aleyha's-Selam E-nes'e:

- Ey Enes! Derin bir bağlılıkla sevdiğiniz Rasulullah'm üzerine toprak saçmağa gönlünüz nasıl razı oldu? diyerek sitem etti.[857]

Aişe (ra)'dan rivayete göre şunları haber vermiştir:

- Fatıma ile Abbas, Rasulullah'dan kalan miraslarını İstemek için Ebu Bekr'e gelmişler..."[858]

d) Bu haber hususi olarak Peygamber (s.a.v.)'in hanımlarına farz kılı­nan hicab'ın aynı zamanda bizzat kadınların tamamına farz veya mendub olduğu vehmini vermektedir. (Burada kastedilen hicab, evlerin içerisinde kadınların şahıslarının devamlı olarak erkeklerden perdelenerek gizlenmesi ve zaruri bir ihtiyaç için olmadıkça evlerini terk etmemeleridir.) Bunun, bu şekilde bütün kadınlara farz veya mendub olduğuna hükmedilmesi doğru değildir. Bu mevzuun tahkiki ileride "Hicabın Peygamberin hanımlarına has hususi bir hüküm oluşu bahsinde gelecektir. (Bu cildin ikinci bölümüne bakınız).

e) Esef edilmesi gereken şeylerden biri de bu nevi zayıf hadislerin bazı muhaddis alimlerin eserlerinde serdedilmesi yanında, sanki bu hüküm kemali hedefleyen müslüman kadına bizatihi ilahi bir yazgıymış gibi hatiplerin dillerinde dolaşıyor olmasıdır. Bundan daha beter olanı, bazı kimselerin bu hadisi zikrettikten sonra: Hadisin dört hadis kitabında adı bile geçmediği halde "bu hadisi Kütübü Sitte sahihlerinden dört tanesi rivayet etmiş olup Tirmizi: Bu hadis hasen sahihdir demiştir" demeleridir. OndÖrdüncü delil:

"Ebu Amr b. Hafs Fatima'yı talak-ı bainle boşamışda... Bunun üzerine Fatıma, Rasulullah (s.a.v.)'e gelerek bu meseleyi ona anlatmış. Peygamber (s.a.v.):

-"Senin onun üzerinde nafaka hakkın yoktur" buyurmuş ve iddetini Ümmü Şerik'in evinde geçirmesini emretmiş, sonra:

"Ümmü Şerik ashabımın daima ziyaretine gitikleri bir kadındır. Sen İbnü Ümmi Mektum'un yanında iddet bekle, çünkü o ama bir adamdır. Yanında çarşafını atabilirsin..." buyurmuşlar. Başka bir rivayette ise:[859]

"Çünkü ben senin baş örtünün düşmesini yahud baldırlarından elbise­nin açılıp da hoşlanmadığın bazı yerlerini cemaatın görmesini hoş karşıla­mam" buyurmuşlar şeklinde haber verilen Fatıma bintü Kays hadisidir.[860]

Kadının sosyal hayata katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasına karşı çıkan muarızlar: Rasulullah (s.a.v.) Fatıma bintü Kays'ı, Ümmü Şerik'in evinde iddet beklemekten ancak erkeklerle karışmasın diye nehyetmiştir." derler.

Buna birkaç yönden şöyle cevap veririz:

a) Şüphesiz ki Rasulullah (s.a.v.) Fatıma bintü Kays'ı, Ümmü Şerik'in evinde iddet beklemekten erkeklerle karşılaşmaktan kaçınması için menet-memiştir. Çünkü Ümmü Şerik ile beraberinde bulunan ailesi ve misafirleri arasında erkeklerle karışma her halükarda hasıl oluyordu. Sonra bu husus aynı şekilde Fatıma ile Ümmü Mektumun oğlu arasında da meydana gel­mekteydi. Rasulullah (s.a.v.) sadece gün boyunca baş örtüsüyle birlikte uzun ve geniş çarşafının ağırlığını taşır bir halde beklememesi için Fatıma bintü Kays'a şefkat göstermeyi murad etmiştir. Çünkü Ümmü Şerik'in evine erkeklerin gelip gitmeleri eksik olmuyordu. Bunun için Peygamber (s.a.v.) üzerinden uzun ve geniş çarşafını atsa bile, kendisini erkek görmeyeceğin­den onu Ümmü Mektum'un oğlunun evine yöneltmiştir. O halde Rasulullah (s.a.v.)'in Fatıma bintü Kays'a İbnü Ümmi Mektumun evine gitmesini em­retmesi, elbisesinin ağırlığından bir kısmının hafifletilmesi ile alakaladır.

Yani bu durum, kadının erkeklerle karşılaşmaktan kaçınması ile alakalı ol­mayıp rahim olan Peygamberden sadır olan bir kolaylaştırma ile müminlere kolaylaştırma ile alakalıdır.

b) Ümmü Şerik'in evinde misafirlerin konuk edildiği yerle Ümmü Şerik'in ikamet ettiği yer arasında herhangi bir perde yoktu. Aksi halde Ra-sulullah: "... Çünkü ben senin baş örtünün düşmesini yahud baldırlarından elbisenin açılıp da hoşlanmadığın bazı yerlerini cemaatın görmesini hoş kar­şılamam..." buyurmazdı. O halde Ümmü Şerik'in evi, içerisinde erkeklerin kadınlarla bir arada oturup kalktıkları bir ev olup ne Fatıma bintü Kays'ın Ümmü Mektum'un oğlunu görmesi hususunda Fatıma üzerine, ne misafirle­rin Fatımayı görmesi hususunda misafirlere ve ne de Fatımanın misafirleri görmesi hususunda Fatıma üzerine bir günah (ve meşakkat) söz konusu değildir. Ancak meşekkat Faüma'nın gün boyunca uzun ve geniş çarşafının ağırlığını yüklenmiş olarak beklemesindedir.

Onbeşinci delil:

İbnü Abbas (r.a.) hadisidir. İbnü Abbas demiştir ki:

"Rasulullah, Kurban bayramı günü Fadl ibn Abbas'ı kendisinin arka tarafına, bineğinin gerisine bindirdi. Fadl güzel yüzlü, temiz giyimli bir genç idi. Peygamber insanlann kendisine sorup öğrenmeleri için bineğini durdurdu. Bu sırada Has'am kabilesinden güzel bir kadın Rasulullah'dan fetva istemeğe geldi. Fadl bu kadına bakmağa başladı. Kadının güzelliği Fadlı hayran bırakmıştı. Fadl o kadına bakarken, Peygamber ona yöneldi de eliyle arkaya döndürdü. Fadl'ın çenesini tuttu ve onun yüzünü kadına bakmaktan öbür tarafa çevirdi..."[861]

Kadının sosyal hayata katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasına karşı çıkan muarızlar "Madem ki Fadl'ın yüzünü, kadına bakmaması için başka tarafa Rasulullah (s.a.v.) çevirdiğine göre, O halde kadının sosyal hayata katılması halinde kadınlara bakmamaları için gençlerin yüzünü başka tarafa çevirmeye kimin gücü yetecektir? Bunun için kadının sosyal hayata katılmasının ve erkeklerle karşılaşmasının menedilmesi gerekir." derler.

Buna birkaç yönden şöyle cevap veririz:

a) Şüphesiz gözü harama bakmaktan sakındırmak mü'min erkeklerle mü'min kadınların tamamının uyması gereken umumi bir edeb kaidesidir. Müslüman bu edep kaidesiyle müzeyyen olmak için her zaman nefsiyle mü-cahede eder. Ama bazı hallerde herhangi bir vakitte nefsi kendisine galebe çalar da neticede ya öğüt alıp, tevbe ederek Allah'tan affını diler; ya da çevre­sinde bulunan bazı müminler öğüt verip uyanncaya kadar gaflet içinde kal­maya devam eder. Yahud heva ve hevesi ona galebe eder, veyahud da Allah Teala kendisini lütfü ile hidayete ulaştırıncaya kadar tekrar tekrar günaha düşer.

b) Fadl'ın yüzünü Allah Rasulü çevirmiş. Fadl'm yaptığını yapan diğer insanların yüzünü kim çevirmiştir? Yoksa, Peygamber'in terkisine aldığı Abbas oğlu Fadl, hacc mevsiminde şeytanın vesveseye düşürerek yasak bakışlara sevkettiği yegâne örnek midir?

c)  Şüphe yok ki, hacc mevsimi hiçbir beis, hiçbir güçlük ve zararlı hiçbir netice meydana gelmeksizin müslümanîarın toplumunda erkeklerle kadınların karşılaşmalarının nasıl olacağını beyan eden hayırlı bir misal olarak kabul edilebilir.

Bu hayırlı misal -zaruret sebebiyle- şiddetli izhidamdan dolayı meyda­na gelebilecek hadiselerden gözün sakmdırılmasıyla mümkün olmaktadır. Has'am kabilesine mensup bir kadınla ilgili hadis, erkeklerin kadınlarla kar­şılaşmaları esnasında meydana gelebilecek sürçmelere ve bu sürçmelerde Peygamber (s.a.v.)'in çok güzel olsalar bile, nasıl olup da kadınlara yüzlerini örtmelerini emretmeye sevkedecek bir zaruret görmediğine işaret etmekte­dir. Bilakis bütün bunların aksine Peygamberi (s.a.v.) şöyle derken görüyo­ruz:

İhramlı kadın yüzüne peçe takmasın, ellerine eldiven de geçimesin."[862]Aynı şekilde Peygamber bu sürçmelerde kadınlara erkekler toplulu­ğundan uzaklaşmalarını emretmeye gerektiren herhangi bir şey görmemiş. Bunun için de kadınların Kabe'yi tavaf etmeleri için hususi bir vakit tahsis etmemiştir.

Netice olarak diyoruz ki, Eğer kadının sosyal hayata katılmasında ve erkeklerle karşılaşmasında genel olarak, nefislerin şehvetlerinin peşinden sürüklenmelerine sebep olacak bir durum olsaydı, Allah Teala Hacc mevsi­mi gibi mübarek ve mükerrem bir mevsimde bu şekilde kadının hacc menasikine katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasına müsaade etmezdi. Üçüncü olarak:

Muarızların bazı görüşleri etrafında bir tartışma: Birinci görüş:

Kadının sosyal hayata katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasına karşı çıkan (muarıı)lar şöyle diyorlar: Şüphesiz iffetli olmak dinimizde çok yüksek yeri olan bir meziyettir. Halbuki kadının erkeklerin huzurunda hayatın çeşitli sahalarına katılması onun iffetini zedeler.

Buna birkaç yönden şöyle cevap veririz:

a) Gerçekten ister kadının evinin dışındaki kıyafeti için isterse erkekle­rin karşısında hayatın çeşitli sahalarına katlıması için olsun, şari'in koymuş olduğu kuralların tamamı bu iffetin temin ve tesisi içindir. Fakat bazan bir kısım insanlar iffetin temini için yalmz başına bu kuralların yeterli olamaya­cağını unutarak bu izaha takalıp kalıyorlar. Zira iffetli olmak kadının vücu­dunun, güzelliğinin ve şehevi arzularının mübtezelilikten korunması ve muhafaza edilmesi demektir. Fakat bu muhafaza hususunda sadece örtün­mek yeterli olmaz. Bu örtünme ister elbise ile olsun ister evin duvarlarıyla farketmez. Ancak örtünme zaruri bir unsur olup onun zaruriliği öteki tüm unsurların zaruriliğinden hiç de geri kalmaz. Unsurların inşasına ise ahlâkî binanın temeliyle başlanılır. Bu temel de Allah'a ve ahiret gününe imandan ibarettir. İman ne havada asılı duran, ne de boşlukta yaşayan bir şeydir. O sadece akla ve kalbe mesken kurar, bedene değil. Şu halde -imanın yerleşip mesken kurması sebebiyle- aklın olgunlaşması ve kalbin tezkiye edilmesi imanın kuvvetlenmesinin vasıtalarından birisidir. Ancak sağlam bir akıl, haşyet üzere olan bir kalb, temiz ve örtünmüş bir beden olmak üzere bütün unsurlar arasında sürekli ve daimi bir etkileşimin bulunması şarttır. Bunların tamamı inanan bir insanın tabiatını muhafaza etmek içindir. Öyleyse kadının iffetli olma meziyetini sağlam ve sabit bir şekilde muhafaza etmesi ve onu şehvet rüzgarlarına heba ettirmemesi için ona haşyet üzere olan bir kalbi ve uyanık bulunan bir aklı, nasıl temin edebileceğimizi düşünelim.

b) Nasıl ki uyanık bir akıl, haşyet üzere olan bir kalb iffetli olma mezi­yetine destek oluyorsa, aynı şekilde iffetli olma meziyeti de zihin temizliği­ne, kalb rahatlığına, bedenin kuvvet kazanmasına ve üstelik de bedenin temizliğine destek olacaktır. Bozulmamış, saf ve temiz bir akıl, itminana  (doyuma) ulaşmış bir kalb ve kuvvetli bir bedenden müteşekkil olan bütün bu kuvvetleri Allah Teala müslümanların, bunlar vasıtasıyla yeryüzünü en mükemmel ve en şerefli bir şekilde imar etmeleri için müsahhar eylemiştir. Şu halde iffetin bütün bu kuvvetleri doğurmasından sonra bizim bunları Allah'ın menettiği şekilde hizmete sokmayarak atıl halde bırakmamız müslümanlarm akıllarına göre nasıl caiz olabilir? Bazen bir kısım insanlar; evin içerisinde, bu güçleri hizmete sokmak için çok geniş bir sahanın bulunduğunu söylüyorlar. Bu haklı bir görüştür. Fakat mutlak manada değil. Zira bazan evin ve çocukların bakımı kadının bütün vaktini işgal ederken diğer bazı zamanlarda bu işler kadının fazla bir vaktini almazlar. Kadın boş bir halde ve esef verici bir tembellik içerisinde beklemekte hatta bazan zaarlı olmaktadır. Yani biz müslümanlar -iffetliliğin teminine yardım eylediği- bu kuvvetleri müslümanlarm cemiyyetine faydalı olacak yararlı bir işte kullan­dırmaz ve hayırlı bir faaliyet içerisinde bulunmaksızın kadının evinde oturup beklemesiyle iktifa edersek o zaman öyle sanıyorum ki, bu yüce me-ziyyetlerden bir kısmını artık meyve vermeyen faydasız bi bitki, aptallaşmış bir akıl, ölmüş bir kalb ve harab olmuş bir beden haline getirmiş oluruz ki bundan Allah'a sığınırız.

c) Şüphe yok ki iffetli olma meziyeti bütün faziletlerin kaynağı olan bir fazilettir. Aynı zamanda bu meziyet kendisi hakkında tefrite düşülmesi caiz olmayan sabit ve köklü bir asalettir. Fakat (dinimizde) bu meziyyetin fiili tatbikatının kadının evinde oturup beklemesinden ibaret bir tek sureti mevcud değildir. Belki bu tatbikat toplumun ve kadının içinde bulunduğu şartların gerektirdiği bir çok etkenlere boyun eğmektedir. Soylu sahabe kadınlarının hayatından bir takım misaller zikredelim.

Seni (ra)'den rivayete göre şöyle demiştir:

Ebu Useyd es-Saidi gelin getirdiği zaman, Peygamber'i ve ashabını (düğün yemeğine) davet etti. Onlar için yemeği yapan da Önlerine sunan da Useyd'in henüz evlendiği karısı Ümmü Useyd'den başkası değildi. O, geceden taştan bir çanağın içinde bir kaç hurma ıslatmış, Peygamber yemekten ayrılınca kadın (kendi eliyle) onu şıra yapıp Peygamber'e sundu da ona böylece ikram ederek içirdi.[863]

Bu hadisi naklettikten sonra "Doğrusu gelin hanım belli bir vakar içerisinde düğün merasimine çağrılan davetlilere hizmet ettiği zaman da iffetini muhafaza etmekte evinin bir köşesinde oturup meşru bir sevinç içerisinde akranlarının arasına katıldığı zaman da muhakkak ki iffetini muhafaza etmektedir." dememiz doğru değil midir?

Esma bintü Ebi Bekr(ra)dan rivayete göre şöyle demiştir:

"... Ben, Zübeyr'e, Rasulullah'ın parsellemiş olduğu yerden çekirdeği başımın üzerinde taşıyordum ki bu arazi (evime) bir fersahın üçte ikisi uzaklıktaydı. Birgün çekirdek başımın üzerinde olduğu halde geliyordum. Nihayet beraberinde ensardan bir grup insan olduğu halde Rasulullah ile karşılaştım. Beni çağırdı sonra beni terkisine bindirmek için (devesine):

"Ih! Ih!" dedi, ben:

"Erkeklerle birlikte (yürüyüp) gitmekten haya ettim. Zübeyr'i ve onun kıskançlığını hatırladım. Zübeyr, insanların en ziyade kıskancı idi..."[864]

Yahud bu hadisi zikrettikten sonra "Doğrusu kadın evinin bir menfaatini temin etmek için belli bir vakar içerisinde dışarı çıktığında, evinde oturup da yerine kocası veya hizmetçisi çıktığı zamanda olduğu gibi muhakkak ki iffetini tam olarak muhafaza etmektedir" dememiz doğru değil midir?

Hafsa bintü Şirin (r.a.)dan rivayet olunduğuna göre şunları söylemiş:

"Biz taze kızlarımızı bayram gününde namaz yerine çıkmalarından menederdik. Basraya bir kadın geldi ve Halef oğullarının konağına misafir oldu. Ben de o kadının yanına geldim. Kadın, kız kardeşinin kocasının Peygamber ile birlikte oniki gazvede bulunduğunu, kız kardeşinin de bizzat bu gazvelerden altı tanesinde kocasıyla berebar bulunduğunu, onun: "Biz hastalara bakıyor ve yaralıları tedavi ediyorduk" dediğini rivayet etti..."[865]

er-Rubeyyi bintü Muavviz (r.a.)'danrivayete göre şöyle demiştir:

"Biz kadınlar Peygamber (s.a.v.) ile barebar gazaya giderdik de mücahidlere su verir ve onlara hizmet ederdik. Yaralıları ve şehidleri Medine'ye geri götürürdük.92a

Bundan sonra "Doğrusu kadın mücahidlere elbise dikmek için evinde oturduğu zaman nasıl iffetini muhafaza etmekteyse, aynı şekilde kendi tabiatına münasip olan şekliyle belli bir vakar içerisinde cihada çıktığı zaman da hiç şüphesiz iffetini tam olarak muhafaza etmiş olur dememiz doğru değil midir?

(Müslüman kadınların) tatbikat şekilleri bu şekilde müteaddit olarak devam ederken iffetli olma meziyyeti de sabit ve köklü bir halde devam ediyordu.

İkinci görüş:

Kadının sosyal hayata katılmasına karşı çıkan (muarızlar) şöyle diyor­lar: Erkeklerin kadınlarla karşılaşmaları caiz olsa bile, bu zaruret ve ihtiyaç halinde caiz olur."

Buna birkaç yönden şöyle cevap veririz:

a) Erkeğin kadınla karşılaşması zaruret veya ihtiyaç halinde caizdir dediğimiz zaman bu zımnen "Aslında kadının erkeklerle karşılaşması haramlar cümlesindendir. Fakat zaruretler haram olan şeyleri mubah kılan şeylerdir. İhtiyaçlar ise zaruretler makamına kaim olurlar" demek anlamına gelir. Böyle bir açıklamada bulunmak, hakkında kitap ve sünnetten hiçbir delil olmayan bir açıklamadır. Bilakis sünnet-i seniyye, üçüncü bölümün beşinci altıncı, yedinci ve sekizinci kısımlarında açıklandığı şekilde tamamen bu hükmün hilafjnadir,

b) Bazan bir kısım insanlar, karşılaşmanın zaruri veya gerekli veyahud da tahsini bir maslahatı temin etmek için meşru olacağı görüşünü benimsi­yorlar. (Bunun doğru olduğunu farzedelim) lakin bu durumda geniş olan bir sahayı daraltmış olmamızdan korkarız. Çünkü seran mubah olan şeyler insanlara kolaylık sağlamak için meşru kılınmıştır. Bu sebeple insanlar on­ları bazen işlerler bazen da afva mazhar olmaları sebebiyle bizatihi herhangi bir maslahatın teminini düşünmek yahut kastetmeksizin bunları terkederler. Yani mubah olan birşeyi yapan kimseye "Onu niçin yaptı yahut neden ter-ketti? diye sorulmaz. Zira mubah olan birşey Allah'ın, kullarına yapıp yap­mama hususunda -ruhsat vermiş olduğu şeylerdendir. Bunun için- mubah olan karşılaşmanın vaki olması halinde buna olan ihtiyacın sınırını veya temin etmek istediği maslahatların derecesini araştırmaya imkan yoktur. Bunun araşünlabilmesi ancak karşılaşmanın mendub veya vacib olduğuna dair hüküm verilmesi düşünülmesi halinde mümkün olur. Kaldı ki gelişmiş toplumlarda kadının sosyal hayata katılması ve erkeklerle karşılaşması hemen hemen günlük hayatın bizzat parçası haline gelmektedir. Bunun nedeni kadının çok hareketli ve çok faaliyetkar ve yerine getirdiği işlerin çok çeşitli olmasıdır. Buna mukabil kadının toplumdan uzak yaşaması ve tenhada yalnız başına kalması cidden sınırlı bir takım zamanlara mahsustur. Hiçbir kimse bu gidişatın İslam Şeriatına aykırı olduğunu söyleyemez. Medeni kadının haline benzer bir durumda kızlara mahsus okul müdiresi, doktor ve hemşire gibi şehirde (çalışan) başka bir takım kadınlar daha vardır ki bu kadınlar erkeklerle daha çok karşılaşmayı gerektiren bir kısım işleri görmektedirler.

c) Hakikaten kadının erkeklerle karşılaşması kimi zamanlar.haram veya mekruh olur Bu, İslami adab kurallarının unutulması halinde böyledir. Fakat farz veya mendub bir şeyi iptal etmesi halinde bazan kadının köşeye çekilerek toplumdan uzaklaşmasının da haram veya mekruh olacağını unutmayalım. Aynı şekilde kadının erkeklerle karşılaşmışının veya toplum­dan uzaklaşmasının seran gerekli sebepleri bulunduğunda müslüman bunu yapmadığı zaman, sebebin kuvvetlilik derecesine göre İslami bir hükme karşı çıkmış olur. Buna göre sebep vacip (kılıcı birşey) olur da müslüman onu yapmazsa bu takdirde mutlak bir haram işlemiş olur. Kadının zinetlenip süslenmesi (evinde giyindiği) hafif elbiselerini giyinmesi, eğlenmesi, şakalaşması ve gülmesi gibi erkeklerin vakıf olmamaları gereken işlerden her birisi kadının erkeklerden gizlenmesini gerektiren sebeblerden bazılarıdır. İlim taleb etmek, faydalı kültürel konferanslara katılmak marufu (iyiliği) emredip münker (kötülük) den nehyetmek, mazluma ve yardıma muhtaç olan kimseye yardım etmek ise mendup veya farz olan şen sebepler­den bir kısmıdır. Aynı şekilde erkekler hasta veya gaib oldukları zaman alış­veriş yapmak ve misafirlerin (dışardan) hizmetini görmekte böyledir. Şu halde hayatı kolaylaştırmak yahud dereceleri birbirinden farklı olan bir kısım maslahatları temin etmek için müslüman toplumda belli ölçülerde kadının sosyal hayata katılmasını ve erkeklerle karşılaşmasının zaruri oldu­ğunu söylemek mümkündür. Üçüncü bölümün birinci kısmında kadının sosyal hayata katılmasının ve erkeklerle karşılaşmasının (şer'i) sebeplerin­den bahsederken daha önce bu meseleden bahsedilmişti. Aynı şekilde müslüman toplumda, bir kısmına işaret ettiğimiz seri sebeplerin bulunması halinde kadının erkeklerden uzaklaşması bir ölçüde zaruridir. Sonra karşı­laşmanın ciddi ve faziletli bir hayata münasip olan hududlar dahilinde olma­sı için şer'i adab kurallarının tatbik edilmesi kadının erkeklerle karşılaşması hususunda (her iki tarafı) mutlaka itidale sevkedecektir. Çünkü iki cins arasındaki karşılaşma hassaten kadının omuzlarına; geniş ve uzun bir dış el­bise (çarşaf) giyinmesinden başlayarak söz ve hareketlerindeki vakar ve cid­diyete, sürekli olarak gözlerini harama bakmaktan sakındırmaya ve birbiri arkasına hücum eden fitne ve şeytanın vesveselerine karşı devamlı uyanık bulunmaya varıncaya kadar müteaddid sorumluluklar yüklemektedir, ama karşılaşma ve erkeklerden uzaklaşmanın ölçülerinin tesbit edilmesine ve sınırlandırılmasına gelince, bu müslüman ferde ve müslüman cemiyete tev­di edilmiş bir durumdur. Bu ferdden ferde toplumdan topluma, devirden devire değişir. Bu hususta bir yandan hayatın kolaylaştırılmasına sevkede-cek şeylere diğer yandan meşru maslahatların teminini sağlayacak ölçülere itibar edilir.

d) Karşılaşma ve uzaklaşmanın ölçüleri islamın adab kuralları olursa, karşılaşma da uzaklaşma da kusursuz ve sağlam olacaktır. Çünkü iki cins arasındaki karşılaşmanın bir takım adab kuralları varsa -ki biz üçüncü bölümün ikinci kısmını buna tahsis ettik- muhakkak ki, kadının erkeklerden uzaklaşarak köşeye çekilmesinin de aynı şekilde bir takım adab kuralları vardır. Bu adab kurallarından bir kısmı şunlardır:

Gözü harama bakmaktan sakındırmak, sabah-akşam yoldan gelip ge­çen erkeklere gözlerini dikip bakmak için pencerelerin arkasında durma­mak, gazete, kitap ve dergilerin arkasında yer alan resimlere göz atmamak.

Gayri ahlâkî, laubali haber, nükte ve hikâyeleri dinlemekten sakınmak.

Perde arkasından (konuşurken) yumuşak ve tatlı bir eda ile konuşmak­tan kaçınmak.

Cinsel uyanıklık hülyalarından uzak durmak.

Her türlü cinsi serkeşlikten iffet ve namusunu muhafaza etmek. Bu serkeşlik ister kendi zatıyla oyalanmak, isterse aynı cinsten başka bir şahısla oyalanarak tatmin olmak şeklinde olsun farketmez.

e) Kadını hem erkeklerle karşılaşmaya zorlamaktan hem de uzaklaşma­ya zorlamaktan aynı derecede sakınmamız gerekir. Çünkü kadının erkekler­le karşılaşmaya zorlanmasında alçakça bir şehevi doyuma zorlama, uzaklaştırılmasında ise dolaylı olarak-daimi ve caiz olmayan- bir şehvete tahrik etme söz konusdur. Bu durum da taraflardan her birisi nazarında tasvip edilmeyen bir gerilim ve hassasiyet duyguları problemli bir nefis meydana çıkar. Halbuki herşeyi yerli yerince güzel ve sağlam bir şekilde yapan Allah insanlar için mutedil bir nefis olarak, müslüman erkekle müslü­man kadının namusuna leke getirecek herşeyden sakınıp korunabileceği müsaadekar bir şeriat vazetmiştir.

f) Konuşup da hayra nail olan veya susup da her türlü beladan salim kalan bir kula Allah rahmet eylesin" buyuran Rasulullah doğru söylemiş­tir.[866]

Bu hadise kıyas ederek biz de" (herhangi bir maruf için maruf veçhile) kadınlarla karşılaşıp ha hayra nail olan vaya çirkin bir karşılaşmadan uzaklaşıp da her türlü fitneden salim olan bir erkeğe Allah rahmet eylesin. Aynı şekilde (herhangi bir maruf iyilik) hususunda ve ve maruf veçhile erkeklerle teşrik-i mesaide bulunup da hayra nail olan yahud kötü bir sahadan uzaklaşıp da her türlü fitneden salim olan bir kadına Allah rahmet eylesin" diyoruz.

Üçüncü görüş:

Kadının sosyal hayata katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasına karşı çıkan (muarızlar)lar şöyle soruyorlar: Gerçekten bu hususta erkeklerle kadınlar arasında ciddi ve hayrı hedefleyen herhangi bir karşılaşma mevcud mudur?

Bu soruya birkaç yönden şöyle cevap veririz:

a) Kadının sasyal hayata katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasına karşı çıkan muarızlar böyle bir suali ortaya atmakta mazur sayılırlar. Çünkü onlar herbirinin şeddetli basıncı olan iki şeye mağlup olmuşlardır: Bunların birin­cisi: Muttaki müslüman kadın birisinde ebeveyninin evinden çıkıp kocası­nın evine, diğerinde kocasının evinden çıkıp kabre gitmek üzere iki defadan başka evini terketmemekle medholunsun diye erkeklerle kadınlar arasında nakısasız bir uzlet İle kadınla evinin haricinde kalan hayat sahaları arasında nakısasız bir uzletten başka birşey tanımayan, atalardan miras kalan bir takım gelenek ve göreneklerdir. Nitekim bu tevarüs edegelen gelenek ve görenekler kadına yüzünü, sesini ve ismini dahi içine alan kalın bir perde uydurmuştur. Bunların tamamı bidat ve Nebevi sünnetten sapmadır. İkincisi ise: Batı toplumlarını ve bizim toplumumuzdaki onların taklidcisi olan bir kısım maymun kılıklı insanları geride bırakan laubali, batıl, hayatın her alanını içine alan kapsamlı ve umumi bir karışmadan ibarettir. Bu bir fesad, bir sapıklık ve Allah'ın şeriatına karşı çıkmaktır.

Bir yandan atalardan miras kalan gelenek ve göreneklerin diğer yandan utanç verici avrupai çöküntünün basıncının ağırlığı altında kalan bu kıskanç insanlar, birbirini nakzeden iki zıd düşünce arasında şaşkın bir vaziyette durmaktadırlar. Bana öyle geliyor ki, bu düşünce ya noksansız bir uzlet şeklinde atalardan miras kalan gelenek ve göreneklere sımsıkı yapışıp sarılmak ya da sınırsız bir karışma şeklinde batılı milletlerin arkasından gidilmesi biçiminde bir nevi sabit fikirden ibarettir. Ataların şiddet göstermesi (tutuculuk) ve yeni nesillerin çözülmesi tepkisellik siyaseti diye isimlendireceğimiz şeyler kategorisine dahil edilirler. Şüphesiz bu siyaset insanların adetine göre insanın doğru yoldan çıkarak ölçüyü kaçırmasına ifrat veya tefrite düşmesine sebep olur.

Bu ahmak siyasetin eserlerinden birisi de şudur: Atalar kadının fazileti hayasında, iffet ve şerefinde saklıdır. Bu faziletini muhafaza edebilmesi için kadının evinde oturup beklemesi gerekir dediğinde: Buna tepki olarak sonradan yetişen nesiller, kadının fazileti hür şahsiyyetini elde etmesinde saklıdır. Bu faziletin gelişip artması için hiçbir kayda bağlanmaksızın haya­ta ve insanlara karışması gerekir derler. Atalar kadının sorumluluğu evinin duvarları arasına münhasır olup az olsun çok olsun hiçbir şekilde evinin dışı­na çıkamaz dedikleri zaman yeni yetişen nesiller: Kadının mesuliyyeti de tam tamına eşit olarak erkeğin mesuliyyetine müsavidir. Kadına düşen hayat sahalarının tümünde erkeğin rolünü üstlenmektir derler.

İşte bir toplum ifrattan çıkıp tefrite bu şekilde yuvarlanır ve dosdoğru dinimizin işaret etmiş olduğu itidal çizgisinden böylece çıkar.

b) Şüphesiz dinimizde bizi ataların taassubundan ve yeni nesillerin çözülmesinden müstağni kılacak ve ahmak tepkisellik siyasetinden uzaklaş­tıracak yeteri kadar salih örnek mevcuttur. Bu örnek Allah'ın insanı bir erkekle bir dişiden yarattığı günden beri ve Allah'ın inşam helal olan şeyden faydalanmaya ve haram olan şeyden uzaklaşmaya irşad eylediği zamandan bu yana mevcuddur. Evet bu Örnek Musa (a.s.)'nın iki kadınla karşılaşıp da koyunlarım sulamak için kendileriyle yardımlaşması hususunda sabah akşam okuyup durduğumuz Allah'ın kitabında mevcuttur:

Allah Teala (bu hususa işaretle şöyle) buyurmaktadır:

"Musa, Medyen suyuna varınca o (kuyu)nun başında birçok insanların hayvanlarını suladıklarını gördü. Onların gerisinde de (diğerleri­nin hayvanlarına karışmasın diye hayvanlarını) sudan meneden iki kız buldu. (Kız oldukları için erkeklerin içine sokulmuyorlar, herkesin çekilmesini bekliyorlar, su içmek için sabırsızlanan hayvanlarının suya gitmelerine engel oluyorlardı.) Musa onlara: İşiniz nedir? (Niçin hayvanları suya bırakmıyorsunuz?) dedi. Dediler ki: Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (onların arasına sokulup hayvanlarımızı) sulamayız. Babamız da yaşlı bir ihtiyardır (o gelemez). Hemen (Musa) onlarınkini de suladı, sonra gölgeye çekildi: 'Rabbim, dedi, doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım.1 (Azıcık indir de şu karnımı doyur) derken o iki kızdan biri utana utana yürüyerek ona geldi. 'Babam seni çağırıyor, bizim için (hayvanları) sulamanın ücretini verecek' dedi. Musa, o (kızların babaların)na gelip (başından geçen) hikâyeyi anlatınca o, 'korkma, o zalim kavimden kurtuldun' dedi." (Kasas, 23-25).

Bu örnek yine Süleyman (a.s.)'ın Sebe Melikesiyle karşılaşıp da onu bir tek Allah'a imana davet edişinde mevcuttur. Allah Teala bu hususta şöyle buyuruyor:

"Süleyman tarafından ona: 'Köşke gir!' dendi. Belkıs köşkü görünce zemini su sandı ve bacaklarını sıvadı. "Süleyman: O sırçadan yapılmış cilalı şeffaf bir zemindir dedi. Melike: Rabbim ben nefsime zulmetmişim. Artık Süleyman'la beraber Alemlerin Rabbi Allah'a teslim oldum, dedi" (Nemi, 44).

Gene bu hayırlı örnek Rasulullah zamanında tamamlanmış olan katılma ve karşılaşma vakalarının hepsinde mevcuttur. Bu vakalardan Buharı ve Müslim'in sahihlerinde derdedilenlerin adedi aşağı yukarı üçyüze ulaşmaktadır.

Hakikaten kadının sosyal hayata katılmasına karşı çıkan muarızlar, atalarından miras kalan geleneklere tahammül edemeyerek onları arkalarına atan ve batının gelenekleri kendilerine hakim olup da bu geleneklerin esirleri olan kimselerin tutumları sebebiyle mazur sayılırlar. Yani bu batı hayranı insanlar bir geleneği taklid etmekten yakalarını kurtarıp diğer bir geleneğe esir oldular. Fakat Hz. Muhammed'in sünnetinden ibaret olan asıl ilk sirete dönmediler.

c) Daha önce Üstad Malik bin Nebinin -Allah ona rahmet eylesinzikrettiği bir hastalığa dikkat çekmek istiyoruz. Bu hastalık da "kolaylık ve imkansızlık zinhiyeti"dir. Bu hastalığın belirtileri meseleleri aşın kolay ile tamamen imkansız arasında iki kısma ayırmaya meyletmektir. Sanki imkan dahilinde bulunan zora imkân yokmuş gibi... Bu hastalığa yakalananlar ön­lerindeki yegane tercihin (sahih insanlara kolay olan) ataların taklid edilme­si ile (Ataları taklidden kurtulan batı hayranlarına kolay gelen) batının taklid edilmesine münhasır olduğu görüşünü benimserler. Sen onlara Rasulullah ile ashabının üzerinde bulunduğu siretten bahsettiğin zaman bunu imkânsız birşey ve sanki Allah'ın hidayetinin ve Rasulü'nün sünnetinin çağdaş hayatı­mıza uygulanmasına imkan yokmuş gibi bir düşünceye sahip olurlar. Biz her nekadar zor olsa da, Allah'ın hidayetinin uygulanmasının önce Allah'ın yardımı ikinci olarak arzu edenlerin ve salih insanların çabalan ve üçüncü o-larak da müslümanların azim ve gayretleri ile mutlaka mümkün olduğu fikrini kabul eylememiz için Allah'ın bizi bu hastalıktan uzaklaştırmasını di­liyoruz. Şüphesiz onların benimsedikleri şekilde cemiyyetlerimizi koruyup, ufalmış otlar gibi cehenneme sürükleyip götürecek olan gafil ve faydası olmayan karışmaya sadece karşı çıkılması yeterli olmayıp hayırlı örneğin (altarnatifin) bulunması da şarttır. Bunun şart olmasının nedeni bizatihi ha yatın kendisinin ve çağdaş hayatın ihtiyaçlarının belli ölçülerde kadının topluma katılmasını ve erkeklerle karşılaşmasını zorunlu kılmasıdır. Bu kıskanç insanlar meydanlara inerek fazilete ulaşmak isteyen her müslüma-nın tabi olması mümkün olabilecek ciddi ve gayesi olan bir karşılaşmadan ibaret olan salih bir örnek, yani yeterli bir alternatif sunmadıkları sürece zafer helak edici ve sapık akımlann olacaktır.

d) Bu kıskanç insanlara Nasiruddin el-Elbani'nin (Müslüman Kadının Örtüsü) adlı eserinin mukaddimesinde kadının yüzünü açmasının mubah kılınması mevzuunda tashih ve tenkid olarak yazdığı bir açıklamasını hatırlatıyoruz:

"Bana göre işin doğrusu şudur: Her ne kadar kelebeğin ateşe düşüşü gibi, bir asırda kadınlann üzerine düştüğü utanç verici ve yüz karası olan, kadının şu açılıp saçılarak kırıtmasından ve süslenip süsünü kocasından baş­kasına göstermesinden dolayı hüzün ve kederden kalbim nerdeyse çatlaya cak ise de, doğrusu ben ebediyyen bunun tedavisinin, yüzlerin açılması bakı­mından Allah'ın onlara mubah kıldığı miktarın haram kılınması ve Allah Rasulü (s.a.v.) tarafından herhangi bir emir olmaksızın onlara yüzlerini ta­mamen kapatmalarını farz görmemizle mümkün olacağı fikrini kabul etmiyorum.

Bilakis teşriin ve bu husustaki tedriciliğin hikmeti; ve içlerinden biri de Rasulullah (s.a.v.)'in "kolaylaştırınız zorlaştırmayınız" hadisi olan seri delillerden bazılan ve sahih terbiye usullerinin tamamı, ümmetin fakihleri-ne, mürebbilerine ve mürşidlerine kadınlara karşı ince ve nazik davranılma-sını, onlara şiddetle değil şefkatle muamele edilmesini ve Allah'ın kolaylık gösterdiği hususlarda onlara karşı müsamahakar davranılmasını farz kıl­maktadır.[867]

Şüphesiz inşalara karşı ince ve nazik davranılması ve onlara nfk ile muamele edilmesi ve Allah'ın kolaylık gösterdiği hususlarda onlara karşı müsamaha gösterilmesi, öteki insanların aynı şeyi yapmalan için ameli olarak tatbik etmemiz icabeden faydalı bir örnektir. Bu örnek içerisinde lüzumsuz ve faydasız bir kanşunın (yani kadının erkeklerle bir arada oturup kalkmasının) yaygınlaştığı toplumlanmıza ve hassaten gönüllerinde halen hayırdan kırıntılar bulunan kolay ve faziletli bir hayat temenni eden kimsele­re faydalı olacaktır.

Taklit cerayanı içerisinde yürüyüp giden insanlann hepsinin herşeyi mubah sayan batılılara mahsus ibahilik felsefesini taşımadığı, aksine güzel bir dini duygu taşıyan insanlardan bir çoğunun bir bakıma istemeye isteme­ye mağlup olduğunu ve bunlann kendilerini kurtarmak için onlara yardım elini uzatacak kimselere muhtaç olduklarını sanıyoruz.[868]

Sonra bu hayırlı örnek sadece atalardan miras kalan geleneklere sımsıkı yapışıp tutunma ve her türlü yeniliğe karşı çıkıp reddetme şeklindeki yenili­ği reddetme akımına karşı direnen muhafazakar toplumlarda faydalı olacak­tır. Fakat gerçekten bu üslubun helak edici batılılaşma akımının karşısında durmaktan aciz kaldığı, birçok beldelerde tecrübe ile sabit olmuş ve bu mu­kavemetin üstesinden gelinmesi için Peygamber'in sünnetine dayalı yeni bir tavrın zaruri olduğu ortaya çıkmıştır. Bu tavır, muhafazakar toplumlarda hakim olduğu zaman, gözlerini batıya dikip bekleyen ve batının meftunu olan zavallı insanların yollannı kesmek suretiyle bir garantör olacaktır.

e) Biz bu kıskanç insanlara diyoruz ki: bakışlarımızı kadına çevirip ona: "Kadınlar ancak erkeklerin tamamlayıcı parçalarıdırlar"93 buyuran Pey­gamber'in bakışlanyla bakmadıkça kadının sosyal hayata katılmasının ifade ettiği manayı ve bunun faydalarını idrak etmeye imkân yoktur. Çünkü kadın, asil bir insan olup erkeğin kadınla münasebeti mutlak olarak cinsi bir oyun­cakla münasebet değildir Aksine bu münasebet, içerisinde bir takım tasav­vurlar, tefekkürler, duygular, hisler, içtimaî, iktisadî ve siyasî faaliyetler gibi asil ve faziletli bir hayatın unsurlarının tamamı mevcud olan müşterek bir hayatı birlikte yaşayan bir insanın diğer bir insanla münasebetinden ibarettir. Bu müşterek hayat, öteki cinse doğru fıtri bir meyille donatılmış olduğu için Sari, bu meyle sapmaktan muhafaza etmesi ve hayatın canlı ve pak olarak yoluna devam etmesi için gerekli olan edeb kaidelerini vaz etmiştir.

f) Meselenin özeti şudur: Atalardan miras kalan gelenek ve görenekler kadına, onu sosyal hayata katılmaktan alıkoyarak zulmetmiştir. Ve ne yazık ki bu da din adına yapılmıştır. Halbuki bu hakikatte dine karşı iftira ve çeşitli maslahatları zayi etmektir.

Kadının sosyal hayata katılmasının seri imkânlarının ve bu katılımın meşru yollarının araştırılmasından aciz kalınması, zaman zaman insanların gayri meşru veya zaman zaman da islam adabına göre tahkim edilmemiş olan kanallara yönelmelerine sebep olmuştur. Bu ise bir taraftan ihtiyaçların baskısı altında bir taraftan da fikri savaşın tesiriyle olmuştur. Bundan dolayı doğruya irşad edilmesinden ve rayına oturtulmasından sonra, bu katılım üzerindeki meşruiyyeti artırabilmemiz için, arzu edilen hükmün Allah tara­fından kalblere ilham edilmesini ve bu hükmün belli ölçülerde kadınm top­luma katılmasına mesned ittihaz edilmesini dilemek gerekiyor.

Dördüncü görüş:

Kadının sosyal hayata katılmasına karşı çıkan muarızlar şöyle derler: Şüphe yok ki erkeğin tabiatıyla kadının tabiatı karşı karşıya geldiği zaman, bu iki tabiatın karşılaşmasından birbirlerine meyletme, ünsiyet peydahlama, söz ve kelamdan zevk alma gibi her erkek ve her kadın arasında meydana gelecek şeyler meydana gelecektir.

Bir bütünün parçası diğer parçayı cezbeder. Halbuki fitne kapısının kapatılması daha ihtiyatlı ve daha sağlamdır...

Buna birkaç yönden şöyle cevap veririz:

a) Kadının sosyal hayata katılmasına ve erkeklerle karşılaşmasına karşı çıkan muarızlarımızın ileri sürdüğü bu öncül doğru bir öncüldür. Şöyle ki "Erkeğin tabiatı kadının tabiatıyla karşı karşıya geldiği zaman bu iki tabiatın karşılaşmasından birbirlerine meyletme, ünsiyet peydahlama, söz ve kelamdan zevk alma gibi her erkek ve kadın arasında meydana gelecek şeyler meydana gelecektir" Bu ise "meyletmenin, ünsiyet peydahlamanın, söz ve kelamdan zevk almanın her erkek ve her kadının yaratılışında mevcud olan fıtrî bir durum olduğunu teyid etmektedir. Hal böyle olduğuna göre neden Allah, umumi ve hususi olan bütün hayat sahalarında kadının sosyal hayata katılmasını meşru kıldı ve (buna dair) sünnet sabit oldu? (Bu mevzu­un izahı için bu kitabın üçüncü bölümünün beşinci kısmına müraccat ediniz.)

b) Şüphesiz bir dereceye kadar meyletme, ünsiyet peydahlama, söz ve kelamdan haz duyma, adeten erkekle kadının karşılaşmasının bir neticesi olarak tabii bir şekilde; yani herhangi bir kasıt olmaksızın meydana gelecek­tir. Çünkü bu, Allah'ın insanoğullarını kendisiyle imtihan eylediği fıtri bir duygudur. Zaten kadınla erkekten herbirisi meyletme ve ünsiyet peydahla­ma duyguları içerisinde konuşmazlar da kendisi için bir araya geldikleri cid­di mesele onları bundan alıkorsa, o zaman, mümin erkeğe ve mü'min kadına hiçbir beis olmayacaktır. Fakat onlara düşen duygularını zabt altına almaları ve gayretlerini topluma katılma ve erkeklerle karşılaşmanın hedefini tehki-ke yönetmeleridir.

c)  Şüphe yok ki, ilk karşılaşma esnasında tabii bir şekilde meydana gelecek olan meyletme ve ünsiyet ile buna tabi olan duyguların zabtedilme-si, karşılaşmanın gayesini temine önem verilmesi ve bununla meşgul olun­masının benzeri, ilk görme ve bundan doğacak olan istihsan durumudur... Ansızın görme hakkında sual soran sahabiye: "Gözünü -başka tarafa- çe-vir"[869]diyen ve "ilk bakış lehinedir. Fakat sonraki lehine değildir." buyururken Rasulullah (s.a.v.) doğru söylemiştir.[870]

Şu halde Allah Teala Ademoğu 11 arıyla Adem'in kızlarına ilk bakışı meşru kabul edip bununla onları imtihan eylediği gibi, kadının yüzünün ör­tülmesini farz kılmak suretiyle önlerindeki bütün kapıları kapatmamıştır. Aynı şekilde Allah Teala onlara, karşılaşma esnasında geçici ünsiyet (peydahlama) duygularını meşru kılarak kendilerini imtihan eylemiş ama kadının topluma katılmasını ve erkeklerle karşılaşmasını yasaklamaksure-tiyle onların önlerindeki bütün kapıları kapatmamıştır. Unutmayalım ki, herşeyi yerli yerince ve sağlam bir şekilde vazeden İslam şeriatı, bu imtihanın arka planında meşru olan menfaatlerini temin etmeleri; en mü­kemmel ve en temiz surette yeryüzünü imar etmeleri için mü'min erkeklerle mümin kadınlara hayatı kolaylaştırmayı murat etmiştir.

d) Fitne kapısının kapatılması ve fesada götürecek yolun tıkanmasının daha ihtiyatlı ve daha sağlam olduğu şeklindeki görüşün izahına gelince: Bunun için sayın okuyucudan bu bölümün üçüncü kısmına müracaat etmesini rica ediyoruz. Bu bölüm seddüz-zeria (fitneye vasıta olan yolu kapatma) kaidesinin uygulanmasındaki aşırılıkla alakaladır. Biz sadece burada İbnü'l-Arabi'nin "Ahkamü'l-Kur'an" adlı eserinde serdetmiş olduğu şu sözünü aktarıyoruz:"... Hakkında endişe edilen ve Allah Teala'mn, emanetini mükellefe havale eylediği herbir hususta: "Şüphesiz bu iş sebe­biyle harama tevessül edilir, dolayısıyla bundan (insanlar) menedilirler" denemez.[871]

e) Muarızlara fıtri olan meyletme ve ünsiyet duyguları hususundaki davranışlarına muhalif olan bir tutumlarım hatırlatmak isteriz. Şöyle ki; bunlara zamane bozuldu ahlak zayıfladı, insanlar; boşanma hususunda ve teaddüd-i zevcat (birden fazla kadınla evlenme) konusunda aşın gitmekte­dirler. Bazı insanlar: boşamanın ve birden fazla kadınla evlenmenin mene-dilmesi yahud bu davranışları kısıtlayacak birtakım kayıt ve şartlar vazedil­mesi gerekiyor, demektedir denilince evet onlara böyle denilince; Allah'ın mubah kıldığı şeyleri nasıl menedebiliriz? İnsanlara Allah'ın vus'at (genişlik) ihsan eylediği şeyleri biz nasıl kısıtlayalım? derler. Aynı şekilde muarızlar, "Bu kusurlar ve eksiklikler ne haram kılmakla ne de (bazı sahala­rı) daraltmakla tedavi olunurlar. Onlar ancak terbiye ve (hayra) yönlendirme ile telafi edilirler, demektedirler.

O halde muarızlar, neden bu hususta Allah'ın helal kıldığı şeylerin haram kılınmasına karşı çıkıyorlar ve onun geniş bıraktığı sahayı daraltmak­tan sakındırıyor ve en güzel tedavinin terbiye ve hayra yönlendirme ile mümkün olacağım kabul ediyorlar da aynı şeyi ahlak zayıfladığı, insanlar kadınların sosyal hayata katılması ve erkeklerle karşılaşmasının adabını tat­bik etmede kusur ettikleri zaman yapmıyorlar? Yani kadının sosyal hayata çatılması, erkeklerle karşılaşması ve yüzünü açması gibi Allah'ın helal kıldı­ğı şeyleri toplumun bozulduğu iddiasıyla neden haram kılıyorlar? Ve bu kusur ve eksiklikleri neden terbiye ve hayra yönlendirmek suretiyle tedavi etme cihetine gitmiyorlar?

Şüphesiz boşanmayı da birden fazla kadınla evlemeyi de Allah mubah kılmış, kadının yüzünü açmasını ve sosyal hayata katılmasını da Allah mubah kılmıştır. Boşanma ve birden fazla kadınla evlenmenin menedilmesi yahud onların kayıt altına alınmaları insanlara (bazı sahaları) daraltacak ve onlara meşakkat verecekse, aynı şekilde kadının yüzünü açması, sosyal hayata katılması ve erkeklerle karşılaşmasının menedilmesi de insanlara (bu sahaları) daraltacak ve onlara meşakkat verecektir.

Biz, Allah'ın meşru kıldığı noktada durmanın bizzat en doğrusu oldu­ğunu ve Seddü'z-Zeria kaidesi hususunda itidalle hareket edilmek şartıyla -eksikliklerin terbiye ve hayra yönlendirmek suretiyle tedavi edilmesinin bizatihi en sağlam yol olduğu kanaatindeyiz.

Beşinci görüş:

Kadının sosyal hayata katılmasına karsı çıkan muarızlar şöyle diyor:

Şüphesiz büyük alimlerimiz kadının erkeklerle karşılaşmasını mubah kılan nasları bilmiyor değillerdi. Fakat, onlar, zamanın bir nebze bozulmasını, (kendilerini) Rasulullah ile onun tertemiz ve ihsan sahibi olan ashabının zamanında hakkında genişlik bulunan sahanın daraltılmasına sevkeden bir illet olarak kabul ediyorlardı. Muanzar devamla şöyle diyorlar: Kanaatimizce bu konunun gündeme gelmesinin temelinde yatan neden, batı toplumlarında görülen bir takım, aşırılıklardan esinlenmedir: Kadının dışarı çıkması, hayatın tüm alanlarında boy göstermesi gibi.

Buna birkaç yönden şöyle cevap veririz:

a) Büyük alimlerimize güvenme ve onları takdir etme hususunda biz de onlarla beraberiz. Alimlerimiz, bize ve ilimlerine talib olan bütün nesillere karşı fazilet sahibidirler. Faziletlerinden dolayıdır ki, -ister kendileriyle aynı asırda yaşamış olsun, isterse kendilerinden sonra gelmiş olsun- onlar hiçbir kimsenin kendilerinin görüşlerine muhalefet etmesine mani olmamışlardır. Zira itibar, daima Allah'ın kitabından ve Rasulullah'm sünnetinden alınan deliledir. İnsanların görüşlerine gerince; onlar (a göre insanların tavrı) İmam Malik b. Enes (r.a.)'ın Aleyhisselam hakkında dediği gibidir. Masum olan şu kabrin sahibinden başka her insanın sözünden bir kısmı alınabilir ve reddedilebilir de..."

b) RasuluIIah (s.a.v) zamanında hakkında vüs'at (genişlik) bulunan bir sahanın daraltılması hususundaki görüşlerine gelince; bunun cevabı, bu bölümün üçüncü kısmında gelecektir.

c) Avrupa medeniyetinden esinlenilmesi hususundaki görüşlerine ge­lince; kendilerine batı medeniyyeti mi galebe çaldı yoksa anladıkları Rasu-lullah (s.a.v.)în sünnetimi hakim oldu da benliklerini ta derinlerden harekete geçirdi? (Bu hususta) kullarının gönüllerinde ne olduğunu bir tek Allah teala bilir. Batı medeniyetinin hatırlatılmasına karşılık olarak da İmam İbnü Teymiyye'nin nefis bir açıklamasını naklediyoruz:

"... Bu söz, sadece ümmetin selefinin üzerinde bulunmadığı hususlarda bizim onlara -yani ehli kitaba- benzemekten nehy olunduğum uz hususunda-dır. Ümmetin Selefinin üzerinde bulunduğu hususlara gelince; onlar (ehli kitap) bunları ister yapsınlar ister terketsinler, bu hususların mubah oldu­ğunda hiçbir şüphe yoktur. Çünkü biz Allah'ın emretmiş olduğu bir şeyi kâfirlerin de yapıyor olmaları sebebiyle terkedemeyiz. Bizi brçg'ün bu mev­zuun işlenmesine sevkeden amil, yalnızca kadının Allah'ın muhkem olan dininde sonradan neshedilen yahud tebdil edilen dinlerden ayırdedilmesi için mutlaka bir nevi ayrılık olduğu hususudur."[872]

İmam ne doğru söylemiştir. Çünkü İslam'da, kendisiyle Allah'ın dini­nin (diğer dinlerden) ayırd edileceği bir çeşit muğayeret vardır. Dolayısıyla İslam şeriatı müslüman kadının sosyal hayata katılmasını batılı kadının katılmasından ayıracak bir dizi yüksek edeb kaideleri resmetmiştir.

Altıncı görüş:

Kadının sosyal hayata katılmasına karsı çıkan muarızlar şöyle derler:

Muhakkak ki, Kur'an ve sünette, ulemanın, kadının erkeklerle karşılaş­masının caiz olduğunu ifade ettiklerini kabul ettiği birçok nas mevcuddur. Fakat alimler, bu nassların mutlaka (yahud muhtemelen) hicab farz kılın­mazdan önce varid olduğunu söylemek suretiyle ihtilafı telafi ederler. Nasslardan birçoğunun delaletini iptal etmek için bu delilin sürekli olarak ileri sürülmesini dikkate alarak bu bölümün ikinci kısmını müstakil olarak "hicabın Nebi (s.a.v.)in hanımlarına mahsus oluşu" bahsine ayırmayı uygun gördük.

Yedinci görüş:

Yine muhalifler şöyle diyorlar:

Şüphesiz dinimizde ulemanın, kadının erkeklerle karşılaşr meşruiyyetini ifade ettiğini kabul ettikleri birçok nass mevcuddui alimler, zamanın bozulması sebebiyle Seddüz-Zeria kabilinden t karşılaşmaların menedilmesini uygun görmüşlerdir. Aynı seki delilinde sürekli olarak önümüze konulmasına ve birçok nassı edilmesine bakarak seddüz-zeria kaidesi ile bu kaidenin uygulanma aşırılığın hangi boyuta ulaştığı meselesi için müstakil olarak hu* bölüm ayırmayı uygun gördük.

(Bu bölümün üçüncü kısmına bakınız). [873]

 

İkinci bölüm

 

Kadının sosyal hayata katılmasına karşı çıkan maurızlarla "onlardan -Peygamber'in hanımlarından- birşey istediğiniz zaman perde arkasından isteyiniz" âyetinde zikredilen hicab (perdelenme) etrafında bir tartışma ve bu hicab (emrin)in Peygamber'in hanımlarına mahsus olduğunun isbatı.

Hicabın Peygamber'in hanımlarına mahsus oluşu:

Kadının sosyal hayata katılmasına karşı çıkan muhaliflerle münakaşa­mız sırasında, bu hususta sünnette bir çok nassın mevcud olduğu; ve ulemanın, bu nassiarın kadının erkeklerle karşılaşmasının cevazına delalet etiğini kabul ettikleri ancak muhtemelen onların hicab farz kılınmazdan önce vaki olduğunu söylemek suretiyle bu mevzudaki ihtilafı ortadan kaldırdıklarının ileri sürüldüğünü yukarıda görmüştük. Bu şekilde birçok nassın amelin, iptal etmek için bu (mantıkî) delilin sürekli olarak ileri sürül­mesini dikkate alarak bu bölümü müstakil olarak hicabın, Peygamber'in hanımlarına mahsus oluşunun isbatına ayırıyoruz ki, böylece muhalifleri­mizin (bu mantıkî) delillerini iptal etmemiz mümkün olsun. [874]

 

Giriş:

 

İlk olarak: Hicabın açıklanması:

"Onlardan -yani Peygamber'in hanımlarından- bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin..."

âyet-i kerimesinde zikredilen hicab, örtünmüş bir kadının arkasında otura­cağı perde demektir. İhticab (gizlenmek) ise, yabancı erkeklerin Peygamber (s.a.v.)'in hanımlanyla konuşmalarının perde arkasından yapılması ve bu suretle onların şahıslarını görmemeleri anlamına gelir. Fakat zaruri ihtiyaç­lar için dışarı çıkmalarına müsaade edilir ve bu esnada bedenlerinin geri kalan kısımları şöyle dursun yüzlerini (bile tamamen) örtmeleri farz olur. Yani ihticabm (gizlenmenin) asli manası Peygamber (s.a.v.) hanımlarının hicab (aralarında perde) olmaksızın yabancı erkeklerle karşılaşmaktan me-nedilmeleri ve yabancı erkeklerin gözlerinden şahıslarını tamamen uzaklaş­tırmalarıdır. İhtiyaçları için çıktıkları sırada yüzleriyle beraber bedenlerinin tamamen örtülmesine gelince; şüphe yok ki bu, beyan etmiş olduğumuz gizlenme (ihticab)den bir bedeldir. Buna göre hicabın iki sureti vardır: Biri evin içerisindeki aslî suret olup yabancı erkeklerin (onlarla) perde arkasın­dan konuşmaları diğeri ise evin haricindeki fer'î suret (şekil) olup bu da be­denin sair kısımlarıyla beraber yüzün örtüîmesidir. Biz burada kadınların erkeklerle karşılaması mevzuuyla kuvvetli ilişkisi sebebiyle hicabın aslı suretinden bahsetmekle yetineceğiz. Feri şekline gelince bu inşaallah, kadının yüzünü açmasıın meşruiyyetinden bahsedilmesi esnasında gelecek­tir.

Şimdi biz hicabın asli manasının, Peygamber'in (s.a.v.) hanımlarının şahıslarının gizlenmesi olduğunu te'kid etmek için aşağıdaki delilleri serde-diyoruz.

Kur'an-ı Kerim'den bir delil: Şüphe yok ki,

"Onlardan -yani Peygamber'in hanımlarından- birşey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin; bu, hem sizin kalbileriniz, hem de onların kalbleri için daha temizdir..."

âyet-i kerimesi sual ve cevabın perde arkasından olması gerektiği hususun­da aşikardır. Hicabın özelliği ise şahısların gizlenmesidir. Sonra âyet-i kerime: "Bunun hem sizin kalbleriniz hem de onların kalbleri için daha temiz" olduğunu yani perde arkasından istenilmesinin sizin kalbleriniz için daha temiz olacağını -ki bu sizin onları görmemeniz sebebiyledir- ve bunun onların da sizi görmemesi sebebiyle onların kalbleri için daha temiz olacağı­nı ifade etmektedir. Bu ise şahıslarını gizlemeden mümkün değildir. Bedenlerin örtülmesine gelince, şüphe yok ki, erkeklerin kadınları görmek­ten menedilmeleri kadınları erkekleri görmekten menetmez. Bu mananın izahı hususunda Taberi bu âyetin tefsirinde şöyle diyor:

"Bu, kadınların durumundan dolayı erkeklerin gönüllerine, erkeklerin durumundan dolayı kadınların gönüllerine anz olacak olan gözün afetlerin­den dolayı hem sizin kalbleriniz, hem de onların kalbleri için daha temiz; ve hem sizin hem de onların üzerinde şeytanın hakimiyet kuramamasına daha uygundur."

Sünnet-i mutahharadan deliller: Enes b. Malik (r.a.) şöyle demiştir:

- Ben bu hicab âyetini insanların en iyi bileniyim. Zeyneb binti Cahş (taranıp süslenerek) Rasulullah'a hediye edildiği zaman, Zeyneb evde Rasu-lullah (s.a.v.)'in yanında bulunuyordu. Rasulullah bir yemek yaptı ve cema­atı yemeğe çağırdı. Cemaat yemekten sonra oturup konuşmaya koyuldular. (Müslim'in rivayetinde 'zevcesi ise yüzünü duvara dönmüştü' ziyadesi de vardır). Peygamber onların çıkıp gitmeleri için dışan çıktı; sonra yine Zey-neb'in evine döndü. Onlar ise hâlâ oturmuş konuşuyorlardı. Bunun üzerine

Tenbih: (Sahihi, Buhari'nin bahis ve bab başlıklarından sonra zikredilen cilt ve sahife kaynaklarının, (Mustafa Halebi-Kahire baskısı) Fethu'1-Bari Şerhu-Sahih-i Buhari adlı kitabın olduğunun gözönünde tutulması rica olunur. Sahih-i Müslim'in bahis ve bab başlıklarından sonra zikredilen cilt ve sahife (numara)lanna gelince, bunların kaynaklann(da) İmam Müslim'in Camiu's-Sahih adlı eserinin istanbul baskısı gözönün­de tutulmuştur. yüce Allah, hicab âyetini indirdi... Bunun akabinde hicab, yani perde gerildi; oturan topluluk da kalkıp gittiler.[875]

Şayet hicab bedenin örtülmesi anlamına gelmiş olsaydı, (gelin olan) Zeyneb (r.a.) muhakkak ki, yüzünü duvara dönmüş olarak otururdu. Eğer yüzü açık idiyse Rasulullah (s.a.v.) ona yüzünü örtmesini emreder, (böylece) ne perde çekilmesine ne de Enes'in girmekten menedilmesine hacet kalırdı.

- Aişe (r.a.)'dan rivayet göre şöyle demiştir:

- "Peygamber'in hanımlarından Şevde bintü Zem'a hicab ayeti indikten sonra bir ihtiyacı için evinden dışan çıkmıştı. Şevde iri yapılı bir kadındı. Bu sebeple kendisini tanıyanlara (örtülü olsa da) gizli olmazdı. Bu defa Ömer ibn Hattab onu dışarıda gördü de:

- Ya Şevde! İyi bil ki, vallahi sen bize karşı gizli olamıyorsun. Bak düşün! Sen nasıl evinin dışına çıkıyorsun?" dedi.[876]

Şayet hicab, bedenlerin Örtülmesi anlamına gelseydi kendisi Peygam­ber'in hareminin gizlenmesi hususunda meşveret sahibi olduğu (görüş ileri sürdüğü) halde bu mana Hz. Ömer'e (r.a.) gizli kalır mıydı?! Ömer (r.a.) sadece Şevde (r.a.)'ın dışan çıkmasına itiraz etmişti. Çünkü O, Peygamber eşlerinin şahıslarını gizlemesinin bütün hallerde devam etmesinin gerektiği­ni sanmıştı. Bunun üzerine ihtiyaç için çıkmalarının, şahıslarım gizlemenin vacip kılınmasından istisna kılındığına dair vahiy nazil oldu. Bir cedel olarak bu hususun Hz. Ömer (r.a.)'a gizli kaldığını farzetsek bile bu, Rasulullah'a da mı gizli kalmıştı? Yoksa O, (s.a.v.): Siz kadınlara kendi ihtiyaçlarınız için (örtünmüş olarak) evlerinizden dışarı çıkmanıza izin verilmiştir." buyuranca mesele kesinlik kazanmış oldu.

Enes b. Malik (r.a.)'den rivayete göre şeyle demiştir:

- "Peygamber (s.a.v.) Hayber'le Medine arasında üç gün ikamet etti. Bu Peygamberin hanımlarına ait mahremiyetler

müddet içinde Safiyye bintü Huyey'le evlendi... Yemek esnasında Müslü­manlar aralarında:

- "Safiyye, mü'minlerin analarından birisi midir, yoksa Rasulullah'm cariyelerinden midir? dediler. Bunun üzerine bir kısım müslümanlar da:

Eğer Rasulullah (s.a.v.) Safiyye'yi gizlerse, o müminlerin analarından birisidir. Eğer onu gizlemezse Safiyye, Rasulullah'm sağ elinin malik olduğu cariyelerden birisidir dediler...: Rasulullah hareket etmeğe karar verince, binitinin arkasına Safiyye için üzerine oturacağı bir taht hazırlattı ve Safiyye ile insanlar arasına da bir perde uzattı."[877]

Şüphesiz Safiyye (r.a.) evden çıktığı ve insanların huzuruna vardığı zaman kafi olarak bedenini örtmüş olarak çıkardı. O halde sahabe-i kiramın "Eğer Rasulullah Safiyye'yi perdelerse, O, mü'minlerin analarından birisidir" demelerine ne gerek vardı? Keza hicabın bedenin örtülmesinden daha fazla bir manaya geliyor olmasının dışında Rasulullah'm "Safiyye ile insanlar arasına perde uzatmasına" ne ihtiyaç vardı?

Aişe (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

- Sa'd İbnü Ebi Vakkas ile Abd İbn Zem'a, bir oğlan çocuğu hakkında davalaştılar. Sa'd:

- Ya Rasulullah! Bu çocuk kardeşim Utbe'nin oğludur. O, bu çocuğun kendi oğlu olduğunu bana akdetti. Çocuğun Utbe'ye benzeyeşine bak, dedi. Abd İbnü Zem'a da:

- Ya Rasulullah bu çocuk benim kardeşimdir. Babamın döşeği üzerin­de, babamın cariyesinden doğmuştur, dedi.

Rasulullah çocuğun simasındaki benzeyişe baktı ve çocuğun Utbe'ye açık bir şekilde benzeyişini gördü. Akabinde:

-Ya Abd! Bu çocuk senin (kardeşinin )dir. Çocuk döşeğin sahibine aittir. Zina edene de recm (veya mahrumiyet) vardır. Ya Şevde binti Zem'a sen de (Nedb ve ihtiyaç olarak) bundan sonra bu çocuktan (yani Abdurrahman'dan) perdelen" buyurdu.

Artık, Şevde, bu Abdurrahman'ı hiç görmedi.[878]

Şayet hicab şahısların gizlenmesi değil de bedenlerin örtülmesi anlamı­na gelseydi, Abdurrahman Sevde'ye bakmadığı halde Sevde'nin kendisi mutlaka onu görecek ve hadisin metni de "Artık Abdurrahman Sevde'ye hiç bakmadı" şeklinde olacaktı.

Sonra Sünnetin ana kaynaklarının ekserisinde yer alan hadisleri tek tek gözden geçirirken müminlerin annelerinden hadis alınması esnasında şahıs­larının gizlenmeyip de bedenlerinin örtülmesine işaret eden bir tek hadise rastlamadık. Aksine hadislerin hepsi de (Mü'minlerin annelerinin) şahıslarının gizlenmesini ihtiva etmektedir.

İkinci olarak: Hicab âyetinin nüzul tarihi

Şüphesiz, hicab âyeti, Tabakatü'l-Kübra müellifi İbn Sa'd'ın beyan etti­ği şekliyle en müraccah olan görüşe göre hicretin beşinci senesi Zilkade a-yında nazil olmuştur.[879] Biz, aşağıdaki nasslara dayanarak bu âyetin nüzulünün bu seneden sonra meydana gelen hadiselerden olmasının şart olduğu görüşünü kabul ediyoruz. Bunun böyle olması, (bu naslarm) hicabın beyan ettiğimiz şekilde asli manasıyla -herhangi bir yönden Peygamber (s.a.v.)'in hanımlarından başkasına farz kılınmadığına ve sahabî kadınların umumunun, hicabın Peygamber'in eşlerine mahsus bir şey olduğunu iyi bildikleri ve Peygamber'in hanımlarına mahsus olan bu hususta onlara iktida edilmesine imkân olmadığını anladıkları için velev iktida kabilinden bile olsa gizlenmediklerine delalet etmesine binaendir.

Hicabın Peygamber'in (s.a.v.) hanımlarına mahsus oluşunun delilleri:

Birinci delil:

Allah Teala buyuruyor ki:

"Ey iman edenler, Peygamber'in evlerine -yemeğe davet olunmaksı­zın, vaktine de bakmaksızın- girmeyin. Fakat davet olunduğunuz zaman gi­rin. Yemeği yiyince dağılın. Söz dinlemek veya sohbet etmek için de (izinsiz) girmeyin. Çünkü bu, Peygamber'e eza vermekte, O sizden utanmak­tadır. Allah ise hakkı açıklamaktan çekinmez. Bir de onun zevcelerinden birşey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu hem sizin kalbleriniz, hem de onların kalbleri için daha temizdir. Sizin Allah'ın Rasulüne eza vermeniz doğru olmaz. Kendisinden sonra da zevcelerini nikâhla almanız da ebedi caiz değildir. Bu, Allah katında çok büyük bir günahtır." (Azhab, 53).

Bu âyet, müslümanlann genelinin evlerinden ve eşlerinden değil, açık bir şekilde Peygamber'in evleri ve eşlerinden bahsetmektedir. Taberi, tefsirinde şu ifadeleri serdetmektedir:

"Onlara -yani Peygamber'in hanımlarına- ne babalan, ne oğullan, ne kardeşleri, ne kardeşlerinin oğullan, ne kız kardeşlerinin oğullan, ne kadınları ve ne de ellerinin altında bulunan cariyeleri hakkında bir günah yoktur. (Yani bunlara karşı gizlenmeleri gerekmez. Ey Peygamberin hanım lan! siz de) Allah'tan korkun, şüphesiz Allah, herşeyi görmektedir." (Ahzab, 55)

kavlinin te'vili hususundaki görüşler;

Şanı Yüce Allah (bu âyette): Rasulullah'ın eşleri üzerine babalan hakkında hiçbir günah ve hiçbir beis yoktur" buyuruyor.

Bundan sonra ehl-i te'vil (müfessirler) Peygamber'in hanımları üzerin­den bu şahıslar hususundaki günahın kaldırılmasının ne manaya geldiği ko­nusunda ihtilafa düştüler. Bir kısmı Peygamber'in eşlerinden bunların ya­nında dış elbiselerini atmaları hususundaki günah kaldırılmıştır. Bir kısmı ise; Peygamber'in eşleri üzerinden bu şahısların yanında perdelenmeyi ter-ketmeleri hususundaki günah kaldırılmıştır, dediler... Bu konudaki iki gö­rüşten hakka en layık olanı 'bunun manası: Peygamber'in eşleri üzerinden bu şahısların yanında perdelenerek gizlenmeyi terketmeleri hususundaki günahın kaldırılmasıdır', diyen müfessirlerin görüşüdür. Onun bu manaya gelmesinin delili ise söz konusu âyetin hicab âyetinin hemen akabinde inmiş olmasıdır."[880]

Bu suretle Allah Teala'nın, Peygamber'in eşlerinin meharimini (yani nikâh düşmeyen yakınlarını) perdelenerek gizlenme emrinin dışında tuttu­ğunu görüyoruz. Bunu Allah Teala'nın:

"Peygamber'in hanımlanna ne babalan, ne oğulları, ne kardeşleri... hakkında bir günah yoktur"

kavlinden anlıyoruz. Halbuki yüce mevla, mü'minlerin hanımlarının meha­rimini, sadece yanlarında zinetin gizlenmesi hususundaki hükümden istisna etmiştir. Mü'minlerin hanımlarının, söz konusu meharimlerinden zinetlerini gizlemelerinin bu konudaki umumi hükümden istisna kılınışı ise, Allah Azze ve Celle'nin:

"Zinetlerini kocalarından yahud babalanndan yahud kocalarının babalanndan... başkasına göstermesinler..."

kavlinde beyan olunmaktadır. (Nur, 31)..

Beğavi'nin Mealimu't-Tenzil adlı eserinde Allah Teala'nın, "Onlardan birşey istediğiniz zaman perde arkasından isteyiniz..." kavlinin tefsiri sadedinde şöyle denilmektedir. (Artık hicab âyetinden sonra hiçbir kimseye Peygamber'in hanımlarına gerek yüzleri peçeli iken gerekse peçesiz bakması caiz değildir..."

İkinci delil: Hicab farz kılınmazdan önceki gelişmeler Ömer, hanımlarını perdelemesi hususunda Rasulullah'a yol gösteriyor: Ömer İbn Hattab (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"... Ben: Ya Rasulullah! Yanınıza, iyi ve kötü kimseler giriyor, Mü'minlerin analan olan hanımlarınızın perdelenmelerini emretseniz! dedim. Bunun üzerine Allah hicab âyetini indirdi..."[881]

Bu hadis açık bir şekilde, Ömer'in Peygamber'e (s.a.v.): "Mü'minlerin hanımlarına perdelenmelerini emret" demeyip "hanımlarını perdele" dediğini ifade etmektedir. Bunun sebebi ise, Ömer'in kalbinde, Peygamber'in aile hayatına erkeklerin muttali olmalarından dolayı bir nefret meydana gelmiş olmasıdır. Bu da Peygamber'in ailelerinin yanlarına iyi ve kötü kimseler girdiği içindir. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) Allah'tan (onun adına tebliğ yapan) bir mübelliğdir ve evinin bütün insanlara açık olması gerekir. Amma müslümanlann evlerine gelince, onlara, adeten sadece yakın akrabaları, yakın dostları ve kendilerine itimat edilen insanlar girerler.

Ömer perdelenmeye karşı çok arzu duyduğunu göstermek için Sev-de'nin geceleyin dışarı çıktığı sırada kendisinin onu tanıdığını açıklıyor:

- Aişe (r.a.)'dan rivayete göre şöyle haber vermiştir:

-   "Peygamber'in Zevceleri geceleyin haceti defe çıktıklarında  (Medine'nin kenarında bulunan) Menası'a kadar giderlerdi. O Menasıaçık bir yerdir. Ömer, Peygamber'e kadınlarını perde arkasına koy (yani evden çıkmalarını men'et) der idi de, Rasulullah (s.a.v.) onun dediğini yapmıyordu. Nihayet Peygamber'in zevcesi Şevde bintü Zem'a gecelerden bir gece yatsı namazı vaktinde dışarıya çıktı. Şevde uzun boylu bir kadın idi. Ömer hicab emrinin indirilmesini çok arzu ettiği için, ona: Ya Şevde, bilmiş ol ki, biz seni muhakkak tanıdık, diye bağırdı. Bundan sonra Allah hicab ayetini indirdi.[882]

Yemek yendikten sonra halkın oturup sohbete koyulmalarından Rasulullah (s.a.v.)'ın incinmesi:

- Enes b. Malik (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

-"... Zeyneb binti Cahş (taranıp süslenerek) Rasulullah (s.a.v.)'e hediye edildiği zaman, Zeyneb evde Rasulullah'in yanında oldu. Rasulullah (s.a.v.) bir yemek yaptı ve cemaati yemeğe çağırdı. Cemaat yemekten sonra oturup konuşmaya koyuldular. Peygamber onların çıkıp gitmeleri için dışarı çıkmaya, sonra yine Zeyneb'in evine dönmeğe başladı. Onlar ise hala oturmuş konuşuyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah:

"... " Hicab âyetini indirdi. Bunun akabinde hicab, yani perde gerildi, oturan topluluk da kalkıp gittiler.[883]

Hafız İbnü Hacer der ki: (Hicab ayetinin nüzulü için diğer bir sebeb de Mücahid'in Aişe'den rivayetinde göze çarpar. Nesai, bunu şu lafızlarla tahriç eder (Aişe demiş ki): "(Ben, Nebi (s.a.v.) ile beraber bir kabın içinde hurma karıştırması yiyordum. O sırada (yanımıza) Ömer uğradı. Peygamber onu da çağırdı. Bunun üzerine Ömer (gelip bizimle beraber yemek) yedi. Derken Ömer'in parmağı benim parmağıma dokununca Ömer:

- "Off! dedi, (Peygamber) sizin hakkınızda (benim re'yime) itaat etsey­di, sizi hiç bir göz görmezdi. Bundan sonra hicab âyeti nazil oldu."[884]

İbnü Cerir et-Taberi, tefsirinde Mücahid tarikiyle Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder: (Nebi beraberinde ashabından bazı kimseler olduğu halde yemek yerken Aişe de onlarla beraber yiyordu. Bu esnada onlardan bir adamın eli Aişe'nin eline dokununca Peygamber (s.a.v.) bundan rahatsız oldu da bunun üzerine hicab âyeti nazil oldu.)[885]

İbnü Mürduye ise: İbnü Abbas kanalıyla Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder:

"Bir gün, bir adam Rasulullah (s.a.v.)'in yanına girip uzun müddet oturmuş. Bu sebeble Rasulullah (s.a.v.) adamın dışarı çıkması için üç defa dışarı çıkıp girmiş. Fakat adam bunu yapmamış. Nihayet içeri Ömer girmiş de Rasulullah (s.a.v.)'in yüzündeki hoşnutsuzluğu görünce, adama:

Öyle sanıyorum ki, sen Peygamber'e eziyet etmişsin, demiş. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):

"Vallahi, benimle beraber dışarı çıkması için üç kez kalkıp dışarı çık­tım. Fakat o benimle beraber çıkmadı, buyurmuş. Buna binaen Ömer:

- Ya Rasulullah! (misafirlerle ailenin arasına germek için) bir perde edinsen! Çünkü senin hanımların sair mümin kadınlar gibi değildirler. Bu hem onların kalbleri için de daha temizdir, demiş. Bunun üzerine hicab âyeti nazil olmuş... Nüzul sebeblerinin birden fazla olmasına hiçbir mani yok­tur.[886] Bu sebeblerin aralarının cemedilmesi yöntemine gelince şöyledir: Hicab âyetinin nüzul sebebleri birden fazla tekerrür etmiştir. Zeyneb kıssa­sına Kur'an-ı Kerim'de işaret olunduğu için onun kıssası nüzul sebeplerinin sonuncusudur.[887]

Ömer (r.a.)'ın teklifleri ve bu tekliflerin hicab (örtünme) hususunda yol göstermesi.

a) Ömer (ra)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

- Üç şey hakkındaki dileğim Allah'ın vahyine uygun geldi. Yahud, Rabbim bana muvaffat etti. Ben: Ya Rasulullah! Makam-ı İbrahim'den bir namaz yeri edinseniz! dedim. (Bu lafızla âyet indi.) Yine ben, Ya Rasulullah! Yanınıza iyi ve kötü kimseler giriyor. Mü'minlerin anaları olan kadınlarınızın perde gerisinde durmasını emretseniz! dedim. Bunun üzerine Allah, hicab âyetim (Ahzab, 59) indirdi.

Ömer dedi ki:

- Bana Peygamber'in bazı kadınlarına darılması haberi ulaştı. Bunun üzerine kadınların yanına gittim ve: Kadınlar! Ya hırçınlığa son verirsiniz, yahud iyi biliniz ki, Allah sizin yerinize Rasulune sizden daha hayırlı kadınlar verir dedim. Nihayet Peygamber'in kadınlarından birisinin yanına vardım. Kadın bana: Ya Ömer! Rasulullah kadınlarına öğüt vermez mi ki, sen onlara va'z vermeye kalkıyorsun? dedi. Bunun üzerine de Allah Teala, şu âyeti indirdi:

"Eğer o sîzi boşarsa yerinize -Allah'a itaatla teslim olan, Allah'ın birliğini tasdik eden... olmak üzere- Rabbmın ona sizden daha hayırlılarım vermesi umulur..." (Tahrim, 5).[888]

b) Ömer İbn Hattab (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

-  "... Müslümanlar (Bedir günü) esirleri aldıktan sonra Rasulullah (s.a.v.) Ebu Bekir'le Ömer'e:

- Bu esirler hakkında re'yiniz nedir? diye sordu Ebu Bekir:

- "Ya Nebiyyallah! Bunlar amca oğullan ve akrabalardır, ben onlardan fidye alman fikrindeyim! Bu suretle küfrar üzerine kuvvetimiz olur, umulur ki Allah, onları İslam'a hidayet buyurur! dedi. Müteakiben Rasulullah

(s.a.v.):

"Sen ne düşünüyorsun ey Hattaboğlu? diye sordu. (Ömer diyor ki): - Ben, hayır, vallahi Ya Rasulullah! Ben Ebu Bekir'in düşündüğü gibi düşünmüyorum! Lakin ben, müsaade buyurursan da şunlann boyunlarını vursak, diye düşünüyorum... dedim. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) Ebu Bekir'in söylediğine meyletti. Benim söylediğime iltifat etmedi. Ertesi gün olunca ben geldim, Bir de ne göreyim? Rasulullah (s.a.v.)le Ebu Bekir oturmuş ağlıyorlar!.. Allah Azze ve Celle:

Yeryüzünde üstünlüğü sağlamadıkça hiçbir Peygamber'e esir almak yaraşmaz..." âyetini (artık aldığınız ganimetten helal hoş olarak yeyin, âyetine kadar) indirdi.[889]

c) Abdullah İbnü Ömer (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"Abdullah İbn Ubey, İbn Selul vefat ettiği zaman, oğlu Abdullah İbn Abdullah, Rasulullah'a geldi ve babasını içinde kefenlemek için kendisine gömleğini vermesini istedi. Rasulullah (s.a.v.) de ona kendi gömleğini verdi. Sonra Abdullah, Rasulullah'ın, babasının cenaze namazını kıldırmasını istedi. Rasulullah onun cenaze namazını kıldırmak için ayağa kalkınca Ömer (r.a.) de ayağa kalktı ve Rasulullah'ın elbisesinden tuttu da:

- Ya Rasulullah! Rabb'in seni onun üzerine cenaze namazı kıldırmadan nehyetmiş olduğu halde, sen yine onun üzerine namaz kıldıracak mısın? dedi. Rasulullah:

-"Allah, beni ancak muhayyer kıldı da: Onlar için Allah'dan mağfiret iste yahud onlar için mağfiret isteme. Eğer onlar için yetmiş defa istesen de yine Allah onları asla mağfiret etmeyecektir, buyurdu. Ben ise bu yetmiş üzerine mağfiret istemeyi artıracağım" dedi.

Ömer Yine:

- Muhakkak ki o, bir münafıktır, dedi.

-  Ravi dedi ki: Sonunda Rasulullah onun cenaze namazım kıldırdı. Bunun akabinde Allah:

"Onlardan Ölen hiçbir kimseye ebediyyen dua etme (gömmek veya ziyaret etmek için) kabrinin başında da durma. (Çünkü onlar Allah'ı ve Rasulünü inkâr ile kâfir oldular, onlar fasıklar olarak öldüler)" âyetini indirdi.[890]

Bu nasslardan, Ömer'in tekliflerinden üç tanesinin bütün müslümanla-nn meseleleri hususunda olduğu anlaşılmaktadır. Bunlar da İbrahim'in ma­kamından bir namaz yeri edinilmesi, Bedir esirleri (ne yapılacak muamele) ve münafıklar üzerine cenaze namazı kılınmasıyla alakalıydı. Dördüncü teklifi Rasulullah (s.a.v.)'in hanımlarına nasihati ile alakalı olup bunlardan birtanesi de bizzat Ömer (r.a.)'ın kerimesi Hafsa idi. Hz. Ömer'in hicab'a mahsus olan teklifine gelince şüphesiz ki bu, hem Rasulullah (s.a.v.)'in hususi meselelerinden birisi, hem de hanımlarının haya iffetinin teminini sağlayacak ve aynı zamanda asil erkeklik gayreti ne muvafık olacak tertib ve düzenlemeleri vaz etmesi tabii olan bir meseleydi ve bu mesele zahmetsiz ve semanın vahyini beklemeden hatta Ömer'in nasihatina hacet olmadan düşünülebilecek bir şeydi.

Mesele böyle olduğuna göre, o halde kaza-i hacet için sahraya çıkılmasında iffeti zedeleyecek ve lekeleyecek şeyler olduğu halde Rasulul­lah (s.a.v.) neden acele edip ilk önce hanımlarını perdelemedi? Aynı şekilde neden Ömer'in bu teklifine icabet etme hususunda acele davranmadı? Bunun cevabı şudur: Zira Rasulullah (s.a.v.) kendisi: "Ne o, yoksa Sa'd İbn Ubade'nin bu kıskançlık ve hamiyyetinden hayretmi ediyorsunuz? (Hayret etmeyiniz!) Vallahi ben elbette Sa'd'dan daha kıskancım. Allah da benden daha kıskançtır..."[891] buyurduğu halde edeb ve haya hududlan dahilinde erkeklerin kadınlarla bir araya gelmelerini vakar ve şahsiyyete ve bilhassa erkeğin ırzına karşı duyduğu kıskançlık hissine aykırı görmüyordu. Aynı şekilde o, bunu kadının iffetine mugayir ve hayasını zedeleyici olarak görmüyordu. Yani Rasulullah (s.a.v.) o vakitte Medine toplumunda kaim olan örf içerisinde muhalefete lüzum olmayan salih bir örf bulunduğunu kabul ediyordu.

Aynı şekilde Peygamber (s.a.v.) umumi hallerde perdeleme hususunda kadına itibarla mutlak bir mükerremlik görmüyor, mükerremliğin ancak kadımnhayasında ve Allah'ın emrettiği şekilde baş örtüsüne, geniş ve uzun elbiseye önem vemesinde olduğunu kabul ediyordu. Fakat Ömer ise, Hane-i Nebevi'ye iyi ve kötü insanların (girip çıktığını görüyor ve aynı zamanda Peygamber'in hanımlarının diğer umumi müminlerin hanımlarından ayırd edilmesini arzu ediyordu. Bu sebeble de Ömer onların diğer kadınlarından ayrılması hususunda ısrar ediyor Rasulullah ise bundan yüz çeviriyordu. Çünkü O, ashabı arasında ayrıcalık yapmaktan hoşlanmıyordu.

Sonra öyle bir zaman geldi ki, o esnada Rasulullah'a karşı eziyyetler peşpeye sıralanıyor ve diğerlerinden ayrılmasının sebebleri birbiri üstüne katlanıyordu. Bunun nedeni evlerin dar olması -ve- Rasulullah (s.a.v.)'in münasebetlerinin ekserisinin insanların muhtelif ihtiyaçları için olması ve Rasulullah (s.a.v.)'in yanına girmenin aynı zamanda hanımlarının yanına girilmesi anlamına gelmesiydi. Üstüne üstlük bir de uzun müddet oturulması ve evdeki herkese meşakkat verecek şekilde söze dalınmasıydı ve hassaten düğün günü sabahı olduğunda (bkz. Zeyneb'le izdivacın yapıldığı gün hicab'ın nasıl farz kılındığı hadisi) bazı kimselerin haddi aşması ve Rasulullah (s.a.v.)'in vefatından sonra onun zevcelerinden birisini nikahlamaya karar verdiğini açıklaması olmuştu. [892]Halbuki Allah Teala, Nebisine hürmet ve saygı göstermek için onun hanımlarını müminlerin anneliğine seçmiş ve Rasulüne yapılan eziyyet şekillerinin hepsinin kökünü kazımayı ve hane-i Nebevi'yi muhafaza edip korumayı murad etmişti. Halta onu bütün mü'minlerin hanelerinden üstün bir mevkiye ulaştırmayı murad etti de bunun için lazım olan adab kaidelerini içine alan bir ayetini indirdi:

a) "Ey iman edenler, Peygamber'in evlerine -yemeğe davet olunmak­sızın vaktine de bakmaksızın- girmeyin, fakat davet olunduğunuz zaman giriniz."

b) "Yemeği yiyince hemen dağılırı (birbirinizle veya ev halkı ile) söze dalmayın."

c)  "Bir de onlardan -yani onun zevcelerinden- birşey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin-. Bu hem sizin kalbleriniz, hem de onların kalbleri için daha temizdir."

d)  "Sizin Allah'ın Rasulünü incitmeniz ve kendisinden sonra onun eşlerini nikâhla almanız da asla caiz değildir. Çünkü bu, Allah katında çok büyük bir günahtır."

Ömer'in (r.a.) Peygamber (s.a.v.)'e teklifleri hususundaki açıklamaları­mıza son vermeden önce birkaç noktayı kaydetmek istiyoruz.

1) Birinci nokta şudur: Ömer (r.a.)'ın herkesten ayrı ve normalden fazla bir kıskançlığı vardı. Şu.iki hadis bu görüşümüzü te'yid etmektedir:

İbnü Ömer (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"Ömer'in bir hanımı vardı ki, sabah ve yatsı namazlarını hergün mescidde cemaatle kılardı. O kadına: Ömer'in bunu istemez ve kıskanır olduğunu bilip dururken niye mescide çıkıyorsun? denildi. Kadın:

- Beni nehyetmesinden Ömer'i men eden şey nedir? dedi. Soran zad da

- "Rasulullah'ın 'Allah'ın dişi kullarını, Allah'ın mescidlerinden menet-meyiniz' sözüdür" dedi.[893]

- Ebu Hureyre (r.a.)dan rivayete göre şöyle demiştir:

- Bizler Rasulullah'ın yanında bulunduğumuz sırada birden O bize şöyle buyurdu: 'Ben bir kere uyurken kendimi cennette gördüm. O sırada bir kadın (Ümmü Süleyma) bir köşkün yanında abdest almakta idi. Ben (yanımdaki meleklere) Bu köşk kimin içindir? diye sordum. Onlar: Bu köşk Ömer İbnü'l-Hattab içindir, dediler. Ömer'in kıskançlığını hatırladım da hemen yüzümü arkama çevirdim (geri dönüp uzaklaştım).

(Rasulullah'ın bu latifeli müjdesi üzerine) Ömer sevincinden ağladı da: - Ya Rasulullah, sana karşı mı kıskançlık edeceğim dedi?[894] İkinci nokta şudur: Rasulullah (s.a.v.)'in bu mu'tedil olan kıskançlığı, Allah'ın, Rasulü'nden bütün eziyyet çeşitlerini kaldırmak ve Hane-i Nebe-vi'nin makamının derecelerini yüceltmek için vahiy inzal etmesine değin zevcelerinin perdelenmemesine razı olması gibi... Ve Rasulullah (s.a.v.) sağlığında -mü'minlerin hanımlarım görüyor; kendisi ve ashabı- Allah onlardan razı olsun- çeşitli münasebetlerle onlarla bir araya geliyorlardı. Hal böyle olunca kadınların, muhtelif derecelerdeki maslahatlarını yerine getir­mek için hicabsız (aralarında perde olmaksazın) erkeklerle karşılaşmasının mubah olduğunu ifade etmemiz mümkün olacaktır. Bu mübahlık, meseleyi helal olan aslından çıkarıp terahat-i enzihiyye yahud kerahat-it tahrimiyye (tenzihen mekruh veya tahrimen mekruh)liğe dönüştürecek beklenmedik bir sebeb ortaya çıkıncaya kadar kaimdir.

Üçüncü delil:

Hicab'ın farz kılınmasını takib eden hadiseler: Ömer, hicabın farz kılınmasından sonra -mü'minlerin annesi- Şevde (r.a.)'mn dışarı çıkmasına karşı çıkıyor:

Aişe (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

- Peygamber'in kadınlarından Şevde bintü Zem'a, hicab âyeti indikten sonra bir ihtiyacı için evinden dışarı çıkmıştı. Şevde, iri yapılı bir kadındı. Bu sebeble kendisini tanıyanlara (örtülü olsada gizli olamazdı). Bu defa Ömer İbn Hattab onu dışırada gördü de:

- Ya Şevde! İyi bil ki, vallahi sen bize karşı gizli olamıyorsun. Bak! Düşün! Sen nasıl evinin dışına çıkıyorsun? dedi.

- Aişe (rivayetine devamla) dedi ki: Bunun üzerine Şevde evine dönüp geldi. O sırada Rasulullah benim odamda idi, akşam yemeği yemekteydi, elinde de etli bir kemik vardı. Bu halde iken Şevde içeri girdi ve:

- Ya Rasulullah! Ben bazı ihtiyacım için evimden çıkmıştım. Ömer bana şöyle şöyle söyleyip çıkışıma itiraz etti, diye şikayet etti.

-  Aişe devamle dedi ki: Bunun üzerine Allah, Peygamber'ine vahy gönderdi. Sonra kendisinden vahiy hali kaldırıldı. O kemik elinde olduğu halde ve onu yere koymaksızın Sevde'ye:

- "Siz kadınlara kendi ihtiyaçlarınız için (Örtünmüş olarak) evinizden dışarı çıkmanıza izin verilmiştir" buyurdu.[895]

Şüphe yok ki, Ömer -hicab âyetinin nüzulünden sonra mü'minlerin ha­nımlarının kendi ihtiyaçları için dışarı çıkmalarına karşı çıkmamıştır. Halbuki onların hepsi de evlerde tuvalet bulunmadığı için, kazayı hacet yap­mak maksadıyla sahraya çıkıyorlardı. Bunun böyle olması bir yana kadın­lardan bir çoğu çeşitli masahatlan yerine getirmek için dışarı çıkmaktaydı. Ömer ancak müminlerin annesi Şevde ye karşı çıkmıştır. Hepsi bu. Bu da onun, hicab (perdelenme)'in Peygambe'in hanımlarına mahsus olduğunu bildiği içindir. Hafız İbnü Hacer Kurtubi'nin şöyle dediğini nakletmektedir: (Şüphesiz Nebi (s.a.v.)'in mahremiyyetine herhangi bir insanın muttali olmasından dolayı Ömer'in nefsinde bir kıskançlık (hamiyyet) meydana gelmişti de bu yüzden Peygamber'den hanımlarını perdelemesini istedi. Nihayet hicab âyeti de inince Ömer'in arzusu (niyeti) onların evlerinden asla dışarı çıkmamaları idi. Fakat bunda meşakkat söz konusuydu. Onun için de kendilerinin zaruri olan ihtiyaçları için evlerinden dışarı çıkmalarına izin verildi.[896]

Dördüncü delil:

Buharı ve Müslim'in sahihlerinde -Hicab lafzının mü'minlerin annele­rine muhsus oluşu:

Buhari ile Müslim'in sahihlerine ve diğer sünnet kitablanna müraccat edildiğinde (hicab;perdeleme) lafzının "... onlardan birşey istediğiniz zaman perde (hicab) arkasından isteyin..." âyetinde beyan olunan aynı manadaki lafızların sadece Peygamber'in hanımlarıyla alakalı olarak varid olduğu görülür.

Buhari ve Müslim'in rivayet ettiği hadisler aşağıdaki şekildedir: Peygamber zamanında:

Ömer (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "Ya Rasulullah senin yanına hayırlı hayırsız kimseler giriyor, mü'minlerin analarına perde arkasına geçmelerini emretsen, dedim. Bu dileğim üzerine Allah, hicab âyetini indirdi."[897]

Enes bin Malik (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "Rasulullah (s.a.v.) Zeynep binti Cahş ile evlendiği zaman, cemaatı düğün yemeğine çağırdı. İnsanlar yemek yediler, sonra da oturup konuşma­ya koyuldular. Bir de baktım ki, Rasulullah (s.a.v.) (onların anlayıp da kalk­maları için) kalkmağa davranır gibi yapmakta, fakat oturanlar yerlerinden kalkmam aktaydı. Rasulullah bu vaziyeti görünce (onların kalkıp gitmeleri için) yerinden kalktı. Rasulullah kalkınca, onlardan kalkanlar da çıkıp gitti­ler. Fakat üç kişi oturdu kaldı. Peygamber, Zeyneb'in yanına girmek için geldi. Gördü ki, o topluluk hala oturmaktalar. (Peygamber geri döndü) sonra onlar kalkıp gittiler. Bunun üzerine ben.de gittim ve varıp Peygamber'e onla­rın gittiklerini haber verdim. Peygamber geldi ve içeriye girdi. Ben de O'nunla içeriye girmeye davrandım. Peygamber benimle kendisi arasında perdeyi sarkıttı. Bunun akabinde Allah şu âyeti indirdi:

"Ey iman edenler, Peygamber'in evlerine... giimeyin..." (Ahzab, 53),

Müslim kendi rivayetinde "Peygamber'in hanımları perdelendiler" ziyadesini yapmıştır.[898]

- Peygamber'in hanımı Aişe(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "Rasulullah (s.a.v.) sefere çıkmak istediği zaman hanımları arasında kur'a çekmek adetiydi. Hangisi çıkarsa, Rasulullah onu beraberinde sefere götü­rürdü:

Aişe dedi ki: Yapmak istediği bir gazvede aramızda kur'a çekti ve bu kur'ada benim adım çıktı. Ben Rasulullah'in beraberinde sefere çıktım. Bu sefer hicab âyeti indikten sonra idi. Ben hevdecimin içinde taşınır ve onun içinde olarak konaklardım... Ben yerimde otururken uyumuşum.

Safvan İbnü'l-Muattal es-Sülemi ez-Zekvani arkadan gelmekle, (askerin kalmış olan eşyalarım toplamak ve diğer konak yerine götürerek sa-hiblerine vermekle) görevli idi. Bu zat, askerin arkasından sabaha yakın yü­rümüş, benim bulunduğum yere gelmiş, uyuyan bir insan karaltısı görünce benim yanıma gelmiş ve beni görünce tanımış. Bu zat beni perdelenme emrinden Önce görür idi. Ben onun, beni tanıyınca söylediği "İnna lillahi ve inna ileyhi raciûn, Biz muhakkak Allah'ın mülküyüz ve biz ancak ona dönücüleriz" (mealindeki) istirca sözleriyle uyandım. Uyanınca da hemen feraceme bürünüp yüzümü örttüm.[899]

- Ebu Musa el-Eş'ari (r.a.) dan rivayete göre şöyle demiştir:

"... Bu sırada Peygamber'in hanımı Ümmü Seleme, perde arkasından

- (Şu sudan) ananıza da ikram edin! diye seslendi...[900]

- Enes İbn Malik (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

- Peygamber (s.a.v.) Hayber (den dönüşte onun)la Medine arasında üç gün ikamet etti. Bu müddet içerisinde Safiyye bintü Huyey ile evlendi. Yemek esnasında müslümanlar aralarında:

-  Safiyye mü'minlerin analarından birisi midir, yoksa Rasulullah'in cariyelerinden midir? dediler. Bunun üzerine bir kısım müslümanlar:

-  Eğer Rasulullah Safiyye'yi örterse (perdelerse), O, müminlerin analarından birisidir. Eğer onu örtmez (perdelemez)se, Safîyye Rasulullah (s.a.v.)'ın cariyelerinden birisidir, dediler:

- Rasulullah (s.a.v.) hareket etmeğe karar verince, hayvanının arkasına Safiyye için üzerine oturacağı bir taht hazırlattı ve Safıyye ile insanlar arasına da bir perde uzattı.[901]

- Aişe (r.a.)'dan rivayete göre kendisi şöyle demiştir:

- Sa'd İbn Ebi Vakkas ile Abd İbnü Zem'a bir oğlan çocuğu hakkında davalaştılar Sa'd:

-  Ya Rasulullah! bu çocuk erkek kardeşim Utbe'nin oğludur. O, bu çocuğun kendi oğlu olduğunu bana ahdetti çocuğun Utbe'ye benzeyişine bakın, dedi.

Abd ibnü Zem'a da:

- Ya Rasulullah, bu çocuk benim kardeşimdir, babalarının döşeği üze­rinde, babamın cariyesinden doğmuştur, dedi.

Rasulullah (s.a.v.) çocuğun simasındaki benzeyişe baktı ve çocuğun Utbe'ye açık bir surette benzeyişini gördü. Akabinde:

- Ya Abd, bu çocuk senin (kardeşin)dir. Çocuk döşeğin sahibine aitdir; zina ediciye de recm ve mahrumiyyet vardır. Ya Şevde bintü Zem'a sen de (Nedb ve ihtiyat olarak) bundan sonra bu çocuktan (yani Abdurrahman'dan) perdelen buyurdu: Artık Şevde, bu çocuğa (Abdurrahman'a) hiç bakmadı.[902]

- Aişe (ra)'dan rivayete göre kendisi şöyle demiştir:

Süt amcam (olan Ebu'l-Kays'ın kardeşi Eflah) hücreme benim yanıma girmek için izin istedi. Ben ona, Rasulullah'a, soruncaya kadar izin vermek­ten çekindim. Rasulullah, geldiğinde, bunu kendisine sordum... Bu da üzeri­mize perde çekildikten sonra olmuştu. (Diğer bir rivayette Eflah: Ben senin amcan olduğum halde benden perde arkasına mı çekiliyorsun? dedi...[903] Müslimin rivayetinde ise: Aişe'nin (amcası) onun yanına girmek için izin istemiş de Aişe kendisine izin vermemiş, müteakiben bunu Rasulullah  (s.a.v.)'e haber vermiş. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) kendisine:

- Ondan korunma (perdelenme)" buyurmuşlar, şeklindedir.[904] Sa'd İbn Ebi Vakkas (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiş:

"Ömer İbnü'l-Hattab, Rasulullah (s.a.v.)'in yanına girmek için izin iste­di. Halbuki Rasulullah'ın yanında Kureyş kabilesinden bir takım kadınlar vardı. Rasulullah (s.a.v.) ile konuşuyorlardı. Sesleri de Rasulullah (s.a.v.)'in sesinden daha yüksek çıkıyordu. Ömer İbn Hattab izin isteyince bu kadınlar hemen kalktılar ve süratle perdeye gittiler...[905]

Hafız İbn Hacer şöyle der: "Ravi'nin: 'Rasulullah'ın yanında Kureyş kabilesinden bir takım kadınlar vardı, demesine gelince, onlar, Rasulullah (s.a.v.)'in hanımlarından bazılarıdır."[906]

Aişe (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiş:

- Peygamber'e (Mute şehidleri) Zeyd ibn Harise'nin, Cafer'in Abdullah İbn Revaha'mn şehidlik haberi geldiği zaman, Peygamber (mescidde) oturmuştu. Yüzünde hüzün ve keder eseri fark ediliyordu. Ben de kapının Rasulullah'ın görülebileceği bir aralığından, kendisine bakıyordum...[907]

Enes b. Malik (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v,) üç gün (mescide) çıkmadı. Namaz ikame edildi. Ebu Bekir ileriye varıp mihraba geçti. Peygamber perdeyi (eliyle şöyle) yaptı (kaldırdı). Peygamber'in yüzü meydana çıktı ki, o anda bize görünen Peygamber'in o parlak yüzünden daha hoş daha güzel bir manzara görmüş değiliz. Peygamber, Ebu Bekir'e ileri geç diye eliyle işaret etti. Ve perdeyi indirdi. İşte ondan sonra vefat edinceye kadar güzel yüzünü bir daha görmek nasip olmadı.[908]

- Aişe (r.a.)'dan rivayet ofamduğuna göre şöyle demiştir:

-  "Peygamber (s.a.v.)'in zevcelerinin yanına kadın tabiatlı bir adam (gelip) giriyodu. Onu kadına ihtiyacı olmayanlardan sayıyorlardı... Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):

- "Dikkat ediniz! Görüyorum ki, bu adam orada ne olduğunu biliyor, sakın sizin yanınıza girmesin!" buyurdular. Aişe dedi ki:

Artık onlar da bunu (girmekten) menettiler. (Yani ondan gizlendiler).[909]

- Abdülmuttalib b. Rebiate'bni Haris'den rivayete göre şöyle demiş: "Rasulullah (s.a.v.) öğleyi kılınca biz (yani Abdülmuttalib ve el-Fadl İbn Abbas) ondan önce odasına girerek orada bekledik. Nihayet Rasulullah (s.a.v.) geldi ve bizim kulaklarımızı çektikten sonra(...)

-  "Rasulullah (s.a.v.) uzun bir sükuta daldı. Hatta biz kendisiyle konuşmak istedik. Zeyneb bize perdenin arkasından: 'Ona söz etmeyin! Diye işaret etmeye başladı..."[910]

Ömer İbn Hattab (r.a.)'dan rivayete göre, demiş ki:

"Peygamber (s.a.v.) kadınlarından uzaklaştığı vakit mescide girdim. Bir de baktım cemaat (üzüntüden) çakıltaşlarıyla yeri eşeliyor ve: 'Rasulullah (s.a.v.) hanımlarını boşamış, diyorlar... Bu mesele kadınlara hicab (perdelenme) emrolunmazdan önce idi.[911] Sahih olan, hicabdan sonra olduğudur."[912]

Aişe (r.a.) da rivayete göre şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.v.)'e fetva sormak için bir adam gelmiş. Kendisi de konuşulanları kapının arkasından işitiyormuş..."[913]

Cabir b. Abdillah (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiş: "Evimde oturuyordum, o sırada bana Rasulullah (s.a.v.) uğradı da (eliyle) işaret etti. Hemen kalkıp yanına vardım. Elimden tuttu ve birlikte yürüdük. Nihayet kadınlarının evlerinden birine gelerek içeri girdi. Sonra bana izin verdi. Ben de perdenin arkasına kadının yanına girdim..."[914]

İbn Mes'ud (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: " Rasulullah (s.a.v.) bana: 'Senin yanıma girmek için izinli sayılman, perdenin kaldırılması ve benim fısıltımı işitmendir1 buyurdular."[915]

ikinci olarak:

Sahabe zamanında (r.a.) vukaa gelenler:

Mesruk (ra)'dan rivayete göre Aişe'ye gelmiş ve:

- 'Ey müminlerin anası; bir adam Kabe'ye kurbanlıklar gönderiyor ve bulunduğu beldede oturuyor, beraberinde kurbanlıklar gönderdiği kimsele­re kurbanlık develerine (kurbanlık olduklarının bilinmesi için) gerdanlık takılmasını tavsiye ediyor. İşte bu adam, keadininde kurbanlık gönderdiği bu günden itibaren bütim hacılar Mekke'de ihramlarından çıkacakları zama­na kadar ikendi oturduğu şehirde ihramh gibi olmakta devam ediyor,' demiş.

Mesruk dedi ki: Ben Aişe'nin (kendi sesinin işitilmesi için) perdenin arkasından ellerini birbirine çarptığım işittim. Bu el çarpmadan sonra: Aişe

(r.a.):

- Yemin olsun, ben Rasuluİlah'ın kurbanlıklarının gerdanlıklarının ip­lerini bükerdim de o, kurbanlıklarını gerdanlıkh olarak kabeye gönderirdi, fakat ihramh erkeklere ailesinden haram olan şeylerden hiçbiri hacıların dönmesine kadar kendisine haram olmuyordu, dedi.[916]

Ebu Seleme (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "Ben ve Aişe'nin erkek kardeşi beraberce Aişe'nin yanma girdik. Erkek kardeşi Aişe'ye Peygamberin yıkanmasından sordu. Aişe bir sa' miktarı su alır bir kap istedi, onunla yıkandı ve başının üzerine su akıttı. Şu halde ki, bizimle kendisi arasında bir perde vardı."[917]

Avf İbnü Tufeyl (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "... Bunun üzerine Misver ile Abdurrahman ridalanna bürünerek Abdullah İbnü'z-Zübeyr'i götürüp Aişe'nin huzuruna girmek üzere izin istediler ve: Esselamu aleyki ve Rahmetu'llahi ve berekatühü! Huzuruna girebilir miyiz? dediler. Aişe: 'Giriniz! diye izin verdi.' Onlar: 'Hepimiz mi girelim?1 diye sordular. Aişe: 'Evet, hepiniz giriniz!' dedi. Aişe onların beraberinde İbnü'z-Zübeyr'in de olduğunu bilemedi. Hep birlikte perdenin arkasına girdiler."[918] Yusuf b. Asım (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

- Mervan İbn Hakem, Hicaz Valisi idi. Onu Muaviye Medine'ye vali yapmıştı. (Muaviye'den aldığı mektup üzerine) bir gün Hutbe irad etti. hutbe'de Muaviye'nin oğlu Yezid'e babasından sonra bey'at olunması için Yezid'i zikretmeye (yani onu propaganda etmeye) başladı. Bunun üzerine Ebu Bekir'in oğlu Abdurrahman, Mervan'a karşılık verip bir takım sözler söyledi. Vali de adamlarına:

- Onu yakalayın, diye emretti.

Abdurrahman da Aişe'nin evine girdi. Memurlar (Aişe'ye hürmeten) O'nu dışarı çıkarmaya ve yakalamaya muktedir olamadılar. Bu sırada Mervan:

- Şüphesiz bu Abdurrahman, Allah'ın kendisi hakkında: "ana ve babası­na: "Öff size, benden evvel nice nice nesiller gelip geçtiği halde beni (diriltip mezardan) çıkarılacağımla mı tehdid ediyorsunuz!..." âyetini kendisi için indirdiği kimsedir, dedi. Bunun üzerine Aişe, perde arkasından, Mervan'a:

- Allah bizim hakkımızda (yani Ebu Bekir hanedanı hakkında) benim beraatimi bildiren âyetlerden başka, Kur'an'dan hiçbir âyet indirmedi, sözleriyle karşıladı.[919]

İbnü Cureyc (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

- Bana Ata (İbn Ebi Rebah) haber verdi. İbnü Hişam (hacc emirliği sırasında) kadınların erkeklerin beraberinde tavaf etmelerini menettiği za­man Ata; (İbn Hişam'a):

- Peygamber'in hanımları erkeklerin beraberinde tavaf yapmış oldukla­rı halde, sen bu kadınları nasıl menedersin? demiştir.

İbnü Cureyc dedi ki: Ben, Ata'ya:

- Kadınların erkeklerin beraberinde yaptıkları o tavaflar, hicab (Ahzab, 53) âyetinin inişinden sonra mı, yoksa evvel miydi? diye sordum. Ata:

-  'Evet ömrüme yeminle söylüyrum, ben hicab ayetinden sonra (o kadınların erkeklerle beraber tavaf yaptıklarına) eriştim, dedi...

Yine Ata: Ben, Ubeyd İbnü Umeyr ile birlikte, Aişe, Muzdelifedeki, Sebir Dağı'mn içinde mücavir, yani ikaamet edici halde iken, Aişe'in yanına giderdim dedi. İbnü Cureyc dedi ki:

Ben: Ata'ya; Aişe'nin o günkü hicab (perdesi) ne idi? diye sordum. Ata:

- Aişe, o gün keçeden yapılmış bir küçük Türk cadın içinde idi. Çadırın bir perdesi vardı. Aişe ile bizim aramızda bundan başka birşey yoktu. Ben Aişe'nin üzerinde gül rengi ile boyanmış bir gömlek gördüm, dedi.[920]

Sa'd İbnü Hişam İbni Amir (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiş: "Nihayet beraberce Aişe'ye gittik ve yanına girmek için izin istedik. Aişe, bize izin verdi; yanına girdik. Hakim'i (görünce onu) tanıyarak:

- Sen, Hakim misin? dedi Hakim:

- Evet, cevabını verdi. Aişe:

- Yanındaki kimdi? dedi: Hakim,

- Sa'd İbnü Hişam'dır, cevabını verdi. Aişe:

- Hangi Hişam dedi. Hakim:

- Amir'in oğlu dedi. Bunun üzerine Aişe, ona rahmet okudu ve

- Hayırdır inşaallah dedi...[921]

Beşinci delil:

Hicab'in mü'minlerin annelerine mahsus olduğunu te'kid eden -Buharı  ile Müslim'in sahihlerinin haricindeki kaynaklardan- bir takım naslar:

Aşağıdaki rivayetler İbnü Sa'd'ın et-Tabakatü'1-Kübra adlı eserinde nakledilmektedir:

-Abdü'l-Vahid İbn Ebi Avn ed-Devsi (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

Numan İbnü'1-Cevn el-Kindi müslüman olduğu halde Rasulullah (s.a.v.)'in huzuruna gelerek:

- Ya Rasulullah! seni Araplar içerisindeki en güzel bir dul kadınla evlendireyim mi? Kadın amcasının oğlunun nikâhı altında bulunuyordu. Nihayet kocası vefat edince dul kaldı. Gerçekten o seni de arzu edip sana meyletmektedir, dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) on iki buçuk ukiyye mihir karşılığında bu kadınla evlendi... Akabinde Peygamber (s.a.v.) Numan ile birlikte Ebu Useyd es-Saidi'yi de gönderdi. Nihayet bunlar kadı­nın huzuruna girmek üzere evine varıp da kadın kendesinin içeri girmesine müsaade edince Ebu Useyd es-Saidi:

-  Şüphesiz Rasulullah (s.a.v.)'in hanımlarını erkekler namına hiçbir ahad görmez, dedi. Sonra Ebu Useyd es-Saidi: Bu hadise hicab âyeti nazil olduktan sonra idi demiştir. Bu münasebetle kadın Rasulullah'a (s.a.v.) haber gönderip bana vazifemi bildir, dedi. Rasulullahda (s.a.v.):

-  (Senin vazifen) seninle konuştuğun erkekler arasında bir perde germendir, buyurdular. Nihayet kadın da böyle yaptı.

- Ebu Useyd es-Saidi, Rasulullah (s.a.v.)'in kendisiyle zifafa girmeden önce ailesine geri gönderdiği Kindi kabilesinin Cevn oğulları kolundan bir kadına 'Evinde dur ve mahrem olan (nikâh geçmez yakınlarımdan başka insanlardan perdelen ve Peygamber'den sonra herhangi bir umucu senin hakkında umuda kapılmasın. Çünkü sen mü'minlerin analarından birisin' demişti. Bu söz üzerine kadın hiçbir umucu kendisi hakkında umuda kapıl­madan ve mahrem olan yakınlarından başkasına da görünmeden evinde durdu. Nihayet Hz. Osman İbn Afvan (r.a.)'ın hilafeti zamanında Necid'de ehlinin yanında vefat etti.

- İbnü Abbas (r.a.)'dan rivayete göre demiş ki:

Rasulullah (s.a.v.)'in vefatından sonra, el-Muhacir bin Ebi Ümeyye İbni'l-Muğire Esma binti en-Numan ile evlendi. Bu sebeple Ömer o ikisini cezalandırmak isteyince kadın (yani Esma):

- Vallahi, benim üzerime ne perde vuruldu ne de ben mü'minlerin anası olarak isimlendirildim dedi. Bunun üzerine Ömer (r.a.) de bunları cezalan­dırmaktan vazgeçti.[922]

- Davud İbnü Ebi Hind (r.a.)'dan rivayete göre, demiş ki: Nebi (s.a.v.) kendisine Kayle denilen Kinde kabilesinden bir kadınla evlenmişken vefat etmişti. Bu sebeple kadın kavminin yanına geri döndü. Nihayet bunun arka­sından İkrime İbn Ebi Cehil o kadınla evlendi de bundan dolayı Ebu Bekir (r.a.) şiddetli bir şekilde üzüldü. Bunun üzerine Ömer (r.a.) kendisine:

-  "Ey Rasulullah'm halifesi! Vallahi, gerçekten bu kadın Rasulullah (s.a.v.)'in zevcelerinden değildir. (Çünkü) Rasulullah onu ne ayırır ne de perdelerdi diyerek teselli etti.[923]

et-Taberi tefsirinde bu son haberi başka bir siga ile serdettikten sonra şöyle demiştir:

- "... Amir (r.a.)'dan rivayete göre demiş ki, Rasulullah (s.a.v.) Kayle bintü'l Eş'as (adında bir kadın) ile evlenmişken vefat etmişti. Nihayet bu olaydan sonra İkrime bin Ebi Cehil bu kadınla evlendi. Bu durum Ebu Bekr'i (r.a.) şiddetli bir sıkıntıya düşürdü de Ömer (r.a.) kendisine:

-  Ey Rasulullah'm halifesi şüphe yok ki bu kadın Peygamber'in hanımlarından (birisi) değildi. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) onu ne ayırır ne de (insanlardan) perdelerdi... dedi. Bundan sonra Ebu Bekr mutmain oldu ve sakinleşti.[924]

Bir Uyarı: Altıncı delilden başlayarak onbirinci delile varıncaya kadar aşağıdaki delillerde zikredilen vakaların meydana geliş tarihlerinin hicab âyetinin nüzulünden sonra olmasına özen göstermiş olduğumuza sayın oku­yucunun dikkatlerini çekmek istiyoruz.

Hicabın farz kılınmasından sonra cihada katılma hususunda mü'minlerin anneleri için iznin kaldırılması ve kadınların geneline müsaade edilmesi:

Hicab'ın farz kılınmasından önce cihada gitme hususunda Peygam­ber'in hanımlarına izin verilmesi:

Enes b. Malik (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

- Uhud harbinde insanlar bozulup Peygamber'in yanından dağılmışlar­dı. Enes dedi ki:

İşte bu tehlikeli harb gününde Ebu Bekr'in kızı Aişe ile (anam) Ümmü Süleym'i gördüm:

- Bunlar paçalarını sıvamışlardı. Ben onların ayaklarının halkalarını görüyordum. Bunlar çabuk çabuk ve devamlı arkalarında su kırbalanyla koşuyorlar sonra tekrar çabucak dönüyorlar, kırbaları dolduruyorlar sonra yine acelece gelip kırbaları yaralı askerlerin ağızlarına boşaltıyorlardı.[925]

Hicab'ın farz kılınmasından sonra cihad hususunda Nebi (s.a.v.)'in hanımları için iznin kaldırılması:

- Aişe (r.a.)'dan rivayete göre birinde:

- Ya Rasulullah! Biz (Kur'an'da) cihadı en faziletli amel görüyoruz. Biz cihada çıkamaz mıyız? diye sordu.

Rasulullah (s.a.v.):

-  "Fakat siz kadınlar için cihadın en faziletlisi mebrur hacdır.[926] buyurdular. Buhari'nin diğer bir rivayetinde: "Ben Peygamber'den cihada gitmek için izin istedim de o: "Siz kadınların cihadı hacc'dır', buyurdu demiş­tir.[927]

Mü'minlerin anası Aişe (r.a.) Peygamber (s.a.v.)den şöyle haber ver­miştir:

- 'Peygamber'in hanımları kendisine cihadı (yani Allah yolunda cihad yapabilirler mi? sorusunu) sordular. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): Hacc ne güzel cihaddır buyurdular.[928]

Cihada katılmak maksadıyla değil de, yol arkadaşlığı maksadıyla Peygamberdin hanımlarının bazı gazvelere kendisiyle beraber çıkmaları:

Peygamber'in hanımı Aişe (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiş:

- 'Rasulullah (s.a.v.) bir sefere çıkmak istediği zaman kadınları arasında kura çekmek itiyadında idi. Kadınlardan hangisinin kurası çıkarsa, Raslullah onu beraberinde sefere çıkarırdı.

Aişe dedi ki: Rasulullah (s.a.v.), yapacağı bir gazve hususunda da aramızda kura çekti ve bu kurada benim adım çıktı. Bunun üzerine ben, hicab ayetinin indirilmesinin ardından Rasulullah'm beraberinde sefere çıktım.

Ben hevdecimin içinde taşınır ve (konak yerinde) hevdeç içinde indirilirdim...[929]

Yine Aişe (r.a.)'dan rivayete göre demiş ki:

Peygamber (s.a.v.) bir sefere çıkmak istediğinde kadınları arasında kur'a çekerdi. Bir seferde kura Aişe ile Hafsa'ya isabet etti. Peygamber gece olunca Aişe'nin beraberinde onunla konuşarak yol alırdı. Bir gün Hafsa, Aişe'ye:

- Bu gece sen benim deveme binsen, ben de senin devene binsem, sen görmediğin manzaraları görürsün, ben de görmediğim manzaraları görü­rüm, dedi.

Aişe:

-  "Pekala", diye muvafakat etti. Bunun üzerine onlardan her birisi diğerinin devesine bindi. (Böylece Hafsa, Aişe'nin devesine binmiş oldu).[930]

el-Misver İbnü Mahreme ve Mervan İbnü'l-Hakem'den rivayete göre bu iki raviden her biri arkadaşının hadisini doğrulayarak şöyle demişlerdir: "Rasulullah (s.a.v.) Hudeybiye zamanında (Medine'den çıktı. (Yolun bir kısmına vardıklarında).,. Süheyl bin Amr çıkageldi. Süheyl b. Amr gelince, Peygamber'e:

- Haydi (yazı malzemesi) getir; bizimle sizin aranızda bir barış mektubu yaz! dedi.

Bunun üzerine Peygamber yazı yazacak olan kâtibi (Ali b. Ebi Talib'i) çağırdı ve; Bismillahirahmanirrahim yaz! buyurdu...

Ravi dedi ki: Rasulullah barış andlaşmasının yazım ve imzasını bitirip ayrıldığı zaman sahabilere:

-' 'Haydi artık kalkın, kurbanlarınızı kesip, başlarınızı tıraş edin!" buyurdu.

Ravi dedi ki: Vallahi sahabilerden bir kişi olsun kalkmadı. Hatta Rasu­lullah (s.a.v.) bu emri üç kere söyledi, Sahabilerden hiçbirisi kalkmayınca, Rasulullah'ın zevcelerinden Ümmü Seleme'nin yanına girdi ve saMbilerden gördüğü kayıtsızlığı ona söyledi..,[931]

Peygamber'in hanımı Aişe (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "Rasulullah'in seferlerinin birinde onunla beraber yola çıktık. Ta Bey-da'ya yahud Zatu'l-Ceyş'e vardığımızda bir gerdanlığım koptu. Onun aran­ması için Rasulullah (s.a.v.) orada bekledi, insanlar da onunla beraber bekle­diler. Halbuki bir su başında değillerdi. İnsanlar Ebu Bekir es-Sıddik'a geldiler ve:

- Sen Aişe'nin yaptığını görüyor musun? Rasulullah da, insanları da bir su başında değilken ve yanlarında da su yok iken yollarından alıkoydu, dediler. Bunun akabinde Ebu Bekr geldi. Rasulullah da başını dizimin üstüne koymuş halde uyumuştu. Ebu Bekr:

-  Sen Rasulullah'ı ve insanları yollarından alıkoydun. Onlar bir su başında değiller ve yanlarında da su yoktur, dedi.

Aişe devamla dedi ki: Ebu Bekr beni kötüleyip azarladı...[932]

Haccınfarz kılınmasından sonra mü'min kadınlardan bazılarının cihada katılmaları Enes (r.a.)'dan rivayete göre: "Rasulullah (s.a.v.) Hayber gazasını yapmıştı. Sabah namazını alaca karanlıkta Hayber'de kıldık... Nihayet şehre girdiğimiz vakit:

-  Allah herşeyden büyüktür, Hayber harabtır. Biz bir kavmin beldesine indik mi, tehdit edilenlerin sabahı kötü olur' buyurdu. Bunu üç defa tekrarla­dı. Hayber'i ele geçirdik. Esirler topladı, derken Dıhye gelerek: Ya Rasulul­lah bana esirlerden bir cariye ver, dedi. Rasulullah (s.a.v.): "Git bir cariye al!" buyurdu. O, da Safiyye bintü Huyeyy'i aldı. Bunun üzerine bir adam Rasulullah (s.a.v.)'a gelerek:

- Ya Nebiyyallah! Dihye Kureyza ile Nadir'in reisi Huyeyy'in kızı Sa-fiyye'yi seçti. O size layıktır, dedi. 'Çağırın onlar'ı buyurdu. Safîyye'ye baktı ve beğendi. Dihye'ye 'bir başka cariye seç al1 dedi ve Safiyye'yi azad ederek onunla evlendi...

Hatta yolda giderken Safiyye'yi Peygamber'e (annem) Ümmü Süleym hazırladı. (Ve geceleyin ona zifaf eyledi)..."[933]

Enes (r.a.)'dan rivayete göre: "Ümmü Süleym, Huneyn (Harbi) günü bir hançer ele geçirmiş. Hançer yanında imiş onu (kocası) Ebu Talha gör­müş.

- Ya Rasulallah! Şu Ümmü Süleym'dir; yanında bir hançer var, demiş!..

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) Ona: "Bu hançer nedir?" diye sor­muş., Ümmü Süleym:

- Onu edindim. Şayet müşriklerden biri bana yaklaşırsa onunla karnını deşeceğim!" cevabını vermiş. Rasulullah (s.a.v.) da gülmeye başlamış..."[934]

Enes (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiş:

Rasulullah (s.a.v.) Milhan kızı Ümmii Haram'ın yanına girdi de onun yanında bir şeye yaslanıp uyudu. Uyandıktan sonra güldü. Teyzem Ümmü Haram:

- Ya Rasulullah! Niçin gülüyorsun? dedi. Rasulullah (s.a.v.):

- "Ümmetimden bir takım insanlar mavi deniz üstünde gemilere bine­rek Allah yolunda cihada gidiyorlar. Onların bu hali, hükümdarların tahtları üstündeki hali gibidir, buyurdu.

Ümmü Haram:

- Ya Rasulullah! Beni de deniz gazilerinden kılması için Allah'a dua ediver, dedi. Rasulullah:

- Ey Allah'ım Ümmü Haram'ı deniz gazilerinden kıl! diye dua etti... Sonra Muaviye bin Ebi Süfyan zamanında [935]Kuraza'nın kızıyle beraber deniz seferine gitmek için gemiye bindi. Sonunda dönerken hayvanına binmişti. Hayvanı onu yere attı da düşüp öldü.[936]

-  Yezid bin Hürmüz (r.a.)'dan rivayete göre demiş ki, Necdet, İbn Abbas'a mektup yazarak ona beş şey sormuş... Bunun üzerine İbn Abbas ona şu cevabı yazmış:

- Bana mektup yazarak: Rasulullah (s.a.v.) kadınlarla birlikte gaza eder mi idi? diye soruyorsun (Evet) gerçekten onlarla birlikte gaza ediyordu. Onlar yaralıları tedavi ediyor: Kendilerine ganimetten birşeyler veriliyor-du..[937]

Hadislerde bahsedilen Hayber Gazvesi'nin Hicret'in yedinci senesi Muharrem ayında, yine Huneyn Gazvesi'nin ise Hicret'in sekizinci senesi Şevval ayında, yani hicabın farz kılınmasından sonra vukua geldiğinin mü­lahaza edilmesi gerekir. Kaldı ki Ümmü Haram'ın deniz gazileriyle beraber cihada katılması Rasulullah (s.a.v.)'in vefatından sonra olmuştur. İbnü Abbas hadisine gelince: (Peygamber kadınlarla birlikte gaza ediyordu" lafzı herhangi bir zamanla kayıtlı olmaksızın işin devamlılığım (sürekliliğini) ifade eder. Ayrıca hicab âyetinin nüzulünden sonra mü'miiüerin hanımların­dan bazılarının cihada katıldığına dair bir çok delil bulunmaktadır. (Bu hususta üçüncü bölümün beşinci kısmına bakınız.)

Yedinci delil:

Sair kadınlar erkeklerle beraber hacc ederlerken mü'minlerin anneleri­nin erkeklerden ayrı olarak haccetmeleri:

İbrahim b. Abdurahman İbnü Avf (r.a.)'dan rivayete göre demiş ki: Ömer İbnu Hattab (r.a.) yaptığı son haccında Peygamberin hanımlarına izin vermiş ve onların beraberlerinde Osman İbnü Afvan ile Abdurrahman İbnü Avf ı göndermiştir.[938]

Hafız İbnü Hacer şöyle der: "... Aynı şekilde Buharı de bu hadisi muhtasar olarak rivayet etmiştir... Abdan ise Beyhaki'nin rivayetinde bu ha­dise şu cümleleri ilave etmiştir.... Osman İbn Afvan Peygamber'in hanımla­rına hiçbir kimse yaklaşmasın ve onlara hiçbir kimse bakmasın diye nida ederdi: Halbuki onlar develerin üzerinde bulunan hevdecler içerisinde taşınırlar konakladıkları zaman Osman onlan dağ yolunun (üst) baş tarafına indirir böylece onların yanına kimse çıkmazdı. Abdurrahman ile Osman yolun sonuna (alt tarafına) inerek (çadırlarını kurarlar ve burada) konaklarlardı.

İbnü Sad'ın rivayetinde ise şöyle denilmektedir: "... Osman onların önlerinden gider Abdurrahman ise peşlerinden yürürdü. Aynı şekilde İbnü Sa'd Ebu İshak es-Sebi'yy tarikiyle sahih bir senedle şöyle rivayet eder:

(Ebu İshak demiş ki), Mugiretü'bnü Şu'be zamanında Peygamberin hanımlarını gördüm. Onlar üzerlerinde şal bulunan bir takım hevdecler içe­risinde perdelenmişlerdi..." Bu rivayetten anlaşıldığına göre Ebu İshak bu sözüyle Mugire'nin, Muaviye namına Küfe valiliği yaptığı zamanı kastet­mektedir."[939]

Hafız İbnü Hacer'in Beyhaki'den nakletmiş olduğu bu ziyadeyi İbnü Sa'd hasen (iyi) bir isnadla Tabakatü'l-Kübrasında rivayet etmiştir.[940]

İbnü Cureyc (r.a.)dan rivayete göre şöyle demiştir: Bize Ata îbnü Ebi Rebah haber verdi: İbnü Hişam (Hacc emirliği sıra­sında) kadınların erkeklerin beraberinde tavaf etmelerini men ettiği zaman Ata, Peygamberin kadınları erkeklerin beraberinde tavaf etmiş oldukları halde, sen bu kadınları nasıl menedersin? demiştir. İbnü Cureyc dedi ki: Ben Ata'ya Kadınların, erkeklerin beraberinde yaptıkları o tavafları, hicab âyetinin (Ahzab; 53) inişinden sonra mı, yahud evvel miydi? diye sordum. Ata: Evet, ömrüme yeminle söylüyorum, ben hicab ayetinden sonra o kadınların, erkeklerin beraberinde tavaf ettiklerine eriştim, dedi.

İbnü Cureyc dedi ki: Ben Ata'ya kadınlar erkeklere nasıl karışırlar diye sordum. Ata: Kadınlar erkeklere karışmazlardı. Aişe (r.a.) erkeklerden ayrı bir yerde tavaf eder ve erkeklere karışmazdı. Aişe ile beraber tavaf eden birkadın, Aişe'ye: Ey Müminlerin Anası! Haydi yürü ve Haceri Esved'e el sürüp istilam edelim dedi. Aişe ona: Benden ayrıl, dedi ve (el sürmek suretiyle) istilamdan çekindi. Aişe ve arkadaşları geceleyin tanınmaz bir halde (veya örtülü oldukları halde) çıkarlar ve erkeklerin beraberinde tavaf ederlerdi. Lakin bu kadınlar Beytin içine girdiklerinde, oradan çıkacakları zamana kadar erkekler Beyt'ten çıkarılmış olduğu halde içeride ibadetle kaim olurlardı, dedi...[941]

Ümmü'l-Husayn (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre şöyle demiş: - Ben, veda Hacc'mda Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte haccettim. Onu Cemre-i: Akabede taş atarken ve oradan ayrılırken hep devesinin üzerinde gördüm. Beraberinde Bilal ile Usame de vardı. Birisi devesini yediyor (yularından tutup çekiyor), diğeri Rasulullah (s.a.v.)'i güneşten korumak için elbisesini onun yanına kaldırıyordu. Rasulullah (s.a.v.) orada birçok sözler söyledi. Sonra onu şöyle buyururken işittim:

- Şayet size uzuvları kesilmiş bir köle dahi emir tayin edilir de sizi Al­lah'ın kitabı ile idare ederse hemen kendisini dinleyip itaat edin!"

(Ravi: Ümmü'l-Husayn'ın "Kara bir köle" dediğini zannediyorum, demiş).[942]

- Abdullah bin Abbas (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: "Rasulullah (s.a.v.) nahır (Kruban bayramı) günü Fadl İbnü Abbasi kendi­nin arka tarafına, bineğinin gerisine bindirdi. Fadl, güzel yüzlü, temiz giyimli bir genç idi. Peygamber insanların kendisine sorup Öğrenmeleri için bineğini durdurdu. Bu sırada Has'am kabilesinden güzel bir kadın Rasulullah'tan fetva istemeğe geldi. (Fadl, bu kadına bakmağa başladı. Kadının güzelliği Fadl'ı hayran etmişti. Fadl o kadına bakarken, Peygamber ona yöneldi de eliyle yüzünü arkaya döndürdü... Kadın:

-Ya Rasulallah! Allah'ın kullan üzerinde bulunan hacc hususundaki farizası babama çok yaşlı bir ihtiyar iken erişti. Deve üzerine binip düz durmağa (bile) gücü yetmiyor. Onun adına (vekaleten) benim hacc etmem onun haccı yerine geçer mi? diye sordu. Rasulullah (s.a.v.):

- Evet (geçer) buyurdu."[943]

İbnü Abbas (r.a.)'dan rivayete göre demiş ki: "Rasulullah (s.a.v.) Ravha'da bir deve kervanına rastlayarak:

- Siz kimsiniz? diye sordu. (Kafîledekiler):

- Müslümanlarız! cevabını verdiler. (Bu defa) onlar da:

- Sen kimsin? diye sordular. Peygamber (s.a.v.):

-  Ben Rasulullah'ım! buyurdular. Bunun üzerine bir kadın ona bir çocuk arzederek:

- Bunun için hacc olur mu? dedi. Rasulullah (s.a.v.):

- Evet! Sana da ecir vardır buyurdular."[944]

Bu hadisler Peygamberin (s.a.v.) hanımlarının haccının onların hususi olarak perdelenmekle emrolunmaları sebebiyle diğer kadınlarınkinden ayrı olduğunu dolayısıyla da kadınların tamamı geceleyin ve gündüzün -bunu yapmaları mümkün olduğu takdirde- Hacerü'l-Esved'e el sürüp istilam ederek ve Hacc menasiki boyunca erkeklere karışarak haccederlerken onlar, imkanları ölçüsünde erkeklerden perdelenerek gizlenirler ve geceleyin

tanınmaz bir halde ve erkeklerden ayrı bir yerlerde tavaf ederlerdi. (Onlar) Peygamber'in haccının hicri dokuzuncu yılda olduğunu bilmelerine rağmen (böyle yaparlardı).

Sekizinci delil:

Peygamber'in hanımlarının perdelenip de, cariyelerinin perdelenme­meleri:

- Enes b. Malik (r.a.) şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Hayber(den dönüşünde onun)la Medine arasında üç gün ikaamet etti. Bu müddet içinde Safıyye bintü Huyey ile evlendi. Ben de müslümanları Peygamber'in düğün aşına davet ettim. Bu ziyafette ekmek de, et de yoktu. Tabaklanmış deri sofraların yayılması emredildi. Akabinde bunların içlerine hurmadan, akt denilen kuru yoğurttan ve tereyağından konuldu. İşte bu, Peygamber'in düğün yemeği oldu. Yemek esnasında müslümanlar aralarında:

- Safiyye, mü'minlerin analarından birisi midir? Yoksa Rasulullah'ın cariyelerinden midir? dediler. Bunun üzerine bir kısım müslümanlar:

- Eğer Rasulullah (s.a.v.) Safıyye'yi örterse, O, mü'minlerin anaların­dan birisidir. Eğer onu örtmezse, Safiyye, Rasulullah'ın cariyelerinden birisidir. (Müslimin rivayetinde ise: şayet onu örtmezse, Safiyye Ümmü veleddir" dediler

Rasulullah (s.a.v.) hareket etmeğe karar verince, binitinin arkasına Safiyye için üzerine oturacağı bir taht hazırlattı ve Safiyye ile insanlar arasına da bir perde uzattı."[945]

Bu hadis ashabı kiramın hicabın (perdelenmenin) Peygamber'in yal­nızca hanımlarına mahsus olup güzel dahi olsalar, cariyelerine ve ümmülve-led olan kadınlarına şamil olmadığını yakinen bildiklerini ifade etmektedir. Bu hususta sözkonusu olan ayrıcalık mücerred hür kadınlarla cariyeler arasındaki ayrıcalık değildir. Zira güzel oldukları zaman cariyeler hakkında evla olanı, -İbnü Teymiyye'nin[946] de dediği gibi- tesettür hususunda hür kadınların hükmünü almalarıdır. Zevceliğe alındıkları zaman ise İbnü'lKayyım el-Cevziyye'nin de dediği şekilde[947] bu hüküm kuvvet kazanır. O halde bu hususdaki ayrıcalık mü'minlerin analarının, hür olsunlar cariye olsunlar, bütün kadınlardan ayrı olmalarıdır.

Dokuzuncu delil:

Peygamber (s.a.v.)'in hanımlarının perdelenip de kızlarının perdelen­memesi:

"Allah yanında İsa'nın dununu, Adem'in durumu gibidir: Onu toprak­lan yarattı, sonra ona 'ol' dedi o da oluverdi. (Bu) Hak (gerçek haber) Rabbindendir. Öyleyse şüphecilerden olma. Artık sana (bu) ilim geldikten sonra kim seninle onun hakkında tartışmaya kalkarsa de ki: Gelin oğulları­mızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım sonra gönülden dua ve niyaz edelim de, Allah'ın lanetini yalancıla­rın üzerine okuyalım!" (Âl-i İmran, 59-61).

İbn Kesir'in tefsirinde şöyle denilmektedir: "De ki: Geliniz oğullarımı­zı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım" yani karşılıklı olarak lanet dileme halinde hepsini hazır edelim (sonra lanetleşelim)... Nihayet Peygamber (s.a.v.) ertesi günü sabahlayıp da onlara haberi verdikten sonra, Hasan ile Hüseyin'i saçaklı kadifeden yapımış olan elbisesinin içerisine alarak geldi. Kızı Faüma (a.s.)da mulaane (karşılıklı olarak lanetleşme) için peşinden yürüyordu. Halbuki o gün kendisinin bir kaç tane hanımı vardı..."

Aynı şekilde şöyle denilmektedir:

"... (Hristiyanlardan, Necran elçilerinin ulularından) el-Akıb ile et-Tayyib Peygamber (s.a.v.)'in huzuruna geldiler. Rasulullah (s.a.v.) onları lanetleşmeye davet etti. Bunun üzerine Akıb ile Tayyip onunla ertesi günü karşılıklı olarak lanetleşeceklerine dair Peygamber (s.a.v.)'e kesin söz ver(ip randevulaş)tılar. Cabir demiş ki: Nihayet Rasulullah (s.a.v.) ertesi gün (lanetleşme yerine gitmek üzere) erkenden harekete geçerek Ali ile Fatıma'nın, Hasan ile Huseyn (r.a.)'ın ellerinden tut(up yola koyul)du. Sonra (gelmeleri için) onlara (Akıp ile Tayyib'e) de haber gönderdi. Fakat onlar gelmekten imtina ettiler. Cabir demiş ki: İşte "Gelin: Oğullarımızı ve oğullarınızı kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıra­lım..." âyeti bunlar hakkında nazil oldu. Cabir devamla şunu da söylemiş:

 (Ayette zikredilen) (Kendimizi ve kendinizi): Rasulullah ile Ali bin Ebi Talib'dir. (Oğullarımızı): Hasan ile Huseyn, (Kadınlarımızı): ise Fatıma (a.s.)dır.

Aynı şekilde bu hadisi Hakim Müstedrek adlı eserinde Ali bin İsa (r.a.)'dan rivayet ettikten sonra şöyle demiştir: (Bu hadis): Buhari ve Mis-lim'in şartlarına göre sahihdir. Fakat Buhari ve Müslim bunu tahric etme-meşlerdir. Keza: Hakim şunu da söylemiştir: Bu hadisi Ebu Davud ile et-Tayalisi Şube'den o da Muğire'den Muğire de Şa'bi'den mürsel olarak riva­yet etmişlerdir. Bu (sened) en sahih olanıdır. Bu hadisin benzeri İbnü Abbas ile el-Bera (İbn Azib) (r.a.)'dan da rivayet edilmektedir.[948]

Şerhiyle beraber bu ayet hicabın, Fatıma (a.s.) üzerine farz kılınmadığı-nı ifade etmektedir. Bu sebeble karşılıklı olarak lanetleşmek için Peygam­ber'in hanımları gelmediği halde Fatıma (a.s.) gelip hazır olmuştur. Ravi'nin Halbuki, o gün kendisinin birkaç tane hanımı vardı sözünün ne manaya geldiğini bir düşünün... Yani Rasulullah (s.a.v.)'in o günleri bir kaç tane ha­nımı olmasına rağmen kadınlarından, Fatıma'dan başkası gelip hazır olma­mıştır. Bizim kabul ettiğimiz görüş o ki; Peygamber (s.a.v.)'in hanımlarını karşılıklı olarak lanetleşmeye gelip hazır olmaktan üzerlerine hicab'ın farz kılınmış olmasından başka bir şey men etmemiştir.

Enes (r.a.)'dan rivayete göre demiş ki: "Peygamber (s.a.v.) -vefat ettiği gün, zevale doğru hastalığı ağırlaşınca sık sık bayılmaya başladı. Bundan kederlenen Fatıma (a.s.) yüksek sesle:

- Vay babamın ızdirabına! dedi.

Bunun üzerine Peygamber, Fatıma'ya hitaben:

- 'Kızım bu günden sonra babanın üzerinde hiçbir ızdırab kalmayacak­tır' buyurdu.

Enes dedi ki: Peygamber vefat edince, Fatıma:

- Ya Ebetahu! Ecabe Rabben deahu! Ya Ebetahu men cennetu'l Firdevsi me'vahu! Ya ebetahu ila Cibrile nen'ahu: Ey Rabbinin davetine icabet eden babam! Ey cennetü'l-Firdevs'de makamı olan babam! Ey Cibril'e ölümünü haber verdiğimiz babam! diye hüzün ve kederini açığa vurmuştur. Peygamber defnedildikten sonra da Fatıma (r.a.) Enes'e:

- Ey Enes! Derin bir bağlılıkla sevdiğiniz Rasulullah'ın üzerine toprak saçmağa gönlünüz nasıl razı oldu? diye (bir hüzün ve keder sorgusu) sormuştur."[949]

Fethu'l-Bari'de Ahmet İbn Hanbel ile Hakim bin Abdullah ve daha başkalarının tahric eyledikleri Abdullah İbnü Amr İbnil As'ın rivayet ettiği şöyle bir hadis nakledilmektedir:

Abdullah ibnü Amr şöyle demiştir:

- Peygamber (s.a.v.) Fatıma (a.s.)'ı dışardan geliyorken gördü de ona: "Sen, nereden geliyorsun diye sordu.

Bu soru üzerine Fatıma (a.s.):

-  'Şu cenaze sahihlerinin cenazelerine Allah'tan rahmet dileyerek dyet'de bulundum, dedi.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):

{- 'Öyle sanıyorum ki sen, onlarla birlikte mezarlığa kadar varmışsındır, fatıma: [ayır mezarlığa gitmedim, cevabını verdi.[950]

(r.a.)'dan rivayete göre şöyle haber vermiştir: "Fatıma ile el-Abbas (a.s.) &t Bekr'e geldiler de Rasulullah (s.a.v.) den miraslarını araştırıyor­lardı. CW o zaman Ebu Bekr'den Fedek ve Hayber arazilerinden hisseleri­ni istiyoardı. Ebu Bekr onlara şöyle dedi:

- Bd Rasulullah'tan işittim: Biz Peygamberler mirasçı olunmayız. Bizim bıktığımız her mal sadakadır. Muhammed ailesi ancak bu maldan yerler,1 buruyordu.

Ebu- Valla ben Rasulullah'm o malda yapmakta olduğunu gördüğüm hiçbir şeyi tketmem, muhakkak onu yaparım, dedi.

Ravi: İşte Fatıma bundan dolayı Ebu Bekir'den ayrıldı da ölünceye kadar onunla konuşmadı, dedi."[951]

Bir rivayette ravi şöyle demiştir: "... Bu cevap üzerine Rasulullah'ın kızı Fatıma (öfkelendi ve ) Ebu Bekir'den ayrıldı. Onun Ebu Bekir'den ayrılıp uzaklaşması ta ölünceye kadar devam etti."[952]

Hafız İbnü Hacer der ki: (... Bazı imamlar şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.)'in kızı Fatıma (a.s.)'ın, Ebu Bekr (r.a.).'dan ayrılıp uzaklaşması sade­ce Ebu Bekr ile karşılaşmaktan ve onunla bir araya gelmekten hoşlanma­maktan ibaret idi. Bu ise haram olan ayrılma ve uzaklaşma nevinden değil­dir. Çünkü ayrılıp uzaklaşmanın haram olmasının şartı, iki kişinin birbirle­riyle karşı karşıya gelip, birinin yüzünü şu tarafa diğerinin bu tarafa çevirme-sidir. Buna Öyle geliyor ki, Fatıma (a.s.) öfkelenerek Ebu Bekr (r.a.)'ın ya­nından çıktıktan sonra (ona küsmekten ziyade), vefat edinceye kadar mütemadiyen (babasının ölümüne) hüznü ve kendi hastalığıyla meşgul olmuştur.

Ebu Bekr (r.a.)'m mezkur hadisle ihticac etmesine Öfkelenmesinin sebebine gelince, bu öfkesi, Fatıma (a.s.)'ın hadisin te'vilinin Ebu Bekr'in kendisine tutunduğu görüşün aksine olduğuna itikad etmesinden ötürüdür J Güya Fatıma (a.s.) babasının "Biz peygamberler mirasçı olunmayız.../ sözündeki umumiliğin hususiyeti ifade ettiğine (yani peygamberin gerû bırakmış olduğu mallardan bazısına mahsus olduğuna) inanmakta ve Rasi lullah (s.a.v.)'in geride bıraktığı arazi ve akar'ın menfaatlerinin (devamın!) ondan miras kalmasının mümteni olmayacağı görüşünü benimsemekteki. Halbuki Ebu Bekr hadisin umumi manasına tutunuyordu. Ve (böyle/ne farklı şekillerde) tevile ihtimali olan böyle bir mesele de Ebu Bek/ile Fatıma ihtilafa düşüyorlardı. Nihayet Ebu Bekir (r.a.) reyinde kiarlı davramnca Fatıma bundan dolayı onunla bir araya gelmekten imtina efledi. Beyhaki'nin Sabit tarikiyle rivayetine göre "Ebu Bekr, (r.a.) hastal/ıdığı zaman Fatıma (a.s.)'ı ziyarete gitti. (Ebu Bekr (r.a.) gelince) Ali (r.a.) /atıma (a.s.)'a: Bu (gelen) Ebu Bekr (r.a.)'dir. Senden, yanına girmek i/n izin istiyor, dedi. Fatıma: - Sen, ona izin vermemi ister misin? dedi. Ali:

- Evet, isterim, cevabını verdi. Bunun üzerine Fatıma Ebu Bekr'in içeri girmesine izin verdi. Ebu Bekr Fatımanın yanına girince onu ikna etmeye, rızasını almaya çalıştı. Nihayet Fatıma da ikna olup razı oldu.

Bu haber, her ne kadar mürsel olsa da, onun Şa'bi'ye isnadı şahindir. Bu haberle Fatıma (a.s.)'ın Ebu Bekr'den ayrılıp uzaklaşması mevzuundaki devamlılığın caiz olup olmadığı hususundaki müşkil ortadan kalkmış olur... Eğer Şa'bi hadisi sabit ise, bu sübut müşkili izale eder. Zira Fatıma'nın aklının ve dinin derinliği malum olduğundan bu meselede en münasip olanı aralarındaki kırgınlığın (ihtilafın) bu şekilde halledilmiş olmasıdır.[953]

Buhari ve Müslim'in nasları ile Şa'bi hadisinin aralarını cemetmemiz de mümkündür. Şöyle ki: Son haber Ebu Bekr'in, Fatıma (a.s.)'ın vefatına yakın (bir zamanda) hastalandığı sırada onun ziyaretine giden zatın bizzat Ebu Bekr'in kendisi olduğunu ifade ediyor...

Bu durumda "... Fatıma (a.s.)'ın Ebu Bekr'den ayrılıp uzaklaşması ta ölünceye kadar devam etti..." sözünün manası, yani Fatıma'nın kendisi ta ölünceye kadar Ebu Bekr'in yanına gitmedi... Ölünceye kadar onunla konuşmadı" sözünün manası ise; Ta ölünceye kadar onunla miras meselesi hususunda bir daha görüşmedi, demek olur.

Bu noktada dikkatleri Allah Tealanın "Ey Ehli Beyt! Allah ancak ve ancak sizden ricsi gidermek ve sizi tertemiz paklamak istiyor." kavline (Ah-zab, 33) ve Aişe (r.a.) hadisine yöneltmek istiyoruz: Aişe demiş ki: Peygamber (sav) üzerinde siyah yünden yapılmış nakışlı bir örtü olduğu halde sabahleyin evden çıktı. Derken Hasan bin Ali geldi. Onu örtünün içine aldı, sonra Hüseyin geldi, o da beraberinde girdi. Sonra Fatıma geldi. Onu da içeri aldı. Sonra Ali geldi. Onu da içeri aldı. Sonra:

"Ey ehl-i Beyt! Allah ancak ve ancak sizden ricsi gidermek ve sizi tertemiz paklamak istiyor" âyetini okudu."[954]

* (Görüldüğü gibi) şanlı Peygamber kızı Fatımaya ve onunla birlikte kocası Ali'ye ve oğulları Hasan ile Huseyn (r.a.)'a ikramda bulunmakta ve onları kendisiyle Peygamber'in hanımlarının hepsine hitap edilen âyetin muhtevasına ortak etmektedir. Allah sübhanehu ve Tealamn, Fatıma Aleyha's-Selamı bu derece yüce bir paklama ile nasıl pakladığını ve sonra Fatıma (a.s.)'ın Peygamberin "Cennet kadınlarının en faziletlisi Hatice bintü Huveylid, Fatıma bintü Muhammed, Meryem bintü İmran ve Firavun'ın karısı Asiye bintü Muzahim'dir"[955] kavlinde ifadesini bulan bu derece yüksek bir ikrama nasıl ulaştığını düşünelim.

Kendisine hicabın farz kılınmasına hacet olmadan bütün bu temizlik ve ikramın sabit olması, Peygamberin hanımları üzerine hicabın farz kılınması­nın sadece onlara mahsus bir hususa binaen olup diğer kadınlara şamil olmadığını tekid eden hususlardan biridir. Sanırım "Bu, hem sizin kalbleri-niz için hem de onların kalbleri için daha temizdir." âyetinde ifade edilen temizlik Peygamber'in hanımlarının Rasulullah (s.a.v.)'den sonra evlenme­lerinin haram kılınması hususuyyetiyle alakalıdır. Esasen âyetin siyakı baştarafı da buna işaret etmektedir. Allah'ın izni ve tevfıkiyle bu bahsin sonunda bu hususu tafsilatıyla arzedeceğiz. [956]

 

 

 



[1]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/11-13.

[2] Buharı: 13/271.

[3] Buhari: 13/271.

[4] Fethul-Bari: 13/270, 271.

[5] Bkz: Sahihu'l-Camiü's-Sağir: hadis no: 4891.

[6] Buhari: 8/138. Müslim: 7/133.

[7] Buhari: 7/83. Müslim: 2/127.

[8] Müslim: 6/116.

[9] Buhari: 11/134.

[10] Buharı: 8/451.

[11] Müslim; 4/119.

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/13-17.

[12] Kitabu İhkami'l -hkam' şerhi Umdetil-Ahkâm: 1/148.

[13] Kitabu İhkami'l -hkam şerhi Ümdeti'l-Ahkâm: 1/151.

[14] Buhari: 2/52.

[15] Fethu-1-Bari: 2/52.

[16] Buhari: 9/83.

[17] Buhari: 2/492. Müslim: 2/32.

[18] Buhari: 3/34.

[19] Müslim; 2/32, 33.

[20] Bkz. Kitabu İhkami'l-Ahkâm Şerhi Umdeti'l Ahkam: 1/157.

[21] Bkz. Silsiletu'l-Ehadisi's-Sahiha, hadis no: 900, 2/201.

[22]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/17-20.

[23] Buhari: 2/195, Müslim: 2/118.

[24] Fethu'-Bari: 2/195.

[25] Buhari: 3/ 34.

[26] Buhari: 9/ 195.

[27] Buhari: 2/388, Muslini: 2/40.

[28] Buhari: 2/492, Müslim: 2/115.

[29] Buhari: 3/ 34.

[30] Buhari: 3/75, Müslim: 3/10.

[31] Fethul-Bari: 3/76.

[32] Müslim: 3/13.

[33] Müsllim:3/3.

[34] Tabakatu'i-Kübra li-ibni Sa'd: 8/296.

[35] Parentez arası Müslim'deki ziyadedir.

[36] Fethul-Bari: 5/56.

[37] Kitabul Mecmüi Şerhi1! Mühezzeb: 3 / 528.

[38] Ebu Davud: 2/105. Bkz: Sünenü Ebi Davud Hadis No: 1227.

[39] Nesa-i: 3/84. Bkz. Sahihu Süneni'n Nesai: Hadis No: 1292.

[40] Muvatta: 1/118.

[41] Müslim: 4/126.

[42] Müslim: 3/63.

[43] Bkz. Serhu'n Nevevi ala Sahihi Müslim: 7/ 36.

[44] Müdevvenetü'l-Kübra: 1/188.

[45] Mebsüt li Serahsi: :2/69.

[46] Buharı: 3/191. Müslim:3/30.

[47] Müslim: 3/31.

[48] Müslim: 3/31-

[49] Buhari: 3/54, Müslim: 3/33.

[50] Fethul Bari: 3/197.

[51] Bidayetül-Müctehid: 1/155, 156.

[52]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/20-27.

[53] Müslim: 1/167.

[54] Parentez arası Buhari'nin rivayeti: 5/180.

[55] Buharı: 5/190, Müslim: 3/175.

[56] Fethu'1-Bari: 5/180,181.

[57] Buhari: 5/177, Müslim: 3/175.

[58] Buhari: 5/186.

[59] İmam Malık: Miıclevvenetu'l Kübra: 1/230,231.

[60] İ'lamul Mevkıayn: 3 /26.

[61]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/27-29.

[62] Buhari: 4/71, Müslim: 3 /31.

[63] Buhari: 3/182, Müslim: 3/31.

[64] Buhari: 3/184, Müslim: 3/31.

[65] Buhari : 3/187. Müslim: 3/28.

[66] Müslim: 3/13.

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/29-31.

[67] Buhfli-i: 5/182, Muslini: 7/8.

[68] Fethu'1-Bari: 5/lfrî.

[69] Bidayetü'l-Müctehid: 1/231.

[70]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/31.

[71] Buhari: 3/479.

[72] Buhari: 3/197, Müslim: 3/32.

[73] Fethu'1-Bari: 3/479, 480. Bkz. Sünenü'n Nesa'i:

[74] Müslim: 8/206.

[75] Müslim: 8/203.

[76] Buhari: 5/104, Müslim: 3/152.

[77] İbni Sa'd: Tabakatu'l-Kübra: 8/296.

[78]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/31-32.

[79] Müslim: 8/203.

[80] İ'lamu'l-Mevkıayn: 2/388.

[81] Mecmuu'z Zevaid: 10/36.

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/32-33.

[82] Buhari: 2/95, Müslim: 3/22.

[83] Fethu'1-Bari: 2/96.

[84]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/33.

[85] Buhari: 11/86, Müslim: 4/143.

[86] Fethu'l-Bari: 11/111.

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/33.

[87] Buhari: 2/64 , Müslim: 4/206.

[88]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/33.

[89] Buhari: 2/103 .

[90] Fethu'1-Bari: 8/419.

[91] Fethu'1-Bari: 8/415.

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/33-34.

[92] Buhari: 2/100.

[93] Buhari: 2/99.

[94] Fethu'1-Bari: 2/99.

[95] Fethul-Bari: 2/100.

[96]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/34-35.

[97] Buhari: 2/79.

[98] Fethu'1-Bari: 2/81.

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/35.

[99] Müslim: 2/33.

[100] Müslim: 2/33.

[101] Müslim: 2/34.

[102] Bkz: Kitabu İhkami'1 Ahkamı şerhi Umdet'il Ahkam: 1/156.

[103] Müslim: 8/205.

[104] Müslim: 3/31.

[105] Müslim: 2/31.

[106] Bkz: Nevevi: Mecmuu Şerhi'l Muhezzeb: 4/196.

[107] Mebsüt: 1/184.

[108] Müdevvene: 1/106.

[109] Müslim: 2/32.

[110] Buhari: 2/18.

[111] Buhari: 3/328. Müslim: 2/32.

[112] Buhari: Fethu'1-Bari: 2/19.

[113] Buhari: 9/83.

[114] Buhari: 2/309. Müslim: 2/27.

[115] Buhari: 2/492. Müslim: 2/115.

[116] Buhari: 2/494.

[117] Buhari: 2/344. Müslim: 2/44.

[118] Buhari: 2/493.

[119] Buhari: 2/467.

[120] Buhari: 2/62.

[121] Fethul-Bari: 2/62.

[122]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/35-44.

[123] Buhari: 3/120, Müslim: 3/18.

[124] Buhari: 3/119, Müslim: 3/18.

[125] Fethul-Bari: 1/ 202, 203.

[126] Fethu'1-Bari: 3/119,120.

[127] Müslim: 1/61.

[128] Buhari: 1/421. Müslim: 1/61.

[129] Buhari: 1/206.

[130] Buhari: 17/ 55. Müslim: 8/39.

[131] Fethu'î-Bari: 1/207.

[132] Buhari: 5/141. Müslim: 3/145.

[133] Fethu'1-Bari: 5/142.

[134] Buhari: 4/71. Müslim: 3/80.

[135] Müslim: 4/168.

[136] Buhari: 6/145. Müslim: 3/93.

[137] Buhari: 11/435. Müslim: 5/129.

[138] Buhari: 6/161. Müslim: 3/ 81.

[139] Müslim: 4/196.

[140] Buhari: 8/313. Müslim: 4/201.

[141] Fethul-Bari: 11/400, 401.

[142] Müslim: 3/155.

[143] Buhari: 12/501. Müslim: 6/165.

[144] Müslim: 1/179.

[145] Buhari: 1/239. Müslim: 1/172.

[146] Buhari: 1/426. Müslim: 1/166.

[147] Buhari: 1/422. Müslim: 1/181.

[148] Buhari: 1/344. Müslim: 1/180.

[149] Müslim: 4/200.

[150] Buhari: 4/436.

[151] Müslim: 3/156.

[152] Buhari: 4/121. Müslim: 4/101.

[153] Müslim: 4/101.

[154] Müslim: 1/35 .

[155] Buhari: 10/254. Müslim: 6/166.

[156] Buhari: 9/25. Müslim: 7/172.

[157] Müslim: 8/203.

[158] Müslim: 4/196.

[159] Müslim: 4/197.

[160] Müslim: 4/198.

[161] Müslim: 4/199.

[162] Buharı: 8/313. Müslim: 4/201.

[163] Müslim: 4/55.

[164] Müslim: 4/93.

[165]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/44-58.

[166] Buhari: 4/159. Müslim: 4/27.

[167] Müslim: 4/101.

[168] Buhari: 4/159. Müslim: 4/27.

[169] Buhari: 4/308. Müslim: 4/50.

[170] Buhari: 4/259. Müslim: 3/145.

[171] Buhari: 4/277. Müslim: 4/76.

[172] Müslim: 4/79.

[173] Müslim: 4/81.

[174] Buhari: 4/121. Müslim: 4/101.

[175] Buhari: 4/335. Müslim: 4/93.

[176] Buhari: 4/227. Müslim: 4/68.

[177] Buhari: 4/232. Müslim: 4/68.

[178] Buhari: 4/361. Müslim: 4/31.

[179] Buhari: 4/443.

[180] Burada Peygamberin hanımlarının haccıyla mü'mine hanımların hacdan arasındaki far ki görüyoruz. Peygamber'in hanımlarına erkeklerden uzak durmalarının fazla olması söz konusudur. Bu da onlara hicabın farz olması sebebiyledir.

[181] Buhari: 4/226.

[182]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/58-61.

[183] Buhari: 6/350. Müslim: 6/50.

[184] Buhari: 6/4X8. Müslim: 5/196.

[185] Fethu'1-Bari: 6/419.

[186] Buhari: 6/419.

[187] Buhari: 6/420.

[188] Buhari: 6/420.           

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/61-64.                                                                            

[189] Müslim: 5/196.                                                                                           

[190] Müslim: 5/196.                                                                                  

[191] Müslim: 5/196.

[192] Buhari: 3/122.

[193] Müslim: 5/197.

[194]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/64-65.

[195] Ibn Sa'd: Tabakatu'l-Kübra: 8/292.

[196] Buhari: 2/25, Müslim: 4/147.

[197] Fethu'l-Bari: 6/416.

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/65-67.

[198] Müslim: 5/27, 28.

[199] Buhari: 4/449. Müslim: 4/61.

[200] Buhari: 11/35. Müslim: 4/26.

[201] Buhari: 3/392. Müslim: 3/40.

[202] Fethu'I-Bari: 3/327, 328.

[203] Müslim: 3/39.

[204] Buhari: 3/410. Müslim: 3/45.

[205] Buhari: 1/259, Müslim: 7/7.

[206] Buhari: 10/150, Müslim: 7/7.

[207] Buhari: 10/283 Müslim: 4/190.

[208] Buhari: 8/313. Müslim: 4/201.

[209] Müslim: 4/200.

[210] Buhari: 3/120. Müslim: 3/18.

[211] Buhari: 9/83.

[212] Buhari: 8/148.

[213] Müslim: 4/119.

[214] Buharı: 8/24 .

[215] Buhari: 7/190.

[216] Buhari: 5/222.

[217] Buhari: 13/102.

[218] Bkz. Sahihu Sünenin Nesa-i: Hadis No: 1341.

[219] Müslim: 7/79.

[220] Buhari: 11/234, Müslim: 7/11.

[221] Fethul-Bari: 11/237.

[222] Buhari: 3/120, Müslim: 3/18.

[223] Buharı: 8/266.

[224] Müslim: 6/41.

[225] Buhari: 2/100.

[226] Buhari: 2/99, Müslim: 3/54.

[227] Fethu'1-Bari: 2/100.

[228] Müslim: 7/12.

[229] Buhari: 6/390, Müslim: 6/42.

[230] Müslim: 7/8.

[231] Buhari: 6/42.

[232] Buhari: 5/117.

[233] Buhari: 11/ 86, Müslim: 4/143.

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/67-78.

[234] Buhari: 11/103.

[235] Buhari: 8/113

[236] Fethu'1-Bari: 11/18.

[237] Buhari: 2/25, Müslim: 4/147.

[238] Buhari: 11/79.

[239] Fethu'1-Bari: 11/79.

[240] Fethul-Bari: 11/122.

[241] Unıdetu'l Ahkam: 2/201.

[242] Müslim: 4/199.

[243] Bkz. Serhu'n-Nevevi !i-Mü.slim: 10/97.

[244] Buhari: 11/83.

[245] Ibn Arabi: Ahkamul Kur'an:l/212, 213.

[246] Euhari: 11/394.

[247] Buhari: 8 /313. Müsîim: 412.

[248] Fethu'1-Bari: 11/398.

[249] Müslim: 4/142.

[250] Müslim: 3/37.

[251] Buharı: 12/201, Müslim: 6'103.

[252] Müslim: 4/148?

[253] Ibni Nace: 1/600, Sahihti Süneni İlmi jSace Hadis No: İ512.

[254] Buhari: 11/32, Müslim: 4/143.

[255]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/78-86.

[256] Müslim: 8/237.

[257] Buharİ: 8/262.

[258] Buhari: 10/327.

[259] Müslim: 4/147.

[260] Şeyh Nasruddin Elbani Hicabu'l-Mer'eti'l-Müslime: 50.

[261] Müslim: 4/64.

[262] Tirmizi: 9/284.

[263] 'PBthu'l-Bari: 9/193.

[264] Buhari: 8/224, Müslim: 4/141.

[265] Fethu'l-Bari: 11/130.

[266] Fethu'l-Bari: 8/224 ,225.

[267] Buhari: 11/133.

[268] Fethul-Bari: 11/133.

[269] Bkz. Tefsiru't Taberi: Cuma sûresi: Âyet; II.

[270] Pethu'1-Bari: 3 /76.

[271] Bkz. Durru'l Mensur: Cuma sûresi: Âyet; 11.

[272] Buharı: 11/108.

[273] Fethu'1-Bari: 11/109.

[274] Buhari: 8/114, Müslim: 7/174.

[275] Bkz: Sahihu Camius-Sağir: Hadis No: 4082.

[276] Mİşkatü'l Mesabih: Hadis No: 3159.

[277] Buharı: 10/148, Müslim: 4/151.

[278] Buhari: 11/160, Müslim: 6 / 103.

[279] Fethul-Bari: 11/160.

[280] Sahihu Cami'is Sağir: Hadis No: 4336.

[281] Sahihu Sîm«nü'n-Nes<ıi: 1/341, hadis no: 1456.

[282] Bulum: 1/439.

[283] F'sthu'1-Ban: 1'43£.

[284] Pc-thu'i-Bari: 3/122.

[285] Fethu'l-Bari: 1/439.

[286] Pethu'l-Bari: 3/123.

[287] Buhari: 3/115, Müslim: 3/21.

[288] Buhari: 3/117.

[289] Fethu'1-Bari: 3 / 117,118.

[290] Buharı: 8/267.

[291] Buhari; 3/128.

[292] Buhari: 3/98. Müslim; 3/ 21.

[293] Buharı: 3/128.

[294] Buhari: 11/250.

[295] Buhari: 3/95, Müslim: 3 /22.

[296] Fethul-Bari: 3/96.

[297] Fethu'1-Barİ: 2/96.

[298] Buhari: 13/151.

[299] Buhari: 3/347, Müslim: 2/210.

[300] Fethul-Bari: 3/ 349.

[301] Müslim: 7/169.

[302] Buhari: 1/109, Müslim: 2/180.

[303] Buhari: 13/430, Müslim: 2/92.

[304] Buhari: 8/437, Müslim: 8/114.

[305] Buhari: 3/295, Müslim: 2/157.

[306] Müslim: 4/166.

[307] Buhari: 9/24, Müslim: 7/172.

[308] Müslim: 7/8.

[309] Buhari: 6/443.

[310] Müslim: 2/205.

[311] Müslim: 8/225?

[312] Buhari: 8/148.

[313] Müslim: 11/79.

[314] Müslim: 8/140, Müslim: 7/134.

[315] Müslim: 7/18.

[316] Buhari: 8/104, Müslim: 7/147.

[317] Buhari: 6/ 390, Müslim: 7/145.

[318] Fethul-Bari: 6/391.

[319] Müslim: 2/128.

[320] Buhari: 13/204, Müslim: 6/176, 2/127.

[321] Fethu'1-Bari: 13/205, 206.

[322] Fethu'1-Bari: 13/207.

[323] Buhari: 13/151.

[324] Fethu"I-Bari: 5/115.

[325] Buhari: 13/321, Müslim: 7/82.

[326] Fethul-Barİ: 13/312, 313.

[327] Buhari: 6/350, Müslim: 6/49.

[328] Fethu'1-Bari: 13/320.

[329] Fethurl-Bari; 13/320.

[330] Fethu'1-Bari: 13/320.

[331] Buhari: 4/ 308, Müslim: 4/44.

[332] Buhari: 4/161, Müslim: 4/45.

[333] Fethul-Bari: 4/161.

[334] Buhari: 11/157.

[335] Buhari: 8/114, Müslim: 7/174.

[336] Buhari: 14/335, Müslim: 7/174.

[337] Buhari: 8/108, Müslim: 1/192.

[338] Buharı: 16/49.

[339] Buharı: 12/218. Müslim: 8/16?

[340] Buhari: 5/131. Müslim: 7/159.

[341] Müslim: 7/81.

[342] Buhari: 8/249. Müslim: 6/175.

[343] Buhari: 1/308. Müslim: 7/86.

[344] Buhari: 16/326.

[345] Buhari: 1/1339. Müslim: 1/164.

[346] Müslim: 7/79.

[347] Müslim: 8/40.

[348]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/86-114.

[349] Müslim: 6/116.

[350] Buhari: 2/35. Müslim: 2/127.

[351] Pethu'1-Bari: 2/37.

[352] Buhari: 5/127.

[353] Buhari: 13/313.

[354] Buhari: 8/402. Müslim: 6/118.

[355] Buharı: 7/399. Müslim: 6/118.

[356] Parentez arası Müslim'in ziyadesidir.

[357] Buhari: 11/160. Müslim: 6/130.

[358] Müslim: 4/196.

[359] Müslim: 8/203.

[360] Müslim: 4/195.

[361] Buhari: 13/271.

[362] Müslim: 8/205.

[363] Fethu'l-Bari'den naklen: 10/264.

[364] Buhari: 8/135. Müslim: 7/133.

[365] Buhari: 6/171. Müslim: 5/163.

[366] Buhari: 5/222.

[367] Müslim: 7/60.

[368] Müslim: 4/150.

[369] Buhari: 11/134. Müslim: 4/150.

[370] Buhari: 6/ 130. Müslim: 6/69.

[371] Buhari: 4/259. Müslim: 3/145.

[372] Fethu'1-Bari: 5/142

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/114-120.

[373] Buhari: 16/5. Müslim: 1/97.

[374] Buhari: 16/28. Müslim: 7/52.

[375] Buhari: 8/225, Müslim: 7/134.

[376] Buhari: 8/42, Müslim: 7/114.

[377] Buhari: 16/68

[378] Fethu'1-Bari: 16/48.

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/120-121.

[379] Bkz. Fethu'1-Bari: 16/48.

[380] Buhari: 12/221.

[381] Fethu'1-Bari: 12/222.

[382] Bu hadis Nasrudin Elbani'nin Silsiletu'l Ehadis: Hadis No: 995'ten nakledilmiştir.

[383] Buhari: 11/35, Müslim: 4/26.

[384] Müslim: 8/16.

[385] Ebu Davud: 4/471,Bkz. Camius Sağir, hadis no: 367, Süneni Ebu Davud, hadis no: 2651.

[386] Bkz. Sünenü'n Nesa'i hadis no: 1872

[387] Buhari: 10/100.

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/121-124.

[388] Buhari: 3/418, Müslim: 3/40.

[389] Bkz. Muvatta, Bkz. Sünenü'n Nesa-i hadis no: 2993. 2/672.

[390] Mecmuu'z Zevaid: 5/171.

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/124-125.

[391] Buhari: 8/252.

[392] Fethu'1-Bari: 8/253.

[393] Müslim: 6/127.

[394] Fethu'1-Bari: 2/4

[395] Buhari: 16/78.

[396] Buhari: 5/193.

[397] Buhari: 11/39.

[398] Fethul-Bari: 11/144.

[399] Buhari: 11/39, Müslim: 8/239.

[400] Buhari: 11/94.

[401] Müslim: 4/197.

[402] Müslim: 4/168.

[403] Buhari: 8/120, Müslim: 6/127.

[404] Müslim: 6/69.

[405] Buhari: 13/152.

[406] Müslim: 6/119.

[407] Bkz. Haşiyetu Sahihi Müslim: 6/120.

[408] Muvatta: 2/935.

[409] Bkz. Silsiletu'l Ehadisi's S ah ıha; hadis no: 216.

[410] Müşkatu'l Mesabih; hadis no: 2079.

[411] Müşkatu'l Mesabih; hadis no: 3221.

[412] Buhari: 8/189.

[413] Buhari: 8/189.

[414] Buhari: 9/ 24, Müslim: 7/172.

[415] Buhari: 6/241.

[416] Buhari: 2/25. Müslim: 4 /147.

[417] Buhari: 5/328.

[418] Buhari: 11/30, Müslim: 4/147.

[419] Müslim: 7/145.

[420] Buhari: 6/420.

[421] Müslim: 8/ 23.

[422] Müslim: 8/23.

[423] Buharı: 3/401. Müslim: 3/42.

[424] Buhari: 7/423.

[425] Fethu'1-Bari: 7/423.

[426] Fethu'1-Bari: 4/446, 447.

[427] Kitabu îhkami'l Ahkam Şerhi Umdeti'l Ahkam: 2/67.

[428] İmam Mali: Müdevvenetu'l Kübra: 1/452.

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/125-136.

[429] Buharı: 9/215.

[430] Buhari: 3/397, Müslim: 3/39.

[431] Fethu'I-Bari: 3/399.

[432] Buhari: 3/358.

[433] Buharİ: 3/358, Müslim: 7/152.

[434] Buhari: 14/236.

[435] Müslim: 3/38.

[436] Müslim: 3/38.

[437] Buharı: 3/373.

[438] Buhari: 3/370, Müslim: 3/47.

[439] Müslim: 3/63.

[440] Bkz. Şerhu'n Nevevi ala Sahihi Müslim: 7/36.

[441] Buhari: 3/387, Müslim: 3/47.

[442] Fethu'l-Barİ: 3/387.

[443] İmam Malik: Müdevvenetu'l-Kübra: 1/188.

[444] Kitabu İhkamil-Ahkâm Şerhi Umdetil-Ahkâm: 1/324, 325

[445] Bkz: Daifu'l Camii's Sağir: Hadis No: 873.

[446] Buhari; 3 /391, Müslim: 3/40.

[447] Fethu'1-Bari: 3/391, 392.

[448] Bkz. Sahihu Süneni İbni Mace: 1/351, No: 1678.

[449] İbn Sa'd Tabakatul Kübra: 8/379, 380.

[450] Buhari: 8/19, Müslim: 7/110.

[451] Buhari: 9/ 184, Müslim: 8/109

[452] Buhari: 7/8, Müslim: 5/153.

[453] Buhari: 8/451-

[454] Buhari: 6/9.

[455] Buhari: 11/328.

[456] Müslim: 5/105

[457] Buhari: 9/85, Müslim: 5/114.

[458] Fethu'3-Bari: 10/100.

[459] Buhari: 13/104.

[460] İ'lamu"! Mevkıayn: 1/ 93.

[461] Buhari: 10/105, Müslim: 8/119.

[462] Müslim: 5/105.

[463] Müslim: 5/115.

[464] Buhari: 11/100.

[465] Buhari: 11/319.

[466] Müslim: 4/195?

[467] Buhari: 12/378, Müslim: 4/154

[468] Nur sûresi: Âyet; 6-9.

[469] Buharı: 11/380, Müslim: 4/206.

[470] Buhari: 9 /280.

[471] Buhari: 7/104, Müslim: 5/58.

[472] Müslim: 5/120.

[473] Buhari: 15/203, Müslim: 5/121.

[474] Fethu'I-Bari: 15/102.

[475] Buhari: 15/94, Müslim: 5/114.

[476] Buhari: 3/410, Müslim: 3/45.

[477] Fethu'1-Bari: 5/471.

[478] Fethu'l Bari: 5/471.

[479]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/136-157.

[480] Buhari: 8/444, Müslim: 7/163.

[481] Buharı: 9/ 24 , Müslim: 7/172.

[482] Bubari: 7/152, Müslim: 7/115.

[483] Buharı: 9/ 24, Müslim: 7/172.

[484]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/157-161.

[485] Buharı: 2/141.

[486] Buhari: 10/146.

[487] Buhari: 10/85, Müslim: 8 /118.

[488] Buhari: 12/416.

[489] Müslim: 8/26.

[490] Buhari: 8/414, Müslim: 5/163.

[491] Müslim: 5/78.

[492] Buhari: 2/292, Müslim; 2/23.

[493] Fethu'1-Bari: 2/295.

[494] Hudessara; 2/18.

[495] Fethu'1-Bari: 2/295.

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/161-166.

[496] Buhari; 10/339, Müslim: 5/182.

[497] Müslim: 7/153.

[498] Buhari: 8/452.

[499] Fethu'1-Bari: 8/353.

[500] Buharı: 8/382.

[501] Buhari: 15/182, Müslim: 5/122.

[502] Buhari: 5/361.

[503] Buhari: 10/430, Müslim: 7/20.

[504] Buhari: 1/364, Müslim: 2/140.

[505] Müslim: 5/150.

[506] Buhari:2/ 25, Müslim: 4/145.

[507] Buhari: 6/159, Müslim: 7/14.

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/166-175.

[508] Müslim: 7/76

[509] Müslim: 2/71.

[510] Buhari: 12/51.

[511] Fethu'1-Bari: 6/146.

[512] Müslim: 4/200.

[513] Müslim: 5/27.

[514] Buhari: 4/87, Müslim: 7/61.

[515] Buhari: 4/71, Müslim: 3/80.

[516] Şahihu Süneni İbni Mace: Hadis No: 1458,1/307.

[517] İbni Sa'd: Tabakatul Kübra: 8/290.

[518] Buhari: 5/222.

[519] İbni Sa'd Tabakatul Kübra: 8/300.

[520] Buhari: 6/127.

[521] Buhari: 5/222.

[522] Buhari: 8/416.

[523] Fethu'I-Bari: 8/419.

[524] Fethu'1-Bari: 8/415.

[525] Fethu'1-Bari: 3/123.

[526] Buhari: 12/281, Müslim: 7/17.

[527] Bkz. Silsiletü'l Ehadisi's Sahiha: Hadis No: 178

[528] Buhari: 6/420?

[529] Müslim: 5/199.

[530] Buhari: 3/348, Müslim: 2/210.

[531] Buhari:12/311, Müslim: 7/18.

[532] Buhari: 11/234, Müslim: 7/11.

[533] Buhari: 2/215, Müslim: 6/130.

[534] Müslim: 5/90.

[535]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/179-186.

[536]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/186-188.

[537]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/188-189.

[538] Buharı: 16/229.

[539] Buharı: 11/28.

[540] Buharı: 13/33.

[541] Pethul-Bari: 13/34.

[542] Müslim: 3/119.

[543] Bkz. Haşiyetu İbni Abidin ala Durri'l Muhtar: 2/671.

[544] Bkz. Sahihu Süneni Tirmizi: Hadis No: 1970, 2/290.

[545] Müslim: 4/41.

[546] Buhari: 11/435, Müslim; 5/129.

[547] Buhari: 11/428.

[548] Fet,bu'I-Bari: 11/428.

[549] Haşiyetu'I İbni Abıdin ala Dürri'l Muhtar: 2/671.

[550] Buhari: 5/458. Buhari: 11/444.

[551] Fethu'l-Bari: 11/444.

[552] Buhari: 6/106. Müslim: 6 /8

[553] Buhari: 8/451.

[554] Buhari: 6/106.

[555] Buhari: 11/4, Müslim: 4/129.

[556] Buhari: 11/13.

[557] Buhari:l 1/103.

[558] İmam Ahmed Müsned, Sahihu Camii's Sağir: Hadis No: 5155.

[559] Buhari: 11/256, Müslim: 4/176.

[560] Fethu'1-Bari: 11/256,

[561] Bkz: Sahihu Süneni'n Nesa-i: Hadis No: 3026, 2/380.

[562] Buharı: 6/106, Müslim: 6/8.

[563] Buhari: 11/440.

[564] Müslim: 4/200.

[565] Buhari: 13/119.

[566] Müslim: 3/119.

[567] Zadu'l Mead

[568] Abdu'l Vehhab Hallaf; Kitabu İlmi Usulîl Fıkh: 108,109.

[569] Gıyasi: 358, 359.

[570] Buhari: 4/68.

[571] Buhari: 4/71, Müslim: 3/80.

[572]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/189-200.

[573]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/200.

[574] Müslim: 7/144.

[575] Müslim: 7/136.

[576] Müslim: 4/200.

[577] Buhari: 6/106, Müslim: 6/8.

[578] Buhari: 11/435.

[579] Buhari: 11/435.

[580] Buhari: 2/303.

[581] Buhari: 13/70.

[582] Bkz. Silsilletul Ehadisi's Sahiha: Hadis No: 671.

[583] Bkz. Sahihu Camii's Sağır: Hadis No: 671.

[584] Buharı: 6/146, Müslim: 3/79.

[585] Buharı: 4/71, Müslim: 8/20.

[586] Buhari: 13/46, Müslim: 8/20.

[587] Bkz.

[588] Buharı: 6/106, Müslim: 6/8.

[589] Buhari: 9/192.

[590] Kitabul Mereti beyne'l Fıkhı ve'l kanuni: 39, 40,167.

[591] Bidayetü'l Müctehid: 2/344.

[592] Kitabu's Sünneti'n Nebeviyyeti beyne Ehlil Fıkhi ve Ehli'l Hadis: 4 7-51.

[593] Bkz. a.ge.

[594] tbni Teymiye Mecmua'tu Feteva: 26/ 181.

[595] İbni Teymiye Mecmua'tu Feteva: 23/ 186, 187.

[596] İbni Teymiye Mecmua'tu Feteva: 20/ 538.

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/200-211.

[597]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/215-216.

[598] Buhari: 3/54, Müslim: 3/32, 33.

[599] Müslim: 8/203.

[600] Buhari:  5/104, Müslim: 3/152.

[601]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/216-217.

[602] Müslim: 8/237.

[603] Buhari: 3/115, Müslim: 3/152.

[604] Buhari: 8/224.

[605] Fethu'1-Bari: 8/224, 225.

[606]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/217-218.

[607] Buharı: 17/55, Müslim: 8/39.

[608] Müslim: 2/169

[609] Buhari: 3/138.

[610] Buhari: 2/314, Müslim: 2 /20

[611] Buharı: 10/279- Müslim: 4/201

[612]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/218-221.

[613] Kitabu Nidai ila Cinsi'l Latif: 13

[614] Mecmuz'u Zevaici: 9/264 .

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/221.

[615] Buhari: 6/171, Müslim: 5/163.

[616] Müslim: 4/195.

[617] Müslim: 8/203.

[618] Buhari: 5/222.

[619] Buhari: 2/100.

[620] Buhari: 2/99.

[621] Pethu'1-Bari: 2/100.

[622] Buhari; 8/266.

[623] Buhari: 8/375, Müslim: 5/178.

[624] Buhari: 6/361, Müslim: 6/45.

[625] Fethul-Bari: 8/375.

[626]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/221-223.

[627] Müslim: 7/136.

[628] Buhari: 4/28, Müslim: 7/144.

[629] Müslim: 4/130.

[630] Fethu']-Bari:4/29, 30.

[631] Buhari: 11/234, Müslim: 7/11.

[632] Buhari: 6/129.

[633] Silsiletü'l Ehadisi's Sahiha: Hadis No:178.

[634]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/224-225.

[635]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/225-226.

[636] Buhari: 5/357.

[637] Müslim: 7/136.

[638]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/226-227.

[639] Buharı: 13/46, Müslim: 8/20.

[640] Buhari: 1/24, Müslim: 8/20.

[641] Buhari: 1/147, Müslim: 1/54.

[642] Müslim: 1/53.

[643] Fethu'1-Bari: 6/147.

[644] Buhari: 13/55, Müslim: 3/83.

[645] Pethul-Bari: 6/22.

[646] Buhari: 13/55, Müslim: 3/83.

[647] Buhari: 6/472, Müslim: 5/28.

[648] Buhari: 6/74, Müslim: 1/62.

[649] Buhari: 6/172.

[650] Buhari: 5/400, Müslim: 8/34.

[651] Müslim: 1/46.

[652] Buhari: 2/279, Müslim: 8/34.

[653] Buhari: 5/438, Müslim: 7/44.

[654] Buhari: 7/322, Müslim: 7/44.

[655] Buhari: 14/197, Müslim- uma

[656] Buhari: 14/197, Müslim: 3/86.

[657] Buhari: 4/43, Müslim: 3/93,

[658] Buhari: 6/145, Müslim: 3/92.

[659] Buhari: 4/36, Müslim: 3/90.

[660] 5/174, Müslim: 3/176.

[661] Nevevi Şerhi1! Mühezzeb: 4/363, 364, 365.

[662] Nevevi Şerhi'] Mühezzeb: 4/94, 95.

[663] Buharı: 2/495, Müslim: 2/34.

[664] Bkz. Kitabu1] Muğni: 2/375, 376.

[665] Bkz. İmam-ı Malikk: Kafî:l/248.

[666] Mebsut: 2/23.

[667] Bkz. Fethul-Bari: 2/8

[668] Müslim: 3/13.

[669] Ebu Davud: 1/644, Pethu'l Bari: 3/7, Sahihu Süneni Ebu Davud: Hadis No: 942

[670] Fethu'1-Bari: 3/7.

[671] Fethu"l-Bari: 11/207.

[672] Buhari: 4/36, Müslim: 3/90.

[673] Buhari: 13/46, Müslim: 8/20.

[674] Buhari: 6/106, Müslim: 6/8.

[675] Ibnu Teymiyye Mecmuatu Fetava: 26/181.

[676] İbnıı Teymiyye Mecmuatu Fetava: 23/186,187.

[677] İbnu Teymiyye Mecmuatu Fetava: 20/538.

[678]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/228-242.

[679]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/245-246.

[680] Buhari: 1/25, Müslim: 1/97.

[681] Bkz. îbnu Kesir: El-Bidayetu ven Nihayetu: 3 /30.

[682] Buhari: 8/189.

[683] Buhari: 8/181.

[684] İbni Sa'd: Tabakatu'l Kübra: 8/99, 100.

[685] Buhari: 8/176.

[686] Fethu'l-Bari:8/176.

[687] Buhari: 3/464.

[688] Fethul-Bari: 3/462.

[689] Buhari: 7/22, Müslim: 7/141.

[690] Parantez arası: İbni Sa'd: Tabakatul Kübra: 8/31.

[691] Fethul-Bari: 8/86.

[692] İbni Sa'd: Tsbakatü'l Kübra: 8/323, 324.

[693] ibni Sa'd: Tabakatü'l Kübra: 8/425.

[694] îbni Sa'd: Tabakatü'J Kübra: 8/425.

[695] Buhari: 8/170.

[696] Buhari: 6/240.

[697] İbni Sa'd: Tahakatu'l Kübra: 8/230.

[698] Fethu'1-Bari: 15/348.

[699] Pethu'1-Bari: 8/176.

[700] Buhari: 8/170

[701] Fethu'1-Bari: 8/20.

[702] Bkz. îbnu Abdi'l Ber; Kitabu'd Dureri fi thtisari'I Megazi ve Siyer: 19.

[703] Bkz. Fethul-Bari: 3/425.

[704] Buhari: 8/189.

[705] Buhari: 8/26, Müslim: 7/172.

[706] Buhari: 8/189.

[707] Fethu'1-Bari: 8/86.

[708] Fethu'1-Bari: 8/ 187, 189.

[709] Buhari: 8/249, Müslim: 7/172.

[710] Buhari: 6/240.

[711] Buhari: 9/24, Müslim: 7/172.

[712] Buhari: 2/79.

[713] Fethu'1-Bari: 2/81.

[714] Bkz. İbnu Sa'd: Tabakatul Kübra: 8/276, 313.

[715] Buhari: 6/281.

[716] Buhari: 17470.

[717] Buharı: 7/392, Müslim: 2/140.

[718] Bkz. İbni Hacer Askalani:

[719]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/246-256.

[720] Buhari: 10/265, Müslim: 3/18.

[721] Buhari: 8/222.

[722] Buhari: 16/241, Müslim: 6/15.

[723] Fethu'1-Bari: 8/220.

[724] Buharı: 6/257.

[725] Fethu'1-Bari: 6/276.

[726] Buhari; 11/345.

[727] Fethu'I-Bari: 11/345.

[728] Müslim: 7/145.

[729] Tabakatu'l Kübra: 8/426, 427.

[730] Parantez arası Buhari'nin rivayeti: 12/175, Müslim: 3/79.

[731] Sahihu Süneni'n Nesa-i: Hadis No: 3133, 2/703.

[732] Buhari: 6/420.

[733] Buhari: 6/350, Müslim: 6/50.

[734] Buhari: 8/141, Müslim: 5/130.

[735] Buhari: 7/83, Müslim: 2/158.

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/256-260.

[736] Müslim: 7/67.

[737] Buhari: 7/442, Müslim: 7/144.

[738] Buhari: 8/411.

[739] Müslim: 8/205.

[740] Müslim: 8/203.

[741] Buhari: 8/149.

[742] Müslim: 6/7.

[743]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/260-262.

[744] Buharı: 6/257,259,276.

[745] Müslim: 5/196.

[746] Müslim: 6/5.

[747] Buhari: 8/406.

[748] Fethu'I-Bari; 8/406, 407.

[749] Müslim: 6/23.

[750] Müslim: 7/7.

[751] Müslim: 6/15.

[752] Müslim: 8/166.

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/262-265.

[753] Buhari: 16/167

[754] Buhari: 16/170.

[755] Buhari: 16/140.

[756] Buhari: 16/164.

[757] Müslim: 7/190.

[758]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/265-268.

[759]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/269-270.

[760] Müslim: 1/53.

[761] Buhari: 1/147, Müslim: 1/54.

[762] Kitabu Nidau ila'l Cinsi'l Latif: 13,

[763] Müslim: 8/24.

[764]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/270-276.

[765] El Mer'e tu beyne'l Fıkhı ve'l Kanun: 155.

[766] Dr. Kardevi kadının özel aile sorunlarındaki görüşünün önemini açıklamak için Hz. Ömer döneminden üç örnek vermiştir; Mihrin en son sinimin belirlenmesinde Koca sefere çıktığı zaman, kocanın mukim olmama süresinin belirlenmesinde; çocuğa sütten kesilmesinden sonra değilde doğumunun hemen akibinde nafakanın farz olmasının belirlenmesi hususlarında.

[767] Buharir 6/106, Müslim: 6/8.

[768] İbnİ Teymiyye; Mecmuatu Feteva: 26/181.

[769] İbni Teymiyye; Mecmuatu Feteva: 23/186, 187.

[770] İbni Teymiyye; Mecmuatu Feteva: 2/538.

[771]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/276-285.

[772] Buharı, nikâh bahsi, gayret (yani kıskançlık) babı. 11/234. Müslim: Selam bahsi: Yabancı bir kadın yolda köttirümlediği vakit onu hayvanın terkisine almanın cevazı babı. 7/11.

[773] Buhari, Allah'ın mahlukları ilk yaratış bahsi, cennetin sıfatı ve el'an yaratılmış olduğu hakkında gelen şeyler babı. 7/130.

[774] Bkz. Ömer'in hanımına karşı tutumunu gösteren hadis: Buharı, Cuma bahsi, Cuma namazında hazır bulunmayan kadınlara, çocuklara ve diğerlerine gusul yapmak (yıkanmak) lazım olup olmadığı babı 3/34. Yine beşinci bölümün "kadının mescide çıkması" bahsine bkz.

[775] Buhari, nikâh bahsi, gayret (kıskançlık) babı, 11/233.

[776] Buhari, nikâh bahsi, kıskançlık babı 11/233. Müslim; lian bahsi, 4/211.

[777] İbnü'l-Hacer, Fethü'1-Bari, şerhu Sahihü'l-Buhari, 8/108.

[778] İbnü'l-Hacer, age. 4/446.

[779] Buharı, Menkıbeler Bahsi, Peygamber ( s.a.vj'i sıfatlamak babı. 7/385.

[780] İbnü'l-Hacer, Fethü'1-Bari, 5/115.

[781] Buharı, nikâh bahsi yanında mahremi (nikâh geçmez bir hısımı) bulunmayan bir kadınla bir erkek yalnız kalmasın; kocası evde bulunmayan kadının yanına da girilmesin babı. 11/246. Müslim: Selam bahsi: Yabancı bir kadınla başbaşa kalmanın ve onun yanma girmenin ha ram kılınması babı 7/7.

[782] Buhari, nikâh bahsi, age. 11/246.

[783] İbn Hacer, Fethu'I-Bari  ii/oak

[784] Bkz. Şerh-u Sahih-j Müslim 14/154.

[785] Bkz. Sünen-i Tirmizi, süt emme bahsi, kocası evde bulunmayan kadının yanına girilmesinin mekruh oluşu hakkında gelen haberler babı, 4/152.

[786] İhkam'ül-ahkâm şerhu Ümdet'ül-ahkâm, 2/197.

[787] el-Buhari, hacc bahsi kadınların haccetmesi babı 4/446.

[788] Müslim, selam bahsi, Yabancı bir kadınla başbaşa kalmanın ve onun yanına girmenin haram kılınması babı, 7/8.

[789] Buharı, nikâh bahsi, gelinle güveye hediye verme babı, 11/134.

[790] Müslim, namaz bahsi, nafile namazda cemaat olmanın cevazı babı, 1/128.

[791] Buhari, oruç bahsi, bir topluluğu ziyaret edip de onların yanında iftar etmeyen kimse babı, 5/131.

[792] İbnü Hacer, Fethu'1-Bari, 5/133.

[793] Buhari, nikâh bahsi (nikâhta erkekle kadın arasında aranan) denklikler din hususundadır babı, 11/35(11/5180).

Müslim, hacc bahsi, ihramlının, hastalık ve benzeri gibi bir özürden dolayı ihramdan çıkmayı şart koşmanın cevazı babı, 4/26, (6/380).

[794] Euhari, şehadetler bahsi, kur'a çekme (nin meşruluğu) babı, 6/223.

[795] Buhari, nikâh bahsi, nikâhta ve düğün yemeğinde def çalmak babı, 11/108.

[796] Buhari, Peygamber (s.a.v.)'in gazveleri bahsi, ifk hadisi babı, c.8.5.438.

Müslim, Tevbe Bahsi, ifk hadisi ve zina isnadında bulunan kimsenin tevbesinin kabulü hak kındaki bab, 8/115.

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/285-303.

[797] Buhari, Peygamber'in gazveleri bahsi, Hayber gazvesi babı, 9/24.

Müslim, Sahabe (r.a.)'ün faziletleri bahsi, Cafer b. Ebi Talib ile Esma binti Umeys(ra)'ın ve gemidekilerin (r.a.) faziletlerinden bîr bab, 7/173.

[798] Buhari, oruç bahsi, nafile olarak oruçlu bulunan din kardeşine bu orucunu bozdurmaya yemin eden kimse babı, 5/113.

[799] Buhari, menkıbeler bahsi, cahiliyyet günleri babı, 8/148.

[800] Buhari, cihad ve siyer bahsi, bir gaziyi teçhiz edip sefere hazırlayan yahud gazinin gerideki işlerini görmekte ona hayırlı halef olan kimsenin fazileti babı, 6/390. Müslim, sahabe (r.a.)'ün faziletleri bahsi, enes b. Malik'in annesi Ümmü Süleym ile Bilal'ın faziletlerinden bir bab, 7/145.

[801] İbnü Hacer, Fethü'1-Bari, 6/39.

[802] Bu hadisi Ebu Davud süneninde tahric etmiştir. (Bkz: Hadis no: 4112.4/364) Kitabü'l-Libas, Yüce Allah'ın. "Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar..." kavli hakkında bir bab.

[803] Müslim, boşama bahsi, üç talakla boşanan kadına nafaka verilmemesi babı, 4/199.

[804] İbnü Kudame, el-Muğni, 7/28.

[805] Bkz. age., 7/31.

[806] Bu hadis Fethul-Bari'de rivayet edilmiştir. Hafiz İbnül Hacer: "Bu hadisi Ahmed b. Hanbel ile Taberani tahriç eylemişlerdir. Ahmed'in senedi hasen (güzel bir sened)dir" demiştir. 2/495.

[807] Bu hadis Mecmauz-Zevaid'de varid olmuştur. (bkz.Mecmau'z-Zevaid), nikâh bahsi, kadının kocasına itaatinden, malına sahip olmasından, hamililerinden ve çocuk dünyaya getirmesinden dolayı sevabı babı, 4/304. Hafiz e)-Heysemi: "Bu hadisin senedinde Ravh (ruh) b. el-Müseyyeb vardır. Onu İbn Main ile el-Bezzar sika sabul etmiş, îbnü Hibban ile İbn adiyy zayıf saymışlardın" deektedir.

[808] Buhari, Cihad bahsi, erkeklerin ve kadınların mücahid olmak ve şehid olmak için dua etmeleri babı. 6/350. Müslim: Emirlik bahsi, denizde gaza etmenin fazileti babı, 6/49.

[809] Bu hadisi Ebu Davud tahriç eylemiştir, (bkz: Sünen-i Ebu Davud), namaz bahsi, mescidde oturup beklemenin fazileti babı, 1/320. Hadis no: 472. Bu hadis Sahihü'l-Camius-Sağir'de de 5812 numara ile zikredilmiştir.

[810] İbnül-Hacer, Fethu'I-Bari, 3/7.

[811] Buhari, ezan babları bahsi, gece namazı babı, 2/357. Müslim, yolcuların namazı... bahsi, nafile namazı evde kılmanın müstehab oluşu... babı, 2/188.

[812] Buhari, Peygamber'in gazveleri bahsi, Leys, b. Sa'd dedi ki... babı, 9/84.

[813] İbni Hazm, Meratibü'1-İcma', İbni Teymiyye er-Reddü ala Meratibü'1-tcma", s.208. Beyrut, Daru'l-Âfâku'l-Cedid.

[814] Bkz. İbnü Kudame, el-Muğni, 2/164-165.

[815] tbnü azm, el-Muhalla, 3/137-138.

[816] Buhari, Cuma bahsi, Cuma namazında hazır bulunmayan, kadınlara, çocuklara yıkanmak (gusul) lazım olup olmadığı babı, 3/33.

[817] ibnü Hacer, Fethu'1-Bari, 3/33-34.

[818] Buhari, namaz bahsi, sabah namazının vakti babı, 2/195. Müslim, mescidler ve namaz kılınan yerler bahsi, sabah namazını vaktinin evvelinde kılmanın müstehab olusu babı, 2/118.

[819] Buharı, ezan bablan bahsi, akşam namazında kıraat babı, 2/388. Müslim, namaz bahsi, sabah ve akşam namazında kıraat babı, 2/40.

[820] Buhari, Ezan bablan bahsi, kadınların geceleyin ve alacakaranlıkta mescidlere çıkmaları babı, 2/492. Müslim, mescidler ve namaz kılman yerler bahsi, yatsı namazının vakti ve yatsı namazını geciktirme babı, 2/115.

[821] Buhari, cuma bahsi, cuma namazında hazır bulunmayan kadınlara, çocuklara ve diğerlerine yıkanmak lazım olup olmadığı babı, 3/34.

[822] Müslim, namaz bahsi, safların düz ve doğru tutulması, 2/32.

[823] el-Mebsud, c.l, s. 184.

[824] Buhari, namaz içinde amel babları, el çırpmak kadınlara mahsustur... 3/319. Müslim, namaz bahsi, namazda kendilerine bir hat arız olduğu vakit erkeğin teşbih, kadının tasfık (el çırpması) etmesi babı, 2/27.

[825] Kitabü'l-Mebsud, c.l, s.184.

[826] Îbnü'l-Hacer, Fethu'1-Bari, 3/319,

[827] Buharı, namazın sıfatı babiarı bahsi, insanların namazı, alim olan imamın kıldırmasını beklemesi babı, 2/495. Müslim, Namaz bahsi kadınların mescidlere gitmeleri... babı, 2/34.

[828] Müslim, namaz bahsi, fitneye sebep olmamak şartıyla kadmlannmescidlere gitmeleri faka! koku sürünerek çıkmamaları babı, 2/33.

[829] el-Müdewenetü'l-Kübra, 1/106.

[830] İbnü Hazm, el-Muhalla, 3/136.

[831] İbnü Kudame, el-Muğni, 2/375-376, 1367. H. Menar baskısı.

[832] İbnü Hacer, Fethu'1-Bari, 2/495.

[833] Kitabü Aşari İbni Badis, c.l, cüz 2, sh.218.

[834] Sahih-i Sünen-i İbni Mace, Hacc ibadetleri bahsi, Hacc kadınların cihadıdır babı, 2/151. Hadis No:2345.

[835] Buhari, namaz bahsi, uyluk hakkında zikrolunan şey babı, 2/25. Müslim, nikâh bahsi, bir kimsenin cariyesini azad ederek sonra onunla evlenmesinin fazileti babı, 4/147.

[836] Müslim, cihad ve siyer bahsi, gazi kadınlara bahşiş verilip hisse verilmemesi ve düşman çocuklarım öldürmenin yasak edilmesi babı, 5/197.

[837] Hayber gazvesine iştirak eden kadınlarla ilgili haberleri (ibnü Sad'ın) et-Tebakatül-Kübra adlı eserinin sekizinci cüzünde bulabilirsiniz. Ümmü Süleym'in haberine gelince bu, 419. sahifededir.

[838] Buhari, Cihad ve siyer bahsi, kadının denizde gazvesi babı 6/416.

[839] Müslim, cihad ve siyer bahsi, kadınların erkeklerle birlikte gazaya gitmesi babı, 5/196.

[840] Buhari, cihad ve siyer bahsi, kadınların yaralıları ve şehidleri geri götürmeleri babı, 6/420.

[841] Müslim, cihad ve siyer bahsi, gazi kadınlara bahşiş verilip hisse verilmemesi babı, 5/197.

[842] Fethu'1-Bari, 4/445-446, 6/416.

[843] Tirmizi, süt emme bahsi, bab no: 18, c. 4 s.153. Bu hadis Sahih-u Camiu's-sahih'de 6566 numara ile varid olmuştur. Bkz. Tirmizi'nin Sahihi, Hadis no: 936.

[844] Buhari, cihad bahsi, erkeklerin ve kadınların nıücahid olmak ve şehjd olmak için dua etmeleri babı, 6/350. Müslim, emirlik bahsi, Denizde gaza etmenin fazileti babı, 6/49.

[845] Nikâh bahsi ve bir kadın görüp de onda gözü kalan kimseyi karısına veya cariyesine gelerek onunla cima etmeye teşvik babı, 4/129.

[846] Bu hadis, Abdullah b. Ömer (r.a.)dan rivayet edilmiştir. Hadis Mecmaüzzevaid'de geçmektedir. Nikâh bahsi, kocanın kadını üzerindeki hakkı babı, 4/314. Hafız el-Heysemi: (Bu hadisi Taberani el-Evsaf ında rivayet etmiştir. Hadisin ricali, sahih hadis ricali(nin evsafına uygun )dur demiştir.

[847] Bkz. İhya-u Ulumiddin, nikah bahsi, üçüncü bab: Adabul-Muaşerat, erkek kıskançlıktan nasıl sakınır?

[848] Bkz. Age.

[849] Bkz. M3cmau'z-Zevaid, nikâh bahsi, kadınlar için hangi şey daha hayırlıdır? babı, 9/202. 76b. Bu babın ikinci kısmında geçen sahabi kadınlar hicapsız olarak erkeklerle karşılaşırlardı konu başlığıyla zikredilen bu sahabe-i kiram kadınların haberlerinin kaynaklarına bakınız.

[850] Buhari, izin isteme bahsi, insanların gözleri önünde birisine gizlice birşey söyleyen, arkadaşının gizli söylediği sırrını onun sağlığında hiç kimseye haber vermeyen kimse babı,

[851] Müslim; Kitabu Fadaili's-Sahabe, c. 7, s. 130.

[852] .Rics; sözlükte pislik ve kir, ıstılahta günah anlamına gelmektedir.

[853] Nevevi; el-Mecmu. Nevevi, Beyhaki'nin bu hadisin senedinin sahih olduğunu söylediğini belirtir, c. 3, s. 449.

[854] Müslim; Kitabu Fadaili's-Sahabe, c.7, s.135.

[855] Buhari Kitabu'l-Menakıb, c. 7, s. 87. Müslim Kitabu Fadailü's-Sahabe, c. 7, s. 142.

[856] Bkz, Fethu'1-Bari, c. 3, s. 388.

[857] Buhari, Kitabu'l-Megazi, c. 9, s. 215.

[858] Buhari, Kitabu'l-Feraiz, c. 10, s. 6. Müslim; Kitabu'l-Cihad, c. 5, s, 155.

[859] Müslim, Kitabul-Fiten ve Eşrâtu's-Sâah, c. 8, s. 203.

[860] Müslim, Kitabu't-Talak, c. 4, s. 195.

[861] Buhari, Kitabu'l-İsti'zan, c. 13, s. 245, Müslim; Kitabu'1-Hacc, c. 4, s. 101.

[862] Buhari, Kitabu'1-Hacc, c. 4, s. 424.

[863] Buhari, Kitabu'n-Nikâh, cll, s.120. Müslim; Kitabu'l-Eşribe, c.6, s.103.

[864] Buhari, Kitabu'n-Nikâh, c. 11, s. 234. Müslim, Kitabu's-Selam, c. 7, s. 11.

[865] Buhari, Kitabu'l-îdeyn, c. 3, s. 122. 92a. Buhari, Kitabu'î-Cihad, c. 6, s. 420.

[866] Bkz. Sahihu'l-Camiu s-Sağir, No: 3491.

[867] Bkz. Müslüman kadının hac kitabı, s. 7

[868] Bkz. Sahihu'l-Camiü's-Sağir, hadis no: 2329.

[869] Müslim; Kitabul-Edeb, c. 6, s. 182.

[870] Sahihu Sünemi Tirmizi, hadis no: 2229.

[871] Bkz. Tehzibul-Furuk ve'I-Kavaidi's-Seniyye fi'1-Esrari'l-Fıkhiyye; c. 2, s. 44.

[872] Ibni Teymiyye, İktidau's-Sıratı'l-Müstakim Muhalefetti Ashabi'l-Cahim, s. 177, Enes b. Malik Matbaası, H. 1400. Tahkik: Şeyh Muhammed el-Faki.

[873]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/303-349.

[874]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/351.

[875] Buhari, Kur'an'm tefsiri bahsi, Yüce Allah'ın : "Ey iman edenler, Peygamber'in evlerine -yemeğe davet olunmaksızın, vaktine de bakmaksızın- girmeyin. Fakat davet olunduğunuz zaman girin. Yemeği yiyince dağıhn..." kavli babı 10/148. Müslim, nikâh bahsi, Zeyneb binti Cahş'ın evlenmesi, tesettür âyetlerinin inmesi ve

düğün davetinin isbatı babı, 4/151.

[876] Buhari, Kur'an'ın tefsiri bahsi, Ahzab süresi, Yüce Allah'ın: "Ey İman edenler, Peygamber'in evlerine yemeğe davet olunmaksızın, vaktine de bakmaksızın girmeyin. Fakat davet olunduğunuz zaman girin yemeği yiyince dağıhn..." kavli babı. 10/150. Müslim, selam bahsi, insanın hacetini görmek için kadınların dışarıya çıkmalarının mubah kılınması babı, 7/6.

[877] Buhari, nikâh bahsi; seriyyeler (cariyeler) edinme ve cariyesine hürriyet verip de sonra onunla evlenen kimsenin (savabı) babı. 11/30. Müslim, nikâh bahsi, bir kimsenin cariyesini azad ederek sonra onunla evlenmesinin fazileti babı, 4/147.

[878] Buharı, Alış verişler bahsi, Müslimin harbi olan kimseden köle satın alması... babı. 5/137. Müslim, Süt emme bahsi, çocuğun döşek (firaş) sahibine aid oluşu... babı. 4/171.

[879] İbn Sad, Tabakatü'l-Kübra 8/144.

[880] Bkz. Tefsiru't-Taberi 22/41-42.

[881] Buhari, tefsir bahsi, Yüce Allah'ın: "Onlar: Allah kendine çocuk edindi dediler. Hâşâ O, (bu gibi şeylerden) pak ve münezzehdir..." kavli babı, 9/235.

[882] Buharı, abdest alma bahsi (haceti yerine getirmek İçin) kadınların sahraya çıkmaları babı. 1/259. Müslim, selam bahsi, insanın hacetini görmek için kadınların dışarıya çıkmalarının mubah kılınması babı, 7/7.

[883] Buhari, tefsîr bahsi, Ahzab sûresi. Yüce Allah: "Ey iman edenler Peygamber'in evlerine..." girmeyin" kavli babı, 10/148. Müslim, nikâh bahsi, Zeyneb binti Cahş'm evlenmesi tesettür âyetlerinin inmesi ve düğün davetinin isbatı babı, 4/151.

[884] İbnü Hacer el-Askalani, Fethu'1-Bari, 10/150. Bu hadis Mecma'uz-Zevaid'de rivayet edilmiştir. Hafız el-Heysemi şöyle der: Bu hadisi Taberani el-Evsat'ta rivayet etti. Musa b. Kesir hariç, hadisin ravileri sahih hadis ricalidir. Musa b. Kesir ise sikadır. Tefsîr bahsi, Ahzab sûresi, 7/93.

[885] Fethul-Bari, 1/260.

[886] Fethu'1-Bari, 17150.

[887] Fethul-Bari, 1/260.

[888] Buhari, tefsir bahsi, Bakara sûresi, Yüce Allah'ın "Siz de, İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin" kavli babı, 9/235.

[889] Müslim, cihad ve siyer bahsi, Bedir gazasında meleklerden imdat buyurulması ve ganimetlerin mubah kılınması babı, 5/157.

[890] Buharı, tefsir bahsi, Berae sûresi, Yüce Allah'ın: "Onlar için istiğfar et yahud etme. Onlar için yetmiş defa af dilesen bile, yine Allah kendilerini asla mağfiret etmeyecektir..." kavlinin babı, 9/403.

[891] Buhari, tevhid, Allah'ı birleme bahsi. Peygamber (sav)'in Allah'tan başka kıskanç hiçbir şahıs yoktur" kavli babı, 17/171. Müslim, lian bahsi, 4/211.

[892] Bkz. Taberi Tefsiri, "Sizin, Allah'ın Rasulünü incitmeniz ve kendisinden sonra onun eşlerini nikahlamanız asla olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük (bir günah)tır." (Ahzab. 53) âyetinin tefsiri.

[893] Buharı, Cuma bahsi, Cuma namazında hazır bulunmayan kadınlara, çocuklara ve diğerlerine yıkanmak lazım olup olmadığı babı, 3/34.

[894] Buhari, tefsir bahsi, Yüce Allah'ın "Ey iman edenler! Peygamber'in evlerine yemeğe davet olunmaksızın, vaktine de bakmaksızın girmeyin kavli babı, 10/150. Müslim, selam bahsi, insanın hacetini görmek için kadınların dışarıya çıkmalarının mubah kılınması babı, 7/6.

[895] Buhari, Kitabu't-Tefsîr, c. 10, s. 150. Müslim, Kitabu's-Selam, c. 7, s. 6.

[896] İbnü Hacer el-Askalani, Fethu'1-Bari, 13/260.

[897] Buhari, tefsir bahsi, Ahzab sûresi, Yüce Allah: "Ey iman edenler! Peygamber'in evlerine yemeğe davet olunmaksızın, vaktine de bakmaksızın girmeyin" kavli babı, 10/146.

[898] Buhari, tefsir bahsi, Ahzab sûresi, Yüce Allah'ın: "Ey iman edenler ! Peygamber'in evlerine yemeğe davet olmaksızın vaktine de bakmaksızın girmeyin.." kavli babı. 10/147. Müslim, nikâh bahsi, Zeyneb binti Cahş'in evlenmesi, tesettür âyetlerinin inmesi ve düğün davetinin isbatJ babı, 4/148.

[899] Buhari, tefsir bahsi, Nur sûresi Yüce Allah'ın: "Onu işittiğiniz vakit erkek mü'minlerle kadın mü'minlerin kendi vicdanlan önünde iyi bir zanda bulunup da 'bu apaçık bir iftiradır' demeleri lazım değil miydi?" kavli babı, 10/7. Müslim, tevbe bahsi, ifk hadisi ve zina isnadında bulunan kimsenin tevbesinin kabulü hakkında bir bab, 8/114.

[900] Buhari, Peygamber'in gazveleri bahsi, Taif gazvesi babı, 9/108. Müslim, sahabe (r.a.)'ün faziletleri babı, Ebu Musa el-Eşari ile Ebu Amir-i Eşari (r.a.}'in faziletlerinden bir bab., 7/170.

[901] Buhari, nikâh bahsi, seriyyeler (cariyeler) edinme ve cariyesini azad edip sonra onunla evlenen kimsenin sevabı babı, 11/30. Müslim, nikâh bahsi, bir kimsenin cariyesini azad ederek sonra onunla evlenmesinin fazileti babı, 4/147.

[902] Buhari, alış-verişler bahsi, Müslim'in harbi olan kimseden köle satın alması babı, 5/317. Müslim, süt emme bahsi, çocuğun fîraş sahibine aid oluşu" babı, 4/171.

[903] Buhari, şehadetler bahsi, nesebler, yaygın süt emme üzerine şehadet,babı, 6/182.

[904] Buhari, nikâh bahsi, (giren erkekle, yanına girilen kadın arasında) süt emme hasımlığı bulunduğunda, kadınların yanma girmek ve kadınlara bakmanın helal olacağı babı, 11/252. Müslim, süt emme bahsi, Hürmet-i Rada'nın

erkeğin menisinden ileri gelmesi babı, 4/163.

[905] Buhari, menkıbeler bahsi, Ömer îbn Hattab (r.a.)'ın menkıbeleri babı, 8/45. Müslim, sahabe (r.a.)'ün faziletleri bahsi, Ömer İbn Hattab (r.a.)'ın faziletlerinden bir bab, 7/115.

[906] Fethu'1-Bari, 8/45.

[907] Buhari, cenazeler bahsi, bir musibet sırasında oturan ve kendisinden hüzün farkedilen kimse babı, 3/410. Müslim, cenazeler bahsi, ağıt (mersiye) okuma hususunda gösterilen şiddet babı, 3/45.

[908] Buhari, ezan babları bahsi, İlim ve fazilet sahibi olan kimseler imamlığa (başkalarından) daha layıktırlar babı, 2/306. Müslim, namaz bahsi, kendisine hastalık, yolculuk ve bunlardan başka birşey arız olduğu vakit, imamın cemaata namaz kıldıracak bir kemseyi halef tayin etmesi babı, 2/25.

[909] Müslim, selam bahsi, kadın tabiatlı kimsenin yabancı kadınların yanına girmesinin men edilmesi babı, 7/11.

[910] Müslim, zekât bahsi, Al-i Rasulullah (sav)'i sadaka memuru olarak çalıştırmamak babı, 3/118.

[911] Ravinin: "Bu mesele kadınlara perdelenme (tesettür) emrolunmazdan önce idi" sözü yanlıştır. Zira i'la olayı kesin olarak tesettür (perdelenme) fare kılındıktan sonra meydana gelmiştir. Bkz: tbn Hacer el-Askalani, Fethu'1-Bari, 11/195. Zira orada faydalı bir açıklama vardır.

[912] Müslim, boşama-boşanma bahsi, i'la, kadınlardan uzaklaşma, onları muhayyer bırakma babı, 4/188.

[913] Müslim, oruç bahsi, cünüp olduğu halde üzerine fecir doğan kimsenin orucunun sahih olması babı, 3/138.

[914] Müslim, içkiler bahsi, sirkenin ve onu katık yapmanın fazileti babı, 6/126. Nevevi, Sahih-i Müslim şerhinde şöyle der (14/8): Cabir (ra)'ın: (Ben de perdenin arkasına, kadının yanına girdim!) sözünün manası "Perdenin arkasına yani kadının bulunduğu yere girdim demek olup bunda kıdının tenini gördüğü manası yoktur. Orada şu da ilave edilir: Cabir'in kadının bulunduğu yere girmesi müminlerin annelerine farz kılınan asıl hükümden istisnadır. Bu istisnanın illetini Allah daha iyi bilir."

[915] Müslim, selam bahsi, perde kaldırmak ve benzeri alametleri izin saymanm cevazı babı, 7/6.

[916] Buharı, udhiyeler bahsi, insan Mekke'de kesilmek için kurbanlık gönderdiği zaman kendisine (ihramlıya haram olanlardan) hiçbir şey haram olmaz babı,12/119. Müslim, hacc bahsi, bizzat gitmek istemeyen kimsenin Harem-i Şerife hedy kurbanı göndermesinin ve kurbana nişan takarak nişan iplerini örmem» mftstehab oluşa babı, 4/91.

[917] Buhari, yıkanıp gusletmek bahsi; sa' ölçeği ve benzeri miktar su ile yıkanma babı, 1/379.

[918] Buhari, edeb bahsi, iki mü'minin karşılaştıklarında birbirinden yüz çevirip ayrılmalarının kötülüğü babı, 13/106.

[919] Buhari, tefsir bahsi, Yüce Allah'ın: "Ana ve babasına 'öff size, benden evvel nice nice nesiller gelip geçtiği halde beni diriltip çıkarılacağımla mı tehdit ediyorsunuz?1 diyenin, anası, babası Allah'a yalvarırlar..." kavli babı, 10/197.

[920] Buhari, hacc bahsi, kadınların erkeklerin beraberinde tavafları babı, 4/226.

[921] Müslim, yolcuların namazı bahsi, gece namazını cemeden ve onu kılmadan uyuyan yahud hasta olan kimsenin hükmünü cami olan bab, 2/169.

[922] İbnü Sa'd, a.g.e., 8/147.

[923] İbnü Sa'd, a.g.e., 8/147

[924] Muhammed b. Cerir, et-Taberi, Camiu'l-Beyan bkz. "Sizin, Allah'ın Rasulü'nü incitmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikahlamanız asla olamaz. Çünkü bu Allah katında üyük (bir günah)dır" âyetinin tefsiri. (Ahzab, 53).

[925] Buhari, cihad ve sîretler bahsi, kadınların cenk etmeye çıkmaları ve erkeklerle beraber harbe katı] malan babı, 6/418. Müslim, cihad bahsi, kadınların erkeklerle birlikte gaza etmesi babı, 5/197.

[926] Buhari, cihad bahsi, cihad ve siyerin fazileti babı, 6/344.

[927] Buhari, cihad bahsi, kadınların cihadı babı, 6/416.

[928] Buhari, cihad bahsi, kadınların cihadı babı, 6/416.

[929] Buhari, Peygamber'in gazveleri bahsi, ifk hadisi babı, 8/436. Müslim, tevbe bahsi, ifk hadisi ve zina isnadında bulunan kimsenin tevbesinin kabulü hakkında bir bab, 8/113.

[930] Buhari, nikâh bahsi, bir sefere çıkmak istediği zaman kadınlar arasında kur'a çekme babı. 11/222. Müslim, sahabenin faziletleri (r.a.) bahsi, Aişe (r.a.)'nm faziletleri hakkında bir bab, 7/13B.

[931] Buharı, şartlar bahsi, cihadda ve harp ehli ile yapılacak barış anlaşmalarında ileri sürülecek şartlar ve bu şartların yazılmasını beyan babı, 6/274.

[932] Buhari, teyemmüm bahsi, Yüce Allah'ın: "Eğer hasta olmuşsanız, yahud bir sefer üzerindeyseniz veya içinizden biri ayak yolundan gelmişse, yahud da kadınlara dokunmuşsanız ve bu halde su bulamamışsanız, o vakit tertemiz bir toprakla teyemmüm edin..." kavli babı, 1/448.

[933] Buhari, namaz bahsi, uyluk hakkında zikrolunan şey babı, 2/25. Müslim, nikâh bahsi, bir kimsenin cariyesini azad ederek sonra onunla evlenmesinin fazileti babı. 4/145.

[934] Müslim, cihad ve siyer bahsi, kadınların erkeklerle birlikte gaza etmesi, babı, 5/196.

[935] Parantez içerisinde rivayet olunan hadisi Buhari, KitabiH-cihadda rivayet etmiştir. Bkz. Buhari, cihad bahsi, erkeklerin ve kadınların mücahid olmak ve şehid olmak için dua etmeleri babı. 6/350. Müslim, emirlik bahsi, denizde savaşmanın fazileti babı, 6/50.

[936] Buhari, cihad bahsi, kadının deniz de cenk etmesi babı. 6/416. Müslim, cihad bahsi, denizde savaşmanın fazileti babı, 6/50.

[937] Müslim, cihad bahsi, gazi kadınlara bahşiş verilip hisse verilmemesi babı, 5/198.

[938] Buharı, hacc bahsi, kadınların haccetmesi babı, 4/444.

[939] İbnü'l-Hacer, Fethu'1-Bari, 4/444.

[940] Bkz. İbnü Sa'd, Tabakatü'l-Kübra, 8/210. Şeyh Nasıruddin el-Albani şöyle der: "Bu hadisin isnadı hasen bir isnaddır. Hadisin ravileri sika olup, el-Velid b. Ata hariç diğerleri Şeyhayn'ın ricalidir. (Hicabülmereti'l-müslimetü: Müslüman kadının örtüsü) sh. 51.

[941] Buhari, hacc bahsi, kadınların erkeklerin beraberinde tavaf yapmaları babı, 4/226.

[942] Müslim, hacc bahsi, bayram günü Cemre-i Akabe'de hayvan üzerinde taş atmanın müstehab olduğu... babı, 4/79.

[943] Buhari, izin isteme bahsi, Yüce Allah'ın: "Ey iman edenler, kendi evlerinizden başka evler (ve odalara) sahiblerîyle ünsiyet peyda etmeden ve selam da vermeden girmeyin..." kavli babı., 3/425. Müslim, hacc bahsi, kötürümlük, ihtiyarlık... sebebiyle aciz kalan kimse namına haccetme babı, 4/101.

[944] Müslim, hacc bahsi, sabinin haccının sahih olması ve onu hacc etterinenin ecri babı, 4/101.

[945] Buhari, nikâh bahsi, serireler (cariyeler) edinme ve cariyesini azad edip de sonra onunla evlenen kimsenin (sevabı) babı, 11/30. Müslim, nikâh bahsi. Bir kimsenin cariyesini azad ederek sonra onunla evlenmesinin fazileti babı, 4/147.

[946] Mecmuu Feteva-i İbni Teymiyye, 15/372.

[947] îbnü Kayyım el-Cevzi, İ'lamül-Muvakkün, 2/80.

[948] Bkz. İbn Kesir, Tefsirü'1-Kur'anil-Azim, Ali İmran sûresi âyet: 61.

[949] Buhari, Peyglber (s.a.v.)'in gazveleri, Peygamber (s.a.v.)'in hastalığı ve ölümü... babı, 9/215.

[950] Fethul-Ban, te. Abdullah bin Amr b. el-As (r.a.)"ın hicretten yedi sene önce dünyaya geldiği düşünüldüğüıi hicab farz kılındığı zaman Abdullah'ın yası oniki olmuş olur. Dolayısıyla en müracah olanVüşe göre bu olay hicab farz kılındıktan sonra meydana gelmiştir.

[951] Buhari, ganimetin beşte birini ayırmanın farz oluşu bahsi, 7/8.

[952] Buhari, ferizalar (miras hisseleri) bahsi, Peygamber (s.a.v.)'in Biz (peygamberi^) mirasçı olmayız. Biz ne bırakmışsak sadakadır" kavli babı, 15/6. Müslim, cihad bahsi, Pygamber (s.a.v.)'in: "Biz peygamberler mirasçı olunmayız. Biz ne bırakmışsak sadakadif hadisi babı, 5/155.

[953] Îbnül-Hacer, Fethu'1-Bari, 7/8. 79. Müslim, sahabenin faziletleri bahsi, Peygamber (s.a.v.)'in ehli beytinin faziletleri babı, 7/130.

[954] Müslim; Kitabu Fedaili's-Sahabe, c.7, s. 130.

[955] Bu hadisi Ahmet Müsned'inde rivayet etmiştir. Bkz. Sahihül-Camiu's-Sağir, hadis no: 11146.

[956]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 2/353-392.